article
stringlengths
7.34k
10k
i genellikle 950 ile 1000 metre arasındadır. Yayla kısımlarının deniz yüksekliği 1000 metreyi aşar. Cihanbeyli'nin doğusunda Tuz Gölü ve Aksaray ili, batısında Sarayönü ve Yunak ilçeleri vardır. Güneyi Altınekin İlçesi, Kuzeyi Kulu ve Ankara'nın Haymana ilçeleriyle çevrilmiştir. Yüzölçümü yaklaşık 4.109 km²'dir. Ayrıca Cihanbeyli yüzölçümü bakımından Türkiye' nin en büyük ilçesidir. Tersakan Gölü, çevresindeki bataklık ve göletlerle birlikte 5500 hektarlık yer kaplar. Bu gölden sodyum sülfat madeni çıkarılmaktadır. Bu maden: soda, sabun, deri, boya, cam ve deterjan sanayisinde kullanılmaktadır. Ayrıca kimyasal gübre yapımında sodyum ve potasyum madenlerini verir. Göl, Alkim Alkali Kimya Anonim Şirketi tarafından işletilmektedir. İlçe merkezine bağlı 14 mahalle: Ahirigüzel, Atçeken, Bahçelievler, Cumhuriyet, Gemecik, Göktepe, Kale, Karatepe, Karşıyaka, Kocatepe, Köprübaşı, Üzerliktepe, Yeniyayla ve Yeşilöz,Hodoğlu Çeltik, Konya Çeltik, Konya ilinin bir ilçesidir. Konya il merkezine uzaklığı 220 km olup Türkiye'de il merkezine en uzak 2.(Anamur'dan sonra; 239 km) ilçe konumunda bulunmaktadır. Ayrıca Konya ilinin bir ilçesi olmakla birlikte Afyon, Eskişehir, Ankara'ya sınırı bulunmaktadır. İlçenin kuruluşu 11. ve 12. Yüzyıla kadar uzanmaktadır. İbrahim Hakkı Konyalı’nın "Konya Tarihi" adlı eserine göre Çeltik’in geçmişi Karaman Eyaletine bağlı Akçaşehir'e dayanmaktadır.Çeltik yakınlarındaki İbanın Kuyusu denilen yerde kurulan Akçaşehir 1902’de ilçe kimliği kazanmış, ancak bataklığı ve sivrisinek çokluğu sebebiyle ilçe sıfatıyla önce Hatırlı'ya verilmiş, Daha sonra da Cihanbeyli’ye aktarılmış ve 1990 yılında ilçe olmuştur. Konya’nın kuzey batısında yer alan Çeltik, Doğuda Polatlı, batıda Emirdağ, Güneyde Yunak, Kuzeyde ise Sivrihisar ile çevrilidir. İç Batı Anadolu üzerinde kurulmuş Çeltik’te karasal iklim hüküm sürmekte, yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve kar yağışlı geçmektedir. Çeltik 2 kasaba ile 7 köye sahip bulunmaktadır. Bizanslılar devri: Bizanslılar devrinde Akçaşehir olarak görülür Polathisar ve Sarıkayaoyla mağaraları buranın önemli bir merkez olduğunu ispatlar akça şehir o devirde İpek Yolu (altın yolu üzerinde bir ticaret merkezi idi) Akçaşehir II. Beyazıt zamanına kadar tarihte görülmektedir. İbrahim hakkı Konyalı'nın Konya tarihi eserinin 113. ve 115 . sayfasında 1490 yılında yapılan Karaman eyaletinin kazalarını sayarken Akçaşehir'in Konya'ya bağlı bir kaza olduğu belirtilir, aynı eserin 976. sayfasında vakıflar ve imaretten bahsediliyor ve II. Selim'in 1566 da yaptırdığı bir tarihte Çeltik'in Turgut kazasına bağlı olduğu söyleniyor, buna göre Akçaşehir'den Çeltik köyüne geçiş meydana çıkıyor. Sosyal yönden ilçe halkı köy yaşantısıyla şehir yaşantısı arasında geçiş safhasındadır. Konutlaşmada bu durum özellikle dikkat çekmektedir. İlçe nüfusunun % 30’a yakını Trabzon, Afyon, Malatya, Elazığ Emirdağ ve Konya Doğanhisar gibi yerleşim birimlerinden gelen ailelerle karışık bir toplum oluşturmaktadır. İlçe nüfusu Türk, Kürt ve Müslüman’dır. Çoğunluğu Hanefi Mezhebinden olmakla, Şafi Mezhebinden de mevcuttur. Gökpınar kasabasını, genelde Türkmen Yörük kökenli vatandaşlar oluşturmaktadır, Türkiyede devlet eliyle yerleştirilen tek yörük kasabasıdır, sebebine gelince honamlılar Gaziantepi Fransızlar işgal edince fransızları Antepten atmışlardır, Antep savunmasında çok önemli rol oynamışlardır ondan dolayı Devlet eliyle ödüllendirilerek buraya yerleştirilmiş ve o dönemde yaşayanların birçoğunuda askerlikten muaf tutmuşlardır kasabanın önceki adı olarak da Honam konulmuştur. İlçe Merkezi başta olmak üzere Küçükhasan Kasabası ve İshakuşağı Köyünde Avrupa ülkelerinde çalışanların sayıları fazla olup, yetişen gençleri iş sahibi yapmak için akraba evlilikleri olmaktadır. Avrupa’da çalışan işçilerin ilçeye fazla bir yatırım yaptıkları söylenemez, gayrimenkul satın almak gibi uzun vadeli yatırımlar yapılmakta olup, çoğunlukla Eskişehir, Polatlı ve Akşehir gibi büyük şehirlere yatırım yapıldığı görülmektedir. Çumra Çumra, Konya iline bağlı Konya Ovası'nda yer alan bir ilçedir. M. Kemal Atatürk trenle Adana'ya giderken Çumra'da verdiği mola esnasında Çumra istasyonundan etrafı seyredip sulama tesis ve lojmanlarını gördükten sonra; "Bu şirin beldeyi geliştirmek, buraya önem vermek lazımdır. Çumra ilçe olmaya layıktır." demiştir. Atatürk'ün emri ile 26 Haziran 1926 yılında, 30 Mayıs 1926 tarihli 404 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan, 877 sayılı kanunla Çumra İlçe merkezi haline getirilmiştir. 1936 yılında Balkanlardan Anadolu'ya gelen 300 göçmen ailesi Çumra'ya yerleşmiştir. 1936 ve 1950 yıllarında gelen soydaşlarımızın yanı sıra son yıllarda Çumra'ya olan göçler nüfusu hızla artırmıştır. Gelen göçler genellikle Hadim, Bozkır, Ermenek gibi ilçe ve köylerden gelenlerdir. 1961 yılında yapılan kazılarda ortaya çıkarılan MÖ 8000 yıllarına tarihlenen Çatalhöyük ören yeri ile Çumra'nın tarihi 9000 yıl öncesine dayanmaktadır. Çumraya yerleşen göçmen ailelerinin önceden Avrupaya 'Karaman ve Konya'dan' göç ettiği de bilinmektedir. Rivayetlere göre; Yavuz Sultan Selim, Mısır Seferi'ne giderken Çumra üzerinden geçmiş. O zamanlar bölge bataklık halindeymiş. Yavuz, askerlerine paçalarınızı çemreleyin emrini vermiş. Çemre kelimesi zamanla değişerek bu bölgeye isim olmuştur.. Apasaraycık mahallesinin 2 km güney batısındaki obruk. Gökhüyük mahallesinin hemen yanındaki obruk Çumra ve çevresindeki tepeler Derbent, Konya Derbent, Konya ilinin bir ilçesidir. Derbent Konya'ya 78 km mesafede 1930 yılında kasaba, 1990 yılında ilçe olmuş küçük bir yerleşim birimidir. Konya'ya uzaklığı Beyşehir yolundan gidilip Ilgın sapağından ulaşım sağlanırsa 78 km olup ana yolu bu istikamettir. Fakat yine Beyşehir yolu istikametinde giderken Altınapa barajına inmeden sağa girilir ve Başara kavak yolu kullanılırsa mesafe 55 km dir fakat bu yol çok dar ve virajlıdır. Yüzölçümü 300 km² olup, bunun yaklaşık 10 km² si sulanılabilir vaziyette olan toplam 156 km² lik alanı tarım arazisidir. Kalan kısmı ise yerleşim yerleri ile orman ve mera arazisidir. Osmanlı Döneminde, “derbent” kelimesi teşkilat anlamında kullanılmıştır. Bu anlamda, dağlar üzerindeki geçitlerde ve boğazlarda kullanılan karakollara “derbent” denilmiştir. Derbent, Selçuklular döneminde “Eşrefoğulları Beyliği” sınırları içinde kalmıştır. Eşrefoğulları Beylik sınırları; Beyşehir ve Seydişehir'den sonra, Ilgın, Bolvadin ve Akşehir sınırlarını içine alır. Bozkır, Şarkîkaraağaç, Yalvaç, Gelendost, Kıreli, Doğanhisar ve hatta Çal gibi şehirler de zaman zaman beylik sınırlarına dâhil olmuştur. Doğanhisar Doğanhisar, Konya ilinin bir ilçesidir. Doğanhisar M.Ö. 500 yıllarında Metyos adıyla Konya'da kurulmuştur. M.S. 395 yılında Bizans İmparatorluğu tarafından ele geçirilmiş ve M.S 704 ve 708 yılları arasında ise Emevi ve Abbasi Devletleri ordularının taarruzlarına uğramıştır. Bu savaşlarda şehit olan Seyit Ahmet’in mezarı Kızılışık bölgesinde bulunmaktadır. Malazgirt Savaşından sonra 1071, Selçukluların batıya yayılmaları ile birlikte 1110 yılında Doğanhisar Türklerin hakimiyetine geçmiştir. Şehrin adı Selçukluların arması olan doğan kuşunu simgelemiş, kalesinin adı ise “Doğan Kalesi” olarak adlandırılmıştır. Daha sonra bu yerleşim birimi Doğanhisar adını almıştır. Doğanhisar ilçe merkezi, Sultan Dağlarının kuzeydoğuya bakan eteklerinde kurulmuştur. Konya il merkezine 122 km uzaklıkta bulunmaktadır. Doğuda Ilgın İlçesine, güneyde Hüyük ilçesine, batıda Isparta ili, kuzeybatıda Akşehir ilçesine, kuzeyde Ilgın ilçesine ve Argıthanı kasabasına komşudur. İlçenin yüzölçümü 519.5 km2 olup, denizden yüksekliği 1220 metredir. Karasal iklim görülmektedir. İlçe Merkez belediyesi dışında, 8 Belediye ve 8 de Köy bulunmaktadır. İlçe ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Tarım alanlarında hububat, baklagiller, sebze ve meyve bitkileri üretilmektedir. İlçede illit (bir çeşit kil minerali) yatakları bulunmakta ve halen işletilmektedir. Çıkarılan illit genellikle karayolu aracılığı ile çoğunlukla Bilecik ilinde yer alan seramik fabrikalarına satılmaktadır. İllit madenciliğinin ilçe ekonomisine katkısı yadsınamaz. Emirgazi Emirgazi, Konya ilinin bir ilçesidir. Yöredeki ilk yerleşimin Hititler döneminde başladığı, Eski Kışla (Dikilitaş - Yukarıkışla) ile Arısama (Belkaya)’da yapılan kazılarda ele geçen çivi yazılı tabletlerden anlaşılmaktadır. İlçen,n Kuzeyindeki Kötü Dağ(Arısama Dağı), tarihi öneme sahip, kale, kaya oyması, kilise ve büyük yeraltı şehirleri barındırmaktadır. Dağın batı yamaçlarında bulunan Eskikışla yerleşkesinde, dağın tarihî değerini Hitit hiyerogliflerine benzerlik gösteren fakat değişik bir hiyeroglif yazısı ile yazılmış 2 adet sunak ve 3 adet kitabe bulunmuştur. Yazıtların tercümesi tartışmalıdır. Sunak ve kitabeler İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir. Hitit dönemine ait olduğu sanılan ve Eski Kışla olarak isimlendirilen yerleşim merkezi üzerindeki kale ve yer altı şehrini Roma ve Bizanslılar da kullanmışlardır. Anadolu’ya Türk boylarının yerleşmesinden sonra bu kaleye ve bugünkü Emirgazi’nin bulunduğu yerler Anadolu Selçukluları'nın egemenliğine girmiştir. Osmanlı salnamelerinde isminden söz edilmeyen Emirgazi, Cumhuriyet döneminde köy konumunda olup, 1990 yılında ilçe olmuştur. İlçeden günümüze gelebilen eserler arasında Arısama Dağı’ndaki kale kalıntısı, ilçenin 2 km. güneydoğusundaki, ilçeye ismini veren Emrullah Gazi Türbesi bulunmaktadır. İlçenin yaklaşık 10–12 km kuzeyınde yer alan ve KOLAK YAYLASI diye anılan bölge en eski yerleşim yerlerı arasında yer alır yapılan kazılarda tarihi; HİTİT donemine kadar uzanan eserler cıkarılmıştır(www.kolakharita.com.tr) İç Anadolu Bölgesi’nde, Konya İli’ne bağlı bir ilçe olan Emirgazi; doğusunda Niğde ili, güneyinde Ereğli İlçesi, batısında Karapınar İlçesi ve kuzeyinde Aksaray İli ile çevrilidir. İlçe toprakları bazı bölümleri engebeli olmasına rağmen genellikle ovalık ve bozkır görünümündedir. İlçenin güneyindeki Karacadağ’da ormanlık alanlar bulunmaktadır. İlçe i
çerisinde akarsu veya gölet gibi su kaynakları bulunmamaktadır. İl merkezine 140 km. uzaklıktaki ilçe, deniz seviyesinden 962 m. yüksekliktedir. Yüzölçümü 829 km², toplam nüfusu ise 10500’dir. İlçede karasal iklim hüküm sürmekte olup, kışlar soğuk ve sert, yazlar da sıcak ve kuraktır. Emirgazi ilçesi İç Anadolu’nun en az yağış alan bölgesidir. İlçenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. İlçede belli başlı akarsu olmadığından kuru tarım yapılmaktadır. Hayvancılıkta ise sığır, koyun ve keçi yetiştirilmektedir. Kolak Kabartmaları Çomakhacı Köyü, Gölören ve Elmayokuşu mesirelik alanları. Tüm bu tarihi mekanların dışında doğa ile iç içe tracking parkurları bulunmaktadır. Güneysınır Güneysınır, Konya ilinin bir ilçesidir. Konya'ya 75 km uzaklıkta, Konya-Karaman D715 karayolunun 11 km batısında yer alan ilçe merkezini oluşturan iki yerleşim yeri, Osmanlı döneminde Karasınır ve Elmasun olarak bilinen köyler idi. Her iki köyle ilgili kayıtlara, 1531 tarihli Muhasebe Defteri'nde ve 1584 tarihli tahrir defterlerinde rastlanmaktadır. Ayrıca Elmasun, 19. yüzyılda Batılı coğrafyacılar tarafından hazırlanan çeşitli haritalarda, örneğin Tallis tarafından yayınlanan 1851 tarihli "Asia Minor" haritasında gösterilmektedir. Her iki köy cumhuriyet döneminde önce Bozkır ilçesine bağlı iken, 1955 yılında Çumra ilçesine bağlanmıştır. 9 Mayıs 1990 tarihinde ise Güneybağ ve Karasınır kasabaları ile Emirhan köyünün birleşmesiyle "Güneysınır" adını alarak ilçe statüsüne kavuşmuştur. İlçe, idare binalarının Karasınır ve Güneybağ mahallelerinin arasındaki alana taşınmasıyla bugünkü görünümüne kavuşmuştur. Halk arasında "Gavur Hüyüğü" ve "Güdelesin" diye bilinen hüyükten ve civardaki bazı köylerden, eski çağlara ait topraktan yapılmış çanak, çömlek, tuğla ile madenî eşya kalıntılarının ortaya çıkmış olması; ilçede yerleşik hayatın çok eski zamanlarda başlamış olduğuna işaret etmektedir. Bilge Umar'ın "Türkiye'deki Tarihsel Adlar" kitabında Elmasun adının etimolojisi Hititlerden önce Orta Anadolu'ya hakim olan Luwi diline dayandırılmaktadır. İlçenin adı, Güneybağ'daki "Güney" ile Karasınır'daki "sınır" kelimelerinin birleştirilmesiyle türetilmiştir. 1990'da ilçenin kuruluşu sırasında, Güneybağ'daki "bağ" ile Karasınır'daki "Kara" kelimelerinin birleştirilmesi sonucunda ilçenin adının Karabağ olması önerildiyse de, aynı adı taşıyan bir kasabanın Cihanbeyli ilçesinde bulunması nedeniyle Güneysınır tercih edilmiştir. Hadim Hadim, Konya ilinin 31 ilçesinden birisi. Konya'nın güneyinde yer alan ilçe, güneyde Taşkent, kuzeyde Bozkır ilçeleriyle doğuda Karaman ve batıda Antalya ile çevrilidir. 37° K, 33° D koordinatlarında yer alan ilçe, Orta Toroslar'da bir vadi üzerine konumlanmıştır. Konya il merkezine 128 kilometre uzaklıkta bulunan ilçe, Akdeniz Bölgesi'nde yer almakta olup Akdeniz'e kuş uçuşu 70 kilometredir. Hadim coğrafi olarak Akdeniz Bölgesi'nde yer almasına rağmen Akdeniz ikliminin karakteristik özelliklerini tam olarak göstermez. Bu bakımdan Karasal iklim ve Akdeniz iklimi arasında geçiş özelliği göstermektedir. İlçe Karasal iklimin hakim olduğu yörelere oranla daha fazla yağış almaktadır. Ayrıca en yağışlı mevsim kış, en kurak mevsim yazdır. İlçe'nin önemli şahsiyetlerinden olan Hadimi için her yılın 4-12 Eylül tarihleri arasındaki hafta Hadimi Hazretleri'ni Anma Haftası olarak belirlenmiştir. İlçede Hadimi adına inşa edilmiş bir de türbe bulunmaktadır. Özellikle yaz aylarında yoğun bir şekilde olmak üzere, yılın her zamanı birçok ziyaretçi türbeye uğramaktadır. Aladağ bölgesinde olup tamamen doğal bir oluşumdur. Alüvyon üzerine traverten çökelmesi ve daha sonra alttaki alüvyonun eriyerek bir köprü şeklini alması ve Göksu kollarından gelen suyun bu köprünün altından akması sonucu bu adı almaktadır. Başka kaynaktan çıkan su köprünün çıkış noktasında belli bir yükseklikten aşağı düşerek görülmeye değer bir şelale oluşturmakta ve bu noktada dere yatağından gelen su ile birleşmektedir. Halkapınar Halkapınar, Konya ilinin bir ilçesidir. MÖ 3000 ile MÖ 2000 yılları arasında Anadolu’da kurulan şehir devletlerinden birisi de Ön Hititler tarafından kurulan ve merkezi İlçenin 4 km. güneyindeki Aydınkent (İvriz) mahallesinde bulunan Tuvana Krallığı (Tyana Herekleia) şehir devleti olup, bu devlet merkezi Aydınkent (İvriz) olmak üzere MÖ 1200 ile MÖ 742 yılları arasında hüküm sürmüştür. Bu krallıktan günümüze hâlen Aydınkent mahallesinde bulunan Kral Warpalavas'a ait İvriz Kaya Kabartması kalmıştır. Tuvana Krallığının yıkılmasından sonra Asurluların egemenliğine geçen Halkapınar pek çok savaşa sahne olmuştur. MÖ 64 yılında bütün Anadolu ile birlikte Romalıların eline geçmis olan Halkapınar, 395 yılında Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasıyla Doğu Roma Bizans İmparatorluğunun sınırları içerisinde kalmıştır. Arapların Doğu Roma Imparatoru Heraklius'u yenilgiye ugrattıkları Yermük Savaşından sonra Adana ve Tarsus'tan Toroslar'a kadar ilerleyen Araplar, Bizans akınlarına mukabil Iç Anadolu'ya yapılan akınlar sırasında Bizans'a; Halkapınar'ın bir kısmı ile Ereğli'nin gelirini Beytülmal'a gönderilmesini kabul ettirmiştir. Abbasi Devletinin zayıflamasıyla tekrar tamamen Bizans hakimiyetine geçen Halkapınar civarındaki kaleleri Bizanslılar'ın bir üs olarak kullanmışlardır. Halkapınar, Malazgirt savaşından 6 yıl sonra (1077) Kutalmışoğlu Süleyman Şah zamanında Anadolu Selçuklularının eline geçmiştir. 1276 yılında Karamanoğlu Mehmet Beyin Konya'yi almasıyla Karaman Beyliğinin egemenliğine geçen Halkapınar, 1398 yılında Ereğli ile birlikte Osmanlılarin egemenliğine geçmiştir. Daha sonra tekrar Karaman Beyliğinin ve Memlüklülerin idaresinde kalan Halkapınar, 1468 yılında Fatih Sultan Mehmet'in Konya'yı almasıyla tamamen Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içerisinde kalmıştır. Osmanlı İmparatorluğu zamanında bölge askersiz bir saha haline getirilerek, İstanbul'da oturan Darüsseade Ağası tarafından idare edilmiştir. Kurtuluş Savaşından sonra Halkapınar; Konya İli, Ereğli İlçesine bağlı bir nahiye olarak, 1954 yılında kurulan belediye teşkilati ile de bir kasaba olarak örgütlenmiştir. İlçenin Zanapa olan eski ismi 1962 yılında değiştirilerek, bugünkü Halkapınar adını almıştır. Bölgedeki tarım alanlarının verimli bir kısmı 1985 yılında işletmeye açılan İvriz Barajı baraj alanında kalmıştır. Bu da halkın bir kısmının Mersin ve Ereğli başta olmak üzere büyük şehirlere göçmesine neden olmuştur. Bir yerleşim yeri olarak Ilçe Türkler tarafından fetih olunmadan önce şimdiki Karayusuflu ve Büyükdoğan köyleri arasındaki Bizanslıların kurduğu Anari şehrinde bulunmaktaydı. O dönemde şehrin yerleşim ve yönetim merkezi Anari şehridir. Anari Kralının çok sevdiği, güzel kızı ölünce adına bugünkü İlçemizde Zengi adında bir mabet inşa ettirilir. Halk ayin günlerinde Zengi mabedinde bulunurlarmis. Zengi sözü zaman zaman degişime uğrayarak Zanapa'ya dönüşmüştür. Bölge sık sık istila ve isgallere uğradığından zamanın Zengi mabedi yıkılmış, tekrar yapılmış, daha sonra tekrar yıkılmıştır. Yapılan araştırmalarda bütün bunları ispatlayan bronz bir para bulunmuştur. Paranın bir yüzünde kız resmi, diğer yüzünde ise Zengi ibaresi vardır. Zanapa adı 1962 yılından sonra Halkapınar olarak değiştirilmiştir. Halkapınar 1992'de İlçe konumuna gelmiştir... Halkapınar, İç Anadolu'nun güney dogusunda, Konya ilinin de en doğu ucunda, il'e en uzak İlçelerden biri durumundadır. İlçe orta Toroslar'ın kuzey eteklerinde kurulmuş olup, sınırları içerisinde İvriz Çayı ve Delimahmutlu Deresi geçmektedir. Her iki çay 1985 yılında işletmeye açılan İvriz barajına dökülmektedir. İlçenin rakımı 1100 m civarındadır. Delimahmutlu Çayı kenarında ya da yakınında 12 köy kuruludur. İvriz çayının çıktığı yerde de Aydinkent (İvriz) mahallesi kuruludur. İlçe; 37,1 ile 37,6 kuzey enlemi ve 34 ile 34,5 doğu boylamı arasında, yüzölçümü 362 km²'dir. Kuzeyinde Ereğli ilçesi, doğusunda Ulukışla ilçesi, güneyinde İçel ili, batısında ise Ayrancı ile yine Ereğli ilçesi yer almaktadır. İlçenin güneyinde bulunup, Toros Dağlarının bir parçası olan Bolkar Dağları ile kuzeyindeki Bolkar Dağlarının bir uzantısı olan Güney Dağı arasında bulunan Halkapınar, doğusunda Aydos sırtında bulunan Saybaşı adındaki yüksek bir noktada birleşir. Bu üçgenin içerisindeki vadi içerisinden geçen Delimahmutlu Deresi ilçenin ve 10 mahallesinin sulama suyunu karşılar. Yaz aylarında çogunlukla kurak ve sıcak, kış aylarında ise soğuk geçen iklimi İç Anadolu'nun tipik karasal iklimi ile Akdeniz iklimi arasında bir geçit iklimi şeklinde belirir. Yaz aylarında ortalama hava sıcaklığı +25 °C ilâ +30 °C, kış aylarında ise -5 ilâ +5 °C arasında değişmektedir. İlçenin yağışı, geçit iklimine paralel olarak kış aylarından başlayarak ilkbaharda toplanır. Yağış, kış aylarında kar, diğer aylarda genellikle yağmur şeklindedir. Zaman zaman bahar aylarında görülen dolu yağışı meyve ve sebzeler için oldukça önemli zarara neden olmaktadır. Ayrıca, yaz aylarında Akdeniz üzerinden gelen yağmur yüklü bulutlar ilçede özellikle dik yamaçlarda kurulu köylerde sel afetine neden olabilmektedir. İlçede kışın kuru ve soğuk poyraz, baharda ise ılık ve nemli olan rüzgarlar eser. İlçe karayolu ile 17 km mesafedeki Ereğli ilçesine bağlıdır. Diğer şehirlerle karayolu ulaşımı bu hat üzerinden gerçekleştirilmektedir. Deniz ve Hava yolları yoktur. İlçeye bağlı 3 km mesafedeki Yayıklı mahallesi ile 6 km mesafedeki Karayusuflu ve bu güzergah üzerinde bulunan Büyükdoğan mahallesinin yolları asfalttır. Diğer 12 mahallenin yolları stabilizedir. Ulaşımı bulunmayan köy yoktur. Kışın buzlu ve aşırı karlı havalarda Yassıkaya, Delimahmutlu, Osmanköseli, Kayasaray ve kısmen Eskihisar köylerinin yolları kapanmaktadır. İlçe ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. Önemli tarım alanlarının verimli bir kısmı 1985 yılında işletmeye açılan İvriz Barajı baraj alanında kalmıştır. Bu da halkın bir kısmının Mersin ve Ereğli başta olmak üzere büyük şehirlere göçmesine neden olmuştur. İlçede herhangi bir sanayi tesisi yoktur. Köy Hizmetleri, Karayolları v
e Ereğli Şeker Fabrikası ihtiyaçları olan taş, çakıl, mucur ve kireçi ilçede bulunan taşocağından sağlamaktadır. İlçe halkı geçimini tarım (meyvecilik, sebzecilik) ve hayvancılıkla sağladığından vakitlerinin büyük bir kısmı çalışmakla geçer. Tarım alanlarının parsel büyüklüğü ve topoğrafik yapısı makineli ziraat yapmaya elverişli olmadığından yoğun emek ve çaba sarf etmek gerekmektedir. Mevcut Delimahmutlu ve İvriz Çayları etrafında eskiden beri bahçecilik yapılmaktadır. Sulu tarım, genellikle Dereyüzü diye bilinen doğusu, kuzeyi ve güneyi dağlarla çevrili vadi içerisinde Delimahmutlu çayı ile bu çayı besleyen yan su kolları etrafında yapılmaktadır. Yöre halkımızın %95'i geçimini tarım ve hayvancılıktan sağlamaktadır. Meyve yetiştiriciliğinde üzüm, elma, armut, kiraz, vişne, ceviz, erik, kayısı ve şeftali (Kara dut, mor dut, ahu dudu, muşmula, beş bıyık, alıç) sebze olarak da kuru ve taze fasulye, domates, patates, soğan ve havuç üretilmektedir. Kayasaray ve Eskihisar Köylerinde müstakil kapama kiraz bahçelerinde son turfanda kiraz yetiştirilmektedir. Ürünler çevre il ve ilçe pazarlarında satışa arz edilmektedir. İlçe merkezine İl Özel İdare Müdürlüğünce yaptırılmakta olan 2000 tonluk soğuk hava deposu 2003 yılında kiraya verilmiş ve faaliyete geçmiştir. Sulama imkânı olmayan 40.000 Da alanda buğday, arpa, çavdar ve nohut üretimi yapılmaktadır. Kuru tarım yapılan Halkapınar çiftliği ve civarındaki verimli arazilerde sulama imkânı olursa verimin 3-4 kat artması mümkündür. Çiftçilerde; alet, makine, traktör, ilaç, gübre ve temiz tohumluk kullanımı yaygındır. Bölgenin arazi yapısı küçükbaş mera hayvancılığına uygun olmasına rağmen hayvan mevcudunda sürekli düşme olmuştur. Büyükbaş kültür ırkı süt sığırcılığı gelişerek limite ulaşmıştır. 3.790 baş olan büyükbaş hayvanın 2.115 civarındaki sağmal Holştein ırkıdır. İlçemizde üreticilerin ürettikleri sütleri Ereğli’de bulunan süt işleme tesislerine vererek değerlendirmektedir. 2006 yılında üreticiler tarafından yaklaşık 4.000 ton süt Ereğli’de bulunan işletmelere işlenmek üzere verilmiştir. Ayrıca 6.700 civarında Akkaraman koyun, 2.100 civarında kıl keçisi mevcuttur. İlçenin geniş mera ve yaylaları 70.000 civarında küçükbaş hayvanı besleyecek kapasitededir. 2006 yılında Osmanköseli, Delimahmutlu, Dedeli ve Yassıkaya köyleri faaliyet alanı içerisinde bulunan Osmanköseli Tarımsal Kalkınma Kooparatifi üyelerinden 100 çiftçiye 2 baş damızlık düve dağıtılmıştır. İlçeye bağlı Seydifakılı, Delimahmutlu, Osmanköseli ve Kayasaray köyleri ORKÖY kapsamında olup, 2003 yılında Delimahmutlu ve Kayasaray köylerinde 12 çiftçiye 24 süt sığırı verilmiştir. İlçenin Eskihisar, Kayasaray ve Delimahmutlu köylerinde arıcılık günden güne gelişmektedir. 550 civarında fenni kovan mevcuttur. Yaz sezonunda ilçe genelinde kovan mevcudu 2.000 sayısına ulaşmakkatır. Aydınkent (İvriz) Köyümüzün tarihi ve turistik özelliği dolayısıyla, gelen turistler için havuzlarda balık yetiştirilmektedir. Yetiştirilen 25.000 kg balık ilçenin ve Ereğli ilçesinin canlı balık ihtiyacını karşılamaktadır. İç Anadolu'da gezilip görülebilecek birkaç yerden biri de Halkapınar'dır. Hitit Uygarlığına ait (M.Ö. 1100-700) Tarihi Kaya anıtı ve yerleşim alanları, dereleri, barajları, yemyeşil bitki örtüsü, dağları ile her türlü kesime hitap ediyor Halkapınar. Aydınkent (İvriz) mahallesi, 1. ve 2. derece doğal sit alanı içinde kalan bölgenin her tarafı tarih ve doğa kokuyor, ivriz su kaynağının ve çamların uğultusu turistleri buraya çekmeye yetiyor. Ayrıca İlçede her yıl üzüm festiveli sıla şenliği düzenlenmektedir. Aydınkent (İvriz) Köyü, İvriz Kaya Kabartması ve mesirelik alanları. Tüm bu tarihi mekanların dışında doğa ile iç içe tracking parkurları bulunmaktadır. Hüyük Hüyük, Konya ilinin bir ilçesidir. Hüyük İlçesi 1210 yıllarında Horasandan Konya'ya göç eden Şeyh İdris ve kardeşi Şeyh Bahri tarafından kurulmuştur. Bu isimleri geçen zatlara ait türbeler halen İlçe merkezinde bulunmaktadır. Ayrıca bölgenin yontma taş devrinden beri iskana tabi tutulduğu, muhtelif yerlerde bulunan çeşitli tarihi eşyalardan anlaşılmıştır. Dokuz köyü ve on beldesi bulunmaktadır. Belediyeler: Burunsuz, Çamlıca, Çavuş, Göçeri, İlmen, İmrenler, Köşk, Kıreli, Mutlu, Selki. Hüyük ; 1943 yılında bucak, 1955 yılında belediye, 04.07.1987 tarih ve 3392 Sayılı Kanunla ilçe olmuştur. Konya il merkezine uzaklığı 90 km'dir. Kuzeyinde Doğanhisar 30 km, güneyinde Beyşehir 35 km, batısında Beyşehir Gölü ve doğusunda Şarkikaraağaç 38 km'dir. İlçenin kuzey ve doğusu dağlar ile çevrilidir. Batısında Beyşehir Gölü ve güneyi engebeli ve yayvan sırtlarla çevrilidir. Köyleri:Tolca, Budak, Kıreli, Göçeri, İlmen, Yenice, Çukurkent, Çavuş, Değirmenaltı, Görünmez, Pınarbaşı, Köşk, Suludere, Mutlu, Burunsuz, Başlamış, Selki, İmrenler, Çamlıca. En kuzeydeki köy İlmen, en batıdaki köy Tolca, En doğudaki köy Çamlıca, en güneydeki köy Yenice ve Köşk'tür. Konumu itibarı ile Akdeniz Bölgesinin kuzeyinde ve Göller Bölgesinde yer aldığından iklim olarak Akdeniz ile İç Anadolu iklimi arasında bir özellik göstermektedir. Göller Bölgesinin tipik özelliği olarak yazlar sıcak kışlar soğuk ve yağışlı geçer. Akarsu olarak kuzey ve doğudaki yağmur sularını Beyşehir gölüne ulaştıran küçük dereler vardır. Başlıca Dağları; Kafa Dağı (2113 m) Akdağ (1430 m) Yıldız Dağları (1583 m) ve Oluk Dağı (1828 m)' dir. Akarsu açısından oldukça zengin olan Hüyük'te, Yenice, Eflatun Pınarı, Ozan, Pınarbaşı ve İlmen dereleri sularını Beyşehir'e boşaltmakta ve yaz aylarında tamamen kurumaktadır. İlçede üzüm yetiştiriciliği yapılır ve üzüm pekmezi meşhurdur. Ayrıca turşusu ve çileği ile meşhur olup, her yıl turşu ve çilek festivali düzenlenmektedir İlçenin gelir kaynaklarından en büyük payı tarım almaktadır. Sırası ile ticaret, el sanatları, madencilik ve balıkçılık diğer gelir kaynaklarındandır. Beyşehir gölünden avlanan ve dışarıdan getirtilen deniz balıkları iki adet balık işleme fabrikasında değerlendirilmektedir. Madencilik sahasında kısmen yer üstünde ve yer altında yapılmakta olan özel sektöre ait iki adet Barit (Baryum Sülfat) maden işletmesi mevcuttur. İki adet taşıyıcılar kooperatifi, iki adet un fabrikası mevcuttur. Tuğla, kremit gibi yapı malzemelerinin oluşturulmasında kullanılan iki adet tuğla fabrikası faaliyet göstermektedir. İlçede küçük sanayi sitesi bulunmaktadır. Hayvancılık teşvik edilmekte olup, toplanan sütler toplama merkezlerinde depolanıp işlenmesi için fabrikalara gönderilmektedir. İlçede profesyonel ve amatör anlamda bir spor kulübü bulunmamaktadır. Ilgın, Konya Ilgın, Konya ilinin bir ilçesidir. Ilgın ilçesi Konya'ya 86 km mesafede bir ilçedir. İlçede şeker fabrikası ve kaplıcalar bulunmaktadır. Ayrıca ilçede Selçuk Üniversitesi Ilgın Meslek Yüksek Okulu eğitim öğretim sürdürmektedir. Ilgın, Çavuşçugöl kenarında, Hamam Dağı olarak adlandırılan alanda ve Ilgın'ın güneyinde yer alan ormanlık mahallerde piknik yapma, avcılıkla meşgul olma, yürüyüş turlarına çıkma imkânı vardır. Ve nembenanam sözü de ünlüdür 1. "ılgın" ismini kışın karda sadece bir gün boyunca açan bir çiçek'ten almıştır. 2. İlçedeki kaplıcanın varlığından hareketle “Allah’ın, Tanrı’nın ve Yaratıcı’nın Hamamı” anlamına Hüdâî Hamamı ismiyle de anılmıştır. 3. “Kaplıca” anlamındaki Germ kelimesi, tek başına Ilgın’ın adı olarak kullanıldığı gibi çoğunlukla Ab-ı Germ (Ilık Su, Kaplıca) terkibiyle de kullanılmıştır. 4. Yine kaplıcanın varlığı sebebiyle "Ilık su, ılığın" anlamında Ilgın ve Ilgun isimleri de tarihi kaynaklarda ilçeyi tanımlamak üzere kullanılmaktadır. NOT: Şehrin adının değişmesinde, Ilgın yöresinde aynı adla anılan ağaçların etkili olup olmadığı ayrıca araştırılmalıdır. Osmanlı döneminde Fatih Sultan Mehmed'in yöreyi fethinden sonra hem el yazması eserlerde ve kitâbelerde "Ilgın" isminin kullanımı yaygınlaşmıştır. Nitekim bugün de ilçe hâlâ aynı adla anılmaktadır. Konya’dan batıya açılan yol güzergâhındaki Ilgın, tarihin her devrinde önemli bir yerleşim yeri olmuştur. Ilgın ve çevresinde yapılan yüzey araştırmaları sonucunda Argıthanı, Eldeş Höyük, ve Başhöyük’te Kalkolitik (M.Ö. 5500-3000) döneme ait seramikler bulunmuştur. Yine Mahmuthisarı Höyük, Karaköy Höyük ve Navruşuk Höyük’e Erken Tunç Çağı (M.Ö. 3000-2500) seramikleri ile Ilgın Höyük, Şarampol Tepe (Çavuşçugöl), Eldeş Höyük’teki keramiklerde MÖ 2000’lere tarihlenmektedir. Bölge, Hitit İmparatorluğu’nun egemenliğine girmiş (M.Ö. 1660-1190) ve bu dönemde Ilgın önemli bir yol güzergâhı konumunu korumuştur. IV. Tuthalia’nın Arzava Seferi (M.Ö. 1250-1220) sırasında Yalburt’ta bir su anıtı inşâ edilmiştir. Hititler’in yıkılmasının ardından Fryeyler (M.Ö. 750-680) ve Lykialılar (M.Ö. 680-546) hâkimiyetine girmiştir. bir süre Pers (M.Ö. 700-546) egemenliğinde kalan Ilgın, Büyük İskender’in Persler’i yenmesinin ardından Makedonya idaresi altına girmiştir. MÖ 138’de Roma İmparatorluğu ve Bizans Devleti toprakları olmuştur. 10. yüzyılda bölgeye Müslüman Araplar’ın fetih hareketleri başlamıştır. Büyük Selçuklular, Ilgın’ı 1077’de fethetmişlerdir. Anadolu Selçuklu döneminde Akşehir’in vilâyet olduğu, Ilgın’ın da Honaz vilâyetine bağlandığı; Haçlı Seferleri sırasında da Ilgın’ın müteaddid defalar yağmalandığı anlaşılmaktadır. Ilgın 1220 yılında Alâeddin Keykûbad tarafından kayınbabası Kir Farid’e verildiği, 1227 yılında Mengücek oğulları tarafından Erzincan’ın alınmasıyla, bölgenin Erzincan ve Erzurum beylerinden Davut Şah’a verildiği görülmektedir. Anadolu Selçukluları’nın son zamanlarında birkaç vilâyetle birlikte Ilgın’ın gelirleri, Afyon’daki Sahip Ata Oğulları’ndan Taceddin Hüseyin ve Nasrudddin Hasan’a verilmiştir. Ancak Sahip Ata Oğulları, Karamanoğlu Mehmed Bey’den Konya’yı kurtarmak için yola çıkmıştır. İki ordu Akşehir ovasındaki Kozağaç köyü civarında karşılaşmış, Değirmen çayı ya da Adayan çayı olarak adlandırılan savaşın (1275) sonucunda Cimri (Siyavuş) ve Karamanoğlu Mehmed Bey komutasındaki ordu, Sahip Ata Oğulları’nı yenmiş ve bu bölge Çaylak adında bir beye verilmiştir. Bölge, Selçuklular’dan so
nra kısa bir süre Karamanoğulları yönetimine kalmıştır. Selçuklular Dönemi'nde Konya civarındaki dört pazardan biri Ilgın’da kurulmaktadır. Pazar münasebetiyle ilçeye gelen halk alış verişin yanı sıra kaplıcada da banyo yapmaktadır. Yine bu dönemde Mevlânâ’nın da şifâ bulmak amacıyla her yaz Ilgın kaplıcalarına geldiği bilinmektedir. Ünlü eseri Mesnevi ve diğer kitaplarının bazı bölümlerini Ilgın kaplıcalarında yazdığı bilinmektedir. Fâtih Sultan Mehmed'in Karaman Seferi'ne memur ettiği Osmanlı Ordusu Karamanoğlu Pir Ahmed Bey’in ordusuyla Çiğil’de savaşmış, bunun sonucunda da Akşehir ve Ilgın bölgesi Osmanlı hâkimiyetine alınmıştır(1466). Fâtih Sultan Mehmed, Gedik Ahmed Paşa’ya bölgenin genel bir evkâf ve emlâk tahririni yaptırmıştır. Tahrîri büyük Türk âlimleri Muslihuddin ve Kâsım Efendiler yapmışlardır. Defterde Karaman ili eyâlet olarak ifade edildikten sonra ayrıca sancaklara ve iki nâhiyeye ayrıldığı belirtilmektedir. Ilgın da içinde yer aldığı bu vilâyetler şunlardır: Nâhiyeler ise: Fâtih’ten sonra (1493) II. Bâyezîd zamanında Karaman ilinin Hatiboğlu şöhretiyle tanınan Nasuhzâde Haydar tarafından ikinci bir tahrîri yapılmış, defteri de Hattat Ali yazmıştır. Karaman ili, o zamanlar Karaman eyâleti olarak adlandırılıp 15 kazâya ayrılmıştır: 8 Mayıs 1637’de Bağdat seferine çıkan IV. Murad, Akşehir yoluyla Ilgın’a gelip kaplıcanın karşısındaki Koca çayırda otağını kurarak burada bir saray yaptırmıştır. Bu sarayın ne zaman, nasıl ve ne sebeple yıkılıp yok olduğu ise bilinmemektedir. Osmanlıların Ilgın'daki hatıraları sadece bugün kalıntıları bile bulunamayan bu saraydan ibaret değildir. Osmanlı Devleti zamanında tüccarların, hacıların, seyyahların ve askerlerin hem güven içinde olmaları ve hem de rahat etmeleri için belirli hizmetlerin sunulduğu menzil külliyeleri yapılmıştır. Bu çerçevede Vezir Lala Mustafa Paşa tarafından yaptırılan Ilgın’daki menzil külliyesi, Ilgın’ın mâmur hâle gelmesinde büyük bir öneme sahiptir. 1887 Konya Vilâyeti Salnâmesi’ne göre, Ilgın’da 28 Sıbyan mektebi; 1894 Konya Vilâyeti Salnâmesi’ne göre ise 35 mescid, 50 câmi, 49 değirmen, 4 hamam, 4 fırın, 4 kahvehâne ve 117 dükkân bulunmaktadır. Kurtuluş Savaşı’nda cephe gerisinde olan Ilgın, o yıllarda büyük çapta askerî birliklerin karargâh merkezi olması dolayısıyla, önemli tarihî olaylara sahne olmuştur. 1922 yılının 1 Mart - 21 Ağustos tarihleri arasında Fahrettin Altay Paşa komutasındaki 15.000 kişilik 5. Süvari Kolordusu, Ilgın ilçesinde altı aya yakın bir zaman kalmış ve Ilgın halkı bu zaman içinde Kolordu’ya elinden gelen her türlü yardımı yapmıştır. Atatürk, 1 Nisan 1922 günü, yanında Cephe Komutanı İsmet İnönü, diğer bazı komutanlar, askerî ve siyâsî konuklarıyla birlikte Ilgın ovasında ikmal ve eğitim işleriyle Büyük Taaruz’a hızla hazırlanmakta olan Süvari Kolordusu’nu teftişe gelmiştir. Birinci, ikinci ve dördüncü süvari tümenlerinden kurulu Süvari Kolordumuz, kaplıca yakınında bulunan Koca Çayır’da toplanır. Başkomutan Atatürk’ün emriyle geçit resmine başlanır. 7-8 bin süvarinin bir kısmının mızraklı, bir kısmının yalın kılıç ve “Allah, Allah” nidâlarıyla savaş nizamında dört nala geçişleri, Ilgın ovasını bir anda âdetâ bir savaş alanına ve mahşer yerine çevirmiştir. En başta Fahrettin Altay Paşa, arkasından generalleri ve kurmayları geçerler. 3 tümen süvari askerinin Koca Çayır’da tozu dumana katarak uzunca süren, muntazam ve hırslı geçişi, Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ü ve diğer komutanlarımızı ne kadar heyecanlandırmış ve sevindirmiş ise, böyle bir tatbikatı ilk kez seyreden Sovyet ve Azerbaycan diplomatları ile askerî ateşeleri üzerinde de o derece müthiş bir etki yapmıştır. Ilgında kuvai milliye teşkilatı eşraftan Ali İspir ve Müsdebit hoca lakaplı Mustafa Üçekiz tarafından kurulmuştur. Harekâtı inceleyen konuk Rus elçisi, kahraman askerlerimizin temsîlî düşman birliklerine karşı yapmış oldukları hücumlardaki çeviklik ve cengâverliğine hayran kalmış, Atatürk’e yakla-şarak kulağına: “Anladım Ekselans!.. Bu kahraman ordu karşısında hiçbir kuvvet ayakta duramaz” demiştir. 21 Ağustos 1922 gecesinde ilçeden Afyon cephesine doğru harekete geçen 5. Süvari Kolordusu, Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’nın Akşehir’de verdiği tarihî Büyük Taarruz emrinden sonra şanlı ordumuzun saflarına katılarak düşman cephenin yarılmasında büyük rol oynamış, 9 Eylül 1922’de diğer birliklerle İzmir’e girerek düşmanı denize dökmüştür. Böylece Büyük Taarruz’un kazanılmasında Ilgın, çok önemli bir görevi yerine getirmiştir. Ilgın, İç Anadolu bölgesinin güney batısında yer alan Konya iline bağlı şirin bir ilçedir. İlçe merkezi Konya’dan 87 km. kuzey batıda geniş bir ova üzerine kurulmuştur. İlçe sınırları 37 derece 17 dakika enlem (kuzey paralelleri) 31 derece 55 dakika boylam (meridyenleri) arasında yer alır. İlçe merkezi 1039 rakımlıdır. Doğusunda Kadınhanı, batısında Akşehir, Doğanhisar, Tuzlukçu, kuzeyinde Yunak, güneyinde Derbent, Beyşehir ve Hüyük ilçeleri bulunur. Ilgın'ın jeolojik yapısını kalker tabakalar ile dağlık bölgelerde linyit damarları oluşturmaktadır. Ayrıca ilçede bulunan sıcak su kaynağı da jeolojik açıdan ayrı bir önem taşımaktadır. Ilgından çıkan kömür dünya çapında ünlüdür. Arazi 1. bölge deprem kuşağı üzerinde oturmakta olup, iki fay hattı mevcuttur. Birinci fay hattı Çiğil bölgesinden gelip Kaplıca dağı eteklerinden güneydeki Çavuşcugöl kasabasına doğru uzanmaktadır. İkinci fay hattının Sivri ve Tekne dağlarının eteklerini takip ederek yine Çavuşcugöl kasabası ve Haremi linyit işletmelerine uzanmaktadır. Ilgın'ın kuzeybatısından güneydoğusuna doğru Sultan dağları uzanır. Ilgın ovası, 5214 hektarlık tarım alanı ile ilçenin en büyük tahıl ambarıdır. Bu alanda %70 hububat, %20 pancar ve %10 sebze ve meyve yetiştiriciliği yapılmaktadır. Büyüklü küçüklü dere, çay, göl ve gölet bulunan bölgede, kışın ve ilkbaharda kar ve yağmur suları ile beslenen dereler bol su taşımalarına rağmen yaz aylarında suları çekilmektedir. 27 km² alana sahip, etrafı sazlık ve bataklıklarla kaplı tektonik bir tatlı su gölüdür. Doğanhisar çayı, Çiğil deresi ve Bulcuk çayı ile beslenir. Deniz seviyesinden yüksekliği 1019 m, derinliği ise 2–10 m'dir. Batısında Açık Ilıca adı verilen sıcak su kaynağı vardır. Doğusunda kalan Yorazlar çeşmesi, halk tarafından şifâlı su olarak bilinir. Kışın kar ve yağmur suları ile dolan göl alanı, yaz mevsiminde Atlantı ve Ilgın ovalarını suladığından çekilir. Göl sularının çekildiği arazi, vatandaşlarca ekilir. Gölün güneyindeki Şarampol tepe, göl seviyesinden 25 m yüksekliktedir. 1960 ve 1977 yıllarında kısmen ağaçlandırılmış ise de 2001 yılında ağaçlandırma çalışmaları ciddî bir biçimde ele alınmıştır. Şarampol tepe, ileride güzel bir piknik alanı olmaya adaydır. Ilgın’ın bitki örtüsü, İç Anadolu Bölgesi’nin tipik bozkır örtüsüdür. Bozkırlar genelde ilkbahar aylarında yeşerir, Haziran ayı sonlarında sararırlar. İlçenin güneyinde yer alan Beykonak, Kembos (Gökçeyurt), Bulcuk, Balkı, Çiğil, Dığrak, Gökbudak dağlarında ormanlık alanlara rastlamak mümkündür. Ilgın’ın denizden yüksekliği 1030 m'dir. İç Anadolu Bölgesi’nde bulunması itibarıyla karasal (step) iklim hüküm sürer. Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağışlı geçer. Ilgın, önemli kara ve demiryolları üzerine kurulmuş olup, konum itibarıyla tarihî ipek yolunun uzantısı niteliğindedir. 1896 yılında yapılan demiryolunun ilçenin gelişimine katkısı büyüktür. Ilgın merkezinden geçen Konya-İstanbul ve Konya-İzmir yolları da ilçe ulaşımını daha canlı kılmaktadır. Konya'ya 87 km uzaklıkta olan Ilgın’ın komşu ilçelere olan uzaklıkları da şöyledir: Akşehir 46 km, Beyşehir 88 km, Kadınhanı 30 km, Sarayönü 50 km, Doğanhisar 36 km, Tuzlukçu 35 km, Yunak 87 km'dir. Ilgın-Ankara arası ise 318 km'dir. Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde kaplıcasından dolayı Âb-ı Germ olarak isimlendirilen Ilgın kaplıcası, Roma ve Bizans döneminde de kullanılmış olmalıdır. Günümüzde mevcut olmayan 633 / 1235-36 tarihli kitâbeye göre, Alâeddin Keykûbad’ın emriyle Mimar Cemâleddin’e yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Deprem ve savaş gibi sebeplerle yıkılan hamam, 666/1267 yılında Sultan Gıyâseddin Keyhüsrev zamanında, Sahip Ata tarafından Mimar Kaluyan’a inşâ ettirilmiştir. Kadınlar bölümünün giriş kapısı üzerindeki dilimli iki kemer içindeki kitâbe, celî sülüs hatlı ve 666/1267 tarihlidir. Osmanlı döneminde Sultan Abdülmecid zamanında 1254/1838’de Hacı Nûman Efendi tarafından da tamir edilmiştir. Günümüze gelinceye kadar müteaddid defalar tâmirât görmüştür. Evliyâ Çelebi, nikris hastalığına tutulan Sultan Alâeddin Keykûbat’ın Ilgın kaplıcasında şifâ bulduğunu ve bu yapıyı yaptırdığını anlatmaktadır. Sultan Alâeddin Keykûbad zamanında soyunma ve sıcaklık kısımları bulunan yapının, daha sonra yıkılması sonucunda 1267 yılında Sahip Ata Fahreddin’in, han, zâviye ve kaplıcadan oluşan bir külliye yaptığı anlaşılmaktadır. Sahip Ata Fahrettin Ali, 666 / 1267 senesinde kaplıcayla birlikte hamamın yakınında Mimar Kâlûyânü’l-Konevî’ye yaptırtmıştır. 1934 yılında kalıntılarına rastlanmasına rağmen bu yapı ile ilgili hiçbir iz kalmamıştır. Kaplıca yanında, Sahip Ata Fahreddin tarafından 1267’de Kıdanî zâviyesi yaptırıldığı vakıf kayıtlarından anlaşılmaktadır. Bu zâviyeden günümüze hiçbir şey ulaşmamışsa da türbe hâlâ ayaktadır. Bugünkü şekli ile kare planlı, üzeri kubbe ile örtülü, baldeken tarzındaki türbe, 16.-17. yüzyıllardan kalmış olmalıdır. Şeyh Bedrettin mahallesinde bir evin bahçesindedir. Kapı üzerindeki kemer alınlığındaki dört satırlık celî sülüs kitâbeye göre, 685 / 1286-87 yılında Sâdeddin İsa tarafından yaptırılmıştır. Türbe, 1975 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce tamir ettirilmiştir. Çarşı içinde kendi ismiyle anılan mahalledeki câmi, zeminden 1,5 m. daha aşağıda kaldığından, halk tarafından Çukur Câmi adıyla anılmaktadır. Selçuklular döneminden bugüne kadar ayakta kalmıştır. Mahmuthisar köyünün 4 km kuzeyinde, Ilgın ovasına hâkim bir tepededir. Türbenin inşâ kitâbesi yoktur. İçindeki 742 / 1341 tarihli kitâbe ve türbe-nin formundan, Karamanoğulları döne
mine ait olduğu anlaşılmaktadır. Türbe bakımsız viran bir haldedir. Lala Mustafa Paşa tarafından yaptırılan menzil külliyesi, sağ kol güzergâhında İstanbul - Mekke hattında, Eskişehir-Konya arasındaki en önemli menzil durumundadır. Bu külliye, Osmanlı döneminde bölgenin ticarî merkezi olarak görülmüş ve külliyenin yapımında ticarî yapılar ön plana çıkarılmıştır. Câminin giriş kapısı üzerindeki üç satırlık celî sülüs hatlı kitâbeye göre, Sultan Selim oğlu Sultan Murad zamanında Kıbrıs Fâtihi Lala Mustafa Paşa tarafından 984 / 1576 yılında yaptırılmıştır. Birbirine bitişik iki büyük han, açık ve kapalı bölümlerinden oluşan arasta, merkezdeki câmi, tophâne, imâret, Sıbyan mektebi, hamam ve helâlardan oluşan külliye, Mimar Sinan tara-fından yapılmıştır. Günümüzde arasta ve câmi kullanılmakta, han bölümü yeni dönemde yapılan restorasyon çalışmaları sonrası kullanılır hale dönüştürülmüştür. Konağın 1310/1894 tarihinde yapıldığı, Konya salnâmesinde belirtilmektedir. Kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen planlı yapı, iki katlıdır. Kesme taş malzemeli konak, sofalı Türk evi planındadır. Kuzeydeki taş merdivenlerle girilen konak, 2011 yılında restore edildikten sonra müze ve bayramlarda kullanım için açılmaktadır Eylül 2016'da, FETÖ'ye yardım ve destek verdiği gerekçesiyle 1 Eylül'de tutuklanan belediye başkanı Halil İbrahim Oral'ın yerine 1 Eylül 2016 tarihinde yürürlüğe giren 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca kayyum olarak belediye meclisi üyesi Mehmet Karahan atandı. Karapınar Karapınar, Konya ilinin bir ilçesidir. Tarihte Ulukışla-Ereğli-Konya arasında önemli bir menzil (konaklama) merkezidir. Yavuz Sultan Selim zamanında buraya bir kervansaray yapılmasından sonra Sultaniye adını almıştır. 1934 yılından sonra adı Karapınar olmuştur. Karapınar, Türkiye'nin tek çöl toprağı sayılabilir. Meke Tuzlası bu ilçede yer almaktadır. Karapınar toprakları %60'lara varan oranda kireçli bir yapıya sahiptir. İlçede birçok obruk mevcuttur. Meke Tuzlası, Acıgöl, Meyil Gölü, Çıralı Gölü gibi gölleri meşhurdur. Ayrıca birçok yeraltı şehri de mevcuttur. En önemli özelliği ise yeryüzündeki en büyük rüzgâr erozyonunu önleme sahasının bu ilçede Karapınar kumullarına yönelik yapılmış olmasıdır .Proje 13.000 ha alanda, 1962 yılında Toprak Su Genel Müdürlüğünce başlamış, 1999 yılında tamamlanmıştır. Bu proje yeryüzünde uygulanan en başarılı 10 projeden birisi kabul edilmiştir. Konya'nın ilçelerinden biri olan Karapınar, il merkezinin 94 km doğusundadır. Batısında Konya, Karatay ve Çumra, güneydoğusunda Ereğli ve Adana, güneyinde Karaman, kuzeyinde Aksaray vardır. Ova üzerine kurulu olan ilçenin çok eski yerleşim yerlerinden biri olduğu bilinmektedir. Tarihi İpek Yolu üzerinde bulunması, ilginç jeolojik yapısı, suları farklı özellikler içeren ve dünyada bir benzeri daha bulunmayan krater gölleri ile Türkiye'nin de sayılı turizm alanlarından biri olarak tanınan Karapınar ayrıca erozyonun da önüne geçebilen nadir bölgelerden biridir. İlçenin merkez nüfusu 37.881 olup; bu sayı köyler ve beldelerle birlikte 60.000'e yaklaşmaktadır. 2670 km²'lik yüzölçümü ile Konya'nın büyük ilçelerinden biridir. Kendisine bağlı 4 beldesi, 15 köyü ve 25 mahallesi vardır. Doğusunda Ereğli, kuzeyinde Emirgazi ve batısında Çumra ve Karatay ilçeleri ile çevrili olan Karapınar, Konya-Adana yolu üzerindedir. Merkeze uzaklığı 87 km olan ilçenin en büyük geçim kaynağı çiftciliktir. 2014 yılıyla birlikte halkın geçim kaynaklarından koyunculuğun yerini büyük baş hayvancılık alıyor. Diğer bir geçim kaynağı olarak görülen çiftçilikte de buğday, arpanın yanına suyu çok seven mısır, pancar, ayçiçeği, patates ve yonca da katıldı. Karapınar'da gelişen çiftçilikle birlikte artan su ihtiyacını karşılamak için yapılan dalgıç su pompaları çiftçinin yardımına koşuyor. Ama Karapınar'da hâlâ bir tam teşkilatlı düzenli çiftçilik yok. Karapınar'da kotanın fazla olduğu pancar hâlâ Konya'ya veya bazı ilçelere karayoluyla gidiyor. En yakın zamanda Karapınar gibi bir pancar merkezine şeker fabrikası açılması gerekiyor. Karatay, Konya Karatay, Konya ilinin üç merkez ilçesinden birisidir. Karatay ilçesinin yüzölçümü 2780 km², denizden yüksekliği ise 1015 metredir. Karatay'da Mevlana müzesi bulunduğundan çok yoğun bir şekilde yerli ve yabancı turist Karatay'a gelmektedir. Kulu Kulu, Konya ilinin bir ilçesidir. Tarihi Cilali Taş Devri'ne dayanan, Kalkolitik, Eski Tunç, Hitit, Frig, Galat, Hellenistik, Roma ve Bizans dönemlerini yaşamış, İç Anadolu Bölgesi'nin ortasında Konya iline 150 km Ankara iline 100 km olan bir ilçedir.İlçe adını Kurucusu olan Kuluboğlu Mustafa Bey'den (Kulu Bey)alır. Kuluboğlu, Afyon-Karabağ dolaylarından gelen bir yörük beyidir. 1853-1856 Osmanlı-Rus Kırım Savaşı'ndan sonra Anadolu'ya göç eden Nogay Türklerinin büyük bir kısmı ilçeye ve çevresine yerleştirildiler. Kozmopolit bir yapıya sahiptir. İlçe halkı Yörükler, Kürtler, Nogaylar, Türkmenlerden oluşur. İlçeye bağlı Kozanlı ve Karacadağ kasabasında, Altılar ve Yaraşlı köylerinde tarihi mağaralar vardır. Ayrıca İlçenin 3 km doğusundaki Düden Gölü 183 çeşit kuşu barındıran bir doğa harikasıdır. Kozanlı yakınlarındaki Gökgöl de hem çok sayıdaki kuş türünün gözlenebildiği doğal bir güzellik, hem de her yıl yapılan şenlikleriyle halkın uğrak ve mesire yeri durumundadır. İsveç'te kalabalık bir Kululu toplumu yaşamaktadır. 1965 yılında İsveç’e giden ilk Kululu göçmen işçilerin ülkesine yerleşmesine izin veren ve 1986’da bir suikastta hayatını kaybeden İsveç Başbakanı Olof Palme'nin adı, Kululuların vefa duygusunun bir sembolü olarak eski Kulu belediye başkanı Mehmet Yıldız tarafından yaptırılan ilçenin tek “yeşil parkına” verilmiştir. Kulu, Ankara'ya 1 saat, il merkezine 1,5 saat uzaklıktadır. İlçenin yerli halkının büyük bir kısmı yörüktür. İlçeye daha sonraları Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu'nun muhtelif yerlerinden gelen Kürt aşiretler (Rişvan aşireti, Şeyhbizinli Aşireti vs.) yerleşmiştir. 1853-1856 Osmanlı-Rus Kırım savasından sonra Anadolu'ya göç eden Nogay Türklerinin büyük bir kısmı ilçeye ve çevresine yerleştirilmiştir. Be nedenlerle ilçe kozmopolit bir yapıya sahiptir. İlçe halkı Yörükler, Kürtler, Nogaylar, Türkmenlerden oluşmuştur. İlçeye bağlı Kozanlı ve Karacadağ kasabasında, Altılar ve Yaraşlı mahallesinde tarihi mağaralar bulunmaktadır. Ayrıca İlçenin 3 km. doğusundaki Düden Gölü 183 çeşit kuşu barındıran bir doğa harikasıdır. Kozanlı yakınlarındaki Gökgöl de hem çok sayıdaki kuş türünün gözlenebildiği doğal bir güzellik, hem de her yıl yapılan şenlikleriyle halkın uğrak ve mesire yeri durumundadır. Samsam Gölü Haymana sınırı yakınındaki sulak alandır. Meram Meram, Konya ilinin merkez ilçelerinden olup, şehrin güneybatı kısmında yer alır. Ankara-Konya, Isparta-Konya, Antalya-Konya, Mersin-Konya ve Adana-Konya olmak üzere beş önemli yolun geçtiği merkezdedir. Evliya Çelebi, seyahatnamesinde gezip gördüğü yerler arasında bağ, bahçe, bostanlardan söz ederken bağlık-bahçelik bu yerlere her defasında "Bağ-ı Meram" (Meram Bağı) ifadesini kullanmaktadır . Hatta buraların Konya’nın Meramı gibi olduğunu ifade etmektedir. Konya'nın son kilisesi olan Aziz Pavlus Kilisesi burada bulunmaktadır. Tarımsal alanların çok olduğu ilçenin büyük bir bölümü sit alanı kapsamında olduğundan, birçok bölgede yapılaşmaya izin verilmemektedir. Altınapa’dan gelip, tarihi Meram Köprüsü’nden, Meram Eski Yol'u takip ederek tarımsal alanları sulayan Meram Çayı da adından da anlaşılacağı üzere ilçede bulunmaktadır. Konya Üniversitesi Eğitim Fakültesi başta olmak üzere, İlahiyat Fakültesi ve Tıp Fakültesi bu ilçenin sınırları içindedir. Altınapa Barajı'ndan gelen Meram Deresi etrafındaki çamlıklar, çay bahçeleri, piknik alanları ve dinlenme tesislerinden oluşan bir mesire yeridir. Yazın en sıcak günlerindeki serin, esintili ve çam kokulu havası, akarsuyu, gül bahçeleri ve ormanlık alanlarıyla yerli ve yabancı misafirlerin dinlenme yeri olmuştur. Selçuklu, Konya Selçuklu, Konya iline bağlı merkez ilçedir. Konya’nın kuzeyinde yer alan Selçuklu, Sarayönü, Kadınhanı, Derbent, Altınekin, Meram ve Karatay ilçeleriyle sınırdır. Selçuklu bir göl tabanı olan ovada kurulmuştur. Hemen batısında Takkeli ve Loras dağları yükselmektedir. Selçuklu kurak bir iklime sahip olup, yazları çok sıcak, kışın kar, ilkbaharda bol yağmur yağar. Yağış ortalaması çevre illere göre daha düşüktür. Bununla birlikte kurak geçmeyen yıllardaki yağış, ziraat için yeterli olmaktadır. Sulama amacıyla kullanılan Sille Barajını ve kısmen Altınapa Barajını bünyesinde bulunduran Selçuklu, genel konumu itibarı ile ovalık, batı tarafı kısmen dağlıktır. Bitki örtüsü, bozkır iklimi özelliklerindedir. Selçuklu ilçesi Konya'daki GSYİH'nın yani üretimin % 25’ini karşılamaktadır. Bu nedenle Konya’da katma değeri en yüksek olan yer Selçuklu’dur. Şehirleşme oranı % 80’in üzerindedir. Selçuklu’da önemli belediyecilik hizmetleri planlanmış ve uygulanmış, şehrin geleceğine yön veren ve planlı gelişmesini öngören çalışmalar yapılmıştır. İmar uygulamaları, altyapı asfalt, çevre, turizm, kültür-sanat ve sosyal içerikli çalışmalarla Selçuklu ilçesi yaşanabilir, bir kent olma özelliğini sürdürmektedir. Tuzlukçu Tuzlukçu. Konya ilinin bir ilçesidir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Akşehir ilçesine bağlı bir köy olan Tuzlukçu 1929 yılında Aşağı ve Yukarı Tuzlukçu'nun birleşmesiyle nahiye olmuştur. 1949 yılında nüfusunun 2000'i aşması sonucu belediye teşkilatı kurulmuş, 9 Mayıs 1990 tarihinde kabul edilen 3644 sayılı kanun ile ilçe olmuştur. Yalıhüyük Yalıhüyük Konya ilinin bir ilçesidir. Yalıhüyük, daha önce Bozkır ilçesine bağlı bir belde belediyesi iken, 1990 yılında ilçe hüviyeti kazanmıştır. 2010 yılı itibarıyla Türkiye'nin en küçük ilçesi konumundadır. Yalıhüyükte bulunan birçok eser gün ışığına çıkmayı beklemekte ve birçok tarihi eserde ;tarihi eser yağmacılarının eline geçmiş birçoğu ise talan edilmiştir.bazı tarihi eserlerinde gayri resmi yollardan kayıt altına alınarak sergilendigi düşünülmektedir.Yalihüyükte bulunan birçok evi
n duvarlarında kabartma taş resimler bulunmaktadır.günümüze kadar korunabilen bazı eserlerin üzerindeki yazılardan ve kabartma resimlerden anlaşılan Bizans dönemi Efes kültürüne ait izler vardir. Bozkır’a 20 km uzaklıkta bulunan ilçe, Suğla Gölü (Trogidis,trogitis) kıyısında bulunan höyükten ismini almıştır. Bu bölge antik çağlarda İsauria Bölgesi olarak anılmaktadır. Bölgenin başkenti ise Bozkır ilçesine bağlı Ulupınar köyünün doğusunda yer alan ve bugün Zengibar Kalesi olarak bilinen isauria’dır. Kısacası kazı ve sondaj çalışmalarından anlaşıldığı kadarıyla Yalıhüyük ve çevresi tarihinin, Neolitik ve Kalkolitik dönemlere kadar gittiği görülmüştür. Tarihi, çevre ilçeler ve Konya Tarihi ile ortak özelliklere sahiptir. Yaklaşık 200 yıl öncesi toprak kayması görülmesi üzerine Suğla Gölü yakınına taşındığı bilinmektedir. Yeni yerleşim yerinin seçilmesinde Suğla Gölü alanının daralması ve gölden daha fazla yararlanma arzusunun dikkate alındığı ifade edilmektedir. İlçe merkezindeki Höyük ve çevresi "Sit Alanı" ilan edildiğinden imara kapatılmıştır. Höyük'te bugüne kadar hiçbir arkeolojik araştırma ve kazı yapılmadığından ilçe tarihine kaynak olacak bilgilere ulaşılamamıştır. Kuzeyde Seydişehir, güneyde Ahırlı, batıda Akseki ve doğuda Bozkır ilçeleriyle çevrelenmiş olan Yalıhüyük engebesiz bir alanda kurulmuştur. Suğla Gölü'nün hemen yanında yer alan Yalıhüyük'te hayat göl sularının çekilmesiyle ortaya çıkan verimli arazilerde yapılan tarım faaliyetleriyle devam etmektedir. Yalıhüyük'ün güneybatısında bulunan Toros Dağları'ndaki Gölcük yaylası, her yıl yaylacılık merkezi olarak kullanılmaktadır. İlçe merkezinde Belediye teşkilatı 1972 yılında kurulmuştur. Arasöğüt ve Saray köyleri ile Mutlu yaylası Yalıhüyük'e bağlı yerleşim yerleridir. İlçenin temel geçim kaynağı tarımdır. Suğla Gölü sularının çekilmesiyle ortaya çıkan verimli tarım arazisi ve diğer tarım arazilerinde buğday (3500 ton/yıl) arpa (1500 ton), nohut (700 ton) yanı sıra yılda ortalama 11.000 ton da elma yetiştirilmektedir. 1998 yılında 579 dekar alanda şeker pancarı tarımı yapılmıştır. Bu arada haşhaş ekim izni çıkmış, ancak 1998 yılı itibarıyla haşhaş ekimi yapılmamıştır. Yalıhüyük'te Gölcük Yaylası ve Yirce Yaylası , Sarınç Yaylası (sarnıç) ve Mutlu Yaylası hayvancılık yapılan merkezlerdir.günümüzde gölcük yaylası turizm,tatil ve sağlık amacı ile birçok kişi uğramaktadır. Gölcük,Yirce,Sarınç(Sarnıç),Mutlu olmak üzere yalıhüyükte toplam 4 yayla vardır. 1000 büyükbaş ve 2500-3000 küçükbaş hayvan bulunan ilçede Özel sektöre bağlı bir kuruluş tarafından hububat paketleme fabrikası kurulması için çalışmalar devam etmektedir. Başta Almanya olmak üzere diğer Avrupa ülkelerinde pek çok Yalıhüyüklü işçi olarak çalışmaktadır. Toros Dağları'ndaki Gölcük Yaylası ormanlık alanı, pınarları ve serin, temiz havasıyla en önemli piknik ve mesire alanı olarak kullanılmaktadır. İlçemizde elektrik, su, kanalizasyon, yol, telefon gibi alt yapı hizmetleri tamamlanmış olup, DSİ tarafından Beyşehir gölü sularını tarım alanlarına ulaştıran kanalların yapım çalışmaları tamamlanmıştır. Arasöğüt Sarayköy Gölcük Yaylası Yirce Yaylası Mutlu Yaylası Sarınç Yaylası Altıntaş Altıntaş, Kütahya ilinin bir ilçesidir. Kütahya merkezine 49 km uzaklıktadır. Eskişehir-Kütahya-Uşak-İzmir karayolu üzerinde kurulu olan ilçe merkezi, Kütahya-Afyon karayoluna yaklaşık 9 km mesafededir. Eski adı Kurt Köy olarak bilinmektedir. Nüfusu 5.500 civarındadır. İlçenin başlıca geçim kaynağı tarımdır. Buğday, Arpa, Şeker Pancarı, Fasulye, Nohut yetiştirilen belli başlı ürünlerdir. Meyvecilik çok fazla gelişmemiştir. Zengin mermer yatakları olmakla birlikte, işlemek için tesisler yeterli değildir. İlçe de 3 ilköğretim okulu, 1 çok programlı lise ve 1 imam hatip lisesi bulunmaktadır. Ayrıca Dumlupınar Üniversitesi'ne bağlı Altıntaş Meslek Yüksekokulu'nda yaklaşık 650 öğrenci öğrenim görmektedir. Kurtuluş Savaşı içerisinde önemli bir yere sahip olan ilçemizin sınırları içerisinde Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi yapılmıştır. Zafertepe Çalköy'de Mustafa Kemal Paşa "Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz'dir, İleri!" tarihi emrini vermiş ve bu emri alan Türk ordusu Yunanları 9 Eylül 1922'de İzmir'de denize dökmüştür. Her yıl 30 Ağustos Zafer Bayramı törenleri burada kutlanmaktadır. Ancak asıl zaferin kazanıldığı bu alandaki kutlamalara maalesef devletimizin üst düzey yöreticileri katılmamaktadır. Bu törenlere en üst düzeyde (Cumhurbaşkanı düzeyinde) katılım yöre halkını mutlu edecek ve kazanılan zaferin anlamı dünyaya olay yerinden aktarılabilecektir. Belki o zaman Şehit Sancaktar Mehmetcik Anıtı civarında yatan şehitlerimizin ruhu da şad olacaktır. İlçemizin en önemli özelliği siyasi anlamda iktidara yakın olmayışıdır. İki istisna hariç (Birisi Turgut Özal döneminde 1983 yılında Anavatan Partisinden Ahmet Çoşkun, diğeri de Ak Parti döneminde 2004 ve 2014'te Ferit Karabulut) belediye başkanları genelde muhalefet partilerinden seçilmişlerdir. Örneğin 1980 öncesi Cumhuriyetçi Güven Partisi (merhum Ramazan Akbunar), 1980 sonrası Demokrat Türkiye Partisinden ilçemiz belediye başkanları çıkartmıştır. Zafer Havalimanı burada bulunmaktadır. Ayrıca Beşkarış Barajı tamamlandığında ve Akçaköy Barajı yapıldığında tarımsal sulama alanında da önemli mesafeler katetmek mümkün olabilecektir. Aslanapa Aslanapa Kütahya ilinin bir ilçesidir. daha önceleri Merkez İlçeye bağlı Nahiye Merkezi iken Özal döneminde Şaphane ve Dumlupınarla birlikte ilçeliğe hak kazanmıştır. İl'in ve Türkiye'nin en küçük ilçe mekezlerinden biridir. Nüfusu Aslanapa 1.893'tür. ismi üzerinde birçok görüş mevcuttur. Özellikle "apa" kelimesi oba kelimesinden gelir ve Aslan oba anlamında vb. rivayetler vardır. Dumlupınar Üniversitesi Öğretim Üyelerinden ve arşiv belgelerine ulaşmamızda yardımlarını gördüğümüz, kıymetli arşiv araştırmacısı ve edebiyatçı Cevdet DADAŞ'ın anlatımıyla Aslanapa isminin anlamı ve tarihî gelişimi şöyledir. En eski çağlardan beri dünyaya hakim olmayı bir gaye edinen Türkler, inanç, kültür ve töreleri gereği büyüklerini Ata, Hoca, Baba, Aba ve Beğ gibi kelime ya da unvanlarla hep yüce tutmuşlardır. Bunlar arasında Arslan Baba, Korkut Ata ve Çoban Ata gibi hatıraları birer kutsal simalar halinde yaşayan isimler vardır. Bu isimler bir zamanlar kendilerine büyük manevi rütbeler verilmiş ve etkileri milletin ruhuna yansımış ve millî hafızaya işlenmiş destanî şahıslara ait isimlerdir. Abi, büyük kardeş anlamına da gelen Apa'nın Arslan ile birlikte bir özel ismi belirtmek için kullanıldığı görülmektedir. Bütün bunlar halk arasında Aslanapa'nın ovada kurulduğu daha sonra Aslanın ovası yerine Aslanapa olduğu benzeri söylentilerin birer yakıştırmadan öteye gitmediğini göstermektedir. Çavdarhisar Çavdarhisar Kütahya ilinin bir ilçesidir. Kütahya'ya 58 km uzaklıktadır. İlçe kimliği kazanmadan önce 37 km uzaklıktaki Emet ilçesine bağlı ufak bir kasaba olan çavdarhisar çeşitli uğraş ve siyasi baskılarla ilçe olmayı başarmıştır. Çavdarhisar Tarihi zenginliğe sahip bir ilçedir. Aizanoi Antik Kenti ve bünyesindeki dünyanın ilk örneklerinden Stadyum-Tiyatro kompleksi, dünyanın ilk borsa yapısı vardır. Bu borsa yapısı 1970 Gediz Depreminde caminin yıkılmasıyla ortaya çıkmıştır. Bunun dışında nekropoller, olimpiyat şeref tribün abidesi, 4 köprü ikisi çok kötü şekilde restore edilmiş ve hala kullanılıyor. Bunun dışında Meter Steunne alanı ve tüneli önemli bir eserdir. Yerleşim tarihi yapılan kazılar sonucunda elde edilen bulgulara göre MÖ 3000'li yıllara dayanan, Efes, Bergama, Side gibi kentlerle çağdaş olan Aizanoi Antik Kenti’nin adının; Penkalas (Koca Çay) ırmağının yukari kesiminde, tanrıça Meter Steunene’nin kutsal mağarası civarında yaşayan Frigyalılarin su perisi Erato ile efsanevi kral Arkas’ın birleşmesinden ortaya çıktıği sanılan antik kaynaklarda adı Azan olarak geçen mitoloji kahramanından geldiği sanılmaktadir. Aizanoi, antik Frigya’ya bağlı olarak yaşayan Aizanitis’lerin ana yerleşim yeriydi. Hellenistik dönemde bu bölge değişimli olarak Bithinya’ya ve Bergama’ya bagli iken MÖ 133'te Roma egemenliğine girmiştir. Roma İmparatorluk döneminde; tahıl ekimi, sarap ve yün üretimi sayesinde zenginlesmiş ve ünü bölge sınırlarını aşmış olan Aizanoi’de kesin kentleşme bulgularina ancak 1. yüzyılın sonlarına doğru rastlanmaktadir. En parlak dönemini ise 2. yüzyılda yaşamıştır. Erken Bizans döneminde piskoposluk merkezi iken 7. yüzyıldan itibaren önemini yitirmiştir. Tapınak düzlüğü Ortaçağ’da hisara dönüştürülmüştür. Selçuk Beyliği döneminde (13. yüzyıl) Çavdar Tatarları boyu tarafından üs olarak kullanılmistir. Aizanoi, 1824 yılında Avrupalı gezginlerce yeniden kesfedilmiş ve 1830-1840’li yillarda incelenerek, tanımlanmıştir. 1926 yılından itibaren de Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından kazı çalışmalarına başlanılmıştır.Kazı çalışmaları halen devam etmektedir. Aizanoi’den günümüze kalan yapı kalıntılarının büyük bir kismi Roma İmparatorluk dönemi eserleri olup, antik kentte bulunan Zeus Tapinağı, dünyanın ilk borsası, sütunlu yol, dünyada benzeri olmayan stadyum-amfi tiyatro kombinasyonu, bugün bile geçmişe hizmet eden antik köprüler, mozaikli hamam ile Roma hamamı görülmeye değerdir. Antik dönemde iki yakayı birbirine bağlayan 4 köprüden 2’si (1 ve 2 numaralı köprüler) bugün bile geçişe hizmet etmektedir. Yaya geçidi amaçlı kullanılan alçak ahşap köprü ile kemerli köprü yıkılmış olup, beş kemerli taş köprü (1 numaralı) günümüze dek koruna gelmiştir. Şehrin ana köprüsü olan bir diğer beş kemerli köprü (2 numaralı) ise günümüzde de şehrin bütün trafik yükünü taşımaktadır. Köprü korkuluğunun bir kaidesi üzerindeki yazıttan açılış merasiminin M.S. 157 yılının Eylül ayında yapıldığı anlaşılmaktadır. Köprünün önünde sergilenen yazıt ve kabartmalı iki korkuluk taşında köprüyü bağışlayan M. Apuleius Eurykles’in deniz yolculuğu (İmparator Hadrian tarafından kurulan Panhellenion denilen Hellen Birliği’nde, M.S. 153-157 yılları arasında Aizanoi’yi Atina’da temsil etmiştir) gösterilmektedir. Köprüye 1990 yılında yeni kor
kuluklar konmuş ve yeniden kaplanmıştır. Domaniç Domaniç Kütahya ilinin bir ilçesidir. Osmanlı Beyliği'nin kuruluşu zamanlarında Kayı boyunun yazları geldiği bir yaylak idi. Osmanlı; Domaniç, Söğüt ve çevresinde kurulmuştur. Dünya florası olarak sadece Domaniç'te yetişen 40 kadar bitki türü bulunmaktadır. İlçe merkezine 10 km uzaklıkta Hayme ana türbesi bulunur. Her yıl Domaniç'in Çarşamba köyünde Hayme ana şenlikleri yapılır. Sarıkız mesire yeri mutlaka görülmesi gereken suyun topraktan çıktığını gözle görünebilen nadir yerlerdendir. Domaniç merkezde bulunan Ebe Çamlığı'nda ise Kırkpınar'dan 2 yıl daha eski olan yağlı güreş şenlikleri her yıl düzenlenmektedir. Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının önemli isimlerinden olan Şükufe Nihal Başar'ın Domaniç Dağlarının Yolcusu isimli bir gezi yazısı bulunmaktadır. Muştu vb. eski kelimeler kullanımdadır. Emet Emet Kütahya ilinin bir ilçesidir. Şifalı kaplıcalarıyla termal turizme önemli katkıda bulunmaktadır. 17 Ekim 1993 günü Bakanlar Kurulu kararıyla “Termal Turizm Bölgesi” ilan edilmiştir. Ayrıca dünyada rezervi çok az bulunan bor madeni bu ilçede bol miktarda çıkarılabilmektedir. Hatta dünyanın bor rezervlerinin yaklaşık %70 Türkiye'de bulunmasının yanında Türkiye'deki borun %50'den fazlası Emet'te bulunmakta iken Emet ilçesinde yeni bulunan rezervler sayesinde bu oran daha da yükselmiştir. Bunlara ilaveten dünyada sayısı 10'u gecmeyen asit borik fabrikalarından biri de bu ilçede faaliyetlerini sürdürmektedir. Borun başkenti Emet ilçesi bor madeni sebebiyle stratejik ve ekonomik olarak Türkiye'ye çok büyük katkılar sağlamaktadır. Şehirde sülfatlı, bikarbonatlı, kalsiyumlu, magnezyulu hipertermal ve hipotonik özellikler taşıyan kaplıcalar bulunmaktadır. Kaplıca sularının içme kürleri olarak uygulandığında mide bağırsak sistemi,karaciğer ve safra kesesi üzerinde kuvvetli etkileri bulunduğu sindirimdeki safranın akımını hızlandırıcı, barsak hareketlerini düzenleyici kronik spastik, kabızlık gibi fonksiyonel bozuklukları tedavi edeceği, suyun alkali ve sülfat içeriği sebebiyle böbrek fonksiyonlarını düzelteceği ve bu nedenle böbrek taşları ve nekahetlerinde yarar sağladığı belirlenmiştir. Kür olarak romatizma, eklem kireçlenmeleri, cilt hastalıkları, kaza sonrası vücut hasarlarında, kısırlık tedavisi, selülit tedavisinde, dolaşım sistemi rahatsızlıklarında ve birçok rahatsızlıklara şifa vermektedir Bunlar; Şaphane, Kütahya Şaphane, Kütahya ilinin bir ilçesidir. İl merkezinin 130 km güneybatısında yer alır. Simav yakınlarında olması nedeniyle antik dönemde Synaus şehir devleti egemenliği altında bulunduğu tahmin edilmektedir. Roma ve Bizans egemenliğinde kalan yerleşim, 13. ve 14. yüzyılda Germiyanoğulları Beyliği yönetiminde yer almaktaydı. Gediz Şaphanesi olarak da bilinen yerleşim 1381 yılında Kütahya, Simav, Tavşanlı' yla birlikte Şehzade Bayezid’ ın çeyizi olarak Osmanlı topraklarına katıldı. 1402 Ankara savaşından sonra kısa bir süre Osmanlı egemenliğinden çıkan yerleşim 1429 yılında kesin olarak Osmanlı topraklarına katılmıştır. Şaphane kent merkezinde ilk yerleşim 1405 yılında kurulmuştur. Bizans zamanından beri işletilmekte olan Şap madeni önemli bir ticaret ürünüydü. Çıkarılan şapın kullanımı 13.-16. yüzyıllarda Cenevizlilerin elindeydi. Evliya Çelebi' nin 1680 yılında yaptığı seyahatte, yerleşimden köy olarak bahsedilmiştir. Tanzimat'a kadar "Şaphane-i Amire Müdürlüğü" adı altında doğrudan saraya bağlı olarak idare edilmiştir. 1845 yılı Osmanlı kayıtlarında Kütahya Sancağı’nın Gediz Kazasına bağlı bir köy olan yerleşimden, ilk defa 1879 yılında nahiye olarak bahsedilmiştir. Cumhuriyet Döneminde de önce bucak olan Şaphane, 1988 yılında Gediz' den ayrılarak resmen ilçe olmuştur. Toplam ilçe alanı 251 km²'dir. Şaphane ilçesi Kütahya İli'nin Güney Batısında yer almaktadır. Engebeli bir araziye sahip olan Şaphane Dağı'nın batısında küçük bir akarsu vadisinin tabanında kurulmuştur. Sınır komşuları olarak doğusunda Gediz İlçesi, batısında Simav İlçesi, kuzey batısında Hisarcık İlçesi, güneyinde Uşak ili ve güneybatısında Pazarlar ilçesi ve Manisa ili, Selendi ilçesi bulunmaktadır. Dağın doruğunun konumu: (N (Kuzey) 39° 3' 45" E (Doğu) 29° 14' 30")'dur. Akdeniz iklimiyle, karasal bir iklim arasında geçiş özelliği gösteren iklim özelliklerine sahip ilçede yıllık ortalama yağış 1 m²'ye 719 kg ve ortalama sıcaklık 11.8 C derecedir. 1845 temettü kayıtlarında yerleşimde 61 hane ve 305 kişi yaşamaktaydı. 1879 yılı salnamesinde yerleşimde 1388 kişinin yaşadığı belirtilmekte olup, yaşayanların tamamı Müslüman' dı. 1885 yılı salnamesine göre ise yerleşimde 3030 kişi yaşamaktaydı. Tarım, hayvancılık ve meyvecilik geçim kaynaklarındandır. İlçe merkezinde bulunan Dostel Alüminyum Sülfat Sanayi A.Ş. nin işlettiği şap fabrikasının da ilçe ekonomisine büyük katkısı bulunmaktadır. İlçeye bağlı belde ve köylerde besicilik ve özellikle süt hayvancılığı ön plandadır. İlçe merkezi belde ve köylerde özellikle vişne, kiraz ve elma üretilmektedir. Arapgir, Malatya Arapgir, Malatya'nın bir ilçesidir. Arapgir'in eski adı "Daskuza"dır. Daskuza (Arapgir) civarındaki yerleşim birimlerinin en eskilerinden olup, Malatya ili ile yaşıt sayılabilir. Arapgir 577 yılında Arap hatem tai tarafından fethedilmiştir.Kaynak Evliya çelebi seyyahatnamesi. Bizans Krallığı ile yakin iliski icerisinde bulunmustur. 1070 yilindan sonra Anadolu Selçuklu Devleti idaresine, Selçukluların Moğollar'a Köse Dağı Savaşı'nda yenilmesinden sonra Moğolların, Anadolu Beylikleri'nin kurulmaya başladığı dönemde Karakoyunlar'in eline geçer. 1515 Çaldıran Savası'ndan sonra Osmanlı Devleti'nin egemenliği altına girer. 1518 yılında tutulan ilk Osmanlı Tesnit Tahrir defterinde Diyarbakır eyaletinin 12 sancağı bulunmaktaydı. Bu defterde Arapgir de yer almakta ve 10. sırada bulunmaktaydı. 1927-1928 tarihli Türkiye'de devlet salnamesinde ise Arapgir Malatya'ya bağlı bir kaza olmuştur. İlçenin yüzölçümü 956 km²'dir. İlçe, engebeli ve dağlık bir bölgeye sahiptir. Doğu Anadolu Bölgesinin batı kesiminde, Yukarı Fırat Bölümünde, Fırat Vadisinin batı yakasında, Malatya iline 114 km mesafede yer almaktadır. Arapgir'in toprakları doğuda Elâzığ'ın batısında Sivas'ın Divriği, Malatya'nın Arguvan, kuzeyinde Erzincan iliniin Kemaliye, Güneyde Elazığ'ın Baskil ve Keban ilçeleri ile çevrilidir. İlçe merkezinde rakım 1250 metredir. Yüzölçümü 964 km²'dir. 2000 genel nüfus sayımına göre ilçe merkezi 10.180, köylerin nüfusu 6.445 olup, toplam nüfus 17.070'tir. İlçenin Taşdelen olmak üzere 1 bucağı, merkez olmak üzere 1 belediyesiyle 42 köyü ve 49 mezrası vardır İlçeyi yüzey şekilleri bakımından üç bölümde incelemek gerekir. Göldağı: Yüksek, uzun ve devamlı antiklînal duruımlu bir sıradağdır. En yüksek tepesi At Kuyruk Sallamaz zirvesinde 2393 m yi bulur. Arapgir'e doğru birdenbire kesilir. Bu sıradağ diğerleri gibi yayvan ve çok geniş değildir. Arada sert kayalıklar; yer yer derin vadilerle parçalanmıştır. Buna rağmen buralarda arazi çetin değildir. Göldağı ormandan yoksun, ancak, yaylacılığa çok elverişlidir. İlçe merkezinin sulama ve içme suyunun tamamını Göldağı karşılar. Eteklerinden çok sık mesafelerden çıkan kaynak sularla küçük düzlükler, çayır ve meyve bahçelerini oluşturmaktadır. Özellikle vadi boylarınca uzanan yeşilliklerin kavak, çınar, söğüt ve meyve ağaçları ile bunların arasında birkaç dönümden oluşan çok sayıda sebze bahçeleri süsler. Sarıçiçek Yaylası: Arapgir'in kuzeyinde üstü çok geniş dalgalı buna rağmen kenarları diktir. Bünyesinde mezozoik kalkerleri teşkil eden düzgün bir sırt halinde Eğerli dağını (2275 m.) geçtikten sonra Divriğ'i Arapgir'e bağlayan yola geçit veren (Mamahar gediği)'ne kadar devam eder. Sarıçiçek Yaylasından başlayıp doğuya doğru Fırat nehrine kadar uzanan yayın içinde kalan ve Dutluca (Aşutka) ovasınıda içinde bulunduran bölüm yüksekliği 1000 – 1100 m. kadar olan az dalgalı bir arazidir. Arguvan ilçesi ile sınır teşkil eden Söğütlü Çayının kuzeyinde içinde Taşdelen Nahiyesi de bulunan orta yükseklikde az engebeli araziye Dişterik Yazısı denir. İlçenin köylerinin çoğu bu bölümde yer alır. Küçük bir ovadır. İlçenin en önemli tarihi eserleri arasında Ulu Camii bulunmaktadır. Bu eserin 14 yüzyıl yapısı olduğu sanılmaktadır. Yine Yeni Camii'nin Akkoyunlular döneminde(1389-1551)yapıldığı söylenmektedir. Cafer Paşa Camii 1694 tarihinde Cafer Paşa tarafından yaptırılmıştır. Mirliva Ahmet Paşa Camii şimdiki adı ile Çarşı Camiisidir, Mirliva Ahmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bu camii 17. yüzyıla aittir. Gümrükçü Osman Paşa Camii 1823/1824 tarihinde yapılmıştır. Çobanlı Camii yapım tarihi 1893 olarak bilinmektedir. Ayrıca Molla Eyüp Camii, Osman Paşa Camii ve Çarşı Hamamı ilçede bulunan diğer tarihi eserler arasındadır. Ayrica ilçede birkac kale kalintisi, eski mezarliklar ve de bir gumus madeni bulunmaktadir. 1915 oncesi Arapgir'de 7 Ermeni kilisesi bulunmakta idi, gunumuze sadece bir tanesi kalinti halinde yetisebilmistir. 19. yüzyıl ortalarında eski Arapgir terk edilerek bugünkü yerine taşındığından sanat değeri yüksek birçok tarihi yapı eski Arapgir'de kalmıştır. Bu tarihi eserlerin birçoğu harap haldedir. Eski Arapgir'de Hanikah, Cafer Paşa Camii, Osman Paşa Hamamı, Çarşı Hamamı, Miran Çayı kıyısındaki Harap Pazar harabeleri, Berenge Deresi boyunca uzanan vadi ile Kaynarca gezilecek ve görülecek yerler olarak sayılabilir. Arapgir ilçesine 15 km. uzaklıkta bulunan Onar köyünde Roma döneminden kalma 18 kaya mezarı bulunmaktadır. 28 Nisan 2011 tarihinde bu kaya mezarları 1. derece arkeolojik sit alanı ilan edilmiştir. Ayrıca köyde 788 yıl önce yapılmış, tarihin bilinen en eski CEMEVİ bulunmaktadır. Günümüzde Meydan köprüsü, Gümrükçü Osman paşa camii, Millet hanı ve Çobanlı konağı restarasyon çalışmaları bitirilerek turizme kazandırılmıştır. Yine Arapgir'de bulunan kaya arası kanyonu yer yer dik ve sarp kayalıklardan oluşup 17 bin 847 metre uzunluğundadır. Kanyonun doğa sporlarının, balık ve kara avcılığı, dağcılık, turizm ve yaylacılık faaliyetleri için doğal ortam o
lduğu gözlemlenir. İlçede 2 yıldızlı 52 kişi kapasiteli turistik otel bulunmaktadır. Battalgazi Battalgazi, Malatya ilinin bir ilçesidir. "Battalgazi", Malatya'nın tarih bakımından her türlü kabilesine ev sahipliği yapmış, tarihin izlerini taşıyan önemli bir ilçesidir. Malatya şehrinin ilk kuruluş yeri, bugünkü Bahçebaşı mahallesi içinde yer alan Aslantepe Höyüğüdür. Malatya'nın en büyük metropol ilçesidir. Kayısı bahçeleriyle dolu ve Karakaya Barajı'na sınırı vardır. 2. ordu komutanlığı, İnönü üniversitesi ile Turgut Özal tıp merkezi bu ilçede yer almaktadır. Pınarbaşı mesire alanı, Hürriyet parkı ve Kernek şelalesi Battalgazi'nin 4 mevsim boyunca başlıca uğrak yerlerindendir. Selçuklu döneminden kalan Ulu Camii, Silahtar Mustafa Paşa Kervansaray'ı, Elvan Hamamı, Aslantepe Antik Kenti ile Venk Kilisesi ilçenin ilgi çeken mekanlarındandır. Malatya'nın en verimli toprakları bu bölgede bulunmaktadır. Hasan Basri'nin türbesi ve Zeynal Abidin'in türbesi buradadır. Ziyaret ve türbeler ilçeye canlılık kazandırır. İlçenin Eski Malatya bölümünde halkın büyük bir kısmı tarım ile uğraşır. Başta tuğla fabrikası ve kayısı işleme fabrikaları olmak üzere küçük sanayi tesisleri bulunur. Doğanşehir Doğanşehir, Doğu Anadolu Bölgesi’nde Malatya İli'ne bağlı bir ilçe. Malatya'ya 58 km uzaklıkta, deniz seviyesinden yüksekliği 1290 metre olup, ova ve dağlık bir kısımda kurulmuştur, İlçenin doğusunda Adıyaman ilinin Çelikhan ilçesi, güneyinde Adıyaman ili Besni ve Gölbaşı ilçeleri, batısında Kahramanmaraş'ın Elbistan ilçesi, kuzey doğusunda Akçadağ ve Yeşilyurt ilçeleri bulunur. İlçe tarihi ve mesire yerleri açısından zengindir. İlçe merkezinde tarihi sur kalıntıları MÖ 66 yılında Bizans döneminde yapılmıştır. Mesire yeri olarak Erkenek vadisinde bulunan şelale ile tabii yerleri, Sürgü kasabası içinde yer alan Pınarbaşı, Takaz, Göğtepe Yaylası sayılabilir. İlçenin ilk yerleşiminin MÖ 66 yılında Romalılar tarafından oluşturulduğu sanılmaktadır. Kısa el değiştirmelerle 758 yılma kadar Bizanslılar'm elinde kalan Zipetra adlı ilçe, bu tarihte Abbasi halifesi Harun Reşit tarafından ele geçirilmiş ve imar edilmiştir, 857 yılına kadar Arapların elinde kalan ilçe, daha sonra Bizanslılar'm eline geçmiş, 1399 yılında Yıldırım Beyazıt tarafından Osmanlı topraklarına katılmış, 1401 yılında ise tarafından yağmalanmıştır. 1515 yılında tekrar Osmanlı topraklarına katılan ilçe 1877'den önceki adı Viranşehir veya Harapşehir olan ilçe, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Posof, Ardahan, Şavşat, Artvin ve Trabzon'dan getirilerek yöreye yerleştirilen halkından dolayı Muhacir Köyü diye adlandırıldı. Besni'ye bağlı bir köy iken aynı yılda nahiye merkzi olmuştur. 1929'da bucak merkezi oldu. 1933'te Doğanşehir adını alan şehir, 1 Nisan 1946'da Akçadağ ilçesinden ayrılarak bağımsız bir ilçe durumuna getirilerek Malatya'ya bağlanmıştır. İlçenin yüzölçümü 1.290 km²'dir. İlçenin en önemli gelir kaynağı tarımdır. Son yıllarda önemli gelişme gösteren meyvecilik önemli bir geçim kaynağını oluşturmaktadır. Bunlardan Kayısı ve Elma en önemlileridir. Elmacılıkta son yıllarda önemli bir artış olmaktadır. Hayvancılık genel olarak köylerde yapılmaktadır. İlçe merkezi ve köylerinde geleneksel değerlere, mahalli örf ve adetlere önem verilmektedir. Son yıllarda tütün yetiştiriciliği bir hayli önem kazanmıştır. İlçeye önemli bir sermaye girişi sağlayan tütün bitkisi artık neredeyse tek ürün haline gelmiştir. Bir zamanlar en popüler sanayi bitkisi olan şeker pancarının üretimi ise son 10 yıl içerisinde giderek azalmış ve artık günümüzde bitme noktasına yaklaşmıştır. Bir zamanlar meyvecilikte elmaya bir yönelme olsa da maliyetin yüksek olması, pazar sorunu gibi sorunlardan ötürü ilçede en çok yetiştirilen ve ilçeye en yüksek girdi sağlayan tarımsal bitki 2015 yılı itibarıyla tütündür. İlçenin 5 bucağı, 6 belediyesiyle 31 mahallesi vardır. Reşadiye mahallesi 1986 yılındaki deprem afeti sonucu ikiye ayrılmıştır. Mahallenin yarısı Çelikhan yolu üzerindeki kısma taşınmıştır. Böylece iki tane Reşadiye Köyü oluşmuştur. Yakın dönemde taşınan köye resmi olarak Güzel Köy ismi verilmiştir. Doğanyol Doğanyol, Malatya'nın bir ilçesidir. 1990 yılında ilçe statüsüne kavuşan Doğanyol ilçesinin tarihi çok eskilere dayanmaktadır. 500 yıl kadar önce köy olarak kurulduğu, 80 yıllık belediyelik ve nahiye olduğu söylenmektedir. Doğanyol'un eski ismi "Keferdiz" olarak geçmesine rağmen, kaynaklarda "Kefersut" ve "Kefersük" olarak geçmektedir. Osmanlı İmparatorluğu zamanında şimdiki Adıyaman ilinin Kâhta ilçesine bağlı olan Doğanyol, daha sonra Elâzığ iline, Cumhuriyetten sonra da Malatya iline bağlanmıştır. kesin tarihi bilgi yoktur ilçenin tarihini bilen yoktur İlçenin yüzölçümü 233 km² dir. İlçe Malatya'ya 118 km mesafede olup, ilçenin doğusunda Diyarbakır ilinin Çüngüş ve Çermik ilçeleri, batıda Pütürge ilçesi, güneyde Adıyaman ilinin Gerger ilçesi, kuzeyde Elazığ ilinin Sivrice ilçesi ile komşudur. Karakaya Barajı sınırları içerisindedir.Bu bölgenin su ihtiyacı bu barajdan sağlanmaktadır.Kayısı yetiştiriciliği ilçedeki en önemli gelir kaynağı arasındadır. Yamaç, Örencik ve Köklükaya köyleri, 1992 yılında ilçeden ayrılarak Pütürge ilçesine bağlanmıştır. Okuma yazma oranı her sene itibarıyla yükselmektedir. İlçede ilkokul ve lise bulunmaktadır. Hekimhan Hekimhan, Malatya ilinin bir ilçesidir. "Hekimin Hanı" olarak anılmış, adı zamanla değişmiştir. Kangal'dan çıkan bir kafile veya kervan, eskiden Alacahan'a, sonra Hasançelebioğlu Hanı'na, oradan Küllühan'a, oradan da Hekimhan'a gelirdi. Malatya'ya gitmek için de Hasani Patrik Hanı'na uğrayarak (şimdiki Fethiye'ye) düzlük ortasındaki Yazıhan'dan Malatya'ya varırdı. Hekimhan'ın da geçmişinden de anlaşılacağı üzere, bir ulaşım ağının içerisinde bulunmasından dolayı, uygun şartlara sahip bir konaklama bölgesi olarak tespit edilmesi ve revize edildikten sonra, meskun mahal olması fikri ve kuruluşu; Köprülü zamanında yapılan ve tüm Anadolu 'yu kapsayan bu revizyon sürecine rastlar. Buna ek olarak bir rivayete göre de Taşhan'daki bu revizyon IV. Mehmet'in Bağdat seferi sırasında yaptırdığı yol üzerinde olmasından kaynaklanmaktadır. Malazgirt Zaferi 'yle birlikte, Danişmendliler'den sonra Malatya'yı yurt edinen Selçuklular dönemi Malatya 'nın altınçağı olmuştur. Şehir, mimarî eserlerle süslenmiş, halkın yüzü gülmüş, birçok bilgin Malatya 'ya gelip yerleşmiştir. Bugün Malatya çevresindeki birçok eser, bu devrin bize kadar gelebilen armağanlarıdır. Günümüzde Taşhan diye anılan ve ilçenin kuruluşu hakkındaki en kesin kanıya varabileceğimiz 3 adet kitabeyi barındıran hanın 1.kısmı olan kuzeydeki eski kısmı da Selçuklular devrinde, giriş kapısı üzerindeki 3 ayrı yazı ( Bu kitabenin sol kenarı Ermenice, orta Selçuklu, sağ kenarı da Süryanice olarak yazılmıştır . Bu yazılar birbirlerini teyid eder mahiyettedir.) ile yazılmış kitabesinden Selçuklu sülüsü ile yazılı olanına göre; 1218 Miladi 615 Hicri yılında, tahta çıkmadan önce Malatya Valisi olarak vazifelendirilmiş olan 2.Kılıçarslan'ın torunu, 1. Gıyasettin Keyhüsrev'in oğlu Anadolu Selçuklu Sultanı 1. İzzettin Keykavus (1219 - 1237) tarafından devrin ünlü doktorlarından Malatyalı Ebu-l Hasan Ela-Şamas El Hekim Selim El-Malati 'ye yaptırılmıştır. Ve daha sonra da onun hekimliğine vurgu yapılarak yapıya halk arasında ' Han-ı Hekim ' yani Hekimin Hanı denilmeye başlanmıştır. Selçuklu Sultan Hanlarının geleneklerini devam ettiren yapı, önde revaklı kare avlu , avluyu takiben de hol kısmından oluşur. Dikdörtgen planlı ve avlulu , eyvanlı yapı grubundadır. Eski Malatya 'daki büyük hanın stilindedir. Yukarıda anlamı açıklanan ve ilk bölümün giriş kapısının üstünde bulunan kitabe dışında bir de hanın avlulu kısmının inşa kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabe Selçuklular zamanında yapılan bölümün giriş kapısının üzerine yerleştirilmiştir. Handaki 3.kitabe Osmanlı devrindeki tamir kitabesidir. Bu kitabe kapalı kısmın, giriş kapısının sivri kısmının üzerindedir. Üzerindeki 1071 Miladi senesinin muharrem ayı, 1160 senesinin Eylül ayına isabet eder. Avlunun çevresindeki bu 2.kısım kitabedeki tarihten de anlaşılacağı üzere, IV. Mehmet 'in saltanat yıllarında Köprülü Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Burası şimdiki iş yerleri olarak kullanılan kısımdır. Ölçüleri birbirini tutmayan odalarca sarılmıştır. Odaların üstü beşik tonazlarla örtülü olup içlerinde birer ocak vardır. Bu yerler Köprülü Devrinde günümüzdeki hükümet daireleri yerine devlet iaşe konağı olarak kullanılmak üzere inşa edilmiştir. Kaza çevresindeki topraklar da vakıf arazisi olarak ayırtılmıştır. Bu topraklar tapu kayıtlarında bugün bile Köprülü Mehmet Paşa 'nın üzerine kayıtlı olarak görülmektedir. Türkçenin Hekimhan ilçesinde kullanılan konuşma dili Batı Anadolu ağızları içindeki konumu Prof. Dr. Leyla Karahan'ın "Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması" (Türk Dil Kurumu yayınları: 630, Ankara 1996) adlı çalışmasına göre şöyledir: Kale, Malatya Kale, Malatya ilinin bir ilçesidir Eski adı ""İzollu""dur. Köydeki eski bir kaleden bu yeni ismini almıştır. Malatya'nın en zengin ve en yeşil ilçesidir. İlçede bulunan ve şimdi Karakaya Baraj Gölü altında kalan Pirot höyük, bu bölgede çok eski zamanlardan beri yerleşimin olduğunu göstermektedir. Günümüzde bölgede yaşayan "İzol aşireti"nin 1600'lü yıllarda Şanlıurfa'dan bu bölgeye göç ettikleri Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinde de belirtilmektedir. İlçe yerel olarak izollu adı ile tanınmaktadır. İzollu bölgesi aslen ortasından geçen Fırat Nehri nedeniyle (Karakaya barajı) Elazığ ve Malatya tarafı olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Yöre halkı kendini izol aşireti olarak tanıtmakta. İlçe; Malatya-Elâzığ karayolunun 45. km'sinde olup Kömürhan Köprüsü ilçe sınırları içerisindedir. Nüfusu yaklaşık 4 bin olup dağınık bir yerleşim şekline sahiptir. İlçenin temel geçim kaynağı kaysı olup az miktarda çilek üretimi ve hayvancılık da vardır. İlçe daha önce merkeze bağlı bir nahiye iken 1990'da çıkan kanunla ilçe statüsü kazanmıştır. Kuluncak Kuluncak, Malatya iline ba
ğlı bir ilçedir. Kuluncak Tohma çayının kaynak bölgesinde dağlık bir kesimde kurulu bir ilçedir. İlçenin yerleşim tarihi 100 veya 120 yıl öncesine dayanmaktadır. Yıllar önce yayla hayatı sürdüren Bıyıkbogazı, Başören, Konaktepe ve Karıncalık mahallesi sakinleri, kışın sığınak olarak kullanılan Kuluncak'ta sürüleriyle birlikte barınmak amacıyla ilçeye de kışı geçirmek üzere yerleşmişlerdir. Özellikle Konaktepe ve Başören köyleri yaylalarında oturanlar zamanla su kıyısı olan kuytu yerde yerleşik düzene geçerek Kuluncak'ın oluşmasına zemin hazırlamışlardır Kuluncak ilçesi Malatya iline 110 km. mesafede olup il merkezinin kuzey batısında bulunmaktadır. Kuluncak İlçesi sınırları mülki taksimata göre belirlenmiş olup, kuzeyde Sivas ili Kangal İlçesi ile 25 km., doğuda Malatya ili Hekimhan ilçesi ile 46 km., güney ve güneybatıda Malatya ili Darende ilçesi ile 22 km., batıda Sivas ili Gürün İlçesi ile 26 km’lik mülki sınırlar ile çevrilmiş olup, toplam 119 km’lik mülki sınırlara sahiptir. Hekimhan ilçesine 27 km. Darende ilçesine 47 km. Sivas’ın Kangal ilçesine 110 km. Gürün ilçesine de 80 km. mesafede bulunmaktadır. Arazinin büyük bölümü dağlık ve engebelidir, ortalama rakım 1250-1350m civarında olup ortalama eğim 40 derecedir. İlçe genel olarak vadi içerisine kurulu olup Tohma Çayı üzerinde konuşlanmıştır. İlçenin adı, kuytu bir alanda olduğu için kuytucak kelimesinden geldiği sanılmaktadır. Daha sonra Kuluncak olarak değişmiştir. Önceleri Darende ilçesine bağlı bir kasaba olan Kuluncak 1972 yılında belde ve 20 Mayıs 1990 tarihinde ilçe statüsünü almıştır. 30 Mart 2014 Mahalli İdareler Seçimleriyle birlikte yeni büyük şehir yasasından dolayı köylerin tamamı mahalle statüsü kazanmış olup, ilçeye bağlı olan Sofular Belediyesi tüzel kişiliği sona erdirilerek mahalleye dönüştürülmüştür. Bu nedenle ilçeye bağlı toplam 28 idari birim (mahalle) mevcuttur. İlçe yer altı kaynakları bakımından oldukça zengin bir yapıdadır. Başta toryum, demir, çinko, altın, manganez olmak üzere birçok maden sondajı yapılmaktadır. İlçede faal bir mermer ocağı bulunmaktadır. Ayrıca Alvar Köyü'nde bulunan termal suyun sondaj çalışmaları yapılmaktadır. Eşref höyük, Kabak Abdal Türbesi, Genç Roma Dönemine ait olan zemin üzerine Mozaik Sütunlar ve Bicir Köyü taşlı tarla mevkiinde bulunan Bicir Yamaç Yerleşimi sayılabilir. Pütürge Pütürge, Malatya ilinin bir ilçesidir. Malatya'ya 74 km mesafededir. Denizden yüksekliği 1.250 metredir. İlçenin 1 bucağı, 1 beldesi, 2 belediyesi ve 62 köyü ile 325 mezrası vardır. İlçe, arazi olarak engebeli ve sarptır. Düz arazi yok denecek kadar azdır. İlçe toprakları Fırat Nehri'ne dökülen Şiro Çayı'nın geniş vadisinin tabanı ile bu vadi etrafında bulunan dağlık kesimlerden oluşur. Yerleşim yerleri dağlık ve tepelik alanlarda yoğunlaşmıştır. Bunun için tarıma elverişli arazileri dağ ve tepelerin yamaçlarında bulunmaktadır. Buraya ilk yerleşmenin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. İlçede Kütahya'dan gelen Samanoğulları'nında var olduğu söylenmektedir. Bunlardan başka, nereden geldiği bilinmeyen Kopuzoğulları da daha sonra buraya gelerek yerleşen bir topluluktur. İlçede dil olarak Türkçe, Kürtçe ve Zazaca kullanılmaktadır. İnanç bakımından Sünni ve az da olsa Alevi köylerinin yer aldığı bölgede tarımcılık, hayvancılık ve arıcılık başta gelen geçim kaynaklarıdır. Pütürge halkının büyük çoğunluğu tekstil sektöründe çalışmaktadır. Pütürge İstanbul, Ankara,Kayseri, İzmir gibi şehirlere büyük göç vermektedir. İlk adı güzel yer, istenen yer anlamına gelen "İmrun"yada "Mürün" bundan 300 yıl önce köy olarak kurulmuş. 1877 yılında bucak haline getirilerek Adıyaman'ın Kâhta ilçesine bağlanmıştır. 1892 yılında ilçe olarak mülki taksimatta Elazığ iline bağlanan Pütürge, Cumhuriyetin ilanıyla Malatya'ya bağlanmıştır. Pütürge kelimesi Kars ve çevresinde görülür, fakat kökeni Rusça bir kelime olan "Butylka/ Budulga"dır. 'Şişe' anlamındadır, tam karşılığı ise; "Kiloluk şişelere benzer şekilde, tenekeden yapılma, tepesi ters huni, gövdesi silindir biçiminde kap."dır. Zanaat Terimleri Sözlüğü'nde "Pütürge" olarak geçer, [Bkz. Zeitschrift für Balkanologie, XVIII/2, 189/216]. Malatya Pütürge adının kökeni belirsizdir, eğer Kars ve çevresinde kullanılan kelimenin uzantısı ise bu bölgede bu şişenin üretimi yapılmış olabilir. Bir ihtimal ise 93 harbinin akabinde Anadolu'ya' göçen yüz binlerce göçmenden Malatya ve çevre bölgesine yerleştirilen Müslüman Boşnakların (Türkiyede Bosna Göçmenleri, Muammer Demirel) adları olan "Poturice/ Poturce" adının yöreye uymuş şekliydi. Eski adı olan "Şîro" ise kökeni orta-farsça (Pahlavi/Pehlevi) kuzey ağzında "Şer/ Şîr" olan ve "Aslan" anlamına gelen bir kelimeydi.(“A Concise Pahlavi Dictionary” D.N. MacKenzi, Oxford Universty Press.)Pütürge ile ilgili olarak sürgün inek adlı bir filmde çekilmiştir. Pütürge ilçesine bağlı bucak ve köylerin nüfusu 23.587’dir. İlçenin 1 bucağı, 1 beldesi, 2 belediyesi ve 62 köyü ile 325 mezrası vardır. Yazıhan Yazıhan, Malatya iline bağlı bir ilçedir. Yazıhan Malatya'ya 40 km uzaklıkta 900 rakımında, doğusunda Fırat Nehri'nin kolu (Kuruçay) ve Elazığ il sınırı, batısında Hekimhan, kuzeyinde Arguvan-Hekimhan, güneyinde Malatya il merkezi ile Akçadağ bulunmaktadır. Yazıhan ilçesinin tarihi tam olarak incelenememiştir. Yazıhan ilçesi Çin'in başkenti Pekin'den başlayıp MS 14. yüzyıla kadar uzanan İpek Yolu - Bakır Yolu kervanlarının konakladığı Suriye-Malatya, Gürün-Kayseri, Hekimhan-Sivas, tali yolu üzerinde yer almış, tarihi MÖ'ye kadar dayanmaktadır. Yerleşim yeri olarak 16. Yüzyıla dayanan Fakat Buzluk mahallesindeki yapay mağaralardan anlaşıldığına göre, ilk yerleşmenin milattan önceki yıllara kadar uzandığı bilinmektedir. Özellikle Fethiye Köyü içinde bulunan höyük ve Kuruçay boyuca sıralanmış olan höyükler Geç Hitit dönemi yerleşmelerinin tipik özelliklerini göstermektedir. Ayrıca Ansır vadisine yer alan tarihi yerleşmeler ise Roma, Bizans ve Hrsitiyanlık dönemi izleri taşımaktadır. Günümüze kadar çeşitli toplulukların yönetiminde kalan ilçe toprakları Osmanlı Devleti'nin eline geçtikten sonra imar görmeye başlamıştır. Yazıhan'da yerleşim, mezra olarak başlamış 1936 yılında demiryolunun, 1937 yılında karayolunun gelmesiyle önce köy; daha sonra 1947 yılında nahiye statüsünü kazanmıştır. Yazıhan Malatya'ya 40 km.uzaklıkta 900 rakımında, doğusunda Fırat Nehri'nin kolu (Kuruçay) ve Elazığ il sınırı, batısında Hekimhan, kuzeyinde Arguvan-Hekimhan, güneyinde Malatya il merkezi ile Akçadağ bulunmaktadır. İlçeye isim olan Han da, bu dönemden kalan en önemli tarihi yapılardan biri sayılır. Merkez ilçeye bağlı bir köy iken, 9 Mayıs 1990 tarih ve 3644 sayılı kanunla ilçe haline getirilen Yazıhan'da belediye teşkilatı 20 Ağustos 1990 tarihinde kurulmuştur. İlçe, yeryüzü şekli itibarıyla güneyden kuzeye bir eğim göstermektedir. Kuzey tarafından dağlık ve vadilik alanlar, arazinin % 50'sini oluşturmaktadır. İlçenin % 50'si yarı sulu düz arazi olmakla beraber tarıma ve yerleşime müsaittir. İlçe arazisinin % 60'ı dağlık, % 40'ı ise tarıma elverişlidir. Yörenin geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Tarımda makineleşme, gübreleme ve ilaçlama gelişmiş, halk boş zamanlarda genellikle halıcılıkla uğraşmaktadır. İlçede tarihi eser olarak Fethiye mahallesi Hasan Patrik Camii, 1556 yılında Beylerbeyi Abdullah Selamoğlu Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır. MÖ'sine ait olduğu kabul edilen İriağaç mahallesi Ünür mezrası kalesini sayabiliriz. Ahmetli Ahmetli, Türkiye'nin Ege Bölgesi'nde bulunan Manisa ilinin ilçelerinden biridir. 9.500 nüfuslu ilçenin halkı geçimini üzüm, pamuk, (kırmızı, tarhanalık, salçalık) biber, domates, tütün ve zeytin üretimi yaparak sağlar. Doğusunda Salihli, batısında Turgutlu bulunur. Ege Bölgesi'nin en verimli üzüm bağlarının Ahmetli ovasında olduğu belirtilmektedir. İlçede Celal Bayar Üniversitesi'nin bölümleri de bulunmaktadır. İzmir-Ankara asfaltı üzerinde olup ulaşımı kolay bir İlçedir. Alaşehir Alaşehir, Türkiye'nin Ege Bölgesi'nde bulunan Manisa ilinin ilçelerinden biridir. Alaşehir, İç Ege Bölgesinde, Batı Anadolu'daki doğu-batı yönlü ovalardan biri olan Gediz ovasının doğu kesiminde bulunmaktadır. Yüzölçümü 977 km²'dir. Alaşehir ilçe merkezi 28 derece 31 dakika 38 saniye doğu boylamı, 38 derece 21 dakika 41 saniye kuzey enlemi üzerinde bulunmaktadır İlçe merkezinin deniz seviyesinden yüksekliği 189 metredir. İlçe, Alaşehir çayının da içinden aktığı bir grabenden ve bunu güneyden ve kuzeyden sınırlayan oldukça yüksek plato ve dağlardan ibarettir. İlçenin coğrafi alanı içerisinde dört önemli jeomorfolojik ünite bulunmaktadır. Bu jeomorfolojik üniteler güneydeki Bozdağlar kütlesi, kuzeyindeki Uysal dağları kütlesi ve bu iki dağ kütlesi arasındaki Alaşehir ovası ve güneydoğusundaki engebeli Uluderbent çayı vadisidir. Bozdağların ortalama yükseltisi 1000–1100 m kadar olan plato yüzeyleri üzerinde bazı yerlerde yükseltisi 2000 m'yi aşan doğudan batıya doğru Dindarlı Dağları (1040 m), Çaldağı (1430 m), Karaöküz Dağı (1396 m), Hacıalikarlığı (1839 m), Gözlüğbaba Dağı (1879 m), Çulha Dağı (1555 m), Karadağ (1400 m) ve Kartal Tepe (2070 m) gibi yüksek doruklar bulunmaktadır. Genel olarak 1000 m yükseklikte bulunan kuzeydeki dağlık kütleyi ise, doğudan batıya doğru sırasıyla Uysal Dağları (1311 m), Umurbaba Dağı (1555 m), Karadağ (1108 m) ve Kaysan Tepe (1135 m) oluşturmaktadır. Gediz Nehrinin bir kolu olan Alaşehir Çayı'nın içinden aktığı Alaşehir Ovası, doğuda Kocaçay'ın dar bir yarma vadiden çıkıp ovaya dahil olduğu kesimden başlamakta, Alaşehir çayının Gediz nehrine kavuştuğu Salihli ovasına kadar devam etmektedir. 8 ilâ 15 km genişliğindeki ova verimli topraklara sahiptir. Alaşehir çayının kuzeyden güneye doğru akan önemli bir deresi olmamasına karşın güneyde Alaşehir Derbendi, Buldan Derbendi, Sarıkızçayı, Zeytin Çayı, Avra Çayı, Şahyar Deresi, Alkan Çayı, Kurudere, Değirmendere ve Göbekli Deresi gibi güneyden kuzeye doğru akan dereleri vardır. Gediz grabeninin doğu bölümünü oluşturan Alaşehir çayı vadisi, Batı An
adolu Fay kuşağı içerisinde deprem riskinin yüksek olduğu bir sahadır. Kandilli Rasathanesi kayıtlarına göre 28 Mart 1969 tarihinde 6,5 büyüklüğünde bir deprem meydana gelmiş; bu depremde 68 kişi ölmüş, 4651 konutta yıkılmış veya çok ağır hasar görmüştür. İlçede Akdeniz ikliminden karasal iklime geçiş özelliği gösteren bir iklim egemendir. Genel olarak ılıman bir iklimin geçtiği Alaşehir’de yaz ayları oldukça sıcak ve kurak geçer. Yazın bölgede sıcaklığın 40 dereceye kadar çıktığı görülür. Kışın yıllık yağış ortalaması 500 mm³ olup, yağışların büyük bir kısmı kış aylarında düşer. İlçe ekonomisi tarım, hayvancılık, sanayiye dayalıdır. Yetiştirilen başlıca tarımsal ürünler, üzüm başta olmak üzere, tütün, pamuk, tahıl, armut ve zeytin yetiştirilir. Hayvancılıkta sığır ve koyun yetiştirilir. İlçede ayrıca 60 üzüm ihracatı yapan firma, 40 üzüm işletmesi, Tariş Üzüm Entegre Tesisleri ve Suma Fabrikası ile Sarıkız Maden Suyu Fabrikası bulunmaktadır.. İlçeye ulaşım D 585 kara yolu ve demir yolu ile sağlanmaktadır.İlçe genelinde ve çevre ilçelere ise toplu taşıma hizmeti Manisa Büyükşehir Belediyesine ait araçlar ve yine Büyükşehir Belediyesinin denetlediği özel toplu taşıma araçları ile sağlanmakta olup bu araçlarda Manisa kart kullanılmaktadır. Philadelphia veya Filadelfiya ismi Türkçede, ‘kardeş sevgisi' anlamına gelir. Philadelphia'nın kuruluşu Attaloslar Kralı Attalos II'ye dayanır. MÖ 159 yılından başlayarak başkent Bergama Krallığı'nın yönetimine geçen II. Attalos, kurduğu şehirlerle ve kültüre verdiği destekle ün yapmıştır. Turizm şehri Antalya da II. Attalos tarafından kurulmuştur ve "Attaleia" (Tr. "Attalos şehri") denilmiştir. Attalos kendisinden önceki kral olan ağabeyi Eumenes'i çok seviyordu. II. Attalos bu sebepten "kardeşini seven" diye çevrilebilen "Philadelphus" lakabıyla bilinirdi. Philadelphia şehrinin madeni paraları da birbirine tıpatıp benzeyen bu iki kardeşin görüntüsünü taşır. Onların birbirlerine duydukları kardeş sevgisi de yeni kurulmuş olan şehrin adında ifadesini bulmuştur. William Barclay'a göre bu yeni yerleşimin amacı, bir Grek kültür merkezi olarak komşuları Misya, Lidya ve Frigya'yı etkilemekti. Bu konuda öylesi bir başarı sağlandı ki, Lidya halkı MÖ 19'da yalnızca Grekçe konuşmaya hatta kendilerini Grek hissetmeye başladılar. Bununla Philadelphia kenti, Yunan edebiyatının ve biliminin barışçı bir şeklide yayılmasının başlangıç noktası oldu. Zaman içersinde genişleyen Roma egemenliği ile birlikte şehir bir Roma şehir haline dönüştü. Constantine'nin hükümdarlığı yeni bir başkent kurarak kendi adını verdiği Constantinepois'e taşıyarak Roma'yı ikiye ayırmasının ardından Doğru Roma İmparatorluğunun kadim kentlerinden birisi olan şehir, 1451 yılında Osmanlı tarafından feth edilene değin Bizans'ın Anadolu üzerindeki en son kalesi olma özelliğini korudu. Fatih Sultan Mehmet sadece 2 yıl sonra Konstantinopolis'i fethederek tarihe geçti. Bugün Alaşehir adıyla bilinen Filadelfiya (Philadelphia), Sart'ın yaklaşık 50 km kadar güneydoğusunda, Gediz grabenininde geniş bir ovanın güney yamacında kuruluydu. Hem iklim yönünden, hem de güneyinde ve kuzeyinde bulunan dağlardan (horst) ovaya inen alüvyon toprakları sayesinde çok verimli bir araziye sahipti. Bu yüzdendir ki Alaşehir antik dönemden bugüne kadar bağcılıkla ün kazanmıştır. Öte yandan yörenin bu yapısı büyük tehlikeleri de içeriyordu. Filadelfiya'daki deprem izleri başka yörelere göre daha yoğundu. 17'de Sart'ın yanı sıra on kenti yıkan korkunç depremin sarsıntıları başka yerlerde sona ererken, Filadelfiya'da yıllar sonra dahi hissedilmeye devam etti. MÖ 63 yılında Amasya'da doğan ünlü coğrafyacı Strabon Filadelfiya'ya "deprem şehri" lakabını vermişti. Gerçekten de Filadelfiya'da hemen her gün artçı şoklar hissediliyordu. Şehir halkının büyük bir kesimi yeni sarsıntılardan ve yıkıntı taşlarından korktukları için açık arazide çadırlarda kalmayı tercih ediyordu. Korkunç depremden sonra Roma imparatoru Tiberius, Sart'a yaptığı yardım gibi Filadelfiya'ya da yardım etti, şehir halkı onun onuruna şehrin adını "Kayser'in yeni şehri" anlamında "Neocaesaria" olarak değiştirdi. Yıllar sonra imparator Vespusyan Flavius'un döneminde tekrar isim değişikliği oldu. Bugünkü Alaşehir bir süre için Filavya adını taşıdı. Bizans döneminde önemli bir askeri üs olan kent, bir süre Arap saldırılarına uğramıştır. Zaman içerisinde yaşanan depremlerle kentteki yapılar hasar görmüştür. Malazgirt Savaşı (1071) sonrasında yöreye gelen bazı Türkmen boyları buraya yerleşmiştir. Alaşehir, Selçuklular ile Bizanslılar arasında sık sık el değiştirmiştir. Kentin adı Osmanlılar döneminde Yıldırım Beyazit tarafından Alaşehir olarak adlandırılmıştır. Aydınoğulları Beyliğinin himayesi altında kalmıştır. başkent sınırları içerisindedir. Yıldırım Beyazıt tarafından 1391'de Osmanlı topraklarına katılmıştır. İsmini Yıldırım Beyazıt döneminde almıştır. Timur istilasından sonra yaşanan Fetret Devri sürecinde, 1402'de yeniden Osmanlı topraklarına dahil olmuştur. 19. yüzyılda Aydın Vilayeti'nin Saruhan Sancağına bağlı bir kasaba olan Alaşehir, Cumhuriyetin İlanı'na kadar Aydın İli Manisa Sancağına bağlı kalmıştır. I. Dünya Savaşı'ndan sonra Mondros Mütarekesi’ne dayanılarak başlatılan Ege’deki Yunan işgaline karşı direnişi örgütlemek amacıyla, Erzurum Kongresi'nden kısa bir süre sonra Alaşehir Kongresi (16 –25 Ağustos 1919) yapılmıştır. Bu kongrenin toplanmasına Balıkesir eski Mutasarrıfı Hacı Muhittin Bey'in önemli katkıları olmuştur. Bu kongrenin Erzurum ve Sivas Kongrelerinden farkı, sivil memurlar ve yerel eşrafın önderliğinde toplanmasıdır. Bu kongre ile Alaşehir'in Anadolu'da Kuvva-yı Milliye'nin örgütlenmesinde katkısı olmuştur. 15 Mayıs 1919'da İzmir'e giren Yunan ordusu 24 Haziran 1920'de Alaşehir'e varmış, 5 Eylül 1922 tarihinde Türk ordusu tarafından geri alınmıştır. Millî Mücadele'de işgalci Yunanlara karşı baş kaldıran ve bu amaçla milis teşkilatları kurarak direnen ilk şehirlerimizden birisi Alaşehir'dir. Cumhuriyetin ilanından sonra Manisa iline bağlı ilçe konumunu sürdürmüştür. Alaşehir'den günümüze gelebilen tarihi eserler arasında ; Philadephia (Aziz Yuhanna) Kilisesi, Yıldırım Beyazıt Camisi, Şeyh Sinan Camisi ve Türbesi, Güdük Minare Camisi, Yağhane Camisi,Kadı Şeyh Camisi ve Türbesi, Rahmanlı Dede (Tepeköy mahallesinde), bulunmaktadır. Sultaniye üzümünün yetiştiği nadir bölgelerden biridir, yemek kültürü gelişmiştir, Ege Bölgesi olduğu için genelde zeytinyağlı ve hafif yemekler yenilir. Ayrıca Kapaması da meşhurdur. İncil'de adı geçen yedi kilisenin yedisi de bugünkü Türkiye toprakları içindedir. Filadelfiya Kilisesi de bunlardan biridir. Alaşehir Pergamon Kralı II. Attalos (MÖ 150-138) tarafından kurulmuş olup, o dönemdeki ismi Filadelfiya'dır. Bergama Krallığı zamanında önemli bir kent olan Filadelfiya, Roma döneminde de önemini korumuştur. Roma döneminde daha da gelişen kent MS 40 yıllarında Hıristiyanlığın yaygınlaşması ile birlikte Pavlus'un müritlerinin toplandığı bir yer olmuştur. Filadelfiya Kilisesi, Pavlus döneminde kurulmuştur. Gölmarmara Gölmarmara, Türkiye'nin Ege Bölgesi'nde bulunan Manisa ilinin ilçelerinden biridir. Gölmarmara. Manisa ilinin en küçük ilçelerinden biridir.İsmini ilçe sınırları içerisinde bulunan Marmara Gölü'nden almaktadır. İlçe Ege Bölgesi'nin Kuzeybatı'sında yer alır. Batısında Saruhanlı ve Manisa Kuzeyinde, Akhisar ve Gördes, Güney doğusunda Salihli, Güney batısında Ahmetli ve Turgutlu bulunmaktadır. İlçe, Marmara Dağı'nın eteğinde kurulsa da zamanla ovaya yayılmıştır. İlçenin en önemli ekonomik faaliyeti tarımdır. Yaz ayların özellikle kavun, karpuz, sanayi tipi domates, sofralık domates, sanayi tipi kırmızı biber, yeşil biber, üzüm ve zeytin üretimi yoğun olarak yapılırken, son dönemlerde mısır ekimi de artmıştır. Bölgenin eski tarımsal faaliyeti olan tütün üretimi de devam etmektedir. Kış aylarında ise lahana, brokoli, karnabahar gibi ürünlerin tarımı yapılmaktadır. Gölmarmara ile Salihli arasında bulunan Alüvyal set gölüdür. Gölün bulunduğu oluk Gediz havzasına bağlanır. Kuzeybatıdan Güney doğuya doğru uzanan fayların sınırlandırdığı bu alanda, Menderes masifinin formasyonları ve alüvyonlar yaygındır. Marmara Gölü doğal bir set gölü olmasına rağmen,yapay kanalları vasıtasıyla baraj gölü fonksiyonu kazanmış bir göldür. Göle bağlanan kanallar kış aylarında önemli miktarda suyun depolanmasını sağlarken, gölden tarım alanlarına yönelmiş olan kanallarda yaz aylarında sulamaya katılmaktadır. Marmara Gölüne Gediz ırmağından su aktarılmaya başlanmıştır.Gölün sulak alan olarak önemi artmaktadır.Marmara Gölünün bulunduğu sahada Paleozoik yaşlı araziler yaygındır.Bunlar şist ve mermerlerden oluşan fomasyonlardır. Gölün Kuzey batısındaki tepelerde vaktiyle işletilen mermer ocakları şimdi terkedilmiştir. Evliya Çelebinin Mermere (Mermercik) diye bahsettiği Gölmarmara adı bu ocaklardan almıştır. Gölmarmara’nın yanıbaşındaki bu tepeye ‘Marmara dağı’ adı verilmiştir. Marmara Gölünün drenaj alanının 1780 kilometrekare olmasına karşılık kurak iklim koşullarının etkisi altındadır. Gölmarmara yarı nemli ve park görünümlü kuru orman vejetasyonu (Bitki örtüsü) olarak çıkmaktadır. Marmara Gölüne su toplama alanındaki yazın kuruyan küçük derelerden ve Akpınar kaynaklarından su gelmektedir. Kurak geçen yıllarda göl seviyesi düşerken, yağışlı geçen yıllarda yükselmektedir. Gördes Gördes, Türkiye'nin Ege Bölgesi'nde bulunan Manisa ilinin ilçelerinden biridir. Gördes ilçesinin ne zaman kurulduğu ve ilçenin nereden geldiği kesin olarak bilinmemektedir. İlk çağlardan bu yana önemli bir yerleşim bölgesi üzerinde bulunan Gördes, Şarl Leksiyon'un 1842 tarihinde yazdığı "Küçük Asya" adlı kitapta iyonluların Atina kralı Kadüz'ün oğlu tarafından kurulduğu yazılmaktadır. İlk çağlarda Gördes'e Anadolu’nun birçok yerleşim yerlerinde isim olarak kullanılan "Gördes" denilmekteydi. Bugünkü Gördes Lidya'da bir şehir olup, daha sonraki devirlerde " Julia Gordes" adını almıştır. Gördes ismi yabancı kaynaklarda Guerdez olarak geçer. Evli
ya Çelebi Gördes'ten "Gördes şehri Köritöz" olarak söz eder. Halk arasında ise, bölgeye ilk yerleşen "Kördost" adlı göçebelerin adının zamanla Gördes'e dönüştüğü ve bölgenin isminin buradan geldiği anlatılmaktadır. Gördes, sırasıyla Persler, Makedonyalılar, Roma İmparatorluğu ve Bizans İmparatorluklarının egemenliklerinde kalmış; 1071 Malazgirt Savaşı'ndan kısa bir süre sonra Türklerin eline geçmiştir. Selçuklu Devleti'nin yıkılmasından sonra Karesi Beyliği'nin sınırları içinde kalmıştır. 1641 yılında Gördes'ten geçen Evliya Çelebi'nin belirttiği gibi; Büyük İskender tarihinden sonra Yankoa Kralının Veledi Nakeplerinden Köritöz adlı kral'ın elinden Saruhanoğlu Yakuphan tarafından fethedilmiştir. Bedesti Ulaş Bey'e daha sonra Yakup Şah'ın Kızının nikahı sonrasında çeyiz yoluyla Yıldırım Bayezid'ın eline, dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılmıştır. Gördes Kurtuluş Savaşı sıralarında sürekli savaş sahası olmuş ve ilk defa 15 Temmuz 1920'de Yunan kuvvetleri tarafından istila edildikten sonra, 14 ay kadar Yunan işgalinde kalmış ve 5 Eylül 1922'de kurtarılmıştır. Kurtuluş Savaşı tarihinde adından en çok söz edilen kişilerde Gördes kızı Makbule hanım (Şehit Makbule Hanım) ile Ege'de Kuva-yı Milliye Teşkilatını kuran Hacı Ethem Büke Gördes'in yetiştirdiği iki önemli isimdir. 23 Ocak 1940 tarihinde eski (aşağı) Gördes'te şiddetli bir toprak kayması olmuş, yabancı uzmanlarca yapılan çalışmalar sonucu 1948 yılında bugünkü yerleşim, yeni ilçenin kurulması çalışmalarına başlanmış ve şehir 1948 yılında yeni yerleşim yerine taşınmıştır. Gördes’in yeni yerleşim yerine nakli ile ilgili olarak 9 Ocak 1950 tarihli 5511 sayılı, 6 Haziran 1952 tarihli ve 5948 sayılı yasalar çıkarılmıştır. (Her iki yasa 27 Ekim 1988 tarih ve 3488 sayılı kanunla yürürlükten kaldırılmıştır.) Yapım çalışmaları kademe kademe sürdürülmüş, en son 101 evler yapılarak 1966 yılında sonuçlandırılmıştır. Gördes İlçesi, Ege Bölgesi'nin İçbatı Anadolu Bölümü'nde 38° 55' kuzey enlemi, 28° 18' doğu boylamı üzerindedir. İlçe Ege Bölgesinde, Manisa iline bağlı olup, Manisa'nın Kuzey-Doğusuna düşmektedir. İlçenin doğusunda Demirci ve Köprübaşı, güneyinde Salihli, Batısında Akhisar ve Kuzeyinde ise Balıkesir iline bağlı Sındırgı ilçeleriyle komşudur. Gördes, deniz seviyesinden 680 Metre yüksekliktedir. İlçe toprakları küçük akarsu vadileriyle yarılmış bir yayla görünümündedir. İlçenin yazları kurak ve sıcak, kışları ılık ve yağışlı bir iklimi vardır. Yıllık yağış ortalaması 500 – 700 m³ arasında değişmektedir. Ortalama sıcaklık 11 - 13 c° dir. Ormanlık alanları ilçemizin toplam alanında %45 gibi önemli bir yer tutmaktadır. En önemli akarsuyu Gördes (Kum çayı) deresidir. İlçe merkezinde 8 mahalle toplam 3500 civarında konut vardır. Konutlar genelde tek katlı ve bahçeli olup, tek tip yapı tarzı hakimdir. Bu konutların büyük çoğunluğu Gördes ilçesinin yeni yerleşim yerine nakli safhasında yapıldığı için tek tip konut yapımına egemen olmuştur. Ancak son yıllarda çok katlı binalarda yapılmaya başlanmıştır. Gördes özellikle son yıllarda yaşadığı sosyokültürel değişim ile bölge ve ülke çapında dikkatleri üzerine çekmektedir. 2015 yazında Elazığ ilinin Karakoçan ilçesi ile işbirliği içinde SahurCON'15 düzenlenmiştir. Ramazan ayı boyunca olan festival halkın beğenisini kazanmıştır. Festivalde bölgeye özel olan kâğıt kebabının yanında Elazığ'dan gelen ekmek üstü çötelek dağıtılmıştır. Festivale 263 kişi katılmış olup Belediye festivalin devamlılığı yönündeki isteklerini de dile getirmiştir. Gördes ilçesinin sosyal yaşantısı ile iş ve çalışma hayatı komşu ilçeler ile bağlantılıdır. İlçenin en temel kaynağı tütüncülük, haşhaş üretimidir. Bunların dışında buğday, arpa yetiştirilmektedir. Son yıllarda kiraz üretimi, çilek üretimi ve yayla bağcılığı çalışmaları ve belli bölgelerinde de patates, bezelye, domates ve salatalık üretimi yapılmaktadır. Zeytinciliğin geliştirilmesi için zeytin ağacı dikimine de başlanmıştır. M.T.A Ege Bölgesi Maden Envanteri’ne göre yörede kömür, kaolen, nikel-demir, titan, zeolit yatakları mevcuttur. Ayrıca feldspat, mermer, disten, kalsedon, krom, kuvarsit, bor tuzları yöredeki madenler arasındadır. Kalemoğlu ve civarındaki kömür yatakları : Kapalı işletmeye müsait olup, açık işletmeye ekonomik yönden uygun değildir. Kapalı işletmelerden şimdiye kadar en kalın damar 2,8 m. (ortalama 1 m.) tespit edilmiştir. Kömür damarlarında sık sık faylanmalar neticesinde kesintiler görülmekte ve killi ardalanmalar yer almaktadır. Ortalama derinlik 45 m.’dir. Kalemoğlu yatağının muhtemel + mümkün rezervi 1.350.000 ton tespit edilmiştir. kaynak:1- M.T.A Ege Bölgesi Maden Envanteri Zeolit: Kıranköy, Oğulduruk, Kuşluk, Akdere, Arkatlı Damları, Güneşli, Evciler, Fındıcak Sahalarındaki zeolit yataklarında 63.331.375 ton görünür rezerv, 307 574 000 ton. mümkün rezerv tespit edilmişse de; Gördes çevresindeki görünür rezerv 1 milyar ton, örtülü rezerv ise 10 milyar tonun üzerindedir. (kaynak:1- M.T.A Ege Bölgesi Maden Envanteri, 2- Esenli, F. (2005) “Gördes ve Zeolit (Klinoptilolit)”, Düğüm Dergisi, Sayı: 2, s. 19. İlçede zeolit yataklarını işleten 4 adet şirket bulunmaktadır. Zeolit yataklarının işletildiği alanlar Bayat alanı, Bodomaz mevkii, Oğulduruk mahallesi, Softalar-Kıran mahallesi’dir. "Zeolit madenin kullanım alanları şunlardır:" Tarım- hayvancılık ve peyzaj, enerji, madencilik ve metalurji, kâğıt sanayi, inşaat sektörü, sağlık sektörü, deterjan sektörü, kirlilik kontrolü ve günlük hayatta ve ev içlerinde kullanılmaktadır. Kırkağaç Kırkağaç, Türkiye'nin Ege Bölgesi'nde bulunan Manisa ilinin ilçelerinden biridir. Manisa'nın küçük ilçelerinden biridir. Nüfusu 44.000 civarındadır. Kendi adıyla anılan ova ve Yund Dağı eteklerinde kurulmuştur. İlçe tarihine dair net bilgiler bulunmasa da çevrede yapılan kazılarda ilk yerleşimin Antik Yunan dönemindeki Mysialılara dayandığı öngörülmektedir. Beylikler döneminde Karesi Beyliği'ne bağlı olan ilçe daha sonra Osmanlı himayesine girmiştir. İlçe, Cumhuriyet'in ilanından sonra gerçekleştirilen Mübadele ile beraber Yunanistan'dan gelen mübadiller şehre yerleştirilmiştir. Özellikle Midilli, Drama'nın Pravişte kazasının Esirli, Paliohor, Dranova köyleri ile Selanik Avrethisar Paprat muhacirleri Kırkağaç'a iskan edilmiştir. İlçeye bağlı 47 muhtarlık bulunmaktadır. İlçede 6. Jandarma Komando Eğitim Alay Komutanlığı bulunmaktadır. İlçenin Türkiye Amatör Futbol Ligi'nde mücadele eden "Acar İdman Yurdu" adında futbol takımı vardır. Kırkağaç'ta Gençlik ve Spor Müdürlüğüne bağlı bir izci tesisi bulunur. İzci ve sporcuların kullandığı bu tesis ilçede bulunan Sarıkız Mezarlığı yakınında bulunur. İlçenin en önemli geçim kaynağı tarımdır. Özellikle kavun, ilçenin en önemli tarım ürünüdür. Kırkağaç'taki gezilip görülecek yapı ve alanlar şunlardır; Kula Kula, Türkiye'nin Ege Bölgesi'nde bulunan Manisa ilinin ilçelerinden biridir. Kula mimari, etnografik, arkeolojik, tarihi ve görsel değerleri ile Ege’nin ilçelerinden biridir. Bölgede yapılan kazılarda Katekekaumene (Yanık yöre) sınırı içinde Demir Köprü barajı yakınındaki Divlit’te ilkel insanın ayak izlerine rastlanılmıştır. Bunun yanı sıra yapılan kazılarda MÖ 56 yılına ait mermer kabartma ve kitabelerden Kula ve çevresinin önemli bir yerleşim alanı olduğu ortaya çıkmaktadır. Eski dönemlerde Kula’nın civarında kurulmuş bulunan Meonya (Menye) Mysien ve Lidya arasında bir yerleşim alanı idi ve buradan geçen yol Sardes-Salihli’den başlar ve Menye-Sandal-Gölde üzerinden geçerdi. Kula’daki yerleşim zamanla civarındaki yerleşim alanlarının önemini yitirmesi sonucunda gelişmiştir. Kula’nın ismini burç manasında olan KULE’den almış olduğu belgelerden anlaşılmaktadır. Kula’nın ismi hakkında pek çok araştırmacı inceleme yaptıkları halde kesin bir sonuca varılamamıştır. Bir söylentiye göre de havası suyu iyi ve şifalı olduğundan zengin bir kişinin hasta olan kızı için buraya bir kule yaptırdığı ve buranın zamanla gelişip bugünkü duruma geldiğinden bahsedilir. Kula’nın Bizanslıların elinde iken ismi Opsikion’dur. Bunu Kula’nın 20 km batısındaki Maionia (menye) ile beraber bir piskoposluk teşkil etmesinden anlıyoruz. Kula’nın Türkler eline geçmesi 107l Malazgirt savaşından sonra 11. yüzyılın II. yarısında 1075-1076 Türkmen aşiretlerinin Kula ve çevresine kadar kısa zamanda yayıldıkları görülmüştür. Anadolu Selçuklu Hükümdarı Alaettin Keykubat zamanında Kula ve çevresi tamamen Türklerin eline geçmiştir. 1233 Kula, Anadolu beylikleri zamanında Germiyanoğulları beyliğine bağlı olan Kula Germiyan beyi Süleyman Şah’ın kızı Devlet Hatun’un 1381 tarihinde Osmanlı padişahı I. Murat’ın oğlu Yıldırım Beyazıt ile evlenmesi sırasında beyliğe ait Kütahya ve civarını çeyiz olarak Osmanlılara vermesi sonucunda Süleyman Şah’ın Kula’ya çekilerek burayı başkent yaptığı ve burada yaşadığı, Süleyman şah zamanında Kula’da imar ve kültürel faaliyetlerin arttığı gözlenmektedir. Bunlar arasında Gürhane medresesi gösterilebilir. Süleyman Şah’ın ölümünden sonra Osmanlıların idaresine giren Kula 1402 yılında Timur tarafından Anadolu Beyliklerinin eski topraklarının kendilerine verilmesi neticesinde Kula Germiyanoğulları beyliğine geçmiş ise de bir müddet sonra Germiyanoğlu beyi Yakup Bey’in 1428 yılında ölümünden sonra Osmanlıların idaresine yeniden geçmiş ve Kütahya İlinin bir kazası olarak Osmanlı idaresine katılmıştır. 1896 yılına kadar Kütahya’ya bağlı kalmış ve bu tarihten sonra Manisa’ya bağlanmıştır. Ünlü tarihçi Strabon’un Katakekaumene (Yanık Yöre) adını ver­diği ve 2000 yıl önce yöreyi dolaşarak,Küçük Asya’nın en genç volkan konileri, lav akıntılarının bulunduğu Kula yöresinde; İlkel insan ayak izlerine rastlanılmıştır. İlkel insan ayak izleri yörede 68 kadar bulunan volkan konilerinden biri olan Divlit Tepe konisinin yanında görülmektedir. Burada ilkel insan ayak izlerinin yanında, hayvanların ayak izlerine, ilkel insanların taşıdığı yük izlerine ve ilkel insanların yere otur­ma izlerine de rastlanılmaktadır. Ayak izlerine rastlanan ilkel insan­ların adımların u
zunluğu, 75–80 cm kadardır. Fosil ilkel insan ayak izleri, 41-42 ayakkabı numarası büyüklüktedir. İzlerden ikisi, yan yana yürümüş iki ilkel insa-na aittir. Bunlar tepeden aşağıya doğru yürümüşlerdir. Bir de küçük çocuk izi olup, bu da tepeye doğru ters yönde yürü­müştür.İzler oluştuktan sonra, Divlit Tepe yanardağından çıkan ve onların üzerinde bir örtü meydana getirerek korunmalarını sağlayan bazaltik cüruflar; briket imalinde ve inşaat işlerinde kullanılmaktadır. 1968 yılında bu örtü tabakası, cüruflar sahadan dozerle kazılıp alınırken ayak izleri meydana çıkmıştır. Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü elemanları, kimi zaman sahadan çıkarılarak yurt dışına müzelere kaçırılan, kimi zamanlar çevredeki köyler tarafından hatıra olarak evlere alınan bu ayak izlerinin sahada uzun süre korunamayacağını anlayarak, bunlardan yaklaşık 60 tanesini çıkarıp; aynı genel müdürlüğe ait (Tabiat Tarihi Müzesine) taşıyıp, sergilemişlerdir. İlkel insan ayak izlerinin yakınındaki volkanik lavlardan alınan örneklerin laboratuvarlarda yaş belirleme ölçümlerinde 20.000 yıl yaşlı oldukları belirlenmiştir. Ölçümlerde en çok ± 5.000 yıllık hata payı olduğu göz önüne alındığında, bu izlerin en çok 25.000, en yeni olarak da 15.000 yıllık oldukları ortaya çıkmaktadır. Strabon da Kula yörsindeki volkanların 15-16 bin yıl önce indifaa’ya başlamış olduğunu ve 2.000 yıl yanmakta devam ettiğini, bundan 2.000 yıl önceki araştırmaları sonucu bildirmiştir. Divlit Tepe konisi yakınlarında görülen bu izler bize Katakekaumene (Kula ve çevresinde) sınırları içeriinde Eski Taş Devri ilkel insanlarının yaşadığını göstermektedir. Bu devirde ilkel insanların sürüler halinde mağaralarda, ağaç kovuklarında yaşadığı bilindiğinden Yanık Yöre’nin de bu ortama uygunluğu gözönünde bulundurulursa, bunların ilkel insan topluluklarının yaşama alanı olduğunu söylemek keha­net sayılmasa gerek. İlkel insan ayak izleri, 3. ve en yeni volkanik devreye ait volkan konilerinden biri olan Divlit Tepe konisinin yakınında bulunmaktadır. Yaklaşık 2.000 yıl önce Divlit Tepe konisi, önce ince taneli kül ve tüfler püskürtmüş ve suskunluk dönemine geçerek sönmüştür. Çevreye saçılan bu ince taneli volkanik ürünler, daha sonra yağan yağmurların etkisiyle kalın bir çamur tabakasına dönüşmüştür. İşte bu esnada bölgede yaşayan ilkel insanlar, çok güzel bir rastlantı ile bu çamurlar üze­rinde çıplak ayakla yürümüşlerdir. Kısa bir süre sonra volkan yeniden faaliyete geçmiş ve bu kez püskürttüğü siyah renkli bazaltik cüruflar, çamurlar üzerindeki ayak izlerini örterek, yaklaşık 5-10 metre kalınlıkta bir örtü oluşturmuş ve bu değerli izlerin günümüze kadar korun­malarını sağlamışlardır. Dünyada ülkemizden başka Fransa’da, İtalya’da ve Macaristan’da olmak üzere 4 yerde ilkel insan fosil ayak izleri bulunmaktadır. Divlit tepe volkan konisi yakınındaki bu değerli ayak izleri korunmak amacıyla Türk Tarih Kurumu, Eski Eserler genel Müdürlüğü tarafından sit alanı ilan edilmiş ve her türlü faaliyet yasaklanmıştır. Yapılan araştırmalar sonucu Antalya, Isparta, 'Samsun, Burdur, Gaziantep yöreleriyle birlikte Kula çevresinde de ilkel insanların yaşadıkları anlaşılmıştır. Kula'da yapılan araştırmalar sonucu MÖ 56 yılını belirten mermer kabartmalara ve kitabelere rastlanılmıştır. Bu kabartmalardan birinin üzerinde şunlar yazılıdır: Güneş Platez'e, Mentlamus'e ve Kral Men'e mahsus bir dua Vücuda getirmiş olan Abdi Memluk «Demas, Jüpiter'in» azamet ve kudretini tanıtmak üzere bu duayı mutavatı emir eder. Mabut «Lunus» veya Men'i tasvir eden, bu kabartmadaki emir SulukttIerin 256 ncı yıl dedikleri tarihe göre MÖ 56 yılını göstermektedir. MÖ ?. yüzyılda basılmış ve Kula'yı komşu ülkelere tanıttıran birkaç paranın bulunmuş olması yukarıdaki tarihi doğrulamaktadır. Böylelikle Kula'nın MÖ L?. yüzyılda varolduğu anlaşılmaktadır. Eski devirlerde Kula, Meonya (Menye)nın bir bölümü idi. Meonya, Mysien ve Lidya arasında bir yer tutardı. Eski çağlardan beri önemli bir trafik yolu; Sardes, Salihli'den başlar ve Menye-Sandal-Gölde üzerinden geçerek Gediz'e ve ondan sonra da yukarı doğru, bir yandan da Uşak'a doğru giderdi. Başkent Maionia şimdiki Menye yerindeydi. Kula ve çevresinin çok eski bir yerleşim alanı olduğunu ve pek çok tarihi olaylara sahne olduğunu gösterir. Kula'nın Musalca mevkiinde görülen mezar kalıntıları ve tuğla parçaları, burada eski bir Lidya şehrinin varlığını gösteren belirtilerdir. İzmir-Ankara E 23 karayolu üzerinde yer alan Kula'ya gitmek için Ankara istikametinden İzmir yönüne giden otobüslere veya İzmir'den Ankara yönüne giden otobüslere binilmesi gerekir. Manisa - Kula 124 km, İzmir - Kula ise 150 km. Manisa'dan Kula'ya gitmek için Manisa Garajı'ndan 20 dakikada bir kalkan Turgutlu - Salihli otobüsleri veya Manisa-Salihli otobüslerine binmek gerekmekte ve Salihli'de Kula'ya giden minibüslere aktarma yapma gerekmektedir. Salihli-Kula ve Kula-Salihli arasında Kula minibüsleri çalışmakta ve bu minibüsler her 15 dakika da bir işlemektedir. Manisa müze müdürlüğü yetkililerinin bilgilerine göre tarihi Sardes şehrinden eskilere dayanmaktadır. Bunun delili olarak Manisa müze yetkililerinin bilgilerine dayanılarak yörede çıkan bulgulardan ve mezar taşlarından faydalanılmaktadır. Ayrıca eski Osmanlı devleti sınırları içindeki, günümüzde Sırbistan'da bulunan bir bölgedeki yerleşim alanı ismini Kula'dan almıştır. Sarıgöl Sarıgöl, Türkiye'nin Ege Bölgesi'nde bulunan Manisa ilinin ilçelerinden biridir. Sarıgöl İlçesinin ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemektedir. Halk arasındaki rivayetlere göre ilçenin bu yerleşim alanı deniz seviyesinden alçakta bir göl imiş. Gerek ilçe çevresinde gerekse ilçenin köylerindeki ören yerleri çevre tarihçesinin çok eski olduğunu göstermektedir. Yazılı kitabelere rastlanmamakta birlikte Dadağlı köyü Alafakı mevkiinde (Han Çeşmesi) ve buradaki konaklama yerinin izleri (temel yıkıntıları) ve çevresindeki mezarlık buralarda milattan önceki bir medeniyetin var olduğunu göstermektedir. Dindarlı köyünün Çarsak yöresinde yanmış bir köy kalıntıları ve bu köye ait Buldan yolu üzerindeki mezarlık (sonradan tarla haline getirilmiş) bu mezarlıktaki taşlarda bulunan Latince yazılar aynı köyün Kulu çeşmesi ve çevresindeki bina yıkıntıları burada bulunan bakır paralar, küpler, çeşitli testiler, buralarda İyonların veya Lidyalıların egemen olduğunu açıkça belirtmektedir. Emcelli köyü doğu kesiminde Süğmezli Çeşmesi ve çevresindeki bina kalıntıları, buradaki dört köşeli bir kuyu kalıntısı, kayalara oyulmuş deniz araçlarını bağlama yerleri, şimdiki ovanın göl olduğunun delilleridir. Baharlar köyünün doğusundaki Gavur Damı denilen yerde ve toprak tepe mevkisi arasındaki Derbent çayının iki yakasında taşkından koruma bentleri bugün halen mevcuttur. Bahadırlar köyü yakınında Çingil, Sığırtmaçlı köyünün kuzeyinde Karain ve Kahramanlar köyü yakınındaki Öreniçi, Selimiye köyünün kuzey tepelerindeki Kara kaya eski medeniyetin izlerinin taşır. Sarıgöl ilçesi bugünkü yerine burada mevcut gölün kurutulmasından sonra kurulmuştur. Çünkü Smyra (İZMİR), Magnesia (MANİSA), Sardes (SART), Filedelfia (ALAŞEHİR) ve Hierapolis (PAMUKKALE)'ye ulaşan kara yolu Sarıgöl'den geçmekte ve Sarıgöl bu yol üzerinde üçüncü konaklama yeri olarak kullanılmaktaydı. Recep AKINCI, eski Filedelfia (Alaşehir kitabından) ikinci yüzyılın sonlarına kadar başkenti Sart olan Lidyalıların egemenliğinde kalan Sarıgöl çevresi daha sonra Romalıların eline geçti. Roma imparatorluğunun 395'te ikiye ayrılmasıyla Doğu Roma (Bizanslıların) eline geçti. 1071'de Alpaslan komutasındaki Selçuklu ordularının Bizans'ı yenmesiyle Anadolu'nun fethinde Alaşehir ve Sarıgöl çevresi Selçuklu hakimiyetine girmedi. Bağımsız bir tekfurlu alarak Selçukluların yıkılmasına kadar kaldı. Ancak 1393'de Osmanlı hükümdarı Yıldırım Beyazıt'ın Alaşehir ve çevresini Osmanlı topraklarına katmasıyla Sarıgöl de Osmanlı hakimiyetine geçti. Halk arasında bir rivayete göre, Yıldırım Beyazıt Sarıgöl ve çevresine yüksek bir yerden bakarken burası neresi diye sormuş. Komutanları ise attan in de gör demişler. O zaman Yıldırım tıpkı İnegöl (Bursa-İnegöl) demiş. O zamandan sonra buranın adı İnegöl olarak kalmış. Osmanlı topraklarına katılan Sarıgöl ve çevresi Yıldırım Beyazıt tarafından komutanlarına zeamet arazisi olarak paylaştırılmış ve o zamanki adıyla üzüm ovası Dündar Bey'e, Bereketli köyü çevresi Afşar aşiretine, Baharlar, Bahadırlar köyleri Bahadır beye verilerek buraları aşiretlerin iskanına tahsis edilmiştir. Uzun yıllar Osmanlı imparatorluğunun Aydın sancağına bağlı bir zeamet beyliği olan Sarıgöl çevresi, 1 Meşrutiyetten sonra Alaşehir ilçesine bağlı bir köy, Balkan savaşından (1913-1916) sonra Belediyelik olmuştur. 15 Mayıs 1919'da İzmir'in Yunanlar tarafından işgal edilmesi ve Yunan ordularının İlçelere doğru ilerlemesi üzerine 23 Ağustos 1919'da Alaşehir'de Yarbay Muhittin Bey Başkanlığındaki toplanan ilk Kuva-yi Milliye Teşkilatına Afşaroğlu Mehmet bey, Alemşahlı köyünden Mazlum bey, Dindarlı köyünden Çavuş oğlu Hüseyin, Sarıgöl'den üç kez belediye başkanlığı yapmış olan Etem Hoca, Hacı İsa oğlu Halil ağa, Arap Süleyman ve Halil Kardeşler, Özpınar (Cabertarar) köyünden Hacı Yitik temsilci olarak katılmışlardır. 16-25 1919 Ağustos tarihleri arasında yapılan Alaşehir Kongresi'ne Sarıgöl'den(İnegöl) Etem Hoca (Sarıhan), Alemşahlı köyünden Mazlum Bey (Ulu) ilçe delegesi olarak katıldılar. 2010 yılında ise Alaşehir Kongresi'ne katılan Etem Hoca'nın (Sarıhan) mezarı Sarıgöl Belediyesi tarafından anıt mezara dönüştürüldü. Düşmana karşı ilk direniş teşkilatını kurmuşlardır. Her ne kadar bölük pörçük kuvvetlerle düşmana karşı çete savaşları verilmişse de 23 Eylül 1919'da Sarıgöl de düşman işgaline uğramış, türlü zulüm ve vahşeti yaşamış. 6 Ağustos 1922 sabahı Afyon cephesinden taarruza geçen Mustafa Kemal Paşa komutasındaki Türk orduları düşman cephesini bozmuş, 4 Eylül 1922 sabahı şafakla beraber Çolak İbrahim Bey komutasındaki süvari birlikleri Sarıgöl'ü düşman işgalinden kurtarmış, 2 yıl 11 ay 17 gün süren zulüm ve vahşet Türk ordusu
ve onun mümtaz komutanı Mustafa Kemal Paşa ile halkın direnişi sayesinde sona ermiştir. Türkiye Cumhuriyeti döneminde bir Belediyelik olarak kalan İnegöl 1938'de Sarıgöl adını alarak Bucak (Nahiye) ve 4 Eylül 1957'de 7033 sayılı kanunla Manisa iline bağlı tam teşkilatlı bir ilçe olmuştur. Sarıgöl ilçesi Manisa iline bağlı ve Gediz ovasının başlangıç noktasının doğusundadır.İlçenin doğusunda Denizli İline bağlı Güney ilçesi ve Uşak iline bağlı Eşme ilçesi, güneyinde Buldan ve Kuyucak, Batısında ise Alaşehir ilçesi vardır. Arazi yüzölçümü 423 kilometrekaredir. Denizden yüksekliği 320 metredir. İç Ege'nin tüm özelliklerini taşıyan bir coğrafi yapıya sahiptir. Belediye tarafından her yıl 4 Eylül Bağ Bozumu Şenlikleri yapılmaktadır. Sarıgöl'de 2004 yılında Sarıgöl 1. Sultaniye Üzüm Festivali başlatıldı. İlçede 1993 yılında kurulan, Sarıgöl FM adını taşıyan radyo istasyonu 1996 yılında faaliyetine son verdi. 1998 yılında kurulan Sarıgöl Gazetesi yayın hayatına halen devam etmekte ve 2008'de kurulan Sarıgöl 4 Eylül Gazetesi ise kapanmıştır. Son olarak ise ilçede haftalık Sarıgöl Gündem Gazetesi yayın hayatına başladı. Sarıgöl'de eski bir gelenek olan Olcak Dede her yıl Mayıs ayının ilk Cumartesi günü yapılmaktadır. Sarıgöl İlçesi'nin Ayan Mahallesi halkı tarafından her yıl Muharrem ayında, aşure ve keşkek günü düzenlenmekte. Bu gelenek 200 yıldan bu yana devam etmekte olup, son 20 yılda bu geleneğe yemekler de ilave edilerek, tüm ilçe halkı tarafından yenmektedir. Sarıgöl ilçesi Manisa iline bağlı ve Gediz ovasının başlangıç noktasının doğusundadır.İlçenin doğusunda Denizli İline bağlı Güney ilçesi ve Uşak iline bağlı Eşme ilçesi, Güneyinde Buldan ve Kuyucak, Batısında ise Alaşehir ilçesi vardır. Arazi yüzölçümü 423 km²'dir. Denizden yüksekliği 320 metredir. İç Ege'nin tüm özelliklerini taşıyan bir coğrafi yapıya sahiptir. İlçenin Güneyinde Boz dağları uzantısı olan Karacaali köyü yakınlarındaki Çal dağı (1430 m) ve devamı olan Aktaş yaylası daha sonra Kovanoluk ve Süleymaniye dağları uzanarak Denizli ili topraklarına ulaşır. Yine Bozdağları uzantısı ve Dadağlı köyünün Kuzey tarafındaki Türkmen tepesi (900 m) Dindarlı köyünün kuzeyini kapatan erikli (KOCADAĞ-1400 m)dir. Daha sonra ise Salihli Kula dağlarının uzantısı olup, Çimentepe (ÇÖPKÖY)'den başlayarak doğuya doğru uzanan Uysal dağı (1314 m) İlçenin önemli dağlarıdır. Erikli dağı, Aktaş, Çaldağı arasında yüksek bir plato olan üzüm ovası, Erikli dağı ile Uysal dağı arasındaki vadiye Baharlar ovası, Alaşehir çayının güneydoğusundaki Bereketli ve Afşar ovaları belli başlı ovalarıdır. Sarıgöl İlçesi hudutları içerisinde yaz kış akan akarsu mevcut değildir.Ancak ilçenin kuzeyinden geçen ve doğudan, batıdaki Alaşehir çayına karışan Koca çayın yatağına yapılan Buldan Barajı ile İlçenin Alemşahlı köyü civarından çıkıp batıya doğru akarak, Alaşehir Örencik köyüne geçip kuzeye dönen Bayıtlı çayının Afşar köyü hudutları içinde Afşar Sulama Barajı ilçe ovalarını hem sulamakta hem de taşkınlardan korumaktadır. Ayrıca Eşme ilçesinin Taşköy köyünden çıkan ve birçok dereleri aldıktan sonra Batıya doğru akarak Alaşehir çayına karışan Avulu Boğazı Çayı, Kocaçaya Bahadırlar köyü yakınlarında karışan Eziler Deresi ilçenin önemli çaylarıdır. Sarıgöl İlçesinde tipik bir Akdeniz iklimi vardır. Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlıdır. Yağışlar ekseri yağmur, Aralık ve Ocak aylarında kar şeklindedir. İlçe merkezine nadiren kar yağar. Kasım-Nisan aylarındaki yağışlar ve Buldan-Afşar barajlarından sulanan ilçe ovası her türlü tarıma elverişlidir. Yaz dönemi altı aylık sıcaklık ortalaması 32 derece, kış dönemi en düşük altı aylık sıcaklık ortalaması eksi 3 derecedir. Sarıgöl ilçesi bitki örtüsü bakımından Akdeniz iklimi bitkilerinin özelliğini taşır. Çaldağı-Aktaş yöresinde çam ve meşe ormanları, diğer yerlerde ise piynar, kavak her çeşit meyve, az miktarda söğüt ve çınar ağaçları mevcuttur. İlçenin toprakları her çeşit ürünün yetişmesinde elverişlidir. İlçenin Güney doğusunda bulunan ve ilçeye göre 494 m kadar yüksek olan üzüm ovasında tütün yetiştirilir. Bu ovada ayrıca arpa-buğday, Alemşahlı köyünde en çok tütün yetiştirilir. Çavuşlar köyünde kavun ve kapari'de yetişir. İlçeye bağlı Dindarlı Köyü'nde son yıllarda sertifikalı domates yetiştilmeye başlandı. Dindarlı Köyü domates ile haklı bir ün kazandı. Yurt içersine önemli domates sevkiyatı yapılmaktadır. Dindarlı Köyü'nde ayrıca MTA tarafından sıcak su araması yapılmakta olup olumlu sonuç alındığı ifade edilmektedir. Kızılçukur köyünde mısır darısı, elma, şeftali, erik, ceviz, badem, kestane ve sofralık üzüm yetiştirilir. İlçe çerçevesindeki köylerde ise çekirdeksiz üzüm, pamuk, tahıl, susam, her türlü yazlık ve kışlık sebze, narenciye dışında her türlü meyve ve zeytin yetiştirilir. Sarıgöl Ovası, dünyanın en kaliteli çekirdeksiz sofralık Sultaniye üzümlerinin yetiştirildiği tek ovadır. Yılda ortalama 210 bin ton yaş üzüm yetiştirilmektedir. Bu üzümlerin 50 bin tonu kuru üzüm olarak değerlendirilmektedir. Yüzde 60'ı yaş olar ihraç edilmektedir. Selendi Selendi. Türkiye'nin Ege Bölgesi'nde bulunan Manisa ilinin ilçelerinden biridir. 1954 yılında, 6324 numaralı karar ile kurulmuştur. Manisa'ya 155 km, Uşak'a ise 70 km mesafede yer alır. İlçe sınırlarından Gediz Nehri'nin önemli kollarında biri olan Selendi çayı geçer. Asıl geçim kaynağı tütüncülük, hayvancılık ve tarımdır. Ayrıca Pınarlar, Eskin, Terziler, Kürkçü ve Hacıhaliller köylerinde son yıllarda kirazcılık artmıştır. Kınık mahallesi piknik alanı, Gavur evleri kaya mezarları, Bayraklı anıtı Selendi'nin gezilebilecek yerleridir. Merkez nüfusu 8.108'dir. Köyleri de dahil toplam nüfusu 26.500'dür fakat son 50 yıldır sürekli göç veren ilçenin göç eden kişileri de hesaba katıldığında nüfusu 77.000'i geçmektedir. Manisa'nın en az yoğunluklu ilçesidir. Ayrıca ilçede eskin mahallesinde bulunan altın-kurşun-krom karışımı maden rezervi bir müddet işletilmiş fakat madenin 49 yıllık kullanım hakkını elinde bulunduran bulgaristanlı firmanın bu ülkede iflas etmesi sonucu maden kapatılmıştır ve yıllardır atıl olarak durmaktadır. Bunların yanında gediz nehrinin en büyük kolu olan selendi çayı kış aylarında gediz nehrinden daha fazla su taşır. İlçenin tarihinde aldığı en büyük yatırımlar; tekel yaprak tütün depolama işletmeleri ve yatılı ilköğretim bölge okuludur. Selendi'nin tarhana, höşmerim, keşkek ve yufkası meşhurdur. ilçede üretilen Amerikan tipi küçük yapraklı tütünler çok değerlidir. Kurtuluş Savaşında aşağı güllüce ve kınık mevkiinde şiddetli çatışmalar geçmiştir. 44 mahallesi bulunmaktadır. Kasabanın adı, Kara Selendi civarında kalıntılarına rastlanmış, eski Lidya kenti, Slandos'tan gelir. Lidya şehri, başkent Sard'a bağlı idi. MÖ 7. yüzyılda Pers Kralı Kross'un baskıları ile gerilemeye geçmiştir. Bu süreç sonunda perslerin yönetimine geçmiştir. Büyük İskender'in ilerlemesiyle, şehir MÖ 332 yılında makedon egemenliğine girmiştir. Makedon egemenliğinin zayıflamasıyla Bizans İmparatorluğu'nun hükmüne girmiştir. İlçedeki Türk egemenliğini ancak, Germiyanoğulları sağlayabilmiştir. Germiyan oğlu Yağız Ali Şir Bey Selendi'yi, Kula ve Alaşehir ile birlikte 1282 yılında ele geçirmiştir. Bu dönemde, yönetimsel olarak, kent Kula'ya bağlıdır. Daha sonra, Osmanlı Devleti'nin gelişimi ile kontrolü osmanlılara geçmiştir. I. Dünya Savaşı'ndan sonraki Yunanistan işgalinden sonra, Türkiye hakimiyetine 3 Eylül 1922 yılında geçmiştir. 1954 yılında ilçe olmuştur. İlk kaymakamı Selahattin Aydemir'dir. 2010 yılı ocak ayında romanlar ile yerel halk arasında olaylar çıkmış. Bu olayların sonucunda romanlar ilçeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Selendi Selendi merkezde 5 lise bulunmaktadır.Bunlar; Selendi merkezde 5 ilköğretim okulu bulunmaktadır. Dargeçit Dargeçit, Mardin'in ilçesidir. Dargeçit geçmişte Kher-Boran, Kfar-Boran, Kerburan, Kerboran gibi isimlerle anılmaktadır. Tarihi çok eskilere dayanan Dargeçit'in bilinen eski meskunlarının Süryaniler ve Kürtler olduğu bilinmektedir. Milattan sonra 4. yüzyılda Samanilerin iktidarı döneminde Dargeçit ve yöresi Hristiyanlıkla tanışır. O donemde Hristiyanlasan kesim yalnızca yörede yaşayan Ermenilerdir. Kürtler ise o tarihte çoğunlukla Zerdüşt inancına mensupturlar. Arapların bölgeye gelmesiyle Kürtler İslam dinine geçerler. Dargeçit'a ilk yerleşenlerin Mardokeliler diye bilinen bir aile olduğu rivayet edilmektedir. Kesin olarak hangi tarihte olduğu bilinmemekle beraber Süryani bir ailenin şehri kurduğu söylenmektedir. Zamanla aldığı göçlerle büyüyen Dargeçit 1900'lerin basında beş yüz ailenin yasadığı bir şehir olmuştur. Dargeçit ilçesi 1987 yılında Midyat ilçesinden ayrılarak ilçe olmuştur. Dargeçit, Güneydoğu Anadolu Bölgesinin güneyindeki Mardin iline bağlı şirin bir ilçe merkezidir. Yüzölçümü yaklaşık olarak 550 km²'dir. Ortalama rakım 900 m civarındadır. Doğusunda Şırnak ilinin Güçlükonak ilçesi, batısında Midyat, Kuzeyinde Batman iline bağlı Gerçüş, güneyinde ise Şırnak iline bağlı İdil ilçesi bulunmaktadır. Dargeçit ilçesi, 37-38 Kuzey paralelleri ile 41-42 Doğu meridyenleri arasında yer almaktadır. Güneydoğu Anadolu Bölgesinin en dağlık yörelerinden birisi de Mardin ilidir. Bu ilin toprakları içinde yer alan bir ilçe de Dargeçit ilçesidir. Güneydoğu Anadolu bölgesinin en dik ve engebeli yerlerindendir. Dargeçit ilçesinin çok yüksek dağları yoktur. Dargeçit ilçesi sırtını iki tepeye dayamıştır.En yüksek sayılan dağı ilçenin kuzeydoğusunda yer alan SİTE dağıdır. Dargeçit ilçesinin ormanları yok denecek kadar azdır. İlçe topraklarının büyük bir kısmı palamut ve meşe ağaçlarından oluşan ormanlık araziden oluşmuştur. Bu ormanlık alanlar insanların tahribi sonucunda ormanlık vasfını yitirmiş bulunmaktadır. Bugüne kadar orman kalıntıları olarak varlığını koruyan meşe ve palamut ağaçlarıdır. Son yıllarda buna karşı birçok önlem alındı. İlçenin 10–12 km uzaklığında Ilısu Köyü yakınlarından Dicle Nehri geçmektedir. Ayrıca ilçenin güneyinde yer alan Akyol Köyü ile Belen Köyü arasından geçen bir akarsu bulunmaktadır. Bu a
karsu düzenli değildir. Kışları kar ve yağmur sularından taşma gösterirken yazın suları yok denecek kadar azalır. Bu akarsudan yararlanılarak sulu tarım yapılmaktadır.İlçeye bağlı Kuyubaşı yakınında yer altından çıkan suyla sulu tarım yapılmaktadır. Dargeçit ilçemize geldiğinizde Gülbiş'e uğramadan sakın gitmeyiniz. Burada etrafı ağaçlandırılmış bir havuz bulunmaktadır. Gülbiş ideal piknik yeridir. İlçe sınırları içinde doğal sayılabilecek göl bulunmamaktadır. Yer altı sularının yetersizliği nedeniyle halen ilçenin bazı köylerinde içme sularını, yağmur sularının doldurduğu kuyulardan temin eden köyler vardır. İlçenin su şebekesi yapılmadan önce subaşında bulunan kaynaktan su kanallarıyla İlçe merkezinin su ihtiyacı karşılanmaktaydı. Bu nedenle su kanallarının önünde 5 tane su değirmeni Süryaniler tarafından yapılmıştı. Kanallardan suyun yetersiz gelmesiyle değirmenler kapatılmıştır. Halen bu su değirmenlerin kalıntıları ve binaları yer almaktadır. Yüzölçümü 1000 km² Tarla arazisi 15.865 hektar. Sebze arazisi 562 Hektar. Meyvelik 3.411 hektar Çayır-Mera 145.205 hektar Koruluk-Orman 140.756 hektar Tarıma elverişsiz arazi 140.756 hektar Kullanılmayan arazi 39.601 hektar. İlçede karasal iklim hakimdir. Yazları sıcak ve kurak,kışları soğuk ve yağışlıdır. Rüzgarlar genellikle doğu ve güneydoğudan eser. Kış ve ilkbahar mevsimleri genellikle yağışlıdır. İlçenin nüfusu 2011 genel nüfus sayımına göre 27.573'tür. Bunun 14.689'u ilçe merkezinde, 12.884'ü belde ve köylerde yaşamaktadır. Eylül 2016'da "PKK-KCK örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle 31 Mart 2016'da tutuklanan belediye başkanı Zeynep Sipçik'in yerine 1 Eylül 2016 tarihinde yürürlüğe giren 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca kaymakam Mehmet Yaşar Yeşiltaş kayyum olarak atandı. Derik Derik, Mardin ilinin bir ilçesidir. Mazıdağı, Viranşehir ve Kızıltepe ilçeleri ile sınır komşusu olan Derik ilçesinin ilk yerleşimcileri Ermenilerdir. 1930'lu yıllara kadar ilçenin Ermeni nüfusu Müslüman Kürtlerden daha fazladır. Tehcir kanunu ve Osmanlı devletinin daha sonra Türkiye Cumhuriyeti devletinin politikaları sonucu ilçede Ermeni nüfusu yok denecek kadar azalmıştır. 1390-1400 yıllarında Rutî aşiretinin bir kolu olan Davutoğulları (Mala Dawidê Xâlo) ve Kayıhanlılar (Mala Qeya)göçüyle büyümüştür. Halen Derik'in ilk kurulduğu mahallelere 'Gare Rezê Dêwid' ve 'Mêrga Keya' denilmektedir. Derik ilçesi, Diyarbakır yöresinde astığı astık, kestiği kestik olan Çıplak Haso(Hesoyê Rutî) adında bir miri öldürmeleri sonucu oluşan kan davası yüzünden göç etmek zorunda kalan bu iki aşiretle büyümeye devam etmiştir. Derik'in yüzölçümü 1397 km² olup 1998 Yılı genel nüfus sayımına göre merkez nüfusunun 19,750 kişi, 2000 yılı nüfus sayımında da 20.700 Kişi olduğu tespit edilmiştir. Derik'te belediye teşkilatı 1874 tarihinde kurulmuş ve ilçe bu tarihte Diyarbakır'a bağlı iken 1923 Yılından itibaren Mardin'e bağlanmıştır. 31 Ekim 1927 Cuma günü yapılan nüfus sayımında, İlçe merkezinde 528 ev, 38 dükkân, 1 cami ve 1 kilisenin bulunduğu, 1370'i erkek ve 1278'i kadın olmak üzere 2657 kişinin yaşadığı, köyler ile beraber genel nüfusun ise 6930'u erkek, 8181'i kadın olmak üzere toplam 15111 kişiden ibaret olduğu tespit edilmiştir. İlçe Mazıdağı'nın güney eteklerinden Kızıltepe-Ceylanpınar ovalarına doğru alçalan alanları kaplar. İlçe toprakları kuzeyden güneye doğru alçalmaktadır. İlçe merkezinin üç tarafı dağlarla çevrili olup, iklim karasal özelliktedir. İlçenin ova kesimi bozkır, Mazıdağı yamaçları ise meşelerle kaplıdır. Orman alanlarındaki ağaçlar son yıllarda giderek çoğalmakta ve gürleşmektedir. İlçede en çok tahıl üretimi yapılmakla beraber sulama kuyularının kazılması ve sulama göletlerinin faliyete sokulması ile endüstri bitkilerinin üretimide oldukça artmıştır. Bunun yanında önemli miktarda sayılabilecek zeytinlikler, bağlar ve meyve bahçeleri de bulunmaktadır. Derik'in rakımı 780 m. dir. İlçe sınırları dahilinde bulunan dağların yüksekliği 1500 m.'yi aşmamaktadır. İlçedeki dağlar Mardin Eşiği Dağları olarak adlandırılmaktadır. İlçenin ova kesimi de Harran'dan Nusaybin'e kadar uzanan ovanın bir bölümünü kaplamaktadır. Ovanın önemli bir bölümü de tarih öncesi dönemlerde faaliyet göstermiş yanardağların püskürttüğü volkanik siyah taşlar ile kaplıdır. Günümüzde sönmüş bu yanardağlardan, çimento sanayisinde hammadde olarak kullanılan klinker maddesi çıkarılmaktadır. İlçe merkezinde ikamet eden halkın geçimi bağcılık, sebzecilik, meyvecilik ve zeytinciliğe dayanmaktadır. Tarımın dışında üretime dayalı herhangi bir faaliyet bulunmamaktadır. Dağ köyleri ile Karacadağ yöresindeki köylerin geçim kaynağı hayvancılık, ova köylerinin geçim kaynağıda tarla ziraatına dayanmaktadır. Mardin tarih boyunca hangi medeniyetin etki alanı ve yönetimine girmişse, Derik'te bu devletlerin yönetimine girmiştir. Derik nüfusunun önemli bir bölümü Kurtuluş Savaşı'na kadar Ermenilerden oluşurken, zaman içerisinde sosyal ve ekonomik nedenlerden Ermeniler çoğu göç etmişlerdir.Günümüzde ilçede yerel halkın tamamını Kürt'ler oluştururken memur Türkler de ilçede mevcuttur. İlçede akarsular küçük çay ve dereciklerden oluşur. Bunlardan başlıcaları; Şéb Deresi, Turcel Deresi, Zorava Deresi ve Cırcıp Deresidir. Ayrıca devlet tarafından yaptırılan sulama amaçlı göletler de vardır. Bunlar da Künreş, Şerefli, Yıldız göletleri ile Dumluca Barajı'nın göletidir. Eylül 2016'da "PKK-KCK'ya yardım ve destek verdiği gerekçesiyle 26 Şubat 2016 tarihinde tutuklanan Sabahat Çetinkaya'nın yerine 1 Eylül 2016 tarihinde yürürlüğe giren 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca kaymakam Muhammet Fatih Safitürk kayyum olarak atandı. Kızıltepe, Mardin Kızıltepe, Mardin ilinin bir ilçesidir. Kızıltepe yerleşimi kuruluş tarihi milattan önceki yıllara dayanır. Bu tarih, tarihi eserler ve bugün harabe haline gelmiş eski yerleşim merkezlerinde bulunan kalıntılara dayanır. M.S. 1200 yıllarında Artuklular tarafından yapılan ve günümüzde halen ibadete açık olan tarihi camii bu bilgileri doğrulamaktadır. Yapılan araştırmalara göre, şehir birçok kez savaşlar sonucunda harabeye dönüşüp yer değiştirmiştir. Buna göre, ilk yerleşim alanı bugünkü şehir merkezinin 10 km güneyinde bir köy yerleşmesi olan "Haramhattat" 'tır. Kızıltepe'nin tarihinde bilinen ilk isimleri 'Qoser', "Dunaysir" ve "Telermen"'dir. "Telermen" Ermeni tepesi anlamına gelmektedir.1915 e kadar Ermenilerin çoğunlukta yaşadığı bir bölgedir,Kurtuluş savaşı sonrası yıkık viran bir köy görünümünde olan Telermenin adı 1937'de Kızıltepe olarak değiştirilmiştir. Kızıltepe, Mezopotamya'nın verimli toprakları üzerinde kurulmuş olması, ayrıca Asya ile Avrupa kıtaları arasında önemli bir ticaret yolu olan İpek Yolu'nun kavşağında yer alması nedeniyle tarih boyunca önemli bir yerleşim merkezi olma özelliğini korumuştur. Bu özelliği nedeniyle birçok savaşlara sahne olmuş ve çeşitli milletler tarafından birçok kez yağmalanmıştır. Artuklular döneminde önemli ticaret ve konaklama merkezi olan Dünaysır, 13. yüzyıl başlarında Eyyübiler tarafından yağmalanmıştır. Daha sonra Selçuklu, İlhanlı, Memlük, Karakoyun, Akkoyun, Artuklular ve Timur devletleri yönetimine geçmiştir. Zamanla Dünaysır yerine Telermen, daha sonraları Koçhisar adıyla anılan yerleşim merkezi en son İran'ın hakimiyetindeyken Osmanlı hükümdarı Yavuz Sultan Selim'in İran üzerine düzenlemiş olduğu Doğu Seferi sırasında, Büyük Mehmet Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu tarafından ele geçirilmiştir. Bundan sonra Cumhuriyet dönemine kadar Osmanlıların yönetiminde kalmıştır. Artuklular döneminde çarşı, hamam, cami ve medreseleri ile önemli ve zengin bir yerleşim birimi olmasına karşın, sürekli savaşlar ve yağmalar nedeniyle Osmanlıların eline yıkıntı durumunda bir köy olarak geçmiştir. Osmanlıların eline geçtikten sonra tekrar onarılan ve canlılığını kazanan yerleşim merkezi, özellikle son dönemlerde İpek Yolu'nun önemini kaybetmesi nedeniyle bu yerleşim alanının önemi giderek azalmıştır. Eski adı Koçhisar olan bu şehrin adı, Cumhuriyet döneminde 1931 yılında Kızıltepe olarak değiştirilerek Mardin'e bağlı bir ilçe merkezi yapılmıştır. Kızıltepe İlçesi, Mardin ilinin güneybatısında yer alır Doğusunda Mardin ve Nusaybin, Batısında Derik ve Ceylanpınar İlçeleri Kuzeyinde Mazıdağı İlçesi ile Güneyinde Suriye Arap Cumhuriyet Devleti sınırları ile çevrilidir. İlçe İl Merkezine 23 km mesafededir. İlçe genel anlamda düz sayılabilecek bir alana kuruludur İlçede akdeniz iklimi hakim olup, yazları ve sıcak, kışları ise ılık ve yağışlı geçer. İlçe merkezi ve köylerini Kürtler oluşturur . Halk genellikle Şafii mezhebine mensuptur .. Kızıltepe, ilçeye bağlı olarak merkez hariç olmak üzere ilçe merkezine bağlı; 4 belde, 145 köy ve 10 mahalleden oluşmaktadır. İlçedeki okur yazar oranı %90'dır . İlköğretim hizmetlerini tüm ilçe genelinde yaygınlaştırılması bakımından, son yıllarda büyük gelişmeler olmasına rağmen, ilçenin gün geçtikçe büyümesi ve son yıllardaki göçün olmasından ötürü ilköğretim alanında yapılan yatırımlar yetersiz kalmaktadır. Her şeye rağmen Kızıltepeli öğrencilerin üniversiteye giriş sınavlarındaki başarısı oldukça yüksek olup, her sene yüzlerce Kızıltepeli öğrenci çeşitli bölümlere yerleşmektedir. Facebook Sayfası Kızıltepe Mazıdağı Mardin ili'nin bir ilçesidir. Mazıdağı, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin Dicle Bölümünde Mardin ilinin 47 km kuzeybatısında ,1030-1090 metre yükseklikte ve adını aldığı dairesel dağlar serisinin orta yerindeki düzlükte kurulmuştur. Daha önceleri sırasıyla Savur ve Derik ilçelerine bağlı bir bucak iken 9 Haziran 1937 tarihinde ilçe olmuştur. İlçe yüzölçümü 869 km²'dir. Şamrah eski adıyla bilinen Mazıdağı ilçesi, geçmişte Diyarbakır-Şam güzergahında canlı bir merkez oldu hep. Mazıdağı ilçesi, 9 Haziran 1937'de kurulmuştur. Şamrah, bu tarihe değin Derik ilçesine bağlı bir bucak merkezi idi. İlçenin tarihi Sümerlere kadar gerilere gitmektedir. 150 metrelik bir tepenin üstünde bulunan Dermetinan Kalesi, Sultan Şeyhmus, Pir Hattap türbeleri ilçenin önemli ziyaret yerlerid
ir. Taş Devrinden günümüze kadar gelebilen Zambırhan ve Avrihan mağaraları bulunmaktadır. Kervanların bu mağaraları daha sonraları konaklama amacıyla kullandıkları anlaşılmıştır. İlçenin batısında Şamrah Kalesi namıyla anılan kalenin yanı sıra Gümüşyuva Köyünde Bizanslılar tarafından bulunup işletilen gümüş madeni ve bu madenin muhafazası için yapılan kale ve müstahkem yerler, aynı yerde bulunan kilise kalıntıları, tarihi bir nitelik taşımaktadır. 2000 yılı Genel Nüfus Sayımına göre ilçenin nüfusu 13.452'dir. İlçeye bağlı kasaba belediyeleri ve köylerin nüfusu 16.202'dir. Mevcut nüfusun %45'i şehir merkezinde geriye kalan %55'i ise kırsal kesimde yaşamaktadır. Merkez ilçe dışında ilçeye bağlı belde belediyesi bulunmamaktadır. Kurak mevsim şartlarının hüküm sürdüğü Mazıdağı'nda Karaçay hayati bir önem taşımaktadır. Fosfat tesisleri yörenin can damarlarından biridir. Eskiden beri el sanatlarının önemli bir ekonomik değer olduğu ilçede, bu faaliyetlerin yeniden canlandırılması amacı ile çalışmalar devam etmektedir. Tütüncülük, arıcılık, bağcılık, kümes hayvancılığı ilçenin başlıca geçim kaynaklarıdır mardin mazıdağı ilçesi sizan mezrasında sasanilere ait olduğu tahmin edilen bira kilise ve yerleşim yeri tespip edilmiştir.şamrah eski adı ile biline mazıdağı gerçekte adını kral şmrah tan alır.Kral Şamrah a ait olduğu düşünülen tepe mazıdağı nın 2 km güneydoğusuna düşmektedir.Kral Şamrah ın mekanı olarak bilinir. İlçe bağlısı olmak üzere ilçe merkezine bağlı; 49 köy, 14 mezra ve 4 mahalleden oluşmaktadır. İlçe insanları genel olarak tarım ve hayvancılıkla geçimlerini sağlamaktadır. İlçe merkezinin 17 km kuzeybatısındaki fosfat yataklarının 1976 yılından sonra işletilmeye başlanması ile önemli bir istihdam alanı potansiyeline kavuşmuştur. Fakat 1993 yılında kapatılan ve en son sümer hoding e devredilen işletme şu anda atıl durumdadır. İlçe, ulaşım koşulları bakımından uygun bir konuma sahiptir; Derik ilçesine 24 km ,Mardin iline50 km ve Diyarbakır iline ise 72 km'lik asfalt yollarla bağlanmıştır. İlçeyi köylerine bağlayan yollar mevcuttur ve KÖY-DES programı kapsamında kötü olan yolların standardını yükseltme çalışmalarına son yıllarda hız verilmiş bulunmaktadır. Nüfus bilgileri Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi'nden (ADNKS) alınmıştır. Eylül 2016'da "PKK-KCK'ya yardım ve destek verdiği gerekçesiyle 14 Temmuz tarihinde görevinden uzaklaştırılan belediye başkanı Necla Yıldırım'ın yerine 1 Eylül 2016 tarihinde yürürlüğe giren 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca kaymakam Halit Benek kayyum olarak atandı. Nusaybin Nusaybin, Mardin iline bağlı Suriye sınırında Kamışlı'ya komşu ovada kurulmuş bir ilçedir. İpek yolu üzerinde Suriye ile sıfır noktasında bulunan Nusaybin, Dicle Nehri ile Fırat Nehri arasındaki havzanın yani Mezopotamya'nın kuzey kısmında bulunmaktadır. MÖ 4500 yıllarında Subarular tarafından kurulan şehir, MÖ 3000 yıllarında Sümer kralı Lugazakis tarafından “Nırbo” olarak adlandırılmış ve Çağ-Çağ deresinin batısında yeniden inşa edilmiştir. Tarih süresince yukarı Mezopotamya'nın en büyük şehri olarak sürekli yer almıştır. Kuruluşundan Sümerlerin yıkılışına kadar (MÖ 2850) Sümer imparatorluğuna bağlı kalmıştır. MÖ 2850-2300 yılları arasında Akadlar , MÖ 2300-2060 Yılları arasında Akad-Sümer imparatorluğu, MÖ 2060-1800 yılları arasında Babilliler, MÖ 1800-1305 yılları arasında Mitanililer, MÖ 1305-715 de Asurlular, MÖ 612-330 Yılları arasında Med-Persler, MÖ 330'da Selefkuslar (Selevkoslar), MÖ 130-MS 50 yılları arasında Abgar krallığı, sonra da Romalıların hakimiyetine girmiştir. MS 637 yıllarına kadar şehir sürekli Romalılar ile Sasaniler arasında el değiştirmiştir. MS 637 yılında İslam orduları hakimiyetine giren Nusaybin, sıra ile Emeviler, Abbasiler, Mervaniler, Eyyubiler, Selçuklular, MS 1258'de Hulagu hanın eline geçmiş, daha sonra Karakoyunlular, Artukoğulları ve Akkoyunlular, daha sonra da 1516 yılında Osmanlı İmparatorluğuna geçmiştir. Nusaybin'in ilk kurulduğundaki adı bilinmemektedir. Ancak Sümerler döneminde “Nırbo” denilmiştir. Babilliler şehre Armis veya Nisibis, Huri-Mitaniler Nabila, Kenge, Nas-ü-bina, Asurlular Meppin-Suba, Romalılar Antimosya, Süryaniler Nasibina-Sarbo, Sasaniler Ahvaz , Araplar Nasibeyn, Kürtler ise Nisebin, Cumhuriyet döneminde de Nusaybin adını almıştır. Görülüyor ki 5000 yıldır hep aynı isim kullanılmıştır. Tarihi süreçte birçok önemli olaya tanıklık eden şehir, en parlak dönemini MÖ 130 yıllarından başlamak kaydı ile MS 637 yılları arasında yaşamıştır. Hıristiyanlık dininin yayılması ile şehirde her türlü eğitimi veren bir fakülte kurulmuş ve eldeki tarihi verilere göre bulunulmuş? 2000 öğrenci bu üniversitede eğitim görmekteydi. En parlak dönemini ise mor efrem döneminde yaşayan okulun bir Yönetmeliğinin olduğu bilinmektedir. Tarih içinde çok sayıda farklı devletin yönetimi altına girmesiyle beraber Nusaybin birçok kültürel ve toplumsal değişikliliğe maruz kalmıştır. İslamiyet öncesi/Roma zamanında bu bölgelerde çoğunlukla Süryanilerin kaldığı bilinmektedir. Bununla beraber bu coğrafya Kürtlere de ev sahipliği yapıyordu. İslamiyet'in yayılışıyla beraber tüm İslam Aleminde olduğu gibi bu coğrafyaya da birçok Müslüman Arap gelmiş, buralara yerleşmiş ve İslamiyet'i anlatmıştır. Bunun etkisiyle beraber Kur'anı Kerim'in de Arapça olması, buralarda hızlı bir Arapça öğrenme ve daha sonraları araplaşma olarak sonuç vermiştir.Ancak yaşanan göçler ve demografik değişiklikler neticesinde,günümüz itibarıyla Nüfusun büyük çoğunluğunu Kürtler teşkil etmekte olup geri kalan nüfus Araplardan ve Süryanilerden oluşmaktadır. Kent değişik bir sosyal yapıya sahiptir. Eski yerli nüfusun çoğunluğunu kayıp etmiştir. Sınır kapısı olması, son yıllardaki mahalleden kente göçler dolayısıyla kentin sosyal yapısı tamamen değişmiştir. Bu değişiklikler ister istemez beraberinde büyük sorunları da getirmektedir. Şehir başta da belirtildiği gibi E-90 Karayolu üzerindedir. Bu nedenle ulaşım imkanları iyi bir konumdadır. Karayolu haricinde şehrin içinden geçen ancak uzun süredir uluslararası ulaşıma kapalı bir demir yoluna sahiptir. Diyarbakır'a mesafesi 152 km, Mardin'e 56 km, Batman'a 139 km, Şanlıurfa'ya 220 km, Gaziantep'e ise 360 km'dir. Zaho'ya uzaklığı 140 km, Kamışlıya ise 1 km kadardır. Kent tamamen düz bir alana kurulmuştur. İlçe sınır şehri olması dolayısı ile yerli turist bakımından oldukça şanslıdır. Hafta sonları genelde çevre il ve ilçelerden gerek ticaret için gerekse de mesire için çok sayıda yerli turist gelmektedir. Özellikle "BEYAZ SU" olarak tarif edilen Midyat-Nusaybin arasındaki sulak bölge son yıllardaki çalışmalardan sonra muhteşem dinlenme alanlarına dönüşmüştür. İlçe merkezi E-90 karayoluna 1,5 km mesafededir. Çevre yolu iki taraftan E-90'a çıkar. Yurt içindeki en yakın havalimanı 55 km mesafedeki Mardin Havalimanıdır. Aynı zamanda Kamışlı Havalimanı da şehrin 5 km güneyindedir. İlçeye aynı zamanda demiryolu ulaşımı da vardır. Kilis'ten gelen bu hattın son durağı Nusaybin'dir. Güneyde, Kamışlı'yla arasında sınır kapısı vardır. (Sınır kapısı transit değildir.) ===Kara-hava ve demir yolları ulaşımı: İlçemiz eskiden önemli kervan yolları üzerinde bulunmakta idi . Kuzeyde Samsun limanına kervan yolu ile bağlı idi . Tarihte kral yolu “Halk arasında” “İpek Yolu” olarak adlandırılan ve ilçemizden geçen E-90 karayolu Nusaybin'in gelişmesine ve önemli bir merkez olmasına büyük katkıda bulunmuştur. Japonya ve Çin'den getirilen ipekler,kervanlarla bu yoldan geçirilmiştir. Bu nedenle Nusaybin'in eski çağlarda nüfuz ve önemi büyüktür. Güney demir yolunun hizmete girmesiyle bu önem azalmış ve Nusaybin için duraklama dönemi başlamıştır. İlçemizde havayolu yapma imkanı daha önce Diyarbakır havayolları ile yapılmakta idi. 2000 yılında Mardin havaalanının açılması ile uçak seyahatleri Mardin havaalanından yolcu uçak seferleri ile yapılmaya başlandı. Mardin den haftanın beş günü sefer yapılmaktadır. TCDD yolları 1892 yılında Osmanlılar zamanında başlatılmış olup, Haydarpaşa-Bağdat demir yolları yapılmış bu proje ile Avrupa ve Asya'da Basra'ya kadar devamı sağlanmıştır. Bugüne kadar kapalı olan yol, 2001 yılında açılmıştır. Bugün Gaziantep-Nusaybin arasında çalışan bölgesel tren haftanın üç günü çalışmaktadır. Son zamanlarda toplu taşıma ve piyasadan daha ucuz ve hesaplı yük taşımaları artmıştır. Nusaybin'e diğer illerden alıcı, seker,demir ile pirinç gibi taşımalar yapılmaktadır. Yolcu taşımacılığı olarak öğrenci, köğretmen, sporcu, muhtar ile sakatlara değişik indirim uygulanmaktadır. İlçemizde Haydarpaşa-Bağdat arasında Toros ekspresi çalışmaktadır. Bu ekspresin bölgemiz için faydası büyüktür. Haftada bir gün Bağdat seferi yapılmaktadır. Berlin-Bağdat demir yolunun büyük bir bölümü sınırı izleyerek Nusaybin den Suriye topraklarına girer ve Irak'a ulaşır. Bu demir yolu 1912 yılında tamamlanmıştır. Nusaybin ve çevresinde ise MS 150 yıllarından sonra Tanrılara adanmış tapınakların üzerine kiliseler ve manastırlar inşa edildimeye başlandı. Mar Yakub, MS 3. yüzyılın ortalarında bu tarihi bölgede dünyaya gelmiş ve Nusaybin yakınlarında bulunan bir manastırda dünyadan el etek çekerek rahiplik hayatına başlamıştır. Nusaybin'den gelen yetkili kişiler Mar Yakub`u kendi manastırından alıp Diyarbakır`a götürmüş, MS 309 yılında Meryemana Kilisesi'nde toplanan episkopal kongrenin kararıyla Nusaybin episkoposluğuna takdis edilmiş ve terfi edilmiştir. Mar Yakub Nusaybin'deki kilisenin küçük olduğunu düşünmüş ve bugün bir kısmı mevcut olan Mar Yakub Kilisesi`ni 313 yılında inşa ettirmeye başlamıştır. Kilisenin içinde bulunan 3 metre uzunluğundaki taşlar, taş işçiliğini sergileyen kemerlerindeki bezemeler, kutsal ayinin icra edildiği bölümlerdeki yarım kubbeler, duvardaki diğer motifler ve yapılar büyülü bir görünüm sergilemekte Bizans imparatorluk topraklarında Nasturilere karşı girişilen zulüm hareketleri yüzünden, 489 tarihinde Sasani Hükümdarı Kubad`ın izniyle ve Nusaybin Metropoliti Barsavmo ile Urfa Okulu`nun eski rektörü Narsay`ın çabalarıyla Edessa`dan (Urfa'dan
) Nusaybin`e nakledildikten sonra, burası asırlar boyunca Nasturilerin manevi merkezi oldu. Öğretmen Narsay ve Episkopos Barsavmo okula yeni kanunlar ve düzenlemeler getirdi. 496 yılında Nusaybin Episkoposu Barsavmo`nun yerine geçen 2. Mar Huşoh bu kanunları daha da genişletmiş ve onun döneminde okul yalnız doğuda değil, Roma İmparatorluğu`nda ve Afrika`da bile büyük bir ün kazanmıştır. Nusaybin Okulu 7. yüzyıla kadar hizmet vermiştir. Kültür ve medeniyete ışık saçan bu okulların çalışmalarından dolayı Nusaybin “İlimlerin beşiği, eğitim kenti ve öğretmenlerin annesi” olarak adlandırılmıştır.120 Muhammed`in 13 torunundan biri olan Zeynel Abidin ve onun kız kardeşi Zeynep`in türbelerinin bulunduğu, ilçenin en önemli camisidir. Cami eskiden küçük bir mescitti. 1956 yılında Kaymakam Mustafa Tütüncü`nün girişimleri ve halkın yardımları ile görkemli minaresi yapılmış, sonraki yıllarda eyvan son cemaat yerine eklenmiştir. Daha sonraları da iki katlı ek bir bina yapılarak cami ilçenin en önemli ibadethanesi durumuna getirildi. Yeterli ilginin gösterilmesi ve gerekli araştırmaların yapılması halinde dünyaya ışık tutacak, medeniyetler tarihine yeni bir sayfa ekleyecek olan Gırnawas, Nusaybin`in 4 km kuzeyinde, Çağçağ Vadisi`nin Kuzey Mezopotamya ovasına açıldığı noktada, tam vadi ağzında bir höyüktür. Çağçağ`ın batısında yer alan höyük 350 m çapında yuvarlak bir alanı kaplamaktadır. Şu anda mevcut yüksekliği 25 m`dir. Çevresi sulanabilir tarım arazisi ile kaplıdır. Günümüzde basit bir kanal sistemi ile sulanan bu arazide her türlü ağaç ve sebze yetişebilmektedir. Arkeolojik önemi nedeniyle Gırnawas, birçok bilim adamı tarafından ziyaret edilmiştir. Bu kale de Bizans İmparatoru II. Konstantin`in emriyle Dimitriyos`a yaptırılmıştır. Kale dağdan inen Midyat-Nusaybin kervan yolu üzerindeki boğazın dar geçidinde, dağın bittiği yerde, derin vadide, balık biçimi, tek parça bir kayalık düzlüğünde yapılmıştır. Kale Roma-Bizans stilindedir. Oturma odaları, su sarnıçları, kuleleri ve burçları vardır. Çevresi 1000 metreden geniştir; yüksekliği 10 metreyi geçer. İlçedeki makamı çeşitli yerlerden gelen çok sayıda insan tarafından ziyaret edilen Selmân-i Pâk'ın, Muhammed'in berberliğini yaptığı söylenir. İsfahanlı Selmân-i Pâk, Mecusi (ateşperest) idi. İran'da iken kiliseye gidip Hıristiyan oldu. Daha sonra Anadolu'ya geçip kiliselerde hizmet etti. Gençlik yıllarının bir bölümünü Nusaybin'de bir kilise papazının yanında geçirdiği söylenmektedir. Daha sonraları Şam'a, oradan da Medine'ye geçti. Rivayete göre bir Yahudi'nin elinde köle durumunda bulunduğu sıralarda Muhammed ile karşılaşır ve Yahudi'den satın alınarak serbest bırakılır, sonradan da peygamberimizin berberliğini yapmaya başlar. Muhammed'in huzurunda ve sohbetinde kemâle erer; Ömer zamanında yüksek makamlara getirilir. Nusaybin ilçesinin 15 km kuzeydoğusundadır. Asurilerin Merdis, Komukların Mariis adını verdikleri Marin, Mezopotamya`nın en eski ve en büyük şehirlerinden biridir. Değişik tarihlerde çokca el değiştirmiştir. Tarihin çok eski bir şehri olan Marin, bugün taş ve toprak yığını durumundadır. Harabeler arasında Roma, Bizans ve Süryani Kadim cemaatine ait birçok kilise kalıntısı görülmüştür. Şehrin batısında bulunan kale, Marin`in geçmişi hakkında bilgi verebilecek niteliktedir. Kuzey yönüne isabet eden kesimde saraylar, kiliseler, kayaların üzerinde ve mağara girişindeki çivi ve strangila yazılar, çeşitli kabartma resimleri görülmeye değer şaheserlerdir. Şehrin üst mahallesi sayılabilecek mağaraları, mezarlardan oluşmaktadır. Akarsuyu olmadığı için her evin bir sarnıcı vardır. Ayrıca alt doğusunda 60x60x60 m ölçülerinde kayadan oyma, tavanları kemer biçiminde birbirlerine birer ara duvarla ayrılmış 4 sarnıcı vardır. Timur Cizre`yi almaya giderken, bura halkının (Timur`a karşı geldiğinden) kılıçtan geçirildiği ve böylece Marin`in bir daha şenlenmediği söylenmektedir. Nusaybin`in 15 km kuzeydoğusundaki Marin Kalesi, eski Merdis şehrinin üzerindeki yüksek kayalıklarda inşa edilmiştir. Çevre genişliği 1500 metredir. 12 kule ve burcu vardır. Güneye açılan kapısı eskiden bir demir kapı ile korunuyormuş. Kalenin doğusunda Merdis kralının şatosu bulunmaktadır. Şatonun altında kayalara oyulmuş ve derinliği 5, uzunluğu 18, genişliği 5 metre olan bir mahzen, bunun yanında da suyu eksilmeyen bir sarnıç vardır. Kalenin kimler tarafından yapıldığıyla ilgili bir kayıt olmamasına rağmen, inşa tarzından bir Bizans eseri olduğu ve tarihte birçok kez onarıldığı anlaşılmaktadır. Kalenin burç ve surları günümüze kadar özelliğini muhafaza etmiştir.122 Nusaybin`in Günyurdu (Marbobo, Merbabê) mahallesinin kuzeybatısında ve tepenin başında bulunmaktadır. Kayalara oyulu kiliseye “Yeraltı Kilisesi” de denilmektedir. Girmeli (Grêmîra) bucağının 7 km kuzeyindedir. Tûr Abidin Dağı`nın yamacında, ovadan 500 metre yükseklikte, mağara ve yapılardan oluşmaktadır. Çevrenin en eski tapınaklarındandır. Mar Evgin`in Hıristiyan azizlerinden, İncil müjdecilerinden olduğu belgelerde yazılıdır. Yapılış tarihi belli olmayan manastır halk arasında “Deyr-Marog” adıyla anılır. Bagok Dağı`nın doruk noktasındadır. Bu manastır bir tapınaktan çok büyük bir asker kışlasına benzemektedir. Yapının çok eski çağlara ait olduğu ilk görüşte hemen anlaşılmaktadır. Çok eski olan bu yapının daha sonra Hıristiyanlarca kiliseye çevrildiği tahmin edilmektedir. Mar Abraham aziz İbrahim demektir. Aziz İbrahim orta Asya'nın Kaşkar kentinden gelen eski Türk boyutlarından gelen bir hıristiyan din adamıydı. Günyurdu (Marbobo, Merbabê) ile Dibek köyleri arasındadır. Servis yolunun 500 metre doğusunda, 1254 rakımlı Bagok Dağı'nın doruk yamacındadır. 351 yılında Bizans İmparatoru II. Konstantin`in buyruğu ile yapılmıştır. (Bugünkü mevcut durumu 451 yılında yapılmıştır.) Kale, kuzeyden ovaya inen bir yolun korunmasını güvenlik altında bulundurmak bakımından önemli bir yerdedir. Ovadan bakıldığında bir kartal yuvası görünümündedir. Kuzeydoğusunda Sirvan, güneybatısında Yenikale bulunmaktadır. Kaleler birbirlerini görür durumdadırlar. Tam dağın doruğunda, kalenin güneybatısında Mar-Abraham Manastırı vardır. Kalenin 10 burcu, 3 gözetleme kulesi, içinde oturma odaları vardır. 2000 metre uzunluğundaki surlarının yüksekliği bazı yerlerde 10 metreye, burçları 16 metreye, gözetleme kulesi ise 18 metreye yaklaşmaktadır. Kaleye yalnız güneydeki kapıdan girilebilmektedir. Kale alanında su sarnıçları, odun depoları, asker odaları bulunmaktadır. Nusaybin ilçesinin 14 km kuzeydoğusundaki Aznavur Kalesi, geniş bir vadinin üzerindeki bir tepenin zirvesindedir. Kale 970'de Hamdan bin Al Hasan, Nasır Al-Davla bin Abdullah bin Hamdan tarafından inşa edilmiştir. Doğudan batıya uzunluğu 400 m'dir. Genişliği 30–60 m arasında değişmektedir. Kalenin inşa edilmiş olduğu düzlüğün zemini doğuda 800, batıda 300 m yüksekliktedir. Kale 14 burç, 2 gözetleme kulesi ile tahkim edilmiştir. Güneye açılan tek kapısı doruğa, kale meydanına gider. Burada kale beyinin mekânı görülmeye değer bir özellik teşkil etmektedir. Güneyde Suriye Ovası`na hâkim olan kulesi hâlâ ayaktadır. Xetabin (Hatabin) harabeleri Beylik mahallesinin 4 km kuzeyinde ve vadi kenarında yer almaktadır. Birçok dönem yerleşim alanı olarak kullanılan bölge, günümüzde genel olarak gezici göçerlerce kullanılmaktadır. Girmeli bucağının 1500 m güneydoğusunda, Odabaşı mahallesinin (Gündük-şükro, Gündük-a Dêrê) kuzeyinde İpek Yolu`na paralel biçimde doğuya doğru uzanan tarihi bir kanaldır. Marin (Eskihisar) şehri yöresindeki dağlık köylerde yetiştirilen üzümün, kayalardan oyularak yapılan taş teknelerinde ezilip suyu çıkarıldıktan sonra, bu kanal vasıtasıyla uzaktaki kraliyet başkenti Ninova`ya akıtıldığı söyleniyor. İlçe merkezindeki bu tak hudut kapısına giderken sol tarafta, mayınlı sahanın içindedir ve dört sütundan oluşmuştur. Bu sütunların Nusaybin Okulu`nun kalıntıları olduğu sanılmaktadır. Sasaniler tarafından 451 yılında Bizanslıların saldırılarını önlemek için yapılmıştır. 451 yılında Bizanslılarla Sasaniler arasındaki bir savaşta Sasaniler üstün gelirler. Çevre halkını esir alarak Sirvan Kalesi`ne götürürler. Komutan hastalanır; esirler arasındaki bir papaz komutanı iyileştirir, komutan da onu serbest bırakır. Baraz adlı bu komutan çok zalim bir kişi olduğu için çevre halkı isyan eder. Baraz ayaklanmayı çok şidetli bastırır ve ayaklanmacılara yardım eden Midyat ve İdil kasabalarını yağmalatır. Kale, Günyurdu mahallesinin kuzeydoğusunda, Turgutlu ile Değirmencik köyleri arasındadır. Nusaybin ilçesinin kırk kilometre kuzeydoğusundadır. Burada çok eskilere ait olduğu tahmin edilen bir şehir harabesi ile bu harabe içinde yükselen veyöre halkı tarafından”Kasrı Belek” olarak adlandırılan büyük bir şato kalıntısı bulunmaktadır. Nusaybin`in 40 km doğusunda bulunan antik Kasrı Belek mahallesinde bir harabedir. Nusaybin ilçesinin 20 km kuzeydoğusunda, Suriye sınırına yakın bir tepe üzerinde Romalılar tarafından inşa edilmiştir. Tepenin doğusunda bulunan vadiden Nusaybin-Midyat kervan yolu geçmekteydi. Romalıların Suriye`den gelecek tehlikeler için ileri karakol işlevi yükledikleri Hafemtay Kalesi uzun zaman Araplarla Romalılar arasında çekişme konusu olmuştur. Bu nedenle de adı tarihte pek kanlı geçmektedir. Kale gerek Nusaybin Ovası`na ve gerekse kervan yolunun geçtiği vadiyle Suriye Ovası`na tamamıyla hâkim bir durumdadır. Güneyden kuzeye doğru uzanan kalenin 14 burcu, 2 gözetleme kulesi mevcut olup, uzunluğu 1500 metreyi bulan surlarının yüksekliği 10, burçlar ile gözetleme kulesinin yüksekliği 20 metre kadardır. Kaleye giriş güneyden tek noktadan yapılır. Kale meydanından su sarnıçları, erzak ambarları, bazı bina kalıntıları ile yeraltı mahzenleri görünmektedir. Adı geçen harabeler birbirlerini takip etmekte olup ilçenin 30 km kuzeyinde bulunmaktadırlar. Pınarbaşı`nın üst tarafında vadiye hâkim yıkılmış kalesi mevcuttur. Pınarbaşı ile Dirim arasında bulunan ve kimler tarafından yapıldığı belli olmayan, duvarları halen sağlam, kesme taşlardan yapılmış bir şato günümüzde de dimdik ayaktadı
r. 1969 yılında yapılan ve köylere su taşıma amaçlı kanal kazısında bir küp içerisinde tamamı gümüş ve Büyük İskender`e ait sikkelerin bulunması, yerleşim alanının tarihi hakkında önemli bir bilgi vermektedir. Harabelerin bitim noktasında vadi ağzında bir höyük ve sağ tarafında bir kısmı kayalara oyulmuş, ancak tamamı tahrip edilmiş bir mezarlık alanı bulunmaktadır. Bunların haricinde ilçemizin değişik yerlerinde başka höyükler, kaleler ve yerleşim alanları da mevcuttur. En büyük höyüklerden Girmeli ve Duruca, şu anda tümüyle yerleşim alanı olmuşlardır. Birçok kale ise (Yandere ile Akarsu arasındaki Kavarêh Kalesi gibi) bilimsel bir araştırmayı beklemektedir. Üzülerek belirtelim ki birçok tarihi yerimiz ve kalemiz (Akarsu kalesi, Habis -İlkadım- vs) define bulmak uğruna ya tamamen ya da kısmen tahrip edilmiştir. Mar Evgin Manastırı`nın doğusunda Tûr Abdin Dağı`nın kayalık bir yamacındadır. Bir dizi eski yapıdan oluşmaktadır. Halk arasında “Deyr-Gazel” diye bilinmektedir. Mar Evgin Manastırı`na 5 km uzaklıktadır. Günyurdu mahallesinin kuzeyinde, tepe üzerinde bulunan kiliseye Patrik III. Yakub döneminde bazı eklemeler yapılmıştır. Nusaybin`de, şimdi yıkık bir duvardan başka kalıntısı olmayan kışla, Diyarbakır Valisi Hafız Mehmed Paşa tarafından 1837 yılında yaptırılmıştır. Büyük bir alana kurulan kışlanın 300`den fazla odası ve giriş kapısında iki büyük aslan heykeli vardı. 1891 yılında 2. Abdülhamid zamanında kurulan Hamidiye Süvari Alayları`nın Nusaybin kolu bu kışlada barınmaktaydı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında da binlerce askerin kaldığı kışlanın büyük bir bölümü 1970`lere kadar ayaktaydı. Eski kışla civarına düşen ve eski yapısından sadece minaresi kalan camiyi Mervani hanedanından Behlul Beg b. Elvend Beg`in 1588 tarihinde inşa ettiği, daha sonraları Şaban b. Abdullah adlı bir hayırsever tarafından tamir ettirildiği minarede yazılı kitabede belirtilmiştir. Nusaybin`in kuzeybatı kesiminde ve ilçeye 34 km uzaklıktadır. Direkt yol olmaması nedeniyle Büyük Kardeş mahallesi üzerinden gidilmektedir. Antik kentinhangi dönemde ve kimler tarafından kurulduğu, herhangi bir araştırma yapılmadığından dolayı, bilinmemektedir. Ancak, bulunan sikkeler Selefkus, Roma, Sasani, Bizans ve İslam dönemlerine tanıklık ettiğini ortaya koymaktadır. Yerleşim alanı çok geniş bir alanı kapsayan yerin mimari bir özelliği henüz ortaya çıkarılmamıştır. Kalesi bugünkü yerleşim alanının 500-600 metre güneybatısında olup, kale surları ve kule yerleri halen mevcuttur; ancak kuzey ve doğu tarafındaki surlar zamanla tamamen ortadan kaldırılmıştır. Güneyden kısmen taşlarla döşeli bir antik yol hâlâ uzanmakta ve güney kapısında son bulmaktadır. Kalenin içinde su sarnıçları, mağaralar ve bolca depo vardır. Değişik zamanlarda yerleşim alanında çok değerli antik eserler bulunmuş, ancak tümü kaçakçıların eline geçmiştir. (1976 yılında bir köylü tarafından tesadüfen bir mağarada bir sıra halinde kaya mezarlar bulunduğu; mağaranın tam ortasında ise üstü altın işlemeli bir örtü ile kaplı, başucunda işlemeli bir vazo ve değişik antik eşyaların olduğu tek parça ayrı bir mezar bulunduğu tüm köylülerce dile getirilmektedir.) Yerleşim alanında zaman zaman toprak altında tek parça mozaiklere de rastlandığı bilinen bir gerçektir. Sikkeler dışında heykellerin, cam vazoların, değişik mühür ve anforaların çıktığı da biliniyor. Nusaybin ilçesinin kuzeyinde ve 30 km mesafede olan bu yerin hangi dönemden kaldığı bilinmiyor. Özelliği, vadi boyunca sağlı sollu mağaralara sahip olmasıdır. 116 mağaraya sahip Bezekê`de mağaralar çift sıra, bazen de üç sıra halindedir. Tam tepesinde “Küçük Kale” denilen, ancak tamamen tahrip edilmiş olan bir kale, kuzeydoğusunda ise bir tepe üzerinde etrafa hâkim ve “Büyük Kale” denilen ikinci bir kale bulunmaktadır. Bu kalenin çevre surları kısmen yıkılmış olsa da halen yerleri bellidir. 3 km kuzeyinde “Kentur” harabeleri, bunun da 5 km kadar kuzeyinde “Der Muskê” denilen ve manastır-kale olarak kullanıldığı tahmin edilen bir yer vardır. Eylül 2016'da "PKK-KCK'ya yardım ve destek verdiği gerekçesiyle 9 Mart'ta tutuklanan belediye başkanı Sara Kaya'nın yerine 1 Eylül 2016 tarihinde yürürlüğe giren 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca kaymakam Ergün Baysal kayyum olarak atandı. Ömerli, Mardin Ömerli, Mardin ilinin bir ilçesidir. Ömerli, 1953 yılına kadar Savur ilçesine Maserti adıyla bağlı bulunan sırasıyla bir köy ve bucaktır. Kayıtlara göre cumhuriyetin ilk yıllarında da bucak olduğu bilinmektedir. 1953 yılında bucak statüsü sona erdirilip ilçe yapılmış ve Mardin iline bağlanmıştır. Savur Savur, Mardin ilinin bir ilçesidir. Savur, Arapça "savr" olarak da kullanılan, boyun anlamına gelen Süryanice "savro" sözcüğünden türemiştir. Diğer bir görüşe göre de Kumur Türkleri tarafından kurulan Savur, "Şuara" adını almış daha sonra Süryaniler tarafından "Suara" adı verilmiştir. Mezopotamya’ya hakim olan kavimler burayı da etkilemişlerdir. İlçenin tarihi Etiler’e kadar uzanmaktadır. Roma ve Bizans İmparatorluğu hakimiyetinde, Sasani ve Melikşah dönemlerinde de yerleşim yeri olarak kullanılmıştır. Savur ilçesinin merkezi, kalesi, kaya evleri, eski Ulu Camii, Romaniye ve Mor Yuhanın (Dereiçi Köyü) kiliseleri, türbeler ve Başkavak Köprüsü ile tarihî bir görünüme sahiptir. Dağ yamacına kurulmuştur. il merkezine 47 km uzaklıktadır. Kavakçılık, tahıl ekimi, bağcılık, sebzecilik önemli gelir kaynaklarıdır. Yer fıstığı ve kiraz yetiştiriciliği yapılmaktadır. Yörenin tek şarap fabrikası atıl durumdadır. Yeşilli Yeşilli, Mardin'in bir ilçesi. Yörenin geçim kaynağı tarımsal ürünlere ve nakliyeciliğe dayalıdır. İlçe bağlısı olarak merkez hariç olmak üzere ilçe merkezine bağlı; 9 köy ve 5 mahalleden oluşmaktadır. Bozyazı Bozyazı, Türkiye'nin güney ucunda Torosların eteğine kurulmuş küçük ve tipik bir Akdeniz ilçesidir. Bozyazı, kalabalık şehirlere ve tatil merkezlerine uzak olduğundan buraya henüz kitle turizmi tam olarak ulaşmamıştır ve bu nedenle şehrin sakinliği bozulmamıştır. İlçenin ayrıca 1 tanede ((Nagidos Adası)) adında adası bulunmaktadır. Bozyazı'nın kıyıları nesli çok ciddi tehlikede olan Akdeniz Foklarının önemli bir kolonisini barındırması, Bozyazı'da denizin oldukça temiz olduğunun açık bir göstergesidir. Bozyazı'da tarım alanları fazla geniş olmamakla birlikte yumuşak iklimi ve verimli topraklarıyla, Bozyazı en önemli gelir kaynağını muzve çilek tarımıyla oluşturmaktadır. Bunun yanında diğer gelir kaynakları ise portakal yetiştiriciliği, yer fıstığı tarımı ve balıkçılıktır. Bozyazı doğal zenginliklerinin yanı sıra tarihi zenginliklere de sahiptir. Bozyazı merkezde, Paşabeleni tepesinde Nagidos antik kent kalıntıları bulunmaktadır. Mersin Üniversitesi Arkeoloji bölümü tarafından burada 5 yıl süreyle sistemli kazılar yapılmıştır. En son 2002 yılında yürütülen kazılarla Helenistik dönemde önemli bir medeniyet bulunduğu kanıtlanmış, Mısır, Samos, Kıbrıs, Rodos, Knidos, Soli, Milet ve Efes gibi antik dönemin önemli kentleriyle ticari bağlantılar kurulduğu yönünde ipuçları bulunmuştur. Arkaik, Klasik ve Hellenistik döneme ait seramik, sikke ve figürinlerin yoğun olarak ele geçmesi yalnızca Nagidos için değil, kültürel, sanatsal ve tarihi açıdan oldukça karanlık olan Dağlık Kilikya bölgesi için de büyük önem taşımaktadır. 1998-2002 yılları arasında T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı izni ile Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Serra Durugönül başkanlığında yürütülen bilimsel arkeolojik kazıların sonuçları, 2007 yılında AKMED (Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü) tarafından yayınlanacaktır. Bozyazı İlçesi, Torosların eteklerinde Akdeniz kıyısında bulunmaktadır. Doğusunda Aydıncık, batısında Anamur, kuzeyinde Gülnar ve Ermenek ilçeleri, güneyinde ise Akdeniz yer almaktadır. Eğribük mevkii yüzölçümü 566 km² olup, deniz seviyesinde rakım sıfır, en yüksek noktasında ise 1760 m'dir. Yaklaşık 25 km sahil şeridine sahiptir. Önemli akarsuları; ilçe merkezinden geçerek denize dökülen Sini Çayı ile Tekeli ve Tekmen kasabaları arasında yer alan Aksaz Çayı'dır. Bozyazı'nın yüzölçümü 700 km² olup, doğusu Aydıncık ve Gülnar, batısı Anamur, kuzeyi Ermenek ilçesi, güneyi Akdeniz ile çevrili olup Mersin-Antalya karayolu üzerinde Mersin'e 220 km uzaklıktadır. İlçe, etrafa hakim olan Paşa Beleni Tepesi üzerinde MÖ V veya IV. yüzyılda Sisam Adası'nın sakinleri tarafından koloni olarak kurulmuştur. Kurucusu Sisamlı Nagis'ten dolayı kent Nagidos diye adlandırılmıştır. İlçe toprakları genelde dağlık olup engebeli ve ovalık arazisi azdır. Doğusunda Tol Dağı (1250 m), batısında Azıtepe (1.500 m.), kuzeydoğusunda Susmak Dağı (1.600 m), Kaş Dağı (1.639 m), Elmakuz Dağı (1.690 m) yer almaktadır. Bu dağların eteklerinde ve vadilerinde Kozağacı, Tersakan, Elmagözü ve Kızılca Yaylaları bulunmaktadır. Merkezden, Bozyazı (Sini) çayı geçer. Ayrıca üstünde tarihi kalıntılar bulunan sahile yakın küçük bir ada, 1982-2009 yılları arasında dolgu yürüme yoluyla karaya bağlanmıştır. Korsan Adası (nagiduda) 2009 Yılında dolgu kaldırılarak tekrar eski halini almıştır. Bozyazı Çayı (Sini Çayı) ilçenin en büyük akarsuyu olup Elmakuz ve Söğüt Dağları'nın eteklerinde doğarak kayalık bir vadiden vahşice akamaktadır. Kızılca ve Dereköy mevkilerinden doğan kaynaklarla birleşen Bozyazı Çayı güneyde denize dökülür. İlçenin kuzeyinde 14 km. uzaklıkta Bozyazı Çayı üzerinde baraj kurularak elektrik üretilmektedir. Aksaz Çayı, Bahçekoyağı, Tekmen ve Akyaka köylerinin müşterek sınırları içinden doğan Bahçekoyağı Köyü sınırları içinden doğan Karapınar Çayı ile birleşip Aksaz ovasını geçtikten sonra da denize dökülür. Gözce deresi iki koldan beslenir. Derenin birinci kolu mahallenin kendi adıyla anılan Gözce kolu, ikinci kolu Aydıncık ilçesinin Pembecik mahallesinden çıkan Buruklar koludur. Derenin su rejimi düzenli değildir. Bozyazı, 1987 yılında Merkez nahiye, Gürlevik, Çubukkoyağı, Denizciler Ağzıkara ve Çopurlu mahallelerinin de merkeze katılmasıyla ilçe olmuştur. Tekmen, Tekeli. Akcami, Bahçekoyağı, Derebaşı, Gözce, Gözs
üzce, Karaisali, Kızılca, Lenger, Narince, Tekedüzü, Kömürlü, Elmakuz, Ardıçlıtaş, Dereköy. Bozyazı'nın çekirdeğini oluşturan Paşa Beleni Tepesi MÖ V. ve IV. yy.'lar Rodos veya Sisam kolonisi olarak kurulmuştur. Kurucusu Nagis'e atfen kentin ilk adı Nagidos'tur. Her dönemde ticaret merkezi olmuştur. Mısır, Bizans, Selçuklu dönemlerine ait eserler vardır. Küçük limanı ticari amaçla kullanılmış antik bir şehirdir. Yer yer sur kalıntılarına sahip kentin hemen güneyinde daha geç dönemlere ait yapı kalıntıları bulunan Tagiduda Adası vardır. Tepenin batısındaki düzlüğün deniz kıyısında şehir mezarlığı yer almaktadır. Bulunan pişmiş toprak lahitler kurtarma çalışmaları sırasında ele geçmiştir. Bozyazı 1987 yılına kadar Anamur'a bağlı bir belediye iken, 1987 yılında Ağzıkara (Ağzara), Gürlevik, Denizciler, Çubukkoyağı köylerinin de belediye sınırlarına katılmasıyla Bozyazı'ya ilçe statüsü verilmiştir. Antik Çağ'da "Nagidos" adıyla anılan Bozyazı'nın tarihi çok eski dönemlere kadar uzanmaktadır. Sisamlı Nagis tarafından MÖ 5. yüzyılda kurulduğu sanılan Nagidos, bugünkü Paşabeleni olarak bilinen tepenin üzerindedir. Hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz kentten günümüze Paşabeleni tepesinin zirvesine yakın yerlerdeki surlar kalmıştır. İlçede Hititler,Asurlar,Lidyalılar,Persler,Romalılar, Bizanslılar, Abbasiler, Selçuklular, Ermeniler, Karamanlılar ve Osmanlılar hüküm sürmüştür. Bozyazı,Fatih Sultan Mehmet’in Karamanoğulları Beyliği’ni Osmanlı topraklarına katmasıyla Osmanlı yönetimi altına girmiştir. Bozyazı adını; Gürlevik yöresinin güneyindeki ovanın, "çorak düzlük" anlamında kullanılan "Bozalan", "Bozova", "Bozyazı" isimleriyle çağrılmasından almıştır. Sulu tarım yapılmadan önce, halk bölgenin çoraklığını vurgulamak için bu sözcükleri kullanmıştır. Günümüzde bir yolla karayla bağlanmış olan Nagidos adacığı, bu antik kentin bir parçası idi. Bozyazı, 1988 yılında da ilçe olmuştur. "Nagidos" Kelenderis gibi, bölgenin en eski kentlerinden biri olan Nagidos'un kalıntıları Bozyazı ilçesinde, kıyıya yakın bir tepe üzerindedir. Hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz kentten günümüze ulaşan kalıntılar, bu tepenin zirvesine yakın yerdeki surlardan ibarettir. Ayrıca Bozyazı Çayı üzerindeki köprünün ilk biçiminin Roma Çağı'nda yapılmış olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca bir su yolu kalıntısı ile bir hamamın temelleri yine Geç Roma, Bizans Çağı kalıntıları arasında sayılabilir. Antik kaynaklar, Nagidos'un da Kelenderis gibi, Samoslular tarafından kolonize edildiğini belirtirler. Nagidos'un MÖ 5.ve 4.yy.'larda Pers egemenliği altında olduğu, bu dönemde basılan satraplık sikkelerinden anlaşılmaktadır. Hellenistik Çağ'da,Mısır'daki Ptolemaioslar'ın etkisi altına girmiş ise de, ardından gelen korsan baskıları kentin zayıflamasına yol açmıştı. Orta Çağ'da ise, önemsiz ve yerleşmenin sadece kıyaya çok yakın olan Bozyazı adası (Nagidussa) üzerinde yoğunlaştığı anlaşılmaktadır. İlçede 26 İlköğretim Okulu, 5 lise olmak üzere toplam 31 okul, 4116 öğrenci, 225 öğretmen bulunmaktadır. Okullardaki toplam derslik sayısı ise 71'dir. İlçe merkezinde derslik başına düşen öğrenci sayısı 34, köylerde ise 32'dir. İlçedeki taşımalı 7 okul, 7 taşımalı merkez okuluna nakledilmektedir. Sağlık Bakanlığı'na bağlı olarak, ilçede 1 ad. 30 yataklı devlet hastanesi, 4 sağlık ocağı, 15 sağlık evi bulunmaktadır. Sağlık ocakları'nın ikisi kiralık binalarda hizmet vermekte, sağlık evleri'nin binası ise yoktur. Sağlık personeli olarak 10 doktor, 8 sağlık memuru, 3 çevre sağlık teknisyeni, 18 hemşire, 20 ebe, 6 memur, 4 hizmetli, 2 sıtma savaş memuru görev yapmaktadır... Bozyazı ilçesinin yüzölçümü 62.500 hektar, tarım alanı 9.947 hektar, orman ve fundalık alan 37.749 hektar, tarım dışı arazi ise 14.800 hektardır. Halkın geçimi tarıma dayalıdır. İlçenin tarıma en uygun yerleri Bozyazı ve Aksaz ovalarıdır. Doğudaki kıyı bandında Gözsüzce ve Gözce köylerinde, Tekmen ve Tekeli kasabalarında tarım alanı, deniz ile dağ arasındaki dar bir alanda toplanmıştır. Batı kıyı bandındaki ovalık alan daha geniş yer kaplar. Ovada yerfıstığı, narenciye ve turfanda sebze yetiştirilir. Son yıllarda seracılığın geliştiği ilçede muz seracılığı önem kazanmıştır. 198 dekar cam seranın 130 dekarında muz yetiştirilir. Erdemli Erdemli, Mersin ilinin bir ilçesidir. İlçenin giriş ve çıkışları çam ağaçlarıyla kaplıdır. Yüzölçümü 207.800 hektar olan ilçenin, tarım alanı 53.491 hektar, orman ve fundalık alanlar 56.406 hektar, tarım dışı arazi 97.903 hektardır. "Erdemli" isminin nereden olduğu kesin olarak belli değildir. 15 yüzyılda İç Anadolu'dan geldiği sanılan "Erdemoğulları" isimdeki bir Türkmen Aşireti'nin ismini aldığı sanılmaktadır. "Erdem"in sözlük anlamı iyilik, doğruluk demektir. Türkmen Beyi Erdem, bu güzel anlamlı sözcüğü beğendiği için aşireti'nin adına ve devamlı kalmak istedikleri bu yere Erdemli ismi verilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilanından sonra, küçük bir yerleşim iken, 1 Haziran 1954 tarihinde ilçe olmuştur. Turizmi, tarihi zenginlikleri ve doğal güzellikleri açısından önemli bir gelişme potansiyeline sahiptir.Erdemlinin ilk belediye başkanı Abdurrahman Şevk(KOCAREİS)dir.yaklaşık 20 yıl Erdemliye hizmet etmiştir. Doğuda Mersin, batıda Silifke, kuzeyde Karaman ili ve güneyde Akdeniz ile çevrilidir. Mersin - Antalya Karayolu üzerinde ve Mersin'e 35 km uzaklıktadır. İlçenin merkezinin Mersin - Antalya yolu üzerinde bulunması taşımacılığı ve ulaşımı kolaylaştırır. İlçeden Elvanlı ve Güzeloluk bucaklarına giden yol asfalttır. İlçenin bütün köyleri birbirine veya anayollara, her çeşit taşıtların işleyebileceği yollarla bağlanmıştır. İlçe merkezinin Mersin'e uzaklığı 35 km Silifke'ye 47 km, Tömük'e 13 km, Güzeloluk'a 40 km, Sorgun Yaylası'na 52 km, Toros Köyü'ne 60 kilometredir. Yüzölçümü 2863 km²'dir. İlçenin ova kısmı sıcak ve ılıman Astropikal iklim'in etkisi altındadır. Yazları sıcak ve aşırı nemli, kışları oldukça ılık ve yağışlı geçer.Yüksek dağlık bölgesi ise yazın serin ve bol yağışlı, kışın kar yağışlı ve soğuk olur. İlçenin en sıcak ayları Temmuz ve Ağustos (ortalama 28,derece dolaylarında), en soğuk ayları ise Ocak ve Şubat'tır (ortalama 15,5 derece)yıllık sıcaklık ortalaması ise 20, 23 derece civarında salınır. Yağışlar daha çok kış ve ilkbahar mevsimlerinde olur.(ortamala yağış , 1480 mm) Mersin - Silifke Karayolu'nun 49. km'sinde, Tırtar Köyü'nün deniz kıyısı tarafındadır. Geç Roma Dönemi'nde kurulmuştur. Kalıntılar arasında saray olabilecek bir yapı, hamam, sarnıç vs. bulunmaktadır. 15.000 ton zeytinyağı alabilecek kapasitedeki yapı hâlen ayaktadır. Mersin İli, Erdemli İlçesi, Ayaş Kasabası'nın 11 km kuzeybatısındadır. Karaahmetli Köyü'ne bağlıdır. Antik kentte Helenistik, Roma, Geç Roma, Erken Bizans dönemi yerleşim izlerine rastlanmaktadır.Oldukça sağlam durumdaki Kilise, kule, sarnıç, peristilli ev kalıntılardan birkaçıdır. Mersin ili, Erdemli İlçesi, Ayaş Kasabası'nın 8 km kuzeybatısındadır. Helenistik Dönemde tapınak, yerleşim alanı ve nekropol alanı olarak kullanılmıştır. Poligonal duvar tekniğinde yapılmış Hermes Tapınağı bulunmaktadır. Roma Dönemi'nde de iskân görmüştür. Erdemliye 20 km. Mesafede olup ismini tam ortasında bulunduğu sinap köyünden almaktadır. Büyük bir kısmı yıkılmış olan taş yapının ermenilerden kaldığı bilinmektedir. Tömük - Elvanlı - Arpaç - Karayakup - Sinap köyü güzargahı takip edilerek Tarihi yapının bulunduğu yere kadar asfalt yol mevcuttur. Mersin İli, Erdemli İlçesi, Ayaş Kasabası'na olan uzaklığı 15 km. kadardır. Kanlıdivane - Çanakçı Köyü yol ayrımından stabilize bir yolla gidilmektedir. Ayrıca Limonlu Kasabasına 8 km mesafede olan Batısandal Köyü yolu ile de ulaşılabilmektedir. Örenyeri Geç Helenistik, Roma, Erken Bizans dönemlerinde yerleşim görmüştür. Antik kentin taş döşeli alt yapısı halen sağlam durumdadır. Zamana karşı koyan burç ve giriş kapısı kalıntıları ziyaretçilere eskiden burada kurulmuş olan şehrin ana hatlarını anımsatır durumdadır. Bazilikası, sarnıçları hâlen ayaktadır. Lahitler kente girişi sağlayan stabilize yolun kenarında bulunmaktadır. Mersin-Silifke karayolunun 63 km sinde, Kızkalesi Beldesi'ndedir. Roma ve Bizans dönemlerinde yoğun olmak üzere İslâmî devirlerde de iskân görmüştür. Nekropol alanından çıkarılan eserlerden burada ilk yerleşimin MÖ 4. yüzyıla ait olduğu anlaşılmıştır. MÖ 1. yüzyılda kendi adına para bastırmıştır. M.S. 12. yüzyılda kıyıya yakın adacık üzerinde beldenin adını aldığı kale yaptırılmıştır. Zeytinyağı ihraç merkezi olan örenyerinde iç ve dış kale, kiliseler, sarnıçlar, su kemerleri, kaya mezarları, lahitler ve taş döşemeli Roma yolları çok sağlam ve ayaktadır. Mersin-Silifke karayolunun 55. km'sindedir. [Ayaş] Belediyesi sınırları içerisinde yer alan [Ayaş] Elaiussa-Sebaste örenyeri MÖ 2. yüzyılın sonlarında kurulmuştur. Özellikle Roma ve Bizans dönemlerinde iskân görmüştür. Sit alanı içerisinde nekropol, antik tiyatro, sarnıçlar, su kemerleri vs. yer almaktadır. İtalyan bir heyet tarafından 1995 yılında bilimsel kazı çalışmaları başlatılmıştır. Erdemli'ye 5 km uzaklıktadır. Mersin-Erdemli karayolunun 28 km'sinde bulunan "Tömük" Kasabasında yolun solundadır. Mersin-Silifke karayolunun 50. km'sinde, Ayaş Mevkii'nin 3 km kuzeyinde yer alır. Eski adı Kanytelleis olan örenyerinde ilk iskân MÖ 3. yüzyıl sonlarına rastlamaktadır. Helenistik Döneme ait bir kulenin bulunduğu şehir 11. yüzyıla kadar varlığını korumuştur. Çanakçı kaya mezarları da örenyeri sit alanı içerisindedir. Şehrin içerisindeki obruk da, eskiden suçluların vahşi hayvanlara parçalatıldığı inancından halk arasında "Kanlı Divane" diye anılmaktadır. Obruğun kuzey tarafında zırhlı ve kılıçlı bir asker, güneyinde beş kişilik bir aile kabartması bulunmaktadır. Helenistik kulenin batı duvarındaki kitabede, kulenin rahip krallardan Olbalı Tarkyaris' in oğlu Teukros tarafından Zeus için yaptırıldığı belirtilmektedir. Şehrin kuzeyindeki hiç bozulmadan gelebilmiş anıt mezarda Kanytelleis' in önde gelenlerinden Aba, kocası ve iki oğlu için yaptırmıştır. Geniş bir obruğun etrafında II. Teodosius (
408 - 450) tarafından kurulan bu şehirde bazilikalar, sarnıçlar, lahitler, anıt mezarlar bulunmaktadır. Erdemli İlçesi, Kocahasanlı sınırları içerisinde Yapısıgüzel, Hayrat, Köşkerli, Üçtepeler mevkilerinde Roma ve Bizans Devrinden kalma çok sağlam durumda antik kalıntılar mevcuttur. Çamlık Erdemli'nin Kocahasanlı çıkışında bulunmaktadır . Yazın piknik yapmak isteyen Erdemliler ve çevre şehirlerden gelen vatandaşlar denize de girebilmekteler. Erdemli'nin Geleneksel Türkmen Şöleni'ne her yıl mayıs ayında ev sahipliği yapmaktadır. İlçede limonculuk muz ve seracılık Karahıdırlı ve diğer yaylalarındada kivi yetiştiriciliği gelişmiştir. Turfanda yetiştiriliğinde hatırı sayılır bir yeri vardır. İlçe hızla gelişmekte olup dışarıdan göç almaktadır.İlçede tüm tropikal ürünler yetiştirilebilir. İlçe halkının çoğunluğu yörük kökenli olduğu için yazın yaylalara çıkma geleneği hâlen devam etmektedir. Yayla döneminde yaylalarda ihracatlık domates, salatalık ve fasulye yetiştilmekte ve pazarlanmaktadır. Mersin ilinde turfanda sebzelerin ve turunçgillerin en çok üretildiği ilçe Erdemli'dir. Önemli sanayi kuruluşlarının bulunmadığı ilçede geçim kaynağı tarıma dayalıdır. Çeşitli sebze ve meyveler özellikle narenciye, muz tropik meyveler ve seracılık ile el sanatlarından dokumacılık ilçe ekonomisinde önemli bir rol oynar. Alata Bahçe Kültürleri Araştırma ve Eğitim Merkezi bu konuda öncülük yapmaktadır, ilçede turfanda sebzecilik sera tekniğiyle yapılmaktadır. Özellikle Kocahasanlı, Tırtar, Lamas, Kargıpınarı, Koyuncu, Toros ve Çeşmeli'de bulunan geniş sera alanlarında domates, salatalık, biber ve kabak turfanda olarak yetiştirilir. Dağlık ve yaylalık alanlarda buğday, arpa, nohut, kaynak sularının etrafında şeftali, elma, kiraz; dalgalı arazide üzüm, zeytin ve incir üretilir. Bağların ve bahçelerin kenarlarında armut, erik, kayısı, vişne, ayva, badem, dut ağaçlarından da belirli oranda gelir elde edilir.Ayrıca ilçede birçok tropikal ve egzotik meyveler önemli ek kazanç sağlar bunların başında ağaç kavunu ve papaya gelir ayrıca ananas ve muz tarımıda oldukça yaygın ve büyük miktarladır.. Hasköy, Muş Hasköy, Muş ilinin bir ilçesi. Hasköy ilçesinin tarihi, Bizans devrine kadar uzanmaktadır. 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi'nden sonra ilçe halkının büyük bir kısmı Basra'dan göç ederek, Sason ve Mutki ilçeleri üzerinden gelip, ilçeye yerleşmiş Araplardan oluşmaktadır. Bölge halkı eski tarihçelere göre sahra askeri olarak da bilinmektedir. Malazgirt Meydan Muharebesi'nden sonra tarih boyunca Anadoluda yaşadıkları bu bölgeleri haçlı seferlerinden korumuşlardır. Eski adı halk dilinde telaffuzu bozulmuş Derhas yani Arapça Deyr Khas (Has Kilise) olan bu ilçenin ismi Cumhuriyetten sonra Hasköy olarak değiştirilmiştir. Batı ve kuzeybatıda Muş, kuzeydoğuda Korkut ilçesi, doğu ve güneyde ise Bitlis ili hudutları ile çevrilidir. Yüzölçümü bakımından ilin en küçük ilçesidir. İlçenin deniz seviyesinden ortalama yüksekliği 1400 metre civarındadır. İlçenin güneyi engebeli bir alana sahip olduğundan, bu kesimde ortalama rakım 1850 metreye kadar çıkmaktadır. İlçenin kuzeyinde ise Korkut ilçesi sınırları içerisinde kuzeybatı-güneydoğu doğrultulu Otluk ve Karaçavuş dağları uzanır. İlçe alanının büyük bir bölümünü kaplayan Muş ovası bu iki yükselti arasında yer almaktadır. Hasköy ilçesinin en önemli akarsuyu Karasu ırmağıdır. Sazlıkbaşı köyünün güneyinden ilçe sınırlarına giren Karasu ırmağı, güneydoğu istikametine doğru akar ve Düzkışla beldesinin batısında ilçe hudutlarını terk eder. Ayrıca ilçenin içersinden geçmekte olan Değirmen deresi Karasu ırmağına dökülmektedir. Otluk ve Karaçavuş dağlarının zirve bölümü ormanlık olup, bu bölümle ovaya doğru uzanan vadi tabanları örtü gizleme yapar. İklim Doğu Anadolu’nun karasal iklim özelliklerine sahiptir. Kışları çok soğuk ve kar yağışlı, yazları ise sıcak ve kurak geçmektedir. İlçe köy iken, 1968 yılında kasaba, 19 Haziran 1987 Sayılı Kanunla ilçe durumuna getirilmiştir. Kuruluş yılında ilçeye 1 kasaba 47 köy bağlı iken, Korkut beldesinin 1990 yılında ilçe oluşuyla 30 köy Korkut ilçesine bağlanmıştır. İdari yönden 1 belde, 17 köy ve 3 yerleşim birimi Hasköy ilçesine bağlı bulunmaktadır. İlçe merkezinde 3 (Kültür, Sunay, Sayanlar), Düzkışla beldesinde 3 (Yenimahalle, Kültür, Bahçelievler) olmak üzere 6 mahalle muhtarlığı vardır. İlçe olmadan önce merkezde 1 lise, 3 ilkokul ile okuma-yazma oranı oldukça düşüktü. O tarihten sonra ilçede 1 YİBO, 2 İlköğretim okulunun açılması okuma oranını yükseltmiştir. Genelde kızların ilçe merkezinde okuma oranı % 76 erkeklerin ise % 91, köylerde ise kızların okuma oranı %67 ve erkeklerin ise okuma oranı % 78’dir İlçede 1996 yılında faaliyete giren İlçe Halk Kütüphanesi'nde 3010 demirbaş kitap bulunmaktadır. İlçeyi Muş Amatör Kümede Hasköy Spor Kulübü, Yıldız Spor Kulübü ve Dağdibi Spor Kulübü temsil etmektedir. İlçe merkezinde küçük bir stadyum bulunmaktadır. tarım ve hayvancılık ilçe ekonomisinde önemli yer tutmaktadır. İlçede otobüs işletmeciliği ve yurt dışında işçi olarak çalışan halkın çokluğu ilçenin ekonomik gelişmesine katkıda bulunmaktadır. Domates, biber, patlıcan, soğan, fasulye ve kavun-karpuz yetiştirilmektedir. Tütün, şeker pancarı ve buğday halkın başlıca geçim kaynağını teşkil etmektedir. 3 yerleşim yerinde (İlçe merkezi, Büvetli ve Dağdibi köylerinde) arıcılık yapılmaktadır. 450 kovan mevcuttur. İlçede Holştain, Brown, Swis ve melez olmak üzere süt ve et hayvancılığı yapılmaktadır. İlçede yıllık olarak büyük baş hayvanlardan 3.950 ton, küçükbaş hayvanlardan 93,5 ton süt elde edilmektedir. Hayvansal ürünler genellikle üreticilerin kendi ihtiyaçları için üretilmekte, fazla kısmı ise çevre pazarlarında satılmaktadır. İlçe merkezi; Muş ilimizi Doğu Anadolu'nun diğer illerine bağlayan karayolu ağı üzerinde bulunmaktadır. İlçe merkezi Muş iline 18 km uzaklıkta olup yol asfaltla kaplıdır. Ayrıca ilçemiz sınırları içerisinden Muş-Tatvan demiryolu hattı geçmektedir. Köy yollarımızın 1998 yılı içinde valilikçe yapılan çalışmalarda 14 köyümüze asfalt kaplama tamamlanmış, diğer yollarımız stabilize kaplamadır. 1985 yılında faaliyete giren posta işletmesi merkezde 1300, Gökyazı köyünde 228, Umurca köyünde 254 kapasiteli telefon santrali ile hizmet vermektedir. İlçe merkezi Sunay, Kültür ve Sayanlar mahallelerinden oluşmaktadır. Köylerimizin geçim kaynakları tarım ve hayvancılıktır. Elektrik, yol ve telefon gibi hizmetler köylerimizin tamamına ulaşmıştır. Köylerimizde en büyük eksiklik içme suyunun giderilmemiş olmasıdır. 17 köy, 3 yerleşim yeri vardır. Dağdibi ve Gökyazı köylerinde köy konakları vardır. Dağdibi, Gökyazı, Otaç ve Sarıbahçe köylerinde sağlık evi mevcuttur. İlçede Hasköy merkez ve Düzkışla kasabasında belediye teşkilatı mevcuttur. Düzkışla belediyesi 1992 yılında kurulmuştur. Bahçeli evler (yerel dille "Barakalar"), Kültür (yerel dille "Bakkalcının mahallesi") ve Yeni mahalle (yerel dille "Rıbatolar mahallesi") olmak üzere 3 mahalleye hizmet vermektedir. Malazgirt Malazgirt, Muş ilinin bir ilçesidir. Ovası, kalesi ve tarihi Malazgirt Meydan Muharebesi ile tanınmış bir ilçedir. İlçenin yüzölçümü 1534 km²'dir. Muş iline 137 km uzaklıktadır. İlçe, doğusunda Patnos, batı­sında Bulanık, güneyinde Ahlat ve kuzeyinde Murat Nehri ile çevrilidir. Van Gölü havzasında milattan önceki dönemlerde kurulan Urartuların başlarında Menuas adlı bir kral bulunmakta ve Malazgirt adının bu kralın adıyla ilgili olduğu görüşü ağırlık kazanmaktadır. Bu hükümdara ait bir kitabeden anlaşıldığına göre, kral bugünkü Malazgirt civarında Menuasın kenti (Menuahina) adında bir şehir kurmuş ve isimi buradan türemiştir. Şehrin Ermenicede adı da Manavazekert veya Manazkert olduğuna göre bu tespit doğru olabilir. Arap Kaynaklarında ise Manazcird olarak geçer. Ortaçağdaki Bizans kaynaklarında ise Manazkert olarak geçer. Daha sonra ismi Malazgirt'e dönüşmüştür. Halkı ise kalesinden dolayı şehre Kele der. Malazgirt ve çevresi yakın diğer bölgelerde olduğu gibi şu devletlerin egemenliğinde kalmıştır: Asurlular, Hasaniler, Urartular, İskitler, Ermeniler, Gürcüler, Medler, Pers, Roma, Partlar, Sasani, Bizans, Emeviler, Abbasiler, Selçuklu, Ahlatşahlar, Anadolu Selçukluları, Moğollar, İlhanlılar, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Timur, Eyyubi, Osmanlı, Safeviler. Daha sonraları tekrar Osmanlı hakimiyetine girer. Urartular dönemi, Pers dönemi, Ermeni Krallığı dönemi ve 1071 Malazgirt Savaşı ve Selçuklu dönemi ilçe tarihi açısından önemlidir. 1071'de Selçuklu sultanı Alparslan Malazgirt'te Bizanslıları yener. Bu zafer,hem Türk birlikteliği için hem de Malazgirt tarihi için önemli bir yere sahiptir. Malazgirt İlçesi Muş iline bağlı bir ilçe olup, yüz ölçümü 1534 km²'dir. İlçenin Muş iline karayolu uzaklığı 137 km'dir ve Muş'a en uzak ilçesidir. Malazgirt ilçesi Doğu Anadolu Bölgesinde Van Gölünün kuzeyinde Muş İlinin en büyük ilçesidir. İran ile Türkiye arasındaki gümrük kapısı olan Kapıköy'e 156 km uzaklıktadır. Doğubayazıt-Bakü'yü birbirine bağlayan Gürbulak sınır kapısına ise 156 km uzaklıktadır. Malazgirt, Ahlat arasındaki uzaklık 34 km'dir ve Ahlat ile tarihi, ticari ve kültürel ilişkileri gelişmiştir. Bulanık ve Patnos'a da yakındır. Fırat Nehrinin bir kolu olan Murat nehri, ilçenin kuzeyinden geçer. Bu nedenle Murat nehri havzası içerisinde yer alan bir ilçedir. Jeolojik zamanlardaki tektonik kırımlarla yer yer küçük depremler, geniş tabanlı Malazgirt Ovası'nı meydana getirmiştir. İlçenin güney kısmını kuşatan ova yüksek bir plato görünümünde olup, plato zamanla, gerek Süphan dağının gerekse eteğindeki küçük volkanların çıkarmış oldukları lavlarla ve yer yer kaya yığınlarıyla kaplanmıştır. Selçuklu dönemine ait tarihi şehitler mezarlığı, Malazgirt Kalesi, Hatun Köprüsü, Kız Köprüsü, Bostan Kalesi görülmeye değer yerlerdir. İlçede çeşitli höyük ve mağaralar da bulunmaktadır.Ayrıca tıkızlı kalesi,zincirli kalesi vardır,tarihi ipekyolu da malazgirt ten geçiyordu. ilçede höyük olarak ; 1-konakkuran höyüğü 2-bostankale höyüğü 3-adalar höyüğü bulunmaktadır Mal
azgirt Kalesi'nin tarihi Urartulara kadar uzanmaktadır. İlçenin sembolü olan kale, Diyarbakır surlarıyla benzer özelliklere sahiptir. Kalenin surları 1750 metreyi bulur. Günümüzde mesire yeridir. Kale Parkı, Avrupa'nın en güzel parklarından biri olarak seçilmiştir. Kültür Bakanlığı tarafından 1989 yılında yapılan 42 metre yüksekliğinde bir anıttır. Anıt sütunları arasındaki boşluklar Türkler'in Anadolu’ya geçişini, sütunlar ise Anadolu’nun Kapısını simgelemektedir. Anıtların bulunduğu yerde 26 Ağustos'ta kutlamalar yapılır. Hem bu anıtın yapılış düşüncesi hem de yapılan Kutlamalar ilçenin tarihi, kültürü ve gerçekliği ile bağdaşmamaktadır. Bu anıta yüklenecek en doğru anlam Türk birlikteliğidir. Yine Kutlamaların ruhu da bu düşünceye dayandırılmalıdır. Zengin tarihi kalıntılara sahip olan ilçenin, turizm alanında büyümesi ve gelişmesi planlanmaktadır. Doğu Anadolu'daki kültürel turlara Malazgirt, Muş ve Ahlat çevresi de katılarak Selçuklu rotası oluşturulmaktadır. Zengin tarihi yanında coğrafyasıyla ve doğal güzellikleriyle de önemli yerleşim merkezidir. İlçenin en önemli geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Başlıca tarım ürünleri buğday, şeker pancarı, arpa, nohut, mercimek ve fasulyedir. 2000 yılından bu yana bahçecilik gelişmekte ancak, şeker pancarı üretimi ve hayvancılık gerilemektedir. Yem fabrikası önemli sanayi tesisidir. Malazgirt yem fabrikası 2000 yılından beri faaliyettedir.Sanayisinde ve tanıtımında büyük önem kazandıracak olan dünyada ilk icad edilen halı kurutma makinesi nin ilk ar-ge çalışmaları burada yapılmaktadır,2013 yılında seri üretim yatırımının burada yapılması içinde gerekli altyapı çalışmaları sürmektedir. ayrıca nisan 2010 ilçe tarım hayvan sayımı verilerine göre malazgirt ve köylerinde toplam 55000(ellibeşbin) büyükbaş hayvan bulunmaktadır. Royal Koza Otel, Malazgirt Otel ve Serhat Otel bölgedeki konaklama yerleridir. İlçenin yerel gazetesi Haber 1071 ve Alparslan Diyarı gazeteleri bulunmaktadır. Altınordu, Ordu Altınordu, Türkiye'nin Ordu ilinin bir ilçesi. 92 mahallesi vardır. Altınordu, 2013 yılında çıkarılan 6447 sayılı kanun ile Ordu ilinde büyükşehir belediyesi kurulması ve Ordu merkez ilçesinin kaldırılması sonucu ilçe oldu. Çamaş Çamaş, Ordu iline bağlı bir ilçe. Sarıçiçek Yaylası ve Gelin Kayası önemli noktalarındandır. Ana geçim kaynağı fındık üretimidir. En yakın ilçe 20 km uzaklıktaki Fatsa'dır. Ordu il merkezine uzaklığı 50 km'dir. Çamaş ve yöresi Ordu İlinin eski bir yerleşme bölgesidir. Çamaş yöresi tarihinin MÖ 3. yüzyıla kadar indiği bilinmektedir. Çamaş adının, 1485'lerden evvel Tımar Beyliği yaptığı bilinen Mehmet ÇAMAŞ Bey'in adından dolayı verildiğini tarih kitapları yazar. Danişmentli Beyliği sonrası dönemde, Osmanlı Devletinin idari teşkilatı kayıtlarında Ordu İlinin Perşembe, Ulubey Hapsamana, Aybastı bucakları arasında Çamaş Bolaman Nahiyesi adına rastlanmaktadır.1800'lü yıllara ait Osmanlı arşivlerinde Mehmed Çamaş Bey soyundan gelen Hacı Alizadeler (Çamaş Ailesi) bölgenin yönetiminde söz sahibidir.Hacı Alizade Hasan Ağa'nın ahali vekili olduğu ve Hacı Alizade Mehmed Bey'in Kaza Müdürü olduğu bilgisine rastlanmaktadır.Daha sonra Çamaş , Bolamanla birlikte 1850 yılına kadar "Çamaş Bolaman Nahiyesi" adıyla bir merkezden idare edilmiştir.Son dönemde Osmanlı Tımar sistemi bozulduğunda yerine İltizam sistemi gelmişti , 1908 yılına ait bir kayıttan anlaşıldığı kadarıyla Çamaş ve buna bağlı 12 köyün aşar vergisi mütegallibeden Hacı Alizade Osman Ağa ile Hacı Alizade Abdullah Beyler tarafından toplanmaktaydı.Bu kayıtlarda Osman Ağa ve Abdullah Bey'in unvanları Çamaş Kazası Aşar Mültezimi olarak geçmektedir.Ordu'nun en büyük konağı olan Cevat Bey Konağı , Hacı Alizade Osman Ağa tarafından yaptırılmıştır.Yine 1811 yılında inşa edilen Tarihi Külekçi Camii de Hacı Alizadeler tarafından yaptırılmıştır. 1930 yılında ise Çamaş ayrı bir bucak haline gelmiş ve Ordu Merkez İlçesine bağlanmıştır. 1944 yılında ise köyleriyle birlikte Fatsa ilçesine bağlanarak belde olmuştur. Bugünkü Çamaş ilçesi sınırları içinde kalan bölgede, 1971 yılında Çamaş sarıyakup köyü Belediyesi, 14 Şubat 1975 tarihinde Çamaş Belediyesi kurulmuştur. 17 Mart 1985 yılında her iki belediye "ÇAMAŞ BELEDİYESİ" adı altında birleştirilmiş, sonrasında 20 Mayıs 1990 tarih ve 20423 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 9 Mayıs 1990 tarih ve 3644 Sayılı Kanunla Çamaş İlçesi adıyla ilçe olmuştur.Şimdiki Nüfusu (2014) 10,403 tür. İlçenin arazi yapısı çok engebelidir. Yerleşim ise dağınıktır. Bu yüzden devlet hizmetlerinin götürülmesi anlamında büyük zorluklar çekilmektedir. 7 Köy ve 16 mahalleden oluşan ilçenin 2000 nüfus sayımına göre nüfusu 10.177 mahalle ve 3.610 köy olmak üzere toplam 13.787'dir. Denize uzaklığı 20 km olan Çamaş'ın sınırları doğu ve kuzeyi Fatsa İlçesi, batısı Çatalpınar İlçesi, güneyi Gürgentepe İlçesi ile çevrilidir. Ortalama rakım 550 metredir. İlçenin genel olarak yüzölçümü 81,180 Km²'dir. Çamaş'ın ekonomisi büyük oranda fındık tarımına bağlı olmakla birlikte, bölge halkının önemli bir kısmı yurt içi ve yurt dışı inşaat sektöründe çalışarak geçimini temin etmektedir. Tarıma dayalı ekonominin yetersizliğinden kaynaklanan nedenlerden dolayı son yıllarda sanayileşmiş kentlere göç hızlanmış, nüfusta azalma eğilimi başgöstermiştir. Çamaş'ta birçok programlı Anadolu lisesi, bir imam hatip ortaokulu, merkezde dört, köylerde altı ilkokul bulunur. Çatalpınar Çatalpınar, Ordu ilinin bir ilçesidir. Fatsa'ya 20 kilometre, Altınordu'ya 56 km uzaklıktadır. Geçim kaynakları tarım ve hayvancılıktır. Fındık yetiştirilir.Burada fındık yetiştirilmeden önceki geçim kaynağı mısır idi. İlçenin ilk adı Çatak'tır. Bu isim 1900 'lü yıllarda buradan geçen yolcuların konakladığı bir han bulunurdu. Ordu'nun Aybastı ve Fatsa ilçelerinden gelenler burada çatıştıkları için yerleşim yeri Çatak adını almıştır. Çatak daha sonra belde olunca, ilçeyi bir çatal gibi arasına alan Bolaman ve Keş ırmaklarından esinlenerek yerleşim yerinin adı daha sonra Çatalpınar olarak değiştirilmiştir. Çaybaşı Çaybaşı, Ordu ilinin bir ilçesidir. İlçenin kuzey ve doğusunda Ünye, batısında İkizce, güneyinde Akkuş ilçe sınırları bulunur. Yüz ölçümü 165 km²'dir. Çaybaşı Ünye İlçesine bağlı bucak iken 1990 yılında Anavatan partisi Kamil Uzun'un belediye başkanlığı döneminde TBMM'nin aldığı bir kararla ilçe merkezi olmuştur. Merkezin yükseltisi 530 m olup, Karadeniz sahil yoluna uzaklığı 21 km'dir. Şehir merkezi Akçay ve Cüri ırmakları arasında yükselen arazi üzerinde, yani bu iki ırmağın su toplama havzalarını ayıran su bölümü çizgisi üzerinde kurulmuştur. İlçe orta Karadenizde yer aldığından Doğu Karadeniz dağları kadar sarp ve dik bir topoğrafyaya sahip değildir. Yörede güneye doğru yükselen arazide görünüşe yassı topoğrafya şekilleri hakimdir. Vadi tabanları Çaybaşı ilçe sınırlarında biraz daha genişlemiştir. 2002 yılında Çaybaşı sosyal yardımlaşma ve dayanışma derneği kurulmuş, ilçeye ve gurbetteki Çaybaşılılara çeşitli imkânlar sağlanmıştır. İlçe, 22 Mahalleden oluşmaktadır. Çaybaşı ilçesinde kısa ve uzun süreli göç hareketlerinden söz etmek mümkündür. Kısa süreli göç hareketleri,daha çok civar köylerde yaşayan halk için geçerli olmaktadır. Bu harekete katılan insanlar yılın belirli dönemlerinde inşaat işinde çalışmak için ilçe sınırları dışına çıkarlar. Ağustos ayı içinde Çaybaşı'na fındık toplamak amacı ile ilçe dışından nüfus gelir. Özellikle ağustos ayı içinde ilçede nüfus fazlalığı ve hareketliliği artar. Uzun süreli nüfus hareketlerine bakıldığında ilçenin her dönemde göç verdiği görülür. 1950'lerde başlayan göç hareketleri özellikle 1970'lerden sonra hız kazanmıştır. Köylerden, mahallelerden, ilçe merkezinden İstanbul, Bursa, İzmit gibi büyük şehirlere göç yaşanır. İş bulup hayatını belirli düzene soktuktan sonra ailesini yanına alan kişi uzun süreli göç hareketine katılmış olur. Bu göçün nedenleri arasında şu faktör daha belirgin olarak ortaya çıkar:Yörede fazla olan nüfusun zamanla tarım toprakları üzerinde baskısını arttırması ve insanlara geçinmek için yeteri kadar tarım toprağı düşmemesi, topraktan alınan mahsülün kazancı ekonomik çöküntüye sebep olmasıdır. Çaybaşı şehir merkezi çevre köy ve mahallelerdende göç alır. Bu durumun nedeni de daha çok, şehirsel imkân ve olanaklardan yararlanmaktır. Bu göç hareketi de ilçe merkezinin nüfuslanmasına, ev sayısının artmasına, şehrin yatay yönde büyümesine katkı sağlamaktadır. Buna rağmen ilçemizde görev yapan memurların yerleşim yeri olarak komşu ilçe Ünye'yi tercih etmesi de gerçek nüfus oranının düşük çıkmasına yol açmıştır. Bir dönem kaymakamlık memurların ilçe dışında ikamet etmemelerini tavsiye etmişse de bunun önüne geçilememiş tercihin ünye olmasının sebepleri araştırılarak giderilememiştir. Oysa ilçede çalışarak gelir elde edenlerin gelirlerini ilçede ikamet ederek ekonomiye katkı sağlamalarını istemek en doğal haktır. Gölköy Gölköy, Ordu ilinin bir ilçesidir. Yüzölçümü 349 km²'dir. İlçe merkezi Ordu-Sivas karayolu üzerine kurulmuştur ve Ordu merkeze uzaklığı 63 km'dir. İlçe sınırları içerisinde iki doğal göl vardır: Ulugöl ve Gök Gölü. Ulugöl, 30.000 m²'lik alanıyla Ordu ilinin en büyük doğal gölü özelliğini taşır. Ulugöl İlçeye 15 km mesafede bulunurken, Gök Gölü ilçe merkezinde yer almaktadır. İlçenin tarihi Ordu ili ve yöresinin tarihi ile birlikte incelenmelidir. Tarihte Hapsamana bugünkü ismi ile Gölköy olarak geçen yerde tarih içerisinde çiftçilikle ve madencilikle uğraştığı belirlenen Tibarenlar, Khalibler, Mossinoikler adı verilen Tzanik kabileler yaşamışlardır. 1204 yılında Trabzon İmparatorluğu'nun kurulması ile yerel güçlerin egemenliğine girmiştir. Anadolu Selçuklu Devleti'nin; İlhanlı Devleti'nin egemenliğine girmesi ile Anadolu'ya gelen Türk boyları kendi beyliklerini kurmuşlardır. Bunlardan biri de Mesudiye Milas beyi Hacı Emiroğlu Bayram beydir. Beyliğin hudutları Fidaverendi Hapsamana, Uluğbeğlü, Bayramlu, Milas ve Reşadiye ilçesinin bir bölümüdür. Sanıldığı gibi Şıhman Köyü hiçbir zaman belde ya da nahiye konumund
a olmamıştır. Asıl yerleşim alanı olarak gerek yerli Hıristiyanlar, gerekse Hacı Emiroğulları bugünkü Kale Köyü ile Çatak Köyü çevresini merkezi yerleşim alanı olarak kullanmışlardır. 1455 tarihli tahrir defterinde yöre ile ilgili birçok kayıt ve yer isimlerine rastlanmakla beraber Hapsamana Kalesi'nin üs olarak kullanıldığı açıkça belirtilmektedir. Bizans döneminde yapılmış ve Osmanlı döneminde de kullanılmış olan Hapsamana Kalesi ve Çatak Köyü'nde bulunan tarihi mezarlar, oyma yapılar, mağaralar ayrıca yine Çatak Köyü sınırları içinde bulunan Geyik Kayası, evlek tarla, Pennecük Tepesi gibi doğa harikası yerler ile tarihi hamam ilçenin ziyarete değer yerlerinin başında gelmektedir. Son zamanlarda Çatak Köyü ve Cihadiye Köyü ve Ulugöl başta olmak üzere ilçenin birçok köyü, doğal manzara meraklılarının akınına uğramaktadır. Orta Karadeniz'de yer alır. Ordu, kuzeyinde Karadeniz, doğusunda Giresun, batısında Samsun, güneyinde Sivas ve Tokat illeri ile çevrilidir. Konumu 40-41 derece kuzey paralelleri, 37-38 derece doğu meridyenleri arasındadır. Orta ve Doğu Karadeniz bölümlerinde toprakları bulunan bir ildir. Yüzölçümü 5963 km² dir. Ordu`da tipik bir Karadeniz iklimi hakimdir. Kışlar serin, yazlar ılık geçer. Yılın hemen hemen bütün aylarında yağış vardır. Genelde ılıman bir iklim yapısına sahip olmakla, coğrafi yapısı itibarıyla, deniz ve kara olmak üzere iki farklı iklim karakteri gösterir. Kıyıya paralel bir duvar gibi uzanan dağlarla sahil arasında geçiş iklimi görülür. Ölçümlere göre, ensoğuk ay, ocak-şubat aylarıdır. Bu aylarda en düşük sıcaklık sıfırın altına inmekte, 6-7 derece dolaylarında gerçekleşmektedir. İç bölgelerde ensoğuk ay Ocaktır. Bu ayda en düşük sıcaklık -7 dereceye kadar inmektedir. Kıyı bölümünde en sıcak ay Temmuz, Ağustostur. Burada kıştan bahara bilhassa yaza geçiş yavaş bir şekilde meydana gelir. Sonbahar ılık olup kış ortasına kadar sürer. İç kısımlarda sıcaklık düşer. Ocak, Şubat ayları sıcaklıkları, kıyı şeridinde sıfırın altına düşmez. Yükseldikçe ısı azalır: Ulubey`de 1 -2 dereceye, Gölköy ve Mesudiye`de 4 dereceye, Aybastı ve çevresinde -8 dereceye kadar düşer. Yağışlara gelince, kıyı şeridi en yağışlı kesimdir. Sonbaharda yağışlar daha fazladır. Temmuz ayında yağan yağmurlar, sağanak olduğu için, sel karakteri gösterir. Büyük akarsu yataklarından taşarak sahilde büyük hasara sebep olur. Kar yağışı kıyılarda çok azdır ve kısa sürer. Ama iç kesimlerde kar yağışı hem yoğundur, hem de kış mevsimi uzun sürer. Ordu`da en hakim rüzgar, güneyden esen lodostur. Meltem rüzgarları,yaz aylarında güney-doğu yönünde denizden karaya doğru, ikindiye kadar devam eder. İkindiden sonra aksi istikamette esmeye başlar ve gece boyunca sürer. Bölgede ender de olsa, kıble, lodos, keşişleme isimleri verilen çok bir sıcak hava akımı meydana getiren rüzgarlarda eser. Yaz ortalarında estiklerinde fındık ürünü üzerinde büyük zararlar meydana getirirler. İlçe bağlısı olarak merkez hariç olmak üzere ilçe merkezine bağlı; 6 belde, 18 köy ve 5 merkez mahalleden oluşmaktadır. Ekonomi büyük oranda fındık tarımına dayanmakta olduğundan kırılgandır. Ayrıca gençlerin büyük çoğunluğu liseyi bitirince yüksek öğrenime devam yerine, direk işine gitmekte olduğundan, beyin gücünden çok, yoğun beden gücüne dayalı bir iş durumu ortaya çıkmıştır. Bu durum halkın ekonomik düzeyini olumsuz etkilemiştir.Bunun sonucunda sürekli dış göç yaşanmaktadır. Fındığın yanında hayvancılıkta yapılmaktadır. Gölköy Ordu ilinin güney kesiminde yer alan bir ilçedir. İlçe Karadeniz Bölgesi kültürel özellikleri ile kısmen Tokat ilinin kuzey ilçeleri kültürel özellikleri ile harmanlanmış zengin bir kültüre sahiptir.İlçeye bağlı kimi köylerde kendilerine has horonlar mevcut olup ilçe genelinde Ordu Karşılaması çokca oynanan halk oyunudur. Yöre ağzıda Tokat yöresi ile daha çok örtüşmektedir. Yemek kültürü Ordu ilinin geneliyle benzer özelliktedir. Mutfağı çok zengin olup, kırmızı et ağırlıklıdır. Gölköy'ün aşçıları Bolu Mengen'den sonra Türkiye genelinde oldukça meşhur ve adından söz ettirmekte olup, gerek İstanbul gerekse Akdeniz- Ege Bölgesinin 5 yıldızlı otellerinde tercih edilen personelin başında gelmektedir. Gölköy'de belediye teşkilatı kurulduğundan bu yana belediye başkanlık seçimleri de düzenli olarak yapılmaktadır. Seçildikleri yıllara, aldıkları oylara ve siyasi partilerine göre belediye başkanları; Gülyalı Gülyalı, Ordu ilinin bir ilçesidir. Eski adı Abulhayr'dır. 1987 yılında ilçe haline geldikten sonra Gülyalı adını almıştır. Ordu ilinden Giresun istikametinde 8. km'dedir. Halkın çoğunluğunu Türkmen/Çepniler oluşturur. Geçim kaynağı ağırlıklı olarak fındık üretimidir. Tarım alanında fındık üretiminin yanı sıra kivi ve ceviz üretimleri de yapılmaktadır. Hayvancılık alanında ise süt ve besi hayvancılığıyla birlikte Arıcılık yani Kestane Balı üretimi yapılmaktadır. Son yıllarda ilçeye yapılan yatırımlar ve mavi Bayrak Projesinin de katkısıyla turizm yatırımları ön plana çıkmaktadır. Gülyalı Ordu ilinin mavi bayraklı plajlarına, sahillerine sahip deniz kenarı ilçelerinden biridir. İlçeye uzun yıllar yapılması planlanan Türkiye'de ve Avrupa'da ilk, Dünya'da ise üçüncü olan denizin üzerine yapılmış Ordu-Giresun Havalimanı 2015 yılında tamamlanmış ve uçuşlar yapılmaya başlanmıştır. Gürgentepe Gürgentepe, Ordu ilinin en yüksek 2.ilçesidir. Yaz aylarında okulların tatil olması ve fındık zamanı geldiğinde nüfusu genellikle artmaktadır. Kırkpınar yağlı güreşlerinden sonra bilinen en eski güreşler Gürgentepe hıdırellez şenlikleridir. Ordu şehir merkezine 1 ila 1,5 saat; Tokat'a ise 4 saat uzaklıktadır. Ordu ilinin büyükşehir olması ile beldeleri ve köyleri mahalle statüsüne geçmiştir. İlçe merkezine bağlı mahalleler Döşek, Ağızlar, Akmescit, Akoren, Akyurt, Muratçık, Okçabel, Göller, Cumhuriyet; Belde olup, Ordu ilinin büyükşehir olması dolayısıyla mahalle statüsüne geçenler Işıktepe ve Eskiköy, Köy olup mahalle statüsüne geçenler Bahtiyarlar, Alaseher, Tuzla, Şirinköy, Hasancık, Gültepe, Gülbelen, Tikenlice, Tepeköy olmuştur. En büyük mahallesi Işıktepe Mahallesidir. Ortalama nüfusu 3.500' dür. Kuzeyinde Çamaş, doğusunda Ulubey , güneyinde Gölköy , kuzey batısında Çatalpınar , güney batısına Kabataş ilçeleri vardır. Kabadüz Kabadüz, 340 km² yüzölçümüne sahip bir ilçedir.Ordu ilinden akan melet ırmağının hemen doğusunda kurulmus Doğu Karadeniz bölümünde kalan İlçeye 2 belde, 12 köy ve 5 mahalle bağlıdır. Kabadüz, 1870'te nahiye olmuştur. 1987 yılında Belediye kurulmuştur. 1990 yılında ilçe olmuştur. İlçe ordunun 21 km güneyinde 600 rakımlı bir sırt üzerine kuruludur. Halkının önemli bir bölümünü Horasan Türkmenleri oluşturur.İlçeye bağlı yüksek yaylalar ve bu yaylalardaki meralar, otlaklar hayvancılığın gelişmesine katkıda bulunmaktadır. İlçede seracılık, ceviz çay ve kivi yetiştiriciliği de gelişmektedir. Çambaşı yaylasının Turizm Merkezi ilan edilmesiyle yörede yayla turizmi hızla gelişmektedir. Fakat Ordu ilinin en küçük ilçesidir. İlçe bağlısı olarak merkez hariç olmak üzere ilçe merkezine bağlı; 2 belde, 12 köy ve 5 mahalleden oluşmaktadır. Korgan Korgan, Türkiye'de Karadeniz Bölgesi'nde bulunan Ordu ilinin bir ilçesidir. Bölgenin ilk egemen halkı Halip (Kalip), Kolk ve Kokurlardır. Kalipler en kuvvetli çağlarında demir madenleri ile ilgiliydiler. Korgan‘da Tatarcık Köyü sınırları içersinde bulunan ve günümüzde yine maden ormanı adı ile anılan mıntıkada, yine Korgan'ın bazı yaylalarında özellikle Yalman civarında demir cüruflarına, işletilmiş maden yataklarının izlerinin bulunması, Kaliplerin bu yerlerde MÖ 12. yüzyılda yaşadıklarını göstermektedir. MÖ 584–555 yılında Perslerin Korgan, bölgesinde yaşadıkları da bilinmektedir. Persler devrinde I. Darius'un (MÖ 522–485) bu toprakları idare edebilmek için satraplıklara ayırdığı ve dört adet birinci derecedeki satraplıktan biri olan “Pontus Kapadokyası” Korgan topraklarını içine almış oluyordu. MÖ 331 tarihinde Pers Devleti tarih sahnesinden Büyük İskender‘in orduları tarafından silindi. Pontus Krallığı ve Roma, hakimiyetleri döneminden sonra Danışmend Gazi’nin orduları Korgan topraklarına girmişler ve 1083 tarihinde buraları ele geçirmişlerdir. Anadolu‘ya gelen Oğuz Boyları’ndan birçok topluluk, Korgan bölgesine yerleşmişlerdi. Ordu İli’nin yayla toprakları ile Korgan ve Kumru İlçe merkezlerini çevreleyen sahalar, tamamen Türkmenler tarafından yerleştirme sahaları yapılmış ve buralarda oturanlar da kısa zaman içinde Oğuz Boyları Oymakları arasında erimişlerdi. Esasında azınlıkta bulundukları için de, hiçbir güçleri kalmayarak ağırlıklarını kaybetmişlerdir. II. Kılıçarslan, zamanında Korgan ve çevresi Anadolu Selçukluları hakimiyetine girdi. (1178) Kösedağ Savaşı'ndan sonra (1243) Korgan topraklarının büyük bir bölümü Kadı Burhaneddin‘in idaresine geçmiştir. 1380'lerde ise Hacı Emir Oğulları Beyliği bu çevreye hükmetmiştir. Yıldırım Beyazıt 1398'e Ordu ve Samsun‘u Osmanlı Devleti topraklarına dahil etmiştir. Osmanlı idaresine geçen yöre, resmi kayıtlarda “Keşdere” olarak anılmaktadır. Keşdere, Bolaman Irmağı’nın bir koluna verilen isimdir. 1642'ye kadar Satılmış kazasına (Fatsa) bağlı olan Keşdere, bu tarihte kaza olmuştur. 1856'da Liva–i Canik’e (Canik Sancağı) bağlıdır. Bu tarihte yönetimi Akçay, Terme ve Cevizderesi İle birdir. 1860–65‘te Canik Sancağı’na, 1866–71'de ise Ünye Sancağı'na bağlı bir kazadır. 1882'de ise Fatsa kazasına bağlı bir nahiye merkezi, 1928'de Köy olmuştur. Korgan, Fatsa'nın bir bucağı olarak yıllarca varlığını devam ettirdikten sonra 1 Haziran 1958 tarihinde Belediye - 1 Nisan 1960 tarihinde ilçe merkezi haline getirilmiştir. Korgan, kelime anlamı bakımından herhangi bir mana ifade etmemektedir. İlçeye bu adın verilişi hakkında çeşitli söylentiler ve ihtimaller vardır. Türklerin Müslüman olmaya başladığı dönemlerde, Hazar Denizinin güneyinde Horasan Bölgesinde Korgan adı verilen yerden kalkarak Korgan'a yerleşen aşiretler vardır. Buraya yerleştikten sonra geldikleri yer olan “Korgan” adını verdikleri ve bu adın buradan geldi
ği söylenmektedir. Koruyan - Kanını Koru - Kendini Koru anlamına gelen Korukan ve daha sonra da Korgan denildiği de söylenmektedir. Tepealan, Çiftlik, Çamlı, Çayırkent, Tepe Mahalle, Dip Mahalle, Karakoyunlu Mahallesi, Yenipınar Mahallesi, Çayırkent Mahallesi, Yazıcı Mahallesi, Saraliç Mahallesi, Aşağı Yaylacık Mah., Yukarı Yaylacık Mah., Yazlık Mahallesi, Aşağı Kozpınar, Büyükakçakese, Belalan, Çitlice, Durali, Koçcuğaz, Soğukpınar, Tatarcık, Yeşildere, Yeniköy, Terzili, Yeşilyurt, Yeşilalan, Yukarı Kozpınar, Beypınarı, Karakışla Korgan halkının fındık haricinde kayda değer bir gelir kaynağı yoktur. Fakat son zamanlarda hayvansal gıdalar bakımından arıcılık faaliyetleri gelişmiş, yerel sermaye girişimleriyle kurulan süt fabrikalarında peynir üretimi artmıştır. Yıllık ortalama 3.000 ton kadar fındık üretimi gerçekleşmektedir. Ancak ilçede kurulan süt tesisleriyle, günlük 15 ton süt işleme kapasitesini günümüzde 40 ton seviyesine yükseltmiş süt üretimini ana geçim kaynağı haline getirmiştir. İlçede her gün yapılan bir pazar vardır. Bu pazara en çok Cumartesi günleri gelirler. Çünkü Korgan'da pazar Cumartesi günleri olur. Kumru, Ordu Kumru, Ordu ilinin bir ilçesidir. Doğusunda Korgan, batısında Akkuş, kuzeyinde Fatsa, kuzeybatısında Ünye ve güneyinde Niksar ilçeleri bulunmaktadır. İlçe, merkeze bağlı 2 belde, 30 köy ve 5 mahalleden oluşmaktadır. Mesudiye Mesudiye, Ordu ilinin bir ilçesidir. Yerli halkın önemli bir bölümü Türkmen/Çepnilerden oluşur. Ordu ilinin yüzölçümü en büyük İlçesidir. Mesudiye çok eski bir tarihe sahip bir yerleşkedir. İlçe tarihi Hitit dönemine kadar uzanır. Pek çok kaya mezarı bulunmaktadır. 1963-1964 yıllarında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Prehistorya Tarihi Kürsüsü Profesörü İ. Kılıç Kökten'in Ordu'da yaptığı arkeolojik kazı ve tetkiklere göre Ordu ilinde yerleşmeye ve medeniyet eserlerinin verilmesine MÖ 15. yüzyılda başlanmıştır. Yine en eski yerleşme sahalarından biri de Mesudiye ilçesidir. Bu ilçe de tarih öncesi ve daha sonraki eski tunç devrine ait birçok buluntular ele geçmiştir. Bölgede dolayısıyla Hitit ve Friglerin de hakimiyeti görülmektedir. Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı topraklarına katılmış ve ilçenin Osmanlı kayıtlarına girmesi 1455 senesinde olmuştur. Bu tarihe kadar bölge Trabzon İmparatorluğu topraklarındadır. Bu tahrir kayıtlarına göre Mesudiye o dönemde yüzden fazla köye ve çok sayıda mezraya sahiptir. Osmanlı öncesi bölge Hititlerin, Kimmerlerin, Medlerin, Perslerin, Büyük İskenderin, Pontus Krallığı'nın, Roma İmparatorluğu'nun, Doğu Roma'nın, Danişmentlilerin, Trabzon İmparatorluğu'nun, Anadolu Selçuklularının, İlhanlıların, Eretna Beyliği'nin, Kadı Burhanettin Devleti'nin ve Hacıemiroğlu Beyliği'nin egemenliğinde kalmıştır. Mesudiye yöresi Osmanlılar döneminde nahiye olarak Milas ismiyle anılmaktadır. Kayıtlara göre Milas, 1530'da Rum Eyaleti Canik Sancağı'na bağlı Ordu ilinin bir nahiyesi idi. 1846'da Trabzon Eyaleti, Karahisar-ı Şarkî iline bağlı bir kaza haline geldi. Kaza merkezi Parçı köyünden alınarak 1863 yılından sonra pazaryeri olarak kullanılan bugünkü Mesudiye’ye 1876'de nakledildi. Bölgedeki halkın padişaha yazdıkları arzuhal ile (3 Za 1293) 20 Kasım 1876 tarihinde Milas ismi Hamidiye olarak değiştirildi. 1910 yılında Hamidiye ismi Mesudiye olarak değiştirilmiştir. 1899 yılında belediye teşkilatı kurularak Aliçavuşoğlu Mustafa Bey ilk belediye başkanı olmuştur. 27 Mayıs 1933 gün ve 2197 sayılı kanunla Mesudiye İlçesi Şebinkarahisar’dan alınarak Ordu iline bağlandı. Ordu ilinin güneyinde yer alan, denize oldukça uzak, dağlık fakat hafif eğimli bir arazi üzerine kurulmuştur. İlçe merkezi Ordu'ya 120 km mesafededir. İlçenin geniş yüzölçümü çok sayıda köy ve yaylayla kaplıdır. İlçenin hemen içinden geçen Melet Irmağı Mesudiyelilere Meletli denmesine yol açar ki bunun sahilde oturan Ordululara verilen karşılığı Canikli'dir. Özellikle Keyfalan yaylasının yayla turizmi açısından önemi her yıl artmakta, yazın bu yaylalara yüzlerce mesudiyeli geziler düzenlemekte ve konaklamaktadır. Ayrıca Yeşilce ve Topçam yaylalaları da önemli turizm merkezleridir. Yesilce yaylasında doğal bütünlüğü bozmaması için yapılan evlerin (betonarme] olmasına izin verilmemektedir. Son olarak da 2006 yılı içerisinde bu yaylalara elektrik bağlantısı götürülmüştür. Mesudiye Ordu ilinin bir ilçesi olmasına rağmen ilçede kış ayları oldukça soğuk ve uzun sürer, yağışlar genelde kar şeklinde olur. yaz ayları ise gündüz sıcak akşama doğru ciddi bir soğuk ile geçer. yağış yılın her mevsimi etkisini gösterir. İlçe merkezine 5 ay kar yağar. İlçenin köylerinde kış ilçe merkezine göre daha şiddetli geçer ilçenin köylerine 6-7 ay boyunca sürekli kar yağar. Yükseltinin en fazla olduğu Aşut obası, Çambaşı yaylası ve Gönderiç tepesinde yaz aylarında erimeyen kar görülmektedir. Mesudiye için göç olgusu belirleyici önem taşır. 1950'lerden sonra batıya ve özellikle İstanbul'a yaşanan göç artarak sürmüş, 100 sene evvel çok yoğun nüfuslu bir yerleşke olan Mesudiye bugün için artık çok az bir nüfusu barındırmaktadır. Göçten önce ilçe ve çevresinde tahıl tarımı ve hayvancılık yapılırmış. Özellikle 1970'lerde yüzbinlerce başla ifade edilen küçükbaş hayvan sayısı bugün çok azalmıştır. Mesudiyeliler özellikle Ümraniye,Pendik ve Beykoz çevresinde yaygındır. Kışın oldukça tenha olan ilçe, yazları gurbete gitmiş vatandaşlarımızın gelmeleri ile oldukça hareketlenir. İlçenin 1180 km alanı olduğu düşünülürse, nüfus yoğunluğu m başına 24 kişidir. Yaz ve kış nüfusu arasında büyük farklılıklar vardır. İlçe nüfus teşkilatı’nın verilerine göre ilçe dışında 81.155 Mesudiyeli yaşamaktadır. Son yıllarda özellikle yaz aylarında ilçe nüfusu şenlenmekte, terkedilen konutlar onarılmaktadır. Bülent Ecevit - Devlet Bahçeli hükümeti, köykent projesi için ilçeyi pilot bölge seçse de proje bekleneni henüz verememiştir. Doğrudan demokrasinin Türkiye'deki ilk örneği olarak toplanan Mesudiye ilçe kurultaylarının herkesi kapsayıcı gücü, son yıllarda siyasi baskılar nedeniyle zayıflamıştır. İlçeyi canladırmak için açılan yüksekokul ilçe merkezinde bulunmaktadır. İlçe genel olarak göç veren bir bölgedir. İnsanlarının çoğunluğu büyük şehirlerde yaşamaktadırlar. Onun için kış aylarında nüfus yaklaşık 1.500 kişi civarında olup bunun %80'lik kısmı memurlardan oluşmaktadır. İlçe bağlısı olarak ilçe merkezine bağlı; 68 mahalleden oluşmaktadır. Mesudiye Spor Birliği Mesudiye ilçesinde bilinen 5 kilise bulunmaktadır. Birçok bilinmeyen kilise ya yıkılmış olup ya da yıkılmak üzereye ayakta durmaya devam etmektedirler. Kiliseler 1700-1900 yılları arasında inşa edilmiştir. Ulubey, Ordu Ulubey, Ordu ilinin ilçelerinden biridir. Nüfusu 7000 olan ilçe köylerin ortasında yer aldığı için adına halk arasında "merkez" denilir Ordu'ya 21 km uzaklıkta olması nedeniyle birçok ekileşimi Ordu ile yapmaktadır. Bu orada oturanlara bir rahatlık getiriken ilçe merkezinin gelişmesi açısından pek elverişli bir durum yaratmaz. Almanya başta olmak üzere Avusturya, Hollanda, Fransa vb. Avrupa ülkelerine ve İstanbul'a, Bursa'ya, Adapazarı'na, Kocaeli'ye büyük göçler vermiştir. Öyle ki kış mevsiminde ilçe ve köyler adeta terk edilmiş gibi hissedilir. Yazları ise alabildiğine hareketli ve alabildiğine canlıdır. En canlı köylerinden birisi de Kadıncık köyüdür. Salı günleri kurulan pazarı öğlesine öne çıkmıştır ki halk arasında ilçe yerine "salıya gitmek, salıdan gelmek, salıda görüşmek "vb. deyimler kullanılır. Oto Bazarıyla Meşhurdur. Katip Köksal (Artiz Amca), Ulubey'in ününe ün katmıştır. Ulubey toprakları, Oğuz boylarının Anadolu’ya göç etmeye başladıkları 11. ve 12. yüzyıl genel anlamda boştu. 1071 Malazgirt zaferinden sonra Türk ve özellikle Çepni boylarına mensup aşiretler ve oymaklar tarafından yerleşim yeri oldu. Emir Danişmente, Selçuklu devletlerindeki “İkta” geleneğine uygun olarak Ulubey çevresindeki topraklar verildi. 14. yüzyıl ortalarında 15. yüzyıl başlarına kadar Mesudiye merkezli kurulan Hacı Emiroğulları beyliğine katıldı. Osmanlı sultanlarından Yıldırım Beyazıd’ın Karadeniz bölgesinde bulunan beylikleri idaresi altına almasından sonra, Mehmet Çelebi’nin “Anadolu birliğini kurma” teşebbüsleri sonucunda Ulubey’den Mesudiye’ye kadar uzanan iç bölgelerde Osmanlı topraklarına katılmış oldu. Fatih Sultan Mehmet Han’ın 1455 yılında Ulubey topraklarını tımar olarak dağıtması sonucunda bir Türkmen beyinin adını alarak Sevdeşlü namı diğer Uluğbey’lü nahiyesi oldu. Kaza merkezi, mahalle, köy ve nahiyelerde bulunan Müslim ve Gayrimüslim nüfus ve hane sayısını 1872 salnamesinden şöyle okuyoruz: Ordu kazasında Ulubey ile birlikte 69 köy 5 mahalle vardır. Ulubey nahiye müdürü Behram Ağa katibi de Arif Efendidir. Ordu ve Ulubey’deki Hıristiyan tebaa içinde Katolik yoktur. Ermeniler 398 hane, Rumlar 535 hane, Çerkezler 30 hane, Türkler 2511 hanedir. Toplam hane sayısı da 3474. Nüfus: Ermeni nüfusu 1445, Rum nüfusu 2108, Çerkez nüfusu 150, Türklerin nüfusu 7651, toplam nüfus 11354'tür. Faydalanılan kaynak: Trabzon Vilayet Salnamesi 4. cilt sf: 95-153-173-199-207-209-211-213... 1547 yılında Ulubey nahiyesi adını aldı.1958 yılına kadar nahiye olarak kaldı. ve 1 nisan 1958 günü ilçe oldu. 1958 martında ilk belediye teşkilatı kuruldu ve 23 Şubat 1958 günü ilk belediye seçimi yapıldı.Halen Ulubey ilçesine bağlı 35 köy ve 6 mahalle olmak üzere ceman 41 adet yerleşim birimi bulunmaktadır. Ordu-Sivas karayolu üzerinde ve Canik Dağları yamacında kurulmuş olan Ulubey ilçesi 256 km² lik idari sınıra sahiptir. 586 m. Yükseklikte yer alan ilçe kuzey batıda Perşembe, batıda Gürgentepe, güneyde Mesudiye,Güney batıda Gölköy,Güney doğuda Kabadüz ilçeleriyle komşudur. Dağlık bir yapıya sahip olan ilçede Karadeniz ikliminin bir uzantısı olan ve her mevsim yağışlı olmakla beraber yağışların kış mevsiminde kar, yaz mevsiminde ise yağmur şeklinde düştüğü bir iklim görülmektedir. Uygun iklim ve yağış koşullarına bağlı olarak bitki örtüsü tarıma uygun alanlarda fındık, tarım dışı alanlarda ise yörenin asil bitki topl
uluğunu oluşturan geniş ve yer yer iğne yapraklı karma ormanlardır. Akarsu ağının fazla zengin olmadığı ilçede Melet Irmağı ve bu ırmağın kolu olan Sarpdere dışında önemli bir akarsu yoktur. Bu ilçenin küçük olması nedeniyle ailelerin birbirlerini yakınen tanımaları etkilidir. 2000 yılında yapılan son nüfus sayımına göre ilçe nüfusu yöreden yapılan göçlerle azalmıştır. Bu azalmada etkili olan diğer nedenler nüfus planlaması konusunda yapılan çalışmaların başarıya ulaşmasıdır. İlçe nüfusu fındık hasat mevsiminde geçici artış göstermektedir. Son yıllardaki ekonomik sıkıntılardan dolayı sosyal yapı etkilenmiş akraba aile ilişkileri gerilemiştir. İnsanlar ekonomik yönden çeşitli alanlara yönelerek yeni işler edinmişlerdir. Bu yöneliş özellikle Ordu il merkezinde İstanbul’da ve yurtdışında yoğunlaşmıştır. Eğitime önem verilmesine rağmen ekonomik yönden etkilenen insanlar göçlerle yöreden ayrılarak çoğu okulun kapanmasına böylece eğitim gören insan sayısının azalmasına neden olmuştur. Bu göçler nedeniyle ilçede orta yaş ve ileri yaş grubu insanların çok olduğu görülmektedir. Halk genellikle örf ve adetlerine önem vermekte düğün, nişan ve mevlit gibi faaliyetlerin eski canlılığı ile devam ettiği görülmektedir. Bahçe, Osmaniye Osmaniye ilinin bir ilçesidir. Antik Çağda Kilikya Bölgesi içerisinde yer alan Bahçe MÖ.1000’lerde Kargamış Hitit Krallığının sınırları içerisinde olup, bir kale kalıntısı üzerinde kurulmuştur. MÖ.XIV.yüzyılda Hititlerin egemenliği altında olup, Hitit Federasyonu’ndan Kızwatna Krallığının toprakları içerisinde idi. Asurlular bir süre bölgeyi egemenlikleri altına almışlarsa da sonunda Kilikyalılar onlara karşı ayaklanmışlardır. MÖ.VI.yüzyılın ortalarında Kilikya Bölgesi ile birlikte Perslerin eline geçmiş ancak, MÖ.333 yılında Büyük İskender’in Pers İmparatoru Darius’u yenmesinden sonra yöre Makedonyalıların egemenliğine geçmiştir. Büyük İskender İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra Çukurova ile birlikte Bahçe yöresi de Seleukosların payına düşmüştür. Ardından Romalıların egemenliğine girmiştir. İmparator Hadrianus MS.120-135 yıllarında Çukurova bölgesine önem vermiş ve burasını önemli bir ticaret merkezi haline getirmiştir. MS.395’de Roma’nın ikiye ayrılmasından sonra Adana ile birlikte, Doğu Roma’nın (Bizans)yönetimine girmiştir. Bizans hakimiyeti VII.yüzyıl ortalarına kadar devam etmiştir. Abbâsilerle, Araplar bu bölgeye akınlar düzenlemişler ve kısa bir süre sonra 965 yılında Bizanslılar yöreye yeniden egemen olmuşlardır. Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra Türkmen boylarından bazıları yöreye yerleşmişler, Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra 1335’te Ramazanoğulları Beyliğinin eline geçmiştir. 1336 yılında Memlûklular bölgeyi hâkimiyetleri altına almışlardır. 1378 yılında Ramazanoğulları Beyliği döneminde bölgede ziraat ve hayvancılık yeniden gelişmiş, kent ve yollar îmar edilmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi sırasında Osmanlı topraklarına katılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra yörede huzursuzluklar ve yönetimde boşluklar yaşanmış, bu durum XVIII.yüzyıldan sonra daha da kötüye gitmiştir. Yöredeki aşiretler köylere baskınlar düzenleyerek köyleri yağmalamışlardır. Bunun üzerine halk köylerini ve tarlalarını bırakarak dağ yamaçlarına çekilmiştir. I.Dünya Savaşı sırasında bu karmaşa kendisini daha çok hissettirmiştir. Bunun üzerine 1866 yılında Fırka-i Islahiye bölgede düzenlemeler yapmış ve Bahçe’yi Halep vilayetinin Maraş sancağına bağlı bir kaza yapılmıştır. Ardından da 1878’de Adana Vilayetinin Cebel-i Bereket (Osmaniye) Sancağına bağlanmıştır. I.Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda Çukurova yöresini Fransızlar işgal etmiştir. Bu arada Bahçe bir süre için boşaltılmıştır. Çukurova’da başlayan direniş hareketleri sonucunda bölgede çete harbi başlamış, 1921’de Kuvayı Milliye’nin direnişi karşısında Fransızlar zor durumda kalmışlar, bunun sonucu olarak da 20 Ekim 1921’de Yeni Türkiye Cumhuriyeti ile yapılan Ankara Antlaşması ile bölgeyi terk etmişlerdir. Önceden Bulanık olarak bilinen ilçe Cumhuriyetin ilanından sonra, Çukurova yöresi ve Bahçe yeniden imar edilmiş, 1933’te belediye teşkilatı kurulmuş, ve Adana’ya bağlı ilçe konumuna getirilmiştir. Osmaniye’nin 1996’da il olması üzerine de Adana’dan alınarak Osmaniye’ye bağlanmıştır. Bahçe, kuzeyde Kahramanmaraş, doğusunda Gaziantep, güneyde Osmaniye Merkez, batısında da Düziçi ilçesi ile çevrilidir.Genel hatları ile ilçe merkezinin çevresi dağlarla çevrilidir.İlçenin rakımının yüksek olması, ilçenin dağlık bölgede olması ilçenin iklimi ve nüfus artışı üzerinde etkilidir. Bahçe'nin yüzölçümü 212 km olup rakımı ise 665 metredir. İlçeyi Huma çayı sulamaktadır. Kar Deresi ve Bilalik Deresi birleştikten sonra Aslanlı Deresi ile birleşir. Osmaniye merkeze 31 km'dir. TEM oto yolu, D- 400 karayolu ve Mersin-İshahiye demiryolu hattının ilçe merkezinden geçmesi, ilçenin ulaşımını kolaylaştırmaktadır. İlçe Akdeniz iklimi altındadır. İlçe etrafının dağlarla çevrili olması hava sıcaklıkların düşmesine ve yağmur miktarının artmasına neden olmaktadır. Kışlar Akdeniz İklimine göre biraz daha sert geçer. Yağışlar yağmur şeklindedir. Son dönemlerde kışın ilçe merkezinde yoğun olmamakla birlikte kar yağışı da görülmektedir. İlçe rakımının yüksek olması yazın hava sıcaklıkları üzerinde etkilidir. Yazın çok sıcak olmayan Bahçe yaylacılık faaliyetiyle birlikte göç almaktadır. Aşağı Arıcaklı Köyü, Arıklıkaş Köyü, Aşağı Kardere Köyü, Bekdemir Köyü, Burgaçlı Köyü, Gökmustafalı Köyü, Kaman Köyü, Kızlaç Köyü, Nohut Köyü, Örencik Köyü, Savranlı Köyü, İnderesi Köyü, Yaylalık Köyü ve Yukarı Kardere Köyü olmak üzere 15 köyden; Yeni Mahalle, İslam Mahallesi, Bahçelievler Mahallesi, Cumhuriyet Mahallesi, Karşıyaka Mahallesi, İstiklal Mahallesi, Yeşilyurt Mahallesi, Aslanlı Mahallesi, Esentepe Mahallesi, Kale Mahallesi ve Çamlıca Mahallesi olmak üzere 11 mahalleden oluşmaktadır. 2012 Tüik verilerine göre nüfusun cinsiyete ve bölgelere dağılışını gösteren tablo İlçe merkezinde 1 Anaokulu, 2 Rehabilitasyon Merkezi, 5 İlköğretim Okulu, 1 lise, 1 İmam-hatip lisesi, 1 Sağlık meslek lisesi, 1 Anadolu Lisesi ve 1 Endüstri meslek lisesinde toplam 3000 öğrenci öğrenim görmektedir. Ayrıca bir kısım köylerimizde taşımalı eğitim mevcut olup, 4 Köy İlköğretim Okulu bulunmaktadır. Ayrıca Osmaniye Korkut Ata Üniversitesine bağlı Bahçe M.Y.O bulunmaktadır. Halkın % 98'i okuryazar geriye kalan % 2'si ise okuma yazma bilmemektedir. İlçemizde bulunan Halk Eğitim Merkezi çeşitli dallarda zaman zaman kurslar düzenlemektedir.Bununla birlikte vatandaşlarımızın büyük çoğunluğu üniversite mezunu olup her yıl çeşitli sosyo-kültürel etkinlikler düzenlenmektedir. İlçe tanıtımının tam olarak yapılamaması nedeniyle ilçe fazla turist çekememektedir. Ancak doğal güzellikleri, piknik alanları, şifalı suları, tarihi mekanları önemli yer tutmaktadır.Tarihi turistik yapılar olarak eskiden günümüze gelebilen eserler arasında; Ağcabey Camisi, Ağcabey Kümbeti, Mehmet Ağa Türbesi başta gelen yapılardandır. Yaz aylarında Şifa Pınarı, civar illerden yoğun olarak vatandaşın geldiği piknik alanının başında gelmektedir. Bahçe ilçesindeki tepelik alanda yer alır. Dört duvardan ibarettir. Osmaniye’den Gaziantep’e giden yol bu ilçeden geçer. Yolun kuzey tarafında görünen Caminin olduğu alanın arkasındadır. 15 x 15 ölçülerinde sadece temelden 1 metre yüksekliğe kadar ayakta kalmış Garnizon kalesi olmalıdır. Duvar kalınlığı yaklaşık 90 cm. dir. Diğer Garnizon kaleleri gibi dört duvar ve çatıdan ibaret olmalıdır. Yapı malzemesi ve işçiliğine göre iki dönem görülmektedir. Roma ve Ortaçağ dönemlerinde kullanılmıştır. Şimdiki yol gibi eski yolu da kontrol eder konumdadır. Ancak bu kalenin gördüğü orta büyüklükte bir kale yapısı olmalıdır. Kurtlar kalesi üzerinden Harun Reşit kalesi ile bağlantısı vardır. Bahçe ilçe merkezi Atatürk meydanında bulunan caminin kitabesine göre Ağcabey isimli kişi tarafından 1809’da yapılmıştır. Diğer taraftan bugün yarı ahşap olan caminin kargir kısımlarının Dulkadiroğullarından Alaü’d Devle zamanında (1489-1490) yapılmış olduğu ileri sürülmektedir. Gerçekten de bugünkü caminin gösterişli minaresi, eserin, daha eski bir tarihe ait olduğunu göstermektedir. Bahçe ilçesi dışında ve istasyon yakınında bir mezarlık içindeki iki türbeden biri Ağcabey’e, diğeri ise ailesine aittir. Türbelerin her ikisi de kare planda etrafı açık ve üzeri kubbelidir. Osmaniye ili Bahçe ilçesinde bulunan Ağcabey Camisi’ni yaptıran Türkmen ağalarından Ağcabey’in mezarı ilçe dışında, İstasyon yolundaki mezarlıkta bulunmaktadır. Kümbet şeklindeki sekizgen gövdeli kesme taştan olan bu türbenin üzeri konik bir çatı ile örtülmüştür. Yan yana iki mezar kesme taştan örülmüş ve sanduka biçimindedir. Kitabesinde Ağabey’in oğlu Mehmet Ağa’ya ait olduğu belirlenmiştir. Kenarlar sağlamdır. Düzgün kesme taştan yapılan kümbetin taş araları horasan harcı ve moloz taşla doldurulmuştur. Osmaniye ili Bahçe ilçesindeki Mehmet Ağa’ya ait olan bu türbe, Mehmet Bey’in annesi tarafından 1856 yılında yaptırılmıştır. Mehmet Ağa Ağcabey’in oğludur. İstasyon yolundaki mezarlıkta, babasının kümbeti yanında olan bu türbe kesme taştan kare planlı olup, etrafı açıktır. Üzerini örten kubbe dört ayak üzerine oturtulmuştur. Türbenin mimarı Ali oğlu Kamber’dir. Bahçe ilçesini Osmaniye amatör futbol kümesinde Bahçespor temsil etmektedir. Bahçespor maçlarını Bahçe Şehir Stadyumunda oynamaktadır. Son dönemlerde Sodes kapsamında sporu destekleyici önlemler alınmaktadır. Mart 2013 itibarı ile Şehir stadının yanına kapalı spor salonu yapılmaya başlanmıştır. Bu ilerleyen dönemlerde diğer branşlar için gelişme olacağını göstergesidir.İlçede yüzme havuzu ve yürüyüş pakurları spora az da olsa katkı sağlamaktadır. İlçe sınırları içinde 1 hastane ve 1 tane de sağlık ocağı bulunmaktadır. İlçenin ekonomisi büyük oranda tarım, hayvancılık ve ormancılık faaliyetlerinden oluşmaktadır.Başer Kimya,Barit Maden gibi sanayii kuruluşlarının yanında sayısı 10'u bulan ve yurt içi-yurt dışı pazarda önemli pay sahibi olan su dolum f
abrikaları,Rüzgar Enerjisi Santralları ile bunlara bağlı yan kuruluşlar ve 1 adette ilçede sanayi bölgesi bulunmaktadır. Son yıllarda meyvecilik ve sebzecilik ilçemizde önem kazanmış olup Kiraz,elma, Üzüm,Yer Fıstığı,Zeytincilik başta yetiştirilen ürünler olmuştur. Hayvancılıkta ise kıl keçisi başta olmak üzere büyük ve küçükbaş hayvan yetiştirilmektedir. Düziçi Düziçi, Osmaniye ilinin bir ilçesidir. Bilinen tarihi Abbasi Halifesi Harun Reşid'e kadar dayanır. 797 yılında Bizans üzerine sefere çıkan Harun Reşid, Ankara'ya kadar ilerledi. İşte bu sefer sırasında güzergahı üzerinde yer alan ve Abbasiler tarafından Şugur-u Saimiye denilen yerleride topraklarına kattı. Harun Reşid ile aynı ismi taşıyan kalenin yapımının Halife Mehdi tarafından başlatıldığı sanılmaktadır.Bu bölgede daha önceleri ise, Geç Hitit Devleti olan (Hieropolis, Karatepe) egemenliği altında olduğu bilinmektedir. Hieropolis, Karatepe; Aslantaş Barajı kenarında yer almakta ve bir Açık Hava Müzesi olarak varlığını devam ettirmektedir. Daha sonra Selçuklu Devleti zamanında 1071 Malazgirt Savaşı'ndan sonra bölge hızla Türkleşmeye başlamıştır. Buraya Doğu'dan gelen Türk Boyları ([Varsak, Bayundur, Avşar, Tecirli...) yerleştirilmiştir. 1516 yılında Osmanlı Hükümdarı Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferi'yle Osmanlı topraklarına katılan ilçe, o zamandan sonra (Cebel-i Bereket sancağı'na) Osmaniye'ye bağlandı. I. Dünya Savaşı'ndan sonra Fransız İşgaline uğrayan ilçe, kendi çabasıyla 28 Mart 1920'de Fransızları yenerek Milli Mücadele'deki yerini almıştır. İlçenin nüfusu 2014 genel nüfus sayımına göre 80.430'dir. Bunun 45.987'si ilçe merkezinde,34.443'ü ise kasaba ve köylerde yaşamaktadır. 2014 yılı itibarıyla şehir merkezi nüfusu 45.987'dir. İlçe bağlısı olmak üzere ilçe merkezine bağlı; 4 belde, 25 köy ve 20 mahalleden oluşmaktadır. İlçemiz merkezinde 1 Fen Lisesi, 2 Anadolu Lisesi, 1 Genel Lise, 1 Endüstri Meslek ve Anadolu Teknik Lisesi, 1 Sağlık Meslek Lisesi, 1 Ticaret Meslek Lisesi, 1 Çok Programlı Lise olmak üzere toplam 8 lise, Ellek Beldesinde 1 Genel lise olmak üzere toplam 9 lise, ayrıca 1 Anaokulu, 22 tane 8 yıllık, 29 tane de 5 yıllık olmak üzere toplam 51 ilköğretim okulumuz vardır. İlçemiz genelinde toplam 61 okulumuz bulunmaktadır. Kaplıca, Ceyhan nehri kıyısında ağaçlarla kaplı bir alanda bulunmaktadır. Harika bir manzaraya sahip olan kaplıcada ruhsal yönden de sağlığınıza kavuşabilirsiniz. Kaplıca tesisi Aslantaş Barajı’nın rezervuarının sonunda, Berke Barajı aksının 2,5 km.’lik yatağında yer almasından dolayı manzarası yönünden güzelliğine güzellik katmaktadır. Kaplıca, hem tertemiz havası hem de doğal güzelliği ile sağlığınıza sağlık katacaktır. Eskiden sadece yaz aylarında hizmet veren kaplıca artık dört mevsim hizmet vermektedir. "Yeri" : Haruniye Kaplıcası, Osmaniye ilinin, Düziçi ilçesinin 15 km kuzeyinde, Kuşçu köyü sınırları içinde Düdül Dağı eteklerinde yer almaktadır. Kaplıca alanı, Osmaniye il merkezine 57 km., Adana iline 143 km. uzaklıktadır. Kaplıca alanı denizden 620 metre yüksekliktedir. "Ulaşım" : Haruniye Kaplıcası’na gitmek için eğer kara yolunu seçiyorsanız, önemli uluslararası yollardan olan Tem otoyolu ve D-400 karayolunun kesişim noktasında bulunma dolayı oldukça kolaylık sağlayacaktır. Eğer kaplıcaya gitmek için demir yolunu tercih ediyorsanız Osmaniye il merkezinden geçen demir yolunu kullanabilirsiniz. Eğer hava yolunu tercih ediyorsanız, en yakın havaalanları İskenderun limanına 63 km. uzaklıkta olup Adana ve Gaziantep havaalanlarına bir saat mesafededir. "Suyun özellikleri" : Haruniye Kaplıcası’nın suyu "Suyun sıcaklığı" : 32 °C‘dir. Kimyasal özellikleri bakımından: kalsiyum, magnezyum, sülfür, sülfat, bikarbonatlı termal sular, aynı zamanda 4 mg/l florür, 332 mg/l karbondioksit içermekte olup radyoaktif özelliğe sahiptir. "Suyun pH değeri" : 6,0 -7,0 "Toplam mineralizasyonu" : 1150–1190 mg/l arasında değişmektedir. Hasanbeyli Hasanbeyli, Osmaniye ilinin bir ilçesidir. İlçe bağlısı olmak üzere ilçe merkezine bağlı; 6 köy ve 4 mahalleden oluşmaktadır. MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli'nin eski köyü olan Hasanbeyli ilçesinde 1 Genel Lise ile 2 İlköğretim okulu mevcuttur. Denizden 800 metre yükseklikte olan ilçe yazları Osmaniye'nin yaylalarından biri durumundadır. Ayrıca yazları 5000 kadar nüfusa ulaşan Almanpınarı adlı bir yaylası da olan Hasanbeyli, bölgenin en güzel kiraz ve domateslerinin de yetiştiği bölge olarak tanınıyor. Kadirli Kadirli Akdeniz Bölgesinin Adana Bölümünde Osmaniye'ye bağlı ve Osmaniye'nin en büyük ilçesidir. Adana'nın doğusunda,Osmaniye'nin ise Kuzeybatısında, ortalama denizden 96 m yükseklikte konumlanır. Kadirli, Osmaniye il merkezine 46 km, Adana iline ise 96 km uzaklıktadır. Antik dönemde Flavias ya da Flaviapolis adıyla anılmaktaydı. Kadirli ilçesi çok eski çağlardan beri çeşitli uygarlıkların yaşamış olduğu Çukurova’ da kurulmuş olup, ilçenin tarihi ana hatları ile bu bölgenin tarihi ile paralellik arz eder. Aslantaş Baraj gölü kıyısında bulunan Domuztepe'deki Neolitik çağa (cilalıtaş devri MÖ 7000- 6000), son kalkolitik çağa ve ilk tunç çağına (MÖ 4000-3000) ait kalıntılar ile Kadirli-Kozan arasındaki Tırmıl Höyüğü, yörede bu dönemlerde insan toplum yaşantısının olduğunu göstermektedir. İlçenin bulunduğu coğrafi alanda tarih boyunca sırasıyla Kızzuvatta Krallığı , Hititler, Asurlar, Klikyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Anadolu Selçukluları, Dulkadiroğulları ve Osmanlılar belli başlı uygarlıkları oluşturmuşlardır. Kadirli ara dönemlerde fazla sayıda el değiştirmelere konu olmuştur. Adana ovası Hükümdarı Asativatas MÖ 800 yıllarında ilçeye bağlı (23 km) Karatepe-Aslantaş’ta bir uç kale kurmuştur. Romalılar döneminde Flaviapolis adı ile görkemli bir kent olan Kadirli’de bu dönemi belgeleyen eserler bulunmaktadır. Bunlar İmparator Hadrianus'un (MS 117-1389 ) anıtsal tunç heykeli, bugün şehrin altında kalmış bulunan 6-7 dönümlük alana yerleşik Roma Hamamı, MS 5. yüzyıla ait bir Roma Bazilikası olan Dulkadiroğulları tarafından da camiye çevrilen Ala cami ve yakın çevredeki birçok diğer eser ve anıtlardır. Bölgeye 7. yüzyılda ilk Müslüman orduları, Abbasiler ve Selçuklular dönemlerinde de Türkmenler (Oğuzlar) girmişlerdir. 1515 yılında Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim Kadirli'yi Osmanlı topraklarına katmıştır. Konar-göçer Türkmenler, Avşarlar bu yöreyi kışlak olarak kullanmışlardır. Osmanlı döneminde Maraş Beylerbeyliğine bağlı bir sancak (Kars-ı Maraş, Kars-ı Zül Kadriyye) olan Kadirli 1865 yılına kadar Mütesellilikle (Tanzimattan önce beylerbeyi ve sancak beylerinin, bölgelerindeki sancak ve ilçeleri kendi adlarına yönetmekle görevlendirdikleri kimse) idare edilmiş, 1865 yılında ilçe haline getirilmiş ve 1872 yılında merkezde belediye kurulmuştur. Şehre Osmanlı döneminde “ Kars-ak-eli”, Pazaryeri” ve “Kars Pazarı” gibi değişik adlar verilmiş, İlçe 1928 yılında Kadirli adını almıştır. Kadirli I. Dünya Savaşı sonunda 14 Mart 1919'da Ermeni ve Fransızlar tarafından işgal edilmiş, daha sonra halk örgütlenmesiyle(çete) 7 Mart 1920'de ise düşman işgalinden kurtarılmıştır. Kadirli Osmanlı döneminde ve Cumhuriyet döneminde 1926'ya kadar Kozan'a bağlıydı. Ancak 1926'da Kozan (Sis) İlinin Adana'ya bağlanmasıyla Kadirli Adana'ya bağlandı. En son Osmaniye'nin İl olmasıyla (1996) beraber Osmaniye'nin İlçesi olmuştur. Eski adi ise Kars ya da Kars'ul-Kadriye' dir. Çukurova'nın kuzeydoğusunda ve Orta Torosların güneyinde yer almaktadır. Deniz seviyesinden yüksekliği ortalama 95 metre ve yüzölçümü 1071,3 km²'dir. Osmaniye İlinin en büyük ilçesi olan Kadirli; kuzeyinde Feke ve Saimbeyli ilçeleri, doğusunda Andırın ve Düziçi ilçeleri, güneyinde Osmaniye İl merkezi ve Ceyhan ilçesi, batısında ise Sumbas ve Kozan ilçeleri bulunmaktadır. İlçe arazilerinin üçte biri dağlık, üçte ikisi ise ovalıktır. Ceyhan ırmağı ile onun kolları olan Savrun çayı, Sumbas Çayı ve Keşiş çayı ilçenin muhtelif topraklarından geçmektedir. Kadirli' de subtropikal Akdeniz iklimi egemendir. Yazları sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlı geçer. En yüksek noktada 2307 metreye varan dağlık kesimde iklim karasallaşır. İlçede en yüksek sıcaklık ortalaması 36 °C ile Ağustos ayı, en düşük sıcaklık ise ortalaması 3 °C ile Ocak ayı olup, yıllık ortalama yağış miktarı m²'ye 1000 mm dir. İlçede bitki örtüsü zengindir. Ovada çok çeşitli ziraat yapılırken, dağlık kesimlerde orman alanlar yer almaktadır. % 40'a varan yeşil alan ve ormanları ile Türkiye ve dünya standartlarının üzerinde bir yeşil alana sahiptir İlçe halkının geçim kaynakları genelde tarım ve hayvancılıktır. Tarımı yapılan ürünler olarak: buğday, mısır, arpa, soya, çeltik, pamuk, karpuz,kavun, turp ve yer fıstığı ilk sıralarda yer alır. Turp'un Türkiye'de doğduğu yer Göztaşı (Nürpet) köyüdür. Kadirli, Türkiye'nin turp ihtiyacının %75'ini karşılar. İlçede her yıl çeşitli etkinliklerle "Turp Festivali" yapılmaktadır. İlçede tipik Subtropikal Akdeniz iklimi görülür. Yazları sıcak ve kurak,kışları ise ılık ve yağışlı geçer.Yağışlar yağmur şeklindedir. Sıcak ve kurak Akdeniz iklimi nedeni ile Kadirlililer yaz aylarını yaylalarda geçirmektedirler. Son zamanlarda yaylaların yanı sıra özellikle Adana'nın Yumurtalık ilçesindeki ve Mersin'deki yazlıklar da sıcaklardan kaçış yolu olarak yaylalara alternatif oluşturmaktadır. Bağdaş, Maksutoluğu, Yoğunoluk, Beyoluğu, Göller Kozan ve Yirce yaylalari Kadirlililerin en cok tercih ettiği yaylalardir. İlçe insanı egitim ve kültüre çok önem vermektedir.Yaşar Kemal (yazar), Emre Karayel(sinema sanatçısı), Cezmi Yurtsever (tarihçi, yazar), Kürşat Atılgan (siyasetçi), Ali Püsküllüoğlu(yazar,şair ve sözbilimci ), Ahmet Topaloğlu (siyasetçi), Aşık,Pehlivan Mustafa Adil Özkale, Aşık Halil Karabulut, Aşık Yusuf Sıra, Prof.Dr.Ali Erdemir (bilim adamı) , Prof.Dr. Süleyman Pampal, Prof. Dr. Adem Çabuk, Faruk Loğoğlu (siyasetçi) , Taşkın Özkale(Dünya Şampiyonu(güreşçi) ,Volkan Bekiroğlu (futbolcu), Dr. Kenan İZGİ(Türkiye'nin İlk Kanser Araştırmaları Uzmanı),Prof.Dr.Elif Loğoğlu(Bilim İnsanı) ve Hasibe Hatun gibi b
üyük değerleri yetiştirmiş olan Kadirli Türkiye'de eğitim seviyesi en yüksek şehirler arasında yer almaktadır. İlçede Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi'ne bağlı Kadirli Meslek Yüksek Okulu bulunmaktadır.Bu okulda Bilgisayar Teknolojisi ve Programcılığı, Bilgisayar Destekli Tasarım ve Animasyon, Endüstriyel Elektrik Teknolojisi, Muhasebe ve Vergi Uygulamaları ve Pazarlama programlarında 2 yıllık önlisans eğitimleri verilmektedir. Son zamanlarda en fazla şehidimizi verdiğimiz ilçedir. Zaten bu sebepten mahallelerimize hep şehitlerimizin adları verilmiştir. İlçe nüfusu Türkiye İstatistik Kurumu(TÜİK)Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi(ADNKS) 2013yılı verilerine göre 120.119 kişiden oluşmaktadır. Bu nüfusun 84.381'i Kadirli ilçe merkezinde, 35.738'i ise kırsal kesimde yaşamaktadır.Kadirli ilçe nüfusu sürekli artış göstermektedir.2000 yılında 65.227 olan şehir merkezi nüfusu 2007'de 77.379, 2013'te 84.381'e ulaşmıştır.Kadirli dağ köylerinden ve Kahramanmaraş'ın bazı ilçelerinden ciddi anlamda göç almaktadır. Kadirli , ilçe merkezine bağlı; 60 köy ve 20 mahalleden oluşmaktadır. Şehrin önemli mahallelerİ; Yeni Mahalle, Bağ Mahallesi, Cemal Paşa Mahallesi, Şehit İbrahim Kundakçı Mahallesi, Şehit Mustafa Yağız Mahallesi, Şehit Mehmet Hallaç Mahallesi, Şehit Halis Şişman Mah, Şehit Kansu Küçükateş mah, Şehit Vedat Kocadallı Mah, Şehit Mehmet Delikuş Mah, Şehit Orhan Gök Mah, 7 Mart Mahallesi, Tufan Paşa Mahallesi, Derviş Paşa Mahallesi, Pazar Mahallesi,Yeşiltepe Mahallesi ve Dere Mahallesi Kadirli'nin başlıca mahallelerindendir. İlçe geneli.. toplam olarak 30.086 haneden oluşmaktadır. Kızyusuflu Köyü sınırları içerisinde, 638 rakımlı Karatepe’nin kuzeyindedir. Kadirli’nin güneydoğusunda olup ilçemize 22 km Osmaniye’ye 30, Adana’ya ise 130 km uzaklıktadır. Karatepe Geç Hitit Çağı'nda (MÖ 8. yüzyıl) Asativatas tarafından, krallığını kuzeydeki vahşi kavimlere karşı korumak üzere, bir hudut kalesi olarak yaptırılmıştır. Kurucusundan dolayı Asativadaya adını alan bu yer, MÖ 725-720 tarihlerinde Asur kralı 5. Salamonsor veya MÖ 680 yılında Asarhaddon tarafından elegeçirilmiş, yakılıp, yıkılmıştır. Yıkılan kale sur duvarlarının kalınlığı 2 ile 4 metre genişliğinde, kalenin iç ve dış duvarları ise 4 ile 6 metre yüksekliğindedir. Kuru, harçsız yapılan çift duvar arasındaki boşluk taş, moloz ve toprakla doldurulmuştur. Kalenin doğu-batı çapı 196 metre, kuzey- güney çapı ise 376 metredir. Kale, 18-20 metre aralıklarla tespit edilebilen 28, tespit edilemeyen 6 olmak üzere 34 adet dikdörtgen burçlarla desteklenmiştir. Tepenin zirvesinde, saray olduğu tahmin edilen iki tane yanmış bina harabesi ve zahire kuyuları bulunmaktadır. Kalenin, biri güney-batısında, diğeri kuzey-doğusunda olmak üzere iki kapısı bulunmaktadır. Güney-batısındaki giriş kapısında kırık parçalarla ekli iki aslan heykeli vardır. Sağ ve sol yan odacıklarda esmer ve açık sarı, sert taneli bazalt taş bloklar üzerinde duvar kaplaması niteliğinde, o günün inanç ve yaşayışını sergileyen çeşitli figür rölyefleri (taş kabartmalar) ve aynı metin olmak üzere, karşılıklı Finike (çivi) ve Hitit hiyeroglif yazıları bulunmaktadır. Kapı içinde ise yaklaşık üç metre boyunda Fırtına Tanrısı’nın heykeli bulunmaktadır. Kuzeydoğu kapısında insan başlı, aslan gövdeli, karşılıklı iki sfenks vardır. Sağ ve sol odacıklarda Güneş Tanrısı rölyefi ve diğer çeşitli rölyefler ile karşılıklı aynı metin olmak üzere, Çivi yazılı ve Hitit hiyeroglif yazıları bulunmaktadır. Karatepe, 1946 yılına kadar bilinmeyen bir yer iken, Saimbeyli’den koyun otlatmaya gelen çobanlarca tesadüfen bulunmuş ve öğretmen Ekrem Kuşçu tarafından Adana Müzesi Müdürü Naci Kum’a bildirilmiştir. 1946 yılında Alman arkeolog Bossert başkanlığında kazı çalışmalarına başlanmıştır. Halen bu çalışmalar Halet Çambel tarafından yürütülmektedir. Yıkılan kale duvarlarının bir örneği doğu-batı istikâmetinde yeniden inşa edilmiştir. Buradaki Çivi yazılı tabletler sayesinde, önceleri tam çözülememiş olan Hitit hiyerogliflerinin okunmasına olanak sağlayan bir anahtar ele geçirilmiştir. Dünya üzerindeki Hitit yazıları ilk defa burada okunmuştur. Bu yazıların çözülmesiyle Anadolu’da Karatepe-Aslantaş’taki eserler, mimari bir bütünün parçaları oldukları için yerlerinden sökülüp kapalı bir müzeye taşınmamıştır.”Açık Hava Müzesi” kurularak eserlerin burada sergilenmesi yoluna gidilmiştir. Karatepe-Aslantaş Açık Hava Müzesi’nin bulunduğu yer, Anadolu’daki diğer ören yerlerinden çok farklıdır. Burası, Aslantaş Barajı’nın yapılmasıyla üç tarafı baraj golüyle çevrili olup baraj gölü ve Andırın Ovası’na hakim bir tepede bulunmaktadır. Müze, bir yarımada şeklindeki burun üzerinde ve etrafı ormanlarla kaplıdır. Karatepe, Çukurova’yı Andırın-Göksun üzerinden İç Anadolu’ya bağlayan ve “Akyol” (Ağ-yol-Kocayol) diye anılan tarihi kervan yolunun üzerindedir. Bu yol; Hititlerden önce, Hititler döneminde ve Haçlı Seferleri sırasında kullanılmıştır. Yakın zamanlara kadar Yörüklerin göç yolu da olmuştur. Yerli halk, aslan heykellerinden dolayı buraya “Aslantaş” demektedir. Fakat Türkiye'nin diğer yerlerinde de pek çok Aslantaş vardır. Diğerlerinden ayırt edilmesi için, örenyerine en yakın topografik noktanın “Karatepe” olmasından dolayı buraya “Karatepe-Aslantaş” denmesi daha uygun görülmüştür. Ceyhan ırmağının doğu sahilindeki Domuztepe de Geç Hitit Çağına ait bir yerleşim alanıdır. Müzenin iki km kuzeyindeki Kum Kalesi Haçlılar tarafından yaptırılmıştır. Kale, bugün baraj gölünün suları altında kalmıştır. Sumbas Sumbas, Osmaniye ilinin bir ilçesidir. Sumbas, 1996 yılında Osmaniye'nin il olması aşamasında Karaömerli ve Araplı köylerinin birleştirilerek belediye teşkilatı kurulması sonucu ortaya çıkmıştır. Bu belediyelik olan yeni beldeye de isim olarak içinden geçen çayın ismi, Sumbas adı verilmiştir. 24 Ekim 1996 tarihinde 4200 sayılı kanunla Osmaniye'nin il yapılmasıyla da Sumbas beldesi ilçe statüsünü almıştır. Portakal bahçeleri, pamuk tarlaları, kanallardan akan soğuk suları,incir ağaçları, yol boyunca sıralanan kaktüs ağaçları ile bir ilçeden çok köy görünümündedir. Halkın geçimini hayvancılık ve tarım sağlıyor. Bu amaçla Mehmetli beldesinde kurulan barajdan sulama amaçlı faydalanılmaktadır. İlçe bağlısı olmak üzere ilçe merkezine bağlı; Alibeyli ve Mehmetli adlı 2 belde, 13 köy ve 2 mahalleden oluşmaktadır. İlçede; 1 lise ile ikisi merkezde olmak üzere ilköğretim okulu vardır. Toprakkale, Osmaniye Toprakkale, Osmaniye ilinin bir ilçesidir. Ardeşen Ardeşen (Lazca ve Gürcüce: არტაშენი/Artaşeni ya da არდაშენი/Ardaşeni), Rize'nin il merkezine 45 km mesafede bir ilçesidir. 743 km² yüzölçümüne sahip ilçe, 1 belde, 42 köy ve yedisi Tunca Beldesi'ne bağlı 28 mahalleden oluşmaktadır. Doğusunda Fındıklı, batısında Pazar, güneyinde Altıparmak Dağları ve kuzeyinde Karadeniz ile çevrilmiş olup, kıyı uzunluğu 10 km'dir. Genel olarak ılıman, dört mevsim yağışlı bir iklime sahip olan ilçenin ortalama sıcaklığı 15 derece civarındadır. İç kısımlarına gidildikçe iklimin biraz daha sertleştiği görülebilir. Ardeşen'in sarp ve engebeli arazisinin neredeyse dörtte biri ormanlık alandır. %10 civarındaki tarıma elverişli arazisinde yetiştirilen başlıca tarım ürünü çaydır. Çay dışında yetişen fındık, kivi, mısır gibi ürünler çoğunlukla ilçe içerisinde tüketilmektedir. İlçede yapılan hayvancılığın da bu faaliyetle uğraşan ailelerin ihtiyacına yönelik olduğu söylenebilir. İlçede süregelen silah üretimini yasal bir çerçeveye oturtmak amacıyla 1993 yılında kurulan Asilsan, Türkiye'nin ilk özel silah fabrikası olma özelliği taşımaktadır. En büyük akarsuyu olan Fırtına Deresi'nde, elverişli pek çok parkur bulunduğundan rafting yapılabilmektedir. Ardeşen yerleşiminden ilk kez 1846 tarihli bir belgede "ardaşen" () olarak bahsedilmiştir. Ardeşen 1916 ve 1918 yılları arasında Ruslar tarafından yönetilmiştir. Daha önce Pazar'a bağlı olan Ardeşen 1 Mart 1953'te ilçe olmuştur. Ardeşen’de tarihi eser olarak cami, kilise, kemer köprü ve ev örnekleri bulunmaktadır. Ayrıca Seslikaya Köyü'nde bulunan Süleyman Dede (Efendi) Türbesi de (1890) önemli tarihi eserlerdendir. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi'nin 2014 verilerine göre ilçe merkez nüfusu bakımından Rize'nin, Merkez ilçesinin ardından 2. en kalabalık ilçesidir. İlçede yaşayan etnik gruplardan bahsederken ilçe nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Lazların dışında Hemşinliler (Müslüman Ermeniler) de bahsetmek gerekir. İlçede Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı 1 halk eğitim merkezi, 1 öğretmen evi ve akşam sanat okulu, 1 mesleki ve teknik eğitim merkezi, 2 anaokulu, 10 ilkokul, 7 ortaokul, 8 lise bulunmaktadır. Ayrıca Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi'nin Turizm Fakültesi'yle Meslek Yüksekokulu'nun bulunduğu bir yerleşkesi bulunmaktadır. Özel sağlık merkezleri dışında üç adet aile sağlığı merkezi bulunan ilçede vatandaşlar, Ardeşen ve Pazar'da bulunan devlet hastanelerinin birleştirilmesiyle 2011 yılında hizmete giren Kaçkar Devlet Hastanesi'nden de sağlık hizmeti almaktadır. Derepazarı Derepazarı, Rize ilinin bir ilçesidir. Rize'nin Trabzon tarafında ana sahil yolu üzerinde bulunur. Yaz aylarında sosyal hayat canlanmakta, Nüfus yaz aylarında kış aylarına göre daha kalabalıktır. İlçenin deniz sahili genellikle çok temiz ve denize girmeye elverişlidir. Tek eksikliği deniz kıyılarında kumlu alanlar bulunmamaktadır.7 tane mahalle ve 11 köy bulunmaktadır. İlçe ekonomisi genellikle çay üretimine ve Çay Fabrikasında çalışan işçilerin mevsimlik işine bağlıdır. Özellikle yaz aylarında Çay Fabrikalarının mevsimlik çalışmaya başlamasından sonra ekonomide bir canlılık dikkat çeker. Rize’nin çok yakın ve ulaşımının ekonomik olmasından dolayı halkın birçoğu ihtiyaçlarını vilayetten karşıladığından, ticaret olması gerektiği noktadan çok geride kalmıştır.İlçede sanayi ağaç ürünlerine daha baskındır. Derepazarında Devletin himayesinde olan 2 Çay-kur çay fabrikasının yanında, 4 tane de özel sektör çay fabrikası bulunmaktadır. Derepazarı küçük bir ilçe olmasına rağmen 6 adet çay fabrikasından ve çay üretiminden dolayı özel
likle yaz aylarında ekonomik hayat canlanmaktadır. Dolayısıyla Çay sanayi İlçe ekonomisinin can damarı durumundadır. Güneysu Güneysu, Rize ilinin bir ilçesi. Potamya Osmanlı yazılı kaynaklarında ilk olarak 1486 tarihli Trabzon tapu tahrir defterlerinde görünen, Trabzon İmparatorluğu döneminde kurulmuş önemsiz bir Rum köyü olduğu düşünülmektedir. 1530 tarihli defterlerde 3 mahalle ve 2 köyde oluşan Potamya karyesinde 228 Hristiyan Rum, 28 yeni Müslüman (olmuş Rum), 26 baştine yaşamakta ve 13 değirmen olduğu kayıtlıydı. 1924 yılında yerleşimdeki medreseler kapatılınca tepkiyle karşılanmış, 1925 yılında "Şapka İsyanı" olarak bilinen tarihi olay Potamya'da yaşanmıştır. Güneysu, Rize iline bağlı bir bucak merkezi iken 1987 yılında ilçe olmuştur. Güneysu İlçesi’nin eski adı ve halk arasında da yaygın olarak kullanılan ismi Potomya'dır. Çünkü Karadeniz Bölgesi'nde kaynağını dağların kuzeyinden alan birçok kısa mesafeli,gür akışlı akarsulardan olan Taşlıdere Havzası'nın iki önemli kolu olan Salarha Deresi ve Potomya deresi arasında kaldığından bu ismi almıştır. Yani iki akarsu ortasında yer aldığından Potamya denilmiş ve zamanla halk dilinde Potomya'ya dönüşmüştür. Potamya "dereli" anlamına gelmektedir.. Ayrıca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın memleketidir. Güneysu İlçe sınırları yaklaşık olarak batıda 40 34 doğu boylamından, doğuda 40 44 doğu boylamından, güneyde 40 50 kuzey enleminden ve kuzeyde 41 02 kuzey enleminden geçmektedir. Güneysu, Rize il merkezinin güneydoğusunda Taşlıdere'nin Karadeniz'le birleştiği noktadan güneye doğru gidildikçe dokuzuncu kilometrede yer alan ve 107 km² alana sahip Rize'nin iç kesim ilçelerinden biridir. Şehir merkezinin, kıyıya uzaklığı 14 km. olup şehir merkezi rakımı 152 metredir. Doğudan Çayeli, kuzeyden Rize merkeze bağlı topraklar batıdan Rize merkeze ve İkizdere toprakları ve güneyden İkizdere toprakları ve Kaçkar Dağları ile çevrilidir. Kuzey sınırları Karadeniz kıyısından 9 km içeriden başlayıp şehir merkezinin 14.km'de olduğu halde rakımı 152 km'de olması akarsu kenarında kurulmasının bir sonucudur. Oysa şehir merkezi bile tepelerle çevrili olup, buralarda kurulan yakın köylerde bile (iki üç km mesafede) rakım bu değerin birkaç katına çıkabilmektedir. İlçe çok engebeli bir rölyefe sahip olup, ilçe sınırları dahilinde yükseltisi 150 m. ile 2000 m. civarında değişen tepelik alanlar mevcuttur. Bu tepeler yapı, rölyef ve teşekkülat bakımından bir birine benzer özellikler göstermekte olup vadilerle birbirinden ayrılmışlardır. Bu vadilerde büyüklü küçüklü çok sayıda akarsu mevcut olup bunlar daha sonra Taşlı dere havzasının en önemli kolu olan Güneysu ( Potamya ) deresini meydana getirmektedir. Arazinin çoğu dağlık olup cüzi bir kısmını yaylalar meydana getirmektedir. Denize komşu olmadığı için de Rize genelinde payı %1 olan ovalarından bile tam olarak payını alamamıştır. Bu dağlık arazi ise tamamen bitki örtüsü ile kaplı olup, açık alan görmek mümkün değildir.Bu bitki örtüsü vadilerin derin ve keskin görünümünü yumuşatıp göze hoş bir karakter kazanmasına yardımcı olmaktadır. Bölgenin iklim özelliğinden kaynaklanan sürekli yağışlar aşınmayı arttırarak erozyon tehlikesini sürekli gündemde tutmaktadır. Ayrıca bu yağışlar rölyefteki engebe ve toprakta ki namüsait yapı ve doku ile birleşince ilçenin her köşesine can ve mal kaybına müsebbip olan sürpriz sel ve heyelanlarla karşılaşmak mümkün olmaktadır. Nitekim 12 Kasım 2001 ve 23 Temmuz 2002 felaketleri bunun sadece acı iki örneğidir. Yörenin bitki örtüsü özelliğine baktığımızda sınırları dışından (kıyıdan) başlayan Kolşik Flora’nın hakimiyetini müşahade etmekteyiz. Ancak belli bir yükseltiden sonra iğne yapraklı ağaçlar hakim duruma geçmekte ve Kaçkarların kuzey sınırlarında sıralanan belli sayı ve büyüklükteki yaylalarda alpin çayırlardan söz etmemiz mümkündür. Güneysu’nun nüfus yoğunluğu Türkiye ortalamasının üzerinde olup kadın nüfusu erkek nüfusundan daha fazladır. Ayrıca sürekli dışa göç 1990’da 19516 olan Güneysu nüfusunu 2000 yılında 17320’ye geriletmiştir. Dolayısıyla nüfus artış hızı %-11,25’dir. Kırsal nüfus yoğunluğu şehir nüfusundan çok fazladır.Bunun sebebi merkeze yakın köylerin oluşu dolayısıyla insanların köyden merkeze gündüzün gelip gitmesidir. Ayrıca kır nüfusunun şehir nüfusundan fazla olmasının diğer bir sebebi ilçe sınırları içinde 22 köy olup belediye sınırları içinde 6 mahallenin oluşudur.Yeni kırsal yerleşme sayılarının şehirdeki yerleşmenin 5 katından fazla oluşudur. Güneysu nüfusunu etnik köken bakımından başta Türkler,Laz kökenli Türkleşmiş aileler ve kısmende Gürcüler oluşturmaktadır. Güneysu halkının temel geçim kaynağını tarım ve tarıma dayalı sanayi teşkil etmektedir.Bu konuda özellikle çay tarımının hakimiyetinden söz etmek mümkündür. Son yıllarda çaya alternatif olarak kivi de yetiştirilmeye başlanmıştır. Sebzecilik her ailenin kendi ihtiyacını karşılamaya yönelik olup küçük tarlalarda yapılmaktadır.Ayrıca traktör gibi tarım sanayii araçlarını kullanmaya müsait bir alan olmadığından bütün ekim,biçim işleri çapa vb. el aletleri ile yapılmakta olup insan gücüne dayanmaktadır. Nadiren hayvan gücünden istifade edilir. Hayvancılık faaliyetleri daha çok kırsal alanda olup büyük baş hayvan yetiştiriciliği ön plandadır. Bunun yanında yüksek kesimlerde kıl keçisi ağırlıklı küçükbaş hayvancılık da yapılmaktadır. Sanayi faaliyetleri olarak çay sanayii gerek üretim gerek istihdam açısından birinci durumdadır. İlçede 1 tane Çaykur’a, 35 tane özel sektöre ait olan çeşitli üretim kapasitesine sahip 37 fabrika mevcut olup, ilçede yetişen çayın işlenmesinin yanı sıra komşu ilçelerden de alınan yaş çayı işleyen bu fabrikalar, ilçenin özel sektör çay sanayii bakımından diğer ilçelerden daha iyi olduğunu göstermektedir. İyidere İyidere, Rize ilinin bir ilçesidir. Coğrafi yapının yarattığı koşullar dolayısıyla köy ve kasaba arasında bir profile sahiptir. Genel iş kaynakları, tarım, hayvancılık, balıkçılık ve çay tarımıdır. Çay tarımında genellikle kadınlar çalışırken, erkekler de bölge sayısı yaklaşık 15'i bulan çay fabrikalarında çalışmaktadır. Ayrıca ilçenin sahilde bulunması balıkçılık yapılmasına da olanak vermiştir. İyidere nüfusunu etnik köken bakımından başta Türkler ve Laz kökenli aileler oluşturmaktadır. İyidere yeşilliklerin sonsuz olduğu bir yer gibidir. Yaklaşık yüzölçümüm 25 kilometre karedir. Trabzon sınırına çok yakındır. Rize iline mesafesi 14 km'dir. Doğusunda yine Rize ilinin Derepazarı ilçesi batısında ise Trabzon ilinin Of ilçesi bulunmaktadır. Güneyinde Rize'nin Kalkandere ilçesi kuzeyinde ise Karadeniz sahili vardır. Doğu ve güneye gidildikçe rakım yükselir. Kıyıda iklim iç bölgelerine göre daha ılımandır. Ortalama sıcaklık 14 derece, ortalama yıllık yağış miktarı ise metrekareye 230 kilogramdır.Her ne kadar yağış miktarı Türkiye ortalamasına göre fazla olsa da özellikle sahilleri oldukça ilgi çekicidir.Turistlerin sıklıkla ziyaret ettiği Metropol İlçe İyidere, plajlarıyla namını birkaç sene sonra tüm Türkiye'de duyuracağına kesin gözüyle bakılıyor.Ayrıca son yapılan ölçümlerde deniz suyunun son derece temiz olduğununda altı çiziliyor. MÖ 700'lü yıllarda Miyetoslularca kurulmuş zamanla sırasıyla Roma, Bizans ve Pontus Rum egemenliği altında kalmıştır. Fatih Sultan Mehmet tarafından 1461 yılında Osmanlı topraklarına katılmıştır. Eski adı [Aspet] olarak bilinmektedir. Aspet ismi Eski Yunanca "T'aspeta (Evler)" kelimesinden geldiği sanılmaktadır. İyidere ismi ise ilçenin içinden geçmekte olan eski adı Yunanca "Kalapotamos" çayının Türkçeye tercüme edilmesi ile bugüne gelmiştir. Osmanlı dönemindeyken nahiye durumunda olan ilçe, cumhuriyetin ilanından sonra bucak durumuna gelmiştir. İlçe de 8 Mahalle bulunmaktadır: Geyve Geyve, Sakarya iline bağlı ilçedir. Marmara Bölgesi'nin doğusunda, Sakarya ilinin güneyinde yer alır. Doğusunda Karapürçek ve Taraklı, batısında Pamukova, kuzeyinde Sapanca ve Merkez ilçe Adapazarı, güneyinde ise Bilecik iline bağlı Osmaneli ve Gölpazarı ilçeleri vardır. Geyve, 1830 yılından beri ilçe konumundadır. 1954 yılına kadar Kocaeli iline bağlıyken bu tarihten itibaren, Sakarya iline bağlanmıştır. Yüzölçümü 62.852 hektardır. Bu yapısıyla Geyve, Sakarya'nın yüzölçümü bakımından en büyük, nüfus bakımından 3. büyük ilçesidir. Kendisini Karasu ve Sapanca ilçeleri izler. (Geyve'den nüfusça büyük ilçeler, yüzölçümü bakımından 2. sıradaki Akyazı ve yüzölçümü bakımından 3. sıradaki Hendek'tir ) İlçe merkezinin deniz seviyesinden yüksekliği 124 metre olup, en yüksek yeri 1040 m. yükseliğindeki Çine taşı tepesidir. İlçenin nüfusunun tamamına yakınını Manav Türkleri oluşturur. Manav Türkleri'nin soyunun Türkmenler'e dayandığı sanılmaktadır. Köylerde farklı etnik kökenlerden insanların da yaşadığı görülür. İlçenin en önemli akarsuyu Sakarya Nehri ve Karaçay deresidir. Sakarya Nehri ilçe merkezinin hemen kenarından geçerken, Karaçay Deresi ise ilçenin ortasından akarak Sakarya Nehri'ne dökülür. Sakarya Nehri ovadaki tarımın can damarıdır. Arazinin Sakarya Nehri boyundaki %20'lik kısmı ova, kalan %80'i ise dağlık ve ormanlıktır. Ova kısmı sulu tarım için çok uygundur. İlçenin doğal bitki örtüsü genellikle ormandır. İlçenin verimli toprakları ve sahip olduğu iklim özellikleri, turunçgillerin dışında ekonomik önemi olan birçok ziraat ürününün yetiştirilmesine elverişlidir. Ekonomik anlamda zirai etkinliğin yapıldığı alanlar; bağcılık, meyvecilik (Elma, ayva, şeftali, kiraz), sebzecilik (en çok kereviz üretimi yapılmaktadır) ve hububattır. İlçe Sakarya ile Bilecik illerini birbirine bağlayan D-650 Karayolu'nun yakınında olup, İstanbul'dan Ankara'ya gitmek isteyenler için D-100 ve TEM Otoyolları'na alternatif olacak Taraklı-Göynük bağlantılı Sakarya-Ankara yolu üzerindedir. İlçede Alifuatpaşa köprüsü, Elvanbey İmareti gibi tarihi eserlerin yanında çok sayıda eski yerleşim yeri bulunmaktadır. Geyve-Taraklı yolundaki dinlenme ve alabalık tesisleriyle yol üzerindeki başta kiraz bahçeleri olmak üzere meyve yetiştiriciliği yapılan alanlar görülmeye değerdir.
Aşağı Bağlarbaşı köyünde Geç Bizans döneminden kalan kale ((Türklerin Bizansaa olan akınlarını bertaraf etmek için yapılan Geyve Boğazı kaleler zincirinden bir tanesi )) ve Akıncı köyü sapağından Adapazarı istikametine yaklaşık 4 km mesafede ana yolun kenarında Çoban Kalesi görülebilecek tarihi yerler arasındadır. Ayrıca Mekşe Boğazı'nda bulunan Kıncılar Kilisesi harabeleri ve tam karşısında güney batıda bulunan Kurtbelenk Kilisesi harabesi de gezilebilinir. İlçeye bağlı Alifuatpaşa beldesinde bulunan Kuvay-i Milliye Müzesi, Geyve İkinci Beyazıt Köprüsü gibi tarihi ve turistik özellikler arzeden yapılara ek olarak, Kurtuluş Savaşı kahramanlarından olan ve Geyve Savunması'nın komutanlarından Ali Fuat Cebesoy'un mezarı da ilçede ziyaret edilebilecek yerler arasındadır. Doğançay Şelalesi, ilçe sınırlarında, Maksudiye köyü sınırlarında bulunur. Karapürçek, Sakarya Karapürçek, Sakarya ilinin bir ilçesidir. Sakarya merkezi oluşturan 10 büyükşehir ilçesinden biridir. Karapürçek, Sakarya'nin en eski nahiyesidir. Kuruluş tarihi belli olmamakla birlikte Bizanslılar zamanında büyük yerleşme yerlerinden birisi olduğu kabul edilmektedir. İlçenin İlkçağ tarihi ile ilgili yeterli ve kesin bilgi bulunmamaktadır. Bununla birlikte Sakarya ili ile aynı tarihe sahip olduğu anılmaktadır. Buna göre; MÖ 3. yüzyılda başlayan Bithynia Krallığının egemenliği MÖ 1. yüzyıldaki Roma yönetimine kadar sürmüştür. Bizanslıların Optimation Theması’nın sınırları içerisindeki Sakarya bölgesi zaman zaman Arap istilalarına uğramıştır. 11. yüzyılın sonlarında Selçuklulardan Artuk Bey’in buradaki Bizanslıları yenmesi ile yöre Selçukluların eline geçmişse de 1072’de yeniden Bizanslılar yöreye hakim olmuşlardır. Bunun ardından 1097’de Haçlıların, Danişmendlilerin, Anadolu Selçuklularının ve İznik’te merkezi kurulan Nicaia İmparatorluğunun yönetimine girmiştir. Konuralp ve Akçakoca tarafından 1324’te Osmanlı topraklarına katılmıştır. Rivayetlere göre Bizanslılar zamanında Karabıçaklı adında üç kardeşin doğuda Küçücek, kuzeyde Küçükkarapürçek ve güneyde Büyükkarapürçek köylerini paylaşarak yerleştikleri. O zaman ilçemizin adının Büyük Karapürçek olarak geçtiği ilçemizin adının, zaman içerisinde "Pürçek" manasında Büyükkarapürçek olarak yaygınlaşarak günümüzde Karapürçek ismini almıştır. Bölgede 1967 yılında meydana gelen depremde Osmanlılardan kalan tarihi yapılar yıkılmış ve tahrip olmuştur. 1967-1968 yıllarında İmar ve İskan Bakanlığı tarafından planlı ve projeli olarak yeni yapılar yapılmıştır. Marmara Bölgesi’nde, Sakarya İline bağlı bir ilçe olan Karapürçek, doğusunda Akyazı ilçesi, batısında Sakarya Merkez, güneybatısında Geyve ilçe sınırları ile çevrilidir. Sakarya’nın güneydoğusunda yer alan ilçe toprakları engebeli bir arazi yapısına sahip olup güney kısmı ovadan oluşmaktadır. Deniz seviyesinden yüksekliği 84 m'dir. İlçenin E-5 karayolu ve TEM Otoyoluna bağlantısı vardır. Sakarya Merkeze 23, Akyazı 10, TEM Oto yolu girişine 11 km'dir. İlçe Marmara ve Karadeniz iklimi özelliklerini taşır. Kışlar bol yağışlı ve az soğuk, yazlar ise sıcak geçer. İlçe doğal bitki örtüsü bakımından oldukça zengindir. İlçe topraklarının %65’i ormanlarla kaplıdır. Bu ormanlarda gürgen, meşe, kayın, kızılçam ve karaçam ağaçları bulunmaktadır. İlçenin yerli halkı Türkmen (bazılarına göre manav) adı verilen halktan oluşmakta iken, çeşitli göç hareketleri sonucunda Kafkasya, Karadeniz, Kuzey Irak ve Balkanlar'dan vatandaşlarımız gelerek yerleşmişlerdir. İlçe ekonomisi genellikle tarıma dayalı olup hayvancılık da yapılmaktadır. İlçe topraklarının güneyi ovalık olup, her türlü tarıma elverişlidir. Yetiştirilen tarımsal ürünlerin başında fındık gelmektedir. Bunun yanı sıra arpa, buğday, fasulye, mısır, patates, çeşitli sebze ve meyve yetiştirilir. Hayvancılıkta büyükbaş hayvan besiciliğinin yanında arıcılık ve ipekböcekçiliği de yapılmaktadır. Ayrıca kümes hayvancılığı da ilçe ekonomisinde önemli yer tutmaktadır. Karasu Karasu, Marmara Bölgesi'nde, Sakarya iline bağlı bir ilçe, doğusunda Kocaali ilçesi, güneyinde Hendek ilçesi, güneybatısında Ferizli ilçesi batısında Kaynarca ilçesi ve kuzeyinde de Karadeniz ile çevrilidir. Marmara Bölgesi'nin Batı Karadeniz ile birleştiği yerde, Sakarya’nın kuzeyinde yer alan ilçe toprakları hafif dalgalı alçak alanlardan oluşmuştur. Karadeniz kıyısındaki düzlüklerin gerisinde hafif eğimlerle yükselen alanlar, bu alanların güneyinde de dalgalı düzlükler bulunur. Ancak birkaç yıl içerisinde kıyı bölümlerinin bir kısmına dalgakıran yapılarak akıntı kısmi engellenmiştir. Karasu'nun eski yerleşim yeri Küçük Karasu köyüydü. Köyün etrafındaki bataklıklardan dolayı karasu denilmiştir. Halk çıkan salgın hastalıktan sonra bu gün Karasu merkezinde bir mahalle olan İncilli'ye yerleşmiş ve burası Karasu adını almıştır. İlçe topraklarını Sakarya Nehri sulamaktadır. Sakarya'nın taşıdığı alüvyonlarla vadi tabanlarında ve denize ulaştıkları kesimlerde verimli düzlükler oluşturur. Acarlar, Akgöl ve Küçükboğaz Gölleri ilçedeki belli başlı göllerdir. İl merkezine 50 km. uzaklıktaki ilçenin yüzölçümü 788 kmdir. İlçede, MÖ 3. yüzyılda başlayan Bitinya Krallığının egemenliği MÖ 1. yüzyıldaki Roma yönetimine kadar sürmüştür. Bizanslıların Optimation Theması'nın sınırları içerisindeki Sakarya bölgesi zaman zaman Arap istilalarına uğramıştır. 11. yüzyılın sonlarında Selçuklulardan Artuk Bey’in buradaki Bizanslıları yenmesi ile yöre Selçukluların eline geçmişse de 1072’de yeniden Bizanslılar yöreye hakim olmuşlardır. Bunun ardından 1097'de Haçlıların, Danişmendlilerin, Anadolu Selçuklularının ve İznik'te merkezi kurulan Nicaia İmparatorluğunun yönetimine girmiştir. 1322'de Orhan Gazinin komutanlarından Konuralp tarafından Osmanlı Devleti topraklarına katılmıştır. 1888 yılına kadar, "Pazarsuyu" adıyla Kastamonu'ya, sonrasında İzmit'e bağlanmıştır. 1933'e kadar Bucak, 1933'te ilçe yapılarak İzmit'e bağlanmıştır. 1954 yılında Sakarya ilinin kurulmasıyla, bu ile bağlı ilçe olmuştur. En eski tarihi eserler Sakarya nehri kıyısındaki günümüze ancak temel kalıntıları kalan, Karapınar ve Akkum köyleri arasındaki Karasu Kalesidir. Bugün fındıklıklar içinde kalan kaleden geriye fazla bir kalıntı kalmamıştır. Bizans döneminde Sakarya nehir ulaşımının güvenliği için yapıldığı düşünülmektedir Eski adı "İncilli" olan Karasu, 19. yüzyıl sonlarında bağımsız İzmit Mutasarrıflığının Kandıra kazasına bağlı bir nahiye idi. Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde Karasu’dan; “Bundan 300 sene evvel Karasu Köyü’nde kurulmuştur. İzmit Sancağı’nın Kandıra Kazası’na bağlı bir kasabadır. Halkı çoğunlukla kömür taşımacılığı ve balıkçılık yapmaktadır” diye söz etmektedir. 1898 yılında Karasu'da çinko ve kurşun bulunmuş ve 1. Cihan Harbine kadar işlenmeye devam etmiştir. Karasu tarihinde İpsiz Recep Emice ismi önemli bir yer tutar. Aslen Rizeli olan İpsiz Recep Kurtuluş Savaşında Karasu'yu kendine karargâh yapmış, Millî Mücadeleye önemli katkılarda bulunmuş milis yüzbaşıdır. İpsiz Recep Kurtuluş Savaşı sonrası Karasu Yenimahalle'ye yerleşmiş, burada vefat ederek, Ulu Camii Mezarlığına defnedilmiştir. Cumhuriyet döneminde bataklıklar kurutulmuş, Kafkasya ve Balkanlardan gelen göçmenler yöreye yerleştirilmiştir. 1940'larda başlayan ve hâlen devam eden Doğu Karadeniz'den aldığı göçlerle hızla büyümüştür. II. Dünya savaşında Karasu açıklarında batırılan 30. denizaltı filotillasıdan U-20 Alman denizaltısının yeri yakın zamanda bulunmuştur Türkiye'de Karadeniz iklimi nin hakim olduğu Karasu'da kışlar çok soğuk değildir, yazlar aşırı sıcaklar görülmez, her mevsim yağışlı geçmektedir. Kar yağışları birkaç gündür, yerde fazla kalmaz. Yıllık yağış ortalaması 1200 mm'dir. İlçe ekonomisi tarım, turizm ve balıkçılığa dayalıdır. Yetiştirilen tarımsal ürünlerin başında fındık, mısır ve buğday, gelmektedir. Hayvansal üretim ilçenin ikinci gelir kaynağı durumundadır. Ayrıca kent yakınındaki Sakarya ağzı balıkçı tekneleri için doğal bir liman olup, küçük ölçekli tekne yapım yerleri de vardır. Karasulu balıkçılar genelde: kum midyesi, deniz salyangozu, palamut, lüfer, barbunya, tekir, mezgit, istavrit, kalkan, kefal, tirsi, köpek balığı ve vatoz avlarlar. 143 tekne ile yıllık 2.000 ton (2003) deniz ürünü yakalanmaktadır. Yakın zamana kadar liman bulunmadığından Sakarya Nehri'nin ağız kısmı (Yeni Mahalle) sığınma yeri olarak kullanılmaktadır. Depolama imkanı olmadığından sabah çıkan balık mezat usulü bekletilmeden satılmaktadır. İlçe sınırlarında MTA tarafından, Çam Dağı'nın kuzeyinde bakır, kurşun, çinko zuhuratı, İhsaniye sahilinde kumul alanlarda titanyum madeni varlığı saptanmıştır. 11 Nisan 2015 tarihinde, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı tarafından Denizköy ve İhsaniye köyleri arasına "Karasu Otomotiv İhtisas Endüstri Bölgesi" kurulacağı duyurulmuş, aynı gün resmi gazatede karar yayınlanmıştır. Bakan Fikri Işık tarafından; Yaklaşık 222 hektar üzerine kurulacak sanayi alanında motor, elektrikli-hibrit araçlar üzerinde çalışacak firmalara öncelik verileceği, 7-8 bin kişiye istahdam sağlanacağı, 1,5-2 milyar dolar yatırım beklendiği, açıklanmıştır. Kıyı boyunda yazlık daire ve siteler geniş yer tutar. Pansiyonculuk hizmeti yaygındır. Deniz turizminin yanında son yıllarda Acarlar longozu (su basar orman) endemik bitki ve hayvan türleriyle, uluslararası boyutta incelenmekte ve ilgi çekmektedir. Maden Deresi Kanyonu yazın aşırı sıcak zamanlarında bile serin atmosferiyle piknikçilerin gözde yeridir. Küçükboğaz Gölü ilginç oluşumu ile amatör balıkçıların ve piknikçilerin vazgeçemediği yerlerdendir. Yeni Mahalle'de Sakarya Nehrinin denize döküldüğü Sakarya Ağzı görülecek yerlerdendir. Çevresi alkollü ve alkölsüz restaurantları, yeni yapılan yürüyüş yolları, oturma banklarıyla çekici hale gelmiştir. Karasu sahilde kurulması düşünülen sivil havacılık pisti ile yakın zamanda bu konuda da ismini duyurmaya başlayacaktır. Karasu ve çevresinde karstik taşların varlığından dolayı pek çok küçük ve orta ölçekli mağara mevcuttur. Karasu'da son yıllarda Karasu Limanının yapımına başlanması, s
erbest bölge ilan edilmesi, tersane kurulması ile birlikte hızlı bir gelişme başlamıştır. Bu olay kent nüfusunun hızla artmasına çok miktarda yeni konut yapılmasına ve arsaların hızla değerlenmesine neden olmuştur. Sakarya Nehri'ne 2000 yılından itibaren Mersin balığı yavruları bırakılmaktadır. Geçmiş yıllarda Sakarya Nehri ağzında bolca avlanan, belediye ambleminde yer alan Mersin balığı nesli yeniden canlandırılmaya çalışılmaktadır. Nesli tüketilen balığın anısına festival düzenlenmektedir. 1987 yapımı Türk filmi Otobüs Yolcuları / İhsaniye - Karasu, Karasu'nun İhsaniye köyünde çekilmiştir. Sakarya merkez'e yaklaşık olarak 55 kilometre mesafede'dir. Kendisine en yakın ilçe olan Kocaali ile arasında yaklaşık 16 kilometre mesafe vardır. İstanbul'a dökülen Melen Çayı ile arasında da 25 kilometre mesafe vardır. Kaynarca, Sakarya Kaynarca, eski ismi Şeyhler, Sakarya ilinin bir ilçesidir. Kaynarca ilçesi, Kocaeli yarımadasının doğu uzantısında, Sakarya Vâdisi ile Karadeniz Bölgesi arasında yer almaktadır. Bu bölgenin târihi Bitinya Krallığı ile başlar. MÖ 307-304 sonrası ile Pontus Krallığı, Roma ve Bizans egemenliğine kadar uzanmaktadır. 1299 yılında Söğüt dolaylarında Osmanlı Beyliği'ni kuran Osman Gazi Karadeniz Bölgesi'ne kadar olan yörenin Osmanlı Beyliği'ne katılması görevini Akça Koca ve Konur Alp Beylere verir. Akçakoca Bey'i bu yöreyi 1308-1371 yılları arasında tümüyle Osmanlı Beyliği topraklarına katar. Kaynarca'nın kesin kurtuluş tarihi bilinmemektedir; "Hoca köy" adıyla anılan köyün daha sonra "Şeyhler" adını alarak nahiye olduğu 1288-1827 târihli tapu kayıtlarından anlaşılmaktadır. 1899'da meydana gelen büyük bir yangın sonucu devlet daireleri önce "Şeyh Tımarı köyüne" (1889-1909), sonra Kavacık Çorlar Köyü'ne (1909-1917) taşınır. 1917'de tekrar nahiye olarak teşkilatlanan Şeyhler, 25 Mart 1920'de Yunan işgaline uğramış ve 16 Nisan 1921'de geri alınmıştır. 2. kez 30 Nisan 1921'de işgale uğramış ve 3 Mayıs 1921'de Türk güçlerince işgalden kurtarılmıştır. 1922 yılında ikinci kez büyük bir yangın geçirerek 1922-1925 yılları arasında Topçu (Büyükkaynarca) Köyü'ne nakledilmiştir. Önce Kocaeli'ne bağlı olan Şeyhler 1868'de Kandıra'nın bir ilçesi olması üzerine Kandıra'ya bağlanmıştır. 1 Nisan 1959 yılına kadar Kandıra'nın bir bucağı olarak kalmıştır. 1 Nisan 1959'da 7033 Sayılı kanuna göre "Kaynarca" adıyla ilçe olmuş ve 21 Ocak 1966 tarih ve 714 sayılı kanunla Sakarya iline bağlanmıştır. Kaynarca ilçesi Sakarya ilinin kuzey batısında yer alır. Doğuda; Karasu, batıda; Kocaeli'ye bağlı Kandıra ilçesi, güneyde; Adapazarı ve kuzeyde Karadeniz ile çevrilidir. İlçenin ekonomisi tarıma dayalıdır. Halkın başlıca geçim kaynakları tarım ve hayvancılıktır. Son yıllarda kümes hayvancılığında büyük aşama kaydedilmiştir. Küçük çapta sanat ve ticaret faaliyetleri de olduğu görülmektedir. İlçede 4181 hane vardır. 3956 aile çiftçilikle uğraşmaktadır. İlçede Esnaf ve Sanatkarlar Kooperatifi'nin şubesi vardır. Çiftçi ve esnafı destekleyecek Ziraat Odası'nın yanı sıra T.C. Ziraat Bankası, Kaynarca İlçesi Köylere Hizmet Götürme Birliği, Tarım Kredi Kooperatifi ve Pancar Bölge Şefliği bulunmaktadır.İlçede tarıma elverişli arazi toplamı 19875 dekar olup, bu miktar ilçe yüzölçümünün % 54.91'dir. Bu arazilerin % 20'si sulanabilir arazi niteliğinde olup, iklim elverdiğinde her türlü tarım yapılabilir. Ayrıca 3148.4 hektar fındıklık vardır. Geriye kalan % 25 orta vasıfta, % 9.917i de düşük vasıflı kıraç ve meyilli arazidir. Tarım arazisinin fazla olmasının yanı sıra hayvancılığa da gereken önem verilmektedir. Hayvancılık oldukça gelişmiştir. 3956 çiftçi ailesinin tamamı hayvancılıkla iştigal etmektedir. Ayrıca 165 çiftçi ise projeli hayvan besiciliği yapmaktadır.Süt inek besiciliği hızla yaygınlaşmıştır. Süt verimi yüksek Holstein Irkı İnek yönünde ıslah çalışmaları devam etmektedir. Süt inekçiliğinin % 90'ı Holstein ırkıdır. 16995 adet büyükbaş hayvanın 10620 adeti süt ineğidir. Son yıllarda Broiler Tavuk işletmeciliği ilçede gelişmiştir. Burada 525 faal kümes, 200 adet de faal olmayan kümes vardır. Taşoluk Köyü'nde eski dönemlerden kalma bir mağara vardır. Kanlı Pınar, mağaranın sağ tarafında yer alır. Rivâyetlere göre İstiklal Savaşı sırasında yorulan ve susayan Türk askerleri su ihtiyaçlarını buradan temin etmişlerdir. Düşman kuvvetleri bu suyu bulunca burada pusuya yatmışlar. Yorulan askerler biraz dinlenmek ve susuzluklarını gidermek için bu pınarın başına gelmişler. Pusuya yatan işgal gücü askerleri bir anda ortaya çıkıp orada bulunan Türk askerlerini öldürmüşlerdir bu nedenle kanlı pınar olarak adlandırılmıştır. Topçu Köyü'nün Büyükkaynarca Mahallesi'nde bulunan cami, bölgedeki en eski Osmanlı eseridir. 1486 yılında, Fatih Sultan Mehmet Han'ın mimarlarından ve Sultan II. Beyazıt’ın kıssahanı; Muslihiddin Mustafa bin Cüneyd tarafından yaptırıldığı Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, 1767 numaralı defterde yer alan H. 902 (M.1486) tarihli vakfiyeden anlaşılmaktadır. Erken Osmanlı Dönemi Mimarisi özelliği olarak, çantı sistemiyle inşa edilmiş ender örneklerden biridir. Karadeniz'e 700 m. uzaklıktaki bu gölün çevresi bütünüyle dişbudak ormanlarıyla çevrilidir. Ağaçlar yer yer gölün bataklık kesimlerine sokulmaktadır. Buralarda sülün, çulluk ve yaban ördeği gibi hayvanlar yaşamaktadır. Yaban gölü koruma altına alınıp balık avlanmanın da yasak oldugu gözlenmektedir. Gölde yaklașık 320 çeşit yabâni hayvan barınmaktadır. İlköğretim hizmetleri ilçenin her tarafında yaygınlaşmış olup, bütün köylerinde ilköğretim okulu mevcuttur. Halk ta son yıllarda eğitime önem vermekte olup, yüksek okullarda okuyan öğrenci sayısında büyük oranda artış olmuştur. İlçede okur yazarlık oranı %97'dir. İlçede 1 genel lise, 1 çok programlı lise, 1 imam hatip lisesi,bir endüstüri meslek lisesi, 2 ilk okul, köylerde 26 ilk okul faâliyet göstermektedir. İlk okullarda 93 derslikte, 8.136 öğrenci ile öğretim devam etmektedir. Kocaali Kocaali, Sakarya ilinin ve Karadeniz Bölgesinin deniz kenarında yer alan en batıdaki ilçesidir. Başlıca geçim kaynakları fındık tarımı , hayvancılık ve turizmdir. 14 km uzunluğunda 500 metre genişliğinde kum plajı bulunmaktadır. İlçenin güneyinden başlayan Maden Deresi kuzeyde Karadenize dökülmektedir. İklim tipik Türkiye'de Karadeniz iklimi özellikleri göstermektedir. Tarihi özelliği olan alanlar şunlardır; Maden Deresi'nde Rumlardan kalma maden ocakları Şerbetpınarı'nda manastır, Gümüşoluk (tarihte:Belazâr-Bolazar)köyüdür. Ayrıca ilçede sahildeki yerleşim kurulumu ilçe belediyesinin aldığı kararla iki buçuk kat ve bahçe nizamlıdır. İstanbul'a iki saat Ankara'ya üç saat mesafede olup, sanayiciler için belediye olarak teşvik yapılmaktadır. Kocaali'nin ilk kuruluş yeri, bugün futbol stadının olduğu alandır. Burada adı Ceharköy olan yerleşme bulunuyordu. Halk günümüzde bu alana Ciharköy demektedir. Hastalık nedeniyle daha yükseklere, bugünkü yerine göç ederken halka yardımcı olan iri gövdeli Ali isimli kişiye izafeten adı Kocaali yapılmıştır. Göç sırasında hastalıklarla boğuşan halk oldukça iri gövdesiyle Ali isimli birisi her bakımdan yardımcı olmuş ve bu yüzden buranın adı Koca Ali olarak kalmıştır. Karasu kazasının temettuât defterlerine (1844) göre: Bolu vilayetinin havi olduğu kazalardan İzmit Kaymakamlığı dahilinde kâin Karasu kazasında mevcut olan divanlar; “Darıçayırı Divânı, Lâhna (Ortaköy) Divânı, İncirli Divânı, Belâzar Divânı, Koca Ali Divânı ” dır.(Bkz Divan) Tablo 1: Karasu Kazası’nın Tahmini Nüfusu 1844 Kocaali’de 79 haneden 32 si çiftçilik yaparken, 43’ü denizcilikten gelir sağlamaktadır.. Karasu kazasında en fazla denizcilik geliri 36430 kuruş ( denizcilik gelirlerinin % 45’i ) ile Kocaali divânı elde etmektedir. Karasu kazasında köylerden toplanan vergi dağılımı şu şekildedir: Kocaali’nin şu anki yeri tam olarak ilk yerleşim yeri değildir. Bugün futbol sahasının olduğu alanda Ceharköy adıyla bir köy bulunmaktaydı. 1900 yılların başlarında sulak ve batak olan bu bölgeden kaynaklanan sıtma ve benzeri hastalıklar nedeniyle deniz seviyesinin yaklaşık 15 metre yükseltisi olan şu anki yerleşim yerine taşınmıştır. Kocaali Sakarya’nın kuzeyinde Karadeniz sahilinde 40,000’e ulaşan nüfusuyla yıllara göre büyüklük gösteren bir ilçedir, doğusunda Akçakoca güneyinde Hendek batısında Karasu ilçeleri bulunmaktadır. Kocaali İlçesi'nin doğusundan denize dökülen Melen Çayı bulunur. Türkiye'nin Marmara bölgesindeki önemli rafting alanlarındandır. Melen Çayının suyu yapılan bir regülatör ile içme suyu olarak İstanbul'a gönderilmektedir İstanbulun 40 yıllık su ihtiyacını karşılayacak olan Melen projesi suyunu ilçe sınırları içinden alır.. Yapımı devam eden Melen Barajı ile hem elektrik üretilecek hem de daha fazla içme suyu İstanbul'a gönderilecektir. Doğa turizmi için de uygun olan Çam Dağı; Kocaali ilçesinin güneyindedir. Kocaali’de Kışları fazla soğuk olmayan yazları da fazla sıcak olmayan, yağışın bol ve mevsimlere düzenli dağılmış olduğu Türkiye'de Karadeniz iklimi etkilidir. Yıllık ortalama sıcaklık 13,2 °C, en sıcak ay 21 °C ile Temmuz, en soğuk ay 5,4 °C ile Ocak'tır. Yıllık yağış ortalaması 917 mm, en az yağış 52 mm ile Mayıs ayında, en fazla yağış 123 mm ile Aralık ayında düşer. Kocaali Karadeniz'in batı kıyıları ile birlikte bağıl nemin en yüksek olduğu bölgede yer alır. Karadeniz İkliminin etkili olduğu Kocaali'de doğal bitki örtüsü kışın yaprağını döken geniş yapraklı nemcil ormanlardır. Ormanlardaki ağaç türleri: Kayın, gürgen, meşe, Kestane, ıhlamur, kızılağaç, yabani kavak, Çam dağında iğne yapraklı çam türleri (sarıçam, köknar, karaçam) görülür. Kıyıda dar bir şerit üzerinde özelikle kireçtaşı (kalker) tabakaları üzerinde Akdeniz iklimi çalı türleri olan makiler görülür. Bunlar; katran, funda, süpürge çalısı, taflan, kızılcık, tesbih, sarmaşık gibi türlerdir. Bunlar tarla sınırlarında kışın yaprağını dökmeyen bodur ağaç, çalılıklar şeklinde gözlenir. Şerbetpınarı köyünde daha geniş alanlarda bulunan defne yapraklarının toplanarak ihraç edilmesine çalışılmaktadır. Orman altı bitki ört
üsünde görülen bitkiler; Ormangülü (komar), karayemiş, dağyemişi (kocayemiş), kızılcık, şimşir, alıç, kuşburnu, böğürtlen, funda, sarmaşık, eğrelti otu, Ispıt (Kaldırek – Kaldirek – Kaldirik), çuha çiçeği, melocan dikeni. Nesli tehlikede olan ve ülke dışarısına çıkarılması yasak olan Kum zambağı, Kocaali kumsallarında yaygın olarak bulunup, halkın gayretleriyle küçük alanlarda koruma altına alınmıştır. İlçe ekonomisinde ana eksen fındıktır. Toplam arazinin %65’ü tarım alanı, bunun da %85’i fındık bahçesi olarak kullanılmaktadır. Faal iş gücünün % 60'ı tarımla uğraşmaktadır. Yıllık ortalama 30.000 ton fındık üretimi ile Kocaali, Sakarya İlinin en çok fındık üreten ilçesi konumundadır. 8.798.000 adet fındık ağacı, 30.793 ton üretimle Sakarya'da ağaç sayısı ve üretim açısından birincidir. 20.656 hektarlık tarım arazisinin 17.612 hektarında (%85) fındık tarımı yapılır. Kocaali'de 14 köyde 2900 kovan ile arıcılık yapılmaktadır. Yıllık yaklaşık 10.000 kg bal üretilmektedir. 2008 yılı itibarı ile ; Yıllık ortalama 35.800 ton fındık üretimi ile Kocaali, Sakarya İli’nin en çok fındık üreten ilçesi konumundadır. Ancak iklim ve diğer sebeplerle ( aşırı yaz sıcakları , az yağmur , soğuktan dolayı don ile yanma) bu miktar yıllara göre değişebilmektedir. Fındık tarımında işletme ölçeği giderek küçülmekte, bu durum da yeni geçim alanları ve alternatif faaliyetler arayışını hızlandırmaktadır. Ancak, fındık dışındaki zirai faaliyetler genellikle aile ihtiyacını karşılayacak ölçüde kalmaktadır. 2005 yılında 4218 çiftçiye 90682,415 da için doğrudan gelir desteği, 4850 çiftçiye de mazot ve gübre destekleme ödemesi yapılmıştır. Kocaali’de 16’sı faal olan 33 adet sera ve kapalı tarla tabir edilen yarı sera bulunmaktadır. İlçede 410 pat-pat (Tırtır) tabir edilen el traktörü ve 815 adet 4 tekerli traktör olmak üzere 1270 traktör vardır. İlçede ekonomiye desteklemek için fındık dışında tavukçuluk, arıcılık ve süt sığırcılığı desteklenmektedir. Özellikle halk tıbbında da kullanılan Kestane balı Kocaali adına tescillenerek, üretimi artırılmaya çalışılmaktadır. 17 km'lik sahil bulunmasına rağmen balıkçılık gelişmemiştir. Liman veya balıkçı barınağı olamadığından balıkçılık küçük teknelere az sayıdaki kişi tarafından yapılmaktadır. Kocaali'ye yeni kurulan 6500 m²'lik cam işleme fabrikası ilçenin en büyük sanayi tesisi olmuştur . İlçede dört adet fındık kırma fabrikası faal olarak çalışmaktadır. İlçede turizm kültür ve fındık festivali düzenlenmekte olup festivale uluslararası folklor gösterileri yüzme, fındık ayıklama, plaj voleybolu, futbol, tavla, güreş, bilek güreşi, maraton, yoğurt yeme ve çuval yarışı gibi etkinlikler düzenlenmektedir. Kocaali'ye ulaşım üç yönden mevcuttur: İstanbul yönünden Adapazarı'nı geçtikten sonra Karasu istikametini takip ederek gelinebilir (78 km), Güneyde Hendek'ten girip Kocaali'ye gelinebilir (50 km), Ankara istikametinden ise Düzce Akçakoca ilçesinden gelinmektedir (mesafe 25 km). Zonguldak- İstanbul kısmı yapılmaya çalışılan Karadeniz Sahil yolu Kocaali'den geçmektedir. Melen Çayı'ndan Sakarya merkeze kadar olan kısmı bitirilmiştir. Bu yol ile Kocaali-Sakarya arası duble kara yolu haline gelmiştir. Karadeniz Sahil Yolunun, Karasu üzerinden Karadeniz kıyısından İstanbul'a bağlanması ile Kocaali'nin ekonomik olarak rahatlayacaktır. Pamukova Pamukova, Sakarya iline bağlı ilçedir. Marmara Bölgesi'nin doğusunda, Sakarya ilinin güneyinde yer alır. Doğusunda Geyve, batısında Kocaeli, kuzeyinde Sapanca ve Merkez ilçe Adapazarı, güneyinde ise Bilecik iline bağlı Osmaneli ve Gölpazarı ilçeleri vardır. İlçe nüfusunun tamamına yakınını Manavlar ve Balkan göçmenleri oluşturur. Köylerde Yörükler ile Karabağ ve Kars'tan göç eden Ahıska Türklerinin yaşadığı da görülür. Pamukova çevresinde tarih öncesi çağlara ait höyükler bulunmaktadır. Bunlar yörenin Neolitik ve Kalkolitik Çağlardan itibaren yerleşim gördüğüne işaret etmektedir. MÖ.IV.yüzyılda Bithynia yönetiminde ve burasının Tataion (Totaion) ismi ile tanınmıştır. Bizanslıların Optimation Theması’nın sınırları içerisindeki Sakarya bölgesi zaman zaman Arap istilalarına uğramıştır. XI.yüzyılın sonlarında Selçuklulardan Artuk Bey’in buradaki Bizanslıları yenmesi ile yöre Selçukluların eline geçmişse de 1072’de yeniden Bizanslılar yöreye hakim olmuşlardır. Bunun ardından 1097’de Haçlıların, Danişmendlilerin, Anadolu Selçuklularının ve İznik’te merkezi kurulan Nicaia İmparatorluğunun yönetimine girmiştir. Osman Gazi zamanında 1312’te Osmanlı topraklarına katılmıştır.Osmanlı döneminde, Akhisar ismiyle tanınan Pamukova Kocaeli’ne bağlı ilçe iken 1874’te Geyve ilçesine bağlı bir bucak haline getirilmiştir. 1946 yılında belediye teşkilatı kurulmuş, 1987 yılında da Sakarya’ya bağlı ilçe konumuna getirilmiştir. Asarcık Asarcık, Samsun ilinin bir ilçesidir. 1987 yılına kadar Kavak ilçesine bağlı olup, nüfusunun az olmasına rağmen merkeze uzaklığı sebebiyle ilçe statüsüne girmiştir. İlçe merkezinin nüfusu 2000 sayımına göre 20670'dir. İlçenin tümü 1997 sayımına göre 20 689 nüfusludur. Bafra Bafra, Samsun ilinin bir ilçesidir. Karadeniz'e 20 kilometre uzaklıkta, denizden yüksekliği yaklaşık 20 metre olan ve Kızılırmak'ın biriktirdiği birikinti ovası üzerinde kurulmuş bir yerleşim yeridir. Bafra Ovası tanınmış yerlerinden biridir. Bafra'nın nüfusu 144.465'dir. Bafra nüfusunun %49,46'sı erkek, %50,54'ü ise kadınlardan oluşmaktadır. İlçenin adının M.Ö. 521 yıllarında Fenikeliler zamanında ticaret gemilerini yanaştığı koylara kurulan, ticaret evlerine, "bafira" ya da "bavra" denilmesinden geldiği sanılmaktadır. Luvi Dili'nde Kızılırmak'a verilen "Ba-Hura" (Büyük Irmak) adından geldiğini söyleyenlerde vardır. İlçenin tarihi MÖ 5000 yıllarına kadar uzanmaktadır. İkiztepe ören yerinde yapılan araştırmalarda Kalkolitik döneme (MÖ 5000-4000) ait yerleşim yerlerinin izine rastlanmıştır. İkiztepe ören yerinde MÖ 4000 yıllarından MÖ 1700 yıllarına kadar 2300 yıl boyunca sürekli yerleşim yapıldığı yapılan araştırmalarda anlaşılmıştır. Burada Eski Tunç Çağı (MÖ 3000-2000) ve Erken Hitit (MÖ 1900-1800)-Ki, bazı kaynaklarda başkentleri Hattuşaş olan Hititlerin Anadolu'ya Kızılırmak Vadisi'nden geldikleri için, sonra dan kutsal (ilahi) başkentlerinin İkiztepe olduğu belirtilmektedir. - dönemi kültürlerinin izlerini taşıyan çok sayıda eser ve kalıntı bulunmuştur. MÖ 670 yıllarında Paflagonların da Kızılırmak Vadisi'nde yaşadıkları bilinmektedir. MÖ 6. yüzyılda Lidyalıların eline geçen bölgeyi MÖ 546'da Persler istila etmiştir. İkiztepe'de Helenistik döneme (MÖ 330-30) ait bir anıt mezar da bulunmaktadır. Bu bölge MÖ 47'de önce Roma (bu dönemde Gadilon ve Helega adlarını almıştır), sonra da Bizans egemenliğine girmiştir. 1071 Malazgirt Savaşı'ndan sonra Selçuklular'ın eline geçen Bafra'ya 1214 yılında Anadolu Selçuklu Hükümdarı I. İzzeddin Keykavus Türkmen aşiretlerini yerleştirmiştir. 1243'de başlayan Moğol istilaları Selçuklu İmparatorluğu'nun yıkılması ve Türk beyliklerinin kurulmaya başlamasına neden olmuştur. Bu dönemde bölgede küçük bir Selçuklu beyliği olan Bafra Beyliği kurulmuştur. 1460'da ise Bafra, Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Bafra ilçesi Osmanlı İmparatorluğu devrinde Trabzon Vilayeti'ne bağlı Canik Sancağı'na ait bir kazaydı. Hangi tarihte kaza merkezi olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Salname kayıtlarına göre 1854 yılı sonlarında kaza merkezi olduğu anlaşılmaktadır. İmparatorluk zamanında 1876 harbinden sonra Kırım'dan Bafra'ya çok sayıda Türk gelmiştir. Daha sonraları çıkan Balkan ve I. Dünya savaşları Türk halkının azalıp, fakirleşmesini, azınlık olmalarına rağmen Rum ve Ermenilerin iktisadi hayatı ellerine geçirip zenginleşmelerini sağlamıştır. Bundan dolayı cesaretlenerek Pontus Cumhuriyeti kurma hevesine kapılan Rumlar Mavri Mira Cemiyeti'ni kurmuşlardır. Fakat 1919'da Millî Mücadele'nin başlamasıyla bu amaçları gerçekleşememiş, daha sonra Yunanistan'ın Kavala, Drama ve Selanik yörelerinden gelen ve tütün yetiştirme işini çok iyi bilen Türklerle mücadele etmişlerdir. Bafra'ya gelen mübadiller özellikle ilçe merkezinin güney kısmında kalan Kızılırmak nehri boyundaki köylere yerleştirilmişlerdir. Bunun dışında ilçe merkezindeki Gazipaşa Mahallesi ile Sarıköy, Sarıkaya, Kahraman köyleri başta olmak üzere birçok köye yerleştirilmişlerdir. Bafra'nın tarımsal, kültürel ve ekonomik gelişiminde mübadillerin yeri son derece önemlidir. Mücadelenin ardından 1950-1951 yıllarında Bulgaristan'ın Deliorman bölgesinden az sayıda Türk Bafra'ya yerleşmiştir. Ancak Bafra'da yaşadıkları toplumsal ve ekonomik sorunlardan dolayı pek çoğu göçmenlerin daha yoğun yaşadığı bölgelere veya sanayi şehirlerine yerleşmişlerdir. Daha sonra Alaçam ilçesinin köylerinden gelen insanlar ile Doğu Karadeniz, Tokat, Sivas ve Anadolu'nun çeşitli illerinden gelen insanlar ilçeye yerleşmişlerdir. 1893 yılı Osmanlı nüfus sayımına göre Bafra'da yaşayan kişi sayısı 62.782'dir. Bunların büyük çoğunluğu (yani %62'si (38.936 kişi)) Türklerden oluşmaktadır. Bafra'daki Rum nüfusu ise 22.834 kişidir (%36). Günümüzde Rum nüfusu tamamen Yunanistan'a göç etmiş olup onların yerine Yunanistan'daki (Batı Trakya hariç) Müslüman halk yerleştirilmiştir. Göç eden Müslüman halkın çoğu Türk olup Pomak bir azınlık da ilçede mevcuttur. Pomakların köylerde yaşayan bir kısmı hâlen kültürlerini sürdürmektedirler. Ayrıca Balkan Savaşları (1912) sonrası Kosova'dan gelen Arnavut göçmenlerden büyük bir nüfus Bafra çevresine yerleştirilmiştir. Arnavutça çoğu Arnavut tarafından unutulmuştur, sadece yaşlılar arasında köylerde konuşulmaktadır. İlçenin doğusunda Samsun Merkez ilçe ve Ondokuzmayıs ilçesi, kuzeyinde Karadeniz, batısında Alaçam, güneyinde Kavak, Havza ve Vezirköprü ilçeleriyle çevrilmiştir. Yüzölçümü 175.000 hektar. Samsun'a uzaklığı 51 km'dir. Kızılırmak deltasını kaplayan Bafra Ovası güneyde dağlarla çevrilidir. Bunlardan en yükseği 1224 m ile Nebiyan Dağı'dır. Bu dağlar Canik Dağları'nın uzantılarıdır. Bafra'nın en büyük, Türkiye'nin ise en uzun akarsuyu Kızılırmak bu dağları derin bir vadi ile geçe
rek ovaya ulaşır. Bafra Ovası tamamen Kızılırmak'ın etkileri ile oluşmuştur. Irmağın denize yakın kısımlarında birçok göl oluşmuştur. Nebiyan Dağı'nın etekleri ise yayladır. Kızılırmak'ın uzunluğu 1151 km'dir. Sivas'taki Kızıl Dağ'dan doğar, Orta Anadolu'da geniş bir yay çizerek Bafra'dan denize dökülür. En çok Nisan ve Temmuz dönemlerinde su taşır. Kızılırmak'ın denize döküldüğü yerde oluşmuş göller, ırmağın her iki yakasında da yer alır. Batıdaki göl Karaboğaz, doğudaki ise Balık Gölleri'dir. Doğu yakada yer alan göllerin başlıcaları şu göllerdir; Dutdibi, Liman, Hayırlı, Çernek, Uzungöl, Tombul göl, İnce göl. Göllerin çevresi sazlık ve bataklıktır. Ancak, ormanlık alanlar da vardır. İlçede hakim rüzgarlar genellikle mevsimlere göre farklılıklar gösterir. Yaz mevsiminde Karadeniz Bölgesi'nde mevzii yüksek basınç, Anadolu'da ise mevzii bir alçak basınç merkezi meydana gelir. Dolayısıyla Karadeniz'den antisiklon merkezine doğru akan rüzgarlar oluşur, ve bunlar Kuzey-Doğu ve Kuzey-Batı rüzgarlarıdır. Kış mevsiminde ise geçici alçak basınç merkezlerinin etkisi altındadır. İlçede güneybatı ve güney yönlerinden esen kuru ve sıcak rüzgarlar, ilçede bulunan nemi azaltır. İlçenin nem ortalaması %73'tür. Özellikle Nisan ve Mayıs aylarında bu rakam ortalama %77-79'a ulaşır. Aralık ayında ise %70'e düşer. İlçenin mutlak nemi ise yılda ortalama 5.0 gramdır. Mutlak nem sıcaklıkla doğru orantılı olduğundan yaz aylarında en yüksek değeri bulur. İlçeye en fazla yağış Kasım ayında, en az yağış ise Mayıs ayında düşer. Yıllık ortalama yağış miktarı 700 mm civarındadır. Yağmurlu gün sayısı yılda ortalama 100 gündür. Samsun-Bafra Grubu: Samsun, Maden, Canik, Evkaf, Bafra, Alaçam, Çarşamba, Sinop, Gerze tütünleri bu grubu oluşturur. Bu gruptaki tütünler çok düşük oranda nikotinli, küçük boyutlu, kırmızı, açık kırmızı renkli, ince damarlı, ince nesiçli elastikiyeti, yüksek, tok içimli, tatlı aromatik kokulu tütünlerdir. Yabancı sigara üreticileri sigara harmanlarını ıslah etmek aromatik özelliklerinden dolayı kalitelerini yükseltmek, lüks harmanların nefasetini artırmak, tok içimli çeşitler yapmak maksadıyla bu tütünleri talep etmektedirler. Özellikle Bafra tütünleri dünyanın en yüksek evsaflı sigara tütünleri olarak devamlı aranmıştır. Küçük boyutları, ince nesiçleri, parlak ve cazip renkleri kendilerine has kokuları, sigara verimleri, tat-lezzet ve içimi itibarıyla eşi bulunmayan tütünler olmuşlardır. Dünya sigara harmanlarının Samsun-Bafra tütünü ihtiyacına karşılık üretimin az olması ve giderekte azalması bu tütünlerin harmanlarda az kullanılmasına sebep olmuştur. Marmara Bölgesi tütünlerinde olduğu gibi bu tütünlerin üretimi de devamlı düşmektedir. Hükümetin TEKEL'i kapatmasıyla bölgede tütün üretimi hemen hemen sıfırlanmıştır. Günümüze kadar önemini koruyan ve Türk kültürünün vazgeçilmez unsurları olan halı, kilim örücülüğü gibi değerler Bafra'da sürdürülmektedir. Kilim dokumacılığı, hasır ve zembil örücülüğü, yöre hanımlarının yaptığı el işi işlemeler ve oyalar özellikle dağ köylerinde sürdürülen değerlerdir. Bafra'nın futbol takımı da vardır. 1930 Bafraspor adındaki takım Bafra'yı temsil etmektedir. Kavak, Samsun Kavak, Samsun ilinin bir ilçesidir. İlçe merkezinin kuzeyinde kalan Kale Doruğu Höyüğü'nde 1942 yılında yapılan araştırmalarda MÖ 3500-2000 yıllarına ait eserlere rastlanmıştır. Bu verilere göre Kavak, Erken Tunç Çağı'ndan bu yana bir yerleşim yeridir. Kale Doruğu Höyüğü'nde Erken Helenistik Dönem, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait eserlere rastlanması ise bu yerin hem yerleşim özelliğini, hem de burada yerleşimin sürekliliğini göstermektedir. Kale Doruğu'nda en önemli yerleşmenin Bakır Çağı'nda olduğu anlaşılmıştır. Bölgede varlığı kanıtlanan ilk kavim Kaşkalardır. Kaşkalar, Hititlerin egemenliğini benimsemiş yarı göçebe ve saldırgan bir topluluktur. Hititler, Kale Doruğu’na geniş ölçüde yerleşmemiş; ancak, bölgenin starejik bir noktada oluşu nedeniyle buraya bir nevi garnizon kurmuşlardır, bu da onların yayılma ve genişleme dönemlerine rastlamaktadır. Hititlerin egemenliğinden sonra Kavak, MÖ 1200'lerde Friglerin, MÖ 7. yüzyılda Miletlilerin egemenliği altına girmiştir. MÖ 3. yüzyılda Pontus Krallığı tarafından ilhak edilen Kavak’a daha sonra Romalılar hakim olmuştur. Daha önce Yahudiliği tanıyan halk, 1. yüzyıl İsa’nın havarilerinden Aziz Andre ve Pier’in bölgeye gelmesiyle Hıristiyanlıkla tanışmıştır. Müslümanlar, Abbasiler döneminde (750-1528) Malatya - Tokat üzerinden Karadeniz kıyılarına uzandılar ve İslam dinini buralara tanıttılar. 1071'deki Malazgirt Meydan Muharebesi'nden sonra Selçuklular döneminde Rükneddin Süleyman’ın Tokat meliki olduğu zaman bölge Selçukluların eline geçti. Anadolu'ya gelen Türkmen boylarından Çepniler Trabzon, Ünye ve Kavak'tan yola çıkarak, Karadeniz'in Türkleşmesinde önemli etken olmuşlardır. Osmanlı döneminde ise Yıldırım Beyazıt Han, Anadolu’da birliği sağlamak için bölgeyi İsfendiyaroğulları'ndan almıştır. 1418 Çelebi Mehmet döneminde ilçe tamamen Osmanlıların eline geçmiştir. Kavak’ın bundan sonraki tarihi Osmanlı Tarihi içinde gelişimini sürdürmüştür. 1518 tarihli bir Osmanlı tapu defterinde Kavak’ın Canik Sancağı'na bağlı bir karye (köy) olduğu görülmüştür. 1839 yılında merkez ilçeye bağlı bucak olmuştur. 1934 yılında da bucak teşkilatı ilçe teşkilatına çevrildi. Samsun-Ankara karayolu üzerinde kurulmuş, Samsun iline bağlı bir ilçedir. Samsun merkezine uzaklığı 50 km'dir. Kavak doğusunda Asarcık, Batısında Havza, Kuzeyinde İlkadım ve Bafra, Güneyinde Ladik ilçeleriyle çevrilidir. Denizden yüksekliği 600 m olan ilçe engebeli bir arazi yapısına sahiptir. En yüksek dağı Hacılar Dağı'dır. İlçenin en önemli akarsularından Mert Irmağı bu dağlarda doğar. İlçenin doğal gölü olmasa da sulama amacıyla yapılan göletleri vardır. İlçe ormanlık bir yapıya sahiptir. İç Anadolu üzerinden ilçe sınırına girileceği anda orman ziyaretçileri kucaklar ve karadeniz sahili boyunca ayrılmaz. Ormanlarında genellikle Akmeşe, Karameşe (pelit ağacı) gürgen,kayın, yabani fındık,yabani ıhlamur, yabani erik, yabani kiraz, yabani kavak ve ardıç bulunur. Deniz seviyesinden oldukça yüksek olan Kavak'ta iklim, deniz ikliminden kara iklimine geçiş şeklindedir. Fakat karasal iklim daha baskın durumdadır. Yazları ılık, kışları ise genellikle soğuk geçer. Yazın lodos, kışın poyraz rüzgârlarının etkisi altında kalan ilçede en fazla yağmur ilkbaharda yağar. Türkçenin Kavak ilçesinde kullanılan şivesinin Batı Anadolu ağızları içindeki konumu Prof. Dr. Leyla Karahan'ın "Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması" (Türk Dil Kurumu yayınları: 630, Ankara 1996) adlı çalışmasına göre şöyledir: Kavak ilçesinin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanır. Tarım alanında en çok buğday, mısır, yulaf, arpa gibi tahıl ürünleri yetiştirilir. Ayrıca, şekerpancarı, tütün, patates ekimi de yapılmaktadır. Sılaj mısır ve fiğ ekimi de artmaktadır. Yüksek kesimlerdeki köylerde yaşayan halkın geçim kaynağı ise büyük ölçüde orman ürünleridir. İlçedeki sanayi genellikle kireç, tuğla ve kiremit üretimi şeklinde gelişmiştir. Kavak, Orta Karadeniz'i İç Anadolu'ya bağlayan Samsun-Ankara Devlet karayolu üzerindedir. Samsun merkezine uzaklığı 51 km. olan ilçeye ulaşım kolayca sağlanabilmektedir. Toptepe-Doruk yöresinde viyadük ve 3*2 yol genişletme-asfalt, Çakallı mıntıkasında dağ kot düşürme ve viyadük çalışması yapılmaktadır. 1942 yılında Müzeler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından ön kazı yapılmış, sit alanı olarak koruma altına alınmıştır. Burasının Bakır Çağı'nda önemli bir yerleşim yeri olarak kullanıldığı, Hititlerin yayılma genişleme dönemlerinde de starejik konumu nedeniyle Amasya-Samsun yolunu denetleyebilmek için bir nevi garnizon olarak kullanıldığı tahmin edilmektedir. İlk kazı çalışmalarında Genç Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemi kalıntılarına rastlanmıştır. Kavak'ta bulunan diğer höyük ve ören yerleri ise şunlardır: Tepesi Deliktepesi, Kaleyeri, Kaletepe, Aytepe, Hacıbey, Dingil Kalecik höyükleri; Güneytepe, Çamlık, Asarkale ören yerleridir. Buralarda yapılan kazılarda ele geçen buluntular üzerinde yeterli araştırma ve inceleme yapılmamıştır. Eski Ankara-Samsun yolu üzerinde Çakallı mevkiinde bulunan hanın Selçuklu yapısı olduğu anlaşılmaktadır.ve günümüze dek hâlâ ayakta kalmayı başarmıştır. Yapılan araştırmalara göre 13. yüzyıl selçuklu eseri olduğu anlaşılmıştır.Günümüzden 700 yıl öncesine aittir. Tarihsel kaynaklarda taşhan, çakallı kervansarayı gibi isimlerle söz edilmektedir. Ayrıca bu döneme ait köprüde bulunmaktadır. Osmanlılar döneminde Yörgüç Paşa tarfından yaptırılmıştır. İlk yapılan cami ahşaptır, bu yıkılarak yerine kesme taştan inşa edilmiştir. Kesin yapılış tarihi bilinmeyen caminin minaresi Selçuklu ve Osmanlı minare mimarisine uymaktadır. Bir de caminin yerinde eskiden kilise bulunduğu ve minarelerinde kilisenin kulesi olduğu rivayet edilmektedir. Ya da minarenin Hıristiyan bir mimar tarafından yapılmış olduğu tahmin edilmektedir. Tamamen ahşap malzemeden yapılmış olup, içerisinde kök boyalı süslemeler vardır. Çevresinde daha önceden bir medrese olduğu bilinmektedir. Fakat günümüze ulaşmamıştır. Cami yapı olarak tadilata uğramış olduğundan orijinalliğini bütünüyle korumaktadır. cami çerçevelerinin ustaları Minoz'dan getirilmiştir. Dernek üylerinin ve köy halkının desteğiyle yeniden restore edilmiş ve korumaya alınmıştır. Çakallı mevkiinde Çakallı Irmağı üzerine kurulmuş köprü iki gözlüdür. 19. yüzyıl Osmanlı eserleridir. Eski Ankara-Samsun Yolunda irili ufaklı aynı mimaride köprüler olup tespit ve araştırma safhasında çalışmalara başlanmıştır Kavak'ta Ağustos ayı içerisinde düzenlenen "Yaşar Doğu Şenlikleri ve Kutlamaları" geleneksel hale gelmiştir. Yaşar Doğu, güreşte Dünya Şampiyonluğuna kadar yükselmiş bir sporcudur. Kavak ilçesinde “Keşik” denilen bir gelenek vardır. Her hane kendisine keşik (Sıra) geldiğinde bütün köylüyü davet ederek onlara sabah, öğlen, akşam üç öğün olmak üzere yemeklerini hazırlar ve ikram eder. Bu daha sonra başka
bir haneye keşik gelmesi şeklinde devam ettirilir. Kavak yöresinin en meşhur yemeği kaz etiyle yapılan Kaz Ekmeği'dir. Mahallî olarak "tirit" denir. Kazın eritilen kızgın yağına batırılmış yufkalarla (yoka), yine kazın yağı ile yapılmış bulgur pilavı üzerine pişirilmiş kaz eti serilip çatal-kaşık kullanmadan et ve pilavın üstüne yufka konur ve parmak uçlarıyla et ve pilav bu yufkaya sarılır ve büyük bir lokma halinde yenir. Ayrıca, çakallı menemeni, ketesi, tandır kebabı, saç üzerinde pıtıl ekmeği, yoğurtlu mısır çorbası, keşkek, madımak yemeği, tavada dönderme (yağlı), şekerpancarı pekmezi, elmanın yabani türlerinden olan ve adına halk arasında "Acık" ya da "Acuk" denen meyveden yapılan yapılan "ekşi" meşhurdur. Bu ekşiyi aç karnına 1-2 kaşık yiyen bağırsak parazitlerinden kurtulur. Ladik Ladik, Samsun ilinin bir ilçesi. 19 Mayıs, Samsun 19 Mayıs, Samsun ilinin bir ilçesidir. Ondokuzmayıs, Samsun- Sinop karayolu güzergâhında olup Samsun il merkezinin 33 km batısındadır. 22 mahallesi ve 14 mahallesi bulunan Ondokuzmayıs ilçesinin nüfusu 11.300'dür. Yüzölçümü 363 km² olan Ondokuzmayıs arazisi Bafra Ovası'nın doğu ucunu oluşturur. Karadeniz ile Canik Dağları'nın alçak tepesi arasında yer alır. Doğuda Samsun merkezi, batıda Bafra ilçesi, kuzeyde Karadeniz yer almaktadır. Tipik Karadeniz iklimi gözlemlenir. 15. yüzyılda I. Mehmed döneminde Osmanlı topraklarına katılmıştır. Ondokuzmayıs ilçesinin Osmanlı öncesi tarihinin Cenevizlilere dayandığı tespit edilmiştir. Beldeye ilk yerleşenler Orta Asya'dan göç eden Türkmenlerdir; daha sonra 1878 yılında Dağıstan ve Kuzey Kafkasya'dan gelen muhacirler gelmistir. 1878 yılından sonra Dağıstan ve Kuzey Kafkasya'dan gelen göçmenler devlet tarafından iskân edilmiştir.Ayrıca Balkan savaşı 1912 sonrası Kosova'dan gelen Arnavut göçmenler de ilçede iskan edildi ve bugünkü mevcut nüfus yapısı oluştu. Engiz ismini alarak belediye tarihi başlamış ancak Engiz adının Türkçe olmadığı gerekçesiyle 1961 yılında değiştirilmiş ve yeni ismi "Ballıca" olmuştur. Ballıca da 1970 yılında belediye olmuştur. 1988 yılında ilçe olarak belediye meclisi kararıyla Ondokuzmayıs ismini almıştır. Mustafa Kemal Atatürk'ün 19 Mayıs 1919'da Samsun'a adım atmasıyla Millî Mücadele hareketinin ilk eylemi burada başlamış olup bugün ilçe sınırlarının içinde bulunan Dağköy'de etkin mücadeleler verilmiş, "Fatma Çavuş" lakabıyla anılan bir kadın kahraman da ortaya çıkmıştır. Fatma Çavuş, 1963 yılında vefat etmiş olup, kabri Dağköy mahallesinde bulunmaktadır. Ondokuzmayıs ilçesi önemli turistik potansiyele sahiptir. İlçe sınırları içinde bulunan Balıklı Göller'e ve Kızılırmak Deltası'nın bir bölümü turizm açısından önemli yer tutmaktadır. Burada 305 adet kuş türü yaşamını sürdürmektedir. Ondokuzmayis sahip oldugu 22 kilometrelik sahil şeridi, temiz kumsalı, denizi ve güneşi ile yaz turizmine önemli ölçüde cevap verebilecek nitelik taşımaktadır. İlçede yaz aylarında normal nüfusun 3-4 katına çıkmakta, çok sayıda yazlıkçı burada tatil yapmaktadır. Ayrıca çadır turizmi de gelişmektedir. Kasabanın güneyinde yemyeşil Canik Dağları başlar. Ondokuzmayıs kasabasından bu dağlarda bulunan köylere giden minibüsler kalkar. Ondokuzmayıs ilçe merkezi ile Karadeniz'in arasında; yani Ondokuzmayıs'ın kuzeyinde çok geniş sazlıklar, bataklıklar ve göllerle kaplı olan Kızılırmak Deltası vardır. Bu sulak bölgeye ve bu bölgenin içinde bulunan Balıklı Göller'e en rahat Ondokuzmayıs kasabasından ulaşılır. Ondokuzmayıs belediyesi tarafından yaz aylarında çeşitli şenlikler ve etkinlikler tertip edilmekte olup, yoğun ilgi görmektedir. Yörükler beldesinde bulunan tarihî hamam bölgenin tarihini yansıtan önemli eserlerden biridir. İlçe merkezine 5 km. uzaklıkta Ondokuzmayıs Barajı'nın inşaatı devam etmektedir. Ayrıca önemli bir yere sahip olan Dereköy balıkçı limanı da Ondokuzmayıs'ta bulunmaktadır. Ondokuzmayıs ilçesinde Karadeniz Bölgesi'nin tek sivil havacılık okulu faaliyet göstermekte olup, 1998 yılından beri her yılın ağustos ayında havacılık panayırı yapılmaktadır. İlçede bulunan havaalanına küçük uçaklar inebilmektedir. Ancak sahil şeridinde turistik tesislere olan ihtiyaç artmaktadır. İlçenin, doğusunda yer alan Dereköy ve kuzeyinde yer alan Yörükler olmak üzere iki belde ile 15 mahalle ve 21 köy bulunmaktadır. Ondokuzmayıs sahil kumu ve bir kısmına sahip olduğu Kızılırmak Deltası ile meşhurdur. Tütün, buğday, fındık, mısır, pirinç önemli tarım ürünleri arasındadır. Türkiye'nin en büyük ve teknik donanımlı Ballıca Sigara Fabrikası'da ilçede bulunmaktadır. Ondokuzmayıs ilçesinde bulunan süt fabrikası ise kullanılmamaktadır. Önemli sanayi ve iş kolları bulunmadığı için ilçede işsizlik ileri boyutlara ulaşmıştır. Ziraatla uğraşan halkın dışındaki vatandaşlar ilçe dışında iş aramaktadır. İlçede belediye tarafından üç ayda bir yayınlanan, renkli ofset baskı bültenin yanı sıra altı adet kartpostal ve kitaplarla tanıtımı yapılmakta zaman zaman yazılı görsel basında tanıtımı sürdürülmektedir. Kanalizasyon son sistem yapılmış olup, Ancak merkezden arıtmaya ulaşacak tesisat kurulmamıştır. Salıpazarı Salıpazarı Samsun'un bir ilçesidir. Terme ve Çarşamba ilçelerine ait Alanyaykın, Düzköy ve Bereket köylerinin birleşmesiyle 1973 yılında belediye olmuştur. 1987-88 yıllarında da ilçe teşkilatı kurularak Samsun'a bağlanmıştır. Salıpazarı ismini her hafta Salı günü ilçede kurulan pazardan almaktadır. I. Dünya savaşından önce yörede Türk köylerinin yanında Rum, Ermeni ve Gürcü nüfusunun yaşadığı bilinmektedir. I. Dünya savaşı sırasında özellikle Ermeni çeteleriyle Türk halkı arasında çatışmalar yaşanmıştır. Ancak Türk halkının mücadelesi sonunda Ermeniler bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Ermenilerin ilçeyi terk etmek zorunda kalmasının sebebi Durmuşoğlu Ali Ağa'nın tufan mezarlığında büyük bir Ermeni cephaneliğini ele geçirmesi ve bunları Müslüman halka dağıtmasıdır. İlçede bir fındık bahçesinde yosunlarla kaplanmış çeşitli kayaların üzerinde Oğuz boylarından Peçenekler ve Kıpçakların kullandığı Runik Türkçe yazılar ve tamgalar bulunmuştur. Yine bir fındık bahçesinde eski uygarlıklara ait kaya mezarlar bulşunmuştur. Samsun'a uzaklığı 54 km olan ilçenin güneyi Erbaa ve Akkuş, doğusu Terme, batısı Ayvacık, kuzeyi ise Çarşamba ilçeleriyle çevrilidir. Salıpazarı'nın denize kıyısı yoktur. İlçenin kuzeyi düzlük, güneyi engebelidir. Yeşilçay ve Terme çayı ilçe merkezinde kesişmektedir. Bu çaylar üzerinde üç köprü vardır. Salıpazarı ile Gökçeli mahallesini Kurt köprüsü, Yavaşbey mahallesini ise Maviren köprüsü birbirine bağlar. 15.471 nüfusa rağmen Salı günleri ilçe merkezine kurulan pazar sayesindeki hareketliliğin dışında genel olarak sessiz bir görüntüye hakimdir. İlçeye ulaşım Çarşamba'dan kalkan özel halk otobüsleri ve Terme'den kalkan minibüslerle yapılmaktadır. Terme çayının ve yeşil çayın bir araya toplanmasıyla büyük bir gölet oluşturulmuştur. Ayrıca bu çayların kenarlarında turistlerin konaklayabileceği alabalık tesisleri bulunur. Salıpazarı iklimi iki kısımda değerlendirilebilir. Ovalık kesimde tipik Orta Karadeniz iklimi hakimdir ve yazlar serin, kışlar ılık geçer. Fakat yüksek kesimlere çıkıldıkça iklim sertleşir. Kışın iki metreyi aşan kar yağışı gözlenir. İlçe arazisinin % 80'i engebeli-dağlık konumdadır. Son derece gür ve yeşil bir bitki örtüsüne sahiptir. Ormanlık alanlarda meşe, kızılağaç, kestane ve özellikle fındıklıklar büyük yer kaplar. Bunların yanı sıra bu ağaçlıkların arasında çok çeşitli ot ve bitkilere de rastlamak mümkündür. Terme ve Çarşamba ilçelerinde Alanyaykın, Düzköy ve Bereket köylerinin birleşmesiyle 1973 yılında Belediye olmuştur. 04.07.1987 yıllarında da ilçe teşkilatı kurularak Samsun'a bağlanmıştır. I. Dünya savaşından önce yörede Türk köylerinin yanında Rum, Ermeni ve Gürcü nüfusunun yaşadığı bilinmektedir. I. Dünya savaşı sırasında özellikle Ermeni çeteleriyle Türk halkı arasında çatışmalar yaşanmıştır. Ancak; Türk halkının mücadelesi sonunda Ermeniler bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Samsun'a uzaklığı 54 km. olan ilçenin, Güneyi Erbaa ve Akkuş, Doğusu Terme, Batısı Ayvacık, Kuzeyi ise Çarşamba ilçeleriyle çevrilidir. Salıpazarının denize kıyısı yoktur. İlçenin kuzeyi düzlük, güneyi engebelidir. Yeşilçay ve Terme çayı ilçe merkezinde kesişmektedir. Bu çaylar üzerinde üç köprü vardır. Salıpazarı ile Gökçeli köyünü Kurt köprüsü, Yavaşbey köyünü ise Maviren köprüsü birbirine bağlar. İlçe ekonomisi tarıma dayanmaktadır. Halkın büyük çoğunluğu tarımla uğraşmaktadır. Tarım ürünü olarak Fındık, Çilek, Çeltik yaygın olarak yetiştirilir. İlçede hayvancılıkta gelişmiştir. Garpu Kalesi: Cevizli - Konakören köyleri arasında yer almaktadır. Garfu ya da Gerfu adıyla da bilinir. M. Ö. 7. yy' a ait olduğu ileri sürülmektedir. Bir rivayete göre Amazonlara aittir. Klasik anlamda bir kaleye benzememektedir. Kalede üzeri taşla kapatılmış iki kuyu bulunur. Önemli bir mimari kalıntı yoktur, kapı ve merdiven izleri ile ilgili taş örgüye benzetilen bir kısım vardır. Giriş kapısı kaya dan oyularak, merdivenler ise kayaların yontulması suretiyle yapılmıştır. Eğri Kale(Çıngıraklı Kale): Kırgıl mahallesindeki kale, inanışa göre kul yapısı değildir. Bunu Nuh Peygamber zamanında gemilerin bağlanması için Tanrı yapmıştır. İlk kar buraya yağar, üstüne duman çökerse havanın bozacağına inanılır. Albak Camii:İlçe merkezine 1 km uzaklıktadır. Yeşil çayının derince bir kayalıktan geçmesiyle oluşmuş doğal alan yanındaki tahta camiyle birlikte güzel bir gezinti yeridir.Şu andaki caminin yerinde Selçuklu yapımı bir cami olduğu ve zamanın tahrifatından dolayı yerine bugünkü caminin yapıldığı bilinmektedir. Çağlayan Köyü: Adından da anlaşılacağı gibi dere yatağına kurulu olan mahallede çok sayıda şelale vardır.İlçeye uzaklığı 7 km'dir. Mahallede ayrıca alabalık üretim çiftliği ve lokantası vardır.Yolların kötü olması şelalelerin yeterince ilgiyi çekememesine sebep olmaktadır. Meşe Tekkesi: Kırgıl mahallesinde eski mezarlıkta bulunan bir mezardır. Değirmen: Gökçeli mahallesinde 500 yıllık bir değirmen
vardır. Kesme taştan yapılmış olan kemeri hala yıkılmamıştır. Bugün yine un değirmeni olarak faaliyet göstermektedir. Çatak Ahmet Ağa camii: Merkez Gökçeli Mahallesinde 115 senelik bir camidir. Yeşil camii: Yeşil mahallesindedir. Ahşap malzeme kullanılarak ve 300 sene önce inşa edildiği kaydedilmiştir Karaman camii: Karaman mahallesindedir. Ahşap malzeme kullanılarak ve 300 sene önce inşa edildiği kaydedilmiştir Türbeler: Samzama kadem ve Topal Hacı türbeleri vardır. Halk tarafından çok saygı gösterilip, evliya kabul edilen kişilere aittir. Çatak Ahmet Ağa camii: Merkez Gökçeli Mahallesinde 115 senelik bir camidir. Karaman camii: Karaman mahallesindedir. Ahşap malzeme kullanılarak ve 300 sene önce inşa edildiği kaydedilmiştir Hasan Tekke: Şehir merkezini tepeden gören bu tekke kurtuluş savaşında bu alanda şehit düştüğüne inanılan Hasan adındaki bir zata aittir.Kıbrıs çıkarması sırasında buradan kırmızı bir ışığın çıkıp Kıbrıs tarafına gittiği söylentisi vardır.Mezarın bulunduğu tepeye Hasan tekke adı verilmiştir. Mezar tepenin tam zirvesindedir. Ayrıca bu tepe Salıpazarı ve Çarşamba ilçelerinin manzarasını seyretmek için çok uygun bir yerdir. Bununla birlikte bazı köylerde tekke olduğuna inanılan çok sayıda mezar vardır. Yeşil Türbe: Yeşil mahallesi mezarlığındadır.Yapılış tarihi bilinmemektedir.Oda şeklindeki bina içindedir.Köylüler tarafından onarımı gerçekleştirilmiştir. Dilek yeri olarak bilinir Gezilecek yerler 1. Karpu Kale ve çevresi 2. Çağlayan şelalesi ve alabalık çiftliği 3. Kınalık Ormanı 4. Karacaören Deresi ve çağlayanları 5. Yavaşbey Göne Çınaraltı piknik alanı 6. Kayaköprü Alabalık Tesisleri 7. İlçe merkezine yakın Köprübaşı alabalık tesisleri ve saklıbahçe alabalık tesisleri Kaynak: http://www.tarihiyerlerimiz.net/2014/05/samsun-salpazar-tarihi-ve-turistik.html Her yıl 5, 6 ve 7 Mayıs tarihlerinde "Tahnal ve Esatçiftliği Hıdrellez Şenlikleri" düzenlenir. Şenliklerde güreş müsabakaları ve at yarışları yapılmaktadır. İlçede ayrıca yine Mayıs ayı içinde çilek festivalleri yapılmaktadır. Halkın büyük çoğunuluğu geçimini tarımdan sağlamaktadır. Tarım bitkileri arasında özellikle fındık alanları çoğunluktadır. Bunun yanı sıra pirinç, mısır, pancar tarımcılığı da yapılmaktadır. Bir kısım hâne halkı da hayvancılıkla uğraşmaktadır. Okur-yazar oranı yüksektir. İlçede ilköğrenimden orta oğrenimin sonuna kadar öğretim görülebilecek okullar mevcuttur, ancak yüksekokul bulunmamaktadır. 2010 yılında ilçeye bir Anadolu lisesi açılmıştır. Bütün köylerde elektrik vardır. İçme suyu köylerde meydan çeşmesi ve şebeke şeklindedir. Toplam 33 mahalleden 15'inde şebeke suyu bulunur, diğer 18 mahallede şebeke suyu bulunmamaktadır. Halk, kendi imkânları ile dağ özlerinden tesisat çekerek evlerine su getirir, meydan çeşmelerinden içme suyu kullananan köylerde mevcuttur. Tekkeköy Tekkeköy, Samsun Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı, Samsun-Ordu karayolunun 13. km'sinden 1 km güneyinde yer alan Samsun şehrinin en doğusundaki merkez ilçesidir. İlçede yerleşim insanlık tarihi kadar eskidir. Bugünkü Tekkeköy tarihi süreç için içerisinde mağara yerleşimleri sahasından kuzeye doğru yayılmış şirin bir Karadeniz ilçesidir. Bölgedeki mağaraların birinde yapılan kazılar neticesinde üstte Hitit, altta Bakır Çağı dönemlerine ait kültür kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. Köy mezarlarında ölülerin yanında Tunç ve Bakırdan yapılmış eşyalar ile taştan yapılmış ok uçlarının bulunması ise ilçenin o tarihte ileri bir tekniğe sahip olduğunu göstermektedir. Önceleri denizin mağaralar bölgesine kadar daha sonra denizin, alüvyonlarla dolması nedeniyle ilçenin kıyıdan 4 km uzakta kaldığı tahmin edilmektedir. İlçe MÖ 3. yüzyıl ortalarında Pontus Devleti sınırları içerisinde girmiş, daha sonra ise sırasıyla Bizans ve Anadolu Selçuklu Devletinin eline geçmiştir. Yıldırım Beyazıt tarafından da Samsun ili ile birlikte Osmanlı Egemenliğine girmiştir. İlçenin adı tahminen 1250-1330 yılları ortasında yaşamış olan Şeyh Zeynüddin’in burada kurduğu “Tekke” ve bu çevre oluşturduğu çiftlikten sonra bir kasaba haline gelmiş, bu nedenle de “TEKKEKÖY” adını almıştır. İlçe 09.08.l988 tarihinde de ilçe olmuştur. İlçede yer alan ve şimdiye kadar yapılan arkeolojik kazı ve bulgularda Arkeolojik tanımlama literatürene de girmiş olan Tekkeköy Mağaraları Türkiye’de Antalya Karain Mağarası, Marmara Yarımburgaz Adası mağarası’ndan sonra en eski yerleşim yeridir. MÖ 15.000 ile MÖ 60.000 yılları arasına tarihlendirilen katmana sahip olduğu tespit edilen Tekkeköy Mağaraları Karadeniz Bölgesinde bulunan en eski insan yerleşkesidir. On İki İmam On İki İmam veya On İki İmamlar, İslâm Dîni'nin Şiî mezheplerinden biri olan İmâmiye-i İsnâ‘aşer’îyye "(veya Onikiciler; fıkhî mezhep olarak Câferîlik ile Alevîlik)" Onikicilik itikadındaki imâm silsilesine verilen addır. Ehl-i Sünnet vel Cemaat inancında da On İki İmamlar'a saygı gösterilir. Ehl-i Beyt'ten Ali ile başlayan On İki İmamlar; Muhammed'in torunlarından Hüseyin bin Ali'nin soyundan devam eder. İsnâaşeriyye'ye göre İslâm'ın meşrû halifeliği "(velâyet gereği)" On İki İmâm'a aittir. İmâmet adı verilen bu husus, Câferî fıkhının temel kaynağını oluşturur. Zannedildiği gibi yalnızca Şiî-Câferî ve Alevî inancında değil, Sünnîlikteki Ehl-i Sünnet vel Cemaat inancında da aynı şekilde kabul edilir. İhtilâf, sadece İmam Mehdi konusundadır. Bunun dışındaki İmâmları Sünnîler de kabul ederler. Mehdî'nin ortaya çıkmasında görüşler farklıdır. İsmet "(günahsız olma)" sıfatının yalnız peygamberlere has olduğunu söylerler ve kaynak olarak da Kur'an-ı Kerîm'i gösterirler. On İki İmâm, sırasıyla şu şekilde sıralanır: Yakakent Yakakent (eski adı "Gümenüz"/"Gümenos") Samsun ilinin bir ilçesidir. 1963 yılında belediyeye kavuşurken 1991'e kadar kasaba, sonrasında ilçe olmuştur. Aynı tarihte Gümenüz adı Yakakent haline dönüşmüştür. Balıkçılık ve tütün ön plandaki ekonomi unsurları olsa da yaz mevsimlerinde binlerce turist ilçeye önemli para bırakmaktadır. Aynı zamanda bir Japon şehri olan Kushimoto'nun kardeş kentidir. Yakakent'in kuruluşu MÖ 200 yılına dayandırılmaktadır. Bizanslıların kurduğu bu yerleşim yerinin adı zamanında 'kominos' idi. Kominos yunanca 'kafasız piskopoz' anlamına gelmektedir. Yavuz Sultan Selim, Çaldıran seferi için Trabzona doğru hareket ederken Kominos'u yerle bir etmiştir. Günümüzün Yakakent'i 1800 yılında Gerze'den gelen 3-4 aile tarafından kurulmuştur. Sonradan buraya yerleşen Türkler adını 'Gümenüz'e çevirmişlerdir. 1893-95 yıllarında gerçekleşen Rus işgalinden kaçan doğu karadenizliler ve 1923-1924 yılları arasında Selanik'den gelen mübadillerle Yakakent büyümüştür. Muhtarlık 1896 yılında , Belediye teşkilatı ise 1 Mart 1963 yılında kurulmuştur. Belediye teşkilatının kurulması ile Gümenüz ismi, kıyı şehri anlamına gelen 'Yakakent' olarak değiştirilmiştir. 09.05.1991 tarihinde de ilçe olmuştur. Yakakent'in Alaçam ile bağlantısını sağlayan yolda duble yol çalışmaları tamamlanmıştır. gerze- sinop arasına da denize doldurma yapılarak yol sağlanmıştır ve gidişler elverişli hale gelmiştir. JİTEM JİTEM ya da Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele, Anadolu Ajansı’nın bir haberine göre İçişleri Bakanlığı'nın onayı olmadan ve Genelkurmay Başkanlığı'ndan görüş alınmadan Jandarma Genel Komutanlığı'nın kendi inisiyatifiyle kurulan ve terörle mücadele kapsamında faaliyet yürüten bir oluşumdur. JİTEM'in varlığı devlet kurumları tarafından uzun süre doğrulanmamış olsa da Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın JİTEM ile ilgili başlattığı soruşturmada devlet, JİTEM'in var olduğunu resmen kabul etmiştir. Kurumun Güneydoğu'daki pek çok faili meçhul cinayetten sorumlu olduğu da iddialar arasındadır. "Sabah" gazetesinin ortaya çıkardığı JİTEM'in tarihçesinin ve örgütlenme modelinin anlatıldığı iddia edilen belgeye göre teşkilat, 27 Ağustos 1987 tarihinde Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı'na bağlı olarak "Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Grup Komutanlığı (JİTEM)" adıyla kurulmuştur. Başlangıçta, Mardin, Silopi, Batman'da faaliyet alanı olarak belirlenmiştir ve toplam 2 grup, 11 tim bu kuruluş içerisinde faaliyetlerini göstermiştir. Susurluk kazasının ardından TBMM'de kurulan Susurluk Komisyonu'na bilgi veren eski Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman, "Jandarma teşkilatı içinde JİTEM adında yasal ya da yasa dışı bir örgüt kurulmadığını" savunmuş; ancak jandarma dışında bu ismi kullanıp kanunsuz işler yapan bir grubun olduğunu söylemiştir. "Binbaşı Erseverin İtirafları" kitabının yazarı araştırmacı Soner Yalçın'a göre JİTEM, 1987 yılında Binbaşı Arif Doğan tarafından Jandarma İstihbarat Daire Başkanlığı bünyesinde kurulmuş; İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Diyarbakır, Samsun ve Erzurum’da örgütlenmiştir. Yalçın, JİTEM içerisinde muvazzaflar ve hapishaneden özel izinle çıkarılan PKK itirafçılarının da olduğunu öne sürmüştür. Susurluk skandalından yaklaşık bir yıl sonra Başbakanlık teftiş kurulu başkanı Kutlu Savaş tarafından hazırlanan Susurluk Raporu da Soner Yalçın'ın birçok iddiasını doğrulamıştır. Savaş'ın raporuna göre JİTEM özel timlerin idaresi amacıyla Hulusi Sayın’ın Jandarma Genel Komutanlığı Kurmay Başkanlığı (1981-1985) döneminde kurulmuş ve bölgede etkili çalışmalar yapmıştır. Bünyesinde çok miktarda korucu ve itirafçı bulunması nedeniyle ferdi suç oranı yükselmiştir. 1995 Nisan ayında TBMM faili meçhul cinayetler komisyonunun hazırladığı raporda JİTEM'in faaliyetlerinin ne olduğu anlaşılamadığı, devlet organlarının kanunlarla sınırlı görev ve yetkileri aşılıp, yasal boşluklardan yararlanıp yeni kurumlaşmalara gidildiği belirtilmiştir. Raporda JİTEM; yetkisiz, görevsiz olduğu polis mıntıkasında polisten habersiz operasyon yaptığı ileri sürülmüş, yasal dayanağı olmayan ve kuruluş amacından saparak bazı yasadışı olaylarla birlikte anılan bu teşkilâtın faaliyetlerine son verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Emniyet Müdürü Hanefi Avcı JİTEM davası için talimatla verdiği ifadesinde JİTEM'in varlığının resmi düzeyde kabul gördüğünü söyledi. Diyarbakır Asayiş Kolordu Komutanlığı v
e Diyarbakır Alay Komutanlığı içerisinde tahsis edilen yerlerde JİTEM levhaları bulunduğunu ifade eden Avcı, Ersever ve ekibinin yapmış olabileceğini tahmin ettiği olayları, HADEP İl Başkanı Vedat Aydın’ın kaçırılıp öldürülmesi, baro başkanın arabasına bomba konulması, "Yeni Ülke" gazetesinin yakılması, bir derginin basılarak bir kişinin öldürülmesi olarak sıraladı. Emekli tuğgeneral Veli Küçük sanık olarak yer aldığı Ergenekon davasında yaptığı savunmasında Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde hiçbir zaman böyle bir birimin olmadığını ve bu isim kullanılarak sanki gizemli, gayriyasal bir oluşum varmış izlenimi yaratılmaya çalışıldığını iddia etti. İtirafçı Abdülkadir Aygan bir röportajında üzerinde "Görev yeri: JİTEM" yazan resmi maaş bordrosunu göstermiş ve görev yaptığı yerde JİTEM yazılı tabela bile bulunduğunu öne sürmüştür. Aygan, görev yaptığı dönemde Ergenekon adını hiç duymadığını ancak 2001 yılında Ankara’da JİTEM dışında yeni bir örgütlenmenin hissedildiğini belirtmiş ve Ergenekon Operasyonu başladıktan sonra JİTEM'in Ergenekon'un askerî kanadı olduğu kanaatine vardığını sözlerine eklemiştir. Emekli albay Arif Doğan'ın, 14 Ağustos 2008'de Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınmasıyla beraber JİTEM ile ilgili yeni bilgiler edinildi. Operasyon kapsamında Doğan’ın depo olarak kullandığı İstanbul Beykoz’daki bir evde yapılan aramalarda ise çok sayıda "JİTEM belgesi", 2 kalaşnikof marka tüfek, bin adet mermi ve bin boş kovan ile 280 adet el bombası bulundu. Doğan'dan ele geçirilen 1989-1991 yılları arasına ait dokümanlarda "JİTEM" adının kullanıldığı görülmektedir. Doğan ifadesinde JİTEM'i kendisinin kurduğu ve daha sonra Veli Küçük'e devrettğini itiraf etmiştir. Doğan'dan ele geçirilen bir belgede ""örgütü geri bölgesindeki kamplarında vurabilmek maksadıyla PKK’nın ideolojisiyle ters düşen örgütlerle görüşme yapıldığı ve bu görüşmelerin bir örgütle üst seviyeye kadar ulaştığı"" bilgisi yer almaktaydı. İddianamede adı açıklanmayan bu örgütün Hizbullah olduğu iddia edildi. Ergenekon iddianamesinde ayrıca JİTEM'in kuruluşunda emir-komuta zinciri içinde olmasına rağman özerk bir hale gelen yapının hukukdışı işlere bulaştığı yorumları yapıldı. Arif Doğan,emekli Albay, JİTEM’i kendisinin kurduğunu ve kendisinin dondurduğunu söyledi. Habertürk’e konuşan Doğan, Ergenekon ile ilgisinin olmadığını belirterek “Benim ilgim alakam JİTEM’ledir” diye konuştu. JITEM'in kurucusuna göre, örgütde 10 000 kişi görev aldığını itiraf etti . Alman "Der Spiegel" dergisinde yayınlanan "Kürtlere karşı Türkiyenin kirli savaşı" haberine göre, "JITEM Türk jandarmanın özel bölümü" dür . JİTEM itirafçısı Abdülkadir Aygan NTV’ye yaptığı açıklamada, JİTEM grubunun Türkiyenin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile görüştükten sonra siyasi iradenin verdiği destekle faili meçhul cinayetler işlediğini söyledi. Aile mensublarını öldüren JITEM'e karşı "Cumartesi Anneleri" olarak bilinen kayıp yakınları Galatasaray Meydanı’nda 300'den fazla oturma eylemlerini yaptılar. Ama Türkiye bu eylemi yasakladı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, emekli albay Arif Doğan'ın kamuoyuna yansıyan bir takım açıklamaları nedeniyle JİTEM ile ilgili başlattığı soruşturmada, JİTEM adlı oluşumun, İçişleri Bakanlığının onayı olmadan ve Genelkurmay Başkanlığı'nın görüşü alınmadan, Jandarma Genel Komutanlığının kendi inisiyatifiyle kurulduğu tespit edildi. Teşkilatın gözaltında tuttuğu kişilere Filistin askısı, falaka vb. yöntemlerle işkence uyguladığı ve yargısız infazlar yaptığı iddia edilir. Öldürdükleri kişilerin bazılarını gömerek gizledikleri bazılarını ise halkta korku yaratmak amacıyla bir yere attkları da iddialar arasındadır. Eski JİTEM elemanı Aygan'a göre de bölgede cinayetlerin %80'i JİTEM tarafından işlenmiştir. JİTEM adının ilk kez mahkeme tutanaklarına girdiği olay Yüksekova çetesi davasıdır. Silah ve uyuşturucu kaçakçılığı başta olmak üzere bir dizi suçtan yargılanan Yüksekova çetesi yapılanmasında Arif Doğan'ın da adı geçiyordu. JİTEM ve faili meçhul cinayet tartışmalarında genellikle 17 bin faili meçhul rakamı telaffuz edilir. Ancak bu sayıyı abartılı bulanlar da vardır. Prof. Dr. Ümit Özdağ, 17 bin faili meçhul iddiasının PKK'nın psikolojik savaş sloganı olduğunu savunur. Abdülkadir Aygan'a göre teşkilatın şeması şöyledir: Susurluk raporunda yer alan Şerif Avşar cinayetinde JİTEM'ci olduğu öne sürülen eski uzman çavuş Gültekin Sütçü, 2008 yılında Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 30 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1990'lı yıllarda Diyarbakır ve çevresinde 8 kişinin kaçırılarak öldürülmesi ile ilgili başlatılan soruşturmalarda, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım, Abdülkadir Aygan ve albay Abdülkerim Kırca'nın aralarında bulunduğu 8 kişi olaylardan sorumlu tutuldu. 1992 açılan hazırlık soruşturmaları 2005'te sona erdi ve Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 8 dosyayı birleştirerek dava açtı. Görevsizlik kararları nedeniyle 2009'a kadar askerî ve sivil mahkemeler arasında gidip gelen 8 cinayetle ilgili davaya Diyarbakır'da bulunan mahkemelerin bakması kararına varıldı. 1967 yılında Suriye'de dünyaya gelen İbrahim Babat, 1984'te PKK'ya katıldı. Daha sonra örgüte güvenini yitirince kaçmaya karar verdi ve jandarmaya teslim oldu. Cem Ersever tarafından sorgulandıktan sonra Babat'a PKK'ya karşı mücadele etmesinin teklif edildiği ve "deşifre edilmemesi ve herhangi bir çatışmada ölü olarak gösterilmesi" isteği kabul edilince JİTEM adına çalışmaya başladığı iddia edilmektedir. Babat 1993'te İstanbul'a geçip tahsilat işleri ile uğraşmaya başladı. Ortağı Süleyman Ülger'i öldürmeye teşebbüsten arandığı sırada, ilişkisini hiç kesmediğini söylediği albay Arif Doğan'ın odasında yakalandı. 17 yıl hapse mahkûm oldu. Bu ceza nedeniyle kendini aldatılmış hisseden Babat bildiklerini Başbakanlık Teftiş Kurulu müfettişlerine ve İstanbul DGM Başsavcılığına anlatmaya karar verdi. Babat, Kutlu Savaş'ın Susurluk raporuna giren ifadesinde şöyle demektedir: "JİTEM birlikleri içinde teröre karşı başarılı çalışmalarımız olmakla birlikte açığa çıkmamış ve gizli kalmış ve bugün de devleti sıkıntıya sokan bazı keyfi, hukuk dışı, pis uygulamalar olmuştur. Teröre karşı mücadelede çok yararlı istihbari bilgiler getiren Hacı Ahmet Zeyrek ve Mehmet Bayar adındaki sivil vatandaşlar -ki bunlar ülkesini, devletini seven insanlardı- mantıklı hiçbir gerekçe öne sürülmeden faili meçhul bir şekilde katledildiler. Hacı Ahmet Zeyrek'i 1988'de Silopili olan Lokman Gündüz'e öldürttüler. Mehmet Bayar ise 1990 yılının başında çok kirli bir yöntemle imha edildi. Bayar'ın eline istihbarat gizli servislerinin kullandığı orijinal bombalı bir çanta verildi. İdil'li bir avukatla (Bu avukatın daha sonra Hasip Kaplan olduğu ortaya çıktı) randevu alındı. Mehmet Bayar'a 'Avukatın yanına bu çantayla gideceksin, görüşme esnasında çantanın kolundaki düğmeye basacaksın, ses kayıtlarını alıp bize getireceksin' dendi. Gerekli izahat yapıldıktan sonra Bayar'ı bir arabayla avukatın bürosunun yakınına bıraktık. Mehmet Bayar, arabadan indikten sonra daha büroya varmadan düğmeye basmış olacak ki, çanta infilak etti. Bunda esas amaç görüşmedeki bilgileri almak değil Mehmet Bayar'ı yem olarak kullanıp kendisiyle birlikte avukatı da imha etmekti." Babat'ın ifadeleri üzerine Dönemin İdil Cumhuriyet savcısı, 16 Eylül 1989'da öldürülen üç kişi ile ilgili dosyayı tekrar açtı. 12 Kasım 1998 tarihinde, Babat'ın ifadesini almak amacıyla Midyat Cezaevi'ne naklini talep etti. Ancak Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü talebi reddetti. Bunun üzerine savcı, Babat'ın ifadesini bizzat almak için izin istediyse yine red yanıtı aldı. İdil savcısı daha sonra Babat'a yanıtlaması üzere 60 soru gönderdi ve bunların cevabı geldi. 25 Şubat 1999'da savcını talebiyle albay Arif Doğan'ın da talebi alındı ancak 8 Ocak 1999'da soruşturma hakkında görevsizlik kararı verilerek dosya Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi savcılığına gönderildi. Dosyası Diyarbakır DGM'de de bazı engellerle karşılaştı ve soruşturmadan bir sonuç alınamadı. İbrahim Babat 2002'de kamuoyunda Rahşan affı olarak bilinen yasadan yararlanarak tahliye edildi. Eski Cizre Jandarma Alay Komutanı Cemal Temizöz 23 Mart 2009 günü Cizre'de görev yaptığı sırada yaşanan faili meçhul cinayetler nedeniyle gözaltına alındı. Bu olayın öncesinde Cizre'nin Kuştepe köyünde faili meçhul cinayet iddiaları hakkında yapılan kazı çalışmaları sonucu 20 kemik parçası bulunmuş ve soruşturma kapsamında eski Cizre Belediye Başkanı Kamil Atak ve oğlu tutuklanmıştı. Olay hakkında gözaltına alınan kişilerin ifadelerinde Temizöz'ün adı geçmekteydi. 2009 Temmuz ayında açıklanan 104 sayfalık iddianamede Cizre'deki 20 cinayetten sorumlu tutulan Temizöz'ün 9 kez ağırlaştırılmış müebbet hapsi istendi. JİTEM itirafçısı Abdülkadir Aygan'ın anlatımlarında JİTEM tarafından öldürüldüğü söylenen kişiler şunlardır: Musa Anter, Vedat Aydın, Musa Toprak, Mehmet Şen, Talat Akyıldız, Zahit Turan, Necati Aydın, Ramazan Keskin, Mehmet Ay, Murat Aslan, İdris Yıldırım, Servet Aslan, Sıddık Yetmez, Edip Aksoy, Ahmet Ceylan, Şahabettin Latifeci, Abdülkadir Çelikbilek, Mehmet Salih Dönen ve ismi öğrenilemeyen amcası, İhsan Haran, Fethi Yıldırım, Abdülkerim Zoğurlu, Zana Zoğurlu, Mele İzzettin Acet ve şoförü Mehmet Emin Kaynar, Hakkı Kaya, Harbi Arman, Fikri Özgen ve Muhsin Göl. JİTEM varlığı ve faaliyetlerine ilişkin en detaylı bilgi bir dönem bu kurum da çalıştığını söyleyen Abdülkadir Aygan, 1980'li yılların başında PKK'ya katılmış ve 5 yıl sonra örgütten ayrılarak itirafçı olmuştur. Bir süre Diyarbakır Cezaevi'nin itirafçılar koğuşunda kalmış, cezasında indirime gidildiği için 1990 yılında serbest kalmıştır. Tahliyesinin hemen ardından askere alınan Aygan'ın o dönem yüzbaşı olan Cem Ersever'in girişimleri ile yeni kurulan JİTEM'in ilk 7 kişilik kadrosunda yer aldığı iddia edilmektedir. 1990-2000 yılları arasında Aziz Turan kimliği ile JİTEM'de 10 yıl görev yapmıştır. Daha sonra Burdur İl Jandarma Alay Komutanlığı'na sivil memur olarak atanmış ve kısa bir süre bu görevini sürdürmüştür. Memuriyetinin
ardından İsveç'e yerleşen Aygan yaptığı bir iç muhasebenin ardından, JİTEM'de yaşadıklarını anlatmaya karar vermiştir. Aygan 2009 Ocak ayında "Star" gazetesine verdiği röportajda JİTEM'in eski Diyarbakır Grup Komutanı olduğu iddia edilen emekli Albay Abdülkerim Kırca'nın emriyle gerçekleştiğini söylediği pek çok cinayeti tek tek sıraladı. Bu röportajdan birkaç gün sonra Abdülkerim Kırca intihar etti. Genelkurmay Başkanlığı Kırca'nın ölümü üzerine, basında yer alan haberlere sert tepki gösterdi. Yaptığı basın açıklmasında Aygan'ı "sözde itirafçı" olarak niteledi. Aygan'ın anlatımlarında geçen 1969 doğumlu Açık Öğretim 2. sınıf öğrencisi olan Murat Aslan; 10 Haziran 1994 gününde Diyarbakır'a bağlı Yenişehir Semti, Ali Amiri 1. Sokak'ta arkadaşlarıyla birlikteyken polis kimliği gösteren kişilerce yaka paça bir arabaya bindirilmiş ve o günden itibaren kendisinden haber alınamamıştır. Abdülkadir Aygan'ın yıllar sonra "Ülkede Özgür Gündem" gazetesine verdiği röportajda Abdülkerim Kırca'nın emriyle, Murat Aslan'ın zorla sivil beyaz Toros arabaya bindirilerek Silopi JİTEM İstihbarat Tim Komutanlığı'na götürüldüğünü ve burada işkenceyle sorgulandıktan sonra Dicle Nehri'nin kenarında Körtük Köyü'nün karşısına düşen bir derede üzerine benzin dökülerek, yakıldığını iddia edilmiştir. Aygan'ın ifadeleri üzerine Murat Aslan'ın babası İnsan Hakları Derneği Şube Başkanı Selahattin Demirtaş ve Diyarbakır Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu ile 19 Nisan 2004 günü Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurdular. Talep üzerine avukat heyeti ile askeri yetkililer ve bir doktorla olay yerine gidildi. Savcı Ayhan Önder'in açtırdığı mezardan, toprağın yaklaşık 15 cm altında yanık izleri belli olan kemikler çıktı. Yapılan DNA testinde kemiklerin Murat Aslan'a ait olduğu kesinleşti. 1995 yılında Şırnak’ın Silopi ilçesi'nde yaşayan Hasan Ergül, kaçırılmış ve kendisinden bir daha haber alınamamıştı. Yine yurtdışında yaşayan Aygan’ın ifadeleri üzerine, Elazığ kimsesizler mezarlığında bir mezar açıldı. Mezardan alınan kemik parçaları üzerinde yapılan DNA testi sonucu cesedin Hasan Ergül'e ait olduğu kesinleşti. Aygan'ın ifadeleri üzerine yapılan Mart 2009 yılında BOTAŞ ve Silopi-Cizre karayolu üzerindeki Sinan Tesisleri'nde kazı yapıldı. Kazıda bulunan kemiklerin daha sonra hayvan kemiği olduğu anlaşıldı. Yine Aygan'ın ifadelerinde yola çıkarak Nisan 2009'da Diyarbakır-Hani karayolunun Karaçalı ve Deveyolu mevkisinde kazı yapıldı. Kazıda bulunan 461 kemiğin hayvan kemiği olduğu tespit edildi. 1990'lı yıllarda Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis ve ekibinden olan pek çok komutan kuşkulu bir şekilde ölmüştür. Bu askerlerin ortak yanı ise halka yakın, yasadışı şiddet yöntemlerini tasvip etmeyen, bu tip yaklaşımların bölge halkını PKK'ya yaklaştırdığını savunanan kişiler olmalarıydı. Bitlis'in ekibinden olan Mardin Jandarma Alay Komutanı Albay Rıdvan Özden'in, 12 Ağustos 1995'te PKK ile girdiği bir çatışmada alnından vurularak hayatını kaybettiği açıklanmış cenazesi eşinin talebine rağmen otopsi yapılmadan toprağa verilmişti. Mardin'de görev yaptığı sırada PKK ve JİTEM'in uyuşturucu ticaretini ortaya çıkaran ve resmî aracına kurulan bir pusudan sağ olarak kurtulan albayın eşi Tomris Özden, 1995'ten bu yana, "eşinin ölümünü kuşkulu bulduğunu" ifade etmiştir. Tomris Özden, cenaze sırasında eşinin ölüsüne baktığında resmi ölüm raporundakinin aksine alnından vurulmamış olduğunu söylemektedir. Bayan Özden, eşinin Mardin'de görev yaptığı sırada Veli Küçük ve ekibi tarafından JİTEM'e girmesi yönünde baskı yapıldığını da öne sürmüştür. Bunların yanı sıra, bir PKK itirafçısı Özden'in çatışmada ölmediğini iddia etmiş ve Özden'in emrinde çalışan askerlerden biri “Komutanımızı yanındaki asker öldürdü” açıklamasında bulunmuştur. Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın 22 Ekim 1993 tarihinde Lice Asayiş Bölük Komutanlığı binası önünde vurularak öldürülmüş, suikastın PKK tarafından gerçekleştirildiği duyurulmuştu. Ancak, Yüksekova Çetesine yönelik soruşturma kapsamında sorgulanan bir çete üyesi verdiği ifadede Aydın'ın JİTEM adına çalışan itirafçılar tarafından öldürüldüğünü iddia etmiş, Ergenekon soruşturması için ifade veren "Deniz" kod adlı gizli tanık, Aydın'ın bir asker tarafından öldürüldüğünü, cinayeti işleyen askeri de başka bir askerin öldürdüğünü söylemiştir. Genelkurmay ise JİTEM iddialarını reddetmekte, Özden ve Aydın'ın PKK tarafından öldürüldüğünü savunmaktadır. Ocak 1996'da içerisinde 11 köylünün bulunduğu bir minibüs tabur Şırnak'ın Güçlükonak ilçesinde silahlı bir grup tarafından durdurulmuş ve kimliği belirlenemeyen bu kişilerce kurşun yağmuruna tutulup yakılarak katledilmiştir. Olayın hemen ardından Genelkurmay Başkanlığı, saldırının bir PKK eylemi olduğunu ilân ederken PKK ise bu olayı üstlenmemiş ve ilgilerinin olmadığını açıklamıştır. Katliamın devlet güçleri tarafından işlendiğine dair birçok iddia atılırken, olaydan 13 yıl sonra dönemin İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Adnan Ekmen, "Yeni Aktüel" dergisine verdiği bir röportajda; katliamı PKK'nın değil JİTEM'in gerçekleştirdiğini savunmuştur. Ekmen, vücutları elbiseleri ve üzerlerindeki tüm malzemeler yanarak kül olan 11 kişinin tümünün kimliklerinin sapasağlam ve askerin elinde çıktığını ve görüştüğü bir korucubaşının da katliamı PKK'nın gerçekleştirmediği iddiasını doğruladığını belirtmiştir. Ekmen, Güçlükonak Katliamının yaşanmasından bir gün sonra Avrupa Parlamentosu’nda Yeşiller Partisi ve sosyalistlerin verdiği ve PKK’nın ateşkesine Türkiye Devleti’nin ne cevap vereceğinin sorulacağı karar tasarısının görüşülecek olmasına dikkat çekmiştir. Türkiye; Avrupa Parlamentosu'na PKK'nın Güçlükonak Katliamı ile ateşkesin bozuluğunu öne sürmüştü. Adnan Ekmen, Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılara çağrıda bulunarak isterlese bildiklerini anlatacağını söylemiştir. Ayrıca Güçlükonak Katliamı'nın gerçekleşmesinden yaklaşık altı ay sonra ""Aydın ve sanatçıların oluşturduğu Barış İçin Bir Araya Çalışma Grubu"" katliamın devlet güçlerince gerçekleştiği iddisıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmuş, AİHM'de görülen dava sonucunda Türkiye "etkili soruşturma yürütmediği" için mahkûm edilmişti. Abdülkadir Aygan 20 Eylül 1992’de kimliği belirsiz kişilerce öldürülen Kürt yazar Musa Anter'in kendisinin içinde olduğu bir tim tarafından öldürüldüğünü söyledi. Yakın zamanda JİTEM adının Türkiye gündemine geldiği en önemli olay 2005'te Şemdinli'deki Umut kitabevinin bombalanmasıdır. 9 Kasım 2005 günü Seferi Yılmaz'a ait kitap evi JİTEM mensubu olduğu iddia edilen 3 kişi tarafından bombalanmış ve bir kişi ölmüştür. Olayın sorumluları astsubay başçavuş Ali Kaya, Özcan İldeniz ve Veysel Ateş halk tarafından yakalanarak polise teslim edilmiştir. Olayların ardından TBMM başkanı Bülent Arınç JİTEM'in varlığı konusunda açıklama yapılmasını istedi. Şemdinli olayları hakkında Van Cumhuriyet Başsavcısı Ferhat Sarıkaya tarafından hazırlanan iddianamede olayın devlet görevlileri tarafından düzenlenen bir terör eylemi olduğu savunulmuş, bunun yanı sıra dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt hakkında da bir dizi iddia da bulunulmuştur. Sarıkaya, iddianamesinde Büyükanıt'ın sanık Ali Kaya için, 'Tanırım, iyi çocuktur' sözleriyle adli yargıyı etkilemeye teşebbüs ettiğini Diyarbakır'da 7. Kolordu'da görev yaptığı sırada suç işlemek amacıyla çete kurduğunu öne sürdü. Yaşar Büyükanıt hakkında soruşturmaya talebi Genelkurmay tarafından reddedilirken savcı Ferhat Sarıkaya Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun 20 Nisan 2006 günü almış olduğu kararla meslekten ihraç edilmiştir. Kurulun 5 hukukçu üyesi ihraç yönünde oy kullanırken tek karşı oy müsteşar Fahri Kasırga'dan geldi. Ancak mahkeme Sarıkaya'nın iddianamesinin iade edilmesini gerek görmemiş çalıştırılmasına lüzum görülmemiş ve sanıklar 39'ar yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Akabinde yargılamayı yürüten mahkeme üyeleri gene HSYK tarafından bu mahkemeden alınarak başka yerlere gönderilmiştir. Bu karar daha sonra Yargıtay'ın önüne gelmiş ve Yargıtay tarafından olayda askeri yargının görevli olduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Üyeleri değiştirilen mahkeme tarafından da bu görevsizlik kararına uyularak dosya askeri ceza mahkemelerine gönderilmiştir. Sivil mahkemenin ağır cezalara çarptırdığı sanıklar, askeri mahkeme tarafından ilk celsede serbest bırakılmışlardır. Askeri mahkemede sanık Tanju Çavuş 8 yıl ceza almıştır. Tillo Tillo, Siirt ilinin bir ilçesidir. Tillo, Doğu Anadolu'daki din eğitiminde önemli yeri olan medrese kültürünün önemli merkezlerinden birisiydi. Doğu illerinde ve Tillo'da doğmuş pek çok İslâm âlimi bu medreselerde yetişmiştir. Bunlardan bazıları; Şeyh Mansur, Şeyh Mücahid, İsmail Fakirullah ve Erzurumlu İbrahim Hakkı'dır. Aydınlar olan ilçe adının eski adıyla değiştirilmesi için 2013 Ekim ayında TBMM Başkanlığına sunulan yasa teklifinin 30 Ekim 2013 tarihinde mecliste kabul edilerek yasalaşmasının ardından 7 Kasım 2013 tarihli Resmî Gazetede yayınlanmasıyla ilçenin adı Tillo olarak değiştirilmiştir. Eruh Eruh (), Siirt ilinin bir ilçesidir. Eruh ilçesi 42. Doğu boylamı, 38. kuzey enlemi üzerinde yer almakta dır. Doğusunda Şırnak, batısında Siirt, kuzeyinde Pervari güneyinde Güçlükonak ilçeleri ile çevrilidir. İl merkezi ne 53 km uzaklıktadır. Yapılan son nüfus sayımına göre 15454 kişi yaşamaktadır. Eruh’ un kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte MÖ 1000 yılların dan itibaren Urartu, daha sonra Med, Pers, Selçuklu ve İslam İmparatorlukları hakimiyetinde kalmış olup Yavuz Sultan Selim zamanında bölge ile birlikte Osmanlı topraklarına katılmıştır Eruh, Siirt İli’nin en eski ilçelerinden biri olduğu Hicri 1288, Miladi 1872 tarihli Diyarbekir Salnamesinde (Yıllıkta) Siirt Sancağı’na bağlı dört kaza arasında Eruh Kazası’da sayılmakta; Zilan, Dergül ve Pervari adlarında üç nahiyenin bağlı olduğu, Hicri 1315, Miladi 1899 tarihli Bitlis Salnamesi’nde ise; yine Eruh’un Siirt Sancağı’na bağlı bir kaza olduğu Dergül, Lodi ve Fındık adlarında üç nahiyesinin bulundu ğu kay
dedilmekte olup, her iki tarih arasında Pervari Nahiyesi’ nin Eruh’tan ayrılarak ayrı bir ilçe haline geldiği anlaşılmakta dır. Bazı köyleri Garisi (Garisan) olup Kuzey Irak Zaho şehrindeki Sindi aşiretinin liderleriyle akrabadırlar. Garisi (Garisan) köylerinin önderleridirler. Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte il olan Siirt İli’ne bağlı ilçe statüsüne kavuşturulmuştur. Eruh ilçesini köyleri altta sıralanmıştır. Siirt ile Şırnak illerini birbirine bağlayan anayolun (98 km) ortasında yer alan Eruh ilçesi; doğusu Şırnak, batısı Siirt illeri, kuzeyi Pervari, güneyi Güçlükonak ilçeleri ile çevrilidir. Eruh ilçe merkezinin nüfusu 10.720, köyleri ile birlikte toplam nüfusu 20.257'dır. İlçe il merkezine 53 km uzaklıkta olup, rakımı 1.125 m. Yüzölçümü 1.215 km²'dir. Topraklarının büyük bir bölümü dağlarla kaplı olup, arazi dalgalı ve engebeli bir yapıya sahiptir. Eruh ilçesi güneyinde ve kuzeyinde Güneydoğu Torosları'nın uzantısı olan sıra dağlar arasında bulunmakta, bu dağlar güneyden ve kuzeyden Şırnak ve Hakkâri dağları ile birleşir. İlçenin en yüksek dağı 2265 m yüksekliğindeki tarti (terazın), 2100 m yüksekliğindeki Tünek (aval) dağıdır. Eruh’un kuzeyinde bulunan Tarti (terazın) dağında Terazın ve Çirav, Cevizlik vadisinde geri ve kısa çeşme yaylaları mevcut olup, bu yaylalar hayvancılık açısından büyük önem arzetmektedir. İlçeye bağlı Kuşdalı köyü, Tatlıpınar mezrası yakınındaki kaynaktan çıkan Zorava çayı; Siirt il merkezine bağlı Sağlarca köyü sınırlarında bulunan botan köprüsünde, Botan ırmağı ile birleşir. Görendoruk köyü mir suyu kaynağından çıkıp, Bilgili köyü Mergi mezrası yakınlarında Zorava çayı ile birleşen Şikefta çayı da Botan ırmağına akmaktadır. Özellikle yaz aylarında debisi düşüktür. İlçe hem Doğu Anadolu, hem de Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yeralmasından dolayı her iki bölgenin de iklimi yaşanmakta olup, genel olarak karasal iklim hüküm sürmekte; kışları sert ve yağışlı, yazları sıcak ve kuraktır. Ortalama yıllık sıcaklık 14–31, yıllık yağış miktarı ise 67.401 m³'tür. Eylül 2016'da "PKK-KCK'ya yardım ve destek verdiği gerekçesiyle 2 yıl hapis cezasına çarpıtılan ve sonrasında görevden alınan belediye başkanı Eda Kilis'in yerine 1 Eylül 2016 tarihinde yürürlüğe giren 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca kaymakam Murtaza Dayanç kayyum olarak atandı. Kurtalan Kurtalan (), Siirt ilinin bir ilçesidir. İlçe topraklarında eski medeniyetlere ait yerleşim kalıntıları (Erzen, Zokarno ve Bemheri gibi) olmasına rağmen, ilçenin tarihi hakkında net bilgiler mevcut değildir. Tarihi kayıtlara göre 16. yüzyıl başlarında Şerefhan Beyliği toprakları içinde kalan yöre, 1514 Çaldıran Savaşı'ndan sonra Osmanlı topraklarına katılmıştır. Bugün ilçe merkezi olan Kurtalan şehrinin tarihi idari yönetim olarak pek eskiye dayanmamaktadır, ancak bölge yerleşim olarak çok eski tarihlerden bu yana varlığını korumuştur. Günümüzden yaklaşık olarak 100-150 yıl önce, Oyacık (Telan) köyünün Gedikbaşı (Bataş) Mahallesinde ikamet eden Farooğulları Aşireti'nin üyeleri tarafından kurulduğu sanılmaktadır. Bilinmeyen bir nedenle köylerinden göç eden 3-5 aile Zengan Tepesinin eteğindeki derenin her iki yakasına yerleşerek, bugünkü Kurtalan şehrinin temeli olan Misriç Köyünü kurmuşlar. Osmanlı Devleti zamanında Misriç Köyünün de içinde bulunduğu yöre "Garzan" olarak bilinmekteydi. Garzan, Siirt vilayetinin bir ilçesi durumundaydı. İlçe merkezinin yeri çeşitli nedenlerle birkaç defa değiştirilmiştir. 1904 yılında Beşpınar (Alenz) köyüne taşınan ilçe merkezi, bir yıl sonra bilinmeyen bir nedenle Beykent Köyüne, daha sonra Kayabağlar (Zokayt) köyüne, oradan da Saipbeyli (Beybo) köyüne ve daha sonra da Garzan Beylerinin etkisiyle Yanarsu (Zok) köyüne taşınmıştır. 1938 yılına kadar Zok köyünde bulunan ilçe merkezi, Zok köyünün diğer köylere uzaklığı, merkezi konumda olmayışı ve demiryolu yapımı neticesiyle, bu yolun son durağı haline gelen Misriç köyüne taşınma isteği gibi nedenlerden dolayı, 1 Haziran 1938 tarihinde çıkarılan bir kanunla ilçe merkezinin Misriç köyüne taşınması ve ilçe merkezi ile idari yapının adının "Kurtalan" olarak değiştirilmesi kabul edilmiştir. Aynı kanunda eski ilçe merkezi olan Zok köyünün adının Yanarsu olarak değiştirilmesi ve buranın Kurtalan ilçesine bağlı bir bucak merkezi haline getirilmesi de kararlaştırılmıştır. İlçe merkezi fiilen 1944 yılında Kurtalan'a taşındı. Bozhöyük (Siirt/Kurtalan): Çağdas Bozhöyük Köyü, Kalkolitik çağdan kalma bir yerleşiminin üzerine kurularak, altında kalan yaklaşık 7000 yıllık kültür katmanları tahrip edilmiştir. Çayırlı (Siirt/Kurtalan) : İlk olarak Kalkolitik çağda yerleşilen höyük, günümüzde de iskan edilmektedir. Çayırlı köyünün evleri, yerleşimin neredeyse tüm yamaçlarını kaplamıştır. Batısı ise oldukça dik bir yamaç olduğu için, imar faaliyetleri bu alanda sürdürülememiştir. Höyük üzerinde, evlerin su ihtiyacını karşılamak için, köy hizmetlerinin yaptırdığı bir su deposu, yol ve iki adet telefon direği mevcuttur. Tarihsel ve kültürel olarak medeniyetin beşiği olarak bilinir. Kurtalan halkı misafirperverliğiyle övünür. İlçenin gelenek ve görenekleri yörede yaygın olan kültürden esinlenmiştir. Kurtalan ilçesi, yurdumuzun yedi coğrafi bölgesinden biri olan Güneydoğu Anadolu Bölgesinin, Dicle Bölümünde yer alır. İdari bakımdan Siirt İlinin bir ilçesi statüsünde olan Kurtalan'ın doğusunda Siirt Merkez İlçe, batısında Beşiri İlçesi, güneybatısında Hasankeyf İlçesi, kuzeyinde ise Baykan İlçesi bulunmaktadır. Haydarpaşa-Kurtalan demiryolu hattının son istasyonu durumundaki ilçe merkezi, Siirt'i Batman'a ve dolayısıyla Diyarbakır'a bağlayan kara yolunun da üzerinde bulunur. 669.25 kilometrekare yüz ölçüme sahip olan ilçede, 2012 yılı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi sonuçlarına göre 56.740 kişi sayılmıştır. Kilometrekareye 84 kişi düşmektedir.(Bu sayı Türkiye ortalamasının altındadır.) Toplam nüfusun 30.087’si ilçe merkezinde, geri kalan 26.653'ü ise köy ve kasabalarda yaşamaktadır. köy ve kasaba nüfusu önceki iki yıla göre düşmüştür. İlçe arazisi, umumiyetle dalgalı, arızalı, çıplak sırtlarla vadilerden; yer yer genişçe düzlüklerden ibarettir. Kaynağını Sason Dağlarından alan Garzan Çayı ve kolları, geniş vadileri sulu tarıma uygun alanları teşkil ederler. Güneyde Beşiri ilçesi ile doğal sınırı teşkil eden iki önemli yükselti vardır: Biri 1530 m. yüksekliğindeki Dilek Tepesi(Kozdağ), öbürü ise 1050 m. yükseltili Garzan Dağıdır. Garzan Çayı, Başur ve Reşan Çayları Kurtalan'ın önemli akarsularıdır. Reşan Çayı ve Garzan Çayı, Çattepe Köyü yakınlarında birleşmektedir. Ekinli ve Yayıklı Köylerinde birer sulama göleti bulunmaktadır. Yazların sıcak ve kurak kışların nispeten ılık geçtiği ilçede en fazla yağış ilkbahar mevsiminde düşmektedir. Yağışların genellikle yağmur şeklinde olduğu ilçede kışın kar yağışları da görülmektedir. Karın yerde kalma süresi 20 günü aşmamaktadır. Bugüne kadarki en düşük kış sıcaklığı -18.5 derece, en yüksek kış sıcaklığı 19,5 derece, en düşük yaz sıcaklığı 5,5 derece ve en yüksek yaz sıcaklığı 43,5 derece olarak ölçülmüştür. Sıcaklığın çok yüksek değerlerde seyrettiği yaz aylarında, buharlaşmanın da şiddetine bağlı olarak kuraklık görülmektedir. İnsanlar temel ihtiyaçları için gerekli olan suyu bile çok zor temin etmektedir. Kurtalan'ın içinde bulunduğu alanın 400-500 metre derinliğe kadar dolgu olması yüzünden yağışla gelen suyun dibe sızması ve suyu tutacak ormanların olmayışı kuraklığı arttıran diğer nedenlerdendir. Kurtalan'da 69 İlkokul, 24 Ortaokul, 8 Lise, 4 Anaokulu, 1 Öğretmen Evi ve Akşam Sanat Okulu, 1 Halk Eğitim Merkezi ve Akşam Sanat Okulu olmak üzere toplam 107 okul bulunmaktadır. Pervari Pervari (), Siirt ilinin bir ilçesidir. Pervari ilçesi, Siirt ilinin kuzey doğusunda yer almaktadır. Kuzeyini Hizan ve Bahçesaray ilçeleri, doğusu Çatak ve Beytüşşebap ilçeleri, güneyini Şırnak ili ve Eruh ilçesi, batısını ise Aydınlar ve Şirvan ilçeleri çevrelemektedir. İlçe merkezi Şakiran ve Adiyan adlı iki mahalleden oluşur. Herekol Dağı ilçe sınırları içinde yer alır. Eskiden Bervade adıyla da anılan kasaba, ilçenin kuzey kesiminde yer alır. 92 kilometrelik uzun bir yolla Siirt'e ulaşılan bu ilçede belediye 1927 yılında kurulmuştur. 22 Kasım 2000 tarihinde yapılan nüfus sayımına göre ilçenin toplam nüfusu 31,093'tür. İlçe merkezi nüfusu 7453'tür. İlçeye bağlı toplam 40 köy ve bu köylere bağlı 25 mezrada toplam 23,640 kişi ikâmet etmektedir. Şirvan Şirvan (Farsça; سیروان, Türkçe; Şirvan), Siirt ilinin bir ilçesidir. Şirvan ilçesi aynı zamanda pekmeziyle de ünlüdür. Dişlinar köyünde üretilen zivzik narı ile meşhur olup Ormanbağı Köyü üretimi pekmezi de meşhurdur. İlçede canlı alabalık tesisleri mevcut olup Siirt ili ile arasındaki mesafe 26 km dir. İki tarihi kilise sadece Şirvan ilçesi sınırları içerisinde bulunmakta olup Maden köyünde bakır madeni çıkmak da hammadde olarak da yurtdışına gönderilmektedir. Çekoslovakya Çekoslovakya, Orta Avrupa'da 1918 ile 1992 arasında varlığını sürdürmüş ülke. 1 Ocak 1993'te Slovakya ve Çek Cumhuriyeti adlı iki bağımsız devlete bölünmüştür. Dağılmadan önceki başkenti Prag'dı. Denize kıyısı olmayan bir ülke olan Çekoslovakya 127.903 km²'lik bir alanı kaplıyordu. Güneydoğuda Avusturya ve Macaristan, doğuda Ukrayna, kuzeydoğuda Polonya, kuzeybatı ve batıda da Almanya ile çevriliydi. Çekoslovakya Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun I. Dünya Savaşı'nda yenilmesinden sonra bugünkü Çek ve Slovakya topraklarında kuruldu. II. Dünya Savaşı'ndan önce Münih Antlaşması ile Nazi Almanyası tarafından işgal edildi. Savaş sonrasında, 1945-1990 arası Doğu Bloku'na katılmış, 1980'lerin sonlarında Doğu Avrupa'daki demokratikleşme dalgası sırasındaki Kadife Devrim ile demokrasiye dönmüştür. 1 Ocak 1993'te Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ikiye ayrılmıştır. Çekoslovakya'nın tüm hakları ayrı ayrı Slovakya ve Çek Cumhuriyeti'ne geçmiştir. Çekoslovakya'nın yaşadığı bölünme; dünyada hiçbir sorun yaşanmadan ve tek bir kurşun atılmadan ortaya çıkan tek hükümranlık bölünmesidir. Bu modele Çekosl
ovakya tipi bölünme modeli denmektedir. İspanyollar İspanyollar (), Güneybatı Avrupa'nın İber Yarımadası'nda yer alan İspanya'nın yerli halkına verilen isimdir. Bunun yanı sıra, en büyük kısmı Latin Amerika'da olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde İspanyol kolonizasyoncuları soyundan gelen önemli sayıda İspanyol yaşamaktadır. İspanya'nın resmi dili olan İspanyolca (Kastilyaca olarak da bilinir ) , İspanya'nın kuzeyindeki Kastilya bölgesinin ortaçağ lehçesine dayanarak oluşturulmuş "standart" bir dildir. Ayrıca yoğun olarak konuşulan bölgesel diller de vardır. Baskça, Aranca, Katalanca ve Galiçyaca gibi dillerin haricinde Roman dilleri de konuşulmaktadır. İspanya'da yaşayan ilk modern insanların 35.000-40.000 yıl önce İber Yarımadası'na gelen Neolitik insanlar olduğu düşünülmektedir. Daha yakın tarihte ise MÖ 3000-4000'lerde İberyalılar ilk olarak Akdeniz kıyılarına yerleşmişlerdir. Demir Çağı sırasında Keltler İspanya'ya gelmişlerdir. İberyalılar ile kültürel bağları olan kuzey İspanya yerleşiği bazı kabileler "Seltibaryanlar" ( ) olarak adlandırılmıştır. Bunlara ek olarak "Tatarlar" olarak adlandırılan bir kabilenin de İspanya'nın güneybatısına yerleşmiş ve medeniyet kurmuş Fenikeliler olduğu düşünülmektedir. Denizci Fenikeliler, Yunanlar ve Kartacalılar Akdeniz kıyılarında yüzyıllarca ticari koloniler kurmuşlardır. Kartacalılar ile Romalılar arasında geçen İkinci Pön Savaşı bugünkü İspanya ve Portekiz sınırlarında geçmiştir. MÖ IV. yüzyılda Fenikeliler, sonra Grekler, ardından da Romalıların istîlâsına uğrayan yerli halk arasında Hıristiyanlık ve Lâtince’nin yayılması, Roma hâkimiyeti döneminde gerçekleşmiştir. M.S. IV. yüzyıl sonlarında Roma İmparatorluğunun merkezî otoritesinin zayıflamasıyla İspanya bu kez Sueviler, Vandallar, Alanlar ve Vizigotlar gibi barbar Germen kavimlerinin istilasına uğramıştır. Bunlar içinde Vizigotlar, geldiklerinde 200 bin nüfusa sâhip oldukları halde 468 tarihinde ülkenin büyük bölümünü ele geçirerek Tuleytula merkez olmak üzere bir devlet kurmuşlardır. İber yarımadasında Vizigotların yönetiminde çatışmalar yaşanıyorken Endülüs Emevîleri “Tarîf b. Mâlik” komutasında 711 yılında bölgeyi fethetmişlerdir. Yönetimdeki başarı bölge halkının 11. yüzyıla kadar "Müslüman" kültürüne yakın olmasını sağlamıştır. 10. yüzyıla kadar halkın büyük bir kısmı Müslüman ve Hristiyan iken küçük bir azınlık ise Yahudiliği benimsemiştir. 15. yüzyıldan itibaren İspanya, Roman topluluklarına ev sahipliği yapmıştır. Genel olarak "Çingene" ( ) olarak adlandırılan bu eski-göçebe topluluk Batı Asya, Kuzey Afrika ve Avrupa'dan göç etmişlerdir. 16. yüzyılda, yeni kıtanın keşfinden sonra yaklaşık 240,000 kişilik İspanyol askeri, Amerikan limanlarına girmiştir. Sonraki yüzyılda bu sayıya 450.000 nüfus daha eklenmiştir. Meksika ve Peru İspanyol'ların 16. yüzyıldaki ilk sömürgeleri olmuştur. 18. ve 19. yüzyılda yaklaşık 3,5 milyon İspanyol, Amerika kıtasına, Arjantin , Uruguay , Meksika , Brezilya , Şili , Venezuela ve Küba'ya, göç etmiştir. Ayrıca Venezuela, Fas ve Cezayir'e yüksek oranlarda göçler olmuştur. İspanya'nın nüfusu son yüzyıldaki göçlerle daha da renklenmiştir. 2000'den 2010'a dünyanın en yüksek kişi başına göç oranına ve ABD'den sonra dünyadaki ikinci en yüksek mutlak net göç oranına sahip ülke İspanya'dır. Nüfusun yaklaşık %10'unun göçmenler oluşturmaktadır. Özellikle Avrupa , Latin Amerika , Çin , Filipinler , Kuzey Afrika , ve Batı Afrika'dan göç alan ülkenin resmi araştırma örgütü INE'ye göre ise "alınan göçlerin , göç eden nüfustan düşük olması sebebiyle son mevcudiyetiyle 46 milyon 152 bin 925 olan İspanya'daki nüfusun 2021 tarihinde 45 milyon 585 bin 574'e ineceği" belirtilmiştir. Ayancık Ayancık, Sinop ilinin bir ilçesidir. 12500 nüfusludur ve Sinop'un ikinci büyük ilçesidir. Ayancık Kilisesi ilçedeki tarihi bir merkezdir. İlçenin birkaç kilometre dışında bulunan Akgöl, ilçenin en önemli güzelliklerinden biridir. Suni limanların yapılmasıyla balıkçılık da gelişmiştir. Yer şekilleri ve arazi yapısı tarım için uygun olmasa da ilçe ekonomisinde tarımın önemli yeri vardır. Keten sanayisi de son yıllarda önemli aşama kaydetmiştir. İlçe, Ayancık Tepesi'nin eteğinde, Ayancık Çayı'nın denize döküldüğü yerde, açık denize bakar şekilde kurulmuştur. Liman şehridir ve liman açık denize baktığı için fırtınalara açıktır. İl merkezine 54 km uzaklıktadır. Yenikonak tek bucağıdır. Türkeli ise 1957 yılında ilçe olmuştur. İlçe yüzölçümü 876 kilometrekaredir. Komşu ilçeleri Türkeli, Erfelek ve Boyabat'tır. Ayancık İlçesinin tarihi ilk çağlara kadar uzanır. Ayancık ve çevresinde yaşayan ilk kavimler Paflogonyalılar, Amazonlar, Akalar ve Dorlardır. İlk çağda Paflogonya Batı Karadeniz bölümünde Bitinya, Pontusya ve Galatya arasında kalan yerdir. Paflogonyalılar bu bölgede bilinen ilk yerli halktır. MÖ 1200 yıllarına kadar Etiler'e bağlı, onların korumaları altında yaşamışlardır. Ayancık ve çevresi 11. yüzyılın sonlarında ilk kez Danişmentoğullarının egemenliğine girmiştir. Bölge 1204'de Anadolu Selçuklularının, 1259'da Pervaneoğulları Beyliğinin, 1292'de Candaroğulları Beyliğinin eline geçmiştir. 1460 yılında Fatih Sultan Mehmet Trabzon seferine giderken Sinop ve çevresini Osmanlı Devletine bağlamıştır. Osmanli devrinde İstefan idari bölge yapilmistir (Yun Stephánê "taç"). İlçeye eski ismini veren İstefan bugünkü Çaylıoğlu köyüdür. Tanzimat Devrine kadar Ayancık ve çevresi Kastamonu'ya bağlı dört kadılıktan birinin yönetimi alanı içinde kalmıştır. Tanzimat ile başlayan, daha sonra devam eden yenileşme hareketleri sırasında Ayancık ve çevresinde ilçe yönetimi kurulması düşünülmüş, İlçe merkezi olarak da Ayandon kabul edilmiştir. Ayancık, Cumhuriyetin ilanına kadar Kastamonu İline bağlı iken, Cumhuriyetin ilanından sonra yapılan idari düzenlemede Sinop İline bağlı İlçe olmuştur. Ayancık ve Ayancık Çayı doğusundaki köylere egemen olan Şüküroğulları 1860 yıllarda Çaylıoğulları ile anlaşarak ilçe merkezinin Ayancık'a taşınmasını kendi çıkarları ile uygun görmüşler ve 1860'lı yıllarda bir değirmen ve birkaç önemsiz yapıdan oluşmuş küçük bir yerleşim yeri olan Ayancık, zaman içinde kaymakamlık ve askerlik şubesi gibi resmi kurumların ve birçok konut ve ticaret yapılarının kurulması ile hızla gelişmiştir. Alman ve Belçika sermayeli kereste fabrikasının 1929 yılında işletilmeye başlanması, bölge ekonomisi ve sosyal hayatında dönüm noktası olmuştur. Ayancık bu tarihten sonra sürekli gelişme göstermiştir. Zingal Şirketi'ne ait kereste fabrikasının faaliyette olduğu dönemlerde ilçede orman ile bağlantı için teleferik; orman, fabrika ve liman bağlantısını sağlayan demiryolu hattı yapılmıştır. (Dekovil Hattı) Ancak 90'lı yıllarda, bugünkü Hakan Ünsal Caddesi'nin altyapı çalışmaları sırasında elden geçirilen yol ile birlikte tamamen ortadan kalkmıştır. 1860'lı yıllarda yapılan eski hükûmet konağı binası 1952'de yanmış, yerine bugünkü mevcut bina yapılmıştır. Fabrika Zindan ve Çangal ormanları Tarım Bakanlığı tarafından 10 Şubat 1926 yapılan 50 yıllık sözleşme ile Türkiye Kibrit Tekeli Türk Anonim Şirketi'ne verilmiştir. Bu sözleşme daha sonra kısa adı Zingal olan Zindan ve Çangal Ormanları Türk Anonim Şirketi'ne devredilmiştir. Bu devir işleminin ardından Ayancık Kereste Fabrikası Belçikalı iş adamı Bay Filipar tarafından kurulmuştur. Zingal adı Zindan ormanlarının ilk, Çangal ormanlarının ise son hecesinden oluşmaktadır. Kurulduğu yıllarda Avrupa'daki en büyük kereste fabrikalarından biriydi. 10 Şubat 1926 tarihli sözleşmeye uymayıp ormanları aşırı kullanması, kesilen ormanların yerine ağaçlandırma çalışmalarını ihmal etmesi ve günde üç vardiya şeklinde normal üretimin 3-4 katı üretim yapacak şekilde fabrikanın çalıştırılamıyla fabrikanın kapanma süreci başladı. Şirketin yaptığı bu umursuzca kesim Ayancık ormanlarını bozmuş ve azaltmaya başlatmıştır. Bu nedenle Bakanlar Kurulu 1926 yılında yapılan sözleşmeyi feshederek fabrikanın işletmesine el konulmuştur. Zingal şirketi, el koyma ve satın alma kararına karşı Danıştay'da dava açmış ve itirazlar sonrası Adnan Menderes hükümeti bu dönemde Zingal şirketi ile anlaşarak 27 Ekim 1954'de 3.618.587,25 lira karşılığında fabrika ve diğer tesisleri satın almıştır. Zingal ile yapılan anlaşmaların sonucunda şirkete bağlı ormanlar, Sinop Revir Amirliği'ne bağlı Ayancık Bölge Şefliği'ne geçmiştir. Atılan bu adımdan sonra Ayancık İşletme Müdürlüğü (1945) resmen kurulmuştur. Zingal şirketinin ormanlarımızı gelişigüzel kullanması sonucunda fabrika tesislerinin satın alınması işleminde geç kalınmış olsa bile bütün ormanlara devlet tarafından el konulduğundan fabrika  27 Nisan 1945'te Ayancık Devlet İşletmesi olarak resmen faaliyete geçmiştir. Fabrika 1945 yılından 1967 yılına kadar 12 bölge halinde (Akgöl, Çangal, Çangal Örnek, Ciple, Göldağ, İnaltı, Kumluk, Kepez, Kazköy, Handere merkez, Yemişli ve Zindan) faaliyette bulunarak üretim yapmıştır. Batı Karadeniz coğrafi bölgesinde yer alan Ayancık İlçesi; Kuzeyde Karadeniz, Güneyde Sinop İli Boyabat İlçesi ve Kastamonu İli Taşköprü İlçeleri, Batıda Sinop İli Türkeli İlçesi ve Doğuda ise Sinop İli Erfelek İlçesi ile çevrilidir. İlçemizin İl'e  olan bağlantısı 55 Km.' lik sahil karayolu ile sağlanır.İlçenin toplam arazisi 86.600 (Ha) olup, Yüzölçümü 866 km² ve Rakım 10 m.' dir. İlçe merkezi 202 metre yükseklikteki "Maltepe" ve "Ayantepe" ile deniz arasında Ayancık Çayı Vadisinde kurulmuştur. İlçe adını Ayan tepesinden almıştır. Sınırlı ve toplam 86.600 (Ha) büyüklükte tarım arazisine sahiptir. Ancak, % 71.86 gibi büyük bir kısmı tarım dışı arazidir. Tarım arazisi olarak tanımlanan arazinin sadece % 28.14 lük kısmından ibaret olan arazilerin de, büyük bir kısmını eğimli araziler teşkil etmektedir. Çok az bir kısım arazi ise vadi yataklarındaki küçük düzlüklerden ibarettir.Buna karşılık, toprak yapısı itibarı ile killi ve kalkerli bir karaktere sahip bulunduğundan orman ürünlerinin yetişmesine son derece elverişlidir. Bölgede 59.058 (Ha) ağaçlı, 2.883 (Ha) ağaçsız olmak üzere toplam 61.941 (Ha) ormanlık saha bulunm
aktadır. Yörenin doğal bitki örtüsünü ormanlar oluşturmaktadır. Bitki örtüsü çok zengin ve yoğun olup, yükselti kuşaklarına göre farklılaşmaktadır. Kıyı kesiminde yayvan yapraklı orman dokusu, makilik ve fundalıklar ile kültür bitkileri yaygındır. Kıyıdan itibaren yükseldikçe iğne yapraklı ağaç ve bitki türleri yoğunluk kazanmaktadır. Ormanlarda çam, köknar, meşe, gürgen, kayın, dişbudak, karaağaç, ıhlamur, çınar, kestane, kavak çeşitli maki ve çalı türleri yer almaktadır. Özellikle ilçenin güneyindeki Çangal Ormanları biyolojik açıdan çok zengindir. İlçe genelinde ormanlık alanlarda çam, köknar, meşe, gürgen, kayın, dişbudak, kara ağaç, kavak türleri vardır. Yeşilin her tonunu bu ormanlarda görmek mümkündür. Kıyı şeridindeki çeşitli ağaç türlerinden oluşan bitki örtüsü içine yer yer Akdeniz bitkilerine de rastlanır. Güneye doğru inildikçe iklim kuraklaşmaya başlar ve bozkır bitkileri görülür. Ayancık İlçesi deprem bölgesi sınıflandırılmasında 4. bölgede bulunulmaktadır. Ayancık yöresinde tipik Karadeniz iklimi egemendir. Kışları serin ve yağışlı, yazları kurak ve nemlidir.Yıllık ortalama sıcaklık 14.0 C derece' dir. En yüksek ortalama Temmuz ayında olup, 22.2 C, en düşük ortalama sıcaklık ise Ocak-Şubat aylarında oluşan 6.6 C dir.  Deniz suyu sıcaklığı Haziran ve Temmuz ayları itibarıyla ortalama 23-24 derecedir. Yıllık ortalama nisbi nem oranı % 72' dir. Nem oranı en yüksek değerine % 76 ile Mart, en düşük değerine ise %70 ile Haziran, Temmuz ve Aralık aylarında ulaşmaktadır. Yıllık ortalama yağış 676 kg/m²' dir. En çok yağış 139,2 mm ile Aralık, en az yağış 34,9 mm ile Temmuz ayında görülmektedir. Yüksek kesimleri kış sezonu süresince genelde karla kaplı geçer. Yılda fırtınalı gün sayısı ortalama 9,2' dir. En çok esen rüzgar güney, en kuvvetli rüzgarlar ise kuzey ve kuzeybatı rüzgarlarıdır. İlçenin tarıma elverişli arazilerinde sebze meyve alanları potansiyeli oldukça yüksektir. Üretim değeri bakımından sofralık çekirdekli üzüm, fındık, kivi, kestane, elma ve ceviz en çok üretilen meyve olup; Sinop ve bölgede önemli bir yere sahiptir. Ayancık tarla bitkileri üretimi bakımından incelendiğinde en çok tahıl grubunun ekildiği bu grupta da buğday ve mısırın en çok üretim yapıldığı görülmektedir. Sebze üretiminde de fasulye (taze) ve lahana üretimin fazla olduğu görülmektedir. İlçe okuma-yazma oranı % 99 dur. İlçemizde bulunan tüm İlköğretim okullarında tam gün olarak eğitim öğretime devam edilmektedir. Okul öncesi eğitim, bağımsız bir anaokulu ve İlköğretim okullarındaki anasınıflarında verilmektedir. Ayrıca Sinop Üniversitesine bağlı Ayancık Meslek Yüksek Okulunda da eğitim verilmektedir. İlçe kütüphanesi başta öğrenciler olmak üzere yöre halkının hizmetine sunulmuştur. Ayancık 55 km'lik sahil yolu ile Sinop'a bağlanmıştır. İç kesimlerle olan bağlantısı Çangal yolu üzerinden Kastamonu yolu ile sağlanmaktadır. Bazı İl Merkezleri ile İlçelere olan uzaklıkları: Samsun: 218 km, Kastamonu: 140 km,  Ankara: 435 km, İstanbul: 630 km, Türkeli: 35 km, Boyabat: 72 km, Gerze: 94 km, Erfelek 46 km'dir. İlçeler arası ulaşım minibüslerle sağlanmaktadır. Dikmen Dikmen, Sinop ilinin bir ilçesidir. İl merkezine 50–55 km uzaklıktadır. Sinop'un doğusunda, Samsun ili sınırında bulunmaktadır. Durağan ve Gerze ilçeleri ile komşudur. 1990 yılına kadar Gerze'ye bağlı bir bucak merkezi olan yerleşim, bu tarihte ilçe statüsüne kavuştu. Günümüzde ilçeye bağlı yirmi sekiz köy bulunmaktadır. Batı Karadeniz havzasında yer alan Dikmen ilçesi, Güzelceçay Vadisi’nde, çam ormanları arasında kurulmuş küçük bir yerleşimdir. Havzanın genel özelliğine paralel olarak, dağlık ve engebeli bir arazi yapısına sahip olan yerleşim, 1. derece heyelan bölgesidir. Dikmen nüfus büyüklüğü açısından ildeki en küçük iki ilçeden birisidir. İlçeden il içindeki daha büyük kentsel merkezleri ve ayrıca yurt içinde büyük şehirlere göç yaşanmaktadır. 1980’li yıllardan itibaren Dikmen kentsel-kırsal nüfus oranlarının kentsel nüfus lehine değişmesi söz konusu olmakla birlikte, ilçe halen kırsal nüfus ağırlıklıdır. Yine 1980’li yıllardan itibaren hem kentsel hem de kırsal nüfus artış oranları giderek azalmaktadır. Dikmen ilçesindeki sektörel dağılım hizmetler, tarım ve sanayi şeklindedir. İlçede hizmetler sektörü oranı %86.3 iken; ilçedeki hizmetler sektörünün il genelindeki payı %0.8’dir ki, bu il genelindeki en düşük orandır. Gerze sınırı boyunca yer alan Göktepe ve Soyuk Tepesi kayak sporları; Göktepe ve Kiraz Dağları’ndaki Kuzfındık, Omurlu, Üçpınar Köyü ile Samsun ili Yakakent ilçesi Domuzalan Köyü arasında yer alan Domuzalan Yaylası ile Yaykın Köyü civarında Ayvalan Yaylaları ise yayla turizmi açısından önemli alanlardır. ekonomisi genel olarak tarım ve hayvancılığa dayanan ilçede sektörün oranı %7.3; sektörün il genelindeki payı ise %0.02’dir. İlçe arazilerinin genel olarak VI. ve VII. sınıf tarım topraklarından oluşması ve araziler büyük bir kısmının dağlık ve engebeli olması nedeniyle hububat ekimi çok azdır. Ekimin yapıldığı yerlerde buğday, arpa, yulaf, mısır yetiştirilmektedir. İlçede ayrıca Karadeniz Bölgesi’nde yetişebilen hemen her türlü meyve ve sebze yetişmektedir. İlçenin dağlık köylerinde besi, süt ve mera hayvancılığı ile arıcılık yapılmaktadır. Ormanlık alanların varlığı nedeni ile ormancılık da ilçede önemli bir geçim kaynağıdır. Sanayi sektörü, ilçedeki üçüncü önemli sektör konumundadır. İlçede bulunan sanayi tesislerinin il geneli içindeki oranı %0.3’dür. Sektörün ilçe sektörel dağılımı içindeki oranı ise %6.4’dür. Dikmen ilçesinde, Sinop ilinin kalkınmada birinci öncelikli iller arasında yer almasına bağlı olarak devlet desteği ile Güzelceçay Mevkii'nde kurulmuş dört adet balık unu ve yağı fabrikası bulunmaktadır. Türkiye genelinde üretilen balık unu ve yağının %35'i bu fabrikalarda üretilmektedir. Ayrıca ilçede bir tavuk çiftliği ve yem fabrikası bulunmaktadır. Mevsimli üretim yapılan bu fabrikalarda üretilen balık yağı, balık unu ve deniz salyangozu yurt dışı (Japonya) ve yurt içi pazarlara satılmaktadır. İlçede tavuk yemi ve etlik piliç üretimi de yapılmaktadır. ÇİÇEKLERİ Bakanlar kurulu Bakanlar kurulu veya kabine, demokratik devletlerde başbakanın ve tüm bakanların bir araya gelerek hükûmetin siyasi anlamda hareket tarzına karar verdikleri ve genel politikalarını belirledikleri kuruldur. Bakanlar kurulunun aldığı kararlar, başbakan için "yasal anlamda" tavsiye niteliğindedir. Başbakan bu kararlara çoğunlukla uyar fakat bakanlar kurulu ile aynı fikirde değilse farklı bir karar verebilir. Birçok ülkede bakanlar kurulu üyeleri milletvekilleri arasından seçilir. Başkanlık sistemi ile yönetilen ABD gibi bazı ülkelerde ise milletvekilleri bakanlar kurulu üyesi olamaz. O ülkelerde bir milletvekilinin bakanlar kurulu üyesi olması için öncelikle milletvekilliğinden istifa etmesi gerekir. Her bakan kendi bakanlığını ilgilendiren konulardan ve bakanlık çalışanlarının yerine getirdikleri işlerden sorumludur. Bakanlar kurulu kararlarını oy birliğiyle alır. Bakanlar kurulunda soru, gensoru, genel görüşme, meclis araştırması ve meclis soruşturması gibi siyasi denetleme yolları kullanılır. Erfelek Erfelek, Sinop İl Merkezi’nin batısında, merkez, Ayancık ve Boyabat ile komşu bir yerleşmedir. 1960 yılında ilçe statüsü kazanan Erfelek’e bağlı 46 köy bulunmaktadır. Batı Karadeniz Havzası’nda yer alan Erfelek İlçesi, Merkez İlçe sınırlarındaki Sinop Ovası’nda yer alan I-IV. sınıf tarım toprakları dışında, VI. ve VII. sınıf tarım topraklarının yoğun olarak bulunduğu, dağlık bir arazi yapısına sahiptir. Erfelek nüfus büyüklüğü açısında ilin yedinci büyük yerleşmesidir. 2000 yılı nüfus sayımına göre ilçe nüfusu 13.812 kişi olup, bunun 3.659 kişisi kentsel, 10.153 kişisi kırsal nüfusu oluşturmaktadır. Bu durumda, kentsel nüfus oranı %26.5, kırsal nüfus oranı %73.5 olan ilçe kentleşme oranı düşük yerleşmeler arasındadır. Bölüm başındaki tablolarda, Erfelek İlçesi nüfusunun 1980 yılından günümüze önemli bir düşüş gösterdiği görülmektedir. İlçede diğer ilçelerdeki genel eğilime paralel olarak kentsel-kırsal nüfus oranları kentsel nüfus lehine önemli bir değişiklik göstermiştir. Bununla beraber ilçedeki kırsal nüfus ağırlığı devam etmektedir. “Ekonomik Yapı” bölümünde tespit edildiği ve aşağıdaki grafikte de görüldüğü gibi, Erfelek İlçesi’ndeki sektörel dağılım hizmetler, sanayi ve tarım şeklindedir. İlçede hizmetler sektörü oranı %84.6 iken; ilçedeki hizmetler sektörünün il genelindeki payı 2.6’dür. İldeki toplam turistik yatak kapasitesinin %1’i Erfelek İlçesi’nde bulunmaktadır. Karadeniz Bölgesi’nin doğal özelliklerini taşıyan Erfelek İlçesi’nde doğa sporları turizmi potansiyeli bulunmaktadır. Hizmetler sektörü içinde yer alan ticaret de ilçe ekonomisinde önemli yer tutmaktadır. İlçede haftada bir kurulan pazarın çevre yerleşmeler için önemli bir çekim merkezi olduğu ve hatta ilçenin en önemli gelir kaynağını bu pazarın sağladığı ifade edilmektedir. Erfelek İlçesi ilin genel kapasitesi dikkate alındığında, sanayi sektörünün az da olda gelişmiş olduğu bir başka yerleşim olarak dikkat çekmektedir. İlçede sanayi sektörünün il geneli içindeki oranı %1.8; ilçe içindeki sektörel dağılımdaki oranı ise %12.9’dur. İlçede bir parke ve kereste fabrikası, iki adet süt alım ve işleme ünitesi ile bir adet meyve işleme ünitesi bulunmaktadır. Tarım sektörünün ilçe genelindeki oranı %2.5 iken, il genelinde oluşturduğu pay %0.03’tür ki, bu kentsel alanlar içinde en düşük oranlardan biridir. Erfelek’te ilçe halkının büyük bir kısmı tarım ve hayvancılıkla uğraşmaktadır. Mevcut arazi yapısının engebeli ve ormanlık olması sebebiyle hayvancılığın yaygın olduğu ilçede, endüstri bitkileri olarak eskiden beri keten, son 10-12 yıldan beri ise tütün ve şekerpancarı tarımı yapılmaktadır. İlçede sulama imkânlarının kısıtlıdır. İnşaatı devam eden Erfelek Barajı’nın faaliyette geçmesi ile tarım alanında büyük gelişme olacağı beklenmektedir. İlçe köylerinde en çok kestane, elma, armut, kiraz, ceviz, fındık ve incir yetiştirilmektedir. İlçede ayrıca seracılığa des
tek verilmektedir. Erfelek’te meyve suyu imalatı yapan bir işletmenin kurulması meyveciliği desteklemiştir. İlçe kestane ve kirazıyla çok ünlüdür. İlçede, ayrıca, 10 hektarlık bir alanda geyik, karaca üretim istasyonu bulunmaktadır. Sinop il merkezinin 25 km güneydoğusunda kalan, 3500 merkez nüfuslu ilçesidir. Tarım ve hayvancılığın yanı sıra bir başka geçim kaynağı da meyve yetiştiriciliğidir. Son dönemde Tatlıca takım şelaleleri ile gündeme gelen ilçenin sosyal yapısını çiftçilerin yanı sıra esnaf ve memurlar oluşturur. İlçede toplam irili ufaklı 28 ayrı şelale bulunmaktadır. Her mevsim ziyaret edilebilen şelaleler en alttaki şelaleden itibaren yer yer suların içerisinden geçilerek, yer yer ziyaretçiler için sabitlenmiş iplerle tırmanılarak ilk şelalenin başlangıç noktasına kadar yemyeşil bir ağaç tünelinin içerisinden keyifli bir doğa gezisi sunmaktadır. Her yılın Temmuz ayında yapılan şelale şenlikleri ve Eylül ayında gerçekleştirilen panayır ile ilçeye turist çekilmekte ve tanıtım yapılabilmektedir. Şelalelerin yolu 2009 yılı eylül ayı itibarıyla asfalt yol haline dönüştürülmüş, ziyaretçilerin kullanımına açılmıştır. İlçe Belediye Başkanı Muzaffer Şimşek'tir. Gerze Gerze, Sinop iline bağlı ilçe. Merkez nüfusu yaklaşık 14.000'dir. Sinop'a 39 km uzaklıktadır. Güzel bir sahil şehridir. İlçe tarihte Zagora, Gürzühatun, Savetova, Argibete isimlerini aldı. Paflagonyalılar Kızılırmak'ın batı bölgesine Gezonolit adını vermişlerdi. Gerze adının kökeninin bu ada dayandığı öne sürülmüştür. Paflagonya, Hitit, Frig, Kimmer, Lidya, Pers, Büyük İskender, Roma ve Bizans İmparatorluklarının egemenliğine giren Gerze, 1214 yılnda I. İzzettin Keykavus döneminde Selçuklu, 1459 yılında Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı İmparatorluğuna katıldı. 13 Şubat 1956'da Gerze'ye yeni atanan ve Sucu Mehmet’in evinde kiracı olarak oturan Malmüdürünün hanımının lodoslu bir günde yaktığı mangalın ateşlerinin evin kapısı açıldığında etrafa saçılması üzerine büyük bir yangın geçirdi, devlet yardımıyla yeniden imar edildi. Karadeniz Bölgesi'nin gezmeye görmeye değer, tarihi ve tabiat güzellikleri ile dolu olan Gerze ilçesi, antik çağlardan bu yana toplumlar tarafından yerleşme ve barınak yeri olarak seçilmiştir. MÖ 1400 yıllarında Gaşgalılar (Gasgaslar) tarafından küçük bir köy olarak kurulan şirin sahil ilçesi Gerze, daha sonra Paflagonya Devleti'nin eline geçmiş, sırasıyla da Hitit, Frig, Kimmer, Lidya, Pers, Büyük İskender, Roma ve Bizans İmparatorluklarının egemenliğine girmiştir. 1214 yılında I. İzzettin Keykavus zamanında Selçuklu Devleti'nin hakimiyetine giren Gerze, bir ara Trabzon Rum İmparatorluğu'nun eline geçmiş, 1459 yılında da Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı İmparatorluğu'na bağlanmıştır. Kayıtlardan ilçenin eski adının Zagora, Gürzühatun, Savetova, Argibete olduğu anlaşılmaktadır, bilindiği üzere Paflagonyalılar Kızılırmak'ın batı yöresine mızraklılar ülkesi anlamına gelen Gezonolit adını vermişlerdir. Gerze adının buradan geldiği sanılmaktadır. 13 Şubat 1956 yılında büyük bir yangın felaketi geçiren ilçe devlet tarafından yeniden imar edilerek modern bir ilçe haline getirilmiştir. Gerze İlçesi nüfus büyüklüğü açısından ilin beşinci büyük yerleşmedir. 2011 yılı nüfus sayımına göre ilçe nüfusu 21.238 kişi olup, bunun 12.258 kişisi kentsel, 8.984 kişisi kırsal nüfusu oluşturmaktadır. Bu durumda, kentsel nüfus oranı %58, kırsal nüfus oranı %42 olan ilçe kentleşme oranı il genelinde orta kademede olan yerleşmeler arasındadır. Bölüm başındaki tablolarda, Gerze İlçesi nüfusunun 1980 yılından günümüze kadar azalma eğilimi gösterdiği görülmektedir. Genelde diğer ilçelerdeki genel eğilime paralel olarak kentsel-kırsal nüfus oranları kentsel nüfus lehine önemli bir değişiklik göstermiştir. Bugün kent-kır oranı arasındaki fark oldukça azalmıştır. Gerze’de de il geneline paralel olarak nüfus artış oranları giderek düşmektedir. TUİK verilerine göre, 2000 yılı itibarıyla Sinop İli’ndeki ortalama hanehalkı büyüklüğü 4,40 olarak tespit edilmiştir. "TUİK Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2011 yılı verilerine göre" Sinop İli’nin yıl içinde aldığı göç 10.038, verdiği göç ise 10.618'dir. İlin verdiği göç, aldığı göçten daha fazla olmakla birlikte, net göç hızı ‰ -2,85 olarak hesaplanmıştır. "TUİK 2011 yılı verilerine göre", Sinop İli genelinde okuma yazma bilenlerin oranı % 93,72'dir. Gerze İlçesi’nde 1 Anaokulu, 3 İlköğretim Okulu, 5 Lise, 1 Pratik Kız sanat Okulu, 1 Halk Eğitim Merkezi, 1 Özel Dershane, 1 Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi ve 1 Özel Motorlu Taşıt Sürücü Kursu mevcuttur. 2011-2012 eğitim dönemi başında Yaykıl Köyü’nde 110 öğrenci kapasiteli bir ilköğretim okulu yeterli sayıda öğrenci bulunamaması sebebiyle kapatılmış ve öğrenciler taşımalı sistemle Gerze ilçe merkezine ve yakındaki diğer köylere gönderilmeye başlanmıştır. Sinop genelinde; 6 Devlet Hastanesi, 2 Verem Savaş Dispanseri, 52 Köy Sağlık Evi, dokuz Toplum Sağlığı Merkezi, 13 Aile Sağlığı Merkezi, 10 Aile Sağlığı Birimi, 56 Aile Hekimliği, bir Halk Sağlığı Laboratuvarı, 11 Acil Sağlık İstasyonu tarafından sağlık hizmetleri verilmektedir. İl genelinde kadrolu yatak sayısı toplam 605, yatak işgal oranı % 35’dir. Gerze İlçesi’nde ise bir adet Devlet Hastanesi, bir adet Toplum Sağlığı Merkezi ve bir adet Aile Hekimliği Merkezi bulunmaktadır.Yaykıl Köyü’nde ise herhangi bir Sağlık Ocağı bulunmamaktadır. Gerze merkezde Belediye’ye ait bir Kültür Merkezi'nde tiyatro oyunları ve konserler gibi etkinlikler yapılmaktadır. Yenikent Beldesi Çeçe Mahallesinde Çeçe Sultan Türbesi, şehir merkezinde, Esmazade Mustafa Cami (İskele Camii) ve Yakup Ağa Konağı Gerze'nin tarihi yapılarındandır. Sinop İli, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) 2003 yılı verilerine göre, Türkiye’nin sosyo-ekonomik gelişmişlik sıralamasında 81 il içerisinde 57. sırada yer almaktadır. Sinop İli'nin, Türkiye Gayri Safi Yurt İçi Hasılası (GSYİH) içerisindeki payı % 0,2 iken, iken, DPT 2004 verilerine göre Gerze ilçesi sosyo-ekonomik gelişmişlik sıralamasına bakıldığında Türkiye'deki 872 ilçe içerisinde 423. sıradadır. Gerze İlçesi, sosyo-ekonomik sıralama göz önüne alındığında ve Sinop’un diğer ilçeleri ile karşılaştırıldığında üçüncü sırada yer almaktadır. “Ekonomik Yapı” bölümünde tespit edildiği ve aşağıdaki grafikte de görüldüğü gibi, Gerze İlçesi’ndeki sektörel dağılım hizmetler, sanayi ve tarım şeklindedir. İlçede hizmetler sektörü oranı %76.9 iken; ilçedeki hizmetler sektörünün il genelindeki payı 6.3’dür. Bu pay il genelinde önemli bir oran olup, ilçedeki kentsel gelişim düzeyini göstermektedir. Gerze’de doğal plaj niteliği taşıyan sahillerin bulunması ilçenin deniz turizmi potansiyelini arttırmaktadır. Yine ilçede yer alan Kozfındık ve Bozluk Yaylaları ile dağlık alanlar yayla ve dağ sporları turizmine ivme verecek girdilerdir. Günümüzde, ildeki toplam turistik yatak kapasitesinin %10.9’u Gerze İlçesi’nde yer almaktadır. İlçede Sinop Üniversitesi’ne bağlı bir meslek yüksek okulu bulunmaktadır. Gerze, ilin genel kapasitesi dikkate alındığında, sanayi sektörü gelişmiş olan bir başka yerleşim olarak dikkat çekmektedir. İlçede sanayi sektörünün il geneli içindeki oranı %20.2; ilçe içindeki sektörel dağılımdaki oranı ise %7.4’dür. Gerze’de faal durumda 2 adet un fabrikası, iki balık ve balık ürünleri tesisi, bir tarım araçları üretim fabrikası, beş adet tekstil ürünleri işletmesi ile bir adet toz deterjan fabrikası bulunmaktadır. İlçede bir küçük sanayi sitesi de yer almaktadır. Gerze İlçesi, Acısu Mahallesi’nde sıcak ve mineralli su kaynakları bulunmaktadır. Sinop İli’nin 586.200 ha’lık yüzölçümünün % 37,9 luk kısmını oluşturan 222.379 ha’lık alan tarıma elverişli olmakla birlikte bunun 110.538 ha’ında tarım yapılmaktadır. Tarım faaliyetlerinin yapıldığı araziler çok parçalı ve dağınıktır. Tarım, Gerze İlçesi’nin sosyal ve ekonomik hayatında önemli bir yere sahiptir. Tarım sektörünün ilçe genelindeki oranı %2.9 iken, il genelindeki oranı %0.1’dir. İlçenin iklim ve toprak yapısı elverişli olduğundan, bazı tarım ürünlerinin yetiştirilmesine olanak sağlamaktadır. Son yıllarda seracılık alanındaki gelişmelerle birlikte, sebze üretiminde önemli artışlar sağlanmıştır. Yüzölçümü yaklaşık 594 km² olan Gerze’de yetişen en önemli tarım ürünleri buğday, mısır, arpa yulaf ve tütün'dür. Yıllara göre ekiliş alanı değişiklik göstermekle birlikte, sahil köylerinde ayçiçeği ve şeker pancarı tarımı da yapılmaktadır. İlçede ziraati yapılan çeşitli tarım ürünlerinin büyük bir kısmı çiftçilerin ihtiyaçlarında ve hayvan yemi olarak kullanılmaktadır. Gerze İlçesi’nde başta elma, armut, incir olmak üzere ceviz, fındık, erik, kiraz, ayva gibi meyveler de yetişmektedir. Çiftçilerin, ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra arda kalan ürün iç pazarlarda satılmaktadır. Sebze ekimi ve seracılık son yıllarda yaygın bir aile işletmesi konumuna gelmiştir. Sebze tarımı olarak, başta patates, fasulye, salatalık, domates, biber, pırasa, lahana, marul, ıspanak, kabak, bamya ve bezelye gibi ürünler gelişme göstermektedir. İlin genel tarımsal durumunun bir parçası olarak sahil ve şehir yerleşim çevrelerinde büyükbaş, yüksek kesimlerde ise küçükbaş hayvan yetiştiriciliği daha fazla oranda yapılmaktadır. Gerze İlçesi’nde en önemli geçim kaynaklarından biri hayvancılıktır. İlçede 15.250 baş sığır ve manda, 35.000 adet kümes hayvanı, 1.500 baş tek tırnaklı, 20.000 baş keçi ve koyun, ve 3.300 adet ilkel ve fenni arı kovanı mevcuttur. Çiftçiler hayvansal ürünlerin bir kısmını kendi gereksinimleri için tüketmekte, süt, yumurta, peynir, bal, yoğurt, tereyağı, yün gibi ürünlerin pazarlamasını yapmaktadır. Yem bitkileri ekimi yaygınlaştırılması ve modern besi ahırlarının yaptırılmasıyla hayvancılığın gelişimine katkı sağlanmaktadır. İlçe Tarım Müdürlüğünce her yıl çiftçilere 2.000 adet civciv dağıtımı yapılmaktadır. Sinop kalkınmada öncelikli iller arasındadır. İlin kalkınma sürecindeki olumsuz etkenler; coğrafi konumu, topoğrafyası, pazara uzaklığı, sermaye yetersizliği ve altyapının tamamlanmamış olmasıdır. Sinoplular ar
asında uygulanan bir ankete göre, Sinop'un en önemli eksikliklerinin başında, istihdam sorunu nedeniyle ilin sürekli olarak göç vermesi sorunu yer almaktadır. Şehir içindeki yolların bozukluğu ve sinemaların olmayışı da ilin diğer eksiklikleri arasında belirtilmiştir. Son dönemde gerçekleşmeye başlayan yeni yatırımlar, Sinop'un uzun yıllardır ekonomik alanda süregelen olumsuz durumunu iyileştirme sürecine katkıda bulunmaktadır. Sanayi sektörünün gelişmesinde özellikle tarım, orman, toprak ve su ürünleri gibi kaynaklar önemli rol oynamıştır. İlde, çeltik fabrikaları, un fabrikaları ile kereste ve kereste ürünlerini ham madde olarak kullanan sanayi tesisleri mevcuttur. Ayrıca, konfeksiyon, kireç, metal, kimya, çivi ve cam fabrikaları gibi tesisler de bulunmaktadır. Toprak sanayi, özellikle Boyabat yöresinde yaygındır. Sinop'ta bulunan sanayi tesislerinin % 4’ü Gerze’de bulunmaktadır. Gerze’de bulunan iki adet un fabrikası, bir balık ve balık ürünleri tesisi, iki adet tekstil ürünleri işletmesi ile bir adet toz deterjan fabrikası faal durumdadır. İlçede bir küçük sanayi sitesi de yer almaktadır. Sinop İli Batı Karadeniz bölgesine has tipik doğal ve kültürel değerleriyle kültür turizmi potansiyeli öne çıkan bir yöredir. Genel anlamda topoğrafyanın uygun olmaması ve iklim şartlarının elverişsiz olmasından dolayı kıyı turizmi alanında bir gelişme potansiyeli bulunmamaktadır.; ancak yaz aylarında ve oldukça sınırlı bir zaman aralığında deniz turizminden bahsetmek mümkündür. Deniz turizmi amaçlı kullanılan başlıca plajlar, şehir merkezinde bulunan Bahçeler mevkii, bölgenin en geniş kumsalına sahip Akliman ile Hamsilos ve Karakum'dur. Sinop Limanı ilde bir kruvaziyer turizmi potansiyeli yaratmaktadır. Bununla birlikte limana ziyaretler genellikle günübirlik gezi ve alış-verişler şeklinde olmaktadır. Yolcu gemilerinde konaklayan turistler ancak belirli bir zaman süresinde şehir turu yapmakta ve sonrasında Karadeniz Turlarına devam etmektedirler. Yayla turizmi Doğu Karadeniz bölgesinde daha yaygın olarak görülmekle birlikte, Sinop'ta önemli bir gelişme göstermemiştir.. Sinop’un önemli yaylaları arasında; Ayancık ilçesinin güneyinde yer alan Ayancık-Akgöl Yaylası, Gerze Çalboğazı beldesinin 35 km güneybatısında bulunan Gürfındık-Bozarmut Yaylası ve Türkeli ilçesinde yer alan Kurugöl Yaylası yer almaktadır. Gerze’de 225, Türkeli’de 93,Ayancık’da 223, ve Boyabat’ta ise 130 Belediye Belgeli tesis yatağı bulunmaktadır. Sinop İli'ni de içinde bulunduran Batı Karadeniz Bölgesi, diğer bölgelere kıyasla Belediye Belgeli tesis ve yatak sayısı bakımından daha az gelişmiştir. Son yıllarda enerji sektörünün gelişmesine katkıda bulunan bölgede kurulması planlanan santrallerin etkisiyle turizm sektörünün etkileneceğine inanılmaktadır. Çağdaş teknolojileri kullanıldığında ve ileri çevresel önlemler alındığı takdirde, bu iki sektörün birbirini desteklemesi muhtemeldir. Sinop İli, madencilik açısından sınırlı bir potansiyele sahiptir. Kuvars kumu ile tuğla ve kiremit imalatına uygun endüstriyel ham maddeler, Sinop'ta rezervi bulunan ham maddelerin en önemlilerindendir. Boyabat İlçesi Akbelen köyü mıntıkasında bulunan bir kömür ocağında yapılan sondaj çalışmalarında olumlu sonuçlar alınmış, ancak buna rağmen işletme sürecinde beklenen verim sağlanamamıştır. Ayrıca, ilde merkez ilçe ve Boyabat civarında yoğunlaşan kuvars ve mermer işletmeciliği yapan 12 adet işletme bulunmaktadır. Sinop’un sahip olduğu orman emvalinin değerlendirilmesi amacıyla 24 adet ağaç sanayi işletmesi faaliyet göstermektedir. İl, orman varlığı bakımından zengin İllerden biridir. Mevcut şartlarda orman varlığından elde edilen emvalin mobilya sanayi için kereste haline getirilmesini sağlayan kereste üretim tesisleri mevcuttur; ancak, bu tesisler oldukça düşük miktarlarda üretim yapmaktadırlar. Saraydüzü Saraydüzü, Sinop ilinin bir ilçesidir. Boyabat ilçesine 28, il merkezine 110 km uzaklıktadır. İlçenin dağlık sayılabilecek dalgalı bir yapısı vardır. Saraydüzü İlçesi, Boyabat’a bağlı bir bucak merkezi iken, 1990 yılında ilçe statüsü kazanmıştır. İlçenin güneyinde, Çorum'a bağlı Osmancık, güneydoğusunda Samsun'a bağlı Vezirköprü, güneybatısında Çorum'a bağlı Kargı, kuzeyinde Boyabat ve kuzeydoğusunda Durağan vardır. Yüzölçümü bakımından ilin en küçük ilçelerinden biridir ve de ilin en güney ucundaki ilçesidir. İlçeye bağlı belde yoktur; bağlı köy sayısı ise 32’dir. Kızılırmak Havzası’nda yer alan İlçe'de, Tarım Master Planı’na göre dağlık alanlar II. agro-ekolojik alt bölge; ovalık alanlar ise III. alt bölgede kalmaktadır. Verimli tarım toprakları ilçe merkezi ve kuzeyinde yoğunlaşmıştır. Diğer alanlar ise VI. ve VII. sınıf nitelikli topraklardan meydana gelmektedir. Saraydüzü nüfus büyüklüğü açısında ilin en küçük ilçesidir. 2000 yılı nüfus sayımına göre ilçe nüfusu 8.217 kişi olup, bunun 3.407 kişisi kentsel, 4.810 kişisi kırsal nüfusu oluşturmaktadır. Bu durumda, kentsel nüfus oranı %41.5, kırsal nüfus oranı %58.5’dir. Bununla birlikte, ilçedeki kentleşme oranı kent nüfusuna paralel olarak yüksek değildir. İlçe daha çok kırsal bir yerleşim niteliği taşımaktadır. Bölüm başındaki tablolarda, Saraydüzü İlçesi nüfusunun da Sinop’taki genel eğilime paralel olarak azaldığı görülmektedir. İlçede 1980’li yıllardan itibaren kentsel-kırsal nüfus dağılımı da kentsel nüfus lehine önemli bir değişiklik göstermiştir. 1980 yıllarda %8.3 olan kentsel nüfus oranı, 2000 yılında %41.5’e çıkmıştır. İlçede kentsel nüfus artış oranı yıllara göre yükselirken, kırsal artış oranlarında düşüş görülmektedir. “Ekonomik Yapı” bölümünde tespit edildiği ve aşağıdaki grafikte de görüldüğü gibi, Saraydüzü İlçesi’ndeki sektörel dağılım hizmetler, tarım ve sanayi dağılımı şeklindedir. İlçede hizmetler sektörü oranı %58.3 iken; ilçedeki hizmetler sektörünün il genelindeki payı %1.2 ile en düşük değerlerden birini teşkil etmektedir ki, bu ilçenin gelişmişlik düzeyinin bir yansımasıdır. Türkeli, Sinop Türkeli, Sinop ilinin batısında, Kastamonu sınırında, Karadeniz kıyısında bir ilçedir. Türkeli 1957 yılında ilçe statüsü kazanmıştır. Günümüzde ilçeye bağlı 1 bucak (Güzelkent) ile 31 adet köy bulunmaktadır. Kızılırmak Havzası'nda yer alan Türkeli İlçesi, İsfendiyar Dağları eteklerinde, iç kesimleri orman alanları ile kaplı bir ilçedir. Tarım Master Planı'nda sahil kesimini kapsayan I. agro-ekolojik alt bölgede yer alan ilçe topraklarının büyük kısmı VI ve VII. sınıf tarım topraklarından oluşmaktadır. Türkeli nüfus büyüklüğü açısında ildeki altıncı büyük ilçedir. 2000 yılı nüfus sayımına göre ilçe nüfusu 20.904 kişi olup, bunun 6.977 kişisi kentsel, 13.927 kişisi kırsal nüfusu oluşturmaktadır. Bu durumda, kentsel nüfus oranı %44.9, kırsal nüfus oranı %55.1’dir. Bölüm başındaki tablolarda, Türkeli İlçesi nüfusunun 1980'den itibaren az da olsa azaldığı görülmektedir. İlçede de 1980'li yıllardan itibaren kentsel-kırsal nüfus dağılım oranları kentsel nüfus lehine değişiklik göstermiştir. Türkeli İlçesi'ndeki kentsel-kırsal nüfus artış oranları da giderek azalmaktadır. “Ekonomik yapı” bölümünde tespit edildiği ve aşağıdaki grafikte de görüldüğü gibi, Türkeli İlçesi’ndeki sektörel dağılım hizmetler, sanayi ve tarım şeklindedir. İlçede hizmetler sektörü oranı %81.6 iken; ilçedeki hizmetler sektörünün il genelindeki payı %4.6’dır. İlçe deniz kenarında ve Karadeniz coğrafyasına sahip olması nedeni ile deniz, dağ sporları ve yayla turizm, potansiyeline sahiptir. İl genelinde turistik yatak kapasitesinin %5’i ilçede bulunmaktadır. Türkeli Güzelkent Beldesi'nde bir adet parke ve bir adet cam fabrikası ile kereste biçim atölyeleri, mobilya atölyeleri, marangozhaneler, tekstil ve tel fabrikaları mevcuttur. İlçede bir küçük sanatlar sitesi de bulunmaktadır. Sanayi sektörünün il geneli içindeki oranı %13.6; ilçe içindeki sektörel dağılımdaki oranı ise %0.1’dir. Tarım sektörünün ilçe genelindeki oranı %4.7 iken, il genelinde oluşturduğu pay %3.4’tür. tarım topraklarının az olması nedeni ile tarımsal üretim halkın kendi ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olarak yapılmaktadır. Ticari hayvancılık da yapılmamaktadır. Buna rağmen, 1999 yılında, Hacıköyü'nde kurulmuş bir devekuşu çiftliği bulunmaktadır. Çatak-Örencik ve Gökçealan Köyleri’nde alabalık tesisleri kurulmuş olup, ilçe ekonomisine canlılık getirmiştir. Ormancılık da ilçedeki bir başka geçim kaynağıdır.Balıkçılığın da yaygın olduğu ilçede bir adet balıkçı barınağı bulunmaktadır.Her ne kadar ilçede tarıma elverişli arazi çok sınırlıysa da,devlet katkısı ve halkın teşvik edilmesiyle meyve üretimi konusunda oldukça elverişlidir.Kendiliğinden yetişen kestane inkar edilemiyecek ölçüde bir gelir kaynağı teşkil etmektedir.Son yıllarda halkın ceviz ve diğer meyve türlerini yetiştirmeye başladığı görülmektedir.Bu çalışmalar şimdilik amatör düzeyde olsa da ileride halkın bilinçlenmesiyle profesyonel olarak devam edeceği kuşkusuzdur. İlçemizi Batı ve Doğu Karadeniz iklim özelliklerinin geçiş noktasındadır. Yaz ve kış sıcaklık ortalamalarında büyük farklılıklar görülmektedir. Her mevsim yağışlı geçer ve nem oranı yüksektir. Ortalama olarak açık gün sayısı 74, yarı açık gün sayısı 83, kapalı gün sayısı 198’tür.İlçemiz sismik bakımından genel olarak aktif bölgeler dışında 4. derece deprem kuşağı bölgesi içinde yer almaktadır.İlçede don olayları çok kısa sürmektedir. Toprağın ancak 2–3 cm derinliğine kadar inebilmektedir Kıyılardan iç kesimlere gidildikçe yeşil ormanlarla kaplı alanlar çoğalır. Yörede yeşilin ve sarının bütün tonlarını görmek mümkündür. Kıyılarda Akdeniz ve Türkiye'de Karadeniz iklimi karışık durumda olduğu için yaz ve kış yaprağını dökmeyen kısa boylu bodur ağaçlar yer almaktadır. Bunlar mersin, koca yemiş (bilyedin), zeytin ve defne ağaçlarıdır. İlçe orman bakımından ilin en zengin ilçelerinden birisidir. Zindan ormanlarında çam, köknar, kayın, gürgen, meşe, kestane, kavak ve dişbudak başlıca ağaç türlerini teşkil eder. Orman diplerinde sarı ve mor renkli orman gülleri bulunmaktadır. İlçenin gür ormanlarında defne (dafinus) bol miktar
da yetişmektedir. Islah çalışmaları yapıldığında yöre için önemli bir gelir kaynağı olacaktır. Ayrıca ilçe arazisi mantar türleri bakımından da oldukça zengindir. Türkeli ilçe merkezi, yerleşim yeri olarak yüzyıla yakın bir geçmişe sahiptir. İlçe önce Rum Pontusların, sonra Selçukluların, daha sonra İsfendiyaroğulları Beyliği'nin yönetiminde kalmış; 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet'in Sinop'u almasıyla Osmanlı yönetimine geçmiştir. İlk kurulduğu zamanki adı Yarna'dır. Daha sonra cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte sahildeki bir gemi kalıntısına istinaden Gemiyanı adı verilmiştir. 1 Mayıs 1957'de Türklerin yerleşim yeri anlamına gelen Türkeli adını alarak ilçe olmuştur. İlçe olmadan önce Ayancık ilçesine bağlı bir bucaktı. Sinop ilinin sahil şeridindeki üç ilçesinden biri olan Türkeli, ilin batı kıyısında yer alır. Doğusunda Ayancık, Batısında Kastamonu'nun Çatalzeytin ilçesi, Güneyinde Taşköprü ilçesi, Kuzeyinde ise Karadeniz bulunur. Toplam ilçe nüfusu 21.904, Yüzölçümü 421 km²'dir. İlçe halkının ve köylerdeki nüfusun % 80’i yurt dışında işçi olarak çalıştığından ortalama 7.000 olan nüfus 7. ve 8. aylarda 10-12 bini bulunmaktadır. Bunun sonucunda da ilçeye bol miktarda döviz girişi olmaktadır. Bu da modern bina yapımlarını dolayısıyla inşaat sektörünü geliştirmekte, ilçe ticaretine canlılık katmaktadır. İnşaat işçiliği ve ustalığı halkın önemli geçim kaynakları içerisindedir. Yörenin en önemli geçim kaynağı ise orman ürünleri ve ormancılıktır. Genel olarak Türkeli Malmüdürlüğüne bağlı 814 mükellef kayıtlıdır. 22 dernek, 15 kahvehane, 3 pastahane, 2 otel, 2 adet içkili lokanta, 4 adet internet cafe oyun yeri, 1 adet cafe ve 1 adet düğün salonu bulunmaktadır. Orman köylerinin tamamı geçimini müsaadeli orman kesimi ve nakliyesi ile karşılamaktadır. İlçede bu ürünleri bir araya toplayacak Orman İşletme Müdürlüğü deposunun bulunması ile, orman ürünleri, ilçe nakliyecileri, kereste fabrikaları, atölyeleri, parke fabrikası için malzeme ve gelir kaynağıdır. İlçenin zengin ormanlarında yetişen kestane ağaçlarından elde edilen kestane, bölgenin bir başka ürünüdür. Islahı yapılmamış kestane ağaçlarının meyvesi küçük fakat lezzetlidir. Bol miktarda bulunan kestane ağaçlarının aşılanması ile daha kaliteli ürün alınabilecek, düşük fiyat ve varolan pazarlama sorunu çözümlenecektir. Çevrede bol miktarda bulunan deniz ürünleri de önemli geçim kaynaklarındandır. Pek çok türde balık bulunmakta ve avlanmaktadır. Bunlar: Hamsi, istavrit, palamut, kefal, dil balığı, çupra, kalkan, izmarit, tirsi, uskumru ve hatta mersin balığıdır. İlçedeki akarsularda da tatlı su balıkçılığı yapılmaktadır. Az da olsa kırsal alanlarda arıcılık da vardır. Tarım ve hayvancılık halkın geçim kaynakları arasında önemli bir yere sahiptir. Güzelkent beldesinde bir adet parke fabrikası, cam fabrikası, kereste biçim atölyeleri, mobilya atölyeleri, marangozhaneler, tekstil ve tel fabrikaları mevcuttur. İlçe merkezinde irili ufaklı marketler, atölyeler, sanayi alanı, küçük el sanatları atölyeleri vardır. İlçe belediyesine ait sanayi sitesinde 30 işyeri hizmet vermektedir. Ayrıca her perşembe günü belediye ait pazar alanında haftalık pazar kurulmaktadır Coğrafi yapı ve tabiat güzelliği ile deniz ve ormanın kucaklaştığı ilçede turizm alanında gelişmeler her yıl artmaktadır. Son yılda ulaşımda sağlanan ve sağlanmakta olan gelişmelerle turist sayısında artışlar görülmektedir. İlçe merkezinde modern bir otel ve bir adet öğretmen evi bulunmaktadır. Merkez sahilinde bol miktarda çay bahçeleri piknik alanları bulunmakla birlikte yeterli değildir. Sahil şeridinde denize girmeye elverişli çok sayıda plaj vardır. Belediyenin düzenlediği plaj ise 2 tanedir. İlçenin doğusunda 5 km uzaklıktaki Güzelkent sahilleri, çay bahçeleri 2 adet oteli, diskosu, cafeleri ile turizme hizmet vermeye çalışmaktadır. İlçe ve çevresinde yaz turizmi daha fazla gelişmiştir. Bunun sebebi olarak da göç nedeniyle yurt dışına ve yurt içine çalışmak için gidenlerin tatillerini memleketlerinde geçirmek istemeleri söylenebilir. Yazları nüfus 2-3 kat artmaktadır. İlçe ve beldelerinde turizm etkinliklerine çoğunlukla yazın rastlanmaktadır. Festivaller, futbol turnuvaları, çeşitli yarışmalar bu dönemde fazlaca yapılır. Halk da kendini buna göre ayarlamış; düğün nişan, borç ödemeleri, eğlenceler yaz döneminde yapılmaktadır. İlçeyen 5 km uzaklıktaki Oymayaka Köyü Güllüsu sahili, deniz banyosu için en güzel köşelerindendir. İlçe merkezinin güneybatısında Kirengediği mevkiinde sahilden 10 km içerde yer alan Kurugöl yaylası, yayvan yapraklı orman dokusuna sahip olup, çevrede açık alanlar mevcuttur. Orman dibi bitki örtüsü sarı, mor ve beyaz renkli orman gülleri ile donatılmıştır.Zindan ormanlarında ve bu ormanda yer alan Çatak yaylalarında yaban hayvan avcılığı yapılmaktadır. Yaz aylarında çok soğuk suları, tertemiz havası ve yeşilin tüm tonları ile zindan ormanları ve Çatak yaylaları görülmeye, gezilmeye , piknik ve kamp yapmaya değer güzelliktedir. Gökçealan ve Çatak Köylerinde hizmet veren alabalık tesislerinde her zaman taze alabalık yiyebilir, merakınız varsa Hacıköyünde deve kuşu çiftliğini gezebilirsiniz. İlçemiz bol kaynak suları, günü birlik piknik alanları, doğal plajları, enfes deniz ve doğa manzaralarıyla gözde turizm merkezi olmaya adaydır. İlçe merkezinde faaliyette olan üç camii vardır: Türkeli Merkez Camii, Sahil Camii ve Fatih Camii. Gemiyanı mevkii için yeni bir cami inşaatı düşünülmektedir. Klasik Osmanlı cami mimarisini yansıtan Türkeli Merkez Camii 2010 yılında ibadete açıldı. Merkez Camii'nin bulunduğu yerde 1950’li yıllarda mezarlık vardı ve bu mezarlık içinde cami olarak taş yığma tarzında bir oda kullanılmaktaydı. Türkeli 1956’da ilçe olunca namaz kılınan bu oda, Turhan Köyü’nden Salim Bozkurt adındaki usta öncülüğünde küçük bir camiye çevrildi ve bir minare yapıldı. 1980’li yıllara gelindiğinde caminin eskimesi ve yetersizliği sebebiyle yıkılıp yeniden yapımı gündeme geldi. Nihayet 1984 yılında cami tamir edilerek biraz genişletildi ve kubbeler ilave edildi. 20 yılı aşkındır akim kalan birçok teşebbüsten sonra Mimar Ömer Eryılmaz’a çizdirilen proje ile 2007’de yapımına başlandı ve toplam 1 milyon 297 bin TL harcandı. İlçemizde her gün İstanbul ve Samsun hatlarında otobüs seferleri, ayrıca Kastamonu ve Sinop merkez istikametlerine de minibüs seferleri düzenlenmektedir. 6 km doğusunda, Türkeli - Ayancık yolu üzerinde "Güzelkent" beldesi bulunur. Türkeli limanının yapımı 2001'de tamamlanmıştır. Yat limanı ve balıkçı barınağı olarak çalışmaktadır. Ayrıca belediye turizm gelirlerini arttırmak amacıyla suni bir plaj yaptırmıştır. Türkeli Anadolu Lisesi, Türkeli Lisesi ve Türkeli Mesleki ve Teknik Eğitim Merkezi ilçenin ortaöğretim kurumlarıdır. Bir yükseköğretim kurumu bulunmamaktadır. Gurbetçilerin desteği ilçenin her yanında görülmektedir. İnsanlar geride bıraktıkları akrabalarını ve bölge insanını düşünerek 50 yatak kapasiteli, 3 polikliniği olan Türkeli Devlet Hastanesi'ni yaptırmıştır. Hastanenin giderlerinin neredeyse tamamı bağışlarla karşılanmaktadır. İlçede gurbetçilerin etkisi barizdir. Bölge insanı geçim kaynağı bulamayınca Avrupa'ya işçi olarak gitmiştir. Yaz aylarında gurbetçilerin getirdiği kaynak sayesinde ilçe ayakta durmaktadır. Çay bahçeleri ve deniz bölgenin önemli eğlence ve gelir kaynağıdır. Akıncılar, Sivas Akıncılar, Sivas ilinin bir ilçesi. Akıncılar ilçesinin içinde bulunduğu bölgenin tarihi Bakır Çağı'na kadar uzanmaktadır. M.Ö 547 yılında Persler'in idaresine geçen bölge M.Ö 331'de Makedon Krallığı tarafında ele geçirildi. Büyük İskender'in ölümüyle dağılan krallıktan sonra İskender'in generalleri tarafından yönetilen bölgede Pontus Krallığı hakim oldu. Pontuslular'ın M.Ö 66'da yenilgiye uğratılmasıyla bölgede Roma hakimiyeti başladı. Roma İmparatorluğu'nun resmi olarak ikiye bölünmesiyle bölge Bizans sınırları içerinde yer aldı. Bölgeye Sasani ve sonrasında Arap orduları saldırsa da bölgedeki Bizans egemenliği devam etti. 1058 yılında Selçuklu kuvvetleri tarafından ilk defa ele geçirilen bölge 1071'de gerçekleşen Malazgirt Meydan Muharebesi sonrasında kesin Türk iskanına sahne oldu. Bölge 11. yüzyıl sonlarında Danişmendliler Beyliği bölgeye hakim olmuş, 13. yüzyıl başlarında ise bölge Anadolu Selçuklu Devleti egemenliğine girmiştir. Daha sonra sırasıyla bölge İlhanlılar, Eretna Beyliği ve Kadı Burhâneddin Devleti egemenliğindeki bölge 1398'de Osmanlı topraklarına katıldı. 1402 Ankara Muharebesinde Timur İmparatorluğu' nun galip gelmesi ve akabinde Osmanlı'nın yaşadığı Fetret Devri neticesinde bölgede çıkan karışıklıkta 1421'de Akkoyunlular egemenliği sağladı. Osmanlı-Akkoyunlu mücadelesinin uzun süre yaşandığı bölge 1473 Otlukbeli Muharebesi neticesinde kesin Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Osmanlı'nın ilk döneminde Akşehirabad nahiyesine bağlıydı. 1645 yılında bölgeye gelen Evliya Çelebi yerleşimden Ermenilerler'in yaşadığı bağlık ve bahçelikli bir köy olarak bahsetmiştir. Günümüz Akıncılar yerleşimi Osmanlı döneminde Ezbider-i Bâlâ (Yukarı Ezbider) ve Ezbider Zir (Aşağı Ezbider) olarak iki bölüme ayrılmıştı. 1860'larda Suşehri kazasının merkezi olmuş, ancak 1872'de çıkarılan Vilâyet Nizâmnâmesi uyarınca kaymakamlık yerleşimden kaldırılmıştır. 1880 yılı salnamesinde Suşehri kazasının nahiyesi olarak kaydedilen yerleşimde, 2503 Ermeni ve 1978 Müslüman olmak üzere toplam 4481 kişi yaşamaktaydı. 1915'de Ermeniler'in başlattığı Şebinkarahisar isyanında Ezbider papazı Kerih'te yerleşimden bazı Ermenilerle birlikte Şebinkarahisar kalesinde isyana katıldı. Osmanlı bölgede denetimi sağlamak amacıyla yerleşimdeki Ermeniler problem oluşturamayacakları düşünülen bölgelere zorunlu göçe tabi tuttu. 1932 yılında Sivas'a bağlanan yerleşim, 1958 yılında belediye oldu. 1962 yılında Ezdiber olan adı Akıncılar olarak değiştirildi. 1990 yılında Suşehri'nden ayrılarak ilçe oldu. Sivas'ın kuzeydoğusunda Suşehri, Şebinkarahisar, İmranlı ve Gölova ilçeleri ile komşudur. 500 km yüzölçümü ve 1000 metre rakımı olan ilçenin en yüksek tepesi Kızıldağ'dır. İlçeye
bağlı 33 köy bulunmaktadır. İlçe Giresun'un güney ilçeleri ile aynı ağzı kullanmakta olup, Sivas'ın diğer ilçelerine göre farklılıklar içerir. Şebinkarahisar, Alucra, Çamoluk, Suşehri ve Gölova ile aynı ağzı kullanır. -Mayıs : Taze hayvan dışkısı -Gediyrim : Gidiyorum -Geliyrim : Geliyorum -Aliyrim : Alıyorum -Andır galasuca : Lanet olasıca -Gediyrûk : Gidiyoruz -Geliyrûk :Geliyoruz -Gedecoğuk/Gedecüğük : Gideceğiz -Kalkacouk : Galkacağız -Gelmiy : Gelmiyor -Gelmiyorlar : Gelmiyler -Horan : Horon -Gemençe : Kemençe -Hızan : Çocuk -Cazu : Efsanevi bir yaratık -Örüzgar : Rüzgar -Uşah : Çocuk -Gıran : Tepe -Cılga : Patika yol -Guş gibi getti, guş gibi geldi : Kuş gibi gitti, kuş gibi geldi -Onu bağa ver, sende galması doğru deûl : Onu bana ver, sende kalması doğru değil -Ben deyrim : Ben diyorum -Sen deysin : Sen diyorsun -O diyor : O deyi -Biz diyoruz : Biz deyrûk -Siz diyorsunuz : Siz deysiğiz -Onlar diyorlar : Onlar deyiler -Bugün yaylaya çıkacağız : Böün yaylıya çıkacuğuk -Erkenden mektubumu yazarım sana : Erkenden mektubumu yazarum sağa -Yazdığımı okumuyor musun ? : Yazduğumu okumiy misin ? -Çocukları alacağız, akşamleyin akıncılara gidiyoruz : Hızanları alacuğuk, ahşamınan ezbidere gedecüğük/gedecouk -Yaptıklarını pazarda satıyorum : Yabtuklarımı bazarda satiyrim -Akıncılardan kavun aldık getirdik, doğradık, afiyetçe yedik : Ezbiderden gavun alduh, getürduk, doğraduh, afiyetgineli yiyecuğuk. Akıncılar ilçesi 1933 senesine kadar Giresun'un Şebinkarahisar ilçesine bağlı bir köydü. Kültürü Sivas ilçeleri ile tamamen alakasız olup eskiden vilayet olan Şebinkarahisar kültürü ile aynı kültürü yaşar. Sivas'tan farklı olarak Karadeniz Bölgesi'nde yer alması sebebiyle kemençe ve davul-zurna bir arada görülür. Yaylacılık Kızıldağ tarafında yapılmakta olup bu bölgeler çam ormanları ile kaplıdır. Yöre Horon kültürüne sahiptir. Yöresel kemençeciler köy köy gezip düğünlerde kemençe kültürünü icra ederken günümüzde Karadeniz'in genelinde olduğu gibi bu bölgede de kemençe kültürü yok olma tehlikesindedir ve artık tüm Karadeniz gibi Horonlar tek tipleşmeye başlamıştır. Halen köylerde kemençeciler olup, düğünlerde ve köy şenliklerinde kullanılmaktadır. Yörede genellikle Düz Horon, Dik Horon, Alaşağı, 3 Ayak Horonu , 5 Ayak, Sallama, Diz Kırma, Sıksara ya da Laz Horonu gibi çeşitli Horonlar oynanır. Bölgede hakim kültür Karadeniz kültürüdür. Karadeniz'in sahil ilçeleri bu bölgeye "Ekinciler" demektedirler. Bölgeden çok meşhur kemençeciler çıkmıştır. Kemençeci Mehmetgiller, Kemençeci Aligiller, Kemençeci Azizgiller, Kemençeci Şeynigerliler gibi pek çok kemençe yapımcısı, kemençeciler ve mahalli sanatçılar yetiştirmiştir.Eski TRT sanatçılarından Kemençeci Ali ŞAHİN Akıncılar ilçesindendir. İlçenin içinde yer aldığı Yukarı Kelkit Vadisi havzası, Doğu Karadeniz Bölgesi'nin iç kesiminde, Giresun Dağları'nın güney eteklerinde olmasından dolayı, Karadeniz'in bu yüzünde, Karadeniz ardı iklim görülmektedir. Bu açıdan kısmen Gümüşhane Torul, Artvin Şavşat, Yusufeli, Tokat Reşadiye bölgeleri örnek gösterilebilir. Bölge ılıman ve sert, soğuk iklimin tüm özelliklerini yansıtır. Kelkit Havzası'ndaki mikroklima iklim ve ılıman yapısı ile iklimsel özellikleri ile tarım ürünlerinin Türkiye'de en iyi yetiştirildiği, pek çok farklı iklim ürünlerinin aynı bölgede yetiştiği ve küresel ısınmadan en son ve en az etkilenecek olan bölgelerden biridir. İklime bağlı olarak ilçenin dağlık alanları çam ormanları ile kaplıdır, yer yer meşe ormanları ve yüksek dağ çayırları bulunmaktadır. Yüksek kesimlerde yaylacılık eğilimi hala devam etmektedir. Gölova sınırında yer alan Karnus, bölgenin en önemli yaylalarından biri olup, Kızıldağ bölgesinde pek çok yayla bulunmaktadır. İlçeye bağlı Erence Köyü'nde Bizans zamanına ait olduğu düşünülen kale yıkıntıları vardır. Bunun dışında 1852 yılında İbrahim Efendi tarafından inşa ettirilen Hatioğlu Camii ile Doğantepe Köyü'nde Bahattin Şeyh Türbesi ilçede bulunan tarihi eserlerdir. İlçe merkezinde bulunan "Sultan Süleyman Çeşmesi", diğer adıyla "Gönen Çeşmesi" de bir başka önemli tarihi mirastır. Akıncılar'ın nüfusu 1990 ile 2011 arasındaki 20 yıl içinde yarıdan fazla azalmıştır. Altınyayla, Sivas Altınyayla, Sivas iline bağlı bir ilçedir. Altınyayla İlçesi, 6 asır önce kurulduğu, eski adının Tonus ve Tonus kariyesi olduğu Osmanlıca yazılı bulunan tapulardaki deyimlerden anlaşılmaktadır. Eski adı Tonus olan Altınyayla, tarihinin ilk çağlarından bu güne kadar sırasıyla Anadolu’da medeniyetler kuran Mezopotamya, Hitit, Roma, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin yerleşim merkezi oluşmuştur. Osmanlı İmparatorluğu zamanında ve 1882 yıllarında Sivas vilayeti 4 sancak, 26 kaza 247 nahiyeden meydana gelmiş, bunlardan merkez sancağı Sivas olmak üzere, Pınarbaşı, Koçgirli, Zara, Divriği, Hafik, Gürün, Yıldızeli ve Tonus Sivas vilayetinin merkezi sancağı arasında yer aldığı bilinmektedir. Bu dönemde Sivas beylerbeyliğine bağlı bir sancak olarak teşkilatlanan Tonus (Altınyayla) önemli bir konaklama yeri olmuştur. Şarkışla İlçesine bağlı nahiye olarak faaliyetini sürdürmekte iken 1972 yılında yurt genelinde yapılan yerleşim birimleri isim değişikliği esnasında Tonus’un adı Altınyayla olarak değiştirilmiştir. 1972 Yılında Belediye teşkilatı kurulan Altınyayla 9 Mayıs 1990 tarih ve 3644 sayılı kanunla 20 Mayıs 1990 tarihinde İlçe statüsüne kavuşmuştur. Altınyayla; kuzey batısında Şarkışla, kuzey doğusunda Ulaş ve Sivas, güney doğusunda Kangal, güney batısında Pınarbaşı (Kayseri) ile çevrili bulunmaktadır. İlçede İç Anadolu Bölgesi'nin sahip olduğu karasal iklim hüküm sürmektedir. Arazinin % 70’i yayla % 30’u dağlıktır. Güney batısında Karatonus Dağı, kuzeyinde Tonus Ovası, güneyinde İncecik ve Mergesen Yaylası, güney doğusunda Yücekaya Yaylası mevcuttur. Yüzölçümü 647 km²’dir. İlçe nüfusu 1990 yılı nüfus sayımında 3017'si merkez, 10382'si köyler olmak üzere toplam 13399, 2000 yılı nüfus sayımında 4867'si merkez, 10864'ü köyler olmak üzere toplam15713 kişi olarak sayılmış olup; 2007 yılında klasik nüfus sayım yöntemi terkedilerek Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNK)'ne geçilmek suretiyle artık nüfus sayıları online olarak sayılmaktadır. İlk ADNK sayımına göre ilçenin nüfusu ise; 3088'i merkez 7460'ı köyler olmak üzere toplam 10548 kişidir. Divriği Divriği, Sivas'ın bir ilçesidir. Divriği coğrafik olarak Doğu Anadolu Bölgesi'nde yer alır. İlçe, Fırat Nehri'nin bir kolu olan Çaltı Çayı Vadisi kenarında kurulmuştur. Denizden yüksekliği 1225 metredir. İlçenin yüzölçümü 2781,56 km² bir alanı kaplar. Doğusunda İliç ve Kemaliye, batısında Kangal, kuzeyinde İmranlı ve Zara, güneyinde Arguvan, Arapgir, Hekimhan ilçeleri ile çevrilidir. Divriği ilçesi çok dağlık bir bölgeyi içine almaktadır. Dağlar arasında dik ve derin vadiler içerisinde Fırat’ın küçük kolları akmaktadır. Arazi çıplak ve vahşi görünüşlüdür. Toprakları zengin demir madenleri barındırır. Geçmişte, Mezopotamya'ya demir ihraç ederek zenginliğini arttıran yörede Ortaçağ'da inşa edilmiş olan Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası en önemli tarihi cazibe merkezidir. Dağların yüksek, serin ve yaylacılığa elverişli şeklide otlaklarla kaplı olması, ayrıca toprak veriminin düşüklüğü yaylacılığı ön plana çıkarmıştır. Başlıca yaylaları: Yama, Sarıçiçek, Göldağı, Eğrisu, Demirli ve Dumluca Yaylası olmakla birlikte birçok köyün kendine ait yaylaları vardır. İlçenin önemli dağları, kuzeyde Çengelli Dağı (2650), Deli Dağ (2150) Eferdi, Göldağ ve Akdağ'dır. Güneyde Yama, Demirli, Geyikli Güneydoğuda Sarıçiçek, doğusunda Iğınbat; batıda Dumluca yer alır. Sivas ilinin büyük ilçelerinden biri olan Divriği, Hitit İmparatorluğu'ndan itibaren iskân görmüş önemli bir yerleşim merkezidir. Hititler zamanından beri yerleşim alanı olarak bilinen Divriği’nin adı, eski Yunan yazmalarında "Apbrike" olarak geçmektedir. Bizans devrinde "Teprike" olarak yaygın bir hal almış ve Türklerce "Divrik" adıyla anılmıştır. Arap coğrafyacıları ise şehrin adını ilk kaynaklara uygun olarak "Abrik" şeklinde tespit etmişlerdir. Divriği, Bizans ile İran arasında sınır karakollarından birini meydana getiriyordu. İmparator Herakleios tarafından Sasani yayılmasından kurtarılmıştır. Divriği, kısa zamanda bu sefer Arapların saldırılarıyla karşılaştı. Bu devirde Divriği kendi adıyla anılan ırmağın (Bugünkü Çaltı Çayı) üstünde yüksek bir tepede sağlam bir kale olarak stratejik bir değer taşımakta idi. Çevredeki halk, Doğu Hıristiyanlığı ile paganizmin karışımından meydana gelen ve Aziz Pavlos'un yaymış olduğu mezhebin mensupları idi. Bu yüzden Paulisyenler adıyla anılan bu mezhebin başlıca merkezlerinden biri idi. Divriği’nin yakınında bulunan büyük bir mağara ile kilise, şehre kutsallık kazandırıyor ve mağarada saklanan din şehitlerinin cesetleri ise Ashab-ı Kehf olarak değerlendiriliyordu. Dik kafalı ve zorlu bir topluluk olan Paulisyenler bir yandan Ortodoks Bizans'la, bir yandan da Araplarla süregelen uğraşmalarında kimi zaman başarılar elde etmişlerdir. I. Basileios 870 yılında Divriği önünde Paulisyenlere karşı büyük bir başarı kazanmışsa da ertesi yıl Paulisyenler Ankara'ya kadar bütün Kapadokya'yı ele geçirmişlerdir. Malazgirt Meydan Muharebesi'nden sonra Divriği Türk egemenliğine girdiği, Divriği’nin Alp Arslan’ın komutanı Mengücek Gazi’ye verildiği ve onun bağlı olduğu Oğuz boylarından Kayı, Bayat, Karaevli ve Akevli boylarının yerleştiği bilinmektedir. Mengücek Gazi’nin oğlu İshak’ın 1142 yılında ölümü üzerine ikiye ayrılan Mengüçlü Beyliği'nin Divriği kolunu Süleyman Bey kurmuştur. Bu beylik kültürel bir gelişme gösterirken bir yandan da Anadolu Selçuklu Sultanlığı'na bağlı olarak gazalara katılmıştır. Bu devirde Süleyman Şah’ın 1224 tarihinde yaptırdığı kale ile oğlu Ahmetşah tarafından 1228 yılında yaptırılan Ulu Cami ve ayrıca Ulu Cami'ye bitişik olarak Ahmetşah’ın karısı Turan Melek tarafından yaptırılan darrüşifa büyük bir önem taşır. Divriği’deki son Mengücek Beyi Salih'e ait kitabe 1252 tarihini göstermektedir. Anadolu’daki Türk Birliği'nin dağ
ılmış olduğunu bu devirde, Sivas Eratna Beyliği'ne bağlanmışken Divriği’nin Memlûk Sultanlığı yönetiminde kaldığı görülür. 1398'de Karayülük Osman'ın Sivas Sultanı Kadı Burhaneddin'i Zara ile Divriği arasında yenilgiye uğratıp öldürmesinden sonra yöreye egemen olan Osmanlı Beyi Yıldırım Beyazıt, Divriği Kalesi'ni Mısırlı Vali İbrahim Şuhri’nin oğlundan teslim almış, ancak 1401’de Timur'a karşı Memlük İmparatorluğu ile bir anlaşma yaparken bu kaleyi yine onlara bırakmak zorunda kalmıştır. Divriği’nin Türk Beyliğine kesin olarak katılması, Yavuz Sultan Selim devrinde Mercidabık Zaferi'nin sonunda olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'nca Sivas Beylerbeyine bağlı bir sancak olarak teşkilatlanan Divriği; Harput, Arapkir ve Zara yolu üzerinde önemli bir konaktı. 17. yüzyıldan başlayarak Anadolu’da güvenliğin bozulması üzerine Tunceli dağlarına sığınan eşkiyaların baskısı altında kaldı. 200 yıl süren bu güvensizlik devresinde şehir güvenilir sığınaklardan biriydi. Cumhuriyet devrinde Sivas İli'nin yeniden teşkilatlanması üzerine Divriği bir ilçe haline getirilmiştir. İlçenin en önemli akar suyunu Kangal İlçesi Karagöl dağlarından çıkan Çaltı Suyu teşkil eder. Bu ırmak üzerinde yapılmış olan baraj uzun yıllar Divriği'nin elektrik ihtiyacını karşıladı (1950-1978). Sonraki yıllarda ilçede elektrik tüketiminin artması ile sadece çarşının elektrigini üretebilir hale geldi. Bedrettin Nebipaşagil ve Abdalgilin Halil yıllar yılı bu barajı çalışır ve üretir halde tuttular. . Daha sonraki yıllarda interkonnekte sistemin devreye girmesiyle bu elektrik üreten baraj Divriği Belediyesi tarafından devre dışı bırakıldı. Bu su aktığı vadi boyunca tek bir fayda sağlamadan Kemaliye ilçesi topraklarında Karasu'yla karışarak Fırat’ı oluşturur. Sulamada fayda sağlayan bu suyun kollarıdır. Bunların en önemlisi Sincan ve Hamu Dereleri ile Mıh Çayı, Çaltı Çayı ve Palha Çayı'dır. Divriği'nin batısında "Pireyp (Pir Eyüp)" adı verilen bölgede çeşitli çaylar bulunmaktadır. Divriği'ye yaklaşık 30 dakika uzaklıktaki bu bölgenin çaylarını dağlardan gelen tatlı sular oluşturmaktadır. Ayrıca bu bölgedeki çaylardan biri yıllar önce, "Aşağı Hamam" adıyla bilinen "Ali Kaya Hamamı"'nın su ihtiyacını karşılamıştır. Bu sistem, küçük bir kanaldan oluşmakta ve günümüzde bölgenin incelenmesi durumunda rastlanabilecek bir hâldedir. Divriği'de bulunan dağlardan bazılarında da tatlı su kaynakları görmek mümkündür. Yörede akıllara işlemiş düşüncelerden biri de yeraltı akarsularıdır. Öyle ki, Çakırtarla (Savrun) köyünde yer alan akarsulardan birinin suyunda büyük bir azalma olduğu, bu suyun yakınlardaki köylerden biri olan Maltepe (Hornovu, Hornevil)den kaynayarak yeni bir akarsu oluşturduğu ve menderesler çizerek aktığı söylenir. İlçede Karasal iklim özellikleri görülür. Kışları karlı ve soğuk, yazları sıcak ve kurak geçer. İlçenin bazı dağlarında meşe, ardıç ve çam türü seyrek orman alanları mevcuttur. Eskiden Divriği'ye ""Yeşil Divriği"" denirmiş, bunun sebebi ise her yerde orman ve ağaçlık alanlar olmasıdır. Ancak yüzyıllar içerisinde ağaçlar kesilerek ve yaşanan kuraklık dönemi nedeni ile Divriği eski yeşilliğini kaybetmiştir. Hatta Yavuz Sultan Selim döneminde bir savaş esnasında Yavuz'un fillerini Divriği dağlarındaki ormanlardan geçirdiği ve orada günlerce sakladığı söylenir. Doğanşar Doğanşar Sivas ilinin bir ilçesidir. İl merkezine uzaklığı 98 km'dir. Anadolu'nun eski yerleşim merkezlerinden biri olan Doğanşar'ın tarihi adı İpsile'dir. Bu ismi Bizans döneminde almıştır. Bizans döneminden sonra sırasıyla Danişmentliler, Anadolu Selçuklu Devleti, Eretna Beyliği ve Kadı Burhaneddin'in yönetimine girmiştir. Doğanşar 1399'da Osmanlılar tarafından fethedilmiş, Timur istilasıyla tekrar elden çıkmış, 1424 yılında tekrar Osmanlıların eline geçmistir. Doğanşar´ın başlangıçta 19. yüzyılın son çeyregine kadar Tokat'a bağlı olduğunu görürüz. 1870 yılında doğrudan Sivas'a bağlandığını ve Tozanlı nahiyesi olarak adlandırıldığını görülmektedir. 1872'de Hafik ilçe olunca, Hafik'e bağlanan Doğanşar, 1906’da Reşadiye'ye, sonra tekrar Hafik'e bağlanmıştır. 1970lere kadar teşkilatlı nahiye olan Doğanşar [[9 Mayıs 1990 tarihinde ilçe olmuştur. İlçenin bazı bölgelerinde kale kalıntıları bulunmakta, bu kalıntılarda yapılan kazılarda gümüş paralar çeşitli kabilelere ait savaş aletleri bulunmuştur. Doğanşar'ın çevresinde Kozlu Kalesi, Okçulu Kalesi, Çirmiş Kalesi ve Asar Kalesi gibi kaleler bulunmaktadır. Doğanşar'ın doğusunda kalan Karakaya Kanyonu'nda ise [[Antik Roma|Romalılar]]a ait paralar ve çeşitli ok uçları bulunmuştur. Ayrıca [[Karakaya Kanyonu]]'nda ki taşlarda bazı figürler bulunmakta, tam tepedeki taşta ise yönleri doğuya bakan iki tane taşa oyulmuş ve koltuk biçimi verilmiş oyuklar bulunmaktadır. Bir ucunda Bakırlı tepesi diğer ucunda Haştaş tepesi vardır. Doğanşar'a bağlı 26 adet köy bulunmaktadır. Bunlar: Alan, Alazlı (Çirmiş), Arslantaş (Karadiz), Avcıçayı (Dumanit), Başekin, Beşağaç (Urumcuk), Boyalı, Çalıcı, Çatpınar(Ermenüs) , Darıkol, Ekinciler (Arzuman), Eskiköy, Göçüköy, İçdere (Câcek), Kabaçam (Tavuza), Karkın, Kıpçak, Kozağaç, Kozlu, Okçulu, Ortaköy, Sarısuvat (Gevele), Söbüler, Ütük, Yavşancık ve Yeşilçukur (Mundarlı) köyleridir. Doğanşar'da [[Osmanlı İmparatorluğu|Osmanlı]] ve [[Selçuklular]]dan kalma birçok tarihi yapı bulunmaktadır.[[Dosya:Dogansargenel.jpg|thumb|right|450px]] Doğanşar'da her yıl geleneksel olarak Ahmet Ayık Karakucak Güreşleri ve Bal festivali yapılır. 2011 yılında ise bu festivalin 56. sı yapılacaktır. Doğanşar'da yapılan bu festivale [[Türkiye]]'nin çeşitli yerlerinden katılım olmaktadır. Festival genellikle Temmuz ayında yapılır. Festivale sanatçılar davet edilir. Sivas mutfağı tarım ürünlerine dayanmaktadır. Genellikle kırsal kesimlerde yazları Ayranlı pancarlı çorba, Madımak, Evelik, Düğücek aşı gibi yemekler yapılır. Kışları ise Tırhıt, Sübüra, Kelecoş, Tarhana, İçli köfte, Hingel gibi hamurlu yemekler yenmektedir. Kentte sebze yemekleri de yapılmaktadır. Tandırda kül çöreği, Fotla, patates ya da peynirle yapılan Kömbe, Kete, Lavaş yörede yaygın olarak yapılan ekmek çeşitlerindendir. Ayrıca Bal helvası, Bulgur Köftesi, Çirli Et, Hurma tatlısı, Karın yahnisi, Kavurma hellesi, Lahana musakkası, Patates çorbası, Şalgam çorbası, Kavurma herlesi ve Madımak yemeği de Doğanşar'da yapılan başlıca yemeklerdendir. [[Kategori:Doğanşar| ]] [[Kategori:Doğanşar belde ve köyleri|*]] Gemerek Gemerek, Sivas ilinin bir ilçesidir. Şarkışla ilçesine bağlı bir bucak iken 1953 yılında ilçe olmuştur. 5'i belediye (Yeniçubuk, Sızır, Çepni, Eğerci ve İnkışla), 33'ü köy olmak üzere 38 yerleşim biriminden oluşur. Tarihçi Ali Bıyık'a göre Ermeniler tarafından Gamirk' (Գամիրք) olarak telaffuz edilen Gemerek (‏كمرك‏ - گمرك - گمه رك‏‏) günümüzde Sivas'a bağlı bir ilçedir. Gemerek (‏كمرك‏ - گمرك - گمه رك) ismini açıklayıcı herhangi bir yazılı bilgi mevcut değildir. Ali Cevad’a (?-1914 İstanbul) göre Tonus ilçesinin beldesi olan Gemerek’in adının nereden geldiği bilinmemektedir. Ayrıca Gemerek ismine Gaziantep’te de rastlamaktayız. Halk tarafından kabul edilen Kemer-i Ak kelimesinin zamanla değişerek Gemerek ismini aldığı söylenmekte fakat akademik ve mantıklı bir geçerliliği olmadığı için biz buna itibar etmiyoruz. Son yıllarda yapılan akademik çalışmalar ile Gemerek ismi hakkında şu bilgilere sahip olmaktayız. Gemerek ismi, Prof. Dr. Bilge UMAR’ın tespiti ile Hititler zamanından kalma bir isim olup orijinal söylenişi Gamaraha’dır. Prof. Dr. Tuncer GÜLENSOY, Gemerek isminin Türkçe bir isim olduğunu belirtir fakat biz, bunu şu şekilde açıklamaktayız. Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu’nun tespiti ile: “…Tevrat-ı Şerif’de: Nuh Nebi’nin, yeryüzündeki insanların Tufan’dan sonra ilk ataları gösterdiği üç oğlundan birisi Yasef (Yapheth)’in oğlu “Gomer” diye anılan Kimmerler, Asurluları bunaltmışlar ve Urmiye Gölü doğusundan sonra Adana/Çukurova’ya Kızılırmak bölgesine varıncaya kadar göçüp hâkim olmuşlardır. Bunlardan, Trabzon-Bayburt arasındaki “Kemer Dağı”, Sivas-Kayseri arasında ve Kızılırmak boyundaki “Gemerek” ile Kars-Arpaçayı solundaki, “Gümürü/Gümrü”, Rize Çayeli İlçesi çıkışındaki “Kemer Köyü” ( Kemer Köyü 1600 lü yıllarda bölgeye gelen Türk boylardan birine ait bir aile tarafından ilk kez yerleşim kurularak oluşturulmuş bir Köydür.) gibi coğrafya hatıraları günümüze kadar kalmıştır. Yukarıda açıkladığımız Gemerek kelimesini özetle şu şekilde açıklayabiliriz: Türk ırkının, daha çok gök gözlü, kumral ve sarışın tipinde tanınan; Altay Dağları ile Irtış Irmağı arasındakileri Kimek/Kemak, Ural Dağları ile Karpatlar arasındakileriyle Kafkaslar kuzeyindekileri ise, Kimar/Kimmer diye anılırdı. Kayseri-Sivas arasında ve Kızılırmak solundaki bölgenin adı Gemerek de, Kimmerler anlamında ve onlardan kalmıştır.” Ayrıca Prof. Dr. Ali AKTAN, Gomer+ek/Kimmer+ek kelimesi ile Gemer+ek kelimesinin benzerliğini bana izah ettikten sonra “-ek” kelimesinin Türkçede çokluk eki olduğunu ve özellikle Gemerek kelimesini Peçen+ek kelimesi ile kıyaslayarak Gemerek kelimesinin Kimmerler’den bir yadigâr olduğunu tespit ettiler. Yukarıdaki açıklamalara güvenerek ve şahsıma ait tespit ile Gemerek kelimesinin Türkiye Türkçesi’ndeki yazılışı ve okunuşu ile Kimmerler kelimesini farklı dillerdeki yazılış ve okunuşunu karşılaştırarak şu şekilde açıklamaya çalıştım: “Kimmerler isminin değişik dillerdeki yazılışını şöyle sıralayabiliriz: ‘Farsça’daki (کیمری), Macarca’daki (Kimmerek) ve İngilizce’deki (Cimmerians) kelimeleri ile özellikle adı geçen kelimenin Farsça ve Macarca’daki yazılış ve okunuşlarını düşündüğümüz de Gemerek kelimesi başlangıçta bir topluluğu (Kimmerler) belirtirken kelimenin günümüze değin coğrafi bir ad olarak geldiğini söyleyebiliriz.’ Ayrıca Sis Kazâsı (Sis Sancağı)’nda Yörükan [Oğuzlar-Türkmenler] tâifesinden Gemerik Cemâatını da bilmekteyiz.” Açıkladığımız Gemerek kelimesinin Türkçe bir isim olduğunu söyleyip bu açıklamadan başka, kelimeye farklı anlam arayışı içinde olmanın ve yapılan farklı açıklamaların tutarlı olmadığını düşündüğümüzde
n, bu anlamların akademik bir önemi olmayıp itibar edilmemelidir. Gemerek ve yöresini incelediğimizde çeşitli medeniyetler ve uygarlıkların izlerine rastladığımız gibi bazı dönemler çeşitli çalışmaların olduğu bir gerçektir. Gemerek ve yöresini tarihi bir süreç içerisinde değerlendirirken, ilk önce Anadolu’nun coğrafi ve tarihi konumu hakkında biraz bilgi sahibi olmalıyız. Gemerek ve yöresi de Anadolu coğrafyası ve tarihinde konumu itibarı ile önemli bir yerdedir. Çünkü Anadolu’nun tarihî coğrafyasında kuzey-güney, doğu-batı yollarının kesiştiği bir nokta da olması ve günümüzde de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin orta noktasındaki yerleşkesini düşündüğümüzde gerçekten, Gemerek’in ne kadar önemli bir yerde olduğunu anlayabiliriz. Gemerek ve yöresini değerlendirirken Sivas, Kayseri ve Yozgat şehirlerinin tarihi ile bağlantı kurup Anadolu tarihindeki yerini belirteceğiz. Hemen hemen tüm medeniyet ve uygarlıklar muhtelif zamanlarda Gemerek ve yöresine de hâkim olmuşlardır. Hâkim olan bu medeniyet ve uygarlıklar şunlardır: Paleolotik Dönem, Neolitik Dönem, Kalkolitik Dönem, Eski Tunç (Bronz) Dönemleri hakkında bazı bilgiler mevcut iken Hattiler, Hititler, Asur Ticaret Kolonileri, Frigyalılar, Kimmerler, Medler, Persler, Büyük İskender, Pontus Krallığı, Kapadokya Krallığı, Roma İmparatorluğu, Doğu Roma İmparatorluğu, Sasaniler, Emeviler, Haçlılar, Danişmendliler, Türkiye Selçukluları, İlhanlılar, Eratnalılar, Kadı Burhaneddin, Timurlular, Dulkadirliler [Oğuz-Türkmen telaffuzu ile Dulkadırlılar], Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti devletlerinin hâkimiyet alanı olmuştur. XVI. yüzyılda biz Gemerek’i Bozok Sancağının Çubuk Nahiyesine bağlı bir karye yani köy olarak görmekteyiz. [Çubuk Nahiyesinin merkezi günümüzde Eskiçubuk ile Yeniçubuk’tur. Yeniçubuk bu özelliğini hâlâ korumaktadır.] Ayrıca çeşitli dönemlerde Gemerek ve yöresinde Amerikan Board Örgütünün faaliyetleri bilinmektedir. Gemerek, 1895-96 yılındaki Devlet Salnamesi ile Tonus ya da Tenos Kazası’nın (Şehr-i Kışla ya da Şarkışla’nın) müstakil bir nahiyesi olduğu bu tarihten sonra Osmanlıların son dönemine kadar adı geçen kazaya bağlı bir nahiye merkezi olarak nahiye müdürleri tarafından idare edilmeye başlandığı bilinmektedir. 30.11.1929 tarihinde Gemerek İstasyonu (günümüzdeki Yeniçubuk İstasyonu) açıldı.1930 yılında Mustafa Kemal ATATÜRK Gemerek İstasyon’unda konaklamıştır. 1936 yılında ise Gemerek’te belediye teşkilatı kurulmuştu. 1950’li yıllardan sonra Ermeniler kendi istekleriyle İstanbul’a göç etmeye başlamışlar, bugün Gemerek’te hemen hemen hiç Ermeni vatandaşı kalmamıştır. Farklı yerlere giden Ermeniler Gemerek kelimesini isim ve soyisim alarak veya yaşadıkları yere vererek Gemerek ile bağlarını koparmamışlardır. Şarkışla’ya bağlı Gemerek Bucağı, 1 Mayıs 1953 tarih ve 6058 sayılı kanun ile ilçe olmuştur. Gemerek Türkiye'deki sol akımı harekatında bulunan Deniz Gezmiş'in de yakalandığı yerdir. 12 Mart Darbesinin ilk günlerinden sonra Yusuf Aslan ile birlikte Sivas'a gitmekteyken motosikletleri bozuldu. Bir ihbar sonucu polislerin gelmesi üzerine çıkan çatışmada Aslan ile birbirlerini kaybettiler. Aslan o esnada Elmalı'da iken, Gezmiş ise 16 Mart 1971 Salı günü Sivas'ın Gemerek ilçesinde etrafı sarılarak yakalandı ve Kayseri'ye getirildi. Sivas'ın batısında yer alan ilçenin, doğusunda Şarkışla, güneybatısında Kayseri, kuzeybatısında Yozgat bulunur. Yüzölçümü 1.150 km²'dir. Rakımı 1.200 m'dir. Karasal iklimin tesiri altındadır. Kışları soğuk, yazları sıcak ve kurak geçer. Maksimum 40 °C, minimum -34.4 derece sıcaklık görülür. Yılın 125-145 gününde don olayı yaşanır. "Sızır" kasabasının kuzey batısı ormanlık alanlarla kaplı olup bu bölgede çok sayıda yayla mevcuttur. Bunlardan bazıları, Hatabalanı, Kaymaklı, Taaltı, Kısık, Karamıklı ve Gevrekgil yaylalarıdır. Gemerek ayrıca bir dönem siyasi olaylarda adını duyurmuş ve coğrafi konumuyla doğu ve batı arasında bir köprü oluşturmuş. Birçok söylemmerek doğu batı sınare göre gelarının tam ortasında Türkiye'nin göbeğini oluşturmaktadır Gölova Gölova, Sivas ilinin bir ilçesidir. Yakın zamanda ilçe olmuştur. İlçenin içinde yer aldığı Yukarı Kelkit Vadisi havzası, Doğu Karadeniz Bölgesi'nin iç kesiminde, Giresun Dağları'nın güney eteklerinde olmasından dolayı, Karadeniz'in bu yüzünde, Karadeniz ardı iklim görülmektedir.Bu açıdan kısmen Gümüşhane Torul, Artvin Şavşat, Yusufeli, Tokat Reşadiye bölgeleri örnek gösterilebilir.Bölge ılıman ve sert, soğuk iklimin tüm özelliklerini yansıtır. Kelkit Havzası'ndaki mikroklima iklim ve ılıman yapısı ile iklimsel özellikleri ile tarım ürünlerinin Türkiye'de en iyi yetiştirildiği, pek çok farklı iklim ürünlerinin aynı bölgede yetiştiği ve küresel ısınmadan en son ve en az etkilenecek olan bölgelerden biridir.İklime bağlı olarak ilçenin dağlık alanları çam ormanları ile kaplıdır, yer yer meşe ormanları ve yüksek dağ çayırları bulunmaktadır. Yüksek kesimlerde yaylacılık eğilimi hala devam etmektedir. Gölova köylerinin yaylası olan Karnus, bölgenin en önemli yaylalarından biridir. İlçenin kuzey kesiminde de çam ormanları görülmektedir. Kültürü Sivas ilçeleri ile farklı olup güney Giresun kültürü ile aynı kültürü yaşar. Sivastan farklı olarak Karadeniz Bölgesinde yer alması sebebiyle Kemençe ve Davul-Zurna bir arada görülür. Yaylacılık Kızıldağ tarafında yapılmakta olup bu bölgeler çam ormanları ile kaplıdır. Yöre Horon kültürüne sahiptir. Yöresel kemençeciler köy köy gezip düğünlerde kemençe kültürünü icra ederken günümüzde Karadenizin genelinde olduğu gibi bu bölgede de Kemençe kültürü yok olma tehlikesindedir ve artık tüm Karadeniz gibi Horonlar tek tipleşmeye başlamıştır. Halen köylerde kemençeciler olup, düğünlerde ve köy şenliklerinde kullanılmaktadır. Yörede genellikle Düz Horon, Dik Horon, Alaşağı, 3 Ayak Horonu , Sıksara gibi çeşitli Horonlar oynanır. Bölgede hakim kültür Karadeniz kültürüdür. Karadenizin sahil ilçeleri bu bölgeye "Ekinciler" demektedirler. İlçe Giresun'un güney ilçeleri ile aynı ağzı kullanmakta olup, Sivasın diğer ilçelerine göre farklılıklar içerir. Şebinkarahisar , Alucra, Çamoluk, Suşehri ve Akıncılar ile aynı ağzı kullanır. Gürün Gürün, Sivas'ın bir ilçesi ve ilçenin merkezi olan şehirdir. Coğrafi olarak Doğu Anadolu Bölgesi sınırları içindeki Gürün, Sivas, Malatya, Kayseri ve Kahramanmaraş illerinin farklı farklı en uç noktalarında bulunur. Sivas'a 137 km, Malatya'ya yaklaşık 140 km, Kayseri'ye ise 190 km uzaklıktadır. 69 bağlı köyü bulunmaktadır. Eski adı 'Tilgarimo' dur. Gökpınar Gölü görülmeye değer bir doğa harikasıdır. Gürün'ün toplam nüfusu 21.573 olup merkez nüfusu ise 10.000 civarındadır. Suçatı adında bir kasabası vardır. Merkeze en yakın köyü Sularbaşı Köyü'dür. Hafik Hafik, Sivas ilinin doğusunda, Kızılırmak havzasında, Sivas-Erzincan karayolu üzerinde kurulmuş bir ilçesidir. Bilinen en eski adı Hafik olup 13. yüzyılda İbni Bibi tarihinde kaydedilmiştir. 1873 yılında Koçhisar adıyla kaza olmuştur. 1926 yılında yeniden Hafik adı kullanılmaya başlanmıştır. Sivas il merkezinin 39 km doğusunda, 2.382 km² yüzölçümüne sahiptir. İlçe halkının temel geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Küçük ölçekte sanayi ve çarşısı bulunmaktadır. Küçük ve mevsimlik maden işletmeleri bulunmaktadır. İlçede Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü, Tarım Kredi Kooperatifi, T.C. Ziraat Bankası bulunur. İlçedeki Hafik Gölü etrafında dinlenme, piknik ve gezinti alanları tesisleri mevcuttur. İlçede ilk yerleşim Hafik Gölü'nde, kuzey kıyıya yakın bir yerdeki Pılır Höyük'tedir. Höyükte İlk Tunç Çağı ve Kalkolitik Dönem gereçleri veren katmanların ve gölün su düzeyinin altında üst katmanların çanak çömleğinden tümüyle farklı bir tür çanak çömlekle karşılaşılmıştır. Neolitik Dönem özellikleri gösteren bu buluntuların yanı sıra aynı döneme işaret eden başka buluntular da vardır. Çakmaktaşından minik uçlar, obsidyenden mini yaprak uçlar baskı çentikli olarak dişlikleri, el değirmeni taşları, tokmakları, kumtaşından yapılmış idoller ve hayvan kemikleri Pılır Höyük'te yapılan sondajda, yapı kalıntısı olarak da silindir biçimli çukurlar ve ağaç parçaları saptanmıştır. Ağaç parçaları ve ahşap izleri, kazıklara aittir. Neolitik Dönem'den sonra da Pılır'da yerleşim devam etmiştir. Ayrıca Beypınarı Köyü'ndeki Tekur Kalesi'nde toplanan seramiklerin incelenmesi sonucunda Helenistik-Roma Dönemi, Ortaçağ kaba seramiği ve boyalı seramik ve Erken Tunç Çağı perdahlı seramiklerden bu bölgenin Erken Tunç Çağı'nda yerleşim gördüğünü kanıtlamaktadır. 3000 yıllık yerleşimi olan Karlı Köyü, Boztepe Höyüğü'nde 1955 yılında Burney'in yüzey araştımaları sonucunda MÖ 3000 ve Demir Çağı'na ait seramikler tespit edilmiştir. Bununla birlikte MÖ 3000 nite, kaba, Orta ve orta nitelikli parçalar arasında kara özelliklerini gösterenlerin yanı sıra yerel nitelikli olanları da vardır. Köylerinden bazılarında eski yıkık kiliseleri hâlen mevcuttur. Hafik Sivas-Erzincan karayolu üzerinde 37. km sinde yer almaktadır. Girişinden E-23 karayolu geçmektedir. İlçe 1350 rakımlıdır. İlçenin tepe mahallesi gibi yüksek yerleri de 1400 rakımlıdır. İlçe batısında Sivas, doğusunda Zara kuzeybatısında Tokat kuzeyinde Doğanşar, güneyinde de Kangal' ilçeleriyle komşudur. Hafik'te karasal iklim hüküm sürmektedir. Genel görünüm step(bozkır)'dir. Yazın sıcak ve kurak, kışın ise kar yağışlı ve çok soğuktur. İlçede bol miktarda göl ve ırmak bulunmaktadır. İlçenin gölleri : Hafik Gölü, Lota Gölü, Çekme Gölü, Ayı Gölü, Kemis ve Törük Gölleri. Bu göllerin en büyüğü Hafik Gölü'dür (1 km²). İlçein 2.1 km kuzeyinde, jips platosu üzerinde gelişmiş olan doğu-batı uzanımlı geniş ve yayvan şekilli karstik çanağın tabanında,yaklaşık 2 km genişlikte bir alanı kaplayan Hafik gölü ortalama 2 metre derinliktedir. Hemen hemen tüm çevresi sazlık ve dibi balçıkla kaplı olan gölün suyu tatlıdır. Gölün su kaynağı daha çok gölün tabanında kaynayan su, ayrıca yağmur ve kar sularından oluşmaktadır. Sularında sazan balığı ve kerevit yetişen bu göl küçük bir kuş cennetidir. Buna ilaveten ilçedekiler bu gölde sazan, aynalı sazan, sarı
sazan, kara sazan, kambur sazan, alabalık, kefal ve gümüş balığı tuttuklarını belirtmişlerdir. Kıyılarındaki sazlıklar; karabatak, yabankazı, yaban ördeği. (yeşilbaş ve kılkuyruk) angut, turna ve balıkçılların beslenme ve konaklama alanıdır. Hafik gölünün yağışlı mevsimlerde kabaran suları doğusundaki Koç deresine akar. Bu dere 3 km güneydeki Kızılırmak'ın önemli bir koludur. Geniş tabanlı tekne şekilli vadisiyle jips platosuna yerleşmiş olan arasu, Hafik Gölü'nün yer aldığı karst çanağında vadisini genişletmesi sonucu kapmıştır. Göl yeraltı karst boşlukları ile de derenin yeraltı su tablasına bağlantılıdır. Gölde balık tutma izni maliye tarafından ihale ile balıkçılara verilir. Gölün etrafında mesire alanları mevcuttur. Buralarda çeşitli tesisler mevcuttur. Hafik Gölü'nü boşaltan derenin doğusunda 5 km. mesafede yine aynı jips platosu üzerinde açılmış olan doğu batı uzanımlı yayvan şekilli daha büyük bir uvalanın tavanında yassı sırtlar ve basık koni şekilli jips tepeleriyle ayrılmış iki göl ile arada yazın kuruyan geçici göl alanları yer alır. Buradaki göllerin morfolojisi Hafik gölünden oldukça farklıdır. Lota gölünün yerleştiği uvala ve çevresinde jipslerde gelişen morfolojinin en güzel örneklerini gözleme olanağı vardır. Yaklaşık 250 metre çapında daireler şeklinde olan iki göl, aynı özellikte iki yuvarlak jips dolinini doldurmuştur. Birbirine yaklaşık 500 metre uzaklıkta olan göllerin doğudaki 50 metre batıdaki 135 metre derinliktedir. Aynı düzeyde olan göl yüzeyleri yıl içerisinde 3 metreye ulaşan alçalıp yükselme gösterirler. Popstar Türkiye Sunuculuğunu Haldun Dormen ve Gamze Özçelik'in yapmış olduğu Kanal D de yayınlanan yarışma programı. Jüriyi Armağan Çağlayan, Ercan Saatçi, Ahmet San, Deniz Seki yapmıştır. Birleşik Krallık'ta bu yarışma Pop Idol, Fransa'da Nouvelle Star, Almanya'da Deutschland sucht den SuperStar, Hollanda'da Idols, Yunanistan'da Super Idol, ABD'de American Idol, Avustralya'da Australian Idol, Estonya'da Eesti otsib superstaari, Kanada'da Canadian Idol olarak yapılmaktadır. Yarışma büyük reytingler almış, diğer idol yarışmalarına öncülük etmiştir. Yarışma birincisi Abidin Özşahin, ikinci Firdevs Güneş, üçüncü ise Bayhan Gürhan olmuştur. Bu yarışma sonradan Türkstar adını almış, ardından Popstar Alaturka adıyla Arabesk-Pop Müzik starları yetiştiren bir yarışmaya dönüşmüştür. Ayrıca ses sanatçısı Ajdar Anık, her ne kadar elense de bu programdan sonra ün kazanmıştır. Deniz Seki, Bayhan'la ilgili konuşurken yuhalanınca programı terk etmiş ve yerine Zerrin Özer geçmiştir. İmranlı İmranlı. Sivas ilinin bir ilçesidir. İç Anadolu bölgesinin en doğusunda yer alır. İmranlı.İl merkezine 104 km uzaklıktadır. İlçenin yüzölçümü 1.229 km ve denizden yüksekliği 1650 metredir. İmranlı, doğusunda Erzincan iline bağli Refahiye ve İliç ilçeleriyle, güneyinde Divriği, batısında Zara ve kuzeyinde ise Suşehri ve Akıncılar ilçeleriyle komşudur. 102 köyü ve 38 mezrası vardır. İmranlı ve çevresinin, tarihi süreç içerisinde Hitit, Pers, İskender, Roma ve Bizans imparatorluklarının hakimiyeti altında kaldığı bilinmektedir. Yine tarihi kaynaklarda bölgenin zaman zaman Müslüman Arapların eline geçtiği ve Malazgirt Savaşı sonrasında da Bizanslılar ile yapılan anlaşma gereğince Kızılırmak yayının dışında kalan yerlerin doğusu ile beraber bu bölgenin Türk idaresi altına girdiği kaydedilmektedir. İmranlı ve çevresinde 1075 yılında Danişmentliler, 1174 yılında Selçuklular, 1243 Köse Dağı Savaşı'ndan sonra Moğollar 1340’lı yıllarda Eretna Beyliği, 1381-1398 yılları arasında Kadı Burhaneddin ve daha sonra da Osmanlılar hüküm sürmüştür. Yıllardır farklı kültürlerin kardeşçe bir arada yaşadıkları bir bölge olan İmranlı ilçesinin ilk defa kimler tarafından ve ne zaman kurulduğu bilinmemekle beraber bölgenin canlılığı "93 Harbi" olarak bilinen 1876 Osmanlı-Rus Savaşı'yla artmıştır. İmranlı geçmişinde çok yoğun bir orman dokusuna sahip olmasıyla bilinir. Bu sebepten devrinin önemli bir yerleşim yeri olan Zara’nın doğusunda kalan bu yörede dikkate değer bir yerleşim yeri bulunmamaktadır. Batılı araştırmacı Sinclair 1372 yılında Zara’nın doğusundaki bugünkü İmranlı civarının aşırı derecede ormanlaşmış olduğunu ve belki de bu yüzden çok az sayıda seyyahın Zara’nın doğusunda şimdiki karayolu istikametinde seyahat ettiğini ileri sürmektedir. İmranlı ve civarında önemli herhangi bir kentin olmaması ve bölgenin aşırı ormanlık olması gibi sebeplerden dolayı, 17. yüzyılda yaşamış olan Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi dahi Sivas’tan Erzincan’a ve Erzurum’a Zara ve Suşehri üzerinden seyahat etmiştir. Bu tespit bazı Sivas Salnameleri (Yıllık) tarafından da desteklenmektedir. Hicri 1308 (1890 – 1891) tarihli Sivas Salnamesi’ne göre de Zara kazasının Abaş ve Çit nahiyelerinde görkemli bir orman bulunmaktadır. İlçe, il geneline göre dağlık bir yapıya sahiptir. Arazi genellikle bozkır olup, tepelerden oluşmaktadır. Tarıma elverişli alan 12.700 hektar olup, toplam orman alanı ise 4635 hektardır.Dağlar kuzey ve güneyden Kızılırmak Vadisine doğru eğimli bir şekilde alçalırlar. İmranlı´nın kuzey tarafını,Sivas ilin en önemli dağları olan Köse Dağları´nın doğu uçları kaplar. İlçenin kuzeydoğusunda bulunan Kızıldağ 3.025 metre yüksekliği ile hem Sivas ilinin en yüksek dağı, hem İç Anadolu ve Karadeniz Bölgesi´nin kesiştikleri yerdir, hem de yurdumuzun en uzun akarsuyu olan Kızılırmak´ın doğduğu yerdir. İlçenin güneyi ise Divriği´nin dağ silsilesi ile karşılaşır. Burada ise Çengelli Dağı (2596m) önemli bir yer işgal eder. İlçenin iklimi Karasal iklimdir.İlçe Karadeniz ve Doğu Anadolu Bölgesi'ne yakın olduğu için ilçenin Kızıldağ'a bakan bölümü yılın 9 ayı çok soğuk olup sadece 3 ayı bahar mevsimi özelliği gösterir. çengelli dağı kısmına bakan bölüm ise nispeten daha sıcak ve tarım için daha uygun özellikler gösterir. Kış ayları kar yağışlı ve çok soğuk geçer. Yazları ise kısa süreli, sıcak ve kurak geçer. İlçede genelde ilkbahar ve sonbahar aylarında bol miktarda yağış düşer. İlçenin bitki örtüsü bozkırdır ve yer yer ormanlıktır. Bu nedenle tarıma elverişli olan 12.700 hektar, orman alanları ise 4.635 hektardır. İklim şartlarında ağır olması nedeniyle kavak ve söğütten başka ağaç türü zor yetişmektedir. Meyvecilik yok denecek kadar azdır. Yetiştirilen sebzeler de kış ihtiyacı içindir.Arıcılık çok ilerlemiş durumdadır. Acıdere ırmagı çok zengin bitki örtüsüyle ve ormanlarıyla çok özel bir yerdir. İmranlı ilçesinde hakim kültür, Alevi kültürüdür. İlçe geçiş bölgesinde olmasından dolayı halk oyunları halay ve bar karışımıdır. Düğünler davul ve zurna ile yapılmaktadır.Eskiden köylerde Kemençe çok tercih edilmekteydi.Yörede en çok kullanılan enstrümanlar, Zurna, Saz, Davul, Kemençe, Keman, Kaval-Duduk gibi çalgıladır. Yöreden pek çok 3 telli bağlama, keman ve kemençe üstadı yetişmiştir. Bölgede oynanan oyunlar, dik kayda, düz kayda, laz diki, temurağa, hoşbilezik, dizden kırma, yeritme, karacaören diki, sarhoş, tello, karahisar diki, imranlı dikidir.Yörede toplam 27 farklı oyun türü bulunmaktadır.Yöreden yetişen en önemli Kemençecilerden bazıları Kızıltepe köyünden Kemençeci Ali, Kemençeci Nuri Yıldızay, Toklucaklı Kemençeci Sabri, Borular köyünden Kemençeci Leyro, Kemençeci İsmail Temo örnek gösterilebilir.En meşhur Keman icracısı da Haydar ACARDIR.Yöreye sonradan gelen muhacir kesim yerli çoğunluğun aksine Sivas merkeze özgü halk oyunlarını da oynamaktadırlar.İlçeden Kemençe yapabilen insanlardan biri Boğazörenli Ali Cengiz ile Ankarada yaşayan Cengiz Erdoğandır. Ankara-Sivas-Erzincan illerinin birbirine bağlayan kara yolunun ilçeden geçmesi ilçeyi olumlu yönden etkilemektedir. İlçe bu kara yolu ile Sivas iline 106 km’dir. 1988–1989 yıllarında Köy Hizmetleri Müdürlüğünce ilçeyi Suşehri ilçesine bağlayan bir stabilize yol yapılmış ve halen kullanılmaktadır. Ulaş Sivas ilinin bir ilçesidir. Sivas merkez ilçesinin Güneyinde bulunmaktadır. Sivas - Malatya yolu üzerinde bulunmaktadır, Sivas Merkeze uzaklığı yaklaşık 35 km'dir Ulaştan sonra Kangal ilçesi gelmektedir. Ulaşta demiryolu hattı ve tren istasyonu bulunmaktadır. 1991 yılında ilçe statüsü kazanmıştır. 2015 yılında 9 adet köy derneğinin ortak katılımıyla Sivas Ulaş Dernekler Federasyonu (SUDEF) kurulmuştur. Ulaş İlçesinin genel durumu 2000 genel nüfus sayımına göre 15.283 olup, İlçe merkezinin nüfusu ise 3.386, nüfus yoğunluğu ise %16 dır. Ulaş İlçesinde 2 belde, 37 köy, 19 mezra, 3 İlçe merkezinde ve 6 beldelerde olmak üzere 46 muhtarlıktan müteşekkildir. Ulaş İlçe merkezinde 3 ilköğretim okulu, 1 Cumhuriyet Yatılı İlköğretim Bölge Okulu ve 1 lise bulunmaktadır. Ulaş İlçe ve köylerinde 6 İlköğretim okulu, 17 birleştirilmiş sınıfla öğrenim görmekte olup, 67 branş öğretmeni, 79 sınıf öğretmeni görev yapmaktadır. Ulaş İlçesinde 18 okul öğrenci yetersizliği, 3 okulda taşımalı olmak üzere 21 okulumuz kapalıdır. Ulaş İlçesinde herhangi bir yüksek öğrenim kurumu bulunmamaktadır. Ulaş İlçesinde basımevi spor tesisleri, kültür sanatları, tiyatro faaliyetleri ve tesisleri bulunmamaktadır. İlçede, İlköğretim okullarında öğrenim çağında olup da okullara devam etmeyen öğrencilerin devam takip işlemleri okul müdürlükleri ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından hassasiyetle takip edilmektedir. Halkın geçim kaynağı tarım, hayvancılık ve yer yer çok az da olsa dokumacılıktır. ilçede bulunan tarım Üretme çiftliğide önemli bir istihdam merkezi oluşturmuştur. Burada Türkiye'nin sayılı üretim çiftliklerinden birisi vardır. Özellikle küçükbaş hayvancılık ve tahıl ürünlerinde önemli bir üretim merkezidir. Ayrıca kurulan Kangal Köpek çiftliği ile dünyanın birçok yerine satışlar yapılmaktadır. Ayrıca Ulaşta kurulan hayvan pazarı yıllardır ilçeyi bu alanda merkez haline getirmiştir. Sivas'ın birçok ilçesinden ve etraftaki yüzlerce köylerden insanlar bu hayvan pazarını yaşatmaya devam etmektedir. Ulaş İlçesinin ilk yerleşimi her ne kadar ticarete dayanıyorsa da nesiller boyunca yerleşim yerlerinin zayıfladığı üretimin düşük ve pazarlamasında görülen güçlükler ticaretin zayıflamasın
a neden olmuştur. Ulaş İlçesin de faaliyet gösteren herhangi bir sanayi kolu yoktur. Hayvancılık ise genelde köylerde sürdürülmekte olup; ailelerin ihtiyacını karşılamaktan öteye gidememiştir. Arazisi geniş ve düz bir yapıya sahiptir. Büyük dağ olarak Tecer Dağı sınırları içerisinde olup halkın içme ve tarımsal su ihtiyacını Tecer Dağının Beş Gözler Mevkiinde çıkan ile karşılamaktadır. Çıkan bu su ayrıca Demir Çelik fabrikasının ihtiyacınıda karşılamaktadır. Ulaş ilçesinde 11 adet göl bulunmaktadır. İlçenin merkezinde bulunan tuz gölü kışları dolu olup yaz mevsiminde kuruyarak beyaz bir görüntüye sahip olur. Şu an da ise Tecer deresi ile beslenerek göl canlı hale getirilmiştir, içerisine DSİ'den balık yavrusu alınarak bırakılmış ve halkın gezebileceği mesire alanına dönüştürülmüştür. Ulaş İlçesinde, ulaşım kara ve demiryolu ile sağlanmaktadır.İlçenin ana caddelerinde Kilitli Parke Taşı döşenmiş, Kanalizasyon ve İçme Suyu Şebekesi tamamlanmıştır. Ulaş PTT Merkez Müdürlüğünün hizmet binasını Ulaş Belediyesinden satın alarak Bakım onarımı yapılmış ve ptt Bankacılık işlemlerini halkın hizmetine sunmaktadır, 60 kanallı fiber optik cihazı tesis edilmiştir. TEDAŞ İşletme Başmühendisliği, kendi binasında hizmet vermekte olup, tüm yerleşim birimlerinin elektrik işlemleri tamamlanmıştır.Çiftçilikle Ve hayvancılıkla geçim sağlandığı için Pancar Kooperatifi, Tarım Kredi Kooperatifi faaliyet göstermektedir. İlçe emniyet amirliği Adliye sarayı ve Kaymakamlık ve tüm resmi kurumlar faaliyet göstermektedir. T.C Ziraat Bankasıda mevcuttur. Ulaş İlçesi 2 Haziran 1968 tarihinden itibaren belediyeliktir. 31 Aralık 1991 tarihinde ise Yenikarihasar köyüde Belediyelik olmuştur. 18 Nisan 1999 tarihinde ise Baharözü Köyü de Belediyelik olmuştur. 2008 yılında devlet hastanesi yapılmıştır. Röntgen. diş polikliniği, mevcuttur.Ulaş ilçesine bağlı Yenikarahisar Sağlık Ocağı ve 6 sağlık evi bulunmaktadır. Ulaş İlçesinde toplam 6 doktor, 4 hemşire, 6 ebe, 3 sağlık memuru, 1 laborant, 1 memur, 1 şoför ve 2 hizmetli görev yapmaktadır. Ulaş İlçesinde tam teşekküllü 2 adet ambulans ve 2 adet araç bulunmaktadır. Ulaş İlçesine bağlı 2 belde, 3 merkez mahalle, beldelere bağlı 6 mahalle olmak üzere toplam 9 mahalle, 37 köy ve 19 mezra bulunmaktadır. Yıldızeli Yıldızeli, Sivas ilinin bir ilçesidir. Eski adı "Yenihan"ndır. 1936'da yıllarda ismi, kuzeyindeki Yıldız Dağı'ndan esinlenilerek "Yıldızeli" olmuştur. Sivas'ın 46 km batısında yer alan ilçesidir. 1400 m rakımıyla, İç Anadolu Bölgesi'nin en yüksek ilçelerinden biri olarak bilinen Yıldızeli, 2645 km²'lik yüzölçümüne sahiptir. Yıldızeli Sivas il merkezine 47 km uzaklıkta olup Sivas-Ankara ve Sivas-Tokat yolu üzerinde yer almaktadır. Aynı zamanda ilçede, Sivas-Samsun demiryolu ulaşım ağı da mevcuttur. İç Anadolu Bölgesi'nin kuzeydoğusunda yer alan Yıldızeli, yüksek ve engebeli bir arazi yapısına sahiptir. Kuzeyi ve doğusu dağlıktır. Güneye doğru dağların alçalmasıyla geniş ve hafif engebeli araziler oluşmaktadır. Kuzeyi, doğusu ve orta kesimleri akarsularla yarılarak derin vadilerle parçalanmıştır. Topraklarının çoğu, 3. zamana (tersier) ait rüsubi (tortul) arazilerdir. Bu zamanda meydana gelmiş organik kalker, kil, marn, gre, kum, mermer gibi çeşitli yapıyı arazide bulmak mümkündür. İlçenin ve Direkli Nahiyesi'nin bazı kısımlarındaki topraklar Miyosen tabakalarından oluşmuştur. İlçenin batı kesimlerinde rakımın düşük olması nedeniyle bitki örtüsü zengin ve tarıma elverişli araziler de fazladır. Yıldızeli yerleşim itibarıyla Çal Dağı'nın kuzeye bakan eteklerinde yer almaktadır. Yıldızeli güneyde Çal Dağı, kuzeybatıda Çamlıbel dağları ile çevrilidir. İlçenin kuzeydoğusunda bulunan ve sönmüş volkanik dağı olan Yıldız Dağı, 2537 m yükseklikle önemli yükseltilerindendir. İlçenin diğer yükseltilerini Tura, Gürcü ve Akdağlar oluşturmaktadır. Yıldızeli (Bedehdun) Ovası, Yıldızeli Çayı vadisinin genişleyen tabanında ve Sivas-Tokat karayolunun iki yanında uzanan bu ova pek geniş değildir. Ovanın ortasından geçen Yıldızeli Çayı'nın suları yazın azalır. Bu nedenle Yıldızeli Çayı'ndan, sulamada pek fazla yararlanılamaz. Bir ovadan çok, yüksek bir düzlük durumundaki bu tarım alanın sulanabilen yerlerinde şeker pancarı, ayçiçeği, patates gibi ürünler yetiştirilirken sulanamayan yerlerinde ise tahıl ürünleri yetiştirilmektedir. İlçe topraklarından kaynağını alan sular, Kızılırmak ve Yeşilırmak aracılığıyla Karadeniz'e ulaşır. Yıldızeli Çayı (eski adı "Kalın Irmağı") ile Yıldız Dağı'nın yamaçlarından doğan Yıldız Çayı (eski adı "Cebirırmak"), güneyde doğal sınır oluşturan Kızılırmak'a katılan başlıca akarsulardır. Orta ve batı kesimlerinden kaynaklanan dereler, ilçe sınırları dışında Yeşilırmak'ın kollarından Çekerek Çayı'na katılır. Han ve Kümbet Deresi, ilçenin diğer önemli akarsularını oluşturur. İlçenin 15 adet sulama göleti bulunmaktadır. Bunlar; Sarıçal, Tat, Altınoluk, Kerimümin, Karacaören, Çağlar(Kurt Boğazı), Aşağı Çakmak, Ilıca, Avcıpınar, Kaman, Küçükhöyük (Etyemez), Kıldır, Aslandoğmuş, Demirözü ve Yusufoğlan'dır. Karasal iklim karakterine sahip olan Yıldızeli'nde, yağışlar sonbahar, kış ve ilkbahar aylarına rastlamaktadır. Yaz mevsimi kısa süreli olup, kışları sert ve soğuktur. Kışları sıcaklığın çok düşük olması nedeniyle kar bazen aylarca kalkmaz. Yağmur, genellikle ilkbahar ve sonbahar aylarında görülür. İlkbaharda görülen yağışlar, öğleden sonra yağan kırkikindi yağışları şeklindedir. Yaz ve kış mevsimi arasında sıcaklık farkı fazla olduğu gibi, gece ve gündüz arasında da sıcaklık farklılıkları görülmektedir. Yıldızeli ve çevresinde bitki örtüsü olarak çoğunlukla bozkır bitki topluluğu hakimdir. Tarla arazisi dışında çayır ve otlak araziler geniş yer tutar. Sulanabilen yerler ile ırmak ve dere kenarlarında söğüt ve kavak yetiştirilmektedir. Yavu Beldesi ve çevresi ormanlık alanlarla kaplıdır. Belcik çevresinde meşelikler geniş alanlar kaplar. Orman, iç kesimlerde ve eteklerde genellikle meşe, mazı, ardıç ve kısa boylu çalılıklardan oluşurken; yükseklerde ve dağ yamaçlarında çam, mazı, meşe, gürgen, ardıç ve kavaktan oluşmaktadır. Ormanların çoğu bozuk ormanlardır. Az bir bölümü koruluk ve çamlık alanlardır. Ayrıca son yıllarda İlçe Kaymakamlığı'nın destekleriyle meyve ağaçları dikimi de hız kazanmıştır. Nüfus hizmetleri, ülke genelinde olduğu gibi Mernis Projesi kapsamında bilgisayar ortamında ve on-line sistemine bağlı olarak yürütülmektedir. 2000 yılı nüfus sayımı kesin sonuçlarına göre ilçenin toplam nüfusu 76.232 kişidir. Nüfusun %21'i ilçe merkezinde, %19'u beldelerde, %60'ı köylerde yaşamaktadır Türkçenin Yıldızeli ilçesinde kullanılan şivesinin Batı Anadolu ağızları içindeki konumu Prof. Dr. Leyla Karahan'ın "Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması" (Türk Dil Kurumu yayınları: 630, Ankara 1996) adlı çalışmasına göre şöyledir: İlçede nüfusun %54'i ilkokul, %27'i ortaöğretim, %12'i yüksekokul mezunudur. Geri kalan nüfusun %5'i okur-yazar, %2'si okur-yazar değildir. 14.12.1994 tarihinde kurulan yüksekokul, ilk olarak 1998-1999 eğitim öğretim yılında Bahçe Ziraatı ile Hayvan Yetiştiriciliği ve Sağlığı programlarına öğrenci alarak eğitim ve öğretime başlamıştır. 2006-2007 eğitim-öğretim yılında İşletme, Muhasebe, Pazarlama, Sigortacılık, Büro Yönetimi ve Sekreterlik ve Bahçe Ziraatı programlarında 680 öğrenci ile öğrenime devam etmektedir. Yıldızeli ÇPL 1952 yılında halk tarafından yapılan binada 1953-1954 öğretim yılında Yıldızeli Ortaokulu olarak zamanın Sivas Valisi Necati İLTER tarafından eğitim öğretime açılmış, 1975-1976 öğretim yılında bünyesinde lise açılarak adı Yıldızeli Lisesi olarak değiştirilmiştir. 1995-1996 öğretim yılında Kız Teknik Öğretimi Genel Müdürlüğü'ne bağlanarak Yıldızeli ÇPL olmuş, bünyesindeki ortaokul, Atatürk İlköğretim Okulu ile birleştirilmiştir. Halen Genel Lise ve Kız Meslek Lisesi programlarında karma eğitim-öğretim devam etmektedir. Yıldızeli Çok Programlı Lisesi 16 derslik, 2 fizik ve 1 kimya laboratuvar, 2 Bilgisayar laboratuvarı 1 Mikroişlemci laboratuvarı 1 Elektronik Atölyesi, vardır. Bünyesinde Bilişim Teknolojileri Alanı, Çocuk Gelişimi Alanı, Metal Teknolojisi Alanı ve Yaşlı Bakımı Alanı bulunmaktadır. Okul 1970 yılında İmam Hatip Lisesi yaptırmak amacı ile kurulan İmam Hatip Lisesi Yaptırma ve Yaşatma Derneği ‘nin çalışmaları sonucunda 1976-1977 öğretim yılında tamamlanarak eğitim-öğretime açılmıştır. 115 öğrenci ile eğitime başlayan okulun öğrenci sayısı hızla artmaya devam edince 1981-1982 yılında ek bina hizmete girmiştir. Daha önce dernek mülkiyetinde iken 25.08.1977 yılında Milli Eğitim Bakanlığı'na devredilmiştir. 1984-1985 yılından itibaren DPY öğrenci almaya başlamış okul binasının üst katı pansiyon olarak kullanılmıştır. 1996 yılında mevcut pansiyon binası hizmete girmiş ve halen 200 öğrenci kapasitesi ile hizmet vermektedir. Toplam 20 dersliği bulunan okulun, 10 dersliği dershane, 4 dersliği fizik, kimya, biyoloji ve bilgisayar laboratuvarı olarak kullanılmaktadır. 2000-2001 yılından itibaren bilgisayar destekli eğitime geçilmiş olup, fizik, kimya, biyoloji laboratuvarında dersler uygulamalı olarak işlenmektedir. Okul, 2007-2008 öğretim yılında 253 öğrenci, 21 öğretmen, 4 idareci ile eğitim-öğretime devam etmektedir. İşadamı Fahrettin Arar tarafından yaptırılarak 1997 yılında eğitim ve öğretime açılan okulda, genel lise ve elektrik bölümleri mevcuttur. 2002-2003 öğretim yılında genel lise kısmında 147, elektrik bölümünde 50 olmak üzere toplam 197 öğrenci ve 14 öğretmenle eğitim ve öğretime devam etmektedir. bilgisayar bolümü de açılmıştır web tasarımı olarak eğitime devam etmektedir elektrik bolumu ise pano tasarımı yapmaktadır İlçede 1 YİBO 32 İlköğretim okulu ve 66 Birleştirilmiş Sınıflı İlköğretim Okulu mevcut olup 406 derslikte 298 sınıf ve 138 branş öğretmeni ile eğitim öğretime devam etmektedir. İlköğretim okulu bulunmayan yerleşim birimlerindeki öğrenciler Pamukpınar YİBO ile Çöte, Yavu, Direkli ve Atatürk İlköğretim okullarında taşımalı eğitimle öğrenimlerine devam etmektedir. Kerbela Kerbela (
Arapça: كربلاء‎; Karbalā’) Irak'ın bir şehri. Bağdat'ın 100 km güneybatısındadır. Hüseyin bin Ali'nin döneminde El-Kadiriye ve Şat-ül Fırat olarak da bilinirdi. 2003 sayımına göre nüfusu 572,300'dür. Kerbela ilinin başkentidir. Müslümanlığın Şii ve Alevi mezheplerine göre Mekke, Medine ve Necef'ten sonraki en kutsal şehirdir . Kerbela Savaşı (Kerbela Olayı) burada cereyan etmiştir. Kerbela kelimesinin kökeni ile ilgili olarak birçok iddia ortaya atılmıştır. Birçok kimse tarih öncesi Asur lisanında (Akadca) "karb" (yakın) ve "ala" (Aramice: Allah) kelimelerinden türediğine inanır . Bununla birlikte aralarında coğrafyacı Yakut el-Hamavi'nin de bulunduğu bir grup Arapça "karbalat" (yumuşak toprak) kökeninden geldiğine inanmaktadır . Ayrıca Farsça "kaar" (çalışmak) ve "bolo" (daha yüksek) kelimelerinden türediğine inananlar da vardır. Meriç Meriç (Bulgarca: Марица, "Maritsa", Yunanca: Εβρος, "Evros") Yunanistan ile Türkiye sınırının bir kısmını oluşturan, Bulgaristan'da doğarak Türkiye'ye giren ve Edirne üzerinde Ege Denizi'ne dökülen ırmaktır. Balkanlar'ın en büyük nehirlerinden biri olan Meriç, Rila Dağı’nın kuzey eteği yakınlarından çıkar. Bulgaristan'da Filibe ovasını, Türkiye’de Edirne şehrini, Batı Trakya'yı suladıktan sonra, Ege Denizi’ne dökülür. Meriç, 480 km uzunluğundadır. Başlıca kolları Ergene, Arda ve Tunca'dır. Meriç nehri Türkiye'nin 10. büyük nehridir. Meriç’in 172/211 kilometresi Türkiye'dedir. Nehir, Türkiye sınırları içinde ilk olarak Edirne kuzeyinde Arda Nehri ile karışır. Bundan sonra Edirne güneyinde Tunca Nehri, Meriç ile birleşir. Uzun bir süre Türk-Yunan sınırını çizerek akan Meriç Nehri’ne İpsala'laya (30) otuz km kala Adasarhanlı köyünde Ergene Nehri karışır. Meriç Nehri, İpsala güneyinde başlıca iki kola ayrılır. Birinci kol Türkiye sınırını terk ederek Yunanistan’a geçer ve Saros Körfezi’ne dökülür. Diğer kol ise bataklıklar oluşturarak Gala gölü gibi göllenmeler yaparak Türkiye topraklarından Enez yakınlarında Saros Körfezi’ne (Ege Denizi) dökülür. Meriç, 1371 yılında yapılan Çirmen Savaşı’nın da geçtiği yerdir. Osmanlı İmparatorluğu ile Sırp Devleti arasında yapılan bu savaş, Türk zaferi ile sonuçlanmıştır. Saddam Hüseyin Saddam Hüseyin Abdülmecid El-Tikriti (; d. 28 Nisan 1937, El Avja, Tikrit - ö. 30 Aralık 2006, Kadimiye, Bağdat), Irak'ın beşinci cumhurbaşkanı (1979-2003). Arap milliyetçiliği ile Arap sosyalizminin bir karışımı olan Baasçılığı benimsemiş olan Baas Partisi'nin ve daha sonra Baas Partisi Irak Kolu'nun önde gelen bir üyesi olarak bu partiyi iktidara taşıyan 1968 darbesinde anahtar rol oynamıştır. Saddam Hüseyin 1979'da resmen Irak'ın devlet başkanı olmasına rağmen aslında bu tarihten çok daha önce "de facto" anlamda ülkede iktidar sahibiydi. Sağlığı iyi durumda olmayan Cumhurbaşkanı Ahmed Hasan el Bekir'in yardımcısı olarak, Baas hükümetini yıkabileceğini düşündüğü ülke içindeki pek çok güç odağına karşı doğrudan kendisi tarafından yönetilen güvenlik güçleri oluşturdu. 1970'lerin başlarında petrol ve diğer endüstrileri millileştirdi. 1970'li yıllar boyunca petrol gelirleriyle Irak hızlı bir ekonomik büyüme yaşarken Saddam Hüseyin de devlet mekanizmaları üzerindeki otoritesini giderek sağlamlaştırdı. Bu dönemde Irak nüfusunun yalnızca beşte birini oluşturmalarına rağmen Sünni Araplar ülke yönetiminde pek çok kilit kademeye getirildi. Hükümeti devirmeye çalışan veya bağımsızlık çabasına girişen Şiiler ve Kürtlere karşı pek çok kez sindirme girişiminde bulundu. Saddam Hüseyin, İran-Irak ve Körfez savaşlarından sonra iktidarını korumayı başardı. İsrail'e karşı olan tutumuyla özellikle Arap dünyasında belirli bir saygınlık kazanmış olmakla birlikte, özellikle Batı dünyasında genel olarak zalim bir diktatör olarak tanımlandı. 2003 yılında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George W. Bush ve Birleşik Krallık Başbakanı Tony Blair, Irak'ın kitle imha silahlarına sahip olduğunu ve Saddam'ın El-Kaide ile ilişkileri olduğunu iddia etti. Ardından Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık öncülüğündeki koalisyon güçleri Irak'ı işgal etti. Harekatın başlamasından üç hafta sonra, 9 Nisan 2003 tarihinde başkent Bağdat'ın koalisyon güçlerinin eline geçmesiyle Saddam Hüseyin iktidarı sona erdi, kısa süre sonra da Baas Partisi yasaklandı. Yaklaşık sekiz ay sonra yakalanan Hüseyin daha sonra yargılandı. 5 Kasım 2006'da, 1982'de Duceyl'de 148 Iraklı Şiinin öldürülmesinden sorumlu tutularak idam cezasına mahkûm edildi. 30 Aralık 2006'da asılarak idam edildi. 28 Nisan 1937 tarihinde, Irak'ın Tikrit kentine 13 kilometre uzaklıkta bulunan El Avja köyünde, El Hatap aşiretine mensup fakir bir ailenin bebeği olarak dünyaya geldi. Babası, henüz Saddam Hüseyin dünyaya gelmeden vefat etti. Annesi ona Arapça'da "karşı koyan" anlamına gelen Saddam adını verdi. Geçim sıkıntısı içindeki annesi doğumdan sonra onu Dicle kıyısındaki Tikrit'te yaşayan dayısı Hayrallah'ın yanına gönderdi. Saddam Hüseyin hayatının ilk dört yılını subay olan dayısı Hayrallah'ın himayesinde geçirdi. Dayısı 1941'de Irak'taki Britanya etkisine karşı gerçekleştirilen bir isyana katıldı. Britanya tarafından bastırılan bu başarısız ayaklanmaya katılan Hayrallah görevinden alınıp hapse atıldı. Annesinin yanına döndüyse de kısa süre sonra dayısının yanına döndü. 1956'da dayısı tarafından askeri akademiye girmesi için teşvik edildi, ancak akademi giriş sınavlarında başarısız oldu. 1957'de Baas Partisi'ne girdi. 1959 yılında Baasçıların Irak başbakanı Abdülkerim Kasım'a karşı düzenlediği başarısız suikast girişimine katıldı; yaralanınca Suriye'ye, oradan da Mısır'a kaçtı. Sürgünde olduğu dönemde Kahire Üniversitesi'nde başladığı hukuk öğrenimini (1962-63), Baasçıların iktidarı ele geçirdiği 1963'te Bağdat'ta sürdürdü. 1963 yılında, yanında büyüdüğü dayısının kızı Sacide Talfah ile evlendi, bu evliliğinden Rana, Raghad ve Hala isimli üç kızı ve Uday ve Kusay adında iki oğlu oldu. Daha sonra iki kez daha evlenen Saddam Hüseyin'in Ali isminde bir oğlu daha vardır. Ülkesine döndüğü yıl mareşal Abdüsselam Arif'in Baasçılara karşı düzenlediği darbe sırasında tutuklandı ve birkaç yılını hapishanede geçirdi. 1967 yılında hapisten kaçarak kısa sürede yeraltındaki Baas Partisi'nin liderlerinden biri oldu; Baas Partisi genel sekreter yardımcılığına seçildi. Laikliği, Arap milliyetçiliğini, ekonomik modernizasyonu ve Arap sosyalizmini benimseyen Baas Partisi'nin ileri gelen bir üyesi olarak, partisini iktidara getiren Temmuz 1968'deki darbede önemli bir rol oynamıştır. Kasım 1969'da Devrim Komuta Konseyi başkan yardımcılığına getirildi. Aynı zamanda kuzeni olan devlet başkanı Ahmed Hasan el-Bekr'e en yakın kişi olarak ülke yönetiminde büyük ağırlık kazandı. 1972'de Iraq Petroleum Company'nin millileştirilmesiyle ilgili çalışmaları yürüttü. Parti içindeki gücüne dayanarak 1976'da el-Bekr'in kalp krizi geçirmesinden sonra onun birçok yetkisini kullanmaya başladı. 16 Temmuz 1979'da, Bekr'in sağlık gerekçeleriyle istifası üzerine onun yerine geçti. Devlet başkanlığının yanı sıra Devrim Komuta Konseyi başkanlığı, başbakanlık ve Baas genel sekreterliği görevlerini de üstlendi. Yaygın bir gizli polis ağı örerek, yönetimine karşı her türlü iç muhalefeti bastırdı; halk arasında yoğun bir propagandayla da adının çevresinde bir efsane oluşturmaya çalıştı. Saddam Hüseyin yönetiminin başlıca hedefleri, Arap dünyasının önderliğini Mısır'ın elinden almak, Basra Körfezi üzerinde egemenlik kurmak ve petrol gelirlerine dayanarak ülkenin yaşam standardını yükseltmekti. İktidar olduğu yıllarda sık sık Asurluların torunu olmakla övünmüştür. Saddam Hüseyin, 1979'da İran'da gerçekleşen İslam Devrimi'nin Irak'taki Şii nüfusu etkilemesine tepki gösterdi. İran'ın Huzistan bölgesinde huzursuzluğun artması üzerine İran'dan, Huzistan'daki Araplar'a özerklik verilmesini, 1975'te Cezayir'de yapılan antlaşmanın yeniden gözden geçirilerek Şattülarap su yolu üzerinde Irak'ın haklarının tanınmasını, Arap ülkelerinin iç işlerine karışılmamasını istedi. İran bu istekleri reddedince Saddam Cezayir Anlaşması'nın (1975) artık geçerli olmadığını ileri sürdü. Beş gün sonra Irak güçleri İran havaalanlarını bombalayıp, İran'ın petrol kaynaklarının bulunduğu alanları işgal etti (22 Eylül 1980). Bu işgal, sekiz yıl sürecek ve yıpratıcı bir savaşa dönüşecek olan İran-Irak Savaşı'nın başlangıcı oldu. Savaşın başlaması Hüseyin'i Irak'ın tek önderi durumuna getirdi. İran yöneticileri de onu savaşın tek sorumlusu saydılar ve o iktidardan düşene dek savaşı sürdüreceklerini açıkladılar. Savaşın doğurduğu harcamalar ve Irak'ın petrol ihracının durması, ekonomik kalkınma programlarını büyük ölçüde aksattı. Hüseyin iki kez (ağustos 1986 ve ocak 1987) barış çağrısında bulundu ve iki tarafın da bütün dünyaca kabul edilen eski sınırlarına çekilmesini önerdi. İki tarafın da kesin bir üstünlük elde edemediği savaş Temmuz 1988'de karşılıklı ateşkesin kabul edilmesine değin sürdü. Savaşın sonuna gelindiğinde Irak'ın sırtında büyük bir dış borç yükünün birikmiş olmasına karşın Hüseyin silahlanmayı sürdürdü. İran-Irak Savaşı'nın son yılında, 16 Mart 1988'de tarihe Halepçe Katliamı olarak geçen Kürtlere karşı kimyasal silah kullanımına izin vermiştir. Saddam Hüseyin, İran-Irak savaşının sona ermesinden 2 yıl sonra, 2 Ağustos 1990'da, Irak ordusunun sürpriz bir saldırıyla komşusu Kuveyt'i işgal etmesiyle birlikte tekrar dünya gündemine gelmeyi başardı. Hüseyin'in amacı, Irak ekonomisine canlılık kazandırabilmek için Kuveyt'in çok büyük boyutlardaki petrol gelirlerinden yararlanmaktı. Ama Kuveyt'in işgali karşısında kısa sürede Irak'a karşı dünya ölçeğinde ticari ambargo uygulanmaya başlandı. Hüseyin, Birleşmiş Milletler'in işgali kınayarak Irak'a karşı askeri güç kullanılmasına izin veren kararlarına ve Suudi Arabistan'da ABD önderliğinde büyük bir askeri güç yığılmasına karşın, Kuveyt'ten birliklerini çekmesi yönündeki çağrıları görmezlikten geldi. 16 Ocak 1991'de başlayan ve altı hafta süren bir savaşın sonunda, ABD önderliğindeki askeri ittifak güçleri, Irak ordusunu
Kuveyt'ten çıkardı (28 Şubat 1991). Bu ezici yenilginin ardından Irak'ta hem Şiiler, hem Kürtler Hüseyin yönetime karşı başkaldırdı; ama Hüseyin bu ayaklanmaları bastırarak iktidarını korumayı başardı. Buna rağmen Irak'ın petrol ihracının kısıtlanması ülkeyi iktisadi olarak çok zor duruma soktu. Savaştan sonra Irak-ABD ilişkilerindeki yüksek tansiyon devam etti. ABD uçakları, Haziran 1993'te Irak'ın Körfez Savaşı'ndan sonra uygulamaya giren uçuşa yasak bölgeyi ihlal ettiği gerekçesiyle Bağdat'ı bombaladı. Aralık 1998'de, Irak'ın Birleşmiş Milletler silah denetçileriyle işbirliğine gitmemesi nedeniyle, Çöl Tilkisi Harekatı adlı operasyonda, Basra Körfezi'nde konuşlandırılan Amerikan savaş gemilerinden havalanan bombardıman uçaklarından Bağdat’taki askeri ve stratejik noktalarını hedef alan bir saldırı düzenlendi. Şubat 2001'de Irak'ta uçuşa yasak bölgelerde yapılan ihlallere tepki olarak ABD ve Birleşik Krallık hava kuvvetlerine ait uçaklar Bağdat'ı tekrar bombaladı. 11 Eylül 2001 tarihinde ABD'de yaşanan terör eylemlerinin ardından Saddam Hüseyin tekrar ABD'nin hedefi haline geldi. Şubat 2002'de, ABD Başkanı George W. Bush yaptığı konuşmada Irak'ı, İran ve Kuzey Kore ile birlikte "Şer Ekseni" olarak ilan edip, sahip olduğu kitle imha silahları nedeniyle Irak hükümetinin devrilmesi için harekete geçebileceklerini açıkladı. 8 Kasım 2002 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından alınan ve Irak’daki Saddam Hüseyin rejiminin daha önce alınan kararların gereği olarak silahsızlanma yükümlülüklerini getirmesi için son uyarı niteliğini taşıyan 1441 sayılı kararının geçmesinden sonra Hüseyin yönetimi BM silah denetçilerinin Irak'a dönmesine izin verdi. Ocak 2003'te BM silah denetleme heyeti komisyonu UNMOVIC'in Başkanı Hans Blix, Irak'ta kitle imha silahlarıyla ilgili yapılan incelemelerde henüz kesin kanıt bulunmadığını bildirdi. Saddam Hüseyin 24 Şubat 2003'te Amerikan CBS televizyonu ana haber sunucusu Dan Rather'la Bağdat'ta yaptığı 3 saatlik röportajda, Irak'ın elinde kitle imha silahı veya Birleşmiş Milletler'in izin verdiği menzili aşan füze bulunmadığını açıkladı. Ayrıca ABD Başkanı Bush'u ekranda tartışmaya davet etti. Beyaz Saray sözcüsü Ari Fleischer, Başkan Bush'un, Saddam'ın önerisini ciddiye almadığını söyledi. 20 Mart 2003'te ABD tarafından, kitle imha silahları olduğunu öne sürerek başlatılan Irak'ın işgali sırasında, Irak hükümeti ve ordusu üç hafta içinde çöktü. 9 Nisan 2003 tarihinde, ABD güçlerinin Bağdat'a girmesiyle 24 yıllık Saddam Hüseyin iktidarı sona erdi. Bağdat'ın düşmesinden sonra izini kaybettirmesi ve nerede olduğu sorusu çeşitli komplo teorilerinin ortaya atılmasına neden oldu. 22 temmuz'da Hüseyin'in oğulları Uday ile Kusay, Irak'ın Musul kentinde düzenlenen operasyonda Amerikan kuvvetleri tarafından öldürüldü. 13 Aralık 2003'te Tikrit yakınlarında bir çiftlik evinde ABD güçlerince yakalandı. Yakalanışından haziran 2004'e kadar, 11 üst düzey Baas yöneticisiyle beraber Bağdat Uluslararası Havaalanı yakınlarındaki bir ABD üssünde tutuldu. 29 Haziran 2004 tarihinde Amerikalılar tarafından Irak yönetimine teslim edilmesine rağmen ABD gözetiminde tutulmaya devam edildi. Irak Geçici Hükümeti'nce kurulan Irak Özel Mahkemesi'nde ilk kez 30 Haziran 2004'te yargıç karşısına çıkarılan Hüseyin, başta insanlığa karşı suçlar olmak üzere cinayet, işkence ve yasadışı tutuklama gibi bir dizi suçlamanın muhatabı oldu. İlk olarak, 8 Temmuz 1982'de kendisine karşı düzenlenen ve başarısız olan suikast girişiminin ardından Şii kasabası Duceyil’de 148 kişinin öldürülmesinden suçlandığı davaya başlandı. Bu davada üvey kardeşi Barzan İbrahim el-Tikriti'nin de aralarında bulunduğu 7 kişi de yargılandı. Ağustos 2006'da, 1987'de Halepçe katliamı'nda Kürtlere karşı soykırım yaptığı suçlamasıyla yargılandığı dava başladı. 5 Kasım 2006'da Duceyil Davası’nda insanlığa karşı işlenen suçlardan mahkûm edildi ve asılarak idamına karar verildi. Karar açıklanmadan önce kurşuna dizilerek infaz edilmek istediğini söyleyen Saddam Hüseyin'in talebi reddedildi. 3 Aralık 2006'da Saddam Hüseyin, Bender ve El Tıkriti için temyize başvuruldu. 26 Aralık 2006 tarihinde Irak temyiz mahkemesi idam kararını onadı ve idamın 30 gün içinde uygulanması gerektiğini bildirdi. Saddam Hüseyin, 30 Aralık 2006 tarihinde Kurban Bayramı'nın ilk gününde asılarak idam edildi. İdamından çok kısa bir süre önce Amerikalılar tarafından Iraklılara teslim edilen Saddam Hüseyin'in idam cezası, Bağdat'ın kuzey mahallelerinden Kadimiye'de bulunan bir askeri üste yerel saatle sabah 06:00'da infaz edildi. İdam cezasının gerçekleştirilmesi cep telefonlarıyla görüntülenerek saatler içinde İnternet üzerinden dünyaya dağıtılmış ve büyük bir yankı uyandırmıştır. İdamından kısa süre sonra, son yazdığı mektup avukatları tarafından açıklandı. Hüseyin'in naaşı, idamının ertesi günü, aralarında oğullarının da yer aldığı diğer aile üyelerinin mezarlarının bulunduğu, doğum yeri Tikrit yakınlarındaki El Avja köyünde defnedildi. 2015 yılının mart ayında Irak güçleri ve İran'ın desteklediği Şii milisler ile IŞİD militanları arasındaki çatışmalar sırasında, daha önce türbe haline getirilmiş olan mezarı tamamen yıkıldı. Saddam Hüseyin'in idamı dünyada farklı tepkiler çekti. Saddam Hüseyin'in idamı Kuveyt, Amerika Birleşik Devletleri, İsrail ve Birleşik Krallık tarafından memnuniyetle karşılandı. Libya'da 3 günlük yas ilan edilmiş ve kurban bayramı kutlamalarına son verilmiştir. Pakistan, Malezya ve Rusya yönetimleri de idam cezasının uygulanmasının ülkeyi iç savaşa doğru götürmesinden endişe ettiklerini açıklamışlardır. İlkesel olarak idam cezasına karşı çıkan Avrupa Birliği olayı barbarlık olarak değerlendirdiğini, Hamas ise olayı siyasi bir cinayet olarak gördüklerini belirtmiştir. İnfazdan sonra Irak'ta Rizkar Muhammed Emin gibi bazı hukukçuların idamın Irak yasalarına göre yasal olmadığını iddia ettikleri bilinmektedir. Bronz Bronz veya tunç, bakırın önemli bir alaşımı. Önceleri bakır ve kalaydan meydana gelen bakır alaşımlarına bronz denilmekteydi. Bununla birlikte bronz terimi modern kullanımda bakırın bakır-nikel, bakır-berilyum ve bakır-çinko (pirinç) alaşımı dışındaki bütün alaşımları için kullanılmaktadır. Pirinç bakırın çinkoyla yaptığı alaşımdır. %10 çinko ihtiva eden pirince ticari bronz da denilmektedir. Bronz tarihi bir öneme sahiptir. Bilinen en eski alaşımlardandır. Eldeki tarihi bilgilere göre ilk defa MÖ 3500 yıllarında Ortadoğuda imal edilmiştir. Ancak yaygın bir şekilde kullanımı MÖ 1000 yıllarında başlar. Bu devirlerde bronz, silah ve alet yapımında (özellikle bıçaklar, makaslar, çekiçler vs.) bunun yanında sanat eserlerinde ve süslemelerde kullanılmıştır. Bronz bakırdan daha serttir, daha kolay erir ve kalıba daha kolay dökülür. Bazı bronzlar demirden de serttir. Bu tür bronzlar silah namlusu ve makina yataklarının imalinde kullanılır. Alet ve silahlarda demir alaşımlarının daha çok kullanılmakta olması, demirin bakır ve kalaya oranla daha bol bulunmasındandır. Bakırın içinde bazı metallerin çözünebilme sınırları vardır. Mesela berilyum %2, silisyum %5, kalay %15 ve çinko %38 nispetinde çözünebilir. Bir metalin miktarı çözünme sınırının üzerinde olduğu zaman alaşım homojen olmaz. Bunun yanında nikel ve alüminyum gibi sınırsız olarak bakırla karışabilen metaller de vardır. Silisyum, alüminyum ve kalay bronzda en fazla bulunan elementlerdir. Bu metallerin nispeti arttıkça alaşımın sertlik ve direnci artar. Ancak parlaklığı azalır. Bronzda az bir miktarda bulunabilen diğer mühim elementler de mangan, demir, kurşun ve fosfordur. Fosfor bronzu, pompaların, vanaların ve burçların yapımında kullanılır. Bronzun çok kullanıldığı alanlardan biri de metal para imalidir. Akçakale Akçakale, Şanlıurfa ilinin bir ilçesidir. İlçe halkı daha çok tarımla uğraşmaktadır. Pamuk ve buğday en çok yetiştirilen ürünler arasındadır. Ayrıca, önemli ölçüde mısır tarımı da yapılmaktadır. Birecik Birecik, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin Orta Fırat bölümünde Şanlıurfa iline bağlı 96.000 nüfuslu bir ilçe merkezidir. Fırat ırmağının eskiden sadece doğu kıyısındayken son yıllarda her iki kıyısı üzerinde, deniz seviyesinden 450 metre yükseklikte kurulmuştur. Birecik Şanlıurfa'ya 83, Gaziantep'e 63 km uzaklıktadır. Evler, ırmak boyundaki dar bir düzlükte ve bunun gerisinde yükselen dik bir yamaç üzerine yayılır. Bu yamaç üzerinde bir de kalesi vardır. Fırat, Birecik’in bulunduğu noktadan itibaren aşağıya doğru ufak çapta nehir nakliyatına elverişlidir. Bu sebeple, Birecik eskiden beri kara ve nehir ulaşımı arasında bir aktarma yeri olarak önem kazanmıştır. Daha sonraki devirlerde İstanbul-Bağdat demiryolunu Birecik’ten değil de biraz güneyden geçmesi ve kervan ticaretinin eski önemini kaybetmesiyle kasaba gerilemeye başladı. İnşası 1951'de başlayıp 1956'da sona eren Birecik Köprüsünün yapılması kasabanın önemini yeniden artırdı. Aramice Bîrsâ kelimesinden türeyen ve Arapça kale, hisar anlamına gelen el-Bîre olarak olarak bahsedilen Birecik, “küçük kale” anlamına gelmektedir. Antik dönemde yerleşimden “Makedonopolis” olarak da bahsedilmiştir. Fırat Nehri kıyısında yer alan yerleşimin tarihi, bu konumundan ötürü oldukça eski dönemlere kadar uzanmaktadır. Hititler döneminde iskanın başladığı düşünülen Birecik’e M.Ö 9. yüzyıl ortalarında Asurlular hakim olmuştur. Daha sonra Pers, Makedon ve Seleukoslar’ın egemenliğine giren yerleşim M.S 2. yüzyılda kesin olarak Roma topraklarına katılmıştır. Roma İmparatorluğunun bölünmesiyle Bizans topraklarında kalan yerleşim 637 yılında İyâz bin Ganm komutasındaki Arap ordularınca ele geçirildi. Abbasiler döneminde yerleşim yeniden imar edildi. Bizans ve Arap güçleri arasında sıkça el değiştirdi. 11. yüzyılın ikinci yarısında yerleşim Büyük Selçuklu Devleti’nin egemenliğine girmiş, 1096’da ise Bizanslılar tarafından yeniden ele geçirilmiştir. Ancak Bizans hakimiyeti de kısa sürmüş ve yerleşim Birinci Haçlı seferi sırasında 1098’ de kurulan Urfa Kontluğu topraklarına katılmıştır. Musul atabegi İmâdeddin Zeng
î 1144’te Urfa’yı Haçlı Kontluğundan aldıktan sonra 1145’te Birecik bir süre kuşatsa da ele geçiremedi. Kale, 1150 yılında Urfa kontesi Beatrice tarafından Bizans İmparatorluğuna satıldı. Yerleşim bir süre sonra Artuklular hakimiyet kurmuş, sonrasında yerel valilerce yönetilmeye başlayan yerleşim, 1182’ de şehre gelen Selahaddin Eyyubi’ ye bağlılığını bildirmiştir. 1260 yılında Hülagû Han tarafından ele geçirilen ve yağmalanan Birecik, hemen sonrasında Memlukluların eline geçmiştir. 1264'deki Moğol kuşatmasında şehir yakılırken yaşayanların büyük kısmı da öldürülmüştür. Baybars’ın Birecik’e doğru hareketi sonucu kuşatma kaldırılmış ve Memlükler kaleyi tahkim etmiştir. Memlüklerin Anadolu'ya gerçekleştirdiği harekatlarda önemli bir üs konumunda olan Birecik kalesi 1275 yılında Moğollar tarafından yeniden kuşatıldı. Ancak Baybars’ın yardıma gelmesiyle Moğollar kuşatmayı kaldırarak geri çekildi. 1418 yılında şehir Karakoyunlular tarafından yağmalandı. 1472 yılında Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan tarafından ele geçirildi. Ancak yerleşim kısa süre sonra yeniden Memlük denetimine girdi. Birecik, 1516 yılında Osmanlı topraklarına katıldı. Bir süre Diyarbekir Eyaleti’ nin sancaklarından oldu. Liman şehri olması ve tersanenin varlığıyla Anadolu'dan Bağdat ve Basra'ya ulaşımda önemli bir merkez konumunda bulundu. Halep ve sonrasında Rakka eyaletlerinin bir sancağı olan yerleşim, 19. yüzyıl ortalarında Halep Eyaleti'nin Rakka sancağına bağlı bir kaza konumundaydı. Halep Vilayeti'nin kurulmasıyla Urfa sancağının bir kaza merkezi oldu. I. Dünya Savaşı sonrasında 27 Şubat 1919'da İngiliz güçleri Birecik'e girmiş, ancak aynı yıl içerinde Fransız kuvvetleri Birecik'e yerleşmiştir. Fransızlar 10 Temmuz 1920’de Birecik'ten çekilmiştir. Cumhuriyetin ilanıyla kaza merkezi statüsünde bulunan yerleşim Şanlıurfa ilini oluşturan ilçelerden biri oldu. 1956 yılında Fırat Nehri üzerinde inşa edilen köprü sayesinde şehir yeniden gelişme gösterdi. Kelaynak kuşlarıyla ünlü, Fırat nehrinin çekiciliği ile doğal ve tarihi eserleriyle göze hoş gelen bir ilçedir. Birecik köprüsü Türkiye'nin ikinci uzun ırmak köprüsüdür. Birecik kuzeyinde Birecik Barajı güneyinde ise, Karkamış Barajı arasında göl havzasında kalmaktadır. İlçe ekonomisi genelde Antep fıstığı üreticiliği üzerine kuruludur. Birecik, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin Orta Fırat Bölümünde, Şanlıurfa iline bağlı Fırat Nehri kıyısında bir ilçedir. Birecik ilçesi doğudan "Arat" ve "Babadağları", güneydoğudan Suruç sınırında Beko Dağı ve kuzeybatıdan da Kalazan Dağı ile çevrilidir. Fırat Nehri üzerindeki konumu, yerleşmenin tarih boyunca önemli bir merkez olmasına neden olmuş, özellikle Anadolu ve Mezopotamya arasındaki ticarette bir bağlantı noktası olma özelliğini, 19. yüzyılda yakın çevreden demiryolunun geçmesi ve Ortadoğu'nun siyasal yapısındaki değişimlere değin korumuştur. Yörede hem kara hem de nehir ticareti önem kazanmıştır. Fırat Nehri hem nehir taşımacılığına, hem de açtığı dar vadi ile kara ulaşımına olanak sağlamıştır. Fırat Nehri'nin özellikle Birecik ile Basra Köprüsü'nün arasındaki bölümünde nehir taşımacılığı yapılmıştır. 1956 yılında Fırat üzerinde Birecik Köprüsü'nün yapılmasıyla yeniden ticaret ve tarımsal etkinlik gelişme göstermiştir.İlçe halkı tahıl ve baklagiller tarımıyla meşgul olur. Fıstık yetiştirme de ilçenin ekonomik hayatında çok önemli bir yer tutar. Birecik coğrafi konumu nedeniyle turistlerin çok fazla ilgisini çeken bir ilçe olmamasına rağmen tarihi dokusu ve doğal yaşamı sayesinde özellikle kültür gezilerini tercih eden turistlerin ilgisini çekmektedir. Dünyada sadece Fas'ta, Türkiye'de Birecik'te ve çok az sayıda Suriye'de yaşayan Kelaynak kuşları ilçenin simgesi durumundadır. Türkiye'de yaşayan yaklaşık 100 bireyin göç etmesine izin verilmemekte ve göç zamanı kuşlar kafeslere alınmaktadır. Kelaynaklarla ilgili gerek Avrupa gerek Türkiye kaynaklı kuşları güvenli şekilde göç ettirebilmeyi amaçlayan yeni projeler geliştirilmektedir. Kelaynakların yanı sıra son zamanlarda sayıları gittikçe azalan Çizgili İshakkuşu da şehrin bir diğer önemli simgesidir. Fakat bilinçsiz yapılaşma sonucunda yaşam alanları olan söğütlükler gittikçe daralmış ve buna bağlı olarak populasyonu da azalmıştır. Birecik ilçesinin tarihi simgesiyse şehrin kuzeyinde Fırat'ın doğusundaki bir tepe üzerinde yerleşmiş olan "Birecik kalesi"dir. Kalenin yapım tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte ilk olarak Asurlular zamanında yapıldığı iddia edilmektedir. Üzerinde bulunan 12 burçtan günümüze sadece biri kısmen ulaşabilmiştir. Şehrin çevresini kuşatan surlar tamamen yıkılmış sadece 2 adet şehir kapısı ve 1 adet burcu ayakta kalmıştır. Ayakta kalan kapılar şehrin kuzeydoğusundaki Urfa kapısı ve şehrin kuzeyindeki Meçan kapısıdır. Şehrin kuzeybatısındaki Bağlar kapısı ve güneyindeki Meydan kapısı ise günümüze ulaşamamıştır. Şehirde ayrıca Selçuklular zamanından kaldığı tahmin edilen "Ulu Camii" de önemli tarihi eserlerdendir. Bozova, Şanlıurfa Bozova, Şanlıurfa ilinin bir ilçesidir. Şanlıurfa'ya 38 km uzaklıktaki ve 31 Aralık 2014 tarihi itibarıyla 55.631 nüfuslu ilçedir. Atatürk Barajı'na 24 km uzaklıktadır. Atatürk Barajı bu ilçe sınırlarındadır. Baziki Ovası burada bulunmaktadır. Her sene Eylül ayında yelkenli yarışlarının düzenlendiği ilçedir. İlçenin geneli Baziki(Beski) aşiretine mensuptur. Ceylanpınar Ceylanpınar, Şanlıurfa ilinin bir ilçesidir. Tarihi 5000 sene öncesine kadar dayanan Ceylanpınar, Asuriler döneminde "Vaşşugar" olarak bilinirdi ve Mitanni Devleti'nin başkentiydi. Osmanlı İmparatorluğu döneminde günümüzde Suriye'de bulunan Rasüleyn (رأس العين) ilçesine bağlıydı. İlçenin Kürtçe adı "Serêkânî", Arapça adı ise Ras el-Ayn'dır. Her iki isim de Türkçede "pınarbaşı" anlamına gelmektedir. İlçe ismini ceylanlardan ve bu ceylanların olduğu yerden geçen Habur Çayı'ndan almaktadır. İlçede 9 lise vardır. İlçede 13 ilköğretim okulunu vardır. İlçede Türkiye'nin en büyük devlet üretme çiftliği olan TİGEM mevcuttur. TİGEM'de çalışanların çoğu ilçe halkı ve bölge halkından çok nadir de olsa kısmen de batı illerinden memurlar vardır. TİGEM'de büyükbaş hayvancılık, küçükbaş hayvancılık, buğday, pamuk, nohut, mercimek, ayçiçeği ve mısır üretilmektedir. Bu ürünler daha çok batı illerine gönderilerek orada işlenmektedir; ilçeye herhangi bir ekonomik girdisi olmamaktadır. TİGEM içerisinde 1500 (bin beş yüz) civarında ceylan da vardır. İlçede 30 temmuz 2000'de görülen 48,2 derecelik sıcaklık Türkiye'de görülen en yüksek sıcaklıklardan olmuştur. Ceylanpınar ilçesine ait otobüs firmaları ve Her Saat başı Şanlıurfa'ya hareket etmekte olan minibüsler hizmet vermektedir. Demir yolu ulaşımı da mevcuttur. Halfeti Halfeti, Şanlıurfa ilinin bir ilçesidir. Şanlıurfa'nın batısında yer almaktadır. M.Ö 855 yılında Asur kralı III. Salmanassar tarafından kurulduğu zaman "Şitamrat" adını taşıyordu. Şehir, tarihi boyunca Hitit, Asur, Med, Pers, Makedon, Selevkos ve Partlar'ın idaresinde kalmıştır. Yunanlar buraya "Urima" adını vermişlerdir. Süryaniler ise "Kal'a Rhomeyta" ve "Hesna d'Romaye" adlarını kullanmışlardır. Güneydoğu Anadolu, Roma İmparatorluğu döneminde Orshoene eyaleti içinde yer almış ve kale bu eyaletteki önemli şehirlerden birisi olmuştur. 2. yüzyılda Bizanslıların eline geçince bu kez "Romaion Koyla" adını almıştır. Şanlıurfa ve çevresi Ömer döneminde fethedilmiş ve daha sonra Emevi, Abbasi, Selçuklu, Zengi ve Eyyübiler’in hâkimiyetlerinde bulunmasına rağmen Rumkale olarak bilinen yerleşim Müslüman devletlerin toprakları dışında kalmıştır. Urfa Haçlı Kontluğunu kuran Boudovin de Boulogne 1116 yılında Rumkale’yi Ermeni Prensi Gog-Vasil’in elinden aldı. Urfa kontesi Beatrice 1150 yılında Rumkale' yi, Ermeni Katolikosuna teslim etti. Rumkale, 1260 yılında İlhanlı hükümdarı Hülagu' nun orduları tarafından ele geçirildi. 1280 yılında Beysari komutasındaki Memluk ordusu tarafından kuşatılmış, sonuç alınamayınca şehirdeki Hıristiyan mahalleleri beş gün süreyle yağmalanmıştır. 1292 yılında bu kez Memluk Sultanı Eşref tarafından ele geçirilen ve son kez Memlükler tarafından tamir edilen şehre "Kal'at-ül Müslimin" adı verildi. Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlılara geçen şehir, zamanımızda da kullanılan "Urumgala" ve "Rumkale" adlarını alarak Halep Eyaleti'ne bağlandı. Osmanlı döneminde hudut şehri özelliğini kaybeden yerleşim stratejik önemini kaybetmiştir. Şehrin nüfusunun 19. yüzyılda 5-l0 haneye kadar düşmesi ve Rumkale'nin harap olmasıyla yerleşim alanı Fırat’ın karşı sahiline nakledilmiş ve bugünkü Halfeti yerleşimi kurulmuştur. 1926 yılına kadar Birecik’e bağlı bir nahiye olan Halfeti, 1954 yılında ilçe haline getirilmiştir. Halfeti 2014 yılında yürürlüğe giren 5216 sayılı Büyükşehir belediyesi kanuna göre 9 merkez mahalle 35 bağlı mahallesi olmak üzere toplam 44 mahalleden oluşur. 2014 yılı Genel Nüfus sayımına göre ilçenin nüfusu 38,345'dir. Halfetililerin dili diğer ilçelerinden ayrılan bir yapı olan batı grubu dil ailesine sahiptir ve Gaziantep şivesiyle aynı sayılır. Çünkü 1920 yıllarında Fransızların işgali karşısında dağıtılan Gaziantepli bazı aileler Yavuzeli, Araban ve Halfeti'ye göç etmiştir. Ayrıca 35 km uzunluğundaki sahil yolu ile Birecik'e bağlanmıştır. İlçe Merkezinin Şanlıurfa'ya uzaklığı 112 km, Gaziantep'e uzaklığı 105 km'dir. Yurttaşların Şanlıurfa il merkezi ile ilişkileri resmi işlerin görülmesi gibi durumlarda olmaktadır. İlçenin ekonomik bağlantısı ve sosyal/kültürel aktiviteleri Gaziantep'ledir. İlçe yeni yerleşim yerinde hızlı bir nüfus artışıyla karşılaşırken, eski yerleşim yeri ise turizme açılmış, kent, ciddi bir tarihi ve doğa turizmi payına sahip olmuştur. Güneydoğu Anadolu bölgesinde alternatif turizm alanında cazibe merkezi haline gelmiştir. Halfeti ilçesinin yüzde 80"i Birecik Barajı"nın yapımı ve evlerin su altında kalmasıyla birlikte, 15 kilometre uzaklıkta kurulan yeni yerleşim merkezine taşındı. Taş mimarisiyle yapılmış evlerin ve camilerin su altında kaldığı ilçe, aradan geçen süre içerisinde doğal güzelliğiyle dikkat ç
ekiyor. Fırat Nehri"nin altında kalan taş mimarisiyle "Saklı cennet ve "Kayıp kent" olarak da anılmaya başlanan Halfeti"de, yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgi gösterdiği bir belde haline geldi. Halfeti ilçesi, Türkiye'den 11 şehrin, dünyada 208 şehrin dâhil olduğu, Uluslararası Koordinasyon Komitesi toplantısında ‘Cittaslow’ (Sakin Şehir) unvanını aldı. Türkçenin Halfeti ilçesinde kullanılan şivesinin Batı Anadolu ağızları içindeki konumu Prof. Dr. Leyla Karahan'ın "Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması" (Türk Dil Kurumu yayınları: 630, Ankara 1996) adlı çalışmasına göre şöyledir: İlçe merkezi Gaziantep-Şanlıurfa karayoluna (İpekyolu) 40 km uzunluğundaki asfalt bir yol ile bağlanmıştır. Ayrıca 35 km uzunluğundaki sahil yolu ile Birecik'e bağlanmıştır. İlçe Merkezinin Şanlıurfa'ya uzaklığı 112 km, Gaziantep'e uzaklığı 105 km'dir. Yurttaşların Şanlıurfa il merkezi ile ilişkileri resmi işlerin görülmesi gibi durumlarda olmaktadır. İlçenin ekonomik bağlantısı Gaziantep iledir. Bu bakımdan gerek ilçe merkezinden gerekse köylerden Gaziantep'e gidip gelen çok sayıda vasıta vardır. İlçe sınırları içinde yaklaşık 60000 metre asfaltlanmış yol, 28000 metre stabilize yol mevcuttur. Yaz ve kış mevsimde bütün köylerle ulaşım sağlanmaktadır. Harran Harran, Türkiye'nin Şanlıurfa ilinin bir ilçesidir. Suriye sınırına yakın olan bir ilçedir. Şanlıurfa'ya 44 kilometre uzaktadır. Dünyanın ilk bilim merkezlerinden (Atina, Mardin, Şanlıurfa gibi) biridir. Dünyada kurulan ilk üniversite buradadır. Şanlıurfa'daki Harran Üniversitesi'de adını bu ilçeden almıştır. Kuzey Mezopotamya'nin kadim yerleşim yerlerindendir. İlçe halkının tamamına yakınını Arap kökenli Türk vatandaşları oluşturur. Arap kültürü hakimdir. Dünya'nın hâlâ yaşanılan en eski kentlerinden biridir. Şehrin adının ilk geçtiği buluntular MÖ 2250 yıllarına ait Ebla'da bulunan çivi yazılı tabletlerdir. Bu tabletlerde şehir "Ha-ra-an" olarak adlandrılmaktadır. MÖ 2. binyıl başlarına tarihlenen ve Kültepe'yle Mari'de bulunan çivi yazılı tabletlerdeyse kentin adı "Har-ra-na" veya "Ha-ra-na" diye geçmektedir. Kentin adı Sümercede ve Akatçada "seyahat" veya "kervan" anlamına gelen "haran-u" sözcüğünden gelmektedir. Bazı kaynaklar ise bu sözcüğün "kesişen yollar" veya "şiddetli sıcak" anlamına geldiğini öne sürmektedir. Akdeniz ile Dicle Nehri civarındaki ovalar arasındaki konumu nedeniyle şehir bir ticaret merkezi olma özelliği kazanmıştır. Kent, ay tanrıçasına adanmıştır. Kuran'ı Kerim'de adı geçen Nuh'un kavmi olarak kabul edilen ve ehli kitaptan sayılan Sabii'lerin ana vatanı olarak kabul edilir. 11. yüzyılda Şii ayaklanması sırasında Sabii'ler kıtlık ve ayaklanmada tapınaklarını kaybetmişler ve yeryüzünden silinmişlerdir, yerlerine Arap Numayri kavmi yerleşmiştir. İbni Teymiyye gibi ve Battani gibi alim ve bilim adamının yetiştiği Harran'da Haçlı Seferleri sırasında büyük zararlar görmüş ancak Zengiler ve Eyyubi dönemlerinde eski günlerine tekrar kavuşmuştur. Selçuklu Türkleri ve Osmanlılar tarafından yönetilmiştir. Bugün Harran'da yerleşik olan Arap aşiretleri Osmanlının 18. yüzyılda buraya getirip yerleştirdiği bedevi aşiretlerine dayanmaktadır. Sözlü Arap geleneği ve kültürü hala etkisini göstermekte, koni şeklindeki 3.000 yıllık Mezopotamya evleri kültürü ise modern tarzda evlere karşı yok olma ile karşı karşıyadır. Miladi 11. yüzyılda çok geniş yeşil ve verimli bir Mezopotamya şehri iken zamanla çölleşmiştir ancak son zamanlarda Güneydoğu Anadolu Projesi sayesinde Mezopotamya'nın o eski verimli günlerine dönüş olmaya başlamış, tekrar verimli ve yeşil bir coğrafya halini almaya başlamıştır. Bilinçsiz şekilde yapılan vahşi sulama yöntemi yüzünden Harran Ovası tuzlanma problemi ile karşı karşıyadır. 2011 yılında drenaj sistemi yapilarak tuzlanmanin önüne gecilse de yerel halk hala bilincsiz tarim faaliyetleri surdurmektedir. Siverek Siverek, Türkiye'nin yüzölçümü bakımından en büyük ilçesidir. Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde (1867 sonrası) Diyarbekir Vilayeti'ne bağlı bir kazaydı. Siverek'in bugün bağlı bulunduğu Şanlıurfa ise Halep Vilayeti'ne bağlı bir sancaktı. Urfa, Osmanlı'nın son döneminde Halep'ten ayrılarak vilayet statüsüne yükseltildi. Siverek ise Diyarbekir Vilayeti'ne bağlı bir sancak oldu. Cumhuriyet döneminde vilayetlerin sınırlarının belirlenmesi çerçevesinde Urfa'ya bağlanıncaya kadar Siverek Diyarbakır'a bağlı kaldı. Dolayısıyla hem idari olarak hem de sosyo-kültürel olarak Siverek'in ilişkileri, Diyarbakır ile Urfa'dan daha yoğun oldu. Cumhuriyet'e yakın zamanda sancak olmaları nedeniyle Sivereklilerin "il olma" beklenti ve istekleri, başta nüfus olmak üzere birçok veriyle birlikte, bu tarihsel olguya dayanmaktadır. Siverek, adını Ermenice "Sev-averak"tan (Սեւավերակ) alır, anlamı "kara harabe"dir. Şanlıurfa ilinin kuzeydoğusunda yer alan Siverek batısında Adıyaman'ın Kahta ilçesi,batıdan kuzeye doğru uzanan Atatürk Baraj gölü, kuzeyinde ise Adıyaman'ın Gerger ilçesi ile Diyarbakır'ın Çermik ve Çüngüş ilçeleri, doğusunda Diyarbakır, güney doğusunda ise kısa bir sınır ile Mardin ili, Viranşehir ve Hilvan ilçeleri ile komşudur. Siverek ilçe merkezi 37.45 kuzey enlem ile 39.19 doğu boylamlarının kesiştiği noktalarda bulunmaktadır. Siverek ilçe merkezinin denizden yüksekliği 801 ile 840 metre arasında değişmektedir. Toplam yüzölçümü 4314 km'dir Karacadağ'ın eteklerinde kurulan Siverek'te, Akdeniz, çöl ve karasal iklimin etkileri görülmektedir. Karasal ve çöl ikliminin etkisiyle yazları oldukça sıcak geçen Siverek'te nem oranının yüksek olmaması nedeniyle, bu sıcaklar boğucu ve rahatsızlık verici derecelere ulaşmamaktadır. Bu yönüyle Akdeniz ikliminden ayrılır. Kışlar soğuk ve yağışlıdır. Şanlıurfa'nın diğer ilçelerine göre Siverek'te yağış oranı daha yüksektir. Siverek'te her yıl yapılmakta olan Şire Üzüm Festivali, Geleneksel Karakeçili Bahar Şenlikleri ve Siverek Kültür Sanat Festivali ilçenin başlıca kültürel etkinliklerindendir. Siverek'te Karacadağ Türkmen kültürü geleneksel olarak varlığını sürdüren sayılı kültürlerinden biridir. Suruç Suruç, Şanlıurfa ilinin bir ilçesidir. Suruç, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde (Orta Fırat Bölümü), Şanlıurfa İl’inin 46 km güney batısında yer alıyor. Suriye ile sınır teşkil eden demiryolu üzerindeki Mürşitpınar Köyü’ne 10 km uzaklıkta ve Gaziantep-Şanlıurfa kara yoluna 6 km uzaklıktadır. İlkçağın OSRHONE ülkesinin şehirlerinden, ANTHEMUZİA veya BATNEA’nın yerine geçtiği MATF SUHUNH; İpek Şehri’dir. Bir zamanlar, oradaki ileri ziraatın eseri olarak ipekçiliğin çok geliştiği ve sanayinin kurulduğu şehir, bugünün Suruç’udur. Kaynaklarda "SERUĞ" olarak geçen bu şehrin İbrahim Peygamberle ile çok yakın ilişkisi vardır. İbrahim Peygamber'in babası Azer, dedesi Nahor’un babası SERUĞ’dur. Tarihte adı SERUĞ olan bu ilçemiz ile İbrahim Peygamberin atası SERUĞ aynı adı taşımaktadır. SERUÇ, bu ilçenin asıl adıdır. Bu yöre, eskiden beri cins at yetiştiriciliği ile meşhurdur. Atların eğeri ile uğraşan ve imal eden kişilere “Saraç” denilmektedir. Suruç, bu kelimenin çoğulu olup, İlçenin isminin bu kelimeden geldiği tahmin edilmekte; Saraçlar anlamında, Suruç olarak söylene gelmektedir. MÖ Asya’dan göç eden Sümerler, Mezopotamya’da medeniyet kurmuşlardır. Sümerler ve Akadlar, Saruğ Ova’sında Suruç ilçesini BATNA ismi ile anmışlardır. Daha sonra İskit ve Asurlular, Sümerler ve Akadlar’ı ortadan kaldırarak, Suruç’u, “Tepartip” adıyla Birecik İlçesi’ne bağlamışlardır. Sümerler Mezopotamya’da hakimiyetlerini sürdürürken, Mısır’a akın eden Kiksos geçici bir zaman için buraya yerleşmişlerdir. Roma İmparatoru Büyük Konstantin MS 35 yılında öteki ilçelerle birlikte Suruç’u da Şanlıurfa (Rüha) İline bağlamıştır. Aradan hayli zaman geçtikten sonra Suruç, bu defa da Kudüs Krallığı’na bağlanmıştır. Tarihi eski çağlardan beri bilinen Suruç İlçesi’ni, Romalılardan, İyat Bin Ganem, barış yoluyla almış ve Abbasilere bağlamıştır (MS 639). Çok eski olan bu şehrin yakınında, siyah taş üzerine yapılmış 1 metre eninde, 2 m uzunluğunda 2 adet aslan heykeli bulunmaktadır. Heykellerin bugün bulunduğu yer, Suruç’a 15 km uzaklıkta olan ve halen Suriye Sınırları içerisinde kalan Rıslantaş Köyü’dür. Ziyaret Köyü’nde meftun bulunan Şeyh Mesleme Bin Name Hicri 466 yılında Suruç’u, haçlılardan kurtarmıştır. Suruç, MS 1095’te Artuk Oğulları’ndan Sokman’ın eline geçmiş ise de, 6 yıl sonra Urfa Kontu I.Bolvadin’in egemenliği altına girmiştir. M.S. 1090’da Urfa Haçlı Kontu’na (Kudüs Krallığı’na) bağlanmıştır. I. İmadeddin Zengi, 1127 yılında Suruç’u, haçlılardan geri almıştır. Suruç, Timur’un istilasına da uğramıştır. Bölge halkı, istilaya karşı koyduğundan burası Moğollarca yakılıp yıkılmıştır. Kudüs Seferi’ne çıkan Yavuz Sultan Selim 1517 yılında, Suruç’u Osmanlı topraklarına katmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Halep Vilayeti’nin Urfa Sancağı’na bağlı bir kasaba durumunda olan Suruç, 1918’de İngilizlerin, 1919’da da Fransızların istilasına uğramıştır. Fakat; Suruç halkı, büyük bir millî mücadele örneği göstererek tarihi şehrini 11 Nisan 1923’te düşmandan kurtarmıştır. Suruç, Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte, 1923 yılında ilçe olmuş ve Şanlıurfa iline bağlanmıştır. İlçe ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Yetiştirilen tarımsal ürünlerin başında, buğday, arpa, pamuk, mısır,mercimek ve üzüm gelmektedir. Az miktarda da Antep fıstığı, zeytin, susam, nohut ve erik yetiştirilmektedir. Hayvancılıkta küçükbaş hayvan yetiştirilir. Büyükbaş hayvancılık sadece aileye yönelik yapılmaktadır.Yarış atı yetiştiriciliğide yapılmaktadır. Eylül 2016'da "PKK-KCK'ya yardım ve destek verdiği gerekçesiyle hakkında tutuklama kararı olan ve 12 Şubat tarihinde de görevden uzaklaştırılan belediye başkanı Orhan Şansal'ın yerine 1 Eylül 2016 tarihinde yürürlüğe giren 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca vali yardımcısı Tarık Açıkgöz atandı. Viranşehir Viranşehir, Şanlıurfa ilinin bir ilçesidir. Batısında Şanlıurfa (90 km), doğusunda Mardin (95 km), kuzeyinde Diyarbakır (91 km) il merkezleri olan, güneyinde Ceylanp
ınar adlı ilçe ile Suriye sınırından ayrılan Şanlıurfa'nın nüfus olarak dördüncü büyük ilçesidir. İlçede yerleşimin tarihi oldukça eskilere uzanmaktadır. Yerleşimin tarihi Sümerliler dönemiyle başlamaktadır. Daha sonra Hititler'in egemenliğine geçen yerleşim "Tela" ya da "Tila" adını aldı. Hitit egemenliğinin zayıflamasıyla daha çok Hititler' e bağlı prenslikler olarak idare edildi. Aramilerin yerleştiği bölge, M.Ö. 2. binyılın ortalarından itibaren Asur saldırılarına maruz kaldı. M.Ö. 9. yüzyıl dolaylarında kesin olarak Asur egemenliğine geçti. Asur krallığı tarafından harap edilen yerleşim eski önemini yitirdi. Asur krallığının yıkılmasıyla Med egemenliğine geçti. M.Ö. 6. yüzyılın ortalarında Pers kuvvetlerince ele geçirilen yerleşim bu sırada büyük bir yıkıma maruz kaldı. Büyük İskender' in Pers İmparatorluğunu yıkmasıyla M.Ö. 330 yılı civarında Makedonya krallığı topraklarına katıldı. İskender' in kurduğu imparatorluğu onun ölümüyle generalleri arasında paylaşılmış ve Viranşehir, Seleukos İmparatorluğu topraklarında katılmıştır. M.Ö. 1. yüzyılın ortalarında Roma egemenliğine geçen yerleşim "Antinous" adını aldı. M.S. 2. yüzyıldan itibaren Sasaniler' in akınlarına maruz kalan yerleşim Sasani ve Bizans imparatorlukları arasında sık sık el değiştirmiştir. Bizans döneminde yerleşimden "Konstantina" adıyla bahsedilmiştir. M.S. 623'ten sonra Viranşehir, İslam orduları tarafından ele geçirilerek Emevi hakimiyetine alındı. Araplar döneminde yerleşimden "Tellmavzelat" olarak bahsedilmiştir. Viranşehir, M.S. 873 yılında Hamdaniler tarafından ele geçirilse de 894 yılında Abbasiler egemenliğine geçti. 1087 yılında Melikşah tarafında Urfa ile birlikte Selçuklu topraklarına katıldı. Sonrasında Eyyûbîler, Artuklular, İlhanlılar egemenliğinde bulunan yerleşim, 1400 yılında Timur tarafından ele geçirilmiş ve şehir yakılıp yıkılmıştır. Akkoyunlu ve Karakoyunlular|Karakoyunlu]] egemenliğinden sonra yerleşim 1516 yılında Osmanlı egemenliğine geçti. Yerleşimden 1567 yılı Osmanlı kaynaklarında, Amid sancağının Berriyecik kazasına bağlı bir nahiye olarak bahsedilmektedir. 1904 yılında belediye teşkilatı kuruldu. Milli Aşireti Ayaklanması sırasında Viranşehir aşiret güçlerince ele geçirilmiş, ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi' ne bağlı kuvvetler 8 Haziran 1920'de isyancıları yenilgiye uğratarak şehri geri almıştır. Mardin’e bağlı kaza olan Viranşehir, Urfa’nın il olmasıyla 1924 yılında ilçe oldu. İlçe çevresinde bulunan birkaç tepe dışında baştan sona düz bir ova şeklindedir. Dağlık olmaması İlçeyi Bir tarım merkezi haline getirmektedir. İlçe GAP projesi ve neredeyse her çiftçinin tarlasına açtırdığı kuyular sayesinde yılda 2-3 defa ekim yapılmakta ve bunlardan büyük gelir elde edilmektedir. Buğday, Pamuk, Mısır, Arpa, mercimek, karpuz, kavun, şelengo, salatalık çeşitleri, domates, patlıcan ve biber çiftçilerin temel gelir kaynaklarını oluşturan tarım ürünleridir. Beytüşşebap Beytüşşebap, Şırnak ilinin bir ilçesidir. Türkiye'nin Güney doğu Anadolu Bölgesi'nin Irak ve Suriye sınırlarından ortalama 20 km uzaklıktadır. Habur sınır kapısına adını veren çay Beytuşşebap sınırları içerisinden doğar. İlçede sıcak su kaplıcası bulunmaktadır. İlçe stratejik bir konudadır, Kuzey doğusunda Van, Doğusunda Hakkâri, Kuzey batısında Siirt Güneyinde Uludere, Batısında ise Şırnak bulunmaktadır. Beytüşşebap iki kelimenin birleşiminden meydana gelmektedir; "beyt" ev, "şebap" genç anlamına gelir ve "gençler evi" olarak anlam kazanır. Eskiden Hakkâri sınırları içerisindeydi. Beytüşşebap İlçesi oldukça eski bir yerleşim birimidir. İlçeye tarih içerisinde Hurriler, Mittaniler, Asurlular ve Urartular egemen olmuşlardır. İlçe, 1054 yılında Selçukluların, 1514 yılında ise Osmanlı İmparatorluğunun egemenliği altına girmiştir. 1855 yılında Erzurum İline, 1865 yılında Van İline bağlanan Beytüşşebap, 1887 yılında İlçe olmuştur. Bu tarihten Cumhuriyetin ilanına kadar Van İline bağlı kalan Beytüşşebap, 1926 yılında Siirt, 1936 yılında Hakkari ve 1990 yılında da Şırnak İline bağlanmıştır. Beytüşşebap İlçesi, dağlık bir arazi yapısına sahip olup doğusunda Hakkari, batısında Siirt-Pervari, kuzeyinde Van-Çatak, güneyinde ise Hakkari-Çukurca ve Şırnak-Uludere yer almaktadır. İlçenin doğusunda yer alan Altın dağları ve batısında yer alan Tanin dağı, İlçe sınırları içerisinde kesişmektedir. Ayrıca, İlçede Kato platosu mevcuttur. İlçenin en önemli akarsuyu Habur Çayı'nın kollarıdır. İlçenin rakımı 1750 metre olup en yüksek noktası 3000 metreyi aşan kato platosu'dur. İlçenin iklimi, sert Doğu anadolu iklim özellikleri taşımaktadır. PKK terör örgütü'nün kurban bayramının ikinci gününe rastlayan 25 Eylül 2015 Cuma günü 500'e yakın teröristle ilçeyi ele geçirme amacına yönelik olarak emniyet noktaları, jandarma komutanlığı, komando alayı, askeri üst bölgeler başta olmak üzere diğer sivil hedeflere karşı yapmış olduğu terörist eylemdir. Bu terörist saldırıda ilçeye hakim konumda olan askeri üs bölgesi ile ilçe girişindeki polis noktası başta olmak üzere çok şiddetli çatışmalar yaşanmıştır. Sabah 05.40'ta başlayan çatışma yaklaşık 6 saat sürmüş ve öğlene doğru sona ermiştir. Terörist saldırıda 1 asker şehit olurken, Genelkurmay başkanlığının açıkladığı verilere göre 34 terörist etkisiz hale getirilmiştir. Saldırıda ilçe kaymakamı Kadir Güntepe'nin evine, makam arabası ve makam odasına silahlı saldırıda bulunulmuş, ilçede görev yapan hakim ve savcıların makam odaları kurşunlanmıştır. Bununla birlikte yaralı polis için gelen ambulans teröristlerce taranarak ambulans şoförü öldürülmüştür. Gene teröristlerin saldırısı sonucu 3 sivil vatandaş hayatını kaybetmiştir. Saldırıdan birkaç gün Murat Karayılan "İstediğimiz zaman bir şehri tek bir gecede denetim altına alırız. Aslında bu tarz eylem bir ilktir; acemilikten kaynaklı sorunlar da vardır" diyerek verdikleri ağır kayıpları ve ilçeyi ele geçirme amacına yönelik bir terörist eylem olduğunu belirtmiştir. Konya, Altılar Cizre Cizre (), Türkiye'nin Şırnak iline bağlı bir ilçedir. En eski ismi Kardu Rahipliği anlamına gelen "Kardu Gazarta" dir. Modern Kürt kelimesinin en eski yazılış biçimi Kardu dur. Persler "Gazarta" ve "Bazibda", Abbasiler onların Şehir Yöneticisi Omar olduğundan "Djasirat-ibn ʿUmar" (Cezire-i İbn-i Ömer) ve daha sonra "Cizîra Botan" ismi verilirdi. Akkoyunlular Cizre'ye "Ceziretuşşeref" derlerdi. Cezire Arapça'da "ada" anlamına gelir, çünkü Dicle nehri burada kıvrılır, bir su adası gibi bir alan oluşturur. Cizre Demir Çağında Kumme ("Kumaha", "Kummuh", veya "Qumaha", "Qumenu") krallığının merkeziydi. MÖ 10. yüzyılda şehir, Musul ile beraber "ʿUquail" merkeziydi. MÖ 2000 yılından itibaren, Babil, Araplar, Asurlular, Medler, Persler, Selevkos ve Sasanilerin; İslamiyetin bölgeye gelmesi ile beraber Emevi ve Abbasilerin hakimiyeti altında kalmıştır. 1096 yılında Büyük Selçuklular müteakiben emir ve şeyhliklerle idare edilen Cizre 1627 yılından itibaren Osmanlı İmparatorluğunun egemenliğine geçmiştir. Cizre beyliği önceleri Diyarbakır Sancak Beyliğine bağlı iken 1841 yılında Musul'a bağlanmıştır. Milli mücadele döneminde büyük başarılar gösteren Cizre'ye Fransızlar gelip şehri savaşsız teslim almak istemişlerse de, halkın direnişi ve silahlanmayı görerek işgalden vazgeçmişlerdir. İslamiyet'in Cizre'ye girmesi ile birlikte şehre yarımada anlamına gelen Cezire adı verilmiş, Cumhuriyet döneminde ise küçük bir düzeltmeyle Cizre olarak değiştirilmiştir. Önceleri Mardin iline bağlı bir yerleşim birimi iken 16.05.1990 tarih ve 3647 sayılı yasa ile Şırnak iline bağlanmıştır. Şırnak yöresi 993 yılında Mervaniler denetimine geçmiştir. Yörenin yönetsel merkezi olan Cizre; Mervaniler, Selçuklular, Zengiler, Eyyübi zamanlarında Musul Atabeklerine ve Diyarbekir emirlerine bağlıydı. Bu halde iç işlerinde bağımsız bir Derebeylik gibiydi. 1071 yılında Selçuklu Sultanı Alparslanın bölgeye girmesiyle Mervaniler Selçuklulara tabi oldu. Selçuklu komutanlarından Fahrüddevle 1085 yılında Diyarbekir ve Cizre bölgesini zaptederek Mervani emirliğine son verdi. Mervaniler döneminden sonra da Şırnak yöresi sık sık el değiştirmiş Selçuklular döneminden itibaren sırasıyla 1100 da Musul Atabegi Çökürmüş denetimine geçmiş ardından Zengiler, Eyyübiler, ve Artuklular burada hakimiyet kurdular. 13. yüzyıl İkinci çeyreğinde yörede Harizmliler ve Moğollar gibi yeni güçler ortaya çıktı. Moğolların yağma hareketleri sonrasında 1400'lü yıllarda yöreye hakim olma çabası içerisinde bulunan Akkoyunlular'la Karakoyunlular arasında çatışmalar çıkmıştır. 1508'de Akkoyunluların varlığına son veren Safeviler sonrasında yörede hakimiyet kurup egemenlikleri altına almışlardır. Mir Abdal Camii olarak isimlendirilen medrese 1437 yılında Cizre Azizan Beyi Emir Abdullah (Abdal) ibn Abdillah Seyfettin Boti tarafından yapılmıştır. Mescid ve İdare odalarının bir kısmı ayaktadır. Şair ve yazar Ahmed-i Hani tarafından manzum olarak kaleme alınmış olan aşk hikâyesinin kahramanları Mem u Zin ile bu aşkın engelleyicisi olan Bekir'in türbeleri caminin güney bölümü bodrum katındadır. 1153 yılında Cizre'de doğdu. Fizikçi ve 60 makine mühendisi ve mucididir. Sibernetik ve robotik biliminin kurucusudur. Otomatik kontrol alanında çalışmalarda bulunmuş, bilgisayar ana temelleri, saatler, su makineleri, musluk, kilitler, çocuk oyuncakları buluşları arasında yer alır. 1233 yılında vefat etmiştir. Nuh Peygamber Camii avlusunda gömülüdür. Kitapları uzun yıllar Avrupa üniversitelerinde okutulmuştur. İlçede Ağustos 2015 tarihinde başlayan çatışmalarda yüzlerce kişi yaralandı ve yaşamını yitirdi. Ocak 2016'da Şırnak il merkezinin idari tedbirler kapsamında Cizre'ye taşınacağı duyuruldu. Cizre tarihi bir yerleşim olması ve kültür turizmine yönelik zenginlik arzetmesine rağmen özellikle güvenlik kaygısı ve eksik tanıtım nedeniyle yerli ve yabancı ziyaretçilerin rotalarının dışında kalmıştır. Kente yönelik ilk tur programı yalnızca 2014 yılında hazırlanmış ve ilk organize turistik ziyaret yine aynı yıl içerisinde Nükhet Everi tarafından gerçekleştirilmiştir. Cizre'd
e gezilebilecek başlıca tarihi eserler şunlardır. Kırmızı Medrese 15. asırda Cizre Azizan Beyi 2. Şeref tarafından yaptırılmıştır. Kırmızı tuğlalardan yapıldığı için "Medresetul Hamra" olarak adlandırılır. Mescit, idare, öğrenci, öğretmen bölümleri ile külliyeden oluşmuştur. Medrese içinde türbesi bulunan Molla Ahmed-i Cezirî ünlü bir şairdir. Kaside ve şiirlerinde tasavvuf konularını işlemiştir. 2000 beyitlik bir divanı vardır. Şiirler alfabetik ve Kur'an sureleriyle uyumludur. "Guften Mela" ve "Guften Emir" adlı şiir antolojileri vardır. Halk arasında "Mellayı Ciziri" ve "Nişani" olarak adlandırılır. Cizre'nin İslam'ı kabul etmesiyle 639 yılında kiliseden camiye çevrilmiştir. Abbasiler döneminde cami yıktırılıp, onarıma alınmıştır. 1160 yılında Cizre Beyi Baz Şah'ın oğlu Al Sencer tarafından yeniden yaptırılmıştır. 1156 da dörtköşe inşa edilen minaresi 1945-1946 ve 1971 yıllarında 2 kez onarım görmüştür. Cizre Ulu Camii kapılarında bulunan Ebul-İz'in yaptırdığı ünlü ejder figürlerinden biri İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesinde bulunmaktadır. Cizre Ulu Camii’nin, 13. yüzyıla tarihlenen, eşsiz bir el işçiliğine sahip ahşap kapısının tunç kapı tokmağı üzerinde iki ejder ve ortasında bir aslan başının bulunduğu bir kompozisyon görülmektedir. Ejder sivri kulaklı, badem gözlü ve kanatlıdır. Gövdeleri yılan pulu ile kaplı ve ortadan düğümlüdür. Birbirine dolanan kuyrukların uçları kartal başı şeklinde görünmektedir. Ejderlerin ortasında ise stilize aslan başı yer almaktadır. 1976 yılından beri Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde sergilenen kapı tokmağının diğer teki 1969 yılında yerinden sökülerek çalınmıştır ve günümüzde Kopenhag David Samling Müzesi’nde sergilenmektedir. Arkeolojik ve etnoğrafik eserlerin bulunduğu Cizre Müzesi 1996 yılında İsmail Ebul-İz İlköğretim Okulu bünyesinde, okul müdürü Abdullah Yaşin tarafından kurulmuştur. Müzede Guti, Med, Asur, Babil, İslam İmparatorluğu, Emeve, Abbasi, Selçuklu, Azizan, Zengi, Rum, Arap ve Osmanlı dönemine ait eserler bulunmaktadır. Nuh'un gemisinin Cudi Dağı'na indiğine inanılır (Kur'an, Hud Suresi, ayet 44). Bu inanışa göre, Nuh, Tufan'dan sonra Cizre'ye yerleşmiş, Cizre'nin Dağkapı Mahallesi'nde vefat etmiştir. Nuh'un vefat ettiği yere önce bir havra, daha sonra da bir kilise inşa edilmiştir. 639 yılında ise bu kilise camiye çevrilmiştir. Bu caminin hemen yanında yer alan türbenin Nuh'a ait olduğunu, ünlü tarihçi Cizreli İbnülesin, Firuzabadi, Evliya Çelebi, Katip Çelebi, Ebubekir Helevi ve Babilli Berassus (Bersis) da savunmaktadır. Kur'an, Tevrat ve İncil'de adı tufan olayı ile geçen Nuh, tufan sonunda gemisi Cudi Dağı'na inmiş (Kur'an, Hud Suresi, ayet 44) Cizre'yi kurup Cizre'de vefat etmiştir. Peygamberler arasında en çok yaşayan ve en çok sıkıntı çekendir. Peygamberlerin soyu, Adem'den sonra "baba" olarak Ondan türemiş olup , Mezopotamyadaki insanlık ondan ve 3 oğlu Ham, Sam ve Yafes'den türemiştir. Asıl adı Abdulgaffar olup, yeni baba anlamında Nuh, Nova adları verilmiştir. Türbe ve çevre düzenlemesi Şırnak Valiliği'nce yaptırılmıştır. 1437 yılında Cizre beylerinden Emir Abdullah (Abdal) İbn Abdillah İbn Seyfeddin Boti tarafından yaptırılmıştır. Medresenin bodrumunda, ünlü aşk hikâyesi Mem û Zîn'in kahramanları olan Mem (Mehmet) ve Zîn'in (Zeynep) kabirleri bulunmaktadır. Cizrede 1915 ten önce 2.716 Ermeni ve Kürtleşmiş 1.565 göçebe Ermeni bulunuyordu. Osmanlı Devletinin emriyle Hareket eden Kürt Hamidiye Alayları Ermeni tehciri başlayınca bütün Ermeni erkekleri ve bazı Ortodoks ve Katolik Süryani erkekleri tutukladılar. Kadınlar ve çocuklarsa 1 Eylül’de keleklere bindirilerek Musul’a gönderiliyordu. Savaş koşullarından dolayı Yolculuğa dayanamayan hasta ve yaşlılardan ölenler oldu. Cizre, Ermenilerin tehcir hattında da bulunuyordu. Onlardan biri, Prof. Dr. Verjine Svazlian'ın hatıralarını derlediği, 1893 yılında Urfa’nın Kamurç köyünde doğan Khaçer Hakobi Ablaputyan’dı. Ablaputyan’ın anlatısı dönemin Cizre’sindeki ortamı aktarmaya yetiyordu: “Tigris (Dicle) Nehri’ni kayıklarla geçtik. O taraf Cizrabodan şehriydi. Babam ağabeyimi getirdi ve şehre girdik. Altı kişiydik ve bir tek yatağımız vardı. Kış sert geçiyordu. Ocak ayıydı. Yolda bir eşek bulup, elbiselerimizi sırtına yükledik ve yola devam ettik." Yaz aylarında sıcak ve kurak, kış aylarında ılık ve yağmurlu bir iklime sahiptir. Yaz aylarındaki sıcaklık kimi zaman +48 °C kadar ulaşmaktadır. Cizre, meteorolojik verilere göre Türkiye'nin en sıcak noktalarından biridir. Enlem ve boylam açısından Cizre'nin konumuna gelince, Dicle Nehri'nin ana mecrasının sağında, uzunluğuna 42 derece ve 11 dakika doğu, genişliğine 37 derece ve yirmi dakika kuzeyde kurulmuştur. Cizre eskiden; Dicle Nehri'nin derin ve akımı hızlı bir kanalıyla etrafı çevrilmiş küçük bir yarımada gibiydi. Bağ ve bahçelerinin çokluğuyla meşhurdu. Şehrin toprakları verimli arazilerden oluşan geniş bir alanı kapsıyordu, bol kazançlı bir üretimi vardı. Ayrıca Cizre, önemli bir ticari konuma da sahipti. Çünkü İpekyolu Cizre'den geçiyordu. Şimdi de sınır kapısına olan yakınlığıyla önemli bir ticaret şehridir Cizre. Eylül 2016'da, PKK-KCK'ya yardım ve destek verdiği gerekçesiyle daha önceden görevden alınan Leyla İmret'in yerine 1 Eylül 2016 tarihinde yürürlüğe giren 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca kaymakam kayyum olarak Ahmet Adanur atandı. Belediye başkanlarının bağlı olduğu siyasi parti ve yerel seçimlerde aldıkları oy yüzdeleri: Güçlükonak Güçlükonak (), Şırnak ili'nin bir ilçesidir. 2011'de ilçede eğitim kalitesinin arttırılması için Güçlükonak Okul Eğitim Kalitesinin Arttırılması Projesi başlamıştır. İdil, Şırnak İdil (), Şırnak ilinin bir ilçesidir. Şehirde Meryem Ana Kilisesi bulunmaktadır. Anadolu'da Hatay'dan sonra Hristiyanlığın yaşanmaya bağladığı ikinci şehirdir. Şehrin Cizre'ye, Midyat'a, Nusaybin'e, Suriye ve Irak sınırına olan yakınlığı ve topoğrafik özellikleri tarihinde önemli bir rol oynamıştır. İlçede karasal iklim hüküm sürmektedir ve bitki örtüsü bakımından zengindir. Mardin'e 60 km uzaklıkta olan ilçe, Suriye sınır kapısına 24 km uzaklıktadır. Yüzölçümü 1.224 km² olup Türkiye'nin en çok köyü olan ilçesidir. İlçenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Yetiştirilen tarımsal ürünlerin başında arpa, buğday, karpuz, kavun, mercimek, nohut ve üzüm gelmektedir. İlçe, Süryanilerin yoğun yaşadığı dönemlerde üzüm bağları ve şarap yapımıyla ün kazanmıştır. Süryani nüfusunun çoğunlukta olduğu bir ilçe olan İdil'in ilçe merkezine 1970'li yıllardan sonra Müslüman köylerin ve göçer ailelerin yerleşmesi, buna karşın Süryani vatandaşların yurt dışına ve büyük şehirlere göç etmesiyle demografik yapısı değişmiştir. Halen İdil'de yaşamakta olan çok az sayıda Süryani aile mevcuttur. Yeni yeni restore edilen taş evlerle tarihi bir görünüme kavuşmuştur. 2013'te tamamlanan Şırnak Havalimanı'na 14 km uzaklıktadır. İlçede Şırnak Üniversitesi'nin Ziraat Fakültesi yerleşkesi ile İdil Meslek Yüksek Okulu bulunmaktadır. Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferi sırasında Midyat İlçesi ile birlikte Osmanlı İmparatorluğuna bağlanmıştır. 18 Mayıs 1990 tarih ve 20522 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 16 Mayıs 1990 tarih ve 3647 sayılı kanunla Mardin İlinden ayrılarak Şırnak İline bağlanmıştır. İlçe'de; 1964 yılına kadar nüfusun tamamını Süryanilerin oluşturduğu ilçede, halk 1977 yılına kadar belediye başkanlarını kendi toplumları içerisinden seçmiştir. Son Süryani belediye başkanı Şükrü Tutuş, 17 Haziran 1994'te öldürülmüştür. 2014 yerel seçimlerinde İdil belediye başkanlığını kazanan Mehmet Muhdi Arslan, 20 Eylül 2016'da KHK ile PKK'ya yardım ve yataklık ettiği gerekçesiyle görevinden uzaklaştırıldı. İdil belediye başkanlığına aynı zamanda İdil kaymakamı olan Ersin Tepeli kayyum olarak atandı. İlçede 2015 yılında çatışmalar başlamış ve 2016 yılı Mart ayında bitmiştir. Uludere Uludere (), Doğu Anadolu'da bulunan ve Şırnak iline bağlı olan bir ilçedir. İlçenin yüzölçümü 825 km olan Uludere (Kılaban), Irak ile 56 km sınıra sahiptir. Doğusunda Hakkâri ilinin Çukurca (Çel) ilçesi, batısında Şırnak ili ve Silopi ilçesi, kuzeyinde Beytüşşebap (Elkî) ilçesi, güneyinde Irak toprakları bulunmaktadır. Coğrafi olarak dağlık ve engebeli bir araziye sahiptir. Haftanîn ve Kêla Meme (Kel Mehmet dağı) dağları ilçenin en yüksek dağlarıdır. Ayrıca Suwar, Serhe, Haftanîn, Meydan, Elcan ve Şirîş önemli yaylalarıdır. İklimi genellikle karasaldır. Yazları sıcak ve kurak, kışları ise soğuk ve yağışlıdır. İlçeyi ikiye bölen Hezil Çayı'nın bir kolu olan Kılaban Deresi ilçeye hayat vermektedir. İlçenin tarihi, millattan önceye dayanmaktadır. Tarih boyunca Urartular, Medler, Persler, Romalılar, Arsaklılar ve Sasaniler'in egemenliğine girmiştir. 1142’de I. İmadeddin Zengi'in ve 1260 yılında Hulagu’nun Hakkari yöresini ele geçirmesini izleyen yılların kargaşalığı, yöre beylerinin 1349’da Karakoyunlulara bağlanmayı kabul etmeleri ile durur. 1386’da Timur ve 1502’den itibaren Safevi hakimiyeti altında yaşayan Uludere (Kılaban), Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı İmparatorluğu'na bağlanarak bütün il beyleri gibi içişlerinde serbest bırakılır. Aşiret Beyleri kendi egemenlik haklarını korumak, Osmanlı toprak sisteminin dışında bir sistemle yönetilmek ve seferlere asker yollamak şartıyla imparatorluğun egemenliğinde Cumhuriyete kadar kalmışlardır. Osmanlı döneminde bölgeye Sindi aşireti hakimdi. Cumhuriyetin ilanından sonra bucak haline getirilerek Beytüşşebap ilçesine bağlanan Uludere 27.06.1957 tarihinde yürürlüğe giren 7033 sayılı kanunla ilçe yapıldı. Bu tarihten 1990 yılına kadar Hakkari (Çölemerik) iline bağlı bir ilçe oldu. 16.05.1990 tarihinde çıkarılan 3474 sayılı kanunla yeni kurulan Şırnak iline bağlandı. Uludere ilçesi Şırnak iline bağlı olup il merkezine uzaklığı 48 km.dir. İlçeye bağlı 12 köy ve 3 belde vardır. Uludere Belediyesi 1958 yılında kurulmuştur. Uludere halkının %95'i bölgenin en kalabalık nüfusuna sahip olan Kürt aşireti Goyan Aşireti mensuplarından oluşmaktadır. Nüfusun geri kalanı dışarıdan gelen devlet
memuru ve askeri nüfustur. Goyan Aşiretinin birçok kabilesi merkez ve köylerde yaşamlarını devam etmektedir. Son yıllarda batı şehirlerine, özellikle İstanbul'a, göç eden ciddi bir nüfus vardır. Zengin folklorik yapısıyla Şırnak ilinin önemli bir ilçesidir. Yaylaları ve ırmaklarıyla gezilecek doğal alanlara sahiptir. Kendine has toprak evleriyle günümüzde örneğine az rastlanır bir mimari yapıya sahiptir. Yazın uzun selvi ağaçlarıyla kışında karıyla doğa harikası olan bir yerleşim yeridir. Bahar aylarında yaylalardan toplanan ve yemek yapılan "pıncar", "lüşık", "kerenk", "big" gibi bitkiler halkın sebze ihtiyacını karşılar. Meyve olarak yenen ışgın ve "temtol" bitkisi yaza doğru yaylalarda toplanır ve çarşılarda satılır. Flora ve Fauna bakımından zengin bir ilçedir. Endemik bitki, ters lale veya dağ lalesidir. Türkiye'de sadece Uludere-Hakkari arasındaki dağlarda yetişen ve koruma altında olan ters lale veya dağ lalesi olarak bilinen ilçenin sembolü olmayı hak eden bir bitkidir. Ayrıca yapılan araştırmalara Anadolu'da soyu tükendiği söylenen Hazar kaplanı da, sonuncusu Şubat 1970’te Şırnak/Uludere’de "Şehit Şen" isimli bir köylü tarafından vuruluncaya kadar burada yaşardı. En son ilçenin sınırlarında görülmüştür. Yaban hayatı açısından zengin bir yapıya sahiptir. Başta dağ keçisi olmak üzere, ayı, yaban domuzu, geyik, tavşan, tilki, keklik ve birçok kuş türü mevcuttur. Yayla turizmi ve kış turizmine uygun bir coğrafyaya sahiptir. Yapılışı: Hamur kulak memesi kıvamına gelinceye kadar yoğrulur. Etli, pide şeklinde hamur açılır. Diğer malzemeler kıvama gelinceye kadar karıştırılır. Malzemeler hamurun üstüne serpilir. Sıcak servis yapılır. 1. Erkekler şelu şapik veya tırgal giyer 2. Kadınlar kiras-kurtek fistan giyer Yöresel kıyafetler bayanlarda (Kiras-kurtek), erkeklerde şel-şapık veya tırgal goyan aşiret kültürünün önemli örnekleridir. Yöresel el yapımı Uludere kilimleri ve halıları oldukça beğeni toplamaktadır. Yöredeki birçok atölyede dokunup Türkiye'nin birçok yerine satılmaktadır. Ayrıca yöreye ait desenli yünlü çoraplar, berivanların kullandığı yük taşımalığı önemli diğer el sanatları örnekleridir. Belediye başkanlarının bağlı olduğu siyasi parti ve yerel seçimlerde aldıkları oy yüzdeleri: Çerkezköy Çerkezköy, Tekirdağ iline bağlı ilçe. Çerkezköy coğrafyasında ilk kurulan köyün, Çerkezköy mü yoksa Türbedere mi olduğu yönünde değişik görüşler bulunmaktadır. Atatürk İlköğretim Okulu bahçesinde olan türbe nedeniyle, Çerkez yerleşiminin öncesinde ve sonrasında dere yatağının olduğu bölge “Türbedere” diye adlandırılıyordu. Bugün Çerkezköy’de yaşayan bazı vatandaşların elinde, Çerkez göçleri öncesi döneme ait Türbedere kayıtlı tapuların bulunması, burada 1863 öncesine; 1847-1848 yıllarına uzanan bir yaşamın bulunduğu göstermektedir. Her ne kadar Çerkez göçü öncesi Türbedere’de bir yaşam olsa da, burada yaşayanların kaç hane olduğu, nüfusu ve kimliklerinin ne olduğu hakkında net bir bilgiye ulaşılmış değildir. Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde, Fon Kodu HH.d… Gömlek No.su 17434 olan belgede, “Çerkes karyesinde Türbedere’de yapılacak olan inşaatın keşif bedeli” ibaresi olması, Türbedere’nin öncelikli olarak bir mevki adı olduğunu gösteriyor. Osmanlı-Rus Savaşı sonrası yeni göçlere açılmasıyla bu yerleşim yerinin adının, 1878 -1911 yılları arasında Türbedere olarak geçtiği, 1888-1907 yılları arasında da Türbedere’nin statüsünün, Türbedere yöresi, Türbedere Köyü ve Türbedere Nahiyesi olarak tanımlandığı söylenebilir. Geçmişten bugüne aktarılanlar ve ortaya çıkan belgelere dayanarak yapılan incelemelerde, Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından bu coğrafyada aslında iç içe geçmiş 3 köyün varlığından söz edilmektedir: Birincisi, bugünkü Çerkezköy Belediyesi ile türbenin olduğu Atatürk İlköğretim Okulu’nun çevresindeki Çerkezköy, ikincisi dere yatağı çevresindeki Türbedere ve üçüncü olarak da Garnizon Komutanlığı’nın olduğu yerdeki Yeniköy. Bu üç köyün varlığı 1911 yılında bu yerleşim yerinin nahiye ve belediye olmasını sağlamış, ilk Belediye Başkanı Molla Mehmet Efendi ve beraberindekiler bölgenin isminin Türbedere olarak kalıcılığının sağlanmasını isteğinde Edirne Valiliği bu isteği kabul etmemişti. Edirne Valiliği’nin kararından sonra bu yerleşim yerinin ismi, Çerkezköy olarak kalıcı hale gelmiştir. Çerkezköy, 26 Ekim 1912 ile (bazı kaynaklara göre ise de Kasım ayı başında) 30 Haziran 1913 tarihleri arasında Bulgar işgaline, 23 Temmuz 1920 ile 30 Ekim 1922 tarihleri arasında Yunan işgaline uğradı. Kuruluşundan beri Çorlu’ya bağlı olan Çerkezköy, 1914 yılında Kırkkilise’nin Saray Kazasına bağlandı. 15 Ekim 1923 yılında Saray ile birlikte Tekirdağ’a bağlanan Çerkezköy, 1 Nisan 1958’de İlçe yapıldı ve Kaymakamlığına da Yusuf Ziya Doğan atandı. 1970'lere kadar kırsal nitelikli küçük bir yerleşim yeri olan ilçemiz, Bakanlar Kurulu'nun 1971 yılındaki kararı ile "Kalkınmada Öncelikli Yöreler" kapsamına alınmış ve 1973 tarihindeki karar ile Organize Sanayi Bölgesinin kurulması sonucu başlayan hızlı sanayileşme hareketiyle birlikte gelişim sürecine girmiştir. Ardı ardına etkinliğe geçen büyük ölçekli, modern teknoloji kullanan ve esas olarak dış pazara yönelik üretim yapan özel sektör kuruluşları, dokuma, metal eşya ve makine imalatı dallarında yoğunlaşmıştır. Bölgemizdeki sanayi tesislerinde 60.000’i aşkın çalışan, Türkiye ekonomisine katkıda bulunmaktadır. Halkın çok az bir bölümü tarımla uğraşmaktadır. İlçenin yer yer orman, tarım ve mera alanı olarak kullanılan topraklarında yetiştirilen başlıca ürünler; buğday ve ayçiçeğidir. Hayvancılık da yapılan ilçede az miktarda sığır ve koyun yetiştirilmektedir. Çerkezköy’de 2011 TÜİK verilerine göre yaşayan 177.442 kişiden 92.301’i erkek, 85.141’i kadındır. Erkek nüfusun ilçede daha ağırlıklı olması (%52) fabrikalarda çalışmaya gelen erkeklerin sayısının daha fazla olmasından kaynaklanmaktadır. 60.000 kişi istihdam edilen Organize Sanayi Bölgesi (OSB)'nin bulunduğu Kapaklı beldesinin nüfusu, 2012 yılı itibarıyla 65.000'e ulaşmıştır. Çerkezköy ilçesi, Tekirdağ iline bağlıdır .Coğrafi olarak 41 derece 17 dakika 06 saniye kuzey enlem ve 28 derece 00 dakika 01 saniye doğu boylamında olup, denizden yüksekliği 160 metredir. Çerkezköy, doğuda İstanbul, güney ve batıda Çorlu, kuzeyde Saray ilçeleriyle çevrilidir. Güneyden geçen 0-3 Otoyolu'na 22 km'lik bir yolla bağlanan ilçemiz, il merkezi Tekirdağ'a 56 km, İstanbul'a ise 110 km uzaklıktadır. İlçe toprakları Ergene Havzası'ndaki hafif engebeli düzlüklerden oluşur. Bu toprakların sularını Ergene ırmağı ile başlıca kollarından Çorlu Çayı toplar. Çerkezköy ilçe merkezi idari yönden 10 mahalleden oluşmaktadır. Çerkezköy ilçesi, Trakya ikliminin belirgin özelliklerinin etkisi altındadır. Yörede zaman zaman esen soğuk kuzey rüzgarları ısının düşmesine yol açmaktadır. Sıcaklık, yaz aylarında 25 °C - 35 °C, kış aylarında ise 10 °C - (-8)°C arasında değişmektedir. Master of Orion Master of Orion uzaydaki ırkların ilişkilerini simüle eden tur bazlı bir bilgisayar oyunudur. İlk olarak 1993 yılında MicroProse tarafından piyasa sürülmüştür. Sonradan ikinci ve üçüncü serileri Windows platformunda çalışacak şekilde yayımlanmıştır. Hayrabolu Hayrabolu, Tekirdağ ilinin bir ilçesi. Hayrabolu, Trakya'nın en eski yerleşim birimlerinden biridir. Türkler tarafından ilk olarak 1358 yılında fethedilmişse de kısa bir süre sonra Roma İmparatorluğu'nca geri alınmıştır. 1368 yılında Sultan I.Murad zamanında ikinci ve son olarak Roma İmparatorluğu'ndan geri alınmıştır. Bu tarihten sonra Anadolu'nun çeşitli bölgelerinden, özellikle Kayseri ve Sivas dolaylarından seçilen aileler Hayrabolu ve çevresine iskan edilmiştir. Eski adı Chariupolis'tir (Hanri-polis; Rüzgarlı şehir). Bugünkü adı ise ikinci fethinden sonra Hanripol; Hayrı-bol olarak değiştirilmiştir ve günümüze "Hayrabolu" olarak gelmiştir. Tekirdağ İl merkezine uzaklığı 52 km dir. 2008 Tuik sayımı ilçe şehir merkezi nüfusu 19096 belde ve köyler 18.326 ilçe köy belde ve şehir toplamı 37.422 dir. Hayrabolu’nun bugün bulunduğu bölge tarihin çok eski çağlarında ormanlık bir bölgeydi. Özellikle Hayrabolu bahçesi bir zamanlar ağaçlarla kaplı, çayır ve gölleriyle, tertemiz akan deresiyle adeta cennetten bir parçaydı. Birgün, bu bölgeden çok uzaklarda yaşayan ve hayatlarını hayvancılıkla sürdüren göçebe kavimlerden birinin koyunları kayboldu. Bütün kabile halkı günlerce ormanlık bölgede koyunlan aradı durdu. Bu arayıştan bitkin düşen sürünün çobanı, böğürtlen ve güvem yemişlerinin iç içe ve bolca bulunduğu bir çatakta gördüğü bir taşa oturup biraz dinlenmek ve etrafında bulunan bu yemişlerden de yemek istedi. Çoban, çalılıklardan topladığı böğürtlen ve güvem yemişlerini avuçlarının içinde tutarak taşa oturdu ve yemeye başladı. İşte o anda hiç beklenmeyen bir olay oldu. Çobanın oturduğu taş dönerek, güney istikametinde oturmuş olan çobanın yönünü kuzeye çevirdi. Bu duruma bir anlam veremeyen ve çok korkan çoban alelacele oradan uzaklaşarak kabilesine gitti. Durumu kabile reisi ile kabilenin ileri gelenlerine anlattı. Çobanın anlattıklannı dikkat ve hayretle dinleyenler sonunda hep birlikte 'Döner Kaya'nın bulunduğu mevkiye gitmeye karar verdiler. Böğürtlen ve güvem çalılıklarıyla kaplı ve orta yerinden tertemiz bir suyun aktığı derin bir çatak içine giren kabile mensupları orta yerde duran kayanın ne tarafa döndüğünü çobana sordular. Çoban ilk oturuş istikameti ile dönüş istikametini anlattı. Bunun üzerine kabile mensupları çobanın döndüğü kuzey istikametinde bulunan hafif yükseklikteki bayıra çıkmaya karar verdiler. Bayırın tepesine çıktıklarında ise hayretler içinde kaldılar. Çünkü kaybettikleri ve günlerce aradıkları koyunlarının tamamı oradaydı ve kuzey istikametinden esen rüzgara karşı yatmış geviş getiriyorlardı. Kabile bu olaydan sonra gelip buraya yerleşmeye karar verdi. Koyunlann bulunduğu yer, şu anda Hayrabolu şehrinin bulunduğu yerdi. Dönen kayanın bulunduğu çatak ise şimdi Kahya Mahallesinin mezarlıklar mevkiinde 'Dönerkaya' olarak anılan yerdi. Bugün dahi, (1990′larda) ba
tıl inancı olan kişiler bu dönerkayayı ziyaret edip adaklarda bulunrnakta, bazı kişiler de kayanın kendilerinde döndüğünü iddia etmektedir. Kayanın kendisi bugün toprak altında kalmış olmasına karşın, mevkiini bilenler ve şehrin kuzey rüzgarlarına açık bulunması bu efsaneye güç katıyor. Hatta bu efsaneden olsa gerek, bazı kişiler Hayrabolunun ilk adının 'Rüzgarlı Şehir' anlamına gelen bir isim olabileceğini düşünüyorlar. Hayrabolu, Trakya’nın en eski kasabalarından biridir. Hisar Mahallesini çevreleyen kale daha Osmanlılar zamanında yok olmuştur. Ancak kalıntıları görülmektedir. Rüstem Paşa tarafından yaptırıldığı bazı kayıtlarda geçen hamamdan da sadece bir kubbe geri kalmıştır. Günümüze ulaşamamış olan en önemli tarihi eserleri ise: Beyler Hani Camii, İbrahim Celebi Camii, İskender Pasa Camii, Gazi Süleyman Pasa Camii ile 12 adet mescit ve 2 adet köprüdür. Giray Han’larından Selamet Giray’a ait bir sarayın da Hayrabolu’da bulunduğu ancak günümüze ulaşamadığı bildirilmektedir. Hayrabolu’nun Kabahöyük, Delibedir, Kadriye, köylerinde Höyükler ve Tümülüsler bulunmaktadır. Hacılı Koyu “Tek Höyük” tümülüsünde yapılan kazılarda Roma dönemine ait Trakyalı bir savaşçıya ait yakma (kramasyon) mezar ortaya çıkarılmıştır. Edirne Vilayet Matbaası Müdürü Şevket Dağdeviren'in yazdığı 1892 tarihli salnameye göre; Edirne Vilayeti Tekfurdağı Sancağı’nın bir kazası olan Hayrabolu, kasabası içindeki 691 evde 2758 nüfus vardır. Kasaba 72 köy ile çiftliğin merkezidir. Kaza genelinde 3846 evde 16472 çeşitli milletten nüfus bulunmaktadır. Kasaba içinde 4 cami, 2 mescit ve köylerde 17 cami, 38 mescit vardır. Eskimiş hükumet konağı yıktırılarak ve arsası genişletilerek 3 katlı 23 odalı taştan yeni bir bina yaptırılmaktadır. Kasabada belediye binası, posta telgraf daireleri, aşar ambarı, 2 tekke, 2 zaviye, 1 un fabrikası, 8 çeşme, 2 kiremithane ve 4 çömlekhane vardır. Tekirdağ'a 52 km uzaklıkta olan Hayrabolu'nun kuzeyinde Kırklareli,batısında Edirne,güneyinde Tekirdağ,doğusunda Muratlı bulunmaktadır. Toplam yüzölçümü 1037 km karedir. Bölgenin en verimli topraklarına sahip olup il merkezinin kuzey batısında Ergene havzasında, Hayrabolu deresi vadisinde kurulmuştur. Arazisinin %60'ı ova, % 35'i hafif engebeli olup %5'i orman örtüsüyle kaplıdır. Deniz seviyesinden en yüksek yeri 269 metreyle Kabahöyük tepesidir. Batı kesimleri Işıklar Dağı'nın alçak olan kuzeybatı uzantıları engebelidir. Bunun dışındaki alanlar ise çok parçalanmamış ve yer yer dalgalı düzlüklerden oluşan bir plato niteliğindedir. Hayrabolu vadisi "U" kesitli, iki yamacı farklı eğilimli bir vadidir. Hayrabolu deresinin oluşturduğu bu vadinin güney yamacı, kuzey yamacına göre daha diktir. Hayrabolu'da diğer vadiler Kurtdere, Çengelköprü ve Çurçura vadileridir. Hayrabolu ilçesi plato görünümünde olup, ortalama yükseltisi 210-220 metre civarındadır. İlçe Topraklarının sularını Ergene ırmağının önemli kollarından Hayrabolu deresi toplar. Güney- Kuzey yönünde akan Hayrabolu deresi Hayrabolu ilçe merkezinden geçer ve kuzeyde Ergene ırmağına dökülür. Ergene ırmağının önemli kollarından biridir. Hayrabolu'da 14 adet sulama göleti bulunmaktadır. Bunlar Bayramşah, Büyük Karakarlı, Çerkezmüsellim, Dambaslar, Hayrabolu merkez, Hedeyli, Karababa, Karakavak, Örey, Övenler, Parmaksız, Soylu, Susuzmüsellim, Temrezli göletleridir. Hayrabolu'da Trakya geçit iklimi görülür. Kışları oldukça yağışlı ve çok soğuk,yazları az yağışlı ve sıcaktır.Yıllık yağış ortalaması 600mm'dir Sefer yolu üzerinde bulunuşu nedeniyle uzun yıllar, özellikle Kanuni devrinde at ve develerden kurulan savaş ikmal kollarına kışlak olmuştur. Fetihten sonra Cerman Sancağına bağlanmış bir bucak merkezi iken 1849 yılında Tekirdağ'a, bir ara (1866-1867) Lüleburgaz'a bağlanmışsa da 1867 yılında müstakil kaymakamlık haline gelen Hayrabolu 1868 de ilçe oldu. Tekirdağ'ın 1924 yılında il haline gelmesinden sonra da Tekirdağ'a bağlanmıştır. Merkezi idari yönden 4 mahalleden (Aydınevler, Hisar, İlyas, Kahya) meydana gelmektedir.Hayrabolu'ya 2 belde belediyesi(Çerkezmüsellim ve Şalgamlı)ve 46 köy bağlıdır. Son verilere göre Tekirdağ'ın yıllık nüfus artış hızı en düşük ilçesi olan Hayrabolu şehir merkezinin nüfusu 19.000, köylerinin toplam nüfusu 18.500 dür. Hane halkı büyüklüğü hane başına 4 kişi ile Tekirdağ'ın en yüksek hane değerine sahiptir(hane büyüklüğü 1 evde yaşayan kişi sayısı). Belediye sınırları içinde(81.500 metrekare) 3.000 bina, 5.000 konut, 1.500 işyeri vardır.Şehir nüfusu oranı %51 köy nüfusu oranı %49'dur (rakamlar yuvarlanmıştır). En büyük köyleri sırasıyla Lahana, Büyükkarakarlı ve Soylu'dur. Cumhuriyet öncesinde Hayrabolu'da bir Rüştiye ve Hayrabolu'nun Kadriye köyünde 1 iptidai mektebi bulunduğu tarihi kayıtlarda görülmektedir. Hayrabolu ilçesinde 1 genel lise 1 Anadolu lisesi, 1 Kız meslek lisesi 1 Endüstri Meslek Lisesi ve 16 adet ilköğretim okulu, Halk Eğitim Merkezi, Mesleki Eğitim Merkezi mevcut olup, toplam 6044 öğrenci eğitim görmektedir. Hayrabolu ilçesinde Trakya üniversitesine bağlı bir Meslek Yüksek Okulu bulunmaktadır. Meslek yüksek okulunun Seracılık, Elektrik, Motor ve Muhasebe bölümleri vardır. İlçede iki ortaöğretim yurdu bulunmakta olup, kredi yurtlar kurumuna bağlı 500 öğrenci kapasiteli yüksek okul öğrenci yurdunun yapımı devam etmektedir. Hayrabolu Halk Eğitim Merkez Müdürlüğü 1979 tarihinde kurulmuş olup, İlçede Mesleki kurslar ve Genel Bilgi kurslarını düzenli olarak açmaktadır. Bugüne kadar 3568 vatandaşa kurs belgeleri verilmiştir. İlçede okullaşma oranı %100'dür. İlçede 7 ana sınıfında, 4 öğretmen, 3 usta öğretici ve 154 öğrenci bulunmaktadır. İlköğretimde 15 okul ve 4371 öğrenci 174 öğretmen vardır. Toplam derslik sayısı 185 dir. İlköğretimde şehirde 26.03 ,köylerde 19,9 öğrenciye 1 öğretmen düşmektedir. Taşımalı ilköğretimde 7 taşıma merkezi, 47 taşınan okul mevcuttur. İlçede 4 orta öğretim okulu mevcuttur. İki genel ortaöğretim okulunda 696 öğrenci, 30 öğretmen 2 Mesleki ve Teknik orta öğretim okulunda 443 öğrenci 42 öğretmen mevcuttur. İlçede öğrencilerin % 41.8 si genel orta öğretime, % 58.2 si mesleki ve teknik okullara devam etmektedir. Hayrabolu ilçesinde 1990 yılında Beldiye Başkanı Necati Kaan Türkkan Belediye Tiyatrosunu kurarak Tiyatro folklör çalışmalarını başlatmıştır. Hayrabolu ilçesinde sağlık hizmetleri 1923 yılına kadar sağlık kurumu olarak 5 yataklı Özel İdare Dispanseri ve Hüküme tabipliği vardı. 1955 yılında 10 yataklı Sağlık Merkezi açıldı. 1983 yılında sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesinden sonra, Hükümet Tabibliği Sağlık Ocağına dönüştürülmüştür. Çerkezmüsellim , Dambaslar, Susuzmüselim Sağlık Ocakları 1983, Lahana ve Şalgamlı Sağlık Ocakları 1994 yılında faaliyete geçmiştir. Hayrabolu Verem Savaş Dispanseri 1967 yılında açıldı. Hayrabolu'da Verem Savaş Dispanseri Merkez Sağlık Ocağı ile beraber aynı binada hizmet vermektedirler. Hayrabolu Devlet Hastanesi 50 yatak kapasiteli olup 1995 yılında hizmete açılmıştır. Hayrabolu’da ayçiçeği ve buğdaya dayalı tarımsal sanayi fabrikaları ile tarımsal ekipman imalatı işyerleri mevcuttur.Ayrıca yapımı tamamlanmış büyük bir organize sanayi alanı mevcuttur sınır kapılarına Tekirdağ limanına ve İstanbul’a yakın olması sebebiyle bu alan geleceğin sanayi bölgesi olma yolunda iddialı şimdiden bölge İstanbul’dan gelen 40 fabrika için ev sahipliği yapmaya hazırlanmaktadır bu fabrikalar bölgede yaklaşık 5000 kişiye iş imkânı sağlayacaktır. Malkara Malkara, Tekirdağ ilinin bir ilçesidir. İl merkezinin yaklaşık 56 km batısında yer almaktadır. Tekirdağ iline 56 km uzaklıkta olan Malkara'nın kuzey batısında Uzunköprü, kuzey doğusunda Hayrabolu, güney doğusunda Şarköy, güneyinde Gelibolu, batısında ise Keşan bulunmaktadır. 1.149 km²'lik yüzölçümü ile Tekirdağ ilinin toprak alanı en geniş ilçesidir. Malkara 1870 yılına kadar Gelibolu'ya bağlı kalmış bu tarihte Edirne vilayetine bağlı Tekfurdağ Sancağına (Tekirdağ) bağlanmıştır. Bazı kayıtlara göre de Malkara 1880 yılında ilçe olmuştur. Malkara ilçesi idari yönden 4 mahalle (Camiatik, Hacıehvat, Yenimahalle, Gazibey) 3 belde ve 70 köyden oluşmaktadır. Pers kralı I. Serhas zamanında Yunan şehirleri ile yapılan savaşlar (Pers savaşları) sırasında, Malkara'ya çok yakın olan Gürgen Bayırı denilen yerde bir kalenin yapıldığı söylenmektedir. Bu kale civarında birçok yılan bulunduğundan, bu kaleye Farsça Margar veya Margaar adı verilmiştir. Farsça'da mar yılan, gar veya gaar da in - mağara anlamına geldiğine göre Malkara sözü, yılanlı mağara veya yılanlı kale anlamına gelmektedir. Bir söylentiye göre, Makedonya Kralı Büyük İskender Trakya'da otuz yıldan fazla kalan Persleri (İranlılar) Trakya'dan uzaklaştırınca, Malkara'da (Malgar'da) Sazan, Malgar ve Kumardar İsimli üç komutanı, yedek güçlerin başına bırakmıştır. Bunlardan Malgar Gürgen Bayırındaki kalenin benzerini, bugünkü Malkara'nın batısında yeniden kurmuştur. Kumardaç isimli komutan da bir kale yaptırmıştır (Halen oraya Kumardaş Tepe denilmektedir). Sazan adlı Komutan da yine bir kale yaptırmıştır (Bugün Sazan çiftliği denilen yerde). Bu kaleler daha sonra Romalıların eline geçmiştir. Bizanslılar dönemine kadar savunma amacıyla kullanılmışlardır. Malkara'nın kesin olarak Osmanlılara geçmesinden sonra, Osmanlının iskan (yerleştirme) politikasına uygun olarak Anadolu'dan getirtilen Yörükler, Malkara ve civarına yerleştirilmişlerdir. Bu arada, Ankara ve Çankırı dolaylarından getirtilen bazı ahi gruplar da Malkara'ya yerleştirilmişlerdir. (Ahievren köyünün adı bu olaydan gelmektedir.) I. Murad'ın ahiliğe karşı büyük bir sevgisi olduğundan (kendisi de bir Ahi'dir.), Malkara'ya getirtilen Yörükler arasında ahilik oldukça yaygındır. Malkara ve civarına yerleştirilen Yörüklerin büyük bölümünün I. Mehmed döneminde "1402-1421" Saruhanlı Beyliğinin Yörükleri olduğu bilinmektedir. Bunlar; Konya, Aydın ve Muğla çevrelerinden getirtilerek yerleştirilmişlerdir. Başlarında da ünlü Paşayiğit (Keşan'ın Paşayiğit kasabası onun adını taşır) bulunmaktaydı. İstanbul'un Türkler tarafından alınmasından sonra, M
alkara'nın Balkanlara yapılacak seferler sırasında önem kazandığı görülür II. Mehmed döneminde Malkara, daha sonraları Evlad-ı Fatihan adıyla anılan akıncıların merkezi olacaktır. Paşayiğit'in soyundan Turhan Bey (Malkara'nın Hacıevhat Mahallesinin ondan fazla sokağı onun adını taşır), yaşadığı dönem içinde Malkara'nin gelişmesini sağlamış, bu dönem de Malkara oldukça gelişmiştir. Zira, akıncı birliklerinin tüm ihtiyaçları buralarda karşılanmaktadır. "Bugün Malkara civarında Boyacılar, Ensericiler, Ekmekçiler, Yaylagöne gibi isimler bu dönemin izlerini taşır. Akıncı birlikleri için lazım olan her şey buralarda hazırlanıyordu. Turhan Bey'in oğulları Atina fatihi Ahmet (ki burada ölmüştür) ve kardeşi Ömer Bey (Türbesi, Malkara'da adıyla anılan caminin avlusundadır. Klasik Osmanlı üslubunu taşıyan yapı, sağlam olarak günümüze kadar gelebilmiştir.) Fatih döneminde önemli bir akıncı Beyidir. Kaynaklarda rastlandığı kadarı ile gözü pek bir komutan olan Ömer Bey, Fatih'in emriyle 1465'lerde Venedik'e 70 km kadar yakın olan İzanco ırmağına kadar, 1470'lerde Romanya'ya Pleoşti (Bükreş yakınları)'ye kadar uzanan maceralı akınlar yapmıştır. Fatih'in isteği ile 1473 Otlukbeli savaşına katılmış, uzun Hasan'ı İran içlerine kadar kovalamış ve orada esir düşmüştür. Fatih, bu değerli adamını, birçok İranlı esiri vererek geri almıştır. Bundan sonra Ömer Bey'in gözden düştüğü ve Malkara'da öldüğü bilinmektedir.(l488) Malkara, III. Selim zamanında Nizam-ı Cedid'in kuruluşu günlerinde bu yenilik hareketini çekemeyen Yeniçeriler, Malkara'nın Ballı köyünde ayaklanmışlardır. Nizam-ı Cedid kuvvetlerince bastırılmıştır. Edirne Vilayet Matbaası Müdürü Şevket Dağdeviren'in yazdığı 1892 tarihli salnameye göre; Edirne Vilayeti Tekfurdağı Sancağı’nın bir kazası olan Malkara, kasabası içindeki 7 mahalle, 4 nahiye ile 38 köyde toplam 27147 çeşitli milletten nüfus vardır. Bir hükumet konağı, 1 telgrafhane, 8 cami, hapishane, jandarma dairesi, 2 buharlı un fabrikası, 1 medrese, 3 okul, 2 hamam, 5 çeşme, 2 dergah, belediye dairesi, 1 çömlekhane, 9 kiremit ve tuğla ocağı vardır. Malkara, 1828 Osmanlı - Rus savaşı sırasında, Türklerin elinde ilk defa işgale uğramıştır. 1878 Osmanlı - Rus savaşında da (93 harbi) Tekirdağ işgal edilince, Malkara'da önemli göçlere sahne olmuştur. Malkara, tarihinin en kötü günlerini Balkan savaşı sırasında yaşamıştır. 9 Kasım 1912'de Bulgarlar tarafından işgal edilmiştir. Yerli Bulgar ve Rumlarında işbirliği ile 500'den fazla kadın, erkek ve çocuk şehit edilmiştir. Katledilen insanlar, toplu olarak gömülmüşlerdir. Şehitlik denilen bu yerde, bu şehitlerin anısına bir anıt dikilmiştir. İşgal 8,5 ay sürmüş, bu arada şehir yağma edilmiş, yakılmış, yıkılmıştır. 14 Temmuz 1913'te Mustafa ve Enver Paşa'nın birlikleri tarafından şehir harabe halinde kurtarılmıştır. Malkara son kez, I. Dünya Savaşı sonunda 20 Temmuz 1920'de Yunanlar tarafından işgal edilmiştir. İşgal yıllarında çok kötü günler yaşayan Malkara, 11 Ekim 1922'de sağlanan ateşkes uyarınca 14 Kasım 1922 tarihinde Yunanların şehri boşaltmasıyla kurtulmuş ve özgürlüğüne kavuşmuştur. II. Dünya Savaşı yıllarında da (1940-1941), Trakya'daki diğer kasabalar halkı gibi, buradakiler de işini, gücünü, yerini terk ederek Anadolu'ya göç etmek zorunda kalmış, türlü maddî, manevî sıkıntılara ve acılara uğramışlardır. II. Dünya Savaşı sırasında Türkiye'ye sığınan Yunanları da savaş süresince beslemiştir. İlçede yüksek dağlar, vadiler yoktur. Genelde toprakları, aşınmış, tepelerden yarı ova özelliği gösteren plato görünümündedir. Tekirdağ ilinin en önemli dağı olan Tekir Dağları Malkara'ya 25 km. mesafededir. Bu dağlar, ilçenin güney bölümünde, Tekirdağ-Gelibolu istikametinde uzanırlar. İlçenin sınırları Çimendere köyü yakınında son bulur. Ganos dağı, Tekir sıra dağlarının en önemli yükseltisidir. Malkara'nın yüzey şekilleri nedeni ile büyük akarsuları yoktur. Barajları ve göletleri besleyen dereler vardır. İlçede belli başlı ovalar ise; Evrenbey, Kırıkali, Hacısungur, Gözsüz, Karacahalil, Kalaycı, Sağlamtaş, İbribey ovalarıdır. Bunlar fazla geniş olmamakla birlikte bu ovalar ilçenin önemli düzlükleridir. İlçede, Karaiğdemir ve Kadıköy barajları en önemli yapay göllerdir. Bunun yanında sulama amaçlı: Yaylagöne, Vakıfidemir, Yenidibek (Pişman), Doluköy, Küçükhıdır, Karacagür ve Sırtbey göletleri yapılmıştır. Yapılan bu baraj ve göletlerle ilçenin sulanabilir arazi miktarı 28.360 dekara yükselmiştir. İlçenin sahip olduğu toprakların büyük bir kısmı tarıma elverişli alanlardır. İlçenin orman örtüsü daha çok güney ve güney batısında yer alan Sağlamtaş Kasabası ile Gelibolu, Keşan sınırları arasında yer almaktadır. Bu alan 232.380 dekar civarındadır. İlçe; kara iklimine sahip olup, kış ayları soğuk ve yağışlı geçmektedir. Yazlar da, genellikle sıcak ve kuraktır. Yıllık yağış ortalaması 500 milimetredir. İlçenin geçmiş yıllarına gidilirse en eski kayıtlı belge olan 1888 Devlet Salnamesi'nde ilçede bir rüştiye (ortaokul) ile 1898 yılında Turhan Bey medresesinin varlığı bilinmektedir. 1901 Edirne Vilayet Salnamesine göre: Malkara'da 1 rüştiye, müslüman çocuklar için birer kız ve erkek okulu, Rum Ortodoks ve Ermeni Gregoryenler'in ikişer okulu bulunduğu yazılıdır. Günümüzde ise ilçe merkezinde 10 ilköğretim okulu, 1 Teknik Lise ve Endüstri Meslek Lisesi, Mesleki Eğitim Merkezi Müdürlüğü, Halk Eğitim merkezi Müdürlüğü, Çok Programlı Lise , 1 Lise , 1 İmam Hatip Lisesi, 1 Anadolu Lisesi, 1 Meslek Yüksek Okulu bulunmaktadır. 70 köy ve 3 kasabada 26 ilköğretim okulu mevcuttur. Eğitim ve öğretimin kalitesini artırmak için 62 köy ilköğretim öğrencileri merkez olarak seçilen 18 ilköğretim okuluna taşınmaktadır. Malkara ilçesi taşımalı eğitim bakımından Türkiye birincisidir. İlçe merkezindeki ilköğretim okullarında 1.811 kız, 2.090 erkek olmak üzere toplam 3.901 öğrenci bulunmaktadır. Bu okullarda 169 öğretmen görev yapmaktadır. Malkara ilçe merkezindeki okuma-yazma oranı % 91,07'dir. (2000) İlçe merkezindeki orta dereceli okullarda 788 kız, 969 erkek olmak üzere 1.757 öğrenci bulunmaktadır. Bu okullarda 112 öğretmen görev yapmaktadır. Köy ve kasabalardaki ilköğretim okullarında 1.525 kız, 1.533 erkek olmak üzere toplam 3.058 öğrenci ve 157 öğretmen bulunmaktadır. (2000) İlçede toplam 8.716 öğrenci ve 438 öğretmen görev yapmaktadır. Malkara ortaokulu 1950-1951, lisesi ise 1967-1968 Eğitim yılında açılmıştır. Malkara ilçesinde öğrencilerin barınacağı toplam 2 özel öğrenci yurdu bulunmaktadır. Bunların yanında 3 özel dershane de hizmet vermektedir. Son derece zengin bir kültür yapısına sahip olan Malkara'da eğitim ve kültür faaliyetleri için idari bölümler, müze, gençlik merkezi, kütüphane, kondisyon merkezi, sportif amaçlı salonlar, çok amaçlı eğitim salonu, sergi salonları, kafeterya, 400 koltuklu sinema ve tiyatro salonundan müteşekkil bir Kültür Sarayı bulunmaktadır. Malkara ilçesinde tarım alanlarının verimi Türkiye ortalamasının oldukça üstündedir. Dolayısıyla ilçede tarım ve hayvancılık oldukça iyi durumdadır. İlçe tipik bir tarım ilçesidir. Ekilebilen 764.000 dekar arazi bulunmaktadır. Arazilerin tamamında başta buğday, ayçiçeği olmak üzere her çeşit tarım ürünü yetiştirilmektedir. Yıllık buğday üretimi 150.000, ayçiçeği üretimi ise 60.000 tondur. Arazilerin ancak 30.000 dekarlık bölümünde sulu tarım yapılmaktadır. İlçe hayvancılık açısından da son derece önemli bir potansiyele sahiptir. Son yıllarda Köylere Hizmet Götürme Birliği çatısı altında yapılan yatırım ve hizmetler hayvancılığı hem sayısal hem de nitelik olarak büyük ölçüde arttırmıştır. Hayvancılık tarım sektörü içinde ön sıraya çıkmış, özellikle kırsal kesimin gelirinin artmasında rol oynamıştır. Süt sığırcılığının yanında et sığırcılığı da önemli ölçüde artmıştır. Küçükbaş hayvan sayısı, büyükbaş hayvan sayısının artmasına paralel olarak azalmıştır. Et ve yumurta tavukçuluğu üretimi de küçümsenmeyecek boyutlardadır. Tarım sektörünün içinde hayvancılığın payı %50'nin üzerindedir. Türkiye'de bu oran %25 civarındadır. İlçede büyükbaş hayvan sayısı 55.000, küçükbaş hayvan sayısı; koyun: 35.000, keçi; 7.000'dir. Malkara ilçesinde halen 2 un fabrikası, 1 yağ fabrikası, 2 tane yem fabrikası, 1 tekstil makineleri fabrikası, 7 adet tarım aletleri üretim fabrikası, 8 adet mandra ve son zamanlarda yapılmakta olan günde 1000 ton süt kapasiteli Malkara Köylere Hizmet Götürme Birliğinin ortaklığında kurulan entegre süt fabrikası bulunmaktadır. Malkara Köylere Hizmet Götürme Birliği 1987 yılında ilçenin ekonomik sosyal ve kültürel kalkınmasını sağlamak, hertürlü ürününü değerlendirmek kısacası çağdaş uygarlığın yarattığı, hertürlü nimet ve hizmetin Malkara insanına sunmak için kurulmuştur. Malkara Köylere Hizmet Götürme Birliği tarafından gerçekleştirilen yatırm ve hizmetler(Süt İşletmesi, yem işletmesi, teşhis ve tedavi labarotuarlarının kurulması, tedavi ve sun'i tohumlama hizmetleri soy kütüğü kurulması, Tekirdağ Valiliği ile ortaklaşa konkasör şantiyesinin kurulması, Kültür Sarayının yapılması, köy tüzel kişiliklerine ait tesis ve yatırımlarının yapılması, silaş makinelarının alınması, entegre süt fabrikasının yapılması, istihdam yaratılması, araç ve gereçlerin alınması gibi ) ile bölge insanının ekonomik refahının artmasında son derece etkili olmuştur. İlçenin gerçek anlamda sanayi tesislerine kavuşması amacıyla Organize Sanayi Bölgesi kurulmaktadır. Devlet Planlama Teşkilatı tarafından planlandıktan sonra Bakanlar Kurulu Tarafından Malkara'da Organize Sanayi Bölgesi kurulması kararlaştırılmış ve Resmi Gazatede yayınlanarak kesinleşmiştir. İlçeye 8 km mesafedeki Sufatça Çiftliği mevkiinde 1000 dekarlık alan Organize Sanayi Bölgesi yeri olarak seçilmiştir. İlçede 1990 yılında faaliyete geçen Küçük Sanayi Sitesi de bulunmaktadır. Sanayi Sitesi, gerek ilçeye, gerek bölgeye yaptığı hizmetlerle bölge ekonomisine çok önemli katkılarda bulunmaktadır. İlçe, yer altı madenleri bakımından da son derece zengindir. Trakya bölgesinin en önemli linyit kömür yatakları bu bölgededir. Malkara ilçesinin yer altı zenginliği bak
ımından sahip olduğu en önemli maden linyit kömürüdür. İlçe yüzölçümünün ½'si maden sahası ruhsatına bağlı olup, bu ruhsat sahaları içinde irili, ufaklı 26 adet işletme kömür üretim faaliyetine devam etmektedir. Ocakların bir kısmı açık işletme, şeklinde üretim yaparken bir kısmı da kapalı işletme galeri yöntemiyle kömür üretmektedir. İşletmelerin tamamı özel sektöre aittir. Üretilen kömürler Trakya bölgesi ile İstanbul'a pazarlanmaktadır. Kömür, ilçe ekonomisinde son derece önemli yer tutmaktadır. Muratlı Muratlı, Tekirdağ iline bağlı, il merkezine 23 km uzaklıkta bir ilçedir. Şarköy Şarköy, Tekirdağ ilinin bir ilçesi. Tekirdağ'ın güneybatısında, Marmara Denizi kıyısında kurulmuştur. Şarköy ilçesinde biri ilçe merkezi ikisi kasaba olmak üzere 3 belediye (Hoşköy, Mürefte) teşkilatı vardır. Bunlar dışında ilçe merkezi 3 mahalleden oluşurken, ilçeye bağlı 26 köy bulunmaktadır. Edirne Vilayet Matbaası Müdürü Şevket Dağdeviren'in yazdığı 1892 tarihli salnameye göre; Gelibolu Sancağı’na bağlı olan Şarköy kazası, Ovamüstecep nahiyesi ile birlikte 16 Müslüman ve 11 Hristiyan köyde 624 hanede 2936 Müslüman, 2270 hanede 10362 Hristiyan olmak üzere toplam 13298 nüfusa sahiptir. Kazada 7 cami, 20 kilise, 9 okul 6 han, 2 hamam, 29 değirmen, 2 fabrika, 3000 bağ, 9 bahçe, hükumet konağı, karantina, telgrafhane ve vergi dairesi vardır. Kasabadan başka, Mürefte tarafındaki Eğrice Köyü’nde de iskele vardır.Başlıca ürünü ve ihracatı üzüm ve şaraptır. Şarapları Avrupa ülkelerinde aranmakta olup, bağcılığı gelişmektedir. Kaza içinde bir tuğla ve kiremit ocağı, kükürtlü su, çinko, kobalt, nikel ve krom maden damarları vardır. İlçenin Toplam arazi varlığı 48.000 hektardır. Bu alanın 43.000 hektarı (%89,4) tarım arazisi, 5.100 hektarı (%10,6) tarım dışı arazidir. Bölgede ılıman Marmara iklimi görülür. Buna bağlı olarak doğal bitki örtüsünü alçak kesimlerde Akdeniz kökenli bitkiler oluşturmaktadır. İlçede bulunan Şarköyspor futbol takımı, Tekirdağ Süper Amatör Lig'inde mücadele etmektedir. Şarköy belediyesini en son yapılan 28 mart 2009 yerel seçiminde CHP adayı Yük. İnş. Müh. Süleyman ALTINOK kazanmış olup, başkanlık görevini devam ettirmektedir. Yapılan araştırmalarda 1913 yılında Şarköy'de bir ortaokul ve bir ilkokul var iken, 1923'teki cumhuriyetin ilanında sadece bir ilkokul kalmıştır. 1934 yılında Mürefte'de, 1938 yılına kadar Hoşköy, Gaziköy, Uçmakdere, Kirazlı köylerinde birer ilkokul açıldı. 1953 yılında Şarköy ilçe merkezinde, 1959 yılında Mürefte'de, 1972 yılında da Hoşköy'de birer ortaokul açıldı. 1 Ekim 1973'te Şarköy'de, 1980 yılında da Mürefte'de birer lise hizmete girdi. Günümüzde Şarköy'de 9 ilköğretim okulu, 4 lise (1 genel, 1 Anadolu, 1 mesleki eğitim merkezi, 1 çok programlı lise), 1 halk eğitimi merkezi ve Namık Kemal Üniversitesi'ne bağlı 1 yüksekokul mevcuttur. Ayrıca Şarköy'de kültür ve sanat derneği, Atatürkçü Düşünce Derneği gibi sosyal faaliyetlerde bulunan derneklerde aktif durumdadır. taşımalı eğitim sistemi Şarköy'de uygulanmakta olup; Şarköy, Mürefte, Hoşköy, Eriklice'deki ilköğretim okullarına ve liselere taşınmaktadır. Şarköy ilçesinde sağlık hizmetlerinin verilebilmesi için toplum sağlığı merkezi, devlet hastanesi, aile sağlığı merkezleri ve mahalle sağlık evleri bulunmaktadır. Hastane 100 yataklıdır. İlçede, 4 aile sağlığı merkezi ve 7 sağlık evi vardır: Şarköy ilçesi, 60 km uzunluğunda sahillere sahiptir. 2006 yılında denizi ve kumsalıyla Mavi Bayrak almaya hak kazanmıştır. Aynı başarıyı 2007, 2008, 2009, 2010, 2011 ve son olarak da 2012 yıllarında da göstermiştir. Şarköy ilçe merkezinde otel, motel ve pansiyonların yatak kapasitesi 750 dolayındadır. Haftanın belirli günlerinde turistik amaçlı olarak Şarköy'den Avşa, Marmara Adası ve birtakım turistik mekânlara motor gezileri düzenlenmektedir. Mikroklima özelliği gösteren ilçede çok yönlü tarım yapılmaktadır. Her ne kadar ekiliş alanı olarak %50,63 oranı ile ilk sırada tarla ürünleri yer alıyorsa da ekonomik yönden en çok gelir getiren ürünler sırasıyla üzüm, zeytin, buğday, ayçiçeği ve diğer tarla ürünleri yer almaktadır. İlçenin doğusunda kalan merkez arazisi ve sahil köylerinde bağcılık ve zeytincilik ön planda yer alırken, diğer bölgelerde tarla ziraatı ağırlık kazanmıştır. Sahil köylerinde özellikle Gaziköy ve Uçmakdere köylerinde bağ olmayan alanlarda tütün yetiştiriciliği yapıldığı, iç kısımlarda kalan köylerde ise bağ alanları dışındaki yerlere buğday ve arpa ekilişi yapıldığı görülmektedir. Üzümlerden yapıncak çeşidi hem şaraplık hem de sofralık olarak tüketilmektedir. İlçenin yıllık şaraplık üzüm üretimi 52.000 ton, sofralık üzüm üretimi ise 12.000 ton civarındadır. Kapama zeytin yetiştiriciliği yapılan alan 1.500 hektardır. Yöre koşullarında bağ ve zeytin karışık yetiştirilmektedir. İlçede yetiştiriciliği yapılan zeytin çeşidi gemlik tipi olup sofralık olarak tüketilmektedir. Elek altı diye tabir edilen ve sofralık olarak faydalanılmaya uygun olmayan zeytinlerle, ağaç altına dökülenler yağlık olarak değerlendirilmektedir. İlçenin yıllık zeytin üretimi 5.000 ton civarında gerçekleşmektedir. Üretim de bir önceki yılda yaşanan düşük sıcaklık – donlar üretim miktarında yıllar itibarıyla farklılıklar ortaya çıkarmaktadır. Tarla arazisinde en yaygın ekilişi yapılan ürünler buğday, ayçiçeği, arpa ve tütündür. 2003-2004 üretim yılı buğday ekim alanı 4.370 hektar olup 2004 yılı rekoltesi üretim 17.480 ton olarak gerçekleştiği tahmin edilmektedir. Aynı dönemde Arpa ekim alanı 490 hektar olup üretim 1960 ton olarak tahmin edilmiştir. 2004 yılı Ayçiçeği ekim alanı 31770 hektar olup tahmini üretim 4500 tondur. Ayçiçeği üretiminde çeşitli firmalara ait hibrit ayçiçeği tohumlukları kullanılmak ta olup yağlık ayçiçeği üretimi yapılmaktadır. Tütün üretimi 100 hektarlık alanda yapılmakta olup yıllık tütün üretimi 100 ton civarındadır. Sebze üretimi daha çok aile tüketimini karşılamaya yönelik olup en fazla üretimi yapılan sebze domatestir. İlçede tarımsal mekanizasyon gelişmiş olup ,toprakların tamamına yakın kısmı makine ile işlenmektedir. Sadece kırsal alan köylerinde yamaçlarda kalan birkaç parça bağ alanı at ile çekilen hayvan pulluğu ile yapılmaktadır. İlçenin Marmara Denizi'ne sınır olan kıyı şeridinin uzun olması balıkçılık için olumlu bir ortam yaratmaktadır. İlçe merkezi ile Hoşköy ve Mürefte beldelerinde olmak üzere 3 adet faal balıkçı barınağı mevcuttur. Merkez, Hoşköy ve Mürefte beldelerinde olmak üzere üç adet Su Ürünleri Kooperatifi çalışmalarına devam etmektedir. İlçede kefal, çinekop, levrek, mezgit, kalkan, istavrit, lüfer, uskumru, palamut vb. balık türleri ile karides ve kum midyesi avcılığı yapılmaktadır. 2004 yılında 303,2 ton deniz ürünü istihsal edilmiş olup, su ürünlerinden elde edilen parasal gelir 1.786.325.000 Türk lirasıdır. Artova Artova, Tokat'ın bir ilçesidir. Tokat il merkezine 38 km uzaklıktadır. 2013 yılı nüfus sayımına göre Artova ilçe merkezinin nüfusu 3257 kişidir. İlçenin doğusundan 20 km uzunluğunda kaplama bir karayolu ile Sivas-Tokat karayoluna ulaşılır. Buradan Tokat il merkezine 18 km mesafede olup, güneyindeki 17 km mesafelik karayoluyla Yeşilyurt ve 29 km'lik karayolu ile Sulusaray ilçesine ulaşım sağlanmaktadır. Bazı tarihi kaynaklar Artova ilçesinin kuruluşunun Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran seferine dayandırmaktadırlar. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde “ ... şimale doğru giderek Çamlıbel dağından, Sivas eyaleti toprağında mahsulü çok, mamur ve müzeyyen kasaba misali köylerden geçtik. Arıkova (Artova) kasabasına geldik. Oradan da yine şimale giderek Şeyh Nusrettin Tekkesine uğradık” kaydı bulunmaktadır. 1 Haziran 1944'te ilçe olmuştur. İlçeye bağlı 27 köy ve 1 beldenin toplam nüfusu 10.636, ilçe merkez ve köy nüfus toplamı ise 16.246 dır. İlçe merkezi nüfusunda 1990-2000 yılları arasında %21,1 artış olmasına rağmen, 1990-2000 yılları arasında köy nüfusunun toplamında %19,8 oranında bir azalma görülmektedir. İlçe merkez ve köylerinin genel olarak 1990-2000 yılları arasında toplam nüfusunda %8,2 lik bir azalma söz konusudur. 2005 yılından itibaren ilçenin dönüm noktası sayılan çimento fabrikasıyla yeni bir atılım hamlesiyle ilçe son iki yıl içerisinde iyi bir ilerleme hızına erişmiş olup artık dışarıdan göç almaya başlamıştır. Hayvancılık sektöründe de ilerleme olduğundan dolayı ilerleyen tarihlerde Tokat`ın en gözde ilçeleri olmaya aday. Başçiftlik Başçiftlik, Tokat ilinin bir ilçesidir. Başçiftlik İlçesi coğrafi konum olarak Kelkit Çayı bir eşkenar üçgenin tabanı kabul edilirse, Reşadiye-Niksar tabana bitişik köşeleri, Başçiftlik'te taban karşısındaki köşede yer alır. Diğer bir ifadeyle Başçiftlik, Kuzeyinde Ordu iline bağlı Aybastı ilçesi, doğusunda Reşadiye ilçesi, güneyinde Niksar İlçesiyle çevrilmiş olup, yaklaşık toplam 130 km²'lik mülki sınıra sahiptir. Yaklaşık olarak 37 derece, 17 dakika doğu meridyenleri ile 40 derece, 28 dakika kuzey enlemleri arasında yer alır. Başçiftlik Canik Dağları üzerindeki havzanın batı kısmında yer alır. Bu havza doğuya gidildikçe genişler. Yörede İskevsür ovası olarak adlandırılan bu havzada yaklaşık 15'e yakın köy ve kasaba yer alır. Bu havzanın kuzey ve güney kısımları Canik Dağlarının yüksek tepeleri ile kaplıdır. Denizden yüksekliği 1425 metre olan Başçiftlik 8217;in batısında büyük Çal tepesi, kuzeyinde Çartıl, Sivrilce güneyi ise Karaçam ormanlarının bulunduğu yüksek tepelerle çevrilidir. Doğusu düzlük alanlarla kaplıdır. Bu düzlük Bereketli ve Bozcalı Kasabalarına kadar devam eder. İlçenin İlkçağ ve kuruluş tarihi ile ilgili yeterli ve kesin bilgi bulunmamaktadır. Yörede Arkeoloji kazıları ve yüzey araştırması yapılmamıştır. İlçenin kuruluşu ile ilgili bazı söylentiler bulunmaktadır. Ancak bunlar da belgelere dayanmamaktadır. Bir söylentiye göre ilçe, Fatih Sultan Mehmet’in (1461) Trabzon Rum-Pontus Devleti’ne açtığı seferden sonra kurulmuştur. Bir diğer söylentiye göre de Niksar ilçesinin doğusundaki Ayvazönü Mevkiine yakın bir yerde kurulmuştur. Nitekim o zamanki Başçiftlik mezarlığı da aynı isimle anılmaktadır. Ni
ksar çevresindeki bataklıklardan ve sivrisineklerden rahatsız olan halk doğuya doğru giderek ormanlık ve akarsuların bulunduğu bugünkü Başçiftlik ilçesinin olduğu yere yerleşmişlerdir. Bunlar geri döndüklerinde “Öyle bir yer bulduk ki, otu sümbül, kuşu bülbül” diye methetmişlerdir. Bunun üzerine köy halkından öncelikle beş hane, ardından da diğerleri buraya gelmiştir. Bu beş haneden ötürü de Beşçiftlik ismi bu yerleşime yakıştırılmış, zamanla bu isim Başçiftlik’e dönüşmüştür. İlçe merkezi 1968 yılına kadar köy merkezi olarak, 1968 yılından sonra da belediye teşkilatının kurulmasıyla kasaba olarak örgütlenmiştir. 1990 tarihinde ise ilçe olmuş, kaymakamın atanmasıyla teşkilatlanmaya başlamıştır. İlçede bir adet merkez belediyesi, 3 mahalle ve bağlı 8 köy 2 kasaba bulunmakta iken Karacaören kasabası 2009 yılı içinde Başçiftliğe mahalle orak bağlanmış bulunmaktadır. Bunlar sırasıyla Alanköy, Asar, Aydoğmuş, Dağüstü, Erikbelen, Sarıağıl, Şahnalan ve Yeşilçam köyleridir. Kasabası ise Hatipli Kasabasıdır. İlçenin kurulmasından bu yana İlçede; henüz teşkilatı bulunmayan daireler Askerlik Şubesi olup Adliye kurulup dosya sayısının fazla olmamasından dolayı kapatılmıştır. 2008 yılı içinde emniyet teşkilatı ve jandarma hale hazırda mevcuttur. İlçenin kuruluşu ile beraber “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı” ve "Başçiftlik İlçesi Köylere Hizmet Götürme Birliği" kurularak faaliyete geçirilmiştir. Ayrıca İlçede bir banka şubesinin bulunmaması hem ilçe halkı hem de başta Maliye teşkilatı olmak üzere bütün kamu kurumlarını olumsuz yönde etkilemektedir. İlçedeki İdari birimlerle halk arasında herhangi bir sorun bulunmamaktadır. Genel olarak asayişe müessir olayların olmaması ve halkın kamu hizmetlerine katkısı dilek, ve şikayetlerini rahatlıkla yönetim kademelerine iletmeleri olumlu sonuçlar doğurmaktadır. Bölge halkı kanunlara saygılı, devlet büyüklerini, amir ve memurlarını seven ve sayan munis tabiatlı, yardım seven kişilerdir İlçe kırsal bir bölge olduğundan sürekli göç veren bölge konumundadır. Ancak yapılan nüfus sayımları sırasında İlçe nüfusuna kayıtlı olup, başka bölgelerde oturan insanların ilçemize gelerek, nüfus artış hızına pozitif yönde etki ettikleri görülmektedir. İlçemizde sanayi sektörü olmadığından genç nüfus büyük kentlere göç etmekte ve ilçede yaşayan nüfus her geçen gün azalmaktadır. Kalan nüfus genelde yaşlı ve kadın nüfustur. Önümüzdeki yıllarda istihdama yönelik çalışmalar yapılamayıp aynı hız ile göç devam ederse on yıla kadar bu gün yaşayan nüfusun yarısına düşeceği tahmin edilmektedir. İlçe kırsal bir bölge olduğundan sürekli göç veren bölge konumundadır. Ancak yapılan nüfus sayımları sırasında İlçe nüfusuna kayıtlı olup, başka bölgelerde oturan insanların ilçemize gelerek, nüfus artış hızına pozitif yönde etki ettikleri görülmektedir. İlçemizde sanayi sektörü olmadığından genç nüfus büyük kentlere göç etmekte ve ilçede yaşayan nüfus her geçen gün azalmaktadır. Kalan nüfus genelde yaşlı ve kadın nüfustur. Önümüzdeki yıllarda istihdama yönelik çalışmalar yapılamayıp aynı hız ile göç devam ederse on yıla kadar bu gün yaşayan nüfusun yarısına düşeceği tahmin edilmektedir Türkiye için ve Başçiftlik'e has olarak, hayvancılığın geliştirilmesi ve eski seviyesine getirilmesi ülke ekonomisine büyük katkılar sağlayacaktır. Mera hayvancılığı için eşsiz bir alanı vardır. İlçe çevresi için de bu söylenebilir. Koyun ve sığır sayısı bugün için çok az olmakla beraber geliştirici çalışmalara önem verilmektedir. Başçiftlik merkezinde, Karacaören, Alan ve Dağüstü köylerinde 20.000'e yakın koyun ve 8000'e kadar da sığır mevcuttur. Bu arada et tavukçuluğu "Koy-Tür" tipi denemelerde yapılır. Arıcılık, ilkbahar ve yaz ayları için, Başçiftlik ve yaylaları, özel bala müsaittir. Çayır ve otlaklar Başçiftlik ve Karacaören için Türkiye'de örnek gösterilecek durumdadır. Ayrıca buralarda sulu tarım da oldukça yaygındır. Meyvecilik azdır, daha çok güneydeki köy gruplarında oldukça yaygındır. Armut ve elma yetiştiriciliğinden söz edilebilir. Toprağı bereketlidir". Ortalama rakımı 1,400 m olan Başçiftlik, bu yüksekliğe rağmen oldukça bereketli topraklara sahiptir. "Katırbeli" nin bir yanı, "Kümbet Kırı"na kadar uzanır. Burası hayvancılığa çok müsait, kekik karışımı çimenlerin işgalindedir. Bu geniş alan, hayvancılık ve arıcılık için bulunmaz bir hazinedir. Patates yetiştiriciliği Baçşiftlik içinde söylenir. Sebze olarak herkes kendi ihtiyacının bir kısmını karşılamakta ve bunun yanında fasulye ve lahana ekimi de yapılmaktadır. İlçe ve bağlı köylerinde mevcut (50.000) dekar arazinin yaklaşık 33.185 Da.da buğday, 4.867 Da.da arpa, 5.241 Da.da patates, 5.494 Da.da fiğ, 882 Da.da mısır, 353 Da.da nohut, 278 Da.da yeşil fasulye tarımı yapılmaktadır. İlçemizde bitkisel üretimin sınırlı yapılmasından dolayı hayvancılık ön plana çıkmıştır. Bu gün itibarıyla ilçede 7500 adet büyükbaş 8.000 adet küçükbaş hayvan varlığı mevcuttur. Başçiftlik ekonomisi %30 nispetinde halıcılığa dayanmaktadır. 1971 yılında gerçekleştirilen halıcılık çalışmaları büyük bir ivme kazanarak çevreye dağılmış, hatta ilçemize yakın vilayetlere ve bölgelere dağılmış büyük bir iktisadi potansiyel oluşturmuştur. İlçemiz halıcığının hızı 1990 Körfez krizinden sonra gerilemiştir. İlçemiz de daha önceki yıllarda ekonomi %75 halıcılığa dayalı iken bu gün %30 seviyelerine gerilemiş, buna paralel olarak da İlçemiz ekonomisi zayıflamıştır. Önceki yıllarda İlçemiz merkezinde 1200 olan tezgâh sayısı bu gün 300 civarlarına inmiştir. Dolaysıyla halı üretimi de gerilemiştir. Halıcılığın gerilemesinde 3 ana unsur etkisini hâlâ devam ettirmekte olup, bunlar malzemede bozulma imalatta bozulma ve ihracatta tıkanma şeklinde kendini göstermektedir. Buna rağmen ilçemiz halıcığın merkezi olma hüviyetini korumaktadır. Üretilen halıların %95”i ihraç malıdır. Erbaa Erbaa, Tokat ilinin Ocak 2017'de yayınlanan 2016 sonu ADNKS kayıtlarına göre 64.841 ilçe merkezi, 92.906 toplam nüfus ile hem ilçe merkez nüfusu hem de köylerle birlikte toplam nüfus bakımından Tokat'ın en büyük ilçesi olan; bereketli Erbaa Ovası, konumu, iş olanakları, sanayisi ve OSB gibi önemli etkenler sayesinde göç almaya devam eden bölgenin cazibe merkezi olmuş bir ilçesidir. Erbaa kelimesi, Arapça olup "dört" anlamına gelmektedir. Osmanlı İmparatorluğu kayıtlarında ise 18. yüzyılın başlarından itibaren Erbaa adının kullanıldığı görülmektedir. Bir ara bu kelime ""Nevahi-i Erbaa"" şeklinde kullanılmıştır. Mevzubahis dönemde Niksar-Amasya arasında en önemli yerleşim birimleri ; Erek, Karayaka, Sonusa ve Taşâbat idi. Nüfus yönünden ancak birer nahiye büyüklüğünde ve aynı bölgede olmalarından hepsine birden Nevahi-i Erbaa yani "dört nahiye" denilmiştir. Hatta tahakkuk eden vergiler de bu isimle kaydedilmiştir. H.1256/M. 1840'ta, Erbaa adıyla bu dört nahiyenin (Erek, Karayaka, Sonusa, Taşâbat) vergisi 47.243 kuruş olarak resmi evraka geçmiştir. Buna göre Erbaa; Erek, Karayaka, Sonusa ve Taşâbat'ın genel bir adı olmuş, dördü birden sanki bir ilçe görünümünü almıştır. Hatta resmiyette Kaza-i Erbaa tâbiri de kullanılmıştır.Daha sonra Erek diğerlerine göre daha fazla gelişim gösterince, Erbaa adını tek başına alarak 1872'de ilçe olmuştur. Kalan üçü yani Taşâbat,Karayaka ve Sonusa ise Erek'e yani bugünkü Erbaa'ya bağlanıp onun köyleri olmuşlardır. Daha sonra 1944'te Taşabat'ın yani günümüzdeki Taşova'nın Erbaa'dan ayrılıp ayrı bir ilçe olmasıyla Sonusa da Taşova'ya bağlanmıştır. 2011 yılında Çorum'un Bayat ilçesinde bulunan ocağa kadar Anadolu'daki en eski yeraltı maden işletmesi MÖ 5000 yılına ait olup Erbaa'nın Kozlu köyünde olarak kayıtlara geçmiş ve bilinmiştir. Bu maden ocağına ""Eski Gümüşlük"" olarak bilinen mevkiide yapılan sondaj destekli aramalar sayesinde ulaşılmış ve ODTÜ Fizik Bölümü Radyokarbon laboratuvarında yapılan C-14 analizleri sonucunda MÖ 5000 tarihine ulaşılmıştır. Araştırmacılar, yörede ihtiyaç duyulan bakır gereksiminin binlerce yıl boyunca bu maden ocağından karşılandığı ihtimali üzerinde durmaktadır. Günümüzde Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenmekte olan ve müzenin en değerli parçalarından biri olan""Bebeğini Emziren Ana"" heykelciği Erbaa ilçe merkezi sınırlarında bulunan Horoztepe Arkeolojik Sit Alanı'nda yapılan arkeolojik kazılar sırasında bulunmuştur. Hatti Uygarlığı'na ait MÖ 2400-2200 yılına tarihlenen ve bazı önemli buluntuları 1950'li yıllarda yurt dışına kaçırılan Horoztepe'de diğer bazı önemli buluntulara şunlar örnek verilebilir: Horoztepe'de bulunan eserler, yöre halkının Alacahöyük'te olduğu gibi sanat ve madencilik uğraşlarının önemli düzeye ulaştığını, dönem insanının madeni işleme bilgisinin yüksek olduğunu ve göstermektedir. Dünyanın ilk coğrafyacısı olarak bilinen Amasyalı Strabon Roma Dönemi'ndeki adı Phanaroia olan Erbaa'nın coğrafyasını ve bitki örtüsünü şöyle tanımlamaktadır: Strabon yukarıdaki ifadesinde de görüleceği üzere günümüz Erbaa topraklarını tüm Pontus'un en iyi bölümü olarak ifade etmiştir. ""Armenia'dan Lykos"" olarak belirttiği ırmak günümüzdeki Kelkit Çayı'nın o dönemki adıdır. Yine Amaseia civarının dar geçitlerini aştığı belirtilen İris ise günümüzdeki Yeşilırmak'ın o dönemki adıdır. Bahsedilen iki ırmağın birleştiği yer ise günümüzde Erbaa'ya bağlı ve ilçe merkezine 13 km. uzaklıktaki Kale köyüdür. Bahsedilen Tozanlı ve Kelkit, Erbaa'da birleştikten sonra Yeşilırmak adı ile Çarşamba'da denize dökülür. Pontus kralı VI. Mithridates günümüzde "Boğazkesen" olarak bilinen bu birleşim noktasına Amasya'yı Niksar'a bağlamak için köprü yaptırmıştır ve bölgenein Phanaroia olan adını Opotorma olarak değiştirmiştir. Günümüzde tarihi köprünün ayakları sağlam biçimde durmaktadır. 2012 yılında Kale köyünde defineciler yaptığı kaçak kazılar ile buldukları iki kaya mezarını tahrip etmiştir. Bu kaya mezarlarının VI. Mithridates'in kızının kayıp mezarı olabileceği belirtilmiştir. Erbaa'nın Hacıpazar köyünde 1983 yılında tesadüfen bulunan Bizans Dönemi'ne ait eserler Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde korunmaktadır.Gnaeus Pompeius Magnus Boğazkesen mevkiini
n adını Magnapolis olarak değiştirmiş ve hükümet merkezini bir süre Bağpınar köyüne taşımıştır. Günümüzde Erbaa'da Bizans dönemine ait kilise kalıntısı gibi eserler bulunmaktadır. Erbaa,İslamiyet ile Danişmentliler Beyliği'nin öncüsü Melik Ahmet Gazi tarafından 1077'de fethedilmesi ile tanışmıştır. Bu fetih ile başlayan ve Osmanlı Devleti ile devam eden süreçte ise en önemli yapı bugün sağlam bir şekilde ayakta olan ve kullanılmaya devam eden Silahtar Ömer Paşa Camii'dir.Akça beldesinde bulunan camii, 1082 yılında Selçuklular tarafından yaptırılmıştır ve incelemeler sırasında onarım gördüğüne dâir 18 Eylül 1862 tarihli bir kiremit parçası bulunmuştur. Yine bu dönemde Yavuz Sultan Selim,Çaldıran Muharebesi'ne giderken Boğazkesen'de Helenistik Dönem'de yaptırılmış olan köprüden geçmiştir. Ancak Boğazkesen üzerindeki köprü Helenistik Dönem'den sonra bu dönemde tâdilat geçirmiştir. Erbaa ilçe merkezinin yani o yıllardaki ismi ile Erek'in 1600'lü yıllarda çok küçük bir yerleşim yeri olduğu Evliya Çelebi'nin o tarihte yaptığı gezide bugün Erbaa'ya bağlı köy olan Koçak'a uğramış ve konaklamış olmasına rağmen Erbaa'ya uğramayıp Niksar'a geçmiş olmasından anlaşılmaktadır. Son olarak Osmanlı Devleti'nin döneminden günümüze ulaşan bir diğer yapıya ise Ravakbaba Türbesi ve Ravakbaba Camii örnek verilebilir. Erbaa 1872 yılında Amasya vilayetine tabii bir kaza olmuştur. Erbaa'nın 1904'teki nüfusunun cinsiyete göre etnik ve dinsel dağılımı ise şu şekildedir. Erbaa,üst üste yaşadığı 1939 Erzincan Depremi, 1942 Niksar-Erbaa Depremi ve 1943 Erbaa Depremi'nden sonra neredeyse tamamen haritadan silinmiştir. Bu afetler ve sonrasında yaşanan gelişmeler Erbaa'nın yerinin tamamen değiştirilmesine giden süreci ortaya çıkarmıştır. 1939 Erzincan Depremi'nin ardından yapılan çalışmalar sonrası 4 Ocak 1940'ta belirlenen sonuçlarına göre ilçe merkezi ve köylerde 2276 bina yıkılmıştır. 921 kişi ölmüş, 585 kişi yaralanmıştır. Bu büyük felaket sonrası Kızılay, Erbaa'ya 200 yataklı bir sahra hastanesi kurmak için hazırlıklar yapmıştır. Bu felaket sonrası kurtarma ve yardım çalışmalarındaki üstün gayretlerinden ötürü 24 Nisan 1940'ta Erbaa'dan 52 mahkûm affa uğramıştır. Depremden sonra yetim kalan çocuklardan 16 tanesi Malatya Çocuk Esirgeme Kurumu'na, 3 tanesi Adana Çocuk Esirgeme Kurumu'na, 17 tanesi ise Ankara Çocuk Esirgeme Kurumu'na gönderilmiştir. 20 Aralık 1942'de gerçekleşen ve depremin merkez üssünün yörenin kendisi olmasından ötürü Erbaa tarihinde yaşanmış en yıkıcı, en büyük depremdir. Bu deprem sonucunda Erbaa'da 2295 ev, 4 otel, 4 fırın, 127 dükkân, 8 kahvehane, 13 depo ve bir mezbahane ile Belediye Binası yıkılmıştır. Sadece bir hamam ile birkaç ahşap yapı ayakta kalabilmiştir. Toplam 534 kişi can vermiştir. Toplam 12 kişinin can verdiği bu deprem üst üste yaşanan depremlerden en hafif olanıdır. Bu depremlerin ardından zorunlu olarak Erbaa'nın zemini ile ilgili devlet eliyle ilgili çalışmaların başladığı sürece girilmiştir. Üst üste üç büyük felaket yaşayan yörede, gelen heyetler tarafından jeolojik ve tektonik araştırmalar yapılmış ve şehir merkezinin Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın tam üstüne yapıldığı rapor edilmiş ve yerinin değiştirilmesi önerilmiştir. Bu rapor üzerine Bakanlar Kurulu toplanmış ve aldığı karar ile Erbaa'nın eski yerinin güneyinde ve İmbat Deresi'nin batısında ""Ardıçlık"" mevkiine taşınması hükme bağlanmıştır. Bu karar üzerine 15 Nisan 1944 tarihinde Hükümet Konağı'nın törenle temelinin atılmasıyla Erbaa şehir merkezi yeni yerinde Alman bir şehir planlamacısının çizimleriyle düzenli bir yerleşimle yeniden kurulmaya başlamıştır. Bu nedenle günümüz Erbaa şehir merkezinde ""tarihi eser"" olarak nitelenebilecek bir yapı bulunmayıp en eski bina 1944 yapımıdır. Erbaa, Karadeniz Bölgesi'nin, Orta Karadeniz Bölümü'nde yer alır. Kuzeyden Samsun'un Çarşamba ilçesi ile Ordu ilinin Akkuş ilçesi, batıdan Amasya'nın Taşova ilçesi, doğudan Tokat'ın Niksar ilçesi, güneyden Tokat merkez ve güneybatıdan Turhal ilçesi ile çevrilidir. Rakımı ortalama 245 metre olan Erbaa, Tokat'ın en düşük rakım değerlerine sahip topraklarıdır.Bu rakım değerinin 32 km uzunluğa ve 10 km genişliğe sahip Erbaa Ovası ile birleşimi sonucu ise bugün Erbaa toprakları ziraate son derece uygundur. İlçe toprakları, kısmen Tozanlı çayı olmak üzere özellikle Kelkit Irmağı boyundaki bir ova ile bunu çevreleyen dağlık yerleri içine alan 1111 kilometrekarelik yüzölçüme sahiptir.Erbaa’nın kuzey kısmında yer alan Karınca dağı ile Güneyindeki Sakarat ile Boğatlı dağları aynı zamanda içerisinde oluşmuş, bu dağlar Kuzey Anadolu dağ silsilesi içerisinde bulunmaktadır. Bu dağlar ortalama yükseltileri olan 1000–1250 m ile Karadeniz Bölgesi ortalamasına göre gayet düşüktür ve denizellik etkisine imkan verir. Erbaa’nın mikroklima iklimi özelliği ile Erbaa’da narenciye hariç her türlü sebze ve meyvenin yetişmesi, organik tarım ve seracılık alanındaki gelişmeler ve Erbaa Üzüm Yaprağı'nın bir marka haline gelmesi ilçeyi Doğu Anadolu, Karadeniz ve İç Anadolu Bölgesi'nin sebze ve meyve ihtiyacının karşıladığı önemli merkezlerden biri haline getirmiştir. Erbaa'da mevsimler tam hükmünü icra edemeden birinden diğerine geçmektedir. Bu durum bölgenin iklim tipinin belirlenmesini zorlaştırmaktadır. Erbaa'da kara iklimi ile ılıman deniz iklimi arasında kalanlar geçit iklimi hüküm sürmektedir. Ayrıca bölgede bozulmuş Akdeniz iklimi ceyeran etmektedir. Çünkü, burada kuzey Anadolu'nun da silsilesi etkisini kaybettiğinden ve Yeşilırmak havasının batısında rutubetli rüzgarlara maruz kaldığından ılıman bir iklimin hüküm sürdüğü görülmektedir. Bu nedenle kışları ılık ve yağışlı geçmektedir. Erbaa'da en uzun ve kararlı mevsim sonbahardır. Sonbahar ılık ve devamlı, kış kısa ve genelde ılımandır. Yazın en sıcak aylar temmuz- ağustostur. Bu aylarda sıcaklık ortalama 36-39 derecedir. Kışın en soğuk aylar ocak ve şubattır. Ortalama sıcaklık 3-5 dereceye kadar düşmektedir. En fazla yağış mayıs ayında olup yıllık ortalama 580 mm, en az yağış ağustos ayında olup 8.03 mm olarak tespit edilmiştir. Ortalama nispi nem %59 olup en yüksek değerler %66'ya kadar çıkmaktadır. İlçenin iklimi son yıllarda çevrede yapılan barajların etkisiyle ılımanlaşmıştır. Erbaa'nın zengin bir bitki örtüsü vardır. Narenciye harici tüm ürünler yetiştirilebilmektedir. Genellikle bölgeye hakim olan bitki türü orman formasyonlarıdır. İlçenin kuzey kısmında orman örtüsü 300 m'den başlar ve ilk sıralamalarda bir takım makilik ortamlarda yabani zeytin ağaçları, dişbudak ve kestane ağaçlarına rastlanır. Arazi yükseldikçe kızıl çam, meşe, gürgen, kayın gibi türler görülür. İklim tipi olarak bir geçiş yeri teşkil ettiğinden birçok türden bitki ve meyvenin yetişmesine imkan tanır. Bunlardan bazıları; Tütün, buğday, arpa, çavdar, yulaf, ayçiçeği, nohut, fiğ, mercimek, bakla, fasulye, bezelye, burçak, soğan, pırasa, sarımsak, ıspanak, lahana, turp, patates, domates, biber, salatalık, nane, dereotu, maydanoz, bamya, marul, çay ve şeker pancarıdır. Çilek, ceviz, erik, fındık, vişne, kiraz, kayısı, nar, üzüm, ayva, elma, armut, incir, kavun, karpuz, ivaz, ıhlamur, kızılcık, mahlep, muşmula ve dut, yenidünya, kivi, pepinodur. İlçede Bakanlar Kurulu kararıyla Gaziosmanpaşa Üniversitesi'ne bağlı 4 yıllık lisans seviyesinde eğitim veren Sağlık Yüksekokulu kurulmuştur ve yeni bölümler açma çalışmaları devam etmektedir. Barınma konusunda ise KYK ve tarafından ilçede var olan yurda ek olarak yaptırılan 300 kişi kapasiteli yeni ve modern yurt tamamlanmış ve faaliyete geçmiştir. Yine bu üniversiteye bağlı diğer yükseköğretim kurumları ve mevcut bölümler 2016 yılı itibarıyla şu şekildedir: 2015-2016 Eğitim-Öğretim Yılı itibarıyla ilçe genelinde 115 kurum, 922 derslik, 20.195 öğrenci ve 1.204 öğretmen vardır. İlçe merkezinde ise 1 Fen Lisesi,3 Anadolu Lisesi, 4 Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi, 2 İmam-Hatip Lisesi ve ilköğretim seviyesinde eğitim veren 20'nin üzerinde okul bulunmaktadır. İlçe genelinde toplam fabrika sayısı 67’dır.Tekstil ve diğer iş kollarındaki yatırımların günümüzde de devam etmesiyle birlikte bugün ilçe genelinde toplam 67 adet fabrikada yaklaşık 7 bin 500 kişi çalışmaktadır.İlçemizde ana sanayi kolu toprak ve tekstildir. Tuğla ve kiremit fabrikaları halihazırda kapasitelerinin % 30 - % 40'ı civarında üretim yapmaktadırlar.Son yıllarda istihdam alanı olarak 1997 yılında kurulan Erbaa Organize Sanayi Bölgesi önem kazanmakta olup OSB’de 10 adet tekstil fabrikası, 1 adet ambalaj fabrikası, 1 adet çelik eşya fabrikası, 1 adet salamuralık yaprak paketleme fabrikası, 1 adet küvet ve duşakabin fabrikası, 1 adet ekmek fabrikası, 1 adet poşet fabrikası olmak üzere tahsis edilenler dahil 25 tesis vardır. Şehrin muhtelif yerlerinde bu tekstil fabrikalarına hizmet veren 20 adet tekstil atölyesi bölgede hareketlenen yatırımların en temel göstergeleri olmuştur. Erbaa Meslek Yüksekokulu da Tekstil Teknolojisi bölümünü açarak bu yatırımlara insan kaynağı, aktif işgücü ve kalifiye elaman bakımından katkı sağlamıştır. Bunların yanında ilçemizde orman ürünlerine dayalı parke fabrikaları, kireç sanayi fabrikaları ve un fabrikaları mevcuttur. İlçede ayrıca 1976 yılında kurulan ve 416 işyeri, 1 adet Kooperatif idare binası ve 1 adet Çıraklık Eğitim Okulu bulunan bir Küçük Sanayi Sitesi de bulunmaktadır. İlçenin Erbaaspor ve Erbaa Güreş İhtisasspor olmak üzere iki tane futbol kulübü vardır. 2016-2017 sezonu itibarıyla Erbaaspor, 1995-1996 sezonunun sonunda küme düştüğü 3. Lig'e 20 yıl aradan sonra tekrar dönüş yapmıştır ve ilk sezonunda büyük bir başarı göstererek ligin 32. haftasında 2. Lig'e yükselmek için play-off maçlarına katılmayı garantilemiştir. 2016-2017 sezonu itibarıyla Tokat'ın tek temsilcisi olarak 3. Lig 2.Grup'ta mücadele etmektedir. Erbaa Güreş İhtisasspor ise Tokat 1.Amatör Küme'de mücadele etmektedir. Futbolda bir diğer önemli oluşum ise 2011 yılında kurulmuş olan ve bölgenin tek bayan futbol takımı olma özelliğini gösteren Erbaa Güreş İhtisasspor Bayan Futbol Takımı'dır. TFF Kadın Ligleri 2. Lig 5. grupta mücadele
etmektedir. Kulüpler maçlarını 1984 yılında hizmete açılan Erbaa İlçe Stadyumu'nda yapmaktadır. İlçede ata sporuna ilgi kuvvetlidir.Kırkpınar'ın rövanşı olarak gösterilen ve 1995-1998 arası 4 sene Kırkpınar ağalığı yapan Erbaalı Hüseyin Şahin adına düzenlenen son olarak 23.sü yapılan Geleneksel Hüseyin Şahin Yağlı Güreşleri bu durumu açıklamaktadır. Yine 2011 yılında faaliyete geçen Erbaa Yağlı Güreş Alanı 20.000 seyirci kapasitesine ulaşılabilirliği ile ilçe halkının güreşe olan ilgisini açıklamaktadır. İlçede il merkezi ve diğer ilçelerden gelen katılımcıların yer aldığı minikler güreş turnuvaları da düzenlenmektedir. Erbaa Güreş İhtisasspor futbol kulübü de adından anlaşılacağı üzere güreş branşı kökenlidir. 3 Bant Türkiye Şampiyonası Tokat İl Birinciliği Müsabakaları Erbaa'da gerçekleştirilmiştir. Böylelikle bilardo il seçmeleri Türkiye'de ilk defa bir ilçede gerçekleştirilmiştir ve organizasyon sonucunda Tokat'ın Türkiye Şampiyonası'nda temsil hakkı 4'ten 12'ye çıkarılmıştır. İlçede 2012 yılında Samsun, Tokat, Çorum, Amasya, Yozgat,Ordu,İzmir gibi ülkenin değişik bölgelerinden 200'ü aşkın sporcunun katıldığı İllerarası Tekvando Turnuvası düzenlenmiştir. İlçede diğer branşlarla ilgili profesyonel bazda bir kulüp yahut oluşum bulunmamaktadır. Diğer branşlarla ilgili çalışmalar daha çok okullararası ilçe,il ve Türkiye turnuvalarına katılım şeklinde yürütülmektedir. İlçede kurulan ve 1994 yılından beri karasal yayında hizmet veren Erbaa Radyo Televizyonu isimli,kısaltması ERT olan bir televizyon kanalı yayın yapmaktadır. 2016 yılı itibarıyla ilçede 2 adet yerel gazete bulunmaktadır. Bunlar: 2016 yılı itibarıyla Erbaa merkezli yayın yapan radyo kanalları ve frekansları şu şekildedir: 1994 Türkiye yerel seçimleri'nde kazanmış olduğu belediye başkanlığını 4 dönemdir üst üste Milliyetçi Hareket Partisi'nden yürüterek Türkiye'nin yerel yönetim tarihinde önemli bir başarıya imza atan Ahmet Yenihan,2014 Türkiye yerel seçimleri'nde seçimi kaybederek koltuğunu Adalet ve Kalkınma Partisi'nin adayı Hüseyin Yıldırım'a devretmiştir. 1872 yılında ilçe olan Erbaa'nın kayıtlarda yer alan bugüne kadar görev yapmış diğer belediye başkanlarının kronolojik sıralaması ise şu şekildedir: İçişleri Bakanlığının 1 Aralık 2016 Tarihli ve 29905 Sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 2016/891 sayılı Atama Kararı ile Tokat Vali Yardımcısı iken Erbaa Kaymakamı olarak atanan Bülent Karacan, Aralık 2016 itibarıyla kaymakamlık görevine devam etmektedir. Daha önce görev yapmış kaymakamların kronolojik sıralaması ise şu şekildedir: Erbaa Belediyesi kayıtlarına göre 2013 yılı itibarıyla mahalleler şu şekildedir. Pazar, Tokat Pazar, Tokat ilinin bir ilçesidir. İl merkezine 25 km mesafede yer almaktadır. Pazar ilçesi, ilk çağlarda Kral Yolu, daha sonra ise İpek Yolu üzerinde yer almıştır. Antik çağda Kazova Dazimonitis ismiyle, Pazar ilçesi de Cellarion ismiyle anılmıştır. 11. yüzyılda Danişmentliler tarafından fethedilmiştir. Pazar, Türklerin eline geçtiğinde Kazabad, Kazova, Ayna Pazarı, Aynalı Pazar, Eğrişehir, Avnibey Pazarı, Ayan Pazarı gibi isimlerle anılmıştır. 14. yüzyıla kadar çeşitli Anadolu beylikleri arasında el değiştirmiş, 1392'de Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Fatih Sultan Mehmet, Uzun Hasan ile mücadelesinde Otlukbeli Savaşına giderken, Yavuz Sultan Selim de Şah İsmail ile mücadelesinde yine bu yol üzerinden geçmiştir. İlçe merkezinde 1884 yılından kalma eski bir çınar ağacı vardır. Pazar'ın çıkışında Selçuklulardan kalma bir kervansaray bulunmaktadır. I. Alaeddin Keykubad'ın birinci eşi Mahperi Hatun tarafından 1238 yılında yaptırılmıştır. Ayrıca ilçenin 3 km çıkışında Yeşilırmak üzerinde eski adı Tavukçu Köprüsü olan tarihi taş köprü bulunmaktadır. Taş köprünün de kervansaray ile aynı yıllarda yapıldığı tahmin edilmektedir. Pazar, Tokat il merkezinin batısında Kazova üzerinde yer almaktadır. İl merkezine 25 km mesafededir. İlçenin yüzölçümü 276 kilometre karedir. Rakımı 623 metredir. Doğusunda Tokat il merkezi, kuzey batısında Turhal ilçesi, batısında Zile ilçesi ve güneyinde Artova ilçesi yer almaktadır. İlçenin güneyinde doğu-batı yönünde uzanan sıradağlar, kuzeyinde ise Yeşilırmak ve Kazova yer almaktadır. İlçeye bağlı iki belde ve on beş köy vardır. Pazar ilçesi Karadeniz iklimi ile İç Anadolu'nun karasal iklimine geçiş bölgesinde yer almaktadır. İlçe arazisinin önemli bir kısmı Yeşilırmak tarafından sulanmaktadır. Pazar ilçesinde toplam 19 ilköğretim okulu mevcuttur. Bunlardan 4'ü ilçe merkezinde 15'i ise belde ve köylerde yer almaktadır. Pazar ilçesinde toplam 2 adet çok programlı lise vardır. Bunlardan biri ilçe merkezinde, diğeri ise Üzümören beldesinde yer almaktadır. Ayrıca ilçe merkezinde Gaziosmanpaşa Üniversitesine bağlı bir adet yüksekokul bulunmaktadır. Yüksekokulun kampüsü yoktur. 4+4+4 sistemi gereği yeni imam hatip ortaokulu açılmıştır İlçenin gelenek, görenekleri İlçeye Yıllar önce göçen Malatya, Bayburt, Sivas ve Ş. Urfa'dan gelen halkımız sayesinde karma görenekleri vardır,Bazen düğünlerde Bayburt Asıllı halk oyunu "Deli Güsün", Bazen Malatya kökenli "Keklik" oynanır ve yemekleri "Bat, Keşkek, Gaygana,Mücürüm ve Toyga, Helle çorbalarıdır. Sulusaray Sulusaray, Tokat il merkezine 69 km, Artova ilçe merkezine 30 km, Yeşilyurt ilçe merkezine 11 km uzaklıkta olan, 20 Mayıs 1990 tarihinde ilçe olmuş yerleşim yeridir. İlçe, etrafı dağlarla çevrili bir ova üzerinde, Çekerek Çayı kenarındadır. Roma döneminin en büyük şehirlerinden biri olan "Sebastopolis (Pontus)" burada bulunmaktadır. İlçede doğal termal su kaynağı bulunmaktadır. Göktepe adlı bir volkanik tepe vardır, kaplıcalara su, bu tepenin derinliklerinden gelmektedir. Tepe, orada var olduğuna inanılan bir evliya naaşından dolayı, adak adanan, dilek dilenen, ağaçlarına çaputlar asılan bir nokta halindedir. Sulusaray halkı Oğuzların Kayı boyundan gelmektedir. Sebastapolis antik kenti ilk olarak 1980'lerde bazı küçük çaplı kazılarla ortaya çıkarılmaya başlanmış, ilerleyen yıllarda kısa dönemler halinde kazılar yapılmış ve çıkan önemli eserlerin çoğu başka yerlere gönderilmiştir. Antik kentin açığa çıkarılan bölümleri açık hava müzesi olarak halka hizmet sunmaktadır. Müzede bir hamamla bir kilise bulunmaktadır. İlçe halkı geçimini tarımla sağlamaktadır. Turhal Turhal, Tokat ilinin il merkezine 46 km uzaklıkta olan ve Ocak 2016'da yayınlanan 2015 ADNKS kayıtlarına göre ilçe merkez nüfusu 61.726, köylerle birlikte ise nüfusu 80.171 olan bir ilçesidir. Turhal, hem ilçe merkez hem de köylerle birlikte toplam nüfus bakımından Erbaa'dan sonra Tokat'ın ikinci büyük ilçesidir. Yeşilırmak havzasında, Karadeniz bölgesinin orta bölümünün yerleşime en müsait yerinde kurulan Turhal, İç Anadolu'yu Karadeniz'e, Doğu Anadolu'yu batıya bağlayan yolların kesiştiği yerde kurulmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki nüfusuyla küçük bir yerleşim yeri iken 1944 yılında ilçe olan Turhal;konumu, ekonomik yapısı ile Türkiye'nin en hareketli yerleşim yerlerinden birisi haline gelmiş, adı geleceğin vilayetleri arasında geçer olmuştur . Antik çağlarda Pontus Galatikus, Ustus Polemoniakus, Komona Pontik gibi adlarla anılmış olan Turhal'ın tarihinin binlerce yıl ötelere gittiği anlaşılmaktadır. MÖ 3000 yıllarında Mezopotamya'da yaşayan Sümer alfabesi ile yazılmış iki kitabenin Turhal Kalesinde bulunduğundan söz edilmesi, Turhal'ın tarihinin 5000 yıl önceye gittiğini göstermektedir. Kesin olmamakla beraber Turhal, Kasiura, Gayura, Turnalit isimleri taşımıştır. Turhal binlerce yıldan beri ilgi odağında olmasının neticesinde sayısız savaşların sonucunda farklı yönetimlerde kalmıştır. MÖ 745 yıllarında Asurlular MÖ 7000 yılarında Kimmerler, MÖ 612 yıllarında Medler, MÖ 546 yıllarında ise İran asıllı Persler bu çevreyi (yöreyi) yönetimleri altına almışlardır. İskender'in ortadoğu seferi ardından büyük bir baskı dönemi yaşayan Anadolu eyaletleri, komutanlar arasında bölüşülmüş; Pers soylularından Ariaretes, Gaziura'yı başkent yapmıştır. Bizans sınırları içerisinde olduğu yıllarda küçük bir yerleşim birimi olan Turhal, Beylikler döneminde Eratna Beyliği sınırları içinde idi. 1399'da ilk kez Osmanlıların eline geçti. Ankara savaşından sonra Timur'un çekilmesi ile birlikte 1413'te kesin olarak Osmanlı topraklarına katıldı. 19. yüzyılın II. yarısında yöreyi etkileyen en önemli olay göçmenlerin gelişi idi. 1854-1878 Kırım savaşı, 1855-1859 Şeyh Şamil ayaklanması ve 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşından sonra Anadolu'ya gelen Balkan ve Kafkas göçmenlerinin bir bölümü Turhal yöresine yerleştirilmişlerdir. Mütareke ve milli mücadele yıllarında Turhal, Mustafa Kemal'in önderliğinde tüm varlığını ortaya koymuş, Kurtuluş Savaşında yüzlerce şehit vermiştir. Zengin ve engin bir tarihe sahip olan bu ilçe, Cumhuriyet döneminde de önemli olaylara şahit olmuştur. Yurt ekonomisinde önemli bir yere ve paya sahiptir. Temeli 1933'te dönemin Sanayi Bakanı Celal Bayar tarafından atılan ve açılışı 1934 yılında İsmet İnönü tarafından yapılan ve dünyanın en kaliteli şekerini üreten Turhal (Muammer Tuksavul) Şeker Fabrikası, Turhal Makine Fabrikası yöreye hayat vermiştir. Son yıllarda Toprak sanayi (Tuğla ve Kiremit Fabrikaları) konfeksiyon (tekstil) alanında gerçekleşen yatırımlar, Antimuan madeni, Kevser süt ve yem fabrikaları ülke ve ilçe ekonomisinde önemli bir yer tutmaktadır Turhal, Karadeniz Bölgesi'nin, Orta Karadeniz Bölümü'nde yer almaktadır. Turhal 40'-18' kuzey enlemi ile 36'-06 Doğu boylamının kesiştiği yerdedir. Yüzölçümü 911 km² dir. Şehir merkezi rakımı 493'tür. Yeşilırmak vadisinde bulunan Turhal ilçesi ; etrafı dağlar ve yüksek tepelerle çevrili 3 km genişliğinde 9 km uzunluğunda bir ova üzerinde bulunmaktadır. Çevredeki belli yükseltiler Kesicik Tepe (1450 m), Kamalı Çal Tepe (1200 m), Mercimek Tepe (1201 m) Yeşilırmak Havzasında her yönden önemli olan Turhal çöküntü alanı, Yeşilırmak ve Yeşilırmak'a karışan yan derelerin getirdiği malzeme ve alüvyonların birikmesinden meydana gelmiştir. Ovadaki yükseltiler batıdan itibaren sıralanan İskele Tepe, Kale Tepe, Varvara Tepesi, E
ğer Tepe dikkati çeker. Kuzeyinde Amasya ili Erbaa ilçesi, güneyinde Pazar ilçesi, batısında Zile ilçesi, doğusunda Tokat il merkezi yer almaktadır. Türkiye'nin en uzun akarsularından biri olan Yeşilırmak Turhal'ın şehir merkezinden geçmektedir. İlçede mevcut ormanlık ve fundalık alanların toplamı 40,386 hektar, tarım alanlarının toplamı 35,380 hektar, çayır ve meraların toplamı 8908 hektar, tarım dışı arazilerin toplamı 6426 hektardır. Turhal, Tokat sancağına bağlı bir bucak merkezi iken 1923 mülki taksimatında da Tokat vilayeti sınırları içinde bucak olarak yer almıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında kale etrafında kümelenmiş, 6 mahallesi ve nüfusu 3000 civarında bir yerleşim yeri iken 1934 yılında şeker fabrikasının hizmete girmesinden sonra her alanda önemli gelişmeler kaydeden Turhal, 1942 yılında ilçe olmuştur. Dünün küçük kasabası, bugünün 30 mahallesi ile geniş bir alana yayılmış; Yeşilırmak'ın her iki yakasında genişlemeye devam etmektedir. Şeker fabrikası yapılıncaya kadar geçen süre zarfında Turhal'ın nüfusu net olarak bilinmemekle beraber yeterli gelişme ve nüfus artışının olmadığı ortadadır. Ancak 1935 yılı itibarıyla 5687 olan nüfusun yıllar itibarıyla hızlı bir artış gösterdiği görülmektedir. Turhal iklim özelliğinde; denize olan uzaklığın ve yükseltinin etkisi önemlidir. İlçede orta Karadeniz iklimi ile iç Anadolu bölgesi iklimi arasında bir geçiş iklimi görülür, bu nedenle genelde ılıman bir iklime sahiptir. Genel olarak yaz mevsimi alçak alanlarda sıcak ve kurak yüksek yerlerde serin geçer. Yeşilırmak vadisi boyunca iç kesimlere ulaşana Karadeniz'in nemli havası beklenmedik zamanda yağışa dönüşebilir. Kış mevsimi soğuk ve kar yağışlıdır. Kuzeyden güneye yükseltinin artması nedeniyle önemli farklılıklar görülür. Güneye doğru kış mevsimi daha sert bir karakter gösterir. En soğuk aylar ocak, şubat en sıcak aylar temmuz ve ağustos dur. Yıllık ortalama sıcaklık 12-9 derecedir. En az yağışı yaz mevsiminde alan Turhal da yıllık yağış miktarı 413,3 mm'dir. Yaz aylarında poyraz kuzeyden eserken, bazen güneyden samyeli rüzgarı eser. Kışın kuzeybatıdan karayel kuzeyden yıldız eser ilk baharda ise lodos görülür. Geçiş bölgesi iklim özelliklerini Taşıması nedeniyle, Turhal ve çevresinde, Karadeniz iklim özelliklerini yansıtan ormanlar (çam, kayın, ceviz, çınar, meşe, kızılcık, dağ kavağı vb.) görülür. Karasal iklimin görüldüğü yerlerde ise bozkır bitki örtüsünün çeşitleri hakimdir. Genel olarak her iklim türünde görülen tarım ürünleri yetiştirilebilir. Samsun-Amasya'dan gelip Turhal'dan geçerek Tokat'a giden karayolunun Milli Mücadele ve Cumhuriyetin ilk yıllarındaki önemini unutmamak gerekir. Atatürk 26 Haziran 1919'da Turhal'a eski Amasya yolu güzergahından gelmiş, bucak Md. Nazif Engin ve Hacı Mustafa Lütfi Bilgen'e Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin kurulması emrini vermiş ve Tokat'a hareket etmiştir. 18 Ekim 1919, 25 Eylül 1924, 18 Eylül 1928 ve 22 Kasım 1930'da Atatürk karayolu ile Turhal'a uğramıştır. 7 Kasım 1933 tarihinde Bakan M. Celal Bayar, Turhal Şeker Fabrikası'nın temel atma töreni için, karayolundan Turhal'a gelmiştir. Turhal'a 25 km yakında bulunan Tokat Havalimanı ile bağlantısı önemli bir avantajdır. Turhal'dan Türkiye'nin her yerine, Türkiye'nin her yerinden Turhal'a kara yolu ile ulaşım çok kolaydır. Turhal'daki otobüs işletmelerinin Türkiye'nin her yerine her gün seferleri vardır. Aynı zamanda Türkiye'nin her yerinden de buraya otobüs kaldırılmaktadır. Özellikle büyük şehirlere aynı gün içinde değişik saatlerde birçok sefer yapılmaktadır. İnsanlığın hizmetine sunulduğu günden bu yana gelişen değerde önemi artmıştır. Demiryolu Turhal'ın ekonomik ve sosyal yaşantısında önemli bir yer tutar. Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkeyi baştan başa "demiryolu ağı ile örme projesi"nden bu ilçe de hissesine düşeni almıştır. 23 Ağustos 1928'de Turhal Demiryolu İstasyonu açılmıştır. Bu demir yolunun da önemli yolcuları olmuştur. Gazi Mustafa Kemal, 22 Kasım 1930'da Tokat'tan Turhal'a gelerek kendisini bekleyen özel trenle Turhal Tren İstasyonu'ndan Amasya'ya hareket etmiştir. Yeşilyurt köyü, Tokat Yeşilyurt, Tokat ilinin merkez ilçesine bağlı bir köydür. Köyün eski adı Çiprek olup sonra da yeşilyurt olarak değiştirilmiştir. Köyün gelenek, görenek ve yemekleri hakkında bilgi yoktur. Tokat merkezine 30 km uzaklıktadır. Köyün iklimi, Karadeniz iklimi etki alanı içerisindedir. Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Köyde ilköğretim okulu vardır. Köyün hem içme suyu şebekesi hem kanalizasyon şebekesi vardır. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Köye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır. Akçaabat Akçaabat, Trabzon ilinin bir ilçesi olup, Vakfıkebir ve Çarşıbaşı'nın doğusunda, Trabzon'un 13 km. batısında, Düzköy ve Maçka'nın kuzeyinde yer almaktadır. Trabzon ilinin nüfusu ile en büyük ilçesi olan Akçaabat, köftesiyle ve horonuyla meşhurdur. İlçede 90'lı yılların sonuna kadar, tütün oldukça önemli bir yere sahipti. Yöre halkı tarafından Akçaabat, il içinde il olarak görülür. Akçaabat'ın futbol takımı (Akçaabat Sebatspor) Türkiye Cumhuriyeti ile yaşıt olup, Türk futbolunda 1. Lig'e çıkan ilk ilçe takımıdır. Kentin bilinen en eski adı Platana olup, Yunanca "çınar ağacı" anlamına gelmektedir. 19. yüzyılda bu adın deforme edilmesiyle Pulatane, Pulathane adları oluşturulmuştur. Bıjışkyan (1817) seyahatnamesinde kentin adı hakkında şu açıklamayı yapmıştır: ""Platana, altı mil uzakta Yoros Koyu’nun içinde bir kasabadır. Platana çınar ağacı demektir, çünkü eskiden bura halkı aynı ağaca tapardı. Bununla beraber, bazıları Polathane yani ‘demir fabrikası’ olarak zikrederler”" Kentin adının ticaretin gelişmesi ve paranın bolluğundan dolayı, beyaz evlerinden dolayı veya eski Türkçeden kaynaklanan batıdaki şehir anlamına geldiği de iddia edilmiştir. Türkler ilçeye 12. yüzyıl'dan itibaren Selçuklu döneminde Türkmen beylerinin bölgeyi fethetmesiyle yerleşmeye başlamışlardır. Fatih Sultan Mehmet tarafından 1461 yılında fethedilen Akçaabat’ta Roma, Bizans, Trabzon İmparatorluğu ve Osmanlı dönemine ait tarihi yapıt ve izlere rastlamak mümkündür. Akçaabat‘ın, Osmanlı dönemine ait kaynaklarda şehir merkezi “Pulathane”, ilçe geneli ise “Akçeabâd” olarak geçmektedir. Cumhuriyet döneminde büyük bölümü Yunanca olan Akçaabat köy adları da değiştirilerek yerlerine Türkçe isimler konulmuştur. Kronolojik sıralama ile Akçaabat için önemli olayları şu şekilde sıralamak mümkündür; Şehrin tarihinde 1810 yılı Ramazan ayı ayrı bir yer tutar. Bu tarihte Rus donanması Sargana mevkiine çıkarma yapmak istemiştir. Akçaabat halkı 48’i kadın olmak üzere 969 kayıp vererek yurdu savunmuştur. I. Dünya Savaşı sırasında 20 Nisan 1916 tarihinde Çarlık Rusya’sı Akçaabat’ı işgal etmiş; ancak bu işgal de uzun sürmemiş ve 17 Şubat 1918'de Akçaabat işgalden kurtulmuştur. Bir rivayete göre bu savunmada kahramanca başarı gösteren Salih Ağa isimli bir terzi, dönemin Osmanlı sultanı tarafından kendisine bir yerleşim yeri verilerek (şu anki Akçaköy) ödüllendirilmiştir. Bu savunmada rol alan değişik ailelere de değişik yerlerde istihkam hakkı verilmiştir. Balıkçılık, fındık, zeytincilik, turizm ve hayvancılık ilçenin başlıca gelir kaynağıdır. Trabzon yöresine özgü tüm ögeleri bünyesinde barındıran Akçaabat kendine has gelenekleri şunlardır. Kemençe, Davul-Zurna ve Bağlama geleneksel çalgılardandır. Arsin, Trabzon Arsin Trabzon ilinin bir ilçesidir. Trabzon'un bir ilçesi olan Arsin Orta Çağ'da küçük bir yerleşim merkezi olarak kurulmuştur. Günümüze kadar eski ismi olan Arsínê [ Byz ] 1928'e kadar Arseni Zîr olarak muhafaza etmistir. "26 Ekim 1461 tarihinde Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon’u fethi ile Osmanlı Devleti topraklarına katılmıştır. 13 Nisan 1916'da Rus kontrolüne giren Arsin'de 24 Şubat 1918 günü bu kontrol kalkmıştır. Arsin 1952 tarihine kadar Yomra ilçesine bağlıydı. Bu tarihte bucak olmuş ve belediye teşkilatı kurulmuştur. Arsin 1957 yılında çıkarılan 7033 Sayılı Yasayla ilçe durumuna gelmiş ve 4 Nisan 1959 tarihinde fiilen teşkilatlandırılmıştır. Arsin adı, “Temiz” ve “Arınmış” anlamına gelir. Bu adı, doğal plaj durumunda bulunan ilçe kıyılarındaki kumsallardan aldığı söylenmektedir. Fakat günümüzde bölgeden Karadeniz Sahil Yolu'nun geçişi ile herhangi bir plaj kalmamıştır. Yukardakilerden daha mantıklı olan açıklama isminin bölgede yaşayan Trabzon'un yerli halklarından miras aldığı ve zamanla bir miktar evrimleşerek orijinal ismi muhafaza ettiği şeklinde açıklanabilir. Zira ilçede kullanım Arsen şeklinde olup; arınmış arısın vs şeklindeki arı kelimesi yerel terminolojide bulunmamakta günlük hayatta kullanılmamaktadır. İlçe merkezi sahil kesiminden ve hafif meyilli bir araziye sahiptir. İlçenin topografik yapısı, sahilden iç kesimlere doğru gidildikçe eğimi artan bir yapıdadır. Bazı köylerde eğim %70'lere kadar varmaktadır. İlçenin toplam yüzölçümü 169 km²’dir. İlçede 5 akarsu bulunmaktadır. Bunlar Yanbolu, Falgoz, Arsin, Kendirlik ve Sifla (Süfla) dereleridir. İlçenin tarımsal alanı 9.530 hektar, ormanlık alanı 6362 hektar, çayır mera alanı 583 hektardır, elverişsiz alanı ise 425 hektardır. Tarım arazisi kullanma şekline göre; Tarla alanı 10.400 dekar, yem bitkileri alanı 232 dekar, sebzecilik alanı 658 dekar, çay alanı 350 dekar, fındık alanı 83.590 dekar ve kivi alanı ise 70 dekardır. İlçenin merkezinin rakımı 10 metredir. Koordinatlar; 39-50 derece doğu boylamı, 40-50 derece kuzey enlemidir. Bölgesel iklime bağlı olarak ilçede yazları serin, kışları ılık geçer. Ilıman iklim bölgeye hâkimdir. Yıllık ortalama yağış miktarı 1000 – 1100 mm arasında değişir ve ortalama sıcaklık 15.5 derecedir. Bölgenin yüksek kesimleri ve vadiler yaz ve sonbahar ayları başlangıcı dışında sislidir. Bulutluluk derecesi 6/10 dur. En bulutlu ay Şubat ayıdır. En bulutsuz ay Haziran ve Ekim aylarıdır. Bölgede hâkim rüzgârın hızı 1.6m/sn dir. Bölgeye egemen rüzgârlar Aralık ayında Kıble yâda Lodos, Haziran ayında Güney, Kasım ayında Batı, diğer aylarda Batı-Kuzey
rüzgârlarıdır. En hızlı rüzgârlar Şubat ayında Batı ve Kuzeybatıdan esmektedir. En soğuk ayın sıcaklık ortalaması 7.75 derecedir. En sıcak ayın sıcaklık ortalaması ise 24.05 derecedir. En düşük ortalama nem oranı 69.2 ile Aralık ayında görülür. En yüksek ortalama nem oranı 83.5 ile Mart ayında görülür. bas dediniz İlçe, Trabzon ilinin 20 km doğusunda Trabzon-Rize sahil şeridi üzerinde kurulmuş bulunmaktadır. Doğusunda Araklı, batısında Yomra ile çevrili, kuzeyinde Karadeniz, güneyinde Gümüşhane ilinin Yağmurdere bucağı ile çevrilidir. Karadeniz ile 7 km deniz kıyısı, batıda Yomra ilçesi ile 28 km mülki kara sınırı, doğuda Araklı ilçesi ile 35 km mülki taksimat sınırı mevcut bulunmaktadır. 2009 Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi sonuçlarına göre İlçe merkezinde 10,395 kişi,köylerde 17,974 kişi olmak üzere toplam nüfus 28,369’dür. 17 Ağustos 1999'da meydana gelen Gölcük Depreminden sonra bölgeden köylere ve ilçeye göçler gerçekleşmiştir. İlçe Millî Eğitim Müdürlüğüne bağlı 1 Genel Lise, 1 Anadolu lisesi, 1 İmam - Hatip Lisesi, 10 adet 8 Yıllık İlköğretim okulu, 21 adet 5 sınıflı İlköğretim okulu olmak üzere toplam 33 okul bulunmaktadır. 3’ü İlçe Merkezine bağlı olan ve 8'i köy okulu olmak üzere toplam 11 okul kapalı olduğundan bu köylerde bulunan öğrenciler taşımalı sistemle en yakın ilköğretim okulunda öğrenim görmektedir. Taşımalı sistemde bulunan okul sayısı 26, 11 yerleşim biriminde taşınan öğrenci sayısı 1101 kişidir. İlçede 1 adet Arsin Lisesi Öğrenci Pansiyonu bulunmaktadır. Bu öğrenci pansiyonunda 86 kız, 168 erkek öğrenci olmak üzere toplam 254 öğrenci kalmaktadır. Ayrıca ilçede 3 adet özel pansiyon da mevcuttur. Merkez Öğrenci Pansiyonunda 16 öğrenci, Örnek Köy Öğrenci Pansiyonunda 11 öğrenci, Başdurak Öğrenci Pansiyonunda 4 öğrenci kalmaktadır. İlçe Sağlık Grup Başkanlığı bünyesinde 7 tane Sağlık Evi mevcuttur. Bu sağlık evlerinden Yeni Mahalle Sağlık Evinde Ebe bulunmaktadır. Ancak Yeni Mahalle'de bulunan nüfus sayısı azlığından dolayı Yeni Mahalle sağlık Evi kapanmıştır. Sağlık Grup Başkanlığı emrinde 2 ambulans hizmettedir. Arsin Devlet Hastanesi, Harmanlı Sağlık Ocağı ve Başdurak Sağlık Ocaklarında 1’er adet hizmet binası, 4’er adet de lojman bulunmaktadır. İlçenin toplamda arazi alanı 16900 hektardır. Bu arazinin %59.39’u tarım, %37.64’ü orman, %3.44’ü çayır-mera, %2.51’i ürün getirmeyen arazidir. İlçe ve köylerinde yaş fasulye, kuru fasulye, mısır, patates, biber, patlıcan, karalahana, domates ve salatalık ekimi yapılmaktadır. İlçede aile ihtiyacını karşılayacak küçük çapta hayvancılığın yanında meyvecilikle uğraşılmaktadır. Başlıca yetiştirilen meyveler; fındık, karayemiş, limon, portakal, mandalina, kiraz, ceviz, armut, ayva, elma, incir, dut, erik ve çaydır. Kivi dekara verimde fındığın on katı gelir getiren ayrıca bölgeye iyi adapte olmuş ve fındığa alternatif sayılan bir üründür. Bundan yüzden İlçede İl Özel İdare kaynaklarıyla alınan fidanlarla bahçe tesisine devam edilmiştir. Şu anda toplam 52 kivi bahçesi bulunmaktadır. Seracılık 1994 yılından itibaren ilçede başlamıştır. Şu anda 21 adet sera bulunmaktadır. İlçe sınırları içerisinde bulunan Yanbolu deresinde tabi olarak bıyıklı sazan, alabalık türünde balıklar bulunmaktadır. İlçede kültür balıkçılığı istenilen seviyede gelişmemiş bulunmaktadır. Yanbolu deresi üzerinde 100 ton / yıl kapasiteli bir adet işletme bulunmaktadır. Sifila deresi üzerinde bir adet 40 ton/yıl kapasiteli balık havuzu bulunmaktadır. Bu iki balık havuzunda ekonomik nedenlerden dolayı üretim yapılamamaktadır. Yine İlçenin Yanbolu deresi üzerinde küçük çaplarda iki tane aile tipi balık havuzu bulunmaktadır. Derelerin doğal florası zengin olduğundan balıklandırmaya elverişlidir. İlçede hayvancılık yüksek kesimlerde yaygınlaştırılmış olup, hayvancılığın geliştirilmesi için suni tohumlama, yem üretimi ve ahır ıslahının birlikte yürütülmesi gerekmektedir. Bu amaçlara yönelik olarak hayvan pancarı silajlık mısır ve pancar fiği ekimine ağırlık verilmiştir. 22 Ekim 2001 tarihinde Tarım İl Müdürlüğünden bir boğa ilçeye verilmiştir. Toplam büyükbaş hayvan sayısı 5527, küçükbaş hayvan sayısı 3640, kümes hayvanı sayısı 6240 ve arı kovanı sayısı ise 1600 adettir. İlçede Kütüphane Memurluğu mevcut bulunmaktadır. Bu memurluk Özel İdare binasının 1. Katında hizmettedir. Kütüphane 95 m² alan kapsamaktadır. Burası 1 salon, 3 odadan ibarettir. Toplam 2 personeli mevcuttur. 1 adet hizmetli kadrosu boştur. Kütüphanede 6519 adet kitap mevcuttur, okuyucu mevcudu 5891, kayıtlı üye sayısı 281’ dir. 2003-2004 İlçe Halk Eğitimi Merkezinde 33 Meslek Kursuna 544 kursiyer kayıt olmuştur. 524 kursiyer başarı belgesi almıştır. Kültürel ve Sosyal alanda 9 kurs açılmış olup, 135 kişi bu kurslara katılarak başarılı olmuştur. Ulusal Eğitime Destek Kampanyası başlatılmıştır. Okur-yazar olmayan çağ nüfusu tespit edilmiş bulunmaktadır ve okuma yazma kursu açılmıştır. Bu konudaki çalışmalar sürmektedir. Trabzon Arsin ilçesinin turistik tesislerinin hatırı sayılır bir kısmı bu ilçede yer alır. Yörede Yanbolu deresinin denize kavuştuğu ve Araklı ilçesi ile sınırdaştır. Yanbolu yolu santa harabelerine bağlantı yolu oluşturur. Takım 1973 yılında Nihat Gürsoy tarafından kurulmuştur. Kulübün ilk başkanı Nihat Gürsoy’dur. Takımın renkleri sarı-siyahtır. 1995-1996 sezonunda İbrahim Usta takımı 2. amatör kümeden alarak başkan oldu. 1995-1996 yıllarında namağlup ve gol rekoru kıran ve 1. amatör kümeye, oradan da mağlup olarak Arsinspor’u terfi müsabakalarına getirdi. İbrahim Usta 3 yıl 3. lige çıkmak için büyük mücadele verdi. 3. yılın sonunda takımı 3. profesyonel lige çıkardı ve takım başkanlığını bıraktı. Arsinspor 1 yıl 3. ligde mücadele ettikten sonra tekrar amatör kümeye düştü. İbrahim USTA’nın Arsinspor’a tekrar başkan seçilmesinden sonra takım 2004-2005 sezonunda yeniden 3. lige çıktı. 2005-2006 sezonunda Yakup Usta Başkanlığa geldi. Arsinspor bu sezonda 3. Lig’den 2. Lig B Kategorisine yükselmeyi başardı. Bu dönemde Arsinspor alt yapıya önem vermiştir. Alt yapıya verilen önem sayesinde takımın tüm branşlarda Trabzon’daki müsabakalara katılması sağlanmıştır. Arsinspor maçlarını 1200 kişilik kapalı tribünü bulunan ilçe stadında oynamaktadır. 25 tane profesyonel futbolcusu ve 120 tane alt yapı sporcuları ile birlikte Arsinspor Kulübü bütün branşlarda mücadele etmektedir. Çarşıbaşı Çarşıbaşı, Trabzon ilinin bir ilçesidir. Doğu Karadeniz Bölgesi'nde Trabzon-Giresun sahil yolu üzerinde, Trabzon'un 34 km batısında bulunur. Eski adı İskefiye'dir. Çaykara Çaykara, Trabzon ilinin ilçesidir. İlin önemli turistik yerlerinden Taşkıran ve Uzungöl bu ilçede bulunur. İl merkezine 76 km uzaklıktadır. İlçeye bağlı 4 belediye (Uzungöl, Taşkıran, Ataköy, Karaçam) bulunmaktadır. 2014 yılına kadar ilçeye bağlı 27 köy bulunurken, 2014 yılı itibarıyla Trabzon ilinin Büyükşehir olması nedeniyle 32 köy mahalle statüsü almıştır. İlçenin tarihi, genelde Trabzon'un tarihi ile ilişkilidir. Tarihi bilgilere göre bölgede varlığı tespit edilen en eski halk Lazların ataları olan Kolhlardır. Antik Çağ'da sırasıyla Pontus Krallığı, Roma İmparatorluğu, Bizans ve Trabzon İmparatorluğu'nun yönetimine giren yöre , 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet'in Trabzon İmparatorluğu'nu yıkması ile kesin olarak Osmanlı İmparatorluğu'nun yönetimine geçmiştir.1486 yılı Osmanlı tahrir defterlerine göre Çaykara ilçesi dahilinde bulunan köylerden Ğorğoras, Holayisa, Paçan ve Zeno’da, 2'si Müslüman 241'i Hıristiyan 243 hanede yaklaşık nüfus 1277 barındığı görülmektedir . 1681 yılı tahrir defterlerine bakıldığında ise Ğorğoras, Holayisa, Paçan, Zeno,Yente, Haldizen - İpsil, Okene, Sero (Siros), Kadohor, Hopşera, Sarahos, Fotinos, Zeleka köylerinin tamamen İslam'a geçtiği görülmektedir . 1915 yılında I. Dünya Savaşı sırasında ilçe Rus Ordusunun işgaline uğramıştır. İlçenin 27 km güneyindeki Sultanmurat Yaylası'nda bulunan "Şehitler Tepesi" bu savaşta şehit düşen Türk Askerlerinin ölümsüz anıtıdır. 1925 yılına kadar Of ilçesine bağlı bir köy iken, 1925 yılında bucak, 01.06.1947 yılında 5071 sayılı kanunla ilçe statüsüne kavuşmuş, 01.01.1948 tarihinde de fiilen teşkilatlandırılmıştır. 27 Şubat "Kurtuluş Günü" olarak kutlanmaktadır. İlçeye " Çaykara" adı Solaklı ve Yeşilalan derelerinin birleştiği yere yakın taşların arasından çıkan "Çaykara Suyu" nedeniyle verilmiştir. Halk arasında kullanılan eski adı Kadahor olup "Aşağı köy" anlamına gelmektedir . İlçe, dağlık ve kayalık bir yapıya sahiptir. Trabzon iline 75 km uzaklıktadır. İlçe merkezi denizden 280 m yükseklikte ve 25 km içeridedir. Of ilçesinden Bayburt ili İstikametine uzanan vadinin içinde kurulmuştur. Soğanlı Dağları ve Uzungöl bucağının doğu ve güneyinde bulunan dağlardan çıkan sular, Ataköy Kasabası yakınında birleşerek Solaklı Çayı adını alır ve Of ilçesinde denize dökülür. Solaklı Çayı'nın yatağı dar olduğundan, bu çayın kenarında bulunan İlçein yerleşim alanı da dardır. Çaykara, Trabzon'un deniz sahilinden içeride olan 6 ilçesinden biridir. İlçenin 420 km²'lik bir yerleşim alanı vardır. Of-Dernekpazarı-Çaykara-Bayburt Devlet Karayolu, Solaklı Çayı'nı takip eder. Bayburt ili sınırları içinde bulunan Soğanlı Dağlarının yüksekliği 2.500 metreyi bulur. 1947 yılında İlçe statüsüne kavuşan Çaykara'nın 4 kasabası, 27 mahallesi ve 11 mahallesi bulun- maktadır. İlçenin dağlık ve yamaç oluşu yerleşim alanlarının dağınık olmasına sebep olmaktadır. Bu itibarla her mahallenin birçok mezrası (Kom) ve yazın şenlenen yaylaları bulun- maktadır. Merkez Belediyesinden başka Ataköy, Karaçam, Uzungöl ve Taşkıran kasabalarında belediye teşkilatı kurulmuştur. İlçe Merkezinde alt yapı hizmetleri tamamlanmış olup, çevre ilçelerle de ulaşımı sürekli ve normal durumdadır. İlçede evlenme yaşları genelde erkeklerde 20-24, kızlarda 17-20 yaşları arasındadır. Evlenen gençler gelir düzeyinin düşük olması nedeniyle genelde ilçeyi terk edip gurbete göç etmektedir. Eşler evlilikten önce kısa bir nişanlılık dönemi geçirirler. Düğünler genelde basit geçer. Düğünü takip eden 7. Gün "Yedi" diye tabir edilen t
ören yapılır. Son zamanlarda İlçe merkezindeki düğünler Halk Eğitim Merkezi ve Belediye Düğün Salonunda yapılmaya başlanmıştır. Düğünlerde kemençe ve kaval gibi mahalli çalgılar eşliğinde horon oynanır. Halkın giyim kuşamı giderek modern görünüme dönüşmektedir. Yöresel kıyafet genelde yaşlılarda görünür. Geleneksel kıyafetlerde en önemli giysiler Zıpka, Laz Donu, Sapuk, Peştemal, Yazma, Kefiye ve Oğluk olarak gösterilebilir. Bazı köylerde Rumca (Romeyika) dili kullanılmaktadır. İlçe turizm yönünden Trabzon'un diğer ilçelerine nazaran, sınırları içinde bulunan Taşkıran ve Uzungöl Beldeleri nedeniyle şanslı bir konuma sahiptir. Özellikle son 10 yıl içinde tanıtım yapılan bu doğa harikası beldelerimiz, her yıl birçok yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilmiştir. Çaykara Uzungöl arasındaki asfalt yol yapımı çalışmaları bitmiştir. Halen beldedeki yatak kapasitesi 1000'e ulaşmıştır. Girişimciler tarafından yaptırılan bungalov tipi evler vardır. Yıllar önce bir dağ yamacının kayarak dere ağzını kapatması sonucu oluşan suni gölün hemen yanında başlayan gür çam ormanların yüksekliği 2000 metreyi bulur. Bu ormanların hemen bittiği yerde, hemen yöre insanlarının yazın kullandığı geniş yaylalarımız gelir. Son zamanlarda deniz turizmin den sıkılan yerli ve yabancı turistler Yayla Turizmine önem vermeleri neticesinde yaylalar da bu hareketlilikten nasibini almaya başlamıştır. Nitekim Sultanmurat Yaylasında 3 yıldızlı otel ayarında ve 150 yataklı modern otel 1997 yılında faaliyete geçmiş olup, hâlen var olan talepleri daha şimdiden karşılayamaz duruma gelmiştir. Keza aynı güzergah üzerinde bulunan Limonsuyu Yaylasında 100 yataklı otel bulunmakta olup, yapılan bu yatırımlar ilerde yapılacak yeni yatırımların müjdesini vermektedir. Ancak, Uzungölde yapılan yatırımlar, doğa güzelliklerini tahrip etmiş olup gidenleri kartpostallardan çok daha farklı hayal kırıklığına uğratan görüntüler karşılamaktadır. Dernekpazarı Dernekpazarı, Karadeniz Bölgesi'nde, Trabzon iline bağlı bir ilçedir. Doğuda Hayrat, güneyde Çaykara, batıda Köprübaşı, kuzeyde de Of ilçeleri ile çevrilidir. Dernekpazarı, 1925 yılında Of ilçesi’ne bağlı bucak merkezi iken 1948'de Çaykara ilçe olunca, Of'tan ayrılıp köy konumuna dönüştürülmüştür. Ancak, 1949 yılında yeniden bucak, yakın tarihlerde de ilçe olmuştur. Dernekpazarı'nın kesin olarak hangi tarihte kurulduğu bilinmemekle birlikte, Kondu isminin zengin bir Rum'un isminden kaynaklandığı sanılmaktadır. Fatih Sultan Mehmet'in Trabzon ve yöresini 1461'de ele geçirmesiyle, Osmanlı Topraklarına katılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Maraş'tan gelenlerin buraya yerleştiği söylenirse de bu iddia kesinlik kazanamamıştır. Bir söylentiye göre; Of ilçesi ve çevresindeki bataklık nedeniyle bölgelerde üreyen sivrisineklerin yaydığı sıtma hastalığından korunmak için; orada yaşayanlar, Dernekpazarı'na gelip yerleştirilmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında Trabzon ile birlikte burası da Rus işgaline uğramış, burada yaşayanların bir kısmı batıya göç etmiş, yörenin kurtuluşundan sonra da geri dönmüşlerdir. Bu bakımdan her yıl 27 Şubat günü Mahalli Kurtuluş Günü olarak kutlanmaktadır. 29 Temmuz 1929 yılında yağan şiddetli yağmurlar neticesinde Ulu cami Köyü'nde toprak kayması olmuştur. Bu heyelanla Solaklı Deresi'nin önü tıkanarak suni bir baraj haline gelmiştir. Daha sonra biriken suyun kuvveti önündeki toprak yığınının patlamasına neden olmuş, akan su merkezdeki birçok dükkân içerisindeki mallarla birlikte tahrip olmuşlardır. O zamanki su yüksekliği 10-12 metreyi bulmuştu. Bu olay akıllarda öyle yer etmiştir ki artik tarih anılmaz olmuştur. Tarih yerine "Sellerden şu kadar yıl önce-Sellerden şu kadar yıl sonra" denir olmuştur. 19 Mayıs 1959 yılında benzer bir sel olmuş ancak hasar 1929 yılındaki kadar olmamıştır. 1958 yılında Merkezde çıkan bir yangında dört dükkân yanmıştır. 1965 yılında Yenicemi semtinde çıkan bir yangında 7 ev yanmıştır. Yörenin bilinen en büyük yangın afeti bu olmuştur. 1968 yılında çarsının en kalabalık olduğu bir Cumartesi günü çarsı merkezindeki petrol dükkânında çıkan yangın büyük bir panik oluşturmuştur. yangın petrol tanklarının patlama olasılığıyla çok ciddi bir tehlike arz etmekteydi. Ancak kısa zamanda söndürülerek tehlike önlendi. 10 Mayıs 1990 tarihli TBMM toplantısında alınan kararla Dernekpazarı ilçe oldu ve Kondu Mahallesi Dernekpazarı ilçesi'nin Merkez Mahallesi oldu. Karar, 20 Mayıs 1990 tarih ve 3644 şayili resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi. 01.08.1991 tarihinde göreve başlayan ilk kaymakam Efkan Ala'ile birlikte diğer daireler de yavaş yavaş oluşmaya başladı. Belediye eski binasını yıktırarak yerine 5 katli büyük bir bina inşa ettirdi. Bu binanın zemin ve birinci katini resmi dairelere Verdi. Adli ve askeri şubeler dışında diğer daireler oraya yerleşti. Köprüler: Yörede, özellikle köy kesimlerinde belli bir mimari özelliği ve estetik bütünlüğü artık bozulmaya yüz tutmuştur. MÖ 2000 yıllarına değin ulaşan yöre tarihimizde Eski Yunan, Roma Bizans, Pontus, Osmanlı Mimarileri belli bir sırayı izleyerek birbirlerinden etkilenmişlerdir. Bunlara bağlı doğa şartlarıda eklenince yöremize özgü bir mimari tarz ortaya çıkmıştır. Engebeli doğal yapı yerleşme şekli, iklim, bitki örtüsü ve yapı malzemeleri yöre mimari tarzını etkileyen etkenlerdir. Ancak geleneksel mimari örneklerin çoğu artık günümüzde yıkılmaya yüz tutmuştur. Modern mimarinin araç ve gereçleri ile birlikte kendine has görüntüsü de yöresel mimariyi tarihin sayfalarına itmişti. Bu yozlaşmadan nasibini alanlardan biri de Ahşap Köprülerdir. Taymır Özerk Okrugu Taymir Özerk Okrugu (Rusça: Таймы́рский автоно́мный о́круг), Rusya'nın Krasnoyarsk Krayı'na bağlı bir eski özerk okrug. Taymır bölgesinin özerkliği 1 Ocak 2007 yılında kaldırılıp Krasnoyarsk Krayı'na bağlanmıştır. Rusya'nın ve Asya'nın en kuzey noktasıdır. İsmini Taymır Yarımadasından almıştır. Taymir Özerk Okrug'da Türk soyundan gelen Yakutlar'a yakın akraba olan Dolganlar yaşamaktadır. Dolganlar Türk kökenlidirler. Dolganlar Taymir Özerk Okurugu'nda yaşayan nüfusun %13.9'unu oluşturmaktadır ve 5,250 insana denk gelmektedir. Ayrıca bölgede Tatar Türkleri ve Azeri Türkleri de yaşamaktadır. Bu yüzden Taymir'de toplam Türk nüfus oranı %15.2'dir. Nüfusun çoğunluğunu ise Ruslar oluşturmaktadır. Her ne kadar Ruslar çoğunlukta olsa da bu bölgenin yerlisi Türklerdir. Ruslar Sibirya'yı işgallerinde gelip yerleşmişlerdir. Ayrıca bölgede Finno-Ugric halklardan olan Nenetsler de yaşamaktadır. Bu yüzden bölge Dolgan-Nenets Özerk Okrugu olarak da anılır. Taymir Krasnoyarsk zaman dilimindedir (KRAT/KRAST). UTC'e göre saat farkı +0700 (KRAT)/+0800 (KRAST). Hayrat, Trabzon Hayrat, Trabzon ilinin bir ilçesidir. Hayrat, 1969 yılında Of'a bağlı bir mahalle olarak belediye statüsüne kavuşmuş, 20.05.1990'da da ilçe statüsüne kavuşmuştur. Tarihi yapısı hakkında kesin olarak bir bilgi bulunmamakla birlikte, Miletoslu denizcilerle kurulan kolonilerden biri olan Of'a bağlı yerleşim birimi olan Hayrat'ın Pontus Krallığı sınırlarına girdiği, Pontus egemenliğinin yıkılması ile Roma, sonra da Bizans egemenliğine girdiği bilinmektedir. Hayrat, Trabzon İmparatorluğu döneminden sonra Fatih Sultan Mehmet'in Trabzon'u fethi ile Osmanlı topraklarına katılmıştır. I. Dünya savaşında Ruslar tarafından işgal edilen Hayrat 28 Şubat 1918'de Türk Birliğince işgalden kurtarılmıştır. Karadeniz sahil şeridine 11 km uzaklıkta bulunan Hayrat, 170 km² yüzölçümüne ve ortalama 180 m rakıma sahiptir. Arazi yapısı itibarı ile çok engebelidir, "kıran" diye tabir edilen sıralı, paralel tepeciklerden oluşmaktadır. Bu tepelerin en yükseği 3000 m ile Ziyaret Tepesi'dir. Hayrat'ta ekonomik hayat büyük ölçüde çay üreticiliğine dayanmakla birlikte,az miktarda hayvancılık ve ormancılık yapılmaktadır. Çay tarım alanı 2.380 hektar, fındıklık 165 hektar, tarla 426 hektar, sebze alanı 20 hektar ve ormanlık alan 9.154 hektardır. İlçede sanayi de çaya dayanmaktadır. Bir adet Çaykur'a ait Çay Fabrikası, bir adet de özel çay işleme atölyesi bulunmaktadır. Buralarda yaklaşık 250 işçi ve memur istihdam edilmektir. Okur yazar oranı %83 tür. Köprübaşı, Trabzon Köprübaşı, Trabzon ilinin bir ilçesidir. Sürmene, Araklı ve Çaykara ilçeleri arasında kalır. 1998 yılında Köprübaşı'nın Beşköy beldesinde bir sel felaketi olmuş ve 47 vatandaş hayatını kaybetmiştir. Merhum Adnan Kahveci, merhum Recep Yazıcıoğlu ve Mustafa Sait Yazıcıoğlu bu ilçeye bağlı Beşköy beldesinin yetiştirdiği devlet adamlarıdır. Millî futbolcu Fatih Tekke bu ilçede doğmuştur. Köprübaşı ilçesinin tarihçesi ve ilk yerleşmeler hakkında ilmi bilgi yok denecek kadar azdır. Eldeki tarihi bilgilere göre Trabzon ve havalisinin Orta Asya'dan gelen kavimlerce iskan edilmesi ile, önce sahil şeridi, daha sonra da Köprübaşı iskan edilmiştir. Köprübaşı'nı ilk iskan eden kavimler gür ormanlar arasında Güneş'ten ara bir yer bularak buraya yerleşmişlerdir. İlk iskan edilen bu yer ilk önce Güneş'ten ar, daha sonra GÜNEŞARA adını almıştır. Bugünkü Fidanlı, Gündoğan ve Akpınar Mahalleleri ile Çifte Köprü, Güneşli (GÜNEŞERA) Köyü adı altında tek muhtarlık olarak 1929 yılına kadar devam etmiştir. 1929 yılında bugünkü Kahraman, Yağmurlu, Koyuncular, Konuklu, Dağardı, Büyük Doğanlı, Yılmazlar ve Arpalı köylerinin iştirakiyle KÖPRÜBAŞI (İki dere ve birbirine çok yakın iki köprü arasında kaldığından bu ismi almıştır) adı altında KÖPRÜBAŞI bucağı teşekkül ettirilmiştir. Daha sonra Fidanlı, Akpınar ve Gündoğan Mahallelerinin birleştirilmesi ile 1965 yılında KÖPRÜBAŞI BELDESİ kurulmuştur. 05 Mayıs 1990 tarihinde 3644 sayılı Kanunla Sürmene İlçesinden ayrılarak yeni bir İlçe olarak kurulmuştur. Köprübaşı 1929 yılında 15 mahalleden oluşan bucak teşkilatına dönüştürülerek bucak olmuştur. Fidanlı, Akpınar ve Gündoğan Mahallelerinin tüzel kişiliklerinin birleştirilmesi ile 1965 yılında Köprübaşı Belediyesi kurulmuştur. 5 Mayıs 1990 tarihinde 3644 sayılı kanunla Sürmene İlçesinden ayrılarak yeni bir ilçe olarak kurulmuş olup; 12 Ağustos 1991 tarihinde
ilk Kaymakamı göreve başlamıştır. Köprübaşı, Kuzeyde Sürmene ilçesi, Güneyinde Bayburt ili, Doğusunda Çaykara, Of ve Dernekpazarı ilçeleri, Batısında Sürmene lçesine bağlı Oylum beldesi vardır. 8 mahallesi vardır. İlçe merkezinde rakım 200 metre, yüzölçümü ise 132 km dir. Trabzon ilinin Bayburt iline bağlayan en yakın yola sahiptir. Mahallelerin ilçe merkezine uzaklıkları: Büyükdoğanlı mahallesi oldukça yüksek ve engebeli bir arazi yapısına sahiptir. Mahallenin ulaşımı kışın sekteğe uğramakla beraber yolu stabilizedir. Köy bir dağın yamacınakurulmuş olup köy halkı geçimini zor şartlardaki tarım ve hayvancılıktan karşılamaktadır. İlçenin Köprübaşı Merkez Belediyesi ile Beşköy Belde Belediyesi olmak üzere 2 adet belediyesi bulunmaktadır. İlçede toplu yerleşim alanlarını oluşturan köy ve mahalleler ayrı ayrı dağınık bir şekilde yerleşim alanlarına sahiptir. Bu da yörenin meyilli ve dik yamaçlı olmasından kaynaklanmaktadır.Köprübaşı ilçesinin iklimi Karadeniz Bölgesi’nin iklim özelliklerini taşımaktadır. Yazları serin, kışları ise ılık geçer. Her mevsim yağış görülmektedir. Bölgede güneyden kuzeye doğru akan MANAHOZ deresi bulunur. Bu dere ilçenin en önemli akarsuyu durumundadır. Yeni Yayla ve Gezge kuronlarından doğar, Madur Dağının eteklerinden çıkan en bol kolu alır. Hamzaağa Yaylasından doğan ikinci kolla Arpalı Köyü’nde birleşerek kuzeye doğru akmaya devam eder. Doğuda Sultanmurat yamaçlarından akan Vartan ile, batıdan akan Vizera deresi, Ehşoho deresi, Çifteköprü deresi ve Ormanseven deresini alarak Sürmene ilçe merkezinden Karadeniz’e dökülür. İlçede arazi yapısı yamaç ve dağlıktır. Dağlar ilçenin güneyinde doğu- batı doğrultusunda uzanırlar. Dağlar ormanla kaplıdır. İlçede en önemli yükseltiler Manahoz Vadisi ve Küçükdere Vadisi arasında Kuzeyden güneye doğru artarak yükselen sırtlardır. Bu yükseltiler sırası ile; Ayluka Tepesi, Yeniyol Tepesi, Kangeller Tepesi, Harman Kayalıkları Tepesi ve güneyde yörenin ve ilçenin en yüksek yeri ve simgesi olan MADUR dağıdır. (Yükeskliği 2742 metre) Ataerkil aile düzeni denilen ve babanın kesin söz sahibi olduğu düzen son yıllara kadar etkinliğini sürdürmüştür. Eğitim ve gurbetçiliğin etkisi giderek bu düzeni bozmuş ve bugün hemen her bireyin söz sahibi olduğu aile şekli ortaya çıkmıştır.Evler genellikle köylerde karışık yapıda olup, kısmen ahşap yapı özelliği taşırlar. Ancak son yıllarda yapılan evler betonarme yapılmaktadır. Halkın okuma - yazma oranı yüksektir. Eğitime verilen önem her geçen gün artmaktadır. Özellikle kız öğrencilerin ilköğretimden sonra lise ve üniversiteye devam ederek eğitimlerini sürdürmeleri konusunda velilerden kaynaklanan sıkıntılar günümüzde yaşanmamaktadır. Okuma – yazma bilmeyen vatandaşlar için okuma – yazmayı öğretici kurslar açılmaktadır. İlçede gençlerin eğitimi ve el becerilerini geliştirmek için çeşitli kurslar açılmakta, bu kurslara gençlerin devam etmeleri sağlanmaktadir. İlçede çok programlı lise bulunmaktadır. İlçede en önemli gelir kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Tarım ürünü olarak fındık, çay ve mısır başlıca ekilen ürünlerdir. Son yıllarda kivi yetiştiriciliği de yaygın olarak yapılmaya başlanmıştır. Genel olarak büyükbaş ve küçükbaş hayvancılık yaygın olarak yapılmaktadır. Köy ve mahallelerde yaşayan hemen herkesin evinde hayvancılık yapılmaktadır. Gelir kaynaklarından birisi de ağaç işleri ve el sanatlarıdır. Beşik yapımı, kaşık yapımı ile uğraşıp geçimini sağlayan pek çok kisi bulunmaktadır. İlçede insanların bir arada çalışıp üretim yapabileceği fabrika vb. üretim tesisi bulunmamaktadır. Ekilen alanların az olması beraberinde geçimin güçlüklerini getirmektedir. Bu nedenle cogunlukla İstanbul, İzmit, Samsun , Sakarya ve Zonguldak’a gurbete gidilmektedir. İlçemize bağlı Harmantepe Yaylası tarihi bir öneme sahiptir. 1916 yılında Doğu Anadolu ve Karadeniz Bölgesi’ni işgal eden Rus Ordusuna karşı verilen savaşta Sultanmurat ve Harmantepe’de büyük savaşlar yaşanmış ve Rus ordularının sahildeki kuvvetleriyle birleşmesi bu cephelerde önlenmiştir. Harmantepe’de şehit düşen askerlerimiz için her yıl 29 Haziran tarihinde anma törenleri düzenlenmektedir. İlçenin güneyinde doğu – batı ekseninde uzanan dağ eteklerinde 1750 – 2200 metre yüksekliklerde yaylalar vardır. Bu yaylaların denize doğru alçalan kesimleri, özellikle vadi yamaçları ormanlarla kaplıdır. Yaylalar geniş otlakları, temiz havası ve soğuk suları nedeni ile yaz aylarında hayvancılıkla geçinen halkın uğrak yerleridir. Mayıs ayından Eylül ayının sonuna kadar bu yaylalar canlılığını korur. Köprübaşı İlçesine bağlı olarak; Soğuksu , Ebeler, Küçük Kangel, Harman, Ağaçbaşı, Yangın, Vizera, Mincena (Bu yaylalar Yedipare Mincena Yaylaları olarak bilinir) Sulak, Köşk, Kutlusu, Taşlı ve İsmailağa yaylaları bulunmaktadır. Çemişgezek Çemişgezek, Tunceli ilinin bir ilçesidir. İlçenin Ermenice adı olan Չմշկածագ-(Tchimichgadzak) Bizans İmparatoru Ermeni kökenli general I. İoannis Çimiskes'den gelmektedir. Osmanlı Türkçesi'ndeki karşılığı (چمشکزک) iken Kürtçe'de "Melikşah'ın soyundan gelen" demek olan "Melkişî" olarak adlandırılmıştır. Bilinen ve MÖ 4000 yıllarından başlatılan tarihi ile Çemişgezek’in sürekli olarak önemli bir yerleşim ve konaklama yeri olduğu bilinmektedir. İlçenin isim kökeni Ermeni orijinli Bizans imparatoru Çimiskes'e dayanır. Hitit, Urartu, Roma, Bizans egemenliği görülen bölge 7. yüzyılda Araplar'ın denetimine geçmiş, ancak 10. yüzyılda yeniden Bizans hakimiyeti başlamıştır. Malazgirt savaşından sonra bölgede çeşitli Türk beylikliklerinin hakimiyeti başlamış ve 13. yüzyılın başlarına kadar Artuklular'ın hakimiyeti görülmüştür. Daha sonra Saltuklular'ın bir kolu Çemişgezek bölgesinde Anadolu Selçuklu Devleti' ne bağlı bir beylik oluşturmuştur. 14. yüzyıl ortalarında Karakoyunlu-Akkoyunlu mücadelesinin görüldüğü bölge daha sonra Safeviler'in hakimiyetine geçmiştir. Ancak idari tarihçesini 1200’lü yılların başından başlatmak doğru olacaktır. Bu yıllarda Saltuklu Beyliğinin Anadolu Selçuklu Sultanı II. Süleyman Şah tarafından ilhakından sonra son Saltuklu hükümdarı Nasreddin Muhammed’in oğlu Melikşah Çemişgezek’e çekilerek burayı beylik merkezi haline getirmiştir. Bu beylik 32 kale ve 16 nahiyeden ibarettir. Çemişgezek beyliği Kanuni Sultan Süleyman zamanına kadar mevcudiyetini sürdürmüşken bu dönemde Çemişgezek Beyi Pir Hüseyin Beyin ölümü üzerine evlatları arsında başlayan mücadele sonrası beylik iki sancak ve 14 zeamete ayrılmıştır. 1518 yılında Yavuz Sultan Selim zamanında o döneme kadar sancak olarak idare edilen Çemişgezek liva haline getirilerek Diyarbakır eyaletine bağlanır. Bu yıllarda Çemişgezek kanunnamesi yayınlanarak buranın gelir, gider, ekonomi ve yönetim sistemi karara bağlanır. 1568 yılında yapılan yeni bir düzenleme ile Çemişgezek sancağı Diyâr-ı Bekr Beylerbeyliğinden alınarak Erzurum Beylerbeyliğine bağlanır. Bu tarihlerde sancak merkezi Çemişgezek’e 9 nahiyenin bağlı olduğu anlaşılmaktadır ki bunlar şöyledir: Ancak Çemişgezek’in Erzurum Beylerbeyliğine bağlılığı fazla sürmez ve 1609 yılında tekrar Diyâr-ı Bekr Beylerbeyliğine bağlanır. Çemişgezek bu şekilde uzun yıllar Diyâr-ı Bekr Eyaletine bağlı bir sancak olarak idare edildikten sonra 1858 yılında kazaya dönüştürülerek Harput’a bağlanır. 1880 tarihine gelindiğinde ise Çemişgezek’in Keban’a bağlı bir nahiye olduğunu görmekteyiz. 1881 tarihinde ise Dersim vilayeti teşkil edilir. Çemişgezek'te kaza haline getirilerek vilayet merkezi olan Hozat’a bağlanır. 1887 (H.1304) yılında Dersim vilayeti lağvedilerek sancak haline gelmiş ise de Çemişgezek yine Dersim'e bağlı kalmıştır. 1925 yılında Dersim Sancağıda kaldırılınca Çemişgezek de diğer kazalar gibi Elâzığ’a bağlanmıştır. 25 Aralık 1935 tarih ve 2885 sayılı kanun ile Erzincan vilayetinin Pülümür, Elâzığ vilayetinin Hozat, Nazımiye, Mazgirt, Ovacık, Pertek ve Çemişgezek ilçelerinin bağlandığı Tunceli vilayeti teşkil edildi. Ancak Tunceli vilayeti özel kanuna göre 1 Ocak 1947 tarihine kadar geçici merkezinin bulunduğu Elâzığ’dan idare edilmiş, 30 Aralık 1946 tarih ve 4993 sayılı kararla il merkezi Kalan kasabasına nakledilmiştir. Çemişgezek o tarihten bugüne kadar Tunceli vilayetinden idare edilmektedir. İlçenin Belediye teşkilatı 1881’de kurulmuştur. Keban Barajı’nın teşekkülünden önce toplam 51 köy muhtarlığı varken, bu köylerden 14’ü tamamen 12’si kısmen su altında kalmıştır. Zamanla göçlerin de tesiri ile bir kısım köyler de tüzel kişiliğini kaybetmiştir. Bugün ilçeye bağlı 31 köy muhtarlığı ve 29 mezrası bulunmaktadır. Çemişgezek'te 33 köy bulunmaktadır. Diğer Tunceli ilçelerine nazaran muhafazakar ve milliyetçi bir yapıya sahiptir. Bölgenin önemli geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır.En önemli tarım ürünü duttur. Her ne kadar sanayi olarak gelişmese de, bölgede dut pekmezi meşhurdur. Ayrıca süt ve süt ürünleri sanayisi olmamak kaydıyla gelişmiştir. Folklor bölgenin önemli kültür etkinliklerindendir.Ayrıca saz ve üflemeli çalgılar bölge insanı tarafından benimsenip uygulanmıştır. Ovacık, Tunceli Ovacık, Doğu Anadolu Bölgesi'nde Tunceli iline bağlı bir ilçedir. 2014 Türkiye yerel seçimlerinde Ovacık belediye başkanı seçilen Fatih Mehmet Maçoğlu, Türkiye Komünist Partili tek belediye başkanıdır. Tunceli ilinin kuzeybatısında yer alan Munzur dağlarının güney eteklerinde, yaklaşık 74 km² ova ile 1.538 km² alan üzerine kurulmuş ve adını bu ovadan almıştır. Bölgede ilk insan yerleşiminin ne zaman başladığına dair kesin bilgi ve bulgular henüz tespit edilememiştir. Arap İslam kavimlerinin 639 yılında Hozat ilçesini merkez alarak bu bölgede hâkimiyet sürdürdükleri sanılmaktadır. Aynı zamanda Ovacık bir dönem Pakradunilerin batı sınırı olmuştur. 1230'lu yıllarda, Anadolu Selçuklu Devleti'nin egemenliğine giren yörenin, 1514 yılında Çaldıran Savaşı'ndan sonra Osmanlı Devleti'nin sınırları içerisine girdiği bilinmektedir. Tanzimat hareketleri ile yapılan idari düzenleme sonucu olarak, 1879 yılında Hozat merkez olmak üzere Dersim vilayeti kurulunca buraya bağlanan Ovacık, 1886 yılında Mamuret'ül Aziz (Elazı
ğ) vilayetine bağlanmıştır. 1908 yılında ilçe teşkilatı Yeşilyazı (Zeranik) bucağı merkezinde teşkilatlanmış, 1936 yılında Tunceli ili teşkil edilince bu ile bağlanmıştır. 1937 yılında ilçe teşkilatı, Yeşilyazı (Zeranik) bucağından kaldırılarak bugünkü ilçe merkezi olan Pulur Köyü üzerine Ovacık ilçesi olarak teşkil edilmiştir. Ovacık'ın bir diğer adı olan Pulur, Ermenicede "tepe, höyük" anlamına gelir. İlçenin yerli halkları Alevi inancına sahip çoğunlukla Zazalar az sayıda Kürtler'dir. Tunceli'nin kuzeyinde yer alan Ovacık'ın ismini dağların arasında yer alan 74 km lik ovadan aldığı sanılmaktadır. 1538 km alanı ile ilin arazi yönünden en büyük ilçesidir. İl merkezine 65 km uzaklıkta bulunan Ovacık, kuzeyinde Erzincan, doğusunda Pülümür ve merkez ilçe, güneyinde Hozat, batısında Erzincan ili ve Çemişgezek ilçesiyle çevrilidir. Kuzeyi ve güneyi Munzur Sıra Dağlarıyla çevrili olan ova Munzur Suyu tarafından ikiye ayrılmıştır. Denizden yüksekliği 1.300 m olup, en yüksek noktası (3.071 m) Ziyaret Tepesi'dir. En önemli akarsuyu Munzur Çayı'dır. Munzur Dağları'nın zirvesinde birçok doğal göl bulunmaktadır. İlçeye ulaşım Munzur Suyu ile birlikte devam ederek ilerleyen ve Munzur Vadisi Millî Parkı içerisinde yer alan eşsiz doğa manzaralarıyla dolu karayolu üzerinden sağlanmaktadır. Ovacık doğal yapısı gereği iklimi en sert geçen ilçedir. Kışları soğuk ve kar yağışlıdır. Kışları ilçe merkezine dahi 2 metreyi geçen şekilde kar yağar. Yaz aylarında ise hava serin geçmektedir. İlçenin geçimi daha çok tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. Ovacık-Zeranik Ovası ve çevresinde yetiştirilen fasulyenin besin değeri yüksek olup, son yıllarda pazarlamasında büyük ilerlemeler sağlanmıştır. Ayrıca Mercan Vadisi ve ilçenin bazı köylerinde ceviz yetiştiriciliği de yapılmaktadır. İyi bir ortam olmasına rağmen arıcılık kısmen yapılmakta, yeterli gelişme bir türlü sağlanamamıştır. İlçenin yerli halkı Zazalar'dan oluşmaktadır. Tamamı Alevilik inancına sahiptir. Bölgedeki Alevilik, bilinen Anadolu Aleviliğin aksine bazı gelenekleri sebebiyle dünyanın en eski dinlerinden biri olarak sayılan Zerdüştlük dini ile benzer noktaları taşır. Aynı zamanda bölgede Gağant olarak bilinen Ermeni yılbaşısı da kutlanmaktadır. İlçeye ulaşımı sağlayan tek asfalt yol Tunceli'den başlayan ve Munzur Vadisi boyunca uzanıp Munzur gözelerine kadar devam eden yoldur. Bu yol oldukça virajlıdır ve yolun asfaltı bozuktur. Bu yolun haricinde bir de Hozat ilçesi ile ulaşımı sağlayan toprak yol mevcuttur. Haftanın belirli günleri Ovacık Mavi Tur ve Ovacık Canlar Turizm ilçeden İstanbul'a otobüs seferleri düzenlenmektedir. Pülümür Pülümür, Tunceli ili yönetim alanı içerisinde yer alan bir ilçedir. 1847 yılında Erzurum Vilayetinin Erzincan sancağına bağlı bir ilçeydi. Pülümür'de belediye teşkilatı 1910 yılında Osmanlı döneminde kurulmuştur. 1914 yılında I. Dünya Savaşına giren Osmanlı Devleti, Doğu cephesinde büyük sıkıntılarla karşılaştı; içede Ermeni komitacıların hareketi ve ayrıca 1916 yılında Rus ordusu Erzincan önlerinde ve Pülümür’ün kuzeyine Pülümür Dağlarına kadar gelmişlerdir. Pülümür ve çevresinde oluşturulan milis güçleri ile düşük yoğunluklu çarpışmalar olduysa da Şubat 1917'de Rusya'da SSCB hükumetinin kurulması ile Erzincan’da anlaşma yapıldı ve 17 Aralık 1917 de Rus ordusu Pülümür dağlarından çekildi. 17 Aralık günü ilçenin kurtuluş günü olarak kutlanmaktadır. Pülümür, Tunceli İlinin Kuzeydoğusunda yeralan 1650 rakımlı bir ilçedir. Tunceli İl merkezinin 67 km. Kuzeydoğusunda yer alan Pülümür'ün doğusunda Bingöl ve Kuzeyinde Erzincan ili ile Güneyinde Tunceli İl'inin Nazimiye ve Batısında Tunceli İl'inin Ovacık İlçesi bulunan İlçe Erzurum-Elâzığ Devlet karayolu üzerinde yer almaktadır. 1505 km²’lik yüzölçümüne sahiptir. İlçe Pülümür Vadisi ve Pülümür Çayı boyunca uzanan ve aynı zamanda doğu'yu batı'ya güneyi kuzeye bağlantısını sağlayan önemli bir noktadır.ilçenin Tunceli ve Erzincana eşit uzaklıkta olmasıda ayrıca bir özelliktir. Pülümür'ün, 49 köy, 5 bucak, 308 mezra düzeyinde yerleşim alanları vardır ancak bu köylerden 9'u ve mezralardan 18'i terör, ekonomik, sosyal ve doğal afetler sonucunda boşalmıştır. Günümüzde 30 köyünde ve bunların bağlısı olan 27 mezra da yaşam sürmektedir.Günümüzde İlçeye bağlı bucak bulunmamaktadır. Pülümür iklim bakımından karasal iklimin özelliklerini gösterir. Yazları sıcak ve kurak kışları bol kar yağışlı ve çok soğuktur. Karın yerde kalma süresi ortalama 5 aydır. İlçenin nüfusu, 2015 yılı nüfus sayımına göre 3.258 kişidir. İlçe merkezi nüfusu 1.388 kişidir. (TÜİK 2015 yılı nüfus verilerine göre) Pülümür merkezi ve köylerin nüfusu sürekli azalmakta olup, 66 köyü bulunan Pülümür ilçesinin 1993 yılında 17 köyünün tüzel kişiliği nüfus azalması nedeniyle kaldırılmış ve sadece 49 köyün tüzel kişiliği kalmıştır. Pülümür'de sırasıyla 13 Mart 1992-Erzincan, 15 Aralık 1995 ve en son 27 Ocak 2003 de meydana gelen deprem sonrası, önemli ölçüde nüfus azalmasına yol açan dış göç olayı meydana gelmiştir. Tabloda yer alan nüfus rakamlarından da anlaşıldığı gibi ilçe genelinde doğal ölümlerin çok üzerinde bir dış göç yaşandığı 1975 yılında 20 bin düzeyinde olan ilçe toplam nüfusunun günümüzde ortalama bir belde nüfusu düzeyi olan 4.000'lere düşmüş olduğu görülmektedir. Pülümür ekonomisi tarım,hayvancılık ve arıcılık üzerine kuruludur. İlçe organik arıcılıkta Türkiye ortalaması üstünde bal ve ürünlerini üretmektedir. İlçede Kooperatif bulunmamakta olup; Banka şubesi olarak yalnızca Ziraat Bankası ekonomik faaliyetlerinin içerisinde bulunmak üzere ilçede hizmet vermektedir. Ayrıca ilçede büyükbaş hayvancılık gelişmiştir. Pülümür, eski Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlarından ve aynı zamanda Dedesi Pülümürlü olan Süleymaniye müderrissi Mustafa Efendi'nin torunu şair ve gazeteci Bülent Ecevit'in "Pülümürün Yaşsız Kadını" adlı bir şiirine de konu edinilmiştir. Ünlü edebiyatçı ve şair Cemal Süreya pülümür doğumludur.. Pülümür ilçesinde belediye teşkilatı 1910 yılında kurulmuştur. Belediye başkanlık seçimleri de düzenli olarak yapılmakta olup; Seçildikleri yıllara göre belediye başkanları, siyasi partileri ve oy yüzdeleri: İlçede, 1 adet ilköğretim okulu, 1 adet orta öğretim bir adet Lise ve Anaokulu vardır. Ayrıca ilçe merkezine 3 km mesafede bulunan YİBO ile Kırmızıköprü mezrasında bulunan YİBO faaliyetine son verilmiştir. İlçe merkezinde içme suyu şebekesi ve kanalizasyon şebekesi vardır. PTT şubesi vardır. Sağlık ocağı vardır. Banaz Banaz, Uşak ilinin bir ilçesi. Antik dönemlerde Banaz Ovasını oluşturan bölgenin adı "Panasion" olarak bilinmektedir. Bakır Çağına ait yerleşim yerinin az görüldüğü Banaz'da Tunç Çağı yerleşimleri sıklıkla görülebilmektedir. Frigler, Lidyalılar, Persler, Romalılar ve Bizans egemenliğinde bulunan yerleşim 11. yüzyılın sonlarından itibaren Türkler' in yerleşimi başlamıştır. Banaz ilk olarak 1076 yılında Türk egemenliğine girmiş ancak Batı Anadolu’da Bizans'la sınır bölgesinde olduğundan yerleşim sık sık Anadolu Selçukluları ile Bizanslılar arasında el değiştirmiştir. 1243 tarihinde gerçekleşen Kösedağ Muharebesi sonrasında Türkiye Selçuklu Devleti' nin dağılmasıyla Banaz, Selçuklu veziri Sâhib Ata Fahreddin Ali' nın denetimine verildi. Banaz'daki Sâhib Ataoğulları Beyliği' nin yönetimi 1276 yılında Germiyanoğulları'na geçti. Sonrasında Sâhib Ataoğulları ile Germiyanoğulları arasında el değiştiren yerleşim, 13. yüzyıl sonu itibarıyla kesin olarak Germiyanoğulları'nın egemenliğine katıldı. 1391 yılına kadar Germiyanoğulları Beyliği’nin hakimiyetinde kalan yerleşim bu tarihte I. Bayezid tarafından Osmanlı topraklarına katılmış ancak 1402 yılında meydana gelen Ankara savaşı sonrasında Banaz'ın da dahil olduğu bölge Timur tarafından Germiyanoğulları Beyliğine geri verilmiştir. Germiyanoğulları Beyliği’nin son beyi olan Yakup Bey, Germiyanoğulları topraklarını vasiyeti olarak Osmanlı Devleti’ne bırakmıştır. Bu vasiyet uyarınca Banaz 1429 yılında yeniden Osmanlı hakimiyetine katıldı. 1391 yılından sonraki ilk Osmanlı hakimiyeti döneminde Anadolu Eyaleti Kütahya Sancağı' nın Uşak kazasına bağlı nahiye olan Banaz, 1429 yılından sonra da bu statüsünü korumuştur. Osmanlı kaynaklarında "Nefs-i Banaz" olarak yerleşimden bahsedilmekte olup, II. Bayezid döneminde yapılan tahrirde yerleşimde 45 hanenin bulunduğu ve 51 neferin yaşadığı kaydedilmiştir. 1520 kayıtlarında 40 hane ve 66 neferin bulunduğu nahiyede 1570 kayıtlarında 83 hane bulunmakta ve 114 nefer yaşamaktaydı. 1671-1672 yıllarında Uşak'ı gezen Evliya Çelebi Banaz'ı, yüz haneli, bir camili, hamamsız ve çarşısı olmayan küçük bir kasaba olarak tarif etmiştir. Ayrıca Banaz' a bağlı 40 köyün olduğu ve nüfusun çoğunun sipahi olduğunu da belirtmiştir. 1870 yılında Uşak kazası Banaz, Göbek ve Gediz nahiyelerinden oluşmaktaydı. 19. yüzyılın sonlarında Uşak halkının Uşak kazasının sancak yapılması ve bu süreçte Banaz' ın da kaza statüsüne yükseltilmesini içeren talepler Hüdavendigâr Vilayeti valisinin olumsuz görüşleri nedeniyle kabul edilmemiştir. 2 Ekim 1887' de Uşak ve çevresini etkileyen depremde Banaz önemli tahribata uğradı. 9 Temmuz 1953 tarihinde Uşak'ın il haline getirilmesiyle Banaz' da Uşak'a bağlı ilçe merkezi oldu. 23 Mart 1921'de Banaz, Yunan işgaline uğradı. 26 Ağustos 1922'de Atatürk'ün başlattığı Başkomutanlık Meydan Muharebesi'nde düşmanı bozguna uğratan Türk ordusuna bağlı birlikler 29-30 Ağustos gecesi General Vasil komutasındaki Yunan 2. Tümeni'ne bağlı birlikleri Büyükoturak kasabasının güneydoğusunda bozguna uğratıp geri çekilmeye zorlamıştır. 30-31 Ağustos 1922 gecesi Kaplangı ve Yenice dağlarında Türk birlikleri ile Yunan Tümeni arasında çarpışma olmuştur. Yunan birlikleri büyük kayıplar vererek hızla çekilmeye başlamıştır. 31 Ağustos 1922'de Türk ordusunun Banaz'a girmesi ile Banaz Yunan işgalinden tamamen kurtulmuştur. Her yıl 31 Ağustos günü ilçenin kurtuluş günü olarak kutlanmaktadır. Banaz, İzmir-Ankara karayolu üzerinde yer almakta ve il merkezine 32 km uzaklıktadır. İlçenin kuzeyinde Kütahya ilinin Gediz ve Al
tıntaş ilçeleri, doğusunda Afyonkarahisar' ın Sinanpaşa ve Sandıklı ilçeleri, güneyinde Sandıklı ve Sivaslı, batıda merkez ve Kütahya' nın Gediz ilçeleri yer almaktadır. Denizden yüksekliği 914 metre olan ilçenin yüzölçümü 1063 km²'dir. İlçede 33.949 hektar tarım alanı, 66.948 hektar orman ve fundalık alan, 3.000 hektar çayır ve mera arazisi ile 2.403 hektar tarım dışı alan bulunmaktadır. En yüksek dağı, ilçenin kuzeyinde bulunan ve asıl zirve kısmı Kütahya'nın Gediz İlçesi sınırları içinde bulunan, 2312 metre yükseklikteki Murat Dağı'dır. İlçe sınırları içerisinde 1200-1800 metreye kadar olan tepe ve yaylalar bulunmaktadır. Bu tepe ve yaylalar zengin çam ormanları ve otlaklarla kaplıdır. İlçenin adı ile anılan Banaz Ovası kuzeydoğudan güneybatıya uzanır. Yaklaşık 6 500 hektar olan ova, Uşak ilinin en büyük ve verimli ovasıdır. Banaz'da genellikle Ege Bölgesi'nin yumuşak ve İç Anadolu Bölgesi'nin sert hava şartları bir arada görülür. Yazın Ege'nin yakıcı sıcağı, kışın iç Anadolu'nun sert soğukları Banaz'ı fazla etkilemez. Yıllık yağış 60–70 cm. arasındadır. Nispi rutubet normaldir. Osmanlı döneminde yapılan 1831 tarihli ilk nüfus sayımında sadece erkek nüfusun tespiti amaçlanmış ve buna göre Banaz' da 3.529 erkek nüfusun bulunduğu belirlenmiştir. 1892-1893 yılına ait Hüdavendigâr Vilayeti Salname’nde 28 köyden oluştuğu belirtilen Banaz toplam 13.251 nüfusa sahip olup, bunun 6.768'i erkek ve 6.483' ü de kadındır. Yapılan sayıma göre yaşayanların tamamının Müslüman olduğu belirtilmiştir. 1898-1899 tarihli Hüdavendigâr Vilayeti Salname'nde ise 5.385' i erkek, 6.584' ü kadın olmak üzere 11.982 kişi Banaz' da yaşamaktaydı. Banaz ekonomisi tarım, hayvancılık ve sanayiye dayanmaktadır. İlçe ekonomisinin en önemli geçim kaynağını oluşturan tarım faaliyetlerinde şeker pancarı, haşhaş ve ayçiçeği üretimi önemli yer tutmaktadır. Banaz ovasında buğday, arpa, nohut, mercimek, tütün olmak çeşitli tarım ürünleri de yetiştirilmektedir. İlçede meyvecilikte önemli yer tutmakta olup, elma, vişne ve kiraz yetiştirilmektedir. Ayrıca sulak alanların bulunmasından dolayıda kavakçılık ilçede yoğun olarak görülmektedir. Hayvancılık daha çok dağ köylerinde yapılmakta, büyükbaş ve küçükbaş hayvan yetiştirilmektedir. İlçede, Banaz Küçük Sanayi Sitesi bulunmaktadır. 2011 yılı sonu itibarıyla ilçede 1 adet Seramik fabrikası, 1 adet Et Entegre tesisi, 1 adet Yem fabrikası, 1 adet Nişasta fabrikası, 1 adet Ağaç Emprenye tesisi, 1 adet Karton koli fabrikası ve 2 adet Tuğla fabrikası faaliyet göstermektedir. İlçe mesire yerleri açısından da oldukça zengindir. Evrendede, Çatalçam ve Yukarı Karacahisar Köyü sınırları içinde bulunan Çokrağan Mesire Yeri bunların başında gelir. 2011 yılında "Banaz Evrendede Tabiat Parkı" olarak ilan edilmiştir. 6,7 hektar genişliğinde olup, Banaz'a 4 km, Uşak'a 37 km uzaklıkta yer alan Evrendede mevkiinde bulunmaktadır. Ormanlık alanda; Karaçam, Kızılçam, Sedir, Meşe, Laden vb değişik türlerde ağaç ve çalı türleri bulunmaktadır. 1.200 metre rakımlı Tabiat parkı içinde gazino, büfe ve yürüyüş parkurları vardır. Doğal termal su bakımından oldukça zengin olan ilçenin Hamamboğazı mesire alanı içinde çeşitli içeriklerde şifalı hamamları ve sıcak su havuzları vardır. Ankara-İzmir yolu üzerinde, Banaz ilçesine 7 km uzaklıktadır. Güneyde ormanlık bir tepe üzerinde olup kaplıcada Gazoz, Sarıkız, Karakız denilen üç ayrı şifalı su bulunmaktadır. Deri hastalıklarına iyi gelen bir kaplıcadır. Ahat Köyü'nde bulunan Akmonia harabeleri ve Banaz Şehitler Abidesi ilçenin tarihi değerleri arasındadır. Karahallı Karahallı, Uşak ilinin bir ilçesidir. Uşak'ın güneybatısında, il merkezine yaklaşık 62 km uzaklıktadır. İlçenin tarihini ortaya koyacak kesin bilgiler yoktur. Ancak halk arasında yaygın bir inanışa göre Karahallı'yı, Kara Halil adında bir Türkmen beyi kurmuştur. Bundan 700 yıl önce Danişmentliler Süleymanlı Oymağında tabi Karahaliloğulları Ömerlisi ve diğerleri Karahallı bölgesine iskan edildiler. Bu bölgeye yerleşen Kara Halili Türkmen oymağı tarihi süreç içerisinde konar-göçer hayat şeklinden yerleşik hayata uyum sağlamış ve kültürel yapılarında göçebe hayat tarzının motiflerini de barındırmışlardır. Kara Halil Oğulları, Karahallı bölgesine yayılarak civar bölgelerde de yerleşim birimleri oluşturmuşlardır. Böylece Karahalil'in yerleştiği köyün adı Karahallı, Garib Hasan'ın yerleştiği köyün adı Karbasan, Kara Bedir'in yerleştiği köyün adı Karabedirler, Deli Hıdır'ın yerleştiği köyün adı Delihıdırlı Köyü olarak zaman içerisinde değişikliğe uğramıştır. M.Ö. 4000 yıllarda bölgede yerleşilmeye başlanmıştır. M.Ö. 1800 yıllarda Hititler bölgeye gelmişlerdir. M.Ö. 1200'lü yıllarda Frigyalıların egemenliğine geçmiştir. Bölge M.Ö. 547'de Pers imparatoru Kirus ile Perslerin eline geçmiştir. M.Ö. 324 Büyük İskender Persleri mağlup ederek Makedonya devletini kurmuştur. M.Ö. 260 Bergama Krallığı ve M.Ö. 132 ile M.S. 395 yılları arasında bölge Roma İmparatorluğu hakimiyetinde kalmıştır. Bölgede M.S. 165 yılında Pepouza şehri kurulmuştur. Bölge M.S. 395'den 1072'ye kadar Bizans hakimiyetinde kalmıştır. 1071 yılında Malazgirt'te Selçuklu Türkleri ile Bizanslılar arasındaki Türklerin zaferi ile sonuçlanan savaştan sonra bölge Selçuklu Devleti hakimiyetine girmiştir. 13. yüzyılda da Türkler bölgeye gelip bugünkü Karahallı şehrini kurmuşlardır. 13-14. yüzyıl Germiyanoğulları hakimiyetindeki ilçe 1429 yılından itibaren Osmanlı İmparatorluğu'na bağlanmıştır. 1907 yılına kadar köy olan Karahallı, 1908 yılında nahiye olmuştur. Batı Cephesi harekatı içinde Sandıklı, Çivril, Çal ve Uşak kesimi içinde Karahallı'nın da yeri vardır. 28 Ağustos 1920'de Yunan işgaline uğramış olan Karahallı ilçesi, 2 Eylül 1922 tarihinde Yunan işgalinden kurtarılmıştır. Uşak 1953 yılında Kütahya'dan ayrılarak il statüsüne kavuştuktan sonra, Karahallı' da 9 Temmuz 1953 tarihinde Uşak iline bağlı ilçe merkezi olmuştur. Karahallı'da Lidyalılar, Romalılar, Selçuklular ve Osmanlılar döneminden bazı kalıntılar olmakla birlikte, en önemli tarihi eser Clandras Köprüsü'dür. Ayrıca Hristiyanlığın 7 mezhebinden biri olan ve uzun süredir yerleşim yeri bulunamayan Montanism mezhebinin merkezi antik Pepuza kenti, ilçeye bağlı Karayakuplu köyünün 3 km. güneyinde Banaz Çayının kıyısında bulunmuştur. Kuzeydoğusunda Sivaslı (Uşak), batısında Ulubey (Uşak), güneydoğusunda Çivril (Denizli) ve güneybatısında Bekilli (Denizli), güneyinde Çal (Denizli), kuzeyinde Uşak merkez ilçeleri bulunmaktadır. İlçenin toplam yüzölçümü 337 km² olup rakımı 873 m'dir. İlçeden geçen tek akarsu Banaz Çayı'dır ve Ege Denizi'ne Didim civarlarından dökülür. Karahallı'da karasal iklim hüküm sürer. Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve kar yağışlıdır. Yağışlar kışın ve ilkbaharda görülür. Yıllık sıcaklık ortalaması 12,9 °C'dir. 2015 yılı nüfus verilerine göre ilçenin merkez nüfusu resmi kayıtlara göre 4.127 olup, köyleriyle birlikte toplam ilçe nüfusu 10.624'tür. Karahallı dışında yaşayan Karahallılılar'la birlikte yaz aylarında ilçenin toplam nüfusunun 35-40 bin civarına çıktığı düşünülmektedir. Karahallı'ya bağlı 14 adet köy ve 1 adet belde mevcut olup bu belde Karahallı merkeze Mahalle olarak bağlandı. Bu belde mahalle olarak bağlanmadan önce son nüfus durumu: Osmanlı Devleti dönemi, Karahallı'da sosyal hayat üzerine çok az kaynak vardır. 14. yüzyıldan sonra başlayan Ulu Camii ismi geleneğine göre yerleşim biriminin oluşmasıyla beraber Türk İslam kültürü gereğince ilk olarak cami yapılır ve şehirleşme bu cami etrafında teşekkül eder. Bu cami Ulu Camii olarak nitelendirilir. Karahallı da bu geleneğe uygun olarak Ulu Camii etrafında yerleşim alanını oluşturmuştur. Ulu Camii merkez olmak üzere yakın bölgeler çarşı olarak nitelendirilmiş ve uzaklaşıldıkça da evler teşekkül etmiştir. Daha önce konar-göçer hayata uygun olarak büyük oranda hayvancılıkla geçinen Türkmen grubu, geldikleri ilk zamanlarda buna devam etmiş ve aynı zamanda yerleşik hayata uygun olarak tarımla da meşgul olmuşlardır. Bu ekonomik faaliyet sadece kendi geçimlerini sağlamaktan ibaret olmuştur. Gelişen ve ileride Uşak'ın en büyük köylerinden olan Kara Halili'de coğrafyanın, tarım ve hayvancılığı karşılayamaması halkın farklı geçim kaynaklarına yönelmesine sebebiyet vermiştir. Geldikleri yöreye hemen hakim olan ve birbirine bağlı Türkmen grubu tarım ve hayvancılıktan farklı olarak, günümüzde Karahallı'nın en önemli geçim kaynağı olan tekstile yönelmişlerdir. Tekstil o zamanın metotlarıyla, çadır dokumak için kullanılan küçük el tezgâhlarında kumaş dokuyarak yapılmıştır. Bu metot zamanla gelişim göstermiştir. Tarım alanlarının yetersiz, içme suyunun az oluşu hayvancılığın bitmesine sebep olmuş, tarım ise sadece ailevi ihtiyaçları karşılamak için az da olsa devam etmiştir. Tarım ürünleri içinde coğrafyaya uygun olarak buğday, az da olsa pamuk, bostan, üzüm ve çeşitli sert coğrafyaya uygun meyve ağaçları vardır. Karahallı'nın sarp, aynı zamanda ulaşım yollarına uzak oluşu, ekonomik faaliyetlerin gelişmemesine sebep olmuştur. Tekstil hayatına giren Karahallı halkı, kumaş dokuma aletlerinin yetersiz olmasından dolayı yakındaki Denizli ve Uşak'tan kumaş getirip işleyerek terzilik sanatını geliştirmişlerdir. Bu kumaşları hazır elbise haline getirip yakın yerleşim bölgelerine (Alaşehir, Dinar, Uşak, Manisa) giderek ürettikleri ürünleri satmışlardır. Bu vesile ile ticaret hayatına giren Karahallı halkı, ilerleyen zamanlarda Uşak'tan deri getirmek suretiyle ayakkabıcılık sektörüne de girmişlerdir. Meslek grupları teşekkül etmiş ve aynı zamanda çeşitli meslekler Karahallı'ya getirilmiştir. Bu mesleklerin Karahallı'ya gelişlerinin temelinde, Karahallı halkının akıllı bir politika güderek dışarıdan gelen bekar meslek erbaplarını, Karahallı içinden bir kızla evlendirip onun evini yaptıktan sonra Karahallı'da kalmasını sağlamaları yatmaktadır. Bu suretle çeşitli meslekler ve kültürel motifler Karahallı'ya girmiştir. Örneğin Berberler sülalesinden merhum Hafız Veli Çimen'in babasının dedesi Denizli'ye bağlı Süller kasabasından her
ay Karahallı'ya tıraş için gelen bir bekar olup, Karahallı'da evlendirilerek berberlik mesleğini Karahallı'ya getiren ve yaygınlaştıran kişidir. Tekstil bu dönemde daha üretim aşamasına tam manasıyla geçmiş değildir. Tekstil, önemini Cumhuriyet'in ilanından sonra kazanacaktır. Karahallı'da ticaretin yaygınlaşmasında lonca adı verilen, dışarıdan gelen tüccarların konaklayıp satış yapmaları için yapılmış yarı kapalı pazarların da etkisi çoktur. Karahallı'da Şeyhlü ve Kasab adıyla Uşak Salnameleri'nde geçen iki pazar olduğu bilinmektedir. Develerle gelen tüccarlar bu loncalara yerleşirdi. Yüksek Türk kültürünün getirmiş olduğu yardımlaşma ve misafirseverlik sonucu olarak bu tüccarların yiyecek ihtiyaçları lonca etrafında bulunan evlerde oturanlar tarafından karşılanırdı. Pazar günleri Ulu Camii imamı tarafından dua edilir ve pazar açılırdı. Tüccarlar, birbirlerini denetlemek suretiyle asayiş ve ticaret ahlakının devamını sağlarlardı. Gelişen meslek adabına göre yetiştirilmiş ve sonunda usta olan çırak, ustası tarafından kuşak bağlanıp, makas verilerek ustalığı belgelenirdi. Çırak herkese yemek dağıtarak artık usta olduğunu ilan ederdi. Bu ve benzeri gelenekler Karahallı'da ticarete ve mesleğe duyulan saygıyı göstermektedir. Ticari hayattaki bu gelişim kısa zamanda halkın refah düzeyini arttırmıştır. Karahallı'da ticaretin bu denli gelişmesi, Cumhuriyet'in ilanından günümüze kadar Karahallı için ticareti tek geçim kaynağı haline getirmiştir. Tüccarların dışarıya çıkarak ürünlerini pazarlamaları, onların değişik hayat tarzlarını görmeleri, ilerleyen zamanlarda tek geçim kaynağı olan dokuma tezgâhlarının Karahallı'ya girmesine vesile olacaktır. İlerleyen süreçte Osmanlı Devleti'nde meydana gelen gerileme ile beraber tüm Anadolu'da olduğu gibi Karahallı'da da ekonomi gerilemiştir. I. Dünya Savaşı yıllarında üretim durmuş, yurt içine giren ucuz mallar el sanatlarını yok olma tehlikesiyle karşı karşıya getirmiştir. Savaş yıllarındaki ağır savaş masrafları ve insan gücünün yok oluşu, Karahallı'da yaşamı güçleştirmiştir. Un bulamayan Karahallı halkı dağdan topladığı bıtırak denen yabani otu öğüterek un haline getirmiş ve bunu yemiştir. Yağ ise sadece hayvan, haşhaş ve susamdan az miktarda elde edilerek kıt kanaat kullanılmıştır. Değişen ekonomi ancak Cumhuriyet sonrasında yeniden hayat bulabilmiş ve gelişmiştir. Karahallılı kadın, Türk-İslam inancına uygun, gösterişten ve şatafattan uzak, kadınlığını dışa vuran mütevazı bir şekilde toplumun, o dönemde öngördüğü normlar doğrultusunda giyinirdi. Giyimlerinde Anadolu motiflerini canlı tutan, doğal sanat eserlerini sergilemekten çekinmezdi. Önemli günlerde o güne has giyimleriyle, belli bir yapıda renk mozaiğini giyimiyle oluştururdu. Önceleri Karahallı'da kadınlar yakası yuvarlak, uzun etekli uzun kollu dize kadar beyaz göğnek (gömlek denilen içe giyilen elbise) giyerlerdi. Onun altında ayaklarına kadar uzanan, kalçadan lastikli dizlik ve iç zıbın denilen önde bele kadar, arkada da kalçayı örten bir iç giyimleri vardı. Ayrıca kadınlar içlerine "camadan" denilen daha çok beyaz kumaş üzerine işlemeli ya da renkli kumaşlar ile diktikleri, işli yerler öne gelecek şekilde bir içlik giyerlerdi. Entariyle sıtma yeleğin boyun kısmı V şeklinde olduğu için boyundan yere kadar göğüslük takarlardı. Entarinin altına acem şalı ya da gudulu/yörük kuşağı denilen uçkurlu diril kumaştan ipek ve pamuklu karışımlı kumaştan, paçaları lastikli şalvar tipinde olan guduludan giyerlerdi. Kadınlar dışarıya çıkacakları vakit önleri yanları yırtmaçlı, kolları uzun ve bol elbiseler giyip bunların üzerine işlemeli bir kemer takarlardı. Ayrıca kara çarşaf ve uzun bel kısmından büzgülü, koyu renkli bir başka sokak giysisi de vardı. Cumhuriyetin ilanından sonra "car" giyilmeyip "pürgü" adı verilen uçları saçaklı renkli bir şal örtülmeye başlandı. Yeni gelinlerde ise, bu elbiselerin büzgülü olan kısımları pul ve boncuk işlemesiyle süslü olup, "tepelik" adı verilen daha çok altın paralarla ve çeşitli boncuk pullarla işlemeli alına takılan başlık, yazma ile tutturulup başa geçirilir ve saçla bir bütün oluşturulurdu. Normalde ise sade "çeki" ile aynı işlem yapılırdı. Bu elbiselerin üzerine yine ağır ve mütevazı altın bilezik, yüzük bele kadar sarkan kolye, altın-inci karışımlı küpe, cıngıl denilen gümüşten salkım zincirlerin ve paraların oluşturduğu bir göğüs takısı; ipe dizili boncuk takarlardı. Ellerine siyah eldiven takıp, içi aynalı çanta taşırlardı. Evde nalın, dışarıda geçmeli ponponlu sivri burunlu bir ayakkabı, yaşlı kadınlar ise mest biçiminde ayakkabı, bunların içine de yün ve kıldan örülen nakışlı çorap giyerlerdi. Karahallı kadınındaki bu sadelik içeren giyimler, tarihten gelen bir mirasın sonucu ve yansımasıdır. Erkekler kadınlardan farklı olarak giyim konusunda daha sade ve rahattır. Erkek iç giyiminde, kadınlarınkinden farklı olarak göğnek boyları kısadır. Diz kapağına kadar bele iple bağlamalı, genellikle kadife kumaştan, ön kısmı işlemeli uçkurdan giyerlerdi. Dış giyim ise kemerli dizlerine kadar bolca uzanan sonra ayak bileklerine kadar daralan düğmeli külot pantolon veya şalvardan oluşurdu. İşlemeli uzun kollu cepken bele bağlanan bir poçu ve yün çorap giysiyi tamamlardı. Gençlerin başında sadece kırmızı bir fes bulunurken yaşlılar bu kırmızı fesin üstüne tülbent sararak sarığın ucu yan tarafından sallanırdı. Cumhuriyetten sonra şapka inkılabıyla beraber fes ve sarığı bırakmak suretiyle fötr şapkaya geçilmiştir. Fötür şapka Karahallılı terziler tarafından dikilmiştir. Fakat fötr şapka tutulmamış ve altı köşeli kasketler yaygın olarak kullanılmıştır. Ayakkabı olarak lastik, kabarlı ve demirden yapılmış ayakkabılar kullanılmıştır. Ekonomik durumu iyi olan aileler Aydın ve Söke'den getirilmiş kunduralar giyerlerdi. Bu kunduraların ses çıkartması amacıyla alt tarafına lastik konulmak suretiyle gıcırdaması ve bu suretle gösterişli olması sağlanmıştı. Bu tür ayakkabılara "gıncırdıklı" ayakkabı denilmiştir. Dış cepken baştan düğmeli ve keçeden yapılmıştır. Pantolon ise paça kısmı dar ve düğmeli olurdu. Karahallı'da terzilik mesleğinin yaygın olması elbise dikimini ve bulunmasını kolaylaştırmış aynı zamanda tertiplilik muhafaza edilmiştir. O dönem itibarıyla Karahallı'da her ne kadar tekstil yapılsa da kumaş Uşak'tan getirilmiştir. Karahallı da ekonomi tekstile dayanmaktadır. İlçedeki tekstil üretimi Osmanlı İmparatorluğu döneminde el tezgâhları ile başlamıştır. Dokumacılık temel gelir kaynağıdır. 1940'lı yılların sonlarına kadar daha çok beyaz mal yani astar ve kaput dokunurdu. O dönemde renkli dokumalar da yapılıyordu. Kareli bez dokunurdu. Buna satranç tablasına benzediği için satrançda denirdi. El tezgâhlarında diril, peştamal, tülbent, keme, zifir, kutmu, üstlük, güvercin gözü, çarşaf ve hatta el havlusu da dokunurdu. Güvercin gözü denilen dokunmuş maldan pantolon dikilip çevre pazarlarda satılırdı. Üstlük dokunduktan sonra özel ipekle işleme yapılırdı. İşleme yapılan üstlükler ve diğer dokunan renkli bezler Kütahya çevrelerinde çokça satılır, atlarla gidilen köylerde de pazarlanırdı. 1950 sonrası el dokumacılığı aile geçimini sağlayacak düzeyden uzaklaştı. Ama yine de devam edilmek zorundaydı. Ancak yeni arayışlara girildi. Dokumacılık makinalaştı. Eskiden beri var olan seyyar manifaturacılığa biraz daha hız verildi. Kara vasıtaları çoğaldığı için bazı tüccarlar otobüs veya kamyonlarla pazarlara mallarını götürüp Uşak, Çivril, Banaz, Dumlupınar gibi yerlere gidip geldiler. Bu arada at sırtında gezerek ticaretini sürdürenler de az değildi. Karahallı'ya dokuma tezgâhlarında kullanılabilecek elektrik 1960 yılında geldi. Bu tarihten önce 1954 yılında belediyenin çabası ile bir dizel elektrik üreticisi temin edildi. Bu yalnız ışıklandırmada kullanılıyor, akşam saatlerinde çalıştırılıp gece saat 24:00'te durduruluyordu. 28 Mart 1960 tarihinde Banaz Çayı üzerine kurulan hidroelektrik santrali üretime başladı. Daha sonra her alanda kullanılan kaput bezi üretimine hız verildi. Kısaca el tezgâhları ile başlanılan tekstil sanayi zamanla teknolojiye ayak uydurmuştur. Bugün bilgisayarlı hızlı üreten bir yapıdadır. İlçedeki tekstilci iş adamları teknolojik gelişmelere ayak uydurmuşlar ve Karahallı'da her türlü tekstil üretimi yapabilecek tecrübe, birikim ve imkânlara sahip olmuşlardır. Karahallı Türkiye'nin en önemli tekstil üretim merkezlerinden biri konumundadır. İlçede tahminen 1000 - 1200 adet dokuma tezgâhı bulunmakta olup, üretim ufak atölye ve büyük modern fabrikalarda yapılmaktadır. İlçedeki pamuklu dokuma sanayi uluslararası piyasalarla iş yapma yönünde ilerlemektedir. İlçe bölgesinde tarım ikinci planda kalmış olup, sulama olmaksızın tarım yapılır. Bölgede buğday, tütün, mercimek, nohut, pamuk, haşhaş, susam ve üzüm gibi ürünler yetiştirilir. Bölgede çok çeşitli siyah ve yeşil üzüm bağları bulunur. Bölgede üretilen üzümler 17 km uzaklıktaki komşu ilçe Bekilli'de şarap yapılır. Bölge şarabı çok kaliteli ve meşhurdur. Karahallı'nın düşman işgalinden kurtuluş tarihi olan 2 Eylül'de Karahallı'da Clandras Festivali düzenlenir. Bu festival Dokuma Festivali olarak da bilinir. Festival adını Karahallı'daki Frigyalılar döneminden kalma tarihi Clandras Köprüsü'nden almıştır. Karahallı'da Cumartesi günleri pazar kurulur. Bu pazara çevre köy ve ilçelerden müşteriler gelir. Karahallı'da meşhur ciğerci Arif Usta sadece Cumartesi günleri satış yapar. Bu dükkânda sadece ekmek arası ciğer kavurması satılır. Karahallı'da bunun yanında içilebilecek en meşhur içecek kar şerbetidir. Bu şerbet de sadece Cumartesi günleri pazar alanında satılır ve kar şerbeti vardır.Her cumartesi gelir ama sadece yaz günleri gelir... 1907 yılında belediyelik olan,Kütahya Vilayeti Uşak Kazası Karahallı Bucağında Cumhuriyet öncesinde Osmanlı Devletini eğitim ve öğretime ciddi anlamda önem vermediği,bu eksikliğin vatandaşların kişisel katkılarıyla sürdürülmeye çalışıldığı görülmüştür. Karahallı Bucağında eğitim ve öğretim Cumhuriyet öncesinde bu gün Gölbaşı Camisinin doğu kısmında yer alan ve Mektep adı verilen bina
da 1945 yılına kadar sürdürülmüştür. O zamanlar Karahallı Merkez ya da İlkokulu, sonradan Cumhuriyet İlk Okulu ve bugünkü adıyla Cumhuriyet İlköğretim okulunun açılışına kadar Devre-i Ula ve Devre-i Mutavassıta’dan oluşan ve her biri 3’er yıl süren 2 kademeli olarak sürdürmüştür.1914-1917 yılları arasında birinci kademede okuyan Hafız Veli Çümen’in anlatımlarına göre Karahallı eşrafından Hasan Hoca Alakuş ve Hamit Hoca Mercan öğrencilere Sarf ve Naif, Hendese, Hesap, Tarih ve Coğrafya dersleri öğretilmiştir. Sarf ve Naif derslerinde Osmanlıca sözcük ve tümce yapısı ile dilbilgisi kuralları, Hendese ve Hesap derslerinde ise halkın günlük yaşamında kullanabileceği dört işlem ve kesirli sayılar, Tarih derslerinde ağırlıklı olarak Türk-İslam Tarihi, Coğrafya derslerinde tüm dünya coğrafyası öğretilmiştir. Bu yıllarda okuyan öğrencilere ancak 2.kademeyi yani Devre-i Mutavassıta’yı (bugünkü anlamda ilköğretimin ikinci kademesi) bitirdikten sonra diploma verildiği ve bu kişilerin küçük çaplı memuriyetliklere atandıkları saptanmıştır.Bu dönem öğrencilerinden göze çarpan tek kişi Cumhuriyetimizin ilk ziraatçıları arasında olan, yurdun değişik yörelerinde halkı tarım ve tarım alanlarının ıslahı konusunda bilinçlendiren Necati KÖYLÜ’dür. Mektep’te toplam 6 sınıf, sınıflarda 30’ar öğrenci ve yaklaşık 200 öğrenci olduğu görülmektedir. Osmanlı Devleti 1917 yılında Uşak’tan Fevzi ve Kılıç Osman Hocaları ilk kez maaşlı olarak atamıştır.Bu durum sonucunda diğer yerleşim birimlerinden öğrenciler Mektep’e okumaya gelmişlerdir. Bucağımız dışında bugünkü Karbasan Beldesinde1850’li yıllardan itibaren Medrese eğitimi verilmiş, özellikle çevre vilayetlerden öğrencilerin geldiği görülmüştür.Ancak medrese eğitiminin denetimsizliği sebebiyle öğrencilerin uzun süre eğitim almalarına karşın pek başarılı olunamamıştır.Asım Hoca,Sakallı Hoca (Hafız Ali ARSLAN) ve Çokaklı Kamil Hoca bu dönemde yetişen ender kişiler olmuşlardır.Bu kişiler bucağımızda uzun süre din adamı olarak hizmette bulunmuşlardır. Cumhuriyetin ilanından sonra Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Latin Alfabesini kabul etmesi ve bizzat kendisinin bu çalışmalarda başöğretmenlik yapmasıyla ülke genelindeki eğitim çalışmaları bucağımızda da başlatılmıştır. 1926-1927 yılları arasında Mektep’te geceleri Latin Alfabesi öğretilmeye başlanmıştır.Her ne kadar katılım jandarma eşliğinde olsa da hiçbir engel görmemiştir. Daha sonraki yıllarda ilçemizdeki eğitim Cumhuriyet İlk Okulu (1945), Karahallı Orta Okulu (1954-1973), Hasan Gürel İlk Okulu (1966), Mehmet Yeşil Lisesi (1973-1999), Veyis Turan Endüstri Meslek Lisesi (1987-1999), Dadaylı Halit Bey İlk Okulu (1986-1999), Acarlar İlköğretim Okulu ( 1985-1999), Veli Özer Orta Okulu (1988-1999), Veyis Turan Çok Proğramlı Lisesi (1999) ve son olarak Meslek Yüksek Okulunda (1994) devam ettirilmektedir. Geçmiş yıllarda her köyümüzde ilk okul olmasına karşı bu gün birçok köyümüzde okullarımız öğrenci sayısının yetersizliği sebebiyle kapatılmış ya da taşımalı kapsama geçilmiştir. Her geçen yıl okullarımızdaki öğrenci sayısı da azalmaktadır.1990 yıllarda ilçe toplamında 2000 öğrenci olmasına karşın 2010-2001 eğitim ve öğretim yılında 1257 ilköğretim ve 271 orta öğretim öğrencisi bulunmaktadır. Başlangıçta elle,sonra elektrikle çalışan dokuma makinelerini ilçemize gelmesi ve halkın neredeyse tamamının dokuma ile uğraşması Karahallıların okumaya karşı olan ilgisini azaltmıştır. 1970 yıllarda Türkiye’nin pamuklu dokuma üretimini yarıya yakının karşılayan İlçemiz sonraki yıllarda sermayenin İstanbul, Kütahya, Bursa ve Denizli gibi illere taşınması sebebiyle teknolojisini yenileyememiş ve yenik düşmüştür. Sermaye ile birlikte iş gücüde yoğun bir şekilde göçmüştür.O yıllarda iş olanaklarını çok olması sebebiyle “Okursa okur,okumazsa dokur” sözü tüm yaşamımızı etkilemiştir. İlçemizde eğitimin temel göç olgularından kabul edilmemesine karşın ve Karahallı’nın geçmiş yıllarda öğretmen atamalarında Uşak’ın en son noktası gözüyle bakılmasında eğitim seviyemiz oldukça düşmüştür. Ancak son yıllarda çaresizlik yüzünden ilçe halkı çocuklarını eğitime zorunlu olarak yönlendirmesi ve ilçemizin zorunlu bölge olmasıyla,öğretmen sılkıntısının giderilmesiyle eğitim seviyemiz artmıştır. Bilinmeli ki Karahallı insanı çalışkan ve kıvrak zekalıdır. Bu konuda da mutlaka başarılı olacağız. Karahallı' da 12 ilköğretim okulu, 1 lise ve 1 meslek yüksekokulu bulunmaktadır. 1993-1994 yılı eğitim öğretim yılında eğitime başlayan meslek yüksekokulu Afyon Kocatepe Üniversitesi bünyesinde eğitim-öğretim devam etmekteyken 2006 yılında Uşak Üniversitesi' ne bağlandı. Sivaslı Sivaslı, Uşak ilinin bir ilçesidir. Neolitik Çağ ve Kalkolitik Çağ dönemlerinden itibaren yerleşimin izlerinin görüldüğü Sivaslı, MÖ. 2500 yıllarına kadar Hitit hakimiyeti altındayken bu tarihte Luvi istilasına uğramıştır. Hitit krallığı dağıldıktan sonra buraya, Ege göçleri sırasında boğazlardan gelen Frigyalılar yerleşmiştir. MÖ 7. yüzyılda bu bölge Frigyalılar ve Lidyalılar arasında paylaştırılmıştır. Daha sonra Pers, Makedon Krallığı ve Bergama Krallığı egemenliğinde kalan yerleşim MÖ 2. yüzyılda Roma hakimiyetine geçmiştir. İlçedeki en eski yerleşim alanı antik Sebaste kentidir. M.S. 20 yıllarında İmparator Augustos tarafından kurulmuş ve daha sonraki dönemde bir piskoposluk merkezi olmuştur. İlçedeki diğer bir antik yerleşim alanı Hacım Köyü sınırlarında bulunan Alaudda’dır. Bu antik yerleşim Bizans döneminde şehir derecesine kadar yükselmiştir. Roma' nın bölünmesiyle yerleşiminde bulunduğu alan uzun süre Bizans hakimiyetinde kaldı. 1071 Malazgirt Savaşı'ndan sonra bölge Bizans ile Türkler arasında sürekli el değiştirmiştir. Kesin olarak 1233 yılında Türk hakimiyetine yerleşim, Selçukluların dağılmasından sonraki beylikler döneminde Germiyanoğulları egemenliğinde kaldı. 1391 yılında Yıldırım Beyazıt tarafından Osmanlı topraklarına katıldıktan sonra 1402 Ankara Muharebesi' nden sonra yeniden Germiyanoğulları egemenliğine geçti. Yerleşim, 1429 yılında kesin olarak Osmanlı topraklarına katılmıştır. Sivaslı, Osmanlı dönemi tapu tahrir defterlerinde "Sivaslu Karyesi" olarak Kütahya sancağının Uşak kazasına bağlı bir köy olarak kaydedilmiştir. Kayıtlara göre köyde; II. Bayezid döneminde 37 nefer ve 34 hane, 1520' de 77 nefer ve 50 hane, 1570' te de 117 nefer ve 94 hane bulunmaktadır. 1676 tarihli Avârız defterine göre Selçikler ve Göçeler köyleriyle birlikte askeri nüfusun en fazla olduğu köydür. 1914 yılında Uşak' a bağlı bir nahiye olan Sivaslı, merkezde dahil 20 köyden oluşmaktaydı. Bu tarihte Sivaslı merkezde 1560 kişi yaşamakta olup, tüm nahiye nüfusu 11852 kişidir. Sivaslı, 15 Temmuz 1953’te Uşak’ın il olmasıyla birlikte ilçe olmuştur. Sivaslı, Ege Bölgesinin İçbatı Anadolu bölümünde yer almaktadır. Uşak iline bağlı bir ilçe olan Sivaslı, yaklaşık 486 km² yüzölçümüne sahiptir. Uşak'ın güneydoğusunda ve Uşak-Denizli Devlet Karayolunun 35 kilometresinde, Bulkaz Dağları'nın eteklerinde kurulmuştur. İlçe yönetim sahasının kuzeybatısında Uşak merkez ilçesi, kuzeyinde Banaz, doğusunda Sandıklı, güneyinde Çivril ve güneybatısında ise Karahallı ilçeleri yer almaktadır. İlçenin geriye kalan arazisi genellikle düz olup, yer yer engebelidir. İlçe dahilinde en yüksek rakam 1654 m, en düşük rakam 720 m, ortalama rakım ise 1187 metredir. Topraklarından Büyük Menderes nehrinin bir kolu olan Banaz Çayı geçmektedir. Banaz'dan doğan Banaz Çayı ilçeye Ketenlik Köyü'nde girmekte olup, Yeni Erice ve Azizler Köyü'nü takiben Budaklar Köyü altında ilçeyi terk eder. Sivaslı, 2. sınıf deprem bölgesinde bulunmaktadır. Sivaslı ilçesinde belli başlı yükseklikler; Uşak'ı İç Anadolu'dan ayıran ve Bulkaz Dağları'nın devamı niteliğindeki güney ve kuzey istikametinde uzanan Sazak Tepesi (1654 m) Sürtep Tepe (1650 m), Erice Tepe (1579 m) ve Cılbak Tepe (1154 m) yer almaktadır.Bölge deki dağların tamamına yakını bozuk baltalık ve ormanlıktır. Sürtep Tepe ve Sazak Tepe'den Afyon ili Hocalar İlçesi'ne geçiş yapılabilmektedir. İlçe genelinde Pınarbaşı, Budaklar, Hacim, Kökez, Samatlar, Salmanlar, Ağaçbeyli köyleri ile Selçikler, Tatar ve Yayalar Beldeleri kısmen ovalıktır. Sivaslı ‘da, büyük çapta doğal ya da yapay bir göl bulunmamaktadır. Eldeniz, Hanoğlu, Kökez gibi köylerde küçük çaplı hayvan sulama göletleri vardır. Ancak Yayalar Beldesi ve Erice Köyü sınırlarında sulama amaçlı gölet bulunmaktadır. Bitki örtüsünü bozkırlar ve çalılıklar teşkil eder. Dağlarda ise orman alanları geniş yer tutar. Ormanlarda en çok çam, ardıç ve meşe ağaçları bulunmaktadır. İlçede Uşak yöresine hakim olan Akdeniz - Karasal geçiş iklimi hüküm sürer. Yıllık ortalama sıcaklık 12,5 derece; yıllık yağış ortalaması ise 540 mm.'dir. 2014 yılı nüfus sayımına göre ilçenin merkez, kasaba ve köyleriyle birlikte toplam nüfusu 21.122' dir. İlçe merkezinde 6911 kişi yaşamaktadır. İlçenin geçim kaynakları tarım, hayvancılık ve hizmet sektörüdür. İlçe ekonomisinde 1960’lı yıllardan sonra Avrupa'ya işçi olarak giden kişilerin getirileri de önemli yer tutmaktadır. Sivaslı kasabasında temel geçim kaynaklarından biri de hizmet sektörüdür. İlçe merkezi olmasından dolayı ticaret ile pazarlama sektöründe çalışanların büyük çoğunluğu hizmet sektöründen geçimini sağlamaktadır.Bunların dışında ilçede; dokumacılık, halı-kilim, testi-bardak ve mermer ocakları gibi işletmeler de mevcuttur. Sivaslı’nın çileği çok meşhurdur. Her yıl Haziran ayının başında "Çilek Festivali" düzenlenmektedir. Sivaslı'da ki tarım arazilerinin 23.680 hektar alanı kuru, 2.317 hektarı sulu tarım alanıdır.(2006 yılı verileri) İlçedeki başlıca bitkisel üretim hububat (buğday, arpa, yulaf vb.), bakliyat (nohut, kuru fasulye, mercimek), şeker pancarı, tütün, haşhaş ve ayçiçeğidir. İlçedeki sebze yetiştiriciliği olarak başlıca sebzeler, domates (1.200 dekar), biber (1.370 dekar), taze fasulye (1.500 dekar), salatalık (1.500 dekar) üretimi yapılmaktadır. Meyvecilik olarak başta çilek (2.100 dekar) olmak üzere, elma (65.950 ağaç), vişne (11.360 ağaç), kiraz (10.250 ağaç), ceviz (2.350 ağaç), armut
(13.960 ağaç) ve üzüm yetiştiriciliği (6.955 dekar) yapılmaktadır. İlçede hayvancılık da gelişmiştir. Koyun, kıl keçisi ve sığır en çok beslenen hayvanlardır. Son yıllarda kümes hayvancılığı ve arıcılık da yapılmaktadır. Sivaslı’da, büyükbaş hayvancılık daha çok ahır hayvancılığı seklinde yapılmaktadır. Sığırlar ağırlıklı olarak süt üretimi için yetiştirilmektedir. İlçe merkezinde süt üretimi için kurulmuş süt birliği de bulunmaktadır. Sivaslı ilçesinin 1 km doğusunda Bulkaz Dağı'nın eteklerinde bol sulu ve ağaçlıklı bir yerdir.Her sene burada çilek festivali olur. Payamalanı ve Selçikler beldesindeki Sebaste Harabeleri ilçenin tarihi zenginlikleri arasındadır. Sivaslı ilçesine 8 km uzaklıkta olup klasik devir yerleşim alanıdır. Dört tepe üzerine kurulmuş olan şehrin büyük bir mezarlığı ve iki kilisesi vardır. İlçe merkezinde 3 adet ilkokul (Cumhuriyet İlkokulu, Atatürk İlkokulu, Muammer Yazgan İlkokulu) 3 adet ortaokul (Cumhuriyet Ortaokulu, İmam Hatip Ortaokulu, 31 Ağustos Ortaokulu), 3 adet lise (Dursun Yalım Fen Lisesi, Sivaslı İmam Hatip Lisesi, Sivaslı Anadolu Lisesi), 1 adet Halk Eğitim Merkezi bulunmaktadır. İlçede Sivaslı Devlet Hastanesi, Sivaslı Toplum Sağlığı Merkezi ve Sivaslı Aile Sağlığı Merkezi gibi sağlık kuruluşları bulunmaktadır. İlçe sınırlarında Selçikler Aile Sağlığı Merkezi ile belde ve köylerinde de 12 adet Sağlık Evi bulunmaktadır. Başkale Başkale, Van iline bağlı bir ilçedir. İl topraklarının güneydoğusunda yer alır. Başkale Urartular zamanında Adamma olarak adlandırılan bir yerleşme idi. Ermeniler buraya Adamakert ismini vermişlerdi. Sonraları Romalılar ile Partlar arasında bir sınır bölgesi olan Başkale, MS 3. yüzyılda Sasaniler'in, 6. yüzyılda Bizanslılar'ın eline geçti. 645'teki Arap işgalinden sonra da yerel Ermeni beylerinin yönetiminde kaldı. 1100'lerde kurulan Sökmenliler'e (Ahlat Şahlar) bağlandı, 1245'te Moğol saldırısına uğrayan yöre kısa sürede yerel beylerin yönetiminde kaldıktan sonra 1386'da Timur'un ardından Karakoyunlular'ın, 16. yüzyıl başlarında Safeviler'in egemenliğine girdi. Başkale yöresinin kesin olarak Osmanlı Devletine bağlanması Kanuni Sultan Süleyman döneminde 16. yüzyıl ortalarına rastlar. Eskiden Kotur-Elbak adıyla anılan yöre 19. yüzyıl sonlarında Van vilayetinin Hakkari sancağına bağlı Elbak (Elbak) kazasının sınırları içerisinde idi. Kazanın adı Cumhuriyet döneminde Başkale olarak değiştirildi. Yüzölçümü 2599 km, denizden yüksekliği 2400 m, ortalama karla kaplı gün sayısı 140 gün, enlem 38.03, boylam 41.01. Ortalama sıcaklığı 5.8oC. Van´a uzaklığı 120 km olan Başkale Van´ın Güneydoğusunda yer alır. İspiriz dağı eteklerine kurulmuştur. Kuzeyinde Van´a bağlı Özalp, doğusunda Türk-İran sınırı, güneyinde Hakkari’ye bağlı Yüksekova, batısında ise Van´a bağlı Gürpınar ilçesi bulunmaktadır. Van ilinin güneydoğusunda yer alan ilçe toprakları çok dağlık ve engebelidir. Kuzey-güney doğrultulu yüksek dağ dizileri arasındaki bir vadiden oluşur. Doğu kesimi Yiğit dağı olarak bilinen Haravil Dağı (3468 m) Batı kesimini Başkale Dağı adıyla anılan İspiriz Dağı (3668 m), Güneybatı kesiminde Gökdağ (3604 m) engebelindedir. Dicle Nehri’nin en önemli kollarından olan Büyük Zap Suyu, Haravil Dağı ile doruğu ilçe sınırları dışında kalan Mengene Dağı yamaçlarından doğan suların birleşmesiyle oluşur. Bu akarsuyun derin vadisi tabanında bazı dar düzlükler vardır. Başkale ilçesi halkının ana geçim kaynağı hayvan yetiştiriciliğidir. Özellikle koyun beslenir. Gerek iç gerek dış pazarlara canlı hayvan satılır. Bitkisel üretim iklim şartları nedeniyle gelişmemiştir. Bundaki en önemli etmen bitkisel üretime elverişli toprakların çok az olması ve iklimin sertliğidir. Buğday, arpa ve patates en önemli ürünleridir. 371900 küçükbaş 11500 büyükbaş 25790 kıl keçisinin bulunduğu ilçede halkın çoğunluğunun geçim kaynağı hayvancılıktır. Toprakları geniş bir vadi halinde olan ilçenin Zap nehrinin ayaklarına yataklık etmesi ayrı bir özelliğidir. İlçenin tarım alanı 35534 hektardır. Merkez Bucak ile Albayrak bucağı dahil toplam 62 mahallesi ve 70 mezrası vardır. Küçük büyük 70 mezraya sahiptir. Merkezde 4 mahalle bulunmaktadır. Bunlar Çarşı, Tepebaşı, Yeni Mah. ve Hafıziye (Kale) mahalleleridir. İlçe turizm bakımından zengindir. Türkiye'de 2 farklı yerde bulunan ve dünya harikaları arasına giren Peribacaları ve Travertenler bu küçük ilçede de bulunmaktalar. Duyulmamasının nedeni ise bakımsızlık ve duyarsızlık denilebilir. Butün yerleri görebilmek için ayrı ayrı iki farklı yer gezmek yerine Başkale'de birbirine yaklaşık 60 km uzaklıkta bulunan peribacalarını ve travertenleri görmek mümkün. Şu anda turizme elverişli hale getirmek için çalışmalar sürmektedir. İspiriz Dağı'nın eteğinde Büyük Zap Suyu vadisinde kurulmuş olan Başkale kenti gelişmekte olan bir yerleşim merkezidir. Van-Hakkâri yolu üzerinde yer alan kent il merkezi Van'a 112 km uzaklıktadır. Başkale Belediyesi 1926'da kurulmuştur. Çaldıran, Van Çaldıran, Van ilinin bir ilçesidir. Çaldıran Savaşı'nın buradaki ovada yapıldığını bilinse de tarihçiler arasında görüş ayrılığı vardır. Nitekim ilçenin doğusunda bulunan İran sınırları içerisindeki yerleşim yerinin adı 2005 yılında Çaldıran diye değiştirilmiştir. Bu ilçede de biraz küçük olmakla birlikte ova mevcuttur. İranlılar, Çaldıran savaşının kendi sınırları içerisindeki bu ovada yapıldığını iddia etmektedirler. Cumhuriyet döneminin başlarından itibaren Muradiye ilçesine bağlı bir nahiye olan yerleşim, 1987 yılında ilçe oldu. Türkiye'de bugüne kadar ölçülen en düşük sıcaklık 9 Ocak 1990 tarihinde -46,4 derece ile Çaldıran ilçesindedir. Temmuz ve Ağustos ayları dışında sıcaklık, geceleri sıfırın altındadır. Çaldıran Ovası üzerine kurulu yerleşimin denizden yüksekliği 2050 metredir. 2012 yılı verilerine göre ilçe 149.614 hektar alana sahip olup, bunun; 27.621 hektarı tarım alanı, 92.307 hektarı mera, 15.063 hektarı çayır, 14.623 hektarı da tarım dışı arazilerdir. Türkiye'deki geniş Çaldıran Ovası İran'daki küçük ova ile geçitlerle bağlantılıdır. Halkın geçim kaynağı hayvancılıktır. Çatak Çatak (Kürtçe: Şax), Van ilinin bir ilçesidir. İlçenin esas adı olan Şatak veya Şatakh 1960 yılına dek kullanılmış, daha sonra Türkçe anlam yüklenerek Çatak adı verilmiştir. Eski bir Ermeni yerleşimi olan yörenin adı en erken 870 yılı civarında yazılmış olan Ermenice vekayinamelerde geçer. 7. yüzyıl ortalarından itibaren bir müddet Arap egemenliği altında kalmış, 10. ve 11. yüzyılda Van'da bulunan Vaspuragan Ermeni krallığı/beyliği döneminde gelişerek çok sayıda kilise ve kale ile donatılmıştır. Herhangi bir tarihte Bizans egemenliğine girmemiştir. Çeşitli Türk ve Moğol istilalarından çok etkilenmeyen bölge, 1350 yılı dolayında güçlenen Hakkari Beyliği’nin kontrolüne girmiştir. 1548 yılındaki Osmanlı-İran savaşından sonra teorik olarak Osmanlı Devleti’nin hakimiyeti altına girmiş ise de Osmanlı merkezi idari sistemi 19. yüzyıl ortalarına dek kurulamamış, dolayısıyla Osmanlı egemenliği daha çok kâğıt üzerinde kalmıştır. İlçe merkezinin eski adı Tağ veya Tağı Hakkari olup, 1865 yılında kaza (ilçe) teşkilatı kurulduğunda merkez olarak seçilmiştir. Osmanlı Devleti bu dağlık bölgede egemenliğini kurarken bölgedeki çeşitli Kürt unsurlardan faydalanmıştır. Kürt ve Ermeni halk arasında gitgide artan gerginlik, 1895'te çok sayıda Ermeni'nin öldürülmesi ve Çatak'taki Ermeni köylerinden çoğunun boşalarak Kürt aşiretlerin eline geçmesiyle sonuçlanmıştır. İlçede az sayıda kalan Ermeniler 1915'te temizlenmiştir.1915 olayları sırasında bazı Çataklılar şimdiki Karşıyaka ile Alaçam Mahallelerini ele geçirerek Ermenilerin İlçeyi terk etmeleri için zemin hazırlamışlardır. 1915-1916 ve tekrar 1916-1918 döneminde Çatak ilçesi Rus işgaline uğramıştır. İşgal sırasında Rus ordusuna bağlı bazı Ermeni milis kuvvetleri Çatak'ta terör yaratmış, Müslüman halktan bazı kişileri şehit etmişlerdir. 1917 yılında Rusyada çıkan ihtilal ile Çarlık idaresi devrilip yerine Bolşevik idaresi kurulunca, Rusya yurdumuzdaki askeri birliklerini çektiği sırada Ermenilerin bir kısmı İran’a bir kısmı Rusya’ya, bir kısmı da Irak’a olmak üzere İlçeyi terk etmişlerdir. İlçenin sınırlarında tarihi eser olarak Ermeni yapımı olan üç kemer köprü vardır. Bu köprülerden birisi ilçenin içerisinde olup Sortikin Çayı üzerinde geçit vermekte ve halen kullanılmaktadır. Diğer iki köprü “Holkan ve Zırıl” Norduz Deresi üzerinde olup, dere üzerinde halen geçit veren yerlerdir. Tırşın’de büyük taşlar üzerine yapılmış ağaç resimlerine ilaveten bu ağacın dalına ön ayağını uzatmış keçi resmi ile taş üzerindeki keçinin arkasında kurt resmi bulunan birkaç taş eser bulunmaktadır. Edremit, Van Edremit, Van ilinin 13 ilçesinden birisidir. Van Gölü'nün kıyısında kurulan ve 1970lerin sonuna kadar nahiye merkezi olan Edremit, nahiyelerin kaldırılmasıyla ilçeye dönüştürülmüştür. Geçmişi çok eski dönemlere dayanan Edremit isminin kaynağı bilinmemektedir. Şemsettin Sami, Kamus-i Türki'de ilçeyi anmış, ismin kaynağını meçhul göstermiş "herhalde çok eski bir kasabadır" diye de eklemiştir. Ermenice kaynaklarda efsanelerde adı sıkça geçen Ara adlı kralla bağlantılı olduğu düşünülmektedir. Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra Edremit, Sarmansuyu, Gümüşdere ve en sonunda yine Edremit olarak adlandırılan ilçenin nüfusu, 2005 ve 2012 yılında yapılan TOKİ konutlarıyla 18.000den 114.000'e çıkmıştır. Edremit'in tam içerisinden geçerek Van'a giden ve bir Urartu yapısı olan Şamran kanalı, ilçenin en önemli tarihi kalıntısıdır. Yine bu kanalın kuruluş yazıtlarının 3 tanesi ilçedeki bahçelerde bulunur. Kadembastı mevkiinde kanalın istinat duvarları ve iki yazıt mevcuttur. Üzüm bağı olarak inşa edilen bu alanda Devdamı diye adlandırılan mağaralar ve dirheler mevcuttur. Kızkalesi olarak adlandırılan kaya bloğunun güneyinde küçük bir şapel bulunur. Şapelin kuş uçumu 400 metre kadar doğusundaki büyük Ermeni mezarlığı 2005 yılında yapılan Toki binaları, geri kalanlar ise 2012 yılında açılan yeni yol çalışmaları esnasında yok olmuştur. 9 Kasım 2011 tarihinde mey
dana gelen 5,6M büyüklüğündeki depremin merkez üssü bu ilçedir. Eylül 2016'da "PKK-KCK'ya yardım ve destek verdiği gerekçesiyle 24 Ağustos'ta tutuklanan Sevil Rojbin Çetin'in yerine 1 Eylül 2016 tarihinde yürürlüğe giren 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca vali yardımcısı İbrahim Özkan atandı. Gürpınar Gürpınar, (),Van ilinin bir ilçesidir. Van ilinin güneyinde bulunan coğrafi alan olarak Türkiye'nin (Cihanbeyli, Konya'dan sonra alan olarak en büyük ilçesidir. Eski adı "Havasor" olup Ermenice "Have-tzor" (Ataların Vadisi) sözcüğünden türetilmiştir. Osmanlı döneminde de bu ada sahip olan ilçe Cumhuriyet döneminde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından sularının çokluğuna istinaden Gürpınar olarak adlandırılmıştır. Muradiye Muradiye, (Osmanlıca: بارکری / "Bargiri", Van ilinin tarihi bakımdan en eski ilçelerinden birisidir. Muradiye Şelalesi, Şeytan Köprüsü ve Saint Stefanos Kilisesi vardır. Yükselen Bir Deniz Yükselen Bir Deniz; Atatürk'ün öğrencilik hayatındaki ülke durumunu ve Atatürk'ün beraberliğinde değişimleri anlatan bir kitaptır. Can Dündar'ın kaleme aldığı kitap, İmge Kitabevi tarafından basıldı. 2002 yılında piyasaya dağıtılan kitap, 203 sayfadan oluşmaktaydı. Altınova Altınova Yalova iline bağlı bir ilçedir. Doğuda Kocaeli, güneyde Bursa illeri, batıda Çiftlikköy ilçesi, kuzey ve kuzeydoğuda da İzmit Körfezi'yle çevrilidir. 1930'a kadar Kocaeli'nin Karamürsel ilçesine bağlı köy olan ve 1987'de aynı ilçeye bağlı beldeye dönüşen Altınova 1995'te yapılan bir düzenlemeyle ilçe haline getirildi ve aynı düzenleme sırasında kurulan Yalova iline bağlandı. Armutlu Armutlu, Yalova ilinin bir ilçesi. Armutlu, Marmara Denizi'nin doğusunda Gemlik Körfezinin kuzeyinde yer almaktadır. İlçe kuzeydoğudan Yalova, doğudan Orhangazi, güneydoğudan Gemlik, güneybatı ve kuzeyden deniz ile çevrilidir. Yalova il merkezine 55 km, Gemlik'e 27 km mesafede olan ilçenin, Mudanya ve İstanbul ile deniz ulaşımı bulunmaktadır. Armutlu adının "Armodo" veya "Armodies" sözcüklerinden geldiği sanılmaktadır. Bu sözcükler "Donanma" veya "Donanmaya gözcülük eden kimse" anlamına gelmektedir. Bununla birlikte tarihi süreçte Enrutluk, Emrudili, Imrudili isimleri ile de anılmıştır. Armutlu adının nereden geldiğine dair iki rivayet bulunmaktadır: Armutlu'ya ilk yerleşenlerin kimler olduğu ve ne zaman yerleştikleri bilinmemektedir. Tarihi kayıtlarda MÖ. V.yüzyılda Bithynia Krallığı'nın sınırları içerisinde, MÖ. I.yüzyıldan sonra Roma egemenliğinde, Roma'nın ikiye ayrılmasının ardından Bizanslıların egemenliğinde, daha sonra Selçuklular ile Bizanslılar arasında sürekli el değiştirmiştir. Son olarak 1324 yılında Orhan Gazi döneminde Osmanlı topraklarına dâhil edilmiştir. 1324 yılında Osmanlı topraklarına dahil edilmiş olması, Osmanlı'dan önce de Armutlunun bir yerleşim merkezi olduğunu göstermektedir. Bu konudaki en önemli göstergelerden birisi Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde yer almaktadır. Seyahatnamede, Evliya Çelebi 1050 senesinin Sefer ayının altıncı günü Mudanya Kasabası'na vardıklarından ve oradan bir gemi ile Bozburun İskelesi'ne geldiklerinden söz etmektedir. Osmanlı, Armutlu'yu topraklarına katmasından sonra Mudanya ve Trilye'den getirdiği Türkleri buraya yerleştirmiştir. Uzun bir dönem Türkler ve Rumlar burada birlikte yaşamışlardır. Cumhuriyetin ilanıyla burada bulunan Rumlar Armutlu'dan göç etmişlerdir. Cumhuriyet döneminde de il düzenlemesiyle ilgili Osmanlı'dan kalan "İdare-i Umumiye-i Vilayet Kanunu Muvakkatı" kanunu uygulanmış olup, daha önce de Bursa'ya bağlı olan yöre, Bursa'nın il olmasıyla birlikte ilin Gemlik ilçesine bağlı bir bucak olmuştur. Atatürk ise ilk kez 9 Ağustos 1934 tarihinde Armutlu Kaplıcaları'na gitmek maksadıyla Armutlu'ya gelmiştir. Armutlu, 6 Haziran 1995 tarihinde 550 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile İlçe statüsü kazanarak, Yalova ili’ne bağlanmıştır. Marmara Bölgesi'nin batısında uzanan ve ilçenin kendi adını verdiği Armutlu Yarımadası’nda, Doğusunda Gemlik, Kuzeyinde Samanlı Dağları, Batısı ile Güneybatısında Marmara Denizi arasında yer alır.İlçe Yalova’ya 55km., Gemlik’ e 38 km., Bursa’ ya 70 km. uzaklıktadır. İstanbul'a ise deniz yolu ile 37 deniz mili mesafededir. Yalova'nın en dağlık ilçesi olan Armutlu, Samanlı Dağları'ndan Bozburun'a kadar batıya doğru uzanmaktadır. İlçenin %70'lik bir kısmı eğimli, diğer kısımları düzlüktür. Armutlu'nun denizlerde olan burunları; Çelikkaya Burnu, Kapaklı Burnu, Kalem Burnu ve Meyhane Burnu'dur. En önemli akarsuyu ise Kaleder akarsuyudur. Marmara Bölgesi iklimi özellikleri göstermektedir. Yazları sıcak, kışları yağışlı ve ılıktır. Bitki örtüsü ise maki, fundalık ve zeytinlik ile çam ormanlarından oluşmaktadır. Ormanlık alanı ise 14.522 hektardır. Armutlu coğrafi konumu itibarıyla İstanbul'a yakın olması nedeniyle kültürel olarak İstanbul'a yatkındır. Nüfus'un önemli bir bölümünü Osmanlı döneminde buraya Mudanya ve Trilyeden getirilmiş olan Türkler oluşturmaktadır. Bunun dışında Balkanlardan da önemli ölçüde göç almış olması nedeniyle demografik yapı çeşitlilik arz etmektedir. 2015 günü yapılan Genel Nüfus Sayımına göre, şehir nüfusu 5.974, köy nüfusu 2.518 olmak üzere ilçenin toplam nüfusu 8.492'dir. İlçeye bağlı beş köy bulunmaktadır. Bunların adları şunlardır; Armutlu gerek kaplıca, gerekse deniz turizmi ve tarihi yapısıyla önemli bir cazibe merkezidir. Armutlu-Yalova yolu üzerinde bulunan jeotermal su, başlıca kaplıca turizm kaynağıdır. Bunun yanı sıra sahip olduğu temiz denizi ve su sporları açısından deniz turizmi açısından da önemli bir cazibesi bulunmaktadır. Diğer taraftan Armutlu'nun tarihi itibarıyla sahip olduğu Bülbül deresi kıyısında bulunan lahit kalıntısı, Osmanlı'dan kalmış olan H. Ali Paşa Camii,tarihi köprü ve Osmanlı Hamamı kültürel turizm açısından önemli yer tutmaktadır. Armutlu'nun ekonomisi büyük ölçüde zeytin tarımına, balıkçılığa ve turizm işletmeciliğine bağlıdır. Özellikler son yıllarda yapılan tesislerle kaplıca ve termal tesisler turizmde önemli gelir kaynağıdır. İlçe ekonomik olarak daha çok Gemlik ve Bursa'ya bağlı olduğu için ulaşım Gemlik istikametine doğru düzenli ve yoğundur. Belediye'ye ait ulaşım hizmetleri özelleştirildiğinden Yalova’ya özel şahıs vasıtalarıyla günün belli saatlerinde gidilebilmektedir. Ayrıca İstanbul - İhlas Tatil Köyü - Armutlu - Küçükkumla - Büyükkumla - Gemlik arasında İDO tarafından düzenli olarak deniz otobüsü seferleri yapılmaktadır.sefer saatleri ile ilgili bilgiye www.ido.com.tr sayfasındaki deniz otobüsü ve hızlı feribot tarifeleri kısmından ulaşabilirsiniz. İlçeyi Yalova'ya bağlayan yol oldukça kötü durumdadır.Fakat bunun yanında karayolları genel müdürlüğü bu güzergahtada çalışmalarına devam etmektedir. Gemlik bağlantısı ise Yalova yoluna göre oldukça iyi durumda sayılabilir. İlk eğitim-öğretim 1929 yılında bir ilkokul açılmasıyla başlamıştır. Daha sonra 1968 yılında ortaokul, 1991'de bu iki okul birleştirilerek ilköğretim okuluna dönüştürülmüştür. Şu an ilçede 1 Çok Programlı Lise ve 4 İlköğretim Okulu bulunmaktadır. Bunun yanı sıra 2004 yılında açılmış olan 1 Halk Eğitim Merkezi bulunmaktadır. 2009 yılında kurulan Yalova Üniversitesi Armutlu Meslek Yüksekokulu, 2010-2011 döneminde eğitim-öğretime başlamıştır. İlçede en çok rağbet gören spor futboldur. Armutlu'nun tek futbol kulübü 1956 yılında kurulmuş olan Armutlu Belediyespor'dur. Armutlu Belediyespor profesyonel liglere henüz katılamamıştır. 2012-2013 sezonunda Bölgesel Amatör Lig'te mücadele etmiş ve ligi 8. sırada bitirerek,2013-2014 sezonunda da bu ligde oynamaya hak kazanmıştır. Maçlarını Armutlu İlçe Stadı'nda oynamaktadır. Çınarcık Çınarcık, Yalova ilinin bir ilçesidir. Yalova'nın merkez dışındaki en büyük ilçesidir. Kış aylarında nüfusu yaklaşık 13.000 iken, yaz aylarında bu sayı bazen 300.000'i geçebilmektedir. Türkiye'nin en kalabalık ili olan İstanbul'a yakındır. İlçenin bulunduğu topraklar, Milat'tan 3-4 bin yıl önce kurulmuş yerleşim merkezlerindendir. Bölge sırasıyla; Frigyalılar, Kimiryalılar ve Vitrinyalılar'ın hakimiyetinde kaldıktan sonra MÖ 74 yılında Roma Devleti'ne geçmiştir. Roma döneminden kalan bazı kalıntılara Çınarcık ilçesi ve köylerinde rastlamak mümkündür. Çınarcık uzun yıllar süren Bizans hakimiyetinin ardından 1307 yılında Osman Bey tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır. Kurtuluş Savaşı yıllarında üç kez işgal edilmiş ve en son 19 Temmuz 1921 tarihinde düşman işgalinden tamamıyla kurtarılmıştır. Rum döneminde adı 'temiz havası olan şehir' anlamına gelen KİO olan ilçenin günümüzdeki adının tam olarak nereden geldiği bilinmemektedir. Çınarcık'a yakın gezip görülecek yerler arasında; Termal, Esenköy, Erikli Yaylası bulunmaktadır. Çiftlikköy Çiftlikköy, Yalova ilinin bir ilçesidir. Yalova merkezine 5 km. uzaklıkta bulunan Çiftlikköy'ün belediye sınırı 5.946 dönümdür. Yalova İzmit Devlet Karayolu üzerinde bulunan ilçe Yalova'nın doğusunda Marmara Denizinin güneyinde Karamürsel İlçesi'nin batısında yer alır. Tek beldesi Taşköprüdür. Köyleri Gacık, Laledere, Çukurköy, Burhaniye, Dereköy, Kabaklı, Denizçalı, İlyasköy, Kılıç'tır. Gacık, kirazı ile meşhurdur. Türkiye'nin ilk bayan muhtarı bu köyümüzdedir. Tarihi bir de hamam vardır. İsmi Laledere olmasına rağmen karanfil seraları ile meşhur olan köyü aynı zamanda bir orman köyüdür. Termal, Yalova Termal, Yalova'ya 12 km uzaklıkta bir ilçedir. Dünyaca ünlü kaplıcalarında çok sayıda turist ağırlayan önemli bir turizm merkezidir. Termal Yalova'nın tam ortasında yer alır ve şifalı kaplıcalarıyla ünlüdür. İlçe, Samanlı Vadisi içinde kurulmuştur. Toprakları Ferhat Deresi ve Samanlı Vadisi içindeki küçük akarsular ile sulanır. Karadeniz iklimi ile karasal iklim arasında geçiş özelliği gösteren bir iklime sahiptir. Toprakları, bir arada ender görülen bitki türlerinin yetiştiği bir doğa harikasıdır. Roma ve Bizans devrinden itibaren Samanlı Dağlarının yamacındaki kaplıcalardan yararlanılmaktadır. Gökçedere ve Üvezpınar Köyleri arasındaki sıcak su kaynaklarından çıkan buhar nedeniyle yeraltı tanrısı
nın burada yaşadığına inanışmış ve yöre Pythia Therma adı ile anılmıştır. Osmanlılar devrinde uzun süre ilgi görmeyen kaplıcalar, Sultan Abdülmecit'in annesi Bezm-i Alem Valide Sultan 'ın romatizma ağrılarına iyi gelince yeniden ilgi çekmiştir. Abdülmecit, eski hamamları renove ettirmiş ve yeni köşkler, tesisler yaptırmış; yabancı yatırımcıların da tesislere ortak olması ve işletmesi sonucu Yalova Termal, 19. yüzyıl sonunda çok popüler bir turizm ve sağlık merkezi haline gelmiştir. Ne var ki art arda patlak veren savaşlar yüzünden yabancı ortaklar ülkeden kaçınca kendi haline bırakılıp unutulan kaplıcalar, 1929 yılında Atatürk'ün ziyareti üzerine tekrar ilgi görmüştür. Yalova'yı geleceğin su şehri yapmak isteyen Atatürk tarafından bir köşk yaptırılmış ve bugün müze olan bu köşk, cumhuriyetin ilk yıllarında hükümetin yazlık çalışma mekanı olarak kullanılmıştır. Günümüzde söz konusu hamamları, otelleri ve müzeyi kapsayan Yalova Termal Tesisleri Sağlık Bakanlığı tarafından işletilmektedir. İlçenin gelirinin %90'ı turizmden sağlanmaktadır. İlçede 7 adet büyük otel bulunur. Konutların %80'inde pansiyonculuk yapılır. İlçede arıcılık da yapılmaktadır. İlçeye bağlı iki köy vardır: Akköy ve Yenimahalle. Akköy, Karamürsel'in 1326 tarihinde Orhan Gazi tarafından fethinden sonra kurdurulmuş en eski Türk köylerindendir. Bu köyün halkı, Oğuz Türklerinin Kayı boyundan yerleşik hayata geçenleridir. Yenimahalle köyü ve 1990'larda birleştirilip Termal ilçesinin merkezini oluşturan Üvezpınar-Gökçedere köylerinin halkları ise 1877- 1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan ve Balkan Savaşı’ndan sonra Kafkaslardan ve Balkan’lardan gelip yerleştrilen göçmen ailelerden oluşur. Akköy köyünde sebze ve çiçekçilik ve Yenimalle Köyü'nde sebzecilik ve pansiyonculuk ile uğraşılır. Termal kaplıcaları ile Yalova İskelesi arasında, cumhuriyetin ilk yıllarında dikilmiş çınar ağaçları ile çevrili yeşil bir tüneli andıran yol, Çınarlı Hiyaban adıyla anılır. 12350 metre uzunluğunda, 10 metre genişliğindeki yola çınarlar 1930 yılı Şubat-Mart aylarında 10 metre ara ile çapraz olarak dikilmiştir. Fidanlar, Teşvikiye ve Kocadere'den getirilmiştir. Bu ağaçlar 1997 yılında "korunması gereken anıt ağaçlar" olarak tescil edilmiştir. Boğazlıyan Boğazlıyan, Yozgat ilinin bir ilçesidir. İlçede, Türkiye'nin 25. şeker fabrikası olan bir şeker fabrikası vardır. İlçe; il topraklarının güneyinde yer almaktadır. Doğuda; Çayıralan ve Çandır, kuzeyde; Sarıkaya, kuzeybatıda; Şefaatli ve merkez ilçe, batıda; Yenifakılı, güneybatıda; Nevşehir ve güneyde ise; Kayseri ve Felahiye ile komşudur. Yozgat ilinin güneyindedir. Yozgat-Kayseri yolu üzerine kurulmuştur. İlçemizin Yozgat'a olan uzaklığı (Sarıkaya-Sorgun güzergahından) 125 km'dir. Atatürk yolundan ise 85 km'dir. Kayseri il merkezine olan uzaklığı ise 83 km'dir. Doğudan çandır, kuzeyinden Sarıkaya ne Yozgat, batıdan Yeni Fakılı, Kozaklı (Nevşehir) güneyinden ise, Kayseri Felahiye ile çevrilidir. Yüzölçümü 2129 km'dir. Deniz seviyesinde yüksekliği 1050 m'dir. Bir ova üzerinde kurulmuştur. İlçemiz Kayseri-Ankara demir yolunun Yeni Fakılı istasyonuna 23 km'lik kara yolu ile bağlıdır. İlçe, Türkiye'nin en önemli tarihçilerinden Faruk Sümer’in eserlerinde geçen Dulkadirli Türkmenleri yani Bozokların içerisinde bulunan Boğazlıyanoğulları Oymağı tarafıdan kurulmuştur. İlçenin adı da buradan gelir. Nitekim günümüzde hâlen Boğazlıyanoğulları varlıklarını sürdürmektedirler. Zaman içerisinde diğer Bozok Türkmenleri de Boğazlıyana gelerek yerleşmişler ve ilçe bulunduğu bölgede önemli bir yerleşim merkezi olmuştur. Dulkadirli Türkmenlerini oluşturan Bozoklar çoğunlukla Oğuzların Bayat Boyundan oldukları için ilçemizin de Bayatların soyundan geldiğini düşünebiliriz. 1402 Ankara Savaşı'ndan sonra Orta Anadoluda bulunan Kara Tatarlar Timur tarafından tekrar Orta Asya'ya götürülmüşler ve boşalan bu yerlere Bozoklar yerleşmişlerdir. Bozok Yaylası adı da buradan gelmektedir. Boğazlıyan İç Anadolu Bölgesi ile üst eosen-oligesen’de karalaşmasını bitirmiştir. Bu zaman su yüzüne çıkan genç oluşmalar, başta Kırşehir olmak üzere eski kütleleri sararak onları ara kütlesi biçimine getirmiştir. III. Jeolojik devir sonuna değin aşağının yontuk düz durumuna gelen bölge, son büyük yer kabuğu hareketleri yayılması bütün olarak yükselmiştir. Türkiye'nin kenarları çok yükselip, ortası az yükseldiği için bölge kenarlara göre aşağıda kalmıştır. Bu harekeler sırasında yeryüzüne taşan mağma, bölgeyi geniş bir biçimde etkisi altına almıştır. İç Anadolu ile birlikte ilçenin büyük bir bölümü Erciyes volkanlarının etkisinde kalmıştır. Çevrede platolar ile kalın tüf geniş yer kaplar. Bozok yaylası üzerinde yer alan Boğazlıyan'da doğudan gelen Kozan özü kuzeyinden gelen Karacali özü ve güneydoğusunda Karakoç özü yer alır. İlçe sınırları içinde bulunan Uzunlu barajı Kozan özü üzerine kurulmuştur. Sulama amaçlıdır Uzunlu barajının suları ile yaklaşık 80.000 dekar arazi sulanmaktadır. İlçemiz arazisinde düzlük ve dalgalı düzlükler geniş yer tutar.bu nedenle büyük tarım olanaklarına sahiptir. Engebeli araziler daha çok ilçe sınırlarının kenarlarında yer kaplar. Boğazlıyan ilçesi kuzey batısında 1089 m yükseltisindeki 3 huriye köyü. Daha ortada Eğri tepeleri Güneydoğusunda 1369 m Kekliçek Dağları ile engebelinmiştir. Doğudan batıya Kurşunlu ve Nohutlu yükseltileri arazilerin düzlüğünü bozucu görünüşlerdedir. Yine kuzeyde 1683 metre yükseltisindeki Yazır Dağı yer alır. Akdağların uzantısı durumundaki Çaldağı 1750 m ile en yüksek yerdir. Boğazlıyan ve çevresinde karasal iklim görülür. Ancak ilçemiz ovada kurulu ve çevrenin açık olması yüzünden rüzgarlar daha etkilidir. Bu rüzgarlar hem kışın soğuk yapar, hem de tarım arazileri ve bitkileri için zararlıdır. Kış mevsimleri uzun ve soğuk kar yağışlı, yaz mevsimleri sıcak ve kurak, buharlaşma fazladır. Genellikle ilkbahar mevsimi yağışlıdır. Yaz mevsiminde oldukça düşük kış mevsiminde yüksek basınçlar etkisini sürdürür. Dolulu ve sisli günler fazladır. Sıcaklıklılar arasındaki fark büyük olur. Karasal iklimlerde olduğu gibi, doğal bitki örtüsünde Bozkır bitki örtüsü hakimdir. Dağların üzeri çıplak olup ağaç toplulukları gelişmemiştir. Dere ve çay kenarlarında söğüt ve kavak türü ağaç toplulukları görülür. Boğazlıyan ovası ilçenin Kuzeybatısında yer alır. Bölgeye göre çukurda kalmamıştır. Doğu-batı istikametinde uzunluğu 7 km, genişliği 6kmdir. Ovanın ortasından Boğazlıyan Çayı (Kozan özü) ve kolları geçer. Ovanın büyük bir bölümünü sular. Ayrıca vadi tabanlarında irili ufaklı küçük düzlükler vardır. Boğazlıyan ovası oldukça verimlidir. Genellikle pancar, buğday ve arpa tarımı geniş yer tutar. Kayseri'nin kuzeyinde Yozgat'ın güneyinde önemli bir geçiş noktasındadır. Ayrıca Cavlak kaplıcası Türkiye'de nadir bulunan suya sahiptir. Çayıralan, çandır Uzunlu, Güveçli, Çalapverdi ve Boğazlıyan’dan geçerek cavlak kaplıcası suyu ile karışarak, karacali ve karakoç özü şle birleşerek yenifakılı istikametine akar ve kızılırmakın büyük koıllarından olan delice çayına dökülür. Felahiye sınırlarından doğar yazıkışla oğulcuk karakoç boğazlıyanın güneyinden geçerek cavlak yakınlarında kozan özü ile birleşir. Yapalak yoğunhisardan geçerek boğazlıyanın kuzeyinden geçer ve cavlak yakınlarında kozan özü ile birleşir. İlçe merkezi Yozgat'a 90, Kayseri'ye 80 km asfalt yolla bağlıdır. İlçe merkezinden geçip, Uzunlu Kasabasına takiben Çandır, Çayıralan ilçelerine ve Sızır bölgesinden Sivas’a uzanan yol asfalttır. İlçeye bağlı 9 kasaba asfalt yoldur. 9 köy asfalt güzergahındadır. Kış şartlarında aşırı kar yağışının yol açacağı arazi durumları dışında hiçbir köy yolumuz trafiğe kapalı kalmamaktadır. Belirtilen yollara ek olarak Atatürk Yolu adıyla bilinen ilçeyi Yozgat’a bağlayan 90 km'lik ayrıca bir yolumuz daha vardır. Kurtuluş Savaşı'nda Boğazlıyan halkı T.B.M.M.'nin yanında yer almıştır. İstanbul Hükümeti'nin Şeyhülislam Dürrüzade Abdullah Efendi'ye yayınlattığı (11 Nisan 1920) Kuvay-i Milliye'nin ve T.B.B.M.'nin gayri meşru olduğu hakkında fetvaya karşı Ankara Müftüsü Rıfat Efendi'nin (Börekçi) öncülüğünde yayımlanan T.B.M.M. ve Kuvay-i Milliye'cilerin yasal ve dinen uygun, düşmanlara karşı mücadele ettiklerini ortaya koyan karşı fetvada 153 Anadolu müftüsü ile birlikte Boğazlıyan Müftüsü Abdullah Efendi'ninde imzası vardır. Ayrıca T.B.M.M.'ne karşı Yozgat'ta Çapanoğulları İngilizlerin ve Osmanlı Hükümeti'nin teşviki ile isyan ettiğinden Boğazlıyan halkı yine T.B.M.M. nin yanında yer almıştır. Çapanoğlu isyancılarını (halk arasında Pusadlar denir) Boğazlıyan'a sokmamak için silahlı mücadele edilmiş,bu çarpışmalar sırasında 20 Haziran 1920 günü Mehmet Gazi, kardeşi Molla Mehmet ve yeğeni Duran ve arkadaşları Kadı Mehmet ve Cezayirli Mehmet (Hasan Onbaşı) Efendiler şehit olmuşlardır. 23 Haziran 1920 Çapanoğulları isyanı Çerkez Ethem tarafından bastırıldıktan sonra Kılıç Ali Bey Boğazlıyan çevresinde eşkıyalık yapan isyancıları temizlemiştir. Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey; birinci dünya savaşı döneminde, Ermeni halkına yönelik katliamı doğrultusunda çalışmalar yaptığı için İstanbul hükûmeti tarafından tutuklanıp İstanbul'a götürülür. Kürt Nemrut Mustafa Paşa Divanı olarak anılan mahkemede birçok Türk Subayı ile birlikte yargılanır. Osmanlı Hükümeti'nin emirleri doğrultusunda yöredeki Ermenileri göçe zorladığı için suçlu bulunarak idam edilir (1919). İdamından yaklaşık 2 yıl sonra ise Ankara Hükümeti tarafından "Milli Şehit" ilan edilir. (Aynı mahkeme 1920'de de başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, tüm Kuvay-i Milliyeciler hakkında tutuklama kararı vermiştir.) Çandır Çandır, Yozgat ilinin bir ilçesidir. İlçenin tarihçesi hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte, Hititler dönemine kadar uzanan bir yerleşim yeri olduğu sanılmaktadır. "Yine tarihi kalıntıların gösterdiğine göre Bizans döneminde de Çandır bir yerleşim yeridir. Daha sonra sırası ile Selçuklular ve Anadolu Beyliklerinden Dulkadiroğluları tarafından yerleşim yeri olarak kullanılmıştır. Çandır, 1930 yılında Belediye, 1948 yılında Bucak ve 20 Mayıs 199
0 yılında da ilçe olmuştur. 15.07.1991 tarihinde ilk kaymakamın göreve başlamasıyla hukuken kazanılan ilçelik vasfı fiilen uygulamaya geçmiştir. Çandır adı rivayete göre daha önceleri " can kadar güzel, can gibi değerli" anlamına gelen "Candır " kelimesinin değişmesi sonucunda oluşmuştur. Çandır, yerleşim yerinin uygunluğu nedeni ile tarihi boyunca hep yerleşim yeri olarak kaldığı gibi Cumhuriyet döneminde de çevreye göre kalabalık nüfuslu bir kasaba niteliğini korumuştur. İlçe, İç Anadolu Bölgesinin Orta Kızılırmak Bölgesinde yer alan 35-36 derece doğu meridyenleri ile 39-40 derece kuzey paralelleri arasında yer alır. Kuzeyinde Sarıkaya ilçesi, güneyinde Felahiye ilçesi, doğusunda Çayıralan ilçesi, batısında da Boğazlıyan ilçesi bulunur. Denizden yüksekliği 1225 metredir. Toplam 173 km yüzölçüme sahiptir. İlçe topraklarını sulayan iki önemli akarsu vardır. Bunlar, Çayıralan ilçesi Çokradan kasabasından gelen Mera Çayı ve Çayıralan ilçesinin orman köylerinden kaynağını alan Kozan Çayı'dır. Bu iki çay, ilçemizde birleşerek ilçenin batısında bulunan Uzunlu Barajına dökülmektedir. Yine ilçemizin sınırları içinde sulama amacına yönelik olarak İğdeli köyünde İğdeli Sulama göleti mevcuttur. İlçe merkezi düz bir alana kurulmuş olup, etrafı yüksek olmayan tepelerle çevrilidir. Bu tepeler küçük dere ve çaylarla parçalanarak platoları oluşturmuştur. En önemli yükseltisi Gevencik Dağı ( 1607 m) dır. Ayrıca Güllü dağı, Seğmen tepe, Beş tepeler, Akbayır ve Keldağ ilçenin diğer engebeleridir. İlçe, İl topraklarının güneydoğusunda olup, doğuda; Çayıralan, güneyde; Kayseri, batıda; Boğazlıyan, kuzeyde ise, Sarıkaya ile çevrilidir. Çayıralan ilçesine bağlı kasaba iken, 1990 yılında ilçe olmuştur. İdari olarak bir kasaba ve 3 köy bağlı bulunmaktadır. İlçede Türkiye'nin büyük bir bölümünü etkisi altında tutan, karasal iklim özellikleri görülür. Yazları sıcak (+ 35 dereceye kadar) ve kurak, kışlar ise soğuk (-37 °C'ye kadar) ve kar yağışlı geçer. Yağmur en fazla ilkbaharda Mart-Nisan aylarında, sonbaharda ise Eylül-Ekim- aylarında yağar. Ortalama yıllık yağış tutarı metrekareye 370 mm'tür. Yaz aylarında yağan yağmur ortalaması 6.5 mm'dir. İlçede don sebebiyle Ekim ve Kasım aylarına kadar mahsuller zarar görmektedir. Bu nedenle de sonbahar erken donları ve ilkbahar geç donlarından dolayı ürün ekim ve dikimleri gecikmekte, hasat erken yapılmaktadır. 2,5 - 3 aya sığdırılan üretim süresinde ancak bir ürün alınabilmektedir. Ayrıca ilçede dolu yağışları da görülmektedir. Bitki örtüsü olarak İç Anadolu’nun hakim bitki örtüsü olan bozkırlar hakimdir. Sulanabilen vadi boylarında kavak ve söğüt ağaçları, üzüm bağları ve meyve ağaçları ilçenin diğer bitki örtüsünü oluşturmaktadır. İlçede, İç Anadolu’nun tipik karasal iklimi olup, yazları; sıcak ve kurak, kışları ise, soğuk ve kar yağışlıdır. İl genelinde, sisli gün sayısının en çok olduğu ilçedir. Yağışların miktarı, ilk ve sonbaharda artmaktadır. Doğal bitki örtüsünün, bozkırlardan oluştuğu ilçede, akarsu kenarlarında yoğun olarak kavakçılık yapılmaktadır. İlçenin nüfusu, 2010 yılı Genel Nüfus sayımı sonuçlarına göre 18.300 kişidir. Bu nüfusun 4.800'u ilçe merkezinde, 2.500'i ise köylerde yaşamaktadır. Nüfus yoğunluğu ise, Km² ye 40 kişidir. ekonomisi genellikle tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. Yurtdışı işçiliği de geçim kaynakları arasında sayılabilir. Tarım ürünlerinden; buğday, arpa, yulaf, çavdar, ayçiçeği, patates ve sebze üretiminin yanı sıra; fiğ, yonca ve korunga gibi yem bitkilerinin üretimine de önem verilmektedir. Vadilerdeki düzlüklerde ise, ceviz, badem, ayva, elma, kayısı ve vişne gibi meyveler bol miktarda yetiştirilmektedir. Geniş mer’alarında, koyun ve sığır sürüleri beslenen ilçede, son yıllarda besi hayvancılığı da yaygınlaşmaya başlamıştır. Çayıralan Çayıralan, Yozgat iline bağlı ilçelerden biridir. İlçe toprakları Türkiye'nin tam orta noktasında yer alır. Sivas, Kayseri ve Yozgat il sınırlarının kesiştiği noktadır. Çayıralan, bir yanında Akdağ Ormanları ve Akdağlar ile çevrili yeşil Anadolu ilçelerindendir. Rakımı 1 500 m, yüzölçümü 1 445 km² ve nüfusu 25 958 (1997)dir. İlçe arazisi genellikle dağlıktır. Doğuda Akdağlar, batıda Gevencik Dağı, kuzeybatıda ise, Beydağı yer almaktadır. Vadilerle parçalanmış olan engebeli arazi, yer yer dalgalı düzlükler görünümüne kavuşmaktadır. İlçede tanınmış büyük bir akarsu yoktur. Ancak, çok sayıda küçük dere ve öz bulunmaktadır. Çayıralan Özü, en önemli akarsuyudur. Beypınarı ve Kayapınarı sularının birleşiminden oluşan Karacal Özü, Aşağı tekke Deresi, Külekçi suyu ve Dere Kemal ise, Çayıralan Özü'nün önemli kollarını oluşturmaktadır. Doğal göllerin bulunmadığı ilçede, Yahyasaray barajı ve İğdecik barajı'nın göletleri, hem tarım alanlarının, sulanmasında kullanılmakta, hem de çevreye bir görüntü kazandırmaktadır. İklimin karasal olduğu ilçede, yazlar; sıcak ve kurak, kışlar ise, soğuk ve kar yağışlı geçmektedir. Akdağlar ilçeyi sert rüzgarlara karşı koru maktadır. Hakim bitki örtüsü bozkırlardan oluş muştur. Yağışların daha çok olduğu dağlık alanlarda ise; çam, meşe ve ladin türlerinden oluşan ormanlar yer almaktadır (% 43.76). Çayıralan, Yozgat il'i genelinde Ormanların en yoğun olduğu ilçelerden birisidir. Vadi tabanlarında da söğüt ve kavak toplulukları yer almaktadır. Çayıralan bölgesinin tarihi ilk olarak Dulkadiroğulları Beyliği zamanına uzanıyor. Dulkadiroğulları Beylerinden Sultan Alaüddevle Bozkurt Bey (Han) (1479-1515) beyliği döneminde Akdağ-Çayıralan bölgesinde Kılınç Abdal Zaviyesi’ni yaptırmıştır. Bu dönemde burada köy yoktur ama Çayırşeyhi ve Karalu gibi mezralar vardır. Mezra köyden küçük tarım yapılabilen yerleşim yeridir. Sultan Alaüddevle 1515 yılında Turnadağ Savaşı’nda Yavuz Sultan Selim Han’ın görevlendirdiği Rumeli Beylerbeyi Sinan Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusuna yenilince Osmanlı Beyliğe son vermiş ve topraklarını Osmanlı topraklarına katmıştır. Bozok ise bir liva (sancak-vilayet) olarak Osmanlı idari yapısında yer almıştır. Kuvvetle muhtemel ki Bozok Sancağı’nın ilk Sancak Beyi de Çerkez İsa Bey’dir. Osmanlı İmparatorluğu zamanında Akdağ Nahiyesi-Akdağ kazası olarak da anılan ilçenin tarihi Kayseri, Kırşehir ve Bozok Valiliklerinde bulunmuş olan Çerkeş İsa Bey'e (Türbesinin yapılma tarihi 1530'dur) kadar dayanır. Osmanlı Klasik döneminde kaza-nahiye merkezi olan köy Bozok Sancağı'nın Sancak merkezidir. Çerkez İsa Bey'in çiftliğine yerleştirilen Bozokların Beydili Türkmenleri-Karalu Cemaatı-Yeni Karalu Cemaati (Karalu-i diğer) tarafından köy kurulmuştur. Köyün ismi Çayır Şeyhi karyesidir. Köyün kurulmasından önce köyün etrafında çeşitli isimlerle anılan mezraalar vardır. Karalı-Karalu mezraı da bunlardan biridir. Bu gün ilçe merkezinde lisenin yan tarafı karalu diye bilinen yerdir. Karalu-Karalı ismi ilçenin tarihi açısından çok önemlidir. Köyün ilk kuruluşunda çiftliğe Çerkez İsa Bey tarafından iskan ettirilenler Oğuzların Bozok Kolunun Beydili Boyu, İnallu taifesine mensup Karalu Cemaatı ve Karalu-i diğer (Yeni Karalu) Cemaatı'dır. İlçenin bilinen belgeli tarihi ancak Çerkez İsa Bey zamanına kadar uzanır. Çerkez İsa Bey'in türbesi 1530 yılında yapılmıştır. maalesef ilçede yanlış bilinen bir tarihi bilgi vardır. Bu kümbetin (türbenin) Selçuklulardan kaldığı söylenir. Bu tamamen yanlıştır. Türbenin orijinal Osmanlıca kitabesine bakıldığı zaman gerçek anlaşılmaktadır. Kitabenin tarihi 1530'dur. Ancak ilçenin 5 km güneyinde yer alan Turluhan (eski adı Torulhan) köyünün tarihinin daha eskiye dayandığına dair rivayetler vardır. Bununla ilgili Osmanlı Arşivi'nde herhangi bir bilgi veya belgeye rastlanamamıştır. İlçenin su kaynağı olan Kaynarpınar mevkiinde Torulhan köyünün eski yerleşim yerinin bulunduğu yerde daha önceden bir han olduğu rivayet edilmektedir. Ancak bu hususta da bir belge ve bilgiye rastlanamamıştır. İlçenin nüfusu 18.040 olup 11.134'ü köylerde, 6.906'sıysa ilçe merkezinde yasamaktadır. Doğu ve kuzeyden çam, meşe ve ardıç ormanları ile çevrilidir. İlçenin önemli iş alanları tarım, hayvancılık, arıcılık, ticaret, fidancılık, orman ürünleri imalatı olarak sayılabilir. Civar ilçeler içerisinden eğitim seviyesi en yüksek ilçe olan Çayıralan halkının büyük bir kesimi (Gurbetçi) işçi olarak başta Almanya, Avusturya, Hollanda, Belçika, Fransa olmak üzere Avrupa ülkelerinde çalışmakta, geri kalan halkın büyük bölümü ise memur ve girişimci olarak başta Kayseri, İstanbul, Adapazarı, Mersin, Ankara gibi kentlerde yaşamlarını sürdürmekteler. Avrupa'da işçi olarak çalışanların sayısı büyük bir yekün oluşturmaktadır. Tarihi eser olarak ilçe merkezinde Selçuklulardan kalma Kümbet bulunmaktadır. Eskiden bir medrese, mezarlık ve bahçesinde yer alan Kümbetle birlikte bir kompleks olan bu alandan geriye bugün sadece Kümbet kalmıştır. Bugün medresenin yerinde yeni inşa eidlen bir Cami bulunmaktadır. Caminin ismi Selçuklu Camii yerine Aşağı Camii olarak değiştirilmiştir. Halkının büyük kısmı Müslümandır, son yıllarda camii, okul gibi kamusal hizmet binalarının sayısında artma gözlenmiştir. İlçeyi ilk kuranların büyük bir bölümü göçmen Türkmen Yörüklerdir. Çevre köylerden ilçe merkezine dorğu göç devam etmektedir. Avrupa emeklilerinden bir bölümü ve memuriyet nedeniyle ilçe dışındaki memur emeklileride ilçeye dönerek ahir ömürlerini ilçelerinde yaşamayı tercih etmektedirler. İlçeden, beyin göçü olmaktadır, büyük şehirlerde üniversite okuyarak Türkiye'nin birçok illerinde ikamet eden Çayıralanlılar vardır. Bununla birlikte ilçesine ahdi vefa tamamen dönüp hizmet edenler de vardır. İlçede yetişebilen tarım ürünleri çeşitlidir. Buğday, arpa, çavdar, mısır, ayçiçeği, nohut, yonca, korunga, fiğ yetiştirilmektedir. Genellikle buğday ve arpa tarımı yapılmaktadır. Meyve olarak, elma, armut, kiraz, vişne, ceviz, kayısı, üzüm, gilaboru (kartopu) yetişmekte, yabani olarak ise kızılcık, ıhlamur, kekik, alıç, ardıç, kuşburnu, salep, dağ armudu gibi meyveler yetişmektedir. Yörede sığır, koyun, keçi, keklik, tavuk, hindi, manda, tavşan yetiştiriciliği, tatlısu balıkçılığı yapılmaktadır. İlçede çok s
ayıda çiftlik ve müstakil ahır bulunmaktadır. Bunun yanı sıra yaz ayların halen çok sayıda yaylada hayvancılık devam ettirilmektedir. İlçede çok sayıda aile küçük çaplı hayvan yetiştiriciliğine devam etmektedir. Üretilen sütün önemli bir bölümü civar illerde bulunan büyük süt fabrikaları tarafından toplanmakta, geri kalan kısmı ise özellikle ilçenin süt ve peynir gibi süt ürünleri ihtiyacını karşılamaktadır . Geleneksel olarak halk kendi salça, pekmez, mantılık özellikle Kırpma mantı, bulgur, tarhana, kuşburnu marmelatı, peynir özellikle de Küp peyniri gibi ürünlerini üretmektedir. İlçe merkezi ve köylerinde çok sayıda mesire alanı bulunmaktadır. Bunun yanı sıra beşeri ve coğrafi etkiler sebebi ile günümüze gelene kadar ya tamamen yok olmuş ya da yıpranmış az sayıda tarihi eser bulunmaktadır. Bu tarihi eserler arasında Dikilitaş-Turluhan Köyü(Eskiköy) ve bugün sadece Kümbet kısmı ayakta olan Medrese sayılabilir. Belli başlı mesire alanları ise Kaynarpınar, Üççamlar, Çatak, Nur Çeşmesi, İninbaşı, olarak sıralanabilir. Çayıralan ormanları da çok sayıda görülmeye değer güzellik barındırmaktadır. İlçenin en önemli ekonomik kaynakları kısıtlı olarak yapılan mermer üretimi, daha çok yurtdışında çalışan işçilerin katkıları, yaz aylarında şehirdışında yaşayan hemşehriler ve gurbetçilerin ziyaretleri ile oluşan turizm, YİMPAŞ Holding'e ait su fabrikasını sayabiliriz. Bunun yanı sıra hizmet sektörü ve tarımsal üretimde diğer ekonomik gelir kaynaklarıdır. El sanatları olarak, azalmaya yüz tutsada, geçmişten gelen el sanatları: Çedene (Kenevir, kendir) bitkisinden elde edilen liflerden ip, sicim, heybe, çul, çuval gibi el dokuması ürünler elde edilmektedir. Halıcılık yapılmaktadır. Yün eğirilerek, çorap, eldiven gibi el sanatı ürünleri de üretilir. Çekerek Çekerek. Yozgat ilinin kuzeydoğusunda, il merkezine 90 kilometre uzaklıkta olan bir ilçesidir. Çekerek ilçesi eskiden Hacıköy adı altında merkezi bir köy iken, Tokat ilinin Zile ilçesine bağlı idi. 1924-1925 tarihlerinde ilçe merkezi Kadışehri'ne nakledilince Hacıköy'de bu ilçeye bağlandı. İlçe merkezi bir yıl sonra Kadışehri'nden Hacıköyüne nakledildi. Ancak daha sonra Sorgun ilçe olunca Hacıköy'de bu ilçeye bağlı bir köy olarak kaldı. Hacıköy 1928 yılında Sorgun ilçesine bağlı bucak haline geldi ve durumunu 1944 yılına kadar muhafaza etti. 1944 yılının Ekim ayında Çekerek Irmağı'nın adı verilerek Hacıköy bucağı, ilçe merkezi haline geldi. Aynı tarihte ilçe belediyesi de kuruldu. Sorgun ilçesine bağlı Kadışehri ve Mamure -yeni adı ile "Aydıncık" bucakları da Çekerek ilçesine bağlandı. 20.05.1990 tarih ve 3644 sayılı kanunla Çekerek ilçesine bağlı 105 köyden, Aydıncık 32 köy ile, Kadışehri 33 Köyle çekerek ilçesinden ayrılarak iki yeni ilçe olmuşlardır. Bu durum Çekerek'i olumsuz yönde etkilemiştir. Şu an Çekerek ilçesine bağlı 40 köy, 4 belde bulunmaktadır. İlçe, il topraklarının kuzeydoğusundadır. Doğuda; Kadışehri ve Saraykent, güneyde; Sorgun, batıda; Aydıncık, kuzeyde; Tokat-Zile ve Çorum-Ortaköy ile çevrilidir. İdari olarak 4 belde ve 40 köy bağlı bulunmaktadır. İlçenin arazi yapısı genellikle dağlıktır. Doğusunda Deveci ve Fakı Dağları, batısında Alan Dağı, güneyinde ise Gebzel Dağı yer almaktadır. Genellikle dik ve kayalık olan dağların, yapılarında kalken çok olduğu için erime ile çok sayıda mağara oluşmuştur. Doğusu ve güneyi düzlük olan ilçenin başlıca ovaları da buralarda bulunmaktadır. Batısında; Aydıncık - Kazankaya ve Bazlambaç arasında Kümbet Ovası, doğuda; Kadışehri ilçesi ve civarındaki köyleri de içerisine alan Kadışehri Ovası ilçe merkezine yakın Koyunculu, Sarıkaya ve Kahyalı arpaç gibi köylerin arazisini içerisine alan Koyunculu Ovası yer almaktadır. İl’in en büyük akarsularından ve Yeşilırmak’ın en büyük kollarından birisi olan Çekerek Irmağı ve buna bağlı kollar ilçenin başlıca akarsularını oluşturmaktadır. Çamlıbel Dağları’ndan doğan Çekerek Irmağı, Deveci Dağları’nı aştıktan sonra ilçe topraklarına girer. Burada, Karadere, Göndelen, Akdağmadeni ve Görmügöz derelerini de alarak, Keleboğazı mevkiinde ilçe topraklarını terk eder. Sorgun’un; Emirler ve Gököz köylerinden kaynaklarını alan Sabıköz’ü de Çekerek arazisindeki küçük suları toplayarak, Kurtağıl yöresinde Çekerek Irmağına karışır. Kayalar köyünden doğan ve ilçenin içerisinden geçen, bağ ve bahçeleri sulayan Başöz’ü, Sabıközü’nün en önemli kollarındandır. İlçenin batıdaki en uzak beldesi olan Baydiğin arazisinin doğan Bakır Çay’da, Kazankaya arazisinde Çekerek Irmağı’na karışan önemli kollardandır. Çekerek Yöresi’nde, İç Anadolu’nun tipik karasal iklimi ile Karadenizardı iklimi arasında bir geçiş iklimi görülür. Yazları, sıcak ve kurak, kışları; soğuk ve yağışlı geçen bu iklimde kışın nem oranı oldukça fazladır. İlçe merkezinde karın yerde kalma süresi ve kar yağışı çevresine göre daha azdır. Yörenin yaygın bitki örtüsü bozkırlardır. Fakat, yapılan araştırmalardan eski çağlarda Çekerek civarında yoğun ormanlarla kaplı olduğu anlaşılmıştır. İlçe, günümüzde İl’in ormanca zengin sayılan alanlarının birisidir. (% 32.53). Yukarıoba, Ortaoba, Karahacılı, Tipideresi, Fakıdağı,Kavakalan,Arpaç,ilbeyli ve diğer dağlık alanlarda; çam, meşe ve ardıç ağaçlarından oluşan seyrek ormanlar bulunmaktadır. İlçenin nüfusu 2011 yılı genel nüfus sayımı sonuçlarına göre 26,810 kişi olup, bu nüfusun 10,868'i ilçe merkezinde, 15,942'si de köylerde yaşamaktadır. İlçede Km²'ye 35,7 kişi düşmektedir. İlçede, halkın en önemli geçim kaynağını tarım ve hayvancılık oluşturmaktadır. Arazi dağlık ve eğim kuvveti olduğu için tarıma elverişli arazisi dardır. Mer’aların geniş yer kapladığı ilçede daha çok koyun ve keçi beslenmektedir. Başta Çekerek Irmağı olmak üzere ırmak kenarındaki düzlüklerde tarım yapılarak; arpa, buğday, nohut, mercimek, soğan ve şekerpancarı gibi ürünler yetiştirilmektedir. İstiklal Savaşı'nın başlarında ilçenin Özüveren köyünde mukim Aynacıoğulları etrafında topladıkları eşkiyalarla birlikte isyan çıkarmış, Zile ve Akdağmadeni ilçelerini basmışlardır. Tokat bölgesinde, TBMM kuvvetlerim uğraştıran bir başka isyan ise Aynacıoğlu Hasan tarafından çıkarılan isyandır. Aynacıoğlu çetesi, Akdağ Mağdeni doğusunda bulunan Ayvalıközü’nde Binbaşı Çolak İbrahim Bey kumanda­sında 2. Kuvva-i Seyyare tarafından dağıtılmasına rağmen Aynacıoğlu Hasan, Hükümet kuvvetlerini bir süre uğraştırdı. Nihayet 1921’de Batı Anadolu’da Yunanlarla savaşmak şartı ile teslim oldu. Tarihte bu olaya "Kör Hoca Olayı" da denilir. Daha sonraları Ali Galip Bey'in Milletvekili olan bir kardeşinin ve bucak halkının teşebbüsleri ile şehit subayların kemikleri o zaman bucak merkezi olan ve şimdiki ilçe merkezi bulunan Hacıköyü'ne 1935 yılında getirilerek bir şehitlik abidesi diktirilmiştir. Bu abide ilçenin ortasındadır. Çekerek barajı, su toplama ve kapasite açısından Türkiye'deki barajlar arasında 10. sıradadır. Elektrik üretiminde önemli bir yer tutmayacak olan baraj daha ziyade sulama ve taşkınları önleme amaçlıdır. Baraj gölünün uzunluğu 37 km olup setin eni 15 km yi bulacaktır. 4 köy tamamen kalkacak, 8 köyünde arazileri kısmen su altında kalacaktır. Kadışehri Kadışehri, Yozgat ilinin bir ilçesidir. Kadışehri, il topraklarının kuzeydoğusunda yer almaktadır. Doğuda; Tokat-Artova, Sivas-Yıldızeli, güneyde; Akdağmadeni ve Saraykent, batıda; Çekerek, kuzeyde ise, Tokat-Zile ilçeleri ile çevrilidir. 23 Kânunuevvel 1336 tarih ve 78 sayılı İlisu, Devecidağı ve Artıkova Kazaları Teşkiline Dair Kanun ile Devecidağı adıyla ilçe olmuş, 30 Mayıs 1926 tarih ve 877 sayılı Teşkilatı Mülkiye Kanunu ile yeniden Kadışehri adıyla nahiye olmuştur. 1928'de Çekerek'le birlikte Yozgat'ın Sorgun ilçesine bağlanan yöre, 1944'te Çekerek'in ilçe olmasıyla buraya bağlanmıştır. Çekerek ilçesine bağlı bir nahiye iken, 09.05.1990 tarih ve 3644 sayılı kanunla yeniden ilçe olmuştur. Arazinin kısmen dağlık olan ilçeyi, kuzeyde; Deveci Dağları, doğuda Yılman Tepesi ve batıda; Ördede Tepesi çevrelemektedir. Güneyde doğu arazi yapısı dalgalı bir görüntü almaktadır. İlçe merkezinden geçen Küçüköz'ün dışında önemli bir akarsuyu bulunmamaktadır. Kadışehri'nin kuzey kısımlarında yer alan Deveci dağları en önemli yükseltilerdir. İlçenin güney kısmı ise geniş düzlüklerden oluşur. Yörenin en önemli akarsuyu Yeşilırmak'ın kollarından biri olan Çekerek Irmağıdır. Çekerek ırmağı Kadışehri ovasından daha düşük rakımlı bir yol izlediği için arazi sulamasında yetersiz kalmaktadır. Araziler genelde kuru tarıma uygundur. Tahıl ürünlerinin dışında üzüm ve az miktarda da olsa meyve yetiştiriciliği yapılmaktadır. Deveci dağlarından erozyon yoluyla taşınan alüvyonlu topraklar tarım alanlarında verimin artmasını sağlamıştır. Tarım arazileri geniş düzlükler halinde olup, 20.000 dönüm civarındadır. Arazinin diğer kısımlarını ise meşelikler ve hayvan otlatmaya elverişli çayırlar oluşturmaktadır. Karasal iklime sahip olmakla birlikte, yağış rejimi bakımından Karadenizardı ikliminin özelliğini taşımaktadır. Sıcak ve kurak olan yaz mevsimi yüksek yaylalarda serin geçmektedir. Kışları ise, soğuk ve yağışlıdır. Yıllık yağış miktarı 570 milimetredir. İlçede yağışın büyük bir bölümü ilkbahar, sonbahar ve yaz başlangıcında (Haziran) düşmektedir. Yaygın bitki örtüsü bozkırlardır. Çoğu yerde çıplak olan dağlar, ilçe merkezinin çevresinde meşe ormanlarıyla kaplıdır. Kadışehri'nde ekonomi ağırlıklı olarak tarıma dayanmaktadır. Daha ziyade tahıl ağırlıklı tarım yapılmaktadır. Bunun yanında sulanabilir araziler de büyük ölçüde sebze meyve yetiştirilmesine müsaittir. Ancak Kadışehirliler sadece kendi ihtiyaçlarını karşılayacak ölçüde meyve yetiştiriciliği yapmaktadırlar. Kadışehirliler en fazla Tokat'ın Zile ilçesi Yozgat il merkezi ve Çekerek ilçesi ile alışveriş yapmaktadırlar. İlçede önemli oranda ticaretle uğraşan bir kesim vardır. Özellikle pazar günleri kurulan hayvan pazarı oldukça ünlüdür. Çevre il ve ilçelerden de gelen birçok müşteri veya tüccar bu pazarı tercih etmektedirler. Kadışehri ve çevresinin her türlü ihtiyaçları bu pazardan karşılanır. Pazar günleri kurulan
Kadışehri pazarına çevre il ve ilçelerden birçok esnaf katılmaktadır. İlçeye bağlı köyler her türlü hayvansal ve tarımsal gıda maddelerini ilk ve en yakın pazar olarak Kadışehri'ne getirmektedir. Kadışehri pazarı periyodik olarak ilçe ekonomisine önemli ölçüde katkı sağlamaktadır. Kadışehri'nde tarımsal faaliyetlerin dışında esnaf kolları da ekonomide önemli yer tutmaktadır. Kadışehri Küçük Sanayi sitesi birçok alanda faaliyet yapmaktadır. Küçük Sanayi Sitesinin hemen yanında bir de tahıl toptancı çarşısı bulunmaktadır. Kadışehri şehir merkezinde de çok sayıda bakkal, market, manav, çay ocakları, pastane, kırtasiye, telekom bayii, beyaz eşya ve mobilya mağazaları, züccaciye, eczane, internet cafe, kasap, fotoğrafçı ve oto galeriler gibi birçok esnaf kolu faaliyetlerini sürdürmektedirler. Kadışehri ekonomisinde diğer çevre ilçelerden farklı olarak oto galeriler de önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle kamyonet pazarı olarak İç Anadolu ve Karadeniz Bölgesinde oldukça isim yapmış galerilerimiz vardır. Türkiye'nin her köşesinden birçok insan hemen her gün bu galerilerden alışveriş yapmak için Kadışehri'ne gelmektedirler. Kadışehri küçük bir ilçe olmasına karşın yaşamı kolaylaştıran birçok imkânı da içerisinde barındırmaktadır. Sağlık hizmetleri yeterli olmamasına rağmen ilçe merkezinde, bazı kasaba ve köylerde yer alan sağlık ocakları halkın ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmaktadır. İletişim ve haberleşme imkânları bakımından, sabit hat telefonlarda yüksek ses kalitesi ile hizmet verilmektedir. Öte yandan ilçede Telsim, Turkcell ve Avea GSM operatörleri mevcut olup bu üç hattan da Kadışehirliler yararlanabilmektedir. Kadışehri'nden her sabah 08:00 de Ankara-İstanbul istikametine otobüs seferleri olmakla birlikte, yine her sabah 08:00 de Yozgat, Zile, Çekerek, Sorgun'a, saat 12:15 'te de Yozgat'a düzenli olarak minibüs seferleri Kadışehri Minibüsçüler kooperatifi tarafından yapılmaktadır. Kadışehri Ziraat Bankası İlçe merkezindeki tek bankadır. Kadışehri İlçesinde 2 adet ilköğretim okulu, 1 adet de çok programlı lise bulunmaktadır. Kadışehri'nde dışarıdan gelen memurların da yerleşebilecekleri sağlıklı konutlar yeteri miktarda bulnmaktadır. Öte yandan çok sayıda market, bakkal, kitabevi, eczane, manav, fotoğrafçı gibi esnaf kolları da Kadışehri'nde ihtiyaçları karşılayabilmektedir. İlçede küçük sanayi sitesi de bulunmaktadır. Kadışehri ilçesinin ilk kuruluşu hakkında yeterli belge bulunmamakla birlikte mevcut dökümanlardan alınan bilgilere göre Kadışehri'nin tarihçesi çok eski yıllara dayanmaktadır. Örneğin ilçemizin güney kısmında Tunç devrinden kalma iki adet çatal höyük, bir de tarım arazisi içerisinde bir yassı höyük bulunmaktadır. Ayrıca köyü kuran ceddimiz süleyman efendinin kafkasların çeçen ulusundan şeyh şamilin torunlarından oldugu rivayet edilmekdedir. Bu höyüklerin bir medeniyetin izlerini taşıdığı muhakkaktır. Bu höyükler Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca 22.11.1995 tarih ve 1160 sayılı karar ile sit alanı ilan edilmiş, kurulca da koruma altına alınmıştır. Mülki taksimat bakımından 1904 yılında nahiye merkezi olduğu mevcut dökümanlardan anlaşılmaktadır.Yine Osmanlı imparatorluğu döneminde yani Cumhuriyet ilan edilmeden önce ilçe merkezi olduğu, ilim merkezi olarak da kadıların, alimlerin yetiştirildiği 1920-1930 yılları arasında bir medresenin varlığı bilinmektedir. Bu medresenin hocalığında bulunan Davut Karadavut isimli bir müderrisin varlığı bilinmekte, ayrıca bu zatın Sivas kongresine de Zile İlçe sınırları içinde yer alan Kesikköprü mevkiindeki yıkılmış tarihi köprü ve tarihi han temsilcisi olarak katıldığı kaynaklarda yer almaktadır. 1921 tarihinde Kadışehri, Devecidağı ismi ile ilçe olmuştur. Bununla beraber Devecidağı ilçesi Tokat iline bağlanmış ve aynı tarihte bugünkü Çekerek ilçesi nahiye merkezi olarak Devecidağı ilçesine bağlanmıştır. 1922 yılında Çekerek ilçesine bağlı bulunan köylerin asayiş durumlarının bozuk olması 18 asker, 1 Binbaşının bu bölgede şehit edilmesi üzerine Deveci dağı ilçesi kaldırılarak eski ismi Hacıköy olan Çekerek, ilçe merkezi haline getirilmiş, Devecidağı da buraya bağlanmıştır. 1926 yılında Çekerek ilçesinden ilçe merkezliği alınıp tekrar Devecidağı, Kadışehri ilçesi adı altında yeniden ilçe merkezi durumuna getirilmiştir. İlçe merkezi olarak hizmetine devam ederken bilinmeyen nedenlerle ilçe merkezi Kadışehri'nden alınıp eski ismi Köhne olan, bugünkü Sorgun'a verilmiştir. Kadışehri idari açıdan Sorgun ilçesine bağlanmış, nahiye merkezi olarak kalmıştır. 01.09.1944 tarih ve 4642 sayılı kanunla Çekerek ilçe olmuş, Kadışehri de nahiye olarak buraya bağlanmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra 1935 yılında Kadışehri nahiyesine bir ilkokul açılmıştır. 1950 yılında sağlık ocağı, hayvan pazarı kurulmuştur. Bilahare tarım kredi kooperatifi açılmıştır. O yıllarda resmi kurum olarak Karakol Komutanlığı ve Nüfus Memurluğu da mevcuttu. Kadışehri, nahiye olarak hizmet verirken 1975 nüfus sayımına göre nüfusu artmış, 6 Haziran 1976 tarihinde belediyelik olmuştur. O günkü genel nüfus sayımına göre nüfusu 2558'e yükselmiştir. Kadışehri, 20.05.1991 tarihinde 20523 sayılı resmi gazetede yayımlanan kanunla tekrar ilçe olmuştur. Saraykent Saraykent, Yozgat ilinin bir ilçesidir. Saraykent, il topraklarının doğusunda yer almaktadır. doğuda ve güneyde Akdağmadeni, batıda Sorgun, kuzeyde ise, Kadışehri ile çevrili olan ilçenin, Kadışehri ile sınırı Çekerek Suyu çizmektedir. Osmanlı devrinde adı Karamağara olan Saraykent, 1972 yılına kadar bucak iken, bu tarihte çıkan bir kanunla Belediye teşkilatı kurularak kasaba olmuştur. Karamağara’nın ismi 17.02.1975 tarih ve 7-9461 sayılı kanunla Saraykent olarak değiştirilmiş 20 Mayıs 1990 tarih ve 3644 Sayılı kanunla ilçe olarak Yozgat iline bağlanmıştır. Romalılardan kalma han ve hamamların bulunmsı yörenin Romalılar devrinde nüfusla meskun olduğunun göstergesidir. Timur İmparatorluğu Timur İmparatorluğu, Timurlular Devleti veya Büyük Timur İmparatorluğu (Farsça: گوركانى Gurkānī, tarihe geçtiği adı تيموريان Tīmūriyān), Fars ve İslam medeniyeti unsurları ile Türk-Moğol devlet ve askeri teşkilat unsurlarını bünyesinde barındıran ve soyu Türk-Moğol boylarından biri olan Barlaslar'a dayanan Çağatay Emiri Timur tarafından kurulmuş bir Türk-İslam devleti. Timurlu İmparatorluğu Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular ve Harezmşahlar’ın yıkılmasından sonra Türklerin Türkistan’da kurduğu en büyük devlet olmuş ve bu devirde Türkistan ve Horasan, İslam mimarisi açısından en parlak dönemini yaşamıştır. 15. yüzyılın sonlarından itibaren Türkistan, Harezm, Kırım, Kazan ve Azerbaycan'da Çağatay Türkçesi de yüksek bir kültür dili haline gelmiştir. Dinin, ilim ve sanatın koruyucusu olan Timur; Türkistan’da Türkçenin, Türk sanat ve kültürünün Fars kültürünün baskısı altında yok olup gitmesini önlemiş ve öne geçmesini sağlamış, Türk edebiyatı büyüme ve gelişme göstermiş, sanat, bilim ve edebiyat dünyası Timur Rönesans’ını yaşamıştır . Timur, Semerkant’ı imparatorluğunun başkenti yaptıktan sonra, şehri görkemli mimarî yapılarla donattırıp seferlerde ele geçirdiği şehirlerdeki alimleri, bilim adamlarını ve öğretmenleri Semerkant'a getirtmiştir. Timur, Türklerinin göçmen hayatı yaşadığı Mâverâünnehr’i şehirleştirmiş, obaları iskân etmiş, su kanalları inşasıyla milleti tarıma geçirmiş, büyük şehirleri ticâret yollarına bağlamış, pek çok kütüphane ve medrese yaptırmıştır. Bu nedenle, 14. ve 15. yüzyıllar Semerkand’ın altın dönemi olarak tarihe geçmiştir. Timur'dan sonra hükümdar olan oğulları ve torunları da aynı şekilde hareket ettiler. Timur ve halefleri döneminde gelişen sanat ve bilim dünyası nedeniyle bu dönem Timur rönesansı olarak anılmaktadır. Timurluların Türkistan'a hakimiyeti Özbek, Kazak ve Türkmenlerin günümüze kadar ulaşacak olan tarihlerinin önemli bir noktasını teşkil eder. 1507'de Timurlular'ın Türkistan'daki hakimiyetine, Özbekler tarafından son verildi. Bu mücadeleler sırasında hanedandan etkinlik gösteren Babür, bir başarı sağlayamayınca önce Afganistan’a, sonra da Hindistan'a çekildi, orada Babür İmparatorluğu'nu kurdu. Timur hanedanı, Babür'ün Hindistan'da kurduğu devlet ile varlığını koruyabildi. Timur, 1370-1405 yılları arasında yaptığı seferlerle, Harezm, Doğu Türkistan, İran, Azerbaycan, Hindistan Delhi Sultanlığı, Irak, Suriye, Altın Orda Devleti ve Osmanlı Devleti'nin de içinde bulunduğu topraklara hâkim olmuştur. Onun fetihleri, sonuçları açısından, Türk Tarihi'ni derinden etkilemiştir. Böylece, 16. yüzyıldan itibaren Rusya'nın Kafkaslar ve Deşt-i Kıpçak'a doğru yayılması söz konusu olacaktır. Timur, 1401'e kadar yapılan dört seferle Irak ve Güney Anadolu, 1398-1399 seferleriyle Hindistan Delhi Sultanlığı'nı, 1401-1402'de Suriye'yi fethetti. 1402'de yapılan Ankara Savaşı'nda, Osmanlı Devleti'ni mağlup ederek fetret devrinin başlamasına neden oldu. Timur'un Türkistan'a hâkimiyeti Özbek, Kazak ve Türkmenlerin günümüze kadar ulaşacak olan tarihlerinin de nirengi noktasını teşkil eder. 1398-1399'da Hindistan Delhi Sultanlığı'na düzenlediği sefer de bölgedeki siyasî ve kültürel yapının değişmesine sebep olmuştur. Ancak Timur'un 1399'da yedi yıl süren Anadolu Seferi'ne çıkıp, 1402 Ankara Savaşı ile I. Bayezid'i yenip, Anadolu'yu ele geçirmesi, Osmanlı tarihinde unutulmaz bir yer tutar. Anadolu'dan sonra Çin seferine çıkan Timur yolda hastalanarak ölmüştür. (1405) Timur'un ölümünden hemen sonra devlet oğlu ve torunları arasında paylaşılmıştır. Buna göre; Torunu Muhammed başkent Semerkant'ta tahta çıkarken, diğer torunları Pir Muhammed ile İskender İran'da, 3. oğlu Miranşah Bağdat ve Azerbaycan'da, en küçük oğlu Şahruh ise Horasan'da yerleşmişlerdir. Şahruh, Maveraünnehir bölgesini de ele geçirerek, Herat şehri merkez olmak üzere devletini kurdu. Ardından İran ve Azerbaycan'ı da hâkimiyetine alan Şahruh dönemi (1407-1447), Türkistan'da parlak bir kültür hayatının başlangıcı olmuştur. Şahruh merkezini Herat'ta kurduğu zaman 16 yaşında olan oğlu olan sonradan Uluğ Bey yani "Emi
r-i Kebir" olarak anılan Muhammed Tarık bin Şahruh'u 1402'de Timur'un başkenti ve çok önemli bir merkez olan Semerkant'e vali olarak atamıştı. Muhammed Tarık bu şehirde ve Maveraunnehir bölgesinde 1411'den itibaren babasına bağlı ama çok bağımsız bir devlet idare etmeye başlamıştı. Bu dönemde Uluğ Bey bilimsel ve özellikle astronomi ve matematik ile ilgili çok önemli çalışmalar yapmış ve büyük bir alım olarak isim yapmıştı. Kurduğu Uluğbey Medresesi ile buna bağlı 1424-1429'de Semerkant'te kurdurduğu rasathane 1449'da dindar fanatikler tarafından yıkılmadan önce dünyanın en ileri gözlemevi idi. Sahruh'un 1447'de ölümü üzerine, tahta oğlu Muhammed Tarık geçti ve Arapça-Farsça "Emir-i Kebir" veya "Büyük Emir" unvanının Türkçesi olan Uluğ Bey olarak tarihlerde anılmaya başladı. Uluğ Bey'in 1411'den itibaren emirlik mücadeleler içinde geçmiştir. Bir hile ile oğlu Abdüllatif tarafından 1449 yılında öldürülmüştür ve ülke dahilinde büyük karışıklıklar çıkmıştır. Miranşah'ın torunu Ebu Said'in Akkoyunlu Uzun Hasan'a yenilmesiyle (1469) Horasan'ın batısında kalan bütün topraklar Akkoyunluların eline geçti. Timur hanedanından yalnız Hüseyin Baykara (1469-1506) Horasan'da tutunabilmiştir. Başkenti Herat, Orta Asya tarihinde sayılı kültür merkezlerinden biri oldu. Ünlü Türk şair ve ilim adamı Ali Şir Nevai burada yetişmiştir. Baykara'nın oğlu Mırza'nın hükümdarlığı zamanında, Özbek hükümdarı, Şeybani Muhammed Han'ın başkent Herat'ı ele geçirmesi (1507), Timur hanedanının sonu oldu. Hanedandan Babür Türkistan'da başarılı olamayınca, Hindistan'a giderek 1519'da Babür İmparatorluğu'nu kurmuştur. Timur, Cengiz İmparatorluğu'nu yeniden kurmak amacıyla faaliyetlere başlamıştı. İran'ı almış, Hindistan'a da seferler düzenlemişti. Karakoyunlu emiri Kara Yusuf ve Bağdat Emiri Ahmet Celayir Yıldırım Bayezid'e sığındığı zaman. Celayir ve Karakoyunlu Beyleri Timur hakkında atıp tuttular. Erzincan'dan kaçan Mutahharten ise Timur'u Yıldırım Bayezid'e kışkırtmıştı. Bu yüzden Timur Emirleri geri istediyse de, Yıldırım Bayezid bunu reddetti ve bu olaydan dolayı Timur ile Yıldırım Bayezid'in araları açıldı. Anadolu'ya giren ve Sivas'ı yağmalayan Timur, seçme askerlerden oluşan ordusu ile birlikte Anadolu'da ilerlemeye devam etti. Osmanlı Ordusu da harekete geçti. İki ordu Ankara'da Çubuk Ovası'nda karşılaştılar. Yapılan Ankara Savaşı'nda Yıldırım'ın kuvvetlerinden olan Kara Tatarlar gibi kuvvetlerin Timur tarafına geçmesi Osmanlı Ordusunun dağılmasına neden oldu. (20 Temmuz 1402) Yıldırım Bayezid, Timur'a esir düştü. Bu savaş Osmanlı Devleti'nin 11 yıl kadar duraklamasına neden oldu. Anadolu Türk birliği dağıldı ve Anadolu'daki beylikler tekrar ortaya çıkarak güçlendi. Başsız kalan Osmanlı Devleti'nde karışıklıklar başladı. Osmanlı Devleti'nin dört ayrı bölgesinde, şehzadeler tarafından dört ayrı devlet ilan edildi. Bursa, İznik ve İzmit, Timur tarafından yağmalanıp yakıldı, İzmir işgal edildi. 1402'den 1413'e kadar sürecek olan bu iktidar boşluğu ve taht mücadeleleri dönemine Fetret Devri adı verildi. Koreografi Koreografi, adım tasarımcılığı, dans besteciliğidir. Kelime Yunancadan gelir. Antik Yunan tiyatrosunda koroda bulunan insanların hareketlerini belirleme şeklinde ortaya çıkmıştır. Daha sonra dans esnasında adım ve hareketleri belirleme şekline dönüşmüş ve bu şekilde yaygınlaşmıştır. Bu işi yapanlara koreograf denir. Bu sözcük günümüzde dansın kurgusunu, yapısını, adım düzenini ve bu adımlara bağlı hareket akışını anlatmak için kullanılır. Buna dansın bestesi de denilebilir. Bunun dışında, savunma sporlarında veya sahne sanatlarında, hareket akışını anlatmak için de kullanılmaktadır. Adım tasarımının uzunluğu basit bir iki adım olabileceği gibi, birçok sanatçı tarafından, belli bir konuyu anlatmak için yazılmış, birkaç saat uzunluğunda bir opera veya bale gösterisi de olabilir. Tasarımcı, adım düzenini tasarımını çoğunlukla, müzisyen bir besteci ile çalışarak oluşturur. Hazırlanan tasarımın kâğıt üzerine aktarılmasına hareketlerin notalandırılması (Tanznotation) denir. Ludwig Mies van der Rohe Ludwig Mies van der Rohe kısaca Ludwig Mies (27 Mart 1886, Aachen - 17 Ağustos 1969), Alman mimar ve tasarımcı. Taş ustası olan babasıyla duvarcılık atölyelerinde çalıştı. 13 yaşına geldiğinde Berlin'e taşındı ve orada art nouveau mimarı ve mobilya tasarımcısı Bruno Paul için çalışmaya başladı. 1907'de ilk tasarımı yaptı (Filozof Alois Riehl için Riehl Evi). 1908'de Mimar Peter Behrens ile çalışmaya başladı ve orada Karl Friedrich Schinkel ve Frank Lloyd Wright ile ilgili araştırmalar yaptı. Mies 1913 yılında Berlin'e taşındı ve Ada Bruhn ile evlendi. Berlin'de kendi mimarlık bürosunu açtı. I. Dünya Savaşı'nda Balkanlarda görev alıp döndükten sonra, gökdelenlerle ilgili çalışmalar yapmaya başladı ve kendi ofisinde tasarımlar yaptı. 1921 yılında Bruhn ile evliliklerini sona erdiren Mies, adını annesinin kızlık soyadını da ekleyerek Ludwig Mies van der Rohe olarak değiştirdi. 1920'lerde Berlin avangard (avant-garde) çemberinin içinde aktif rol aldı (Novembergruppe, Zehner Ring, G dergisi) ve Hans Richter, El Lissitzky, Theo van Doesburg gibi modern sanatı savundu. O dönemde Mies'in da bir bloğunun bulunduğu modern apartmanlar ve evler tasarlandı. 1929'da Mies, en ünlü projelerinden birine imza attı. Uluslararası Barcelona sergisindeki Alman Pavyonu (Barcelona Pavillion), 1938'de yıkıldı ve daha sonra 1986'da yeniden inşa edildi. Kolonlarla desteklenen düz bir çatıya sahip olan pavyonun iç duvarları cam ve mermerden yapılmıştır ve bu duvarlar yapıyı desteklemedikleri için hareket edebilirler. Mies'in diğer tasarımlarında da gözlenen "boşluk, hacim, uzay" ("space") kavramı bu pavyonda da belirgindir. 1930 yılında Mies, Berlin ve Dessau'daki Bauhaus'un başına geçti. Fakat yeni seçilen Nazi hükümetinin baskıları yüzünden Bauhausu'u kapatmak zorunda kaldı. 1930'larda ekonomik ve politik değişiklikler yüzünden Mies'in çoğu binası inşa edilememişti ve Stanley Resor'un daveti üzerine 1938'de Amerika'ya taşınmaya karar verdi. Daha sonraki yıllarda Armour Institute of Technology Mimarlık Fakültesi yöneticisi ile görüşmeler yaptı (Enstitünün adı daha sonra Illinois Institute of Technology olarak değiştirildi). 1938-1958 yılları arasında Mies ITT Mimarlık Fakültesinin yöneticiliğini yaptı. 1940'larda kampüsün yeni tasarımını yapması istendi ve o çelik-cam tarzıyla çalışmalar yapmaya başladı. 1944'te o zamana kadar yapılmış en minimalist ("less is more"!) evi (Farnsworth House, Chicago) tasarladı. Ev, tamamıyla camdan yapılmış, 8 ayak üzerinde duran, bölümlere ayrılmış tek bir odadan oluşuyordu. 1950'lerde tasarımlarına devam ederken, Mies "cam gökdelen" hayalinin farkına vardı ve bu konuyla ilgili çalışmaya başladı. 1951'de Twin Towers Chicago'da inşa edildi. Daha sonraları da benzer binaların yapımları devam etti. Seagram Building (New York) bu serinin en önemli binası olarak kabul edilebilinir. 1962'de Neue Nationalgalerie'nin tasarımını yapması istendiğinde kariyerinin doruk noktasına gelmiş oldu. Fakat, galerinin açılışını göremeden 17 Ağustos 1969'da yaşamını yitirdi. Mies'in yaklaşık 200 projesi bulunmaktadır. Bu projelerden bazıları şunlardır: Johannes Rau Johannes Rau (d. 16 Ocak 1931, Wuppertal - ö. 27 Ocak 2006, Berlin), Alman devlet adamı ve 1999-2004 yılları arasında görev yapmış Almanya Cumhurbaşkanı. Beş çocuktan üçüncü olarak, Wuppertal, Ren Eyaleti Barmen kesiminde doğdu. Ailesi sıkı bir Protestandı. Öğrenciyken, aktif Nazizme direndi ve Alman Protestan Kilisesinin üyesi oldu. Rau, 1949 yılında okulu bıraktı ve özellikle Protestan Gençlik Yayınevi ile, bir gazeteci ve yayıncı olarak çalıştı. Yayıncılık alanında meslek eğitimi yapan Rau bir dönem gazetecilik de yaptı. 1952'den beri politikanın içinde olan Rau, 1957 yılında SPD'ye katılan Johannes Rau bir yıl sonra Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti'nin parlamentosuna seçildi. 1967'de parti meclis grup başkanlığına, üç yıl sonra da eyalet hükümeti üyeliğine getirildi. Bilim ve Araştırma Bakanı olarak eyalet yüksek okullarının modernleştirilmesine önemli hizmeti geçti. 1978 yılında Almanya'nın en kalabalık nüfusa sahip eyaletinin başbakanı olan Johannes Rau popülaritesi sayesinde art arda üç kez partisine mutlak çoğunluğu kazandırdı. Sosyal Demokrat Parti’nin başbakan adayı olarak girdiği 1987 genel seçimlerinde Helmut Kohl’e yenildi ve eyalet başbakanlığı görevini sürdürdü. 1993 yılında Almanya Sosyal Demokrat Partisi'nin genel başkanlığına seçildi. 1994 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimine aday gösterildi ama Roman Herzog'un bu göreve seçilmesiyle devletin en yüksek makamına yükselme hedefini ertelemek zorunda kaldı. 1995 eyalet seçimlerinde Sosyal Demokratlar %50 sınırının altında kalınca Johannes Rau, Yeşiller Partisi ile akıl izdivacı yapmak zorunda kaldı. Ama koalisyon bünyesindeki sürtüşmelere meydan vermedi. Yaklaşık 20 yıl eyalet başbakanlığı yaptıktan sonra 1998'de bu görevden çekildi. 1999 yılında cumhurbaşkanlığına seçildi. Jimmy Wales Jimmy Donal "Jimbo" Wales (d. 7 Ağustos 1966), Vikipedi'nin iki kurucusundan biri olan Amerikalı internet girişimcisidir. Jimmy Wales bunun yanında Vikipedi ve çeşitli viki projelerini yöneten, kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan Wikimedia Vakfı'nın kurucusu ve ayrıca Wikimedia ile bağlantısı olmayan ve kâr amaçlı bir barındırma hizmeti olan Wikia adlı şirketin de kurucusudur. 1966 yılında ABD'nin Alabama eyaletinin Huntsville kasabasında dünyaya gelen Jimmy, küçük bir özel okuldan mezun olduktan sonra üniversiteye hazırlık okulu olan Randolph School'a gitti. Auburn Üniversitesi'nde ekonomi eğitimi aldı. Daha sonra University of Alabama ve Indiana University Bloomington'da aynı alanda doktora ve yüksek lisans yaptı. Araştırma direktörü olarak, finans sektöründe bir süre çalıştı. 1996 yılında iki arkadaşı ile birlikte erkekleri hedef alan Bomis isimli bir web portalı kurdu. Bu portal, Wikipedia'nın selefi olan Nupedia isimli kontrol edilmiş ansiklopedinin hem finansmanını hem de ev sahipliğini üstlenmiştir. W
ales 7 Ağustos 1966 yılında Huntsville, Alabama'da dünyaya geldi. Babası, bir kasiyer olarak çalıştı. Kardeşleriyle tek sınıflık klasik eğitim yapan küçük bir özel okula gitti ve burada ilk öğrenimini tamamladı. Wales henüz çocukken bile entelektüel konulara ilgili sıkı bir okuyucu idi. Gençlik dönemine geldiğinde ise Wales, Hükümetin okullardaki eğitim yöntemlerini "sabit fikirlilik, bürokrasi ve ehil olmayan müfettişlerin devlette görev yapması" yüzünden sert bir şekilde eleştirmeye başladı. 8. sınıftan sonra Wales, bir üniversite-hazırlık okulu olan Huntsville'deki Randolph Okuluna gitti ve 16 yaşında mezun oldu. Wales daha sonraları şöyle diyecektir "O okul ailem için çok pahalıydı, ancak orada okumak benim için bir tutkuydu. Bilirsiniz; bilgiye, öğrenmeye ve üretkenliğe temel başlangıç iyi bir hayata dayanır." Lisans eğitimini Auburn Üniversitesi'nde tamamladı. Daha sonra Indiana Bloomington Üniversitesi'nde Master eğitimini tamamlamadan, doktora eğitimini Alabama Üniversitesi'nde ekonomi üzerine yaptı. Her iki üniversitede lisans üstü eğitimi aldı ancak doktora için gereken tezini yazmadı. Çünkü tez onun için muaf tutulmuştu. Melek Tavus Melek Tavus (Arapça: "طاووس ملك", Kürtçe: "Tawusê Melek"), Yezidilik inancında Tanrı Azda tarafından yaratılan ve kendisine evreni ve insanları yaratma görevi verilen Melek-Tanrı. Yezidi inancında Melek Tavus, insanları yarattıktan sonra kendi yarattığı insanlar önünde eğilmemiş ancak bu Tanrı Azda tarafından farklı yorumlanarak kibirli olduğu sanılmıştır. Yezidilik'ten önceki ilahi dinlerde anlatılan, Şeytan'ın, yaratıcının buyruğuna rağmen insan karşısında eğilmeyip saygı göstermemesi, onun aslında ne kadar asil olduğunun, yaratıcı tarafından sınanmış ispatıdır. İşte bu sınavı başarı ile verip tüm insanlığın ve dünya işlerinin başına geçme hakkını kazanmıştır. Ancak burada Şeytan'ın sahip olduğu özellikler diğer dinlerden farklıdır. Yezidilik'te Tanrı, dünyanın sadece yaratıcısıdır ancak sürdürücüsü değildir. Tanrısal iradenin vücut bulması için Melek Tavus bir nevi aracılık rolü üslenmiştir. "Melek Tavus" olarak adlandırılır ve bir tavus kuşu ile simgelenir. Tanrı özünde iyilikle dolu olduğundan Tanrı'ya ibadet ederek onun gönlünü kazanmak gerekmez. İbadetin, içi kötülüklerle dolu olana, Tavus'a yapılması ile kötülüğün en büyük kaynağından korunulur. Bu anlamda diğer şeytan olarak adlandırılan tinsel güç Yezidilik inancında Azda'nın devamlılığı ve işlevsel yönüdür. Zıtlıkların kaynağı ve aynı zamanda zıtlıkların ortadan kalktığı isim aslında Melek Tavus'tur. Ahiret inancı gibi sonradan hesap verilecek bir yerin varlığı söz konusu değildir. Yeniden doğuşa, şekil değiştirmeye inanılır. İnsanın inanışına ve yaşayışına göre dünya, cennete de cehenneme de dönüşebilir. Cehennem insanın içinde kontrol edilmesi gereken ateştir. Melek Tavus bütün bu işlerin denetleyicisi ve Tanrı'nın bu dünyadaki gölgesidir. Yezidiler Melek Tavus'a ibadet ederler. Yezidi inancından kötü bir melek değil, yanlış anlaşılmış ve sonradan affedilmiş iyi bir melektir. Azda Azda, Yezidilik inancında başmelek ve insanlığın yaratıcısı olduğuna inanılan Melek Tavus'u yaratan tanrı. İnanışa göre Tanrı Azda Melek Tavus'a kendi yarattığı insanların önünde secde etmesini buyurmuş ancak Melek Tavus bunun şirk (monoteizmde bir olan Tanrı'ya ortak koşma) olacağını düşünerek insanlara secde etmeyi reddetmiş, bunun karşılığında da yaptığı kibir olarak yorumlanmıştır. Şahid bin Car Şahid bin Car: Ezidilik'de Ezidiler'in atası olduğuna inanılan ve Havva'dan değil sadece Âdem'den dünyaya geldiğine inanılan kişi. İnanışa göre, Âdem ile Havva'nın kırkı erkek kırkı kadın toplam seksen çocuğu olur. Daha sonra bu Âdem ile Havva bu çocukların yetiştirilmesi ve ideal insan olmaları konusunda anlaşmazlığa düşerek kavgaya tutuşurlar. Tanrı tarafında hangisinin haklı olduğunun anlaşılması için sınavdan geçirilmelerine karar verilir. Her ikisi de bir testinin içine ruhlarını, düşüncelerini doldururlar ve ağzını kapatırlar kırk gün sonra Âdem'in küpünden Şahid bin Car adında güzel bir genç çıkar. Havva'nın testisinden ise sürüngenler, akrepler, çıyanlar... Şahid bin Car, kusursuzluğun, dürüstlüğün, iyiliğin sembolüdür, o hem ruhu hem fiziğiyle kusursuzdur. Âdem, Şahid bin Car'ı o kadar sever ki diğer seksen çocuğuyla artık ilgilenmez olur. Bu da Havva ve seksen çocuğu arasında kıskançlık ve nefrete neden olur. Karar verirler; Şahid bin Car öldürülecektir. Kadın, bir parola belirler ve suikastın yapılacağını bu parolayla bildireceğini söyler. Ancak her şeyi bilen ve duyan Melek Tavus'u hesaba katmamıştır... Melek Tavus, yarattığı dört cine emir verir ve cinler gece olunca bu seksen çocuğun ağızlarına üfler, uyandıklarında sekseni de farklı dil konuşmaktadırlar. Bu sebeple annelerinin söylediği parolayı da anlayamazlar. Şahid bin Car böylelikle Melek Tavus'un sayesinde kurtulur. Daha sonra Şahid bin Car'a dişi bir melek gönderilir ve bundan olan çocuklar Ezidilerin atalarını oluşturur, diğer seksen çocuktan dünyaya gelenlerse diğer insanları oluştururlar. Aşkabat Aşkabat, (Türkmence: Aşgabat, Farsça عشق آباد), Türkmenistan'ın başkentidir. 1.031.092 (2012) kişiyle Türkmenistan'ın en büyük şehridir. İran sınırı yakınında, Kopet Dağları'nın eteğinde, Karakum Çölü'nde bir vahada bulunur. 'Aşgabat şäheri' adlı kendine ait bölgede, ülkenin Ahal Vilayeti'nde yer alır. Aşkabat, Türkmenistan'ın güneyinde, İran sınırından 26 km'de yer alır. 1881'de bu bölge Rus işgal güçleri tarafından alınmıştır. İran'ın en büyük ikinci şehri olan Meşhed'dan 920 km uzaklıkta bulunur. Aşkabat bir başkent olarak çeşitli yönetim binalarıyla bezenmiştir. Bunlar özellikle kentin en önemli caddesi olan Türkmenbaşı Caddesi'nde toplanmıştır. Kent uluslararası bir havaalanına sahiptir ve ikinci bir tane daha yapılmaktadır. 2016 senesinde hizmete girecek olan bu havalimanı Türkmen kültüründe önemli bir figür olan "Laçin" kuşu şeklinde olup mimari ödüller almıştır. Ayrıca bu havalimanı eskisinden daha büyük ve daha modern olacaktır. Kent bir endüstri merkezi değildir. Kent merkezindeki ekonomik faaliyetler küçük esnaf dükkanları ve devlete ait olan mağazalarla sürmektedir. Şehirde bir kültür merkezi, üniversite, çeşitli yüksekokullar, tiyatro, müzeler ve bir hayvanat bahçesi bulunmaktadır. Aşkabat'ta birçok Türk-Türkmen okulu da eğitim-öğretim faaliyetleri göstermektedir. Bunlardan en önemlileri; Turgut Özal TTM, Başkent TTM ve Aşkabat Kız Lisesi'dir. Aşkabat, Türkmence Aşgabat, Farsça عشق آباد, Rusça Ашхаба́д olarak bilinir. 1991'den önce şehir İngilizce'de "Ashkhabad" olarak Rusça'dan direkt çeviri yapılarak kullanılmıştır. Ayrıca Ashkabat, Ashgabad, ve `Ishqábád kullanımları da görülmekteydi. Adın Farsça "Ashk-ābād", "Arsaces Şehri"nden türetildiği sanılmaktadır. Başka bir açıklama da adın Farsça'daki عشق ("eshq":"aşk") ve آباد ("ābād": "yerleşim yeri" veya "kent"), sözcüklerinin birleşmesinden oluşan "aşk şehri" anlamında olduğudur. Aşgabat 1818'de kervan yollarının kesişme noktasında bir köy olarak kurulmuştur. Nisa köyü(antik başkent Parthia)'nden ve İpek Yolu'nda bulunan antik şehir Konjikala (Moğollar tarafından 13. yüzyılda yok edilmiştir.)'nın harabelerinden fazla uzakta değildir. 1881 yılında bölgedeki bir Rus Ordu Üssü'nün etrafında gelişmeye başlamıştır. Trans-Hazar-Demiryolu'na bağlantısı, Kazakistan, Özbekistan ve Hazar Denizi'yle bağlanmasını ve bunun sonucunda kentin 1885 yılından itibaren sürekli genişlemesine neden olmuştur. 1919-1927 yılları arasında kentin adı 'Poltorazk'tı. 1919 yılında Aşkabat'ta dünyanın ilk Bahai mabedi yapılmıştır. 1938'de zorunlu olarak sanat galerisine çevrilmiş ve 1963 yılında da yıkılmıştır. 1924'te Aşkabat Sovyetler Birliği içinde Türkmenistan'ın başkenti olmuştur. 5. Ekim 1948'deki yıkıcı deprem sonucunda kent tamamen zarar görmüştür ve daha sonra yeniden inşa edilmiştir. 1962'de Aşkabat'ın Karakumkanal'ına bağlantısı gerçekleştirilmiştir. Bu su kanalı, dünyanın en uzun su kanallarından biri olup, 600 kilometre doğudan akan Amuderya nehriyle bağlanmıştır. 27.Ekim 1991'de Türkmenistan'ın bağımsızlığını ilan etmesiyle Aşkabat başkent olmuştur. Aşkabat'ta ulaşım otobüs, dolmuş ve taksilerle yapılmaktadır. Kentteki hemen hemen tüm özel araçlar aynı zamanda taksi olarak da hizmet vermektedir. Ülkede petrol ve gaz çok ucuz ve bol olduğundan ötürü küçük motorlu ekonomik araçlar son derece az olup araçlar genelde 2500cc ve üstü motorlu, lüks araçlardır. Yollar çok geniş ve genelde 4 şeritlidir. Bu sebepten ötürü ulaşım çok rahat ve ucuzdur. Kentte metro yoktur. Anav Kültürü bölgesinde 1904, 1905 yıllarında yapılan kazılarda M.Ö. 9000 yılında başlayan bir neolitik uygarlığa rastlanmıştır. Bu uygarlık M.Ö. 8000 yıllarında hayvancılığı ve M.Ö. 6000 yıllarında ise madenciliği uygulamıştır. Bilinen en eski medeniyetin burada kurulduğu ve dünyaya medeniyetin buradan yayıldığı arkeologlar tarafından açıklanmıştır. Arkeologlar, bulguların ilk Orta Asyalı ön-Türklere ait olduğunu ve uygarlığın Çin'e ve İran'a buradan yayıldığını öne açıklarlar. Aşkabat, 773.400 (01.01.2004) kişiyle Türkmenistan'ın en büyük şehridir. Şehrin nüfusu çoğunlukla Türkmenlerden oluşmaktadır. Daha sonra sırasıyla Rus, Ermeni ve Azeri gibi etnik azınlıklar gelir. Kentin büyük çoğunluğunun Sünni Müslüman olmasının yanında, Hristiyan azınlıklar da bulunur. Ayrıca Aşkabat geçmişte Bahai azınlığının da önemli bir yerleşim yeriydi. 1948 yılındaki 7,3 büyüklüğündeki deprem sonucunda eski şehir merkezi tamamen yok olmuştur. Bu nedenle diğer Orta Asya şehirlerinde tipik olan doğu tarzı eski şehir yoktur. Aşgabat şehir merkezi depreme dayanıklı modern çelik-beton ve cam binalarla donatılmıştır. Aşkabat'ta şehir yaşamının genel görüntüsü, ülkenin eski cumhurbaşkanı Saparmurat Türkmenbaşı'nın eserleri ile doludur. Kentin en yüksek binası, 'Tarafsızlık Kuşağı' cumhurbaşkanının altından heykeliyle taçlandırılmıştır. Sanat Müzesi, Ülke Müzesi, Tarih Müzesi ve botanik bahçesi bazı görülmeye değer yerlerdendir. Aşkabat ayrıca ülke
nin el sanatları merkezi durumunda ve özellikle de el dokuması halılarıyla meşhurdur. Meshaf Reş Meshaf-ı Reş: Diğer adlarıyla Kitab-el Esvad, Kara Kitap. Ezidilik'te Kitab el Celve ile birlikte kutsal sayılan iki kitaptan biri. 15. yüzyılda yazıldığı tahmin edilen bu kitap, Ezidiler'in kutsal kitabıdır. "Kara Kitap" olarak da adlandırılır. Kürtçesi Mishefa Reş'tir. Ezidilik inancına göre, Tanrı Siyah Dağ'a indiğinde Siyah Kitap doğmuştur. Ezidi kutsal kitapları Kürtçe yazılmıştır. Kara Kitap, Kitab-ül Cilve'den daha uzundur ve bölümlere ayrılmamıştır. İlk yarısı yaratım süreci hakkında bilgi vermektedir. Beyaz İnci ve Melek-i Tavus ilk önce yaratılmıştır. Yasak meyvenin yerine buğday geçer. Havva, Adem cennetten kovulduktan sonra yaratılmıştır. Melek-i Tavus Adem'e secde etmez ve böylece Allah'ın yaptığı sınavı kazanır. Asaletini ispatlamıştır. Lanetlenmek yerine ödüllendirilir ve yaratımı Allah tarafından yapılmış olan Evren'in sürdürülmesi görevi kendine verilir. Meshaf-ur Reş'in ilerleyen bölümlerinde Ezidi olan bazı kralların adlarından bahsedilir. Daha sonra bazı yemek tabuları (marul, kabak v.b.), kişisel temizlikle ilgili bazı kısıtlamalar ve sözel tabular, yani söylenmemesi gereken sözler sıralanır. Kitabın final bölümünde ilkinden farklı olan başka bir yaratım hikâyesi daha vardır. Ezidi Kara Kitap'ının orijinali Qasr'tz-Din köyünde bulunmaktadır. Kitab el Celve Kitab el Celve, tanrısal açıklamalar. Ezidilik'de Meshaf Reş ile birlikte kutsal sayılan iki kitaptan biri. "Kitab el Celve" Meshaf Reş'e göre çok daha geniş bir zaman diliminde yazılmış, Ezidiler'i tanrısal konularda bilgilendiren bir kitaptır. Bu kitabın içide bu kitabın sadece Ezidiler tarafından okunması gerektiği ve yabancıların eline geçmemesi gerektiği bildirilmiştir. Beş bölümden oluşur. Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği John Ronald Reuel Tolkien'in yazdığı Yüzüklerin Efendisi (İng: "The Lord of the Rings") adlı bir fantastik edebiyat üçlemesinin ilk kısmıdır. Bu üçlemeden önce okunması faydalı olabilen Hobbit adlı kitapta Tolkien, Hobbitlerin yaşayışlarını ve Gandalf'ın Bilbo'yla ilk tanışmasını anlatmaktadır. Bunun yanı sıra Yüzük'ün Bilbo'nun eline nasıl geçtiği de anlatılmaktadır. Yüzük Kardeşliği, Yüzüklerin Efendisi üçlemesinin ilk kısmıdır. Kitapta tek yüzüğün yok edilmesi için Imladris'te kurulan Yüzük Kardeşliği'nin yolculuğunun ilk safhası anlatılmaktadır. Kitap tüm üçlemedeki olayların temelini oluşturacak biçimde yazılmıştır. Ayrıca içinde değişik dillerden (Elfçe, Cüce dili) şiirler de bulunmaktadır. Kitapta Silmarillion'ın konusunu teşkil eden eski efsanelere ve olaylara göndermeler yapılmıştır. Kitap 2 bölüme ayrılır, bu bölümler de kendi içlerinde 12 ve 10 kısım olarak parçalanmıştır. Olaylar oluş sırasına göre yer almaktadır. Yüzüklerin Efendisi: İki Kule Oxford Dilbilim Profesörü John Ronald Reuel Tolkien'in yazdığı Yüzüklerin Efendisi (İng: The Lord of the Rings) adlı fantastik edebiyat üçlemesinin ikinci kitabıdır. Ak büyücü Saruman, Sauron'un tarafına geçer ve orklarla dağlı adamlardan oluşan bir melez ırk yaratıp Rohan'ın üzerine gönderir. Bu sırada Isengar'ın etrafındaki büyülü Fangorn ormanını da yakıp yıkmaktadırlar. Rohan hükümdarı Théoden, Saruman'ın ajanı Gríma'nın etkisi altındadır. Gandalf, Balrog'u yenip "Ak Büyücü" olarak geri gelir ve Aragorn, Legolas ve Gimli üçlüsünü bulur. Birlikte Rohan'ın hükümdarını büyüden kurtarırırlar ama kral Théoden, büyü etkisi altındayken 2500 süvariyi yurdundan sürgüne göndermiştir. Saruman'ın güçlü bir Urukhai ordusu ile Rohan'a saldıracağını öğrenirler ve iyi bir kale olan Miğfer Dibi'ne sığınırlar. Orada o güne dek hiç yenilgi yüzü görmemişlerdir. Miğfer Dibi onları geçmişte de koruduğu için tüm umutları oraya bağlanır. Frodo ile Sam ise Gollum'un rehberliğinde Kara Kapı'ya giderler. Saruman 10 binlerce asker ile Miğfer Dibi'ne gelirken Elfler de insanlarla birlikte son bir savaş için Rohan'a yardım gönderirler. Gollum, Frodo-Sam ikilisini Kara Kapı'ya götürür ama çok iyi korunan kapıdan içeri gizlice girmek imkânsız görünmektedir. Sonra Gollum ikiliyi, başka gizli bir yoldan götürmeye ikna eder. Rohanlılar Miğfer Dibi'ne sığınırken Gandalf savaşa ikna etme umuduyla 2500 süvarinin peşinden gider. Her ne kadar dayansalarda kapıyı ve surları tutamazlar ve surlarda büyük bir delik açılır ve son savunma için kaleye sığınırlar .Güneşin doğması ile Gandalf ve adamları gelir ve bütün urukları kılıçtan geçirir ve Miğfer Dibi muharebesi biter. Pippin ve Merry, Fangorn ormanında Ağaçsakal'la beraberdirler ve bu sırada Ağaçsakal'ın liderliğindeki Fangorn entleri, Isengard'a saldırı kararı alır. Merry ve Pippin de Ağaçsakal'ın ordusu ile birlikte Isengard saldırısına katılırlar. Saruman iki cephede kesin bir yenilgiye uğrar ve bütün gücünü yitirir. Peter Jackson yapımı Yüzüklerin Efendisi aksiyon sinema üçlemesinin ikinci bölümü 'de Ian McKellen, Liv Tyler, Viggo Mortensen, Ian Holm, Cate Blanchett, Sean Astin, Elijah Wood, Sean Bean, Orlando Bloom rol alıyor. Orijinal dili İngilizce olan filmin senaryosunu Philippa Boyens ve Peter Jackson'ın eşi Fran Walsh yazdı. Filmin müziklerini Howard Shore besteledi. Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü John Ronald Reuel Tolkien'in yazdığı Yüzüklerin Efendisi (İng: The Lord of the Rings) adlı bir fantastik edebiyat üçlemesinin üçüncü kitabıdır. Kitap iyilik ve kötülük arasındaki mücadaleyi konu alan üçlemenin çözümlendiği son kitaptır. Kitap kapağını resmeden ünlü ressam Alan Lee'dir. Kralın Dönüşü romanı, Peter Jackson tarafından 2001-2003 senelerinde çekilen "Yüzüklerin Efendisi" film üçlemesinin son bölümü olarak 2003'te gösterime girdi. Romanda anlatılan hikâyelerle filmde anlatılan sahnelerin bazıları örtüşmemektedir. Dune (roman) Dune, Frank Herbert'in (1920-1986) Hugo ve Nebula ödüllerini almasını sağlayan ve tüm dünyada on beş milyondan fazla kopyası satılan 6 kitaptan oluşan bilimkurgu roman serisi; Arthur C. Clarke'ın ifadesiyle, "Yüzüklerin Efendisi ile kıyaslanabilecek tek şaheser kurgu romandır." Seri, bütünü düşünüldüğünde insan doğası; din, siyaset ve ekonomi kurumları, liderlik olgusu; erkek, kadın, cinsellik kavramlarına dair muhteşem denebilecek sosyolojik, psikolojik ve felsefi tahliller ve gözlemler içerir. Bir bilim kurgu romanından beklenmeyecek ölçüde felsefi bir derinliğe sahiptir. Serinin tamamına yayılmış aforizmalar, eserin özenle oluşturulmuş özgün kurgusu ile birleştirildiğinde 3500’e yakın sayfası ile 6 kitaptan oluşan artık dünya çapında bir kült haline gelmiş tek bir eser ortaya çıkar. Serinin ilk kitabı olan Çöl Gezegeni Dune 1965, son kitabı olan Dune Rahibeler Meclisi ise 1984 yılında yayımlanır. Frank Herbert’in 1986 yılında ölümü ile üzerinde çalışılan 7. Dune kitabı tamamlanamaz. Çöl Gezegeni Dune, David Lynch tarafından 1984 yılında sinemaya da aktarılmıştır. Seri, islam terminolojisine ait birçok kavramı ve bakış açısını içinde barındırması ile de dikkat çeker; "Allah’ın emri gelir; Sakın acele etme. Yol gösteren Allah’tır; kimi yolunu şaşırır." "Ben de hizmetkarım… Efendim ise Rahman ve Rahim olan Allah. “Biz, onların boyunlarına halkalar geçirdik. O halkalar çenelere kadar dayanmaktadır. Bu yüzde kafaları yukarı kalkıktır. Önlerinde bir set ve arkalarında bir set çektik de onları kapattık, artık göremezler…” Eski Fremen dininde böyle yazılıydı." Bu 6 kitap uzun serinin ilk kitapları olup, serinin devamı Frank Herbert'in oğlu Brian Herbert ve Amarikan popüler kitap yazarı Kevin J. Anderson tarafından devam ettirilmiştir. İkili seriye dahil olan 6 kitap yazmıştır. Aslında kitaplar klasik serinin devamı değil öncesidir. Aynı Yıldız Savaşları film serisinde olduğu gibi. "Atreides Hanedanlığı", "Harkonnen Hanedanlığı" ve "Corrino Hanedanlığı" klasik serinin hemen öncesine gitmekte ve Dune gezegeninde yaşanan politik çatışmaların köklerinin ortaya koymaktadır. "Butleryan Cihadı", "Makinelerin Seferi" ve "Corrin Savaşı" kitaplarından oluşan seri ise çok daha eskilere gitmektedir. İnsanlık akıllı makineler yani yapay zekayla savaşmaktadır. Daha melanj keşfedilmemiş Arrakis hiç kimsenin bilmediği bir gezegendir. Uzayda yolculuk için büklüm gemiler yoktur, Holtzman kalkanı yoktur. İmparatorluk, Hanedanlıklar, Lonca, Bene Gesserit cadıları Fremenler yoktur. Yani kısaca Dune romanlarının hayal gücünü zorlayıcı, sınırlarda gezinen ve sosyal yapıları sorgulayan, büyüleyici, otantik ortamı daha oluşmamıştır. Bu seride büyüleyici Dune dünyasına giriş yapılmaktadır. Dune dünyasındaki ilginç kavramların, olayların, ilişkilerin açıklanmasıdır bu seri. Çok ilginç şeyler öğrenebilirsiniz; mesala Atreides ile Harkonnenlerin atalarının sarsılmaz dostluğu gibi. Bundan başka romanda alttan alta işlenen gerçek ise ekonomi ve ekonominin kaynağı olarak ticaretin önemini insanı şaşırtan bir etki ile işlemesidir. Okuyan herkesin dikkatini çekeceği üzere ilk 6 kitaptan oluşan serinin tamamında ticaret loncasının gücü ve etkisi göze çarpmaktadır.Oysa loncanın askeri gücü ya da bir millete dayanan herhangi bir yaptırım gücü yoktur. Lonca yalnızca galaksiler arası ulaşımda kullanılan gemileri yönetme yeteneği sayesinde bu güce ulaşmıştır. Tüm gezegenler, hanedanlar loncaya muhtaçtır. Ve nihayet lonca da "baharat"a muhtaçtır. Gemi kaptanları ancak baharat etkisinde iken zamanı ve uzayı bükme yeteneklerini kullanabilmektedirler. "Baharat"ın ise tek kaynağı vardır:Arrakis-Dune... Bu da Dune gezegenini evrenin güç merkezi haline getirmektedir. Elbette güce sahip olmak sürekli bir mücadele içinde olmayı da gerektirir. Ve bizler romanı okurken sürekli gücün kazanılması ve korunması için yapılan mücadeleleri öğrenmekteyiz. Oysa Dune gerçek gücün kaynağı değil güce ulaşmaktaki vasıtanın sağlandığı yerdir. Kitaba göre gerçek güç ticarettir ancak bunu açıkça ifade etmemekte tüm olayları bu noktaya bağlayarak dolaylı bir anlatımı tercih etmektedir. Roman ayrıca üstü örtülü bir şekilde aforizmalar kullanarak İslam düşüncesindeki Mehdi ve Ahirzaman olayları ile ilgili kültürü yansıtmak
tadır. Bu da muhtemelen yazarın uzun yıllar Ortadoğu'da gazetecilik yapmış olmasından ileri gelen bir kültürü kitabına aktarması sonucu olmuştur. Çöl Gezegeni Dune Frank Herbert'in 1965 yılında yazdığı Dune adlı bilimkurgu serisinin ilk kitabıdır. Evrenin ileriki zamanlarında "baharat" (spice) ya da "melanj" denilen bir madde insan ömrünü uzatmakta ve zamanın uzay yolculuğu tekeli olan Uzay Loncası'nın ("The Spacing Guild" ya da kısaca "The Guild") uzayda yolunu bulmasını sağlamaktadır. Bu madde evrende yerli halkın "Dune" adını verdiği Arrakis adındaki tek bir gezegenden çıkmaktadır. Evrende büyük hanedanlardan olan Atreides ve Harkonnen'lerin arasındaki kan davasına bu sistem de katılmak üzeredir. Atreides dükü I. Leto buraya çağırılır ve bu gezegeni yönetmesi istenir. Oğlu Paul ise küçüklüğünden beri gizli bir rahibeler örgütü olan Bene Gesserit'in planları dahilinde eğitilmiştir. Arrakis'te Atreides Evi'ne karşı düzenlenen komplodan sağ çıkan Paul ve annesi Jessica yaşam koşullarının çok zor olduğu Arrakis çöllerine kaçarlar ve gezegenin yerli halkı olan Fremenlerle yaşamaya başlarlar. Fremen efsanelerinin başrahibesi ve dış dünyalı kurtarıcı olarak görülen Paul bir Fremen olur ve Muad'Dib adını alır. Fremenleri örgütleyerek Arrakis gezegenini ele geçirir babasının intikamını alır. Evrendeki en geçer akçe olan baharı elinde tutmasıyla büyük bir imparatorluk kurar ve büyük bir cihat başlatır. Ayrıca Bene Gesserit'lerin Kuisatz Haderah'ı ("Kwisatz Haderach") olur. Yani geleceği görebilen bir insan, "ilk erkek Bene Gesserit" haline dönüşür ama maceraları aslında daha yeni başlamaktadır... Herbert bu ilk romanla aslında "ideal lider nasıl olmalıdır" sorusuna da cevap arar. Tasvir ettiği evren 20. yüzyılın ilk yarısının son zamalarındaki dünya tarihiyle büyük benzerlikler gösterir. Melanj baharı ile petrol, Arrakis (Dune) ile Orta Doğu ve özellikle Arap Yarımadası arasındaki bariz benzerliğin yanı sıra, bahsettiği hanedanlar da 40lı ve 50li yıllardaki farklı kamplarla örtüşür. Örneğin Harkonnen hanedanı Nazi Almanyası'nı, Corrino ise Latin kökenli Avrupa'yı çağırıştırır. Atreides hanedanı ise, Anglo-Saksondur ve hem Britanya hem de ABD olarak okunabilir. Bu noktada bir hanedandan ziyade tarikat olan Bene Gesserit'in İbranice bir terim olduğunu ve "köprünün çocukları" anlamına geldiğini, keza Kuisatz Haderah'ın da yine İbranice ve "yolun kısalması" anlamında bir terim olduğunu not düşmekte fayda var. Herbert'in önerdiği lider, Paul Atreides'tir. Ailesinin soyu Antik Yunan uygarığına dayanan Paul, Bene Gesserit rahibelerinin yüzyıllar süren genetik çifteştirme sürecinin de son halkasdır. Rahibeler onun bir kız olmasını ve Harkonnen soyunun son temsilcisi Feyd Rautha ile birleşmesini öngörürler. Rahibelere göre Kuisatz Haderah bu birleşmeden doğacaktır. Ancak kendisi de bir Bene Gesserit olan annesi Jessica, Dük Leto Atreides'e duyduğu aşk yüzünden kız yerine erkek evlat yani bir veliaht doğurmuştur. Paul, Corrinolar ile Harkonnenlerin birleşip Atreideslere karşı kurdukları bir komplo sonucu Arrakis'in vahşi ve sert Fremen halkına sığınır. Fremen halkının gelecek bir mesihle ilgili efsaneleri vardır ve Paul bu efsaneledeki mesihin mucizelerini gösterir. Yani Herbert'e gore ideal lider Anglo Saksondur, soyu Hellen uygarlığına dayanır. Genetik olarak belirlenmiş, yani asildir ve iktidarını dini metinlerle destekler. Kitabını Mc Charty döneminde kaleme alan Herbert bu lider tipini önerse de, desteklemez. Ona göre Paul Atreides'in Fremenleri örgütleyip Harkonnenleri yenmesi ve Corrino hanedanından gelen evren imparatoru Şaddam'ı devirmesi kaçınılmazdır. Ama bu zafer 4 bin yıllık bir karanlık çağın da başlangıcı olacaktır. Dune Mesihi Dune Mesihi, Frank Herbert'in yazdığı Dune adlı fantastik edebiyat serisinin ikinci kitabı. İlk kez 1969 yılında "Galaxy" adlı bir dergide yayımlanmıştır. Serinin her iki kitabı da 2007 yılında Bilimkurgu Kitap Kulübü tarafından tek cilt halinde basılmıştır. Dune'un Çocukları Frank Herbert'ın yazdığı Dune adlı bilimkurgu serisinin üçüncü kitabı. Roman 1977 yılında Hugo Ödülüne aday gösterilmiştir. Serinin ikinci kitabı olan Dune Mesihi'nin sonunda Paul Atreides çöle giderek ortadan kaybolmuştu. Kız kardeşi Alia, İmparatorluğu'n Naib'i olarak tahtta oturmakta ve Paul ile Chani'nin çocukları Leto ve Ganima Fremenlerin koruması altında yaşamaktadırlar. İkizlerin farklı yaratılışları kitap boyunca kendini yavaş yavaş ortaya koyarken Alia'nın daveti üzerine Arrakis'e geri dönen Leydi Jessica kızını değişmiş olarak bulacaktır. Serinin üçüncü kitabında Mentat Duncan Idaho önemli bir rol oynamaktadır. Kitabın en büyük sırrı Arrakis - yani Dune - sokaklarında gezinirken dine ve gezegen üzerindeki değişime küfreden Vaiz'in gerçek kimliğidir. Dune'un İmparator Tanrısı Frank Herbert'ın yazdığı, dünyada en çok satmış Bilim-Kurgu serisi olan Dune adlı serinin dördüncü kitabı. Arthur C. Clarke'ın ifadesiyle, "Yüzüklerin Efendisi ile kıyaslanabilecek tek şaheser kurgu romandır". Serinin tamamı, özellikle de 4. kitap olan "God Emperor of Dune", muhteşem denebilecek sosyolojik ve psikolojik tahliller ve gözlemler içerir. Her ne kadar çevirmen büyük bir hata yaparak "God Emperor of Dune" ibaresini, "Dune'un İmparator Tanrısı" olarak çevirmiş olsa da, asıl ifade "Dune'un Tanrı İmparatoru" olmalıdır. Çünkü Leto Tanrı sıfatı olan bir İmparatordur. İmparator sıfatı olan bir Tanrı değildir. Dune Sapkınları Dune Sapkınları, Frank Herbert'ın yazdığı Dune adlı fantastik edebiyat serisinin beşinci kitabı. 1984 yılında basılmıştır. 2. Leto'nun hükümdarlığı biteli 1500 yıl olmuştur. İnsanlık halen Altın Yol'u izlemektedir. Leto'nun 3500 yıl süren baskıcı rejiminin yol açtığı Büyük Saçılma ile evrenin uzak köşelerine gidenler, 1500 yıl sonra büyük bir fethetme arzusu içerisinde geri dönmeye başlamıştır. Altın Yol'u anlayan tek grup olan Bene Gesserit'ler bir seçim yapmaya zorlanmaktadır. Geleneksel olarak kullandıkları gizli manipülasyon yöntemleri ile insanlığı sessizce yönlendirirken kendi hayat mücadelelerine devam edecekler ya da Altın Yol'u seçerek insanlığı yokolma tehlikesinden uzak olan yeni bir geleceğe doğru itmeye çalışacaklardır. Dune Rahibeler Meclisi Dune Rahibeler Meclisi, Frank Herbert'ın yazdığı Dune adlı bilimkurgu edebiyat serisinin altıncı kitabı. 1985 yılında yayınlanan kitap yazarın son eseridir. Herbert 1986 yılında öldükten sonra, kendisinin yedinci kitap için hazırladığı notlardan yola çıkan oğlu Brian ve Kevin Anderson ikilisi tarafından Hunters of Dune ve Sandworms of Dune yayınlanmıştır. Bene Gesserit halen 2. Leto tarafından çizilen Altın Yol'u sorgulamakta, bir yandan da Eski İmparatorluk'u ele geçiren Şerefli Analar'ın saldırılarına direnmeye çalışmaktadır. Bir çıkış yolu arayan Bene Gesserit lideri Darwi Odrade, çözümün esir tuttuğu Scytale, Duncan Idaho ve Murbella'ın oynayacakları roller ile bağlantılı olduğuna inanmaktadır. Frank Herbert Frank Patrick Herbert (8 Ekim 1920 - 11 Şubat 1986), ABD'li bilim kurgu kitapları yazarı. Tacoma Washington'da dünyaya gelmiştir. Küçüklüğünden beri yazar olmak istemiştir. 1938'de üniversiteden mezun olmuş, 1939'da Glendale Star adlı gazetede yazarlık kariyerine başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında yazarlığa altı ay kadar ara vermiş ve Amerikan Donanması'nda fotoğrafçı olarak çalışmıştır, ancak bu görevi sağlık sebepleri ile ordudan ayrılması Frank Herbert'in roman yazarlığı kariyeri 1955'te yazdığı Denizdeki Ejderha (The Dragon in The Sea) ile başlamıştır. Adını duyuran ve en önemli eseri olan Dune serisi için ilk araştırmalarına 1959 yılında başlamış ve kitabı tamamlaması altı yıl sürmüştür. Dune adlı ünlü bilimkurgu serisi ile tanınır. Cem Cem, Alevilerin, Bektaşilerin cemaatle birlikte yaptığı, son derece ayrıntılı kurallara bağlanmış ibadet. Cem, yalnızca dinsel nitelikli bir toplantı değil, aynı zamanda hem ruhen yenilenme, yıkanma ve hem de toplumsal ve bireysel sorgulanma yeridir. Cem, Arapça "toplanma" anlamına gelir. Cem, cami ve cemaat aynı kökten gelen kelimelerdir. "Cem" ve "cem'ul cem" ıstılahları, klasik tasavvuf anlayışındaki ıstılahlardan farklıdır; O'nun "ma'iyyet" dediği "cem", "cem" dediği "cem'ul cem", "cem'ul cem" dediği de Celvet'tir. Kur'an bu makama şu ayetle işaret eder: "O, ilktir, sondur, zâhirdir, bâtındır. "(Hadid, 57/3)" "Cem'ul cem" makamının ehli, ""İnsan-ı kâmil"" vasfını da kazanmış olur, ne halk ne de Hak ile "mahcub" "(perdelenmiş, örtülü)" olmaz, eşyanın "(madde ve enerjinin, varlıkların)" vücudunu bâtınî yönden "Ayn el-Hakk" olarak görür, bir taraftan eşya ile kayıtlı "(bağlı, bağıntılı)" olduğu halde ""marifetullah"" tarafından bakıldığında eşyanın üstündedir, eşya ile kayıtsızdır. " Cem'in kaynağı Kırklar Cemi'dir. Cem ibadetini diğer inançlardaki ibadetlerden farklı kılan en önemli unsur; Cem'de bulunanların aynı zamanda toplumda hesap vermekle yükümlü olmalarıdır. Cem'de bulunanlar birbirlerinden "razı olmak" zorundadırlar. Cem'de bulunan bir kişi başka birine dargınsa, bu iki kişinin dargınlıkları giderilmeden, barışmaları sağlanmadan Cem'e başlanmaz. Alevilerin toplu anlamda temel ibadeti olan Cem, bir Dede´nin gözetiminde, önderliğinde yerine getirilir. Cem ibadetine katil, hırsız, yolsuz, düşkün kimseler giremez. Hukuki, dini, örfi ve tasavvufi işleyişlerin tamamının cem ibadeti ile aynı gün ve saatte toplanmış olması, Çaldıran meydan savaşıyla başlayan baskı, şiddet ve nefret söyleminin alevileri, dergahlarını bırakarak şehir merkezlerinden uzakta köy ve kasaba hayatına geçmesi ile ortaya çıkmış bir uygulama olmuştur. Cem ayinleri Yapılış amaçlarına göre beş grupta incelenirler: Semah Semah, Alevi ve Bektaşi topluluklarında yaygın olan ve müzik eşliğinde uygulanan tören nitelikli Tarîkat Âyini'dir. Semah'ın Alevi ve Bektaşi Cem'lerinde yaygın olarak ve müzik eşliğinde dönüldüğü doğrudur, fakat semah bir dans değildir. Semah, Hâkk'a yaklaşmaktır, semah insanın maneviyatıyla yüzleşmesi ve maddi dünyadan uzaklaşmasıdır. Semahı
n kaynağı Kırklar meclisine dayanır. Bu meclise gelen Muhammed’e Salmân-ı Fârisî tarafından bir üzüm tanesi verilir ve Salmân-ı Fârisî kendisinden bunu paylaştırmasını ister. Muhammed, Cebrail’in getirdiği tabakta bu üzüm tanesini sıkar. Bunu içen Kırklar "Ya Allah" deyip Semah dönmeye başlarlar. Semah yalnız Cemler'de dönülür. Bunun dışında günümüzde olduğu gibi asla düğünlerde ve benzer eğlencelerde dönülmez. Semah'ın dönüldüğü ortam mutlaka özel ve dinsel anlamı olan bir ortam olmalıdır. Semah, Sema ile karıştırılmamalıdır. Sema Mevleviler'in yapmakta olduğu âyindir. Ama sonuçta özellikleri "(Allah'a yaklaşmak)" aynıdır. Alevi semahlarındaki en önemli çalgı bağlamadır. Aygıt sürücüsü Aygıt sürücüsü veya diğer adıyla donanım sürücüsü, işletim sistemlerinde korumalı mod mimarisinde uygulamaların işletim sisteminden bağımsız olarak donanıma erişiminin kısıtlandığı durumlarda donanımla veya işletim sistemi çekirdeği ile haberleşebilmek maksadı ile yazılan kodlardır. Sık ve yaygın olarak, sadece "sürücü" de denir. Bir aygıt sürücüsü, işletim sisteminin bir parçası olabileceği gibi, işletim sisteminden bağımsız olarak hazırlanmış, tamamlayıcı bir bileşen olarak da kullanılabilir. Aygıt sürücüleri genellikle donanımı üreten şirketlerce yazılmaktadır ve donanım ile birlikte verilmektedirler. Her işletim sistemi için aygıt sürücüleri yazılır. Abuzer Uğurlu Abuzer Uğurlu (1943, Malatya), silah ve uyuşturucu kaçakçısı. 1966-1973 yılları arasında Türkiye'ye 27 milyon adet mermi ve 70.000 civarında silah sokulması ile ilgili olarak yargılandı ama delil yetersizliğinden beraat etti. Uğurlu kısa bir süre sonra Bulgaristan'a yerleşti ve kaçakçılık işlerini bu ülkede yürüttü. 1974 yılında çıkan af yasasıyla bir kısım suçları affedildi. 1974-1979 yılları arasında "Yıldırım" kod adı ile Millî İstihbarat Teşkilatı için çalıştı. Bu arada İnterpol tarafından uyuşturucu kaçakçılığı suçu ile aranıyordu. Uğurlu'nun ismi 1979 yılında şüpheli bir intihar ile ölen kaçakçı İbrahim Telemen'in iddialarında geçiyordu. Milliyet gazetesi başyazarı Abdi İpekçi öldürülmeden önce kaçakçılık konuları ile ilgili yazılar yazıyor ve Uğurlu'dan bahsediyordu. 1978 yılında hükümet kuran CHP'nin MHP'li Gün Sazak'ın yerine Gümrük ve Tekel Bakanı yaptığı Tuncay Mataracı'nın, Uğurlu'dan rüşvet aldığı ve onun istediği kişileri Gümrük Müdürü yaptığı 12 Eylül sonrası ortaya çıktı. Bu arada Milliyet gazetesini satın almak isteyen Kemal Derinkök'ün, Uğurlu ile yakın ilişikisi vardı. İpekçi suikastının tetikçisi olarak idama mahkûm edilen Mehmet Ali Ağca, cinayetten önce Uğurlu'dan yardım gördüğünü söyledi. Uğurlu 1984'de Millî İstihbarat Teşkilatı ve Emniyet'in beraber yürüttüğü Babalar Operasyonu sırasında tutuklandı. 1987 yılında tekrar tutuklanan ve 1988'de tahliye edlen Uğurlu hakkında 1991'de İstanbul DGM'de 36 yıl hapis istem ile bir dava açıldı.20 Ekim 1999'da İstanbul'da yakalandı. Abuzer Uğurlu, 14 Mart 2007′de cezasını tamamlayarak tahliye oldu. Beşköylü Adem Beşköylü Adem, (asıl adı Adem Ekiz) Karadeniz ezgilerini icra eden Türk halk müziği sanatçısıdır. 1 Mart 1980'de Trabzon'un Köprübaşı ilçesinin Beşköy beldesine bağlı Konuklu (Kalis) köyünde köyünde dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Konuklu'da, lise öğrenimini Köprübaşı lisesinde tamamladı. Müzik hayatına daha küçük yaşta başladı. İlkokul yıllarında kemençe ile tanıştı ve lise bitiminde hayatınını tamamen müziğe adayarak, profesyonel anlamda müzik çalışmalarına başladı. 2000 yılında Yanarım Ateşine adlı albümünü piyasaya çıkardı. Ardından, askerlik dolayısıyla bir süre müzikten ayrı kaldı. Müzik çalışmalarını Yunanistan'da tamamladığı ikinci kasetini 2005 yılında "Romaika Tragodias"'ı (Rumca şarkılar) piyasaya çıkararak sürdürdü. Üçüncü kasetini ise 2007'de Kavalcı Kerim Aydın'la birlikte "Gülüm Demedim mi Sana" adıyla çıkardı. Sanatsal adını doğduğu ve büyüdüğü yer olan Beşköy'ün 1998 yılında bir sel felaketiyle haritadan silinmesi nedeniyle, hem bu yöre insanının yasına ortak olmak, hem de Beşköy adının yaşatılması icin Beşköylü Adem olarak sanat piyasasında kullanmaktadır. Dürzîlik Dürzîler; (Arapça: درزي veya موحدون دروز İbranice: דרוזי) Orta Doğu kaynaklı Sâbiîlik ve Ezidilik gibi dinlerin etkisiyle, 11. yüzyıl'da İslâmiyet'in Şiîlik mezhebinin İsmâîlîyye kolundan köken alarak ortaya çıkmış olan tektanrılı bir dinî inanç topluluğudur. Bu dine inananlara Dürzî denir (çoğulu Durûz). Kendilerine birleştiriciler, tek tanrıcılar anlamına gelen Muvahhidun derler. "Muhammed bin İsmâ‘il Neştekin ed-Derezî" tarafından, Altıncı Fâtımî Hâlifesi EbûʿAlî el-Mansûr el-Hâkim bi-EmrʿAllâh'ın ilâhlığı, onun gayba halinde saklanan Mehdi olduğu ve tenasüh inançları üzerine kurulu olan, ayrıca ""Risalet’ül-Hikmet" (Hikmet Mekupları)," ve "El-Hikmet’ül-Şerife" adında açık, "El-Münferid bi-Zâtihî" ve "El-Şeriat’ül-Ruhanîyye" adında gizli kitapları itîkâdî inançlarının temel kaynağı olarak benimseyen dinî topluluk. Yunan felsefesiyle beraber ve Sâbiîlik gibi dinlerden de etkilenmişlerdir. Sünni mezhepler tarafından İslam dışı ilan edilmişlerdir. Dürzîler de kendilerini Müslüman olarak görmezler. Dürzî nüfusu konusunda kesin bir bilgi olmamakla birlikte değişik kaynaklara göre sayılarının 1.000.000 ile 2.500.000 arasında olduğu sanılmaktadır. Dürzî adının bu inanışın asıl dâîsi "(davetçi ve yayıcısı) Muhammed bin İsmâ‘il ed-Derezî"'den geldiği sanılmaktadır. Derezî sözcüğünün de daha sonra Arap dili gramerinde değişikliğe uğrayarak "Dürzî" veya "Dürzü" kelimesine dönüştüğü sanılmaktadır. Dürzî sözcüğünün çoğulu ise Durûz'dür. Dürzîlerin işgaline uğrayan Hevran bölgesi daha sonra "Cebel-i Durûz" ("Dürzî dağı") olarak anılmaya başlamıştır. Daha zayıf olan bir başka sava göre ise Dürzî ismi, Haçlı Seferleri sırasında Lübnan dağlarına yerleşmiş olan "Kont Dreux" adından gelmektedirler. Bu topluluğun torunları kendi dil ve dinlerini tümüyle yitirmişlerdir. Dürzîlik; İslam Dîni'nin Şiî meşrebinin bir mezhebi olan İsmailîyye grubundan köken almıştır. Dürzîlik, 10. yüzyılda Fâtımî Devleti'nin altıncı halifesi EbûʿAlî el-Mansûr el-Hâkim bi-EmrʿAllâh bin el Aziz billâh ve onun veziri Hamza ibn Ali ibn Ahmed tarafından kurulmuştur. İlk olarak Hamza, halife El-Hâkim'in Allah'ın adına yönetici olduğunu ortaya atmıştır. Hâkim'in "ulûhiyyet" iddiası ve bu iddiasını farklı yerlere gönderdiği "dâ’îler" ile yaymaya çalışması kısa sürede halkın tepkisine neden olmuştur. Bu sıralarda El Hâkim, veziri Hamza'yı imam tayin etmiştir. Aynı zamanlarda El Hâkim'in dâîlerinden Muhammed bin İsmâ‘il Neştekin ed-Derezî kendisinin imam tayin edilmesi için çalışır ama bu halkı kızdırmış ve isyan eden halk tarafından 1020 yılında öldürülmüştür. Halkın olumsuz tepkisi üzerine bir süre dini yayma faaliyetlerine ara verilmiş, fakat daha sonra Hamza yeniden faaliyete başlamıştır. Birçok yeni inanan elde edilir. El Hâkim 1021 yılında bir dağda kaybolur, büyük ihtimalle öldüğü sanılmaktadır. El Hâkim’in ölümünden sonra Hamza da inzivaya çekilir. Sonraki halife Ali ez-Zâhir Dürzîlere karşı kötü davranır ve bu Dürzî cemaatin inançlarını saklamaya başlamasına neden olur. Dürzîler İslam Dîni'nde "takiyye" terimi ile tanımlanan, ""gerçek inancı saklama ve genelin inancına bağlı gözükme"" siyasetini uygulamağa başlarlar. Dürzîliğin inançsal kökeni Mısır'daki Fâtımî Devleti'ne dayanmaktadır. Araştırmacılar Dürzîliğin tarih sahnesine ilk çıkışını Fâtımî halifesi Hâkim Biemrillah'ın kendisinin Tanrı olduğu fikrini ileri sürdüğü 1017 yılı olarak kabul ederler. Çünkü Dürzîlik, ilk olarak 1017 yılında Anti-Lübnan Dağları'nda yaşayan İsmailîler'in Fâtımîler Hâlifeliği'in altıncı halifesi olan EbûʿAlî el-Mansûr el-Hâkim bi-EmrʿAllâh'ın "ulûhiyyet" iddialarını kabul etmeleriyle ortaya çıkmıştır. Bu nedenle bu yıl Dürzîlerce takvim başlangıcı biçimde değerlendirilir. Hâkim'in veziri olan Hamza, Hâkim'in Tanrılığına dayanan bu yeni inancı yaymak görevini üstlenir ve Hâkim'in imamlığını ve tanrılığını savunan iki risale kaleme alır. Bu risalelerde Allah-u Teâlâ'nın Yedi İmam'a hûlul ederek insan biçiminde ortaya çıktığı, ve en son olarak da Dünya'ya Hâkim bi-Emrʿil-Lâh'ın özünde geldiğinine imân ederler. Hamza, Hâkim'in tanrılığının yanı sıra, kendisinin de peygamber olduğunu ortaya atar. Hamza bu yeni inançları yayması amacıyla Muhammed bin İsmâ‘il ed-Derezî'yi Suriye'ye gönderir. Neştekin, Suriye ve civarında yaptığı propagandalarda oldukça başarılı olur. Diğer taraftan 1020 yılında Hamza, Kahire’de bir camide inançlarını açıkça duyurur ve bunun üzerine Hamza karşıtı büyük bir ayaklanma başlar. Hamza, bir süre Hâkim tarafından korunur ve sonra ortadan yok olur. Halife Hâkim ise, giderek genişleyen ayaklanma karşısında özellikle Fustat kentine karşı müthiş bir intikam hareketine girişir. Ne var ki tam bu sırada halife Hâkim de 23 Şubat 1021 gecesi esrarengiz biçimde ortadan kaybolur. Hâkim ve Hamza’nın yandaşları Mısır'ı terk etmek ve Suriye'de Muhammed bin İsmâ‘il ed-Derezî tarafından oluşturulan topluluklara katılmak zorunda kalırlar. Zamanla güçlenen Dürzîler, Haçlı Seferleri sırasında Anti-Lübnan Dağları'ndaki İsmailîler ile birleşerek İslam ordularına karşı Hıristiyanların yanında yer aldılar. Ancak bu dönemde o yörede yaşayan İsmailîler ile Dürzîler arasındaki ilişkiler hakkında açık bir fikir edinmek olanaklı değildir. Birçok araştırmacı bu iki mezhebi birbirine karıştırmıştır. Kesin olarak bilinen her iki mezhebin de Haçlı Seferlerinin sonuna kadar Hıristiyanlar'ın müttefiki olarak kaldıklarıdır. Haçlı Seferlerinden sonra da bölgede varlıklarını sürdüren Dürzîler, Kaysîler ve Yemânîler diye iki kola ayrıldılar. Yemânîler, Mercidabık Savaşında (1516) Osmanlılar’ın, Kaysîler ise Memlukluların safında yer aldı. Daha sonraki yıllarda sık sık çıkardıkları ayaklanmalar ve kargaşalıklarla Osmanlı İmparatorluğu'ndaki sorunlu topluluklardan biri olma özelliklerini sürdürdüler. I. Dünya Savaşı sırasında diğer Arap kabileleri gibi Osmanlılar’a karşı harekete geçtiler ve Fransız işgali sonucu (1918) Osmanlı yönetiminden ayrı
ldılar. Fransızlar, Dürzîler'in yaşadıkları yörede özerk “"Cebel-i Durûz Emirliği"”ni kurdular (1921). Dürzî Emirliği 1936 yılında kaldırıldı ve Dürzîler'in bir kısmı Suriye’ye, bir kısmı da Lübnan’a bağlandı. Dürzîlerin Dünya üzerindeki toplam sayılarının yaklaşık 1.000.000 ile 2.500.000 arasında olduğu sanılmaktadır. Dürzîler; bugün Lübnan, Suriye, İsrail ve Ürdün'de dağınık topluluklar biçiminde yaşamaktadırlar. En yoğun olarak yaşadıkları bölge Lübnan’ın dağlık yöreleridir. Dürzîler uzun yıllardan beri Lübnan dağının güneyi ile Anti-Lübnan Dağlarının batısı arasında kalan; kuzeyde Beyrut’tan güneyde Sur’a ve Akdeniz kıyılarından Şam’a kadar uzanan bölgede oturmaktadırlar. Ayrıca az sayıda da olsa Avrupa, ABD, Kanada, Latin Amerika ülkeleri (Brezilya, Arjantin, Şili, Peru, Meksika) ve hatta Avustralya’da da Dürzî toplulukları bulunmaktadır. Dürzîlerin ırk olarak kökenleri konusu tartışmalıdır ve oldukça farklı köken kuramları ileri sürülmüştür. Bir görüşe göre Dürzîlerin kökeni Hititler’e ya da Galatlar’a kadar geri götürülür. Bazı araştırmacılar, eski İran kavimlerinden Persler’in ve Medler’in inançları olan Mazdekizm "(Mazdekçilik)" ile Dürzîlik arasındaki benzerlikleri kanıt sayarak, Dürzîlerin bu kavimlerin soyundan geldiklerini ileri sürerler. Kimi etnograflar ise Dürzîlerin Asurlular tarafından sürgün edilmiş barbar bir kavmin devamı olduklarını savunurlar. Dürzîlerin kökeni hakkında bir başka görüş, bunları Fenikelilere ve özellikle Eski Ahit’te I. Krallar 5:6’da sözü edilen ve Süleyman Tapınağı'nın yapımı sırasında Lübnan dağlarından kereste sağlayan Saydalı işçilere bağlamaktadır. Uzun yıllar boyunca Lübnan'da yaşamış olan Haskett-Smith, “The Druses of Syria” ("Suriye Dürzîleri") adlı yapıtında: “Dürzîler, kendilerinin "Süleyman Tapınağı"'nı yapanların torunları olduklarını ileri sürüyorlar; oysa "Eski Ahit" ve Yahudi tarihi hakkında bilgileri pek sınırlı” diye belirtmektedir. Dürzîler, kendilerini Arap ırkından sayarlar. Dürzîlerin kökeni konusunda en çok yandaş toplamış olan görüş, Dürzîlerin Yemen’deki Aramilerle karışmış olan Araplar oldukları biçimindedir. Bu görüşe göre Dürzîler, büyük bir sel felaketinden sonra Yemen’den ayrılarak kuzeye göç ettiler. İslâmiyet’in yayılması sırasında bu yeni dini benimseyerek, Lübnan’ın dağlık yörelerini yurt edindiler. Dürzîlerin kökeni hakkında Batı’da geliştirilmiş olan bir söylenceye göre Dürzîler, Haçlı Seferleri sırasında Lübnan dağlarına yerleşmiş olan "Kont Dreux" ve adamlarının soyundan gelmektedirler. Bu topluluğun torunları kendi dil ve dinlerini tümüyle yitirmişlerdir. Dürzî sözcüğünün kökeni de Dreux’den türemiştir. Söylenceye göre, XII. yüzyılda yörede kalıp, memleketlerine dönemeyen bu Haçlılar, Müslümanların baskısı karşısında "Comte de Dreux"’nün komutası altında dağlara çekilmişler ve yerliler ile evlenerek ayrı bir topluluk oluşturmayı başarmışlardır. XVII. yüzyılda bu söylence daha da geliştirilmiş ve Dürzîlerin başında bulunan Emir II. Fahreddin’in Lorraine Hanedanı ile kan bağı bulunduğu ve bu yolla ilk Kudüs Haçlı Kralına bağlandığı ortaya atılmıştır. Fahreddin’in 1613-1618 yılları arasında Floransa ve Paris’te kaldığı, hem "Medici Hanedanı" hem de Fransa Kralı XIII. Louis ile Osmanlılar’a karşı ittifak kurduğu bilinmektedir. Dürzîler'in ana dili Arapça'dır. Suriye ve Ürdün'deki Dürzîler, Gebel'e bağlı Şam lehçesini, Lübnan'dakiler ise Beyrut lehçesini konuşmaktadırlar. Ayrıca Suriye ve Lübnan'daki Dürzîler'in bir kısmı yaşadıkları bölgenin bir zamanlar Fransız hakimiyetinde olmasından dolayı ileri düzeyde Fransızca da bilmekte ve konuşmaktadırlar. (Andrews, 1992: 215) İsrail'deki Dürziler ise Arapça'nın yanı sıra İbranice de bilmekte ve konuşmaktadırlar. (Andrews, 1992: 215) Ayrıca Dünya'nın ABD, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda ve Avrupa ülkeleri gibi Orta Doğu'dan uzak bölgelerinde yaşayan Dürzîler İngilizce ve Fransızca gibi dilleri, Latin Amerika ülkelerinde (Brezilya, Arjantin, Şili, Peru, Meksika) yaşayan Dürzîler ise İspanyolca ve Portekizce'yi anadilleri Arapça kadar iyi konuşmaktadırlar. (Andrews, 1992: 216) Dürzî inancının ana esaslarının çok az bir kısmı kamuya açıktır, inanç esaslarının çoğu herkesten saklanır. Bu biraz da uzun süre inançlarını saklamaları yüzünden gelişmiştir. Dürzîler Tanrı'nın birliğine inanırlar, bu nedenle kendilerini "Ehl el Tevhid" (Tevhid ehli - birleştiriciler) olarak anmışlardır. Dürzi inancı, Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam inançlarına benzer bir şekilde monoteistiktir. Dürzi teolojisi Yeni platoncu düşünceden ve bazı gnostik ve ezoterik gruplardan etkilenmiştir. Ayrıca, genel kanının aksine Dürzî düşüncesi Sufizm'den etkilenmemiştir. Ayrıca kimi araştırmacıların Dürzîliği İslam'ın bâtınî akımları arasında saymalarına karşın, Dürzîliğin Sünni şeriatıyla olduğu kadar Şii-Bâtınî anlayışla da çatışan tarafları vardır. Dürzî inancına göre Allah, Yedi İmam'dan sonra Fatımî halifesi Hâkim Biemrillah el-Mansur İbnil Aziz Billah'ta "Hâkim Biemrihi" adıyla insan kılığında görünmüştür. Halife'nin veziri Hamza ibn Ali de onun peygamberidir. Dürzîliğin dört şartı, Hâkim'in Allah olduğuna inanmak, emri tanımak, hududu bilmek ve nasihate uymaktır. Hâkim hem Allah hem de insandır. Ancak iki türlü görünüşü vardır: "Lâhûtî" (Allah) ve "Nâsûtî" (insan). Bu iki görünüş birbirine benzemez. Akılla anlaşılamayan "Hâkim" birçok defa insan şeklinde görünmüş, insanlar fitne fesada başlayınca gizlenmiştir. Yeniden ortaya çıktığında Dürzîleri mükâfatlandıracak, kendine inanmayanları da cezalandıracaktır. Hâkim imamlığı, veziri Hamza'ya bırakmıştır. Hamza, insana hûlul eden bir cevher, yaratıkların en şereflisidir. Kâinat ondan doğmuştur, ilk yaratılan odur. Ruhlara hükmeden, günah ve sevapları hesaplayan, dünya ve âhiret işlerini elinden geçiren odur. Îlahi emirleri öğreten hududların başı yine Hamza'dır. Dürzîlerin tapınaklarına "halâvat" adı verilir. Şeriat yolunu da Şiî-Bâtınî inanışını da reddederler. Kendi aralarında din işlerini bilenler ("ukkâl") ve bilmeyenler ("cuhhâl") diye ikiye ayrılırlar. Kendi inanışlarına "gerçek tevhid inanışı", kendilerine de "muvahhid" derler. Kurban ve Ramazan Bayramına benzeyen iki bayramları vardır. Dürzîliğin temel inancı Hamza ibn Ali tarafından oluşturulmuş olan dört temel ilkeye "(farz)" dayanır. 1. Hâkim’i ilâh bilmek: Hâkim, hem Tanrı hem de insandır ("Lâhut"-"Nâsut"). Bu iki nitelik birbirinden ayrılmayacak ölçüde iç içe geçmiştir. Tanrı'nın tüm işleri anlamlı ve bilgecedir. İnsan aklı O’nu ve işlerini kavrayıp tanımlayamaz. Allah, yeryüzünde birçok kez insan biçiminde zuhur etmiştir; en son olarak da kendisini Hâkim biçiminde göstermiştir. Kötülükler ve bozukluklar ortadan kalktığında gizlendiği yerden bir kez daha ortaya çıkacak, Dürzîleri ödüllendirip inançsızları cezalandıracaktır. 2. Emri bilmek: “"Kaim al-Zaman"” olarak da adlandırılan emir, Hamza ibn Ali'nin kendisidir. Hamza, Allah’ın ilk yarattığı, ilk cevheridir. Evren ve tüm diğer varlıklar ondan yaratılmıştır; bu nedenle Hamza, yaratıkların en onurlusu ve Allah'ın elçisidir. Dünya ve Ahiret işlerini yöneten, ceza ve ödül veren odur. Allah'ın öz nurundan yaratıldığı için, imamların imamı olup, kıyâmet gününde sevap ve ikab onun eli ile yapılacaktır. Yer, içer, el ile tutulur. Babası ve anası vardır. Karısı ve çocukları yoktur. O, nedenlerin nedeni ve tümel akıldır ("Akl-i Külli"). 3. Hududu bilmek: Tanrısal emirleri öğreten ve yayanlara “"Hudud"” denir. Hudud’un başı Hamza’dır ve onunla birlikte sayıları beşe ulaşır. Bunlara “Vezir” de denilir. Hamza’dan sonra gelen dört hudud yaratıkların en onurlularıdır, evlenmedikleri gibi her türlü günahtan uzaktırlar. Bunlar dışında hudud sayılan üç grup daha vardır: “"Dâîler"”, “"Mezunlar"” ve “"Mukassirler"”. Dinin önderleri diye adlandırılan “"hudud"” aslında beş tanrısal ilkeyi temsil etmektedir. Beş Dürzî önderin de kişiliklendirilen bu beş ilkeden ilki erkek ilke olan Evrensel Akıl’dır ve Tanrı’nın ilk yarattığı varlık olan Hamza ibn Ali tarafından temsil edilir. İsmail bin Muhammed tarafından kişiliklendirilen ikincisi Evrensel Ruh’tur ("Nefs") ve dişi ilkedir. Bunların ikisinden, Muhammed bin Vehb’te kişiliklenen, Söz ("Logos") türemiştir. Söz ve Evrensel Ruh’tan üreyen ve Selame bin Abdullah’da kişilik kazanan dördüncüsü ise Sağ Kanat ("El-Cenahu’l-Eymen") ya da yöntem’dir. Sağ Kanat’tan aynı biçimde üreyen ve El-Mu'tenâ Baha’ud-Dîn’da kişiliklenen Sol Kanat ("El-Cenahu’l-Yesar") ya da izleyen beşincileridir. Bunlar, aynı On sefirotun Kabalacılar’ın gizem ağacını oluşturması gibi, Dürzîliğin dinsel hiyerarşisini oluştururlar. Büyük olasılıkla Dürzîler bu kavramları Kabalacılar’dan almışlardır. 4. Vasiyetlere uymak: Bazı ahlak kurallarından oluşan ve “"Hâsıl"” da denilen vasiyetlere uyulması zorunludur. Bu kurallar: Dürzîler'in kutsal simgesi beş köşeli bir yıldızdır. Bu yıldızın her bir köşesi ayrı renkte olup, beş hududu ve onların niteliklerini temsil eder: Haçlılar'ın Kutsal Topraklar'da egemen oldukları dönemde, Tapınak Şövalyeleri'nin karşılaştığı Doğu'ya özgü birçok gizemci inanç akımlarından biri de Dürzîlik'tir. Dürzîler'in inanç sisteminin ve ezoterik uygulamalarının Tapınak Şövalyeleri'ni etkilediği sıkça ileri sürülen bir savdır. Bu sava göre Tapınak Şövalyeleri, daha sonra Avrupa’ya aktarılan ve zamanla Masonluk sistemine yerleşen bir takım inanç ve geleneklerinin esinini Dürzîler'den almışlardır. Tapınak Şövalyeleri'nin Dürzîler ile bağıntısının hem tarihsel hem de geleneksel bir takım kanıtları olmakla beraber, bunun Masonluk ve Tapınak Şövalyeleri üzerinde ne gibi etkileri olduğu konusunda yalnızca varsayımlarda bulunulabilir. Leonard W. King'in gnostikler ile ilgili yapıtında ileri sürdüğüne göre: “Mısır halifesi Hâkim’in mezhebin kurucusu olduğu ileri sürülmesine karşın Dürzîler'in, Procopius’un VI. yüzyılda Lübnan ve Suriye’de hızla çoğaldıklarını söylediği Gnostik mezheplerin kalıntıları olmaları daha akla yakındır. Komşuları arasındaki yaygın kanıya göre Dürzîler, dana şeklindeki bir puta tapınmakta ve gizli toplantılarında Ro
ma döneminde Ophitler’e (yılanı kutsallaştıran ve ona tapan bir tarikat), Ortaçağda Tapınak Şövalyeleri'ne ve çağımızda da Masonlar'a atfedilen törenler yapmaktadırlar.” Bu görüşün başka yazarlarca da onaylandığı görülüyor. Ancak King'e göre, önemli ve ilginç olan nokta: “Dürzîler'in kendi önderlerinin İskoçya’da gizlendiğine inanmalarıdır.” Kuşkusuz bu, Tapınak Şövalyeleri'nin o yörede çok güçlü oldukları dönemlerden kalma bir inanıştır. Hobbit J.R.R. Tolkien'in kurgusal Orta Dünya evreninde bir ırk. Hobbitler kısa boylu, kocaman tüylü ayaklı, kıvırcık saçlı, son derece neşeli, ehl-i keyif bir ırktır. Pek maceraperest değillerdir. Onların Orta Dünya'daki maceraları saygın bir Hobbit olan Bilbo Baggins'in dostu Gandalf'la başlar. Merry, Pippin, Sam ve Frodo Baggins bu ırkın tanınan karakterleridir. Müzisyen Müzisyen ister profesyonel ister amatör olarak müzik enstrümanlarını çalabilen sanatçıdır. Bruselloz Bruselloz, "Malta humması" veya "Akdeniz humması", da denilen "Brucella spp." bakterileri yüzünden ortaya çıkan bulaşıcı bir hastalıktır. İlk kez 1897'de Danimarkalı veteriner hekim Berhnhard Bang "Brucella abortus"`u ayrıştırmıştır. Bu nedenle hastalığın "Bang hastalığı" olarak da anıldığı olmuştur. Aslen bir hayvan hastalığı olan bruselloz insanlarda da görülen bir zoonoz hastalıktır. Duyarlı hayvanlara genellikle, enfekte hayvanlarla doğrudan temas yoluyla veya enfekte hayvanların akıntıları/atıkları ile çevresel yolla bulaşır. Atık yavrular, yavru zarları ve sıvıları, yavru atmış veya doğum yapmış enfekte bir hayvanın vaginal akıntılarının hepsi son derece fazla sayıda enfeksiyöz Brucella mikroorganizmalarını barındırır. Hayvanlar bu materyalleri ve Brucella etkeni ile bulaşık su ve gıdayı tüketerek enfekte olurlar. Süt, idrar, dışkı ve eklem sıvıları da bakterilerin yayılma kaynağıdır. Enfekte boğa ve koçların spermlerinde de etken bulunur ve çiftleşme yoluyla bulaşır. Ayrıca enfekte annelerden yavrularına anne karnında veya doğum sonrası enfekte ağız sütü ya da enfekte diğer hayvanların sütü ile beslenme sonucu bulaşma görülebilir. Keçi ve koyunlarda 'Brucella melitensis'; sığır, köpek ve insanda da hastalık oluşturur. Sığırlarda 'Brucella abortus'; Manda, deve, geyik, at, koyun, köpek, domuz ve insanda da hastalık oluşturur. Domuzlarda ise 'Brucella suis' tiplerindeki bakteri serotipleri mevcuttur. Solunum yoluyla da bulaşabilen hastalık genelde deri ve/veya mukoza yoluyla bulaşır. İnsanlara, mikrop içeren veya pastorize veya sterilize edilmemiş süt ve süt ürünlerinden veya doğrudan hasta hayvanlara temas ile bulaşır. Özellikle "Brucella abortus"'tan ileri gelen atık materyalleri bulaşmada önemli rol oynar. Hasta hayvan leşiyle temas yüzünden de bulaşabilir. Bu sebeple hastalığa yakalanan insanlar çoğunlukla veteriner hekimler, hayvan yetiştiricisi, çoban, sütçü, peynirci veya mezbaha çalışanı gibi hayvanlar ve hayvan ürünleriyle yakın temasta bulunan insanlardır. Veteriner hekimliğindeki meslek hastalıklarından birisidir. Brucella bakterileri karaciğer, lenf bezleri, salgı bezleri, dalak ve sinirlere yerleşir. Brusellozun enkübasyon (kuluçka) süresi genellikle 1-3 haftadır. Fakat nadir olarak birkaç ay aldığı da olmuştur. Diğer ateşli hastalıklara benzer belirtilere sahiptir. Ama özellikle kas ağrıları ve terleme çok daha yoğundur. Bazen titreme şeklinde gelen, çok yüksek olmayan ateşe neden olur. Halsizlik, iştahsızlık ve buna bağlı olarak da kilo kaybı görülür. Hastalığın süresi birkaç haftadan birkaç aya kadar değişiklik gösterir. Hastalığın ardından görülen patolojik değişimler (sekeller) fazlasıyla değişiklik gösterir ve hastalığın ardından granulomatöz, hepatit, artrit, spondilit, anemi, lökopeni, trombositopeni, menenjit, üveit, optik nörit ve endokardit gibi durumlar görülebilir. Brucella etkenleri obligat intrasellüler mikroorganizmlardır. Vücudun savunma hücrelerinden "Makrofajlar" içerisinde yerleşirler. Fakat sahip oldukları Katalaz ve Süperoksit Dismutaz enzimleri sayesinde makrofajlar içerisinde yaşamayı sürdürürler. Brucella Wright Testi, bruselloz şüphesinde ALTIN STANDART'tır.Hastalık septisemik dönemdeyken ( ateşli devrede ) kandan doğrudan ekim yapılarak bakterinin aranmasına gidilebilir.Bakteri ekiminden ancak 3 gün sonra mikroaerofilik ortamda üreyebilir.Ama enfeksiyon kronik hal kazandıysa, serolojik yönteme başvurulur.Bu amaçla Rose Bengal Plate Test (RBPT) ile hızlı aglütinasyon tekniği kullanılarak % 98 güvenilirlikte teşhis yapılabilir.Teşhis için kantitatif serolojik değerler istenirse,yani hasta enfeksiyonun derecesini titre düzeyinde belirlemek istenirse bunda da Serum Aglütinasyon Test'i (SAT),Komplement Fiksasyon Testi (KFT) veya Coomb's testi kullanılabilir. En çok kullanılan SAT metodunda serum titresi 1/40 ve 1/40'tan yukarı ise enfeksiyon pozitif kabul edilir. Ancak güvenilirlik düzeyi açısından da, hızlı sonuç vermesi açısından da RBPT en iyi testtir. RBPT testi dışındaki diğer üç metod, ayrıca 18-24 saatten önce de sonuç veremez, çünkü prensip olarak yavaş aglütinasyon tekniği ile antikorları ararlar. Çok fazla kullanılmasa da ELISA (Enzymes Linked Immun Sorbent Assay) ve PCR (Polimeraz Zincir Reaksiyonu) yine teşhis metodları arasında vardır. Bu arada Brucella bakterileri hücre içi yaşadıklarından antibiyotik tedavisinden sonraki 6-12 aylık dönemde serum titresinde düşüklük gösterebilirler. Ne zamanki tekrar titrede artış görülür,o zaman enfeksiyonun yeniden alevlendiğinden söz edilir. Brucella bakterisinin yaşam şekli hücreiçi yaşam itibarıyla bakıldığında tüberküloz bakterisiyle aynıdır. Bruselloz'un teşhisinde günümüzde faj tiplendirme de kullanılmaktadır. Bunlar; Tibilisi Faj'ı, Berkeley Faj'ı ve Weybridge Fajı'ı olarak bilinir. Çeşitli antibiyotikler tedavide kullanılır. Tetrasiklinler, kloramfenikol ("bu antibiyotik olumsuz yan etkileri yüzünden bugün beşeri olarak kullanılmamaktadır"), rifampin ve streptomisin Brucella bakterilerine karşı etkilidirler. Fakat, birden fazla antibiyotiğin birkaç hafta boyunca kulanılması gerekir. Zira, bakteriler kuluçka evresini hücrelerin içinde geçirir. Enfeksiyonun belli bölgelerde sıklıkla görülmesinin sebebi ,genç hayvanlarda yapılmasına riayet gösterilmesi gereken koruyucu aşılamalardır.Ancak maalesef bu aşılamalara riayet gösterilmemekte ve hayvanlar korunamadığı enfeksiyonla ilk gebelik döneminde tanışmakta, yavrularında abort şekillenmektedir. Bu büyük maddi külfet getirmektedir. Ayrıca lezzet kültürüne aşırı riayet gösterilerek yapılan,kaynatılmamış sütlerle gerçekleştirilen yöresel peynir mayalamaları da yine insanlara bulaşmada köprü durumundadır.İnsanlar için henüz aşı geliştirilememiştir. Hayvanlara koruma için uygulanan aşıların canlı bakteri olaması, yani inaktive aşı olmaması da uygulaması sırasındaki tehlikeyi ortaya koymaktadır. Bu hareketle hayvanlarda mevcut olan canlı aşı üzerinden geliştirilmiş bir beşeri aşı maalesef yoktur. Ancak genetikteki hızlı gelişmeler, söz konusu bakterinin hücreiçi haberleşmelerini kesecek bir mekanizma üzerinden etkisini gösteren bir aşı yolunda çalışmaktadır.Brusellozdan korunmanın en iyi yolu insan tüketiminde kullanılan tüm sütlerin düzgün şekilde pastörize edilmesidir. Gondolin J. R. R. Tolkien'in kurgusal Orta Dünya evreninde Birinci Çağ'da kurulup yıkılmış bir elf şehridir. Elf beyi Turgon tarafından kuruldu. Turgon ve halkı, Gondolin'i gizlice kurdular. Ve içinde yaşamaya başladılar. Şehrin asıl ismini "Ondolindë" olarak vermişlerdi, Quenya'da "su şarkısı taşı" anlamına gelir. Daha sonra isim Sindarin versiyonuna dönüştü. Saklı şehir yedi kapıyla korunurdu. Kapılar odun, taş, bronz, demir, gümüş, altın ve çelik kapılar şeklinde birbirinden farklıdır. Şehir Maeglin onları ele verene kadar 400 yıl boyunca Morgoth'un ordularından korundu. Morgoth'un ordusu Orklar, ejderler ve ateşli demir makinelerden oluşuyordu. Ve bunlar sayesinde tüm coğrafi zorlukların üstesinden geldiler. Gondolin'e kuzey dağlarındaki Saklı Yol boyunca saldırdılar. Gondolin'in diğer adları şunlardır: Gondolin on iki boya ayrılmıştır. "Gondolin'in Yıkılışı" sırasında boyların isimleri şöyleydi: Hareket Ordusu Hareket Ordusu ittihatçıların, 1909 yılında, 31 Mart Ayaklanması'nı bastırmak için, Selanik'ten Mahmut Şevket Paşa komutasında İstanbul'a gönderdikleri ordudur. Kurmay başkanı ise Kolağası Mustafa Kemal Bey'dir. II. Meşrutiyet'in ilan edildiği 1908 Temmuzundan bu yana iktidarı denetleyen İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne karşı bir tepki doğmaya başlamıştı. Her devrimin karşı devrimini doğuracağı tezini adeta kanıtlayan olaylar 13 Nisan 1909 tarihinde "31 Mart Vak'ası" olarak nitelendirilen (dönemin rumi takvimine göre) ayaklanmayı doğurmuştu. Sultan II. Abdülhamid'in kardeş kanı dökülmemesi için isyana müdahale edilmesine izin vermemesi üzerine Selanik'teki devrimciler bir ordu toplayarak başkente yürümeye başladılar. Ordunun çekirdeği Selanik'teki devrime sadık 3. Ordu birliklerinden oluşmaktaydı. Bunun yanı sıra Balkanlardaki Türk milis kuvvetleri de orduda görev almıştır. Ordunun baştaki kumandanı Hüseyin Hüsnü Paşa idi. Kurmay Başkanlığını ise Kolağası Mustafa Kemal Bey yapmakta idi. Ancak İstanbul kapılarında vaziyet değişmiş, siyasi mülahazalarla hareket edilerek kumanda Mahmut Şevket Paşa'ya bırakılmış, kurmay başkanlığına da Berlin'den adeta koşarak gelen Kurmay Binbaşı Enver Bey getirilmişti. Bekir Sami Bey Şükrü Kaya Mehmet Şükrü Kaya (1883, İstanköy - 10 Ocak 1959, İstanbul), Osmanlı Devleti'nin son yıllarında çeşitli devlet görevleri yaptıktan sonra, Kurtuluş Savaşı'na katılmış, savaşın ardından kısa bir dönem İzmir Belediye Başkanlığı'nı üstlendikten sonra Mustafa Kemal Atatürk'ün yakın çalışma arkadaşlarından biri olmuş devlet ve siyaset adamıdır. 1883'de İstanköy'de doğdu. İlk ve ortaöğrenimini İstanköy'de yaptı. Midilli İdadisi'ni bitirdi. İstanbul'a giderek Galatasaray Sultanisi'ne girdi, burada okurken aynı zamanda Hukuk Mektebi'ne devam etti. 1908 yılında Hukuk Mektebi'ni bitirince Paris'e gitti, burada Hukuk Fa
kültesini bitirdi. Türkiye'ye dönünce Hariciye Nezaretinde kâtiplikle devlet hizmetine başladı. Mülkiye müfettişi oldu. Aşair ve Muhacirin (Aşiretler ve Göçmenler) Genel Müdürü oldu. Mülkiye Müfettişi olarak Anadolu'da ve Irak'ta bulundu. Sonra görevinden ayrılarak İzmir'e gitti. Buca Sultanîsi'nde bir süre öğretmenlik yaptı. Mondros Mütarekesinden sonra İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ne girerek dış ilişkiler bölümünde çalıştı. Millî Mücadele için yaptığı çalışmalar yüzünden tutuklanarak İstanbul'daki Bekirağa Bölüğü'ne gönderildi. İstanbul'un işgalinden sonra Malta'ya sürüldü. Malta'dan kaçarak Avrupa'ya gitti. Bir süre İtalya ve Almanya'da kaldıktan sonra Anadolu'ya geldi ve Millî Mücadeleye katıldı. Birinci Lozan Konferansı'na giden heyette danışman olarak çalıştı. Konferansta bulunduğu sırada İzmir Belediye Başkanlığına seçildi. II. Dönem Menteşe, III., IV. ve V. Dönem Muğla Milletvekilliği yaptı. 1924 yılında II. İsmet Paşa Hükümeti'nde Ziraat Vekilliği yaptı. Fethi Bey Hükümetinde Hariciye Vekaleti'ne getirildi. Hükümetin istifasıyla bu görevden ayrıldı. IV. İsmet Paşa Hükümetinde İçişleri Bakanlığı'nda bulundu. Bundan sonra Atatürk'ün ölümüne kadar kurulan bütün hükümetlerde (1927-1938) aynı görevi sürdürdü. Cumhuriyet tarihinde en uzun süre (4028 gün) İçişleri Bakanlığı yapan siyasetçidir. Bu arada CHP Genel Sekreterliğine de getirilmişti ama Mustafa Kemal Atatürk'ün vefatından sonra Cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü, Başvekil Celâl Bayar'dan, Dahiliye Vekili Şükrü Kaya ve Hariciye Vekili Dr. Tevfik Rüştü Aras'ın derhal istifa etmelerini istemesi üzerine 11 Kasım 1938 tarihinde bakanlık görevinden ayrıldı. Siyasetin yanı sıra yazarlık yaptı. Daniel Defoe'dan "Robinson Crusoe" (1923), Henri Béraud'dan "Şişko" (1924), Charles Rist ve Charles Gide'den "Günümüze Kadar İktisadi Mezhepler Tarihi" (1927), Bukley'den "Eski Yunan Masalları" ve Albert Mathiez'den "Fransız İhtilali" (1950) adlı eserleri Türkçeye çevirdi. Yine "Cumhuriyet gazetesi"nde makaleler yazan Şükrü Kaya'nın 1927-1937 yılları arasındaki konuşmaları ve yazıları da kitap olarak yayımlandı. Ayrıca 1935-1938 yıllarındaki söylevlerinin bir bölümü, Türkçe ve Fransızca broşür olarak çıktı. 10 Ocak 1959 tarihinde İstanbul'da vefat etti. Feridun Cemal Erkin Feridun Cemal Erkin ( 1899, İstanbul - 21 Haziran 1980), Türk diplomat ve siyasetçi. Galatasaray Lisesi ve Paris Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. Düyun-u Umumiye İdaresi Muhasebe Memurluğu, Muhtelit Mübadele Komisyonu Türk Delegasyonu Başkatipliği, Londra Büyükelçiliği Başkatipliği, Berlin Büyükelçiliği Müsteşarlığı ve Maslahatgüzarlığı, Beyrut ve Berlin Başkonsoloslukları, Dışişleri Bakanlığı Ticaret, İktisat ve Siyasi Daireler Umum Müdürlüğü, Umumi Katip Siyasi Müşavirliği, Umumi Katipliği, Roma (1947-1948), Washington (1948-1955), Madrid (1955-1957), Paris (1957-1960), Londra (1960-1962) Büyükelçilikleri, Birleşmiş Milletler San Francisco Konferansı Başdelegeliği, Ereğli Demir Çelik Fabrikaları İdare Kurulu Üyeliği, Yazarlık, 2.(XIII) Dönem Ordu Milletvekilliği, Cumhuriyet Senatosu Cumhurbaşkanınca Seçilen Üyeliği (05 Haziran 1970 – 10 Ekim 1971), 26., 27. ve 28. Hükümet Dışişleri Bakanlığı yapmıştır. Besteci Ulvi Cemal Erkin ile kardeştirler. Safa Giray Safa Giray (1931, İzmir - 20 Haziran 2011, Ankara), Giray Hanedanı soyundan gelen, Türk siyasetçi. İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi'ni bitirdi Anadolu Makina Endüstri ve Ticaret A.Ş. Murahhas Azalığı ve Genel Müdürlüğü, XVII., XVIII., XIX. İstanbul ve XX. Dönem Balıkesir Milletvekilliği ile Bayındırlık ve İskân, Millî Savunma, Dışişleri Bakanlıkları yaptı. Evli ve 3 çocuk babasıydı Cengiz Altınkaya ile birlikte "Otoyol ihaleleri sözleşmelerinde fiyat farkı ödenmeyeceğine ilişkin hüküm bulunmasına karşın, fiyat farkı ödedikleri iddiasıyla" 20 Ocak 1993 tarihinde Yüce Divan'a sevkedildiler. Bu davaya 14 Eylül 1993 tarihinde Danıştay'ın kararı üzerine Karayolları eski Genel Müdürü Atalay Coşkunoğlu da dahil edildi. Yüce Divan'daki yargılama 13 Nisan 1995'te sonuçlandı; sanıkların her üçü suçsuz bulundu. Hikmet Çetin Hikmet Çetin (1937, Lice, Diyarbakır); Türk siyasetçi, devlet adamı ve Cumhuriyet Halk Partisi eski genel başkanı. CHP Genel Başkanlığı görevini Şubat 1995 - Eylül 1995 tarihleri arasında sürdürmüştür. Mart 1995 - Ekim 1995 ve Ekim 1978 - Kasım 1979 tarihleri arasında Başbakan yardımcılığı görevini sürdüren Çetin, birçok hükümette görev almıştır. İlk defa 1977 Türkiye genel seçimleri'nde İstanbul milletvekili olarak meclise giren Çetin, 1978 - 1979 yılları arasında Bülent Ecevit tarafından kurulan koalisyon hükümetinde başbakan yardımcısı olarak yer almıştır. 12 Eylül Darbesi ile partisi kapatılmıştır. Ardından 1987 Türkiye genel seçimleri'nde Sosyaldemokrat Halkçı Parti'den Diyarbakır milletvekili olarak meclise girmiştir ve partide birçok üst düzey görevde bulunmuştur. 1991 Türkiye genel seçimleri'nde Gaziantep milletvekili olarak meclise girmiştir ve 3. defa seçilmiştir. Süleyman Demirel tarafından kurulan koalisyon hükümetinde Dışişleri bakanı olarak yer almıştır. Şubat 1995'te yapılan CHP ile SHP'nin birleştiği CHP kongresinde genel başkan olarak seçilmiştir ve bu görevini Eylül ayına kadar sürdürmüştür. 1997 yılında meclis başkanı olarak seçilmiştir ve bu görevini 1999 Türkiye genel seçimleri'ne kadar sürdürmüştür. Seçimden sonra bir süre Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e dış politika alanında başdanışmanlık yapan Çetin, 2003-2006 yılları arasında NATO Afganistan Kıdemli Sivil Temsilcisi olarak görev yapmıştır.Bir süre Mustafa Sarıgül tarafından kurulan Türkiye Değişim Hareketi içinde yer almıştır. Hikmet Çetin 1937 yılında Diyarbakır'ın Lice ilçesinde doğdu. İlköğrenimini Lice'de, ortaöğrenimini Ankara'da tamamladı. 1960'da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden mezun olduktan sonra Devlet Planlama Teşkilatı'nda (DPT) uzman yardımcısı olarak göreve başladı. DPT'de çalıştığı sıralarda incelemeler yapmak üzere ABD dahil birçok ülkeye gönderildi. ABD'de Williams College'de kalkınma ekonomisi üzerine master yaptı. 1968 yılında ABD'de Kaliforniya eyaletinde Stanford Üniversitesi'nde planlama modelleri üzerine araştırma çalışması yaptı. Askerlik görevini 1970 yılında tamamladıktan sonra 1977 yılına kadar DPT'de İktisadi Planlama Dairesi Başkanlığı görevinde bulundu. Bir süre ODTÜ'de yarı-zamanlı hocalık yaptı. 1977 genel seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi'nden (CHP) TBMM'ye İstanbul milletvekili olarak girdi ve 1978 - 1979 yılları arasında devlet bakanı ve başbakan yardımcısı olarak görev yaptı. 29 Kasım 1987'de yapılan genel seçimlerde Sosyaldemokrat Halkçı Parti'den (SHP) Diyarbakır milletvekili olarak yeniden TBMM'ye seçildi ve meclis grup başkan vekilliği ve genel sekreterlik dahil olmak üzere partide birçok üst düzey görevde bulundu. 20 Ekim 1991 tarihinde yapılan genel seçimlerde 3. kez milletvekili seçildi ve parlamentoya Gaziantep Milletvekili olarak girdi. 20 Kasım 1991 tarihinde Süleyman Demirel'in başkanlığında kurulan DYP-SHP koalisyon hükümetinde dışişleri bakanı olarak atandı. Tansu Çiller tarafından Haziran 1993'te kurulan 2. DYP-SHP kolisyon hükümetinde bu görevini muhafaza etti. 27 Temmuz 1994 tarihinde Dışişleri Bakanlığı'ndan istifa etti. Şubat 1995'te CHP ile SHP'nin birleştiği kurultayda CHP genel başkanlığına seçildi, bu görevi aynı yılın eylül ayına kadar devam ettirdi. 1995 genel seçimleri'nde Gaziantep milletvekili seçildi. 16 Ekim 1997'de seçildiği TBMM Başkanlığı görevini 1999 genel seçimleri'ne kadar sürdürdü. Daha sonra Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e dış politika alanında başdanışmanlık yaptı. 2004 Ocak ayında NATO'nun Afganistan'daki Kıdemli Sivil Temsilcisi görevini üstlendi. Bu görevini 2006 Ağustos ayında tamamladı. CHP içinde Deniz Baykal'a karşı muhalefette yer alan Çetin, bir süre Mustafa Sarıgül'ün liderliğindeki Türkiye Değişim Hareketi (TDH) içinde yer aldı. Hikmet Çetin, Okan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Danışma Kurulu üyesidir. Dirk Pitt Dirk Pitt Clive Cussler'ın çoğu kitabında yer alan bir kahramandır. Genelde tehlikeyi kendine çekmekle birlikte tek amacı arkadaşlarını kurtarmaktır. Clive Cussler'ın anlatımına göre yeşil gözlü, 1.90 boyunda sırım gibi bir yakışıklıdır.Kadınlara da zaafı vardır.Her kitapta ayrı bir sevgilisi vardır.Ancak konusu Macera ve Gizem Romanı olan bu kitaplarda Cussler çok az Romantizme değinmiştir.Ayrıca arkadaşlarını kurtarmakla birlikte dünyayı da kurtarmakta üstüne yoktur. Fiziksel açıdan da oldukça güçlü olan Pitt kötü insanları yeryüzünden bir bir silmektedir. Pastörizasyon Pastörizasyon, gıda sanayide, besin maddelerini hastalık yapıcı mikroorganizmalardan arındırmak amacıyla uygulanan ısıtma yöntemi. İlk kez 1860'larda Fransız bilim insanı Louis Pasteur tarafından geliştirilen ve onun adıyla anılan bu yöntem, mikroorganizmaların ısı yardımıyla tahrip edilmesi esasına dayanır. İçinde enzim ve bakteri bulunan besleyici özelliği olan maddenin 60 °C'den 100 °C dereceye kadar ısıl işlemle öldürme veya etkisiz hale getirilme işlemidir. Bakterilerin ölüm eğrisi canlının bulunduğu asitlik yüzdesi ve uygulanan sıcakla orantılıdır ve bazı sebzelerdeki enzimlerin parçalanma başlangıcı olan 60 °C'den 100 °C dereceye kadar ısı uygulanarak o besin maddesindeki bozulma enzimi parçalanana ve o besin maddesine özgü bakteri öldürme ya da etkisiz hâle getirilme derecesine kadar ısı uygulanır. Besinin merkezindeki sıcaklık esas alınır. Ürünler besi kuvvetine göre bir yıldan bir haftaya kadar dayanıklık kazanır. Pastörize gıdaların ev buzdolabı şartlarında (5-7 °C) saklanması ve satışa sunulması uygundur. Tazeden daha uzun süre tüketilecek gıdalar pastörize edilerek kullanma süresi uzatılır. Süt 63 °C, Turşular 82 °C, Domates suyu 94 °C dereceye kadar ısıtılarak bakterileri etkisiz hale getirilir. Pastörize etme süresinin yarı süresinde madde genellikle suyla soğutularak 40 °C dereceye getirilmelidir, yoksa renk, kalite kayıpları olur. Et ve etsular pastörize
edilemez, faydası çok kısa süreli olur. Bu yöntemin yaygın olarak uygulandığı gıdaların başında süt gelir. Ayrıca meyve suları, bira ve şarap gibi içeceklerle bazı katı yiyecekler için de bu yöntem kullanılır. Isıl işlemin 101 ve üstündeki derecelerinde basınç da uygulanması gerekir ve buna sterilizasyon denir. Yüksek proteinli olan et, ve baklagilli sebzelerde ve un gibi karbonhidratlar ihtiva eden gıdalarda uygulanır. Hazır gıda olarak nitelendirilebilir. Hipnoz Hipnoz, psikolojiye göre, telkine yatkınlık gösteren bir tür yapay uyku veya uyku-uyanıklık arası haldir. Terimi ilk kullanan, Yunan mitolojisindeki uyku ilahının adından (Χυπνος) esinlenen İskoç hekim S. James Braid'dir (1795-1860). İlk zamanlar sihirbazlık ya da büyücülüğün bir dalı gibi görülen hipnotizma bilim çevrelerince önceleri mesmerist bir uygulama sanılarak aşağılanmışsa da, 19. yüzyılın sonlarında kimi psikoloji çevrelerinin, özellikle Salpetrier ve Nancy ekollerinin reddetmek yerine fenomene bilimsel araştırıcılıkla yaklaşıp, fenomeni bilimsel deneylerle sistemli bir şekilde incelemesi sonucunda, hipnoz bilim alanındaki yerini almıştır. Hipnoz, ruh ve beden ilişkisinin (sonuçta perispri ve beden ilişkisinin) gevşemesi sonucunda oluşan bir degajman halidir. Hipnoz hali iki yolla sağlanır: Manyetizma yoluyla (manyetik uyku) ve hipnotizma teknikleriyle (hipnotik uyku). Manyetizma yöntemlerini süjeler üzerinde bilinen anlamda ilk uygulayan ve bu etkiye "hayvansal manyetizma" adını veren kişi, canlılar üzerindeki manyetizmanın kâşifi sayılan, Franz Anton Mesmer'dir (1734-1815). Manyetik hipnoz, hipnotik hipnoza kıyasla hem daha derin ve doğal bir degajman halidir, hem de ruhsal incelemeler için, daha yararlı, bol ve verimli olanaklar sunar. Manyetik hipnozda ayrıca hipnotik hipnozda görülen zarar ve tehlike olasılıkları pek bulunmaz. Manyetik hipnoz hali telkinle oluşmaz ve telkinle ortadan kalkmaz. Hipnoz altındaki kişi yalan söyleyemez. Hipnoz altındaki kişiye vicdanına ya da vicdani iradesine uymayan eylemler yaptırılamaz. "Metapsişikçiler yeterince bilgi, görgü ve deneyime sahip olunmadan hipnoz deneylerine kalkışılmamasını, aksi takdirde tehlikeli ve zararlı sonuçlarla karşılaşmanın çok muhtemel olduğunu belirtmektedirler." Hipnozun derinlik derecelerine ve özelliklerine göre farklı çeşitleri vardır. Başlıca üç hipnoz hali vardır: Günümüzde spiritüalizmde ve parapsikolojide kullanılmasının yanı sıra, psikoterapide, kriminolojide ve sancısız doğum, sancısız diş çekme (-A.B.D.’deki dişçilerin yaklaşık dörtte birinin uyguladığı belirlenmiştir, yabancı dili çabuk öğrenme gibi çeşitli amaçlarla birçok alanda kullanılan bir yöntemdir. Ayrıca uluslararası istihbaratta da kullanıldığı ileri sürülmektedir. Manyetik hipnozla yapılan tedavi sistemine ve uzmanlık alanına kimi ülkelerde biyoterapi adı verilmektedir. Bir başka uyku türüne ilaçla (enjeksiyonla) uyku denilmektedir, fakat bu uyku yöntemi metapsişikçilerce, bilinen hipnoz yöntemleri kapsamında ele alınmadığı gibi, bu uyku hali de hipnoz olarak ele alınmaz.. Pierre Janet (1859-1947) deneyleri sonucunda, süjenin hipnotize edilmesini kolaylaştırıcı etkenlerden bazılarını şöyle sıralamıştır: + Yönlendirilmeye ve yönetilmeye eğilimli olma Emre Gönensay Emre Gönensay (1937) üniversite dünyasında, özel sektörde, koordinatör sıfatıyla bürokraside üst düzey mevkilerde bulunmuş, ayrıca kısa bir dönem Dışişleri Bakanlığı yapmış bir akademisyen/siyasetçidir. Köklü bir aileye mensuptur. Babası öğretmen ve tarihçi Hıfzı Tevfik Gönensay'dır. Hıfzı bey, Fevzi Ati Lisesi (Işık Lisesi) ve Boğaziçi Lisesi müdürlüğü yapmış, Zeki Müren, Kadir Has, Seyfi Dursunoğlu (Huysuz Virjin) gibi öğrenciler yetiştirmiştir. Eşi Aylin hanım (Koçibey) trafik kazasında ölen ünlü rallici Renç Koçibey'in kızkardeşi, Cem Uzan'ın eski eşi Alara Koçibey'in halasıdır. Robert Kolej'i bitirmiştir, Columbia Üniversitesi'nde Master, Londra Üniversitesi'nde Doktora derecesi almıştır. Türkiye'ye dönüşünde Boğaziçi Üniversitesi'nde profesör olmuş, çeşitli özel kuruluşların ve bankaların yönetim kurullarında görev almıştır. 1987'de Manisa'dan milletvekili adayı, daha sonra da Cumhurbaşkanlığı Başmüşaviri oldu. 1994-1995 yıllarında Başbakanlık'ta ekonominin koordinasyonu, Gümrük Birliği, Bakü-Ceyhan Boru Hattı gibi konularda çalışmalarda bulundu. DYP-ANAP Hükümetinde (Anayol) Dışişleri Bakanlığı yaptı. Haziran 2007'de İstanbul'da gerçekleştirilen 55. Bilderberg Toplantısı'nın 13 Türk katılımcısı arasında da yer almıştır. Halen Işık Üniversitesi'nde öğretim üyesidir. Yayınlanmış eserleri ve makaleleri bulunmaktadır. İngilizce ve Fransızca bilir. İsmail Cem İsmail Cem İpekçi (15 Şubat 1940, İstanbul - 24 Ocak 2007, İstanbul), Türk siyasetçi ve gazeteci. 1997 ile 2002 yılları arasında Türkiye Dışişleri Bakanı olarak görev yaptı. 1959 yılında Robert Lisesi'nden, 1962 yılında Lozan Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Ertesi yıl "Milliyet"'te gazeteciliğe başladı. 1964'ten 1969'a değin "Cumhuriyet" gazetesinde çeşitli konularda incelemeleri yayımlandı, 1964-66 yılları arasında bu gazetenin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. 1971-1974 arasında Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) İstanbul Şubesi Başkanlığını yürüttü. CHP-MSP koalisyon hükümeti döneminde TRT Genel Müdürlüğü görevinde bulundu (1974-1975). I. Milliyetçi Cephe hükümetince genel müdürlükten alınması ve Danıştay'ın yürütmeyi durdurma kararına karşın görevine iade edilmemesi iktidarla muhalefet arasında uzun süren tartışmalara yol açtı. 1975'te Ercan Arıklı ve Kadri Kayabal ile birlikte "Politika" gazetesini kurdu ve bu gazetenin hem başyazarlığını hem yayın yönetmenliğini yaptı. 1991'de Paris Siyasal Bilgiler Enstitüsü'nde siyaset sosyolojisi dalında yüksek lisans yaptı. 1985'te Halkçı Parti (HP) ile Sosyal Demokrasi Partisi'nin (SODEP) birleşmesiyle kurulan Sosyaldemokrat Halkçı Parti'nin (SHP) Merkez Karar ve Yönetim Kurulu'nda görev aldı. Partinin Haziran 1987'de yapılan 3. Olağanüstü Kongresi'nde de Parti Meclisi'ne ve Merkez Yürütme Kurulu üyeliğine seçildi. 1987 genel seçimleri'nde SHP listesinden İstanbul milletvekili seçildi. Parti içinde Deniz Baykal'la birlikte "Yeni Sol" denen grupta yer aldı, bu dönemde yazdıklarıyla Anadolu Solu'nun teorisyeni olarak öne çıkarıldı. 25-26 Haziran 1988'de yapılan SHP II. Kurultayı'nda genel başkanlık yarışına girdiği Erdal İnönü'ye karşı yenildi. 1991 genel seçimlerinde yine SHP listesinden İstanbul milletvekili seçildi. 1992’de Baykal'la birlikte SHP'den ayrılarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) yeniden oluşumunda önemli rol oynayan Cem, 1993 cumhurbaşkanlığı seçimine CHP adayı olarak katıldı. 7 Temmuz 1995’te 50. Hükümet'te Ercan Karakaş’tan boşalan Kültür Bakanlığı görevini üstlendi (24 Haziran 1995-5 Ekim 1995). Zamanla Deniz Baykal'ın çekirdek kadrosundan uzaklaşan Cem, yine de beklenmedik bir kararla 1995 genel seçimleri öncesinde CHP'den istifa ederek Demokratik Sol Parti'ye (DSP) geçti; bu partiden Kayseri milletvekili seçildi. DSP TBMM Grup Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi (1996). 30 Haziran 1997 tarihinde kurulan 55. Hükümette Dışişleri Bakanlığı görevine atandı, bakanlık görevini 56. ve 57. hükümetlerde de sürdürdü. Bakanlığı döneminde özellikle Avrupa Birliği (AB)-Türkiye ilişkilerine yoğunlaşan Cem, Türkiye'nin Aralık 1999'da AB adayı olmasında ve Yunanistan ile ilişkilerin düzeltilmesinde etkili rol oynadı. 11 Temmuz 2002'de, Başbakan ve DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit'in bozulan sağlığı ve buna bağlı olarak hem hükümetin hem de hükümetin en büyük ortağı olan DSP'nin kan kaybettiğini düşünerek, hükümet ve Demokratik Sol Parti'nin artık işlevini yitirdiği gerekçesiyle dışişleri bakanlığı görevinden ve DSP'den istifa etti. Kısa süre sonra Yeni Türkiye Partisi'nin (YTP) kuruluşuna katıldı ve bu partinin genel başkanlığına getirildi (22 Temmuz 2002). YTP'nin beklenen ilgiyi görememesi üzerine, Deniz Baykal'ın çağrısıyla 2004 yılının ekim ayında YTP'nin Cumhuriyet Halk Partisi'ne katılma kararı alındı. Bu karar üzerine genel başkanlık görevi de sona eren Cem, CHP’nin 29-30 Ocak 2005 tarihlerinde yapılan 13. olağanüstü kurultayında Parti Meclisi üyeliğine seçildi. Bu görevi dışında Bilim ve Kültür Platformu Başkanı ve genel başkan başdanışmanı olarak görev yaptı. İsmail Cem, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en uzun süre görev yapan 4. dışişleri bakanıdır. 18 ve 19. dönem İstanbul, 20 ve 21. dönem Kayseri milletvekilliği yaptı. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) ve Batı Avrupa Birliği (BAB) Asamblesi üyeliklerine seçildi (1987-1996). AKPM Sosyalist Grubu Başkanvekilliğine seçildi (1989-91), (1993-95). AKPM ve BAB Asamblesi Türk Parlamenter Grubu Başkanlığına seçildi (1996). Avrupa Medya Enstitüsü Danışma Kurulu üyeliği yaptı. Elçin Cem ile evli olan İsmail Cem, İpek ve Kerim adlarında iki çocuk babasıydı. İsmail Cem, 26 Aralık 2006'da akciğer kanseri tedavisi için yatırıldığı İstanbul Cerrahi Hastanesi'nde 15 Ocak'tan itibaren enfeksiyon nedeniyle yoğun bakıma alınarak antibiyotik tedavisi görmeye başlamıştı. İsmail Cem, 24 Ocak 2007 saat 09:50'de vefat etti. Cenazesine aynı dönem çalıştığı meslektaşı Yunanistan eski Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu da katılmış, Zincirlikuyu Mezarlığı'ndaki kabrine çiçek ve toprak atmıştır. Yorgo Papandreu 9 Ekim 2009 tarihli Türkiye ziyareti kapsamında iki ülke (Türkiye-Yunanıstan) arasında dostluğu başlattığı için İsmail Cem 'in mezarına zeytin dalı getirdi. 2010 yılında Antalya Büyükşehir Belediyesi ve Antalya Kültür Sanat Vakfı (AKSAV) tarafından İsmail Cem Televizyon Ödülleri düzenlenmeye başlandı. Güney Okyanusu Güney Okyanusu ya da Antarktika Okyanusu bazı coğrafya ve çoğu hidrografi kaynaklarına göre Antarktika Kıtası'nı çevreleyen su kütlesidir ("Şekil 1"). Bu okyanus dünyanın dördüncü büyük ve en son tanımlanmış okyanusudur. Büyük miktardaki yakın tarihli deniz bilimi araştırması, Antarktika çevresini batıdan doğuya doğru dolaşan bir okyanus akıntısı olan Antarktik Kutup Çevresi Akıntısı’nın ("Antarctic Circumpolar Current") küres
el okyanus dolaşımında büyük önemi olduğunu ortaya koymuştur. AKA’nın soğuk sularının, kuzeyindeki daha sıcak sularla karşılaştığı ve karıştığı çepeçevre bölgenin adı Antarktik Bileşke’dir ("Antarctic Convergence") ve oldukça kesin bir sınırı tanımlar. Mevsimlere göre dalgalanma gösteren bu sınır, ayrı bir su kitlesini ve eşsiz bir çevre bilimsel bölgeyi çevreler. Bileşke besin maddelerini yoğunlaştırır; bu yoğun kaynak ile deniz altı bitki yaşamı zenginleşir; gelişen bitki yaşamı da deniz altı hayvan yaşamını bollaştırır. Tüm bu bilgiler ışığında ve 2000 yılı ilkbaharında, Bileşke’nin sınırladığı su kitlesinin beşinci dünya okyanusu olarak tanınması Uluslararası Hidrografi Örgütü (UHÖ; "International Hydrographic Organisation, IHO") tarafından kararlaştırılmış ve Pasifik, Atlas ve Hint okyanuslarının güney bölümlerini birleştiren bu okyanusa "Güney Okyanusu" denilmesi kabul edilmiştir. "National Geographic Society" (Ulusal Coğrafya Kurumu) gibi kimi kaynaklarsa, aslında denizciler arasında da uzun zamandan beri geleneksel olarak kullanılmakta olan "Güney Okyanusu" terimini halen kullanmamaktadırlar; Atlas, Pasifik ve Hint Okyanusları'nın Antarktika'ya uzandığını kabul etmekte ve göstermektedirler. UHÖ'ne üyelik kıyı şeridi bulunan ülkelerle sınırlıdır ve örgütün toplam 68 üyesi vardır. Örgütün 2000'deki anketine yalnızca 28 üye katılmıştır: Güney Okyanusu, Antarktika'nın kıyı şeridi ile kuzeydeki 60° G enlemi arasında kalan su kitlesidir ("Şekil 1"). Antarktika Antlaşması sınırı ile çakışan 60° G enlemi, mevsimlere göre dalgalanma gösteren Antarktik Bileşke’yi boyunca ve yaklaşık olarak gösterir. Böylece Güney Okyanusu, sırasıyla Pasifik, Atlas ve Hint Okyanusları’ndan sonra ama Arktik Okyanusu’ndan önce gelmek üzere, dünyanın beş okyanusu içindeki dördüncü büyük okyanus durumundadır. Güney Okyanusu, Antarktika ve Güney Amerika kıta levhalarının birbirlerinden uzaklaşması, bugün "Drake" Geçidi olarak bilinen geçidin açılması ve Antarktik Kutup Çevresi Akıntısı’nın kabaca 30 milyon yıl önce gelişmesi ile oluşmuştur. Dolayısıyla, dünyanın diğer okyanuslarına göre oldukça genç bir okyanustur. Antarktika Antlaşması, ülkelerin Antarktika üzerinde hak talep etmelerini ertelemiştir ama Arjantin, Avustralya, Birleşik Krallık, Fransa, Norveç, Şili ve Yeni Zelanda'nın Antarktika üzerinde hak talepleri bulunmaktadır. Bazısı birbiri ile örtüşen bu talepler, Antarktika'nın Güney Okyanusu'ndaki kıta sahanlığını da içermektedir. Çeşitli devletler, Birleşmiş Milletler Deniz Kanunu Uzlaşısı'na ("United Nations Convention on the Law of the Sea, UNCLOS") dayanarak, kıta sahanlığı taleplerini genişletme yönünde istekler de dile getirmişlerdir. ABD, Rusya ve çoğu diğer devlet ise bahsi geçen bu kara ve deniz taleplerini tanımamakta, kendileri de talepte bulunmamaktadır (ABD ve Rusya, talepte bulunma haklarını saklı tutmaktadır). 90° B - 150° B boylamları arasındaki dilimde bulunan sularla ilgili resmi bir hak talebi ise bulunmamaktadır. ANAP Deontoloji Deontoloji, bir mesleği uygularken mutlaka uyulması gereken ahlaki değer ve etik kuralları inceleyen bilim dalıdır. İnsanın belirli ödevleri olduğunu varsayan ahlak öğretilerini temel alır ve bu öğretilerden kaynaklanan görev ve kuralların çeşitli mesleklerdeki somut izdüşümlerini inceler. İzlenmesi vazgeçilmez ya da zorunlu olan kurallar (örneğin işveren emri) deontiktir, uyup uymama konusunda kişinin seçimine kalmış kurallar (örneğin öğretmenin anlattığı) epistemiktir. Argo da (örneğin çeteciler, korsanlar arası) "racon" , İngilizce'de " / " konusu olabilecek kurallardır. Tahsin Yazıcı Tahsin Yazıcı, (d. 1892, Manastır Vilayeti, Osmanlı İmparatorluğu - ö. 11 Şubat 1970, Ankara, Türkiye), Türk asker ve siyasetçi. 1912 yılında Kara Harp Okulunu bitirdi. I. Dünya Savaşı'nda Gelibolu'da Çanakkale Cephesi'nde tümen komutanı olarak görev yaptı. Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu'ya geçerek çeşitli cephelerde çarpıştı. 1934'te yeni oluşturulan Tank Taburu'nun komutanlığına atandı. 1949 yılında Tuğgeneral rütbesine terfi etti. Temmuz 1950’de başlayan Kore Savaşı'nda, Birleşmiş Milletler safında savaşmak üzere Güney Kore’ye gönderilen Kore Türk Silahlı Kuvvetleri Komutanlığına tayin edildi. Güney Kore saflarında savaşa katılan, tam teşkilatlı ve takviyeli bir tugay kadrosu olarak hazırlanan 5 Bin kişilik Türk askerî birliğinin başında 17 Ekim 1950 tarihinde Kore'ye vardı. Doğruca ateş hattına sürülen birliğin başında, Pusan, Suvan, Kumhwa, Elco kesimlerinde meydana gelen savaşlarda büyük başarılar gösterdi. Bir gecede 352 kişinin yaralandığı, 78 kişinin de şehit olduğu Kunuri Savaşı'nda, 8. Amerikan Ordusu, Türk birliğinin direnişiyle yok edilmekten kurtuldu. Savaş sırasında Tümgeneral rütbesine terfi etti. Kasım 1951'de Türkiye’ye döndü ve 1952 yılında emekli oldu. 1954-1960 yılları arasında X. ve XI. dönem Demokrat Parti İstanbul Milletvekili olarak TBMM'ye girdi. Demokrat Parti iktidarına karşı yapılan 27 Mayıs Darbesinden sonra, Yassıada'da yargılanarak 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Daha sonra çıkan bir af kanunuyla serbest bırakıldı. 1970 yılında Ankara'da vefat etti. Kösedere, Karaburun Kösedere, İzmir'in Karaburun ilçesine bağlı bir mahalle. Anksiyete Anksiyete veya endişe, canlılarca deneyimlenen kaygı, korku, gerilim, sıkıntı halidir. Nedeni belli olmayan tedirginlik hali olarak da açıklanabilir. Anksiyete bazı kuramcılara göre yaşanan iç çatışmaların sonucudur. Bazı kuramcılara göre öğrenilmiş davranışlardır. Canlıların dış ortama uyum çabasında koruyucu bir tepkidir. Denetim dışına çıkıp kişinin işlevselliğini aksattığında anksiyete bozuklukları olarak incelenir. Psikiyatride bir grup hastalığın genel adıdır. Terleme, titreme, çarpıntı gibi bedensel belirtileri görülebilir. Başına kötü bir şey geleceğini düşünme, rezil olmaktan veya komik duruma düşmekten korkma gibi bilişsel (düşünsel), fakat çoğu kez nedeni belirsiz, tanımlanamayan bir gerginlik durumudur. Anksiyete, genelde kavramsal, somatik, duygusal ve davranışsal bileşenlere sahip olmak biçiminde tanımlanır (Seligman, Walker & Rosenhan, 2001). Kan basıncı ve kalp atışının artması, terleme, ana kas gruplarına ani kan akışının hücum etmesi nedeniyle kaslarda gerginlik, bağışıklık ve sindirim sistemi fonksiyonlarının yavaşlaması gibi fiziksel etkileri vardır. Bunlara ek olarak mide bulantısı, el ve ayaklarda soğukluk, titreme -üşüme hissedilir. Duygusal açıdan ise hastalık korku ve panik hissine neden olur. Kişi her şeyi olabilecek en olumsuz yönüyle ele alır, moral seviyesi en alt düzeydedir. Davranışsal olarak ise hasta, anksiyete kaynağından kaçma eğilimi gösterir. Yine de anksiyeteden sadece patolojik bir durummuş gibi bahsetmek yanlış olur. Bu his, korku, kızgınlık, üzüntü ve mutluluk gibi duygularla beraber gelen, insanoğlunun hayatta kalmasıyla bağlantılı temel duygulanımlardan birisidir. Her insan zaman zaman herhangi bir hastalık belirtisi olmaksızın yaşamın olağan bir parçası olarak anksiyete yaşayabilir. Ancak yaşanan anksiyete bazen bedensel ya da psikiyatrik bir hastalığın belirtisi olarak ortaya çıkabilmektedir. Anksiyete tedavisi en az bir yıllık ilaç tedavisi şeklinde seyreder. Bunun yanı sıra derin nefes alıp vermek endorfin salgılanmasına neden olduğu için hastaları rahatlatır. Masaj, aromaterapi, telkin gibi yöntemlerin de işe yaradığı bilinmektedir. Adriyatik Denizi Adriyatik Denizi, Akdeniz'in İtalya Yarımadası ve Balkan Yarımadası arasında kalmış koludur. Akdeniz'e Otranto Boğazı ve İyonya Denizi vasıtasıyla bağlanır. Çevresinde İtalya, Arnavutluk, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Slovenya ve Karadağ bulunmaktadır. Otranto Boğazı'nın sınırlarının kabulüne göre bazen Yunanistan da bu ülkelere dahil edilir. Adriyatik/Adriya olan ismini Po Nehri'nin denize döküldüğü delta üzerindeki Adris şehrinden alır. Batıda ve Kuzeyde; Doğuda; Güneydoğuda; Fragman İyonya Denizi İyonya Denizi ya da İyon Denizi ya da Yanya Denizi (Yunanca: "Ιόνιο Πέλαγος", İtalyanca: "Mare Ionio", Arnavutça: "Deti Jon" ("Bizim Deniz")). Adriyatik Denizi ile Akdeniz arasında deniz. Kuzeyinde İtalya'nın güneyindeki Calabria, Salento, Sicilya, doğusunda Yunanistan Yarımadası ve Yunanistan'a bağlı Korfu, Zakintos, Kefalonya, İthaka, Levkas adaları ile Arnavutluk yer alır. Şamil Basayev Şamil Salmanoviç Basayev (Rusça: Шамиль Салманович Басаев, kod adı: "Emir Abdullah Şamil Ebu-İdris", 14 Ocak 1965 - 10 Temmuz 2006), Çeçen direniş lideri ve Çeçen İçkerya Cumhuriyeti silahlı kuvvetleri komutanı. 1965'te Çeçenistan'ın Vedeno bölgesi'nin Vedeno köyünde Çeçen anne ve babadan dünyaya gelmiştir. Şamil ismini Ruslara karşı 1800'lü yıllarda büyük mücadele vermiş büyük Kafkas lideri Şeyh Şamil'den almıştır. Basayev'in ailesi Sovyet yönetimi altındaki Çeçenistan'da da, Çeçen hareketlerinde yer almışlardır. Basayev'in büyük babası Rus yönetimine karşı Ekim Devrimi sonrasında da bağımsız bir Kuzey Kafkas Emirliği kurmak için çalışmıştır. Basayev ailesi İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra 1940-1944 Çeçen İsyanı'nı bastırmak için Kazakistan'a sürülmüştür. Ancak 1957'de Kruşçev'in yasağı kaldırması ile Çeçenistan'a geri dönmüşlerdir. Basayev, iyi futbol oyuncusuydu ve Dişne-Vedeno'daki okulundan 1982'de mezun oldu. 17 yaşında iken orduya katılmış ve iki sene boyunca, Çeçenler özellikle muharebe alanına alınmadığı için, itfaiye bölümünde görev yapmıştır. Ardından dört yıl boyunca, Volgograd'daki Aksaiski devlet çiftliğinde çalışmıştır. Moskova'daki hukuk okuluna kayıt olmaya çalışmış ancak başaramamıştır. Onun yerine 1987 yılında Moskova'daki mühendislik bölümüne kaydolmuştur. Ancak 1988 yılında kötü notları yüzünden okuldan atılmıştır. Moskova'da bilgisayar satıcısı olarak Çeçen bir iş adamı olan Supyan Taramov'un yanında çalışmıştır. İki isim ilerleyen yıllardaki Çeçen savaşlarında karşı karşıya gelecekler, Taramov Rus destekli Çeçen milisleri destekleyecektir. 1989-1991 yılları arasında İstanbul'da eğitim görmüştür. 1991 Ağustosu'nda Moskova'daki hükûmet darbesi sırasında Boris Yeltsin ta
raftarları arasında yer almıştır. Adını ilk defa Çeçenistan'da yaşananları dünyaya duyurmak için bir Rus uçağını kaçırarak Ankara'ya indirdiğinde duyurmuştur. Basayev, Lom-Ali Çaçayev ve grup lideri Said Ali Satuyev ile Aeroflot Tu-154 uçağını, Mineralnıye Vodı'dan Ankara'ya 9 Kasım 1991 tarihinde kaçırmış ve uçağı Rusya'da olağanüstü hal kaldırılmazsa patlatmakla tehdit etmiştir. Uçak krizi barışçıl yollarla çözülmüş, yolcular memleketlerine geri gönderilmişler ve Çeçen grup üyelerinin ise güvenli bir şekilde Çeçenistan'a dönmelerine izin verilmiştir. 1994 yılı aralık ayında Ruslar'ın Çeçenistan'ı işgal etmesiyle Çeçen komutanların en önemlilerinden biri haline gelmiştir. 1995 yılı başında Rus savaş uçakları Şamil Basayev'in Vedeno'daki evini bombalayarak ailesinden 11 kişiyi öldürmüşlerdir. Rus güçlerin sivillere karşı giriştikleri katliamların en üst seviyelere ulaştığı Haziran 1995'de, yaşananları dünya kamuoyuna duyurabilmek için 150 savaşçının Budennovsk kentine düzenlediği eylemi yönetmiştir. 1992 yılında Cahar Dudayev'in emri ile Abhazya'ya gönderilen Çeçen birliklerin komutanı iken, Abhazya'nın Gürcistan işgalinden kurtulmasında birinci dereceden etkili olan Kafkas Halkları Konfederasyonu birliklerinin komutanlığına getirilmiştir. Abhazya'nın ardından Çeçenistan'a dönerek Dudayev'e karşı muhalefete geçen Rus yanlısı silahlı birliklerin dağıtılmasında etkili olmuştur. Ardından, Dağlık Karabağ Bölgesi'ne geçerek emrindeki mücahitler ve Azeri gönüllüler ile Ermenistan'ın bölgeyi işgaline karşı koymuştur. 11 Aralık 1994 tarihinde Rus birlikleri Çeçenistan'a girmiş ve Cahar Dudayev yönetimini devirmek istemiştir. Savaşın başlaması ile birlikte Dudayev, Basayev'in ön cephe hatlarına göndermiştir. Basayev, Çeçen direnişi sırasında önemli roller üstlenmiş ve Abhaz tugayına komutanlık etmiştir. Abhaz tugayı, Ruslar'a karşı büyük kayıplar verdirmiştir. Aralık 1994'den Şubat 1995'e kadar Çeçen başkenti Grozni Ruslara karşı başarıyla savunulmuş, Rus birliklere şehre girdiğinde de Basayev ve yanındaki savaşçılar şehri son terkedenler arasında olmuşlardır. Grozni'nin düşmesinden sonra Çeçen birlikler dağlara doğru geri çekilmek zorunda kalmış ve mühimmatlarının çoğu yok edilmiştir. Basayev'in Abhaz tugayı bu çatışmalar sırasında büyük kayıplar vermiş ve tugaydaki savaşçı sayısı 200'e kadar düşmüştür. 1996 yılı Nisan ayında Çeçen Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri Komutanlığı'na getirildikten sonra Rus kuvvetlerinin Çeçenistan'dan ayrılmaya mecbur eden Cahar-Kale (Grozni) operasyonunu komuta etmiştir. 1998'de Cahar-Kale'de yapılan Çeçen-Dağıstan Halkları Kongresi'nde başkan seçilmiştir. Kongrenin ikinci toplantısında alınan kararla 1 Ağustos 1999'da kurulan İslam Şûrâsı'nın başkanlığına getirilmiştir. Ağustos 1999'da, Basayev and Kattab 1,400 savaşçı ile birlikte Dağıstan'daki İslami savaşçılara yardıma gitmiş ve burada Çeçen-Dağıstan İslami Cumhuriyeti'ni kurmaya çalışmışlardır. Ancak Ağustos sonuna kadar süren çatışmalarda, Rus birlikleri taarruzu geri püskürtmüştür. 1999'da Rusya'nın Çeçenistan'ı yeniden işgali üzerine Çeçenistan'a dönerek 'Doğu Cephesi Komutanlığı' görevini sürdürmeye başlamıştır. İkinci Çeçenistan savaşı sırasında da başkent Grozni'yi savunan Basayev, kentten çekilirken yaralanmış, bacağının bir kısmı kopmuştur. Basayev, Devlet Başkanı Dokka Umarov'un emrinde Çeçenistan Silahlı Kuvvetleri Komutanlığı görevini sürdürmekteyken 10 Temmuz 2006 tarihinde, İnguşetya’nın Ekazevo köyü’nde, bulunduğu askeri konvoyda bulunan bombanın kendiliğinden infilak etmesi sonucu hayatını kaybetmiştir. Basayev'in ölümüne ilişkin iddialar aydınlatılamamıştır. Rus tarafı Basayev'in kendileri tarafından öldürüldüğünü iddia etmektedir. Bazı uzmanlara göre, Basayev'in ölümü dikkatsizlik sonucunda, patlayıcıların patlaması sonucu gerçekleşmiş olabilir. Basayev'in, Çeçen Bağımsızlık hareketinin radikal kanadını temsil ettiği iddia edilmektedir. Ruslar tarafından, Rus güvenlik güçlerine karşı düzenlediği sayısız gerilla saldırısının yanı sıra, sivillere yönelik girişilen bazı eylemlerden de sorumlu tutulmuştur. Beslan Rehine Krizi ve Nord-Ost Rehine Krizi, bu tür olaylarının en bilinenlerindendir. ABC News, Basayev'i "Dünyanın en çok aranan teröristlerinden biri" olarak açıklamıştır. Eylül 2004'te Basayev, çoğu çocuk olan 350'den fazla kişinin yaşamını yitirdiği ve yüzlercesinin yaralandığı Beslan katliamının sorumluluğunu üstlenmiştir. Vladimir Putin Vladimir Vladimiroviç Putin (Rusça: ; ; d. 7 Ekim 1952; Leningrad, SSCB), Rus siyasetçi ve Rusya devlet başkanı. Putin 1999-2000 yılları arasında başbakanlık, 2000-2008 yılları arasında Başkanlık, 2008-2012 yılları arasında tekrar başbakanlık görevini üstlenmiştir. Başbakanlığı döneminde İktidar partisi Birleşik Rusya'nın genel başkanlığı görevini üstlenmiştir. 1975 yılında Leningrad Üniversitesi (üniversitenin yeni adı Sankt Petersburg Üniversitesi) Uluslararası Hukuk Bölümü'nden mezun olan Putin, Rusya'nın 2000-2008 yılları arasında Devlet Başkanlığı görevini yürüttü. Birleşik Rusya partisi lideri olarak 2000 yılında yapılan seçimlerde Gennadi Züganov'un genel sekreterliğini yürüttüğü Rusya Komünist Partisi'ni geride bırakarak %52,9'luk oy oranıyla devlet başkanı seçilmiştir. Seçimlerde Züganov % 29,2 oy oranıyla ikinci olmuştur. 2004 yılında yapılan seçimlerde ise %72 oyla tekrar devlet başkanı seçilmiştir. Döneminde, Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından ortaya çıkan ekonomik çöküş sonrası tekrar toparlayan Rusya ekonomisi hızlı büyüme rakamları yakalanmış, bununla birlikte ülkesinin bağımsızlığı yolunda çeşitli adımlar atılmış, merkezi otorite kuvvetlendirilmiş ve Rusya Silahlı Kuvvetleri'nde çeşitli modernizasyon uygulamaları başlatılmıştır. 4 Mart 2012 tarihinde yapılan seçimler sonucu %63,6 oyla Rusya Federasyonu'nun 3. kez devlet başkanı seçilmiştir. Baba tarafından dedesi, Sovyetler Birliği kurucusu Vladimir Lenin'e, Lenin'in eşi Nadejda Krupskaya'ya ve Stalin’e belli sürelerde aşçılık yapan Spiridon Ivanoviç Putin olan Vladimir Putin, 7 Ekim 1952 tarihinde SSCB döneminde adı Leningrad olan Sankt-Peterburg kentinde Vladimir Spiridonoviç Putin ve Maria Ivanovna Shelomova çiftinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Leningrad Devlet Üniversitesi Hukuk Bölümü'nden 1975'te mezun olan Putin, yüksek lisansını ekonomi alanında yaptı. Mezuniyetinin ardından, 1975'ten itibaren KGB'de çalışmaya başlayan Putin, bir süre Almanya'da görev yaptı, Leningrad'a dönmesinin ardından da üniversite yönetiminde görev aldı. 1990'da Leningrad Şehir Konseyi'nde danışmanlık yapan Putin, 1991-1992 yıllarında da belediye başkan yardımcısı ve belediye konseyi dış ilişkiler komitesinin başkanı idi. Putin, 1996 yılına kadar St. Petersburg yönetiminde çeşitli kademelerdeki görevlerinin ardından, 1996'da Kremlin Sarayı Mülkiyet İdaresi Başkan Yardımcılığı'na atandı ve bu görevini 1997 yılına kadar sürdürdü. 1997 ve 1998'de Devlet Başkanlığı İdaresi Başkanı ile Devlet Başkanlığı Denetim İdaresi Başkanı olarak yaptı. Putin, 1998-1999 yıllarında, Rusya Federal Güvenlik Servisi'nin (FSB) başkanlığını yaparken, aynı zamanda, Sovyetler Birliği sonrasındaki yeni Rusya'nın politbürosu olarak da adlandırılan Rusya Güvenlik Konseyi'nin sekreterliği görevini yürüttü. Putin, 9-16 Ağustos 1999 tarihleri arasında başbakan yardımcısı ve başbakan vekilliği, 16 Ağustos'tan itibaren de başbakan olarak görev yapmaya başladı. Devlet Başkanı Boris Yeltsin'in 31 Aralık 1999'da istifa etmesinin ardından, Anayasa gereği, üç ay içerisinde devlet başkanlığı seçimi yapılıncaya kadar bu görevi vekaleten üstlendi. Putin, Rusya'da yapılan başkanlık seçimlerinde %50'nin üzerinde oy toplayarak, birinci turda devlet başkanı seçildi. 7 Mayıs 2008'de görev süresi dolarak yerini yeni devlet başkanı Dmitri Medvedev'e bıraktı ve Rusya'nın başbakanı oldu. 4 Mart 2012'de 3. kez % 63.6 oyla Rusya devlet başkanı seçilmiştir. Vladimir Putin iktidardaki Birleşik Rusya Partisi'nin adayı olarak devlet başkanı seçilmiştir. Medvedev başkanlığındaki hükümet de bu parti tarafından kurulmuştur. Ancak Putin ile Medvedev arasında önemli siyasi farklılıklar bulunmaktadır. Medvedev Sovyet dönemine hiçbir şekilde ilgi göstermezken, Putin pek çok kez Sovyet dönemini öven konuşmalar yapmıştır. Putin, "Sovyetler Birliği'nin dağılması 20. yüzyılın en büyük trajedisidir" demiştir. Ülkesindeki farklı siyasi eğilimleri uzlaştırmaya çalışan Putin genel olarak batıya düşman olmayan ama batıya karşı da Rusya'nın menfaatlerine öncelik veren, Post-Sovyet ve ulusalcı politikayla Rusya'ya yeni bir ivme kazandırmaya çalışmaktadır. Amacı komünist rejim olmadan Rusya'ya Sovyet gücünü tekrar kazandırabilmektir. Bu nedenle Komünistler tarafından eleştirilen Putin, liberal politika tabirini de pek kullanmadığı ve oligarklara savaş açtığı için de liberal kesimin saldırısına maruz kalmaktadır. Ancak iktidarı süresince ülkedeki ekonomik kalkınma halkın desteğini almasını sağlamıştır. Uluslararası politikada eski Sovyet cumhuriyetlerine tekrar hakim olmakla suçlanan Putin, aslında sadece Rusların yoğun olarak yaşadığı ve tarihi eski Rusya olarak adlandırılan Doğu Ukrayna'da hakimiyet kurma çabasındadır. Buna sebep olarak da Rus nüfusun yoğun olduğu bu topraklarda Rusların güvenliğini temin etme amacında olduğunu belirtmiştir. Moscow Times gazetesi tarafından ABBA'nın şarkılarını söyleyen Björn Again'in 22 Ocak'ta Putin ve az sayıda konuğu için özel bir konser verdiğini ve bu mini konser sırasında sık sık dans ettiğinin iddia edilmesi üzerine Putin'in Türkolog olan Basın Sözcüsü Dmitri Peskov, Putin'in Abba değil Beatles'ın sıkı bir hayranı olduğunu dolayısıyla böyle bir mini konser verilmediğini açıklamıştır. Ayrıca Putin, efsanevi İngiliz grubunun bir ferdi olan Paul McCartney ile buluşması sırasında hayranlığını dile getirmişti. Time'a verdiği bir röportajda Brahms, Mozart, Çaykovski, Rahmaninov, Schubert, Liszt dinlemeyi sevdiğini ve favori parçasının Beatles'tan "Yesterday" olduğunu açıkladı. Tarihi ve politik içerikli kitapları tercih ettiğini ve Öm
er Hayyam'ın şiirlerini sevdiğini açıkladı. Boş zamanlarını nasıl geçirdiğini soran bir gazeteciye, köpeği ile zaman geçirdiğini ve eşinin hediye ettiği Ömer Hayyam şiirlerini okuduğunu ifade eden Putin, basın toplantısında gazetecilere Ömer Hayyam'ı tavsiye etti. Köpeklere olan düşkünlüğü ile bilinen Putin'e Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov tarafından çoban köpeği yavrusu hediye edilmiştir. Siyah kuşak sahibi olan Putin genç yaştan beri Judo ile ilgilenmektedir. Dış istihbarat servisi KGB'ye katılmayı lise birinci sınıftayken karar verdiğini açıklayan Putin'in çocukluktan beri hayali bir istihbarat elemanı olmaktı. Putin, St.Petersburg Devlet Üniversitesi'nde hukuk okumuştur. Eşi Lyudmila Putina ise Putin ile aynı üniversitede İspanyol dili bölümününü okumuştur. Putin ile eşi Lyudmila Putina ile 6 Haziran 2013 tarihinde karşılıkla olarak boşanma kararı alarak boşandılar. İki kızı bulunmaktadır. Putin, kızlarından birinin biyoloji diğerinin ise Japon dili ve tarihi üzerine okuduğunu açıkladı. Putin, 2010 yılında kanser hastası çocukların yararına düzenlenen gecede ""Blueberry Hill"" adlı caz parçasını söylemiştir. Grozni Grozni (; , "Sölƶa-Ġala") Rusya'nın Çeçen Cumhuriyeti'nin başkentidir. Şehir Sunja Nehri'nin kıyısında yer almaktadır. Şehrin ismi Rus çarı Korkunç İvan'a (İvan Grozni) ithafen "Grozni" olarak seçilmiştir. Eski isimleri ise Süncekale ve Cevherkale'dir. Yüzölçümü 324.16 km² olan şehrin nüfusu 2010 yılı itibarı ile 271,573'tür. Grozni, 1818 yılında Terek tarafından Sünce Nehri üzerinde Kafkas Savaşı sırasında bir savunma merkezi, bir Rus askeri üssü olarak kurulmuştur. 20. yüzyılda petrol rezervleri ve doğalgaz rezervleri çıkmaya başladı. Petrol çıkarılmaya başladıktan sonra birçok yabancı yatırımcı Grozni'ye yöneldi. Almanya, Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkeleri bölgeye çekti. Petrol çıkarılımından sonra ülkede belli değişiklikler meydana gelmiştir. Ekonomi daha da rahatlamıştır. Sovyet döneminde Grozni, Çeçen-İnguş Özerk Cumhuriyeti'nin idari merkeziydi. Rus-Çeçen Savaşı'ndan sonra Çeçenler Grozni ismini devlet başkanı Cahar Dudayev anısına Caharkala olarak değiştirmişlerdir. Grozni savaş zamanında çok büyük yıkıma uğramıştır. Grozni'ye Grozni Havalimanı hizmet vermektedir. Fazıl Küçük Fazıl Küçük (14 Mart 1906; Ortaköy, Lefkoşa - 15 Ocak 1984, Londra), Kıbrıs Türkü siyasetçi, gazeteci ve köşe yazarı. 1959 sonunda Kıbrıs Türkleri ile Kıbrıs Rumlarının ortak kurduğu Kıbrıs Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı yardımcısı. Kıbrıs Türklerinin, Rauf Denktaş'tan önceki önderi. İlkokulu Haydarpaşa'da bulunan ve müdürünün adından dolayı "Tarakçı Mektebi" olarak bilinen okulda tamamladı. Ardından ortaokul diye bilinen ve lise seviyesinde eğitim veren İdadiye devam etti. İdadiden mezun olmasına iki yıl kala öğrenimini yarıda bırakarak geriye kalan kısmını İstanbul Özel İstiklal Lisesi′nde tamamlayıp 15 Ağustos 1926 tarihinde mezun oldu. İstanbul Darül Fünun Tıp Fakültesi’nin birinci sınıfını tamamladıktan sonra 12 Haziran 1929'da okul ile ilişkisini kesip, ilk olarak Fransa ve daha sonra İsviçre′ye giderek Lozan Üniversitesi′nde tıp öğrenimini tamamladı. Lozan kliniklerinde ihtisas görerek dahiliye uzmanı oldu. 1937 senesinin Mayıs ayında Kıbrıs'a dönerek Lefkoşa′da serbest hekim olarak çalışmaya başladı. Üniversite öğrencisi olduğu zaman Kıbrıs Türklerinin Birleşik Krallık'ın atadığı valiler tarafından yönetilmesinde ısrar eden Kavânin Meclisi'nin Türk üyelerine karşı bir duruş çizmişti. 1931 senesinde Kıbrıslı Rumların isyanının ardından ara verilen belediye seçimleri 21 Mart 1943'te tekrar yapıldığı zamandan itibaren altı yıl Lefkoşa Belediyesi Meclis Üyesi olarak görev yaptı. 1941′de Söz gazetesi yayınını durdurduktan sonra Kıbrıs Türkünün sesini dünyaya duyurmak için 14 Mart 1942 yılında Halkın Sesi gazetesini kurdu ve editörü oldu. 18 Nisan 1943 yılında Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu'nu kurdu. Daha sonra ise KATAK'tan ayrılarak 23 Nisan 1944 tarihinde Kıbrıs Millî Türk Halk Partisi'ni kurdu. Kısa bir zaman içinde birçok yerleşim bölgesinde şubeler açtı. 23 Ekim 1949 günü KMTHP ve KATAK, Kıbrıs Milli Türk Birliği Partisi adı altında birleşti. Kıbrıs Türklerinin ekonomik, siyasal ve kültürel faaliyetlerini yapabilmesini amaç güden çalışmalar da bulundu. Partisinin kendi başkanlığında yaptığı mitingler sonucunda Kıbrıs'ta Şeriye Mahkemeleri kaldırılarak, yerine Türk Aile Mahkemeleri kuruldu. Müftülük makamı tekrar oluştuldu. İngiliz yönetimi, Türk Tali Okullarını ve Evkaf'ı Kıbrıslı Türklere devretti. 15 Ağustos 1955 senesinde, partisinin ismi kongre sonucunda Kıbrıs Türktür Partisi şeklinde değiştirildi. 1 Nisan 1955 tarihinde Kıbrıslı Rumların kurmuş olduğu EOKA'ya karşı Kıbrıs Türk Mukavemet Birliği adındaki örgütü kurdu. 1955 senesinin Eylül ayında Volkan teşkilatını kurdu. 1955 senesinde Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallık Dışişleri Bakanları arasında yapılan üçlü konferansı izlemek adına diğer iki Kıbrıslı Türk delege ile birlikte Londra'ya gitti. 1958 senesinde Türkiye'ye gitti ve Kıbrıs ile ilgili olarak Türkiye'nin her tarafında "Ya Taksim, Ya Ölüm" mitingleri düzenledi. Aynı yılın Kasım ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda gerçekleşen Kıbrıs görüşmelerinde bulunmak üzere New York'ta bulundu. Zürih'te Türk ve Yunan başkanları arasında varılan anlaşma üzerine, 17 Şubat 1959'da Londra'da yapılan konferansta Kıbrıs Türk halkını temsil etti ve iki gün sonra varılan anlaşmayı halkı adına imzaladı. 1959 Londra ve Zürih konferanslarında Kıbrıs Türklerini temsil eden Küçük, halkının yapısal bir güvenliğe girmesi için çalıştı. 3 Aralık 1959'da Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı yardımcılığı görevine seçildi. 21 Aralık 1963 tarihinde ada üzerindeki toplumsal olayların ardından oluşturulan Kıbrıs Türk Genel Komitesi'nin başkanlığına seçildi. 27 Aralık 1967 tarihinde ise Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi'nin başkanlığına getirildi. 18 Şubat 1973'de Cumhurbaşkanı yardımcılığından ayrılarak, yerini Rauf R. Denktaş'a bıraktı. Bir süre kurmuş olduğu "Halkın Sesi" gazetesindeki görevine geri döndü ve siyasi meseleler üzerine makaleler yayınladı. 78 yaşında Londra'nın Westminster adlı bölgesindeki bir hastanede 15 Ocak 1984'de yaşamını yitirdi. Cenazesi, Lefkoşa yakınlarındaki Hamitköy'de bulunan ve oraya gömülene kadar Mumcu Tepesi olarak bilinen yere defnedildi. Anıt Mezar'ın yer aldığı bu tepeye o günden sonra Anıt Tepe adı verildi. Kıbrıs Türkleri Kıbrıs Türkleri veya Kıbrıslı Türkler, Kıbrıs adasında yaşayan Türklerin, Osmanlı İmparatorluğu'nun 1571 yılındaki Kıbrıs adasını ele geçirmesinden sonra Anadolu'dan Kıbrıs adasına göç etmiş ve 1974 yılında Türk Silahlı Kuvvetlerinin adaya müdahale etmesinden sonra adanın ikiye bölünmesiyle birlikte çoğunluğu KKTC'de yaşamını sürdüren kesimine verilen isimdir. 1975 yılından itibaren yine Anadolu'dan yapılan göçlerden sonra Kıbrıs Türkü tanımına bu göçmenler de dahil edilmiştir. Kıbrıs Türklerinin, Osmanlı idaresindeki din değiştirmeler hariç, etnik yapı olarak Türkiye'deki Türklerden pek farkları yoktur. Kıbrıs'ın Osmanlı İmparatorluğu'nun kontrolüne geçmeden önce, Doğu Akdeniz'deki Osmanlı'ya ait gemilerine akın yapan Hristiyan korsanlarının sığınağı haline gelmiştir. Bu korsanlar genellikle deniz ticaret gemilerine ve hacca giden yolculara saldırarak buradaki yol güvenliğini yok etmektedir. Bu gibi nedenlerden dolayı Kıbrıs'ın alınması gerekli görülmüştür. Kıbrıs, Piyale Paşa komutasındaki donanma ile birlikte yaya 60.000 kişiden oluşan Lala Mustafa Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu, 2 Temmuz 1570'te Limasol’a çıkması ve 4 Ağustos 1571'de Mağusa'nın Venedikli Mağusa Kale komutanı Bragadino’nun 5 maddelik bir antlaşmayla kaleyi teslim etmesiyle sonuçlanan bir seferle Osmanlı İdaresine girdi. Kıbrıs'ın ele geçirilmesiyle Osmanlı Devleti, Doğu Akdeniz'e tamamen hâkim olmuştur. 15 Eylül 1570 tarihinde Lala Mustafa Paşa, tören ile Lefkoşa şehrine girmiştir. Kıbrıs fethedildiği tarihte adada çok az sayıda Ortodoks Rum vardı. Çünkü Venedikliler Katolik idi ve Ortodoks Kilisesi'ne yaşama hakkı tanımıyordu. Osmanlı Devleti Ortadokslara serbestçe kilise kurma ve gelişme imkânı sağladı. Böylece adada Ortodoks Kilisesi gelişti ve Katolik Kilisesi etkinliğini kaybetti. 1571 yılında Kıbrıs'ta yapılmış bulunan nüfus sayımında yerli halkın nüfusu 150.000'dir. Burada bulunan Türk askeri ise 30.000 kadardır. Yunan kaynakları Kıbrıs Türklerinin, asla Türk olmayıp, sonradan asimilasyona uğrayıp müslüman olan ve Türkleşmiş adanın yerli halkı olduğu belirtilir. Fakat adanın tamamının kontrol edilmesinin ardından Osmanlı idaresi tarafından Karaman'dan ve Taşeli Yöresinden adaya göç ettirilen Türkler ve Beyşehir, Ürgüp, Niğde, Aksaray, Akşehir, Kayseri gibi Anadolu'nun orta kesiminde kalan şehirlerinden aileler getirilerek yerleştirilmiştir. Bugün adada yaşayan Kıbrıs Türklerinin (Kıbrıs Harekâtı'ndan sonra Türkiye Cumhuriyeti'nden gelenler hariç) soyu bu Osmanlı idaresinde adaya gönderilen Türklerden gelmektedir. Bazı Kıbrıs Türkleri ise Müslüman olmuş Lüzinyan ve diğer Hristiyan azınlıklardan meydana gelmektedir. Ayrıca 1572 yılında Kıbrıs'ın çeşitli yerlerinde bulunan farklı görev sınıflarına bağlı sayıları 4000'e bulunan askerlerin ve memurların ailelerini adaya getirilmelerine izin verilmiş, bunlardan adada kalıcı olarak yerleşmek isteyenlerine ise kolay imkânlar sunulmuştur. 1745-1814 döneminde, Müslüman Kıbrıs Türkleri, Kıbrıs adasında Hristiyan Kıbrıs Rumlarına karşı nüfusça çoğunluktaydı (bu dönemde, Kıbrıs Türkü sayısı ada nüfusunun %75'ine kadar çıktı) (Drummond, 1745: 150.000'e 50.000; Kyprianos, 1777: 47.000'e 37.000; De Vezin, 1788-1792: 60.000'e 20.000; John M. Kinneir 1814: 35.000'e 35,000) Kıbrıs Türkleri Anadolu'dan getirdikleri Anadolu kültürünü uzun süre korumayı başarmış bir topluluk olmasına rağmen, 1974 yılına kadar Kıbrıs Rumlarıyla birlikte yaşadıklarından dolayı Rum kültüründen de etkilenmişler ve özellikle dil alanında birçok kültür alışverişi yaşanmıştır. Adanın 1878 yılında fiilen İngiliz yönetimine ge
çmesinden sonra ada Türklerinin Anadolu ve Türk kültürüyle olan bağları giderek zayıflamış ve zaman içerisinde "Kıbrıslılık" kültürü başgöstermiştir. Bu kültür 400 yıl içeresinde adada varalon değişik kültürlerden örneğin Latinler, Rumlar, ve Maronitlerden etkilenen Kıbrıs Türkleri kendi kültürlerini oluşturdular. Kıbrıs Türk mutfağı tipik bir Akdeniz mutfağı özelliklerini taşır. Zeytinyağlı yemeklerin yanı sıra "Şeftali Kebabı" olarak bilinen kebap türü çok ünlüdür. Küp kebabı ada genelinde yaygın olarak yapılan bir kebap türüdür. Kıbrıs Türkleri, birçok farklı etkinliklerde kendi halk danslarını oynamaktadır. Bu halk dansları arasında karşılama, mendil oyunları, zeybek ve kasap oyunları vb. vardır. Zamanla ada Türkleri ile 1974'ten sonra adaya gelen Türkler arasında "yerli Kıbrıslılık" düşüncesi etrafında bir ayrılık oluşmuş ve bunun sonucunda "Kıbrıs Türkleri" ve "Türkiye Türkleri" olmak üzere toplum iki kesime bölünmüştür. Bu iki kesim arasında resmiyette hiçbir şekilde olmayan fakat fiilen var olan heterojen bir toplum yapısı oluşmuş, bunun sonucunda Kıbrıs Türkleri ve Türkiye'den gelen Türkler arasında bir uzaklık meydana gelmiştir. Toplumdaki bu ikili yapı zamanla ayrımcılığa dönüşmüş ve Kıbrıs Türklerince Türkiyeliler aleyhine, Türkiyelilerce Kıbrıs Türkleri aleyhine yorumlanmıştır. Bu güne kadar bu ayrımcılık, hiçbir resmi ortamda belirtilmemesine ve siyasilerce ısrarla reddilmesine rağmen de hala varlığını sürdürmektedir. Toplumun bu ikili yapısından ötürü günümüzde saf bir Kıbrıs Türk kültüründen bahsetmek zorlaşmıştır. Her ne kadar sonradan adaya gelenler Kıbrıs kültürünü kısmen benimsemişseler de işgücüne ve turizme bağlı son göçlerden ve yerli toplumun kültürel anlamda dünyaya açılmasından sonra adadaki Kıbrıs Türk kültürü iyice zayıflamıştır. Avrupa Birliği Eurostat araştırmasına göre Kıbrıs adasının toplam nüfusunun %67'si Rum, %33'ü Türk'tür. Adada çok az nüfusla İngiliz, Ermeni ve Maruni toplulukları da bulunmaktadır. En büyük şehri Lefkoşa'dır. Kıbrıs Türklerinin bir kısmı 1955 yılından itibaren siyasi ve ekonomik sebeplerle ülke dışına göç etmişlerdir. Özellikle Birleşik Krallık, Avustralya ve Türkiye; Kıbrıs'tan büyük oranda göç almıştır. Ülkeye uygulanan ekonomik ambargolar nedeniyle üçüncü ülkelere yapılan ticarette büyük zorluklar çekilmesi ülke dışına yapılan göçlerin zaman içerisinde devamlılık kazanmasına yol açmıştır. Kesin sayısı bilinmemekle beraber ülke dışında yaşayan Kıbrıs Türkleri sayısı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde yaşayan Türk nüfusundan fazladır. Kıbrıs dışındaki Kıbrıs Türklerinin büyük kısmı Batı Avrupa, özellikle Birleşik Krallık'ta ve Türkiye'de yaşamaktadır. Diğer kaydadeğer Kıbrıslı Türk grupları Avustralya ve Kuzey Amerika'dadır. Birleşik Krallık'ta, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde yaşayan Türk nüfusu kadar Kıbrıs Türkü'nün yaşadığı tahmin edilmektedir. I. Dünya Savaşı sırasında çoğu Türk, Birleşik Krallık Ordusu'na katılarak dünyanın çeşitli yerlerinde savaşır ve savaş sonunda ise Britanya adasına yerleşmeye başlarlar. II. Dünya Savaşı'nda ise Kıbrıs adasında yaşanan ekonomik istikrarsızlıkla göçler yaşanır. 1951 senesinde ise Türk nüfuzu, Birleşik Krallık'ta varlıklarını pekiştirmek amacıyla Kıbrıs Türk Cemiyetini kurarlar ve 1958 yılında ise dönemin Türkiye Başbakanı Adnan Menderes'in de maddi yardımları ile Oxford Street'deki dernek binası alınarak faaliyetlerine orada devam eder. Dernek, 1950'li yılların sonunda Türkiye'nin Taksim isteğine yönelik Birleşik Krallık'taki Kıbrıs Türklerin mitingler yapmalarını sağladı. Kıbrıs'ta, daha ziyade yerli Kıbrıs Türklerinin konuştuğu, Türkçenin bir şivesi veya Türkiye Türkçesinin Kıbrıs ağzı olan Kıbrıs Türkçesi konuşulur. Yazı dilinde kullanılmamaktadır. Kullananlar olsa bile sistematik yapısı oluşturulmadığı için kişiden kişiye ve bölgeden bölgeye değişiklikler gösterebilmektedir. Örneğin Baf yöresi, Karpaz yöresi gibi bölgesel söyleyişlerde farklılıklar olabilmektedir. Günümüzde ise Kuzey Kıbrıs nüfusu 2011 yılı itibarıyla 294.906'dır. Çeşitli kaynaklarda KKTC'deki Müslüman nüfus oranının %98,71 ile %99 oranında yer aldığı belirtilmektedir. %0,5 oranındaki halkın Ortodoks Hristiyan, %0,2 oranında halkın Maruni Hristiyan, geriye kalanların ise diğer dini inançlarının bulunduğu belirtilmiştir. Kıbrıs Türklerinin %99'u Sünni mezhebine mensuptur. Ancak Kıbrıs Türk halkında özgürlükçü bir din anlayışı hakimdir ve pek çoğu sekülerdir. Kıbrıs'ta 1831 (Hicri 1246) tarihinde yapılan nüfus sayımında yalnızca Kıbrıs genelindeki erkek nüfus kayıt edilmiştir. Kıbrıs adasının nüfusunun o tarihte 45.365 kişi olduğu, 45.365 kişiden 29.780'sinin Gayrimüslim, 15.585 kişinin ise Müslüman olduğu yazılmıştır. Bu doğrultuda 1831 yılında Kıbrıs halkının %65,6'sı Gayrimüslim, %34,4'ünün ise Müslüman nüfustan oluştuğu anlaşılmaktadır. Aynı tarihte başlıca kentler baz alındığında; El El, kolun el demek vücudumuzda beş parmak olan parmakların bağşı olduğu yerdir. Başparmağın, diğer parmaklarla karşılıklı iş görüp, ufak nesneleri ele alabilmesi yeteneği bir özelliktir. Bu özellik sayesinde el, gayet hassas ve karışık bir alet görevini görmektedir. İnsan beynindeki eli temsil eden alan, hayvanlardakinden çok daha geniştir. Bu yüzden beyindeki bir bozukluğun ilk belirtilerinden biri de el parmak hareketlerinin eskisi kadar kolay olmamasıdır. Her türlü hareketi rahatlıkla yapabilmek için, elde irili ufaklı yirmi yedi tane kemik vardır. Bilekte, dörder kemiğin düzensiz gibi görülen bir şekilde iki sıra teşkil etmesiyle sekiz kemik bulunur ki, bunlara el bilek kemikleri denir. Avuçta da beş tane metakarpal denen el tarak kemikleri vardır. Parmaklarda ise on dört tane falanks kemiği denen el parmak kemikleri bulunup, başparmakta iki falanks, diğer parmaklarda ise üçer falanks bulunur. Önkol (dirsek ile bilek arasındaki kısım) kaslarından uzanan on iki kiriş (tendon) bileğin ön yüzündeki bir bağın (ligamentin) altından geçip, bir kılıf içinde parmaklara varır ve parmaklarda içe doğru bükülmeyi ("flexion") sağlar. Bileğin arkasında ise dışa doğru bükülmeyi ("extension") sağlar. Avucun aşağı dönmesine pranosyan, yukarı dönmesine supinasyon denir ki, supinasyon hareketi en fazla insanda gelişmiştir. Başparmak ve beşinci parmak köklerinin altında bulunan iki kabartıyı teşkil eden ve el tarak kemikleri arasındaki boşlukları dolduran kaslar, parmakların birbirlerine yaklaşıp, uzaklaşmalarını ve el içi oynaklarındaki hareketleri sağlar. Ele kan, iki atardamarla (arter) gelir. Bunlara ulnar ve radial arterler denir. Ulnar arter kolun iç tarafından, radial ise başparmağın bulunduğu taraftan ilerler. Bu atardamarlar avuç dokuları içerisinde birleşerek bir derin, bir de sathi olmak üzere iki kemer yapar ve bunlardan ayrılan dallar, her parmağın iç ve dış yanlarına uzanır. Ulnar sinir, ufak parmağın ve dördüncü parmağın iç yarısının ön yüzlerinde deri hissini sağlar ve ayrıca beşinciyle dördüncü parmağın ve ortaparmağın yarısının arka yüzünün hissi siniridir. Median sinir ise, ön yüzde diğer parmaklara gider ve bütün arkadaki uçlarını sinirlendirir. Radial sinir de elin, arka yüzünde geri kalan bölgelere dallar verir. Tıp açısından, elin ve parmakların şekli, büyüklüğü çok önemlidir. Birçok hastalığın belirtilerini elde görmek mümkündür. Mesela akromegali (ve Jigantizm) denilen devlik hastalığında, hastanın elleri fazla büyüktür. Ulnar sinirin felcinde "pençe eli", tetanide, "paralysis agitans" ve diğer sinir sistemi hastalıklarında "ebe eli" (başparmakla diğer parmakların bir arada bir koni teşkil etmesi), müzmin kalp ve akciğer hastalıklarında parmak uçlarının şişkinliği, nekris hastalığında el yumrular, romatoit artrit denen bir çeşit romatizmada şişmiş eklemler tipiktir. Bunlardan başka alkoliklerdeki tipik tremor (elin ince ince titremesi) ki bunlarda bazen bilek düşüklüğü de vardır. Organik hastalıklar veya basit sinirlenmelerde görülen tremor, karaciğer sirozunda avucun (kızarması), bazı dolaşım hastalıklarında görülen beyaz veya mor parmaklar, syringomyelia denen sinir sistemi hastalığında ağrı hissinin yok olması da tıp yönünden önemli belirtilerdir. Ancak bütün saydığımız bu belirtiler, hastalığın diğer bulgularının da iştirak etmesiyle teşhisi koydurur. Yani, sadece eldeki belirtilere bakılarak kesin teşhis konulamaz. Pro Tools Pro Tools, Digidesign tarafından geliştirilmiş olan bir hard disk ses kayıt, mix ve düzenleme sistemidir. Mac OS X ve Microsoft Windows platformlarıyla uyumludur. Albüm yapımcıları tarafından sıklıkla kullanılmaktadır. Boş Ev (film) Boş Ev (Hangul: "빈집"; RR: "Bin-jip"; İngilizce: "3-Iron"), 2004 yapımı bir Kim Ki-duk filmidir. Kim Ki-duk'un önemli filmlerinden biridir. İçinde yaşadığımız küresel dünyaya, gerek sinema tekniği gerekse uzak doğu tevekkülü ve felsefesi açısından hümanist ve büyüleyici bir mesaj bırakır. Filmde genç bir delikanlının tatildeki insanların evine girip onların yokluğunda evlerinde yaşaması anlatılmaktadır. Girdiği evlerde yaşamını sürdürürken de onların evlerinde ufak tamiratlar yapar. Bir gün boş ev sanıp girdiği evde güzel bir kadınla karşılaşır ve ona aşık olur. Kadın mutsuz ve kocasından şiddet gördüğü için ona karşılıksız kalamaz. Aralarında hiç konuşma geçmese de ilişkileri tutkulu bir aşka dönüşür. Film sessizliğin çok şey anlatabileceğini gösteren romantik bir yapım. Internet Control Message Protocol ICMP (Internet Control Message Protocol)", hata mesajları ve TCP/IP yazılımının bir takım kendi mesaj trafiği amaçları için kullanılır. ICMP RFC 792'de tanımlanmış ve RFC 950'de revize edilmiştir. Hataları raporlamak için kullanılan, kontrol amaçlı bir protokoldür. Bu şekilde normal kullanımının yanında, uzak sistem hakkında bilgi toplamak için sıkça kullanıldığından çok önemlidir. Genel olarak sistemler arası kontrol mesajları IP yerine ICMP üzerinden aktarılır. ICMP, IP ile aynı düzeyde olmasına karşın aslında kendisi de IP’yi kullanır. ICMP' nin hata raporlamak için kullanılması, IP'yi güvenli yaptığı anlamına gelmez. Datagram, yerine ulaşmayabili
r ve bununla ilgili bir hata mesajı da gelmeyebilir. ICMP mesajlarındaki hataları raporlamak için ICMP kullanılmaz. ICMP, TCP/IP' nin işlemesine yardımcı olan bir protokoldür. Her hostta mutlaka ICMP protokolü çalışır. Hata durumunda host tarafından geri bilgilendirmeyi sağlar. ICMP ağ hakkında bazı bilgileri toplamak amacı ile de kullanılır. IP hata-raporlama veya hata-düzeltme mekanizmalarına sahip değildir. ICMP yapı olarak UDP 'ye benzer bir protokoldür. ICMP de mesajlarını sadece bir datagram içine koyar. Bununla beraber UDP'ye göre daha basit bir yapıdadır. Başlık bilgisinde port numarası bulundurmaz. Bütün ICMP mesajları ağ yazılımının kendisince yorumlanır, ICMP mesajının nereye gideceği ile ilgili bir port numarasına gerek yoktur. ICMP paketleri ortamda bir geri besleme sağlarlar. Bu yolla ciddi sorunları, haberleşen birimlere bildirerek bir hata bildirim mekanizması oluştururlar. ICMP mesajı, IP paketinin veri bölümünde taşınır. Bu yüzden ICMP paketlerinin dağıtım güvenilirliği, IP paketlerinin dağıtım güvenilirliği ile sınırlı kalmaktadır. Buradan ICMP paketlerinin güvenilir iletilemeyeceği ve hedefe vardığının garanti edilemeyeceği sonuçları çıkarılabilir. ICMP kullanan komutlara örnek olarak ping ve traceroute verilebilir. ICMP mesajları IP datagramının kullanıcı verisi alanında taşınır. IP başlığındaki protokol alanı 1'e set edilerek ICMP'nin kullanıldığı gösterilir. Tüm ICMP mesajları üç alandan oluşur. !IP Başlığı ICMP şu amaçlarla kullanılır. ICMP tarafından rapor edilen hata ve durum raporlama servisleri aşağıda listelenmiştir. ! Tip Kodu Değeri ! ICMP Mesajın Tipi ICMP mesaj tipleri ile internet uzerinde kontrol amaçlı birçok program yazılması olasıdır. Örneğin timestap mesajları kullanılarak internet üzerindeki gecikmeler ölçülebilir. Basit ve sıkça kullanılan 2 tane ICMP uygulaması vardır: Ping ve Traceroute. Daha çok ağ üzerindeki sorunları tespit edebilmek ya da çözmek için kullanılan bu 2 uygulama aynı zamanda, hacking işleminin başlangıç aşamalarından birini oluşturur. Ağdaki canlı makineleri bulabilmek için ping taramaları ya da ağın haritasını çıkartabilmek için traceroute uygulamaları hacker'ler tarafından sıkça kullanılır. Ping en basit TCP/IP uygulamasıdır. Bir hosta ulaşmanın ilk adımı ona ping çekmektir. Eğer bir hosta ping ile ulaşabiliyorsanız, telnet ya da FTP ile ulaşmanız (ilgili portlar açıksa) mümkündür. Son yıllarda güvenlik duvarlarının yönlendiricilerdeki "access list"lerin ve diğer güvenlik kontrol mekanizmalarının sıkça kullanılmaya başlanılmasıyla bu yargı değişmeye başlamıştır. Yani bir hosta ping çekemiyorsanız, telnet ya da ftp yapamayacağınız anlamına gelmez. Ping uygulaması, ICMP Echo ve ICMP Reply mesajlarını kullanarak bir hostun erişilebilir olup olmadığını belirler. Ping, alıcı bilgisayara "echo request" paketi gönderirken, cevap olarak da "echo reply" paketini bekler. Traceroute programı ise gönderen bilgisayardan alıcı bilgisayara giden paket ve izlediği yolla ilgili çok önemli bilgiler verir. Bu bilgiler arasında en çok kullanılanı "paketin izlediği yol (path)" bilgisidir. Bu sayede paketin hangi yollardan geçerek alıcı hosta ulaştığı rahatlıkla izlenebilir. Traceroute programı ICMP protokolünün bir parçasıdır. ICMP protokolü, iki host arasında bilgi akışı olurken, bu esnada ortaya çıkan hataları ve diğer bilgileri mesaj yoluyla raporlar. Ping taraması bir ICMP uygulamasıdır ama bir sistem hakkında ICMP sorgulaması yapmak sadece ping paketleri ile yapılmaz. Bir sisteme birçok yoldan ICMP sorgulaması yapılabilir ve çok değerli bilgiler elde edilebilir. Mesela,Unix tabanlı sistemlerde kullanılan "icmpquery" ya da "icmppush" uygulaması sayesinde sistemin saati(hangi zaman bölgesinde olduğu) "ICMP type 13" (TIMESTAMP) ile öğrenilebilir ya da bir hostun hangi ağ maskesinde olduğu "ICMP type 17" (ADDRESS MASK REQUEST)mesajı ile elde edilebilir. Ağ maskesi(Netmask) bilgisi önemlidir,çünkü saldırgan sadece belli bir alt ağdaki(subnet) sisteme saldırmak isteyebilir.Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta da tüm yönlendiricilerin ICMP TIMESTAMP ya da ICMP NETMASK sorgulamasına cevap vermedikleridir. Önlemler ICMP sorgulamasını engellemek,ilgili ICMP tiplerini (ICMP TIMESTAMP - type 13 gibi) bloke etmekle yapılabilir. Cisco yönlendiricilerde bu engelleme genişletilmiş erişim listesiyle şöyle yapılır: Ancak ICMP paketlerini engellemek, ağdaki sorunların çözülmesini geciktirebilir. ICMP sorgulaması saldırı tespit programları ile rahatlıkla gözlenebilir. Yunak Yunak, Konya ilinin bir ilçesidir. İç Anadolu Bölgesi’nde Konya iline bağlı bir ilçe olan Yunak, doğusunda Cihanbeyli ve Sarayönü, güneydoğusunda Kadınhanı, güneyinde Ilgın, güneybatısında Tuzlukçu, batısında Afyonkarahisar, kuzeyinde Çeltik, kuzeydoğusunda da Ankara ili ile çevrilidir. Konya’nın kuzeybatı kesiminde yer alan Yunak, 2.000 m'yi aşmayan orta yükseklikteki dalgalı düzlüklerden oluşmuştur. Cihanbeyli Platosu ilçenin güneydoğusundadır. Kuzeyde Yukarı Sakarya Ovaları olarak tanınan Turgut ve Eşme ovaları bulunmaktadır. İlçe topraklarından kaynayan Gökpınar deresi ilçe sınırları dışında Sakarya Nehri’ne katılır. Ayrıca ilçedeki Küçükhasan Gölü'nün bir bölümü Çeltik ilçesi sınırları içerisindedir Piribeyli kasabası en büyük kasabasidir. Deniz seviyesinden 1.151.5 m yüksekliktedir. Çamoluk Çamoluk, Giresun ilinin bir ilçesidir. Eski adı Mindaval'dır (ya da Mindeval). İsmin kökeni Galatyalılara kadar götürülebilir ve "huzur vadisi" anlamına gelmesi muhtemeldir. Pazar yeri Teştik en az ilçe kadar ünlüdür. Nişanyan, Teştik etimolojisini Ermenice "düz olan yer" anlamında "taşdik" kelimesine bağlasa da, Türkçe "dış alan, açık bölge" anlamında "taşarı" kelimesinden türetilmiş olması daha gerçekçidir. Yakın bölgenin en önemli yerleşim yeridir. Çepni’lerin bu bölgeye Trabzon’un fethinden önce Akkoyunlu Hükümdarı ve Safavi Türkmen İmparatorur Şah İsmail'in Dayısı Uzun Hasan zamanında kafileler halinde geldikleri bilinmektedir. Çepni kelimesinin anlamı; Düşmana karşı gözü pek, Asi, mazlumlara karşı merhametli, mert, sınır bekçiliği yapan manasına gelmekte olup, yöre insanı bu özelliklerin tümünü taşımaktadır. İlçe 40 - 115 enlem ve 2 - 45 boylamlarında yer almaktadır. Mindaval deresinin uzandığı geniş bir vadi üzerine teşkilatlanan ilçenin bu konumu Doğu Anadolu’nun kuzeybatı, İç Anadolu'nun kuzeydoğu ve Karadeniz Bölgesi’nin güneyinde olup geçit bölgesi özelliğini göstermektedir. Genellikle dik yamaçlardan oluşmuş bir coğrafyada yeterli genişlikteki düzlükler yerleşim imkanını kolaylaştırır. Su kaynakları bakımından zengindir. Batısında (Şebinkarahisar,Giresun), kuzeyinde (Alucra/Yağlıdere,Giresun), doğusunda (Gümüşhane), güneydoğusunda (Erzincan) ilçeleri yer almaktadır.2013 yılında yapılan genel nüfus sayımında ilçe merkezi nüfusunun 3137 olduğu tespit edilmiştir. İlçeye bağlı 8 mahalle ve 27 köy vardır. İlçenin deniz seviyesinden yüksekliği 1140 metredir. Kalesivrisi ve Kireçkuyusu köyleri tepelerinin çevrelediği ve Kelkit ırmağının ikiye böldüğü vadide kurulmuştur. İlçedeki önemli dağ ve tepeler aşağıda gösterilmiştir. Coğrafi konumu itibarı ile Doğu Karadeniz Bölgesi’nin bittiği bir noktada bulunan ilçede karakteristik bir geçiş iklimi hüküm sürmektedir.Çamoluk'ta yarı kurak İklim ile nemli Doğu Karadeniz İklimi arasında sıcaklık ve karasallık karakterleri açısından İç Anadolu'ya, buharlaşma, nem ve yağış şartları açısından Karadeniz İklimine yakınlaşan bir geçiş iklimi yaşanmaktadır. Yılın en soğuk ayı ocak, en sıcak ayı temmuzdur. Yıllık sıcaklık ortalaması 13 derecedir. Ocak ayı sıcaklık ortalaması -10 derecedir. Temmuz ortalama sıcaklık 20 derecedir. Yıllık yağış miktarı 500–800 mm arasıdır. Ortalama nispi nem %65'tir. Bölge iklimi yapılan barajların ve ağaçlandırmanın etkisi ile bağıl nemi artmaya ve yağış ortalaması yükselmeye başlamıştır. Gün geçtikçe Çamoluk'un yağış miktarı ve ormanları artmakta ve tipik Karadeniz iklimi ile benzerlik göstermeye başlamıştır. İklim şartları ve yeryüzü şekilleriyle bağlantılı olarak bitki örtüsü genellikle seyrek görünümündedir. Ormanlık alanlar görülür. Devlet desteği ve Sivil Toplum Kuruluşlarının girişimleri ile yürütülen ağaç dikme kampanyaları ile Çamoluk'taki ormanlık alanlar gün geçtikçe çoğalmakta ve ilçe silüeti tipik Karadeniz ilçesi görünümünü almaya başlamıştır.Ayrıca küçük guruplar halinde meşe ağaçları bulunmaktadır. Irmak yatağı boyunca çok miktarda kavak ve söğüt ağaçları bulunmaktadır. İlçenin büyük bölümünde bol miktarda ceviz ağacı yetiştirilmiştir. Kaliteli ceviz veren bu ağaçlar, ilçe ekonomisine katkı sağlamaktadır. Fındık ticari amaçlı olarak yetiştirilmemektedir. Ayrıca ticari amaçlı olarak bal üretimi yapılmaktadır. İlçede asli ağaç türleri olarak sarıçam, meşe, ardıç ve kavak; diğer vejetasyon türleri olarak kuşburnu, adi alıç, dağ çileği, yaban fındığı bulunmaktadır. İlçede yöreye has bir fasulye (kuru fasulye) çeşidi yetiştirilip satılır. Bu ürün yöre halkı tarafından tüketilir. İlçenin en önemli akarsuyu Kelkit çayıdır. Erzincan ili sınırlarından doğan Semah deresi vadiyi geçerek Güce ve Kaledere köylerinin birleştiği yerde Kelkit çayına karışır. Kelkit çayı ilçenin ortasından geçer. Çamoluk’un arazisini doğu-batı istikametinde ikiye ayırır ve Yeşilırmak’a karışır. Sonbaharda ve ilkbaharda yağışların artması ile kabaran ve yazın kuruyan küçük dereler vardır. Bunlar; Hayran, Susuz dere, Kurukol deresi, Değirmen dere, Derin dere, Demirci deresi, Kuzyurt deresi ve Çıngırdın deresidir. İlçenin Gürçalı köyünde bulunan Gürçalı şelalesi vardır. 2000 yılında yapılan sayımlarda ilçenin genel nüfusu 14.715; merkez nüfusu ise 4.192’tür. İlçenin 8 mahallesi ve 27 köyü mevcuttur. Çamoluk ilçesi, Kelkit Irmağı'nın oluşturduğu vadi üzerinde yer alır. Çamoluk İlçesi 09.05.1990 yılına kadar Alucra İlçesine bağlı olan bir yerleşim birimi iken, 09.05.1990 tarihinde kabul edilen 3644 sayılı Kanunun 20.05.1990 tarih ve 20523 Sayılı Resmi Gazete de yayımlanması ile birlikte Alucra'dan ayrılarak Giresun iline bağlı bir ilçe
olmuştur. İlçenin tarihi eserleri şunlardır; Hacıahmetoğlu köyünde Safavilerden kaldığı sanılan bir kale kalıntısı mevcuttur. Çok önemli bir bölümü tamamen tahrip olmuştur. Sadece temel seviyesinde bir takım taşlar bulunmaktadır. Buraya da ulaşım imkânları son derece kısıtlıdır. Bu kale tepeden yeraltına doğru 120 m Derinlikte olup, dağ yamacından açılan iki kapıya sahiptir. Sarpkaya köyünde Osmanlı dönemine ait oldukça eski bir cami vardır. Halen faaliyette bulunmaktadır. Sarpkaya köyünde bulunan Bektaş Bey’in ismini taşıyan bu caminin duvarları kesme taşla yapılmış ve tavanı ahşap olarak bitirilmiş ancak son yıllarda mevsim şartlarından etkilenmemesi için çatı yapılarak saçla kapatılmıştır. Camii’nin yapımında kullanılan süsleme işlerinde kökboyası kullanılmıştır. Yörenin en eski ve tarihi camii özelliği taşıyan Bektaş Bey Camii halen ayaktadır. Çamoluk İlçesi Yuvacık mahallesinde bulunan Folbaba türbesinin diğer adı da Derviş Ali Baba Türbesi'dir. İlçe ekonomisinin temelini tarım ve hayvancılık oluşturur. Arıcılık oldukça yaygındır. İlçede her yıl Çamoluk Bal Festivali düzenlenmektedir. İlçede diğer bir ekonomik değeri turizm oluşturur, yayla turizmi oldukça yaygındır. Ayrıca av turizmi de son derece yaygındır. İlçede önemli ölçüde yaygın yayla turizmi, yaz aylarında çok güzel eğlencelere dönüşmektedir. İlçedeki önemli yaylalar: Merkez Teştik Yaylası, Berdiye, Kıcılı, Akpınar ve Başyayla'dır. Ayrıca Kümbet Yaylası, Çakrak Yaylası, Sis Dağı Yaylası ve Kadırga Yaylası da bölgenin eski göçer yaylalarıdır. Eylül 2016'da FETÖ'ye yardım ve destek verdiği gerekçesiyle tutuklanan ve kanun hükmünde kararname ile görevinden uzaklaştırılan belediye başkanı Savaş Akarçeşme'nin yerine belediye meclisi üyesi Musa Varıcı atandı. Dereli Dereli, Giresun ilinin bir ilçesidir. Giresun ilinin güneyinde, Şebinkarahisar yolunun 32. km. sinde Aksu Vadisi üzerinde yer alır. Dereli 1926'da nahiye, 1 Nisan 1958 yılında da ilçe olmuştur. Daha önceleri aynı yerde birkaç ev ile Türk ve Rum esnafın dükkânının bulunduğu "Dölçukuru" denen bir köy bulunmaktaydı. Başbakanlık Devlet Arşivi'nde Dölçukuru Köyü "YarAli Bey" isimli bir Türkmen beyinin tımarı olarak 1500'lü yıllarda kayıtlı olduğu ve 400 has akçe vergi ödediği görülmektedir. Dereli'nin tarihini Giresun'un tarihi içinde incelemek ve değerlendirmek gerekir. Giresun 1397 yılında Türkmen beyi BayramŞah'ın torunu Emir Oğlu Süleyman bey tarafından fethedilmiş ve Türk yurdu haline getirilmiştir. Bu tarihten sonra Giresun ve çevresinde yoğun Türk nüfusun yerleşmeye başladığı görülür. Ancak Dereli civarında Giresun Merkez'den çok daha önceki yıllarda Türklerin var olduğu burada Kuşlu Han ve Zırhlı Han isimli iki Türkmen beyinin hakimiyetinde olduğu çeşitli kaynaklarda yazar..Dereli'ye iki koldan (Kuşluhan ve Zırhlıhan) gelmişlerdir. Orta Asya Horasan'dan (bak. Horasan Erenleri) gelen Oğuz Türkmen boyları, Kelkit vadisi boyunca Şebinkarahisar'a ve Dereli'nin güneyine yerleşmeye başladılar. Diğer kol Harşit Vadisi'ne yerleşmiş olup, bunlardan bir kısmı ilçe çevresine gelerek yerleşmişlerdir. İstanbul'un Haçlıların eline geçmesinden sonra Sinop çevresindeki Çepni adlı Oğuz boyları doğuya doğru ilerleyerek Giresun çevresi ve Dereli ilçesine de yerleşmişlerdir. Dereli ve civarına gelen Türkmenler Selçuklu döneminde bölgeye yerleşmişlerdir. 1398 tarihinde Yıldırım Beyazıt yöreyi Osmanlılara bağlamak üzere yapmış olduğu seferde Canik Beyliği'nin merkezi Samsun'u ele geçirmiştir. Bu olay üzerine Dereli ve çevresinde yaşayan Türkler Osmanlılara katılmışlardır. Ankara Savaşı'ndan sonra Timur yöreyi Türkmen Hacı Emiroğlu Süleyman Bey'e iade etmiştir. Bu dönemlerde Dereli çevresinde Akkoyunlu Türkmen Hükümdarı tarafından şahıslara vakfedilmiş topraklar bulunmaktadır. Dereli ve çevresi Selçuklular'dan bu yana Türk toprağıdır.Düşman işgali görmemiştir. Prof.Dr.Faruk Sümer'in Oğuzlar/Türkmenler isimli eserinde Dereli de içinde olmak üzere Giresun ve Trabzon'un bir bölümünün 1515 yılındaki tahrir defterlerinde Vilayeti Çepni olarak ayrı bir bölge olarak gösterildiğini ve buralardaki köylerin isimlerinin hep Türkçe oldugunu ve buralarda yaşayan Türkmenlerin Hacı Bektaşi Veli'nin müridleri oldugunu yazar. Dereli ve çevresi Giresun kazasının bir köyü olarak, Tanzimat Dönemi'ne kadar Trabzon'a bağlandı. Tanzimattan sonra Karahisar'ı Şarki (Şebinkarahisar) Sancağı'na, sonra yine salnamelere göre Trabzon'a bağlı kaldı. Gürcistan'ın Ruslar tarafından işgal edilmesiyle müslüman Gürcüler göç ederek 1892 yılında ilçeye bağlı bazı köylere yerleşmişlerdir. Cumhuriyet döneminde 1926 yılında Dereli, Giresun'a bağlı bir nahiye yapıldı. 1 Nisan l958 yılında 7033 sayılı kanunla Dereli ilçesi kurulmuştur. Giresun ilinin güneyinde, Şebinkarahisar yolunun 32. km. sinde kurulan ilçe Aksu Vadisi üzerine yerleşmiştir. Doğuda Keşap, Yağlıdere, batıda ise Bulancak ilçeleri yer almaktadır.İlçe "yaylalar diyarı" diye anılır. Giresun’un diğer ilçeleri gibi son derece dik ve engebeli bir araziye sahip olan Dereli, 3000 metre yükseklikteki Karagöl-Kırklar Dağı'nın rakımına kadar ulaşabilmektedir.Giresun Dağları'nın en yüksek tepesi Olan Abdal Musa Tepesi'nin rakımı 3331 metredir. İç Anadolu'ya doğru geçiş, Eğribel Geçidi üzerinden yapılmaktadır. İlçenin yüzölçümü yaklaşık 820 km² dir. İlçedeki yağış ortalaması 1300 mm. ye ulaşmaktadır. İlçede herhangi bir fabrika, önemli üretim tesisi yoktur ancak yeni hidroelektrik santrali kurulmaktadır. İlçe halkı genellikle gurbetçidir. İlçeyi sahile bağlayan Şebinkarahisar karayolu asfalt olup tüm köy yolları stabilizedir. Son zamanlarda bazı köy yollarında betonlama çalışmaları yapılmaktadır. Bölgede fındık en önemli tarım ürünüdür. İlçenin bazı köyleri orman köyü olduğundan, orman köylüsünü kalkındırma amaçlı kooperatifler bulunmaktadır. Ayrıca bölgede büyük ve küçükbaş hayvan yetiştiriciliği yanında, tatlı su balıkçılığı da yapılmaktadır. Fazla ticari olmasa da kümes hayvanları yetiştirilmekte ve arıcılık yapılmaktadır. Dereli ilçesi organik tarıma uygun olmasına karşın bölge nüfusunun sürekli olarak göç vermesi sebebiyle uygulanamamaktadır. İlçede tahsilli insan oranı yüksektir.3 lise, 1 ortaokul ve 1 ilkokul bulunmaktadır. Sağlık Meslek Lisesi maalesef ilgisizlikten dolayı kapatılmıştır. İlçe halkının yüzde 98'i okuma yazma bilir. İlçeye Giresun Üniversitesi'ne bağlı Meslek Yüksek Okulu kurulmuştur. İlçede turizm henüz tam gelişmemiş olup ekonomiye katkısı sınırlıdır. Daha çok iç turizm, doğa ve yayla turizmi hakimdir.Doğu Karadenizin en önemli yaylalarından Kümbet ve Bektaş yaylaları ilçe sınırları içinde bulunmaktadır. Turizmi geliştirmek için her yaz Temmuz ayının ikinci pazar günü Kümbet Yaylası'nda yayla şenlikleri düzenlenmektedir. Diğer taraftan yüzyıllardır her yıl Mayıs ayının altıncı günü Hıdırellez Şenlikleri'nin düzenlenmektedir. İlçenin, civar köylerin ve Karadeniz'in kuşbakışı görünümüyle muhteşem bir manzaraya sahip olan Guskun Tepesi de gerçekten görülmeye değerdir. İlçenin önemli tarihi eserleri arasında, Hisar Köyü'ndeki Meryem Ana Manastırı, Kuşluhan Kalesi, Yavuzkemal Köyü hanlarını ve tarihi ören yeri, Akkaya Köyü'ndeki Çobankayası resimleri ve çok sayıda kemer köprüler, tekkeler ve ocak yerleri bulunmaktadır. Göçebe Türkmen Çepnilerin Orta Asya'dan bu yana getirdikleri adetlerden olan yaylacılık ilçede yaygın olup, hayvanlarını otlatmak için yöre halkı yaylaya çıkmaktadır. Bektaş ve Kümbet yaylalarının ilçe sınırları içinde olması dolaysıyla yayla şenliklerinin yapıldığı aylarda ilçede sosyal ve kültürel açıdan bir canlılık yaşanmaktadır. Kümbet Yaylası Şenliği, Temmuzun ikinci haftası (Cuma-Pazar) Kümbet Yaylası'nda yapılmaktadır. Bektaş Yaylası Şenliği, Ağustos ayının ilk haftası (Cuma-Pazar) Bektaş Yaylası'nda yapılamaktadır. İlçe örf ve adet bakımından Giresun iline benzerlik göstermekte olup, Türkmen/Çepni boylarına has geleneksel giysiler halk tarafından özel günlerde giyilmektedir. Yeni takvimle 20 Mayıs'a tekabül eden Mayıs Yedisi Kutlamaları Aksu Deresi'nin denize döküldüğü yerde yapılmaktadır. Mayıs ayının altıncı gününe raslayan Hıdırellez Şenlikleri de ilçenin, civar köylerin ve Karadeniz'in muhteşem manzarasına sahip Guskun Tepesi'nde yapılmaktadır. Cenazelerde talkım verilmekte ve 3 gece mezar başında ateş/ışık yakılmakta, 4 cumalık ve 52nci güne karsılık gelen 52 duası okunmaktadır. Ramazan boyunca "Tömbelekçi" denen ve genellikle çocuklardan oluşan gruplar maniler söyleyerek evlerin kapısını çalar ve yiyecek yufka/tatlı başta olmak üzere çeşitli hediyeler toplarlar.Muharrem ayında Aşure dağıtılır. Efsaneler arasında Elik Keçi, Kuyu, otbitmez, bereket, su çobankayası, cami yeri efsaneleri ünlüdür. Alevi/Bektaşi inançlarına uygun olarak ocak yerleri ziyaret edilir,hastalara şifa,dertlere deva aranır, sacayaktan atlanır. Bilindiği üzere Türkmen Çepniler Hacıbektaş Veli'nin ilk müridleri olup Alevidirler. Bu konuda Prof.Faruk Sümer'in Oğuzlar isimli eserinde Trabzon yöresi Çepnileri bölümünde ayrıntılı bilgi mevcuttur. Zırhlıhan ve Saltuk köylerinde Alevi yurttaşların yaptırmış olduğu Cem Evi bulunmaktadır. Kuzukulağı yemeği, gücükdene çorbası, galdirik turşusu, armut ballaması, çökelik yöresel yemeklerdir. İlçede sosyal yaşam zayıftır. Eğitim seviyesi ortaokul düzeyindedir. Dereli eskiden yerleşik Rumların ve göçebe Türklerin yaşam alanı olduğu için ortaya çıkan ortak kültür günümüzde yaşanmaktadır. İlçe Giresun ilinin en çok ozan yetişen bölgesidir. Bilhassa Bahçeli ve Saltuk köylerinden bir çok halk ozanı çıkmıştır. Söğütlü Söğütlü, Sakarya ilinin bir ilçesidir. Söğütlü'nün tarihi MÖ 2340 tarihinde Akadlara kadar uzanır. Daha sonraları Hitit, Frigya, Lidya ve Kimmer medeniyetlerinin hakimiyeti altında kalan bölge MÖ 546 yılında Pers İmparatorluğuna geçti. Büyük İskender'in Persleri yıkmasıyla Makedonya İmparatorluğu'nun eline geçti. İskender'in ölmesiyle Helenistik dönem başladı. Bitinya Krallığı'nın elinde kalan bölge MÖ 63'te Doğu Roma İmparatorluğu hakimiyetine girdi. Bu hakimiyet MS 6. yüzyılda Anadolu Selç
uklularının eline geçti. Selçuklular yıkılınca İznik İmparatorluğu'na geçen Sögütlü civarını Orhan Gazi Osmanlılar'a katmıştır. Sakarya nehrinin sürekli yatağını değiştirmek ve bataklık sahalarla çevrili Söğütlü ovası yerleşmeyi güçleştirmiş ve günümüze zengin tarihi eserlerin ulaşmasını engellemiştir. Daha çok göçebelerin yaşadığı ve hayvanlarını otlattığı ova Osmanlı-Rus harbinde Bulgaristan, Romanya ve Yunanistan'dan gelen muhacirlerin bölgeye getirilmesiyle yerleşme anlam kazanmıştır. Millî mücadele döneminde çeşitli çetelerin de etki alanında bulunan bölge köyleri Yunanların çekilmesi sırasında yıkımlara uğramıştır. Her sene Temmuz ayının 3. haftası Tarım, Hayvancılık ve Süt Festivali düzenlenir. Harmantepe Kalesi Taraklı Taraklı, Sakarya ilinin güneydoğusunda, merkeze 65, İstanbul'a 200 ve Ankara'ya 200 kilometre mesafede bir ilçedir. Geyve ilçesine bağlı kasaba iken 27 Haziran 1987 tarihinde ilçe olmuştur. Bulunduğu konum itibarıyla doğusunda Bolu'nun Göynük ilçesine 28 km, batısında Geyve ilçesine 34 km, güneyinde Bilecik'in Gölpazarı ilçesine 30 km olmak üzere konuşlanmış bir ilçesidir. 1289 senesinde Selçuklular gelmistir. Manav yerlesimidir. Taraklı İlçesi Türkiye'de 2016 itibarıyla 11 tane bulunan Sakin Kent unvanına sahip ilçelerden birisidir. Cittaslow hareketi Türkiye’ye 2009 yılında Seferihisar ilçesinin katılmasıyla gelmiş oldu. Seferihisar Belediye Başkanı, Cittaslow Uluslararası Başkan Yardımcısı, Cittaslow Türkiye Koordinatörü olan Tunç Soyer, Cittaslow hareketin Türkiye’de gelişmesine öncü olmuş, İzmir ili Seferihisar ilçesi dünyanın 129′uncu, Türkiye’nin ilk sakin şehri olmuştur. Bu üyelik Türkiye’nin tanıtımı için yeni bir vesile olmakla birlikte, sakin kent unvanı almış ilçelerin gelişimi için, kültürel ve tarihi değerlerin korunması açısından önemli bir adımdır. 2009 yılından 2016 yılına kadar geçen 7 yıl gibi kısa süre içerisinde Türkiye’de sakin kent hareketine üye sayısı Mart 2016'da Erzurum İli Uzundere İlçesinin katılmasıyla 11’e yükselmiştir. Civarla olan tek irtibatı karayolu ile olup İstanbul Adapazarı, Beypazarı, Ankara transit yolu üzerindedir. En yakın demiryolu 37 km doğusunda Ali Fuat Paşa'dan geçmektedir. En az Safranbolu evleri kadar ayakta kalabilmiştir. Üstelik Taraklı konakları Safranbolu’dan farklı olarak yemyeşil bir doğanın içinde yer almaktadır. Hıdırlık Tepesi ve Taraklı Hisarının yamaçları ile bu iki tepe arasındaki vadide kurulu, Taraklı’ya, Göynük cihetinden gelen dere de ayrı bir güzellik katmaktadır. Tarihi evlerin bazılarının 3 asrın üzerindedir. Bu evlerin genel karakteristiği Osmanlı şehir dokusunu oluşturan üç katlı ev biçimidir. Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi sırasında Vezir-i Azamı Yunus Paşa tarafından 1517 yılında yaptırılan Yunus Paşa Camii, kubbesi kurşun kaplı olduğundan, halk arasında “Kurşunlu Camii” diye anılır. Yunus Paşa Camii, kare planlı, tek minareli klasik uslupta inşa edilmiş, güzel bir Mimar Sinan eseridir. Cephe duvarları, ince yontu küfeki taşından inşa edilmiş olup, yine küfeki taşından işlenmiş saçak kornişleri ile sonuçlanmaktadır Taraklı, İpek Yolu üzerinde olduğundan kervanların Taraklı’da konakladığı ve yılların hiçbir zaman eskitemediği tarihi han yerli ve yabancı turistlere ben buradayım gelin misafirim olun, dercesine ihtişamıyla Taraklı’nın tarihini anlatır. Tarihi mekanlarımız arasında kalan ve buram buram tarih kokan daracık sokaklar Arnavut Kaldırımı mimarisinde yapılmıştır. Sokaklarda yük taşıyanların dinlenmeleri için dinlenme taşları bulunmaktadır. Hamam, ilçe merkezinde, Yunus Paşa Cami’ne yakın bir yerdedir. Hamamın ilk yapıldığı yıllarda, hamamdan çıkan buhar, yakınındaki Yunus Paşa Camii’ni merkezi sistemle alttan ısıtılmasında kullanılmıştır. Osmanlı döneminden kalma tarihi bir hamamdır. Ayrı bölümlerde eski ve yeni iki havuzu var. Huzur dolu ortamında, doğanın içinde şifalı sularla yapılan kürlerden sonra kendinizi iyi hissetmemek imkânsız. İlçenin Yusuf Bey Mahallesi’nde 7 asırlık çınar ağacı Osmanlı Kültürünü gelecek nesillere aktarmaktadır. Osmanlı devleti topraklarına kattığı her yerleşim yerine çınar ağacı dikme geleneğinin Taraklı’da da sürdürmüştür. Asırlık çınar ağacı büyük bir yangın tehlikesi geçirmiş, ancak çok büyük bir zarar görmeden kurtarılmıştır. İlçenin savunulmasında stratejik öneme sahip olan “Hisar Tepesi“ tarihi kalıntılar olan su sarnıçları ile ilçenin kalesi görünümündedir. Hisar tepesi’ndeki iki su sarnıcı MÖ 1000- MÖ 2000 yılları arasını tarihlemektedir. Akarsuların başında kurulmuş, su enerjisini dönel hareket enerjisine çeviren çark sisteminden güç alarak dönerek öğütmeye yarayan; halk dilinde “kara değirmen” olarak anılan, beş taşlı veya iki taşlı su değirmeni köylüler tarafından günümüzde de kullanılmaktadır. Yeşilyurt, Malatya Yeşilyurt (eski adıyla Çırmıhtı), Doğu Anadolu Bölgesi’nin batısında Malatya ili’ne bağlı bir merkez ilçe. Doğuda Battalgazi, batıda Akçadağ ve Doğanşehir, güneyde Çelikhan ve Adıyaman ili, kuzeyde ise Yazıhan ilçesi ile çevrilidir. 2012 yılı Kasım ayında büyükşehir yasasında yapılan değişiklikle Malatya'nın büyükşehir olmasıyla Yeşilyurt merkez ilçe olmuştur. İlçenin bulunduğu yerde arkeolojik kazı ve yüzey araştırması yapılmadığından eskiçağ tarihi ile ilgili kesin bilgi bulunmamaktadır. Ancak İl merkezine yakınlığı ve onun bir banliyösü konumunda olduğundan aynı tarihi paylaşmış olmaları olasıdır. Bununla birlikte Kaletepe'de bulunan 8. ve 9. yüzyıla ait Bizans kalıntıları, Bizans döneminde burada karakol niteliğinde bazı yapılar olduğunu göstermektedir. Bunun dışında ilçenin ismi tarihi kaynaklarda geçmemektedir. Osmanlı döneminde Çırmıktı denilen bu yerleşim, Cumhuriyetin ilanından sonra İsmet Paşa ismini almış, 1957 yılında siyasi nedenlerle ismi Yeşilyurt olarak değiştirilmiş ve ilçe konumuna getirilmiştir. İlçede herhangi bir tarihi eser bulunmamaktadır. Taşhoron Kilisesi, bu ilçede yer almaktadır. Malatya merkezinin batı kısmını oluşturan ilçe topraklarının bir kısmı dağlık alanlardan oluşmaktadır, ilçenin yüzölçümü 1013 km² dir. İlçenin güney kesimini Güneydoğu Torosların uzantısı olan Malatya Dağları engebelendirmektedir. Malatya Dağları’nın en yüksek noktası Beydağı'nda 2.545 metreye ulaşan Şillan Tepesi’dir. İlçenin kuzey kesimi Malatya Ovası’nın uzantısı içerisindedir. İlçe topraklarını dışarıdan kaynaklanan Beyler Deresi (Derme Çayı) sulamaktadır. İlçede karasal iklim hüküm sürmekte olup yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağışlı geçer. Etrafındaki ağaçların ve yeşilliğin etkisiyle yaz akşamları son derece serindir. İlçe ekonomisi tarım, hayvancılık, dokuma ve küçük sanayiye dayalıdır. Yetiştirilen başlıca tarımsal ürünler; buğday, arpa, kayısı, kiraz, tütün ve üzümdür. Dağlık bölgelerde ise hayvancılık ve arıcılık yapılmakta olup, kıl keçisi, koyun yetiştirilir. İlçede belli başlı sanayii kuruluşlarının iplik, dokuma ve hazır giyim üretimi yapan tesisleri bulunmaktadır. Derme Suyu'nun geçtiği yerlerdeki bahçeler, Gündüzbey kasabası, Kapılık, Derme Suyu’nun kaynağı olan Pınarbaşı, Kozluk köyü, Şabandede, Davulpınar İnekpınarı, İnek Çayı’nın vadi, Koru Deresi, Güvercin Pınarı ilçenin doğal güzellikleri olup, halkın dinlenme ve mesire yerleridir.Bunun yanı sıra Atılgan Parkı ve diğer park yerleri yazın misafirlerin gözde duraklarıdır . Meditasyon Meditasyon, Latince "meditatio" kelimesinden türetilmiş, sözcük anlamıyla birçok Batı dilinde ""derin düşünme"" anlamına gelmekte olan bir terim olup, sözlüklerde, ""kişinin iç huzuru, sükûnet, değişik şuur halleri elde etmesine ve öz varlığına ulaşmasına olanak veren, zihnini denetleme teknikleri ve deneyimlerine verilen ad"" olarak tanımlanır. Meditasyon tekniklerine, ait oldukları, Budizm (Hindistan), Taoizm (Çin), Bön (Tibet), Zen (Japonya) ve İslamiyet'te (tefekkür) gibi inanç sistemlerine göre ve izledikleri yöntemlere göre değişik adlar verilmiştir. Ayrıca günümüzde mevcut farklı inanç sistemleri, mezhepler ve ekoller meditasyonu farklı olarak yorumlamakta ve farklı şekillerde uygulamaktadırlar. Bu bakımdan standart ya da tekbiçimli bir meditasyondan söz etmek olanaksızdır. Meditasyon, birçok kültürde ve dinde uygulanan manevi bir arınma tekniğidir. Uyanıklık ve konsantrasyon çalışmalarıyla kişi kendini toplar ve zihnini, ruhunu dinlendirir. Doğu kültürlerinde meditasyon, köklü ve bilinç açıcı bir teknik olarak kabul edilir. Söz konusu olan bilinç açma durumu, her inanışa göre farklı adlandırılır. Bunlar; boşluk, farkındalık, tek olma, burada ve şimdide olma, düşüncedeki özgürlük olarak tanımlanabilir. Transandantal Meditasyon(TM)için: "Biz meditasyonu tanımlarken onun çok dinlendirici, sakin ama artmış bir uyanıklığın da olduğu ve genellikle iç mutluluğu yaşatan öznel bir deneyimi kazanmak amacıyla tekrar tekrar yapılan zihinsel bir teknik olarak tanımlarız" denilmektedir." 415 Jevning et al. (1992) Meditasyon yapmak, genel inanışa göre sessiz sakin olmak ve farkındalığı arttırmak için bilinçli olmayan sadece zihni izleme amacli bir çaba gibi görünmektedir. Ancak bu terim standart ya da tekbiçimli olmayan çok sayıdaki farklı uygulamaların genel adıdır. Oldukça hareketli olan, açık bilinçli düzeyde yapılan veya fiziksel sağlık ve tedavi amacıyla yapılan meditasyonlar da mevcuttur. Dini inançlardan bağımsız olarak meditasyon bir başka düzeydeki gerçekliği algılamayı sağlayabilir. Meditasyon ister bir dua, ister derin, mistik bir düşünce ve bilinç durumu veya fiziksel ve psikolojik sağlık kazanma arayışı olarak yapılsın, bu başka düzeydeki gerçeklik farkındaliği kişisel olgunlaşma ve gelişim olarak tezahür eder. Varlığı hissetmekle, insanın içinde ve çevresinde olan bitenlerle yoğun bir biçimde ilişkiye geçmektir. Meditasyon teknikleri, belli başlı gruplarda toplanamayacak kadar çeşitlilik gösterir. Bu söz konusu teknikler dinsel kökenli geleneklere göre, her birinin kendine özgü öğretileri olan dini okullara ya da dini yönelişlere göre farklı olabilir. Birçok okul değişen meditasyon tekniklerine bağlı kalmıştır. Meditasyon teknikleri bunun yanı sıra, öz
ellikle 20.yy.ın 50’li yıllarından itibaren batı öğretilerine ve uzak doğu öğretilerinin bir kısmına ilham vermiştir. Meditasyon teknikleri gereksinimlere göre batı öğretilerine uyarlanmıştır. Tüm meditasyon teknikleri, gündelik bilinç halinin gerçek farkındalığa dönüştürülmesini sağlayan manevi bir aracı yöntem olarak adlandırılabilir. Bu yöntem vasıtasıyla, şimdiye kadar yaşanmış olan şeyler geride bırakılır, kişi özellikle beklentilerden, geçmişteki öznel anlam yüklü yaşanmışlıklardan ve gelecekle ilgili planlardan meditasyon sayesinde arınır. Çoğu meditasyon tekniği, gerçek farkındalığı ve kökten rahatlamayı eşzamanlı mümkün kılarak bilinçli olma durumuna ulaşılmasını sağlar. Meditasyon teknikleri başlıca iki grupta toplanabilir: Her iki meditasyon tekniği de hem aktif olarak dikkat toplamayı hem de pasif olarak gevşemeyi, pasif olma durumunu kapsar. Genellikle meditasyon denilince akla pasif meditasyon şekli gelir. Bu formun kullanımı daha yaygındır. Bununla birlikte, en genel anlamda ele alınırsa, başlıca üç çeşit meditasyon yöntemi vardır: 1-Konsantrasyon ve kontemplasyon yöntemi: Dikkatin tek bir noktada toplanmasına dayanır. Zihnin konsantre olduğu bu nokta, soyut bir düşünce, bir mandala, bir yantra (bir geometrik biçim), bir koan (bilmecemsi Zen soruları), bir mantra (bir ses, sözcük, cümle veya şarkı), bir mum alevi, solunum kontrolü veya bir başka şey olabilir. Konsantre olunan şey hangi düşünce ya da hangi konuysa, dış uyaranlardan etkilenmemeyi becererek ve zihne girmeye çalışan konu-dışı fikirleri geri göndererek o konu üzerinde derin ve ayrıntılı bir biçimde ve zorlanmadan düşünmek söz konusudur. Bununla birlikte konuyla ilgili bilinmesi gerekli noktalar varsa, bunların zihinde biçimlenmesine izin verilir. Bu şekilde, tek konudan ilham alınarak yeni şeyler öğrenilebilir. Düşünce kendi konusunun dışına kaçmak eğilimini gösterir göstermez, derhal müdahale edilerek, sükunetle, ilk konuya yeniden dönülür. Esas olan, konuyla ilgili yeni sezgileri alabilmektir, henüz bilinmeyen hakikat ve kavramların zihin alanında yer bulabilmelerini sağlamaktır. Meditasyon sırasında gözlerin kapalı bulunmasının daha iyi sonuç verdiği bilinmektedir. Bir ses, bir sözcük, bir cümle veya bir şarkı biçimindeki mantraların tekrarının, özellikle meditasyonun sürekliliğini sağlayan monoton bir uyaran olması bakımından yararı bulunmaktadır. Ayrıca, kimilerine göre, bazı mantralar ses titreşimleri yoluyla yaratılan birtakım tesirlerle de meditasyoncuya yararlı olmaktadırlar. Mantralar dinlere göre ve bir üstadın öğrencisi hakkındaki kişisel belirlemelerine göre değişirler. Meditasyoncu, düşünürken aklına başka şeyler gelirse, sükunetle mantrasını tekrar eder ve ana konuya geri döner. Kısaca, meditasyonda mantra bir anahtar gibi kullanılır. 2- "Bilinç ayrışması" olarak adlandırılan ikinci yöntem ise, ne olup bittiğini tarafsız bir gözlemle izleme yöntemi olarak açıklanabilir. Bu yöntemin en tanınmış şekli Zen'deki "shikantaza" denilen bir zazen uygulamasıdır. Kelime olarak "sadece oturma" anlamına gelen shikantaza, uygulayıcının dikkatini herhangi bir nesneye yönlendirmediği, nesnesiz bir meditasyondur. Daha önce elde edilen konsantrasyon gücü, şu anda meydana gelen tüm olguların tam olarak farkında olmak için kullanılır. Bu ikinci yöntemin Uzak Doğu'da kullanılan bir başka biçimi de şöyle açıklanır: Önceden kararlaştırılmış, konsantre olunacak herhangi bir konu yoktur, zihnin düşüncesiz kalması, boş tutulması gerekir. Meditasyon ilerledikçe zihni boş tutabilme süresi de uzar. Zihnin sükunetle boş bırakılmasının amacı içte sezgisel olarak belirebilecek bu tesirlere yer ayırmaktır. Bu tür sezgiler insana diğer zamanlarda da gelmekle birlikte, meditasyon halinde daha kolay, daha açık, daha güçlü ve daha özgün halde gelirler. 3-Transandantal Meditasyon(TM) tekniği, diğer iki yöntemden farklı olarak tamamen dikey işleyen doğrudan içe dalış tekniğidir. TM'de zihin yüzeyde gezinmeden düşüncenin kaynağına çabasız bir dalış gerçekleştirir. Derin iç mutluluk bilinci olarak adlandırılan bu sınırsız bilinç haline zihin kendi doğal eğilimiyle ulaşır ki diğer tekniklerden farkı burada yatar. O nedenle transandantal meditasyon için doğal bir teknik denmektedir; uygulama sırasında hiçbir şekilde konsantrasyon, hayal kurma, zihinde bir şeyler canlandırma veya felsefi kavramlar üzerinde düşünceye dalmak söz konusu değildir. Bilincin en yalın, en sade uyanıklık biçimi kazanılır ki Maharishi bunu ağacın kökünden beslenmesine benzetir. Hıristiyan geleneklerinde, farklı meditasyon, düşünme teknikleri ve öğretileri bulunmaktadır. “Tanrıya ulaşma” genellikle yazılı öğretilerle (lectio) ve sözlü ya da düşünsel boyuttaki dualarla (oratio) yapılır. Bu söz konusu eylem, belli bir sürecin başlangıcıdır. Bunu çok nadir de olsa inzivaya çekilerek yapılan ya da belli düşüncelerin tekrarıyla oluşan (meditatio) somut davranış teknikleri takip eder. Devamda ise, Hiççiliği esas alarak sakin düşünme (contemplatio) dua etme tekniği yer alır. Tüm bu yapılanların amacı, en sonunda düşünsel farkındalığı ve gündelik bilinçli olma durumunu eşzamanlı yaşatmaktır. "Vita activa" (eylemsel yaşam) ve "vita contemplativa" (içsel, ruhsal, düşünsel yaşam) arasında hiçbir fark yoktur. Vipassane ve Zazen, Batı’nın Uzakdoğu geleneklerinden esinlenerek oluşturduğu en bilinen pasif meditasyon şeklidir. Her iki tekniğin de birçok benzer özellikleri bulunmaktadır. Meditasyon yapanlar, gevşeme ve gerilme hareketlerinin uyumuyla harmanlanmış faydalı davranışlarda bulunmaya özen gösterirler. Meditasyon okullarında uygulanan farklı meditasyon tarzlarındaki çalışmaların özünü ruhsal, duygusal ve bedensel anlamda şimdiyi gözeterek edinilen tam uyanıklık oluşturur. Söz konusu iki meditasyon tarzının da amacı; düşünmeden, hissetmeden, kayıtsızca burada - şimdide olma farkındalığını öğretmek değildir. Meditasyonun amacı; Herz-Sutra’daki ikiliği yok etmek gibi duyular-üstü manevi tecrübelerdir. Ruhu sakinleştiren meditasyon olarak da bilinen Samatha Meditasyon’da bir objeye konsantre olunur. Örneğin bu obje; belirgin bir şekilde alınıp verilen nefes, hayali bir resim, tek bir düşünce ya da Mantra (nağmelerle tekrar edilen şiir) olabilir. Konsantre olunarak sağlanan düşüncenin nesneler üzerinde yok etme gibi etkisi bile vardır. Gündelik düşünme tarzının yerini insan ruhunda sükûnet bulma düşünesi alır. Samatha Meditasyon ve Vipassana Meditasyon bazen birbirinden bağımsız iki teknik olarak algılanır. Samatha Meditasyon genellikle Vipassana Meditasyon’a giriş olarak bilinir. Konsantrasyon sağlanarak yapılan meditasyonun önemli şekillerinden birisi de isim duasıdır. Bu tip meditasyonda tanrı isimleri şiir gibi ya da şiirsel bir ezgiyle kullanılır. Düşünceyi aşma meditasyonu olarak da adlandırılabilecek TM, Hint bilge Maharishi Mahesh Yogi (1918-2008) tarafından dünyaya yeniden kazandırılan kolay ve doğal(çabasız) bir meditasyon tekniği olarak bilinir. Bu otantik meditasyon tekniğini Maharishi Mahesh Yogi,kendi öğretmeni olan Guru Dev Brahmanda Saraswati'nin hazinesinden bulduğunu belirtir ve 1955 yılından itibaren onu bütün dünyayla paylaşmaya başlar. Bu teknik aracılığıyla konsantrasyona ya da kontemplasyona(anlam düzeyinde düşünceye dalma) gerek duyulmadan çok basit, doğal ve zahmetsiz bir şekilde zihnin kendi içinde durulması gerçekleşir(aşkınlaşma-transending). Bu meditasyon öğretildiği şekilde yapıldığı takdirde derin bir huzura ve aynı zamanda tam bir uyanıklığa sahip olunabilir. TM sırasında deneyimlenen “Bu sınırsız farkında olma durumu” transandantal bilinç halinin(kendine özgü bir fizyolojik karşılığına sahip olarak), zaman içinde sürdürülen düzenli uygulama sayesinde uyanıklık, rüya ve derin uyku durumlarında da devam ettiği kozmik bilinç olarak adlandırılan yeni bir bilinç durumunu ortaya çıkardığı belirtilir: Günlük yaşamın içinde kendiliğinden korunan sakin-uyanıklık hali... 415 Jevning et al. (1992) Transandantal meditasyon günde iki kere 15–20 dakika rahat ve sessiz oturarak gözler kapalı şekilde yapılır. Özel bir yaşam tarzı değişikliği gerektirmediği ve bir inanç sistemi olmadığı için her inançtan ya da hayat görüşünden insanın kolayca yapabileceği mekanik işleyen bir meditasyondur. Dünyada meditasyon üzerine yapılan en fazla bilimsel araştırmanın Transandantal Meditasyon üzerine yapılanlar olduğu söylenebilir.(1960'lardan itibaren) Tekniğin öğrenilmesi için bütün dünyada verilen kurslara katılmak yeterli olmaktadır. "Zen Budizmi'nde:" Kinhin (aktif meditasyonun bir biçimi) Zen Budizm’inde farklı eylemlerle bilinç açıcı davranışlarda bulunmaya yardımcı olur. Bu eylemlere çay seremonileri (Sadō), yazma sanatı (Kado), çiçek toplama (Ikebana), Shakuhachi’nin Bambuflütü’nün sanatsal ezgileri sanatsal değer taşıyan Zen Bahçeleri örnek gösterilebilir. Zen Budizm’inde düzenli meditasyon yapanlar günlük görevlerini (bulaşık yıkama, temizlik, bahçe v.s) büyük bir manevi istekle yaparlar.Bilinçli olma ve farkındalık esas görevleridir. "Tantra meditasyonu:" Tantra; Hinduizm ve Budizm geleneklerinin kökü niteliğindedir. Shakti akımının öğretilerindendir. Daha sonra Daoizm’de de yer almıştır. Tantra, mistik bir bilgi edinme yoludur. Tantra meditasyonunda, farklı tanrısal kavramlar ve şiirselleşmiş kutsal sözler görselleştirilmiştir. Kundalini ve Çakra öğretileriyle ilişkili olan Hinduizm Tantra’sı batıda John Woodroffe aracılığıyla tanınmıştır. Budizm’deki şeklini tantrik ya da Tibet Budizmi olarak da bilinen Vajrayana Budizim’i aracılığıyla almıştır. Tantra’da uygulanan ritüellere cinsel teknikler de eklenebilmektedir. Söz konusu cinsellik kavramı hayat gücünün en öz kaynaklarına hizmet etmeye yarayan bir yoldur. Nefes ve enerji gibi içsel davranışlar, içsel tecrübeye sebep olan cinsel birleşme esnasında gerçekleşir. Bu cinsel terapi olarak da adlandırılan eylemler bugün “Neo-Tantra” olarak da bilinen akıma özgüdür. Yoga geleneklerinde farklı bedensel hareketler, çalışma ve nefes teknikleri; oruçla ve meditasyon yaparken uygulanan mantralarla desteklenir. Raja-Yoga’da
içe, ruha dönük olma (Pratyahara) ve konsantrasyon (Dharana), meditasyonun hazırlık aşamasıdır. Burada konsantrasyon, Ishvara-Samadhi’nin gelişim aşaması için zorunlu olarak görülmektedir. Uzun süre sessiz ve hareketsiz olarak uygulanan Asana artık meditasyona özgü bir davranış olarak kabul edilir. Dövüş sanatları, meditasyonun bir dalı olarak görülebilir. Özellikle Daoizm geleneklerindeki içe dönük dövüş sanatı (Taijiquan), meditasyon açısından önemli rol oynar. Bazı dövüş sanatı türlerinden saldırgan figürler çıkarılmıştır. Ayrıca, birçok dövüş sanatı (Aikido, Karate, Judo, Kinomichi) türlerinde meditasyona özgü hareketler yapılır. Düzenli yapılan meditasyonun rahatlatıcı etkisi vardır ve Batı ülkeleri tıpta meditasyonun rahatlatmak amaçlı kullanılabileceğini kabul eder. Meditasyonun etkileri, beyin dalgaları değişiminde nörolojik olarak ölçülmüştür. Meditasyon yaparken kalp atışları yavaşlar, nefes alıp verme düzenli hale gelir ve kaslardaki gerginlik azalır. Amerikalı beyin bilimci Richard Davidson, Tibetli rahipler üzerinde yaptığı araştırmada alnın sol tarafının hemen arkasında önemli hareketlenmeler olduğunu bulgulamış ve elektroansefalografi (beyin dalgalarının kaydı EEG) sonucu Gama dalgalarının bu hareketlenmeleri geliştirdiğini ispatlamıştır. Psikolog Sara Lazer ise; düzenli meditasyon yapanlar üzerinde yaptığı araştırmalar sonucu, ön beyin kısmında bilişsel-duygusal gelişme ve rahatlamaya sebep olan alanda diğer insanlara nazaran daha çok gelişmenin olduğunu saptamıştır. Transandantal Meditasyon'un(TM) kardiyovasküler sistem üzerindeki yararları uzun yıllardır bilimsel araştırmalarca kanıtlanmaktaydı. Bağımsız araştırmalarda belirlendiği üzere, 2000 yılınde Stroke isimli tıbbi bir yayın organı, TM tekniğinin sağlık eğitim programlarına kıyasla aterosklerosisi daha fazla azalttığı belirlenen araştırmayı yayınladı. 2007 yılında Kentucky Üniveristesince yapılan bir diğer araştırmada TM tekniğinin, biyofidbek ve kas gevşetme tekniklerine göre yüksek tansiyonu çok daha hızlı normalleştirdiği bulundu. 2011 yılında "Health Science Journal" da yayınlanan bir araştırma sonucuna göre düzenli olarak TM uygulayanlarda sağlık masrafları ve tıbbi hizmetlere başvurular azalmaktaydı. 1989 yılında Stanford Üniversitesinde yapılan bir araştırmada uzun süredir TM uygulayanlarda kaygı bozukluğunda azalma tespit edildi, Eppley, Kenneth; Abrams, Allan; Shear, Jonathan (1989). "Differential effects of relaxation techniques on trait anxiety: A meta-analysis". Journal of Clinical Psychology. ABD'de NIH(ulusal sağlık kurumu), 1999-2009 yılları arasında Maharishi Yönetim Üniversitesine verdiği toplam 30 milyon dolarlık karşılıksız araştırma burslarıyla, TM'nin sağlık üzerine olan yararlarına dair araştırmaları destekledi. 2007 yılında Ospina (Alberta Üniversitesi, ABD) ve Bond (Practice Center’a bağlı Capital Health Evidence, Edminton, Kanada) tarafından kan basıncı, kalp ve dolaşım sistemi bozuklukları, uyuşturucu ve yanlış ilaç kullanımı konusundaki meditasyonun etkileri üzerine 813 tıbbi ve psikolojik alanda bilimsel araştırma yapılmıştır. Günümüzde meditasyona terapi olarak olağanüstü bir ilgi vardır. Bu zamana kadar araştırmaların büyük bir kısmı bu doğrultuda olmuştur; fakat belli netliklere dayandırılamadığı için yetersiz kalmıştır. Artık meditasyonun yüksek kan basıncını ve stresi azalttığı hastalar üzerinde yapılan deneyler sonucu kesin olarak kanıtlanmıştır. Buna ek olarak; sağlıklı insanlar da Yoga gibi meditatif faaliyetlerle yüksek kan basıncını, kalp ritimlerini ve kolesterol seviyelerini düzenleyebilmektedir. Eskiden yapılan araştırma yöntemleri teorik eksikliklerden dolayı yetersiz kalmıştır. Fakat şimdiki araştırmalara; uygulamalar, analizler ve yapılan kayıtlarla kesinlik kazandırılmaktadır. Yapılan çalışmalar sonucu, meditasyon beş kategoriye ayrılmıştır: Mantra-Meditasyon, farkındalık yaratmak için yapılan meditasyon, Yoga, Taijiquan ve Qi Gong. Genellikle duyular üstü meditasyon ve rahatlama teknikleriyle yapılan meditasyona yönelik araştırmalar yapılmıştır. Bunları, Yoga ve farkındalık yaratmak için yapılan meditasyon çeşitleri takip etmiştir. Bu söz konusu araştırmalar, Alberta Üniversitesi Practice Center’a bağlı kurum tarafından ABD Sağlık Bakanlığı’nın izniyle yapılmakta ve ABD Bethesda tamamlayıcı ve alternatif Tıp Merkezi tarafından finanse edilmektedir. Akıl ve Yaşam Enstitüsü’nün (Mind and Life Institute) katılımıyla tanınmış bilim insanlarının yapmış olduğu deneylerde meditasyonun beyin üzerindeki etkileri gösterilmiştir. Şimdiye kadar bilindik en yeni meditasyon tekniği, Bhagwan Shree Rajneesh (Osho) tarafından geliştirilen meditasyon tekniğidir. Bu teknikte, esas meditasyon sürecinden önce aktif hareketlerle ve güçlü nefes alma teknikleriyle vücuttaki gerginliği yok eden ve duyguların insanın kendi vücudunda yoğunlaşmasına yardımcı olan bir süreç bulunmaktadır. Dinamik meditasyon; Kundalini meditasyon, Nataraj meditasyon ve Nadabrahma meditasyon olarak da bilinir. Sonuç olarak, yeni çağ hareketleri çerçevesinde sayısız aktif-meditasyon teknikleri geliştirilmiştir. Söz konusu bu tekniklere, yol gösterici ve açıklayıcı kılavuzlar ya da müzik CD’leri eşlik etmektedir. Genelde herhangi bir bedensel eylem, bir meditasyon tekniğinin odak noktası olmuştur. İnsanların yapmak zorunda olduğu en basit bir eylem olan “yürümek” hem Hıristiyan kültüründe hem de Uzak Doğu geleneklerinde (Zen Budizmi'nde) meditasyon uygulamasıdır. Bu tekniğin batıdaki en önemli temsilcisi Vietnam kökenli, fakat 1971’den beri Fransa’da yaşayan Budist rahip Thich Nhat Hanh’dır. Dans etme, Uzakdoğu’dan esinlenerek geliştirilmiş meditasyon tekniklerinin bazılarında, meditasyonun hazırlık aşaması olarak kabul edilir. Doğu geleneklerinde, Sufizm’de var olan derviş dansı, İslam inancında manevi dünyaya yönelmenin bir aşamasıdır. Derviş dansını (Semah); farkında olma ve derin düşünce, bedenin manevi anlamda özgür olma durumu takip eder. Bu özgürlük, meditasyona (İslam’daki ismi zikir), sonsuz Allah aşkına ulaşmaya bir hazırlıktır. Çoğu okullarda müzik ve ritimsel sesler meditasyon yapmak için kullanılır. Hıristiyan geleneklerinde özellikle korolar meditasyonda yaygın olarak görülür. İslamiyet’te tespih çekerek okunan dualar, Budizm ve Hinduizm’deki Mantra’lar benzer meditasyon özelliklerine sahiptir. Hinduizm ve Budizm’de Mantra’lar ya sessiz, kısık sesli söylenir ya da şarkı olarak söylenir. Meditasyon yaparken uygulanmaya çalışılan benzer önemde, manevi anlamda bilinçli olma durumları ve mistik tecrübeler, trans ve insanı kendinden geçiren teknikler (trans dans), dışa yönelimli nefesler ya da içe yönelimli maddeler aracılığıyla sağlanabilir. Meditasyon temiz ve uyanık ruh haline ulaşılmasını sağlayan bilinç geliştirici tekniklerden farklılık gösterebilir. Hıristiyan mistisizmi ve Vajrayana-Budizm’i gibi bazı geleneklerde meditasyon ve transa geçme arasında belirgin geçişler vardır. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet’te yapıldığı gibi dua etme biçimlerinde duyular üstü olaylar söz konusu olmaktadır. Dua etme ve meditasyon arasındaki temel fark; dua ederken yapılan konuşma, hitap ya da talebin iletişimsel içeriğidir. Budizm (özellikle tantrik Budizm) ve Hinduizm’de duayla aynı olan talep için yapılan manevi pratikler vardır. Söz konusu bu manevi pratikler meditasyon olarak adlandırılır.Kaynak Meditasyon günümüzde aşağı yukarı her ülkede uygulanmaktaysa da kökeni ve en yaygın uygulandığı yer Doğu’dur. Doğu’da özellikle mistisizm bünyesinde yer alan meditasyona bazıları mistik meditasyon adını verir. Doğu’daki mistik meditasyon genellikle inzivaya çekilmenin, çileciliğin, sıkı perhiz gibi sert disiplin uygulamalarının bulunduğu ortamlarda söz konusu olmakta ve uzun süren periyotlar halinde yapılmaktayken, Batı’da meditasyon genellikle günlük yaşamın bir parçası olarak ele alınmakta ve günde bir ya da iki kez, yaklaşık yarımşar saatlik süreyle yapılmaktadır. Batılılar, meditasyonu genellikle şifa, streslerden kurtulma, rahatlama, yaratıcılık, başarı, psişik güçlerini geliştirme, ilişki, kendine güven duyma gibi amaçlarla yaparlar. Meditasyonun Batı’daki yaygın biçimi Hinduizm ve Budizm kökenli tekniklerden türetilmiş olup Batı’da 1960'lardan itibaren popülerlik kazanmıştır. Budizm, Hinduizm, Jainizm gibi dinlerde asıl amaç, uyanma ya da Nirvana’ya ulaşmadır. Hıristiyanlık, İslamiyet ve Yahudilik dinlerine göre; manevi telkinlerin asıl amacı, dolaysız yoldan tanrıya ulaşmaktır. Manevi bir uygulama olarak meditasyona daima dinsel, psikolojik ve etik açıdan farklı yaklaşımlarda bulunulmuştur. Batı ülkelerinde meditasyon, dinsel boyuttan ve manevi amaçlardan bağımsız olarak psikoterapi alanında genel iç huzura ulaşmak amacıyla uygulanmaktadır. Meditasyon teknikleri birçok dinin de temel parçasıdır. Özellikle Hinduizm, Budizm ve Taoizm’de meditasyon, dua etmekle aynı anlamı taşır. Köklü bir gelenek olan meditasyon, özellikle Hinduizm’in felsefi ve mistik kutsal kitabı olan Upanişad’ı Hindistan’daki Budist alışkanlıkları esas alır. Gelenek açısından çok çeşitli ve zengin bir yapıya sahip olan meditasyon, beraberinde Yoga’yı (konsantrasyonun ilk basamağı) geliştirmiştir. Özellikle Raya Yoga’daki Sutra’lar bugüne kadar birçok tekniği etkilemiştir. Söz konusu bu teknikler, Pranayama’daki nefesler ve bilinç açmayı sağlayan diğer tekniklerdir. Bu gelenekler meditasyonla bir bütünlük içerisindeyken beraberinde manevi amaca ulaşılabileceği düşüncesini getirir. Ortaçağ Hıristiyanlığında ruhsal arınma teknikleri meditatio (somut bakış açısı, gözlem) ve contemplatio (somut olmayan bakış açısı, içte toplanma) diye ayrılarak insan ruhunu açıklıyordu. Özellikle mistik geleneklerde huzura erme düşüncesi ve kavrayışı, geçmişte olan şeylerin sebebini hiç düşünmemek olarak tanımlanır. Ortaçağ’da bu konu hakkında çeşitli yol gösterici eserler de yayımlanmıştır (Theressa von Avila eserleri). 15. ve 16. yüzyıllarda bu tür eserler, Engizisyon Mahkemeleri tarafından yasaklandı ve mistikçiler cezalandırıldı ya da dini inançlardaki sapkınlık,
dine saygısızlık yüzünden aforoz edildi. Buna rağmen; belirlenmiş meditasyon teknikleri günümüze kadar ulaşabildi. Bunda Cizvit Tarikatının kurucusu Ignatius von Loyala’nın ya da Hesychasmus’daki doğu kiliseleri gibi Venedik ve Fransız geleneklerini sürdüren kiliselerin katkısı olmuştur. Protestan kiliselerinde ise; gözlemci ibadet şekli Hıristiyan geleneklerine uyarlanmış somut meditasyon şekline etki bakımından önemli bir rol oynamıştır. Meditasyon düşüncesiz farkındalık konumudur. O konumdayken dikkatinizi geçmişe ya da geleceğe, yani gerçekten uzağa götürecek hiçbir düşünce yoktur. Kişi düşünmediğinde dikkati sadece şu anı deneyimler. Şu an tek gerçektir çünkü orada ne bitmiş olan geçmiş vardır ne de gelecek. Fakat meditasyon uyku ya da trans konumu değildir. Çünkü meditasyon'da kişi kendi yaşadığı deneyimlerin tamamen farkındadır ve o saf farkındalık konumunda kişi içindeki sonsuz huzur, neşe ve sevgi kaynağı olan ruhunu hissetmeye başlar. Meditasyon konumunda kişinin dikkati sürekli yedinci çakranın -- Sahasrara'nın—yer aldığı başın üstündedir. Yoga burada gerçekleşir. Yani kişinin Kundalinisinin her yanı saran Kosmos'un gücüyle birleşmesi. Bu da başın üstünde serin bir esinti olarak hissedilebilir. Hafiflik ve barış konumunu hissetmeye başladığınızda sadece gözlerinizi kapatın ve düşüncelerinizi seyredin. Düşüncelerinizi kontrol etmeye ya da onları durdurmaya çalışmayın. Kundalininiz yükseldiğinde ve alnınızın hizasındaki altıncı çakradan geçtiğinde düşünceleriniz kendiliğinden duracak ve siz kolayca düşüncesiz farkındalık konumuna, yani meditasyon konumuna gireceksiniz. Fakat bu sadece Kundalininiz uyandıktan, yani aydınlanmanızı aldıktan sonra mümkün olur. Meditasyon, yoganın temel taşlarından biridir. Yoga ile ulaşılacak, evrenle birleşip bütünleşme haline meditasyon uygulaması olmadan gelmek mümkün değildir. Bu meditatif hal aslında pek çok dinin pratikleri içinde yerini bulmuş bir uygulamadır. Örneğin, İslam Sufizminde benzer uygulamalara sıklıkla rastlanmaktadır ki, en bilinen örnek “sema” meditatif hal sağlanmadan uygulamada devamlılığın kolay kolay gerçekleşmeyeceği bir çalışmadır. Yogada uygulanan mantraları, yani kutsal sözleri tekrarlayarak gerçekleştirilen meditasyonun sufizmdeki karşılığı “zikir”dir. Uygulamada solunuma ya da sema veya duaya odaklanma gibi farklılıklar olsa da, meditatif hale geçildiğinde karşılaşılan fizyolojik değişimler aynıdır. Bunu yanında her iki meditasyon esnasında da kişilerin neşeli, güçlü duygular, zamansızlık hissi, farkındalıkta artış, zihinsel dinçlik, iyi olma hissi ve genel gevşeme hissettiklerini ifade ettikleri görülmektedir. Meditasyon, uygulayıcısı tarafından kendi kendine ve kendi içsel varoluşunda keşfedilecek nihai noktayı hedefler. Bu ise konsantrasyonun (dhrana) ötesinde bir haldir (dhyana) ve konsantrasyonun devamlılığı sonucunda oluşan düşüncesiz kalma ile başlar. Dolayısıyla bu kendine kendine ulaşılması gereken hal için şüphesiz çok çeşitli yöntem ve teknikler gelişmiştir. Bunlardan sık rastlanılanları belli bir objeye konsantre olunarak, solunma konsantre olunarak, belli bir mantranın(kutsal sözün) tekrarı ile, düzenli ses, müzik ya da tınıların dinlenmesi ile vb. şekilde gerçekleştirilen meditasyonlardır. Taoistler meditasyonu hem sağlık ve uzun ömür gibi fiziksel hem de Tao ile birleşmek, bütünleşmek gibi ruhsal bir amaçla kullanmışlardır. Ruhsal gelişimin ilk aşamalarında meditasyon zihni arındırmak, duyguları dengelemek, arzuları azaltmak ve iç enerjiyi çevirmek için sonraki aşamalarda uygulayıcının Tao ile birleşmesini sağlamak için kullanılır. Taoist meditasyon uygulaması Çi'nin beden kanallarında dolaştırılmasını içerir. Küçük Döngü meditasyonu veya Işığın Döndürülmesi meditasyonunda nefes ile çi'nin bedenin arka ve ön yüzlerinde döndürülmesi amaçlanır. Budist meditasyonu temelde iki tema ile ilgilenir: zihnin dönüşümü, ve bu zihnin kendisinin ve diğer olguların keşfi için kullanılması. Buda iki tür meditasyon öğretmişti, "samatha" meditasyonu (Sanskritçe:"śamatha") ve "vipassanā" meditasyonu (Sanskritçe:"vipaśyanā"). Sekiz Aşamalı Asil Yol’un belirttiği şekliyle, "samyaksamādhi" "üstün konsantrasyondur". "Samādhi" geliştirmenin başlıca yolu meditasyondur. "Samādhi"’nin geliştirilmesiyle, kişinin zihni kirlerden arınmış, huzurlu, sakin ve berrak hale gelir. Meditasyonu yapan bir kez güçlü ve etkin bir konsantrasyona ("jhāna", Sanskritçe ध्यान "dhyāna") ulaştıktan sonra, zihni gerçekliğin nihai doğasına dalmaya ve içyüzünü kavramaya (vipassanā) hazır hale gelir, ve sonunda tüm ızdıraplardan kurtulması mümkün olur. Kavrayışı elde etmek için ihtiyaç duyulan zihinsel konsantrasyona ulaşma yolunda, farkındalık gelişimi vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Samatha meditasyonu bir nesne ya da düşüncenin farkında olmakla başlar, kişinin bedenine, zihnine ve tüm çevresine yayılarak, bir tür tam konsantrasyon ve huzur ("jhana") durumuna yol açar. Meditasyon tarzında, bağdaş kurarak ya da diz çökerek oturmaktan, ilahi söylemeye, yürümeye kadar pek çok farklı yöntem bulunur. En yaygın yöntem, kişinin nefesine konsantre olmasıdır (anapanasati), çünkü bu yöntemle hem "samathaya", hem de "vipassanaya" ulaşmak mümkündür. Budist uygulamada, "samatha" meditationunun zihni sakinleştirebileceği, ancak zihnin nasıl rahatsız olmaya başladığını anlamamızı yalnızca "vipassanā" meditasyonunun sağlayabileceği söylenir. Böylelikle bilgi ("jñāna"; Pāli "") ve erdeme ("prajñā" Pāli "paññā") kavramak ve dolayısıyla "nirvāṇa"ya (Pāli "nibbāna") ulaşmak mümkün olacaktır. Kişi jhanadayken, tüm kirler geçici olarak bastırılır. Ancak erdem ("prajñā" veya "vipassana") tüm kirlenmeleri ortadan kaldıracaktır. Jhanalar aynı zamanda "Arahant"ların dinlenmek amacıyla geçtikleri durumlardır. "Prajñā" (Sanskritçe) veya "paññā" (Pāli), bağımlı köken, Dört Yüce Gerçek ve varoluşun üç işareti kavramlarının kavranmasıyla ulaşılan bilgelik anlamına gelir. "Prajñā" acıları ortadan kaldırma ve "bodhi"yi ortaya çıkarma gücü olan bilgeliktir. Tüm şeylerin doğasındaki "dukkha" (tatminsizlik), "anicca" (geçicilik) ve "anatta" (bensizlik) gibi olguları açığa çıkararak, nirvanaya ulaşmada temel araç olduğu söylenir. Öncelikle "prajñā", vaazlar (Dharma konuşmaları) dinleyerek, okuyarak, araştırarak, Budist metinleri ezberleyerek ve konuşmalara katılarak kavramsal düzeyde elde edilir. Kavramsal anlayışa ulaşıldıktan sonra günlük hayata uygulanmalıdır ki, böylelikle her Budist Buda’nın öğretilerinin doğruluğunu pratik düzeyde sınayabilsin. Burada dikkat edilmesi gereken, teoride kişinin derin meditasyonda olsun, vaaz dinlerken, günlük hayatında çalışırken ya da herhangi bir eylem sırasında olsun, uygulamanın herhangi bir devresinde Nirvana'ya ulaşabileceğidir. Zazen, Zen Budist okullarda meditasyon uygulamasına verilen addır. Çin ve Japonya’da çokça rağbet gören bir Budist okul olan Zen, meditasyona özel bir vurgu yapar. Zen diğer Budizm modellerine kıyasla yazmalara daha az önem atfeder, ve gerçeğe doğrudan ruhani atılımlarla ulaşılacağını vurgulamayı tercih eder. Zen Budizm başlıca iki büyük okula ayrılmıştır: Rinzai (臨済宗) ve Soto (曹洞宗), birincisi büyük ölçüde ruhani atılımın aracı olarak koan (公案, bir tür meditatif mesel veya bilmece) üzerine meditasyonu yeğler, buna karşılık ikincisi (belli oranda koanları kullanmakla birlikte) daha çok "shikantaza" veya "sadece oturma" üzerinde yoğunlaşır. Zen Budist öğreti paradokslarla doludur, burada amaç egonun bağlarını gevşetmek, ve Buda’nın kendisiyle eşdeğer tutulan, Gerçek Benlik ya da Şekilsiz Benlik alemine girişi kolaylaştırmaktır. Bununla birlikte, Zen kutsal metinleri tamamıyla boşlamış da değildir. Mahayana geleneğinden gelmekle birlikte, "Tibet-Moğol Budizmi" "Vajrayāna" ya da "Elmas Araç" (Mantrayāna, Tantrayāna, Tantric Budizm, veya ezoterik Budizm olarak da anılır) uygulayan okullardan biridir. Mahayana’nın tüm temel kavramlarını kabul eder; bunlara Budist uygulamayı genişletmek amacıyla tasarlanmış, geniş bir düzlemdeki ruhani ve fiziksel teknikleri(yogik pratikler) de ilave eder. Tantrik Budizm büyük ölçüde yogik pratikler ve meditatif uygulamalarla ilgilenir. Vajrayana’nın öğelerinden bir de zihni geliştirme aracı olarak ritüeller, tahayyüller, fiziksel egzersizler ve meditasyon yoluyla psiko-fiziksel enerji tesis etmektir. Bu teknikleri kullanarak uygulayıcının bir yaşam süresi içinde, hatta üç yıl gibi kısa bir sürede Budalığa ulaşabileceği iddia edilir. Bazı Tibet uygulamalarında, yalnızca çok ileri düzeydeki kimi uygulayıcılar için bu tekniklere cinsel yoga da dahil edilebilir. Kabbala'da Tanrı'nın isimleri, sıfatları, simgeleri, Tevrat'tan ifadeler, İbranice harfler, bilgelik ağacı kullanılarak meditasyon yapılır. Örneğin Kabalacı birlik anlamına gelen "Echad" (Ehad) kelimesini uzatarak söyler ve özellikle son harfi vurgulayarak düşüncesini onun üzerine yoğunlaştırır. Tasavvufta meditasyon çeşitli şekillerde gerçekleştirilir. Bazı tarikatlarda meditasyon,mürşit denilen manevi rehberin fiziksel görüntüsü ve ondaki ilahi ışığı imajine etmekle bazı tarikatlarda zikir esnasında zikirde kullanılan kelimelerin ışıklı bir şekilde hayal edilmesiyle, bazı tarikatlarda murakabe adı altında kalp üzerine dikkati yoğunlaştırmakla veya genel olarak ilahi sıfatları, yaradılışı tefekkür etmekle gerçekleştirilir. Tasavvuf öğretisine göre zikir, sema, murakabe, rabıta ile yapılan tefekkür pratikleri manevi kılavuzun (mürşit) rehberliği altında ve "seyr-i süluk" denilen sufi ezoterik yoluna inisiye olan salik tarafından gerçekleştirilmelidir. Belirli pratikler için halvet denilen yalnızlığa çekilmek, öncesinde veya pratik esnasında oruçlu olmak gibi şartlar aranabilmekte, pratikler esnasında karşılaşılan durumlar için kılavuza danışılması ve onun önerilerine uygun olarak çalışmanın devam ettirilmesi istenebilmektedir. Bkn. Râbıta (tasavvuf) ve Murakabe Meditasyonun pozitif etkileri hakkında yazmadan önce, aslında en büyük pozitif etkinin meditasyonun kendisi olduğunu belirtmemiz gerekir. Ancak meditasyon teknikleri, yukarıdaki bölüml
erde ifade edildiği gibi, çok çeşitli olduğundan, bu faydaları genellemek doğru olmayacaktır. Örneğin meditasyonun faydaları üzerine en çok bilimsel araştırma yapılan Transandantal Meditasyon(TM)tekniğinin işleyişi, birçok meditasyon uygulamasından farklıdır. Bu farklılık araştırmacılar tarafından tekniğin doğallığına bağlanmaktadır ki her meditasyon uygulaması TM tekniğinde bilimsel olarak kanıtlanmış yararların ortaya çıkmasını sağlamaz. Örneğin, münzevi yaşam tarzına sahip insanlara uygun olan bazı tekniklerin, münzevi yaşam şeklini seçmeyen insanlarca uygulanmasının getireceği sonuçlar tam olarak bilinememektedir. TM programı ise, münzevi olsun, sosyal olsun, her bireye uygun bir meditasyon şekli olarak görülmektedir. Kişinin meditasyonda hissettiği neşe konumu o kadar derin ve tatmin edicidir ki, kişi herhangi bir başka etkiye bakmaz, kişi sadece kendi iyiliği için meditasyon yapar. Aynı zamanda, meditasyonun yaşamımızın her alanında pozitif bir etkisi vardır. Nedeni, belli bir tür meditasyonu yapan bir kişinin sübtil sistemi (Çakraları ve enerji kanalları) temizlenir ve dengeye gelir ve böylece bütün yaşam dengeye gelir ve mutluluk ve huzurla dolar. Meditasyonun en basit etkisi, sağlığın düzelmesidir. Ancak burada, meditasyonun bir tedavi tekniği olmadığını ya da alternatif tıp olmadığını vurgulamak önemlidir. Her şey çok basittir: sağlıklı olmak için, kişi sağlıklı bir yaşam sürmelidir. Ancak, "sağlıklı yaşam" sadece uygun fiziksel koşullar demek değildir, daha derin anlamda çakraları temiz tutmaya yardım eden bir yaşam şeklidir. Ve meditasyonun yaptığı kesinlikle budur. Çakralar bir kez temiz olduğu zaman, baktıkları kontrol ettikleri organlara yeterli enerjiyi sağlarlar. Ve böylece, organlar sağlıklı hale gelir ve fiziksel rahatsızlıklar kaybolur. Tedavi edilemez diye düşünülen hastalıkların sadece birkaç ay içinde tedavi edilmesine sıkça rastlanır. Aslında, bunda mucizevi bir şey yoktur: meditasyon ve içgözlem (bunlar Sahaja Yoga'nın iki temel yaklaşımıdır) yoluyla kendimizi düzeltirken, açgözlülük, ihtiras, öfke, gibi düşmalarımızdan da kurtuluruz. Çakraların dilinde, bu, çakralarımızın temizlendiği anlamına gelir. Ve, sonuç olarak, kişi fiziksel, akılsal ve duygusal olarak da sağlıklı hale gelir. Meditasyonun diğer bir pozitif etkisi de, günlük hayatımıza getirdiği dengedir. O denge sonucu, kişi ne iş yaparsa yapsın, onu daha iyi yapar ve daha çaba harcar. Böylece, kişi işte daha başarılı olur ve bu başarı çok sıkı ya da çok fazla çalışarak değil ancak işi daha iyi yaparak kazanılır. Düzenli olarak meditasyon yapan kişi, işinden neşe duyar ve bununla kendinizi tüketmeden başarılı olursunuz. Benzer şekilde, ailemiz ve sosyal ilişkilerimizde gelişir çünkü meditasyon yapan bir kişi diğerlerinde hatalar bulmak yerine kendine bakma davranışını kazanır. Daha da fazlası, böyle bir kişi, diğerlerine karşı daha pozitif bir davranış içinde olur ve onlarla tartışmak yerine insanlara yardım eder. Meditasyon bütün çakraların açılmasına ve temizlenmesine yardım ettikçe, onların esas kaliteleri kendilerini göstermeye başlarlar. Böylece, kişi, masum, yaratıcı, cömert, korkusuz, sevgi dolu ve affedici hale gelir. Biz hepimiz bu kalitelere sahip olmamız gerektiğini biliyoruz ancak onlar vaaz vermekle ya da kitaplar okuyarak geliştirilemezler. Çakraların temizlenmesi kendi içimizde yer alması gereken gerçek bir süreçtir. Ve, meditasyon sırasında olan da kesinlikle budur. Bu çalışma, kişi meditasyon yaparken yedinci çakraya -Sahasrara'ya yükselen- Kundalini enerjisi tarafından yapılır. Sadece Kundalini yükselip altıncı çakrayı-Agnya'yı geçerken, kişi düşüncelerin üzerinde meditasyon demek olan düşüncesiz farkındalık konumunun içindedir. "Transandantal Meditasyonun hem zihinsel bir aktivite hem de bu aktivitenin ardından ulaşılan bir “bilinç hali” olduğu 1970’lerde yapılan çalışmalarda ortaya koyulmuştur. Yapılan çalışmalarda Transandantal Meditasyon yapanlarda günlük uyku, uyanıklık ve rüya bilinç düzeylerinden farklı bir dördüncü bilinç durumunun deneyimlendiği gözlenmiştir. Bu bilinç durumunun da günlük diğer üç bilinç durumunun kendine özgü fizyolojik durumu olduğu gibi kendine özgü fizyolojik bir karşılığa sahip olduğu belirlenmiştir. Yapılan bir başka araştırmada ise transandantal meditasyonun beynin elektriksel faaliyeti üzerindeki etkileri araştırılmıştır.(EEG ölçümleri) Buna göre meditasyon sırasında beynin ön loblarında (frontal lobe) alfa dalgalarının yükseldiği gözlenmiştir. Bunun da artan iç uyanıklıkla birlikte deneyimlenen dinlenme halinin aynı anda yaşantılanmasına karşılık gelebileceği beliritlmiştir. Budist rahipler üzerinde yapılan bir çalışmadaki bulgular, düzenli budist meditasyonu yapan bu rahiplerin dikkat, hafıza, öğrenme ve bilinç algısı gibi zihinsel süreçlerin dahil olduğu “gama dalgası” aktivitelerinde daha gelişmiş olduklarını göstermiştir." (Erturan, 2005, s.108) Mancınık Mancınık veya katapult, Orta Çağ'da savaşlarda ve kuşatmalarda, duvarları hasara uğratmak için kullanılan, bir kol kullanılarak uzak mesafelere fırlatmalar yapabilen silah. Katapult adı Yunancada κατα (karşı) ve παλλειγ (fırlatmak) adlarının birleşmesiyle türetilmiştir. Mancınığın çeşitleri vardır: Trebuchet, Mangonal, Katapult ve Ballista gibi. Mangasına taş, katı demir, katı kurşun, yanan ot, sıcak zift veya lav konulabilir. Ayrıca Rum ateşi de mancınıkla atılmaktadır. Suda bile sönmeyen Grek ateşi Bizanslılar tarafından İstanbul'un Fethi'nde de kullanılmıştır. Bizanslılar mancınıklarıyla Grek ateşi atmışlar ve Osmanlılara büyük zarar vermişlerdir. Bir diğer versiyonu mangoneldir; bu silah, merkezinden bir mille hareket eden uzun bir koldan meydana gelmekteydi. Kolun bir ucunda taş atmaya yarayan bir sapan vardı. Öteki ucu ise, çekme halatlarına bağlanıyordu. Atış sırasında birkaç kişi, halatları, hızla çekip, kolu kaldırıyorlardı ve öteki uçtaki taşı atıyorlardı. Mancınık, MÖ. 5. ile 3. yüzyılda Çin'de icat edilmiştir. Başlangıçta, ok atmakta kullanılan büyük sehpalı yay (kundaklı yay) anlamına gelen mancınık, yıllar sonra kargı, mızrak ve taş atmakta kullanılan makina anlamını taşımaya başladı.Mancınığı ilk kullanan Yunanlardır. Mancınığın yayı, önceleri boynuzdan yapılırdı. Ama kısa bir süre sonra, bunun, elde kullanılan küçük mancınıklar için yeterli olmasına karşılık, ağır mızrak ve taşları atacak güçte olmadığı anlaşıldı. Yeni silahta, boynuzdan yapılan yayın yerine, iki sağlam ağaç kol takıldı ve yay teli, bu kolların uçlarına bağlandı. Kolların öteki uçları, bükümlerin arasına sokulur, bu düzenek, bir ağaç çerçeve içine takılır, ya çerçeveye sokulan çubuklarla ya da mandallı bir çarkla sıkılırdı. Şafii Şafii (Arapça: الشافعي; d. 767, Gazze - ö. 19 Ocak 820, Kahire), İslam hukuku bilgini. Şafii mezhebinin kurucusudur. Asıl adı "Muhammed bin İdris bin Abbas"tır. Dedesinin dedesi Şâfiî, Kureyş kabilesinden ve sahabe'den olduğu için, Şâfiî adı ile meşhur olmuştur. Hicri 150 (MS.767) senesinde Gazze'de doğup, hicri 204 (MS.820)'de Kahire'de 54 yaşında vefat etti. Kabri, Kurafe kabristanlığında büyük bir türbe içindedir. Doğumundan kısa bir süre sonra babası vefat etmiştir. Annesi onu iki yaşında, asıl memleketleri olan Mekke'ye götürmüş ve orada büyütmüştür. Yedi yaşına gelince Kur'an'ı ezberledi. Küçük yaşlardan itibaren Mekke'de bulunan tanınmış âlimlerin derslerine ve sohbetlerine devam etmiştir. Kendisi bu günleri için: demiştir. Şafii daha sonra Arapçanın inceliklerini ve edebiyatını öğrenmek için, Hüzeyl kabilesine gitti. Bu hususta: "Ben Mekke'den çıktım. Çölde Hüzeyl kabilesinin yaşayışını ve dilini öğrendim. Bu kabile, Arapların dil bakımından en fasihi idi. Onlarla birlikte gezdim, dolaştım, ok atmayı öğrendim. Mekke'ye döndüğüm zaman, birçok rivayet ve edebiyat bilgilerine sahip olmuştum." demiştir. İmam Şâfiî Hüzeyl kabilesinin şiirlerinde ihtisas sahibi olmuştur. İslam öncesi dönem ve ilk İslâm döneminin sanat ve edebiyatı konusunda yazılar yazan El-Asmaî Hüzeyl kabilesi şiirlerinin İmam Şâfiî tarafından doğru bir şekilde kayıt edildiğinden bahsetmiştir. Gençliğinin ilk yıllarında kendini öğrenime, Mekke'deki Süfyan bin Uyeyne, Müslim bin Halid ez-Zenci gibi İslam hukuku bilgini) ve muhaddislerden bilgi öğrendi. Hadis, fıkıh, lügât ve edebiyatta yükseldi. Tahsilinde en önemli bölüm, İmam-ı Malik'e talebe olmasıyla başlamıştır. İmam-ı Malik'in yanına geldiği zaman, yirmi yaşlarında bulunuyordu. İmam-ı Malik onu himayesine alıp, dokuz yıl müddetle hadis öğretti. İmam-ı Şafii Mekke'ye dönünce, oraya gelen Yemen valisi, onu Yemen'e götürüp kadılık vazifesi verdi. Beş yıl kadar bu görevi yaptıktan sonra, Bağdat'a giderek Ebu Hanife'nin talebesi olan İmam Muhammed'den ders almaya başladı.Aynı zamanda üvey babası olan İmam-ı Muhammed yazmış olduğu kitaplarını okutmak suretiyle, Irak'ta tedvin edilen fıkıh ilmini ve rivayetleri Şafii'ye öğretti. İmam Şafii Mekke'ye dönerek burada bir müddet inceleme ve araştırmalar yapıp, talebelerine dersler verdi. Özellikle hac mevsiminde çeşitli İslam beldelerinden gelen ilim adamları ondan ilim öğrenirlerdi. Mekke'deki bu ikameti dokuz yıl kadar sürdü. Sonra tekrar Bağdat'a döndü. Bu sırada Bağdat İslam âleminin önemli bir ilim merkezi idi. Burada bulunan âlimler, İmam-ı Şafii'den ders almışlardır. Daha önce Mekke'de İmam-ı Şafii ile görüşen ve ondan hadis dinleyen Ahmed bin Hanbel talebesi olmuştur. Yine İmam-ı Şafii ile emsal olan İshak bin Raheveyh ve benzerleri ondan ilim tahsil etmiştir. Ders ve fetva vermekte uyguladığı usul, geniş olarak açıkladığı istinbat (kaynaklardan hüküm çıkarma) usulü olan, usul-i fıkıh ilmi idi. İmam-ı Şafii Bağdat'ta bulunduğu sırada "el-Kitab-ül Bağdadiyye" adını verdiği eserini yazdı. İmam-ı Şafiinin rivayet ettiği hadisler, Sahih-i Müslim'de, Sünen-i Ebu Davud, Sünen-i Tirmizi, Sünen-i Nesai, Sünen-i İbn Mace ve Sahih-i Buhari'nin ta'likatında yer almıştır. İmam-ı Şafii, ikinci defa Bağdat'a gidişinden sonra, Bağdat'taki siyasi ve fikri kargaşalar sebebiyle Mısır'a gidip, ömrünün sonuna kadar orada kalmıştı
r. Müslümanların ibadetlerinde ve işlerinde uyacakları bir yol göstermiştir. Onun kendi usulüne göre şer'i delillerden çıkardığı hükümlere, yani gösterdiği bu yola Şafii Mezhebi denildi. Ehl-i sünnet itikadında olan müslümanlardan, amellerini yani ibadet ve işlerini, bu mezhebin hükümlerine uyarak yapanlara Şafii denir. Kahire'de el-Mukattam dağının eteğinde Benû Abdülhakem türbesine defnedilmiştir. Eyyûbi sultanlarından El-Melik El-Kâmil kabri üzerine, 1211 yılında kubbeli bir türbe yaptırmıştır. Selahaddin-i Eyyubi tarafından da, türbenin yanına büyük bir medrese yaptırılmıştır. İmam Şafii Hadisçi ve nakil ehli kabul edilen Şafii'ye göre hadisler Kur'ana yakın bir kaynak kabul edilir.(Garaibül Kur'an) konusunda şöyle demiştir:"Kur'anda kesinlikle yabancı kelime yoktur", buna delil olarak da Kur'anın anlaşılsın diye apaçık Arapça ile gönderildiğini söyleyen ayeti (Yusuf: 2) göstermiştir. İmam Şafii'nin birçok eseri vardır. Bazıları şunlardır: Sırrı Yırcalı Ahmet Sırrı Yırcalı (1919, Balıkesir - 30 Mayıs 2005, İsviçre), ismi ve ailesi Balıkesir ile özdeşleşmiş ve iki (10 ve 11.) dönem milletvekilliği de yapmış bir iş adamıdır. Babası Kurtuluş Savaşı yıllarında Balıkesir Alacamescit'te direniş meşalesini yakarak silahlı mücadele kararı alan ve "41 Bayrak Adam" olarak anılan Kuvayı Milliyecilerden Yırcalızade Şükrü Efendi'dir. İlk ve orta öğrenimini Balıkesir'de tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun olan Sırrı Yırcalı, 1954-1960 yılları arasında Demokrat Parti'den iki dönem (10 ve 11. dönem) Balıkesir milletvekili seçildi. O dönemde bor madenciliği işine de girmiş, ancak oynadığı rol daha sonra tartışmalara neden olmuştur. Balıkesir'de 55 yıldır gelir vergisi rekortmenliğini kimseye bırakmayan Yırcalı, BEST (Balıkesir Elektromekanik Sanayi Tesisleri A.Ş), Yersa Sentetik Sanayi, Balıkesir Yem Sanayii ve Mortaş Madencilik gibi şirketlerin de aralarında bulunduğu çok sayıda şirketin yönetim kurulu başkanlığını yapıyordu. Balıkesir Sanayi Odası Başkanlığı da yapmış, eğitim kurumları da kurmuştur. 30 Mayıs 2005 tarihinde İstanbul'da tedavi gördüğü hastanede vefat etmiştir. Balıkesir'n önde gelen ailelerinden birine mensuptur. Erkek kardeşi İbrahim Sıtkı Yırcalı'da DP'den 9., 10. ve 11. Dönem Balıkesir Milletvekilliği ile Balıkesir Senatörlüğü yapmıştır. Sırrı Yırcalı'nın oğlu Rona Yırcalı şu anda Balıkesir Sanayi odası başkanlığı yapmaktadır. Mehmet Arif Şenerim Mehmet Arif Şenerim (1877, Boyabat - 1951, Konya), Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'nda pek çok cephede savaşmış ve çeşitli askeri liyakatların yanı sıra, İstiklal Madalyası ile onurlandırılmış bir Türk askeridir. 1887–1891 arası İstanbul’da Eyüp Askeri İlkokulu’na, 1891-1894 arası İstanbul Soğuksu Askeri Ortaokulu’na, 1894-1897 arası Kuleli Askeri Lisesi’ne devam etti. 1897 yılında kaydolduğu Harp Okulu’ndan 5 Ocak 1899’da Teğmen olarak mezun oldu. 4. Ordu emrinde Merzifon’da, 75. Alay 4. Tabur 1. Bölük Teğmenliğine tayin oldu. 1907’de Üsteğmenliğe terfi olarak Alaşehir Alayı, 2. Tabur 4. Bölük Üsteğmenliğine getirildi. Mülga almak suretiyle Üsteğmenlik rütbesi ile Piripol-Bulgaristan’da 72. Alay 3. Tabur 2. Bölüğe nakledilerek; 1 Mart 1910’da Yüzbaşılık rütbesi ile, 66. Alay 2.Tabur 7. Bölük ve daha sonra 1911 yılında 42. Alay 2. Tabur 7. Bölüğe tayin edildi. 1912 yılında Balkan Savaşı’nda 42. Alay 2. Tabur 7. Bölük komutanı olarak Yunanlarla Kiresne Yenicesinde olan çarpışmalarda esir düştü. Selanik’in kuzeyinde Amolyas kasabasında 9 ay esaretten sonra kaçarak 2. Kolorduya katıldı. Kırklareli civarında; Yenice’de 13. Alay 1. Tabur 1. Bölük komutanlığına tayin oldu. I. Dünya Savaşı: Seferberlik sebebiyle 15. Alay 3. Tabur 9. Bölük komutanlığına getirildi. Çanakkale Savaşı’nda Arıburnu çarpışmalarında kasığından yaralandığı zaman Arıburnu komutanı Albay Abdülrezzak Bey tarafından gümüş harp ve liyakat madalyası ile değerlendirildi. Moda Hastanesi’nde 2,5 ay yattı. Terhisinde kıtaya iltihak etti.18 Nisan 1915'te Kabatepe tarruzunda ve Ağustos sonuna kadar 15. Alay 3. Tabur komutanı olarak Kıdemli Yüzbaşılık rütbesi ile Merkez Tepe’den hücum emri verildiğinde, düşmanın şiddetli ateşi altında siperleri tahkim etmekle meşgul oldu. 16. ve 12. Tümen emirlerinde Rüştü Bey, Abdülrezzak ve Refet Bey’lerin komutasında Arıburnu sol yan grubunda 15. Alay 3. Tabur komutasında idi. 1 Mart 1916’da Bitlis'i Ruslardan geri alma saldırılarında merkezden taarruz ederek düşman mevziini zaptetti. Bu şiddetli taarruzda, Ruslar Bitlis’te tutunamayarak artçı birliklerle Kirkor Dağlarına çekildi. Buraya tabur tarafından sol yandan taarruz ederek, düşmanın sağ yanını bozması üzerine tabur eski mevkiine ricat etti. Burada mütarekeye kadar mukavemet yeniledi. 1 Aralık 1916'da Binbaşı rütbesine terfi etti. 14. Alayın geri kalanı ile Musul’da 14. Alayın Komutanlık Vekaletini deruhte etti. Ruslarla mütarekeden sonra ileri harekatta Peroz’da Ermenilerin sol yanından taarruz ederek Ahlat ve Karmuş’un Ermeniler tarafından zaptedilmesine engel oldu. Mütarekede esir oldu. Mütarekeden sonra Mirliva Ali İhsan Paşa tarafından liyakat madalyası ile değerlendirildi. 1918'den sonra asayişin temini için Nusaybin, Ali Batı ile Midyat’a müsamede bulundu. 1 Haziran 1919’da Nusaybin’de 24. Alay komutanlık vekaletine ve 1 Aralık 1919’da 14. Alay Komutanlık Vekaletine tayin edildi. Sakarya Savaşı’nda Yunanlarla olan taarruzda Porsuk müfrezesi ile Eskişehir, Karköy, Razancı, Mudanya, Bandırma çarpışmalarına iştirak etti. 1923 yılında binbaşı rütbesinde iken Takdirname ile ödüllendirildi. Aynı yıl Kaymakam (Yarbay) rütbesine terfi etti. 1925 yılında Yarbay rütbesinde iken İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi. 1930 yılında emekli oldu. Konya Orduevi'ni inşa ettirdi. 1951 yılında Konya’da vefat etti. Mevlana Müzesinin arkasındaki Üçler Mezarlığına defnedildi. Dijon hardalı Dijon hardalı, hardal çeşitlerinden biri. Paris'in 195 km güneydoğusundaki Dijon şehrinde, ilk defa 1856'da Jean Neigeon tarafından üretilmiştir. Hardal yapımında kullanılan sirke yerine koruk suyu kullanılarak yapılan bu karışım daha az asidik ve daha yumuşak bir tada sahip olmuştur. 1853 yılında Dijon'da Maurice Grey hardal tohumunu işlemek için yeni bir makine geliştirmiştir. Böylelikle büyük miktarlarda hardal tohumunun kolay ve ucuza işlenmesi sağlanmıştır. Dijon hardalının ünlenmesinin sebebi, Dijon topraklarının potasyum açısından oldukça zengin olmasıdır. Bugün dünya hardal tohumlarının hemen hemen tamamı Kanada'da üretilmektedir. Dijon ise Fransa'nın ünlü Bordo bölgesindeki üzüm suyu üretimini, potasyumlu toprakları sayesinde şaraba dönüştürmektedir. Bugün Grey, Antoine Poupon Gray'in kurduğu Poupon Hardal Şirketinde (Poupon Mustard Company) faaliyetlerine devam etmektedir. Burada hâlâ otantik hardal ve hardal kapları bulunabilir. Buzdolabının olmadığı günlerde bu özel kaplar, oda sicaklığında hardal saklamak için kullanılır. Dijon hardalı, siyah veya kırmızı hardal tohumunun kabuğunun ayrılmasıyla ve herhangi bir renklendirici veya katkı maddesi kullanılmadan yapılır. Günümüzde koruk suyu yerine şarap, sirke veya üzüm suyu da kullanılmaktadır. Ayrıca fındık, peynir, ahududu, şampanya ile aromalandırılmış hardallar mevcuttur. Continental Hardal Hardal tozu sirke ile karıştırılmışsa continental hardal, su ile karıştırılırsa İngiliz hardalı adı alır. Arktik Okyanusu Kuzey Buz Denizi ya da Kuzey Buz Okyanusu ya da Arktik Okyanusu; Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika'nın kuzeylerinde yer alan, Kuzey Kutbu'nu kapsayan, buzlarla kaplı bir okyanustur. "Uluslararası Hidrografi Örgütü" "(IHO)" tarafından okyanus olarak kabul edilmektedir "(Arctic Ocean)". Yüzölçümü 14.090.000 km² olan devasa bir alandır. Diğer okyanuslara göre sığ olup, en derin noktası 5.449 m, ortalama derinlik 1.038 m'dir. Rusya, ABD, Kanada, Danimarka (Grönland), Norveç (Svalbard ve Jan Mayen) ile kıyıları vardır. Mustafa Abdülhalik Renda Mustafa Abdülhalik Renda (29 Kasım 1881, Yanya - 1 Ekim 1957; Erenköy, Kadıköy, İstanbul), Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında bürokrasinin ve siyasetin çeşitli kademelerinde görev yapan Türk siyasetçidir. 29 Kasım 1881 tarihinde Yanya'da Yanya eşrafından Rendazade Aslan Efendi'nin oğlu olarak doğdu. Yanya İdadisi Rüştiyesi ve İstanbul İdadisinde orta öğrenimini tamamlayarak 25 Temmuz 1903 tarihinde Mülkiye Mektebi'nin yüksek bölümünden diploma aldı. 27 Temmuz 1903 tarihinde Ziraat Bankası Muhasebe Kalemi Mukayyit Refiki unvanı ile göreve başladı. 27 Ekim 1903 tarihinde Rodos İdadisi matematik, geometri, tarım, sağlık ve Fransızca öğretmenliğine atandı. 11 Ağustos 1904 tarihinde Cezayir Bahri Sefit (Ege Adaları) Vilayeti Maiyet Memurluğuna görevlendirildi. 11 Mart 1906 tarihinde Tepedelen, 14 Kasım 1908 tarihinde Pogon, 18 Ocak 1909 tarihinde Delvine Kaymakamlıklarında bulundu. İki kez Berat Mutasarrıflığına, 4 Şubat 1911'de Kavala Kaymakamı iken Çamlık Mutasarrıflığına, 18 Haziran 1911 tarihinde Ergir Mutasarrıflığına vekaleten görevlendirildi ve aynı tarihte açığa alındı. 8 Mayıs 1913 tarihinde Siirt Mutasarrıflığına, 20 Aralık 1914 tarihinde Bitlis Valiliğine, 14 Ekim 1915'te Halep Valiliğine, 29 Nisan 1917 tarihinde Dahiliye Vekaleti Müsteşarlığına, 6 Mayıs 1918 tarihinde yeniden Halep Vilayeti Valiliğine atandı. Halep'in işgali üzerine 12 Kasım 1918 tarihinde Bursa Valiliğine getirildi. Bu göreve gitmeden Damat Ferit Paşa Hükümetince azledildi ve tutuklandı, altı ay sonra Malta'ya sürüldü. Malta dönüşünde 4 Ocak 1922 tarihinde İktisat Vekaleti Müsteşarlığına, 20 Ocak 1922 tarihinde Dahiliye Vekaleti Müsteşarlığına, 29 Nisan 1922 tarihinde Konya Valiliğine atandı. 19 Eylül 1922 tarihinde düşman işgalinden kurtarılan İzmir'in yeni Türkiye devleti adına ilk valisi oldu. 30 Temmuz 1923 tarihinde Çankırı'dan milletvekili seçildi. 2 Ocak 1924 tarihinde I. İsmet İnönü Hükümeti'nde 2. kez Maliye Bakanlığı'na getirildi. II. İsmet İnönü Hükümeti'nde de 21 Mayıs 1924 tarihine kadar aynı görevini sürd
ürdü. III. İsmet İnönü Hükümeti'nde 3. kez Maliye Bakanlığı'nı üstlendi. IV. İsmet İnönü Hükümeti'nde Millî Savunma Bakanlığı'na getirildi, V. İsmet İnönü Hükümeti'nde de aynı bakanlığını korudu. 25 Aralık 1930 tarihinde 4. kez Maliye Bakanlığı'na atandı. TBMM 2., 3., 4., 5., 6., 7., ve 8. Dönemlerde de Çankırı'dan milletvekili seçildi. 1 Mart 1935 ile 5 Ağustos 1946 tarihleri arasında TBMM Başkanlığı yaptı. En uzun süre görevde kalan TBMM başkanıdır. 10 Kasım 1938 tarihinde yaşamını yitiren Atatürk'ten boşalan cumhurbaşkanlığı makamına bir gün süreyle vekalet etti. 1 Ekim 1957 tarihinde İstanbul Erenköy'deki evinde saat 20'de vefat etti. İki gün sonra saat 11'de köşkünden alınan cenazesi, Haydarpaşa köprüsünün başında top arabasına konularak, askeri törenle Haydarpaşa Garı'na getirilmiş ve 12.35'te kalkan Ankara trenine teslim edilmiştir. Törene, vali ve belediye reis vekili Kemal Hadımlı, mesai arkadaşlarından Şükrü Kaya, Kâzım Özalp ve diğer dostlarıyla kalabalık bir halk topluluğu katılmıştır. Cenazesi Cebeci Asri Mezarlığı'nda toprağa verildi. İsmet Sezgin İsmet Sezgin (d. 6 Ocak 1928, Aydın - ö. 7 Aralık 2016, Ankara, Türkiye), Türk siyasetçi. "İsmet Abi" diye anılmış, uzun yıllar Türk siyasetinde değişik görevler üstlenmiş ve aynı zamanda Süleyman Demirel'in çalışma arkadaşı olarak bir kariyer sürmüştür. İlköğrenimini Aydın'da, orta ve lise öğrenimini İzmir'de tamamladı. 1950 yılında İzmir Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okulundan mezun oldu. Öğrencilik yıllarında atletizmle uğraştı. Talebe Cemiyeti başkanlığı yaptı ve Türkiye Millî Talebe Federasyonunun aktif bir üyesi oldu. Aynı yıl Denizli'de Türkiye Emlak Kredi Bankasının şubesinde göreve başladı. Denizli'de matematik öğretmenliği yapan Saadet Hanım'la evlendi. 1952'de Denizli'de Demokrat Parti (DP) İl İdare Kuruluna seçilerek politikaya atıldı. 1955 yılında henüz 27 yaşında iken Aydın Belediye Başkanı seçildi. Bu görevinden, 27 Mayıs 1960'ta Türk Silahlı Kuvvetlerinin ülke yönetimine el koymasından sonra tutuklanarak ayrıldı. Tutukluluk süresinin sonunda Aydın'da Adalet Partisi (AP) il teşkilatını kurdu. 1961 yılında yapılan milletvekili seçimlerinde Aydın Milletvekili oldu. 1963'ten 1985'e kadar Türk Belediyeciler Birliğinin Genel Başkanlığını yaptı. 1966-1967 yılları arasında Gençlerbirliği Başkanlığı görevinde bulundu. 1968 yılında AP Genel Başkan Yardımcılığını üstlendi. 3 Kasım 1969'da II. Demirel Hükûmeti bünyesinde Türkiye'de ilk kez faaliyete geçen Gençlik ve Spor Bakanlığına getirildi. Bu görevini III. Demirel Hükûmeti'nde de sürdürdü. 12 Mart Muhtırası'nın (1971) ardından kurulan I. Nihat Erim Hükûmeti'nin göreve başlamasıyla bakanlıktan ayrıldı. 12 Kasım 1979 yılında kurulan VI. Demirel Hükûmeti'nde aldığı Maliye Bakanlığı görevini, 12 Eylül 1980'de Türk Silahlı Kuvvetlerinin ülke yönetimine el koymasıyla bırakmak zorunda kaldı. Siyasi yasakların kalkmasından sonra 1987'de Doğru Yol Partisine (DYP) katıldı, 1991 yılında DYP'den yeniden Aydın Milletvekili seçildi. 20 Kasım 1991'de kurulan VII. Demirel Hükûmeti'nde İçişleri Bakanlığı yaptı. 25 Haziran 1993'te, Demirel'in cumhurbaşkanı olması üzerine adaylığını koyduğu DYP Kongresi'nin 2. turunda adaylıktan çekildi. Tansu Çiller'in DYP Kongresi'ni kazanmasıyla bakanlık görevinden istifa etti. 1995'te TBMM Başkanlığına seçildi ve bu görevi seçime kadar sürdürdü. Temmuz 1996'da Refahyol Hükûmeti'ne tepki göstererek DYP'den istifa etti. 7 Ocak 1997'de Demokrat Türkiye Partisinin (DTP) kurucuları arasında yer aldı. 30 Haziran 1997'de kurulan III. Mesut Yılmaz Hükûmeti'nde DTP'den Millî Savunma Bakanlığı yaptı, 11 Ocak 1999'da kurulan IV. Bülent Ecevit Hükûmeti'ne kadar bakanlık görevine devam etti. 1999 seçimlerinden sonra Hüsamettin Cindoruk'un istifasının ardından DTP Genel Başkanlığına seçildi. 18 Mayıs 2002'de genel başkanlıktan ayrılarak aktif politikayı bu mevkiden bırakmış nadir politikacılar arasında yer aldı. 1961 yılından 1980 yılına kadar aralıksız olarak AP'den Aydın Milletvekili seçildi. 1.(XII), 2.(XIII), 3.(XIV), 4.(XV), 5.(XVI), XIX., XX. Dönem Aydın Milletvekilliği yaptı. İzmir'in Bornova ilçesinde, Atatürk Mahallesi'nde adını taşıyan bir ilköğretim okulu vardır. Saadet Sezgin'in (1928-2004) dul eşidir. Seynan ve Ayşe olmak üzere iki kız çocuğu vardır. 7 Aralık 2016 tarihinde tedavi için kaldırıldığı GATA'da hayatını kaybetti. Bülent Arınç Bülent Arınç (25 Mayıs 1948, Bursa), Türk avukat ve siyasetçi. 2009–2015 yılları arasında Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan 61. Türkiye Hükûmeti'nde ve Ahmet Davutoğlu tarafından kurulan 62. Türkiye Hükûmeti'nde Başbakan yardımcısı olarak yer almıştır. 2002–2007 yıllar arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı görevini üstlenmiştir. İlk defa 1995 Türkiye genel seçimleri'nde Refah Partisi Manisa milletvekili olarak meclise girmiştir. 1999 Türkiye genel seçimleri'nde tekrar seçilmiştir. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kurucuları arasında yer almıştır ve 2002 Türkiye genel seçimleri'nde AK Parti milletvekili olarak meclise girmiştir. 61. Türkiye Hükûmeti'nde hükümet sözcülüğü görevini üstenmiştir. Aslen Manisalı olan Arınç, 25 Mayıs 1948 yılında Jandarma Astsubayı İbrahim Arınç ile Sevdiye Arınç'ın (1919-2003) dördüncü çocuğu olarak babasının görev yaptığı Bursa'da doğdu, 12 yaşındayken babasını kaybetti. Bülent Arınç'ın babası Türk, annesi Rum kökenlidir. Lise eğitimini Manisa Lisesi'nde tamamlamasının ardından 1970 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu ve uzun süre Manisa'da serbest avukatlık yaptı. Gençlik yıllarından itibaren siyasete ilgi duydu. Genel başkanlık görevini Necmettin Erbakan'ın üstlendiği Sağ görüşlü Millî Selamet Partisi'nin (MSP) Manisa Gençlik Kolları Başkanlığı ve Manisa İl Başkanlığı görevlerinde bulundu. 13 Ekim 1985'te Refah Partisi'nin İzmir'de düzenlediği Refah Gecesi'nde yapılan konuşmalar nedeniyle daha sonra Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde, aralarında RP Merkez Karar ve Yönetim Kurulu Üyesi Bülent Arınç'ın da bulunduğu partililer hakkında dava açıldı. Arınç yargılama sonunda 2 yıl hapis cezasına çarptırıldı ancak Yargıtay hapis cezasını iptal etti. 1991 Türkiye genel seçimleri'nde Refah Partisi Manisa milletvekili adayı oldu fakat seçilemedi. 1994 Türkiye yerel seçimleri'nde Refah Partisi'nden Belediye Başkan adayı oldu fakat başarısız oldu. 1995 Türkiye genel seçimleri'nde tekrar Refah Partisi Manisa milletvekili adayı oldu ve ilk defa milletvekili olarak meclise girdi. Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu ve Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu´nda çalıştı. Yurt içi ve yurt dışı resmi toplantı ve sempozyumlara katıldı. 1999 Türkiye genel seçimleri'nde Refah Partisi'nin kapatılmasından sonra kurulan Fazilet Partisi milletvekili olarak tekrar meclise girdi ve Fazilet Partisi Grup Başkan Vekilliği görevini icra etti. Bülent Arınç, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AK Parti) kurucuları arasında yer aldı ve 2002 Türkiye genel seçimleri'nde AK Parti Manisa milletvekili olarak meclise girdi. Kasım 2002 TBMM Başkanlığı seçimi'nde AK Parti'nin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan adayı oldu. Yapılan seçimde birinci turda 369 oy alarak 22. TBMM Başkanı seçildi. 8 Ekim 2004 tarihinde yapılan TBMM Başkanlığı seçiminde tekrar seçildi ve görevini 22 Temmuz 2007 tarihine kadar sürdürdü. Arınç, 2007 Türkiye genel seçimleri'nde tekrar AK Parti Manisa milletvekili olarak meclise girdi. 1 Mayıs 2009 tarihinde yapılan kabine revizyonunda Türkiye başbakan yardımcılığı makamında bulunan Hayati Yazıcı yerine Arınç getirildi. Hükümet sözcülüğü görevini de üstlenen Arınç, 2011 Türkiye genel seçimleri'nde AK Parti Bursa milletvekili olarak meclise girdi. AK Parti'nin seçim zaferi sonrası Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan 61. Türkiye Hükûmeti'nde Başbakan Yardımcılığı görevini sürdürdü. Erdoğan'ın 2014 Türkiye cumhurbaşkanlığı seçimi'nde cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından Ahmet Davutoğlu tarafından kurulan 62. Türkiye Hükûmeti'nde de görevine devam etti. 2 Ocak 2014 tarihinde KIRSİAD isimli derneğin açılış töreninde 2015 yılının ilk çeyreğinde yapılması planlanan genel seçimleri işaret ederek "Refah'tan bu yana da beş dönemdir parlamentoda milletvekiliyim. Kaldı şurada altı ayımız. Allah hayırlı, uzun ömür verirse altı ay sonra gençlere yerimizi terk edeceğiz. 'Bize bu kadar yeter kardeşim, biraz da kendimize gelelim, işimize bakalım, biraz dinlenelim, siyasete dışarıdan katkı sağlayabilirsek sağlayalım' diyeceğiz' diyerek siyasete devam etmeyeceğini bildirdi. 19 Aralık 2009'da Bülent Arınç'ın Ankara'daki evinin yakınlarında hareketleri şüpheli görülen iki kişi gözaltına alındı. Daha sonra Türk Silahlı Kuvvetleri personeli olduğu anlaşılan kişilerin sorguları sürecinde Ankara’daki Özel Harp Dairesi’ne bağlı Seferberlik Tetkik Kurulu Ankara Bölge Başkanlığı’nda arama yapıldı. 11 ve 16 No’lu kozmik odalarda aramalar ‘devlet sırrı’ gerekçesiyle Hâkim Kadir Kayan tarafından yapıldı. Bu arada, Arınç’ın evinin etrafında yakalanan 2 subay tutuklanma talebiyle çıkarıldığı mahkeme tarafından serbest bırakıldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 20 Mart 2015'te Çözüm süreci'nindeki ilerlemeyi gözlemleyecek bir ‘izleme heyeti’ kurulmasına sıcak bakmadığını söyleyerek, Bülent Arınç'ın da içerisinde bulunduğu 62. Türkiye Hükûmeti'ni eleştirdi. Ertesi gün Bülent Arınç, Erdoğan ne zaman isterse kendisine bilgi verildiğini, dolayısıyla Erdoğan'ın izleme heyetinden habersiz olamayacağını ve Erdoğan'ın sözlerinin ancak ‘kendi özgün düşünceleri’ olarak yorumlanabileceğini söyledi. Ayrıca izleme heyetini kurmada hükümet olarak kararlı olduklarını, heyeti de faydalı bulduklarını ve heyette yer alması muhtemel isimlerin de geçmişte Akil İnsanlar Heyeti'nde yer alan isimler olduğunu belirtti. Aynı gün, AKP milletvekili Mehmet Metiner, Arınç'a tepki gösterdi. 22 Mart'ta açıklama yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, İzleme Heyeti'ne karşı olduğunu yineledi ve “Hükümetle Cumhurbaşkanı her an her konuyu görüşüyor diye bir şey yok” diyerek izleme heyeti konusunda hükümetin kendisi ile mutabakata va
rmadan hareket ettiği mesajını verdi. 23 Mart'ta Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Bülent Arınç’ın FETÖ'nün talimatıyla Erdoğan'a karşı çıkışlar yaptığını iddia etti ve artık AKP'ye yakışmadığını söyleyerek Arınç'ı istifaya çağırdı. Hatta istifa etmeyip direnmesi ihtimâline karşılık Arınç'ın direkt görevden alınması gerektiğini söyledi. 14 Mart 2017'de Melih Gökçek, Hüseyin Gülerce'ye dayandırdığı kaynağına göre Gezi Parkı protestoları başarıya ulaştığı takdirde, o sırasında Cezayir'de bulunan Recep Tayyip Erdoğan'ın görevden alınıp AKP içindeki FETÖ'cü milletvekilleri tarafından Bülent Arınç'ın başbakan yapılmak istendiğini iddia etti. Münevver Arınç ile evliliğinden 2'si erkek 3 çocuk babasıdır. Oğullarından Mehmet Fatih Arınç 1997 yılında geçirdiği trafik kazasında 16 yaşında yaşamını yitirdi. Thomas Henry Huxley Thomas Henry Huxley (d. 4 Mayıs 1825; Ealing, Middlesex – ö. 29 Haziran 1895; Eastbourne), İngiliz biyolog. Darwin'in evrim kuramının en önemli savunucularından, felsefede agnostisizm kavramını ilk kez ortaya atan İngiliz biyoloji bilgini. Ailesinin yedinci çocuğuydu. 1833'te Earling'de, babasının matematik dersleri verdiği okula başladı, ama okul yaşamını yalnızca iki yıl sürdürdü. 1835'ten sonra kendi kendine Almanca öğrendi. On iki yaşındayken ileri düzeyde jeoloji ve mantık kitapları okuyor, kendi kendine basit bilimsel deneyler yapıyordu. On beş yaşına geldiğinde Londra'nın yoksul mahallelerinde bir pratisyen hekimin yanında çırak olarak çalışmaya başladı. Kısa bir süre sonra Londra'nın merkezinde Charing Cross Hastanesi Tıp Okulu'ndan karşılıksız burs almayı başardı. Zorunlu dersler yerine ilgi duyduklarını izlemesine karşın birçok ödül kazandı; ilk araştırması öğrenciliği sırasında yayımlandı. Yirmi bir yaşında bursu kesilince, henüz uzmanlık eğitimi yapmakta olduğu halde Güney Denizi'ne bir keşif gezisine çıkan "HMS Rattlesnake" adlı gemide yardımcı cerrah olarak iş buldu. Dört yıl süren gezi boyunca, geminin ilkel koşullarına karşın, mikroskopuyla denizdeki canlıları inceledi. Her limandan İngiltere'ye gönderdiği gözlem sonuçları Royal Society ve Kraliyet Enstitüsü'nün dergilerinde yayımlandı. 1850'de İngiltere'ye döndüğünde, çağının en ünlü biyoloji bilginlerinden biri olmuştu. İngiliz Kraliyet Deniz Kuvvetleri'nin özel izniyle üç yıl etkin görev almadan gezi boyunca topladığı örnekleri inceledi. 1852'de Royal Society üyeliğine seçildi. Breslau, Edinburgh, Dublin, Cambridge, Würzburg, Oxford, Bologna ve Erlangen'deki üniversitelerden onursal doktorluk dereceleri aldı. 1850'lerde hayvanlarda bireysel davranış, mürekkepbalığı gibi kafadanayaklılar, paleontoloji yöntemleri, bilim ve bilim eğitiminin yöntemleriyle ilkeleri, sinirlerin yapısı ve işlevleri, omurgalılarda kafatasına ilişkin kuramlar gibi konularda pek çok araştırma yayımladı. 1854'te, Deniz Kuvvetleri'ndeki görevinin başına dönmesi için yapılan çağrıyı, araştırmalarının tümünü yayımlamadığı gerekçesiyle reddedince görevden alındı. O sıralarda Sidney'de tanıştığı Henrietta Anne Heathorn ile evlenebilmek için bir iş bulmaya çalışıyordu. Londra'daki Madencilik Okulu'nda ders vermeyi sürdürdü. Bu okulun önce Fen Öğretmen Okulu, daha sonra Kraliyet Bilim Yüksekokulu haline gelmesine önayak oldu. Charles Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabı, 19. yüzyıl ortalarında bilim çevrelerini temelinden sarsmıştı. Genç Huxley, Joseph Dalton Hooker ve Charles Lyell'la birlikte kitabın yayımlanmasından önce Darwin'i destekleyen birkaç bilim insanından biri oldu. Huxley ve Darwin'in bu dönemde başlayan dostluğu yıllarca sürdü. Darwin, evrim kuramı konusunda başlatılan tartışmaların dışında kalmayı yeğlerken, Huxley bu görüşleri açıkça destekleyip heyecanla savunuyordu. En önemli tartışmalardan biri 1860'ta İngiliz Bilim Geliştirme Derneği'nin Oxford Üniversitesi'nde yaptığı toplantıda başladı. Toplantının bu yeni ve "tehlikeli" kuramı çürütmek için iyi bir fırsat olduğunu düşünen Psikopos Samuel Wilberforce, Huxley'yi aşağılamak amacıyla ataları arasında hiç maymun olup olmadığını sorunca Huxley, atasının bir maymun olmasını, zeki ve kültürlü, ama bu zekâyı ciddi bir bilimsel tartışmayı gülünçleştirmek için kullanan bir kişi olmasına yeğlediğini söyledi. Bu tartışma, Darwin'in kuramının duyulmasını sağladığı gibi, bilimin ilahiyattan bağımsız olarak ele alınmasının başlangıcını simgelemesi açısından da önem taşıyordu. Huxley, 1860'larda paleontoloji, taksonomi (özellikle kuşların sınıflandırılması) ve etnoloji üzerine önemli araştırmalar yürüttü. Londra Jeoloji Derneği ile Etnoloji Derneği'nde yöneticilik yaptı; Kraliyet Cerrahlık Okulu'nda Hunter Kürsüsü'nde dersler verdi. Londra'nın güneyinde, çalışan erkekler için açılan İşçi Erkek Yüksekokulu'nda onursal yöneticilik yaptı. Metafizik Derneği'nde etkin biçimde çalıştı. 1870'lerde başlatılan eğitim reformu üzerinde de çalışmaları ve görüşleriyle de önemli etkisi oldu. İngiltere'de 75 yıl boyunca uygulanacak olan ilköğretim sisteminin temelini attı. Ayrıca birçok yüksek öğretim kurumunun yeniden düzenlenmesinde rol oynadı. "Encyclopædia Britannica"'nın dokuzuncu baskısına katkıda bulundu. Ders kitapları yazdı, fen dersi öğretmenleri için uygulamalı kurslar açtı. Royal Society ve Londra Üniversitesi'nde yöneticilik yaptı. Baltimore'daki Johns Hopkins Üniversitesi'nin açılışına konuşma yapmak üzere ABD'ye gitti. Buckinghamshire'deki Eton College'nin yöneticisi olduğu sırada, Londra'daki zengin meslek örgütlerinin, teknik eğitimin geliştirilmesi için bağışlarda bulunmasını sağladı. 1878'de Aristotales'in felsefi görüşlerini Eski Yunanca'dan okumak istediği için bu dili öğrenmeye başladı. Felsefeye olan ilgisi giderek arttı. David Hume, George Berkeley ve René Descartes üzerine yazdıkları günümüzde bile aydınlatıcı niteliklerini korumaktadır. İlahiyatla da ilgilenen Huxley, kendi düşünsel konumunu da ifade eden agnostik terimini ortaya attı. 1885'te Fen Öğretmen Okulu'ndaki görevinden ayrıldı, ancak bu okulun onursal yöneticiliğini sürdürdü. 1889'da Londra'dan ayrılarak Eastbourne'e yerleşti. Orada, dönemin önde gelen bilim insanları, ilahiyatçıları ve düşünürleriyle yazışarak tartışmayı yaşamının sonuna değin sürdürdü. Dünya çapında ün kazanan Huxley, ülkesi dışında Mısır, Rusya, İtalya, Yeni Zelanda, ABD, Avusturya, Belçika gibi pek çok ülkedeki 53 bilim derneğince çeşitli unvan ve ödüllerle onurlandırıldı. Bilimsel gelişme için etkin biçimde çalışması, düşünce ve uygulama alanlarında ilerlemeye yaptığı katkıyla, dönemin en büyük bilim insanlarından biri olarak görüldüğü gibi kendinden sonraki kuşakları da derinden etkiledi. Huxley'in gezi notları, torunlarından Julian Huxley tarafından "T.H. Huxley's Diary of the Voyage of H.M.S. Rattlesnake" (1935; T.H. Huxley'nin H.M.S Rattlesnake Gezisine İlişkin Günlüğü) başlığıyla yayımlandı. Huxley üzerine en kapsamlı yaşamöyküsü ise Leonard Huxley'nin "Life and Letters of Thomas Henry Huxley" (1900; Thomas Henry Huxley'nin Yaşamı ve Mektupları) adlı çalışmasıdır. Guru Granth Sahib Guru Granth Sahib (Pencapça: ਗੁਰੂ ਗ੍ਰੰਥ ਸਾਹਿਬ) "Granth" Pencapça "kitap", "Sahib" ise Hintçe, Arapça kökenli, "efendi/usta" anlamına gelir. Sihizm'in kutsal kitabı olan "Guru Granth Sahib", Sihler için bir kitaptan da öte yaşayan bir guru olarak ele alınır. 1430 sayfa uzunluğunda, Sih dininin kurucularının ve farklı dinlerin (Hinduizm ve İslam gibi) azizlerinin sözlerini içeren bir kitaptır. Sıklıkla Adi Granth yanlış bir şekilde Guru Granth Sahib ile karıştırılır. Oysa Adi Granth, Guru Granth Sahib'in sadece Guru Arjan tarafından 1604 yılında derlenmiş küçük bir kısmını içerir. Granth, son yaşayan Sih ustası, Guru Gobind Singh tarafından 1708 yılında guru ilan edilmiştir. Guru Gobind Singh ölümünden önce Sihlerin Granth'ı gelecek Guru'ları olarak görmelerini ve buna göre davranmalarını belirtmiştir: Binom açılımı Matematikte binom açılımı, iki sayının toplamının üslü ifadesinin açılımıdır. "n" bir doğal sayı iken, Burada formula_3, formula_4 'nin formula_5 'li kombinasyonudur. Kombinasyon Türkiye tanımı gerçel ve karmaşık sayıları kapsayacak şekilde genelleştirildiği takdirde; formula_4'in bir doğal sayı olma şartı ortadan kalkar. Coca-Cola Coca-Cola, Amerika Birleşik Devletleri kökenli, karamelize şekerle tatlandırılmış, alkolsüz içecek markası. Dünyada en fazla tüketilen meşrubat olan Coca-Cola uluslararası araştırma ajansı Interbrandin sıralamasında 2005-2016 yılında dünyanın en pahalı markası olarak tanındı. Coca-Cola ve çeşitli alkolsüz içecek markalarının sahibi, merkezi ABD'nin Georgia Eyaleti'nde, Atlanta şehrinde bulunan çok uluslu şirket The Coca-Cola Company'dir.Markanın adı Kola fındığı, kafein kaynağı ve koka yaprakları isimlerinin birleşmesinden oluşmuştur. Coca-Colada kullanılan malzeme ve kimyasal ürünlerin yayınlanmış olmasına rağmen Coca-Cola'nın formülü bugüne kadar ticari sır olarak kalmıştır. 1886'da kurulan şirketin hisseleri, New York Borsası'nda KO kısaltması ile işlem görür. Şirket daha sonra dünya çapında 200'den fazla ülkede lisanslı Coca-Cola ürünleri, şişeleme, filtrelenmiş su, tatlandırıcılar ve konsantreleri üretiyor. The Coca-Cola Company ayrıca büyük restoran ve gıda hizmeti dağıtıcılara konsantre satıyor. Coca-Cola'nın mucidi 1886 yılında onun ilk formülünü yaratan John S. Pemberton'dur. Amerikan İç Savaşında albay gibi hizmet eden ve yaralanan Pemberton morfin bağımlısı idi ve tehlikeli olmasına rağmen afyon bulmaya çalışıyordu. Columbus'ta kimyager ve eczacı olarak çalışan Pemperton'un aklına kokainli şarap yapmak geldi. Kendi özel geliştirdiği formül ve karışımlarla Pemberton French Wine Coca’yı 1885 yılında icat etti. Kola özütü, şarap ve koka yaprağı karışımından oluşan ürününü bir yıl sonra piyasaya sürdü. Fakat Atlanta yasaları nedeniyle üründe kullanılan kokain yaprağı ve alkol başına dert oldu. Bu yüzden bu işi bırakmak zorunda kalan John 8 Mayıs 1886 yılında Atlanta'da pirinç bir çaydanlıkta serinletici alkolsüz bir şurup yaptı. Karbonatlı su ile karıştırdığı şurubu dostlarına i
kram etti. Bu yeni şurup öylesine beğenildi ki, Pemberton eczanesinin bahçesinde bardağı 5 cent’ten satışa sundu. Pembertonun ortağı Frank Robinson ürüne Coca Cola adını verdi Coca-Cola’nın bugüne kadar değişmeden gelen logosunu yarattı. 29 Mayıs 1886 tarihinde ilk Coca-Cola reklamı The Atlanta Journal’da yayınlandı. İlanda kullanılan slogan “Nefis ve Serinletici” idi. 1888 tarihinde piyasada Coca-Cola'nın 3 versiyonu satılıyordu, Pemberton ve 4 iş adamı: J. C. Mayfield, A.O. Murphey, C.O. Mullahy ve E.H. Bloodworth tarafından anlaşmasız bir ortaklık kurulmuştu. Bundan sonra Coca Colanın yöneticiliği ve telif hakları konusunda sayısız hesapsız tartışmalar ve çatışmalar meydana çıktı. 24 Mart 1888 tarihinde Coca-Cola şirketinin resmi hissedarları John'un oğlu Charley Pemberton ve Woolfolk Walker, kız kardeşi Margaret Dozier ve Fulton County mahkemesinin kararı ile Asa Griggs Candler oldu. Amma Candler ve Walkerle Charley Pembertonla aralarında anlaşılmazlık yaşandı. Bu çatışmaya sebep John Pembertonun imzaladığı tek hakların uygulanmasına ilişkin belgeye attığı imzayı unutması idi. Sonra ise Charley Pemberton'un Coca-Cola'nın en büyük hissesine sahip olması, bu şirket oluşturulurken babasının sahip olduğu paydan kaynaklanmıştır. Bundan sonra rekabet esasen iki taraf arasında Charley Pemberton ve Asa Candlerin oğlu Charles Candler'in arasında daha keskin karakter almıştır. 1888 yılı 16 Ağustosta Pemperton öldü ve Asa Griggs Candler 1891 yılında Cahrley Pemberton'a ait hissenin üçte birlik bölümünü, Walker hissenin yüzde 50 hissesini, Coca Cola’nın haklarını ve reçetesini 2300 dolar karşılığında satın aldı. 1892 yılında The Coca-Cola Company adıyla sermayesi 100.000 dolar olarak anonim şirket kuruldu. Bu, Coca-Cola tarihinde dönüm noktası oldu ve bundan sonra Coca-Colanın geniş çaplı üretimine başlandı. Asa Candler'e türlü yolla engel olmağa çalışan Charley Pemberton 23 Haziran 1894 yılında 40 yaşında afyon bağımlılığından Atlanta Grady Hastanesinde vefat etti. 1892 yılında Asa Candler The Coca-Cola Company şirketini kurdu ve ürünü geliştirmek için çaba sarf etmeye başladı. 12 Mart 1894 tarihinde Coca-Cola ilk kez şişede satılmaya başlandı. Büyük çaplı şişeleme yöntemine ise 5 yıl sonra geçildi. İlk reklam banneri 1894 yılında Corciya eyaletinin Kartersvil kentinde hazırlanarak asıldı. Candler reklam kampanyalarıyla Coca-Cola'yı ABD'nin tümüne yaymaya çalıştı. Şirketi, o dönemde çok sevilen bir yöntem olan parasız kupon dağıtma uygulamasına geçti. Kuponu getiren müşteriye bir bardak Cola parasız veriliyordu. Candler hedefine 1895'te erişti. Coca-Cola ABD'nin bütün federal eyaletlerinde satıştaydı. Meşrubat şişeleme ve satış hakları 1899’da 1 $’a Chattanooga, Tennessee'den olan Benjamin F. Thomas ve Joseph B. Whitehead tarafından Candler’dan alınmıştır. 1905 yılına kadar Coca Cola ürünlerinde kokanın kullanılması ve uyuşturucu bağımlılığına sebep olduğu konusundaki tepkilerin artması sonucunda şirket geri adım attı; içeriği 1905′te hafif değiştirildi ve içeriğinde bulunan kokain elementleri tamamen çıkartıldı. 1917 yılında Asa Griggs Candler işinden çekilerek politikaya atıldı ve Atlanta Belediye başkanlığına seçildi. Ailesi 1919 yılında Coca Cola Company’i 25 milyon dolara Atlanta’nın bir bankalar konsorsiyumuna sattı. Dört yıl sonra Robert Woodruff yönetici olarak şirketin başına geçti. Robert Woodruff yaptığı yatırımlar, reklam ve geliştirmelerle Coca-Cola’yı uluslararası düzeyde ferahlatıcı tek içecek haline getirmeyi başardı. 1915 yılında tasarımcı Earl R. Dean 6.5 onsluk yeni bir şişe tasarladı. 1916 yılında Fig Cola, Candy Cola, Cold Cola, Cay-Ola ve Koca Nola gibi taklitçi markalara karşı 153 dava açıldı. 1955 yılında "Coca-Cola" 10, 12 ve 26 onsluk şişelerde ürünlerini satmaya başladı. 1980 yılında "Coca-Cola" Moskova'da Olimpiyat Oyunları'nın resmi içeceği oldu. 1982 yılında diyet kola üretimine başladı. Daha sonra, rekabet baskısı altında, kafein ve şekersiz içecekler dışında, Coca-Cola Company Classic Coke, New Coke, Cherry Coke, Tab, Caffeine-Free New Coke, Caffeine-Free Diet Coke ve Caffeine-Free Tab. üretmeye başladı. "Coca-Cola" 4 Aralık 2007 yılında 210 gram ağırlığında 0.33 litre kapasiteli yeni bir cam şişe tanıttı. Ocak 2011'de, Kaliforniya'da karamel rengi bulunan 4-metilimidazol, gün içinde madde 16 mg alarak önemli bir risk olmadığını belirten muhtemel kanserojen «Güvenli İçme Suyu ve 1986 Zehirli İnfaz Yasası" listelendi. "Coca-Cola" ve "Pepsi"de kullanılan madde insanların ortalama tüketimine göre çok daha azdır. Gıda endüstrisi birçok gıdada ek uyarıların çıkması için ihtiyacı işaret ederek, bu karara karşı çıktı. 2012 yılı Mart ayında, "Coca-Cola" ve "Pepsi" Yeni Kaliforniya standartlarını karşılamak için karamel renklendirici üretiminde değişiklikler hakkında bilgi verildi. Kaliforniya'da satılan içecekler, zaten yeni şartlara uygun oldu. Avrupa'da kullanılan karamel boyaları hazırlamak için bir yöntem yaratılıp, 4-metilimidazol içeriği aynı seviyede muhafaza ediliyor. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Amerikan yaşam tarzının bir simgesi olarak önce Avrupa'da, ardından tüm dünyada yaygın reklam kampanyaları ile büyük pazar payı kazandı. Soğuk Savaş ardından eski Sovyetler Birliği topraklarında ve Doğu Avrupa'da üretim ve satışa başladı, bu bölgelerde de alkolsüz içecek pazarında güçlü duruma geldi. Yönetim Kurulu Başkanı (CEO) Türk iş adamı Muhtar Kent'tir. Coca Cola ve Pepsi'yi üreten şirketler, California yasaları gereği ürünlerine kanser uyarısı konmaması için bu içeceklerin formülünü değiştiriyor. Yeni formüle göre içeceklere karamel rengini veren 4 - metilimidazol maddesinden daha az kullanılacak. 4 - metilimidazol, California eyaletinin kansere yol açtığı düşünülen maddeler listesinde yer alıyor. Coca Cola ve Pepsi'yi üreten şirketler, California'da satılan ürünlerinde zaten yeni formülü kullanmaya başlamıştı. Ancak yeni formülün artık ABD genelinde de yaygın şekilde kullanılacağı, bunun üretim açısından daha verimli olduğu belirtiliyor. Coca Cola şirketinin temsilcisi Diana Garza-Ciarlante Associated Press haber ajansına yaptığı açıklamada, 'bilimsel açıdan bir temeli olmadığını' savunduğu uygulamadan zarar görmemek için bu kararı aldıklarını, ancak ürünlerinin bir sağlık riski taşımadığını vurguladı. Söz konusu kimyasal madde, bir araştırmada kullanılan denek farelerde kansere yol açtı. Ancak Amerikan İçecekleri Birliği bunun insanlar için risk taşıdığına dair bir kanıt olmadığını belirtiyor. ABD Gıda ve İlaç Dairesi' de laboratuvar deneylerinde farelere verilen miktarda kimyasalın kana karışması için bir insanın bin kutu Coca Cola ya da Pepsi içmesi gerekeceğini iddia ediyor. Gıda sektöründeki gelişmeleri takip eden Beverage Digest adlı araştırma şirketine göre Coca Cola ve PepsiCo, gazlı içecek pazarının yaklaşık yüzde 90'ına hakim bulunuyor. Her iki şirket te içeceklerin lezzetinde bir değişiklik fark edilmeyeceğinin altını çiziyor. Pemperton her zaman kendi ürettiği içeceğin formülünü gizli tutmaya çalışmıştır. 1887 yılında Candler, Coca Cola’nın gizli formülünü alıp emin bir yerde saklamıştır. 1916 yılında Candler emekli olduğunda gizli formülü oğluna vermiş ve saklaması için görevlendirmiştir. 1919 yılında Coca Cola’nın gizli formülü Atlanta’dan New York’a götürülmüş, banka kredisi teminatı karşılığında Coca-Cola'nın gizli formülünün yazılı olduğu belge bankaya teslim edilmiştir. Bu belge borcun ödendiği 1925 yılına kadar New York'taki Guaranty Bankası'nda bir kasada tutuldu. 1925 yılında tekrar doğduğu yer olan Atlanta’ya New York'tan dönmüş ve 1925 yılından beri Atlanta'nın merkezindeki SunTrust Bankası'nda muhafaza ediliyordu. Bu sırrın iyi saklanması için şirket SunTrust Bankasına yılda 48.3 milyon dolar ödüyordu. 2011 yılında düzenlenen törenle gizli formül "Coca-Cola Dünyası" müzesine getirildi. Kirman Selçukluları Kirman Selçukluları, (1092-1187) Çağrı Bey'in oğlu Kavurt , Selçukluların Kirman kolunun başı idi. İran'ın güney kısmında yer alan Kirman'dan başka Fars, Hürmüz ve Umman'ı da zapt etmiştir. Umman'ın fethi Selçuklularca yapılmış ilk deniz aşırı seferdir. Daha sonra birkaç kez daha taht için hak talebiyle isyan eden Kavurt Sultan, Melikşah tarafından boğdurulmuştur. Onun yerine geçen oğulları Selçuklulara bağlı kalmışlardır. Bir ara Gurluların hâkimiyetine giren Kirman Selçuklu Devleti, 1187'de Oğuzlar'dan Dînar tarafından ortadan kaldırılmıştır. Suriye Selçukluları Suriye Selçukluları, 1092-1117 tarihleri arasında Suriye bölgesini yönetmiş Türk devletidir. Suriye'yi fetheden ve 1078 yılından beri Büyük Selçuklu Devleti'nin Suriye meliki olan Tutuş (Sultan Alparslan'ın oğlu ve Sultan Melikşah'ın kardeşi), kendini sultan ilân ederek, yeğeni Sultan Berkyaruk'un üzerine yürümüş, Aralık 1094'te Bağdad'ı fethederek adına hutbe okutturmuş, fakat 1095'te Rey'de yeğenine yenilmişti. Oğullarından Tutuşoğlu Rıdvan Halep'te, ve Tutuşoğlu Dukak Dımaşk'da hâkimiyetlerini ilân ettiler. Halep hakimi Rıdvan Haçlılarla mücadele etti. Bir ara sınırlarını Güney Anadolu'ya kadar genişletti. 1117'de ise her iki bölgede de hâkimiyet, atabeylerin eline geçmişti. Antakya’yı fetheden Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Suriye hakimiyetini ele geçirmek istedi. Bu maksatla 1085 yılında Halep’i ele geçirmek için hareket etti. Haleb Valisi İbn-i Huteytî, Tutuş’tan yardım istedi. Melik Tutuş, yanında Artuk Bey olduğu halde, harekete geçti. İki hânedan üyesi Haleb civarında Ayn Seylem mevkiinde karşılaştılar. 1086 yılında yapılan muharebede Kutalmışoğlu Süleyman Şah hayatını kaybetti. Tutuş, Haleb'i ele geçirdiyse de, iç kaleyi alamadı. Suriye'deki hadiseler üzerine Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, bölgeye sefer düzenledi. Tutuş, Dımaşk'a çekildi. Sultan Melikşah'ın Suriye’den ayrılmasından sonra Tutuş, harekete geçip 1090'da Humus'u ele geçirdi. Trablusşam kuşatması başarısızlıkla neticelendi. Melikşah'ın vefatı üzerine Sultan Berkyaruk ile saltanat mücadelesine girişen Tutuş, Rey yakınlarında yaptığı savaşta komutanlarının karşı tarafa geçmesi sebebiyle mağlup oldu ve
1095'te genç yaşta hayatını kaybetti. Melik Tutuş’un ölümünden sonra oğullarından Rıdvan Halep'te, Dukak ise Dımaşk'ta saltanatını ilan etti. Böylece Suriye Selçuklu Devleti, Halep Melikliği ve Dımaşk Melikliği olmak üzere iki kola ayrıldı. Melik Rıdvan, Haleb Selçuklu Melikliği'ni kurduktan sonra hükümdarlık sahasını genişletmeye çalıştı. İlk önce beraberinde Vezîr Cenâh ed-Devle olduğu hâlde Suruç üzerine yürümüş, fakat Artukoğlu Sökmen Bey'in başarılı savunması karşısında buradan çekilerek 1096'da Ermeni Toros idaresindeki Urfa'yı zaptetmişti. Melik Rıdvan şehri iç kalesinin idaresini Antakya valisi Yağısıyan'a vererek Haleb'e döndü. Rıdvan Dımaşk şehrini de alarak, babasının sağlığındaki topraklara sahip olmak istiyordu. Sonuçta Dımaşk'ı kuşattı, fakat başarısız oldu. İki kardeş arasındaki bu hâkimiyet mücadelesinden faydalanan Fatımiler, Emîr el-Cüyûş Efdal kumandasındaki bir orduyu Kudüs'e gönderdi. Fatımi ordusu 40 gün süren bir kuşatma ve savaştan sonra Ağustos 1096'da Kudüs'ü Artuk ailesinden teslim aldı. Melik Rıdvan ise aynı ay içinde Antakya yörelerine kadar uzanan yağma ve tahrip akınlarında bulundu, daha sonra Dımaşk'ı ele geçirmek üzere hazırlıklara girişti ise de bu sadece başarısız bir teşebbüs oldu. Çok geçmeden Melik Dukak, Rıdvan'a mukabele olarak Haleb üzerine yürümeğe teşebbüs etti. İki taraf orduları Kennesrîn'de karşılaştılar. Rıdvan, 20 Mart 1097 tarihinde Dukak ve beraberindekileri ağır bir yenilgiye uğrattı. Dukak, Rıdvan'ın tabiiyetini tanımak zorunda kaldı. Bu sırada Rıdvan Haleb'deki hakimiyetini devam ettirebilmek için Fatımilerin desteğine ihtiyaç duymuş ve bu devletle işbirliği yapmıştı. Bunun neticesinde hakim olduğu yerlerde 4 hafta süreyle Mısır Fatımi Halîfesi el-Musta'li adına hutbe okuttu. Ancak kendi çevresinin şiddetli tepkileri üzerine hutbe tekrar Abbasi Halifesi adına okunmuş ve Rıdvan, 1097'de Halife el-Mustazhir'den af dilemişti. Bu sırada Müslüman ülkelerine batıdan Haçlı Seferleri'nin başladı. Anadolu'yu geçen Haçlılar 1098 yılında Antakya'yı aldılar. Haçlılar bundan sonra hakimiyet sahalarını genişletmeğe çalıştı, Antakya kontu Bohemond Haleb'e bağlı bazı kaleleri işgal etti. Bir süre sonra Melik Rıdvan harekete geçerek Haleb çevresinde Haçlıların eline geçen birçok yeri geri aldı, böylece bir süre için Haçlı tehlikesinden uzak kalınmıştı. Fakat bu çok kısa sürdü ve 1105'te Kınnesrin'de Rıdvan ile Haçlılar tekrar karşılaştılar. Ancak Rıdvan Haçlılar ile yapılan savaşı kaybederek Haleb'e çekilmek zorunda kaldı. Haçlılar onun bu yenilgisinden yararlanarak Haleb bölgesinde yağma ve istilaya giriştiler. Büyük Selçuklu sultanı Muhammed Tapar 1106'da Musul bölgesine Emir Çavlı Sakavu'yu atamıştı. Çavlı Musul'a hâkim olabilmek için Türkiye Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan ile mücadeleye girişti ve Melik Rıdvan'dan da bu hususta yardım istedi. Rıdvan da askerleriyle birlikte ona katıldı. Yapılan savaşı kaybeden I. Kılıç Arslan, 1107'de Habur suyunda boğuldu. Fakat daha sonra Rıdvan ile Çavlı'nın arası açıldı. Rıdvan bu durumda Antakya prensi Tancred'e mektup yazarak ondan yardım istedi. Ayrıca Çavlı'nın Haleb'i tehdit ve onun Suriye'deki Haçlı hakimiyeti için de bir tehlike teşkil ettiğini bildirdi. Tancred, Melik Rıdvan ile anlaşırken, Çavlı da Urfa Kontu Baudouin ile birleşti. İki taraf arasında Tel-Başir'deki savaş Ekim 1108'de Tancred ve Rıdvan lehine neticelendi. 1110'da Emir Mevdud idaresindeki Selçuklu kuvvetlerinin Urfa'yı kuşatması, Haçlıları bu şehri kurtarmak maksadıyla bir süre için Suriye'den ayrılmalarına yol açtı. Melik Rıdvan bu fırsattan istifâde ederek Antakya bölgesine kadar akınlarda bulundu. Daha sonra Antakya'ya dönen Tancred Rıdvan'a aralarındaki anlaşmanın bozulduğunu bildirerek karşı harekete geçti, önemli bazı kaleleri zaptederek ve yağma akınları ile bölgeyi büyük zarara soktu. Melik Rıdvan, 1111'de Tancred ile daha ağır şartlarda bir barış yapmak zorunda kaldı. Melik Rıdvan bir süre sonra Haçlıların Haleb yöresindeki faaliyetleri sebebiyle güç duruma düşmüş ve yardım için Büyük Selçuklulara başvurmuştu. Sultan Muhammed Tapar'ın çağrısına birçok Müslüman emir uymuş ve Mevdud'un idaresindeki bu Selçuklu ordusu, Joscelin'in elinde bulunan Tel-Başir'i kuşatmıştı. Fakat sonuç alınamamıştır. Melik Rıdvan ise Haleb Selçuklu Melikliği'nin Haçlıların baskısı sonunda yok olmak tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu Emir Mevdud'a bildirerek, Selçuklu ordusunun Haleb'e gelmesini istedi. Emir Mevdud bu arzuyu kabul ederek Haleb bölgesine geldi. Ancak, muhtemelen Selçuklu askerlerinin sert hareketleri, Rıdvan'ın Haleb kapılarını kapamasına sebep oldu. Neticede Selçuklu ordusu Eylül 1111'de Haleb önünden ayrılmak zorunda kaldı. Melik Rıdvan gittikçe artan Haçlı baskısı karşısında Dımaşk hakimi Tuğ-Tegin'i Haleb'e davet etti. Tuğ-Tegin buna uyarak Haleb'e geldi. Neticede Rıdvan ve Tuğ-Tegin bir anlaşma yaptılar. Buna göre, 1112 yılında Tuğ-Tegin Rıdvan adına hutbe okutup, para bastıracaktı. Çok geçmeden bu anlaşmanın bozuldu. Tuğ-Tegin kendisini tehdit eden Haçlılara karşı birçok Selçuklu emirinden, bu arada Melik Rıdvan'dan da yardım istemişti. Rıdvan muhtemelen yıllık vergi ödediği Antakya Kontu Roger'den çekinerek bu davete uymadı. Ancak Tuğ-Tegin ve Mevdud'un Haçlılara karşı Taberiyye savaşını kazanmalarından sonra yüz atlı gönderdi. Tuğ-Tegin 1113 yılında onun bu çekingen davranışına kızarak, aralarındaki anlaşmayı bozdu. Melik Rıdvan bu olaydan sonra çok yaşamamış, şiddetli bir hastalığa yakalanarak 10 Aralık 1113'de Halep'te öldü. Melik Rıdvan'ın ölümünden sonra Haleb Melikliği'nin başına 16 yaşındaki oğlu Alp Arslan el-Ahras geçirildi. Ancak, idare tamamıyla atabegi olan Hadım Lü'lü'nün elinde bulunuyordu. Bu devrede Haleb'deki Bâtınîlerden şikâyetler artmıştı. Sultan Muhammed Tapar bir elçi göndererek Bâtınîlere karşı harekete geçilmesi ve onların liderlerinin öldürülmesi için emir verilmesini istedi. Alp Arslan bu isteğe uyarak bir kısım reisleri öldürttü. Bâtınîlerden nefret eden Haleb halkı da bu harekâta katılmıştı. Ancak Alp Arslan'ın meliklik devresi kısa sürdü. Yakınlarının tavsiyesi ile yardım için Tuğ-Tegin'e başvurdu, hatta Dımaşk'a dostça bir ziyaret yaptı. Tuğ-Tegin de onun müracaatını müspet karşılamıştı. Diğer taraftan Atabeg Lü'lü onun sorumsuzca davranışlarından ve Atabeg Tuğ-Tegin'in isteğine göre hareket edebileceğinden korkmuş, ayrıca kendi hayatını da tehlikede görerek Eylül 1114'te Alp Arslan'ı öldürtmüştü. Atabeg Lü'lü, Alp Arslan'ın yerine altı yaşındaki kardeşi Sultan-şâh'ı tahta çıkardı. Böylece bir süre için devletin gerçek idarecisi oldu. Ancak kudretli bir melikin yokluğu ve ordusunun sayıca az olması, Haleb Melikliği'ni sadece adı geçen şehri savunmak durumunda bırakmıştı. Lü'lü ise hükümranlığını sürdürebilmek için; Haçlılar, Tuğ-Tegin ve Sultan Muhammed'den destek ve aynı maksatla zaman zaman da Artuklu İlgazî'ye başvuruyordu. Nihâyet 1117'de Lü'lü bir yolculuk sırasında beraberindeki Türk müfrezesi tarafından öldürüldü. Daha sonra idareyi başka hadımlar ele geçirdi. Sultan-şâh zâten yaşça küçük olduğundan sadece ismen melikti. Haleb şehri bu iç karışıklıklar sebebiyle Haçlıların yağma ve istilâsından kurtulamayacak bir durumda idi. Artuklu İlgazî 1117'de Haleb'i geçici olarak almıştı. Ertesi yıl sıkıntı içindeki halkın çağrısı ile İlgazî Haleb'e tamamen hâkim oldu ve 1118'de Sultan-şâh'ı da hapsetti. Bu suretle Haleb Melikliği, dolayısıyla Suriye Selçuklu Devleti, sona ermiş oluyordu. Tutuş’un ölümünden sonra, oğlu Dukak, Suriye Selçuklularının Dımaşk sehrini eline gecirmis ve burada kurdudgu tabi devlete Dımaşk Selçuklu Melikliği adı verilmisti. Tutuş’un emrinde bulunan Emîr Zahiriddin Tuğtegin, Sultan Berkyaruk’un eline esir düşmüş, sonra serbest bırakılmıştı. Tuğtegin, Dımaşk'a gelerek Dukak’ın hizmetine girdi ve ordu kumandanlığına getirildi. Ayrıca, Dukak’ın annesiyle evlendi ve Savtegin’i ortadan kaldırarak, melikliğin idaresini ele aldı. Dukak, Șam’ı ele geçirmek isteyen ağabeyi, Haleb Meliki Rıdvan ile yaptığı mücadelede mağlup olunca, onun hakimiyetini kabul etti. Melik Dukak, bundan sonra Haçlılarla mücadele etti. Fakat Haçlı kumandanı Raymond de Saint Gilles'la 1102 yılında Trablus önünde yaptığı savaşı kaybetti. Daha sonra Cenâhüddevle, Rahbe’yi zaptetmek için sefer düzenlediyse de, buranın, Melik Dukak tarafından ele geçirildiğini öğrenince, bölgeden ayrıldı. Cenâhüddevle, Dukak’ın 1104 yılında ölümünden sonra, Atabeg Tuğtegin, önce onun bir yaşındaki oğlu II. Tutuş adına hutbe okuttu. Daha sonra Dukak’ın on iki yaşındaki kardeşi Muhiddin Bektaş'ı tahta geçirdi. Fakat, Tuğtegin’den korkan Muhiddin Bektaş, 1104 yılında Dımaşk'tan kaçtı. Böylece, Suriye Selçuklu Devleti'nin Dımaşk Melikliği kolu sona erdi ve yerine Tuğtegin ailesi Dımaşk Atabeyleri olarak Böriler Hânedânı kuruldu. Müftü Müftü, il ve ilçelerde müslümanların din işlerine bakan, fetva verebilen görevli. Sadece ilahiyat mezunları müftü olabilir. Müftünün İslami bilimler yönünden kendini geliştirmiş olması gerekir. Kasım 2017 tarihi itibarıyla müftülere Resmî nikah kıyabilme yetkisi verilmiştir. Arapça kökenli müftü sözcüğünün sözlük anlamı "fetva veren, şer'i mes'elelere dair sorulan soruları cevaplandıran kişi"dir. Mastarı iftâ sözcüğüdür. İftâ, "şer'i bir mes'ele hakkında cevap vermek" demektir. İstilâhta ise müftî, müctehid demektir. Müctehid, Kur'an-ı Kerim'den ve Hadis-i şeriflerden dini hüküm çıkarabilme kudretine hâiz bulunan kimsedir. Müftü, şeyhülislâm tâbirinin yayılmasından önce ilmiye mesleğinde kullanılan üç tabirden biridir. Diğerleri de kadı ve müderristir. Halkın ve devlet dairelerinin dini meseleler hakkında sordukları soruları dini kitaplardan ve daha çok Hanefî mezhebine göre fetvâ veren müftüler, kadılar gibi resmî bir sıfata haiz değillerdi. Sorulan dini meseleler için muteber fıkıh kitaplarından araştırıp gerekli cevabı vermekle mükellef idiler. Müftüler tayin edildikleri zaman hanefi imamlarının içtihatları ile fetvâ vermeleri ve verdikleri fetvâları belirli ölçüde tespit edilen bir kâğıda yazıp al
tına, falanca yerin müftüsü, falan şeklinde imza etmeleri, tayinle alakalı tezkere ve ifadeler de yer alıyordu. Her ne kadar müftüler Hanefi mezhebine göre fetvâ veriyorlar ise de Osmanlı Devleti sınırlar içinde bulunan diğer üç mezhep mensupları için de müftüler tayin ediliyorlardı. Bunlar da Şafii, Malikî ve Hanbelî mezhebine göre fetvâ verirlerdi. Günümüzde Türkiye'de, 633 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluş ve görevleri hakkında kanun ve bu yönerge ile verilen görevleri yürütmek ve Diyanet İşleri Başkanlığını temsil etmek amacıyla il ve ilçe müftülükleri kurulmuştur. İnsan papilloma virüsü İnsan papilloma virüsü, insan papilloma virüs ya da human papilloma virus (HPV veya İPV) papillomavirus ailesine mensup, deri ve mukozal yüzeylerdeki bazal epitelyal tabaka hücrelerini enfekte eden bir DNA virusu. 1970'li yıllarla beraber HPV ve kanser ilişkisi üzerinde çalışmalar başlamış ve pozitif bulgularla beraber günümüzde önemli bir bilgi birikimi elde edilmiştir. Şimdiye dek 100'den fazla HPV tipi saptanmıştır. HPV; serviks, penis, vulva, vajina, anüs, ağız, orafarinks ve diğer mukozal bölgeleri tutarak, bu bölgelerde kansere neden olabilmektedir. Özellikle serviks kanseri olgularının neredeyse tümünde (%99,7) HPV DNA izole edilmektedir. HPV enfeksiyonu her yaşta görülebilmektedir. Bununla beraber genç sağlıklı çocuklarda da görüldüğü çeşitli çalışmalarda kanıtlanmıştır. HPV'nin ortalama görülme yaşı 52 olup 35-39 ve 60-64 yaşlarında olmak üzere iki ayrı dönemde tavan yapar. HPV virusu bütün dünyada yaygın olarak bulunmaktadır. Sosyokültürel ve ekonomik düzeyinden bağımsız olarak her kadın risk altındadır. Kadınların %70-80'i yaşamları boyunca en az bir kez HPV ile enfekte olduğu gösterilmiştir. Başta servikal kanser ve öncü lezyonlar olmak üzere, diğer genital kanserler (vulva, vajina, penis, anüs), orofaringeal kanserler, genital siğiller, laringeal papillomatozis ve muhtemelen bazı deri kanserinde de etiyolojide rol oynamaktadır. Virusun erkekte ve kadında kanser oluşumuna (penis, vulva, vajina, serviks, anüs, rektum) yol açan türleri arasında 16 ve 18 numaralı genotipleri serviks, vulva, vajina ve penis derisi kanserleri yönünden en fazla potansiyeli olan türlerdir. Özellikle serviks kanseri olgularının neredeyse tümünde (%99,7) HPV DNA izole edilmektedir. Halk arasında rahim ağzı kanseri olarak bilinen serviks kanseri; dünya üzerinde her 2 dakikada bir kadının ölümüne neden olan ve değişik ülkelerde yapılan çalışmalarda kadınlarda meme kanserinden sonra en sık görülen ikinci kanserdir. Bu da HPV enfeksiyonunun önemini göstermektedir. HPV'ye karşı son yıllarda geliştirilmiş olan HPV aşısı, kadınları hayat boyu bu enfeksiyondan koruyabilmektedir. Toplumda HPV'nin onkojenik türlerinin yaygınlığına bağlı olarak aşının HPV enfeksiyonlarını %65-76 oranında önlediği kanıtlanmıştır. HPV 16 ve 18 suşlarına bağlı oluşan hastalıkları önlemede hem tip 6, tip 11, tip 16 ve tip 18 suşlarını içeren (quadrivalan) hem de tip 16 ve tip 18 suşlarını içeren (bivalan) aşının koruyuculuğu %90’ın üzerindedir. Bununla beraber quadrivalan aşının %100 etkin olduğu çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir. Hastalıklardan korunma konusunda birincil korunma yaklaşımlarının daha başarılı ve daha doğru olduğu kabul edilmektedir. Enfeksiyona yakalanmayı önlemeyi amaçlayan birincil korunma yaklaşımlarına aşılama örnek verilebilir. Bu nedenle HPV aşısının geliştirilmesi çok önemlidir. Papillomavirus ailesinden olan HPV ikozhedral yapıda, zarfsız, 55 nm boyunda 72 kapsomerli bir virüstür. 100’den fazla tipi olan HPV’nin yaklaşık 40 tipinin mukozal, 60 tipinin ise kutanöz enfeksiyon yaptığı bilinmektedir. Mukozal enfeksiyon yapanlardan yüksek onkojenik potansiyele sahip olan 16 ve 18 suşlarının genital kansere yol açma oranı %70 iken, düşük onkojenik potansiyele sahip 6 ve 11’in genital siğile yol açma oranı %90 olarak bilinmektedir. Virüs genomunun onkojenik mekanizmadan sorumlu tutulan genleri E6 ve E7 olarak bilinmektedir. E6 geni p53'ü yıkarak, E7 ise Rb genini inaktive ederek servikal karsinogenezin gelişmesine neden olmaktadır. HPV enfeksiyonunun persistan olma riski yaşla beraber artmaktadır. HPV enfeksiyonu son derece yaygın bir enfeksiyondur. Amerika Birleşik Devletleri'nde her yıl yaklaşık 6.2 milyon yeni HPV enfeksiyonu ortaya çıktığı bilinmektedir. "Amerika Birleşik Devletleri Hastalık Kontrol Merkezi" (CDC) verilerine göre dünyada seksüel aktif kadın ve erkeklerin yaşam boyu HPV ile enfekte olma olasılığı en az %50 olarak bildirilmiştir, bununla beraber 50 yaşına varmış kadınların bu enfeksiyonu geçirmiş olma olasılığı en az %80'dir. HPV enfeksiyonu her yaşta görülebilmektedir ve çeşitli araştırmalarda genç sağlıklı çocuklarda da görüldüğü kanıtlanmıştır. HPV’nin ortalama görülme yaşı 52 olup 35-39 ve 60-64 yaşlarında olmak üzere iki ayrı dönemde pik yapmaktadır. HPV virusu bütün dünyada yaygın olarak bulunmaktadır. Sosyokültürel ve ekonomik düzeyinden bağımsız olarak her kadın risk altındadır. Kadınların %70-80'i yaşamları boyunca en az bir kez HPV ile enfekte olur. Kondom ve bariyer önlemleri riski azalır, ancak tam olarak koruyucu değildir. Daha çok genç yetişkinlerde görülen bu hastalığın cinsel yaşam tarzında ortaya çıkan değişikliklere bağlı olarak son yıllarda arttığı görülmektedir. HPV enfeksiyonu %14,8 oranında hiç cinsel ilişkiye girmemiş kadınlarda da görülebilir. Çocuklarda gerçekleşebilecek HPV transmisyonunun nedenleri arasında otoinokülasyon, kontamine objeler ve yüzeylerden indirekt olarak bulaşma, seksüel kötüye kullanım, vajinal doğum, süt verme, intrauterin hayatta asendan enfeksiyonlar, transplasental geçiş, semen yer almaktadır 1970'li yıllarla beraber HPV üzerinde çalışmalar başlamış ve pozitif bulgularla beraber günümüzde önemli bir bilgi birikimi elde edilmiştir. Başta servikal kanser ve öncü lezyonlar olmak üzere, diğer genital kanserler (vulva, vajina, penis, anüs), orofaringeal kanserler, genital siğiller, laringeal papillomatozis ve muhtemelen bazı deri kanserinde de etiyolojide rol oynamaktadır. Virusun erkekte ve kadında kanser oluşumuna (penis, vulva, vajina iç yüzü, serviks, anüs, rektum) yol açan 40 türü vardır ve bunlar arasında 16 ve 18 numaralı genotipleri serviks, vulva, vajina ve penis derisi kanserleri yönünden en fazla potansiyeli olan türleridir. Halk arasında rahim ağzı kanseri olarak bilinen serviks kanseri; dünya üzerinde her 2 dakikada bir kadının ölümüne neden olan ve değişik ülkelerde yapılan çalışmalarda kadınlarda meme kanserinden sonra en sık görülen ikinci kanserdir. Gelişmiş ülkelerde kadın kanserlerinin %3,6'sını, gelişmemiş ülkelerde kadın kanserlerinin %15'ini oluşturur. Ölüm sayılarının yaklaşık olgu sayılarının yarısına eşit olduğu kabul edilmektedir. Tüm bu veriler serviks kanserinin önemini kanıtlamaktadır. Epidemiyolojik çalışmalar serviks kanseri için majör risk faktörünün HPV enfeksiyonu olduğunu göstermektedir. Serviks kanseri-HPV enfeksiyonu ilişkisi, akciğer kanseri-sigara ilişkisinden daha sıkı bir ilişkidir. Diğer taraftan HPV enfeksiyonu son derece yaygın bir enfeksiyondur. Amerika Birleşik Devletleri "Hastalık Kontrol Merkezleri" (CDC, "Centers for Disease Control and Prevention") verilerine göre dünyada seksüel aktif kadın ve erkeklerin yaşam boyu HPV ile enfekte olma olasılığı en az %50 olarak bildirilmiştir. Serviks kanseri olgularının neredeyse tümünde (%99,7) HPV DNA izole edilir. Bununla beraber serviksteki HPV enfeksiyonlarının çoğu asemptomatiktir ve saptanan enfeksiyonlarının %90'dan fazlası 2 yıl içeresinde kendiliğinden yok olabilmektedir. Dolayısıyla serviks kanseri sıklığında azalma HPV enfeksiyonlarının tanınması, önlenmesi ve tedavi edilmesi yoluyla mümkün olabilir. HPV aşısı 2006 yılında onaylanmış ve kullanıma sunulmuştur. HPV aşısının lisansı 9-26 yaşlar arasındaki genç kızlara ve kadınlara yapılmak üzere alınmıştır. Günümüzde quadrivalan ve bivalan olmak üzere 2 çeşit HPV aşısı mevcuttur. Quadrivalan aşı HPV'nin 6, 11, 16, 18 suşlarına karşı; bivalan aşı ise 16 ve 18 suşlarına karşı yapılmıştır. Her iki aşının da adölesan dönemde uygulanması en yüksek immun yanıtı oluşturmaktadır. Özellikle 15 yaşından sonra aşıya verilen immun yanıt azalmaktadır. İleriki dönemdeki yanıtı da azaldığından erken dönemde aşılanmak hayati öneme sahiptir. Ayrıca bivalan aşı genç kızlara ek olarak erkeklere de uygulanabilmektedir. Özellikle quadrivalan HPV aşısının 12-13 yaşlarındaki kız çocuklara yapılması amaçlanmaktadır. HPV aşısı 3 doz olarak ve ikinci ile üçüncü dozlarının ilk dozdan 2 ve 6 ay sonra yapılması önerilir. 11-12 yaşındaki kızlara rutin yapılması önerilir. Aşı en erken 9 yaşında başlanabilir ve 13-26 yaşında aşılanmamış olanların aşılanması öngörülür. Toplumda HPV'nin onkojenik türlerinin yaygınlığına bağlı olarak aşının HPV enfeksiyonlarını %65-76 oranında önlediği kanıtlanmıştır. HPV 16 ve 18 suşlarına bağlı oluşan hastalıkları önlemede hem bivalan hem quadravalan aşının koruyuculuğu %90'ın üzerindedir. Bununla beraber quadrivalan aşının %100 etkin olduğu çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir. Bucalovirus rekombinan teknolojisi kullanılarak geliştirilen GSK aşısının (Cervarix'in) faz 3 çalışmaları Kuzey Amerika, Latin Amerika, Avrupa ve Asya'da 18.000'in üstünde kadını kapsamıştır ve bu çalışmaların sonunda aşının yeni enfeksiyona karşı %92 ve persistan enfeksiyona karşı %100 koruyuculuğu olduğu saptanmıştır. Merck firması ise HPV tip 6, 11, 16 ve 18'e karşı aşı geliştirmiş ("Gardasil") ve bu aşı ile 25.000 kadın aşılanarak persistan enfeksiyondan %100 korunabildiği gösterilmiştir. Halen Amerikan İlaç Gıda Dairesi (FDA) ve Avrupa Komisyonu tip 6, tip 11, tip 16 ve tip 18 içeren insan papillomavirus aşısını servikal kanserlerin, yüksek dereceli servikal displazinin, prekanseröz servikal lezyonun, prekanseröz vulvar displastik lezyonların ve yaygın genital siğillerin (kondiloma akuminata) önlenmesi için onaylamıştır. Bu aşı 11-12 yaşlarında 3 doz olarak uygulanmaktadır. Günümüzde HPV tip 16 ve tip 18, içeren
başka bir aşı onaylanmıştır. Profilaktik HPV aşılarının rutin servikal tarama ile birlikte HPV ile ilişkili morbidite ve mortalite üzerinde çarpıcı etkileri olacağı öngörülmektedir. Virus her kadında enfeksiyon ve buna sekonder kansere neden olabildiğinden, HPV aşısı için bir risk grubu söz konusu değildir. Hedef 9-26 yaş grubundaki her kadının mümkünse ilk cinsel ilişkiden önce, değilse mümkün olan en kısa sürede aşılanmasıdır. Hepatit B aşısında risk grubu aşılaması ile hastalık insidansının azaltılamaması deneyimi de HPV aşısının yaygın kullanılması gereksinimini ortaya çıkarmaktadır.. Öte yandan HPV enfeksiyonu erkeklerde de görüldüğünden, aşının yalnızca kız çocuklara yapılmasının yeterli olup olmayacağı, aynı yaş grubundaki erkeklerin de aşılanmasının gerekliliği tartışma konusudur. AAT AAT, Alfa-1-Antitripsin adı verilen proteaz inhibitörünün kısaltmasıdır. A1AT de denilmektedir. Plazmada yüksek konsantrasyonda bulunmakta (1.5-3.5 gr/l) ve dokuyu enflamasyona neden olan hücrelerden gelen enzimlerden korumaktadır (özellikle elastaz). Yapısında herhangi bir mutasyon olduğunda, polimerizasyon olur ve karaciğerde toplanır. AAT'de genetik bir eksiklik, enflamasyon sırasında engellenemeyen doku yıkımına neden olur. Bu da akciğerde amfizem ve dolaylı olarak karaciğer sirozuna (bazı ciddi vakalarda) neden olur. Kanlı Ayakkabı Kanlı Ayakkabı (orijinal adı: "Bunhongsin"), yönetmenliğini Yong Gyun Kim'in yaptığı 2005 Güney Kore yapımı, korku-gerilim filmidir. Genelde Uzakdoğu sinemasında korku en önemli motiflerden biridir. Diğeri hayalet imgesidir. Güney Koreli yönetmen Yong-gyung Kim'in "Bunhongsin-Kanlı Ayakkabı" filminde de korku ve hayaletler ön plana çıkmaktadır. Genç kadın Su-jae, kendinden epey yaşlı bir adamla evlidir. İlkokula giden Tae-soo adında küçük bir kızları da vardır. Dışarıdan bakınca sıcak ve mutlu bir yuva. Ama adam, karısı Su-jae'yi bir bakıma aşağılamaktadır.Su-jae'nin pişirdiği yemekleri bile beğenmiyordur. Adam, Su-jae'nin ayakkabı takıntısı yüzünden kızlarına kötü örnek olduğunu yüzüne vurmaktadır. Ama, buraya gelmeden önce filmin ürkütücü girişine değinmeli. Ön jenerikte beyaz harfler kan kırmızısına dönüştükten sonra kamera perdeye alabildiğine şehirden görüntüler yansıtır. Fonda da kilise müziği duyulur. Kamera, ıssız metroya gider. Liseli bir genç kız arkadaşını beklerken, bir çift kırmızı kadın ayakkabısı görür. Cazibesine kapıldığı ayakkabıyı hemen giyer ve arkadaşı Yoom belirir yanında. Yoom, olağanüstü çekiciliği olan ayakkabıyı zorla alır ve korkunç trajedisini yaşar hemen. Bu giriş bölümü bittikten sonra dans yapan bir genç kız yansır perdeye ve böylece hikâye de başlar. Yönetmen Kim, filminin akışında boşluklar bırakarak seyirciyi sürekli bir tedirginlik duygusunun içerisinde dolaştırıyordur. Kocasından boşandığını söyleyen Su-jae, kızı Tae-soo'yla beraber metroya yakın yeni bir eve taşınıyordur. Su-jae diş muayenehanesini de restore ettiriyor. İç mimar Cho İn-chul da Su-jae'nin muayenehanesini dekore ediyordur. İkisi böylece tanışıyorlar ve aralarında bir çekim de başlıyor. Cho, sevgilisinden ayrılmış ve kalbi kırıktır. Ayakkabının ölümleri... Su-jae, metroda önceden bilinen kırmızı ayakkabıları görür ve alır eve getirir. Su-jae'nin küçük kızı Tae-soo da kırmızı ayakkabılara tutuluyor. Anne-kız arasında çatışma da yaşanıyor ayakkabı için. Filmin derinliklerinde ayakkabının sırları da ortaya çıkıyor. 1948 yılında bir tiyatroda yaşanan ayakkabının yaşattığı şiddet bir trajediden geliyordur. O dönemlerde, tiyatroda ayakkabıyı giyen genç kız, hem daha iyi dans yapıyor hem de yakışıklı bir erkekle aşk yaşıyor. Ama erkek evli. Adamın karısı, kıskanç ve ihtiras dolu. Kocasını elinden alan genç kızdan hem ayakkabıyı zorla alıyor hem de genç kızı öldürüyor kadın. Ama, kendi trajedisinden de kurtulamıyor kadın. Ayakkabı, kendisini zorla elde edenlere hem kabuslar yaşatıyor hem de vahşice öldürüyor. Su-jae'nin şişmanca meslektaşı Mi-hee de benzer trajedilerden birini yaşıyordure. Yönetmen, kadın ruhunun içine girerek, kadın kıskançlığı ve ihtirasları üzerinde psikolojik anlamda yoğunlaşıyor. Buradan insanı ürküten ve kısa da olsa kadınlara karşı küçük bir korku yaşatıyor. Jae-su da ayakkabının gizemi kadar gizem taşıyor hikâyede. Filmi seyrederken Su-jae'den bir ara gerçekten ürküyorsunuz. O, kocasından boşanmış mı, yoksa vahşice öldürmüş mü, hep ikilemde kalıyorsunuz finale kadar. Müzikler, filmin ruhuyla buluşurken, görüntüler de alabildiğine dingin. Sakin kamera, iç ve dış mekanların atmosferinde bir hayalet gibi dolaşıyor. Bu kamera bile insana tedirginlik veriyor filmde. "Kanlı Ayakkabı", türünün iyi bir örneği. Garfield Garfield,Jim Davis tarafından yaratılan bir karikatür karesidir.19 Haziran 1978'de ilk karikatür ana karakterlerle yaşamımıza girmiştir.Ana karakterler kedi Garfield (karakter)(Jim Davis'in büyükbabasının ismi) ve sahibi Jon Arbuckle ile Arbuckle'nin köpeği Odie'dir.2007 yılında yapılan sayıma göre Garfield tamı tamına 2,580 gazetede yer almıştır ve Guinness Rekorlar Kitabı'nda en çok yer alan karikatür karesi olarak tarihe geçti. Garfield'ın ilk kitabı Muncie, Indiana'da bulunan evinde baskısı yapılmıştır.İlk kitap sonra ilk televizyon özel şovu olan Garfield Goes Hollywood (Garfield Hollywood'a Gidiyor)'u yaptı.Genellikle karelerin özü Garfield'ın lazanya yemesi,oburluk yaşaması,pazartesilerden nefret etmesi ve diyet yapmamasıdır.Karelerde genellikle ana karakterler olan Jon,Garfield,Odie kullanılır. İlk üretiminde Garfield çok orijinal bir karakter olarak tanındı.750 milyon dolar kazanacaklarını düşündükleri halde 1 milyar kazanmayı başardılar.Çizimden ve karikatürün ilerlediği yıllardan sonra Garfield'ın çizgi filmleri (Garfield ve Arkadaşları) sonra ise 2 film çıkartıldı.3 animasyon filmi yapıldı.2 filmi uzun yapım film olarak sayıldı.Eskiden birçok karesinde sosyal ve politikal karelerede yer veriliyordu.Türkiye'de Garfield'ın kitapları Güloğlu Yayıncılık tarafından çıkartılmaktadır. 1970'li yıllarda Jim Davis Gnorm Gnat adlı bir karikatür karesi yarattı.Editörler "çizim iyiydi fazlasıyla güzeldi" diye söylendi.Gnorm Gnat bir böceği konu almaktaydı.Son karikatür bandında böcek karakter giderken bir insan tarafından eziliyordu.Jim yeni bir kedi karikatür karakteri yaratmak istedi.Karelerde 4 ana karakterin olmasını istiyordu. Jim kedinin adını Garfield koydu.Garfield'ı neden koyduğunun bir açıklamasını yapmıştı o açıklama ise şöyleydi. "Ailemiz Davis'lerin en büyüğü büyükbabam James A. Garfield Davis'den esinlendim." dedi.Jim King Features Syndicate ve Chicago Tribune-New York News gibi yerlerde çizmeye 1978'de çizmeye başladı.Haziran ayı geldi.Jim Garfield'ı yaptı.İlk karikatürü 19 Haziran 1978'de çıkartıldı.Çizdikleri 41 gazete ile başladı.1994'te Davis şirketi olanPaws,Inc'nin başına geçti. Garfield kolay bir şekilde yaygınlaşmaya başladı.1981'e geldiğinde Garfield 3 yaşına girmişti ve Garfield tam 850 gazetede yer almayı ve 15 milyar kazanmayı başardı.Davis Paws,Inc'de pek ilgilenmiyordu.2002 yılında Garfield dünyanın en çok tanınan kedisi oldu ve tam 2,570 gazetede yer aldı.Garfield'ı 263 milyon kişi okumaya başladı.Garfield 2004 yılında ise 2,600 gazetede yer aldı.750 milyar bütçeden sonra 1 trilyon kazandı ve 111 ülkede gösterime girdi.Davis ünlü olduktan sonra renkli karikatür yapmaya başladı taratıp boyatma işlemleri uzun sürdü. Garfield The Movie karikatür bandının ilk filmidir.Filim 11 Haziran 2004'te gösterime girmiştir.Konusu Odie'yi hayvan şovundan kurtarmaktı.Garfield'ı filmde Bill Murray seslendirdi.Türkiye'de Garfield Okan Bayülgen tarafından seslendirildi.Filim Yahoo! Movies'te C-(Ortalama Kötü) aldı.Garfield'ın 2.filmi olan Yahoo! Movies'de yine C- aldı.Ama film çok beğeni kazandı.%11'lik bir kazançtan %15'lik bir kazanç elde ettiler.2007 yılında ise ilk animasyon filmi olan Garfield Gets Real(Garfield Geri Dönüyor) çıktı. Garfield.Com orijinal lisanslı web sitesidir.Sitede Jim Davis'in gün gün çizdiği karikatürler yer alır. Her gün çizdiklerini siteye ve kitaba ekler.Sitesinden oyun oynanabilir ya da alışveriş yapılabilir.Jim Davis'in izni ile Jim Davis,Ball State Üniversitesi,Pearson Digital Konuşma Kursları tarafından Professor Garfield yapıldı.Sitede eğitici aktiviteler matematik ve beyin geliştirici dersler bulunmaktaydı.Professor Garfield ingilizce pekiştirmek içinde yapılmıştı. Bildiğiniz gibi Garfield'ın sitesinde her gün karikatürler yayınlanıyordu.2005 yılında site yeni bir çağrı yarattı.Adı "Rastgele Garfield" idi.Panel ile ileri geri ya da istediğiniz tarihin karikatürüne gidebiliyordu.Bu site ve site kullanıcıları için çok iyi bir avantaj oldu.2006 yılında "Sessiz Garfield" adlı bir uygulama yapıldı.Bu uygulamada Garfield'da istenen baloncuklar silinebiliyordu.Elbette sonraki günler kaldırılmak zorunda kaldı.2008'de Garfield Minus Garfield adlı bir uygulama geldi.Dan Walsh tarafından üretilen bu uygulama iPod Touch ve iPhone üzeri için tasarlanmıştı.300,000 hit kazanan uygulama çok tutuldu.Uygulamada baloncuklar kaldırılabiliyordu.Aynı Sessiz Garfield gibi.Ama bu telefon ve aygıtlar üzerine kurulmuştu.Garfield Minus Garfield'da Garfield'ın baloncuklarını çıkarabiliyor ve Jon'un kendi kendine söylediklerini okuyabiliyordu.Bu cidden çok komikti.Garfield Minus Garfield'ın kitabı Ekim 28 2008'de çıkartıldı. 1982 ile 1991 yılları arasında Garfield ve Arkadaşları 1 saatlik uzun bölümleri yayınlanmaya başlandı.Garfield ve Arkadaşları Garfield'ın ve U.S Acres(Orson'un Çiftliği) 'ni konu almaktaydı.Lorenzo Music Garfield'ı seslendiriyordu.Seslendirme sanatçısı 2000'li yıllarda ölünce Garfield'ı başka kişi seslendirdi.Garfield ve Arkadaşları 1988 ile 1994 yılları arasında yayınlandı.2008'de The Garfield Show yayınlanmaya başlandı.Kanal olarak (Türkiye dahilinde) Cartoon Network'te yayınlanmaya başladı.Türkiye'ye 2010'nun ortalarında geldi. Garfield'ın 1987'de adlı bilgisayar oyunu çıktı.Atari ST, ZX Spectrum, Commodore 64, Amstrad CPC gibi alet platformlarında sunuldu.Sega Garfield for the Genesis adlı b
ir Windows 3.1 oyunu yaptı.Son olarak da A Tale of Two Kitties (Garfield 2)'nin oyunu yapıldı.Nintendo DS ve PC platformları üzerinde yapıldı.2010 senesinde The Garfield Show Space Lazanga adlı bir oyun çıkartılmıştır. İlk görünüş : 19 Haziran 1978 Garfield turuncu,tüylü,şişman bir kedidir.Bir italyan restorantının mutfağında doğmuştur.Zaten doğum yerini adlı televizyon özel çizgi filiminde Mama Leoni Restorantı olarak gösteriliyordu.Garfield normal olarak sevecan dost canlısı birisidir.1978'den beri epey bir değişiklik göstermiştir.Jim Davis Garfield üzerinde birdahaki senede değişiklik yapmayı düşünüyor.Garfield Odie'yi masadan atmayı çok seviyor.Televizyon karşısında uyumak hoşuna gidiyor.Restorant çıkışı bir hayvan mağzası tarafından yakalanıp getiriliyor ve o sırada hayvan mağzasına Jon Arbuckle girip Garfield'ı satın alıyor.Ama Jon gerçekten ne kadar düşünceli bir kedi aldığını bilmiyor.(Baloncukların bulut içinde olanlar düşündüğünü gösterir.) İlk görünüş : 19 Haziran 1978 Jon(Jonathan Q.Arbuckle) Garfield'ın bakıcısı,sahibidir. Kahve içmeyi çok sever. Her ne yapsa da kız tavlamayı beceremez (2000 yılının karikatürlerini inceleyin.) Doktor Liz'e gitmek için her zaman yırtmaya çalışır. Garfield'ın yapabildikleri karşısında duramaz. Hatta 1978'in 2.ay karikatürlerinden birisinde Jon Garfield tarafından dövülüyordu. Polka Ninjalarını izlemeyi seviyor. Her televizyon şovunda en az 1 kez yer alıyor. Karikatürlerde Garfield dışında ona da çok yer veriliyor. Köpeği Odie'nin geleceğini düşünür anne babasıyla bir çiftlikte yaşamıştır. İlk görünüş : 8 Ağustos 1978 Odie sarı küçük burun dev dilli bir köpektir.Aslında normal olarak Odie,Lyman tarafından Jon'a getirildi.Odie ile Lyman Jon'da kalıyorlardı.Ama kısa bir süre sonra Lyman bir daha hiç karikatürlerde gösterilmedi ve Odie evin köpeği olarak kaldı.Odie'ye bir müzik cd'si yapıldı.Garfield ve Arkadaşlarında ona özel bölümlerde yapılmıştı.Odie saf fakat mutlu bir köpektir.Bazı şeylerde Garfield gibi oda Garfield ile dalga geçer (2000'li karikatürlerinde Garfield 20'sine basarken Odie dalga geçmişti.) Liz Garfield'ın veterineridir.Jon Arbuckle ile sevgilidir.Normalde Dr.Wilson Jon'u hiçbir koşulda sevmezdi.İyi yürekli olduğunu bilirdi fakat onu sevecek kadar ilgi duymazdı.Haziran 2006'da aşkını Jon'a ilan ettiğinden dolayı Liz ile Jon sevgili olmuştur ve Jon'un sevgili arayışı sona ermiştir.Liz 2007 Haziran'da Garfield'ın ana karakterlerine katıldı. Garfield her zaman bir temel üzerinde duruyor hep aynı konular işleniyor.Mesela Nermal, Arlene, postacı, alarmlı saat, televizyon, Pooky, örümcekler,diyet yapmak,balıklar ve benzeri gibi...Garfield hep bu hikâyeler üzerinde duruluyor mesela 3 Aralık'ta Nermal bir espri yapar Garfield espriyi yer.4 Aralık'ta Nermal espri yaptığı için dalga geçer Garfield ona sinirlenir.5 Aralık Garfield Nermal'a bir plan kurar ve onu küçük düşürür.İşte olaylar gün gün karikatür olarak ilerler.Hikayelerin temeli budur.Diyet konusuna gelirsek Garfield 29.doğumgününe kadar diyet oluyormuşda haberimiz yokmuş.29.Doğumgününde Liz pastayı getirince Garfield dayanamaz ve "Artık bu diyeti bırakıyorum!" diye bağırır.Özel günler için özel karikatürler yapılır.Mesela yılbaşı,noel,cadılar bayramı,paskalya günleri gibi bayramlar.Cadılar bayramı hikâyesinde Garfield bir rüya görüyor ve rüyada kafayı yiyince uyanıp Jon ile Odie'yi görüyor.Rüya sona eriyor.Cadılar Bayramı karikatürü 27 Ekim 1989'da çıkartıldı.Garfield her sene özellikle noel üstünde durur.Mutlu Noeller Sizi Seviyoruz sözü ile bitirir. Garfield 1980'li yıllar sonrasında 1 senede 2 kitap birden çıkarmaya başlamıştır.Kitapların tasarımı ve çizimleri Jim Davis'e aittir.Klasikler aynı basımcıdan basılmaktadır.Jim Davis yeni klasikler çıkarmaya devam etmektedir.Tahmini 52.kitabında 2009'un sonuna kadar gelebilecektir. Güneydoğu Asya Güneydoğu Asya, Asya kıtasıyla Okyanusya arasında bulunan bölgeye verilen isimdir. Brunei, Doğu Timor, Endonezya, Filipinler, Kamboçya, Laos, Malezya, Myanmar (Birmanya), Singapur, Tayland, Vietnam burada bulunan ülkelerdir. Apolipoprotein E Apolipoprotein E (apoE), kandaki lipoproteinlerde bulunan belli başlı apolipoproteinlerden biridir. Yüksek trigliserit içerikli lipoproteinlerin (Şilomikronlar, VLDL, LDL, ve bazı HDL alt gruplarının) normal katabolizması için gereklidir. Bu bağlamda apoE'nin işlevi, lipoproteinlerin karaciğer ve diğer organlara alımından sorumlu olan, LDL ve ApoE reseptörleri için ligand olmaktır. Apolipoprotein E, ilk olarak lipid metabolizması ve kalp hastalıklarında oynadığı rolden dolayı önem kazanmıştır. Daha yakın zamanlarda lipoprotein metabolizmasıyla doğrudan ilgili görülmeyen, Alzheimer hastalığı, immün (bağışıksal) regülasyon ve biliş ("cognition") gibi biyolojik süreçlerle olan ilişkisi olduğu da gösterilmiştir. ApoE bozuklukları, şilomikron ve VLDL artıklarının yavaş atılmasına yol açtığından, bu durum kolesterol ve trigliserit düzeylerinin yüksek olduğu kalıtsal disbetalipoproteinoma veya tip 3 hiperproteinoma'da görülür. ApoE proteini 299 amino asit uzunluğundadır. APOE geni, Kromozom 19'da Apolipoprotein C1 ve Apoliprotein C2'nin de dahil olduğu bir gen kümesinde bulunur. APOE geni, dört ekson ve üç introndan oluşan 3597 nükleotit uzunluğunda bir RNA molekülü kodlar. Bu genin E2, E3 ve E4 diye adlandırılmış üç ana çeşidi (alleli) vardır. Bu alleller, ApoE proteinin yalnızca 112. ve 158. amino asitlerinde birbirlerinden farklı olan üç protein türünün sentezlenmesine yol açar, ancak bu ufak farklılıklar çok önemli fizyolojik sonuçlar doğurur. Nüfusun büyük çoğunluğu en az bir E3 alleli taşır. E2 alleli, tip 3 hiperlipoproteinoma ile, ve diyabet ya da obezitenin de olması durumlarında, hiperlipidemi ile ilişkilidir. E4 alleli ile, ateroskleroz, Alzheimer hastalığı, zayıf düşünsel yetenek ve sinir hücrelerinde yeni uzantıların (nörit) olusmasında yavaşlama arasında bağlantı bulunmuştur. E2 veya E4 homozigot kişilerde bu bozuklukların görülme olasılığı, heterozigot olanlara göre daha yüksektir. Hülya Avşar Show Hülya Avşar Show, sunuculuğunu Hülya Avşar'ın yaptığı, uzun yıllar Birkan Uz ve Uğur Aksay yönetmenliğinde ekranlarda yer alan talk show programı. İlk başta 18 Şubat 1996'da Ramazan Bayramı'na özel olarak hazırlandı. Programa konuk olarak Huysuz Virjin katıldı. Programın yoğun ilgi görmesi üzerine 2 kez "altın saatler"de tekrarlandı. Yaklaşık 2 ay sonra program için Show TV ile anlaşıldı ve program Haziran 2002'ye kadar Show TV'de devam etti. Eylül 2002-Haziran 2004 arasında Kanal D'de yayınlandı. 2006'da TGRT'de yeniden yayına başladı.Medyapım'la özdeşleşen Hülya Avşar Show, ANS'ye transfer olduktan bir yıl sonra yayından kaldırılmıştır. Son olarak 2011'de TNT'de yeniden yayına giren talk show yayınına son vermiştir. Kayıt dışı ekonomi Kayıt dışı ekonomi, devletten gizlenen, kayda geçirilmeyen/geçirilemeyen ve bu sebeple denetlenemeyen faaliyetler olarak tanımlanabilir. Enformel ekonomi, yasa dışı ekonomi, gayri resmi ekonomi, gizli ekonomi diye de adlandırılır. Genel olarak kayıt dışı ekonominin, mal ve hizmet üretimine konu olmasına karşılık ekonominin geleneksel ölçüm yöntemleriyle bütünüyle tespit edilemeyen ve GSMH hesaplamalarına yansımayan alanları kapsadığı kabul edilmektedir. Kapkaç Kapkaç, kapıp kaçmak yoluyla yapılan bir çeşit hırsızlıktır. Kapkaç, bir kimsenin haberi olmadan, taşınabilir eşya ve ziynetin bir veya birkaç kişi tarafından aniden kapıp kaçırılmasıdır. Her şey çok hızlı olup bittiğinden sanığın eşkalinin teşhis edilmesi çok güç olur. Kapkaç, zor kullanma ve mağdurun yaralanması halinde gasp haline dönüşür. Championship Manager Championship Manager 1992 yılında piyasaya çıkan İngiliz yapımı bir bilgisayar oyunudur. Championship Manager (genelde ""CM"" veya ""ChampMan"" olarak kısaltılır) futbol takımı menajerliği simülasyonudur. Tüm zamanların en popüler oyunlarından biridir. İki kardeş, "Paul ve Oliver Collyer", bilgisayar oyunu sektörü henüz yeni gelişmeye başlarken, İngiltere`nin Shropshire ilçesinde yatak odalarında oyunun ilk halini kodlamışlardır. İkili daha sonra oyunu geliştirmeye devam etmek için Sports Interactive adlı şirketi kurmuştur. Yaşanan bölünmeden sonra Sports Interactive ve Collyer kardeşlerin Championship Manager serisinin geliştirilmesiyle ilgileri kalmamış, Seriye Football Manager oyunlarıyla devam etmişlerdir. Oyunun ilk versiyonu sansasyonel bir başarı yakalayamadı, satışlar ve ilgi orta düzeydeydi. BASIC programlama dili ile yazıldığından yüksek bir performans sergileyemiyordu. Üstelik Premier Manager ve The Manager gibi dönemin önemli oyunları gerçek kadrolara sahipken Championship Manager oyunda uydurma isimleri kullanıyordu. CM 1 üzerine kurulan 1993/94 güncellemesiyle birlikte oyun C programlama diline adapte edilmişti ve artık gerçek oyuncu isimlerine sahipti. Böylece Championship Manager özellikle Britanya`da önemli bir hayran kitlesine sahip olmaya başladı. Bu sırada Championship Manager Italy (İtalya ligini içeriyordu) ve Guy Roux Manager (Fransa ligini içeriyordu) adında iki CM sürümü daha çıktı Championship Manager 1.x serisi oyunun belirli bir hayran kitlesine sahip olmasını sağladı, fakat oyun asıl başarısını Ağustos 1995`le başladığı Championship Manager 2 serisiyle kazandı. 1995/96 sezonuyla başlayan CM 2, takımların güncellenmiş kadrosuyla, heyecan verici bir atmosfer sağlayan hemen hemen her takım ve stadyum için ayrı eklenmiş fotğraflarıyla, geliştirilmiş istatistik sistemiyle önemli bir başarı yakaladı. Daha sonra, bir versiyonda oynanabilir sadece bir lig olduğundan, İtalya, İngiltere, İspanya gibi Avrupa`nın önde gelen liglerini de içeren altı farklı versiyon yayımlandı. Eylül 1996`da CM 96/97 ve Ekim 1997`de CM 97/98 yayımlandı. Championship Manager 1997/98 ile birlikte ilk defa oynanabilir dokuz lig birlikte geliyordu (Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İngiltere, İtalya, İskoçya, İspanya ve Portekiz). Aynı anda üç lig beraber çalıştırmaya müsait bu oyun sadeliği, geliştirilmiş taktik tercihleri, kaps