article
stringlengths
7.34k
10k
yatri Yayınevi`nin ilk Türk yazarı oldu. Daha sonra "Refakatçi" adlı romanı da Rusya'da yayınlanmıştır. Mağden'in bütün romanları pek çok dile çevrilerek, önemli yayınevleri tarafından Almanya,İtalya, Fransa, İspanya, Brezilya,Polonya, İngiltere, ABD , Bulgaristan, Macaristan, Arnavutluk ve Yunanistan'da da yayınlanmıştır. Alessandro Del Piero Alessandro Del Piero, (d. 9 Kasım 1974) İtalyan eski futbolcudur. 2006 FIFA Dünya Kupası'nda da Almanya ile oynanan yarı final karşılaşmasında uzatma dakikalarında önemli bir gol kaydetmiştir. 1995 yılından itibaren giymeye başladığı İtalya millî futbol takımı formasını 91 kez giymiş ve 27 gol atmıştır. Pele'nin açıkladığı "Dünyanın en iyi 100 futbolcusu" listesinde de yer almaktadır. Serie A tarihinin serbest vuruştan en çok gol atan oyuncusu unvanını 2009 yılında eski Interli futbolcu Sinisa Mihailovic'in elinden almıştır. 9 Kasım 1974 tarihinde Traviso’da doğan Del Piero ilk resmi sözleşmesini daha 17 yaşındayken Padova kulübü ile imzalar. 22 Kasım 1992 yılında Padova formasıyla ilk golünü kaydeder. İtalyanların genç yeteneği, Padova’da 2 sezon kalır ve bu süre içerisinde toplam 14 kez sahaya çıkar. Del Piero 1993-94 sezonu başladığında Juventus kulübünün futbolcusu olmuştur. Juventus’ta ilk sezonunda 11 maçta 5 gol atar. Sonraki sezon Juventus takımının başına Marcello Lippi getirilir. Marcello Lippi o zamanlar birçok insan tarafından en iyi futbolculardan biri olarak gösterilen Roberto Baggio' yu takımdan çıkartır ve ilk 11'de Del Piero'yu oynatır. Sonraki 4 yılda Del Piero Juventus' un vazgeçilmezlerinden biri olur. Fakat en parlak sezonu sonrası geçirdiği sakatlık yüzünden sadece 8 kez takımının formasını giyer. Sonraki 7 sezonda ortalama 27 kez sahaya çıkar. Del Piero, Juventus forması ile sayısız gol kaydetmiştir ve bu gollerin büyük bir bölümünün de frikikten olması, frikiklerinin etkili olduğunun göstergesidir. Juventus’a geldiği ilk senenin ardından şampiyonlukla tanışan Del Piero her ne kadar o şampiyonlukta çok fazla pay sahibi olmasa da 1996/97, 1997/98, 2001/02, 2002/03 senelerinde Serie A’yı şampiyon olarak tamamlayan Juventus’ta ki en önemli oyunculardandı. Juventus forması altında kazandığı diğer başarılar ise; 4 İtalya Süper Kupası: 1995, 1997, 2002, 2003 2 İtalya Kupası: 1994/95 1997/1998 1 UEFA Şampiyonlar Ligi: 1995/1996 2 Avrupa Süper Kupası: 1996,1999 2 Kıtalararası Kupası: 1996,1997 1 Intertoto Kupası: 1999 3 İtalya Gençler Şampiyonluğu 1994,1997,1999 1 Viareggio Turnuvası: 1994 1 UEFA Kupası Finali: 1993 İlk kez 21 yaşında İtalya millî takımının formasını giyen Del Piero, millî takım kariyerinde şu ana kadar 92 kez forma şansı bulmuş ve 27 gol kaydetmiştir. 1998 FIFA Dünya Kupası’nda hedeflediği başarıya ulaşamayan İtalya, gözünü 2000 Avrupa Şampiyonası’na çevirmiştir. Bu kupada finale kadar giden Mavi Beyazlılar, Fransa ile oynadıkları maçın uzatma dakikalarında kupayı Fransa’ya kaptırıp yine bir matem havasına girmişlerdir. Sonrasında sessiz ve başarısız bir biçimde geçirilen 6 yılın sonunda takımın başına Marcello Lippi getirilmiştir. Bu değişiklik ile birlikte İtalya katıldığı 2006 FIFA Dünya Kupasında kimsenin beklemediği bir şekilde finale kadar çıkıp Fransa ile eşleşmiş ve bu sefer kupayı kazanan taraf olmuştur. İtalya 24 yıl sonra Dünya Şampiyonu olmuştur. Takımına Del Piero’ nun büyük katkısı olmuştur. İtalya’da patlak veren şike olayları sonrasında bir alt lige düşürülen Juventus’ta birçok oyuncu kulüpten ayrılmıştır. Fakat Del Piero takıma olan bağlılığını gösterip takımda kalmıştır. Del Piero Juventus ile birlikte alt ligde geçirdiği bir sezonun ardından tekrar Serie A’ya dönme başarısını göstermiştir. Serie B'yi 21 gol ile gol kralı olarak tamamlamıştır. 2007-2008 sezonunda bu kez Serie A'da attığı 21 golle bir yine krallık sevinci yaşamıştır. Del Piero, 1999 yılından beri birlikte olduğu TV sunucusu Sonia Amuroso ile 2005 yılında evlenmiştir. Çiftin 2007 ve 2009 yıllarında doğmuş iki çocuğu bulunmaktadır. 2011-2012 sezonu sonunda Juventus' tan ayrılarak Avustralya'nın Sidney kulübü ile 2 yıllık sözleşme imzalamıştır. 28 Ağustos 2014' de Delhi Dynamos FC ile 4 aylık sözleşme imzaladı. 2015 yılında aktif futbol hayatını sonlandırdı. Hababam Sınıfı Üç Buçuk Hababam Sınıfı Üç Buçuk, 2005 yapımı Türk korku-komedi filmi. Filmin yönetmenliğini Ferdi Eğilmez yapmıştır. Ünlü Türk yazar Rıfat Ilgaz'ın Hababam Sınıfı adlı öykülerinin sinemaya uyarlanan serilerden biridir. Özellikle 1970'li yıllarda çekilen serileri ile Türk halkının büyük beğenisini toplayan Hababam Sınıfı filmlerinin 2000'li yıllarda çekilen 3. örneğidir. Film yayınlandıktan kısa bir süre sonra İMDB'de gelmiş geçmiş en kötü 5 filmden birisi seçilmiştir ve oldukça eleştirilmiştir. Bir türlü iflah olmayan sınıf, Çamlıca Lisesi'nin müdür ve öğretmenlerini yeniden çileden çıkarmak üzeredir. Okul müdürü Deli Bedri Hababam Sınıfı’nı bu kez kesin göndermek niyetindedir. Karısı Deli Bedriye ve oğlu ile beraber okula taşınır. Türlü numaralarla onlardan kurtulmaya kararlıdır. Deli Bedriye'yi de çok geçmeden düşmanları arasına katan Hababam Sınıfı’nı yeni sürprizler beklemektedir. Okul koridorlarında yeni bir kovalamaca başlar. Mehmet Ali Erbil (Deli Bedri) Seda Sayan (Bedriye) Şafak Sezer (Ercüment) Memet Ali Alabora (Matkap Emre) Peker Açıkalın (Psiko) Cengiz Küçükayvaz (Kötü Kenan) Melih Ekener (Beberuhi) Kibariye (Müzik hocası Nuriye) Hakan Yılmaz (Feza) Dost Elver (Peltek) Sümer Tilmaç (Sazan Kamil) Zihni Göktay (Yusuf Hoca) Hamit Haskabal (Niyazi Hoca) Tuncay Akça (Bacaksız) Deniz Oral (Sumo) Seçkin Piriler(alara) Halit Akçatepe (Güdük Necmi) Tuğçe Koçak (Dilara) Bu dönem filmlerinden biri olan Hababam Sınıfı Üç Buçuk, IMDB resmi sitesinde dünyanın tüm zamanlarındaki en kötü 5 filminden biri seçilmiştir. Sinema eleştirmenlerince herhangi bir senaryo taslağına sahip olmayan ve oyuncuların sadece gelişigüzel espri yapması formatına göre oluşturulan, bir tür hareketli stand-up şov olarak gösterilen film aynı zamanda geleneksel Hababam Sınıfı kültüründen çok uzak kalmıştır. Murat Gülsoy Murat Gülsoy (d. 1967, İstanbul), Türk yazar, akademisyen. Öykü, roman, inceleme türlerinde eserler vermiştir. Eserleri Sait Faik Hikâye Armağanı (2001), Yunus Nadi Roman Ödülü (2004), Notre Dame de Sion ödülü (2013), Sedat Simavi Edebiyat Ödüllerine (2014) layık görülmüştür. 2004 yılından beri Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi'nin genel yayın yönetmenliği ve 2014 yılından beri Boğaziçi Üniversitesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi müdürlüğü görevini sürdürmektedir. 1967'de İstanbul'da doğdu. Kabataş Erkek Lisesi'ni bitirdi. Yüksek öğrenimini Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünde tamamladı (1989). Aynı üniversitenin Psikoloji Bölümü'nde “"Face-Specific Evoked Brain Potentials"”(İnsan yüzlerine ilişkin uyarılmış beyin potansiyelleri) başlıklı tezi ile yüksek lisans derecesi aldı. (1992). İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Biyomedikal Mühendisliği programında doktora yaptı. Beyin cerrahisinde kullanılacak bir cerrahi lazer sistemi üzerinde tez yazarak doktorasını tamamladı (2000).. 2000 yılından beri Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü’nde öğretim üyesi olarak görev yapan Gülsoy, biyofotonik alanında çalışmaktadır. Lazer-doku etkileşimi, lazerle doku kaynağı, cerrahi lazer sistemi tasarımı konularında çok sayıda yayımlanmış makalesi bulunur. 1992-2002 yılları arasında Selçuk Akman ve Nazlı Ökten ile birlikte Hayalet Gemi dergisini çıkardı. Bu dergide öykü ve deneme türünde yazılarını yayımladı. Hayalet Gemi’deki hikâyelerden bir seçme olan ilk kitabı ""Oysa Herkes Kendisiyle Meşgul"" 1999 yılında yayımlandı. Ertesi yıl Abbie Hoffman'ın 1971 tarihli kitabının ismini ("Steal This Book") kullanarak ""Bu Kitabı Çalın"" adlı hikâye kitabını yayımladı ve bu kitap ile 2001 yılı Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazandı. İlk romanı ""Bu Filmin Kötü Adamı Benim"" ile 2004 yılı Yunus Nadi Roman Ödülü, ""Bu Filmin, "Baba, Oğul ve Kutsal Roman" adlı romanı ile 2013 yılı Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü’ne, Gölgeler ve Hayaller Şehrinde romanı il 2014 yılı Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’ne değer görüldü. Kitapları çeşitli dillere (İngilizce, Almanca, Çince, Makedonca, Rumence, Bulgarca, Arapça, Arnavutça) çevrilen yazar yapıtlarında gerçekliğin ve zihinsel deneyimlerin aldatıcılığı, rüyalar, ölüm ve aklın sınırları gibi konuları akıcı bir üslupla ele almaktadır. Edebiyat üzerine de inceleme ve denemeler de yazan Gülsoy, Boğaziçi Üniversitesi'nde vermekte olduğu yaratıcı yazarlık derslerini “"Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık"” adlı kitabında, modernizm/postmodernizm üzerine görüşlerini "602.Gece" adlı inceleme kitabında yayımlamıştır. Açık Radyo'da 1995-2002 yılları arasında "Hayalet Gemi", "Simgeler Sözlüğü", "Ubor Metenga" gibi programlarda yer almış olan Gülsoy 2010-2013 yılları arasında TRT Türk kanalında "Açık Şehir" programında sinemada edebiyat uyarlamalarını hazırlayıp sunmuştur. 2004 yılından beri Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi'nin Genel Yayın Yönetmenliği ve 2014 yılından beri Boğaziçi Üniversitesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi müdürlüğü görevini sürdürmektedir Phobetor Phobetor (""korkutucu, korkunç"") Yunan mitolojisinde bir tanrı. Hypnos ile Oneiroi'nin çocuğu olan Phobetor kâbusların cisimleşmiş sembolü (tecessümü) ve tanrısıdır. Rüyalarda hayvan veya canavar şeklinde görünür. ""Icelus"" olarak da anılmıştır. Kötü Kedi Şerafettin Kötü Kedi Şerafettin, kısa adıyla Şero, esas olarak Bülent Üstün'ün gerçek hayatta beslediği ve 1996 yılında kaybettiği kedisinin adıdır. Bundan ilham alan çizgi roman kahramanı Şero ise 1996 yılında L-Manyak dergisinde doğdu. 2001 yılında Lombak dergisine geçen Bülent Üstün tarafından çizilen çizgi karakterin bu kadar sevilmesinin nedenini çizeri günümüz modern insanının "uygarlık adına" duygularını dışa vuramaması olarak değerlendirmiştir." Şeroyu çizerken aslında bu kadar ünlü bir karakter olmayacağını düşünen Üst
ün, karakterin Türkiye'ye göre biraz daha sert ve punk bir karakter kaldığını belirtiyor. Ancak 2006 yılı itibarı ile Türkiye'de gelişen düzene göre ise naif kaldığını da belirtiyor. Şero, İstanbul ilinin Cihangir semtinde belalı bir tekir kedi rolündedir. Burada ana karakter olan kediler konuşma yetisine sahiptirler. Yarı insan yarı hayvan bir karakter olan Şero, Tonguç`un mastürbasyon yaptıktan sonra ortaya saçılan menisine oturan dişi bir kediden dünyaya gelmiştir. Daha sonraki zamanlarda Şerafettin'in 7 kişi tecavüz ettikleri dişi bir kediden Tacettin adında bir oğlu olduğu ortaya çıkar. Kötü Kedi Şerafetttin, özellikle Türkiye'deki genç kesimde 1990'ların sonlarından başlayarak popüler oldu ve hikâyeleri paylaşıldı. Ekşi Sözlük gibi popüler internet sitelerinde sık sık diğer hayali kedi karakterleri Garfield ve Heathcliff'le karşılaştırıldı. Şerafettin baskılı tişörtler çok sayıda satışa ulaştı. Bunun dışında anahtarlıklar gibi hediyelik eşyaları da çıktı. 2002'den itibaren Kötü Kedi Şerafettin karikatürlerinden oluşan 4 tane albüm kitap çıktı. 2009 yılında çıkan Nil Karaibrahimgil'in "Nil Kıyısında" adlı albümün çıkış parçası "Seviyorum sevmiyorum" adlı şarkıda ""Yok ki senin bir yedeğin, Kötü Kedi Şerafettin!, Söyle nasıl kıydın bana?, Hem canındım, hem ciğerin"" kıtasında karakterin adı kullanıldı. 2009'dan beri, animasyon çizgi filmi, cep telefonu oyunu ve bir müzikalinin yapılması planlanmaktadır. Kötü Kedi Şerafettin, yönetmenliğini Mehmet Kurtuluş ve Ayşe Ünal'ın üstlendiği Türk yapımı sinema filmidir. 5 Şubat 2016 tarihinde vizyona girmiştir. Mandriva Mandriva Linux, 1998 Temmuz'unda ilk sürümü çıkan, Gaël Duval tarafından başlatılan Mandrake Linux projesi. Connectiva Linux ile birleşmesinden sonra adını Mandriva olarak değiştirmiştir. Geliştiriciler, Red Hat Linux dağıtımından yola çıkmış, varsayılan masaüstünü KDE'ye çevirmiş, kullanımı kolay grafiksel bir kurulum ekleyerek "Linux'un kurulumu zordur" düşüncesini bertaraf etme konusunda önemli bir adım atmıştır. Mandriva yayınlandığı dönemlerde donanım tanıma ve disk bölümleme araçları, çoğu kişi tarafından piyasanın en iyisi olarak görülmüştür. Dağıtımın Ağustos 2011'den bu yana yeni sürümü yayınlanmamıştır. Mandriva yayınlandığı dönemlerde, özellikle Linux'a yeni başlayan ya da alternatif bir işletim sistemi denemek isteyen ev kullanıcıları için ideal bir dağıtım olaraak görülmüştür. Mandriva, tamamen özgür ve şeffaf bir geliştirme ortamı sunmaktadır. Günlük olarak güncellenen "cooker" depolarında yazılımların güncel paketlerini bulmak mümkündür. Geçtiğimiz yıllarda finansal problemler çeken Mandrake Linux şirketi Mandrake Club sayesinde durumunu toparlamış ve yine bilinen ve sevilen bir dağıtım olan Connectiva ile şirket evliliği gerçekleştirmiştir. Bu birleşme ile birlikte masaüstü kullanımına yönelik bir dağıtım olan Lycoris'i de satın alan şirket masaüstünde zaten güçlü olan pozisyonunu sağlamlaştırmıştır. Mandriva yüksek oranda güncel bir Linux dağıtımıdır. Bunun ters bir etkisi olarak, kullanıcılar diğer dağıtımlara nazaran daha fazla hata ile karşılaşabilmekte, sistemin kararlılık oranı da diğer dağıtımlara göre daha düşük olabilmektedir. Çoğu kullanıcı, en son sürüm programları kullanmak adına, bazı olası program kilitlenmelerini ve ufak hataları kendi masaüstü sistemlerinde kabul etmektedirler. 2010 yılında yaşanan mali sorunlar nedeniyle dağıtımın gelişiminda bazı aksaklıklar yaşandı. Bu süreçte geliştirici ekipten işten ayrılmaya karar veren ya da ya da işten çıkarılan pek çok kişi, dağıtımı çatallamaya karar verdi ve herhangi bir şirkete bağlı olmayan Mageia projesini başlattı. Mandriva'ya daha çok bağlı kalarak hazırlanmış dağıtım olarak ise OpenMandriva bulunmaktadır. Ayrıca ROSA Linux ve PCLinuxOS da birer Mandriva çatalıdır. 2013 yılı itibarıyla Mandriva'ın resmi web sitesinde Mandriva dağıtımı bulunmamaktadır.. Dağıtımın son ürümü Ağustos 2011'de yayınlanmıştır. Şehzade Bayezid Şehzade Bayezid (Osmanlıca: شهزادة بايزيد; d. 1525 veya 1526, İstanbul - 25 Eylül 1561, Kazvin), I. Süleyman'ın Hürrem Sultan'dan olma üçüncü şehzadesidir. Kütahya, Konya ve Karaman sancak beyliklerinde bulunmuştur. Annesi Hürrem Sultan'ın koruması ile kendini tahtın varisi olarak görmeye başlamış ancak annesi öldükten sonra güçsüz kalmışken ablası Mihrimah Sultan Şehzade Bayezid'e sahip çıkmıştır.Fakat Babasının Şehzade Selim'in tarafını tutmasıyla kendisine taraftar toplamaya başlamıştır. Babası henüz sağ iken kardeşi Şehzade Selim ile giriştiği taht mücadelesinde yenilmiş; sığındığı İran Şahı’nın sarayında babasının adamları tarafından oğulları ile birlikte boğularak öldürülmüştür. Oğulları ve kendisinin naaşı Sivas'ta bulunan Melik-i Acem Türbesi'nde yer almaktadır. 1525 veya 1526 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman, annesi Hürrem Sultan’dır. 11 Kasım 1539’da erkek kardeşi Cihangir ile birlikte sünnet edildi. 1543’teki Macaristan seferine katıldı. 1546’da Karaman Sancak Beyliği ile görevlendirildi. 1548’de İkinci İran seferine çıkan babasını abisi Şehzade Mustafa'yla birlikte Akşehir’de karşıladı. Kanuni 1553’te Nahcıvan Seferi’ne (3. İran seferi) çıkarken Bayezid’i taht muhafazası için Edirne’ye gönderdi. Ordu sefere giderken Konya’da Şehzade Mustafa’nın boğdurulması ve ardından Şehzade Cihangir’in de hastalanarak Halep’te hayatını kaybetmesi üzerine Bayezid, tahtın iki varisinden birisi olarak kaldı. Diğer varis, ağabeyi Şehzade Selim idi. Şehzade Mustafa’nın öldürülmesinden sonra ortaya çıkan Düzmece Mustafa olayında Şehzade Bayezid’in, isyancı kuvvetleri durdurmada ağır davrandığı, hatta bu isyanı onun tertipledği iddiası ortaya atıldı. Kanuni’nin ona olan güveni sarsıldı, ancak yine de kendisini affedip Kütahya’ya gönderdi. Bayezid bunun üzerine babasına yazdığı mektupta “"ben kulunuzu muradına irgürdünüz"” diyerek teşekkür etmiş ve kendisini tahtın varisi olarak görmüştür. Hürrem Sultan, kendi oğullarından birisinin, daha çok karakter bakımından Kanuni’ye benzeyen Bayezid’in tahta geçmesini istiyordu. Yaşamı boyunca da onun koruyuculuğunu üstlenmiştir. Hatta Düzmece Mustafa olayında Bayezid’in, affedilmesini Hürrem Sultan’a borçlu olduğu söylenmektedir. Ancak Hürrem Sultan'ın 1558’de ölümünden sonra, Bayezid koruyucusuz kalmış ve kendine askerler toplamaya girişmiştir. Bayezid’in Selim aleyhine harekete geçmesinde, Lala Mustafa Paşa’nın rolü olduğu düşünülür.. Oğullarının taraftar toplamaya başlamaları üzerine Kanuni onları birbirlerinden uzaklaştırmış, 1558’de Selim’i Konya’ya, Bayezid’i ise Amasya’ya göndermiştir. Bayezid bunu kendisine bir hakaret saydı ve Kütahya’da kalmaya çalıştı. Ancak babasının ısrarları sonucu Amasya’ya gitmek zorunda kaldı; 21 Aralık 1558’de Amasya’ya vardı. Kanuni onu çeşitli vaadlerle oyalamaya çalışırken, o bir mektubunda babası için “"padişah olan yalan söyler mi"” dedi ve taraftar toplamaya devam etti. Kanuni, aynı şekilde Selim’in de asker toplamasını söylemiş ve Sokollu Mehmed Paşa’yı ona yardıma göndermiştir. Bu arada Bayezid’in sancağından çıkması isyan olarak değerlendirildi ve Şeyhulislam Ebusuud ve başka din adamları tarafından öldürülmesinin vacib olduğuna dair fetvalar verildi. Bu esnada Amasya’dan Ankara’ya gelmiş olan Beyazid, 29 Mayıs 1559’da Konya önlerinde Selim’in ordusuyla çarpıştı, ancak 2 gün süren savaşta onun düzenli ordusu karşısında üstünlük sağlayamayıp yenildi. Bunun üzerine Amasya’ya dönmüş ve müftü Muhyiddin Cürcani’yi babasına, affedilmesini dilemesi için gönderdi. Kanuni, Bayezid'in af talebini reddedip yakalanmasını emredince Bayezid oğullarını alarak 7 Temmuz’da Amasya’dan çıktı. Ağustos ortalarında İran’a sığınmak zorunda kaldı. İran’da Şah Tahmasb tarafından Kazvin'de büyük bir törenle karşılanan Bayezid, onun aracılığıyla babasından affını diledi. Tahmasb, Selim ve Kanuni arasında Bayezid’in teslimi konusunda yazışma ve pazarlıklar yapıldı. Tahmasb’ın isteklerinden bir kısmını kabul etmek zorunda kalan Kanuni, ona 200.000 altın ödeyeceğini ve Kars Kalesi’i bırakacağını vaad etmiştir. Ayrıca Selim de padişah olduğunda, İran’la dost kalacağına dair bir ahidname vermiştir. Anlaşma sağlanınca Kazvin’e giden Osmanlı elçileri 25 Eylül 1561 tarihinde önce Bayezid’i ardından da oğullarını boğarak öldürdüler. Bayezid ve oğullarının cenazeleri Sivas’a getirilerek surların dışında bulunan ""Melik-i Acem türbesi""'ne defnedilmiştir. Bu türbe Abdülvehhâb Gâzî Camii içerisindedir. Şehzade Bayezid'in ölümünden sonra Bursa'ya nakledilen hanımı bir kale içinde bekletilmiş ve yanında bulunan üç yaşındaki oğlu da öldürülmüştür. Bayezid olayından sonra, yeniçerilerin Anadolu’ya muhafız olarak yayılması ve şehzadelerden yalnızca en büyüğüne sancak verilmesi gibi idari değişikliklere gidilmiştir. Ona sadrazamlık vaadinde bulunan Selim’in tahta çıkmasını isteyen ve Bayezid'i babasına karşı isyana teşvik eden Lala Mustafa Paşa, ancak III. Murat zamanında, yaklaşık 3 ay sadrazamlık yapabildi. Bayezid’in “"Şahi"” mahlasıyla yazdığı şiirleri, Türkçe ve Farsça şiirlerinden oluşan bir divanı vardır. Şiirlerinde saltanat arzusu, aşk, günahlarından bağışlanması için yakarış konularını işler. Babasından affını dilemek için yazdığı şiirleri ve babasının yine şiir olarak verdiği karşılıklar ünlüdür. Divanının iki el yazma kopyası Millet Kütüphanesi Ali Emirî koleksiyonunda bulunur. Divanı Filiz Kılıç tarafından yeni Türk alfabesine çevrilmiştir, fakat bu aktarım fazla hatalı olduğu iddiasıyla eleştirilmiştir. 2003 yapımı Hürrem Sultan dizisinde Engin Altan Düzyatan tarafından canlandırılmıştır. 2011 yapımı "Muhteşem Yüzyıl" dizisinde ise Aras Bulut İynemli tarafından canlandırılmıştır. Red Hat Red Hat, açık kaynaklı ve Linux tabanlı profesyonel yazılım şirketlerinin en büyüklerinden biridir. Şirket, 1993′te Bob Young ve Marc Ewing tarafından kurulmuştur. Red Hat tarafından resmi olarak desteklense de, Fedora özgür yazılım geliştiricilerinin katılımıyla varlığını sürdürmektedir ve aynı zamanda Red Hat Enterprise Linux ürünü i
çin bir test ortamı görevi görmektedir. Red Hat Linux ve dolayısıyla Fedora'yı özel yapan şey kararlı ve bilinen paketlerin, sağlam bilgi ile bir araya getirilmesidir. Paketler güncel değildir; güvenlik güncellemeleri dışında, yeni bir beta versiyon çıktığında paket versiyonları dondurulmaktadır. Sonuç, iyi test edilmiş, nispeten kararlı bir Linux dağıtımıdır. Bug rapor etme ve beta programlar kullanıcılara açıktır ve çok sayıda e-posta listesi bulunmaktadır. Bu özellikleriyle Red Hat Linux, dünya çapındaki sunucuların birçoğunda tercih edilmektedir. Ayrıca RPM paket yöneticisi, Red Hat'ın Linux'a katkılarından birisidir. Bugün Mandriva, Suse gibi popüler birçok dağıtımın kullandığı RPM paket kurulumu konusunda önemli adımlar atılmasını sağlamıştır. Linux dünyasına açık kaynaktan nasıl para kazanılabileceğini ilk gösteren şirketlerden biri olan Red Hat yazılım sektörünün kabul görmüş ve önemli bir markasıdır. Şirket aynı zamanda her çocuğa bir bilgisayar projesine de destek vermektedir. Kurtlar Vadisi (dizi) Kurtlar Vadisi, 15 Ocak 2003'te Show TV'de "Bu bir mafya dizisidir" sloganıyla başlayan Türk aksiyon, mafya ve politik dizisidir. Dizi ilk üç sezon Show TV'de yayınlanmıştır. Son sezonundaysa (2005) Pana Film, dizinin yayını için Kanal D ile anlaşmıştır. 4 sezon boyunca 29 Aralık 2005 tarihine kadar sürmüştür ve toplam 97 bölümden oluşmaktadır. 18 Haziran 2003'e kadar olan 20 bölüm boyunca (1. sezon) Çarşamba günleri sonrasında ise Perşembe günleri yayınlanmıştır. Yurtdışında KGT adına birçok başarılı operasyonda bulunan Ali Candan; en son Kosova'da iken emrinde olduğu Aslan Akbey tarafından yurda çağrılmış ve kendisine en kritik görev olan Kurtlar Vadisi Operasyonu görevi verilmiştir. Bu görevdeki amaç; mafyanın en tepesindeki güç olan ve Mehmet Karahanlı'nın baron olduğu Kurtlar Konseyi'nin çökertilmesidir. Bu görev hiç kolay değildir ve Kurtlar Konseyi çok güçlüdür. Öyle ki konsey, Türkiye Cumhuriyeti'nin yıllık milli gelirinin yarısı kadar bir paraya hükmetmektedir. Ali Candan; kendisine verilen bu zor görev için tüm sevdikleriyle vedalaştıktan sonra bir trafik kazasında öldü olarak gösterildi ve ameliyatla yeni bir yüze kavuştu. Yeni kimlik olarak da kendisine Polat Alemdar kimliği verildi. Polat Alemdar, Duran Şatıroğlu'nun yeğeni olarak gösterildi ve mafya alemine girdi. Kurtlar Konseyi'nde Testere Necmi'nin hiyerarşisinde olan ve konsey adına çeşitli suikastlar gerçekleştiren Süleyman Çakır, bir gün Duran Emmi'yi ziyaret etmek için onun, Tophane'deki kahvesine gitti. Burada Polat'la da tanışan Çakır, Duran Emmi ile beraber kahveden çıkarken rakibi Şevko'nun saldırısına uğradı. Ama saldırıyı fark eden Polat; son anda hem Çakır'ı hem de Emmi'yi yere yatırarak hayatlarını kurtardı. Böylece Çakır ve Polat can dostu oldular ve birçok başarılı işe imza attılar. Polat'ın bu başarıları Kurtlar Konseyi'nin dikkatini çekti ve başta Mehmet Karahanlı olmak üzere Laz Ziya, Kılıç, Testere Necmi gibi konseyin üyeleriyle tanışan Polat, zamanla Çakır gibi konseye hizmet eder oldu. Sonraları yükselerek konseyin baronu oldu. Tabi böyle yükselirken Pala ve ekibi, Kirve, Rus Konseyi vb. birçok zararlı grubuda yok ettiği gibi Süleyman Çakır, Aslan Akbey, Duran Emmi, Seyfo Dayı, Elif Eylül vb. birçok sevdiğinide kaybetti. 2005 yılında Kurtlar Konseyi; iç çekişmeler vb. birçok nedenle çöktü ve son üyesi Laz Ziya'nın vefatıyla dağıldı. Böylece Kurtlar Vadisi Operasyonu başarıya ulaşmış oldu. Konseyin çöküşünden sonra Polat, konseyin bağlı olduğu Tapınakçılar'ın Dünya Baronu Amon ile görüşmek üzere Los Angeles şehrine gitti. Amon, kendisine birlik olmayı ve Mehmet Karahanlı'nın bizzat yazdığı, konseyin Türkiye aleyhine faaliyetlerinin ve konseyin bağlı olduğu yerlerin kayıtlı olduğu Kripteks adındaki şifreli kutudaki belgeleri istedi. Ama Polat, bunları kabul etmeyerek Amon'la bir anlaşma yaptı ve Türkiye'ye döndü. Fakat Tapınakçılar'ın devam eden zararlı faaliyetleri ve en son Abdülhey Çoban'ın ölümü; ileride anlaşmanın Amon tarafından bozulmasına ve Polat'ın, Kripteks'deki belgeleri ifşa etmesine yol açacaktı.Daha sonra Polat Alemdar Piramit Operasyonuyla bu belgeleri kamuoyuna sunmuştur. Kurtlar Vadisi'nin ilk sezonunda Polat Alemdar; Çakır'la yakınlaştı ve Tombalacı Mehmet, Şevko gibi düşmanlarını yok etti. Dizinin ikinci sezonunda Polat konseyle tanışmaya başladı ve konseyin en kötü üyelerinden Testere Necmi, Süleyman Çakır'ı öldürttü. Polat'ın, Pala gibi düşmanlarıda ortaya çıkarak Aslan Akbey'in ölümüne neden oldu. Polat; Pala, Kirve gibi düşmanlarını ortadan kaldırdı ve Halo Dayı gibi büyük bir yoldaş edindi. Polat, Rus Konseyi'ni büyük bir baskınla yok etti ve yeni bir gücün ortaya çıkmasına engel oldu. Polat; Kurtlar Konseyi'nin baronluğuna yükselerek konseyin çökertilmesine adım adım yaklaştı. Üçüncü sezonda konsey, iç çekişmelerle çöktü ve hayatta kalan son üyesi Avukat Nizamettin'in ölümüyle yıkıldı. Daha sonra Polat; Los Angeles'a giderek Dünya Baronu Amon ile bir anlaşma yaptı ve dizi sona erdi. Fedora (işletim sistemi) Fedora (önceki adıyla Fedora Core), açık kaynak kodlu ve özgür bir Linux dağıtımı. Dünya çapında bir özgür yazılım topluluğu olan Fedeora Projesi tarafından geliştirilmekte ve yönetilmekte, Red Hat tarafından desteklenmektedir. Red Hat'ın 2004 yılında sonlandırdığı Red Hat Linux dağıtımının devamı olarak adlandırılabilecek Fedora, Linux dünyasının önde gelen dağıtımlarından biridir. Fedora aynı zamanda Red Hat Enterprise Linux ürünü için bir test ortamı görevi görmektedir. Fedora, varsayılan olarak GNOME masaüstü kullanır ayrıca KDE, Xfce ve LXDE masaüstü ortamlarını da seçenek olarak sunar. Fedora Projesi aslen Red Hat Linux'a ek RPM paketleri sağlamak amacı ile oluşturulmuş bir proje idi. Red Hat'in 2003 yılında açık kaynak sürüm çıkartmayacağını, bunun yerine hiçbir kar amacı gütmeyen ve mevcut Red Hat kaynağını alıp geliştirecek bir organizasyona destekçi olacağını açıkladı. Bu proje önce "Red Hat Linux Project" olarak adlandırılmıştı ancak daha sonraları Fedora Projesi ile birleşince nihai isim Fedora olarak kaldı. Fedora, fötr şapkanın İngilizce karşılığıdır ve Red Hat Linux'un meşhur logosundaki şapkaya atıfta bulunmaktadır. İsmi daha önce Cornell Üniversitesi'nde geliştirilmiş başka bir yazılımın adı olduğu için tartışma konusu olmuş fakat kullanımı devam etmiştir. Fedora projesi eskiden kullanılan paketleri Fedora Core ("Fedora Çekirdeği" veya "Fedora Temeli") ve Fedora Extras adlı iki temel paket deposuna bölmüştü. "Core" Red Hat tarafından geliştirilen temeli, "Extras" da gönüllüler tarafından geliştirilen eklentileri ifade ediyordu. Core 6 sürümünden sonra iki deponun birleştirilmesi kararı alındı ve yeni sürümün adı Fedora 7 oldu. Fedora sürümleri yaklaşık olarak altı ayda bir yenilenir. Yeni sürümün çıkmasından bir ay sonra iki önceki sürüme destek sona erer. Bu bir aylık geçiş dönemi dışında, güncel sürüm ve bir önceki sürüm desteklenir. Örneğin; Fedora 9 "Sulphur"un çıkışından bir ay sonra Fedora 7 "Moonshine"a destek sona erecek, 9 "Sulphur"la birlikte 8 "Werewolf"a destek devam edecektir. Fedora'nın her bir sürümü için çeşitli dillerde ayrıntılı sürüm notları bulunmakta. Fedora; temel olarak üç farklı depo içermektedir. Temel yazılımları ve kodları bünyesinde barındıran "Core",gönüllüler tarafından geliştirilen eklenti ve programların bulunduğu "Extras" ve destek durumunu yitirmiş olan programların bulunduğu "Legacy". Asonans Asonans, şiirdeki benzer ünlü harflerin tekrar edilmesidir. Yalan haber Asparagas ya da yalan haber, hiçbir gerçekliği olmayan uydurma haber. Terim, 14 Nisan 1963 tarihli "Hürriyet"te yayımlanan "Amerikalı kız, Türk sevgilisiyle bir gecekonduda yaşıyor" başlıklı haber sonrası Türk basın literatürüne girmiştir. Muhabir Yener Tuğrul imzalı haberde bir Türk gencinin eğitim için bulunduğu ABD'de sanayici bir babanın kızına aşık olması ve Türkiye'ye yerleşmeleri anlatılmaktadır. Yaptıkları bu haber için gazeteden ikramiye alan muhabirlerin haberinin yalan olduğu ertesi gün bir başka gazetede gündeme getirilmiş ve bu olay oldukça ses getirmiştir. Haber ile yayımlanan foto muhabiri Yurdaer Acar'ın çektiği fotoğrafta bir erkek ile kadının arka planındaki kulübe kapısında yazan "Azparagas" sözcüğü haberin yalan olmasının ardından popülerleşerek Türk basınında yalan haberler için kullanılagelen bir terim olmuştur. Asteriks Asteriks aşağıdaki anlama gelebilir: Şirinler Şirinler (Fransızca: "Les Schtroumpfs"), Belçikalı çizer Pierre Culliford'un oluşturduğu çizgi roman ve animasyon dizisinin ortak ismi. 1958'de Pierre Culliford tarafından çizgi roman olarak ortaya çıktı. 1981'de televizyonda gösterilen "Şirinler" büyük ilgi gördü. Yıllarca Türkiye'de de yayınlanan çizgi dizi, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere birçok ülkede, yüksek izlenme oranlarına rağmen gösterimden kaldırılmıştır. 2008 yılında, "Şirinler"in 50. yılı kutlamaları kapsamında Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu hayrına Avrupa'nın birçok ülkesini kapsayan bir açık artırma kampanyası düzenlenmiş ve 124.700 Euro UNICEF'e bağışlanmıştır. Şirinler'in İngilizce adı olan "Smurf" kelimesinin "Socialist Men Under Red Flag"ın kısaltması olduğu "iddiası" bir şehir efsanesinden ibarettir. Çünkü, Şirinler'in yaratıcısı Peyo tarafından Şirinler'e verilen orijinal isim "Les Schtroumpfs"'tur. 1998 yılında yazar Marc Schmidt; Avrupa kültürünü konu alan, içinde sosyalizm etkileri barındıran Şirinler kaynaklı bir parodi yazdı. Fransız sosyolog Antoine Buéno 2011 yılında yayınladığı kitabında onları totaliter ve ırkçı ütopya olarak tanımladı. Âşık kolu Kol, usta çırak geleneği içinde, birbiri ardınca yetişen âşıkların, odak kimliğindeki usta âşığa bağlılık duyarak, ona ait üslûp, dil, ayak, ezgi, konu, hatıra ve hikâyelerin devam ettirildiği okuldur. Âşık makamları Âşık edebiyatında her türün özel bir ezgisi vardır. Buna makam adı verilir. Çalınan ezginin makamından âşıklar ve dinleyiciler hangi konu ve türde şiir söyleneceğini tahmin e
derler. Duşanbe Duşanbe (Tacikçe: Душанбе) (1929'a kadar: Dyushambe ; 1961'e kadar : Stalinabad), Tacikistan'ın başkenti. Şehrin adı Farsçada Pazartesi anlamına gelir. Bu ismin aslı bu şehrin, içinde her pazartesi günü pazar kurulan bir köyün gelişmesi sonucu ortaya çıkmasına bağlanmaktadır. Tacikistan'ın en büyük şehir (2008 yıllın nüfusu — 649,4 bin insan) Aşkınlık Aşkınlık, görülen, bilinen, yaşanılan, deneyimsel dünyanın ötesine geçerek ya da deyim yerindeyse üstüne çıkarak bir çeşit aşkın bir dünyayla buluşmanın ruh haliyle yazılmış sanat-edebiyat eserlerini nitelemek için kullanılan bir terimdir. Sanatçının kendini aşma durumudur. İyi sanat eserleri, çoğu zaman ‘alıcı’sına da, bu aşkınlığı yaşatır. Transandantal. Felsefede özellikle dini düşünce akımları arasında bir düşünce biçimi olarak belirmiş ve bilinen dünyanın dışında var olan tanrısal gücün dünya üzerindeki etkisinin ifadesinde çokça kullanılmıştır. Bir diğer ifadeyle Aşkın düşünce; dünyaya bir nevi dünya dışından bakabilme yetisi olarak da düşünülebilir. Aşkınlık, anlam olarak aşırılık kavramını vurgular. Görgül tecrübelerle ve belirli, belli başlı kesin yargıları olmayan konularla alakalı bir kavramdır. Birçok alanda "İçkinlik" (tanrının doğada var olduğunun kanıtı) ahiret inancına paralel, gerçek dünya görüşüne zıt bir anlam niteliği taşır. Aşkınlık kavramı, din ve felsefe alanında genellikle hiçbir şekilde duyularla algılanamayan gerçeklikler anlamındadır. Duyularla algılama anlamı gerçekliğe dayandırılarak iki belirli şekilde ele alınabilir. Bilimsel olarak var olma yapısı birinci bakış açısıdır. İkinci olarak tanrının kabul edilmesi gerekliliği anlaşılmalıdır. Felsefi geleneklerde bazı büyük ayrımlar da bulunabilir. Söz konusu bu ayrımlar, var olmanın anlam karşılıklarında, her bir anlama sürecini kapsayan amaçları ve koşulları bilme konularında yer almaktadır. Buna örnek olarak Aristoteles’in etkilendiği metafizik, İslam’daki Vahdet-i Vücut ve Hıristiyanlıkta Aquino’lu Thomas’ın nedensel var olma düşüncesi gösterilebilir. Platon düşünceleri doğrultusunda “gerçek” kavramı iki yönden ele alınmaktadır. Kesin doğrulardan oluşan düşünce gerçekliği ve bu düşünce gerçekliğinden kaynaklanan, çözümlenemeyen anlamlar dünyası, bu söz konusu “gerçek” kavramının içerisinde yer almaktadır. Fakat bu kavramın her iki tanımı da asıl cevabı vermemektedir. Üçüncü yön olan, Kant’ın dışarıdan bakarak varlık bilimsel sorulara aradığı cevaplar ve anlamaya yönelik olan saptamaları kabul edilir. Duyularla algılanabilen dünya, doğa kanunlarının yansımasıdır. Çünkü doğa kanunları sadece var olma durumunun değil, duyular üstülüğünün de sonucudur. Bu noktada salt olarak anlama eylemi ne kadar net geçekleşiyor ise duyuların soyutluğu o kadar azalmaktadır. Buradan yola çıkarak, aşkınlık kavramı ölümden sonra hayatın devam edip etmeyeceğine yönelik sorularla ortaya çıkmıştır. Bu konuda felsefedeki görüşler de düşünceleri anlama şartı, tanrıya ulaşma amacı ve tek tanrıyı reddeden yöntemsel düşünceler olarak ikiye ayrılmıştır. Akımsallık kavramından ayrılan aşkınlık kavramı, dünya görüşünün tarihsel süreci ve onunla alakalı olarak insanın dünyada var olması sorunsalı ile örtüşür. Antik felsefede “mit” insanın anlama ve bilmesinin ufku olarak dünya ve anlamayı aynı oranda temellendirirken Hıristiyan felsefesi Aristoteles’in o meşhur “hareketsiz hareketlendiren”ini nedenselliğin en son sınır değeri; başka bir deyişle, onu aşarak ondan daha büyük bir şeyin düşünülemediği, zihinsel dinamizmin sınır noktası olarak görür. Bilginin sınırlarının çizilmesi Kant’ın Bilgi Kuramı felsefesinin farklı şekillerde ele alınmasından sonra başlamıştır. Hegel’in Mutlak İdealizm Sistemi’ne bakıldığında birbirini takip eden olayların döngüsel gelişimi ile karşılaşılır. Bu Hegel’e göre, dünyayı anlamaktır. Hegel’in düşüncelerinden etkilenen Heidegger’in düşüncesine göre, insan dünyaya yalın olarak gelmiştir ve bu Varoluşçuluk felsefesinin özünü oluşturmaktadır. Bu dünyada yalın olarak bulunma insanın kendi varlığını oluşturmasına sebebiyet vermiştir. Ayrıca insan bilgiye sahip olarak ve tanıyarak kendi bilgi deryasını oluşturur. Bu insanın sahip olduğu zorunlu bir özgürlüktür. Bu bağlamda bir şeyleri zamanından önce anlama belirli çerçevelerde mümkün olabilmektedir. Bu konu yalnızca bilginin sınırları içerisine girmez. Daha çok her türlü bilgi ediniminin bir olasılık koşulu olarak ortada olanı kapsar. Kendi bilgi oluşumsal koşullarına dönük etkinleşen felsefe (bilgi kuramsal düşünce), bu etkinlik sayesinde her seferinde içkin verilmiş ufku, kendi anlama hedefine dönüştürür. Örneğin, böyle bir ufuk olarak kabul edilen “hakikat” daima koşulsal olarak verilmiş bulunmaktadır, üstelik, ortaya atılan önermenin doğru olup olmadığından; hakikatin amaçlanıp amaçlandığından, eylemin iyi veya kötü olup olmamasından bağımsız olarak verilmiştir, tıpkı yalancının o efsanevi itirafında olduğu gibi, hani hiç kimsenin bu yalancının her zaman yalan attığını iddia edemiyorsa, zira en azından bu itiraf durumunda bile hakikati söylemektedir, ve bu önermesi ile de (her zaman yalan söyleme durumdaki) hakikat, kendi önermesinin amaçlanan yanlışlığının olasılık koşulu haline dönüşmektedir. Yani, her zaman yalan söylediğine yönelik yanlış önerme, aynı önermenin içerdiği hakikat olasılığı tarafından koşullandırılmıştır. "“Anlayan özne ile onun her türlü olası gerçekliğin sınırsız enginliği karşısındaki sonsuzluğuna yönelik öznevari, konusuz; her zihinsel bilme eylemi içinde geçerli olan ortak bilince aşkın deneyim denir.”" Karl Jaspers’e göre aşkınlık kavramı 3 aşamada açıklanabilir. Asıl aşkınlık kavramı, gerçek aşkınlık kavramını savunanlar tarafından tanımlanabilir. Karl Jasper bu söz konusu tanımların özünü “gerçek anlamda var olma”nın oluşturduğuna inanmaktadır. Gerçek aşkınlık tam anlamıyla kavrama ya da kavramanın esasen ne olduğunu kavramadır. Aşkınlık, içkin (deney ve bilgi sınırları içerisinde olan) olan kavramlara tam anlamıyla sahip olmadır. İçkinliğe dâhil olan bu kavramlara var olma, her yönüyle anlama, ruh ve dünya örnek gösterilebilir. Karl Jaspers bu konuyla alakalı olarak “Biz, içkin olan tüm anlayışların da ötesine geçmiş durumdayız. Yani kanıksanmış anlayıştaki nesnellikler, aşkınlar tarafından tamamen aşılmıştır. Bu da içkin olan kavramların aşkınlık tarafından kabul edilmesiyle mümkün olmuştur. Yani kabul edilen nesnellik anlayışı bizim için de söz konusudur.” demiştir. Aşkınlık tanrı kavramıyla eş anlamlıdır. Bu yüzden felsefe, aşkınlık işaretlerinin ve görüşlerinin karşısındadır. (1970, Basel Dersleri SS. 1961) Aşkınlık kavramı Jean Paul Sartre’nin görüşlerine göre, insanlığın temel özelliklerindendir. Egodan kurtulmak, insanın sadece kendini arındırması değil, aynı zamanda insani tüm değerlere sahip olmasıdır. Yunan Filozof Platon’un ve ideolojisinin yardımıyla asıl var olmanın tüm evrende var olmak olduğu düşüncesi geçerliliğini korumaktadır. Bu aşkınlığın da savunulduğu; fakat somut olarak tasvir edilemeyen ve bir madde yoluyla aktarılamayan bir görüştür. Hıristiyanlıkta dünyevî ve tanrısal hayatın sınırlarını aşarak gerçek dünyanın ötesine geçme aşkınlık olarak tanımlanır. Buradan yola çıkarak tanrı olarak kabul edilen kutsal ruh, şimdiki zamanın kanıtlanabilirliği ve tüm kötü şeylerden soyutlanma aşkınlık kavramıyla bağlantılıdır. Öldükten sonra dirilme Hıristiyanlıkta aşkın bir inanış olarak kabul edilir. Protestanlar bu aşkın inanışlara, tanrının isteklerinden ilham alınarak insanlar tarafından yazılmış olan İncil’de yer vermişlerdir. Fakat Protestanlar Aşkınlık kavramının şimdiki zamanda geçerli olduğuna inanırlar. Ayrıca Protestanlık mezhebine göre kutsal konuşmalar, hastalığa bulunan ilahî çareler, mucizeler gibi doğaüstü olaylar her zaman mümkündür. Buna ek olarak, meleklerin gerçek hayatta görünür halde olmaları ve varlıkları Hıristiyanlıktaki yaygın inanışlardan biridir. Roma Katolik Kilisesi ve Yunan Ortodoks Kilisesi bu tür inanışları Meryem Ana’nın yansıması olarak kabul eder. Söz konusu inanışların bu denli kabul edilir olması kuşkusuz kiliselerin etkisiyle mümkün olmuştur. İsa’dan sonra Hıristiyanlık dinince kutsal kabul edilen insanların (örneğin, Paulus) doğaüstü güçlerine bugün bile inanılmaktadır. Budizm’de aşkınlık prensipleri görece ve mutlak gerçekliğin ortaya çıkarılmasıyla kabul görmeye başlamıştır. Görece gerçeklik, dünyevî algıların yanı sıra aydınlanmış canlıların sahip oldukları algılar olarak da tanımlanır. Mutlak gerçeklik, Nirvana’ya ulaşmayı ve sürekli uyanma halinde olmayı savunur. Budizm’de aşkınlık bir alandan (görece gerçeklik) başka bir alana (mutlak gerçeklik) geçmedir. Budizm’deki aşkınlık kavramı klasik felsefedeki tanımıyla karıştırılmamalıdır. Felsefe, Kant’tan sonra aşkınlık kavramını nesnelliğin soyut sonuçları olarak tanımlar ve böylece hataların, acıların sebebi net olarak bilinmektedir. Fakat Hıristiyanlıktaki aşkınlık gibi de başka bir dünya boyutunu kabul etmez. Bu söz konusu olay, görece bir geçekliğin başka görece olan bir gerçeklikle değişimidir. İkonografi (resimleri inceleyen ve yorumlayan bilim dalı), aşkınlıkla alâkalı değerleri mutlak gerçeklik çerçevesinde somut olarak ortaya koyar. Farklı Buda heykelleri, Budizm inanışının hâkim olduğu farklı figürler ve değerler İkonografi sayesinde somutluk kazanmıştır. Aşkınlık konusuyla bağlantılı olarak Mahayana-Budizm’de Buda’nın ilâhi resimlerine ve figürlerine sıkça rastlanılmaktadır. İslam dininde kişi aracı olmaksızın tanrıyla dolaysız bağlılık içerisindedir. Tanrı Hıristiyanlıktaki gibi kişiselleştirilmemiştir ve insanların koşulsuz inanmak zorunda oldukları ilâhi bir güç olarak algılanmaktadır. Arapça kökenli bir sözcük olan “İslam”ın sözlük anlamı “teslim olma” ya da “tanrıya kendini adama”dır. İslam dininin kutsal kitabı Kur'an’a göre tanrı her şeyin üstesinden gelebilecek güçtedir. “Modern dünyaya karşı İslam’ın savaşı” adlı kitabın yazarı Jean-Claude Barreu eserinde “İslam insanların da ötesinde olan bir dindir. Yahudilik dinine nazaran çok daha fazla aşkın d
avranışlar İslam dininde yer almaktadır. Tanrı bu dinde bağlı kalınması gereken hâkim güçtür. Allah her şeyden yücedir.” demiştir. İstanbul Ticaret Üniversitesi İstanbul Ticaret Üniversitesi (), İstanbul Ticaret Odası Eğitim ve Sosyal Hizmetler Vakfı tarafından 2001 yılında kurulan bir vakıf üniversitesidir. Bursa'daki yüksek lisans programları haricinde, İstanbul'da 4 kampüs ve 1 koruda hizmet vermekte olan İstanbul Ticaret Üniversitesi, İstanbul Ticaret Odası'nın yoğun desteğine sahiptir. Üniversitenin hedefi Türkiye ekonomisine, ticaret ve sanayi yaşamına katkı verecek nitelikli insan sermayesini yetiştirmek; bu kaynağı kullanarak teknolojik gelişmeleri izlemek, ürettiği bilgileri değişen dünyaya ve yaşadığı topluma aktarmak olarak belirlenmiştir. Üniversite, ülke genelinde en çok tercih edilen üç vakıf üniversitesi arasındadır. 1879’da Sadarete getirilen Mehmed Said Paşa (1838-1914) ticaret ve sanayinin sorunları için sektör temsilcilerini aynı çatı altında toplayacak bir kuruluş ortaya çıkarma çalışmalarına başladı. Çalışmalar neticesinde Meclis-i Mahsus’un kararı ve Sultan II. Abdülhamid'in tasdiki ile Oda'nın kurulması onaylandı; Dersaadet Ticaret Odası örgütlenme çalışmalarını 1882 yılında tamamlayarak kuruldu. Dersaadet Ticaret Odası, ticari hayatın ihtiyaç duyduğu kalifiye elemanı çoğunlukla Darülfünun'dan temin etti. Bu durum, zamanla Oda'nın yetişmiş insan gücünü kendisinin eğitmesi sürecine evrilecekti. Dersaadet Ticaret Odası'nın ismi Cumhuriyet döneminde İstanbul Ticaret Odası olarak değişti. Oda bünyesinde, bir üniversite kurulması önerisi resmi olarak 1992 yılında İTO Genel Kurulu'nda İsmail Özarslan tarafından önerildi. Öneri, İstanbul Ticaret Odası Üniversitesi adıyla kabul edildi ve çalışmalara bu tarihte başlandı. Üniversiteyi kurma çalışmalarına başlayan İTO, İstanbul Ticaret Odası Eğitim ve Sosyal Hizmetler Vakfı eliyle üniversiteyi kurdu. Kuruluş kanunu olan 14 Nisan 2001 tarih ve 4633 sayılı yasanın 5. maddesi şu şekildeydi: Üniversitenin Kuruluş ve Ana Teşkilat Yönetmeliği ise 23 Kasım 2001 tarihli ve 24592 sayılı resmi gazetede yayınlandı ve böylece[2001 yılında 73 lisans öğrencisiyle, Türkiye'nin ilk vakıf üniversitelerinden biri olarak öğretime başlandı. İstanbul Ticaret Odası'nın desteği, üniversitenin öğretim felsefesinin temel taşlarından biri oldu ve iş dünyasına yakın bir öğretim modeli benimsendi. 11 Temmuz 2012 tarihinde Üniversite ve İTO arasında imzalanan iş birliği protokolü ile İTO'nun desteği daha da efektif olarak devam etmek üzere teyit edildi. Kurucu fikir babası olan İsmail Özarslan'ın ismi Üniversite'nin Eminönü Kampüsü'ndeki konferans salonuna verildi. Üniversite her geçen yıl İstanbul Ticaret Odası'nın desteğiyle büyüdü ve 2012 yılında altın boynuzun kıyısındaki ikinci kampüs olarak açılan Sütlüce Kampüsü ile beraber, 2012 yılı itibarıyla toplam 4 kampüste 811 önlisans, 312 hazırlık, 4141 lisans, 1197 lisansüstü öğrencisine, 295 akademisyenle öğrenim sunar hale geldi. Siyah ve sarı, İstanbul Ticaret Üniversitesi'nin ve logosunun anahtar renkleridir. Siyah renk kudreti, nüfuzu ve otoriteyi sembolize ederken, sarı renk tarafsızlığın, zenginliğin ve aydınlanmanın sembolüdür. Oda'nın sembolünün oturduğu merdivenler, evrimin yolunda ilerleme ve gelişmenin sembolüdür. Sınırlı sayıda basamak bulunuyor olması, ilerlemenin ya da evrimin de sınırlı olduğunu ima etmemektedir. Bunun anlamı, her çağda bilinmeyenlerin ve öğrenilecek bilgilerin mevcut olduğu ve olacağıdır. Basamaklar arasında genişlik farkı her bilimsel disiplinin çok taraflı ve birbirinden farklı olduğunu ima eder; katedilen her basamak ile varılan yer, insan türünün eşsiz zekasını ve istidadını ilerletmesiyle elde ettiği ödüldür. Cehaleti ve istikrarsızlığı kazıyıp atarak, üniversite hem kendisine, hem bilime, hem de topluma yeni boyutlar kazandırır ve bunları küresel kılar. Üniversite'nin, en üst karar organı Mütevelli Heyeti'dir. Mali ve İdari Konularda her türlü kararı alma yetkisine sahip olan Mütevelli Heyeti, İstanbul Ticaret Odası Eğitim ve Sosyal Hizmetler Vakfı tarafından seçilir. 2013 itibarıyla heyet üyeleri şu isimlerden oluşmaktadır: Ayhan Bermek, Hüseyin Avni Mutlu, Uğur Doğan, İsmail Kahraman, Mehmet Zeki Sayın, Nazım Ekren, Avni Çelik, Atalay Şahinoğlu, Cengiz Ersun, Erhan Erken, Orhan Albayrak, Salih Tuğ, Murat Yalçıntaş, Hasan Büyükdere, Erdoğan Demirören, Av. Muharrem Keçeli. Mütevelli Heyeti tarafından seçilen rektör, üniversitenin idaresi ve temsili için yetkili kişidir. Halihazırda Üniversite'nin rektörü Nazım Ekren'dir. Tüm ülkede geçerli olan ÖSYS yöntemiyle öğrenci kabul usulü İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde de uygulanmaktadır. Fakat bir vakıf üniversitesi olarak İstanbul Ticaret Üniversitesi teamülden ayrılmış, öğrenci kontenjanının çoğunluğunu en başarılı %1'lik dilimde bulunan öğrencilere burs imkanlarıyla tahsis etmiş ve yüksek puanlara sahip öğrencilerle öğrenim yapmayı tercih etmiştir. İstanbul Ticaret Odası Meclis Üyesi veya idari personelinin eş ve çocuklarına %25 oranında, Türkiye’deki Ticaret ve Sanayi Odalarında yönetim kurulu üyesi ya da Meclis Başkanı olanların çocuklarına ise %15 oranında burs verilir. Üniversite, ülke genelinde en çok tercih edilen üç vakıf üniversitesi arasındadır ve doluluk oranı her yıl %99'u bulmaktadır. Üniversiteye kabul edilen her öğrenciye bir dizüstü bilgisayar hediye edilir. İstanbul Ticaret Üniversitesi, Eminönü'nde bir, Sütlüce'de bir ve Küçükyalı'da iki kampüs; ayrıca Kadıköy'de Yurt Binası ve İTO Cemile Sultan Korusu Sosyal Tesisleri olmak üzere İstanbul'da 6 ve Bursa'da 1 binada hizmet vermektedir. Galata, Boğaz, Süleymaniye Camii, Kapalıçarşı, Mısır Çarşısı'nın kesişim noktasında yer alan üniversitenin Eminönü Kampüsü'nde yüksek lisans dersleri verilmektedir. Ticari Bilimler, İletişim, Fen Edebiyat ve Hukuk fakültelerinin yer aldığı kampüs, 2013 yılında Haliç kıyısına kurulmuştur. Kampüste; İletişim Fakültesi öğrencileri için yayın stüdyosu (dekor odası, montaj, radyo, reji), canlandırma atölyesi, medya atölyesi, fotoğraf ve uygulama atölyeleri, MAC laboratuvarları mevcut. Hukuk Fakültesi öğrencileri için sanal mahkemenin bulunduğu kampüste, 124.000 kitap kapasiteli, her gün ve her saat açık olan gece okuma salonuna sahip bir kütüphane bulunuyor. Üsküdar'da yer alan kampüs, 2001-2013 yılları arası hizmet vermiştir. Kampüs Fen Edebiyat Fakültesi ile İngilizce Hazırlık Okulu'nu barındırmaktaydı. Anadolu yakasının merkezî semtlerinden olan Küçükyalı’daki kampüste Meslek Yüksekokulu ve Mühendislik Fakültesi yer alıyor. Kampüste; fizik laboratuvarı, internet laboratuvarları, her bölüm için ayrı uzmanlık alanlarını kapsayan bilgisayar laboratuvarları, Bilgisayar Mühendisliği donanım ve yazılım laboratuvarları, Endüstri Mühendisliği Ergonomi ve CİM/CİF laboratuvarları bulunuyor. Mevcut binaya ek olarak alınan yeni bölümlerin düzenlenmesinin ardından Küçükyalı kampüsünün geniş bir mühendislik kampüsüne dönüştürülmesi planlanıyor. Üniversite 2013 yılında Nilüfer, Bursa'daki Kumova Plaza'da İşletme, Uluslararası Ticaret, Muhasebe-Denetim ve Uygulamalı Psikoloji alanlarında lisansüstü eğitim vermeye başlamıştır. Eşit ağırlık alanında Hukuk ve Uluslararası Ticaret bölümleri, sayısal alanda ise Endüstri Mühendisliği bölümü en yüksek puanlı bölümlerdir. Dekanlığını Mustafa Erdoğan'ın yaptığı fakülte, küreselleşme ve Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılım süreçlerinin bir hukukçunun ulusal hukuk yanında, uluslararası hukuk düzenlemelerini ve uygulamalarını da bilmesini gerektirmesi nedeniyle, müfredatında genel hukuk formasyonu için gerekli zorunlu derslere ek olarak, Uluslararası Hukuk, Avrupa Birliği Hukuku ve Uluslararası Ticaret Hukuku alanlarında daha donanımlı hale gelinmesini sağlayacak çeşitli dersler sunmaktadır. Fakültede öğretim dili Türkçe olmakla beraber zorunlu ders olarak Genel İngilizce, seçimlik ders olarak Hukuk İngilizcesi eğitimi verilmektedir. Kurulduğu 2001-2002 Öğretim Yılı’ndan bugüne hukuk eğitiminin pratik çalışmalarla desteklenmesine çalışan fakülte, öğrencilerinin moot court tecrübesi edinmelerini desteklemekte ve özendirmektedir. İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi her yıl Viyana'da düzenlenen Willem C. Vis Uluslararası Tahkim Yarışması'na katılan 6 Türk hukuk fakültesinden biridir. Dekanlığını Türk Psikologlar Derneği Başkanı Gökhan Malkoç'un yaptığı fakültede eğitim ve öğretim, öğrencilerin katılımıyla, uygulamanın ön planda tutulduğu, iş yaşamından güncel konular incelenerek yapılmaktadır. Bunun yanında zorunlu stajlarla öğrenciler, teorik bilgilerini iş yaşamı ile birleştirme olanağına sahip olmaktadır. Bilimsel araştırma kulüplerinin mezun dernekleri ile dayanışma halinde faaliyet gösterdiği fakültedeki bölümler şunlardır: İstatistik, Psikoloji, Matematik, Eğitim Bilimleri. İlk iki yılda genel kültür dersleri ve temel iletişim bilgileri verilen fakültede, üçüncü ve dördüncü yılların müfredatında uzmanlaşmaya olanak sağlayan seçimlik dersler yer almaktadır. Bilgisayar laboratuvarlarında, medya atölyesinde, radyo ve televizyon stüdyolarında sağlanan uygulamalı eğitim imkânlarıyla öğrencilere bugünün rekabet ortamına uygun, yarışmacı ve donanımlı kimlik kazandıran bir eğitim verilmektedir. Fakültedeki bölümler şunlardır: Halkla İlişkiler, Medya ve İletişim Sistemleri, Görsel İletişim Tasarımı. Öğrencilere zengin bir yelpazede teorik eğitim verilen fakültede, 350.000'den fazla üyesi bulunan İTO'nun imkanlarından faydalanarak sağlanan zorunlu staj olanakları ile teori pratikle beslenmektedir. Fakültede bölümler şunlardır: İşletme, İşletme (İngilizce), İktisat, İktisat (İngilizce), Uluslararası Ticaret, Bankacılık ve Finans, Turizm İşletmeciliği, Uluslararası İlişkiler, Muhasebe ve Denetim. İstanbul Ticaret Odası, Savunma Sanayii Müsteşarlığı ve İstanbul Ticaret Üniversitesi'nin ortak kurucu oldukları teknoparkistanbul projesini desteklemek için çeşitli sektörlerin istekleri doğrultusunda İngilizce olarak eğitim veren Elektrik-Elektronik Mühendisliği, Mekatronik Mühendisliği ve
Mücevherat Mühendisliği bölümleri açan fakültede, ilk dört yarıyılında temel düzeyde Fen, Matematik ve Teknoloji dersleri verilmekte; son dört yarıyılında ise öğrencilere, seçtikleri alanla ilgili zorunlu ve seçmeli dersler sunulmaktadır. Öğrenciler; ikinci ve üçüncü sınıfın sonunda yirmişer iş günü süreli staj yapmaktadırlar. Öğrenciler edindikleri bilgi ve becerileri kullanmaları, verileri yorumlayabilmeleri ve değerlendirebilmeleri, sorunları tanımlayabilmeleri ve analiz yapabilmeleri için; araştırmalara ve kanıtlara dayalı ve iş dünyasının isteklerine uygun bitirme projeleri yapmaktadır. Fakültedeki bölümlerin tamamı şunlardır: Elektrik-Elektronik Mühendisliği (İngilizce), Bilgisayar Mühendisliği, Endüstri Mühendisliği, Mekatronik Mühendisliği (İngilizce), Mücevherat Mühendisliği (İngilizce), Moda ve Tekstil Tasarımı, İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı. Kurulma aşamasında olan Uygulamalı Bilimler Fakültesi'nin, iş dünyasının istek ve talepleri doğrultusunda açılacak olan Basım Yayın Üretim Teknolojileri, Uluslararası Lojistik ve Sivil Hava Ulaştırma İşletmeciliği bölümlerinden oluşması ve ilerleyen yıllarda yine piyasanın talepleri doğrultusunda ilave bölümlerle büyüyüp şekillenmesi planlanıyor. Yüksek Lisans Programları Doktora Programları Yüksek Lisans Programları Doktora Programları İstanbul Ticaret Odası’yla iş birliği halinde çalışarak, piyasanın ihtiyaç duyduğu bilgi ve yeteneğe sahip kalifiye ara eleman yetiştirmek için mesleki eğitim yapan okulda,yine İstanbul Ticaret Odası'nun olanakları ile öğrencilere geniş staj olanakları sağlanmaktadır. Okulda yürütülen programlar şunlardır: Dış Ticaret, Lojistik, Bilgisayar Programcılığı, Perakende Satış ve Mağaza Yönetimi, Hava Lojistiği (Aviation Logistics), Havacılıkta Yer Hizmetleri Yönetimi (Ground Handing Services Management in Aviation), Bilgisayar Teknolojileri ( ile ortaklık halinde Çift Diploma). TOEFL sınavını düzenleyen New Jersey kaynaklı ile iş birliği içinde bulunan İstanbul Ticaret Üniversitesi, tüm dünyada İngilizce dil bilgisini ölçmek için uygulanan TOEFL sınavının İstanbul'da yapıldığı birkaç merkezden biri olarak Eminönü Kampüsü'nde bir Merkez'e sahiptir. Nisan 2012 tarihinde başlanan çalışmalarla bireylerin, şirketlerin ve ülkelerin ticari itibarlarını derecelendirip yayınlayacak bir merkez kurulması için çalışmalara başlayan Üniversite, Şubat 2013 tarihinde YÖK'ten aldığı onayla Merkez'i resmen kurmuş ve çalışmalara başlamıştır. Öğrencilerin mezuniyeti takip edecek olan kariyer hayatlarında ilerlemeleri adına, üniversite bünyesinde Kariyer Planlama Merkezi çalışmaktadır. Merkez, üniversite öğrencileri ile sektör arasında bir köprü görevi görmekte ve özellikle İTO'nun olanakları sayesinde kanuni ve iradi stajların gerçekleştirilmesini sağlamaktadır. Üniversitede yabancı dil eğitimi öncelikli olarak İngilizce'dir. Üniversite, kabul alan öğrencilerine bir yıl İngilizce hazırlık eğitimini zorunlu olarak vermektedir. İngilizce için öngörülen başarı seviyesi TOEFL sınavından alınacak puan ile belirlenmektedir. Fakat İngilizce bilgisinin muafiyet sınavında kanıtlayan öğrenci hazırlık sınıfını atlayarak doğrudan alan eğitimine geçebilmektedir. Bunun dışında dileyen öğrenciler ikinci yabancı dil olarak Fransızca, Rusça, Almanca, İspanyolca, Çince veya Japonca eğitimi alabilmektedir. Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık, İsveç, Fransa, İtalya ve Yunanistan'daki bazı üniversitelerle iş birliği içinde bulunan İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Erasmus Programı uygulanmaktadır. Bu program çerçevesinde üniversitenin öğrencileri yurtdışında dönemlik ya da yıllık öğretim görmekte ve yurtdışından da yabancı öğrenciler gelerek Üniversite'de misafir olmaktadır. Farabi Programı çerçevesinde Galatasaray Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi Anadolu Üniversitesi, İzmir Ekonomi Üniversitesi, TOBB Üniversitesi, Piri Reis Üniversitesi, KTO Karatay Üniversitesi ile öğrenci değişimi yapılmaktadır. Üniversitede uygulanmaktadır. Sınavların öngörülen medyanı 49 ve altı olan öğrenciler başarısız sayılarak F notuyla ilgili dersten kalır. 50 ve üzeri medyana sahip öğrenci ilgili derste çan eğrisine tabi tutulur. Üniversite, öğrencilerin ders dışı zamanlarını verimli değerlendirmeleri için sosyal, kültürel ve entelektüel faaliyet gösteren toplam 55 kulübe sahiptir. Kulüplerden bazıları şunlardır: Her yıl, öğrencilerin baharın gelişini karşılayıp sınav stresini atmaları için ünlü sanatçılarla ve çeşitli etkinliklerle 1 - 3 gün süren bahar şenlikleri düzenlenmektedir. Tüm kampüslerinde fiziki şartların engelli öğrencilerin, çalışanların ve akademisyenlerin rahat kullanımı için dizayn edildiği üniversitede, ders takibi ve sosyal etkinlikler de engelli öğrencilerin sorunsuz katılımına uygun şartlarda düzenlenmektedir. Üniversite'nin Atıcılık, Basketbol, , Futbol, Kürek, Oryantiring, , Satranç ve Voleybol takımları vardır. Üniversitenin öğrencileri ve mezunları, Kandilli Cemile Sultan Sosyal Tesisleri’ndeki tenis kortları, basketbol sahaları ve yüzme havuzlarından ücretsiz faydalabilmektedir. İstanbul Ticaret Üniversitesi, eğitim amaçlı yayın yapan ve tüm öğrencilerin yararlanabildiği UHF 42. Band çıkışlı "İletişim TV" isminde televizyon ile "101.8 İletişim FM" isminde bir radyoya sahiptir. Üniversitenin iletişim alanındaki diğer ürünleri ise aylık ""İtalik"" isimli dergi ile bilimsel hakemli 2 adet dergidir. Üniversiteden kabul alan her öğrenciye [email protected] formatında bir e-mail adresi verilir. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nin Kadıköy'de misafirhanesi bulunmaktadır. Kurów Kurów güneydoğu Polonya'da bir kasabadır. Puławy ve Lublin arasında, Kurówka nehri üzerinde yer alır. Lublin voyvodalığı (Lublin Voivodship) içinde ayrı bir gmina'nın merkezidir ve yaklaşık 2870 kişi (2013) yaşamaktadır. Atf-ı tefsir Atf-ı tefsir, edebiyatta, aynı anlamda olan iki sözcüğün yan yana kullanılmasıdır. Örnekler: Zehir zıkkım, deli divane, yazık günah ... Gmina Gmina, Polonya'da bölgesel ayrımlardaki en alt yönetim birimidir, ve belediye yapısına yakındır. 2004 yılı itibarı ile 2.478 Gmina mevcuttur. Her Gmina ayrıca küçük kasabalar içerebilir. Gmina Almanca toplum, topluluk anlamına gelen "Gemeinde" kelimesinden türemiştir. Atmosfer (edebiyat) Atmosfer, bir edebi eserde yoğun olan zihni, ahlaki, duygusal ya da heyecan verici durumların tümü. Bir sanat eserinin alıcıda uyandırdığı kalite duygusu olarak da tanımlanabilir. Rigveda Rigveda, Hinduizmin kutsal metinleri olan Vedalar'ın bir bölümü. Veda'ların ilk bölümü olan Rigveda, aynı zamanda en eski ve en önemli bölümdür. 1028 ilahi içeren Rigveda tanrılara şükür ve saygı için yazılmış on kitaptan oluşur. Rigveda dünyanın en eski kutsal metnidir. Köseler, Ulubey Köseler, Uşak ilinin Ulubey ilçesine bağlı bir köydür. Köyün adının nereden geldiği ve tarihi hakkında bilgi bulunmamaktadır. Uşak iline 22 km, Ulubey ilçesine 8 km uzaklıktadır. Köy, Örnek Köy projesi kapsamındadır. Tema Vakfı çevre kirliliğinin önlenmesi ve ağaçlandırma çalışmalarında köye destek vermiştir. Köyün geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Tarım ürünlerinden en çok arpa, buğday, haşhaş , nohut veayçiçeği yetiştirilir. Hayvancılık ise daha çok büyük baş hayvan üzerinedir. Ayrıca az da olsa sulu tarım yapılmaktadır. Köyde ilköğretim okulu vardır ancak faal olmadığından eğitim 1992-1993 eğitim öğretim yılından beri taşımalı olarak yapılmaktadır. Köyün su ihtiyacı önceleri köyün meydanında bulunan çeşmelerden karşılanmaktaydı. Onların da kurumasıyla halk ilçeden tankerlerle suyunu temin etmekteydi.1990 yılında yapılan artezyen çalışmalarıyla Köseler ve 1 km uzağında bulunan Sevindikler Mahallesi’nin su ihtiyacı artık sağlanabilmektedir. Kanalizasyon çalışmaları ise halen devam etmektedir. Köye 1992 yılında otomatik telefon hattı gelmiştir ve artık her evde telefon bulunmaktadır. Köyde bir de cami bulunmaktadır. Attisizm Attisizm, Asyacılığa tepki olarak milattan önce 3. yüzyılda Roma'da doğan bir söylem türüdür. Anlatımda basit, yalın, açık ve konuşmayı andırır bir yolda ilerlerler. Attisizm ismi Attikacılık demektir. Attisizm de bu bağlamda Antik Yunan edebiyatına öykünür. Samaveda Samaveda, Hinduizmin kutsal metinleri olan Veda'ların bir bölümü. Samaveda kurban esnasında söylenan ilahileri içerir. Genel sıraya göre dört Veda'nın içinde üçüncü sıradadır. Yine de kutsiyet ve liturjik (ayinsel) açıdan Rigveda'dan sonra en önemli Veda bölümüdür. Bir tür melodiler vedası olan samaveda yüksek sesle okunur. Bursa Atatürk Stadyumu Bursa Atatürk Stadyumu, 1950 yılında Bursa'da açılan futbol stadyumu. Bursa Atatürk Stadyumu, Merkez Osmangazi ilçesinin Altıparmak semtinin batısında, Kültürpark'ın doğusunda yer almaktadır. Bursa'da 1930 yılına kadar maçlar Atıcılar Sahası'nda oynanıyordu. 1929 yılında, İstanbul'dan gelen Galatasaray-B takımının 1-0 yenmesi, yeni bir saha için olanak arayanlara fırsat hazırladı. Başta Faik Tinel olmak üzere o zamanın yöneticileri Bursa Valisi Hulusi Bey'den yeni bir saha istediler. Ortamın elverişli olması bu isteğin sonuçlanmasını sağladı. Bu arada, kolordu komutanı Ali Hikmet Paşa da futbol sahası olması için Beylikbahçe adıyla anılan dutluğu düzelttirdi. Bu sıralarda bölge müdürü, Nasuhi Baydar'dı. Bu sırada Atatürk, Bursa'ya geldi ve bugün müze olarak kullanılan Çelik Palas'ın yanında bulunan köşkünde Nasuhi Baydar'ı kabul etti. Atatürk, durumu öğrenince Bursa'ya futbol sahası yaptırılması için 1000 Türk Lirası bağışta bulundu. Daha sonra Vali Kemal Gedelek, 2000 Türk Lirası daha temin etti. Bu paranın yanı sıra Ali Hikmet Paşa'nın gayretleriyle Balıkesir'den getirtilen istihkam bölüğü de sahanın etrafını duvarlarla çevirdi. Ardından, 400 kişilik bir beton tribün yapıldı. Daha sonra da bu saha bozuldu ve doğu-batı yönlerinde yeni bir saha yapıldı. Bu sahanın güneyine Vali Şefik Soyer zamanında tahta tribün yaptırıldı. Bu tarihlerde bölge müdürü, İhsan Celal Antel idi. Sonunda 1950 yılına gelindi. Haşim İşcan'ın valiliği ve Faik Tinel'in bö
lge müdürlüğü zamanında bugünkü stadyum ilk haliyle oluşturuldu. Saha ve kapalı tribün böylece hizmete girdi. Bursa Atatürk Stadyumu daha sonraki yıllarda birçok ek inşaatlar gördü. İlkin stadın çevresi taş duvarlarla çevrildi. Ardından kapalı tribünün karşısına bir açık tribün yapıldı. Daha sonra Altıparmak yönündeki kale arkasi tribünü de inşa edildi. En son 1970'de Merinos Fabrikası yönündeki kale arkası tribünü de inşa edilince Bursa Atatürk Stadyumu, bugünkü durumuyla ortaya çıkmış oldu. Çok maç yapılması nedeniyle zemini devamlı kontrol altında ve ek inşaatları ile Bursa'nin tek ve en büyük stadyumu olma özelliğini halen korumaktadır. 2000'li yillarda Bursa ve Bursa Atatürk Stadyumu'nda millî futbol takımı; Almanya, Hollanda, İrlanda gibi futbol takımlarını yenmeyi başarmıştır. Türkiye'nin 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası'na adaylığını koymasıyla Bursali yetkililer yeni bir stad yapmaya karar verdi. Bu yeni stadın adi Timsah Arena olacaktır ve 41.963 kişinın sığacağı biçimde tasarlanmıştır. 32.000 sayısının son dört rakamı Bursaspor'un kuruluş tarihidir. Ancak bu stadyum Bursa Büyük Şehir Belediyesi tarafından çok büyük görülmektedir. 1926 yılına gelinceye değin Bursa'daki spor müsabakaları, Atıcılar alanında yapılırdı. Atatürk'ün 20 Mayıs - 14 Haziran 1926 tarihleri arasındaki 5. Bursa gezisi sırasında, Vali Kemal Bey ile Kolordu komutanı Ali Hikmet Paşa kentin spor tesislerinden yoksun oluşunu dile getirerek, Cumhurbaşkanı'ndan bu konuda yardımcı olması ricasında bulundular. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa uygun bir yerde stadyum inşa edilmesi için buyruk verdi, ayrıca kendisi de stadyum yapımına bir katkı olmak üzere 1000 lire bağış yaptı. Kent Yöneticileri buyruk üzerine hazineye ait ve "Bahçe Beylik" adıyla bilinen yerde - bugünkü Atatürk Stadının bulunduğu yere stat yapılması kararlaştırdılar. Kolordu komutanı Ali Hikmet Paşa, Balıkesir'deki istihkam birliğinden iş makineleri getirtti. Gerekli tesfiye işlemini yaptırdı. Kısa süre sonra Kemal Gedeleç yerine Bursa Valiliği görevine atanan Fatih Güvendiren'de 2000 liralık bir finansman daha sağladı. Böylelikle futbol sahası kuzey -güney doğrultusunda projelendirilen ilk stadyum 1930 yılında tamamlanarak hizmete girdi. 1934 Bursa yıllığında yer alan bilgilere göre, bu stadyum yaklaşık 2 hektarlık bir alanı kapsıyordu ve 300 kişilik betonarme tribünü vardı. Bir süre sonra bu stadyum Bursa için yetersiz kaldı. 1938'de bu stadyumun biraz daha güneyinde (Şu anki stadyumun bulunduğu yerde) bu kez doğu-batı yönlerinde yeni bir stadyum yapımına girişildi. Bu stadyum bir spor kompleksinin içerisinde yer alacaktı. Kompleksin ve stadyumun projesi, Ankara'daki 19 Mayıs stadyumu ile hipodrom'un projelerini çizen ve yapımını gerçekleştiren İtalyan mimar Viyenti Viyola'ya hazırlattırıldı. Komplekste futbol sahası, yüzme havuzu, tenis kortu, atış poligonu, atlı yarışmalar için kapalı manej, çocuk bahçesi ve birde gazino yer alacaktı. Ne var ki seçilen doğu-batı yönündeki futbol alanına uygun olmayışı, gerekse başka sakınca ve ekonomik olanaksızlıklar nedeniyle kompleksin yalnızca futbol alanı tamamlanabildi. 1945 yılında Haşim İşçan'ın Bursa Valiliğine atanmasının ardından, stadyum konus yeniden gündeme geldi. Eski doğu-batı yönlü stadyum yıktırıldı ve modern sisteme uygun bir plan üzerine günümüzdeki Atatürk Stadyumunun yapımına başlanıldı. Stadyumun futbol sahası, altı kulvarlı atletizm pisti ve kapalı tribün inşaatı 1950 yılı başlarında tamamlandı.İnşaatın ilk bölümü müteahhit Şerif Çapan, ikinci bölümü ise Emlak Bankası'nın sorumluluğu altında emanet usulüyle Ahmet Ürük tarafından gerçekleştirildi. İlk karşılaşma, Şubat 1950'de hakem Hasan Kesimel yönetiminde Akınspor ile Acar İdmanyurdu arasında oynandı ve 2-1 Akınspor'un galibiyeti ile sonuçlandı. Stadyumun ilk golünü Akınsporlu Nurettin Sezgiç attı. Zamanla ek bölümler eklenerek kapalı tribün dışında iki kale arkası ve maraton tribünle geliştirilen stadyum 1978 yılında çimlendirildi. 1994-1995 yılında ise stadyum gece maçlarının oynanması için ışıklandırıldı. İlk gece maçı Bursaspor ile İstanbul ekibi Galatasaray ile arasında oynandı ve sahadan Bursaspor 1-0 galibiyetle ayrıldı. 1997 yılında Uludağ tarafındaki kale arkasının üstü uzayçatı sistemi ile kapatıldı. Böylelikle stadyumun 4 te 3 lük kısmının üstü kapatılmış oldu. Bursa Atatürk Stadyumu ABD'den yayın yapan spor sitesi Bleacherreport.com sitesinin 18 Aralık 2014 tarihinde yayınladığı Dünyadaki en iyi 100 stadyum listesinde 86. sırada yer almıştır. Bursa Atatürk Stadyumu 2009-10 sezonunda UEFA kriterlerinin gereği olarak ; Stadyumun koltuk kapasitesi 25,000'dir. Maç günleri güvenlik açısından basılan bilet sayısı 24800dir. Koltuk kapasitesi Protokol tribününde: 165, Vip tribünlerinde: 681, Kapalı Tribünde 2090, Maraton Tribünü: 5495, Kapalı Kale Arkası: 9277, Açık Kale Arkası: 5049, Stadyumun 15 adet giriş kapısı ve 24 adet barkod sistemli turnikesi bulunmakta, 24 iç, 24 dış ve 3 adette dönen başlı split kamera olmak üzere 51 adet kamera ile donatılmış; foto muhabirlerinin yararlanabileceği 30 metrekarelik basın çalışma odası yapıldı ve 20 adet kablolu 2 megabitlik internet olanağı sağlandı, Basın tribünde 2 Megabitlik, 50 adet kablolu internet olanağı sağlandı ve saha içerisinde çekmek üzere wireless sistem kuruldu, Güvenlik kameraları ve ses sisteminin kontrol edilebildiği güvenlik odası kuruldu. 14 Ekim 2009 tarihindeki Türkiye - Ermenistan maçının bu statta oynanmasına karar verildi. 2016 yılında stadyumun meydan ve miting alanına dönüştürülmesi amacıyla yıkılmıştır. Tagalogca Tagalogca (kendi dilinde: Tagalog), Filipinler'in resmî dili olan Filipincenin temelini oluşturan ve Tagalogların anadili olan dildir. Filipinler'de en çok konuşulan Filipin dilidir. Tagalog, "tagá-ílog" kelimesinden gelmiştir. tagá=yerlisi ílog=nehir anlamında kullanılır. tagá-ílog ise yörenin müslümanları tarafından "nehirde yaşayanlar" anlamında kullanılırdı. 16. yüzyılda İspanyolların bölgeye gelmesinden önceki döneme ait Tagalogca yazılı bir belge yoktur. İspanyollar'ın yöre müslümanlarını dejenere etme çalışmaları yüzünden Tagalogca tarihi hakkında çok az şey bilinir. Tagalogca ilk kitap "Doctrina Cristiana"(Christian Doctrine 1593) isimli kitaptır. İspanyolca ve Tagalogcanın iki versiyonunda yazılmıştır. Bir tanesi Baybayin diğeri ise Latin alfabesidir. Prostat Prostat (Yunanca "προστάτης", prostates, terimi "protector" koruyucu, muhafız) üriner sistem'in son kısmına yakın bölümde mesane ve üretra (dış idrar kanalı) arasına yerleşmiş kestane şekli ve büyüklüğünde bir organdır. Kadınlarda bulunan Skene bezi, erkeklerde bulunan prostatın eşdeğeridir. Vücudun normal işleyişinde iki göreve sahiptir:ana fonksiyonu boşaltım sisteminde boşaltım esnasında idrar torbasından idrarı taşımak ve ejakülasyon esnasında spermin iletimini sağlamaktır. Ayrıca meni sıvısının içeriğinde bulunan, spermleri besleyen ve onları kadın üreme sistemi içerisine ilerlerken koruyan özel bir proteini salgılar. The text of this article was originally taken from NIH Publication No. 02-4806, a public domain resource . Nikos Sampson Nikos Sampson (d. 16 Aralık 1935 - ö. 9 Mayıs 2001), EOKA-B isimli örgütün lideridir. Karpaz'ın Vasili (Gelincik) köyünde doğmuştur. Yunanistan'daki Cunta Hükümeti'nin de desteği ile 15 Temmuz 1974'te Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios'a karşı Rum Milli Muhafız Güçleri ile darbe yaparak 'Ulusal Kurtuluş Hükümeti' kurduklarını ve Kıbrıs'ta bir 'Yunan Cumhuriyeti' ilan edildiğini açıkladı. Bu gelişmeler üzerine Türkiye Cumhuriyeti garantörlük haklarını kullanarak 20 Temmuz 1974 tarihinde, Kıbrıs Harekâtı'nı düzenlemesi üzerine görevinden istifa etmek zorunda kaldı. Yajurveda Yajurveda, Hinduizmin kutsal metinleri olan Veda'lardan bir bölüm. M.Ö. 1500 - M.Ö. 500 arasında yazıldığı tahmin edilmektedir. Liturji ve özellikle kurban ayinleriyle ilgili formüller ihtiva eder. Kurban esnasında mırıldanarak okunur. Yajurvedanın iki ana biçimi vardır: Şukla (beyaz) ve Krişna (siyah). "Şukla Yajuverda" manzum biçimde ilahiler ihtiva ederken, "Krişna Yajuverda" hem Şukla Yajuverda'daki tüm metinleri ve hem de ek olarak nesir biçiminde bir tefsiri(ni) ihtiva eder. Köfte Köfte, Türk mutfağının önemli yemeklerinden biridir. Kısaca kıymanın değişik şekillerde kızartılmış halidir ve pek çok çeşidi bulunur. Yaklaşık 291 çeşit köfte olduğu söylenir. Mantı Mantı, çeşitli baharatlarla çeşnilendirilen kıymanın, küçük hamur parçalarının içine konulması ve bu hamur parçalarının suda haşlanması ile yapılan yemektir. Türk mutfağının olduğu kadar diğer Orta Asya mutfaklarının da bir parçası olan mantı, eski SSCB ülkelerinde de popüler bir yiyecektir. Orta Asya'dan Anadolu'ya göçebe Türkler tarafından getirilmiştir. Bazı yörelerde mantıya "tatar böreği" denilmesi, mantının göçebelikle olan ilişkisini doğrulamaktadır. Mantı, Uzak Doğu'da baozi (包子) ve mandu adları ile anılan etli/sebzeli hamur yemeklerine benzemektedir. Trakya usulu mantı da et suyu veya salçalı su dökülerek tepside pişirilir. Bir çeşit böreği andırır, bilindik mantıdan farkı kızarmış tepsi mantısıdır. "Kazak mutfağında mantı yapımı:" Hamur parçalarının içine koyun ya da at eti kıyması konulur, buharda pişirilir, karabiber ekilir, doğranmış balkabağı eklenir. Üstüne tereyağı, ekşi krema ya da soğan sosu dökülerek servis yapılır. "Kırgız mutfağında mantı yapımı:" Hamur parçalarının içine koyun eti, dana eti, patates ve balkabağı gibi malzemelerden biri ya da birkaçı konulur. Yağ eklenir. Eklenen yağ, mantıyı daha sulu ve lezzetli yapar. Buharda veya suda haşlanarak ya da yağda kızartılarak pişirilir. Üzerine genellikle tereyağ konur ve ekşi krema, özel domates sosu veya sirke ve karabiber ile lezzetlendirilen taze soğan halkaları ilave edilerek servis yapılır. Çocukların sevdiği bir yemektir. Pişirmesi zahmetli ve zaman alıcıdır. Mantı pişirmek, çocukların da dahil olduğu bir aile aktivitesidir. "Türk mutfağında mantı yapımı:" Üzerine sarımsaklı yoğurt, salça ve erimiş tereyağı döküler
ek ve sumak, kuru nane ve eğer iç kıymasına karıştırılmadı ise fesleğen ya da reyhan ekilerek servis yapılır. Ayn Rand Ayn Rand (2 Şubat 1905 – 6 Mart 1982, ilk adı "Alisa Zinovyevna Rosenbaum"), kurduğu objektivizm felsefesi ve yazdığı "Yaşamak İstiyorum" (We the Living), "Ben" (Anthem), "Hayatın Kaynağı" (The Fountainhead) ve "Atlas Silkindi" (Atlas Shrugged) kitapları ve objektivizm felsefesiyle tanınan düşünür-yazar. Felsefesi ve kitapları kendi bireycilik, rasyonel bencillik ve kapitalizm mefhumlarını vurgular. Devletin özgür bir toplumda yasal ama minimal bir role sahip olduğuna inanan Rand sıkı bir minarşisttir. Liberteryenler ve Amerikalı muhafazakarlar arasında önemli bir etkisi olmuştur. Romanları kendisine özgü oluşturduğu bir kahramanın tanıtımını merkez alır, Kahraman kendi yeteneği özgünlüğü ve bağımsızlığı yüzünden toplumla çatışır, ama bu çatışmalar onun hataları yüzünden değil, rasyonel davrandığı ve yürekten gelen bir şekilde kendi çıkarı için çalıştığı için olur. Rand'a göre rasyonel düşünen akıllar için çatışma söz konusu değildir. Kahraman yine de idealleri doğrultusunda devam eder. Rand bu kahramanı ideal insan olarak görür ve literatürünün bu tip insanlar için bir tanıtım yeri olmasını amaç edinir. O'na göre, Ayn Rand Rusya'da Sankt-Peterburg'da doğdu. Yahudi bir ailenin üç kızının en büyüğü idi. Ailesi agnostik ve dine karşı ilgisizdi. Küçük yaşlarından itibaren edebiyat ve sinemaya ilgi duydu. Yedi yaşındayken hikâyeler ve oyunlar yazmaya başladı. Annesi ona Fransızca öğretme görevini üstlendi ve çocuklar için hikâyelerin bulunduğu bir dergiye abone oldu. Bu dergilerde Rand ilk çocukluk kahramanını buldu: Rudyard Kipling tarzı bir hikâye olan Gizemli Vadi'de yerli bir subay, Cyrus Paltons. Gençlik yılları boyunca Sir Walter Scott, Alexandre Dumas ve diğer romantik yazarların kitaplarını okudu ve genel olarak romantizm akımına karşı tutkulu bir sevgi besledi. 13 yaşında Victor Hugo'yu keşfetti ve romanlarına aşık oldu. Sonraki yıllarda Rand onu en sevdiği, dünya edebiyatının en büyük roman yazarı olarak adlandırmıştır. Petrograt Üniversitesi'nde felsefe ve tarih okudu. Üniversite yıllarında yaptığı en büyük keşifler Edmond Rostand, Friedrich Schiller ve Fyodor Dostoyevski oldu. Rostand'a zengin, romantik hayal gücü, Schiller'e de büyük, kahramansı etkisi yüzünden hayranlık besledi. Dostoevsky'e kurduğu drama ve yaptığı derin ahlaki analizler yüzünden hayrandı, ama felsefesine ve hayat anlayışına derinden karşıydı. Kısa öyküler ve oyunlar yazmaya devam etti, ve yoğun bir şekilde anti-sovyet fikirler içeren düzensiz bir günlük tuttu. Nietzsche ile de tanıştı, Zerdüşt Böyle Diyordu'daki kahramanca ve özgür adamı yüceltişini beğendi, ama aynı zamanda felsefesine romanlarının önsöz kısmında haşince eleştirecek kadar karşı oldu. Rand'ı açık ara en çok etkileyen isim özellikle Mantık adlı eseriyle Aristoteles'tir, onu gelmiş geçmiş en büyük filozof olarak gördü ve sonradan etkilendiği tek filozof olduğunu söyledi. Sonradan 1924'te devlet sinema sanatları enstitüsüne girdi ama 1925'te kendisine Amerika'daki akrabalarını ziyaret etmek için bir vize verildi. Şubat 1926'da 21 yaşında ABD'ye geldi ve akrabalarıyla Chicago'da geçirdiği kısa bir süreden sonra bir daha hiçbir zaman Sovyetler Birliği'ne geri dönmemeye karar verdi. Senarist olma hayali ile Hollywood yollarına düştü. Sonradan ismini Ayn Rand olarak değiştirdi. İsmini Remington Rand daktilosundan aldığına dair bir rivayet vardır ama o Ayn Rand ismini daktilo piyasaya çıkmadan önce kullanmaya başlamıştır. Ayn adını Finlandiyalı bir yazardan etkilenip aldığını söylemiştir. Bu Finlandiya-Estonyalı bir yazar olan Aino Kallas olabilir, ama Fince konuşulan ülkelerde bu isme ve varyasyonlarına sıklıkla rastlandığı için kesin olarak bilinmiyor. Başlangıçta Hollywood'da bocaladı ve basit ihtiyaçlarını karşılayabilmek için tuhaf işlere girdi. Ek olarak Cecil B. DeMille'in King of Kings'inde çalışırken gözüne çarpan hırslı, genç bir aktörle tanıştı, Frank O'Connor. İkisi 1929 yılında evlendiler. 1931 yılında Rand Amerikan vatandaşlığına kabul edildi. Edebi ilk başarısını 1932 yılında Red Pawn adlı senaryosunu Universal stüdyolarına satarak yakaladı. Ardından 1934'te 16 Ocak Gecesi (Night of January 16th) adlı eserini yayımladı ve bu eser büyük ölçüde başarılı oldu. Sonra 1936'da Yaşamak İstiyorum (We the Living), 1938'de de Ben (Anthem) adlı romanlarını yazdı. Yaşamak İstiyorum Amerikalı eleştirmenlerden orta, İngiltere'de ise iyi bir tepki aldı, ama Anthem tuhaf yayımlanma hikâyesi yüzünden sadece İngiltere'de ama önemli bir beğeni kazandı. Rand Amerikayı o yıllarda etkisine alan kızıl dönem'e (the red decade) son derece karşıydı ve aslında Anthem Amerika'da yayıncı bile bulamadı, ilk baskısı İngiltere'de yapılmıştır. Bunun yanında, Rand hala edebi üslunu tam olarak geliştirememişti ve romanları hala gelişmesini tamamlamamıştı. Roma'daki Scalara film şirketi tarafından 1942'de Ayn Rand'ın haberi olmadan Yaşamak İstiyorum kitabı üzerine 2 film yapıldı: Noi vivi ve Addio, Kira. Benito Mussolini yönetimindeki İtalyan hükümeti ikisini de sansürledi fakat anti-sovyet içeriği yüzünden yayınlanmasına izin verdi. Filmler başarı kazandı ve halk çabucak filmlerin komünizm'e olduğu kadar faşizm'e de karşı olduğunu anladı, kısa süre sonra da hükümet yasaklamaya karar verdi. Sonradan filmler elden geçirildi ve Rand'ın onayı ile We the Living adı ile 1986 yılında yayınlandı. Rand'ın profesyonel anlamda ilk büyük başarısı yazımı 7 sene süren ve 1943 yılında yayınlanan Hayatın Kaynağı (The Fountainhead) romanı oldu. Roman 12 yayıncı firma tarafından ""fazla entelektüel ve Amerikan düşünce tarzına karşı"" olması gerekçesiyle geri çevrildi, ""bu kitabı okuyacak bir kitle yok"" 'tu. Sonunda kitap Archibald Ogden'in kitabı beğenmesi ve editörlük kurulunda kabul ettirmesi sayesinde Bobbs-Merrill Company yayınevi tarafından basıldı. İlk zorluklara rağmen Hayatın Kaynağı dünya çapında bir başarıya kavuşarak Ayn Rand'a ün ve ekonomik rahatlama getirdi. Hayatın Kaynağı'nın teması "insanın ruhundaki bireycilik ve kollektivistlik"tir. Beş ana karakteri konu alır. Başkahraman Howard Roark, Rand'ın idealidir, yüce ruhlu, kendi fikirlerine ve ideallerine güçlü biçimde bağlı, hiç kimsenin bir başkasının tarzını herhangi bir alanda, özellikte mimaride kopya etmemesi gerektiğini düşünen bir mimar. Romandaki diğer tüm karakterler yoğunluğu değişmekle birlikte ondan değerlerinden feragat etmesini talep ederler ama o kararlılığını muhafaza eder. Roark'ın ilginç bir başka yönü de, bu savaşını alışılagelmiş diğer kahramanlar gibi özgünlüğü ve dünyanın adaletsizliği ile ilgili uzun ve tutkulu monologlara girerek değil, aksine kibirli, neredeyse küçümseyici bir suskunluk ve birkaç küçük söz ile yapar. Rand'ın "magnum opus"u, en büyük eseri Atlas Vazgeçti'dir. (Atlas Shrugged) 1957 yılında yayımlanmış ve dünya çapında bir bestseller olmuştur. (Kitabın adının Türkçe karşılığı "Atlas Silkindi"'dir. Dünyayı sırtında taşıyan Atlas'ın artık vazgeçtiğine yapılan bir göndermedir. Türkçe çevirisinde "Atlas Vazgeçti" ismi kullanılmıştır.) Atlas Vazgeçti, Ayn Rand'ın objektivist felsefesini en iyi ve bütün şekilde anlattığı romanıdır. Kitapta yer alan şu sözleri düşüncesini özetler: Atlas Vazgeçti'nin ana teması "insan aklının toplumdaki rolü" dür. Rand sanayiciyi tüm toplumlardaki en değerli organ olarak görür ve sanayicilere karşı duyulan genel kızgınlığı son derece sert bir biçimde eleştirir. Bu duyguları onu Amerikalı sanayicilerin greve gittiği ve dağlık bir alanda saklanmayı seçtiği bir roman yazmaya iter. Toplumun sömürücü olarak gördüğü, aşağıladığı ve suçladığı bu idealist, yaratıcı insanların kaçmasıyla Amerikan toplumu ve ekonomisi genel anlamda çöküşe girer. Hükümet sanayi üzerindeki zaten boğucu olan kontrollerini artırarak tepki gösterir. Roman her ne kadar politik bir temayı merkez almışsa da seks, müzik, tıp ve insan yetenekleri gibi birçok farklı ve kompleks meseleyi irdeler. Nathaniel Branden, karısı Barbara, Alan Greenspan ve Leonard Peikoff gibi başkaları ile birlikte Ayn Rand, Felsefesini tanıtmak ve yaymak üzere objektivist hareketi başlatır. 1950'de Rand New York'a taşındı ve 1951'de 19 yaşında genç bir psikoloji öğrencisi olan Nathaniel Branden ile tanıştı. 14 yaşındayken Hayatın Kaynağı'nı okuyan Branden Rand'ın açığa çıkan objektivist felsefesini kendisiyle tartışmaktan zevk alıyordu. Branden ve bazı arkadaşları ile birlikte bir grup oluşturdular ve ileride Birleşik Devletler Merkez Bankası başkanı olacak Alan Greenspan'ın da katılımından faydalandılar. Yıllar sonra her ikisi de evli olmasına rağmen Rand ve Branden'ın arkadaşlıkları romantik bir ilişkiye dönüştü. Eşleri tarafından kabullenilmesine rağmen bu ilişki Branden'ın önce eşinden ayrılmasına sonra da boşanmalarına sebep oldu. 60 ve 70'li yıllarda Rand objektivist felsefeyi kitaplarıyla ve çeşitli üniversitelerde yaptığı konuşmalarla geliştirip yaydı. Konuşmalarının çoğunu Nathaniel Branden'ın felsefeyi yaymak için kurduğu Nathaniel Branden Estitüsü'nde (NBI) yaptı. 1968'de Karmaşık bir dizi ayrılma-birleşmeden ve Nathaniel Branden'ın Patrecia Scott ile olan ilişkisini öğrendikten sonra hem kendisi, hem de karısı Barbara Branden ile olan münasebetini kesin bir şekilde bitirdi. (Bu ilişki Rand-Branden ilişkisiyle çakışmamıştır.) Rand NBI ile ilişkisini bitirdi ve "The Objektivist" dergisinde yayınladığı bir mektupla Branden ile olan ayrılıklarını duyurdu. Birdaha bir araya gelmediler ve Branden objektivist harekette bir ""persona non grata"" oldu. Sonradan başka ayrılıkların ve kocasının 1979'daki ölümünün de etkisiyle objektivist harekete yönelik aktiviteleri azaldı. Son projelerinden biri Atlas Vazgeçti'nin bir televizyon uyarlamasıydı. Rand yakalandığı kanser hastalığını yendikten sonra 6 Mart 1982'de kalp krizinden öldü. Mezarı Valhalla, New York'taki Kensico mezarlığı'ndadır. Kar (roman) Kar, Orhan Pamuk'un ilk baskısı 2002 yılında İletişim Yayınları tarafından yayınlana
n romanı. On iki yıldır Almanya'da sürgün olan şair Ka Türkiye'ye dönüşünden dört gün sonra, bir söyleşi için Kars şehrinde bulur kendini. Ağır ağır ve hiç durmadan yağan karın altında sokak sokak, dükkân dükkân bu hüzünlü ve güzel şehri ve insanlarını tanımaya çalışır. Kars'ta ağzına kadar işsizlerle dolu çayhaneler, dışarıdan gelmiş ve kardan mahsur kalmış gezgin bir tiyatro kumpanyası, intihar eden ve türban direnişi yapan kızlar, çeşitli siyasal gruplar, dedikodular, söylentiler, Karpalas Oteli ve sahibi Turgut Bey ile kızları İpek ve Kadife ve Ka için bir aşk ve mutluluk vaadi vardır. Orhan Pamuk bu kitabını postmodern olduğunu ve aynada gözüken şeyleri, aynayı dürüstçe tartıştığını söylemektedir. Kitabında kendisinin Türkiye'nin hikâyelerini anlattığını belirtmektedir. Atharvaveda Atharvaveda Hinduizmin kutsal metinleri olan Veda'lardan bir bölüm. Veda'ların dördüncü ve son bölümü olan Atharvaveda evren ile ilgili dualar içerir. Bunun dışında büyü ile ilgili dualarda içerir. Cainistler ve budistler Atharvaveda'ya diğer Veda'lara oranlara daha önyargılı ve düşmanca yaklaşırlar. Ayrıca Atharvaveda felsefi açıdan önemli bir metindir. Aryan felsefi düşüncesine büyük katkıları olmuştur. Bunun dışında tıbbi bilgiler de içerir. Sabhankra Sabhankra, Savaş Sungur'un kuruculuğunu yaptığı Türk Power, Folk, Death Metal grubu. 2001 yılında kişisel bir proje olarak başlayıp 2004 yılında bir grup halini alan Sabhankra metal müziğin temelleri ile farklı kültürleri harmanlayarak işlerini icra etmektedirler. Sabhankra, 2001 yılında Constantinopolis adıyla Savaş Sungur'un kişisel projesi olarak kuruldu. Proje, folk, power ve death metal türlerinin bir birleşimi olarak kısa sürede geniş kitleler tarafından tanındı. 2002 yılında ilk demo "The Sudden Death" yayınladı. Bu çalışmayı 2003 yılında, 70 dakikalık çalma süresiyle yayımlanan ve grubun kendi adını taşıyan "For The Empire" isimli albüm izledi. Tek kişilik proje 2004 yılında bir grup halini alıp sahnelerde boy göstermeye başladı. Bunu takip eden dönemde Türkiye'de birçok farklı mekanda sahne almaya başladıkları dönemde, 2. performansları sırasında "Sabhankra" adıyla anılmaya başladılar. 2006 yılında metal müzik camiasında Sabhankra olarak tanınırlık elde etmelerini sağlayan, folk metal temelli "Powercraft" albümlerini yayınladılar. Yine 2006 yılında albüm lansmanlarını bir dvd olarak yayınladılar; bu konser Sabhankra ile birlikte Necrophagist, Orphaned Land ve Samael gruplarını barındırmaktaydı. 2006-2008 yılları arasında grup kendini hem sahne performanslarına hem kayıt sürecine adadı ve 2008 yılında promo albüm formatında "To Die For A Lie" adlı albümü yayınladı. Bu albüm ileride yayınlanması planlanan "Revenge" adlı albümlerinden de materyaller barındırmaktaydı. Sabhankra "Revenge" adlı albümü kaydetti ve bu albüm yayınlanmaya hazır hale getirildi ancak grup bu albümü yayınlama kararını erteleyip daha güncel işlerden oluşan "Our Kingdom Shall Rise" albümünü 2009 yılında, "Swords Of The Night" albümünü 2011 yılında yayınladı. 2012-2013 yılları arasında grubun konser süreci duraklasa da 2014 sonlarında "Seers Memoir" albümleri yayınlandı. Bu albümle birlikte sahnelerde de yeniden boy gösteren grup 2016 yılında "Revenge" adlı albümü yayınladı. Baklava Baklava, Türk, Orta Doğu, Balkan ve Güney Asya mutfaklarında yer etmiş önemli bir hamur tatlısıdır. İnce yufkaların arasına yöreye göre ceviz, antep fıstığı, badem veya fındık konarak yapılır. Genel olarak şeker şerbeti ile tatlandırılır. Ayrıca bal şerbeti de kullanılabilir. Bazı ticari firmalar kendi özel şerbetlerini kullanırlar. AB Komisyonu tarafından 8 Ağustos 2013 Tarihinde baklavanın Türk tatlısı olduğu tescil edilmiştir. Baklava sözcüğü Türkçe kökenlidir. Eski Türkçede "baklağu", "baklağı" olarak geçer. Baklava kelimesinin Türkçe olduğuna diğer bir delil hamurun açılmasında kullanılan oklava, eski dilde oklağa, oklağu, oklâ, oklağı gibi kullanımları da olan, 1500 yılından evvelki yazılı eserlerde geçmiş olması nedeniyle de kökeni belgenebilen bir kelimedir. Buell (1999), "baklava" isminin Moğolca 'bağlamak, sarmak' anlamına gelen "baγla-" sözcüğünün üstüne Türkçe fiil eki -v getirilerek türetilmiş olabileceğini belirtmiştir ancak Moğolca'daki "baγla-" fiili de Eski Türkçe'den bir alıntıdır. Kelimenin Arapça "bakla" kelimesi ile bir ilgisi yoktur. Türkçeden diğer dillere de geçmiştir. Arapça "بقلاوة" , Farsça "باقلوا", Somalice "baqlawad", Ermenice "փախլավա", Kürtçe, Zazaca "baqlawa", Arnavutça "bakllava", Rumence "baclava", Macarca "baklava", Bulgarca, Sırpça "баклава", Hırvatça, Boşnakça "baklava", Lehçe "bakława", Çekçe "baklava", Rusça "пахлава, бахлава (okunuş: pahlava. bahlava) ", Ukraynaca "баклава", Yunanca "μπακλαβάς", Azerice Paxlava, Gürcüce "ფახლავა", Abhazca "абаклау́а", Bengalce "বাক্‌লাভা", Filipince "baklava", İngilizce "baklava". Birçok ulusun mutfağında yer etmiş baklava birçok ulus tarafından da sahiplenilir. Baklavanın gelişim tarihi tutulmadığından bu konu belirsiz olsa da bulunan kanıtlar onun Orta Asya Türk kökenli bir tatlı olduğunu göstermektedir. Zamanla Topkapı Sarayı'nda bugünkü halini almıştır. Vrıonis (1971), Deipnosopiste'de belirtilen gastris, kopte, kopton veya koptoplakos gibi eski Yunan tatlılarını baklava olarak tanımlamıştır ve bunların Bizans tatlısı olduğunu iddia etmiştir. Ancak Perry (1994) bu tatlıların baklava olmadığını çünkü bu tatlıların hamur içermediğini göstermiştir. Bu tatlılar fındık ve balın karıştırılmasıyla yapılıyordu ve bugünkü "pasteli" veya helvaya benziyorlardı. Perry ayrıca ince ekmeğin (yufka) arasına malzemeler koyularak yapılan yemeklerin (örn. börek) Türk kökenli olduğunu ve bu tekniğin Orta Asya Türk kökenli olduğunu belirtmiştir. Ayrıyeten her yıl Ramazan ayının 15'inde Osmanlı sultanları yeniçerilere tepsiler halinde baklavalar sunuyorlardı ve bu törene "Baklava alayı" deniyordu. (Wasti 2005) Baklava'nın kökeninin Süryanilere dayandığı iddia edilse de bu iddiayı destekleyen bir kanıt bulunamamıştır. Claudia Roden ve Andrew Dalby Osmanlı döneminden önceki Yunan, Arap ve Doğu Roma(Bizans) kaynaklarında baklavadan bahsedilmediğini belirtmişlerdir. Baklava benzeri bir tatlıya dair ilk kayıtlar Çin Yuan (Moğol) hanedanlığı zamanındaki bir yemek kitabında (1330) rastlanır. Tarif edilen tatlının ismi "güllaç"tır ve büyük ihtimalle bugün bildiğimiz güllacı kastetmektedir. 17. yüzyılın sonlarında veya 18. yüzyılın başlarında ortaya çıkmış olan baklava alayı geleneğinde, Ramazan ayının ortasında, padişahın askere iltifatı olarak, Saray’dan Yeniçeri Ocağı’na baklava giderdi. Her on askere bir sini baklava hazırlanır ve saray mutfağı önünde dizilirdi. Silahtar Ağa, bir numaralı yeniçeri olan padişah adına ilk siniyi teslim aldıktan sonra, diğer sinilerin her birini ikişer asker nizami olarak yüklenirdi. Her bölüğün amirleri önde, baklava sinilerini taşıyanlar arkada, açılan kapılardan dışarı çıkarak kışlalara doğru yürüyüşe geçerlerdi. Türkiye'de, Gaziantep baklavasıyla tanınan şehirdir. İçersinde kullanılan malzeme, Gaziantep baklavasında antep fıstığı olsa da, bu coğrafi olarak büyük farklılıklar gösterir. Evde yapılan baklavalarda, Güneydoğu Anadolu'da antep fıstığı, Karadeniz'de fındık, İç Anadolu'da ceviz, Kıyı Ege'de badem, Edirne ve Trakya'da ise susam kullanılır. Genelde arananı antep fıstıklı tipi olsa da ekonomik nedenlerle sık sık cevizlisine de rastlanır. Yalın servis edilebileceği gibi, sade dondurma veya kaymakla da servis edilebilir. Baklavanın yufkalarının ince açılmış olması, ceviz veya fıstığının bol olması ve şerbetinin tam kıvamında olması o baklavanın kaliteli olduğunu gösterir. Baklava denince akla ilk önce Gaziantep gelir. Orijinal Gaziantep Baklavası ustadan çırağa öğretilerek, üretim şekli ve lezzeti ile diğer baklavalardan farklılaşmıştır. Temel olarak bu farkı ortaya koyan en önemli özellik kullanılan hammaddelerdir.  Baklavaya giden yolda ilkin Harran Ovasının susuz tarlalarında yetişen sert buğdayından elde edilmiş un Gaziantep'in suyuyla bir araya getirilir. Böylelikle ortaya çıkan hamur Antepli ustaların elinde, mutlaka armut ağacından imal oklavalarla, her biri kâğıttan daha ince 40 kat yufkaya dönüştürülür. Bu kırk katman arasına Ağustos ayının ilk haftasında Turfanda toplanan ve daha yeni yeni olgunlaşan ve halk arasında "boz-iç" diye tabir edilen, 1 kilosunda 110-170 gr fıstık içi veren, zümrüt yeşili rengi ve zengin aromasıyla en değerli  Antep fıstığı, Keçi ve koyun sütünden elde edilmiş ve tuz ve diğer içeriğinden arınarak %99.9 yağ barındıracak şekilde hazırlanmış  Sadece ot ve çiçeklerle beslenen koyun ve keçilerin sütünden elde edilen en rafine haliyle sadeyağ, Keçi, koyun veya inek sütünün 105-108 C°ye kaynatılıp, içine yine bölgeden elde edilen irmik konulur. Sonrasında fırınlanan tepsilerdeki baklavaların  üzerine hava koşulları dikkate alınarak belirlenmiş kaynama derecesinde stabilize edilen şerbet ilave edilmek suretiyle elde edilir. Baklavanın sayısız sırrı vardır. İyi baklava toprakta başlar. Hamurun yapıldığı un unun yapıldığı buğdayın türü buğdayın yetiştiği toprak önemlidir. Fıstığın hasat zamanından sadeyağı oluşturan sütün sağıldığı hayvanın bahar otlarıyla beslenmesi gibi birçok detay baklavanın lezzetini belirler. İyi baklavacı fıstık, yağ, un, şeker, nişasta, süt gibi bütün hammaddelerin en iyisini seçer. Baklavada malzemenin beraberinde Hava koşulları, üretim ortamındaki nem, şerbetin derecesi, ustaların el emeği de önemlidir. Prosesin en başından müşteriye sunumuna kadar olan aralıkta her çalışanın katkısı bilgisi ve tecrübesi değer katar. Ayrıca Orijinal Antep baklavası, bir de tazeyse ilk ısırışta kulağa çok hoş gelen bir hışırtı çıkarır. Nar gibi kızarmış incecik yufkaların birbiri ardınca kırılmasından gelen, kuru yaprakların rüzgarda çıkardıklarına benzer bir hışırtı. Baklava meraklıları için bu ses neredeyse baklavanın kendisi kadar haz vericidir. Avrupa Parlamentosu Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği'nde yaşayan 450 milyon nüfusu temsil eder ve tem
el işlevi bir siyasi güç olarak topluluk politikalarının hazırlanması için gereken kararları üretmektir. Avrupa Parlamentosu, yasama sürecine katılır, bütçeye ilişkin yetkiler taşır ve Komisyon ve Konsey’i denetleme yetkisini de bünyesinde barındırır. Parlamento, Avrupa Komisyonu üyelerinin tayinlerinin onaylanması ve üçte iki oy çoğunluyla Komisyon’u görevden alma yetkilerine sahiptir. Ayrıca, Komisyon programını onaylayıp, Komisyon ve Konsey’e yazılı ya da sözlü sorular yönelterek Avrupa politikalarının işleyişini izler. Avrupa Parlamentosu’nun işlevleri arasında, araştırma komisyonları kurmak ve Avrupa Birliği vatandaşlarının dilekçelerini incelemek de vardır. Birlik anlaşması uyarınca Parlamento, Avrupa Birliği kurumlarının yürüttükleri faaliyetlerin uygulanması sürecinde gündeme gelebilecek görevi kötüye kullanma sorunlarına ilişkin olmak ve vatandaş şikayetlerini incelemek üzere bir ombudsman atama yetkisine sahiptir. Bütçe konusuna ilişkin olarak ise, Avrupa Parlamentosu, Konsey ile yetkileri paylaşır. Yıllık bütçeyi onaylar ve bütçe uygulamasını izler. Avrupa Birliği mevzuatının hazırlanmasındaki işlevi ise şöyle: Komisyon tarafından hazırlanan mevzuat önerilerinin yürürlüğe konmasında Konsey ile yetki paylaşıyor. 1986’da Avrupa Tek Senedi’nin kabulünü izleyerek mevzuata ilişkin yetkileri arttırılan Parlamento, Birlik Anlaşması paralelinde de önemli bazı konulardaki yönetmelik ve yönergelerin kabulünde Konsey ile eşit statüye taşınmış durumda. Yine aynı şekilde önem taşıyan bazı kararlar ve anlaşmalar (örneğin yeni üyelerin katılımı gibi) konusunda da Konseyin, Parlamentonun onayını alması gerekiyor. Faaliyetlerini Strazburg, Lüksemburg ve Brüksel’de yürütüyor. Temelinde, 1951’de kurulan ve ilk toplantısını 78 üyeyle 1952 yılında yapan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) yatıyor. AKÇT, Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun kurulmasını izleyerek 1958’de Avrupa Toplulukları Parlamenterler Meclisi adını alıyor; bu ortak parlamentonun 1958’deki üye sayısını ise ulusal parlamentolarca tayin edilen 142 üye oluşturuyor. 1979’da 410 üye söz konusu iken, Yunanistan ve onu izleyerek Portekiz ve İspanya’nın da katılımından sonra meclis üye sayısı 518’e çıkıyor. İsveç, Avusturya ve Finlandiya’nın katılımlarını izleyerek parlamentonun üye sayısı artıyor. 1979’dan bu yana tek dereceli genel seçimle işbaşına gelen Avrupa Parlamentosu’nun üyeleri, AB’nin üye sayısını 25’e çıkarttığı genişleme ile birlikte 732’e ulaştı. Genişletilmiş Başkanlık Divanı, Parlamento’nun temel karar alma organı. Genişletilmiş Başkanlık Divanı, başkan ve başkan yardımcılarının biçimlendirdiği divan; divan üyeleri ve siyasi grup liderlerinden oluşuyor. 2007 yılındaki genişleme ile birliğin nüfusu artmıştır. Böylece parlamenter sayısı 736`ye çıkmıştır Avrupa Parlamentosu’nun genişleme sürecindeki işlevi Avrupa Birliği'ni Kuran Anlaşma, madde 49’da net bir şekilde özetleniyor: 49. madde içindeki ilgili bölüm şöyle: “6. maddenin 1. paragrafında belirtilmiş olan ilkelere uyan her Avrupalı devlet Birlik’e üye olmayı talep edebilir. Devlet, başvurusunu Konsey’e yöneltir. Konsey de Komisyon’un görüşünü ve Avrupa Parlamentosu üyelerinin salt çoğunluğu ile verilmiş olumlu oyu aldıktan sonra, oybirliği ile karar verir.” Bir diğer ifade ile, Parlamento’nun değerlendirmeleri sonucunda salt çoğunlukla olumlu bir karara varılmaması halinde yeni üyenin kabulü olanaksızdır. Parlamento’nun genişleme sürecindeki işlevlerinden bir diğeri de aday ülkelere ilişkin raportörlerin belirlenmesi. Söz konusu raportörler, aday ülkelerin siyasi, ekonomik ve sosyal yapıları ile ilgili olarak toplanan bilgileri Parlamento’ya iletme görevini üstleniyor, toplanan bilgileri güncelleştiriyor. Parlamento Genel Sekreterliği tarafından aday ülkelerin gelişimi ve hazırlanma süreci ile ilgili bilgi akışının hızlandırılması amacıyla oluşturulmuş bir de “Genişleme Görev Grubu” var. Kanto (Pokemon) Kanto, Pokémon dünyasındaki bölgelerden ilki, aynı zamanda Pokémon'un baş karakteri Ash'in yaşadığı bölge. Johto'nun batısında ve Sinnoh'un güneyinde yer alır. Bölgedeki başlangıç Pokemonları Red, Green ve Blue'da Bulbasaur, Charmander, ve Squirtle, Pokemon Yellow'da ise Pikachu'dur. Bölgedeki şehirlerin adı renklere atıfta bulunmaktadır(Pallet, Türkçe palet anlamına gelir ve diğer şehirlerin isimleri renklerden gelir). Sevgilerde Sevgilerde, Funda Arar'ın 11 Şubat 2000 tarihinde yayınlanan ilk stüdyo albümü. Albümün müzik direktörlüğünü Özhan Eren yapmıştır. Albümde Behçet Necatigil, Necip Fazıl Kısakürek, Şeyda Kılınç ve Gülsüm Cengiz'e ait güfteler Yücel Arzen tarafından bestelenmiştir. Albümde yer alan "Kaldırımlar" ve "Sonu Yok Bu Aşkın" ve "Aysel" adlı şarkılara Özhan Eren yönetmenliğinde klipler çekildi, kayıtlar ise Cengiz Köroğlu tarafından yapıldı. Albüm CD-MC formatlarında yayımlandı. Sivrice Sivrice, Elâzığ'ın bir ilçesidir. 1936 yılı Şubat ayı içerisinde Dedeyolu köyünde kurulmuştur. 1938 tarihinde şimdiki yeri olan Hazar Gölü sahiline nakledilmiştir. İlçenin kuruluş tarihi çok eski olmamakla birlikte göl içinde bulunan adacıkta ve devamında eski bir yerleşim yeri mevcuttur. Hangi tarihte kimlerin yaşadığı kesin olarak tespit edilememiştir. Adacıkta yıkılmış halde bir manastır, devamında da su içinde büyük bölümü sağlam halde evler ve diğer yapıların kalıntıları vardır. Son yıllarda çevre illerin önemli bir turizm merkezi olan ve olma yolunda gelişmeler kaydeden Sivrice ilçesinde yaz aylarında halkın günü birlik olarak tatil yapabileceği mesire yerleri ve çadır kent yerleri mevcuttur. Ayrıca kamuya ait Orman, Sağlık, Köy Hizmetleri, Maliye, Karayolları, D.S.İ., Fırat Üniversitesi, Elâzığ Belediyesi, Posta İşletme, Sümerbank, Harb-İş, T.P.A.O, D.D.Y. ve Hazar Gençlik ve İzcilik Kamplarında kamu personelinin rahatlıkla tatil yapma imkânlarını sağlamaktadır. Bölge toprakları Bizans döneminde Müslüman Arap'ların hücumlarına maruz kalmış, zaman zaman el değiştirmiş­tir. 1071 Malazgirt Zaferi'nden sonra Selçukluların eline geçmiştir. Fetihten sonra, bölgeye hakim olan çeşitli Türk Beyliklerinin idaresinde kalan bu topraklar 1234'te Alaattin Keykubad tarafından Anadolu Selçuklu Devleti sınırlarına dahil edilmiştir. 1243 Kösedağ Savaşı’ndan sonra İlhanlıların kontrolüne giren bölge, Fetret devrinde Dulkadiroğulları Beyliğinin sınırları içerisinde kalmıştır. [366 dan sonra Memlüklular'ın eline geçen bu topraklar 1465 den itibaren Akkoyunlu, 1507'den sonra Safevi Devle­ti'nin eline geçmiştir. 1514 Çaldıran Zaferi'nden sonra Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır. Bu gün toplam 50 köyün İlçe Merkezi olan Sivrice'nin Kuruluş tarihi oldukça ye­nidir. 1933’den 1940’a kadar Romanya, Yugoslavya ve Rusya'dan getirilen 6000 den fazla Türk göçmen, ziraata elverişli düzlüklere iskan edilmişlerdir. Bunların çoğu Uluova'ya, bir kısmı Palu ovasına ve Karakoçan'a, bunların içinden 92 kişi de bugün­kü Sivrice'ye yerleştirilmiştir. Evvelce mevcut olan ve pek azı yeni kurulan iskan ma­hallerine yerleştirilmişlerdir. Bunlar için 1938'de Hazar Gölü'nün güney batı kenarı­na Sivrice adında bir köy kurulmuştur.Önce Elâzığ'a bağlı olan bugünkü Sivrice'nin İringil Bucağının tamamı ile Huh Bucağının büyük bir parçası Elâzığ'dan ayrılarak yeni bir ilçe olan Sivrice'yi teşkil et­miştir. 1936'da geçici olarak Yukarı Huh Köyünde teşekkül eden bu ilçe merkezinin 1939'da bugünkü yerine taşındığını görmekteyiz. Hazar Gölü'nün güney batı kena­rında Sivrice ilk olarak 1938'de nisbi yüksekliği 35 metre kadar olan ve tortul kütle­lerden meydana gelen küçük tepe üzerinde 24 göçmen evi bir hükümet binası yapıl­mak suretiyle kurulmuştur. Sivrice, Elâzığ iline bağlı turistik bir ilçedir. İlçenin etnik yapısı Türkiye'deki kültürel çeşitliliği yansıtır.50 köyün 21 'inde Türkçe, 21'inde Kürtçe 8'inde Zazaca konuşulur. Türk Kültürü, ilçenin tamamına hakimdir.Kürt ve Zaza Köyleri de baskın Türk kültürünün etkisiyle Türkleşmiştir diyebiliriz.Bunda politik asimilasyon değil Türklüğün ve Türkçenin henüz 50 ,60 yıl öncesine kadar dağ köylerinde göçebe yaşayan Kürt vatandaşlar tarafından yerleşik nüfus olan Türklerin etkisinde yoğun bir şekilde kalmasından ileri geliyor. Kaza merkezinin güneyinde yer alan, Pıhtı, Uslu, Abu Tahir, Ayvos, Kalaba, Samahtu,Cüge , Ermiye gibi köyler Selçuklu Türklerinden mirasından günümüze gelen 1200 lü yıllarda kurulmuş köylerdir. Elâzığ’ın turizm açısından önemli bir potansiyele sahip ilçesidir. İl merkezine 31 km. uzaklıkta olup, ulaşım kara ve demiryolu ile sağlanmaktadır. Sivrice Hazar gölü kıyısındadır. Hazar gölü tektonik bir göldür. Hazar gölü tertemiz berrak suyu, halka açık plajlarıyla ve içerisinde bulunan “Batık Yerleşme” siyle Elâzığ’ın tatil ve dinlenme merkezi konumundadır. Sivrice ilçesinin doğusunda Maden ilçesi, batısında Baskil ilçesi, güneybatısında Doğanyolu ilçesi, güneydoğusunda Çüngüş ilçesi, kuzeyinde Elâzığ Merkez ilçesi ile çevrilidir. Karakaya gölü barajı Sivrice ilçesi ile Malatya ili, Doğanyolu İlçesi arasında sınır teşkil etmektedir. Ayrıca ilçenin güneydoğusunda 2347 metre yükseklikteki Hazarbaba dağı ile 2171 metre yükseklikteki Karaoğlan dağı bulunmaktadır. İlçe merkezinin rakımı 1266 metredir. Dik yamaçlarla göle inen bu dağlar, göl çevresinde geniş düzlüklerin gelişmesine imkan tanımamıştır. Nitekim gölün güney batısında Kürk suyu ağzında gelişen Kürk deltası ve onun devamı olan Gölbaşı düzlükleri ilçenin başlıca düzlüklerini oluşturmuştur. Bu delta dışında dağlardan dik derelerin göl kıyısında oluşturduğu birikinti koni ve yelpazeleri ile Hazar Dağı’nın güney yamaçlarında gelişen fay basamakları tarım ve yerleşmeye imkan tanıyan başlıca alanlardır. Doğu Anadolu Bölgesi'nin Yukarı Fırat bölümünde yer alan Hazar Gölü havzası bir taraftan ana çizgileriyle içinde bulunduğu bölgenin iklim özelliklerini yansıtırken diğer taraftan kendine has iklim özellikleri ile dikkat çekmektedir. Türkiye'nin en dağlık bölgesini meydana getiren Doğu Anadolu kütlesinde morfolojinin doğurdu­ğu bir iklim tipi kendini hissettirir. Şöyl
e ki yükseltileri batıdan doğuya doğru artan birbirine paralel dağ ve platolar arasına sıkışmış ve birbirinden orta yükseklikteki eşik alanlara ayrılan diziler halinde çeşitli boyutta ve kopartman şeklindeki ovalar bölgenin genel morfolojik görünümünü oluşturur. Yer şekillerinin bu özelliği iklimin batıdan doğuya doğru daha karasal bir karakter almasını sağlar. Tarihin ilk devrelerinde Mezopotamya ile Anadolu’nun iç kısımları arasında bağlantı sağlayan stratejik yerlerden birine karşılık gelen ilçemizin yeri bu günde Güneydoğu Anadolu ile Anadolu’nun diğer bölümleri arasındaki bağlantıyı sağlayan önemli geçitler üzerinde yer alır. İlçenin kuruluş yeri Hazarbaba Dağlarının kuzey eteklerindedir. Çeşitli efsanelere de sahip olan 2347 metre yüksekliğindeki Hazarbaba Dağı yörenin en yüksek dağı olma özelliğini de taşımaktadır. Gene İlçenin güneyinde bulunan Karaoğlan Dağı ve kuzeyinde bulunan Mastar Dağları 2171 metre yüksekliğindedir. Bu genelde doğu batı istikametinde uzanmaktadır. Sulu tarım alanlarında ise;en fazla fasulye, şeker pancarı, biber, domates, patates, çilek, mısır, yonca, fiğ ve maş gibi ürünler yetiştirilir. Ayrıca akarsu kenarlarında da ve su kaynakları civarında yer alan meyve bahçeleri ve kavaklıklar da sulu tanı alanlarına girerler. İlçemiz arazisinin büyük bir kısmının eğimi % 45 den fazladır. Bu fazla eğimli alanlardaki oldukça küçük parçalara ayrılmış tarım alanlarında modern aletler pek kullanılamamaktadır. İlçenin genel arazisinin büyük bir kısmı dağlık alanlara karşılık gelmesi dolayısıyla eğim oldukça fazladır. Bu nedenle çok az bir alanı kaplayan vadi tabanları dışında sulu tarıma uygun olmayan alanların genişlikler kapladığı görülür. Başka bir deyişle vadi tabanları ve kaynaklar çevresi dışında kalan sahalarda yer alan tarım alanları kuru tarımın uygulandığı alanlar olarak ortaya çıkar. İlçe genelinde yer alan bu kuru tarımın alanları bir takım çevre şartlarının olumsuz etkileri altındadır. Bunların başında topografyanın eğimli olması ve şiddetli erozyona maruz bulunması nedeniyle toprakların sığlığı gelir. Bu sığ olan topraklar ana kayanın ve iklimin etkisiyle kireçlilik ve taşlılık gibi sorunları da içerirler. Zaten sığ olan toprak, sürülmesi sırasında tabandan çıkan irili ufaklı taşlarla kaplıdır. Topraklarda görülen bu taşlılık ve yüksek oranda kireç bulunması verimi düşürmektedir. Bu kuru tarım alanlarında verim bire sekiz kadardır. Hazar Gölü Anadolu'nun güney ve doğusuna mührünü vuran Torosların yükseğindeki bir maviliğin adıdır. Güneyinde Hazarbaba, kuzeyinde Mastar Dağları göğe baş, kaldırır. Çevre halkı tarafından "Gölcük" adıyla bilinen Hazar Gölünün EİE İdaresi ve DSİ'nin hazırladıkları raporların verdikleri bilgilere göre alanı 78.6 kilometre karedir (1240) metre seviyesine göre. Göl güneybatı-Kuzeydoğu yönüyle yaklaşık 20 kilometre uzunluğunda, 5-7 kilometre genişliğindedir. EİE idaresine tahmin edilen su miktarı 7 milyar metreküp kadardır. Gölün derinliği konusunda kesin ölçümler olmadığından değişik araştırmacılar tarafından çeşitli rakamlar verilmiştir. Chaput, çevre halkına atfen 300 metre olabileceğini belirtmekte, Huntingıon yaptığı batimetrik haritada ise 213 metre olarak göstermektedir. DSİ raporları (1960)'da 152 metre olarak belirtmektedir. Görüldüğü gibi değişik tahminler yapılan derinliği konusu ancak kesin ölçmelerle belirlenebilecektir. Fakat kesin olan gölün çok derin olmasıdır. Gölün seviyesi hakkında değişik kaynaklarda çeşitli rakamlar verilmektedir. Bu rakamlar Harita Genel Komutanlığının değişik tarihlerde yayınlamış olduğu harita­larda alınmış değerler olduğundan bunları belirtmeye çalışalım;1944 yılında yayınlanmış olan 1:200 000 ölçekli haritada 1155 metre, 1958 tarihli 1:100 000 ve 1: 25 000 ölçekli haritada 1248 metre olarak gösterilmiştir. En son olarak 1986 yılında ya­yınlanan 1:25 000 ölçekli haritada ise 1238 metre olarak tespit yapılmıştır. Diğer kaynaklarımızdan da anlaşıldığı üzere bu değerlerden son ikisi doğru olarak veril­mektedir. Göl, çevresindeki dağlardan inen çoğu fay kaynaklarının ayağı olan küçük dere­ler tarafından beslenir. Bu derelerin en büyüğü Kürk suyudur. Sonradan Behramaz deresi de göle çevrilmiştir. Göl 20 km uzunluğundaki tektonik bir çukurun ortasında yer almaktadır. "Tek­tonik" değişik anlamlara gelebilen bir jeoloji ve jeomorfoloji terhü olup genellikle "yer kabuğunu" meydana getiren katmanların sıralanışımda "STRÜKTÜR-YAPI" karşılığında kullanılmaktadır. Yer kabuğu iç ve dış tesirlerle değişir. Hazar Gölü daha çok iç kuvvetlerin tesiriyle yer kabuğunun kırılması ve çökmesi neticesinde milyon­larca yıl evvel teşekkül etmiştir. Dibinden kaynayan ve yamaçlardan inen küçük de­reler ve sel sularıyla bugünkü halini almıştır. Hazar hidroelektrik santralinin (1957-1967) faaliyete geçmesi ile en önemli su kaybına bu santrale su taşıyan tünel olmuştur. 1215 metre koduna kadar inen 30 metre derinliğinde 10 metre genişliğinde bir kuyu ile göle bağlantısını sağlayan tü­nel 4453 metre uzunluğundadır. Yılda ortalama 76 milyon metreküp suyu gölden çekmekte ve Çelemlik Dağı kuzeyindeki Hazar I ve bundan 90 metre daha aşağıdaki Hazar II santralini beslemektedir. Göl suyunun yüzey sıcaklığı yazın ortalama 24 santigrat derecedir. Gölün suyu hayvanlar tarafından içildiği, göl kıyısında hatta su içinde bitkilerin yetiştiği, çevrede tarla sulamada kullanıldığı görülmektedir. Göl balık bakımından zengindir. Gölün kuzey kıyılarında Elâzığ-Diyarbakır kara yolu, güney kıyısından ise Elâzığ-Diyarbakır demir yolu geçmektedir. Suları tatlı olup, gölde turistik mahiyette balık ve kuş avcılığı yapılmaktadır. Etra­fında 25 kadar resmi kuruluşun kamp tesisleri vardır. Halka açık plaj ve mesire yer­leriyle yöre halkının önemli eğlence ve dinlenme yeridir. Hazar Gölü'nü Besleyen Akarsu ve Göller Bu derelerin büyük bir kısmı fay kaynaklarından aldıkları suyu göle taşımaktadırlar. Bu nedenle çevredeki dereler, boyları kısa olmakla beraber yılın büyük bir kısmında su taşırlar. Ancak taşıdıkları suyun azlıklarından dolayı fazlaca dikkat çekmemektedirler. Hatta ilk bakıldığında bunların sel yatağı olduğu izlenimi uyanır. Gerçekte bu derelerin bir kısmı yağışlı mevsimlerde su taşıyan sel yataklarıdır. Bunlardan en önemlileri Kürk suyu ve sonradan göle çevrilen Behramaz deresidir. Gezin Beldesi civarında Hazar Gölüne akmaktadır. Ayrıca Dicle Nehri'nin çıkış kaynağının önemli kollarından biri Hazar Gölüdür. Kürk Suyu Göle batıdan kavuşan Kürk suyu ya da Kürk Çayı, batıdan Kavak Köyü güneyinde oldukça gür iki kaynağın birleşmesiyle Kavak Deresi adıyla ortaya çıkar ve Yedipınar Köyü ile Kürk Köyü arasında fay hattına yerleşmiş derin bir kertik vadi içinde çıkar bu arada Hazar Dağı eteklerinde yüzeye çıkan birçok fay kaynağının suyunu da alır ve Sivrice'nin batısında büyük bir delta oluşturduktan sonra göle ulaşır. Kürk Suyu kış ve özellikleri bahar aylarında bol su taşır. Temmuz-Ağustos-Eylül aylarında epeyce azalırsa da yine de bir miktar su taşımaktadır. İlçede 4 adet tuğla fabrikası, mevcuttur. Bu fabrikalarda 500 kişi istihdam edilmekte olup, yıllık üretimleri 20 milyon tuğla civarındadır. 1969 yılında kurulan TÜGSAŞ Gübre Fabrikası Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 18.04.2000 tarih ve 2000-28 sayılı kararı gereğince Fırat Üniversitesi'ne bedelsiz olarak devredilmiştir. İlçenin Uslu köyü halkından 5-10 aile geçimini çömlekçilikten, İlçedeki bazı aileler ise balıkçılıktan sağlamaktadır. Arıcılık İlçemizde yaygın hale gelmiştir. Köylerde arıcılığın geliştirilmesi için açılan arıcılık kurslarında 600 vatandaşımız belge almıştır. “İdari bağımlılık, ekonomik bağımlılığı gerektirmez” özdeyişinin tipik bir örneğini ilçede görmekteyiz. İlçeye bağlı 50 köy olmasına rağmen bunlardan sadece 10 kadarının Sivrice ile ekonomik ilişkisi vardır. Bu nedenle ilçede fuar, sergi ve panayır kurulamamakta, sadece bazı yıllarda göl şenliği düzenlenmektedir. İlçede tarım ve hayvancılık önemli geçim kaynaklarındandır. İlçe sınırları içindeki Hazar Gölü çevresinde TURPOL Turistik Tesisleri, Mavi Göl Otel, D.D.Y., P.T.T., Fırat Üniversitesi, T.P.A.O., Çimento, Sağlık Müdürlüğü, Orman, Köy Hizmetleri, Maliye, Milli Eğitim (Hazar İzcilik), Harp-İş Sendikası, 8’ci Kolordu, D.S.İ. Karayolları ve Emniyete ait 16 adet Kamp mevcut olup, bunlardan 4’ü hariç, diğerleri faaldir. Bu tesislerden bir kısmı günü birlik tesis olup, yataklı tesislerin yatak kapasitesi yaklaşık 1.000’dir. Ayrıca, 1 adet Turizm işletme belgeli tesis ve çok sayıda lokanta mevcuttur. Yazlık konut sayısı, 400, inşaat halindeki konut sayısı ise 220 civarındadır. Turizm sezonu kısa olduğundan, gölden yeteri kadar yararlanılamamaktadır. Bu nedenle, kış turizmini de dahil etmek amacıyla Hazar Baba Dağ’ında İlimiz Özel İdaresi imkanlarıyla yapılan kayak merkezi tamamlanmış olup, hizmete sunulmuştur. Yapımı tamamlanmış 2 binanın yanı sıra, garaj ve idare binası tamamlanarak hizmete girmiştir. İlçemizde tarım ve hayvancılık önemli geçim kaynaklarındandır. En önemli tarım ürünleri arasında buğday, arpa, patates ve fasulye bulunmaktadır. Bunun yanı sıra 45.000 adet elma, 11.600 vişne, 29.850 kayısı, 10.400 armut, 8.800 kiraz, 5.050 erik, 11.200 dut ve 8.100 adet badem ağacı bulunmaktadır. İlçede koyun, keçi sığır en fazla bulunan hayvanlar arasındadır. Ekilebilir Arazi: Sulu :33.627 Dekar Susuz :46.998 Dekar Toplam :80.625 Dekar Hayvan Varlığı: Sığır : 4.377.Baş Koyun :16.000 “ Keçi : 4.475 “ Arı Kovan :13.400 Adet Kanatlı hay. :25.000 adet Üretim: Hububat : 6.900 Ton Sebze : 4.120 “ Meyve :10.000 “ Süt : 3.950 “ Et : 4.500 “ Bal : 100 “ Yumurta :1.400.000 (Adet) 2004 yılı ilkbahar döneminde; 865 adet muhtelif meyve fidanı yarı bedelli olarak çiftçilere dağıtılmıştır. İlçemizde, hayvan varlığına yönelik olarak yapılan aşılama çalışmalarına 2004 yılı içinde de devam edilmiştir. Yine aynı yıl içinde, 1978 adet sığıra ve 3978 küçük baş hayvana şap aşısı yapılmış olup, 824 adet sığıra da suni tohumlama yapılmıştır. İlçemiz Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfınca; 1989 yılından 2004 yılına kadar Arıcılık, Sera
cılık, Koyunculuk, Hindicilik, İnekçilik, Cevizcilik konularında yapılan 20 Projeden 415 kişi yararlandırılmıştır. Bu projelerin bugünkü parasal değeri 94.420.450.000 TL'dir. İlçede arıcılık yapılmaktadır. İlçe Merkezinde; Toplam 44 derslik mevcuttur. (Sanayi, Cumhuriyet, Atatürk, 75.Yıl İ.M.K.B. İlköğretim Okulların) Cumhuriyet İlköğretim Okulu’nun 16, 75. yıl İ.M.K.B. 22, Atatürk İlköğretim Okulunun 5 ve Sanayinin 1 dersliği mevcuttur. Köylerimizdeki 58 İlköğretim Okulunun 15’i açıktır. Buralarda da 17 Derslik vardır. İlçemizdeki toplam derslik sayısı 61 dır. İlçe merkezinde; ilköğretimde 610, köylerde ise 525 olmak üzere toplam 1135 öğrenci bulunmaktadır. İlçemizde tek lise olan Sivrice Lisesinde ise ; 10 Derslikte 202 öğrenci öğrenim görmektedir. İlçemizde İlköğretimde 71, orta Öğretimde ise 18 olmak üzere, toplam 89 öğretmen görev yapmakta olup, 3 adet sınıf öğretmenine ihtiyaç vardır. İlçemizde, 1997 yılında Fırat Üniversitesi'ne bağlı Sivrice Meslek Yüksek Okulu, eski lise, binasında eğitim ve öğretime başlamış olup, daha sonra Özelleştirme İdaresi’nce Fırat Üniversitesi’ne devredilen TÜGSAS gübre Fabrikasının idari binasına taşınmıştır. Arıcılık, Harita ve Kadastro, Turizm ve Otelcilik, Kanatlı Hayvan Yetiştiriciliği, Süt Hayvancılığı ve Turizm ve Otel İşletmeciliği olmak üzere toplam 6 bölümde öğrenim veren yüksek okul 2004-2005 eğitim öğretim yılında Elâzığ F.Ü. bünyesine nakledilmiştir. 43 köy okulu öğrenci azlığı nedeniyle kapalı olup, güvenlik veya öğretmensizlik nedeniyle kapalı köy okulumuz bulunmamaktadır. İlçedeki okur yazar oranı % 93‘tür. Hazar Spor ve İzcilik Okulu, bitişiğinde 1998 yılında başlanıp 2000 yılında inşaatı tamamlanan 500 m²lik alana kurulu, 3 katlı pansiyon, 200 öğrenci kapasitelidir. 2000-2001 eğitim ve öğretim yılında taşımalı ilköğretim okullarındaki öğrencilerle, taşımalı kapsamına girmeyen öğrenciler alınmıştır. Pansiyon 136 Erkek, 64 Kız olmak üzere toplam 200 öğrenci kapasitelidir. Halen pansiyonda 101 erkek, 56 kız öğrenci olmak üzere 157 öğrenci barınmaktadır. Ayrıca, ilçeye bağlı Gözeli Köyünde hayır sever vatandaş tarafından yaptırılan 150 öğrenci kapasiteli Gözeli Celal İLALDI pansiyonlu ilköğretim okulu 2001-2002 Eğitim ve Öğretim yılında hizmete açılmıştır. Halen pansiyonda 59 kız, 78 erkek öğrenci olmak üzere toplam 137 öğrenci barınmaktadır. Hazar Spor ve İzcilik Okulu, Sivrice ilçesinin 500 m Güney doğusunda ve Göl kıyısında yer almaktadır. Okul 1976 yılında hizmete girmiştir. 18960 m² alana kuruludur. 80 çadır mevcut olup, 320 yatak kapasitelidir. Hazar Spor ve İzcilik Okulunun yemekhanesi 240 kişiye hizmet verecek kapasitededir. Okulun basketbol, voleybol ve minyatür futbol sahası vardır. Hazar Spor ve İzcilik Okulunda, devreler halinde öğrencilere hizmet verilmektedir. Okul Haziran-Eylül döneminde açık olup Elâzığ, Bingöl, Tunceli, Malatya, Diyarbakır ve Batman illeri izci öğrencileri söz konusu okuldan devreler halinde yararlanmaktadırlar. 2003-2004 Eğitim ve Öğretim yılında İlçe merkez ve köylerimizde 4 dönem bilgisayar kursu, 4 adet Giyim, 5 Makine Nakışı, 3 El Sanatları, 2 Okuma yazma kursu, Kooperatif, Gıda, Sığır Yetiştiriciliği, Koyun ve Keçi, Su ürünleri, Arıcılık Meyvecilik, Süs Bitki Yetiştiriciliği ve Tarla Bitkileri Yetiştiriciliği olmak üzere 27 kurs açılmıştır. Bu Kurslara, 14 ücretli usta öğretici, eğitiminde 709 kursiyer devam ederek belge almaya hak kazanmıştır. İlçe Merkezinde 1 adet Sağlık Ocağı bulunmakta olup 6 Doktor, 3 Sağlık memuru, 2 Hemşire 1 Ç.S.T ve 3 Ebe olmak üzere toplam 15 kişi Sağlık personeli bulunmaktadır. Köylerde 1 Sağlık Ocağı ve 7 Sağlık evi mevcut olup, 6 sağlık evinde ebe bulunmamaktadır. Elâzığ’ın turizm açısından önemli bir potansiyele sahip ilçesidir. İl merkezine 31 km uzaklıkta olup, ulaşım hava, kara ve demiryolu ile sağlanmaktadır. Sivrice Hazar gölü kıyısındadır. Hazar gölü tektonik bir göldür. Hazar gölü tertemiz berrak suyu, halka açık plajlarıyla ve içerisinde bulunan “Batık Yerleşme” siyle Elâzığ’ın tatil ve dinlenme merkezi konumundadır. Ahıska Türkleri Ahıska Türkleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun zamanında Rusya'ya vermek zorunda kaldığı, günümüzde Gürcistan topraklarında yer alan Ahıska bölgesinde yaşayan Türk asıllı Müslüman nüfusa verilen addır. Rusların bu bölgeye verdiği coğrafî isim, Meshetya'dir. Bundan dolayı Meshetya Türkleri olarak da bilinirler. Ahıskalıların kökeni hâlen keşfedilmemiş olup oldukça da itilaflıdır. İki ana tez üzerinde durulmaktadır: Ahıskalıların küçük bir kesimi Şii olmakla beraber büyük çoğunluğu Sünni mezhebine tâbidir. 1829 yılında tazminat olarak Çarlık Rusyasına verilinceye kadar Ahıska bölgesi Osmanlı sınırların dahilinde idi. Bu olaydan sonra Ahıska Türklerinin yarısı sınırı geçerek Türkiye'ye geldi, diğer yarısı ise Gürcistan'da kaldı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Ahıska Türklerinin gençleri savaşa katılmak için cepheye gitti, geride kalan eşleri, çocukları ve yaşlı Ahıska Türkleri ise 1944 yılında Stalin tarafından iki saat içinde tren vagonlarına doldurularak, kapalı tren vagonlarında Orta Asya'ya sürülerek: Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’a yerleştirildi. Bu sürgünün Stalin'in Karadeniz kıyılarını Türklerden temizleme operasyonunun bir parçası olduğu Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra açıklanan arşivlerde ortaya çıkmıştır. Aynı kaderi paylaşan Kırım Tatarları ve Ahıska Türklerinin bu hazin sürgününde binlerce insan yolda öldü. 1945 yılında savaş bittikten sonra savaştan dönen Ahıska Türkleri de ailelerinin sürgün edildiği bölgelere gönderildiler. Sovyetler Birliği'nin son yıllarında, Özbekistan’ın Fergana vadisinde yaşayan Ahıska Türkleri, 1989 yılında, etnik bir gerilim sonrasında büyük bir şiddete uğradı ve bölgedeki nüfusun büyük bir kısmı Özbekistan'dan göç etmek zorunda kaldı. Azerbaycan, 1989 yılında Özbekistan'ın Fergana vadisindeki şiddetden kaçan Ahıska Türklerinin bir kısmını kabul etti ve topraklarına yerleştirdi. Sonrasında Ermenistan ve Karabağ'dan sürülen Azerbaycan Türkleri nüfusuyla ilgili sorunlar ortaya çıktığından yerleştirme işlemi tamamlanamadan 1994 yılında durduruldu. Gürcistan, 1990'larda etnik olarak Gürcü kökenli olan Meshileri ülkeye yerleştireceğini duyurdu. Bu karar, Samtshe-Cavaheti bölgesinde yaşayan Ermeniler arasında tepkiye yol açtı. Öte yandan Türkiye, az sayıda Ahıska Türkünü ülkenin doğusuna yerleştirdi. Rusya'nın Krasnodar bölgesine yerleştirilen Ahıska Türkleri, Rus Kazaklar'ın Türk karşıtı tepkileriyle yüz yüze kaldı, bu yüzden Krasnodar'daki Ahıska Türklerinin 9.000 kadarı ABD'nin çeşitli kentlerine yerleştirildi. 1999 yılında Gürcistan, Avrupa Konseyi’ne üye olurken Ahıska Türklerinin geri dönüşleriyle ilgili yükümlülük üstlenmiştir. Buna yükümlülüğe göre Gürcistan, 1999’dan itibaren üç yıl içinde Ahıskalıların dönüşlerini başlatacak ve 12 yıl içinde, yani 2011 yılında dönüş işlemini bitirecekti. Eğer Gürcistan süre sonunda yükümlülüğünü yerine getirmezse Ahıska Türkleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne dava açabilecek ve bu yolla vatanlarına dönmeyi talep edebileceklerdi. Ama üste beliritilen sorunlar ve engeller yüzünden herhangi bir geri dönüş gerçekleşemedi. Gürcistan Ahıska Türklerinin geri dönüşüne şartlı izin vermiştir. Şartlardan birincisi, geleceklerin sadece Ahıska bölgesine değil, tüm Gürcistan topraklarına yerleşmeleridir. Gürcistan bu şartı, Ahıskalıların bölgeden 91 bin kişi çıkmasına karşın bugün dönecek olan rakamın çok olması ve bölgenin bunu kaldıramayacağı savına bağlamaktadır. İkinci şart, Türklere verilecek kimliklerde Türk ve Müslüman yazmayıp Gürcü ve Hristiyan yazacaktır. Gürcistan’ın bu şartının altında ise bölge halkının aslında Türk olmayıp, Meshi denen Gürcüler olduğu, zamanla ve zorla Osmanlılar tarafından Müslüman yapılarak Türkleştirildikleri savı yatmaktadır. Beş ilçe ve 200 köyden meydana gelen Mesheti bölgesinde şu an daha çok Gürcüler ve Ermeniler yaşamaktadır. 100'e yakın köy ise Türklerin sürgününden günümüze kadar hala boştur. Haziran 2002’de Krasnodar’da bulunan Ahıska Türkleri seslerini duyurabilmek için açlık grevi yapmışlardır. Krasnodar'da yaşayan Ahıska Türkleri, 'yasa dışı mülteciler' olarak adlandırılmakta ve yeni bir sürgüne gönderilmeleri istenmektedir. Gürcistan parlamentosu uzun bir çalışma sonrasında 2007 yılında Ahıska Türklerinin Gürcistan’a dönmelerini ön gören bir yasayı kabul etti. Ancak çalışmalar yeterli olmamakta, sürgünden önce Ahıska Türklerine ait olan mal varlıklarının Ahıska Türklerine iadesi Gürcistan hükümeti tarafından bazı ekonomik gerekçeler gösterilerek engellenmektedir. Herhangi bir geri dönüş gerçekleşmediği gibi, malları ve mülkleri elinde bulunduran yerel Gürcü ve Ermeni halk da bu geri dönüşe karşı çıkmaktadır. Ahıska Türkleri, bugün eski Sovyetler Birliği coğrafyasına ve Türkiye'de dağınık olarak yaşamaktadırlar. Ahıska Türkleri etnik olarak Kıpçak Türklerindendir. Toplam nüfusunun 350.000-400.000 arasında olduğu tahmin edilmektedir. Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve diğer eski Sovyet cumhuriyetlerinin nüfus sayımlarında Ahıska Türkleri için "Türkler" terimi kullanılmaktadır. Bugün Ardahan, Posof, Artvin, Şavşat, Yusufeli, Ardanuç halkının büyük çoğunluğu Ahıska Türkleri'nin Türkiye'deki temsilcisidir. Ahıska Türkleri'nin anadili Türkçe'dir. Konuşma şivesi Mesheti bölgesine komşu olan Ardahan ve Artvin illerindeki ağızın bir kısmına ve Azerice'ye çok benzer. Ahıska Türkçesi Ardahan, Olur, Oltu Şenkaya ve Göle'de konuşulan ağzın aynısıdır. Tortum ve İspir ağzına ise çok benzer. Posof, Artvin, Şavşat, Ardanuç, Yusufeli ağzına biraz daha uzaktır. Eğitimlerini çoğunlukla Rusça aldıklarından dolayı, çoğu birincil dil olarak Rusça'yı kullanmaktadırlar. Gürcüce konuşan Ahıska Türkleri'nin sayısı oldukça azdır ve günümüzde Gürcistan'da yaşamaktadırlar. Kurban ve Ramazan bayramları onlar için oldukça önemlidir. Bu bayramlarla birlikte Nevruz bayramını da coşkulu bir biçimde karşılarlar. Ahıska Türkleri'nde edebiyat dili oluşmamıştır ve halk edebiyatı türleri başlıca edebiyat anlayışlarını ortaya ko
yar. Gürcistan Kıpçakları Şalgam suyu Şalgam suyu veya kısaca Şalgam Turpgiller ailesine ait bir bitki olan şalgam ile yapılan, Çukurova'ya özgü bir içecektir. Bir tür pancar olan "şalgam bitkisi" ve "siyah havucun" su ile karıştırılıp, tuz da ilave edilmesiyle yapılır. Bu karışım, mayalanması için belirli bir süre bekler ve o sürenin sonunda şalgam suyu haline gelir. Anavatanı Adana olarak bilinen şalgamin patenti Tarsus'tadir.. Adana, Mersin ve Osmaniye başta olmak üzere birçok güney ilinde yaygın olarak tüketilir. Kırmızı renkli, bulanık görünüşlü ve ekşimsidir. Acılı ve acısız çeşitleri mevcuttur. Şalgam suyu Adana'da sadece şalgam diye söylenmekte olup kebap yemekleri birlikteliğinde vazgeçilmez bir içecektir. Adana ve Mersin'de özellikle dört mevsim sokak satıcıları tarafından satılmaktadır. Adana'da, yöreye has içeceklerdendir. Şalgama acı olarak genellikle acı süs biberi turşusunun suyu kullanılır. Damak tadına göre 1/3 ila 1/6 oranında şalgama katılabilir. Ancak şalgam acısıyla karıştırıldıktan sonra fazla bekletilmemelidir, şalgam bozulabilir. O yüzden acıyı şalgamı içmeden hemen önce katmak daha iyi olur. Şalgamla beraber siyah havuç ikram edilir. Bu siyah havuç, şalgamla verildiği takdirde "tane" olarak adlandırılır. Mayalanma sürecine de dahil olmuş bu siyah havuçlar, şalgam suyunun içinde dururlar. Şalgam'ın Çukurova'da yaygın olarak tüketilmesinin önemli sebeplerinden birisi de bölgenin hava şartlarının, şalgamın mayalaması için uygun olmasıdır. Yazın bir haftada mayalanan şalgam, kışın bir-iki ay içerisinde mayalanmaktadır. Mayasının ideal şekilde tutması ise sadece Çukurova'da mümkün olmaktadır. Şalgam genellikle kebap çeşitleri ile birlikte tüketilir. Adana Kebap'ın yanında, Adanalılar tarafından yaygın olarak içilen bir içecektir. Sağlığa yararlı olduğu belirtilse de, içerdiği yüksek tuz miktarı (%1-2) nedeni ile tansiyon sorunu olanlar ve hamileler tarafından ölçülü tüketilmelidir. Maden, Elâzığ Maden ilçesinin, bilinen tarihi kaynaklara göre MÖ 2000 yıllarına kadar uzanır. Bölgeye Milatan önce 1050 yıllarında Mitanni Krallığı, Milatan önce 30, Milatan sonra 180 yıllarında Roma İmparatorluğu, M.S. 1077'de Selçuklular hakim olmuşlardır. Maden ilçesinde bakır yatakları Milattan 2000 yıl önce Asuriler tarafından bulunmuştur. Ancak İngiliz ilim adamları "Tarring L.H. ve H.C. Cordero", "In A. Metal Merchant's Office" adlı eserlerinde insanoğlunun bakırı ilk kez MÖ 7000-8000 yılları arasında Fırat-Dicle vadileri arasında bulduğunu yazıyorlar. Fırat ve Dicle arasında bakır, Maden ilçesinden başka hiçbir yerde bulunmamış ve de işlenmemiştir. 1515 yılında doğuya sefer düzenleyen Osmanlı Hükümdârı Yavuz Sultan Selim tarafından Maden, imparatorluk topraklarına katılmıştır. Maden ilçesi, Doğu Torosların devamı olan Mihrap dağı eteklerinde, dar bir vadinin yamaçlarında kurulmuştur. Elâzığ - Diyarbakır yolu üzerinde bulunan ilçeye bir belde (Gezin), 37 köy bağlıdır. 2009 nüfus sayımına göre 5.314’ü ilçe merkezinde olmak üzere toplam 14.903 nüfusa sâhiptir. Elâzığ'a 80 km uzaklıkta olup, ulaşım kara ve demiryolu ile sağlanmaktadır.Maden halkının büyük çoğunluğu Zazadır . Hurilerin, 1450 yılında Mitanni Krallığının, MÖ 30- M.S. 180 yıllarında; Roma İmparatorluğunun, İslamiyetin yayılması sırasında Abbasilerin, 1077–1308 yılları arasında Anadolu Selçuklularının, 13. yüzyılın ilk yarısında Saltukların, 1335 yılından itibâren Karakoyunluların, 1481 yılından itibaren ise Akkoyunluların sınırları içerisinde bulunmuştur. Şah İsmail Safevi Devletini kurup genişletmeye başladığında devlet sınırlarını batıya doğru ilerletirken Harput'u bu arada Maden İlçesini de Akkoyunluların elinden alarak kendi ülkesine katmıştır. Çaldıran Zaferinden sonra Yavuz Sultan Selim’in ordularının Doğu Anadolu’yu fethettikleri sıralarda Maden, Şii Umerasının elindeydi. 1515 yılında bu bölgeye gelen Yavuz Sultan Selim’in orduları bu sırada Maden’i de Osmanlı Devleti topraklarına katmıştır. 1834 yılında Şark Vilâyetlerinde ıslahat yapmak ve yıkılan devlet otoritesini yeniden kurmak üzere görevlendirilen Reşit Mehmet Paşa, Sivas-Harput-Diyarbakır ve Maden Eyaletlerinin vali ve kumandanı görevlerini de yürütmekte idi. 1889 yılına kadar Diyarbakır’a bağlı Kaymakamlık halinde yönetimini sürdüren Maden, 1889-1924 yılları arasında mutasarrıflık, 1924-1927 yılları arasında valilik ile yönetilmiş, 1927'den sonra Elâzığ İline bağlı kaymakamlık hâline getirilmiştir. Maden, hâlen Elâzığ İline bağlı bir ilçedir. İlçe merkezi başlangıçta Arpameydanı adı verilen mevkiide kurulmuştur. Ancak, daha sonra, Arpameydanı Mahallesi maden sahası içerisinde bulunduğundan kamulaştırılmış, burada oturan vatandaşlar Diyarbakır-Elâzığ Karayolunun tam üzerinde bulunan Kortik mevkiine yerleşmişler ve burada Bahçelievler Mahallesi kurulmuştur. Maden ilçesi, Doğu Anadolu Bölgesinde, Güneydoğu Torosların eteğinde, Yukarı Fırat bölümünde, Dicle nehri kenarına kurulmuştur. Konum olarak, 39. ve 40. boylam, 38. ve 39. enlem arasında yer alır. İlçenin topraklarını doğuda Alacakaya, güneyde Ergani, Çermik ve Çüngüş, batıda Sivrice, kuzeyde Elâzığ Merkez ve Palu ilçesi ile çevrilidir. Maden ilçesinin büyük bir kısmı dağlık ve engebelidir. İlçe merkezi rakımı 1054 m'dir. Yüzölçümü 939 km²'dir. İlçenin bulunduğu bölüm vadidir. Bu vadi Hazar Gölünün biraz aşağısından başlar ve Ergani ilçesine kadar devam eder. Elâzığ ve Diyarbakır kara ve demir yolları ilçeden geçer. Hazar Gölünün doğusunda bulunan ovaya (Gezin Ovası) denir. Burası ağırlıkla çıplaktır. Ova genelinde Bahçeler ve sebzelikler ayrı bir hava vermektedir. Maden dağlarının yer, yer ulaştığı en son nokta; Mihrap Dağı 1775 m, Haşto(Goroz) Dağı 2069 m, Sındığık Dağı 1600 m'dir. İlçenin genişçe ovalarından en verimlisi ise Dicle Vadisinin baş taraflarındaki 20 km uzunluğundaki bermaz ovasıdır. Dicle Nehri'nin ana toprağıdır Maden.Dicle Nehri'nin kaynağı Hazar Gölü ve Maden Çayı'dır. İlçeye eski yıllara nazaran pek fazla kar yağar. Karasal iklim etkisindedir. Yağışlar ilkbahar aylarında yoğunlaşır. Maden ilçesinin iş ve çalışma hayatında en büyük rol 1936 yılında Etibank’a devredilen Ergani Bakır İşletmesinin olagelmiştir. Bu müessese uzun yıllardan beri ilçe halkı için önemli istihdam imkânları yaratmıştır. Ancak bu işletme 90’lı yılların ortalarında özelleştirilmiştir. Önceki yıllarda emek yoğun tarzda üretimini sağlayan ve yaklaşık 4-5 bin civarında işçi ailesinin geçimini sağlayan müessesede, özelleştirmeden sonra teknoloji yoğun üretimi tercih eden Ber-Oner firması, yaklaşık yarısı Maden ilçesi halkından olmak üzere, 80-100 işçiyle faaliyetini sürdürmeye başlamıştır. Tarım kesiminde yaklaşık olarak 7.500 kişinin çalıştığı tahmin edilmektedir. Bermaz Ovası'nda tarım faaliyetleri, dağlık yörelerde ise hayvancılık faaliyetleri belirgin olup bu yönde teşvik ve çalışmalar devam etmektedir. Taşkent Taşkent (Özbekçe: "Toshkent') Özbekistan Cumhuriyeti'nin başkenti. Özbekistan'ın doğusunda yer alır. Orta Asya'nın nüfus bakımından en büyük kenti olan Taşkent, eski Sovyet Cumhuriyetleri içinde de Moskova, Sankt-Peterburg ve Kiev'den sonra dördüncü büyük kenttir. 1966 yılında yaşanan yıkıcı depremin ardından kent, büyük ölçüde yeniden inşa edilmiştir. 2006 yılı sayımlarına göre şehrin nüfusu 2.700.000'dir. Geniş yolları, yeşil alanları, park-bahçeleri, düzenli yerleşimi, düzenli ve sağlam altyapısı ile kent, Sovyet şehir planlamacılığının en önemli örneklerinden biridir. Bölgede bilinen ilk yerleşim M.Ö. 2. yüzyıl dolaylarında kurulan ""Ming Uruk - Bin Erik"" yerleşimidir. Şehir daha sonraları ; "Çaç", "Şaş", "Şaşkent", "Terken", "Tünkent" ve "Binkent" isimlerini almıştır. Divân-ı Lügati't-Türk'te Şaş: Taşkend (veya Terken Arapça: تئركئن ) şehrinin adı diye geçer. 751 yılında Araplar tarafından ele geçirilen kent, İpek Yolu güzergahı üzerinde önemli bir nokta olmuştur. Şehir ilk kez 11. yüzyıl dolaylarında Biruni ve Kâşgarlı Mahmud'un yazılı metinlerinde Taşkent adıyla anılmıştır. 9 ve 10. yüzyıllarda Samanî Devleti topraklarında yer alan şehir, 10. yüzyıl sonlarından 13. yüzyıl başlarına kadar Karahanlılar Devleti sınırları içinde olmuştur. Daha sonra bir süre Karahitaylar (Karakitaylılar) tarafından kontrol edilen Taşkent 14. yüzyılda Timur tarafından ele geçirilerek Timur İmparatorluğu'nun en önemli merkezlerinden biri haline gelmiştir. 16. yüzyılın ikinci yarısında Buhara Hanlığı tarafından ele geçirilen şehir, 17 - 18. yüzyıllarda Kazak ve Kalmıklar'ın denetime geçmiş, 1809 yılında Hokand Hanlığı topraklarına katılmıştır. Hokand Hanlığı'nın zayıflaması ile şehir, 1865 yılında Rus İmparatorluğu tarafından ele geçirilmiş ve Rusya'nın Türkistan Genel Valiliği merkezi olmuştur. 1899 yılında hizmete alınan Taşkent-Orenburg demiryolu ile şehir Orta Asya'nın en önemli ticari geçiş noktası haline gelen şehir, Kasım 1917'de Sovyet denetimine girmiş, 1918 yılında Türkistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin başkenti olmuştur. 1924 yılında kurulan Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti topraklarına dahil olan Taşkent 1930 yılında bu cumhuriyetin başkenti olmuştur. Taşkent, 1 Eylül 1991 tarihinden bu yana Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından bağımsızlığını ilan eden Özbekistan Cumhuriyeti'nin başkentidir. Şehir, cumhurbaşkanı tarafından atanan ve şehir meclisi tarafından ataması onaylanan vali-belediye başkanı tarafından yönetilir. Ana yönetim birimi "Taşkent Şehir Hakimiyeti" olarak adlandırılır. Şehir Özbekçe "Tümen" olarak adlandırılan 11 idari bölgeye (ilçe) ayrılmıştır. Bu idari bölgeler; Bektemir, Mirza Uluğbey, Mirabad, Sergeli, Sabir Rahimov, Üçtepe, Çilanzar, Hamza, Şeyhantaur, Yunusabad ve Yakasaray'dır. Bu idari alt bölümler "tümen hakimiyetleri" olarak adlandırılırlar ve "tümen hakimleri" tarafından yönetilirler. Taşkent şehrinde 474 mahalle mevcuttur. Mahalleler "reyon" denilen küçük bölgelere ayrılmıştır. Çok sayıda tiyatro, konser, sinema salonları ve üniversiteler bulunan Taşkent, Orta Asya'nın kültür başkenti sayılabilir. Şehir Sovyetler Birliği zamanında Orta Asya'n
ın Paris'i olarak nitelendirilmiştir. Günümüze kadar gelen en eski Kuran-ı Kerim mushafı, üçüncü Halife Osman tarafından yaptırılmıştır ve Taşkent'te bulunmaktadır. Her istasyonu farklı mimari biçemlerde yapılmış olan Taşkent metrosu görülmeye değerdir. Orta Asya'da ilk ve tek olan metro 1977 yılında hizmete girmiştir. Üç güzergahta yolcu taşıyan metro, kentin ulaşım yükünü büyük ölçüde yeraltına taşır. Yerüstü taşımacılıkta çevreci nitelikli elektrikli tramvay ve troleybüsler yaygın olmakla birlikte, son yıllarda artan bir eğilimle bazı tramvay hatları sökülmekte, yerlerine otobüs ve minibüsler konulmaktadır. Kovancılar Kovancılar Elâzığ ilinin bir ilçesi olup, Elazığ ilinin en büyük ilçesidir. Yörenin tarihi çok eski olup, milat önceki yıllara dayanır. 1934 yılında Romanya ile Türkiye arasında yapılan mübadele anlaşması çerçevesinde orada bulunan Türk Ahaliden 300 hanelik bir kafile yerleştirilmek üzere Elâzığ iline nakledilmiştir. Mevsimin kış olması nedeniyle önce civar köylerde geçici iskana tabi tutulan Göçmenler daha sonra şimdiki İlçe Merkezine yerleştirilmiştir. 1935 yılının İlkbahar ayında 300 hanelik köyün temeli atılmıştır. O zamanın şartlarına göre duvarları kerpiçten ve çatıları kargirden yapılan evlerin inşaatları kısa zamanda tamamlanarak hak sahiplerine teslim edilmiştir. Söz konusu bu yeni yerleşim yerine Göçmenlerin Romanya’da ikamet ettikleri köy olan Kovancılar’ın adı verilmiştir. 1935 yılında tamamen boş bir arazi üzerine kurulmuş bulunan Kovancılar’ın imar planı o zamanın imkânları ile en iyi şekilde hazırlanmış olup, Elâzığ İlinin örnek bir yerleşim alanı olmuştur. 1968 yılında Belediye Teşkilatı kurulmuş olup, daha sonra 19.06.1987 tarih ve 3392 Sayılı Kanun ile yerleşim yerimiz İlçe Statüsüne kavuşmuştur. İlçede Turistik olarak birkaç kilise, çeşme, dinlenme parkı ve toplu mezarlıklar dikkat çekmektedir. Şenova Köyü sınarları içerisinde 2 adet çınar ağacı bulunmaktadır. Bu çınar ağaçlarının türünden başka ağaç bulunmadığı için “Anıt Ağaç” olarak kabul edilir. Burası bugün halen mesire yeri olarak kullanılmaktadır. Çakırkaş Beldesi Hoşmat Mahallesi üst tarafında bulunan Çilisar dağından taş kanal yapılarak suyu getirilmiş olan bu çeşmenin etrafında yıkılmış çamaşırhane ve hamam kalıntıları bulunmaktadır. Ekinözü Köyü Venk dağının eteğinde 500 M2 alanda kurulu bir şatoda 10-15 oda ve bir kilise vardır. Şatonun giriş kapısının üzerinde bulunan taşlarda yontma 2 yılan resmi vardır. Şatoda yer alan kilisenin keşişlerin eğitim yeri olarak kullanıldığı rivayet edilmektedir. Kilesinin yanında 1 çeşme ve 2 havuz bulunmaktadır. Aşağımirahmet (Kökan Mezrası) ve Aşağıköse Köyünde eski mezar ve ev kalıntıları bulunmaktadır. Payamlı köyünde idrar yolu, taş eritme ve böbrek hastalarına faydalı, şifalı su bulunmaktadır. Sürekli köyünde böbrek taşlarının düşürülmesinde faydalı “şorik “ adı ile bilinen şifalı su bulunmaktadır. Taşçanak köyünde sıtma hastalığına iyi geldiği kabul edilen şifalı su “sıtma çeşmesi” bulunmaktadır. Kovancılar ilçesine bağlı "Karaman" köyünün Murat Nehrinin kıyısında yemyeşil bir arazidir. Murat Nehrinin Alivuyol toprakların aşınmasıyla oluşan yeşil arazi balık tutma ve piknik yapma açısında elverisli yerlerdendir. İlçemizin bugünkü İdari Teşkilatı 74 köy, 61 mezra, 16 Mahalle ve 3 Belediyeden ibarettir. İlçe Merkezinin nüfusu 2009 TÜİK verilerine göre 20.246 Köylerinin nüfusu ise 18.702 kişi olup, toplam 38.948’dir. İlçemizin köylerinde Yarımca adı altında, Çakırkaş Köyünde ise Çakırkaş adı altında Belediye Teşkilatı kurulmuştur. Yeni kurulan İlçemiz Elâzığ-Bingöl karayolunun 67.Km’sinde Yukarı Fırat bölümünde Şahmiran dağının eteğinde düz bir alan üzerinde ve deniz seviyesinden 1026 Metre yükseklikte, 38-20 derece kuzey enlemi, 39-50 doğu boylamı üzerinde yer almıştır. Kuzeyinde Tunceli İl hududu, Doğusunda Karakoçan İlçesi, Güneyinde Palu İlçesi, Batısında Keban Baraj gölü ile sınırlıdır.Yüzölçümü köyleri ile birlikte 980 Km2’dir. Bölge Doğu Toros Silsilesi içinde bulunduğundan, 1.Derece Deprem bölgesine girmektedir. İlçemizin iklimi kara ikliminin ılık bir özelliğini taşır. Özellikle Fırat Irmağı üzerine Keban ve Karakaya Barajları yapıldıktan sonra iklimde büyük ölçüde ılımanlaşma görülmüştür. İlçe Merkezinin yanıbaşında bulunan ovada Keban Baraj kıyısında bulunan köylerde kış mevsimi oldukça ılık geçmektedir. Kar yağışı pek etkili değildir. Genelde yağmur şeklinde düşen yağışların çoğu, bahar mevsiminde yağmaktadır. Ortalama yağış miktarı 500 – 600 milimetre civarındadır. Yaz mevsiminin en sıcak ayı Temmuzdur. En yüksek sıcaklık 39-40 derecedir. Yılın en soğuk ayı Şubat olup, en düşük sıcaklık 20 ile 25 derece arasındadır. 4 mevsim güzel bir şehir olan Kovancılar Türkiye'nin en güzel yerlerinden biridir. Özellikle Akmezra köyü ve çevresi önemli tarım alanlarındandır. İlçemiz halkının % 85’i tarım ve hayvancılıkla uğraşmaktadır. İlçe topraklarının % 35’inde değişik biçimlerde küçük işletmeler halinde aile ziraatı yapılmaktadır. Bunun yanında özellikle endüstri bitkileri (şeker pancarı, ayçiçeği, pamuk gibi ürünler gittikçe önem kazanmaktadır. Ticari maksatla özellikle domates, biber, soğan ve sarımsak yetiştirilmektedir. İlçe halkının büyük çoğunluğunun geçim kaynağı hayvancılıktır. Mor Karaman ırkı koyunlar yörede eğemen olup, az miktarda da İvesi Ak Karaman koyunu beslenmektedir. İlçede 1 Ziraat Bankası, 1 Halkbank, 1 İş Bankası, küçük sanayi sitesi, 1’er adet Pancar Bölge Şefliği ve Ziraat Odası Başkanlığı mevcuttur. İlçede sanayi gelişmiş durumdadır. İlçe hudutları içerisinde ETİ-KROM A.Ş. bulunmaktadır. İlçe Merkezi, Doğu Anadolu Bölgesinin batısında Elâzığ-Bingöl ve Elâzığ-Tunceli Karayollarının birleştiği önemli bir kavşak noktasında bulunmaktadır. İlçeye bağlı ulaşımı olmayan köy ve mezramız yoktur. İlçe Merkezinde 3637 hat kapasiteli Telefon Santrali mevcuttur. Bütün numaralar dolu olup, 175 kişi sıra beklemektedir. Ayrıca Ekinözü köyünde 481, Yarımca Beldesinde 609, Çakırkaş Beldesinde 473, Okçular köyünde 250, Demirci köyünde 304, Avlağı köyünde 255, Çaybağı köyünde 304 hat kapasiteli telefon santrali mevcuttur. İlçemize bağlı tüm yerleşim birimlerinde telefon mevcuttur. Müessese 1936 yılından bu yana 50 yılı aşkın bir süredir krom cevheri, 1977 yılından itibaren de krom cevheri ile birlikte Ferrokrom üretiminde faaliyet gösteren bir KİT Kuruluşudur. Müessese 1936 yılından beri ürettiği krom cevheri, 1997 yılından itibaren de ürettiği ferrokromun tamamına yakın bölümünü yurtdışına ihraç ederek elde ettiği döviz gelirleri ile ülke ekonomisine önemli derecede katkıda bulunmuş, sağladığı iş imkânlarıyla da bölge halkının ekonomik ve kültürel gelişimine yardımcı olmuştur.Kuruluşundan 1993 yılı Ağustos ayı sonuna kadar 8.051.207 Ton Tüvenan kromit ve 671.448 ton ferrokrom üreten müessesede halen yaklaşık 548 Memur ve 1128 İşçi olmak üzere toplam 1676 personel ile faaliyetini sürdürmektedir. Ferrokrom üretiminin yapıldığı tesisler ile müessese merkezi İlçemiz sınırlarında yer almakta olup, 217.5 hektarlık bir alanı kaplamaktadır. 1999 yılında Eti Holding İlköğretim Okulunu yaptırmışlardır. Şirket, 1936 yılında bir kamu iktisadi teşebbüsü kapsamında bölgedeki krom yataklarının işletilmesi ve krom cevheri olarak yurt dışına ihraç edilmesi amacıyla Elâzığ-Bingöl otoyolu üzerinde, Elâzığ’a 55 km uzaklıkta 2.118.539m2’lik bir alanda kuruldu. 1976 yılında yüksek karbonlu ferro-krom üretimine başlayan ETİ KROM A.Ş. 2004 yılına kadar faaliyetlerini bir kamu kuruluşu olarak sürdürdü. 2004 yılının Eylül ayında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Özelleştirme İdaresinden YILDIRIM Holding A.Ş. tarafından tüm hisseleri ile satın alındı. Ağaçören (anlam ayrımı) Sevgiliye (Funda Arar albümü) Sevgiliye, Funda Arar'ın Kıraç ile birlikte hazırlamış olduğu bir düet albümdür. Bu albümde yer alan, söz ve müziği Funda Arar'a ait olan "Seni Düşünürüm" şarkısı ile sözleri ve müziği Funda Arar ile Kıraç'a ait "Sevgiliye" şarkısına klip çekilmiştir. Alagül Alagül, 16 Nisan 2002'de Funda Arar'ın çıkartmış olduğu ikinci solo albümdür. Bu albümün çıkış parçası olarak "Alagül" seçilmiş ve ilk klip aynı paraçaya Hakan Yonat tarafından çekilmiştir. Albümde yer alan "Seninim", "Arapsaçı", "Affet", "Belki Bir Gün Olur" şarkılarına da Yonat tarafından kliplendirilmiştir. Alken Alkenler (diğer bir deyişle olefinler ya da "yağ oluşturucular") yapılarında en az bir tane karbon-karbon (C=C) çift bağı içeren organik bileşiklerdir. Alkenlerin yapısında karbon-karbon çift bağı bulunduğundan ve bu karbonların yapabileceği en fazla hidrojenle bağ yapmamış olduğundan Alkenler doymamış bileşikler kategorisine girerler. Alkenlerin yapısında sadece bir karbon-karbon çift bağının bulunması durumunda homolog seriler oluştururlar. Bu homolog serilerin genel formülü CH şeklindedir. Bur da n- in en az 2 olma şartı vardır. Aşağıda en basit alken olan Eten'in yaygın ismilye Etilenin çeşitli modellemelerle çizilmiş şekillerinin yanı sıra aleknlerin çeşitli şekillerdeki yazılış şekilleri de bulunmaktadır. VSEPR teorisiyle varsayıldığı üzere alkenlerde çift bağ yapan karbon atomlarının arasında yaklaşık 120° açı oluşmaktadır. Bu açı Van der Waals etkileşimleri ve bağa katılmayan fonksiyonel grupların etkileri ile değişebilir. Örnek olarak propen molekülünde bağ açısı 123.9° dir. Alken çift bağı tekli kovalent bağdan daha güçlüdür ve 133 pikometre daha kısadır. Tekli kovalent bağlarda olduğu gibi çift bağlar da üst üste gelen atomik orbitaller olarak tanımlanabilir. Ancak tekli kovalent bağ sadece bir adet sigma bağından oluşurken, çift kovalent bağ bir sigma bir pi bağından meydana gelmiştir. Çift bağa dahil olan her karbon kendi üç "sp" hibrit orbitalini, üç atomla sigma bağı yapmak için kullanır. Hibritleşmemiş ve diğer üçünün oluşturduğu düzleme göre dik açıda kalan ‘’2p’’ orbitalleri etkileşerek pi bağını oluştururlar. Pi bağını kırmak için büyük miktarlarda enerji gerektiğinden (etilende 264 joule/mol) karbon-karbon çift bağını döndürmek oldukça zordur ve büyük o
randa kısıtlanmıştır. Bunun sonucu olarak sübsitüyent bağlı alkenlerde ‘’cis’’ ve ‘’trans’’ olmak üzere iki geometri izomeri türü oluşabilir. Örnek olarak ‘’cis’’-2-büten molekülünde metil sübsitüyentler aynı tarafa bakarken ‘’trans’’-2-büten molekülünde metil sübsitüyentler ters tarafa bakarlar. Biri çift bağı çevirmek zor olsa da imkânsız değildir. Gerçekte, 90°lik bir çevirme işlemi pi bağının gücünün yarısına eşittir. P orbitallerinin yanlış yerleşimi beklenenden azdır çünkü piramidal yapı oluşmaya başlar. (Bkz: Piramidal alken) Alkenler etenden bütene kadar olanlar gaz , 5 karbonlu pentenden 15 karbonlu Pentadekene kadar olanlar sıvı ve yapısında 15’den fazla karbon bulunduran alkenler ise normal şartlar altında katı haldedirler. Alkenler suda zor çözülen organik bileşiklerdir. Karbon- karbon arasındaki tekli bağlar karbon-karbon çift bağlara göre daha kuvvetlidirler. Bu yüzden alkenlerde yapılarındaki çift bağları bozma eğilimi vardır. Bundan dolayı alkenler reaktifdirler. Alkenler halojenlerle halojenalkanlere dönüşürler. Alkenler petrokimya endüstrisinde katkı malzemesi olarak kullanılmaktadır çünkü birçok reaksiyona katılabilme özelliğine sahiptirler. Alkenlerin IUPAC sistemine göre adlandırılması Alkanlarkine çok benzemektedir. Burada alkanlarda sona gelen "-an" takısı yerine alkenlerde sona "-en" takısı gelmektedir ve birden fazla çift bağın olması durumunda "-en" yerine duruma göre "-dien",trien, tetraen vb. ekler gelmektedir. 1 - İçinde karbon-karbon çift bağının bulunduğu en uzun zincir seçilir.Yandaki tabloda da gördüğümüz gibi 1b de bulunan Hidrokarbon zinciri biri 5 diğeri 6 karbon olmak üzere iki farklı zincirden oluşmaktadır. Burada bir karbon-karbon çift bağı olmasaydı adlandırma yapılırken 6 karbonlu olan zincir seçilecekti. Yalnız burada Hidrokarbon zincirinde karbon-karbon çift bağı olduğundan yapısında çift bağı içeren en uzun zincir seçilir. Bundan dolayı 5 karbonlu olan zincir seçilir. 2 - Burada numaralandırma yapılırken karbon-karbon çift bağını yapmış karbon atomlarına en küçük rakamların gelmesine dikkat edilir. 3 - Eğer çift bağ yapmış karbonlar her iki ucada eşit uzaklıktaysa numaralandırma yapılırken dallanmaya en yakın uctan başlanılır. Şekil 3a ve 3b 'de de görüldüğü gibi karbon-karbon çift bağları her iki ucada eşit uzaklıktadılar. Burada dikkat edilecek husus numaralandırmaya sağdan ya da soldan başlamak değil dallanmaya en yakın uctan başlanmasıdır.Burada dikkat edilecek diğer bir hususda Hidrokarbon zincirlerinde ikişer karbon-karbon çift bağının bulunmasıdır. Böyle durumlarda isim "-en" eki yerine duruıma göre "-dien" , "-trien" , "-tetraen" vb. ekleri alır. Tabii ki burada tüm çift bağların yerlerinin belirtilmesi gereklidir. 4 - Çift bağı gösteren numara adlandırmada yazılırken bunlardan küçük olanı alınır.Şekil 4a 'da karbon-karbon çift bağı 1. ve 2. karbonlar arasında burada adlandırma yapılırken çift bağı belirten rakam seçilirken küçük olanı yani 1 alınır. Şekil 4b 'de karbon-karbon çift basğı 2. ve 3. karbonlar arasında burada adlandırma yapılırken küçük rakam olan 2 alınır. 5 - Eğer molekülde birden fazla çift bağ varsa, numaralandırma yapılırken çift bağın uca en yakın olan kısmından başlanılır. Şekil 5a ve 5b 'de de olduğu gibi her iki melekülde de çift bağ vardır ama dallanma yoktur bu yüzden burada numaralandırma yapıldığında karbon-karbon çift bağın en yakın olduğu uctan başlanılır. Alkenler çift bağın açıldığı birçok katılma tepkimesine girer. Alkenlerde genel olarak katılma tepkimeleri sonucunda alkanlar oluşmaktadır. Alkenlerin karbon-karbon çift bağının bulunduğu karbonlar arasında biri Sigma (σ) diğeri pi (π) bağı olmak üzere iki tane bağ vardır. Alkenlerdeki katılma tepkimelerinde işte bu karbonlar arasındaki pi (π) bağı kırılır ve yerine tepkimeye katılan element veya elementlerle iki tane sigma (σ) bağı oluşturulur. Yalnız ikinci örneğe baktığımızda burada hem birincil hem de ikincil karbon atomları vardır. Bu yüzden burada hidrojenin bağlanacağı karbon atomu önemlidir. Eğer Hidojen atomu ikinci karbona bağlanırsa 1a gösterilen ve daha kararlı olan Karbonuyum iyon oluşur. Şayet ikinci karbon yerine birinci ye bağlanırsa bu sefer 2b ile gösterilen Karbonuyum iyonu oluşur. Böyle durumlarda 2a durumdaki olan ürünün oluşması daha muhtemeldir çünkü ikincil karbonuyum iyon birincil karbonuyum iyondan daha kararlıdır. İşte bu şekilde daha kararlı olan karbonuyum iyonun oluşmasına Markovnikov kuralı denir. 2b ile gösterilen ürün oluşmaz çünkü kararlı karbonuyum iyonlar önceliklidir. Alkenler büyük sayıdaki yükseltgenler ile oksitlenebilirler. Alkenlerin polimerizasyonu polietilen ve polipropilen plastikleri gibi yüksek endüstri değerli polimerleri açığa çıkaran ekonomik olarak önemli bir reaksiyondur. Polimerizasyon hem köksüz hem de iyonik olarak devam edebilen bir mekanizmadır. Simetrik olmayan ürünlerde yerine koyma reaksiyonu geçiren karbonlar (az hidrojenli) çift bağlarda daha sabit bir bölgeye yerleşme eğilimindedirler. (Bkz. Saytzeff kuralı). Bir alkenin birden fazla yedek atomu bulunduğu zaman çift bağın geometrisi "E" ve "Z" etiketleri kullanılarak gösterilir. Bu etiketler, "karşıt" manasındaki "entgegen" ve "birlikte" manasındaki "zusammen" Almanca kelimelerinden gelmektedir. Çift bağlı atomların aynı taraftaki yüksek öncelikli grupları birlikte diye tanımlanır ve "Z" ile gösterilir. Karşı taraftaki yüksek öncelikli gruplar ise "E" ile gösterilmektedir. Lahmacun Lahmacun, açılmış hamurun üzerine kıyma, maydanoz, soğan, sarımsak ve karabiber, isot (kırmızı biber) gibi baharatlarla hazırlanan malzeme sürüldükten sonra taş fırında pişirilmesiyle yapılan bir yiyecek. İsmi, Arapça etli hamur anlamına gelen lahm bi ajin'den (لحم عجين) türemiştir. İçinde tercihen zırhta çekilmiş et, isot (pul biber), domates, maydanoz, salça, sarımsak veya soğan, karabiber ve tuz bulunur. Bu malzemeler yeterli miktarda su alınarak iyice yoğrulur. Bu malzeme yaklaşık 2-3 milimetre kalınlığında ve yaklaşık 20-25 santimetre çapında açılmış olan hamurun üzerine konularak el ile yayılır. Taş fırında pişirilir. Limon sıkıp maydanoz koyarak yemenin lezzetini arttırdığı söylenir. Kahramanmaraş, Gaziantep ve Şanlıurfa'da lahmacun ile beraber közlenmiş patlıcan da sıkça tüketilmektedir. Malzemeler yöreye göre ya da mevsime göre değişiklikler gösterebilmektedir. Mesela: biber salçası, fıstık, yeşil biber gibi malzemeler eklenebilir. Lahmacun Şanlıurfa ve Mardin'de soğanlı, Gaziantep'te sarımsaklı, Kahramanmaraş'ta ise hem sarımsak hem de soğanlı olarak yapılmaktadır. Üzeyir Garih Üzeyir Garih (d. 1929, İstanbul - ö. 25 Ağustos 2001, İstanbul), Türk iş adamı ve yazar. 1929 yılında İstanbul'da doğan Üzeyir Garih, 1951 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi'nden mezun oldu. Aynı zamanda Yahudi bir aileye mensup olan Garih, Carrier Corporation'un Türkiye şubesinde çalışmaya başladı. 1954 yılında İshak Alaton'un teklifiyle Alarko Kolektif Şirketi'nin eş ortağı oldu. O tarihten ölümüne kadar Alarko Şirketler Topluluğu'nda İshak Alaton'la birlikte başkanlık görevini aralıksız sürdürdü. Evli, iki çocuk babası ve 6 torun sahibi olan Üzeyir Garih; İbranice ve Türkçe dışında Arapça, İngilizce, Fransızca ve İspanyolca da bilmekteydi. Ayrıca deneyimlerim adlı 5 cilt, İş Hayatımdan Kesitler adlı 1 cilt ve ayrıca Hayat Yayınlarının yayınladığı 8 cilt kitabın yazarıdır. Üzeyir Garih, 25 Ağustos 2001 günü Eyüp Mezarlığı'nda bıçaklanarak öldürüldü. Cinayet zanlısı olduğu iddia edilen asker firarisi Yener Yermez, polisin sıkı araştırmaları ve takipleri sonucunda, cinayeti işlediği "itiraf ettirilerek" 10 gün sonra yakalandı ve hapse gönderildi. Fehîm Arvâsî Seyyid Fehîm Arvâsî (1825-1896) 19. yüzyılda yaşamış din bilginidir. Osmanlı Devletinin son devirlerinde yaşadı. Hüseyin bin Ali’in soyundan gelmektedir. Moğol istilâsı sebebiyle Irak’tan Doğu Anadolu’ya yerleşmiş ve çok sayıda âlim yetiştirmiş bir aileye mensuptur. Molla Abdülhamid Efendi’nin oğludur. 1825’te bugün Van’ın Bahçesaray kazâsına bağlı Arvas köyünde doğdu. Babasını küçük yaşta kaybetti. Kısa zamanda Kur’an-ı kerimi ezberledi. Dedelerinin kurduğu Arvas, bilahare Müküs (Bahçesaray) Mir Hasan Veli medresesinde okudu. Cizre’de Şeyh Hâlid-i Cezerî’nin derslerine devam etti. Muş’un Bulanık kazâsında Molla Resul Sübkî’den ilim icâzeti (diploması) aldı. Tasavvufta zamanın meşhur âlimlerinden Nakşî şeyhi Seyyid Taha Hakkârî’nin Nehri’deki tekkesinde yetişti. Nakşî, Kâdirî, Çeştî, Sühreverdî ve Kübrevî tarikatlarından talebe yetiştirmek üzere mutlak halifesi oldu. Üstadının 1853’te vefatı üzerine vasiyeti gereği kardeşi Seyyid Salih Nehrî’nin sohbetine devam etti. Onun da 1865’te vefatı üzerine Arvas’a dönerek irşad faaliyetine başladı. Arvas medresesini canlandırdı. Burada 60 kadar talebe yetiştirip mezun etti. En meşhurları oğlu Van müftüsü Muhammed Emin Efendi ve Abdülhakîm Arvâsî’dir. Şâfiî mezhebinde idi. Seyyid Fehim Efendi, ayrıca hocasının işareti üzerine senede iki defa Van’da Şabaniye Medresesinde ders verirdi. Din ilimlerinin bölgede yayılıp kuvvetlenmesinde çok mühim rol oynadı. 93 Harbi de denilen 1877 Osmanlı-Rus harbinde talebe ve milisleriyle Doğu Bayezid’e gidip düşmanla silahlı müsademede bulundu. Hocası Taha Hakkârî’nin oğlu Seyyid Ubeydullah ile beraber hacca gitmek üzere İstanbul’a geldi. Sultan II. Abdülhamîd tarafından sarayda kabul olundu. Fehîm Arvasî’ye 300 kuruş duagû maaşı bağlandı. Hac yolculuğu sırasında Mısır’a uğradığında, Câmiü’l-Ezher ulemâsıyla görüştü. Mekke’de İmam Rabbanî soyundan olup, Abdullah Dehlevî’nin halifesi Ahmed Said Sahib Müceddidî Farukî’nun oğlu ve halifesi Şeyhülharameyn Muhammed Mazhar kendisine beş tarikattan ayrıca halifelik verdi. 1882’de Şeyh Ubeydullah hâdisesinin çözülmesindeki hizmeti sebebiyle maaşı 500 kuruşa çıkarılıp, kendisine 3. derece Osmanlı Mecidî nişanı verildi. Seyyid Fehim Arvasî, 30 Mart 1896’te Arvas’ta vefat etti. Kabri buradadır. Uzun boylu, zayıf, beyaz tenli idi. Oğlu Muhammed Emin'den başka, Abdülhakîm Arvâsî,
Mejingirli Halife Derviş ve Patnoslu Halife Ali’ye hilafet verdi. Her biri din ilimlerinde yetişmiş Reşid, Mazhar, Emin, Sıddık, Masum, Hasan, Hüseyin, Salih ve Nizameddin adında 9 oğlu vardı. Fehim Arvasî’nin canlandırıp çok kıymetli kitaplar vakfettiği Arvas medresesi, Rus işgalini müteakip yandı. Eralp Kıyıcı Eralp Kıyıcı, Ankara Devlet Opera ve Balesi'nde solist bariton sanatçısıdır. Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı mezunudur. 2004 güz döneminden beri Başkent Üniversitesi'nde misafir şan hocası olarak görev yapmaktadır. Aynı zamanda bir şan pedagogudur. Othello, Maskeli Balo, La Traviata, Rigoletto ve özellikle Don Carlo operalarinin basrollerini oynayan Kıyıcı, Turkiye'nin önde gelen baritonlarindan biridir. Eralp Kıyıcı, Gianni Schicchi ile Nabucco be Il Trovatore operalarının başrollerinde oynamaktadır. Carmina Burana'da da bariton olarak görev almıştır. Feri Cansel Feriha Cansel (7 Temmuz 1944, Lefkoşa - 2 Eylül 1983, İzmir), Türk sinemasının seks filmleri furyasına girdiği 1974-1978 yıllarında yıldızı parlamış bir sinema oyunucusudur. Kariyerine daha olağan filmlerde, çoğu kez şuh kadınları oynayarak başlamışsa da zamanla "B" tipi erotik filmlerin vazgeçilmez oyuncularından biri haline gelmiştir. Bu konumuyla Zerrin Egeliler, Arzu Okay, Zerrin Doğan, Figen Han gibi aktrislerle aynı kulvardadır. 1944 yılında Lefkoşa'da doğan Feri Cansel sonradan Britanya vatandaşı olmuştur. Türkiye'ye geldikten sonra daha kolay iş bulabilmek için bir apartman görevlisi ile bir formalite evliliği yapmıştır. 1960'lı yıllar ve 1970'li yıllarda günün koşullarına uygun piyasa filmlerinde rol aldıktan sonra, ismini 1970'lerde erotik filmlerle duyurmuştur. Erkeksi tavırları, küfrün eksik olmadığı konuşma tarzı ile ""Kasımpaşalı Emmanuelle"" olarak lanse edilmiştir. 2 Eylül 1983 günü nişanlısı Melih Ük tarafından öldürülen Feri Cansel, Zümrüt Cansel'in annesidir. Kamer Genç Kamer Genç (23 Şubat 1940, Nazimiye, Tunceli - 22 Ocak 2016, İstanbul), Türk siyasetçi. 18, 19. dönem SHP, 20. ve 21. dönem DYP, 23. ve 24. dönem CHP Tunceli TBMM milletvekilidir. 1940'da Tunceli'nin Nazımiye ilçesine bağlı Ramazanköy'de doğdu. Fakir bir Alevî ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Kamer Genç'in babası Ali Genç yazları İstanbul Silahtarağa'da amelelik yapmaktaydı. Başarılı bir öğrencilik hayatı geçirdi. 1960'da Ankara'da Maliye Okulu'na yatılı olarak girdi. Ancak okulun tamirata alınması nedeniyle öğrenimine bir süre Tunceli Lisesi'nde devam etmek zorunda kaldı. Ardından Maliye Okulu'na geri döndü. Bir yandanda babasının yanında çalışıyordu. Bu dönemde kardeşi Hıdır kızamık hastalığından yaşamını yitirdi. 1966'da Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ni (Şu anki adıyla Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi) bitirdi. Okulla birlikte Maliye Bakanlığı'nda staj da yaptı ve Bingöl'e vergi kontrol memuru olarak atandı. 1966 yılında girdiği Danıştay sınavını kazandı. 1974-1976 yılları arasında Paris'te bulundu. Danıştay Tetkik Hakimliği ve Danıştay Savcılığı görevlerini yaptı. Danıştay'daki görevi 12 Eylül'ün ardından son bulan Genç, 1981 yılında Tunceli'den Danışma Meclisi Üyeliği'ne ve Başkanlık Divanı kâtip üyeliğine seçildi. 1983'te çok partili yaşama yeniden dönüşle birlikte Kamer Genç siyaseti sürdürme kararı alarak, Tunceli'den bağımsız milletvekili adayı olmaya karar verdi. Ama Danışma Meclisi'nde adaylığı veto edildi. 1983-1987'de mali müşavirlik yaptı. Ardından 4 dönem milletvekili seçildi. 1993'ten 1995'e kadar, 1996'dan 1999'a kadar ve 2001-2002 arası TBMM Başkanvekilliği yaptı. Ardından 2002 seçimlerinde DYP'nin barajın altında kalması dolayısıyla milletvekili seçilemedi. 2007 şeçimlerine bağımsız olarak katılıp milletvekili seçilmiştir. 1 Haziran 2010 tarihi ile birlikte eski partisi CHP'ye geri dönmüştür. 1966'da Danıştay sınavını kazanınca köyüne dönerek, ilkokuldan beri tanıdığı ve Tunceli Lisesi'nde beraber okuduğu Sevim Genç'i ailesinden istetti; Sevim Genç'in babası durumu olumsuz karşıladı. Ankara Solfasol köyünde öğretmenlik yapmakta olan Sevim Genç, babasının olumsuz görüşlerine karşın Kamer Genç'in evlilik teklifini kabul etti. 1967 yılında evlendiler. Seçkin ve Seçil isimli iki çocukları oldu. İyi düzeyde Fransızca bilmekteydi. 2015 yılında bir süre pankreas kanseri tedavisi gören Tunceli eski milletvekili Kamer Genç 22 Ocak 2016 tarihinde tedavi gördüğü hastanede 75 yaşında hayatını kaybetti. Cenazesi vasiyeti sebebiyle Tunceli'nin Nazımiye ilçesine bağlı Ramazanköy'de Türk Bayrağına sarılarak defnedildi. Bozüyük, Yatağan Bozüyük Muğla ili Yatağan ilçesi sınırları içinde bir mahalledir. 800 yıllık tarihi anıt bir çınar ağacı bulunmaktadır. 87 metre derinlikte çıkan tabii su kaynağı olan Bozüyük Pınarbaşı ve tarihi evleri ünlüdür. Nüfusu 1060'tır. Keşkek, yahni, pilav, kapama yemekleri vardır. Cihan Koç Cihan Koç (d. 1966), Türk asker. 1984 yılında Jandarma Astsubay Sınıf Okulundan mezun oldu. Hakkari, Elâzığ ve İstanbul İl Jandarma Komutanlıklarında Karakol Komutanlığı görevlerinde bulundu. 1986 yılında girdiği İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden 1990 yılında mezun oldu. Aynı yıl subay nasbedilerek Jandarma Okullar Komutanlığı Öğretim Başkanlığı emrine atandı. 2001 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Ana Bilim Dalında Yüksek Lisans çalışmalarını tamamladı. Jandarma Okullar Komutanlığı Öğretim Başkanlığı, Kültür ve Hukuk Dersleri Bölüm Başkanlığı emrinde İdare Hukuk ve İdari Kanunlar ders öğretmenliği ve Jandarma Eğitim Komutanlığı Disiplin Subaylığı görevlerini tamamladı. Şu anda kendi adına açtığı hukuk bürosunda serbest avukatlık yapmaktadır. Belek Gazi Balak Gazi, (Balak ya da Balağ olarak da bilinir, tam adı Nürü'd-Devle Belek bin Behram bin Artuk, ö. 5 Mayıs 1124, Münbiç), Türkmen emiri. Bugün dahi adı hala Elazığ'da sık sık anılarak yad edilen, dönemin Harput Emir'i ve Türk Orduları Başkumandanı'dır. Harput Türkmenlerinin, Gakgoşların atasıdır. Balak Gazi, Haçlılara karşı imha edici muharebelerle büyük zaferler kazanan, Anadolu'nun Türkleşmesinde büyük rol oynayan, kahramanlığı ile nam salmış, adil ve şefkatli bir Türk fatihiydi. Balak Gazi kendi döneminde gelişen Haçlı Seferlerine karşı büyük başarılar göstermiş, 1122 yılında Urfa Kont'u Josselin'i, 1123'te ise onu kurtarmaya gelen Kudus Kralı Baudouin esir ederek zincire vurmuş ve ikisini de Harput kalesinde hapsetmiştir. Bu üstün başarıları üzerine Büyük Selçuk Sultanı tarafından "Türk Orduları Başkumandanı" tayin edilmiştir. Kendisine "Gazi" unvanı verilmiştir. Balak Gazi 1124 yılında ise Menbic kalesini kuşatırken göğsüne isabet eden bir okla şehit olmuştur. Onun ölümü Müslümanların duraklamasına ve Haçlıların ise bir süre yükselişine sebep olsa da Balak Gazi'nin ölümünden 14 yıl sonra doğan, yine bir Selçuklu Emiri olan ve Haçlılara karşı büyük başarıları devam ettiren Selahattin Eyyubi çıkıvermiştir. Balak Gazi ile Selahattin Eyyubi yakın zamanlarda yaşadıklarından ve ikisi de Selçuklu Emirleri olduklarından ötürü dönemin ahalisi tarafından da sıkça mukayeseye tabii tutulmuşlardır. Balak Gazi’den sonra 1185 yılına kadar Harput’ta yine Artukoğulları'ndan gelen Prensler, hüküm sürmüşlerdir. Bunlardan Fahrettin Kakmnj!raaslan’ında Harput tarihinde unutulmaz yeri ve eserleri vardır. 1148-1174 yılları arasında Harput’ta hüküm sürmüş ve burada bulunan Ulu Cami'yi yaptırmıştır. Büyük tarihçi Ordinaryus Profesör Mükrimin Halil Yinanç, Balak Gazi'den övgüyle bahsetmekte ve onun hakkında şunları demektedir: "Balak Gazi bütün ömrünü gaza ve cihad içinde geçirmiş, ülkesinde emsalsiz bir sükun ve asayiş temin etmiş, adalet ve kanunu hakim kılmış, dindar ve mütevazi bir emir idi. Ölümü, Müslümanlık ve Türklük için hakiki bir ziya ve musibet olmuş ve mağlup olmaya başlayan Haçlıların yeniden kalkınmalarına sebebiyet vermiştir. Haçlılar böyle korkunç ve galip bir düşmandan kurtuldukları için çok sevinmişlerdi. Ayrıca Balakgazi Lisesi adıyla Elâzığ'da bir devlet lisesi bulunmaktadır. Dicle Dicle Nehri Türkiye’de doğup birçok kolları olan ve Irak topraklarına geçip orada Fırat’la birleşerek Şattülarap’ta Basra Körfezi'ne dökülen nehir. Nehir ana kaynaklarını Doğu Anadolu dağlarından ve dipten sızma yoluyla Elâzığ yakınlarındaki Hazar (Gölcük) gölünden alır. Türkiye’nin önemli akarsularındandır. Toplam uzunluğu 1900 km’dir. Türkiye topraklarında kalan bölümün uzunluğu ise 523 km’dir. En önemli kolları Batman ile Garzan, Botan, Habur, Büyük Zap ve Küçük Zap’tır. Debisi ortalama 360 m³/sn dir. Eylül ayı ortalarında 55 m³/sn ile en küçük, Şubat sonunda 2263 m³/sn akımı ile büyük değişiklik gösterir. Akarsuda genellikle yaz sonu kuraklığı ve sonbahar başı yağış noksanlığı nedeniyle su azalır. Buna rağmen kış sonu yağışı ile ilkbahar başındaki karların erimesinden oluşan su ile kabarır. Dicle, Güneydoğu Toroslarda Maden Dağları kesiminde, Hazarbaba Dağı'nın güney tarafında, Yıldızhan yanındaki bir kaynaktan çıkar. Eskiden Hazar Gölü'nden beslenirdi. Şimdi gölle bağlantısı kesilmiştir. Kaynaktan çıktıktan sonra Maden ilçesinin önünden geçerek, Maden Çayı adını alır ve güneydoğuya doğru dar ve derin vadilerden geçip Diyarbakır şehrinin bulunduğu lav sahanlığının doğu kesimine paralel akar. Burada nehir vadisinin tabanı 600 m’ye iner. Diyarbakır’ın güneyinde 8 km mesafede doğuya yönelir. Bundan sonra kuzeyden Toros Dağları yamaçlarından inen başlıcaları Diyarbakır havzasında doğan Anbarçayı, Kuruçay, Pamukçayı ve Hazroçayı, Batman ve Garzan ile birleşir. Güneyden ve Mardin eşiğinden inen sel yatakları Göksu ve Savur Çayı Dicle’ye katılır. Raman Dağının güney eteklerinde dar boğazlardan geçerek Botan Suyu ile birleşerek onun doğrultusunda güneye döner. Dicle Nehri, güneye doğru akarken Cizre ilçesinin içinden Habur Suyu kavşağına kadar 40 km uzunlukta Türkiye-Suriye arasında sınırı meydana getirir. Habur Suyu ile birleştikten sonra Irak topraklarına girer. Dicle, Irak toprağında çöküntü çukurdan akarak, dar boğazları aşar Musul’da Büyük ve Küçük Zap sular
ıyla birleşir. Mezopotamya ovasına iner, bundan sonra Bağdat yakınlarında Fırat’a 35 km yaklaşır. Burada yine İran’dan gelen Piyale Nehri ile birleşir. Bu birleşmeden sonra tekrar Fırat’a yaklaşır ve Kurna yakınında Basra’nın 64 km yukarısında Fırat’la birleşerek Şatt'ül-Arab ismini alır. Basra Körfezi'ne dökülür. Dicle Nehrinin suları yaz mevsimi sonlarına doğru azalır. Nisan ayında, nehrin yukarı çığırındaki dağlarda karların erimesinden suları çoğalır, en yüksek seviyesine ulaşır. Dicle, marttan mayısa kadar üç ay içinde, bütün yıl akıttığı suyun hemen yarısını akıtır. Rejimi düzenli değildir. Bu bakımdan bazı yıllar haddinden fazla taşarak birçok zararlara sebeb olur. Bu sebeple zararlarını önlemek maksadıyla Dicle’nin Mezopotamya’da kalan kıyılarına daha M.Ö. 3000 yıllarında setler yapılmıştır. Bu setler suların taşmasını önlediği gibi ekilen arazilerin yazın sulanmasını da sağlamıştır. Fakat setlere rağmen büyük taşmalar önlenememiştir. Yirminci asırda çalışmaları ancak 1939’da başlamış ve Kut Barajı yapılmıştır. 1958’de Samarra ve 1961’de de Dokham Barajı yapılarak suların taşması önlenmiştir. Bugün sadece Samarra ve Amarra arasında bir milyon hektarlık arazi ekilebilir hale sokulmuştur. Dicle, eski Mezopotamya sınırını meydana getiren ırmaklardan biridir. Uzunluğu Fırat’tan daha kısa olmakla beraber suyu daha çoktur. Dicle, günümüzde de sulama kanallarıyle sulama sağladığı gibi, orta büyüklükteki taşıtlar nehrin ağzından Bağdat’a kadar, daha küçük boy taşıtlarsa Musul’a kadar giderek ulaşıma katkıda bulunmaktadırlar. Bu nehirlerden ulaşım bakımından çok faydalanıldığı tarihî kalıntılardan anlaşılmaktadır. Dicle kıyısında eskiden kurulmuş Amed (Diyarbakır), Hasankeyf, Ninova, Nemrut, Asur şehirlerinin eski kalıntıları bunun en sağlam belgesidir. Dicle nehri üzerinde Kralkızı, Batman ve Dicle gibi önemli Hidroelektrik santraller kurulmuştur. Ilısu Barajı'nın temeli 05.08.2006 tarihinde Başbakan Erdoğan tarafından atılmış olup, Türkiye'nin baraj gölü açısından 2., enerji üretimi bakımından 4. büyük barajı olan Ilısu'nun tamamlanmasıyla Dicle nehri üzerinde Cizre Barajı'nın yapımına başlanacaktır. Nehrin Sümerce ismi "İdigna" veya "İdigina" 'dır, "akan su" anlamındadır. Sonradan bu isim Elamcaya "ti-gi-ra" ve bundan sonra eski Farsçaya "Tigra" ve eski Yunanca "Tigris" olarak geçmiştir. Sümerce isim Akatçaya "İdiklat" olarak geçmiştir, bu isimde İbranicede "Hiddekel", Süryanicede "Diklat" Arapçada "Dicle" olmuştur. Modern Türkçe ve Farsçada "Dicle, Kürtçede dicle, dîjle'dir." Dünyada Diclenin bilinen adı Tigris'tir. Dünya dillerinede Yunancadan geçmiştir. Yunancada kelimelerin sonuna gelen –is eki gelir ve "Tigris"ten çıkarılınca geriye kök kelime Tigr kalıyor. Mevlid Mevlîd, İslâm edebiyatında Muhammed'in doğum gününde yapılan kutlama merasimlerine, bu merasimlerde okunmak üzere yazılan ve bestelenen manzum şeklindeki edebî metinlere verilen isim. Mevlîd, bunun yanında İslâm edebiyatında müstakil bir edebî türdür. Arapça "doğmak", "doğum zamanı" veya "doğum yeri" anlamındaki "velâdet" kelimesinden türeyen "mevlid", zaman içinde bu türdeki eserlere verilen ortak bir isim hâline gelmiştir. Özel dinî günlerde (sünnet töreni, hac dönüşü, asker uğurlama, bir ölümün 40. günü gibi) ve kutsal gecelerde, Muhammed'in doğumu, kutsal kişiliği, miracı gibi olağanüstü anlatı ve mitoslarla bezenmiş, gerçeküstü olayları anlatan edebî metinlerin makam ve usûl ile okunmasıdır. Türkçeye Arapça'dan girmiş olan "mevlid", "Peygamberin doğum günü" anlamında da kullanılır. Halk arasında "mevlit, mevlüd, mevlüt" olarak da söylenmekte, kişilere isim olarak da verilmektedir. Edebî bir terim olarak “mevlîd”, Muhammed peygamberin doğumunu, hayatından kısa pasajları, mucizelerini anlatan mesnevi tarzındaki metinlerin tümüne verilen isim olmakla beraber, İslâm edebiyâtında bir edebî türdür. Günümüzde Türkiye'de bu türün en tanınan örneği, Süleyman Çelebi‘nin 15. yüzyıl tarihli "Vesîletü'n Necât" (Kurtuluş Vesilesi) ismini taşıyan manzum, Türkçe eseridir. Bu nedenle "mevlîd" kelimesi ile kastedilen çoğunlukla Süleyman Çelebi'nin söz konusu eseridir. Türkçede olduğu gibi Arapça, Kürtçe, Arnavutça gibi birçok dilde de mevlidler yazılmıştır. Türkçe mevlid geleneğinde olduğu gibi özel günlerde ve kutsal gecelerde okunduğu gibi, diğer zamanlarda da isteyenler tarafından okunmaktadır. Musikî terimi olarak “mevlîd”, cami ve tekke musikisinin bir türünü ifade eder. İslâm musikîsinde “mevlîd” okuyanlar, Farsçadan türetilmiş "mevlidhan" tâbiri ile nitelendirilir. Günümüzde icrâ edilmekte olan mevlid bestesini, 17. yüzyılda Bursalı Sekbân adlı bir musikîşinas tarafından bestelendiği sanılmaktadır. Türk edebiyat literatüründe 63 mevlid yer alır. Bu eserlerin en meşhuru, Süleyman Çelebi tarafından 15. yüzyılda yazılmış olandır. Diğer mevlitlerin hemen hepsi Süleyman Çelebi'nin mevlidine naziredir. Yalnızca Süleyman Çelebi'den önce yaşamış olan Erzurumlu Mustafa Darir'in "Tercümetü'd Darir" adlı eseri, İbn-i İshak'ın "Siret'ün Nebi" eserinden çeviridir. Hamdullah Hamdi'nin ve Şemseddin Sivâsî'nin yazdığı mevlidler, başarılı örneklerdendir. Ancak hiçbir eser, Süleyman Çelebi'nin yazdığı mevlidin seviyesine erişememiştir. Süleyman Çelebi tarafından 1409'da yazılmıştır. Asıl adı "Vesîletü'n Necât" (Kurtuluş Vesilesi)'tır. 16 kısım ve 770 beyitten oluşur. Kasîde şeklinde yazılan eserin içinde gazel formunda yazılan bölümler de vardır. Aruz vezninin "failatun failatun failun" vezni kullanılmıştır; sadece "velâdet” bölümünün sonundaki on beyit “mef’ ulü-fâilâtü-mefâilü-fâilün” kalıbı ile yazılmıştır. Süleyman Çelebi, eserini yazarken, referans aldığı eserlerin, Âşık Paşa’ nın “Garibnâme” si, Erzurumlu Darir in “Siyerü’ n- Nebî” si, Eb’ul Hasan Bekrî’ nin “Siyer"i ve Muhyiddîn Ibnü'l Arâbî’nin “Füsûs-u Hîkem“i olduğu tespit edilmiştir. Halk arasında geleneksel olarak okunan mevlid, Süleyman Çelebi'nin yazdığı mevliddir. Günümüze kadar gelen besteyi Bursalı Sekban isimli bir müzisyenin 17. yüzyılda bestelediği sanılmaktadır. Bir beste olmaktan ziyade, her bir bölümün hangi makamda nasıl seslendirileceği konusunda rehber niteliğindedir. Halka mal olmuş bir müziktir; ülkenin değişik bölgelerinin kendine özgü bir mevlid tavır ve üslubu gelişmiştir. Hâfız Sadettin Kaynak ve Hâfız Kemal Batanay gibi bestekarlar da mevlidi bestelemiştir ancak pek yaygınlaşmamıştır. 2010 yılında ise Cumhurbaşkanlığı Yüksek Himayeleri tarafından finanse edilen bir proje ile dünyaca ünlü besteci ve orkestra şefi Selman Ada tarafından, evrensel müzik standartlarına uygun şekilde "kantat" formunda bestelenmiş şekli ile seslendirilmiştir. İslâm peygamberi Muhammed'in doğum günü hicrî takvime göre Rebiülevvel ayının 12. gecesidir. İslâm dünyası, her yıl bu günü Mevlid Kandili olarak kutlar. Mevlid günlerinde oruç tutulması, geceleri ilâhiler, kasîdeler ve Mevlîd-i Şerif okunması, dua ve sohbet edilmesi, Kur’an okunması gibi ibadetler ile kutlama yaygındır. Mevlid kutlaması, Osmanlı'da 1588'de, resmi bir devlet protokolü haline getirildi. Sarayın önceleri Ayasofya Camisi'nde, daha sonra Sultanahmet Camisi'nde düzenlediği törenlere devletin ileri gelenleri ile birlikte halk da katılırdı. Sultan Abdülaziz döneminde Ortaköy, I. Abdülhamid devrinde Yıldız Camii'nde tören düzenlenirdi. Kandil olarak nitelendirilen önemli dinî gün ve gecelerin dışında, çocukların 40'ı çıkınca, bir müslümanın vefâtının 40’ıncı gününde, adak ve nikâh törenlerinde, hacıların dönüşünde, sünnet merasiminde, asker uğurlama gibi vesilelerle mevlid okunması özellikle Anadolu’da gelenekselleşmiştir. Anna Mouglalis Anna Mouglalis (d. 26 Nisan 1978, Nantes), Yunan asıllı bir Fransız aktris ve fotomodelidir. Soyadından da anlaşılabileceği gibi, aile kökeni Muğla'ya dayanmaktadır. Çocukluğunu Fransa'nın güneyindeki Var departmanında geçirmiş, daha sonra ailesi Nantes şehrine taşınmıştır. 2001 yılında Paris'teki Dramatik Sanatlar Ulusal Konservatuvarı'ndan (Conservatoire National Supérieur d'Art Dramatique de Paris) (CNSAD) Daniel Mesguich'in öğrencisi olarak mezun olmuştur. 1997'de Paris'te sahnelenen "Titanik gecesi" "(La Nuit du Titanic)" isimli oyunla tiyatro oyunculuğuna başlamıştır. Aynı yıl yönetmen Francis Girodtarafından "Terminal" "(Terminale)" filmi için seçilmiştir. 2000 yılında Claude Chabrol'ün "Çikolatalar için teşekkürler" "(Merci pour le chocolat)" filminde Isabelle Huppert ile birlikte oynamıştır. 2002'de Jean Pierre Limosin'in "Novo" filminde dikkatleri çekmesinin ardından İtalya'ya giderek Roberto Andò'nun "Sotto falso nome" filminde oynamıştır. 2005 yılı içerisinde de iki İtalyan filminde rol almıştır; bunlar, Michele Placido'nun "Romanzo criminale" filmi ve Giorgio Lo Cascio ile birlikte oynadığı "Mare buio". Aktris kariyerinin yanı sıra özgün güzelliği ile fotomodellikte de başarılı olmuştur. 2002 yılında Allure de Chanel parfümünün reklam kampanyası için Karl Lagerfeld tarafından seçilmiştir. En son oynadığı film ise Coco Chanel & ıgor Stravinsky dir.(2009) Rüzgâr Gibi Geçti (anlam ayrımı) Rüzgâr Gibi Geçti aşağıdaki anlamlara gelebilir: Pontus (mitoloji) Yunan mitolojisinde Pontus, ilk tanrılardan denizleri simgeleyendi. Hesiod'a göre Gaia'nın oğlu olan Pontus, çiftleşmeden dünyaya geldi. Gaia'yla birlikte Nereus, Thaumas, Forkis, Keto ve Euribia'nın babası olan Pontus, Thalassa'la da çiftleşerek Telchines'in babası olmuştur. Helenler arasında bir deniz titanı olan Okeanos, Pontus'tan daha çok deniz tanrısı olarak anılırdı. Rüzgâr Gibi Geçti (film) Rüzgâr Gibi Geçti, orijinal adıyla Gone with the Wind, Margaret Mitchell'ın Pulitzer Ödüllü aynı adlı romanından sinemaya uyarlanmış 1939 ABD yapımı bir filmdir. Film 14 dalda Oscar'a aday olmuş ve 10 dalda bu ödülü kazanmıştır. Zamanında Türkiye sinemalarında da gösterime girmiş, defalarca televizyonlarda oynamıştır. Amerikan Film Enstitüsü'nün hazırladığı tüm zamanların En İyi Filmleri listesinde (AFI's 100 Years... 100 Movies) dördüncü sıradadır. Zamanında tüm dünyada toplam 400,176,459 $ hasılat yapm
ış olup enflasyona göre düzenlenen tabloya göre film tüm zamanların en çok gişe hasılatı yapan filmidir 1993 yılında Kongre Kütüphanesi tarafından "kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli" filmler arasına seçilerek ABD Ulusal Film Arşivi'nde muhafaza edilmesine karar verilmiştir. İrlandalı Scarlett O'Hara (Vivien Leigh) Tara isimli çiftlikte yaşamaktadır. 12 Meşeler Çiftliği'nin varisi Ashley Wilkes'e (Leslie Howard) aşık olduğunu düşünmektedir. Ashley'nin, kuzeni Melanie (Olivia de Havilland) ile evlenme kararı aldığını öğrenir. Scarlett, Ashley'nin evinde Rhett Butler (Clark Gable) ile tanışır. Ashley ve Melanie'nin evlenmesine engel olamayan Scarlett, çevresindeki erkeklerden biriyle acele bir evlilik yapar. Bu sırada Kuzey-Güney Savaşı patlak vermiştir. Melanie ve Scarlett'in kocası savaşa gider. Scarlett'in kocası savaşta ölür. Savaş, Güney'in şartlarını çok ağırlaştırır. Scarlett annesini kaybeder. Babası ise aklını yitirmiştir. Melanie ve Scarlett, Tara'da birlikte yaşamaya başlarlar. Ashley'den haber alınamamaktadır. Savaş biter ve Ashley geri döner. Tara'nın vergilerini ödeyemeyen Scarlett, kızkardeşinin nişanlısı ile evlenir ve çiftliği kurtarır. Scarlett'in yeni özgür olmuş fakir zenciler tarafından saldırıya uğraması üzerine Rhett, Ashley ve Scarlett'in kocası intikam almaya giderler. Scarlett'in ikinci kocası da çatışma sırasında ölür. Scarlett'in Ashley'e olan takıntısı devam etmektedir. Ancak, Rhett Buttler ile üçüncü evliliğini yapar. Bir kızları olur. Rhett, Ashley'i kıskanmaktadır. Bir gün kızını alır ve Londra'ya gider. Ancak kızın annesini özlemesi nedeniyle üç ay sonra geri dönerler. Bu arada Scarlett ikinci çocuğuna hamiledir. Dönüşte yaşanan tartışma sonucu Scarlett bebeğini kaybeder. Bebeğin ardından kızlarının da ölümü ilişkilerini iyice sarsar. Melanie ölümcül şekilde hastalanır. Scarlett'ten Ashley ve oğluna bakmasını ister. Bu arada Scarlett Rhett'e âşık olduğunu fark etmiştir. Melanie'nin evinde Scarlett'in Ashley ile ilgilenmesi Rhett'in Scarlett'i terk etmesine neden olur. Bu trajik aşk dörtgeninin fonunda, Kuzey-Güney Savaşı ve Güney'in yeniden yapılandırılması, Atlanta'nın yanışı, yaralı Güney eyaletleri federasyonu üyeleri ile dolu tarlalar da kullanılmıştır. Titizlikle hazırlanmış sahneler, gün batımı görüntüleri, dramatik ve romantik müzik, trajik savaşı somut hale getirmek için kullanılan güney halk şarkıları, nükteli diyaloglarla Rüzgâr Gibi Geçti, sinema tarihindeki büyük epik dramlardan biri olarak kabul edilir. Film bazı eleştirmenlerce Güney'in değerlerini övmesi ve kölelik düzenini romantik dille anlatması gerekçeleriyle eleştiriye uğramıştır. Ancak, gerek filmin çekildiği yıl gerekse daha sonra filmi izleyenlerin çoğu bu eleştiriyi paylaşmamıştır. Hattie McDaniel tarafından canlandırılan Mammy karakteri köleliğin en güzel örneği eleştirisine uğrasa da Mammy'nin Scarlett'in yetişmesinde oynadığı rol ve katı tavırları bu eleştirilerin sönük kalmasına yol açmıştır. Hattie McDaniel, 1930 ve 1940'lı yıllardaki zencilere yönelik tavır nedeniyle filmin Atlanta, Georgia'daki ilk gösterimine katılamamıştır. Buna karşın, aldığı "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü" ile Afro-Amerikalılar için bir gurur kaynağı olmuştur. Rüzgâr Gibi Geçti 14 dalda (En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında iki oyuncuyla) Oscar'a aday olmuş ve 9 dalda ödül kazanmıştır. Film ayrıca Oscar Onur Ödülü'nü de almış. Onur Ödülü: William Cameron Menzies (Renklerin filmdeki dramatik havayı artırmak için kullanmaktaki başarısı nedeniyle) Magical Mystery Tour (film) Magical Mystery Tour, 1967'de the Beatles yapımı bir filmdir. Filmin absürt ve psychedelic yapısı filmin anlaşılmasını oldukça zor kılsa da film, grubun hayranları tarafından bir klasik olarak sayılmaktadır. Filmde bir grup insan ilginç ve sihirli bir otobüs gezintisine çıkarlar ve bu yolculuk sırasında beklenmeyen, gerçeküstü olaylarla karşılaşırlar. Makbule Leman Makbule Leman (d. 1865 - ö. 1898), Türk şair. Yenileşme döneminin Nigâr Hanımla birlikte burç isimlerinden biri olan Makbule Leman 1865 yılında İstanbul’da doğmuştur. V. Murad sarayında Kahvecibaşı İbrahim Efendi’nin kızıdır. Bir görüşe göre rüşdiyede okumuş, sonra özel dersler alarak yetişmiştir. Beşiktaşlı Berberbaşızâde Sadaret Mektubi Kalemi Müdür Muavini Mehmet Fuat Bey ile evlendi. 1893 tarihinden itibaren "Hazine-i Fünun" dergisinde şiirleri yayımlandı. Dergi de Mehmed Celal, Andelip, M.Tevfik, Cenap Şahabettin ve Mehmet Rauf gibi yazarlar yazı yazmaktaydı. Bir dönem Hanımlara Mahsus Gazete’nin baş yazarı olan Makbule Leman, II. Abdülhamid tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirilmiştir. Bu bilgiyi Gazetenin 08 Ekim 1896 tarihli ve 81 no'lu nüshası teyit eder. Ömrünün son on dört yılını tedavisi imkânsız bir hastalığın esiri olarak yatakta geçirmiştir. Kısacık ömrüne şiirlerinin yanı sıra denemeler, hikâyeler de sığdıran Makbule Leman’ın sağlığında yayımlanan şiirlerinin sayısı on ikidir. Bunlar tür ayrımına gidilmeksizin Makes-i Hayal (1896) adıyla bir araya getirilmiş, ölümünden (1898) sonra bu eser, eşi tarafından, Makbule Leman hakkında yazılanlarla bir arada ikinci kez bastırılmıştır. Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri hakkında bilimsel değerlendirme yazısı yazılmıştır. “Ma‘kes-i Hayâl" Adlı Eseri lisans tezi olarak günümüz Türkçesine aktarılmış ve incelenmiştir. Mezarı Eyüp semtinde, Siyavuş Paşa Türbesi haziresindedir. Ölümünün ardından eşi Mehmet Fuat Bey tarafından mezar taşına işlenen dizeler şöyledir:“Razıyım ben zât-ı Peygamber dahi hoşnud ola/Sayemend-i rahmet olsun makberi Makbule’min/Cevher-i ekşimle yazdım zevcemin tarihini:/Bâğ-ı firdevs-i berin olsun yeri Makbule’min” Basitname Basitname, Divan edebiyatında yalın Türkçe ile yazılmış gazellerdir. Bunlara Türkî-i basit gazel de denir. Basitnamelerde Arapça ve Farsça sözcüklerle tamlamalar çok azdır. Örnek Düşdi bu gönlüm sana hey sevdüğüm N’ola yakışsan bana hey sevdüğüm Çün seve geldi seve gider seni Bu gönül önden sona hey sevdüğüm Ayruluk derdi bana bir bun durur Kim döyer imdi buna hey sevdüğüm Turmadım uçmak diler gönlüm kuşı Yüce köşkünden yana hey sevdüğüm Yüzüni gözler güzel bu uyüzden ay Giceler kalur tana hey sevdüğüm Ağzını öpmek ana ol kim senün Söğme yok yire ana hey sevdüğüm Cânı dahi bir kez ana hey sevdüğüm Edirneli Nazmi Döşeme (edebiyat) Türk halk hikâyelerinin başında geçen seçili sözlere döşeme denir. "Ayaklı saya" adı da kullanılır. Arapça "mukkaddime" ve "medhal", Farsça "dibâce"nin karşılığıdır. Döşeme başlama adlı girişle başlar. Sonra duruma göre yalan veya tanrı, yaratılış üzerine bir destan, bir yurt veya savaş destanı söylenir. Ardından asıl esere ya da anlatıma geçilir. Gérard Genette Gérard Genette (d. 1930- ö. 11 Mayıs 2018) bir Fransız yazın kuramcısıdır. Kendisini yapısalcı hareket ve Roland Barthes ile Claude Lévi-Strauss gibi kuramcılara yakın görür. Bunlardan bricolage kavramını aldı. Retorik söz dağarcığının edebi eleştiri alanına yeniden kazandırılmasına büyük katkıda bulundu. Yeni Eleştiri akımının en önemli temsilcilerindendir. Figures ismiyle yayımladığı edebiyat kuramlarıyla büyük ilgi gördü. Anlatı yöntembilimini oluşturarak yazınbilimin bilimsel niteliğini yükselttiği bunlardan üçüncüsünün Narrative Discourse: An Essay on Method başlığıyla İngilizcede yayınlanması ile teorileri dünya çapında kabul gördü. 11 Mayıs 2018'de 88 yaşında öldü. Zorunlu askerlik Zorunlu askerlik, bazı ülkelerde, ülke kanunlarına göre belli bir yaşa gelen erkek (ve bazen kadınların) yükümlü oldukları, süresi kanunlarla belirlenen devlet hizmeti. Avrupa Birliği’nin iki önemli ülkesi Fransa ve Birleşik Krallık’ta zorunlu askerlik kaldırılmıştır. Bu ülkelerde askerlik profesyonel olarak uygulanmaktadır, kişilere aylık para ödenir. Almanya’da zorunlu askerlik uygulaması 2011 yılında kalkmıştır. Almanya'da kalkmadan önce zorunlu askerlik 3 ay idi, askere gelen kişiler evlerinin bulunduğu şehirdeki askeri birlikte görev yapıp, cumartesi ve pazar günleri kendi evinde geçirirlerdi. Belçika, Hollanda'da zorunlu askerlik kalkmıştır. Yunanistan’da zorunlu askerliğin kalkması düşünülmektedir. İsrail'de zorunlu askerlik vardır. 18 yaşını doldurmuş ya da 12. sınıfı bitirmiş erkek ya da kadın askerliğe çağrılır. İsrailli Araplar, hamile ve evli kadınlar için askerlik zorunlu değildir. Askerlik hizmeti kadınlar için iki, erkekler için üç yıldır. Türkiye'de zorunlu askerlik mevcuttur. 1916'da çıkarılan bir yasaya göre Türkiye Cumhuriyeti uyruğundaki her erkek 19 yaşına geldiğinde ilk askerlik yoklamasını yaptırır. Günümüzde uzun dönem (tam dönem) zorunlu askerlik 12 aydır. Ekim 2013'te alınan karar ile 1 Ocak 2014'ten itibaren uzun dönem askerlik süresi 12 ay olmuştur. Yüksek öğrenim görenlerde zorunlu hizmet süreleri tam dönem yedek subayların 12 ay, kısa dönem erlerin 6 aydır. Yükseköğrenim (dört yıllık üniversite) görmüş olanlar ise yedek subay adayı olarak askerlik şubelerine müracaat ederler. Türk Silahlı Kuvvetlerinin o anki ihtiyacına göre kişi uzun dönem yedek subay olarak 12 ay ya da kısa dönem er olarak 6 ay ile askerlik görevlerini tamamlarlar. Oturma veya çalışma iznine sahip olarak; işçi, işveren sıfatıyla veya bir meslek ya da sanatı icra ederek, Türkiye'de geçirdikleri günler hariç en az üç yıl (365*3=1095 gün) yabancı ülkelerde (veya yabancı gemilerde) bulunan TC vatandaşları, askerlik bedelini (38 yaş ve altı 1000€ peşin ödeyerek) dövizle öder ve askerlik eğitimi görmeden terhis olur. Şubat 2009 tarihinde çıkarılan bir yasa ile, askerlik yaparken, "terörle mücadele kapsamında" hayatını kaybeden yükümlülerin çocukları ile kardeşlerinin tamamı, istekli olmadıkça askerliğe alınmamakta, askerlik yapmakta olanlar ise terhis edilmektedir. Bu yasaya göre, askerlik hizmetini yerine getirirken herhangi bir nedenle ölen, kaybolan veya malul olanların kardeşlerinden biri, istekli olmadıkça silah altına alınamaz. Hayatını kaybeden askerin ebeveynleri ölü ise ya da bir anlaşmaya varamıyorlarsa; öncelikle silah altında olan kardeşi varsa, ist
ekli olması halinde terhis edilir. Silah altında kardeşi yoksa veya silah altında olan kardeşi terhis olmak istemezse, askerlik hizmeti sırası gelen ilk kardeş, istekli olmadıkça askerliğe alınamaz. Ulusal Meclis Binası Jatiya Sangsad Bhaban (Bangladeş Ulusal Meclis Binası), Bangladeş'in Milli Meclis Binası'dır ve başkent Dhaka'da yer alır. Louis I. Kahn tarafından inşa edilen yapı mimari bir başyapıttır ve dünyanın en büyük yasama komplekslerinden biridir. Bangladeş'te sekiz ulusal seçim yapılmıştır. İlk ve ikinci Meclisler ilgili seçimlerin sonucu olarak oluşturulmuştur ve şu anda "Başbakan'ın Ofisi" olarak kullanılan "eski Sangsad Bhaban"ı kullanmışlardır. Şu anda kullanılan Sangsad Bhaban ikinci Meclis tarafından inşa edilmiş ve kullanıma açılmıştır. İnşaat 28 Şubat 1982'de bitirilmiştir ve ikinci Meclis'in sekizinci ve son oturumu aynı yıl 15 Şubat'ta yapılmıştır. Jatiya Sangsad Bhaban bu tarihten itibaren kullanımdadır ve Ulusal Meclis tarafından kullanılan tek kompleks olmuştur. Milli Meclis olarak kullanılan binalar arasında Jatiya Sangsad Bhaban en iyi tasarlanmış ve en geniş hacme sahip olanlardan biridir. Bina bir Meclis'in gereken tüm ihtiyaçlarını karşılar ve estetiğe çok dikkat eder. Mimarisinin en iyi yanlarından biri tüm binanın dışarıdan bir büyük yapı olarak görünmesine karşın içerde yedi kat ve yedi ek binaya sahip oluşudur. Louis Kahn ayrıca kompleksin geri kalanını da tasarlamıştır. Jatiya Sangsad Bhaban tüm Jatiya Sangsad kompleksinin bir parçasıdır ve çimenlik, göl ve Meclis Üyeleri'inin (MPler) konutlarını içerir. Yerleşim yeri Sher-e-Bangla Nagar'da yer alır ve dört ana cadde ile çevrilidir: Sonuç olarak komplekse erişim kolaydır ve yönetilebilirdir (parlamento oturumları sırasında). Ana bina (Bhaban) üç bölüme ayrılmıştır: Ana bina kompleksin merkezindedir. Kompleksin dış bölümlerinde MP konutları ve acil durum binaları bulunur. Aradaki boşluk ana binayı ve iki çimenliği çevreleyen karışık tasarımlı bir göl ile doldurulmuştur. Anahtar tasarım felsefesi alanı en iyi şekilde kullanmak ancak Bangladeş kültürel mirasını mimari yoluyla açıkça temsil eden bir yapı oluşturmaktı. Mimari, doğanın parıltısından ve hiddetinden korunma amaçlı temel insani gereksiniminden doğmuştur. RCD Espanyol RCD Espanyol de Barcelona, (Katalanca: "Reial Club Deportiu Espanyol de Barcelona") Barselona'nın FC Barcelona ile birlikte La Liga'da mücadele veren diğer takımıdır. Espanyol, Barselona'daki İspanyol öğrenciler tarafından kurulmuştur. Barcelona Katalan millî takımı gibiyken, Espanyol adından da anlaşılacağı üzere şehirdeki İspanyol varlığını simgeler. 28 Ekim 1900 tarihinde, Barselona Üniversitesi'nde mühendislik okuyan Angel Rodriguez tarafından Barcelona kentinin Sarrià-Sant Gervasi bölgesinde Sociedad Española de Football adıyla kurulmuş. Kendilerinden 1 yıl önce İsviçre'li biri tarafından kurulan FC Barcelona'ya karşı, tamamen İspanyollardan oluşan bir grubun eseri olan Espanyol, kurucularının tamamı İspanyol olan ilk İspanya takımıdır. Kulübün de misyonu zaman içerisinde "Katalan ayrılıkçılığına karşı, İspanya merkeziyetçiliği" şeklinde belirlenmiş. 1910 yılında şimdiki renkleri olan mavi-beyazı kullanmaya başlayıp adını Club Deportivo Español olarak değiştirilen kulüp, 1912'den itibaren Real Club Deportivo Español adıyla anılmaya başlanmıştır. 1923 yılından 1997 yılına kadar, kuruldukları bölgede bulunan ve bölgeyle aynı adı taşıyan Estadi de Sarrià'da oynayan kulüp, 1998 yılından 2009 yılına kadar ise Estadi Olímpic Lluís Companys'te oynamıştır. 2009 yılında kendisine ait bir stada kavuşan Espanyol, o tarihten bu yana maçlarını Estadi Cornellà-El Prat'ta oynamaktadır. Şubat 1995'te kurulduklarından bu yana asla vazgeçmedikleri İspanyolca kulüp ismini taşımayı bırakan Espanyol, kulüp ismini Reial Club Deportiu Espanyol de Barcelona şeklinde Katalanca kullanmaya başladı. 21 Daniel Jarque "(merhum)" (2002-09) Richard Kruspe Richard Kruspe (24 Haziran 1967, Wittenburg, Almanya), Rammstein grubunu kuran müzisyendir. Grubun arka vokali ve solo gitaristidir. O zamana kadar yapılan müziklerden sıkılan Kruspe, ağır tonlar içeren, mekanik, monoton bir tarzda hatta bazen can sıkacak müzikler yapmak istedi. Beş kişi daha bulduktan sonra 1994 yılında Rammstein grubunu kurdu. Grubu kurduktan sonra bu fikri arkadaşı Christoph Schneider'e söyler. O da arkadaşları Paul Landers ve Christian Lorenz'i gruba dahil eder. Grubu kurduktan sonra eşinden boşanır. Bir turne sırasında Caron Bernstein ile tanışır ve bir hafta sonra evlenirler. Karısının soyadını da kullanır. Böylece adı Richard Kruspe-Bernstein olur. Ama 2004'te Bernstein ile ayrıldılar; 2006'da da boşanmaları sonuçlandığı için tekrar soyadı Kruspe olmuştur. Richard'ın solo projesi Emigrate Albümü 5 Ekim 2007 tarihinde çıkarmıştır. Uzun bir süreden sonra 2014 yılında Slient So Long Albümü ile sessizliğini bozmuştur. Marduk Marduk (Akadça'daki Sümerce yazılışı AMAR.UTU (güneşsel dana)), antik Mezopotamya'daki geç dönem tanrılarından birinin adıdır. Hammurabi zamanında Babil, Fırat vadisinin politik merkezi olduğunda, Babil panteonunun başı olarak Marduk'a tapınılmaya başlanmıştır. Babil yaratılış destanı olan Enûma Eliş'te tanrıların en büyüğü ilan edilmiştir. O aynı zamanda babil'in koruyucu tanrısıdır. Lakabı “Büyük Efendi, dünyanın ve cennetin efendisi” idi. Gücünün, her zaman fakir insanlara yardım etme ve kötüleri cezalandırmada kullandığı bilgeliğinde saklı olduğuna inanılırdı. Mardok olarak da okunabilir. Bereket tanrısıdır ve (sembolu mer-doğ, bağ beli) ileriki tarihlerde bu Mazda olarak değişecektir. Sümerlilerin Enuma Eliş (Gökyüzünde) sözcükleriyle başlayan ve bundan ötürü bu adla anılan uzun yaratılış şiiri, Marduk'un baştanrılığını şöyle anlatır (Kimi incelemeciler Marduk'un bu şiire sonradan sokulduğunu ileri sürmüşlerdir): İlk kaosun canavarı Tiamat'ı (tuzlu suların kişileşmesi) yendikten sonra "yeryüzünün ve göğün tanrılarının efendisi" olur. İnsanlarla birlikte bütün doğa, varlığını ona borçludur. Babil'deki en önemli Marduk tapınakları, Esagila ve tepesinde bir Marduk tapınağı bulunan Etemenanki adlı ziggurattı. Esagila'da her yeni yıl şenliğinde Enuma Eliş şiiri okunurdu. Marduk'un karısı olarak en sık anılan tanrıça Zarpanit ya da Zarbanit'ti (Zarpan Kentinin Kadını). Marduk'un yıldızı Jüpiter, kutsal hayvanları ise at, köpek ve özellikle çatal dilli canavardı. Marduk en eski anıtlarda, elinde üçgen bir kürek çapayla betimlenir; bunun bereketi ve birlikteliği simgelediği düşünülür. Yürürken ya da savaş arabasına binmiş durumda da betimlenir. Giysisi yıldızlarla süslüdür. Elinde bir asa vardır; ayrıca yay, mızrak, ağ ya da yıldırım taşır. Asur ve Pers kralları da yazıtlarda Marduk ve Zarpanit'i saygıyla anmışlar, ikisinin birçok tapınağını yeniden yaptırmışlardır. Baal; Tanrılar zamanla nitelikleri bakımından az çok değişiklikler gösterdiğinden, bu tanrılar farklı adlarla devam ettiğinde bunların farklı tanrılar olduğu zannedilebilir. Marduk kendisini Baal ve Tammuz adlarıyla devam ettirmiştir. Baal ile Tammuz arasındaki önemli bir fark, Baal'ın simgesinin Hilal, Tammuz'un simgesinin ise Güneş olmasıdır. Baal uğruna küçük çocukların kurban edildiği bir tanrıdır. Fırtına ve yağmur tanrısı olan Baal verimlilik tanrısı olarak görülerek, Ortadoğu bölgesinde yaygın bir biçimde tapınılan bir tanrı olmuştur. Aslında Babil'de tapınılan üçlü tanrılardan Sin, İştar ve Şamaş tek bir tanrıda, Marduk'ta birleşerek üçlük inancını oluştururlar. Buna göre Marduk bütün ışık veren gök cisimleriyle simgelenmiş olur. Nimrod; Hem Nimrod, hem de Nimrod'un tanrılaştırılmış şekli olan Marduk, içeriğinde isyan etme anlamını taşıyan birer sıfat olarak da kullanılmışlardır. Nimrod zamanının ilk isyancısı olma özelliğiyle Şeytan'ı simgeler. Nimrod ve Marduk sözcüklerinin Maradh sözcüğünden türemiş sözcükler olduğu da düşünülür. Bu sözcüklerin içeriğindeki isyan etme ve muhalif olma anlamı Şeytan sözcüğünde de bulunduğundan, Marduk ilk başta Şeytan'ı simgelemektedir. Bu nedenle satanizmde Marduk özel bir yere sahiptir. Marduk adının Babil kentini kuran Nimrod'dan geldiği düşünülür. Merodak-Baladan adı Babil'in bir kralının adı idi. Buna göre Baal ilk olarak Babil'in baş tanrısı olan Marduk olarak ortaya çıkmıştır. Babil kralları aynı zamanda kendileri de bir tanrı olarak görülürler ve tanrılarının adlarını taşırlardı. Anlatımlara göre Nimrod insanların dağılmayıp kendi yönetimi altında bir arada bulunmalarını istemiştir. Bu amaçla Babil Kulesi'ni inşa etmeye yeltenerek bir isyanı başlatır. Nimrod hayvanları avlayan ve insanları benzer şekilde öldüren savaşçı bir kişiliğe sahiptir. Marduk ve Nimrod sözcüklerinin içeriğinde isyan etme anlamları bulunur. Tammuz'la ilgili anlatımlarda, kadınların ölen Tammuz'un ardından yas tutup ağladıkları gösterilir. Bunun nedeninin, insanlara şiddet uygulayan Nimrod'un da benzer bir şiddet sonucu öldürülmüş olmasından kaynaklandığı düşünülür. Bununla birlikte Babil inancında ölüm gerçek ölüm olmayan bir süreçtir ve yeniden doğuşa (reenkarnasyon) inanıldığından, aslı Nimrod olan Tammuz'da her yıl yeniden dünyaya doğmaktadır. Marduk reenkarnasyon ile yeniden dünyaya geldiğinde annesiyle evlenerek, bu kez oğlu olmak yerine, kocası (Baal: koca) olur. Annesinin adı da değişir ve İştar adını alır. Bundan böyle Marduk (Nimrod), Baal ve Tammuz olarak varlığını sürdürür. Tektanrıcılık'a gidiş; Marduk sonunda Bel'le özdeşleştirilmiştir. Eskiçağ çok tanrılıcığında Marduk özel yeri olan en büyük tanrılardan biridir. İlkin tarım tanrısıydı, sonra MÖ 20. yüzyılda kral Hamurabi tarafından en yüce tanrı derecesine yükseltildi, daha sonra MÖ 16. yüzyılda kral Nebukadnezar (Arapça; Buhtunnasr ) tarafından tektanrı sayıldı. Sümerlerin 50 kadar tanrısının ismi Marduk'a verilmiş ve tektanrıcılık yönünde adımlar atılmıştır. İnançsal tarihi MÖ 4. binyıla kadar iner. Eski Mezopotamya inançlarında o, özdeğe biçim veren ve detayı yaratan tanrı sayılmaktadır. "Balçıktan insanı yaratan odur". Tarım tanrısı ol
duğundan ötürü de marru (bel küreği)'yla simgelenmiştir. Sümerler Amoritlere yenilince Marduk tanrı Enlil'in de yerini almış ve bütün tanrıların en büyüğü sayılmıştır. Marduk Mısır'lı IV. Amenotep'in tektanrısı Aton (MÖ 12. yüzyıl)'la birlikte tektanrıcılığın ilklerindendir. Ne var ki Buhtunnasr, Marduk'un tektanrı olduğu inancını sadece kendi taşımış, ulusuna yaymak gücünü gösterememiştir. Üç büyük din; Tevrat'ta Merodach olarak geçmektedir. Sümer Tanrısı Marduk’un büyük önemi, üç büyük tektanrıcı dine kaynaklık etmiş olmasıdır. Yahudiliğe etkisi; Krallıkların ve uyruklarının yazgısı onun elindedir. Yeryüzünü de Kingu'nun kanıyla yoğurup elde ettiği balçıktan ilk insanı meydana getirmiş. Babil Kralı Hammurabi ünlü yasalarını kendisine dikte ettirenin Marduk olduğunu söyler. Marduk burada adalet tanrısı Şamaş kişiliğindedir. İncelemeci Samuel Reinach, Hammurabi Kanunlarıyla Yahudi yasaları arasındaki benzerliğe işaret ederek, Marduk'u Yehova'yla aynılaştırır;"Eğer Musevi kanunlarının Musa’ya Tanrı tarafından yazdırıldığı doğruysa, Tanrı, Hamurabi’nin yapıtını aşırmış demektir. Hırıstiyanlığa etki; Tanrılaştırılmış Nimrod olan Marduk Semiramis'in oğludur. Semiramis gök kraliçesi ve kutsal anne olarak görülen bir tanrıçadır. Kutsal Anne Semiramis ve oğlu Nimrod (Marduk) inancı bu şekliyle Babil'den gelir. Hıristiyanlık bu eski putperest inanç biçimini İsa'nın annesi Meryem'le çocuk İsa'ya uygulamıştır. Hıristiyanlığın ilk zamanlarında olmayan, Kutsal anne Meryem ve bebek İsa inancı buradan doğar. Gerçekte Meryem'den "Kutsal Anne" diye sözedilen bir pasaj bulunmaz. Marduk güneş tanrısı olduğundan, kundaktaki ve beşikteki çocuğun başucunda bir güneş çemberi (Halo, Nimbus) resmi bulunur. Çocuğun bulunduğu kundak beş köşeli İştar Yıldızı (Pentagram) olarak resmedilir ve İştar Yıldızı'na benzeyen Helleborus Niger çiçeğiyle simgelenir. İslamda; Marduk ayrıca islam mitolojisindeki Harut ve Marut efsanesinin Marut'u ile ilişkilendirilir. Dış iskelet Dış iskelet, omurgasız hayvanlardan eklembacaklılar ve yumuşakçalarda görülen iskelet türü. Üzerinde canlı doku bulunan iskelete yer iskeleti denir. Canlıları dıştan gelen etkilere karşı korur. Su ve ısı kaybın önler. Büyümeye yardımcı olmaz. Kaslar iskelete içeriden bağlanmıştır. İskeletin üzerinde vücut örtüsü bulunmaz. Ektoderm kökenlidir. arının salgıladığı organik ya da inorganik maddelerden oluşur. Dış iskelet midye, salyangoz gibi yumuşakçalarda, ıstakoz gibi kabuklularda, CaCO'ten meydana gelmiştir. Eklembacaklılardan böceklerde iskelet azotlu bir polisakkarit olan kitinden yapılmıştır. Dış iskelet, canlının büyümesine önemli bir engeldir. Dış iskelete sahip canlılar, çeşitli uyum şekilleriyle bu engeli aşmaya çalışmışlardır. Istakoz ve yengeçler dış kabuklarının arka tarafını sertleştirmez. Bu bölgenin çatlamasıyla, hayvan dışarı çıkar. Salyangoz ve midyeler kabuklarına yeni ekler yaparlar. Telvin (müzik grubu) Telvin; Erkan Oğur (gitarlar ve kopuz), İlkin Deniz (bas) ve Turgut Alp Bekoğlu'dan (davul) oluşan caz ve blues topluluğu. Telvin; kelime anlamı olarak halden hale geçmektir. Müziklerinde halden hale geçmeyi amaçlamışlardır. Çalışmalarına 1995 yılında başlayıp Türkiye'de ve yurtdışında verdiği birçok konserden sonra 2006 yılında Kalan Müzik etiketiyle Telvin isimli 2 cd'lik bir albüm çıkarmışlardır. Bir cd'de stüdyo kayıtları diğer cd'de konser kayıtları vardır. 2012 yılında Kalan Müzik etiketiyle Okan Avcı yönetmenliğinde Telvin - Turne Belgeseli isimli bir dvd çıkarmışlardır. Ron Weasley Ronald "Ron" Bilius Weasley, (d. 1 Mart 1980), J.K. Rowling tarafından yazılmış Harry Potter serisinde kurgusal karakteri. Serinin filmlerinde karakteri Rupert Grint canlandırmıştır. Aslında tutuk duran fakat yeri geldiğinde değer verdiği şeyler için her şeyini ortaya koyabilen bir karakterdir. Rowling onu "uzun boylu, zayıf, leylek bacaklı, çilli, uzun burunlu ve elleriyle ayakları kocaman" şeklinde tanımlamıştır. Harry Potter'ın en yakın arkadaşıdır. Ron'un beş erkek, bir kız kardeşi vardır. Diğer Weasleyler gibi o da Gryffindor binasındandır. Babası Sihir Bakanlığı'nda çalışmaktadır. Hayata olumlu bakan biridir. Fakat fakir olmaktan ötürü de biraz hayal kırıklığı yaşar. Ron üç yaşındayken Fred oyuncak ayısını kocaman iğrenç bir örümceğe dönüştürmüştür. Çünkü Ron da daha önce Fred'in oyuncak süpürgesini kırmıştır. Oyuncak ayısına sarılmaya kalktığı zaman bir sürü örümcek bacağına dolanmıştır ve bu yüzden Ron örümceklerden hoşlanmaz. Fakat ölü oldukları zaman rahatsızlık duymaz. Ron'un patronusu 5. filmde DO'da görünmüştür ve 7. kitapta Sihir Bakanlığı'ndaki kaçışta geçmektedir. Ron'un patronusu Jack Russell teriyer cinsi köpektir. Minerva McGonagall'ın Felsefe Taşı'nın korunması için yaptığı satranç büyüsünü bozmuş, Harry'nin bu aşamayı geçmesine yardımcı olmuştur. Harry ile birlikte çeşitli olaylara karışırlar. Bazen birbirleriyle konuşmazlar; fakat yine de Harry'nin en sadık arkadaşı ve yardımcısıdır. Başlarda kavga ve alaycılık aşamasında olsalar da, ileride Hermione Granger'le romantik ilişkileri başlar. Ron 11 yaşında Hogwarts'a eğitimine başlamıştır.Harry Potter'la King's Cross İstasyonun'da tanışırlar.Hogwarts Express'te Harry ile birilikte yolculuk yapmıslardır.O sırada Hermione Granger ile de tanışmış olsalar da Ron ilk başlarda onunla pek anlaşamamıştır.O da ailesindeki tüm diğer üyeler gibi Gryffindor binasına seçilmiştir.İlerleyen zamanlarda Harry ve Hermione ile daha yakın arkadaş olmuşlardır.Bir gün Harry ve Hermione ile okulda girilmesi yasak olan üçüncü koridora giderler. Burada üç başlı bir canavarın koruduğu “Felsefe Taşı” bulunmaktadır. Felsefe Taşı suyu ölümsüzlük iksirine, metali altına çevirmektedir. Harry’nin anne ve babasını öldüren kötü büyücü Voldemort da Felsefe Taşının peşindedir. Harry taşı bulur ve Voldemort ile ilk mücadelesini yaşar. Ron burada Minerva McGonagall'ın yaptığı satranç büyüsünü bozarak Hogwarts tarihindeki en iyi satranç oyununu oynamış ve Harry'ye taşa ulaşması için yardım etmiştir.Harry taşı bulur ve Voldemort ile ilk mücadelesini yaşar. Harry Voldemort’u etkisiz hale getirir. Dobby,Harry'nin Hogwarts'a gitmemesi için her şeyi yapar ama Ron ve abileri Harry' uçan arabaları ile kurtarırlar.King's Cross'taki gizli kapıdan da geçemeyince okula araba ile dönerler.Ancak araba yolculuğu sırasında başlarına bir sürü kaza da gelmiştir.Ardından okula döndüklerinden bir süre sonra ilginç olaylar yaşanmaya başlar.Harry, Ron ve Hermione Neredeyse Kafasız Nick’in partisine katılırlar. Geri dönerlerken Harry o kin dolu sesi tekrar duyar ve hademenin kedisini kara bir büyü yüzünden taşlaşmış olarak bulurlar. Duvarlardaki mesajda Sırlar Odası uyarısı vardır. Çocuklar, Profesör Binns’den Salazar Slytherin’in Muggle’lara karşı olan önyargısını, Sırlar Odası’nı ve onun mirasçısını öğrenirler. Ron bu mirasçının Draco Malfoy olduğunu düşünür ve Hermione de çok özlü iksiri içip Draco’nun arkadaşlarının kılığına girerek bir sonraki Quidditch maçından önce onunla konuşmayı önerir. Yen Yıl tatili sırasında Harry, Ron ve Hermione çok özlü iksiri denerler. Harry ve Ron, Draco Malfoy’un mirasçı olmadığını öğrenirler fakat Hermione yanlışlıkla kendini bir kediye dönüştürür. Harry, Mızmız Myrtle’ın odasında boş bir günlük bulur. Günlük bir zamanlar, Tom Riddle’a aittir; yani okulun 50 yıl önceki bir öğrencisine.Sonra günlük çalınır ve Hermione ile diğer kıza saldırılır. Daha kötüsü; Hagrid Azkaban'a gönderilir ve Dumbledore’un müdürlük görevi askıya alınır. Harry ve Ron Yasak Ormana girerek Hagrid’e yardım etmek isterler. Orman’da dev bir örümcek olan Aragog’la karşılaşırlar.Aragog onlara Hagrid’in suçsuz olduğunu söyler. Harry duyduğu sesin borulardan geldiğini ve dev bir yılana ait olduğunu öğrenir. Ron’un kız kardeşi Ginny, Sırlar Odası’na götürülür. Bu yüzden Harry, Ron ve Profesör Lockhart onu bulmak için doğru borulara giderler. Harry, Tom Riddle yani Lord Voldemort ile karşı karşıya gelir. Voldemort, Ginny’yi de esir almıştır. Fakat Dumbledore'nun Anka Kuşu Fawkes’in yardımıyla Harry Voldemort’u yener. 3.yılında Harry Marge Dursley'in kendisini ve ailesini küçümsemesine dayanamamış ve evden kaçarak otobüsle Çatlak Kazan'a gitmiştir.Ardından Weasley'ler ve Hermione ile de karşılaşır.Bu arada, Sirius Black’in Azkaban’dan kaçtığını öğrenir. Bir süre sonra arkadaşları Hermione ve Weasley’ler de ona katılır. Harry, Bay ve Bayan Weasley’nin Sirius Black’in onu ölü istediğini söylediklerine kulak misafiri olur. Okula dönerken Harry ve arkadaşları trende yeni Karanlık Sanatlara Karşı Savunma öğretmeni olan Profesör Lupin ile tanışırlar. Tren aniden durur,ışıklar söner ve kapıda bir Ruh Emici belirir. Harry çığlıklar duyar ve bayılır. Çocuklar Hogwarts’da,Ruh Emiciler'in okulu Sirius Black’den koruduğunu öğreniler.  Hermione’nin kedisi Crookshanks Ron’un faresi Scabbers'i kovalayınca iki arkadaş arasında sürtüşmeye neden olur.Bu arada Sirius Black'in kaçısı herkesi korkutmaktadır.Harry,Ron ve Hermione onun izini bulmaya kararlıdır. Ron kayıp faresi Scrabbers'i Hagrid’in süt şişesinde bulur. Gerçek sonunda ortaya çıkar; Sirius Black, Harry’nin ailesine ihanet etmemiştir. Remus J.Lupin, bir kurt adamdır ve Profesör Snape ona dolunayda değişmemesi için iksir vermektedir. Harry, Sirius Black ve Remus J.Lupin’in }Peter Pettigrew’u öldürmelerini engeller. Çünkü babasının onların katil olmasını istemeyeceğini düşünmektedir. Her nasılsa, Peter Pettigrew serbest kalır ve Ruh Emiciler Sirius Black’i yakalar. Harry Patronus büyüsünü kullanarak Black’i kurtarır.Harry ve Hermione zaman kolyesini kullanıp Şahgaga’yı idamdan kurtarırlar. Şahgaga, Black’i güvenli bir yere götürür. Dumbledore da Harry’ye babasının onun içinde yaşadığını söyler.  Üçbüyücü Turnuvası için çekilen kurada hiç beklenmedik şekilde Harry'nin de adı çıkar.Okuldaki herkes ve Ron Harry'nin hile yaptığını düşünür.Ancak zaman geçtikçe Ron Harry'nin böyle bir şey yapmayacağını anlar ve görevlerinde yardımcı olur.Ron Yılbaşı balosu için Fleur Delacor'u davet eder, bunu
isteyerek yapmamıştır, Fleur bir Veela'dır ve Ron, Veela'lardan çok etkilenmektedir. Ancak kabul etmeyince Harry ile birlikte Padma ve Parvati Patil ile baloya katılırlar.Bu arada Ron Hermione'nin kimse davet etmediği için baloya gelmediğini düşünür ancak onu Viktor Krum ile görünce çok kıskanır.Turnuvadaki son oyunun ardından Barty Crouch Jr'un bir oyunuyla Kupa anahtar yapılarak Tom Riddle'ın Mezarlığına gelmelerini sağlamıştır. Harry Mezarlığın ne olduğunu anlamaya çalışırken Peter Pettigrew'un kucağında kötü durumda olan Voldemort'la karşılaşır,Cedric Digorry'i öldürür ardından Lord Voldemort'un geri dönmesi için büyü yapar. Yapılan kara büyü ile artık Lord Voldemort geri dönmüş olur. Oliver Wood 'un gidişiyle birlikte Gryffindor Quidditch takımının tutucusu eksilmiştir ve Ron seçmelerde Gryffindor Quidditch takımının tutucusu seçilmiştir. Ron 5. senesinde zorluklar çeken Harry'e destek olmaya çalışır. Hermione’nin Dumbledore’un Ordusu fikrini destekler.Okula yeni atanan Dolares Umbridge'den gizli büyü çalışmaları yaparlar.Ancak bir süre sonra gizlice çalıştıkları öğrenilir.Voldemort Harry'nin zihnine Sirius'un bakanlık binasında işkence gördüğüne dair yanlış görüntüler nakleder. Bunun üzerine Harry ve Dumbeldore'nin Ordusundan Hermione Granger, Ron Weasley , Ginny Weasley , Neville Longbottom , ve Luna Lovegood , Sirius'u kurtarmaya giderler. Öğrenciler, Voldemort'un ölüm yiyenler'i tarafından Esrar Dairesinde kurulan tuzağa düşerler. Zümrüdüanka yoldaşlığı üyeleri takviyesi zamanında yetişmesine rağmen, Sirius, kuzeni Bellatrix Lestrange tarafından öldürülür. Voldemort ortaya çıkar ardından Dumbledore ile düello yaparlar. Voldemort, Dumbledore ile olan düelloda sonuç alamayınca Harry'nin içine girerek işkence yapar. Dumbledore'un sözleriyle Harry kendine gelmeye başlayarak karşı gelmeye başlar. Bakan ve Seherbazlar aniden geldiklerinde ortadan kaybolur. Artık Voldemort'un döndüğüne inanmışlardır. Bunun sonucunda Harry ve Dumbledore aklanmış olurlar. Ron Quidditch seçmelerindeyken Hermione onun kazanması için Mclaggen'e büyü yapar. Ron, Ginny ile Dean'i öpüşürken görür ve kavga ederler, Ginny ona Hermione'nin Viktor Krum'u öptüğünü söyler, Ron çok sinirlenir. Hermione'yi kıskndırmak için Lavander Brown ile çıkmaya başlar. Ron onunla çıkıp her yerde öpüştüğünden, Hermione çok kızgındır ve ikisi de birbiri ile konuşmamakta kararlıdır. Ron ve Hermione birbirlerinden hoşlanmaktadır fakat belli etmeme çalışırlar. Bu arada Harry'nin Ginny'e olan ilgisi daha da artmıştır. Bir süre sonra Harry ve Ginny Weasley çıkmaya başlarlar.İlk başlarda Ron buna karşı çıksa da sonra kabullenir. Ron Weasley, Harry Potter'a Hortkuluk avında Hermione Granger ile birlikte yardım etmiş ama Harry ile Hermione arasında bir şeyler olduğunu düşünüp onları terk etmiştir. Harry onun en iyi dostu olmasına rağmen onu kıskanmakta ve hep geri planda kaldığını düşünmektedir. Geri döndüğünde Voldemort'un hortkuluklarından biri olan Slytherin madalyonunu Godric Gryffindor'un kılıcıyla yok etmiştir. Hortkuluk avı sırasında ekibini terk ettiği sıralarda, Voldemort'un adına tabu konduğunu, muggle kaçıranlara yakalandığı sırada o farketmiş ve ekibe döndüğünde Harry ve Hermione'ye çok büyük yardımları olmuştur.(Kitap ayrıntıları). Ron son savaşta Hermione ile birlikte Sırlar Odası'na gider. Orada hortkuluklardan Helga Hufflepuff'ın kupasını yok eder. Daha sonra Ron ev cinlerini kurtarmaları gerektiğini söylediğinde Hermione Ron'a sarılır ve öpüşürler. Ron 36 yaşındadır. Hermione Granger ile evlenmiş Rose ve Hugo adında iki çocukları olmuştur. Savaştan sonra Hermione’nin aksine Ron ve Harry, Hogwarts'a devam etmemiş ve sihir bakanlığı nda seherbaz olarak çalışmaya başlamışlardır. Bir süre sonra Ron buradan ayrılıp Fred'in ölümünden sonra yalnız kalan George ile birlikte Weasley Büyücü Şaka Dükkanını işletmeye başlamıştır. Ron 1 Mart 1980'de doğan Arthur ve Molly'nin 6. ve en genç erkek oğullarıdır. Ron Percy'den 5, Fred ve George'dan ise 2 yaş küçük, Ginny'den ise 1 yaş büyüktür. Ron ailesi ile birlikte Kovuk'ta yaşamaktadır. Altı kardeşi olan Ron her zaman büyüklerinin eskilerini kullanır ve herhangi bir konuda ilk olması mümkün değildir. Bill Weasley'nin cüppesini, Charlie Weasley'nin eski asasını ve Percy Weasley'nin eski faresini sahiplenir. Aslında o fare bir animagus olan Peter Pettigrewdir. Ron faresiz kalmıştır ve bu yüzden Sirius Black ona Pigwidgeon adında bir baykuş hediye eder, çünkü Ron'un bir faresi olmamasının kendi suçu olduğunu söylemiştir. Baykuşa Ginny Weasley Pigwidgeon adını takmıştır ve kısaca Pig demektedir. 5. kitapta aldığı süpürgesi ve baykuşu dışında sahip olduğu şeyler hep ikinci eldir. Ron'un ağabeyleri Percy, Bill ve Charlie Hogwarts'tan mezun olmuşlardır. Fred ve George ise ikizdir ve hala okuldadır. En küçük kardeş olan Ginny Weasley de Hogwarts'taki ikinci yıllarında okula başlar. Fred ve George 7. ve son yıllarında büyük bir kutlamayla Hogwarts'tan ayrılmıştır. Weasley ailesi Harry Potter serisindeki safkan büyücü ailelerinden biri. Ottery St.Catchpole’un yakınlarındaki bir kasabada Kovuk adındaki 3-4 katlı ve köhne bir evde yaşarlar. Hepsi de kızıl saçlı olan aile bireyleri; baba Arthur, anne Molly, ağabeyler Bill, Charlie, Percy, ikizler Fred ve George, Ron ve en küçükleri olan tek kız Ginny’den oluşur. Charlie, Romanya’da ejderhalarla uğraşmakta, Bill ise Mısır’da büyücü bankasında görev yapmaktadır. Percy, Hogwarts'ı yeni bitirmiş ve Sihir Bakanlığı'nda Barty Crouch'un yardımcısı olmuştur. Fred ve George ise ailenin el çabukluğu ile bilinen üyeleridir. Ginny, ailedeki tek kız çocuktur. Fakir bir aile olmalarına rağmen tüm çocuklar Hogwarts’ta okumaktadır. Ailenin tamamı büyücüdür. Fakat Molly Weasley'in muhasebeci olan küçük kuzeni büyücü değildir ve ondan aile içinde hiç söz edilmez . Aile Kovuk adı verilen evde yaşamaktadır. Lord Voldemort Lord Voldemort, J.K. Rowling tarafından yazılmış Harry Potter serisinin ortaya çıkma nedeni olan kurgusal karakter. Lord Voldemort aynı zamanda sadece Safkan Büyücü Irkından olanların Büyü Dünyasında yaşamasına izin veren Safkan Rejimi Hareketinin Lideridir. Tüm zamanların en korkunç ve kötü büyücüsüdür, sihir dünyasına korku saçan Lord Voldemort'un Albus Dumbledore haricinde korktuğu ve yenemeyeceği kimse yoktur. Kendisi belirli zaman aralığındaki birçok ölümün başlıca nedenidir. Lily ve James Potter`ı öldürdüğünde, Harry Potter'ı da öldürmeye çalışır, ama gönderdiği ölüm laneti Avada Kedavra, Harry`nin alnından geri teperek çarptığı Karanlık Lord'u ölümcül derecede zayıflatır. Lord Voldemort kaçar ve sihir dünyası üzerinde kurduğu baskı kalkar. Karanlık Lord ve Ölüm Yiyen'ler denen yakın destekçileri, büyücüler ve muggle'lar dünyasında birçok işkence ve cinayetin sorumlusudur. Safkan bir anneden ve muggle bir babadan doğma bir melezdir. Annesi onu bir muggle yetimhanesinde doğurur ve ismini koyduktan sonra hemen ölür. Gerçek adı Tom Marvolo Riddle'dır. Voldemort ise bu isimden anagramdır. Yatakhane görevlilerince "tuhaf çocuk" diye tanımlanmıştır. Yatakhanedeki diğer çocukların başına Tom'la tartışırlarsa tuhaf olaylar gelmektedir. Tom yani Voldemort çocukluğunda da insanları korkutmuş, zorbalık yapmış ve hatta kendi deyimiyle "cezalandırmış" tır. Sinsi bir çocuktur, yaptıkları asla kendisiyle ilişkilendirilemez. Çoğu büyücünün yapamadığı şeyi başarmış, çok küçükken bile sihir gücünü fark edip insanlar üzerinde kullanmaya hatta onların canlarını yakmaya başlamıştır. 11 yaşında Albus Dumbledore tarafından Hogwarts'a davet edilir. Hogwarts'ta Slytherin binasına yerleştirilir, bilgiye açtır, ölümsüzlüğün sırlarını arar, ve bu uzun yolda herkesten daha fazla ilerler. Okula geldiği günden itibaren ailesini araştırır, özellikle babasının güçlü bir büyücü çıkmasını bekler. Uzun süren araştırmalardan sonra annesinin safkan babasının ise annesini daha hamileyken terkeden Tom Riddle adında bir muggle olduğunu anlar, babasını ve babası ile yaşayan büyükannesi ve büyükbabasını da öldürür. Böylece değersiz Riddle soyadını bitirir. Kendi adını değiştirir. Tom Marvolo Riddle, okulda çok yakışıklı, çok yetenekli, çok çalışkan ve çok zekidir, örnek öğrenci olarak lanse edilir, Albus Dumbledore hariç bütün öğretmenler ve öğrenciler ona hayrandır. Kısa zamanda öğrencilerden oluşan bir grup müridi olmuştur ve bu kişiler ilk ölüm yiyenleri oluşturmuştur. Okuldan sonra ölümsüzlüğe giden çalışmalarında karanlık sanatlara öyle bir gömülmüştür ki türlü değişimler geçirmiştir, daha az insani bir hale bürünmüştür. Dumbledore, Voldemort'un kendisinin asla edinemeyeceği güçlere sahip olduğunu söyler. Hakkında en çok bilgi aldığımız kitaplar; ergenlik dönemlerinin anlatıldığı, Karanlık Lord'un henüz Tom Marvolo Riddle olduğu Harry Potter ve Sırlar Odası (1998) kitabı ile doğumunun, çocukluğunun, yakışıklı Tom'a ve Tom'dan da kana susamış Karanlık Lord Voldemort'a dönüşmesinin anlatıldığı Harry Potter ve Melez Prens (2005)'tir. J.K. Rowling bu bilgileri Harry ile Dumbledore arasındaki uzun konuşmalarda sunmuştur. Anne tarafından Salazar Slytherin'in soyundandır. Ve efsanevi Slytherin'in varisidir. Hikâyeye göre; Lord Voldemort dünyâya Tom Marvolo Riddle olarak 31 Aralık 1926'da, Londra'daki bir yetimhânede gelmiştir. Tom, Merope Gaunt adında safkan bir cadıdan ve Tom Riddle adında bir Muggle'dan doğmuştur. Merope, güçlü ve ünlü büyücü Salazar Slytherin'in soyundandır. Dumbledore'a göre, Merope çok yakışıklı olan Tom Riddle'ı kendisine bağlayabilmek için ona aşk iksiri verir ve bu iksirin yardımıyla Tom, Merope'yi de alarak uzaklara gider ve yine Dumbledore'a göre, Merope, hamile kaldıktan sonra Tom'un da onu sevdiğine inanmaya başlar ve Tom'a aşk iksiri vermeyi bırakır. Artık iksir almayan Tom, karısını ve doğmamış çocuğunu reddederek onlardan kaçar. Merope'nin kocasına olan inancı yok olur. Kalbi kırılan Merope, kendi hayatını kurtarmak için bile asasını kaldırmaz ve bebeğini doğurduktan çok kısa bir süre sonra aynı yetimhanede ölür. Küçük çocuk hayatının ilk 11 yılını bu yetimhanede
geçirir. Daha küçükken kendindeki sihirli güçlerin farkına varır -özellikle psikokinezi ve olağanüstü duygusuzluk- Dumbledore onu bulup Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu'na gelmesini teklif eder. Sonraları, Riddle kendini mükemmel bir öğrenci olarak lanse eder. Ama aynı zamanda çok sert ve kendini kızdıranlara zorbalık etmekten çekinmeyen biridir. Riddle, 5. sınıfta başkanlık yaptığı yıl efsanevi Sırlar Odası' nın kapısını açar ve genç öğrencilerden Mızmız Myrtle'ı öldüren Basiliski serbest bırakır. Okulun saldırılar yüzünden kapanacağını öğrenince bu suçu Rubeus Hagrid'in üzerine atar. Sonra öğrencilik hayatını sorunsuz bir şekilde tamamlar. Önce o zamanki müdür olan Armando Dippet'a öğretmen olup olamayacağını sorar ve o da daha çok küçük olduğunu söyler ve birkaç yıl sonra bir daha gelip sormasını ister. O da bunun üzerine öğretmenleri inanılmaz derecede şaşırtarak Borgin&Burkes'ta satış elemanı olarak çalışmaya başlar (Borgin&Burkes, karanlık sanatlarla ilişkili nesneler satan bir mağazadır). Daha sonraları kendine Lord Voldemort takma ismini takar. Yakın takipçileri artık onu bu adla çağırırlar. Bir yıl sonra, okuldaki 6. yılında, Voldemort babasını ziyarete, Little Hangleton'a gider. Aynı zamanda büyük babası, annesi ve dayısının yaşadığı eski eve de gider. Geriye hayatta sadece dayısı Morfin Gaunt kalmıştır. Voldemort, dayısının asasını çalıp öz babasını öldürür ve dayısının zihnindekileri değiştirir ve suçu kendisinin işlediğini itiraf etmesini sağlar. Morfin, Azkaban'da bu suçu işlemenin verdiği büyük gururla ölür. Mezuniyetinden sonra o zamanın okul müdürü olan Profesör Armando Dippet'a Karanlık Sanatlara Karşı Savunma öğretmenliği yapmak için teklifte bulunur. Fakat Müdür onu geri çevirir ve birkaç yıl sonra tekrar başvurmasını söyler. Hemen akabinde öğretmenlerinin çok daha iyi şeyler beklediği Riddle, Borgin ve Burkes adında Karanlık Sanatlarla ilgili eski eserlerin satıldığı bir dükkanda satış elemanı olarak çalışmaya başlar. Kısa bir süre sonra ortadan kaybolur. Hepzibah Smith adında yaşlı bir kadını, iki sihirli eski eseri alabilmek için öldürmüştür. Bu eserler Salazar Slytherin'e ait olan bir madalyon ve Helga Hufflepuff'a ait olan bir kupadır. Muggle ailesini öldürdüğünde yaptığı gibi bu kez de suçu Hepzibah Smith' in evcini Hokey'in üzerine atar. Riddle ortadan kayboluşundan sonra tamamen Karanlık büyüye dalar. Kendini ölümsüzleştirebilmek için adına 6 tane Hortkuluk yapar. Hortkuluk yapmak isteyen kişi her insan öldürdüğünde ruhu parçalanır ve parçalanmış kısmını karanlık büyüyle değerlendirip nesnelere saklamasıyla hortkuluk yapmış olur. Bu nesneler; kendi okul günlüğü, Marvolo Gaunt'un yüzüğü, Salazar Slytherin'nin madalyonu, Helga Hufflepuff'ın kupası, yılan Nagini ve Rowena Ravenclaw'ın diademidir. Ve ayrıca Son kitaba göre Voldemort istemsizce Harry Potter'ı 7. Hortkuluğu yapmıştır. On yıl sonra ortaya çıktığında tüm bu işlemlerden dolayı korkunç şekilde Lord Voldemort'a evrimleşmiştir. Voldemort tekrar okula döner ve bu kez okul müdürü olan Albus Dumbledore'e Karanlık Sanatlar öğretmeni olabilmek için teklifte bulunur. Dumbledore onu geri çevirir. Çünkü Dumbledore, Voldemort'un okuldaki öğrencilere gücünü gösterebilmek ve Hogwarts'taki başka değerli eserleri bulabilmek amacıyla dönmek istediğinden şüphelenmektedir. Ve şüphesi doğrudur. İş istediği gece Rowena Ravenclaw'ın Diademini oraya saklamıştır. 1970 yılında Voldemort ve Ölüm Yiyenleri devlerle birlikte büyücülük dünyasında terör estirmeye başlarlar. Safkana takıntısı olan Voldemort Muggle doğumlu büyücüleri ortadan kaldırmak için onlara saldırır. Sonunda Voldemort ırk ayrımı yapmaksızın kendisine karşı olan herkesle; gözdağı vermekten, işkence etmekten ve öldürmekten kaçınmaksızın savaşmaya başlar. Voldemort bir grup ölüm yiyeni ile birlikte, Sihir bakanlığına sızabilmek için bakanlık çalışanlarına Imperius laneti (yapılan kişiyi kontrol altına alan affedilmeyen lanet) yaparlar. Korku, panik ve umutsuzluk tüm büyücü dünyasına yayılmışken, Dumbledore, Zümrüdüanka Yoldaşlığını kurar. Yoldaşlık İngiltere'nin en iyi seherbâzlarından ve saygın büyücülerinden oluşmuştur. Yoldaşlık, Voldemort'u ve yandaşlarını yakalayabilmek ya da öldürebilmek için durmaksızın çalışır. 1980'e kadar Sihir Bakanlığı ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı tarafından durdurulamayan Voldemort ve yandaşları, neredeyse tüm büyücülük dünyasını ele geçirmek üzeredir. Fakat Voldemort, tüm bunları kaybetmesine neden olan bir hata yapar. Bir gece Dumbledore, Hogsmeade'deki Domuz Kafası'nda, kehanet öğretmeni olarak işe almak için Sybill Trelawney ile bir görüşme yapar. Dumbledore kadından etkilenmemiştir, ta ki Trelawney'nin birdenbire gerçek bir kehanette bulunana kadar. "Karanlık Lord'u altedecek güce sahip olan geliyor... ona üç kez karşı çıkmış olanlardan, yedinci ay ölürken doğacak... ve Karanlık Lord bu erkek çocuğu kendi dengi olarak işaretleyecek, ama o, Karanlık Lord'un bilmediği bir güce sahip olacak... ve ikisinden biri diğerinin elinde ölecek, çünkü diğeri varlığını sürdürürken ikisi de yaşayamaz... Karanlık Lord'u alt edecek güce sahip olan, yedinci ay ölürken doğacak..." Genç ölüm yiyen Severus Snape kehanete kulak misafirliği yapar. Fakat kehanetin "..".Karanlık Lord bu erkek çocuğu kendi dengi olarak işaretleyecek.".." kısmını duyamaz. Dumbledore Snape'yi fark ettiğinde, Snape Voldemort'un hayatını değiştirecek bu eksik bilgiyle birlikte kaçar. Voldemort kehanetin haberini Snape'den aldıktan sonra kehanetin Longbottom ya da Potter ailesinden bahsettiğinin farkına varır. Her ikisi de Temmuz ayının sonunda doğacak çocukları vardır. Her ikisi de ailesi Zümrüdüanka Yoldaşlığındadır ve Voldemort'un elinden üç kez ucu ucuna kurtulmuşlardır. Voldemort kehanetin Harry'den bahsettiğine karar verir. Saf kan olan Neville'i değil, belki de kendinden bir şeyler bulduğu melez Harry'i seçer. Voldemort Potter'ları öldürmeye niyetlenir, fakat Snape buna karşıdır, çünkü çocukluğundan beri komşusu Lily Evans'a (Lily Potter)'a aşıktır. Snape, kaçıp Dumbledore'a Voldemort'un planını anlatır. Dumbledore, Potter'ları evlerini bir sır tutucu ile gizlemeleri konusunda uyarır. James Potter sır tutucusu olarak Sirius Black'i düşünmektedir fakat son anda Sirius, blöf yapmak için daha az dikkat çektiğini düşündüğü Peter Pettigrew'in sır tutucusu olması teklifinde bulunur. Beklenmedik şekilde Peter Pettigrew'in Voldemort'a katılıp Ölüm Yiyen olmasıyla Potter'ların sırrını Voldemort öğrenir. Voldemort doğruca Godric's Hollow'a, kendisinin düşüşüne neden olacağını düşündüğü çocuğu, Harry Potter'ı öldürmeye gider. Voldemort James Potter'ı hemen oracıkta öldürür. Fakat sonra ölümcül bir hata yapar, Harry'nin annesine kenara çekilmesini söyler fakat Lily son ana kadar Harry'i sevgi ile korur. Voldemort Lily'i öldürmek istemez fakat teklifini reddedince onu da öldürür. Sonra Voldemort, ölümcül lanetini yapar fakat koruma sayesinde büyü çocuğa çarpıp Voldemort'a geri döner, vücudunu ve evin bir bölümünü yok eder. Geri tepen büyü onu hayatta bırakır ama bir hayaletten faksız olarak. Hortkulukları ölümünü engellemiştir. Voldemort tarafından bilinmese de Dumbledore'un tahminlerine göre Voldemort'un bazı güçleri bu olay esnasında Harry'e geçer. Bu dikkatsizlik Harry'i Voldemort'un bir Hortkuluğu haline getirir onun güçlerini barındırmasını sağlar; örneğin yılanlarla konuşma yeteneği. Gücü ve bedeni yok olan Voldemort yalnızca hayvanların bedenlerinde yerleşebilir özellikle de yılanların. Fakat bedenleri ele geçirilen hayvanların ömürleri kısalır. Voldemort Arnavutluk'taki karanlık ormana sığınır ta ki orada karşılaştığı Profesör Quirrell'in bedenine yerleşene kadar. Voldemort böylece İngiltere'ye geri döner, gücünü ve bedenini geri alma planlarına başlar. Fakat Felsefe Taşı'nı çalma girişimi Hogwarts'ta Harry Potter tarafından durdurulur. Harry'nin üzerinde annesi Lily'nin sağladığı koruma büyüsü olduğundan dolayı Quirrell ona dokunamaz ve oracıkta ölür, Voldemort ise tekrar bedensiz olarak kaçar ve Arnavutluk'taki ormana geri döner. İki yıl daha ormanda saklanan Voldemort, sonunda bir Ölüm Yiyen olan Peter Pettigrew (Kılkuyruk) tarafından bulunur. Voldemort kısa bir süreliğine zayıf bir bedene kavuşur. Bu arada Kılkuyruk'un getirdiği Bakanlık cadısı Bertha Jorkins'ten Üçbüyücü Turnuvası'nı öğrenir. Deli Göz Moody kılığında Hogwarts'a soktuğu ölüm yiyeni(Barty Crouch Jr) sayesinde Harry Potter'ın Turnuvaya katılmasını ve Üçüncü Görevde kupaya dokununca yanına gelmesini sağlar. Harry ile birlikte gelen Cedric Diggory'yi öldürtür. Tom Riddle (babasının)'ın kemiğini, Kılkuyruk'un etini, Harry'nin kanını alır ve tekrar bedenine kavuşur. Ardından Harry ile düelloya başlarlar. Fakat asaları aynı anka kuşunun(Fawkes) telekleri yani kardeş olduğu için kenetlendiğinden Priori İncantatem olur ve Harry kaçar. Voldemort, geri dönüşünün bilinmemesi için en başta büyücü dünyasına herhangi bir müdahelede bulunmaz. Fakat Harry Potter'ı öldürememesinin nedenini bulmak istemektedir. Bunun cevabının Trelawney'in kehanetinde olduğunu düşünür. Bu arada Harry'in zihnine girebildiğini fark eder ve Harry'in kehaneti oradan alması için zihnine sahte görüntüler yerleştirir. Harry kehaneti alınca ortaya çıkar. Fakat kehanet kırılır. Kehaneti elde edemeyen Voldemort Harry'i öldürmek ister fakat Dumbledore gelir ve düelloya başlarlar. Voldemort kaçar fakat Bakanlık artık Voldemort'un döndüğünü bilmektedir. Bu durum üzerine Voldemort geri döndüğünü kanıtlamak istercesine eylemlere başlar. Bakanlık bu konuda çaresiz kalır. Fakat Voldemort'un büyük bir isteği vardı: Dumbledore'un ölümü. Bunun için Draco Malfoy'u görevlendirir, fakat Dumbledore'un emri ile Snape Dumbledore'u öldürür. Harry yardım etmek ister ama Dumbledore onu donmuş bir hale getirir. Fakat herkes artık Snape'i Voldemort'un tarafında zannetmektedir; Harry de dahil. Harry Snape'in peşine düşer ve Snape ona Melez Prens'in kendisi olduğunu söyler. Ağustos 1997'de Ölüm Yiyenlerle birlikte Sihir Bakanını öldürür ve kuklası durumundaki Pius Thicknesse'yi
Sihir Bakanı ilan eder. Bundan sonra sadece önünde tek engel kalmıştır: Harry Potter. Onu bulmak için onu Dumbledore'u öldürmekle suçlayarak hem Harry'yi sevenlerin güveninin sarsılmasını sağlamış, hem de artık her ölüm yiyen tarafından aranmasını sağlamıştır. 2 Mayıs 1998'de, Harry Potter'ın Hogwarts'da olduğunu ve hortkuluklarının(ruhunun bir parçasını bedenden ayırarak bir yerleştirildiği cisim) peşinde olduğunu ve çoktan 3 Hortkuluğunu yok ettiğini öğrenir. Harry Potter'ı almak amacıyla görkemli bir orduyla Hogwarts'a gelir ve Hogwarts'takilerden Harry Potter'ı vermelerini ister. Ancak Hogwarts'takiler evet anlamında hiçbir harekette bulunmazlar. Bunun üzerine orduya şatoya saldırma emrini verir ve kendisi ilk etapta Hogwarts Savaşı'na katılmaz. Hogwarts'takilere direnişleri zayıflayınca barış teklif eder ve tekrar Harry Potter'ı ister. Tam tekrar saldıracakken Harry Potter teslim olur ve Voldemort ona Avada Kedavra lanetini yapar. Ancak bu Harry'yi öldürmez, tam tersine Voldemort'un Harry'nin içindeki ruhunun yok olmasını sağlar. Harry ona Dumbledore'nin verdiği Diriltme Taşı ile hayata geri döner fakat ölü numarasına devam eder. Voldemort Harry'nin ölü bedenini diğer öğrencilere göstermek amacıyla onu şatoya götürür. Herkese Harry'nin cesedini sunarken, Harry tekrar ayaklanır ve savaş tekrar başlar. Voldemort ile Harry kavga halindeyken, Neville Longbottom "Nagini" isimli yılanı, yani Voldemort'un son hortkuluk'unu öldürür. Böylece Voldemort tek başına kalır. Mürver Asa'nın aidiyeti Harry'nin olduğu için, Voldemort'un yaptığı Avada Kedavra laneti ters teper ve Voldemort ölür. Harry Potter kitaplarındaki diğer bazı kahramanların isimleri gibi, ""Voldemort"" ismi de Fransız orijinlidir. "Vol" kelimesinin eşsesli olarak "uçuş" ve "hırsızlık" anlamlarına geldiği düşünülürse, ""Vol de mort"", kullanımına göre "ölüm uçuşu" veya "ölüm hırsızlığı" anlamına gelir. Ayrıca "ölümden uçuş" veya "ölümden çalma" şeklinde de çevrilebilir, ki bu Voldemort'un ölüm korkusu ve ölümsüzlük arayışı göz önünde bulundurulursa anlamlı olur. Voldemort ölümsüzlüğünü hortkuluk adlı varlıklardan alır. J.K. Rowling kişisel olarak Voldemort'u Fransızca bir kelime gibi okur, son harf t'yi yutarak. "Tom Marvolo Riddle" isminin harfleri değiştirilerek "I am Lord Voldemort" oluşuyor. Bunun yanı sıra J.K. Rowling'in kitapta kullandığı angramdan dolayı ismin birçok dildeki çevrimi de zorlaşmıştır. Evin ismi ilk defa Harry Potter ve Melez Prens adlı kitapta geçmiştir. Tom Marvolo Riddle'ın (Lord Voldemort) büyükbabası Marvolo Gaunt, dayısı Morfin ve annesi Merope Gaunt'un eskiden Little Hangleton'da yaşadığı evdir. Voldemort buraya kendi hortkuluğu olan Marvolo Gaunt'un yüzüğünü saklamıştır. Harry ve Dumbledore ise bu evi 6. kitapta düş selinde izlediği anılarda ziyaret etmişlerdir. Merope Gaunt; Marvoldo Gaunt'un kızıdır. Sürekli babasının baskısının altındadır. Bunun nedeni babasının onun Salazar Slytherin'in soyuna yakışmadığını düşünmesidir. Çünkü Merope bazı Muggle'lara ilgi duymaktadır. Hatta "Muggle Tom Riddle"a aşık olmuştur. Babasının baskısı yüzünden Merope var olan sihirsel yeteneklerini gösterememektedir. Ancak babası tutuklanıp Azkaban'a gönderildikten sonra bu yeteneklerini ortaya çıkarmıştır. Yıllardır aşık olduğu Tom Riddle'a aşk iksiri vermiş ve onunla kaçmıştır. Bir süre sonra yani hamile kaldığında Tom Riddle'ın da ona aşık olmuş olabileceğini düşünmüş ve aşk iksiri vermeyi kesmiştir. Ama Merope yanılmıştır. Tom, Merope hamile olmasına rağmen onu bırakmış gitmiştir. Merope bu acının üstüne tekrar sihir yapamaz hale gelmiş ve ileride Lord Voldemort olacak çocuğu bir yetimhanede doğurup hemen ardından ölmüştür. Ölmeden önce söylediği şeyler çocuğun babasına benzemesini istemesi ve adının Tom Marvolo Riddle olmasıdır. Morfin Gaunt, Marvoldo Gaunt'un oğludur. Ayrıca Karanlık Lord Voldemort adıyla bilinen Tom Marvolo Riddle'ın dayısıdır. Voldemort doğmadan önce Voldemort'un Muggle babası Tom Riddle'a saldırmıştır. Serinin 6. kitabında ortaya çıkmıştır. Ayrıca Lord Voldemort gelip dayısını da sersemletmiştir ve dayısının asasıyla baba tarafının hepsini öldüren lanetle öldürmüştür. Sonra dayısının zihnine sahte anılar koymuştur. Morfin Azkaban'da ölmüştür. Tom Riddle Sr, Küçük Hangleton'da yaşayan zengin bir Muggle'dır. Merope Gaunt'un yaptığı aşk iksirlerinin etkisine girerek Merope Gaunt ile evlenmiştir. Bir de çocuğu olmuştur. Daha sonra Merope, aşk iksiri vermeyi bırakınca eşi ve çocuğunu bırakmıştır. Çocuğu Tom Marvolo Riddle ise büyüyünce tarihin en karanlık büyücüsü olur ve adını Lord Voldemort yapar. Tom Riddle Sr, nüfuzlu ve zengin bir ailenin çocuğudur. Oldukça yakışıklı biri olarak betimlenmiştir. Babası Thomas Riddle, annesi Mary Riddle'dır. Büyük bir köşk olan Riddle evinde yaşamaktadır. Frank Bryce adında bir de bahçıvanları vardır. Salazar Slytherin'in soyundan gelen fakir bir ailenin kızı olan Merope Gaunt, Tom'a aşık olmuştur ve gizlice onu izlemektedir. Tom ise onu sevmemektedir. Babası Marvoldo Gaunt ise onun bir Muggle ile evlenmesine ve asil atalarının soyunu kirletmesine asla onay vermemektedir. Merope'nin abisi Morfin Gaunt ise Tom Riddle Sr'a saldırır ve suçu yüzünden Sihir Bakanlığı'na duruşmaya çağrılır. Bu olaydan sonra Tom, Merope'nin ailesinden iyice nefret etmeye başlar. Merope, Tom Riddle Sr'a aşk iksiri yapar ve böylece kendine aşık eder. Beraber kaçarlar ve bir çocukları olur. Adını Tom Riddle koyarlar. Aşk iksirinden dolayı öylesine aşıktır ki, Merope onun gerçekten aşık olduğunu düşünür ve aşk iksiri vermeyi bırakır. Aşk iksirinin etkisinden çıkınca Tom Riddle Sr eşi ve doğmamış çocuğunu bırakıp kaçar. Merope ise daha sonra çocuğunu doğururken ölür. Çocukları Tom Riddle, kan saflığına büyük önem veren biridir. Babasının aslında bir Muggle olduğunu ve annesini terk ettiğini öğrenir ve bundan utanç duyar. Riddle evine gider, babası Tom Riddle Sr'ı, büyükbabası Thomas Riddle'ı, büyükannesi Mary Riddle'ı öldürür, Morfin Gaunt'un hafızasını değiştirir ve suçu ona atar. Morfin Azkaban'a atılır. Marvoldo Gaunt'un yüzüğünü de Morfin'den çalar. Albus Dumbledore, Morfin'e uzun bir süre Zihnefend uygular ve gerçeği öğrenir. Morfin'in adını temize çıkarmaya çalışır fakat Morfin Azkaban'da ölür. Öldüğünde hala Muggle akrabalarından kurtulmanın gururu içerisindedir. Oğlu Tom Riddle, yetimhanede büyür ve görünüş açısından babası kadar yakışıklıdır. Babasından nefret eder ve nitekim sonradan onu öldürür. Büyüyünce ise tarihin en karanlık büyücüsü olur. Severus Snape Severus Snape (9 Ocak 1960 - 2 Mayıs 1998), J.K. Rowling tarafından yazılmış Harry Potter serisinin bir karakteridir. Sıska, soluk yüzlü, kanca burunlu, omuzlarına kadar inen yağlı saçları ve siyah cübbesiyle besili bir yarasaya benzer. Snape ile ilgili en eski bilgilerin başına dönersek, Hogwarts'a geldiğinde kara büyü konusunda öğretmenlerden bile fazla bilgisi olduğunu ve çok istediği Slytherin'e seçildiğini belirtmemiz gerekir. Zaten Slytherin'in bu özelliğinden dolayı okul döneminde kurulan çetenin hemen hemen bütün üyeleri sonunda Ölüm Yiyen olmuştur. Fakat Voldemort'un düşüşünden hemen önce saf değiştirerek Albus Dumbledore için casusluk yapmıştır. Okuldan sonraki yaşamıyla ilgili ayrıntılar ise bilinmiyor. Bir dönem Lord Voldemort'un yandaşlarına katılmış da olsa da daha sonra Voldemort'un Lily Potter'ı öldürmesinden sonra taraf değiştirmiş,1981 yılında Hogwarts'a dönüp İksir Uzmanı ve Slytherin'in Bina Başkanı olmuştur. Aslında gözü Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersindedir. Bu dersin öğretmeni olan Remus J.Lupin'le çocukluktan beri rekabet içindedir. Snape, James Potter, Lily Evans, Sirius Black, Remus Lupin ve Peter Pettigrew'la aynı dönemdendir. Aslında Snape'e James'in Çapulcu Grubu'nda en az bulaşan Remus Lupin'dir, bu yüzden Snape James ve Sirius'tan ettiği kadar nefret etmez. Severus, Hogwarts Ekspresi'nde ilk karşılaştıkları günden beri James ve Sirius'a düşmandır, James'in grubu tarafından devamlı aşağılanır, hatta James ona "Sümsükus" (Snivelly) lakabını takmıştır. Buna rağmen Snape James'e hayatını borçludur, çünkü Remus' un dolunay dönemlerinde nereye gittiğini merak eden Snape, Sirius'un tüyosu üzerine Remus'u takip etmeye kalktığı vakit James tarafından kurtarılmıştır, çünkü Remus Lupin bir kurtadamdır, dolunay zamanlarında kimseye zarar vermemek için Şamarcı Söğüt'ün altındaki gizli geçitten Bağıran Baraka'ya gider ve dönüşümünü orada tamamlar. Sirius'un planı sonuca ulaşsaydı Snape, Remus Lupin'in kurtadam formuyla karşılaşacak, muhtemelen de saldırıya uğrayacaktı. Ayrıca Snape, Lupin'in Hogwarts'taki öğretmenlik döneminde ona kurtadam dönüşümünde daha az zorlanması için iksir hazırlar. Okulun ilk yılında Profesör Quirrell'in Lord Voldemort için çalıştığını ilk kez o gündeme getirmiştir. Quirrel unicorn kanı sayesinde Voldemort'la aynı vücudu paylaşmaktadır, Quidditch maçında Quirrel Harry'e süpürgesinden düşebilmesi için lanet okur ancak Snape'in karşı büyüsü sayesinde amacına ulaşamaz. Dördüncü yılın sonunda ise, Dumbledore hariç hiç kimse, Harry'nin Voldemort'un geri döndüğü iddialarına inanmazken, o Harry'ye arka çıkmıştır. Bunun sebebi; kendisi eski bir ölüm yiyendir ve koluna tüm diğer ölüm yiyenlere olduğu gibi Karanlık Lord tarafından bir Karanlık İşaret dağlanmıştır. İşaret, Karanlık Lord'un ölüm yiyenleriyle iletişim yoludur, ve giderek belirginleşmesi Karanlık Lord'un dönüşüne delalettir. 1997 yılında Hogwarts'ta Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersinin öğretmeni olarak uzun zamandır beklediği fırsatı yakaladı. Eğitim dönemi başlamadan önce Draco'nun annesinin Snape'in evi olan Spinner's End'de verdiği Bozulmaz Yemin nedeniyle bütün bir yıl boyunca Draco Malfoy'un arkasını kolladı. Profesör Trelawney'in Dumbledore'a anlattıklarını kapı arkasından dinleyerek duyduklarını Voldemort'a aktarmıştı. Böylece Voldemort'un Lily ve James Potter'ı öldürmesine neden olmuştu. Daha sonra Dumbledore'u yaptığından duyduğu pişmanlığı ve Ölüm Yiyenler ile birlikte olmadığını maral şeklindeki patronusuyl
a inandırmıştı. Dumbledore'un ona sonsuz bir güveni vardı. Safkan bir anne ile Muggle bir babadan doğmasından dolayı Voldemort gibi Snape de utanç duyuyordu. Her ne kadar çatal dili konuşamasa da Karanlık Sanatlara karşı duyduğu ilgiyi hiç saklamamıştı. Dumbledore'u okulun en yüksek kulesi olan Astronomi Kulesi'nin girişinde öldürüp Draco'nun görevinin Dumbledore'u öldürme dışındaki görevini başarı sağlamasıyla birlikte birkaç ölüm yiyenle beraber Hogwarts'dan kaçtı. Ama son kitapta, Snape'in aslında çocukluğundan beri Lily Evans'a (Harry Potter'ın annesi) aşık olduğu, Lord Voldemort'un LilyLily Evans Evans'ı öldürmeyi planladığını öğrendikten sonra Dumbledore'a Lord Voldemort hakkında gizli bilgiler verdiği, Harry'i okul başladığından itibaren Dumbledore ile beraber korumaya başladığı ortaya çıkmıştır. Harry bunu Snape ölmeden kısa süre önce yanına gelip onun gözünden döktüğü anısını bir şişeye döküp Düşünseli 'ne döktüğünde öğrenmiştir. Dumbledore üzerinde lanet bulunan Hortkuluk'lardan birini zaafa kapılıp taktığı için Hortkuluk'un lanetinden etkilenir ve çok kısa bir ömrü kalır. Ölüm Yiyen'lerin elinde ölmektense planlayarak ölmeyi seçer ve Snape'le beraber kendi ölümünü planlar. Snape Dumbledore'un isteği üzerine onu öldürmüştür. Bu sayede Snape'in Voldemort'un tarafında olduğuna inanılmasına katkıda bulunmuştur ve Dumbledore'un Snape'e bile söylemediği gizli planına yani Mürver Asa'nın Dumbledore'dan sonra sahipsiz kalmasına bilmeden yardım etmiştir. Ancak işler ne Dumbledore'un ne de Karanlık Lord'un umduğu gibi gitmemiş ve asa Severus Snape'i sahibi olarak da kabullenmemiştir çünkü kehanet mürver asanın sahibi, eski sahibini öldüren olur değil, Mürver Asa'nın sahibini kim silahsız bırakırsa, Mürver Asa'nın yeni sahibi o olur şeklindedir. Astronomi kulesinde Severus Snape, Albus Dumbledore'u öldürmüştür fakat Mürver Asa'yı Dumbledore dan alan Draco Malfoy'dur. Harry Potter da, Draco Malfoy'u Malfoy'ların evinde silahsız bıraktığı için, Mürver Asa'nın son sahibi Harry Potter olmuştur. Son kitapta Lord Voldemort'un yılanı Nagini tarafından Voldemort'un emriyle öldürülmüştür. Karanlık Lord emri vermeden önce ona en sadık hizmetkarlarından biri olduğunu, ancak asanın tam anlamıyla itaati için ve haliyle Potter'a karşı etkili olabilmesi, asayı kendisiymiş gibi hisssedebilmesi için onu öldürmesi gerektiği, Dumbledore'un planını bozması gerektiğini söylemiş ve çatal dilinde, büyülü bir kafes içerisinde korunmakta olan Voldemort'un kalan son hortkuluğu Nagini'ye "öldür" demiştir. Yazar, böylesine ciddi ve sert mizaçlı bir karaktere Severus Snape adını verirken, Fransızca çok ciddi, sert, cezalandırıcı gibi anlamlara gelen "severe" kelimesinden esinlenmiştir. Ayrıca antik yunanda Serverus kötü tanrıdır. Özel büyüsü Sectumsempra'dır. Ayrıca yetkin bir Zihnefendar'dır. Tobias Snape, J.K. Rowling tarafından yazılmış Harry Potter serisinin karakterlerindendir. Harry Potter karakteri Severus Snape'in babası, Eileen Prens'in kocası. Snape gibi kanca bir buruna sahip. Hermonie yaptığı çok küçük çaplı araştırma ile bu kişinin muggle olduğunu sonucuna vardı. Eileen Prince, J.K. Rowling tarafından yazılmış Harry Potter serisinin karakterlerindendir. Harry Potter karakteri, Severus Snape'in safkan cadı annesi ve okulun tüküren bilye takımı kaptanıdır. Zayıf, çelimsiz, soluk tenli ve kalın kaşlı bir kızdır. Tıpkı oğlu Severus Snape gibi sevecen olmayan biridir. Tobias Snape isimli bir Muggle'la evlenir. Severus da tıpkı Voldemort gibi babasından utanır, bu sebeple kendine Melez Prens lakabını takar. Harry Potter'da bu isim ilk kez Harry Potter ve Melez Prens in kitabında görüldü. Harry Potter 6. sınıfta iksir kitabı olmadığı için ona Melez Prens yani Severus Snape'in kitabı verilir. Bu kitabın içindeki Melez Prens'in yazdığı notlar sayesinde Harry iksir dersinde büyük bir gelişme kaydeder, bu sayede Horace Slughorn ona ödül olarak şans iksiri Felix Felicis'i vermiştir. Hermione Granger Melez Prens'in güvenilir biri olmadığından, bazı tüyolarının Harry'e zarar vereceğinden korkar ve Melez Prens hakkında araştırma yapmaya başlar. Aklına bir çocuğun annesinin kızlık soyadının "Prens" olduğu, babasının bir Muggle olduğu ve bu sebeple kendisine "Melez Prens" lakabını taktığı gelir; haklı da çıkmıştır. Kütüphanede Gelecek Postası'nın eski bir baskısını bulur. Bu baskıda Eileen Prince gazeteye "Tüküren Bilye Şampiyonluğu" konusuyla çıkar. Harry kızın Melez Prens olduğuna inanmaz, çünkü kitabın sahibinin erkek olduğuna emindir. Severus Snape Draco Malfoy'un görevi olan Albus Dumbledore'u öldürdükten sonra Draco Malfoy ile Hogwartstan kaçar ve Harry Snape'ten intikam almak için arkasında koşar. Melez Prens'in kitabında gördüğü büyüleri yapar ancak Snape asasıyla sürekli kalkan oluşturduğu için hiçbiri Snape'e denk gelmez. Sonra Snape bir büyü yapıp Harry'yi yere yatırıp "Baban gibi kendi büyülerimi bana kullanmaya mı cüret ediyorsun Potter? Evet, ben O'yum, Melez Prens'im." der. Bunun üzerine Harry Melez Prens'in kim olduğunu anlar. Hermione haklıdır; Snape'in annesi cadı, babası Muggle'dır. Yve-Alain Bois Yve-Alain Bois, (16 Nisan 1952), Cezayirli tarihçi, modern sanat eleştirmeni ve akademisyen. Yve-Alain Bois, Konstantin, Cezayir'de 16 Nisan 1952'de doğdu. Master ve doktorasını Fransa'da tamamladı. Johns Hopkins Üniversitesi ve Harvard Üniversitesi'nde profesör olarak görev aldıktan sonra, günümüzde Princeton, Institute for Advanced Study, School of Historical Studies'de (Tarih Çalışmaları Okulu'nda) profesördür. Ayrıca European Graduate School'da Sanat ve Film profesörüdür. Ünlü bir sanat filozofu olmasının yanı sıra tanınmış bir küratör ve yazardır da. Sahın Camiler, bina olarak Mekke’ye, yani Kâbe istikametine yöneltilmiştir. Üstü büyük kubbe ile örtülü olan mekâna "kubbe altı" veya "merkez sahın" denir. Merkez sahının köşesinde, Kur’an-ı kerim okumak için biraz yüksekçe olarak yapılmış yerlere ise "sofa" adı verilir. Büyük kubbe, mimari duruma ve büyüklüğüne bağlı olarak paye ve sütunlar üzerine oturur. Sahınların zemini mermer döşelidir. Buralarda namaz kılınacağı için üzerine halı serilir. Bazı yan sahınların yanlarında kapılar vardır. Cemaat dış avludan caminin içine bu kapılardan doğrudan girebilir. Bazı büyük camilerde yaz sahınları üzerinde fevkaniye ve tabaka diye tabir edilen ikinci bir kat daha bulunur. Bu tabakaların padişahlara ayrılmış ve dışarıdan ayrı bir kapı ve merdivenle çıkılan kısımlarına "hünkâr mahfili" denir. İlk Osmanlı camilerinde merkezî sahının ortasında genellikle bir havuz bulunur, ya bu havuzun üstünde veya merkez sahının herhangi bir yerinde yüksekçe bir mahfil yer alır. Bu mahfil müezzinlerin kullanmaları içindir. Bu sebepten dolayı "müezzin mahfili" denilir. Merkezî sahının kıble yönündeki duvarının tam ortasında hücre şeklinde bir kısım bulunur. Bu hücre imamın namaz kıldırırken bulunacağı yerdir ki, buna mihrap denir. Mihrabın sağ tarafından merdivenlerle çıkılan, taştan veya ahşaptan yapılmış yüksek yere ise minber ismi verilir. Bundan başka caminin içinde vaizlerin vaaz verirken üzerine oturmaları için yapılmış yüksek kısımlara da kürsü denir. Bütün bu kısımlar esas vazifelerin dışında, üzerleri çok güzel şekilde süslenmiştir. Üst kat pencereleri genellikle sade ise de, vitray denilen renkli camlardan yapılmış pencereler de vardır. Caminin içinin aydınlatılması için duvarlarına ve çeşitli yerlerine sıralar hâlinde pencereler açılmıştır. Alt kat pencerelerde ahşap kapaklar bulunur. Bu kapakların üzerleri çok güzel şekilde süslenmiştir. Üst kat pencerelerin sade olanları bulunmakla birlikte, vitray denilen renkli camlardan yapılmış olanları da vardır. Hanif Hanif (Arapça: حنيف) kelimesi tertemiz, arı duru, pak anlamlarına gelmektedir. Bu terim dönme, aşağı eğilme anlamlarına gelen Arapça h-n-f kökünden gelmekte olup evvela Yahudi ve Hristiyanlarca eski Helenize olmuş Suriye-Arap pagan dînî inancını ve erken dönem Müslümanlarını aşağılayıcı şekilde tanımlamak için kullanılmıştır. Yazar Turan Dursun Harun Reşit'in azatlısı Abdullah b. Selam'ın oğlu Ahmet'in Hanif dinini "İbrahimci Sabiilik" olarak tanımladığını belirtir. Kur'an'da bu kelime, insanın Allah'ın yanı sıra başka bir güç ve hakikat kaynağı tanımadan sadece bir olan Allah'ın yoluna en saf ve duru olarak kendisini teslim etmesi olarak tanımlanır. Kur'an henüz insanlara ulaşmadan önce tek tanrı inancını taşıyan kişilere Arapça "hanif" adı verilirdi. Bu kişilerin İbrahim peygamberin yolunda olduklarına inanılırdı. Hanif, bir Kur'an kavramı olarak tanımlandığında 'Kâinat'ın tek hakimi olan yaratıcıya duru olarak inanıp güvenen' manasını taşır. Böylece başka ilahların varlığını reddeden kişi, aynı zamanda kendi kişiliğini bulmuş ve şeytanlardan korunmuş olur. Bu kelime, Kur'an'da Allah'ın peygamberleri içinde ilk olarak İbrahim için kullanılmış ve her şeyi yaratan bir yaratıcı inancının nasıl gerçekleştiğini onun şahsında net olarak özetler. Sadece bir olan Allah'a inanmak aynı zamandan diğer tanrıları kabul etmemeyi zorunlu kılar. Saf ve duru (hanif) olarak inanmak, yaşamak ve bu şekilde tek olan Allah'a ve onun Kur'an'da gösterdiği yolda yürümek demektir. Kur'an'da bir olan Allah'ın yoluna saf ve duru olarak kendini adayan kişilere 'duru bir şekilde Allah'a teslimiyet gösteren' anlamında (hanifen Muslima) denilmiştir.. Ayrıca Allah yolunda teslimiyet gösterene Müslüman denilir. Müslüman kelimesi, saf ve temiz (hanif) kelimesiyle bu bakımdan yakınlık gösterir. Bir bakımdan Müslümanlık 'hakikatin kaynağı yalnızca bir olan Allah ve O'nun kitabıdır' demektir. Saf ve duru hayat tarzı "haniflik" olup Allah'a şirk koşmanın zıddıdır. Hanif olmanın aynı zamanda insan ya da Âdem soyuna Allah tarafından çizilen hayat şekli olduğuna inanılır. İslâm kelimesi, Türkçeye tercüme edilirse "teslim olmak" demektir. İnsanoğlu, tek yaratıcıya olan bu teslimiyeti İbrahim peygamber gibi aklını ve duygularını kullanarak elde etmiştir. Yaratıcı'ya teslim olmak, yani inanmak, akıl ve duygu aracılığı ile ve büyük bir güvenle olur.
Anadolu'da Vakit Anadolu'da Vakit, adıyla yayımlanan İslamî-muhafazakâr çizgide, günlük siyasî gazete. Hakkında verilen tazminat kararlarını ödeyemeyince kapanma kararı alan günlük Akit gazetesinin kadrosunca kurulmuştur. Dizi yazıları, kültür-aktüalite ve spor gibi bölümlerinin yanı sıra temel olarak din ekseriyetli bir çizgide olayları ele almıştır. 10 Ekim 2010'da yayımına sona ermiştir. Yeni Akit olarak yayımına devam etmektedir. 2003 yılı Ağustos ayı içerisinde Türk Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'ın Hürriyet gazetesinde "Kuzey Irak dağlarında Mussogorski'yi damarlarımda hissederim" şeklindeki açıklaması ile 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın "Mehmetçiğin kanını Yemen'de niçin akıttık? Hâlâ soruyoruz" şeklindeki açıklamalarına istinaden Anadolu'da Vakit gazetesince 25 Ağustos 2003 tarihinde "Onbaşı bile olamayacakların General olduğu ülke" başlığıyla bir haber yayınlanmıştır. 312 generalin bir araya gelerek, Anadolu'da Vakit gazetecesince yayımlanan bu haber üzerine Vakit gazetesine açtığı davada, Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi 6 Mayıs 2010 tarihinde davayı sonuçlandırmış ve gazeteyi haksız bularak, gazeteye tazminat cezası vermiştir. Mosaic Mosaic, National Center for Supercomputing Applications (NCSA) bünyesinde geliştirilen bir web tarayıcı. 1992 yılı başında geliştirilmeye başlanmış ve 7 Ocak 1997'de geliştirilmesi durdurulmuştur. World Wide Web'in bilinirliğini artıran uygulamalardan biri olarak değerlendirilmektedir. Bozüyük Bozüyük, Bilecik ilinin bir ilçesidir. İlçe (ekonomik, nüfus) olarak Türkiye'deki diğer bazı illerden büyük olan nadir ilçelerden biridir. Bilecik ilinin ekonomik, sosyal, siyasi kalbi konumundadır. İlçe adını 1890 yılında İstanbul – Ankara demiryolunun yapımı sırasında keşfedilen Bozüyük Höyüğünden almaktadır.İstanbul-Anklara demiryolunun tam orta noktasında 263 ncü km de yer almaktadır. Yurdumuzun kuzeybatısında Bilecik ilinin ilçesidir. Kuzeyinde merkez ilçe, kuzeybatıda Pazaryeri ilçesi, Kuzeydoğuda Söğüt ilçesi, doğuda Eskişehir'in İnönü ilçesi, güneyde Kütahya'nın merkez ve Tavşanlı ilçeleri, güneybatıda Domaniç ilçesi ve batıda İnegöl ilçesi ile komşudur. İlçenin yüzölçümü 928 km olup, denizden yüksekliği 740 metredir. Yükseklikler genellikle ilçenin bat ve güneybatısında yer alır. Batı da Yirce dağında Üçtepeler in yüksekliği 1790 metredir. Güneybatıda Kala dağının yüksekliği ise 1906 metredir. Doğuda Metristepe 1307 metre, batıda Çamyayla tepesi 1322 metre, Güneyde Kandilbayırtepesi 1320 metre ve kuzeyde 900 metre ile Kızıltepe ilçenin yükseltilerini oluştururlar. Kızıltepe ve Boztepenin güney eteklerindeki neojen çanağının yanından uzanarak yaklaşık 60 km²'lik bir alanı kaplayan Bozüyük ovası, kuzeybatıda daralarak Karasu vadisine uzanır. Ova, güneyde genişleyerek, bir yandan İnönü - Kandilli düzlüğüne, diğer yandan Karaağaç ve Akpınar köylerinin kuzeyindeki sırtlara kadar devam eder. Ova 3. zaman neojen kayalarla örtülüdür. İlçenin güneybatısında yer alan Kömürsu ve Batan yaylaları ilçenin belli başlı yaylalarıdır. Akpınar köyünün kuzeyindeki Hüsümler ovasındaki Sazpınar kaynaklarından çıkan dere doğu - batı yönünde akışını sürdürerek Bozüyük içinden geçer, Bursa yol kavşağında Karasu ile birleşir. İlçenin Bozalan Köyü yakınından doğan Karasu, Bozüyük'ten Dikilitaş deresini alıp, Ankara İstanbul demiryolunu izleyerek Pazaryeri'nden Sorgun deresini Batıdan Selöz, Hamsu, Bekdemir derelerini, doğudan Kızıldamlar çayını alır, Osmaneli yakınlarındaki Paşalar boğazından 500 metre sonra Sakarya nehri ile birleşir. İlçenin güneybatısındaki Yeşildağ'dan doğan sarısu, kuzeye doğru akışını sürdürür. Üzerinde Darıdere Barajı kurulmuştur. Kandilli köyü yakınlarından ilçe topraklarını terk ederek Eskişehir topraklarında Sakarya nehrinin bir kolu olan Porsuk çayı ile birleşir. Sarısu üzerindedir. Taşkınları önlemek ve sulama yapmak amacıyla inşa edilip 1976 yılında işletmeye açılmıştır. Baraj, toprak dolgu tipindedir. Barajın temelden yüksekliği 33,40 metre, depolama hacmi ise 35 milyon m³ olup, göl alanı 245 hektardır. Bozüyük, Ege Bölgesi sınırlarında kalan Kütahya sınırındaki küçük bir bölge hariç Marmara Bölgesi sınırları içinde kalır. Ancak İç Anadolu Bölgesi'nde görülen karasal iklimin etkisi altındadır. Kışları oldukça soğuk ve yağışlı,yazları sıcak ve kuraktır. Yağışlar genellikle kış aylarında ve kar şeklinde olmaktadır. Don ve kırağı olayının fazla olduğu aylar, Ocak ve Şubat'tır. Don ayları Kasım ayı ortalarında başlar Nisan ortalarına kadar devam eder. Dağlık alanlar genellikle koruluk durumundaki ormanlarla kaplıdır. Bu ormanlarda 1000 metreyi aşan bölümlerdeki egemen ağaç türleri karaçam, kayındır. Platolar üzerinde yer yer topluluklar oluşturan karaçamlara karşın daha alçak kesimlerde kızılçam ve meşe türlerine rastlanmaktadır. Yirce dağının 1500 metreyi aşan kesimlerinde köknar türleri ile birlikte ardıç ağaçlarıda yer almaktadır. Alçak ve düz alanlarda otsu bitkiler ile çalılıklar görülür. Asya ile Avrupa arasında doğal bir köprü görevi gören Anadolu'nun hemen her köşesi bu önemle jeopolitik konumu nedeniyle, ilk çağlardan bu yana hareketli ve zengin bir tarihe sahiptir. İlkçağlardan beri bu bölgede sırasıyla Hititler'in, MÖ 1200 yıllarından sonra balkanlardan gelen Frigyalılar'ın bölgeye egemen olduğu şimdiki İçköy, Yaylacık ve Manişar olarak adlandırılan kesimlerde tarihi Mina şehrinin kurulmuş olduğunu antik kalıntılardan anlaşılmaktadır. Bölgedeki yaklaşık 600 yıllık Frig egemenliğine doğudan Kafkaslardan gelen Kimmerler son vermişlerdir. Kimmerlerin yaklaşık 1 asırlık egemenliğine de batıdan gelen Lidyalılar son vermiştir. Bundan sonraki asırlarda sırasıyla bölgeye doğudan gelen Persler ile batıdan gelen Büyük İskender komutasındaki Makedonyalılar egemen olmuştur. İskender imparatorluğu parçalanınca bölgede uzun yıllar bu imparatorluğun parçası olan Bitinyalılar yaşamıştır. Sonraları Roma İmparatorluğu egemenliğine giren bölge 395 yılından sonra Doğu Roma yani Bizans egemenliğine katılmıştır. Bu yıllarda Bozüyük'ün adının lamunia olduğunu bilinmektedir. 600-720 yılları arasında bölge, İstanbul'u almak için gelen Arap Emevi kuvvetlerinin geçit yeri olmuştur. 1071 yılında doğudan gelen Selçuklu Türkleri'nin Malazgirt Savaşı sonucu, Bizans İmparatorluğuna yenilgiye uğramasıyla Bozüyük ve çevresi Selçuklu Türkleri'nin egemenliğine geçmiştir. Bundan sonra da bölge sık sık el değiştirmiştir. Daha ilerki yıllarda (MS 11. asır ve daha sonra) haçlı seferlerinde özellikle Birinci Haçlı Seferinde bölge zaman zaman Hristiyanla Müslümanlar arasında el değiştirmiştir. Bu konudaki en yakın tarihi olay Eskişehir yakınlarındaki 1097 yılında yapılan Haçlı komutanı Godefdoit ile Selçuklu Hükümdarı Kılıçarslan arasındaki Dorylaion savaşıdır. Selçukluların Anadolu'ya egemen olması ile birlikte Bozüyük Sultanönü uç beyliğinin bir Karye'si (köy) idi. Selçuklu hükümdarı II. Gıyaseddin Mesud'un 1289 taihinde Osman beye gönderdiği 2. menşurunda Eskişehir'den Yenişehir'e kadar olan bölgeyi bir sancak kabul edip Osman beye vermesiyle Bozüyük'te o tarihten itibaren Osmanlı egemenliğine girmiştir. 1525'ten önce bugünkü Bozüyük'ün yerinde Çayköy, Arıklar, İçköy ve Atkaydı köyleri bulunmaktaydı. Osmanlı devletinde gerek sınırlarda savaşan orduların, gerekse cepheye giden orduların yol boyunca beslenmesini de halka yüklemiştir. Bu amaçla ordunun hareketinde önce izleyeceği askeri yol, kısa bir süre için dinleneceği noktalar belirlenmekte ve bu yerlerde ordunun yiyecek ve yem olarak kullanacağı zaire miktarı saptanarak kadınlardan bunları sağlaması istenmekteydi. Kanuni Sultan Süleyman'ın Bağdat seferine çıkacak Kasım Paşa komutasındaki ordusunun Bozüyük'te konaklayacağı haberi gelince, ordunun ihtiyacı olan erzak karşılanır. Kasım Paşa bu yardımlardan çok memnun kalır. "Eğer savaşı kazanıp dönersem bu dört köyün ortasına bir cami yaptıracağım." der. Savaştan zaferle dönen komutan sözünü tutup cami ve külliyeyi (han, hamam, yemekhane, sıbyan mektebi gibi eklentileri) 1525 - 1528 yılları arasında yaptırır. Cami ve külliyenin yapılmasıyla birlikte bu dört köy halkı birer ikişer şimdiki Kasımpaşa Mahallesinin bulunduğu yerde toplanarak bugünkü BOZÜYÜK'ü oluştururlar. Bozüyük uzun yıllar Sultanönü sancağının Kariyesi durumunda kalmıştır. 93 Harbi diye bilinen 1877 - 1878 Osmanlı - Rus savaşlarından sonra Balkanlardan kaçarak Anadolu'ya göç eden Türklerin büyük bir bölümünün Bozüyük'te yerleşmeleri sağlanınca nüfus artmış, daha sonra bucak ve belediye kurumları kurulmuştur. Bozüyük'ün bucak durumuna getirilmesinin ilginç bir öyküsü vardır. Rivayete göre Bozüyük'ün ileri gelenleri buranın bucak olması için aralarında anlaşarak İnönü bucak müdürünü kaçırmayı planlarlar. Daha önceden müdürün oturacağı resmi dairesi ve evi hazırlanır. Bir gece geç saatlerde atlı arabalarla İnönü'ye giderek bucak müdürünü kaçırıp Bozüyük'e getirirler. Ertesi gün müdürün kaçırıldığını anlayan İnönü'lüler durumu yetkililere bildirirler. yetkililer bu duruma çok şaşırır. Çünkü böyle bir olay o zamana kadar ne duyulmuş ne de görülmüştür. Bir taraftan da Bozüyük'lülerin bu hareketi çok hoşlarına gider. İnönü'lülere yeni bir bucak müdürü sözü vererek kaçırılan müdürün Bozüyük'te kalmasını sağlarlar. Bu olaya kadar Söğüt kazasının İnönü bucağına bağlı köydü. Böyle bir yöntemle bucak merkezi olan Bozüyük, önce Söğüt'e bağlandı. 1885 te Ertuğrul livası kurulunca Söğüt'ün bucağı olarak bu livaya bağlandı. 1924'te iller teşkilatının kurulması ile Söğüt'e bağlı bucak olarak Bilecik iline bağlandı. 1926'da İnönü bucağını kapsayacak biçimde, Bilecik'in ilçesi olmuştur. 1963'e kadar Bozüyük'ün bucağı olan İnönü, o yıl Eskişehir'in merkez ilçesine bağlanmış, sonunda 1987'de Eskişehir'in ilçesi olmuştur. 1995 yılında Söğüt'e bağlı Düzdağ, 1997 yılında yine Söğüt'e bağlı Metristepe (Doruk) köyleri Bozüyük'e bağlanmıştır. Kurtuluş savaşında batı cephesinin ilk kuruluş günlerinde (18 Haziran 1920) Bozüyük bir müddet cephe karargahı olmuş ve halkın gösterdiğivatan sevgisi ve fedakarlıkla 192
0 Haziranında başlayan ve Bursa'nın düşmesiyle sonuçlanan ilk düşman taarruzunun Eskişehir'e doğru ilerlemesini durdurmakta ordumuz için bir dayanak olmuştur. 1. ve 2. İnönü Savaşlarında, 9 Ocak 1921- 14 Mart 1921, 26 Mart - 1 Nisan 1921 arasında kısa süreli Yunan işgaline uğrayan Bozüyük, 12 Temmuz 1921'de 3. kez Yunan işgaline uğramış, 4 Eylül 1922'de harap bir halde işgalden kurtulmuştur...Tarih Anlamında Bozüyükde Doğan Ünlüler...BilgeSu Erenus.Osman Gazi... İlçeye bağlı iki belde Cihangazi ve Dodurga'dır. İlçeye bağlı 42 köy, 7 mahalle vardır. Mahalleler: Çarşı Mahallesi, Tekke Mahallesi, Kasımpaşa Mahallesi, Yeni Mahalle, 4 Eylül Mahallesi, Yediler Mahallesi ve Yeşilkent Mahallesi'dir. Bozüyük, 2003 yılı ilçelerin sosyo-ekonomik gelişmişlik sıralamasında göre 872 ilçe arasında 51 sırada ve Bilecik Merkez ilçesinin önünde yer almıştır. İlçe ekonomisi sanayiye dayanır. İlçede iki küçük sanayi sitesi ve bir organize sanayi bölgesi bulunmaktadır. Bozüyük Küçük Sanayi Sitesi 33 işyeri, Bozüyük Yeni Küçük Sanayi Sitesi ise 200 işyerinden oluşmaktadır. 5.635.110 m alanda kurulu Bozüyük Organize Sanayi Bölgesi ise Bilecik ilindeki en büyük organize sanayi bölgesidir. Bozüyük OSB içindeki 80 sanayi parselinden 42 tanesinin 2015 yılı itibarıyla sanayi firmalarına tahsisi yapılmış olup bunlardan 25 fabrika faal durumdadır ve 2000 kişiyi istihdam etmektedir. Bozüyük'te 787.181 dekar tarım alanında hububat, sebze ve meyve yetiştiriciliği yapılmaktadır. Sebzelerden balkabağı, meyvelerden ise elma üretimde ilk sıradadır. 2011 verilerine göre Bozüyük'te yaklaşık 6.000 büyükbaş hayvan ve yaklaşık 20.000 küçükbaş hayvan mevcuttur. Çoğunluğu inek sütü olma üzere 2011 yılında 7.500 ton süt üretilmiştir. 421.835 kümes hayvanından ise 13.800.000 yumurta elde edilmiştir. İlçede 24 köyde arıcılık yapılmaktadır ve 2.500'dan kovan mevcut olup yıllık bal üretimi 20 tondan fazladır. Bozüyük-Kütahya Yolu 10. km'sinde, Karaağaç köyü yolu ayrımı yakınında yer alır. İkinci İnönü Muharebesi sırasında şehit düşen 63 asker burada yatmaktadır. 1959 yılında ziyarete açılmıştır. Coşkun Özbudak Coşkun Özbudak (d. 1965), Türk asker ve yazardır. 1985 yılında Jandarma Astsubay Sınıf Okulundan mezun oldu. 1990 yılında girdiği Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden 1994 yılında mezun oldu. 1995 yılında subay nasbedildi. 1999 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Ana Bilim Daında Adli Kolluk isimli tezini vererek Yüksek Lisans çalışmalarını tamamladı. Coşkun Özbudak Batman Komando Alayı, Emirdağ Uzman Jandarma Okulu, Van İl Jandarma Komutanlığı, Jandarma Okullar Komutanlığı Öğretim Başkanlığı, Gülyazı Sınır Tabur Komutanlığ,Serinyol Eğitim Alay Komutanlığı emrinde çeşitli görevlerde bulunmuş olup halen Jandarma Genel Komutanlığı Genel Plan ve Prensipler Başkanlığı emrinde görev yapmakta ve Jandarma Okullar Komutanlığında İdare Hukuku ve İdari Kanunlar dersi vermektedir. Molla Hüsrev Molla Hüsrev (Arapça: مُلا خُسْرُو) d. Kargin- 1480, İstanbul) Fıkıh alimi ve devlet adamı. Osmanlı hukuk tarihinin en önemli simalarından olan Molla Hüsrev, Arap dili ve edebiyatı, şiir ve hat sanatı gibi alanlarda eser vermiştir. Molla Fenârî ve Molla Fahrettin Acemi’den sonra Osmanlı Devleti'nin üçüncü şeyhülislamı kabul edilir. Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sonra bu şehirde kendi adıyla anılan caminin etrafına yaptırdığı Sahn-ı Seman Medreselerinin programını hazırlayanlar arasında idi. Fıkıh usulüne dair eserleri Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. Ayrıca "Dürerü’l-ĥükkâm" adlı eseri Osmanlı döneminde şer‘î hukuk sahasında hâkimlerin ihtilâfları çözerken başvurdukları yarı resmî bir hukuk kaynağı işlevi görmüştür. Yetiştirdiği öğrenciler arasında Zenbilli Ali Efendi, Fenârî Hasan Çelebi, Molla Hasan Samsûnî, Yûsuf b. Cüneyd et-Tokadî ve Molla Muhyiddin gibi âlimler bulunur. Asıl adı Mehmed bin Ferâmûz'dur. 15. yüzyılın başlarında Sivas ile Tokat arasındaki bir köyde doğmuştur. Bu köy kimi kaynaklarda Kargın köyü olarak gösterilir. Babası Ferâmurz, Sivas-Tokat bölgesinde bulunan ve bir Türkmen boyu olan Varsak kabilesi beylerindendir. Taşköprülüzade Ahmet'in yazdığı biyografisinde babası “ümerâ-i Ferâsiha”dan "Rûmiyyü’l-asl" Ferâmurz şeklinde kaydetmiş; bu ifade yanlış anlaşılıp ""ümerâ-i Françe"" şeklinde çevrildiğinden çeşitli kaynaklarda babası Ferâmurz’un Rum veya Frenk asıllı olduğu ifade edilmiştir. Babasının genç yaşta ölmesi üzerine, kızkardeşi ile eniştesi Hüsrev Beyin yanında kaldı. Bu sebeple önce ""Hüsrev kayını""” diye çağırılmıştır. Daha sonra kayını kelimesi kaldırılarak, "Molla Hüsrev" adıyla meşhur olmuştur. Bursa'da Molla Fenârî'nin oğlu Bursa Kadısı Yûsuf Bâlî'den icâzet aldı. Ayrıca Edirne'de Burhaneddin Haydar Hirevi ve zamanının diğer alimlerinden dersler aldı. Tahsilini tamamladıktan sonra Edirne'de Şah Melik Medresesi'nde ve sonra da kardeşinin ölümüyle boşalan Çelebi Medresesi'nde öğretmenlik yaptı. Sultan II. Murat devrinde Varna Savaşı'ndan önce, 1429 senesinde kazaskerliğe tayin edildi; II. Murat'ın tahtı oğlu II. Mehmed'e bıraktığı sırada bu göreve devam etti. Biyografisini veren kaynaklarda II. Murad'ın tekrar tahta geçip Sultan Mehmed'i Manisa'ya gönderdiği sırada Molla Hüsrev kazaskerlikten istifa ederek Şehzade ile birlikte Manisa'ya gittiği ve Şehzadenin burada Molla Hüsrev'den dersler aldığı belirtilir. Ancak kimi kaynaklara göre II. Murat'ın tekrar tahta geçişinden sonra Edirne kadısı olmuştur (1447-1450). Sultan Mehmet'in ikinci defa tahta çıkışından sonra Molla Hüsrev'in durumunun ne olduğu belli değildir. Muhtemelen o sırada kadılık görevinden ayrılmış ve kendisine bir tahsisat bağlanmıştı. Onun İstanbul'n fethi sırasında II. Mehmed'i destekleyen grupta yer aldığı bilinir. Fethin ardından İstanbul'un ilk kadısı Hızır Bey'in vefatı üzerine (863/1459) İstanbul kadılığına getirilmiş, ayrıca Galata ve Üsküdar kadılıklarına tayin edilmiştir. Bu arada Ayasofya müderrisliğini de yürütmüştür. Devrin padişahı Fatih'e bir kırgınlığı sonucu 1460-1473 arasında bir tarihte Bursa'ya gitti; Emir Sultan'a yakın "Zeyniler" semtinde bir arsa satın alarak Hüsrev Medresesi adıyla anılan medresesini yaptı. Rivayete göre Padişahın kendisini sol tarafına, Molla Gürani'yi de sağ tarafına oturtmasına kızarak Bursa'ya gelmişti. "Gureru'l-Ahkâm" adlı ünlü eserini Bursa'da iken yazdı. Eser, uzun bir dönem Osmanlı medreselerinde şerhleriyle birlikte ders kitabı olarak okutulmuştur. Medresesinde ilim öğretmekle meşgul olduğu sırada, Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul'a davet edilerek, muhtemelen 1473-1474 İstanbul müftülüğüne getirdi. 1480 yılında ölümüne kadar bu makamda kaldı. Vasiyeti gereği cenazesi Bursa'ya götürülerek Hüsrev Medresesi'nin haziresine defnedildi. Mezar taşında; ""Menbâ-ı İlmühüner, Vâris-i ulûmü Hayr-il-beşer, Fazlı mürşîdi eser, Sâhib-üd-Dürer vel-Gurer Mevlânâ Muhammed Hüsrev"" kitabesi bulunmaktadır. Kaynaklarda Fatih Sultan Mehmet'in, Molla Hüsrev için "Zamanımızın Ebu Hanife'sidir" diyerek sevgisini belirttiği riyavet edilir. Molla Hüsrev, birçok öğrenci yetiştirmiş bir fıkıh alimi olduğu gibi, bir şair olarak da tanınmıştır. Molla Hüsrev, önceki alimlerin kitaplarından da her gün iki yaprak yazmayı adet haline getirmiştir. Öldüğü zaman geriye bıraktıkları kendi el yazılarıyla yazılmış pek çok eserler bulunmuştur. Bursa'da yaptırdığı medrese, Zeyniler semtinde on hücreli ve kubbeli bir yapı idi. Bu medrese sonradan yıkılmış, yerine ahşap bir medrese yaptırılmıştır; 1906 yılında 30 öğrencisi olduğu kayıtlıdır. Günümüze kalmamıştır. Ayrıca İstanbul'da Şehzadebaşı'nda kendi adına bir cami yaptırmıştır. Sin (mitoloji) Babil ve Asur'da Ay tanrısı olarak tapılan Sin, Sümer mitolojisindeki Nannanın karşılığıdır. Kaderin tanrısı olarak da anılan Nanna, Enlil ve Ninlil'in oğludur. Nanna Sümerce "nurlu" veya "aydınlatıcı" mânâsına gelir. Kutsal şehri Ur'dur. Babil ve Asur'da ise bu tanrıya Sin denmiş, ve ona Suriye ve Harran'da da sami ırk tarafından tapınılmıştır. Kanatlı bir boğayı süren Sin'in lapis lazuliden bir bıyığı vardı. Karısı Ningal olan Nanna/Sin, Utu (Shamash - Güneş) ve daha sonraları İştar adını alan İnanna'nın babasıdır. Bazı metinlere göre İşkur da onun çocuğudur. Sin aynı zamanda İslam öncesi Arabistan'ın Hadramut bölgesinde tapınılan bir ay ve zenginlik tanrısıdır. Akad kralı Naram Sin imparatorluk sınırlarını genişleten fetihlerle büyük bir imparatorluk kurmuş ve daha sonra da tanrılaştırılmıştır. Takvimin ve bereketin de tanrısı olan Sin'in sembolleri hilal, boğa ve üç ayaklı bir iskemledir. Babil ve Asur'un büyük şehirlerinde tapınakları bulunan Sin'in iki ana tapınağı vardır; güneyde Ur ve kuzeyde Harran. Ur'daki baş tapınağının adı "E-gish-shir-gal" = "Yüce Işığın Evi", Harran'daki tapınağının adı ise "E-khul-khul" = "Zevklerin Evi" idi. Astral-teolojik sistemde 30 sayısı ile temsil edilirdi. Büyük bir ihtimalle 30 sayısı bir kameri aydaki ortalama gün sayısından (yaklaşık 29.53) türemiştir. Sin (Nanna - Ay), Shamash (Utu - Güneş) ve İştar (İnanna - Dünya) ile birlikte Mezopotamya tanrılarının ikinci üçlüsünü oluştururlar. Oliver Twist Oliver Twist, İngiliz yazar Charles Dickens'ın 1838'de yayımlanan ikinci romanıdır. İlk olarak aylık bir dergide seri olarak yayınlanmıştır. Oliver twist bir yetimhanede dünyaya gelir. 9 yaşına geldiğinde onu farklı bir yetimhaneye götürürler. Bir yetimhanede büyüyen yetim Oliver Twist ve diğer çocuklar, açlık çekmektedir. Daha fazla çorbayı kimin isteyeceğini belirlemek için aralarında tartışırlar. Oliver seçilir. O akşamki yemekte her zamanki yemek paylaşımından sonra Oliver, yetimhane müdürüne yaklaşır ve daha fazlasını istediğini söyler. Yetimhane müdürü Mr. Bumble, Oliver’ı bir “sorun çıkarıcı” olarak nitelendirmiştir ve yetimhane kurulu oliverı alacak kişiye para verileceğini duyururlar ve tabutçu birinin yanına çırak olarak vermeye karar verirler. Baca temizleyici (Küçük çocukların bacaların içine sarkıtıldığı ve genellikle zehirlenerek öldüğü tehlikeli bir iş
) olmaktan son anda kurtulan Oliver, her gün yemek yiyen diğer arkadaşlarının gözü önünde fırçalanarak dövülerek diğer arkadaşlarına akıllı durmaları için gözlerini korkutmuştur. Neyse ki cenaze levazımatçısı Mr. Sowerberry’nin yanına çırak olarak verilir. Bir başka çırak olan Noah Claypole tarafından ölmüş olan annesiyle ilgili olarak kışkırtılır ve kavgaya tahrik edilir. Haksız yere dövülür ancak kaçmayı başarır ve Londra’nın yolunu tutar. Şehrin kenar mahallelerinden birinde aç ve yorgun dolaşırken kurnaz Dodger ile tanışır. Dodger ona Londra’da kalacak bir yer önerir. Londra’nın karışık yeraltından ve yaptıkları işin mahiyetinden habersiz olan Oliver, kendini Fagin’in yönettiği yankesici çocuklar çetesinin içinde bulur. Ayrıca merhametsiz Bill Sykies, onun kız arkadaşı Nancy ve köpeği Bulseye ile tanışır. Bir sabah Oliver Dodger ve Fagin’in diğer çocuklarından olan Charlie Bates ile birlikte dışarı çıkar. Dodger’in bir centilmen olan Mr. Brownlow’u soymaya çalıştığına tanık olur ve gerçek işin ne olduğunu kavrar. Ancak Mr. Brownlow olayı fark eder ve Oliver’ı gerçek suçluyla karıştırır. Bir kovalamacanın ardından başına yediği sert darbeyle düşen Oliver yakalanır ve polis tarafından götürülür. Hakim Fang tarafından sorgulanırken bir tanık Oliver’ın masum olduğuna şahitlik eder. Bunun üzerine Mr. Brownlow yaralarını iyileştirmek için onu kendi evine götürür. Böylece suçlayıcısı koruyucusu haline gelmiştir. Hem Brownlow hem de kahya kadın Mrs. Bedwin ona çok iyi davranırlar. Bu sırada Fagin ve Bill Sykies, Oliver’ın onlara ihanet ederek yetkililere haber vereceğini düşünerek ona tuzak kurmaya ve Fagin’in inine geri getirmeye karar verirler. Oliver’ın dürüstlüğü konusunda ikna olan Brownlow, onu yerli bir tüccara 5 pound vererek bazı kitapları geri getirmesi için gönderir. Ancak Oliver, Sykies ve Nancy tarafından sokakta yakalanıp kaçırılır. Oliver’ın geri gelmeyişi üzerine Brownlow onun parayla birlikte kaçtığına ve arkadaşı Mr. Grimwig’in düşündüğü gibi en başından beri bir hırsız olduğuna karar verir. Hırsızların ininde ise Fagin, Oliver’ın Brownlow’un evini ve içindeki eşyaları anlatması için onu kandırmaya çalışmaktadır. Sykies ve arkadaşı Toby Crackid, Oliver’ı Bayan Maylie'nin evine yapacakları soygun için zorlarlar. Camdan girerek onlara ön kapıyı açacak küçük bir çocuğa ihtiyaçları vardır. Ancak ev halkı soygunu fark eder ve ortaya çıkan karışıklıkta Oliver vurulur. Bill Sykies, yaralı haldeki Oliver’ı taşımaya başlar, amacı onu nehre atmaktır. Oliver ile birlikte hızlı hareket edemediği için yakalanacağını anlayınca Oliver'i bırakarak kaçar. Ancak kayıp nehre düşen kendisi olur. Toby, Oliver’ı Fagin’in inine geri götürür ve Oliver burada iyileştirilir. Nehirdeki mücadelesinden sonra Bill Sykies yüksek ateşle geri dönmeyi başarır. Fagin’e Oliver’dan kurtulmaları gerektiğini aksi takdirde işlerinin tehlikede olduğunu söyler. Nancy, Oliver’ın hayatından endişe ederek Brownlow’la temasa geçer ve Londra köprüsünün altında bir buluşma ayarlar. Ancak Fagin Nancy’yi takip ettirmiştir ve öfkelenen Bill Sykies Nancy’yi öldürür. Nancy’nin arkadaşı Bet cesedi bulup polise haber verir. Polis Bill Sykes’i aramaya başlar. Brownlow ise Oliver’ın güvenliği için endişelenmektedir. Polisin, Sykes ve Oliver’ı, Toby Crackid’in Londra'nın varoşlarındaki evine kadar takip ettiğini öğrendiğinde ise, bu endişesi daha da artar. Sykes, Londra'nın varoşlarında izbe bir evde saklanırken polis tarafından sıkıştırılır, Sykes, Oliveri rehin alarak polisten kurtulma planı kurmuştur. Ama öyle bir şey olmuştur ki Sykes sanki kendi sonunu hazırlamaktaydı ve o çok sevdiği köpeğinin bir havlamasının kendi sonununun getireceğinden habersiz di. Bir anlık sesten sonra boynundaki ipten kurtulmak isterken ip boynuna geçerek havada asılı kaldı ve o kendini cezalandırmıştı. Bir süre sonra Oliver ve Mr. Brownlow New Gate hapisanesinde yavaş yavaş aklını kaybetmekte olan hırsız Fagin’i ziyarete giderler. Fagine oliverle ilgili dosyaların nerede olduğunu sorarlar o da oliverin kulağına söylemek ister ve oliverın kulağına söyler ve ona daha önce sakladığı dosyaları alırlar., Fagin arkasından 'geri gel geri gel'! diye bağırır. Brownlow ve Oliver bir güneşin batışının ışığına doğru temiz bir sayfa açmak için giderler... En sonunda herkes mutlu olur ve mutlu son. Çöçelli, Pazarcık Çöçelli, Kahramanmaraş ilinin Pazarcık ilçesine bağlı bir mahalledir. Mahallenin yaklaşık olarak 1850'lerde kurulduğu söylenmektedir. Kahramanmaraş iline 50, Pazarcık ilçesine 30 km. uzaklıktadır. Mahallenin iklimi, Akdeniz iklimi etki alanı içerisindedir. Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Mahallede ilköğretim okulu vardır. Mahallenin içme suyu şebekesi ve kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. 2009'da kurulmuş olan Sağlık ocağı ve sağlık evi vardır. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır. Ferhat Ferhat Arapça kökenli bir kelime olup, Osmanlıca'da rahatlık anlamına gelir. İsim olan Ferhat ise Farsça kökenlidir "yenen, üstün olan, bir yeri ele geçiren" anlamına gelmektedir. Aç Kurtlar Aç Kurtlar, 1969 yılında çekilen bir Türk filmidir. Filmin başrolünde oynayan Yılmaz Güney aynı zamanda yönetmenliği de üstlenmiştir. Film, yazar Haydar Turan'ın romanından sinemaya uyarlanmıştır. Filmde; aslında önceden öğretmenken karısının öldürülmesi üzerine eşkıya olmuş Serçe Memed lakaplı eşkıyanın dramı anlatılmaktadır. Nakkaş Eyüp Nakkaş Eyüp, Çatalca'nın Baba Nakkaş köyünde yaşamış bir Kırkpınar başpehlivanı'dır. Yurtdışında da güreşen Eyüp Pehlivan'ın mezarı doğduğu yer olan Baba Nakkaş'tadır. İgzas İgzas (Lazca: "Yürüyor"), Zuğaşi Berepe'nin "Va Mişkunan"dan sonra 1998 yılında çıkardığı ikinci ve son albümdür. Ninhursag Ninhursag veya Ki, Sümer mitolojisindeki ana-tanrıça, Yer tanrıçasıdır. Genellikle Enlil'in kız kardeşi olarak gösterilir. "Ninhursag" "Sıradağların Tanrıçası" mânâsına gelir. Bunun dışında başka birçok ismi vardır: Nintus "Doğum Tanrıçası", Ninmah "Ağustos Tanrıçası", Dingirmah, Aruru ve Enki'nin eşi olarak çoğunlukla Damgalnuna olarak da anılır. Akadda ise Belit-ili yani "Tanrıların Tanrıçası" ve Mama, Ea'nın (Enki'nin Akad mitolojisindeki hali) eşi olarak da Damkina diye anılmıştır. Zamanla İştar'ın önemi arttıkça onun itibarı ve önemi düşmüşse de, Babilin baş tanrısı Marduk'un annesi Damkina olarak panteonda her zaman önemli bir yer tutmuştur. Ayrıca Enki'den Ninsar isimli bir kızı da olmuştur. Gülnar Gülnar, Mersin ilinin bir ilçesi. Toros Dağlarının 950 m yüksekliğinde buluna Taşeli Platosu'nda kurulmuş, üzümü ile tanınan Gülnar, doğal güzellikleri ile görülmeye değer bir Türkmen yayla kentidir. Akdeniz'e 32 km uzaklıktadır. Gülnar'ın geçmişi Hititler'e kadar dayanmakta, daha sonra da bu bölgeye Asurlular'ın hakim oldukları bilinmektedir. Kısa süreler de İran ve Mısırlılar'ın egemenliğinde kalan Gülnar, daha sonra Antik Romalılar'ın yönetimine girmiştir. Gülnar'ın bugünkü halkı, 1230 yılında Orta Asya Balkaş gölü kıyısındaki Gülnar'dan göç ederek bu çevreye yerleşen Türkmenlerdir. Anayurtlarından zorunlu olarak göç etmek zorunda kalan göçerlerin ataları, Gülnar Hatun önderliğinde büyük savaşlar ve uğraşlar vererek, Mersin (İçel) bölgesine gelerek yerleşirler. Göçerler, yerleştikleri bu yere, Orta Asya'dan geldikleri yörenin adı olan ve aynı zamanda kendilerine Orta Asya'dan gelmelerine önderlik ederek, ulusu için canını feda eden liderleri Gülnar Hatun'un ismini vererek şimdiki Gülnar kazasının yerleşimcileri ve kurucuları olmuşlardır. 1461 yılında Gülnar, Silifke ve Mut ile birlikte Fatih Sultan Mehmet'in komutanlarından Gedik Ahmet Paşa tarafından Osmanlı yönetimine katılmıştır. 1900'lü yıllarda Adana valilik, Silifke mutasarrıflık, Gilindire (Aydıncık) ilçe, Zeyne (Sütlüce) bucak merkezi iken Gülnar, Yörüklerin alım satım yaptıkları (bir adı da Anaypazarı olan) bir mahalledir. Gilindire'den (Aydıncık'tan) yaz aylarında Gülnar yaylasına çıkan ilçe yöneticileri, Gülnar'ın ilçe olmasını istediler. 3 Haziran 1916 tarihinde yapılan bir törenle Gülnar, resmen ilçe olmuştur. Gülnar; doğuda Silifke, batıda Anamur ve Bozyazı, kuzeyde Mut, kuzeybatıda Karaman, güneyde Aydıncık ilçesi ile çevrilidir. Gülnar Akdeniz'e kıyısı olan bir ilçedir.Mersin'in güneybatısında Mersin merkeze 150 km uzaklıkta, Taşeli Platosu üzerinde yer alır. Gülnar'ın eğitim seviyesi yüksek olup, okuryazar oranı %97'dir. İlçe merkezinde Mersin Üniversitesi'ne bağlı meslek yüksek okulu, genel lise, Anadolu lisesi, imam hatip lisesi, çok programlı lise ve ticaret lisesi, pratik kız sanat okulu; Sütlüce kasabasında 1 çok programlı lise, 3 ilköğretim okulu; diğer köy ve kasabalarda ise toplam 25 ilköğretim okulu bulunmaktadır. Bu okullarda toplam 1454 öğrenci ve 271 öğretmen ile eğitim ve öğretim hizmetleri verilmektedir. Sağlık hizmetleri ilçe merkezinde 1 devlet hastanesi, 1 sağlık ocağı ve ona bağlı 8 sağlık evi ile; köy ve kasabalarda, 8 sağlık ocağı ve 4 sağlık evi ile verilmektedir. Yüzölçümü 166.900 hektar olan ilçede, tarım alanı 35.110 hektardır. Orman ve fundalık alan 84.809 hektar, çayır ve mera alanı 130 hektar, tarım dışı arazi 46.851 hektardır. Tarıma elverişli olan arazide tarla tarımı, bağcılık, meyvecilik ve sebzecilik yapılmaktadır. Dağlık bölgelerde tahıllardan buğday ve nohut ekilir; bağcılık da önemli bir geçim kaynağıdır. Son yıllarda elma, armut ve şeftali de yetiştirilmektedir. Sulak alanlarda turfanda sebzecilik ve seracılık yapılmaktadır. Gülnar halkı geçimini çoğunlukla tarımdan sağlar. Köylerde "ıstar" ve "çulhalık" denilen dokuma tezgâhlarında, yöreye özgü halı, kilim, çul, çuval, heybe, bez gibi çeşitli dokumalar imal edilir (dokunur). Enki Enki, Sümer mitolojisinde su, zeka ve yaratmanın tanrısıdır. Daha sonraları Babil mitolojisinde Ea olarak anılmıştır. Enki'nin baş tapınağı Eridu'daki "é-engur-ra" yani "(su) derinliğin evi"dir. Enki, Me olarak anılan kutsal güçlerin koruyucusuydu. Enki, Sümer panteonunun tep
esindeki 4 yaratıcı tanrıdan biridir. (Diğerleri Enki'nin babası olan Anu, Enlil'in annesi olan Ninhursag/Ki ve babası olan An'dır.) Panteonda yeri An ve Enlil'den sonra gelmesine karşın zamanla An'ın önemini kaybetmesi ile 2. sıraya yükselmiştir. Sümer panteonunun en güçlü tanrısı Enlil olmasına karşın icra edici olan tanrı Enki idi. Bu yüzden Sümer destanlarında adına en çok rastlanan tanrıdır. Su tanrısı olarak sınıflandırılmıştır. Sümer ülkesine bereket veren Dicle ve Fırat nehirleri Enki'nin penisinden fışkıran su ile oluşmuştur. İnsanı yaratan, tohumların yeşermesini, hayvanların üremesini sağlayan, en güçlü büyüleri yapan tanrı Enki'dir. Enki'nin resimlerinde keçi ve balık sıklıkla kullanılmıştır. Balık figürü zaman içinde su ya da nehre dönüşmüştür, bu yüzden nehirli tanrı da denilir. Adının tam anlamı belirsizdir.Ortak çevirilerde "toprağın(yeryüzünün) efendisi" olarak geçmektedir. Enki'nin önemli rol oynadığı 5 mit şunlardır: Bu mitlerde anlatılan öyküler belli değişikliklerle Asur, Elam, Hitit, Yunan, İbrani edebiyatına ve dinsel metinlerine girmiştir. Sami dillerinde Enki adı Ea olarak anılmış, Akad/Asur mitolojisine bu adla yerleşmiştir. Akhilleus Akhilleus (Grekçe: Ἀχιλλεύς "Akhileus", Fransızca: Achille "Aşil") annesi ölümlü babası tanrı olan yarı tanrı bir baba olan Peleus ile su tanrıçası olan Thetis'in oğlu olan çeyrek tanrıdır. Dünyanın en büyük savaşçısı kabul edilir. Yunan mitolojisinin en önemli kahramanlarından biridir. Truva Savaşı'nın Grek kahramanlarının başında gelmekte ve Homeros'un İlyada mitolojik eserinde Greklerin en büyük savaşçısı olarak baş karakterdir. Homeros'un MÖ 720'lerde yazmış olduğu on altı bin dizelik İlyada eserinde Achilles yer alır. Annesi Thetis oğlunu ölümsüzlük nehri Styx'de yıkarken elini suya değdirmemesi öğütlendiği için onu sol topuğundan tutup suya batırmıştır. Yalnızca oradan vurulursa öleceğine inanılır. Efsaneye göre öleceğini bildiği halde Helen'i geri almak için yapılan ve en büyük savaş kabul edilen Truva Savaşı'na adının sonsuza kadar anılması için katılmış ve Truvalı prens Paris tarafından sol topuğundan okla vurularak ölmüştür. Bu yüzden ayak topuğunda yer alan tendona "aşil tendonu" adı verilir. Başka bir anlatı da şöyledir: Thetis'ten doğacak çocuğun tüm tanrılardan daha güçlü olacağı kehaneti üzerine Thetis Peleus ile yani bir ölümlü ile zorla evlendirilmiştir. Thetis doğan çocuklarının ölümlü taraflarını yok etmek için kocasından gizlice onları doğar doğmaz ateşte yakar ama çocukları bu yüzden ölür. Thetis son oğlu Akhilleus'u (Aşil) ateşe tutarken Peleus onu yakalar. Akhilleus'un sadece topuğu yanmıştır. İlk büyük Eski Yunan şairi olan Homeros'un, Truva Savaşı'nı anlatan İlyada adlı eserinde Akhilleus'un mezarının yeri tarif edilir. İştar İştar, Akad mitolojisinde bir tanrıçadır. Asur ve babil’in en gözde tanrıçasıdır. Sümer mitolojisindeki İnanna'dan türemiştir; İştar'a İnanna'nın Akad mitolojisindeki hali denilebilir. Kökeni kuzeybatı Semitik tanrıça Astarte'ye dayanır. İştar'ın Astarte, Anunit ve Atarsamain olarak da anıldığı olmuştur. İnanna Utu/Shamash'ın ikiz kız kardeşi, Nanna/Sin'in kızıdır. Enlil'in dünyasında ilk doğan odur. Verilen ilk isimler Sümerce iken ikinciler Akadlar tarafından bu tanrılara verilen isimlerdir. Tanrıça İştar Venüs gezegenini temsil eder. Bereket, aşk ve savaş tanrıçasıdır. İştar'ın batı dillerinde kullanılan karşılığı, 'yıldız' anlamında 'star' (İngilizce), 'Stern' (Almanca)'dır. Batıda, haftanın her günü Güneş, Ay ve beş yıldız(bazıları aslında gezegen) ‘dan birine tapınılırdı. İştar'ın simgeleri arasında bugün çok yaygın olarak kullanılan beş köşeli yıldız, gül (özellikle kırmızı gül), kalp sembolü, dikili tahta kazık, meşe ağacı ve meşe yaprağı (bol yapraklı ağaçlar) ve kırmızı rengi, 5 ve 50 sayıları bulunur. İştar yıldızı pentagram ayrıca, güneş çemberinin içinde ters çevrilmiş şekliyle satanizm’in bir simgesidir. İştar'ın başkaca adları arasında Astarte, Aştoret, Artemis, İsis, Venüs, Kibele gibi çeşitli adlar bulunur. İştar ilk başta Semiramis adıyla Nimrod'un (Marduk-Baal) eşidir. Daha sonra Semiramis dünyaya getirdiği oğlu Tammuz'un reenkarnasyon yoluyla ölen kocasının ruhunu aldığını iddia eder. Bu şekilde oğlu Tammuz'da en azından sembolik olarak kocası olmaktadır. Kırmızı gül İştarı simgelerken, lale Baal ile ilgili bir simgeyi oluşturur. Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin gibi bazı efsanevi aşklar, batıda başka adlar da alarak, gerçekte Baal ve Astarti (İştar) aşkını simgelerler. İştar'ın rengi olan kırmızı ile, bir savaş tanrıçası olan İştar'ın kan dökülmesini sağlaması ve insanları çatışmalarda kurban etmesi simgelenir. İştar kuzey Zazaca'da Astare, güney Zazaca'da ise İştar olarak adlandırılır Türkçe karşılığı ise yıldız demektir. Baal Babil'in baş tanrısı haline gelen Marduk'un bir diğer adıdır. Baal sözcüğü efendi, sahip, koca anlamlarını taşır. Baal için aynı zamanda Tammuz'da denir. Fırtına tanrısı olan Baal bitkilere yaşam veren yağmuru yağdırdığı için aynı zamanda bir bereket tanrısıdır. Baal aynı zamanda Tammuz adıyla güneş tanrısıdır. Baal, Tammuz ve Astarti bir üçlü olarak, üçü birden Marduk'un farklı görünümlerini oluştururlar. Bol yapraklı bir ağaçla ve odun bir kazıkla (Kutsal odun: Holy wood -> Hollywood) simgelenen İştar ise, bitkileri simgeler. Yaz geldiğinde ortadoğu bölgesinde yağmurlar kesildiğinden Baal'in öldüğü (öldürüldüğü) kabul edilirdi. (Tammuz yazın bir yaban domuzu tarafından öldürülür.) Ancak putperest inançlarda gerçek bir ölüm olmadığından, Baal'in bu dönemde bir yeraltı dünyasına gittiği inancı vardı. Tarımla geçinen insanlar için tarlalarından ürün almak, Baal'in İştar'la çiftleşmesine bağlıydı. Bu inanca göre ilkbaharda yeraltı dünyasından yeniden doğan Baal, İştar'la cinsel ilişkiye girerdi. Bunun tapıcıları için anlamı Baal'ın yağmur yağdırarak İştar'ı (bitkileri) sulaması ve bitkilerin böylece ürün vermesini sağlamasıydı. Bu olay her yıl gece ve gündüzün eşitlendiği Mart ayında kutlanırdı. Bu kutlamalarda yemek yenip şarap içilir, sonra da Baal ve İştar tapınaklarındaki kutsal kadın ve erkek fahişelerle seks yapılırdı. Bundan amaç Baal ve İştar'ı cinsel birleşmeye teşvik etmekti. Baal ve İştar tapınmasının bir bölümü bunlara kurban sunulmasıyla ilgiliydi. Bu tapınmanın uygulayıcıları Baal için kurbanlar sunmak adına kendi küçük çocuklarını Baal putuna ateşte yakıyorlardı. Baal'in rahiplerine "Cahna" (Cahna -> Kahna -> Kahin) denirdi. Aslı "Cahna Baal" (Baal Kahini) olan "Cannibal" (Kanibal-yamyam) adı buradan doğmuştur.(?) Bu nedenle İştar'ın bir simgesi olan gül, Baal ve İştar tapınmasının kan dökücülüğünü vurgulamak için kırmızıdır. Baal ve İştar'ın aşkıyla ilgili başka simgeler arasında sarı, yeşil ve kırmızı renkler de vardır. Sarı renk güneş olarak Tammuz'u, yeşil renk bitkilerin sulayarak yeşermesini sağlayan Baal'ı, kırmızı renk ise savaş tanrıçası İştar adına dökülen insan kanlarını simgelemektedir. Günümüzde Baal ve İştar'la ilgili tapınmalar Paskalya (Ostern), Nevruz bayramları şeklinde devam etmektedir. Kutlamalarda yer alan çörek, yumurta ve tavşan İştar'la ilgili olarak İştar'ın doğurganlığını (bitkilerin ürün vermesini) simgeler. Boğa Baal'i simgelerken, inek (kutsal inek) ise İştar'ı simgeleyerek tapınmalarda yer almıştır. Gül-Haç, Gülün Adı (film) sözcükleri de Baal ve İştar'la bağlantılıdır ve Gül İştar'ı kastederken, Haç ise Baal'in bir diğer adı olan Tammuz'un "T"'sinden gelen "haç" işareti olmaktadır. Pentagram (Beş köşeli yıldız) ise, güneş çemberinin (Tammuz) içinde İştar yıldızı olarak yer alır. İştar yıldızı Baal ile birlikte de kullanılır ve bu durumda beş köşeli İştar yıldızı, Baal'ın simgesi olan hilalin hemen yanında yer alır. Baal ve İştar'la ilgili simgeler yaygın olarak siyasal, askeri, ticari, dinsel alanlarda ve cinselliğin söz konusu olduğu alanlarda sıklıkla kullanılan sembollerdir. Bu konudaki örneklerden biri, bir cadde üzerinde Holywood yıldızlarının adlarının içine yazıldığı beş köşeli yıldız simgeleridirler. Bazen beş köşeli yıldız baş aşağı ters çevrilerek resmedilir. Bu şeklin adı Bafomet'tir. Beş köşeli yıldız sembolünün ters çevrilerek Bafomet olarak kullanılmasıyla, normal şekilde pentagram olarak kullanılması arasında en önemli fark, pentagramda anlamların açık, diğerinde ise saklı olmasıdır. Bafomet'te savaş ve kötülük sözcükleri aynı şekilde açıkça savaş ve kötülük anlamlarını taşırken, düz sembol pentagramda bunun tersi olan sözcükler aynı anlama gelir. Buna göre, güneş çemberinin içinde üstte bulunan tek köşesiyle duran İştar yıldızı (pentagram) söz konusu olduğunda, barış ve iyilik sözcükleri saklı anlamlarıyla tam tersi savaş ve kötülük anlamlarını taşırlar. Bu şekilde İştar yıldızının düz ya da ters duran şekilleri bir fark olmaksızın aynı anlama gelerek, bütün anlamlar (açık ya da gizli olsun) acıya, kötülüğe ve kan dökmeye yönelik amacı simgelerler. Kırmızı Gül'ün dışında, aşkın sembolü olarak kullanılan bir simge kalp sembolüdür. Kalp sembolü aslında bir aşk ve seks tanrıçası olan İştar'ın kalçalarını simgeler. Kalp sembolünün alt kısmı Marduk'un küreği Marru'nun biçimindedir. Bu şekilde kalp sembolünde İştar'ın kalçaları ile Bel (Baal) küreği birleşmiş olmaktadır. Beş köşeli yıldız güneş tanrısı Tammuz'la kullanıldığında genellikle Tammuz'un bir simgesi olan güneş çemberinin içinde yer alır. Marduk'a ait olan güneş, ay ve yıldız simgeleri çeşitli şekillerde bir arada kullanılarak, tapınmalarda bunlara ait simgelerden oluşturulmuş dinsel törenler ve tapınma uygulamaları oluşturulmuştur. Bu türden bir tapınmada 24 saatlik bir gün, bir saatin kadranına yerleştirilerek bir güneş çemberinin simgesi haline getirilmiştir. 24 saatlik bir gün 60'arlık dakikalardan oluşur ve bu 6'yla ilgili sayılar Marduk, Tammuz ve Baal'a ait sayılardan oluşmuştur. Bu şekilde oluşturulmuş bir güneş çemberinin içinde ise İştar'ın (Astarti) beş köşeli yıldızının yer alması gerekir. Bu ikili simgenin tapınmadaki uygulamasında, 24 saatten oluşan bir gün beş parçaya bölünerek, her bir parçasına beş köşe
li İştar yıldızının birer ucu yerleştirilir. Tıpkı bir saatin yelkovanının belli saatleri gösterdiği gibi, bu tapınma uygulamasında bir günden oluşan gün çemberinin içinde İştar yıldızının beş kolu, beş ayrı vakti gösteren birer yelkovan gibi yer almış olur. Bu şekilde Tammuz ve Astarti tapınması zaman kavramıyla birlikte uygulanır. Şamaş Şamaş veya Sama, Asur ve Babil'de tapınılan Güneş-tanrının Akadca ismidir. Sümer mitolojisindeki Utu'nun karşılığıdır. Babası Sin (Nanna - Ay), ikiz kız kardeşi ise İştar'dır (İnanna - Dünya). Şamaş Arapçaya "Şems" olarak geçmiştir. Şems güneş demektir. Abduşşems, güneşin kulu anlamında güneşe tapanların aldıkları bir isimdir. Şamaş'ın batı dillerindeki değişmiş şekli "Sun" (İngilizce), "Sonne" (Almanca)'dır. Gök cisimlerine tapınılan dönemlerde haftanın bir günü güneşe ayrılmıştı. Güneş günü anlamında Sunday (İngilizce), Sonntag (Almanca) güneş tapınmasından kalan isimlerdendir. Asur ve Babil uygarlığında Şamaş olarak bilinen Utu Sümerlerin ana tanrıçasıdır. Sovyetler birligi zamanında kısıtlı imkânlarla 1970 yıllarında Türkmenistan karakum çölünde bulunan gonur tepe "aci köy" (Adji kui) vaha şehirlerini ilk keşfeden Rus arkeolog Victor İvanoviç Sarianidi doğu blokunun yıkılmasından sonra 2007'de İtalya Ligabue arkeoloji araştırma enstitüsünün yardımlarıyla İtalyan arkeolog Gabriela Rossi osmida önderliğinde Türkmenistan devletininde yardımlarıyla Türkmen arkeolog ve antropolaglarla beraber Karakumda büyük bir medeniyeti yer yüzüne çıkarmışlardır. Silindir biçimindeki damgalarda insanlığın ilk kağanı Etana'ın Tanrıça Utu ile hikâyesi anlatılır. Etana ve Tanrıça Utu efsanesi'nin kaynağı Sümerlerin göç ettigi Karakum medeniyeti ürünüdür. Karakum, acı köy kalıntılarında 40 bin sene öncesinden kalma Tanrıça Utu ve Etana'nın pişmiş topraktan yapılmış heykelcikleri bulunmuştur. Karakum'da keşfedilen şehirler enaz beş bin yıl öncesinden kurulmuş, tarımın, sanatın ve ticaretin yapıldığı bronz çağında olmasına rağmen antik yunan medeniyetine eşdeğer gelişmiş bir medeniyettir. Yazıyı ilk kesfeden Sümerler, silindir damgalarda anlattıkları hikâyelerini tarihi belge niteliğindeki yazıtlarında yazılı olarak da anlatmışlardır. Silindir damgalarda Tanrıça Utu ve insanlığın ilk kağanı Etana Hikâyesinin öncesi ve sonrası ; Anaerkil toplumdan Etana ile Babaerkil bir yapıya doğru evrilme bu şekilde olmuştur. Etananin çocukları Etana gibi babadan oğula geçen hükümdar, yönetici, din bilgini Kağanlar olarak Tanrıça Utu'un temsilcileri olurlar. Bu olaydan sonra Dünyada Kadın yöneticilerin yerini Erkekler almaya başlamıştır. Sama Sama, hayvan derisi işleme süreci sırasında, strüktüre olmamış (deriyi oluşturan kollegen yapı ile bütünleşmemiş) proteinleri ham deriden ayırma işlemidir. Deri işlentisi sırasında en önemli işlem basamaklarından birisidir. Bu adımda yapılan hatalar, derinin kendisini oluşturan protein yapısına da zarar vereceğinden geri dönüşü olmayan hatalardır. Microsoft Windows tarihi Windows, Microsoft tarafından PC'ler için geliştirilen bir işletim sistemi. İlk kez 1983'te IBM marka bilgisayarlarda kullanılmak amacıyla MS-DOS üzerinde çalışan grafiksel kullanıcı arayüzü (GUI) olarak piyasaya sürüldü. Microsoft'un modellediği GUI Apple'ın Mac OS'tan sonra bilinen ilk Arayüz Yöneticisidir. 1980'lerden günümüze çok büyük değişimler geçirmiş olan Windows zaman içerisinde kendi başına bir işletim sistemi olmuş, NT çekirdeğine geçmiş ve ortaya bugün -sunucu sistemleri hariç- işletim sistemi pazarının %90'ını kontrol eden işletim sistemi çıkmıştır. "Ana Maddeler :Windows 1.0 , Windows 2.0" Microsoft Windows'un ilk sürümü, 1985'te yapılan 1.0 sürümüdür, kullanıcılar tarafından işlevsel bulunmamış ve fazla satmamıştır. Arayüz Yöneticisi olarak adlandırılan sistemi oldukça özgündü, ama Rowland Hanson(Microsoft'ta pazarlama başında), şirketi, kullanıcıların Windows adından daha fazla şey beklediğine ikna etti. Windows 1.0, bir işletim sistemi olarak değil,genişletilmiş ve "oyuncaklı" bir MS-DOS sürümü gibi görülüyordu.Ayrıca MS-DOS un eksikleri ve sorunları aynen bu grafik arayüz'de de sorunlar yaratıyordu . Bundan başka erken sürümle gelen programlar yetersiz görülüyordu ve ofis kullanıcılarına hitap etmiyordu. Taskswitch yani birden fazla programın yan yana çalışması ise çok kısıtlı bir biçimde mümkün olabiliyordu. Microsoft Windows'un 2. sürümü 1987 yılında çıkmış ve daha fazla satmıştır. Bunun başlıca nedeni yeni grafiksel ofis uygulamaları olan Excel ve Word for Windows " Windows için Word" programlarının işletim sistemi içine dahil edilmesi ofis kullanıcılarının da bu işletim sistemini kullanmasını sağlamıştır. Bu sıralarda Aldus isimli bir yazılım firmasının Pagemaker ürününün Windows sürümü çıkarıldı. Önceki sürümleri yalnızca Macintosh'ta çalışıyordu. Bu olaydan sonra üreticiler programlarının Windows sürümlerini de hazırlamaya başladı ve Microsoft Windows'un yükselişi başlamış oldu. 2.0x sürümleri gerçek tarz bellek modeliyle birlikte 1 megabayt bellek alanıyla kuşatılmıştı. Bu yapılandırma, 286 Koruma Modu kullanırken DESQview gibi birden fazla görevi yerine getirebiliyordu. Sonra iki yeni sürüm yapıldı ve Windows/286 2.1 ile Windows/386 2.1 olarak adlandırıldı. Windows/286, mevcut Windows 2.0'un birkaç eklenti eklenilmiş haliydi ve gerçek modda çalışıyordu; ama Windows/386 EMS taklitiyle koruma tarzı çekirdeğine sahipken ilk sürüm HMA kullanım desteğine sahipti. Ama onun adı kernel.exe değil, win386.exe idi. "Ana Madde: Windows 3.0" Microsoft Windows asıl başarısını 1990'da yapılan Windows 3.0 ile kazanmıştır. Yerel uygulamalarda geliştirilmiş kapasiteye ek olarak, Windows gerçek bellekler sayesinde kullanıcıya Windows/386'daki MS-DOS tabanlı yazılımlara nazaran daha iyi çoklu görev yapma imkânı sunuyordu. PC ciddi rakip Apple Macintosh'la uyuşabilir parçalardan yapılıyordu. Bunun yararı, PC'lerde bu zamana kadar kullanılan mevcut gelişmiş grafikler (VGA video kartlar gibi) ve Windows uygulamalarının daha fazla bellek kullanmasına izin vermesini kolaylaştırması oldu. Intel'in 8086/8088'den 80286 ve 80386'ya bütün işlemcilerinde çalışabilme başarısı da vardı. Ayrıca metin tarzı programları pencere içinde çalıştırabiliyor ve dosyaları liste şekliyle bir dosya yöneticisinde gösterebiliyordu. "Ana Maddeler Windows 3.1,Windows NT 3.1 Microsoft, 1993 yılında Windows 3.1'i geliştirdi. Windows'un bu sürümü Windows 3.0'a bazı küçük yenilikler getiriyordu. Ölçeklendirilebilir TrueType yazı tiplerinin görüntülemesi sağlandı.Bazı hatalar düzeltildi.Sonra Microsoft Windows 3.11'i geliştirdi.32-bit disk erişimi bu sürümle (Workgroups) gelmiştir. OS/2 2.0 sürümü bitirilmeye yakınken Microsoft kurumsal profesyoneller için geliştirdiği yeni ürün serisi Windows NT'nin ilk sürümü olan NT 3.1'i tanıttı. Arayüz bakımından Windows 3.1 ile benzeşen bu sürüm,Windows 3.1 gibi MS-DOS tabanlı değil, kendi özgün NT çekirdeğine sahipti. "Ana Maddeler: Windows 95, Windows 98" Windows 95,Microsoft'un Windows 3.11'den sonra geliştirdiği sürümdü. Windows serisinin o döneme kadar yakaladığı en büyük satış miktarını gerçekleştirmiştir.Arayüzde ciddi bir değişikliğe gidilen bu sürüm,255 karakter dosya isimleri ve dahili Internet Explorer'in yanı sıra "Masaüstü"nün işlevsellik kazanması, "Başlat" düğmesi gibi son kulanıcıya hitab eden özellikler de içeriyordu.Tamamen 32-bit olarak tasarlanmıştı.Bazı yönleriyle Windows NT'ye ve OS/2'ye benzemekteydi. Windows 98, bu sürümden 3 yıl sonra, 1998 yılında piyasaya sürüldü. Öncülü gibi bu sürüm de büyük bir satış başarısına imza atmıştır. Windows 98 sürümüyle beraber "Internet Explorer"'in yeni sürümü, "Active Desktop" isimli ve masaüstü kullanışlılığını arttırması amacıyla geliştirilmiş bir yazılım - sonraları isteyen başarıyı yakalayamamıştır - "Windows Sürücü Modülü" sistemi ve çoklu monitör desteği gibi yenilikler gelmiştir. "Ana Maddeler Windows NT 3.5, Windows NT 3.51, Windows NT 4.0 NT serisinin ikinci sürümü olan NT 3.5, 1994 yılının son çeyreğinde piyasaya sürülmüştür. Bu sürümle beraber yazılımın hızı görece hızlandı ve arayüz "Windows for Workgroups 3.xx" sürümlerine benzetildi. Ayrıca bu sürümle NT serisine ilk kez ActiveX desteği eklendi. Bir yıl sonra, Microsoft bu kez NT serisinin MS-DOS tabanlı seriyle senkronizasyonu ve bazı hataların giderilmesi amacıyla Windows NT 3.51 sürümünü yayınladı. Daha sonraları bu sürümün eksiklerinin giderilmesi amacıyla beş servis paketi yayınlanmıştır. NT 3.51 sürümünden 1 yıl sonra, 29 Haziran 1996 tarihinde Microsoft, NT serisinin yeni ürünü Windows NT 4.0'ı piyasaya sürdü. Bu sürümle beraber NT serisi de Windows 95 benzeri kolay kullanılabilir arayüze kavuştu. Buna rağmen bu sürüm de tıpkı öncülü sürümlerde olduğu gibi çokluortam desteği ve DirectX konusunda eksik kalmıştır. "Ana Maddeler: Windows 2000 , Windows ME" NT çekirdeği ailesinin 5. ana sürümü, Windows 2000 17 Şubat 2000 tarihinde piyasaya sürüldü ve beraberinde pek çok yenilik getirdi. Bu sürümle beraber NT ailesinin gedik kalan çoklu ortam ve oyun özellikleri iyileştirildi, DirectX başarılı bir şekilde NT serisine entegre edildi. Windows 98'de gördüğümüz WDM ve "Active Desktop" özellikleri de bu sürümle beraber NT serisine eklenmiş oldu. Microsoft, bu sürümde profesyonel kullanıcılara hitap eden özelliklere de eğildi; NTFS 3.0 desteği, "Encrypting File System" şifreleme aracı ve "Kurtarma Konsolu" bunlardan bazılarıdır. Tüm bu geliştirmelerin de etkisiyle Windows 2000, ciddi bir satış başarısı yakaladı. Öte yandan 2000 sürümünden altı ay sonra 14 Eylül 2000 tarihinde çıkan Windows ME ise, Windows 2000'in karşısında oldukça sönük kalmıştır. Microsoft'un Windows 98 sürümünün eksiklerini gidermek ve küçük ofisler için ucuz bir alternatif sunmak amacıyla geliştirdiği Windows ME,Windows serisinin MS-DOS kökenli son temsilcisi olmuştur. Başlıca eksiklikleri ise içerdiği çok sayıda hatalı kod ("bug") ve güvenlik yönünden taşıdığı riskler olarak sayılabilir. "Ana Madde: Windows XP" Microsoft 2001 yılında NT ve MS-DOS tabanlı
ürün serisini birleştiren Windows XP'yi yayınladı. Bu sürümle Windows'a 9x ve NT serilerinden farklı olarak mavi renk ağırlıklı bir görünüm teması eklenerek ve "Hızlı Kullanıcı Değiştirme" özelliği eklenerek yenilik hissi kuvvetlendirilmiştir. Windows NT 5.1 yapısını kullanan XP Windows ailesinin en uzun süre son sürüm olarak kalmış üyesidir. 2001 yılının başından 2007 yılında Vista'nın geliştirilmesine kadar satılmıştır. Windows XP her ne kadar yüksek bir satış başarısı yakalamış olsa da, başta güvenlik yönünden zayıf olması olmak üzere pek çok konuda eleştirilmiştir. Windows XP için şu ana kadar üç servis paketi çıkarılmıştır.Resmi destek 8 Nisan 2014'te sona ermiştir. "Ana Madde: Windows Server 2003" Microsoft, Nisan 2003'te Server 2003 adlı sunucu işletim sistemini piyasaya sürdü.Windows 2000 gibi, küçük ve merkezi yönetimli kuruluşlardan geniş çaplı kuruluşlara kadar her çapta kuruluşun gereksinimlerine yanıt vermek üzere tasarlanan ve kuruluşların Microsoft .NET özelliğinden tam olarak yararlanabilmesini sağlayacak biçimde geliştirilen Server 2003, "Web Edition,Standard Edition,Enterprise Edition" ve "Datacenter Edition" adlı dört ayrı sürüm halinde satılmaktaydı. "Ana Madde: Windows Vista" Windows XP'nin geliştirilmesinden yaklaşık 5 yıl sonra Microsoft, Windows ailesinin en yeni sürümü Windows Vista'yı piyasaya sürdü. Geliştirme süreci yaklaşık 1,5 yıl süren Vista gerek son kullanıcılar gerekse profesyoneller için çok sayıda yenilik içeriyordu. Bunların başlıcaları, XP'den bu yana gelişen grafik teknolojisinin kullanıldığı yeni arayüz teması "Windows Aero (Bu yeni temada pencere kenarlıkları şeffaflatılmıştır)", "Ebeveyn Kontrolü", "Önceki Sürümler", "Başlat Menüsünde Hızlı Arama Bölümü", "3B Hızlı Uygulama Geçişi", "Ürün Anahtarı Olmadan Yüklenebilme", "Görüntü ve Menü Dillerinin Değiştirilmesi" (Sadece Ultimate sürümü için geçerli), "Sidebar" ve "Gadgets" gibi yeni programlar ve "Windows Media Player" ve "Internet Explorer" programlarının yeni sürümleri ile "User Account Control" ve "BitLocker" ve benzeri güvenlik amaçlı yeniliklerdi. Buna karşın Vista, Sayısal Hak Yönetimi "DRM", "User Account Control" yazılımının kullanışsızlığı ve bazı sürümlerinde 500 USD'yi bulan fiyatı nedeniyle eleştiri konusu olmuştur. Windows Vista için Ekim 2009'a kadar iki adet servis paketi çıkarılmıştır. "Ana Madde: Windows 7" Aslında Vista sonrası Windows hakkındaki tartışmalar yıllar önce başlamıştı. Ancak herkesin odak noktası Vista olduğu için fazla ilgi görmüyordu. Vista'nın çıkmasıyla birlikte dikkatler bir sonraki Windows'a kaymaya başladı. Önceleri Blackcomb kod adını taşıyan yeni Windows daha sonra Vienna olarak adlandırılmıştı. Microsoft'un belirlediği son isim ise Windows 7... Windows 7'nin RTM sürümü MSDN ve TechNet üyelerine İngilizce olarak sunuldu.22 Ekim 2009 tarihinde son kullanıcıyla tanıştı. Final sürümü de satışa sunulan Windows 7, diğer tüm Windows sürümleri ile kıyaslanıldığında maksimum stabilite ve kullanım kolaylığı vadediyor. Al Gore Albert Arnold Gore Jr. (Albert A. Gore, Jr. veya kısaca Al Gore) (d. 31 Mart 1948, Washington, DC), Amerikalı siyaset adamı, iş adamı, belgesel film yapımcısı ve Nobel Barış Ödülü sahibi. 1993-2001 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri'nin başkan yardımcılığını yaptı ve 2000 yılındaki ABD başkanlık seçimleri'nde Demokratik Parti'yi başkan adayı olarak temsil etti. Seçimi kaybettikten sonra siyasetten çekilen Al Gore çabalarını Küresel ısınma konusunda yoğunlaştırdı. Bu konuda yaptığı "Uygunsuz Gerçek" adındaki belgesel film 2007 yılında Akademi Ödülüne hak kazandı. Bu filmin yanı sıra Türkiye dahil dünyanın birçok ülkesinde bu konuda verdiği konferanslar ve diğer çalışmalar sayesinde 2007 yılında Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneliyle birlikte Nobel Barış Ödülüne uygun görüldü. Al Gore 1948 yılında siyasetçi bir ailenin içine doğdu. Aynı isimli babası, Albert Gore, Sr. uzun bir süre ABD Senatosu'nda Tennessee eyaletini temsil etmiştir. 1976 yılında Temsilciler Meclisi'ne seçildi. 1984 yılına kadar görev yaptıktan sonra senatör oldu. 1988 yılında Demokratik Parti'nin başkan adayı olmak istedi fakat başarısızlığa uğradı. Tekrar 1992 yılında başkanlık seçimlerine Bill Clinton'un yanında başkan yardımcısı adayı olarak katıldı ve bu sefer seçimi kazanarak başkan yardımcısı oldu. 1993 ve 2001 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri'nin başkan yardımcılığı yaptı. 2000 yılında Bill Clinton'un 8 yıllık başkanlık döneminin dolmasından sonra Demokratik Parti tarafından başkan adayı olarak gösterildi. Seçimlerde Cumhuriyetçi Parti adayı George W. Bush'tan daha fazla sayıda oy olmasına rağmen ABD'nin yerel çoğunluk aslına dayalı seçim sisteminin sonucu olarak çok küçük bir farkla seçimi kaybetti. Seçim sonuçlarının geçerlilik tartışması uzun bir süre Amerikan ve dünya kamuoyunu meşgul etti fakat sonunda Al Gore'un yenilgiyi kabul etmesiyle seçim sonuçları kesinleşti. 2004 ABD başkanlık seçimleri ve 2008 ABD başkanlık seçimlerinde adı sık sık aday olarak geçmesine karşılık adaylığını koymadı. Seçimlerdeki yenilgisinden sonra, Gore özellikle ekolojik konular hakkında konferanslar vermeye başladı. Bu konuşmaları, 2006'da vizyona giren "An Inconvenient Truth" ("Uygunsuz Gerçek") adlı belgeseli için temel oluşturdular. Küresel ısınma ve insanlığın bu süreçteki olumsuz etkileri, belgeselin ana fikrini oluşturuyor. Film, Amerika’da büyük sükse yaparak, "Fahrenheit 9/11" ile "March of the Penguins"’in ardından, sinemada en fazla izlenen üçüncü belgesel oldu ve 2007 yılında En İyi Belgesel Film Akademi Ödülünü kazandı. Ayrıca bu konuda dünyanın birçok ülkelerinde konferanslar verdi. Al Gore 12 Haziran 2007 Dünya Doğayı Koruma Vakfı WWF Türkiye ve Garanti Bankası'nın davetlisi olarak Türkiye'yi de ziyaret etti. 13 Haziran 2007 günü Çırağan Sarayı'nda Küresel ısınma konusunda bir konferans verdi. Al Gore 12 Ekim 2007 tarihinde Norveç Nobel Komitesi tarafından 2007 Nobel Barış Ödülü'nü Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli ile paylaşmaya uygun görüldü. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon tarafından kutlanan Al Gore ödülünün tamamını ABD'deki İklim Koruma Birliği adlı bir örgüte bağışlayacağını açıkladı. Annuna Annuna Sümer mitolojisindeki 50 büyük tanrıdır. Genel olarak bu tanrıların bölgeleri yeraltı dünyası yani ahiret/cehennemdir. Bazıları belli kentlerle ilgilidir. Akadların Anunnaki'sine benzerler. Annuna'dan bazıları: Ciğer tava Tava ciğer (yaprak ciğer), özellikle Edirne'de yapılan et yemeği. Tava ciğerin kendine has aromasının sırrı kızartma yağıdır. Ciğerin zarı soyulur. Sonra yaprak inceliğinde dilimler kesilir, damar ve sinirlerden ayrılır, defalarca yıkanıp iyice sıkılarak kanından arındırılır. Bir kilo ciğere bir çay kaşığı oranında karbonat eklenerek yoğrulur ve bir gece buzdolabında bekletilir. Kızartmadan önce una bulanır ve içinde kızgın ayçiçek yağı bulunan tavaya atılır. Kepçeyle karıştırarak kuvvetli ateşte birer dakika kadar kızartılarak servis tabağına alınır. Etlerin tamamı pişince üzerine tuz serpilir ve servis yapılır. Pişirenin mahareti kadar, Edirne ciğerini lezzetli kılan önemli bir başka özellik ise, Trakyanın verimli otlak alanlarında yetişen semiz danaların ciğerlerinden yapılması ve ciğerin günlük olmasıdır. Ciğer tava, çoğu kez kızartılan kuru kırmızı sivri biberle birlikte servis edilir. George Bush George Bush'un iki anlamı olabilir: Gündüz Suphi Aktan Gündüz Suphi Aktan (7 Ağustos 1941 Safranbolu - 19 Kasım 2008 Ankara), diplomat ve köşe yazarı, eski ASAM Başkanı ve eski MHP Milletvekili. Düzenli olarak Radikal gazetesinde 1998-2007 yılları arasında yazmıştır. 1962'de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Bir süre İçişleri Bakanlığı'nda çalıştı. 1967'de Dışişleri Bakanlığı'na girdi ve çeşitli görevlerde bulundu. 1988'de Atina Büyükelçiliği görevine atandı. 1989'da Turgut Özal'ın adına "Turkey in Europe" kitabını yazdı. 1991'de BM Cenevre Ofisi Nezdinde Büyükelçilik görevine atandı. 1995 yılında Dışişleri Bakanlığı Genel Siyasi İşlerden Sorumlu Müsteşar Yardımcılığına atandı. 1996'da Tokyo Büyükelçiliğine geçti. 1998 yılında Dışişleri Bakanlığı'ndan ayrıldı. Prof. Dr. Ümit Özdağ'ın görevden alınmasından sonra ASAM başkanlığına getirilmiştir. Türkiye'nin AB'den ziyade Rusya ve Çin gibi doğu ülkelerine yönelmesini gerektiğini savunmaktadır. Türkiye'nin aşırı liberal ve demokratik politikalarının ekonomisine zarar verdiğini düşünmektedir. Daha sert ve daha az liberal politikaların savunucusudur. Ankara merkezli Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (U.S.A.K.) tarafından 3 ayda bir yayınlanmakta olan Uluslararası Hukuk ve Politika (UHP) dergisinin yazı kurulu üyesidir. Aktan'ın özel ilgi alanı Ermeni sorunudur. Radikal Gazetesinde yazdığı köşe yazılarından derlediği "Açık Kriptolar" adlı kitabı Ermeni sorununu konu almaktadır. Eski valilerden Bekir Suphi Aktan oğlu, XXIII. Dönem İstanbul milletvekili ve Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu üyesi olan Gündüz Aktan, geçirdiği kalp rahatsızlığı nedeniyle 19 Kasım 2008'de Ankara'da hayatını kaybetmiştir. Gündüz Suphi Aktan için, 20 Kasım 2008 günü önce Dışişleri Bakanlığında daha sonra da TBMM'de tören düzenlenmiştir. Aktan'ın cenazesi, Kocatepe Camisi'nde kılınan cenaze namazının ardından İstanbul'a götürülmüş ve Büyükada Şehir Mezarlığı'na defnedilmiştir. Klaus Schwab Klaus Martin Schwab (d. 30 Mart 1938 Ravensburg, Almanya) İsviçreli hayırsever bir iş adamıdır. Dünya Ekonomik Forumu'nun kurucusu ve başkanıdır. Eşi ve eski sekreteri, Hilde, pek çok projesinde çalışmaktadır. Schwab 1972-2002 yılları arasında Cenevre Üniversitesi'nde işletme profesörlüğü yapmıştır. 1971 yılında Dünya Ekonomik Forumu'nu kar amacı olmayan bir kurum olarak kurdu. Kurumun amacının dünyanın durumunu düzeltmek, geliştirmek olduğu iddia edilmektedir. Foruma her yıl dünyanın önde gelen politikacıları, işadamları ve entelektüelleri katılmaktadır. Tuğba Karademir Tuğba Karademir (d. 17 Mart 1985, Ankara) Türk art
istik buz patencisi. 1995 yılında aldığı Balkan birinciliği ile buz pateni alanında Türkiye'ye ilk altın madalyayı getirmiş olan sporcu, Olimpiyat ve Dünya Şampiyonası'nda finalde yarışan ilk Türk buz patencisidir. Kocaeli Büyükşehir Belediye Kağıtspor'un milli sporcusu Tuğba Karademir, 1.65 m. boyunda ve 53 kg ağırlığındadır. Antrenörleri ve Robert Tebby'dir. Koreografı Kurt Browning ve Romain Haguenauer 'dir. Mengen doğumlu Tuğba Karademir, Kanada'nın Toronto kentinde biyoteknoloji alanında yarı zamanlı öğrenim görmektedir. 5,5 yaşında iken Ankara'da buz pateni yapmaya başladı. İlk defa 8 yaşında Hollanda'daki uluslararası bir yarışmada milli sporcu oldu. Söz konusu yarışta 13 yaş ve altındaki sporcuların yarıştığı klasmanda 5. oldu, sonraki yıllarda aynı yarışta defalarca birinciliği elde etti. 1995 yılında Ankara’da düzenlenen Balkan Şampiyonası’nda birinci olarak Türkiye’ye ilk defa Balkan birinciliği kazandırdı. Kanada Buz Pateni Federasyonu yetkilileri tarafından aldığı davet üzerine figür patenciliği alanında ilerleyebilmek için 1996’da annesi Sabite Karademir ve babası Tayfun Karademir ile birlikte Kanada’ya yerleşti. Toronto kentinde öğrenimini sürdürürken bir yandan da dünyanın en iyi buz pateni eğitmenlerin ile çalışma fırsatı buldu. 1999 yılının Haziran ayında belinden rahatsızlanması nedeniyle 1 yıl spora ara verdi, 2000 yılında tekrar spora döndü. Eski dünya ve olimpiyat şampiyonları Kanadalı Kurt Browning, Brian Orser, Elvis Stojko, İngiliz Steven Cousins, Robert Tebby ve Japon Takashi Honda'dan oluşan ekip tarafından çalıştırıldı. Kanada şampiyonasındaki başarılarıyla Kanada Figür Pateni Federasyonu’nun dikkatini çekti ve Kanada Milli Takımı’na girmeyi başardı, ancak Türkiye’yi temsil etmeyi tercih ederek takımı bıraktı. 2001 yılında yarışmaya gitmek için yola çıkmak üzereyken ayağını burkması nedeniyle Kış Olimpiyatlarına katılamadı. Bunun basit bir burkma olmadığı, bileğinin kırıldığı anlaşıldı. İyileşmesi 2 yılını aldı. 2004 yılında Avrupa ve Dünya Şampiyonaları’nda ilk elemeleri geçmeyi başardı. Ancak ikinci elemelerde takıldı. 2005 yılında Avrupa Şampiyonası’nda serbest programda yarışan ilk Türk sporcusu oldu. Bu şampiyonada kısa programda 37 patenci arasında 21'nci oldu; ilk 24 patenci arasında yer aldığı için 29 Ocak Cumartesi günü yapılan serbest program yarışmasına katılma hakkını elde etti. İkinci sırada piste çıkan Tuğba, serbest programda 17. oldu. Kısa ve serbest program sonunda toplam 106.98 puan alarak genel klasmanda 19. oldu. Ocak 2006’da Avrupa Artistik Patinaj Şampiyonası’nda 13. oldu.Bu kendisinin, o zaman için, en iyi derecesi anlamına da geliyordu. 2006 Kış Olimpiyatları’na Türkiye adına katılan Tuğba Karademir, buz pateni yarşmasının tek Türk sporcusu oldu. Kısa programda 29 sporcu arasinda ilk 24'e girerek (22.) serbest dalda yarışmaya hak kazandi. Serbest dalda 21. ve toplamda 21. oldu. 2006 Dünya Artistik Patinaj Şampiyonası'nda, elemelerde 26., kısa programda 21., elemelerle kısa program toplamında 22., serbest programda 16. ve son toplamda 18. oldu. Dünya 18.'si olduğu için, ISU tarafından belirlenecek iki Grand Prix yarışmasına katılmaya hak kazandı. Tuğba Karademir, Dünya Şampiyonası'nda, kısa program, serbest program ve kısa programla serbest program toplamı olmak üzere, sırasıyla, 44.47, 89.84 ve ikisinin toplamı olan 134.31 ile, bugüne kadar kendisine ait (ve Türkiye'ye ait) en iyi puanlarını topladı ve en iyi derecesini elde etti. Böylece, Türkiye adına Dünya Artistik Patinaj Şampiyonası'nda serbest programa katılıp ilk 20'ye girme başarısını gösteren ilk Türk sporcu oldu. Tuğba Karademir, 2006 yılındaki bu başarılarıyla, ISU Grand Prix Yarışmalarına katılma hakkını kazanan ilk Türk artistik buz pateni sporcusu olma başarısını da göstermiş oldu. 2007 yılına Üniversite Kış Oyunları ile başladı. Bu yarışmada toplam 107.53 puan elde eden Karademir, genel klasmanda 14.lüğe oturdu. 2008 yılında Slovakya'nın başkenti Bratislava'da düzenlenen Ondrej Nepela Memorial turnuvasında yarıştı ve toplam 122.11 puanla 2. sırayı aldı ve Türkiye uluslararası plandaki 2. madalyasını kazandırdı. Karademir, 2009-2010 sezonu için iki yeni program hazırladı. Kısa programda "Bazaar İstanbul" albümünden oluşan bir derleme ile kayacak ve koreografiyi Kurt Browning yaptı. Karademir serbest programı için "Tango de Exilados" müziği seçti. Serbest program koreografisini ise Romain Haguenauer hazırladı. Bu iki programın kıyafetlerini ise Karademir, annesi ile birlikte tasarladı. Karademir, 2010 Avrupa Artistik PatinajŞampiyonası'nda kısa programda kariyerinin en yüksek puanını elde etti. Kısa programda toplam 533.88 puan aldı. Karademir, 2010 Vancouver Kış Olimpiyatı oyunlarında 24.02.2010 tarihinde yapılan kısa program elemelerinde 50.72 puan elde ederek 21. oldu ve 25.02.2010 (TSI 26.02.2010 sabaha karşı) tarihinde yapılan Serbest Programa katılma hakkını kazandı, serbest programda 24. oldu. 2010 Mart' ta amatör sporu bırakarak yarışma kariyerini noktalamıştır. Sihir Bakanlığı Sihir Bakanlığı, J. K. Rowling'in "Harry Potter" serisinde oluşturduğu evrende, Londra'da kurulmuş olan kurgusal bir bakanlıktır. Bu kurum, Britanya'daki büyücü dünyasının yönetiminden sorumludur. Temel görevi, Muggleları büyücü dünyasından uzak tutmaktır. Bu karmaşık ve çok fazla bürokrasi gerektiren bir görevdir. Bakanlık Binası yer altındadır ve girmek için, oradaki telefon kulubesine 6-2-4-4-2 tuşlamak gerekir. Ayrıca cisimlenilebilir ya da buharlaşılabilir. Muggle başbakanı, sihir dünyasından haberdardır. Muhtemelen, diğer dünya liderleri de. Sirius Black ve 10 Ölüm Yiyenin Azkaban hapisanesinden kaçması ile birlikte, Cornelius Fudge bunun mugglelara karşı da bir tehdit oluşturduğunu düşündüğünden konuyu muggle başbakanına açmıştır. Ayrıca bazı büyülü yaratıkların elden kaçırılması gibi özel durumlarda da, Yanlış Bilgilendirme Ofisi (Sihirli Yaratıkların Düzenlenmesi ve Denetimi Dairesi'nin alt bölümüdür) muggle başbakanına, muggleları inandırabilecek hikâyeler uydurma konusunda yardımcı olmaktadır. Bakanlık hükûmeti, büyücüler dünyasının ilk bilinen yönetim organı olan "Büyücüler Konseyi"nin yerini aldı. Sihir Bakanlığı, en büyükleri Büyü Yasaları Uygulama Dairesi olan 21 adet bölüme ayrılmıştır. Bunlar aşağıdaki gibidir: Ludovic "Ludo" Bagman, ismi ilk olarak Harry Potter ve Ateş Kadehi kitabında ismi geçmiştir. Harry'le Quidditch Dünya kupasında karşılaşmışlardır. Bartemius Crouch, Sr., J.K. Rowling tarafından yazılmış Harry Potter serisinde bir karakterdir. Barty Crouch Junior'ın babasıdır. 4. kitapta Percy Weasley'in patronluğunu yapmıştır. Oğlu Barty Crouch Junior ölüm yiyenlere katıldığı için, oğlunu Azkaban'a göndermiştir. Daha sonra oğlu tarafından öldürülmüştür. Barty Crouch Sr., oğlunun annesinin biçimine dönüşmesini sağlayarak onu Azkaban'dan kaçırmıştır. Annesi ise Azkaban'da oğlunun kılığındayken 1 yıl sonra ölmüştür. John Dawlish, ismi ilk olarak Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı kitabında geçmiştir. Cornelius Oswald Fudge, J.K. Rowling tarafından yazılmış Harry Potter serisinde bir karakterdir. Harry Potter filmlerinde Robert Hardy tarafından canlandırılmıştır. Cornelius Fudge, 1988'le 1996 arasında İngiliz Sihir Bakanlığı'nda Sihir Bakanı olarak görev yapmıştır. Fudge, Harry Potter serisi sırasında ilk defa "Sırlar Odası'nda" karşımıza çıksa da "Felsefe Taşı'nda" bahsedilmiştir. Fudge önceleri Harry Potter'a sempatik görünmüştür. Harry'nin Sirius Black'in James Potter'ın en iyi arkadaşı olduğunu öğrenmesi gibi önemli noktalarda yardım etmiştir. Ancak, bunlara rağmen Fudge, Lord Voldemort'un döndüğüne inanmaz ve "Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı"'nda Albus Dumbledore'la Harry'i karalamak için çalışmalarda bulunur. Sihir Bakanı olarak Fudge, aynı zamanda Rubeus Hagrid'in Azkaban'a götürülmesinden sorumlu kişidir. Voldemort'un dönüşü kesinleştiğinde bile bunu kabul etmemesi, Fudge'ın Sihir Bakanı olarak görevinden kovulmasına ve Rufus Scrimgeour'un onun görevine getirilmesine neden olmuştur. Bertha Jorkins, 4. kitapta Lord Voldemort tarafından öldürülmüştür. Rufus Scrimgeour, J.K. Rowling tarafından yazılmış Harry Potter serisinin karakterlerindendir. Büyücü halkının bir kısmı onun vampir olduğuna inanır. İlk olarak 6. kitap olan Harry Potter ve Melez Prens kitabında Sihir Bakanı olarak görülmüştür. Sihir bakanı olmadan önce seherbaz olarak çalışıyordu. Bu zamana kadar bu görevi Cornelius Fudge üstlenmekteydi. Aslında Harry ile Scrimgeour iyi anlaşamazdı. Harry 5. Kitap olan Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı'nda yaşananlardan dolayı sihir bakanlığına güvenmiyordu. 7. ve son kitap olan Harry Potter ve Ölüm Yadigârları'nda Voldemort tarafından öldürülmüştür. Öldürülmeden önce ona Harry Potter'ın yerinin Cruciatus lanetli ile söyletilmeye çalışıldığı fakat söylemediği yazılmaktadır. Pius Thicknesse, ismi ilk olarak Harry Potter ve Ölüm Yadigarları kitabında geçmiştir.Kendisi Yaxley tarafından İmperius Laneti'ne uğratılmış ve Karanlık Taraf adına Sihir Bakanı olmuştur.Hogwarts savaşında Arthur ve Percy Weasley tarafından yere düşürülmüştür. Dolores Jane Umbridge, Sihir Bakanlığı'nda Bakanlık Müşteşarı olarak görev yapan Umbridge; solgun bir kurbağaya benzer. Tıknaz, geniş, sarkık bir yüzü ve çok geniş, gevşek bir ağzı vardır. Boynu hemen hemen yok gibidir. Yuvalarından fırlayacakmış gibi görünen iri ve yuvarlak gözleri vardır. Kısa ve kıvırcık saçlıdır. Bazen saçına kadife fiyonklar takar. Titrek ve tiz bir sesi olan Umbridge her zaman çok renkli giysiler giyer. Umbridge yarı insanlardan nefret eder. 1993 yılında Bakanlıkta 'Kurt-adam Karşıtı Yasa Taslağı' hazırlamıştır. Bu taslak, Remus Lupin'in bir dönem iş bulmasını imkânsız hale getirmişti. 1995 yılında Albus Dumbledore'un Bakanlık tarafından Hogwarts müdürlüğünden uzaklaştırılması ile Hogwarts'a müdür olarak atandı. Aynı zamanda da Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersine girmektedir. Her şeye yasak getiren Umbridge'yi okulun öğrencilerinin büyük bir çoğunluğunun yanı sıra birçok öğr
etmen de sevmez. 1995 yılında daha okul başlamadan Harry teyzesinin evindeyken, Ruh Emicileri Harry'nin üzerine saldırtmıştı. Çünkü Bakanlıktaki herkes Potter'in artık gözden düşmesi ve susturulması gerektiğini düşünüyor ama kimse bu konuda bir şey yapmıyordu. Prof. Umbridge'in bu çabasından Sihir Bakanı'nın haberi olmadı. Hogwarts'ta öğretmenlik yaptığı sene At-adamlara 'Pis Melezler' diye bağırınca, at-adamlar tarafından saldırıya uğramıştır. Daha sonra atadamların elinde kurtarılmış; ancak yaptıkları yüzünden bir süre Azkaban'da tutulmuştur. Daha sonra tekrar görevine dönmüştür. 1996 yılında Dumbledore'un cenazesine katılmış olup hâlâ Sihir Bakanlığı'nda çalışmaktadır. Ancak bu kez Sihir Bakanı Fudge değil Scrimgeour'dur. 1997 yılında ise Karanlık Lord'un Bakanlığı ele geçirdiği dönemde "Muggle doğumlular Kayıt Komisyonu"nun başında bulunmuştur. Slytherin Madalyonu'nun aslını çalan R.A.B. (Regulus Arcturus Black) bunu yok etmesi için Kreacher adlı ev cinine vermiş ancak cin bu Hortkuluk'u yok etmeyi başaramamıştır. Daha sonra Mundungus Fletcher bu madalyonu Black Malikanesi'nden çalmış ve diğer çaldıklarıyla birlikte bunu satmaya çalışırken Dolores Umbridge'e yakalanmıştır. Rüşvet olarak madalyonu Umbridge'e vermiş ve bu durumdan kurtulmuştur. Daha sonra madalyonu arayan Ron, Harry ve Hermione onun Umbridge'de olduğunu öğrenirler ve onu çalmak için gizlice Bakanlık'a girerler. Umbridge, ayrıca "Teftiş Mangası" adlı öğrenci kulübünün kurucusudur. Grubun amacı Umbridge müdür olduktan sonraki kuralları uygulatmak ve kontrol etmektir. Üye öğrencilerin tümü Slytherin öğrencileridir. Bu grup binalara puan ekleyip eksiltme yetkisine sahiptir. Percy Ignatius Weasley, Weasley ailesinin Hogwarts'tan yakın zamanda mezun olmuş yetişkin oğludur. 1987 yılında Gryffindor'da okula başlayan Percy 1994 yılında okulu bitrmiştir. Sihir Bakanlığı'nda Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde çalışmaya başlamıştır. Fakat burada çalışırken patronu Mr. Crouch'un Voldemort'un kontrolünde olduğunu anlamaması, onun için büyük bir gaflet olarak nitelendirilmiştir. 1994 yılında terfi ederek Cornelius Fudge'nin yanında ikinci asistan olarak çalışmaya başlamıştır. Kurallara ve işleyiş düzenine çok sıkı sıkıya bağlıdır. Hatta Ron, büyücü kurallarını çiğnerlerse kendi kardeşlerine bile hoşgörülü olacağı konusunda şüphelidir. Hogwarts’ta Sınıf ve Öğrenci Başkanı olmuştur. O da kızıl saçlı fakat ince ve uzun boyludur. Kız arkadaşı Penelope Clearwater’dır. Hermes adında bir baykuşu vardır. Bir süre Harry'nin 4. senesinde Lord Voldemort ile savaşmadığına inanmıştır ve Sihir Bakanı Cornelius Fudge ile birlikte Prof. Dumbledore'un bakanlığa karşı ordu kurdukları gerekçesiyle okula gelerek Prof.Dumbledore'u Azkaban'a götürme girişiminde bulunmuştur. Bunun üzerine babası Arthur Weasley ile aralarında bir tartışma yaşanmış ve Percy Kovuk'tan ayrılmıştır. Ayrıca 5. kitapta Percy kardeşi Ronald Weasley'nin sınıf başkanı olduğunu öğrenince ona bir tebrik mektubu yazmıştır ve mektupta ""Harry Potter denen o çocukla arkadaş olma."" deyince Ron'un Percy'ye olan nefreti daha da güçlenmiştir. Maya Maya kelimesi Türkçede; huy, mizaç anlamında kullanılır. Ayrıca şu anlamlara da gelebilir: Kafkasya Kafkasya, Karadeniz ve Hazar denizi arasında yer alan, Avrupa ve Asya'nın sınırında bulunan bölgenin ismi. Kafkas sıradağlarında, Avrupa'nın en yüksek dağı olan ve Kafkas halklarının sözlü edebiyatını oluşturan Elbrus Dağı bu bölgede bulunmaktadır. Kafkasya bölgesi siyasi ve coğrafi olarak Kuzey Kafkasya ve Güney Kafkasya olmak üzere ikiye ayrılır. Güney Kafkasya bağımsız ve egemen devletlerden oluşmaktadır. Kuzey Kafkasya ise Rusya içinde bulunmaktadır. Kafkas adının nereden geldiğiyle ilgili ilk açıklamalardan biri antik dönem yazarı Plinius'a aittir. Plinius, "Kafkas" adının kökeninin İskit dilinde "ak kar" anlamına gelen "Gracaucasus"'tan geldiğini belirtmiştir. 1800'lü yıllarda Kafkasya'yı gezen J.Klaproth ise Kafkas adının Farsça kökenli olduğunu ve Farsçada "Kaf Dağı" anlamına gelen "Koh-Kaf"(Kuh-i Kaf) kelimesinden kaynaklandığını iddia etmiştir. Romalılar ise bu bölgeyi "Kavkasus" olarak adlandırmıştır. Avrupa'da 15. ve 16. yüzyıllarda Kafkas adı "Caucasus" olarak geçmiş ve bu kullanım günümüze kadar gelmiştir; fakat bu kullanımlarda belirtilen "Kafkasya", günümüzde "Kuzey Kafkasya" olarak anılan bölgeyi belirtiyor, Güney Kafkasya bu tanıma girmiyordu. Güney Kafkasya'yı belirtmek için "Kafkas ötesi" anlamındaki "Transcaucasia" sözcüğü kullanılıyordu. Doğal sınırlarını batısında Karadeniz, doğusunda ise Hazar Denizi oluşturur. Kafkas Dağları Taman Yarımadası'ndan başlayıp, güneydoğu istikametinde uzanarak Apşeron Yarımadası'na ulaşır. Uzunluğu 1440 kilometreden fazladır. Genişliği ise 50 ile 225 km arasında değişir. Genellikle iki veya üç sıra halinde uzanır. Bu sarp dağlar batıdan doğuya doğru üç ana kısımdan meydana gelir. Birinci kısım Taman Yarımadası'ndan Kuban Nehri'nin kaynaklarına kadar uzanır. Pşeha Vadisi'ne kadar yükseklik 1000 metrenin altındadır. Daha doğuya doğru ise 1500 metrenin altına düşmez. Orta Kafkasya ise Kuban Vadisi'nden Daryal Geçidi'ne kadar uzanır. Dağların en sarp ve yüksek kesimi buradadır. Aynı zamanda dağlar en fazla genişliğe de burada ulaşırlar. Yüksekliği 5642 metre olan Elbrus ve yine yüksekliği 5047 metre Kazbek burada yer alır. Burada da büyük kitlelerin hareketine elverişli geçit yoktur. Böylece Batı ve Orta Kafkaslar sarp, son derece engebeli ve geçit vermeyen özellikleri nedeniyle Rusya'ya karşı direnen Kafkasyalıların son sığınaklarını teşkil etmiştir. Doğu Kafkaslar ise, Daryal Geçidi'nden Apşeron Yarımadası'na kadar uzanır. Burada dağlar alçalır ve yayvanlaşırlar. Daha çok yüksek platolar hakim manzarayı teşkil eder. Hazar Denizi'ne doğru ise bu platolar da kademeli olarak alçalmak suretiyle yok olurlar. Bu bölgenin merkezinde doğu-batı istikametinde uzunluğu 180 km genişliği ise 106 km olan Dağıstan Platosu yer alır. Bu bölgenin batısı daha yüksek ve engebeli olduğu için oraya nüfuz edilmesi de zordur. Ancak Hazar Denizi'ne doğru arazi yapısı daha yeknesak bir hal alır ve içine girilmesi daha kolaydır. İşte bu nedenle Doğu Kafkasya'da Rusya'ya karşı mukavemet daha çok Çeçen İnguşlar'ın ve Avarların yaşadıkları Daryal Geçidi'ne doğru olan kesimde daha şiddetli olmuştur. Kafkasya'nın akarsuları genellikle kaynaklarını Kafkas dağlarının kar ve buzlarla örtülü tepelerinden alırlar. Derin vadiler oyarak dağlardan indikten sonra kaynaklarını zaten bu dağlardan alan Kuban, Terek, Sulak ve Kura nehirlerine kavuşurlar. Doğu Kafkasya'nın kuzeyi Terek ve Sulak nehirlerine rağmen bir bozkırdır. Bu bozkır ile dağlık Dağıstan arasındaki sınır aşağı yukarı Mahaçkale-Hasavyurt arasında uzanan çizgidir. Bu çizginin kuzeyindeki bozkırda ve Hazar Denizi kıyılarında Kumuklar otururlar. Buna karşılık dağlık bölgede Kafkasyalı yerli halklar yasarlar. Kafkasya'nın iki önemli ve her zaman açık olan geçidi vardır. Bunlardan biri Daryal geçididir. Geçidin deniz seviyesinden yüksekliği 2379 metredir. Vladikafkas'ı Tiflis'e bağlayan ve Rusların "Gürcü Askeri Yolu" dedikleri yol da bu geçitten geçer. Yol aynı geçitte akmakta olan Terek Nehri'nin ana kolunu takip eder. Orta ve güney kesimleri üzerinde Osetler yaşarlar. Bu geçit Kafkasya'yı siyasi, askeri ve hattâ sosyal yönlerden iki ana parçaya ayırır. Gürcistan'ın Rusya'ya bağlanmasından sonra bu geçidin önemi daha da büyümüştür. Kafkasya'yı ele geçirmek isteyen Rusya için hem Gürcistan'la irtibatı sürekli açık tutmak ve hem de Batı Kafkasya'daki Çerkesler ve Abazalar ile Doğu Kafkasya'daki Çeçenler ve Dağıstanlılar arasındaki işbirliğini kesmek açısından hayati bir önem taşımaktaydı. Daryal'dan başka ikinci önemli geçit de Derbent'tir. Bu geçit Hazar Denizi kıyısı boyunca uzanır ve genişliği 1.5 ile 30 km arasında değişir. Dağıstan'da bu iki geçit kadar önemli olmasa da Avar, Karayan, Sol ve Mamison geçitleri de bulunmaktadır. George H. W. Bush George Herbert Walker Bush, (d. 12 Haziran 1924, Milton, Massachusetts) 1989-93 arasında Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) 41. başkanı, 1981-89 arasında da ABD'nin 43. başkan yardımcısı. Hayatta olan ABD başkanları ve başkan yardımcıları arasında en yaşlı olan, ayrıca II. Dünya Savaşı gazisi son ABD başkanıdır. ABD'nin 43. başkanı George W. Bush'un babasıdır. 1924 yılında Milton, Massachusetts'de dünyaya geldi. Connecticut eyaleti senatörlerinden banker Prescott Sheldon Bush (1895-1972) ile Dorothy (Walker) Bush (1901-1992) çiftinin oğludur. Doğumundan kısa süre sonra Bush ailesi Greenwich, Connecticut'a taşındı. Bush Greenwich'te büyüdü; orada ve Andover'da (Massachusetts) özel okullarda okudu. Andover'daki Phillips Akademisi'ni bitirdikten sonra Deniz Kuvvetleri Yedek Birlikleri'nde yedeksubay oldu. II. Dünya Savaşı sırasında (1942-44) Büyük Okyanus'taki uçak gemilerinde torpido bombardıman pilotu olarak görev yaptı. Üstün Uçuş Nişanı'nı kazandı. 1945'te Barbara Pierce ile evlendi; çiftin altı çocuğu oldu; George Walker Bush (1946 doğumlu), Pauline Robinson "Robin" Bush (1949–1953, kan kanserinden öldü), John Ellis "Jeb" Bush (1953 doğumlu), Neil Mallon Bush (1955 doğumlu), Marvin Pierce Bush (1956 doğumlu) ve Dorothy Bush Koch (1959 doğumlu). Greenwich'e döndükten sonra aile geleneğini izleyerek Yale Üniversitesi'ne girdi ve 1948'de buradan mezun oldu. Babasının şirketinde görev almak istemedi. Ancak babasının iş bağlantıları sayesinde, taşındığı Texas'ta petrol arama donanımı pazarlamaya başladı. Zapata Petroleum Corporation (1953) ile Zapata Off-Shore Company (1954) gibi petrol şirketlerinin kurucu ortağı oldu. 1959'dan itibaren Houston'da Cumhuriyetçi Parti'de etkin görev aldı. 1964'te Senato seçimlerinde, kendisini aşırı sağcı olmakla suçlayan Demokrat Parti'li rakibi Ralph Yarborough'ya karşı başarısız olduktan sonra, 1966'da Cumhuriyetçi Parti'den Temsilciler Meclisi'ne seçildi. 1970'te bu sandalyeyi bırakarak Senato seçimlerine katıldıysa da gene başarısız oldu. Başkan Richard Nixon, Bush'u ABD'n
in Birleşmiş Milletler nezdindeki büyükelçiliğine atadı (1971-72). Bush 1973'te Watergate Skandalı alevlendiği sırada Cumhuriyetçi Parti Ulusal Komitesi'nin başkanı oldu. Uzun süre Başkan Nixon'ı desteklediyse de Ağustos 1974'te başkanı istifaya çağırmak zorunda kaldı. Aynı yılın sonuna doğru Başkan Gerald R. Ford tarafından Pekin'de ABD İrtibat Bürosu'nun başına getirildi. Merkezi Haberalma Örgütü (CIA) başkanlığına (1976-77) atanmasına değin bu görevde kaldı. Bush 1980'de başkan adaylığı için bir kampanya başlattıysa da mayısta Ronald W. Reagan'ı desteklemek üzere kampanyasından vazgeçti ve Reagan'ın başkan yardımcısı adayı oldu. 1980'de Ronald Reagan'ın mevcut başkan Jimmy Carter'a karşı kazandığı seçim zaferiyle Bush da başkan yardımcısı oldu. Başkan yardımcısı olarak anayasanın çizdiği görev sınırlarını kabullenerek genellikle düşük bir profil sergiledi; hiçbir şekilde Reagan'ı eleştirmedi ve inisiyatif almayı reddetti. Başkan yardımcısı ve Senato başkanı olarak Reagan'ın güvenini kazandı. 1984'te ikinci bir dönem için yeniden seçildi; bu seçimdeki rakibi Geraldine Ferraro ABD tarihinde büyük bir partiden başkan yardımcılığına aday gösterilen ilk kadındı. 13 Temmuz 1985'te Reagan'ın kalınbağırsağındaki urun alınması amacıyla ameliyat edilmesi nedeniyle ABD tarihinde başkanlık yetkilerini devralan ilk başkan yardımcısı oldu. Reagan yönetimi, 1986 yılında, yönetim görevlilerinin yasaları doğrudan çiğneyerek gizli bir operasyonla İran'a silah satarak elde ettikleri gelirle Nikaragua'daki Sandinista yönetimine karşı savaşan antikomünist Contra'lara yardım yaptıklarının ortaya çıkmasıyla sarsıldı. Bush kovuşturmadan kurtulmayı başardı. Olayların dışında kaldığını ve fiili bir rolü olmadığını iddia etse de, yayınlamak zorunda bırakılacağı günlüğüne skandal ortaya çıkmadan önceki bir tarihte "bütün ayrıntıları bilen birkaç kişiden biriyim" diye yazmıştı. 1988 başkanlık seçimlerinde neredeyse rakipsiz biçimde partisinin adayı oldu ve Demokrat Parti'nin adayı Yunan asıllı Massachusetts valisi Michael Dukakis karşısında halkın yüzde 54'ünün oyunu alarak seçimi kazandı. Bush, Reagan'ın izlediği politikalarda önemli bir değişikliğe yönelmedi. Ama Reagan'ın Demokratların çoğunlukta bulunduğu Kongre'ye karşı cephe alan tutumundan uzak durdu. Aralık 1989'da, ABD'de uyuşturucu kaçakçılığıyla suçlanan Panama lideri General Manuel Antonio Noriega'yı devirmek amacıyla ABD kuvvetlerinin bu ülkeyi işgal etmesi emrini verdi (ABD'nin Panama'yı işgali). Öte yandan Nikaragua'nın demokratik seçimlere yönelmesi üzerine ABD'nin bu ülkedeki ayaklanmacılara yönelik yardımını kesti. Doğu Avrupa'daki köklü siyasal dönüşümleri destekleyen Bush Sovyetler Birliği lideri Mihail Gorbaçov'la birkaç kez buluşarak karşılıklı silahsızlanmada çok önemli adımlar atılmasını sağlayan antlaşmalara imza koydu. Ağustos 1990'da Irak'ın Kuveyt'i işgal etmesi üzerine Birleşmiş Milletler'in (BM) desteğiyle ABD önderliğinde geniş bir uluslararası ittifakın oluşmasını sağladı. Irak'ın BM ambargosuna karşın çekilmemesi üzerine Basra Körfezi'nde konuşlandırılmış ABD askerlerinin sayısını birkaç ay içinde yaklaşık 500 bine çıkardı. 16-17 Ocak 1991 gecesi ABD önderliğindeki hava saldırısıyla başlayan Körfez Savaşı şubat sonlarında Müttefiklerin zaferiyle sonuçlandı. Savaştan sonra 12 yıl süreyle Irak'a ambargo uygulanmış ve Irak'ın kuzey bölgesindeki hava sahanlığında Irak'a ait uçakların uçması yasaklanmıştır. Sovyetler Birliği'ndeki reform sürecini destekleyecek bir yardım programını geciktirmekle eleştirilen Bush, Ağustos 1991'de Gorbaçov'a karşı girişilen darbe karşısında kesin tutum takındı. 1991 sonlarında SSCB'nin dağılmasıyla birlikte, yaklaşık yarım yüzyıldır dünya ölçeğinde ABD'nin karşıt kutbunu oluşturan rakip ve hasım güç ortadan kalkmış oldu. İç politikada Bush daha az girişken davrandı. Federal hükümetin süregiden bütçe açıklarının hem vergileri artırarak, hem de harcamaları kısarak kapatılmasına yönelik bir plan konusunda Kongre'yle anlaşmaya vardı. Ama başta işsizlik olmak üzere ekonomik durgunluğun öteki göstergelerinin belirginleşmesi kamuoyunda Bush'a yönelik desteğin sarsılmasına yol açtı. 1992'deki başkanlık seçimlerinde Demokratların adayı Bill Clinton karşısında yenilgiye uğradı. Seçimlerle birlikte siyasi yaşamına nokta koydu. 1993'te Kraliçe II. Elizabeth tarafından şövalyelik ile ödüllendirildi. Nisan 1993'te Kuveyt'e ziyarette bulundu. Kuveyt Güvenlik Örgütü, ziyaret sırasında Bush'u öldürmek ve sabotaj düzenlemek için ülkeye sızdığı iddia edilen 17 kişiyi tutukladı. Şüphelilerin ifadeleri ve bombanın devre parçalarında yapılan inceleme sonucunda Federal Soruşturma Bürosu (FBI) saldırının arkasında Irak İstihbarat Servisi'nin olduğunu saptadı. Bunun üzerine iki ay sonra Bill Clinton'ın emriyle başlatılan operasyonda Bağdat'ta bulunan Irak istihbarat Servisi merkezine 23 Cruise füzesi atıldı. En büyük oğlu George W. Bush 2000 ve 2004 yıllarında arka arkaya ABD Başkanı seçildi. Aralarındaki siyasi farklılıklara karşın halefi Bill Clinton'la Katrina Kasırgası ve 2004 Hint Okyanusu tsunamisi kurbanları için yapılan yardım kampanyalarına katıldı. Gerald Ford'un 2006'da ölmesinden sonra hayatta olan en yaşlı ABD Başkanı unvanını kazandı. Tuva Cumhuriyeti Tuva Cumhuriyeti veya Tıva Cumhuriyeti (, "Tıva Respublika"; , "Respublika Tıva"; Rusya Federasyonu’nda Güney Sibirya'da özerk bir Türk cumhuriyetidir. Tuva cumhuriyeti, adını, Türk halklarından biri olan Tuvalardan alır. "Tıva Cumhuriyeti" olarak da Türkiye Türkçesinde kullanımı vardır. Yüzölçümü 170.500 km²'dir. Nüfusu 313.612 kişidir. Konumu ise kuzeyinde Rusya Federasyonuna bağlı Krasnoyarsk Kray'ı, kuzeybatısında Hakas Özerk Cumhuriyeti, batısında Altay Özerk Cumhuriyeti, güneyinde Moğolistan, doğusunda Buryat Özerk Cumhuriyeti çevrelemiştir. Çevresindeki ülkelere göre Türk nüfusunun en yoğun olduğu Güney Sibirya ülkesidir. Başkent Kızıl ve Moskova arası 4668 km'dir. Büyük şehirleri ve sanayi merkezleri: Kızıl, Ak-Dovurak (Ak-toprak), Şagonar, Çeder'dir. Yer altı kaynakları, altın, demir, asbest, kömür ve başka hammaddeler. Büyük kaplıcaları ve çamur kaplıcaları mevcuttur. Tahıl bitkileri ve yem bitkileri vardır. İnek,merinos koyun ve keçi ile birlikte gücünden faydalanmak için at yetiştirilir. Ülke coğrafyasının çoğunluğu ormanlar, dağlar ve bozkırlardan meydana gelir. Ülkenin esas halkı olan Tuva Türkleri, Geniş Türk Dili'nin bir dalı olan Tuva Türkçesi ile söyleşirler. Tuva kelimesi günümüzde Tuva'da Tıva şeklinde yazılmakta ve söylenmektedir. Eski devirlerde de Tuva, Toba, Tuba gibi adların Türk dilinin Küçük ünlü uyumundan dolayı halk ağzında Tıva olması gerekmektedir. Zaten günümüz Tuva Türkleri kendilerine bu ses uyumundan dolayı Tıva derler. Orijinal şeklinin Toba olduğu düşünülmektedir. Toba, toplum anlamına geldiği sanılır. Yenisey akarsuyunun eski adının Toba olduğu ve Toba akarsuyu çevresindeki Türk yerleşimcilere Toba dendiği söylentisi bulunmaktadır. Güney Sibiryadaki Türk toplulukları içerisindeki ""Tuo-ba"" (拓跋) veya ""Tuo-ba Shi"" (拓跋氏) diye bilinen kut almış Türk kağan hanedanı Çin'e egemen olduğunda Çin'e Tabgaç denilmiştir. Tuo-ba Türkleri içinde Hun, Dingling, Kırgız, Jujuan, Wuhuan ve doğu Siyanpileri gibi 31 topluluk bulunuyordu. Tuo-ba’lar (拓跋) Kuzey Wei Hanedanlığı (M. Ö. 386 – 534) nı kurarak Çin’i aşağı yukarı 150 yıl hakimiyeti altında tutmuştur. Dolayısıyla batıdaki kavimler Çin’i ""Tabgaç"" (Taughast) adıyla anmışlardır. Orhun Yazıtları’nda da görülen ""Tabgaç"" adı Orta Asya’da Çağatay dönemine kadar kullanılmaya devam etmiştir. Fakat Çinliler (Hanlar) ""Qin"", ""Çin"" , ""Kıtay"" , Çin'e egemen olan eski Türkleri ifade eden ""Tabgaç, Tawgaç"" adını benimsememişlerdir. Çinliler kendileri için eskiden beri ""Zhong-guo"" (中國), kendileri için de ""Xia"" (夏), ""Han"" (漢), ""Han-ren"" (漢人), ""Han-zu"" (漢族), ""Hua-xia"" (華夏) terimlerini kullanmışlardır. Yalnız ilginç olan şudur ki, ""Tabgaç (Tawgaç)"" adı Tang (T’ang) Hanedanlığı (唐朝) için de kullanılmıştır. Demek ki Çin'e hakim olan Türk kağanlar sülalesinin adı asırlar sonra bile kaybolmamıştır. Mesela Singku Seli Tutung "Hsüan-tsang (Xuan-zang)’ın Biyografisi"nde Çince 唐朝 ("Táng Cháo": "Tang (T’ang) Hanedanlığı")yı ""t(a)vgač"" diye tercüme etmektedir: Göktürk Kağanlığı döneminden çok sonralara kadar Çin adı yerine bu sözcüğü kullanmayı sürdürdüler. Çin kaynaklarının Topa diye zikrettiği Tabgaçların adı, Kâşgarlı Mahmud tarafından "ulu, saygıdeğer" diye açıklanmıştır ki yaşadığı dönemde Türkistan coğrafyasına egemen olan Hakaniye Devleti veya gerçek adıyla Türk Hakanlığı hükümdarlarınca "tafgaç, tamgaç" şeklinde unvan olarak kullanılmaktaydı. Modern Köken bilimsel araştırmalarda ise L. Bazin değişik bir yorum getirmiş: Türkçe tab+gaç = (mala, mülke) sahip, malik. Kâşgarlı Mahmud'un Türklüğünü iddia ettiği Tabgaçlar, Çin kaynaklarına göre de Hiung-nu'lardan bir bölüktür ve Motun (Mete)'u eski Toba hükümdarı sayarlar. Kaşgarlı Mahmud, Tabgaçları Türklerden bir bölük olarak kaydeder. Çin kaynaklarından saptanan bazı etnografik ve dilsel bulgular da, onların Türklüklerine ilişkin ipuçları vermektedir. Örnek sunmak gerekirse, kurt ve göç efsanelerinin varlığı; mağara, dağ ve orman kültleri (Tengricilik); dillerinde tespit edilen bitegçin (bitikçi, kâtip), kapukçın (kapıcı,hacip?), atlaçın (atlı, süvari), korakçın (koruyucu,muhafız alayı), aşçın (aşçı), törü (yasa, töre), il (devlet) gibi sözcükler mevcuttur. Tabgaç Türklerinin büyük bir bölümünün Çin'in işgaliyle Çinlileştiği ve Türk özelliklerini yitirdikleri belirlenmiştir. 6. yüzyılda kurulan günümüz tarihçilerinin Kök Türk Devleti adını verdikleri Türk Kağanlığı kağanlarından Tapar/Taspar Ḳaġan (572-581) hanedanına Çince Tuvaların atası anlamında Tuobo denilmişir. Kağanın adı Türkçede Tapar ve Sogdça’da T’sp’r (Taspar) şeklinde geçerken unvânıda Sogdça’da T’sp’r γ'γ'n ve Çince’de Ta/Tuóbō Kěhàn (T’o-bo K’o-han) 佗鉢可汗 şeklindedir. Tarihi kaynaklarda Tuba adına Çin'in Su hanedanının (581-618) kayıtlarında görülmektedir. Bu kayıt kaynaklar
ına göre Türk kağanının soyundan gelen Tubalar, Kırgız Türklerinin doğusunda ve Baykal Gölünün güneyinbatısında , Uygurların kuzeyinde Yenisey dolaylarında Ötüken taygasında yarı yerleşik olarak yaşamaktadırlar. Çin kayıtlarında türlü yazılış şekli Dubo-Tubalar Sayan dağlarının geniş vadilerinde meskun idiler. Kök Türk Kağanlığından başka ad olarak kullanıldığı bir öbür yer ise Hazar Kağanı'nın adı Tuvan Kağan (825 - 830)dır. "Moğolların Gizli Tarihi" adlı Çince eserde de Tuva Türklerinden "Tuba" diye bahsedilir. Çin Tarihi konusunda uzman olan W. Eberhard Tova (Toba) Devletini kuran 119 topluluğun Türk soyundan gelenler olduğunu belirtir. Günümüzde Tuva (Tıva), Tofa(karagas), Tuba (Altay Türklerinin bir kolu) şekilleriyle karşılaştığımız adlar hep aynı kökene dayanmaktadır. Ünlü Türkbilimci N.F.Katanov da aynı soydan geldiklerini eserlerinde belirtmektedir. Sonuç olarak Tuva, Tofa, Duha, Toba şekillerinde günümüzde İrkutsk'tan Doğu Türkistan ve Altay'a kadar yaşayan Türk soylu Tuva topluluklarının Hun , Tabgaç ve Kök Türk kağanlığı'nın Tanrı'dan kut almış kutlu hakanlar sülalesinden geldiği anlaşılmaktadır. Günümüzde Ötüken ve dolayına, Ötüken tayga bölgesine en yakın Türk topluluğu dahi Tuva Türkleridir. Bazı bilim insanları tarafından yapılan hesaplamalar neticesi Asya kıtasının doğu-batı uzantısında tam orta noktasının Tuva Cumhuriyetindeki Kızıl şehri olduğu belirtilir. Tuva Özerk Türk Cumhuriyetinin kuzeyinde, Tomsk, Abakan, Krasnoyarsk şehirleri çevresinde ve bu bölgenin batısındaki Tobol nehrinin kenarına kurulu Tümen, Tobolsk, Tara, Barabinsk kentleri çevresinde, ayrıca bu iki bölgenin arasındaki Baraba bozkırlarında Baraba Türkleri yaşarlar. Kemerova ilinde ise Şor Türkleri yaşamaktadır. Krasnoyarsk bölgesi içinde önceden çok nüfusa sahipken günümüzde çok az kalmış Tuva Türkleri de yaşar. Fakat Rusların baskısı sonucu Tuva Cumhuriyetine göç etmek zorunda kalmışlardır. Krasnoyarsk içindeki Tanzıbey taraflarının Tuvaların toprağı olduğu Tuva halkı tarafından hâlâ bilinmektedir. Çin kaynaklarına göre Tuvalar Kırgızlar'ın doğusunda, "Küçük Deniz"in (Muhtemelen Baykal Gölü) güneyinde ve Uygurların kuzeyinde bulunmaktadır. Bugün de Tuvalar buralarda oturmaktadırlar ve buraya da Tannu-Tuva denilmektedir. 1207 yılında Tuva, Cengiz Han devrinde Moğol Devletinin işgaline girmiştir. Moğolların Gizli Tarihi adlı tarihi esere göre Tuba, Tubas şeklinde kuzeybatıda, Hanghaslar ile birlikte söylenmiş bir Türk halkıdır. Cengiz Han'ın oğlu Coçi, Oyrat, Buryat, Barhun, Ursut, Habhanas, Hakas ve Tuba'ları Moğollara bağlamıştır. Moğolların egemenliği devrinde Tuva Türkleri, Türklüklerini sıkı bir şekilde muhafaza etmişlerdir. Moğol ırki ile her anlamda bir kaynaşmayı reddetmişler, hatta işgaller sırasında ormanlarda asırlarca saklanabilmişlerdir. Bazı kaynaklarda bu sebepten orman halkı manasında Uranhay adlandırılması yakıştırılmıştır. Ardından Oyrotların ve Çungarya'nın egemenliğine dahil edilmiştir. Daha sonra ise Çin'in Mançu idaresine girmiştir. Tuva Cumhuriyeti, 1860 yılındaki Rus-Çin antlaşması gereğince Rus tüccar ve göçmenlerine o günkü adı ile Uranhay-Uygurların ülkesinde yerleşme müsaadesi verilmişti. Tuva'ya Rus istilası başlamıştır. Aynı zamanda Çin işgali de söz konusudur. 1883 yılındaki Tuva ayaklanmasında Çin yönetimi çok sayıda Tuva Türk'ünü öldürmüştür. Tuva Türklerine karşı tam bir soykırım yapılmıştır. Soykırımdan kaçan bazı Tuva Türkleri Altay ve Hakasya'daki başka Türk topluluklarına sığınmıştır. Vatansever Tuva halkı ise 1911 yılında Çin'deki karışıklıkların olmasından da imkanını bulup bağımsızlığını ilan etmiştir. Fakat bu bağımsızlık uzun sürmedi. 3 yıl sonra Rusya'nın denetimine dahil edildi. Yani 1914'te Ruslar tarafından işgal olunmuştur. 1912-1918 yılları arası Tuva'ya gelen Rus nüfusu % 300 artmıştır. Rusya'daki 1917 Bolşevik Devrimindeki otorite boşluğunda Tuva'da Bolşevikler (komünistler), Beyaz Ordu (Rus çarı taraftarı Ruslar), Çinliler, Moğollar ele geçirme mücadelesine girişmişlerdir. Özellikle Kızıl (Çarlığa karşı Rus komünistler) ve Beyaz (Rus çar taraftarları) Rusların çatışmasında binlerce Tuva Türk'ü öldürülmüştür. Tuva Türklerinin gıda malzemelerine ve hayvanlarına el koymuşlardır. 18 Temmuz 1918 tarihinde toplanan Bütün Tuva Kurultayı (Huralı) Tuva'nın bağımsızlığını ilan etmiş, 1921'de Cumhuriyet olarak bağımsızlığını tekrar kazanmıştır. 13-16 Ağustos 1921 tarihinde Tuvanın bütün bölgelerinin önderlerinin katılımı ile Oyun (Tandı) ilçesinin, Sug-Bajı (Subaşı) adlı köyünde millî bir toplantı gerçekleştirilmiştir. bu toplantıdaki üyelerden Buyan Badırgı ise "Bundan sonraki toplantıları Tuvalar kendi aralarında yapmalıdır. biz kendi meselelerimizi, geleneklerimizi Ruslardan daha iyi biliyoruz" diye görüş bildirmiştir. 1925 Kasım ayında Moğolistan, Tuva'nın bağımsızlığını tanımış ve diplomatik ilişkiler başlamıştır. Tannu Tuva Halk Cumhuriyeti kurulmuştur. 1926'da adı Tuva Halk Cumhuriyeti'ne dönüşmüştür. Tannu Tuva Cumhuriyetinin siyasi hayatında Rus ve Moğol etkisi arasında kaldığı görülmektedir. Tuva'daki aydınların çoğunluğu dindaş Moğolistan ile bütünleşmek istemişlerdir. Tannu Tuva Cumhuriyetinin ilk başkanı Donduk, Moğolistana yakın olmak ve Budizmi yaygınlaştırmak politikasını yürütmüştür. Buryat ve Kalmık dini önderleri Moğolistan ile birleşme politikları desteklenmiş ve onların propagandalarını geniş ölçüde gerçekleştirmişlerdir. 1926 yılında Moğolistan ile Tuva arasında Dostluk Antlaşması imzalanmıştır. 1928 Mart ayında Tuva'da Budist Lamaların kongresi yapılmıştır. Bu devirde gazeteler Moğolca çıkmaya başlamış, Moğolistana Tuva Türklerinden öğrenciler gönderilmiş ve adlar Moğolcalaştırılmıştır. Bu dönemde Buryat Moğollarından Çenkirov ise Rus destekli olarak Tuvalar arasında marksizmi yaymak amacıyla Tuva Halk Devrim Partisini kurmuştur. Bu parti Tuva'nın Turan bölgesinde kurulmuştur. Tuva Devrim Halk Partisinde Moğolistan ile birleşimin gündemde olması ve Tuva devlet yönetiminin de anti-Rus siyaseti üzerine Rusya yönetimdekilerin etkisini azaltmak için Rus yanlısı Salçak Toka'yı destekleşmiştir. Ülke II.Dünya Savaşı devam ederken SSCB yarı bağımsız Tannu-Tuva Türk Devletini işgal ederek ülkenin 170.500 km2lik yerini kendi kaynaklarına katmıştır. 16 Ağustos 1946 yılında Tuva'nın Sovyetler Birliğine dahil olduğu açıklanmıştır. Tuva'nın zengin yeraltı ve verimli tarım-orman alanları sömürülmeye başlandı. Rusya'ya bağlı muhtar bölge haline geldi. Önceleri muhtar bölge olarak, 1965'ten itibaren de muhtar cumhuriyet olarak yerini almıştır. 1991 yılında Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra çözülüm dalgaları Tuva'da da etkisini gösterse de tam bağımsızlığa ulaşılamamıştır. Fakat özerk Cumhuriyet haline gelebilmiştir. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dağılınca Rusya (Rusya içinde Rosya) Federasyonu içinde kalmıştır. Rusya Federasyonu içinde yer alan 21 özerk cumhuriyetten biri de Tuva Cumhuriyeti'dir. Fakat 13 Mayıs 2000 yılında Rusya'nın eritme politikası gereğince Sibirya Federal Okruğu'na dahil edilmiştir. Nüfusları az olmasına rağmen Türk benliklerini iyi korumaktadırlar. Tuvalar Rusya'daki diğer Türk boylarına göre anadilin korunmuşluğu açısından en üst sırada yer almaktadır. Doğusunda ve güneyinde Moğollar, kuzeyinde ve batısında Ruslar ile çevrelenen Tuva halkı'nın güney batısında Altay Türkleri bulunmakta olup bu vasıta ile Kazak Türklerine bağlantıları vardır. Tuva'daki yer adları Eski Türk yazıtlarında geçen çoğu yer adları ile aynıdır. Bunlar arasında Ödügen, Kögmen, Kazırgan, Altay .v.b. Ülkenin yüzölçümü 170.000 km²'dir. Türkiye, yüz ölçüm olarak Tuva'dan dört kat büyüktür. Başkenti Kızıl'dır. Ülke nüfusunun yaklaşık üçte biri başkenttedir. Başkent Kızıl şehrinin eski adları Hem Beldiri, Kızıl Hoto olmuştur. Turan, Erzin, Ak-dovurak (dovurak: toprak) belli başlı şehirlerdir. Nüfusu 1989 yılında 308.557 iken 2010 yılı istatistiki bilgilere göre de 307,930 olup 20 yıldır nüfusun artmadığını tersine azaldığını söylemek mümkündür. Sebebi iklim şartlarından ziyade politik ve göç olgusudur. 15 küçük bölgeye (kojuun) sahiptir. Ülke, Sibirya'nın güneydoğusundadır. Güneyinde ve güneybatıda Moğolistan Halk Cumhuriyeti bulunmaktadır. Nüfusunun %70.02 Tuvalardan, %20.11'i Ruslardan, %3.7'si diğer milletlerden oluşmuştur. Tuva'da Anti-Rus potansiyel gizli etnik gerilim bulunmaktadır. 1959-2002 yılları arasında Tuva nüfusunun değişimi: Tuva Yukarı Yenisey Irmağı havzasında yer alır. Moğolistan'a komşu olan cumhuriyetin yüzölçümü 170.500 km²'dir. Bölgenin başlıca yüzey şekilleri olan geniş Tuva ve Todja havzalarının sularını Yenisey Irmağının iki ana kolu toplar. Aralarında kuzeybatıdaki Batı (Zapadni) Sayanlar'la kuzeydoğudaki Doğu Tuva dağ sıraları bu iki havzayı kuşatır. Tuva Özerk Cumhuriyeti'nde başta başkent "Kızıl" olmak üzere beş kent ve üç kentsel yerleşme vardır. Ülkede 400'e yakın irili ufaklı göl yer alır bunların başlıcaları Azas, Tere-Höl, Çağatay, Süt-Höl, Hindiktiğ-Höl ve Noyan-Höl dür. Moğolistan ile Tuva arasındaki Tannu-Ola (Tuva Türkçesi: Tañdı-Uula dağları) güney Sibirya'da yer alan önemli bir dağ sırasıdır. Tuva Cumhuriyetinin güney tarafındadır. Bu dağ yamaçlarında hayvancılık tarih boyunca yaygın haldedir. İnek, at, koyun yetiştiriciliği hayvancılıkta daha öne çıkan çeşittir. Yöre halkının dilinde maljılık (sığır sürücülüğü) diye adlandırılır. Yüzlerce at, koyun, inek sahibi kişiler bulunur. İklimi kışları çok katı olup karasal bir iklime sahiptir. Ocak ayı sıcaklık ortalaması -25, -35 C'dir. Temmuz ayı sıcaklık ortalaması 20 C'dir. Vadiler yılda 150 mm.ve 300 mm. arasında yağış alırken dağ yamaçları 400 mm. ve 600 mm. arası yağış almaktadır. Tıva Kızılyar yani Rusçası ile Krasnoyarsk Saati|Krasnoyarsk Zaman Dilimindedir (KRAT/KRAST). UTC'ye göre saat farkı +0700 (KRAT)/+0800 (KRAST). Tuvalar, Soyotlar ya da Uryanhaylar olarak da bilinir. Büyük bölümü Rusya'ya bağlı Tuva Cumhuriyeti'nde, küçük bir bölümü ise Moğolistan'da yaşayan ve Moğolcadan etkilenmiş bir Türk dili konuşan halktır. Yenisey Irmağının kaynak sularının arasında, he
m Sibirya taygasının, hem de Orta Asya bozkırlarının özelliklerini taşıyan bir bölgede yaşarlar. Geleneksel uğraşları avcılık ve çobanlıktır; kolektif tarım 1950'lerin başından bu yana önem kazanmıştır. Darı üretimi ve balıkçılık öteden beri önemini korumaktadır. Geleneksel Tuva barınakları step bölgelerine özgü yurt adı verilen keçe çadırlarla, ağaç kabuğundan yapılma, Sibirya'ya özgü huni biçiminde çadırlardan oluşur. 17. yüzyıldan sonra giderek Rus kültürünün etkisinde kalan Tuvaların geleneksel toplumsal örgütlenmeleri boy (aşiret) sistemine dayanır, geleneksel dinleri ise şamanizmdir. Günümüzde Rusya Federasyonu'nda yaklaşık 180 bin, Moğolistan Halk Cumhuriyetinde ise 24 bin kadar Tuva yaşamaktadır. Tuva, 1 Ocak 2012 tarihinden beri yeni bir idari yapılanmaya ayrılmıştır. 2 büyük şehir yönetimi, 17 kojuun (ilçe idaresi) ve bunlar da kendi içinde 4 şehir idari yapılanması ve 120 sumon (köy, kırsal yönetim) idari yapılanması olarak bölünmüştür. Tuva Cumhuriyeti'nde eğitim öğretim Rus dili ile yapılmaktadır. Tuva Türkçesinin konuşulma oranı yüksek olsa da bu oran azalabilir. Tuvada millî hareket bir dil ve kültür hareketi olarak başlamıştır. 1989 yılında başkent Kızıl'da bir ortaokulun Tuvaca eğitim veren bir okula dönüştürülmesi için kampanya başlatılmıştır. Kampanyayı gerçekleştirenler 25 Ekim 1989 yılında Tuva Sosyal Merkezi'ni kurmuşlardır. Merkezin önderliğine de 39 yaşındaki dilbilimci Tuva Türk'ü Kadır-ool Biçeldey geçmiş ve Biçeldey aynı yıl Tuva Halk Cephesi'ni kurmuştur. Sonra ad değiştirilerek Demokratik Orak Hareket adını almıştır. Tuva'da demokratikleşmenin önündeki en büyük engelin bürokrasi olduğu vurgulanmıştır. Eski komünist partisine ait uygun binaların kültürel ve diğer faaliyetler için kullanılması talep edilmiştir. Tuva'da 157 ortaokulda (6.600 öğrencisi), 6 teknik okulda (4.000 öğrenci), 1 üniversitede (2900 öğrencisi) bulunmaktadır. Yılda, Tuvaca çok sayıda kitap, 2 dergi, 5 gazete yayınlanır. Her 10 bin kişiye 36 doktor düşmektedir. Sağlık hizmetleri devletin tekelindedir. Ülkedeki tek üniversite, Tıvanıñ Kürüne Üniversitedi (Тываның күрүне университеди) yani Tuva Devlet Üniversitesidir Tuva'da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği egemenliğinden önce 1928 yılında 4813 lama (din anlatıcı kişi) ve 28 Buda dini ibadet yeri vardı. Bunlar aşamalı olarak azaltılmış ve son olarak 1950 yılında da son "hüree"(Buda dini ibadet yeri) de yok edilmiştir. Tuvada Sovyet etkisi ile sistemli bir şekilde Şamanların halk arasındaki itibarı zedeletilmiş, aydınlar ve din adamları öldürülmüştür. Baskı ve yasaklar aşırı artmıştır. Türkiye ile yaklaşı olarak aynı sayılan Latin Alfabesi yasaklanmış ve yerine Rusların millî alfabesi olan Kiril alfabesi dikta edilmiştir. Tuva'ya komşu Hakas ve Altay ile Saha Kiril Alfabelerinden ayrı harflerin olmasına en yüksek oranda çalışılmıştır. Rus ve Ukraynalılar Tuvaya yerleştirilmiş sanayi dalında işler öncelikli olarak Slav kökenlilere verilmiştir. Tuva Türklerinin nüfus oranı % 85'ten böylece % 57'ye kadar düşmüştür. Tuva'nın Sovyetler Birliğine dahil edildiği 1944 yılında Tuva'nın nüfusunun yaklaşık % 85'i Tuva Türkleri idi. 1959 yılında ise Tuva Türklerinin nüfus oranı % 57 olmuştur. Tuvaların yüksek doğum oranının etkisiyle 1989 yılında Tuva Türk nüfusu oranı % 70'e yükselmiştir. Günümüzde bu oran % 90 kadar olmuştur. 1989 yılında Tuva yöneticilerinin çoğunluğu Ruslardan oluşmasına karşılık günümüzde neredeyse hemen hemen hepsi Tuva Türklerinden oluşmaktadır. 1990 yılının yaz ayında Hovu-Aksı şehrinde Tuva Türk gençleri ile Rus sivil güvenlik görevlileri arasında başlayan çatışmalar Tuva'nın başka yerlerine de yayılmıştır. Tuva, Sovyetler Birliği'nin "sıcak noktası" olarak kalmıştır. Rusların baskıcı politikaları daha da artmış Tuva Türklerinin faşistlikle, şovenizmle suçlamaya başlamışlardır. Fakat Rus basınının etkisi ters teperek Tuvaların arasında millî bilincin yükselmesine sebep olmuş ve Tuva'daki Rus kökenli 3000 kişi Tuva'yı terk etmiştir. Tuva Cumhuriyetinde kişilerin hangi sülaleden geldikleri soyadlarına yansımıştır. Bu sülale adlarının çoğunluğu eski Türk hanedanları ve kabilelerinin adlarıdır. Belli başlı sülaleler: Kırgız (Kırgıs), Hertek, Maadı, Oorjak (Oğur-Oğuzlar), Küjit, Toju, Çoodu, Todot, v.s. 13. asır elyazma eserlerde Monguş, Tumat, Toju, Tongok ve Salçak (veya Selçuk) geçmektedir. Tuvaca Türkçenin Sibirya Grubuna aitir. Tuvaların İlk ve ulusal alfabesi Göktürk, Turan, Orhun alfabesi olarak da bilinen Eski Türk Alfabesidir. Geçen yüzyılda yazı dili Latin harfleri esasına göre düzenlenmişti, fakat 1941'den sonra diğer Türk dillerinde olduğu gibi Tuva Türkçesi için de Kiril harfleri kullanılmıştır. Geçmişte Tuva diline Soyon dili, Uranhay dili de denilmiştir. Tuva halkının en önemli destanı olan "Keser" 1963 yılında yayınlanmıştır. Mesela Cumhurbaşkanı Şolban Kara-ool'un adı Tuvacadır. Şolban, çolpan yıldızının adıdır. Kara, siyah demek olup ool sözü de oğul'dur. Tuva Cumhuriyetinin birinci resmi dili olmasına rağmen Tuvada Rusya'nın eritme politikası gereğince eğitim-öğretim dili Rusça'dır. Bunda Rusyaya ekonomik bağımlılığın büyük etkisi vardır. Tuva parlamentosunda genellikle Tuvaca konuşulmaktadır. Tuva Türkleri, inanış olarak Eski Türklerin dini olan Şamanizm diye bilim insanlarının kabul ettiği Gök Tanrı veya Tengricilik inancına mensuptur. Aynı zamanda Budizmde kabul edilmiştir. Çok az sayıda Tuvalı ise Rusya'nın ve başka Hıristiyanların yaptığı misyoner faaliyetler sonucu Hıristiyanlık dinine geçmiştir. Müslüman olan Tuvalı da az da olsa vardır. Kur'an'ı Kerim ve önemli İslami kaynak eserler Tuva Türkçesine henüz tercüme edilmemiştir. 15 Ağustos 1921 yılı Tañnı Tıva Cumhuriyeti'nin 22 maddelik anayasasından 4. maddesinde " Tañnu-Tuva vatandaşları istedikleri dini seçme özgürlüğüne sahiptir. Din görevlileri kendi işlerini yaparlar" denilmiştir. Tuva kendine has müzik üslubu ile bölgesinde bir önderdir. Gerek Buryat, Moğol ve gerekse Altay, Hakas şarkıcıları Tuva sanatçıları kadar etkili olamamışlardır. Tuva da boğazın derinliğinden söylenen şarkılar dünyaca tanınır. Tuva'nın Gırtlak Sanatçıları epey vardır. Kuvezin Tuva halk topluluğu Huun-Huur-Tu'nun (aslı Hün-Hürtü) kurucu üyelerinden birisidir ve Tuva halk/rock/elektro/post punk grubu Yat-Kha'nın lideridir. Benzersiz, kontra-bass biçimi Tuva kargıraa gırtlak şarkıcılığı, kendi deyimiyle "kanzat kargıraa", ile ünlüdür. Tuva şarkı sözleri hakkında Tıva Ir Sözleri. Tuva gençlerinin en çok beğendiği popüler şarkıcı ise İşkin-oğludur. İşkin-oğlu'nun Çaptaşka, May ayı adındak şarkılar herkes tarafından beğeni ile dinlenilmektedir. Ren geyiği evcilleştirme Türk toplulukları tarafından başlatılmış ve daha sonra terk edilmiştir. Fakat Samoyedler ("Samodi-Halklar") tarafından, kuzeye götürülmeden önce kabul edilmiştir. Altay-Sayan bölgesindeki Eski Çağ kaya oymalarındanki resimlerden Ren geyiklerinin evcilleştirmesi en azından M.S. 1. yüzyıla kadar geriye gittiği izlenimini uyandırır. Bilim insanları (Laufer, Leimbach, Mänchen-Helfen) Tuva tarzı geyik-sürübesiciliği, Avrasya'nın en eski biçimi olabiliceğini söylerler. Yeraltı zenginlikleri yönünden önemli bir ülkedir. Tuvada kömür, demir, cıva, altın, asbest, kobalt, nikel, bakır, çinko, kurşun, taşkömürü, madeni tuz çoktur. 1970 yılında Tuvanın en büyük sanayi kuruluşu olan asbest fabrikası, Akdovurak dolayında açıldı. Tuva'nın ekonomisinde tarım sektörü ağırlıklıdır. Burada 115.000 ton hububat elde edilir. 27.000 ton patates üretilir. Tuvada besicilik yaygındır. Hayvancılık da önemli yer tutar. Tuva'da 1.229.000 küçükbaş hayvan, 201.000 büyükbaş hayvan yetiştirilmektedir. Koyun, inek, domuz gibi hayvanlarla birlikte at, deve ve Ren geyiği beslenir. Tuvanın çoğunluğunun ormanlık olması buralarda vahşi kürk hayvanlarının avlanmasına uygundur. Sanayide önemli yeri hammadde çıkarılması faaliyetleri almaktadır. Bununla beraber kereste imalatı, gıda maddeleri üretimi, hafif sanayinin bazı kolları gelişmiştir. Başkent Kızıl şehrinde ağaç, deri ve gıda sanayileri mevcuttur. 433 km'lik şose yolu mevcut olup ana yollar Kızıl-Abakan,Teeli-Kızıl, Kızıl-Erzin arası yollardır. Verimli topraklara rağmen ziraat ise çok az yapılmaktadır. Buğday, arpa üretilir. Demir yolunun Tuva topraklarından politik sebeplerle geçirilmeyişi Tuva halkının ulaşımında sıkıntı ortaya çıkarmaktadır. İpek Yolu Treni veya Türk Dünyası Demiryolu ağı oluşturma kapsamında Tuva-Altay-Kazakistan-Azerbaycan-Türkiye hattında en kısa olacak şekilde bir demiryolunun gerçekleşmesi umudu vardır. Böyle bir proje bütün bölgeyi ekonomik alanda çekici hale getirecektir. El sanatları olarak en çok dikkati çeken yumşak mermer gibi taşlardan yontularak yapılan hayvan heykelcikleridir. Özellikle Baytayga bölgesi taraflarında yaygın bir el sanatı niteliğindedir. Rusya Federasyonu içinde Rusya'nın adı Rosiya olarak belirlenmiştir. Bu tabirle bir etnik unsur yani Ruslar kastedilmediği vurgulanmak istenmiştir. Her ne kadar içerde fark edilmese de uluslararası sahada Rossiya yerine Rusya denilerek Rusların yaşadığı ülke anlamına gelmektedir. Tuva Anayasasının (21 Ekim 1993 yılındaki anayasa) ilk maddesinde Tuva ve Türkiye arasındaki devlet düzeyinde ilk ilişkiler 1994 yılının Temmuz ayında gerçekleşmiştir. Dönemin Tuva cumhurbaşkanı Şerig-ool Oorjak Tuva devlet heyetiyle birlikte Türkiye'ye konuk olmuştur. Günümüzde kendi cumhurbaşkanı, bayrağı, kendi anayasası, parlamentosu, hükümeti, millî marşı olan Tuva Cumhuriyeti her an tam bağımsız devlet durumuna geçebilir. Rusya Federasyonu yönetimi Tuva Cumhuriyetini ekonomik olarak serbest bırakmak istemese de Tuva Türkleri mücadelelerinden bir adım geri atmamaktadırlar. Ulaşım imkanları artırılmalı ve İstanbul ile Tuva'nın merkezi Kızıl arasına demir yolu ağı kurulmalıdır. Hızlı Tren projesi de hazırlanması gerekiyor. Dodoma Dodoma, Tanzanya'da bir şehirdir. Kent, Tanzanya'nın orta kesiminde, bozkırların ortasında kurulmuştur. Kent, Tanzanya'nın başkentidir. Dodoma, Tanzanya'nın başkentidir. Kent, 325.000 nüfusa sahip
tir. 1996 yılında başkent oldu ve Tanzanya'nın 3. büyük şehridir. Ancak birçok hükümet ofisi, önceki ulusal başkent olan Darüsselam şehrindedir. Dodoma'da üç etnik gurp vardır. "Gogo" veya "Wagogo", "Warangi" ve "Sandawe" kabileleri. Dodoma'da bir adet uluslararası havaalanı da mevcuttur. Dodoma, Tanzanya'nın iç kesimlerinde yer alır. Yer şekilleri engebeli değildir. Ama iklimi genelde sıcak ve kurak geçer.Dodoma'da iki üniversite vardır. Biri St. Johns University of Tanzania'dır. Diğer üniversite ise The University of Dodoma'dır. Her iki üniversite de 2007 Eylül'de açılmıştır. İki üniversitede toplam olarak 1500 öğrenci vardır. Yeni dersliklerin ve kampüslerin açılmasıyla beraber 3-4 yıl sonra 40.000 öğrenci olması bekleniyor. Dodoma şehri, Almanlar tarafından, Tanzanya merkezi demiryolunun inşası için kuruldu. Fethipaşa Korusu Fethipaşa Korusu, İstanbul'un Üsküdar ilçesi, Paşalimanı bölgesinde bulunan, denize bakan bir korudur. Kuzguncuk ve Sultantepe mahalleleri arasında yer alır. Koru adını, Osmanlı vezirlerinden Fethi Ahmet Paşa'dan almaktadır. Uzun yıllar boyunca bakımsız kaldıktan sonra, yenilenmiş ve halka açık park hâline getirilmiştir. Thalna Thalna, Etrüsk mitolojisindeki doğum tanrıçası. Ayrıca Tinia'nın karısıdır. Genellikle genç bir kadın olarak tasvir edilirdi. Ayaklı koşma Ayaklı koşma, Musammat koşmanın ilk dörtlüğünün ikinci ve dördüncü, diğer dörtlüklerin yalnızca dördüncü dizelerine beş hecelik küçük dize, ayak ekleyerek oluşturulan koşmalardır. Musammat ayaklı koşmaya, "musammat müstezat" da denir. Mümtaz Soysal Mümtaz Soysal (d. 15 Eylül 1929, Zonguldak), 1961 Anayasası'nın imza sahiplerinden biri olarak isim yapan hukukçu ve siyaset adamıdır. 1929 yılında Zonguldak İli'nde doğdu. Galatasaray Lisesi'ni (1949), ardından Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni (SBF) (1953) bitirdi. Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü'nde asistan olarak görevliyken fark dersi sınavlarını vererek Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden de mezun oldu (1954). 1956'da SBF'de asistan olarak çalışmaya başladı; 1958'de siyasal bilimler alanında doktora çalışmasını tamamladı. SBF'de Anayasa Hukuku profesörü olarak uzun yıllar ders verdi. Temsilciler Meclisi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) temsilcisi (6 Ocak 1961 - 25 Ekim 1961) olarak Anayasa Komisyonu üyeliği yaptı. 1963'te SBF'de doçent, 1969'da profesör olan Soysal, 1971 yılında aynı fakültenin dekanlığına seçildi. 12 Mart Muhtırası'ndan sonra 18 Mart 1971'de dekanlığı esnasında, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı'nca gözaltına alınıp tutuklandı. 1968'den beri okuttuğu "Anayasa'ya Giriş" ders kitabında komünizm propagandası yapmakla suçlandı, 6 yıl 8 ay ağır hapis, 2 ay 20 gün Kuşadası'nda emniyet gözetimi altında bulundurulmaya ve kamu haklarından ebediyen mahrumiyete mahkûm edildi. Toplam 14.5 ay Mamak Cezaevi'nde kaldı. Mamak Cezaevi'nde iken yazar Sevgi Soysal ile evlendi (Sevgi Soysal 1976 yılında ölmüştür). Hukukçuluğunun yanı sıra gazete yazılarıyla da tanınan Soysal "Forum", "Akis", "Yön", "Ortam" gibi dergilerde, "Yeni İstanbul", "Cumhuriyet", "Ulus", "Barış", "Milliyet" ve "Hürriyet" gazetelerinde yazarlık yaptı. Milliyet gazetesinde 1974'te "Açı" başlığıyla yayımlamaya başladığı köşe yazılarını 1991-2001 yılları arasında Hürriyet'te, 2001'den beri de Cumhuriyet'te sürdürmektedir. 1962 yılında arkadaşlarıyla birlikte Sosyalist Kültür Derneği'ni kurdu. 1969-71'de Akdeniz Sosyal Bilim Araştırma Konseyi Başkanlığı, 1974-78 arasında Uluslararası Af Örgütü ikinci başkanlığı görevlerini yürüttü. 1979'da BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Uluslararası İnsan Hakları Öğretimi Ödülü'nü aldı. 15 Temmuz 1983 günü Paris yakınlarındaki Orly Havaalanı'nın THY bürosu önünde patlayan bir bombanın neden olduğu sekiz kişinin ölümüne ve altmış dolayında kişinin de yaralanmasına yol açan Orly Havalimanı saldırısı'nı gerçekleştirmekten dolayı tutuklanan ASALA mensuplarının yargılandığı davaya Türk mağdurları temsilen müdahil taraf uzman tanık olarak katılmıştır. 1991 seçimlerinde Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) listesinden Ankara'dan kontenjan adayı oldu ve TBMM'ye seçildi. TBMM'de Çekiç Güç, OHAL, demokratikleşme, Kıbrıs, özelleştirme gibi konularda hükümet politikalarını eleştiren Soysal, özellikle özelleştirme konusundaki yetki yasaları için Anayasa Mahkemesi'ne yaptığı başvurularla koalisyon ortağı DYP'lilerin tepkisini çekti. Bu başvuruları sonucunda Anayasa Mahkemesi tarihinde ilk kez bir yürütmeyi durdurma kararı verdi. Anayasa Profesörü Soysal, SHP'nin hükümet ortaklığı içindeki pasif tutumuna sürekli tepki gösterdi, "vuruşarak çekilme" yaklaşımıyla Türk siyasi literatürürne geçti. Murat Karayalçın döneminde kısa bir süre için dışişleri bakanı olarak görev yaptı. Ancak bir süre sonra bakanlıktan istifa etti. 1995 yılındaki anayasa değişikliği çalışmaları esnasında özellikle DYP'li Coşkun Kırca ile tartışmalarıyla yine gündemde kaldı. Seçim yasasının Anayasa Mahkemesi'ne götürülmesinde başrolü oynadı. Sonrasında CHP'ten koptu, DSP saflarına geçti. 1995 genel seçimleri'nde DSP’den Zonguldak milletvekili seçildi. Daha sonra Bülent Ecevit ve Rahşan Ecevit’le anlaşmazlığa düşerek DSP’den ayrıldı (1998). 2002'de Bağımsız Cumhuriyet Partisi'ni kurdu ve parti genel başkanı oldu. Kıbrıs'taki toplumlararası görüşmelerde anayasa danışmanlığı görevini üstlenen uzun yıllar Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'a danışmanlık yaptı. Soysal, evli ve 2 çocuk babasıdır. Altınkaya Barajı ve Hidroelektrik Santrali Altınkaya Barajı, Samsun'da, Kızılırmak üzerinde, enerji üretmek amacıyla 1980-1988 yılları arasında inşa edilmiş bir barajdır. Kaya gövde dolgu tipi olan barajın gövde hacmi 15.920.000 m³, akarsu yatağından yüksekliği 195,00 m., normal su kotunda göl hacmi 5.763,00 hm³, normal su kotunda göl alanı 118,31 km²'dir. Baraj 700 MW güç ile yıllık 1.632 GWh'lik enerji üretmektedir. Alüvyon Alüvyon, akarsular tarafından taşınan kil, kum, çakıl taşı gibi kütle parçalarının, suyun akış hızının azalması sonucu elverişli yerlere birikmesiyle meydana gelen tortulardır. Alüvyonlar, geniş vadilerin bir çoğunda tabanda geniş yer kaplar veya daha geniş yerlere yayılarak, alüvyon ovalarını teşkil ederler. Türkiye'de Büyük Menderes, Küçük Menderes, Gediz, Seyhan, Ceyhan ırmaklarının vadileri alüvyon ovalarıdır. Alüvyonlar aynı zamanda alüvyal set gölü denilen küçük göller de meydana getirirler. Bafa, Köyceğiz Gölü, Meriç vadisi gölleri gibi. Alüvyonların nehir deltasında meydana getirdikleri göllere ise "Delta gölleri" denir. Alüvyonlar, eski ve yeni olmak üzere iki gruba ayrılırlar: Elveda Lenin! Elveda Lenin! ("Orijinal ismi: Good bye Lenin!") Alman yapımı film. Wolfgang Becker tarafından 2003 yılında çekilmiş olan film sosyalizme inanmış bir anne (Kathrin Sass) ile oğlu (Alex) arasındaki ilişkiyi anlatmaktadır. Doğu Almanya yıkılmadan önce kalp krizi geçiren ve 8 ay komada kalan anne, dışarda olup bitenlerden habersizdir. Doktor en ufak bir şokta annenin ölebileceğini söyler. Bunun üzerine oğlu ona yapay bir dünya oluşturur. Hatta bunun için arkadaşıyla birlikte çektiği haber bültenlerini annesine izletir, annesinin istediği Doğu Alman üretimi turşuları bulur buluşturur. Doğu Almanya'nın yıkılması ile sosyalizme inanan insanların hayallerinin yıkılışına dikkat çeken film, dünyadaki politik sistemleri de eleştirmektedir. Menderes (anlam ayrımı) Beyaz balina Beyaz balina, ak balina, beluga balinası ya da yalnızca beluga "(Delphinapterus leucas)", balinalar (Cetacea) takımının Monodontidae familyası içindeki Delphinapterus cinsinin tek türüdür. Yaşam alanı arktik ve arktik altı denizler olan bu (nadiren karadenizde rastlanır) memeli için kullanılan "beluga" adı, Rusça'da "beyaz" anlamına gelen Белуха "(belukha)" sözcüğünden türemiştir. Hayvanın Latince olan bilimsel adı ise "beyaz "(leucas)", yüzgeçsiz "(-apterus)" yunus "(delphin-)"" anlamını taşır. Bu deniz memelisinin Türkiye'nin gündeminde yer alışı, Ukrayna'nın Sivastopol şehrindeki bir araştırma enstitüsünden kaçtığı belirtilen ve 25 Ocak 1992'de Gerze limanına gelip, bölge halkı tarafından Aydın olarak adlandırılan bir beyaz balina ile olmuştur (ayrıntılar için bakınız). Beyaz balina, ilk olarak 1776'da Peter Simon Pallas tarafından tanımlanmıştır. Monodontidae familyasını, kendisinin "Delphinapterus" cinsinin tek türü olması gibi, "Monodon" cinsinin tek türü olan narval "(Monodon monoceros)" ile paylaşır. Bir dönem, kısa burunlu yunus "(Orcaella brevirostris)" için de aynı familya uygun görülmüşse de yakın tarihli genetik kanıtlar ile bu canlının yunusgiller (Delphinidae) familyasına dahil olduğunu belirlenmiştir. Beyaz balinanın bilinen en eski genetik atası, izine geç Miyosen devrinde rastlanan ve günümüzde soyu tükenmiş olan Denebola brachycephala'dır. Baja Kaliforniya yarımadasında, ilgili familyanın bir zamanlar daha sıcak denizlerde geliştiğini gösteren tek bir fosil bulunmuştur. Bu fosil kaydı, görece yakın zamanlarda beyaz balinanın dağılım alanının yüzer buz dağılımı ile değiştiğini de göstermektedir: Buz devirlerinde genişleyen dağılım alanı, buzların geri çekilmesiyle daralmıştır. Tehdit Altındaki Türlerin Kırmızı Listesi'nde, hem "beyaz balina" hem de "beluga" adları genel adlar olarak verilmektedir ancak "beluga" adı giderek daha fazla kullanılmaya başlanmıştır. Bu ad, Rusça'da "beyaz" anlamına gelen Белуха "(belukha)" sözcüğünden türemiştir. Mersin morinasının "(Huso huso)" İngilizce'deki adı "beluga sturgeon" olduğu ve yalnızca "beluga" olarak da anılabildiği için, karışıklığın önüne geçmek isteyen bilim insanları, beyaz balina için bazen "beluga whale" (beluga balinası) adını da kullanırlar. Yüksek ve tiz sesli ıslık, bağırtı ve gıcırtı sesleri çıkarıyor olması nedeniyle, beyaz balina için İngilizce halk dilinde "sea canary" (deniz kanaryası) adı da kullanılır. Beyaz balina 5 metreye kadar uzayabilir ve bu haliyle de çoğu dişli balinadan küçük ama yine dişli balinalar içinde sınıflanan yunusların çoğundan b
üyüktür. Erkekler, genellikle, dişilerden büyük olur; erkekler 1,5 ton ağırlığa ulaşabilirken, dişiler yaklaşık 1 tonda kalır. Yeni doğmuş bir beyaz balina yaklaşık 1,5 metre uzunluğa ve 80 kg ağırlığa sahiptir. Erişkin bir beyaz balina yanılgıya yer bırakmayacak kadar tipik bir hayvandır: Erişkin erkek bireyler 8, dişiler ise 5 yaşında cinsel olgunluğa ulaşır. Çiftleşmenin aşamaları yeterince anlaşılamamıştır. Çiftleşmeler esasen kış ya da erken ilkbahar sırasında, hayvanlar henüz kışı geçirdikleri sulardayken ya da göç etmeye henüz başlamışken olmaktadır ama başka zamanlarda da çiftleşmeler gözlenmiştir. Bu da zigotun rahime tutunmasının gecikebildiği olasılığına işaret etmektedir. Dişiler, yaklaşık 15 ay süren gebelik döneminin sonunda, ilkbaharda tek bir yavru doğururlar. Emzirme dönemi yaklaşık 2 yıldır. Genç beyaz balinalar tamamen koyu gri renge sahiptir. Bu grilik, hayvanlar büyüdükçe giderek açılır ve dişilerde 7, erkeklerde ise 9 yaşında tipik saf beyaz renge ulaşır. Beyaz balinaların doğal ömrü yaklaşık 40 yıldır. Beyaz balina temelde balıkla beslenen, yavaş yüzen bir memelidir. Ahtapot ve mürekkep balığı gibi kafadan bacaklılar ile yengeç ve karides gibi kabukluları da yiyebilir. Deniz tabanında besin aramayı tipik olarak 300 metre gibi derinliklerde gerçekleştirir ama bunun en az iki katı kadar derine de dalabilir. Beyaz balinalar oldukça sosyal canlılardır. Sıklıkla aynı cinsiyet ve yaşa sahip bireylerin oluşturduğu sürüler hâlinde hareket ederler ve erkeklerden oluşan gruplar yüzlerce birey içerebilir. Yavrusu olan anneler genellikle görece küçük gruplara karışır. Sürüler haliçlerde toplandığında, sayıları binlerce olabilir ve bu, tüm beyaz balina nüfusunun önemli bir kısmını temsil ediyor olabilir. Böyle zamanlarda, avlanılmaya en açık durumda bulunurlar. Beyaz balina sürüleri kararlı değildir, bireyler sürü değiştirmeye meyillidir. Sürü üyeliği nadiren kalıcıdır ve radyo vericileriyle sürdürülmüş izlemelerde, bir sürü içinde gözlenmesine başlanmış beyaz balinaların birkaç gün içinde o sürüden yüzlerce kilometre ötede bulunabildikleri görülmüştür. Bu canlılardaki en yakın sosyal ilişki, anneyle yavrusu arasındakidir. Yavrular yazın sıklıkla annelerinin gittiği halice giderler ve hatta, tam erişkin hâle geldikten sonra bile anneleriyle görüşebilirler. Beyaz balinanın çıtırtı, gıcırtı, bağırtı, ıslık ve çan benzeri tınlamalardan oluşan, geniş bir ses yelpazesi vardır. Bu ses çeşitliliği nedeniyle, sürü halindeki hayvanlar, konserden hemen önce çalgılarını akort eden bir orkestraya benzetilebilir. Araştırmacılar, çoğunluğu 0,1 - 12 kHz aralığında olmak üzere, 50 farklı ses kaydetmişlerdir. Bu canlılar, oldukça oyuncu oluşlarıyla ve diğer balinalar ile insanlara tükürüşleriyle de bilinirler. Gösteri için alıkondukları akvaryumdaki bakıcılarını ağızlarıyla su atarak ıslatmaları sık karşılaşılan bir davranıştır. Beyaz balinalar, Kuzey Kutbu ve kutup altı denizlerde, 50° K ile 80° K enlemleri arasında hareket ederler. Ayrıca, Tadoussac kasabasının yakınlarında, St. Lawrence Nehri halici ve Saguenay Nehri fiyordunda dolaşan yalıtılmış bir nüfus da bulunmaktadır. İlkbaharda yazı geçirecekleri kuzey bölgelerine hareket eden sürüler, birbirinden kopuk koy, haliç ve diğer benzer sığ girintilere yerleşirler. Anne bireyler, genellikle her yıl aynı bölgeye döner. Sonbaharda yaz sığınakları giderek buzla dolan beyaz balinalar, kışı geçirmek için bu bölgelerden ayrılırlar ve çoğunluğu, ilerleyen yüzer buz kitlesinin kıyısına yakın kalmaya özen göstererek yol alır. Geri kalanlar ise buz tutan bölgenin altında kalır ve nefes almak için yüzeye ulaşan buz yarıklarını ve doğal açıklıkları kullanır. Ayrıca, buz altında hapsolmuş hava ceplerini de bulabilirler. Yoğun buz kitlesinin deniz yüzeyinin %95'inden fazlasını kaplayabildiği bu koşullarda, beyaz balinaların yüzeye açılan ince yarıkları bulabilme konusundaki dikkate değer özellikleri bilim insanları için sırrını koruyan bir ilgi alanıdır. Beyaz balinalardaki yankıyla yer belirleme yeteneğinin, buz altı deniz koşullarına özel yankılanmaya çok iyi uyum sağlamış olduğu açıktır ve bu yetenekleriyle de su açıklıklarını algılayabildikleri ileri sürülmüştür. 9 Haziran 2006'da, orta Alaska'daki Fairbanks şehrine yakın geçen Tanana Nehri'nde genç bir beyaz balina ölüsü bulunmuştur. Bu yer, hayvanın doğal yaşam alanı olan okyanustan yaklaşık 1600 km uzaktadır. Beyaz balinaların bazen göç eden balıkları izledikleri bilindiği için, bu bireyin de nehir yukarı göç eden somonları izlemiş olabileceği düşünülmüştür. Günümüzde, küresel beyaz balina nüfusu yaklaşık 100.000 kadardır. Bu sayı diğer balinalarla karşılaştırıldığında çok daha büyük ama onlarca yıl süren aşırı avlanma dönemi öncesine göre çok daha küçüktür. Beaufort Denizi'nde 40.000, Hudson Körfezi'nde 25.000, Bering Denizi'nde 18.000 ve Kanada'nın kuzeyindeki Arktik Okyanus bölgelerinde de 28.000 bireylik dağılımların olduğu tahmin edilmektedir. St. Lawrence halicindeki nüfus ise yaklaşık 1000 bireyliktir. Beyaz balinanın ana doğal düşmanı, buz tabakalarında bulunan açıklıklara nefes almak için çıkmasını bekleyen kutup ayılarıdır. Ayrıca, katil balinalara hedef olabilecek kadar da küçüktür. Öngörülebilir göç düzenleri ve yüksek sayıları nedeniyle, Arktik yerel halklar yüzyıllarca beyaz balina avlamıştır. Günümüzde de pek çok bölgede, sürdürülebilir olduğuna inanılan bir avlanma düzeni vardır. Ancak, günümüzde balınacılık ile ilgili genel moratoryum dahilinde yasaklanmış ama geçmişte Cook Girintisi, Ungava Körfezi ve Grönland açıklarında sürdürülmüş olan ticari avlar ile beyaz balina nüfusu büyük tehlikeye atılmıştır. Resmî olarak izin verilmese de yerli halkın bu bölgelerdeki avlanması devam etmektedir ve beyaz balina nüfuslarının hiç düzelmeyebileceği düşünülmektedir. Bu bölgeler, hem sürdürülebilir avlanmanın elde edilmesi için İnuit halkları ve ulusal hükumetler arasında yoğun tartışma konusu hem de beyaz balinanın Tehdit Altındaki Türlerin Kırmızı Listesi'nde 1994'den beri "zarar görebilir" kategorisinde yer alışının nedenidir. Beyaz balinaların haliçlerde toplanıyor oluşu nedeniyle, insan kaynaklı kirlenme bu canlıların sağlıkları için büyük tehlike oluşturmaktadır. St. Lawrence Nehri'ndeki kirlenme nedeniyle, burada yerleşik nüfusta kanser vakalarının arttığı bildirilmiştir. Yine, bu bölgede yerleşik beyaz balinaların bedeninde o kadar çok kirletici madde bulunur ki, ölen bireylerin cesetleri zehirli atık olarak kabul edilir. Bu kirlenmenin etkilenen nüfuslar üzerindeki uzun dönemli etkilerinin ne olacağı ise henüz bilinmemektedir. İnsanların tekne ya da gemilerle verdikleri rahatsızlık da beyaz balinalara karşı tehdit oluşturmaktadır. Bu canlıların bazı toplulukları küçük tekneleri hoş görebilmekteyken, diğerlerinin tekne ve gemilerden etkin bir şekilde uzak durdukları bilinmektedir. Bununla birlikte, St. Lawrence ve Churchill Nehirleri yakınlarında beyaz balina izlemek, büyük ve giderek artan bir etkinliğe dönüşmüştür. Beyaz balinalar, insanlarca tutsak edilen ilk balina türlerindendir. Bir beyaz balina, ilk olarak 1861'de New York Şehri'ndeki Barnum Müzesi'nde gösterilmiştir. Günümüzde bu canlılar, Kuzey Amerika, Avrupa ve Japonya'daki akvaryumlar ve deniz yaşamı parklarında tutulan az sayıdaki balina türlerindendir. Bu ortamlardaki popülerlikleri, renklerinin çekiciliğinden ve yüzlerindeki ifade zenginliğinden kaynaklanmaktadır: çoğu yunus türünün "gülümseme"si sabit iken, birbirine kaynamamış boyun omurlarının onlara daha fazla hareket sağlaması nedeniyle beyaz balinaların ifade yelpazesi daha fazladır. Akvaryumlardaki beyaz balinaların çoğu doğada yakalanmış, bir kısmı ise tutuldukları ortamlardaki üretme programları ile elde edilmiştir. Beyaz balinalar, hem Birleşik Devletler Donanması hem de eski Sovyetler Birliği tarafından, Arktik sularda sürdürdükleri mayın arama operasyonlarında kullanılmıştır. Beyaz balina Aydın, ilk kez 25 Ocak 1992'de, Gerze'nin Gürzüvet (Yenikent) mevkii açıklarında avlanmakta olan bir balıkçı tarafından görülmüş ve sonra diğer balıkçılarca beslenerek takip ettirilip Gerze limanına getirilmiş bir beyaz balinadır. Adını, balıkçı barınağının şişman ve zihinsel engelli bir siması olan Aydın Topal'a benzetilmesiyle almıştır. Sonraki günlerde, Aydın'ın aslında Ukrayna'nın Sivastopol şehrindeki bir araştırma enstitüsünden kaçtığı anlaşılmıştır. Rus büyükelçiliğinden yapılan açıklamaya göre, Bering Boğazı'ndan Rusya Bilimler Akademisi'nin Sivastopol'de bulunan ve hayvan evrimi ve morfolojisiyle ilgili olan bir enstitüsüne 19 Eylül 1991'de getirilmiş olan Aydın, bu enstitünün yoğun bir yağmur ve sel nedeniyle tahrip olan dolfinaryum havuzundan kaçmıştır. İngiliz kaynakları ise bu hayvanın mayın taşıyıcısı olarak yetiştirildiği bir askeri tesisten kaçtığını belirtmişlerdir. Sinop Su Ürünleri Yüksek Okulu'ndan bir ekip tarafından ölçümleri yapılan 4,5 metre uzunluğundaki Aydın, o dönemde yalnız Gerzeliler'in sevgilisi olmakla kalmamış, bütün Türkiye'de ve giderek dünyada yankı uyandırmış ve çeşitli ülkelerden bilim insanlarıyla Yeşil Barış örgütü üyelerinin Gerze'ye uğramasına neden olmuştur. Bir süre sonra da bu durum, Rus ve Ukrayna makamlarının hayvanı geri istemesiyle İngiliz makamlarının buna karşı çıkmasından kaynaklanan çekişmelere sahne olmuştur. Sonuçtaysa, Ukrayna makamları ilgili uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde Aydın'ı geri istemiş ve 27 Mart 1992'den itibaren kıyılara uğraya uğraya Gerze'den Giresun'a kadar gelen hayvanı, 6 Nisan 1992'de, Giresun'un Espiye ilçesi açıklarına gelen bir gemiyle götürmüşledir. Yeşil Barış üyelerinin de karşı koymaya çalıştığı bu eylem, özellikle yerel halkta üzüntü ve kızgınlığa yol açmıştır. Daha sonra, 14 Nisan 1993'te tekrar kaçan Aydın, 18 Temmuz 1993'te Gerze festivalinin ilk gününde yine uğramış ve büyük sevinç yaratmıştır. Ancak, aynı gece ortadan kaybolan Aydın, bir daha görülmemiştir. Parafin Parafin mumu (Latince "parum affinis"), petrolden elde edilen renksiz, kokusuz bir mum çeşidi. Parafin mum
u ilk defa 1829 yılında Carl Reichenbach tarafından odun katranından; daha sonra bütümlü tabakalardan; 1867'den sonra da petrolden elde edildi. 1947'de de sentetik parafin mumu yapıldı. Petrolün bir yan ürünüdür. Ayrıca ham petrolün, parafininin giderilmesi gerekir. Ham petrolün rafinasyonunda yan ürün olarak elde edilen yağlı parafin önce sıcakta eritilir, sonra da soğutularak yalnız parafinin donması sağlanır ve donan posa şeklindeki parafin yağlı kısımlarından süzülerek ayrılır. Bugün modern olarak çalışan parafin imalathaneleri de, yukardaki esasa dayanarak parafin mumunu üretir. Yeni metotlara göre yapılan parafin mumları % 20 kadar yağ ihtiva eder. Bazı durumlarda yağ miktarı % 3'e kadar düşürülür. Daha ileri saflaştırma ile renk, koku ve tadı daha iyileştirilir. Saflaştırma işleminde sülfat asidi ve kil kullanılır. Parafin mumları, Pennsylvania ham petrolü gibi parafin esaslı petrol türlerinden elde edilir. Ham parafin mumunun erime noktası 37 ile 48 °C tam rafine edilmiş parafin mumunun ergime noktası ise, 48 ile 66 °C arasında değişir. Erime noktası yüksek olan parafin mumu çoğunlukla 26-30 karbonlu alkanlardır. Sentetik parafin mumu, İkinci Dünya Savaşından sonra Fischer-Tropsch tekniğiyle elde edildi. Bu metotta hammadde kömürdür. Kömürden elde edilen karbon monoksit ve H karışımından manyetik demirin katalitik etkisiyle hidrokarbonlara dönüşür. Elde edilen ürünlerden bir kısmı parafin mumudur. Bunlar çok beyaz olup, petrolden yapılan parafin mumlarından daha serttir. 50-55 karbon bulunduran sentetik parafinlerin molekül ağırlığı ortalama 750 civarındadır. Bazı özelliklerden dolayı petrolden yapılan mumların yerine kullanılır. Parafine batırılmış veya parafinle kaplanmış kâğıt ve karton, sıvı ve katı yiyeceklerin saklanmasında kullanılır. Çünkü parafin mumları reaksiyona girmez. Çeşitli sanayi dallarında kimyevi ve elektriki yalıtma maddesi olarak kullanılır. Tekstilde, eczacılıkta, kozmetik sanayiinde plastik, patlayıcı madde ve elektrik malzemelerinin imalinde, bağcılıkta aşı yerlerinin izolasyonunda kullanılır. Mum imalatında balmumunun yerini almıştır. Malatya Fen Lisesi Malatya Fen Lisesi ("MFL") 1986-1987 eğitim-öğretim yılında hizmete açılarak, Malatya'daki yerleşkesinde eğitim-öğretim'e devam etmekte olan bir fen lisesidir. Türkiye genelinde yapılan Temel Eğitimden Orta Öğretime Geçiş Sistemi (TEOG) ile öğrenci alır. Okul İlk kurulduğundan bu yana kullanmakta olan yerleşke daha önce İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi ve İktisadi ve İdari Bilimler Akademisi olarak hizmet vermiştir. Bakanlık Ortaöğretim Genel Müdürlüğünün 06.08.1986 tarih ve 22065 sayılı onayları ile 1986–1987 Öğretim yılında Malatya Fen Lisesi olarak eğitim ve öğretime açılmıştır. Aynı zamanda kurucu müdür de olan Yahya Özkan 1986–2005 yılları arasında görev yapmış olup 2005 yılında kendi isteği ile görevden ayrılmıştır. Okulun başarısının artırılması için okul idaresi, okul aile birliği ve tüm personel gayret göstermeye çalışmaktadır. 2005-2006 öğretim yılından itibaren okulda birçok değişiklik yapılmıştır. Öğrenci kayıtlarından elde edilen gelirle, hem okula hem de pansiyonda modernizasyon çalışmalark yapılmaya başlanmıştır. 2010-2011 eğitim-öğretim yılından bu yana ise okul başka bir binaya taşınmıştır. Okulun eski binası ise Malatya Sadreddin Konevi Anadolu İmam-Hatip Lisesine tahsis edilmiştir. 2016-2017 eğitim-öğretim yılında da Malatya Yakınca'da bulunan yerleşkeye taşınmıştır. Seviyesi: Lise Derecesi: Lise Öğrenim Şekli: Normal (Tam Gün) Yabancı dil: İngilizce Kitap sayısı: 3192 Adet Fen Liseleri yatılı ve karma okullardır. Ancak öğrenci velilerinin istekleri doğrultusunda gündüzlü de okunabilir. Sınıf mevcutları azami 30 kişidir. Millî Eğitim genel amaçları ve temel ilkelerine uygun olarak; Okul tarihçesinde de belirtildiği üzere 2010-2011 yılına kadar kullanılan binalar ve müştemilatlar Hayvan Sağlık Memurları Meslek Lisesinden kalmadır. Yapımı 1969-1970 yıllarına dayanan oldukça yıpranmış durumda olan binalar onarılarak Malatya Sadreddin Konevi Anadolu İmam Hatip Lisesine Devredilmiştir. 2010-2011 yılında ise okul yeni binasına taşınmıştır. Yeni bina ise son derece modern olarak inşa edilmiştir. 2016-2017 eğitim-öğretim yılında da Malatya Yakınca'da bulunan yerleşkeye taşınmıştır. Steve Nash Stephen John "Steve" Nash (d. 7 Şubat 1974), emekli Kanadalı profesyonel basketbolcu. Babası John profesyonel futbolcuydu. Aldıkları bir davet ile Kanada'ya yerleştiler ve Nash burada Kanada vatandaşlığına geçti. Steve Nash ve kardeşi Martin babalarının izinden gidiyorlardı. Bu yüzden Nash'in futbol konusunda bu kadar yetenkli olması yadırganamazdı. Öyle ki babası ilk doğum günü hediyesi olarak ona futbol topu almıştı. Futbol oynaması sayesinde yeteri kadar çeviklik ve hız kazanmıştı. Nash daha sonra basketbol sporuna olan yeteneğini keşfetti. İlk kez 8 yaşındayken düzenlenen bir organizasyonda forma şansı buldu. Bu noktada annesi onun bir gün bir NBA yıldızı olacağına inandığını belirtmişti. Bu yıllarda St. Michaels Üniversitesi'nin kolejine devam eden Steve Nash, burada çocuklar dalında en değerli futbol oyuncusu seçildi. Fakat onun ilgisi basketbolaydı. Bu nedenle çocukluk rüyalarını elinin tersiyle itti ve basketbol oynamaya karar verdi. Onun St. Michaels'taki koçu Ian Hyde-Lay onun kadar sessiz bir point guardı daha önce tanımadığını anlatıyordu. Zaman ilerledikçe Nash de gelişiyor, her gün oyununa yeni bir şeyler ekliyordu. Sadece kendisini geliştirmekle kalmayıp arkadaşlarının da ilerlemesini sağlıyordu. Daha o zamanlar 21.3 sayı 9.1 rebound ve 11.2 asistle kategorisinde lider durumdaydı. Artık Nash'in kolejlerde oynamaya başlaması gerekiyordu. Buna kendisi gibi koçu Hyde-Lay de inanıyordu. 1991 ve 1992 yıllarında Amerika'nın en iyi kolejlerinde(Arizona, Duke, Indiana, Maryland) oynamayı reddetmişti. Daha sonra bunlara göre çok daha ufak bir kolej olan Santa Clara, Steve Nash'i kolejine çekmeyi başarmıştı. Fakat burada işler yolunda gitmiyordu. İlk yılında MVP ödülünü kazanmasına rağmen takımının kötü gidişine dur diyemedi. Takımında sayı, asist ve top çalma alanlarında liderdi. 1994-95 sezonunda artık takımında da işler yolundaydı. Burada yine Nash istatistikleriyle takımını sırtlıyordu. Öyle ki maç başına 20.9 sayı 6.4 asist ve %45.4 üçlük isabetiyle bu alanlarda ligde zirvedeydi. Artık draft zamanı gelmişti. Nash 1996 yılında Phoenix Suns tarafından 15. sıradan seçildi. Seçildiği sene pek çok süperstar daha NBA'e katılmıştı.ÖRN:(Allen Iverson, Marcus Camby, Ray Allen, Peja Stojakovic, Stephan Marbury, Kobe Bryant..) İlk 2 senesinde Suns'ta Kevin Johnson ve tarafından yetiştirildi. Bunların tecrübelerinden faydalandı. 2 sene Suns macerası sürdü. Daha sonra 1998 yılında Dallas Mavericks tarafından transfer edildi. Don Nelson Dallas'ta yeni bir oluşum içine girmişti. Burada Dirk Nowitzki ve Micheal Finley ile Dallas'ın 13 yıl sonra play-offlara girmesini sağladı. Fakat takımın sahibi Marc Cuban radikal kararlar almıştı. Takımını play-offlara taşıyan coach Don Nelson'ın yerine Avery Johnson'ı getirdi. (Sonraki yılda da Avery Johnson kurulu düzeni iyi işlettiği için yılın koçu ödülünü almıştı.) Takım yeni bir kimliğe bürünüyordu. Bu noktada Cuban ligin en önemli guardlarından biri olan Nash'i takımdan yollayarak büyük bir sürprize imza attı. Gerekçe olarak da Nash'in sadece ofansif oynamasını gösterdi.Fakat Nash bu duruma üzüldü çünkü çok ama çok iyi oynuyordu ve Dirk Nowitzki ile çok iyi bir dostluğu vardı. Artık Nash için yuvaya dönüş gerçekleşiyordu. 8 yıl önce onu seçen Phoenix Suns kadrosundaydı. Takımın başına getirilen Mike D'antoni takıma yeni bir kimlik kazandırıyordu. Takım felsefesi sadece hücuma yönelikti. Yani yavaş yavaş ligin en ateşli takımı yaratılıyordu. Bu takımın da lideri ve her şeyi Nash'ti. Çok koşan, hücum reboundu kovalayan ve minumum savunma yapan bu takım içinde Nash yeteneklerini daha rahat sergiledi. 2 sene üst üste MVP ödülünü kazandı. Bunların yanı sıra takımını 29 galibiyetten alıp 62 galibiyete taşıdı. Takım arkadaşlarına da ödüller kazandırdı. Boris Diaw'ın "En Çok Gelişme Kaydeden Oyuncu" ve Leandro Barbosa'nın "En İyi Altıncı Adam" ödüllerini almasında onun payı çok büyüktür. 5 Temmuz 2012 tarihinde Lakers'ın draft hakkı karşılığında Phoenix Suns 'tan Los Angeles Lakers takımına takas olmuştur. Ekim 2014'te yaşadığı sakatlık sonucu sezonu kapatmasının ardından 25 Ekim 2014'te emekli olduğunu açıklamıştır. Asist krallığı(5 kez):2004-2005_2005-2006_2006-2007_2009-2010_2010-2011 Elazığ Kaya Karakaya Fen Lisesi Elâzığ Kaya Karakaya Fen Lisesi Türkiye'nin Elâzığ ilinde yer alan fen lisesi. Okul, ismini aldığı iş adamı Kaya Karakaya tarafından yaptırılarak Millî Eğitim Müdürlüğü'ne devredilmiştir. 1999-2000 eğitim-öğretim yılında ilk öğrencilerini kabul eden okulun açılışı dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve iş adamı Kaya Karakaya tarafından yapılmıştır. Okul kısa sürede altyapısını oluşturmuş, araç gereç donanımını sağlamış ve fiziki konumunu güçlendirmiştir. Elazığ Kaya Karakaya Fen Lisesi 15 yıllık eğitim hayatı sürecinde bölge ve Türkiye genelinde birçok başarıya imza atmıştır. Ülke genelinde ÖSYM tarafından gerçekleştirilen üniversite sınavlarında ilk 100'de her yıl 2-3 öğrenci ile temsil edilmiştir. Üniversite sınavlarının yanı sıra TÜBİTAK tarafından düzenlenen Ortaöğretim Öğrencileri Araştırma Projeleri Yarışması'nda ve bilim olimpiyatlarında başarılar elde etmiştir. Elâzığ Kaya Karakaya Fen Lisesi resmî internet sitesi Stolas Stolas, demonolojide "Cehennemin Yüce Prensi"dir. 26 iblis (cin) lejyonunu yönetir, astronomi, zehirli bitkiler ve değerli taşlar hakkında çeşitli bilgiler öğretir. "Stolos" olarak da anılır. Merve tepesi Merve (Arapça: المروة) , Mekke ve Medine arasında kutsal bir tepe ismidir. Arapça'da "çakıl taşı" anlamına gelmektedir. Müslümanlar umre veya hacca gittiklerinde, Safâ ve Merve tepeleri arasında yedi kere gidip gelerek vâcip olan sa'y ibâdetlerini yerine getirirler. Kelime olarak "safâ" iht
iyaç karşılamak, "merve" ise cömertlik ya da bâzı kaynaklara göre gözyaşı demektir. Safâ ile Merve (ihtiyaç karşılama ile cömertlik) Allah'ın belliklerindendir ve İbrahim'in nişanlarındandır. Kuran-ı Kerime göre: Beytullah'ı (Kâbe, Beytü'l-harâm) hacc veya umreyle ziyâret edenin onları tavâf (hizmet) etmesinde kendisi için bir günah yoktur. Kim, içinden gelerek hayır işlerse Allah şâkirdir (teşekkür eder), Alîm'dir ve en iyi bilendir. Özgül ısı Özgül ısı, öz ısı ya da ısınma ısısı, C.G.S. birimleri sistemine göre bir maddenin 1 gramının sıcaklığını 1 C°, S.I. birimleri sistemine göreyse 1 kg.'ının sıcaklığını 1 K° arttırmak için gerekli olan ısı enerjisi miktarıdır. Öz ısı, maddenin bulunduğu fiziksel hâl, basınç ve sıcaklığa göre az da olsa değişkendir. Pratik uygulamalarda genellikle sabit olarak alınır. Öz ısı ölçümlerinin yanında hangi şartlar altında yapıldıkları da belirtilir. Öz ısı birimi kullanılan birim sistemine göre; J/gK, J/gC veya Cal/gC vb. olur. Öz ısı kavramını Joseph Black adlı bir fizikçi ve kimyacı ortaya koymuştur. Bu şahıs ısı ve sıcaklık kavramlarını da birbirinden ayırmıştır. Pierre Louis Dulong ve Alexis Therese Petit birlikte çalışmalar yaparak elementlerin özgül ısıları ile atom ağırlıklarının ters orantılı olduğunu bulmuşlardır. Bu yasa Dulong-Petit Yasası olarak adlandırılmıştır. Buna göre çoğu elementin atom ağırlıkları ile ısınma ısılarının çarpımı sabit bir sayı verir. Buna dayanarak atom ağırlığı bilinmeyen elementlerin yaklaşık atom ağırlığı hesaplanabilmiştir. Dulong ve Petit kanunu , hemen tüm elementlerde atomal ısının yaklaşık 26.4 J K. mol olmasına uygun düşmektedir. Tabloda da görüldüğü üzere diğer elementlerin öz ısısı sudan daha azdır. Bunun sebebi ise suyun (HO) iki ayrı elementten(H ve O) oluşmasıdır. Maddelerin ısınmalarındaki farklılıklar, maddelerin ayırt edici özelliklerinden biri olan öz ısı ile ilgilidir. Araban, Gaziantep Araban, Gaziantep ilinin bir ilçesidir. Anadolu Selçuklu Sultanı Kılıçarslan II 1148-1150 yıllarında Araban Kalesi’ni ele geçirmiş, daha sonra 1155’te Atabey Nureddin Mahmud Zengi, Araban’ı Selçuklulardan almıştır. Bu tarihten sonra yöre, Halep Eyyubileri, Anadolu Selçukluları (1218), Memlûklular, İlhanlılar (1259), Memlûklular (1260), Dulkadiroğulları ve tekrar Memlûkluların hakimiyeti altına girmiştir. Yavuz Sultan Selim zamanında bölge, Osmanlı topraklarına 1517’de katılmış, 1523 yılından sonra Birecik Sancağı’nın Rumkale kazasına bağlanmıştır. Gaziantep’e bağlı olan Araban, Cumhuriyetin ilanından sonra Raban isimli bir kasaba iken, ismi sonradan değişmiştir. Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yer almaktadır. Güneyinde Karadağ ve Yavuzeli ilçesi, kuzeyinde Adıyaman’ın Besni İlçesi, batısında Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesi, doğusunda ise Fırat Nehri ve Şanlıurfa’nın Halfeti ve Bozova ilçeleri ile çevrilidir. Gaziantep ilinin kuzeydoğusunda 250 km² lik genişlikteki Araban Ovası’nda yer almakta olup, ismini de bu ovadan almıştır. Araban 1000–1500 m yüksekliğinde bir plato üzerinde yer almaktadır. İlçe topraklarının etrafı dağlarla çevrilmiştir. Batısında Kartal (Sof) Dağları doğu-batı doğrultusunda uzanır.Kuzeyde Beşparmak dağları ile çevrilidir. İlçe Fırat Nehri’nin batısında ve bu nehre dökülen karasu Irmağı’nın kenarındadır. Fırat nehri Araban’ın Şanlıurfa ili ile doğal sınırını çizer. Karasu Araban Ovası’nın içerisinden geçerek Fırat’a dökülür. Gaziantep’e 67 km uzaklıktaki ilçe, denizden 610 m yüksekliktedir. Yüzölçümü 534 km²'dir. tarım en önemli geçim kaynağıdır. Pamuk, buğday, arpa, mısır, sarımsak, Antep fıstığı, mercimek tarımı önceliklidir. Yer, yer meyve ve sebze bahçeleri görülse de bu ailelerin günlük ve dönemlik ihtiyaçlarını karşılamaya yöneliktir. Sanayi ve turizm gelişmemiştir. Araban, 1957 yılında da ilçe olmuştur. İlçeye bağlı olan iki belediye vardır. Bunlar Araban ve Elif Belediyesidir. Bölgede birçok yerde tarihi zenginlik göze çarpmaktadır: Araban'ın kaleleri, harabeleri, ilk çağlardan kalan tarihi öneme sahip mezarlıklar ve birçok alanda yazıtlar. Araban kalesi eşkıya sığınağı olduğu için Osmanlı döneminde eşkıyanın barınmaması için yıktırılmıştır. Mario Benedetti Mario Benedetti, (14 Eylül 1920-17 Mayıs 2009) Uruguay'lı bir gazeteci, yazar ve şairdi. 14 Eylül 1920 tarihinde Paso de los Toros, Tacuarembó'da doğdu. İspanyolca konuşan ülkelerde tanınmıştır, ve Latin Amerika'da yaşayan en büyük yazarlardan biri olarak bilinir. 1946 yılında Luz López Alegre ile evlenmiştir. 70'li yıllarda Uruguay'ın askeri bir diktatörlükle yönetildiği dönemde Benedetti Buenos Aires, Lima, Havana, ve İspanya'da sürgün yaşadı. Bugün hayatını Montevideo ve Madrid'te geçirmektedir. Kendisine Uruguay'daki Universidad de la República (Cumhuriyet Üniversitesi) ve İspanya'daki Universidad de Alicante (Alicante Üniversitesi) tarafından onursal (Honoris Causa) doktora verilmiştir. Al Capone Alphonse Capone (kısaca Al Capone), (17 Ocak 1899, New York – 25 Ocak 1947, Florida). İtalyan asıllı Amerikalı mafya lideridir. 1920- 1933 yılları arasındaki ABD alkol yasağından yararlanarak güçlendi. 1929'da Amerikan ekonomosinin zor günler yaşadığı Büyük Bunalım dönemindeki fırsatlardan yararlanarak gücünü arttırdı. 1929 Büyük Bunalımı yıllarında neredeyse hükümet sahibi olan ünlü gangster Al Capone suç işlemeye çocukken başladığını şu sözlerle açıklamıştır; Kartvizitinde ""İkinci el mobilya satıcısı"" yazan Al Capone, 17 Mayıs 1929'da ruhsatsız silah taşımaktan sekiz ay hapis cezası yedi. Diğer suçlarından yakalanamadığı için 1931'de vergi kaçakçılığından hapse girdi. 17 Ocak 1899'da Brooklyn, New York'ta doğdu. Babası Gabriele Capone (12 Aralık 1864- 14 Kasım 1920) berberdi ve Napoli'nin 26 kilometre güneyindeki bir İtalya kasabasından geliyordu. Annesi Teresina Capone (28 Aralık 1867- 29 Kasım 1952) terziydi ve o da İtalyan asıllıydı. Aslen Yahudi olduğu söylenen ailesi, Katolik gibi davranıyordu. Ailenin dokuz çocuğu vardı: Alphonse "Scarface" Al Capone, James Capone ("İki Silahlı" lakabıyla da anılır), Raffaele Capone (Raffaele "Kasa" Capone), Salvatore Frank Capone, John Capone, Albert Capone, Matthew Capone, Rose Capone ve daha sonra John Maritote'la evlenen Mafalda Capone. Erkek kardeşlerinin bir kısmı ona yasa dışı işlerinde yardımcı olmuştur. Aile 1893'te henüz en büyük çocukları Al Capone doğmadan İtalya'dan Fiume'ye, ordan gemiyle ABD'ye gittiler. Capone 11 yaşındayken Brooklyn, Navy Sokağı'ndan taşınıp Brooklyn'de başka bir eve geçtiler. Oldukça sıkı olan yerel bir Katolik okuluna gitti ve 14 yaşında bayan öğretmeninini yumrukladığı için okuldan atıldı. Şekerci dükkanında, bowling salonunda çalıştı. Bu dönemde gazinocu Johnny Torrio'dan etkilendi. Frankie Yale'in Harvard Hanı adlı gece kulübünde barmenlik yaptı. Kısa sürede çeşitli çetelerle ilişkisi oldu. Çocuk çetelerinde yer aldı. Manhattan merkezli Beş Nokta Çetesi'ne girdi. Sicilya kökenli mafya üyeleri bu dönemde İrlanda kökenli mafya üyelerinin sahasına sızmışlardı. Beş Nokta Çetesi de tıpkı İtalya'daki Cosa Nostra gibi ABD'de organize olmuştu. Lucky Luciano, Vito Genovese, Johnny Torrio, Meyer Lansky, Frankie Yale; çete içindeki önemli adamlardı. Capone, Frankie Yale'in tahsilat ve tetikçilik işlerini hallediyor, diğer yandan da gece kulübünde çalışıyordu. Burada çalışırken hakaret ettiği kızın ağabeyi Frank Gallucio tarafından saldırıya uğradı, yüzünün sol yanına üç bıçak darbesi aldı. "Scarface" namını bu yaralardan dolayı aldı ve ilerde bu izleri savaşta aldığını iddia ederek vatanseverlik imajını güçlendirdi. Halbuki Capone'un ayakkabılarını ABD bayrağıyla parlattığı söylenmektedir. Torrio'nun İtalya'ya kaçmasından sonra Chicago Outfit'in başına geçti. 30 Aralık 1917'de Mae Josephin Coughlin ile evlendi. Coughlin, İrlanda kökenli Katolik'ti. 4 Aralık 1918'de oğlu Albert Francis Sonny Capone doğmuştu. 21 yaşının altında yaptığı bu evliliği ailesi onayladı. Yale, Capone karşı çeteden birini hastahanelik edince işlerin sakinleşmesi için onu New York'tan Chicago'ya gönderdi. Burada Johnny Torrio ile olan ilişkisini ilerletti ve onun için adam topladı, içki kaçakçılığı işinde beraber çalışmayı düşündüler. Chicago'nun Michigan Gölü üzerindeki konumu, uygun ortamı hazırlıyordu. Chicago Outfit lideri Jim Colosimo öldürülünce başa Torrio geçti. Frankie Yale, Capone ve Torrio'nun iki adamı şüpheliler içindeydi ancak sonuca ulaşılamadı. 1924'teki ünlü Cicero hileli seçimlerinde seçilen başkan, Chicago Outfit'in desteğiyle başa gelmişti ama güçlenmesinden korkup Capone'u şehirden kovdu. Capone, bunun üzerine Florida'da ev aldı. Ayrıca kardeşi Frank Capone da polislerin elinde öldü. Kardeşine duyduğu saygıdan ötürü içki üretim yerlerini Cicero'da bir gün için kapattı. 1930'da kardeşi Mafalda, Cicero'da neogothik tarzdaki bir kilisede John Maritote'la evlendi. Genna suç ailesi ve Chicago Outfit'in yasa dışı içki kaçakçılığı ortaklığı, İrlanda kökenli Kuzey Kesimi Çetesi'nin tepkisini çekti ve aralarında savaş başladı. Karşı çetenin lideri Dean O'Banion federal polislerin bastığı içki tesisindeki hisselerini Torrio'ya satıp onu zarara soktu. 10 Ekim 1924'te O'Banion'u öldürten Torrio, kendisi de karşı saldırıya uğrayıp ağır yaralandı. Yerine Capone'u bırakıp üç yıl için İtalya'ya kaçtı. Chicago Outfit'in geliri yıllık 100 milyon dolar olmuştu. Bu servet kumar gibi yan işlerden elde edildiği gibi, asıl para kaçakçılıktan geliyordu. Kaçakçılık ağı ABD'nin doğu sahillerine kadar uzandı. Burada Detroit merkezle Yahudi Mor Çete, Kanada Kralı olarak da bilinen Blaise Diesbourg sayesinde kaçak viski getirtiyor ve ABD'nin kuzeydoğusunda üretilen içkiler de gece taşınıyordu. Meyer Lansky'nin de yardımıyla Mor Çete, Chicago Outfit'in müttefiki oldu, bu işten beraber kazanç elde ediyorlardı. Hukuksal ve politik gücünü arttıran Capone, merkezini Chicago'da bulunan Lexington Hotel'e taşıdı, Sevgililer Günü Katliamı sonrasında burası Capone'un Kalesi olarak anılmaya başlandı. Zamanında onu Chicago'dan kovan belediye başkanı William "Big Bill" Hale Thompson'a rüşv
et verildi ve kaçakçılık işi kolaylaştırıldı. Chicago kumarhane ve içki üretim tesisleriyle dolduruldu. Capone, harcamalarını arttırdı. Sadece Iowa eyaletinden gelen Templeton Rye adlı içkiyi ve Küba purolarını kullanıyordu. Medyanın ilgisini çekiyor ve sadece iş adamı olduğunu, tek isteğinin halk adamı olmak olduğunu söylüyordu. Kuzey Kesimi Çetesi liderleri Bugs Moran ve Hymie Weiss onu öldürtmeye çalıştılar. Birden fazla kez arabasında silahlı saldırıya uğradı. Hawthorne Hotel'de yemek yerken 7-8 arabalık bir araç konvoyu otelin restaurantına Thompson otomatik silahlarıyla ateş yağmuruna tuttu. Capone ve iki sadık adamı Frankie Roe ile Henry kurtuldu ancak diğer müşterilerden bazıları yaralandı. Saldırıda yaralanan bir gencin tıbbi masraflarını Capone karşıladı. Ateşkes istese de barış sağlanmadı. Bugs Moran'ın saldırılarına karşılık Lexington Hotel ve Michigan Caddesi'ndeki adamlarını silahlandırdı. Adamları silah uçlarına x şeklinde işaret koyarlardı. Böylece kurşunun verdiği hasar artardı. Ayrıca uca sarımsak suyu sürerler, böylece kurşunla vücuda giren sarımsak suyu zehir etkisi yapardı. Yaklaşık 407 dönüm arazisi ve kaçakçılık için uygun bölgeleri vardı. Devlet davetlerine gitmekten kaçınmaz ve valilerle, belediye başkanlarıyla dostluk kurardı. Bugs Moran'ın çetesi, Capone'un kaçak içki taşıdığı uçakları kaçırmış, Chicago Outfit'in yönettiği kukla belediye başkanlarından ikisini öldürmüş ve üç kez kilit adamlardan biri olan Jack McGurn'u öldürmeye çalışmıştı. Mor Çete, Bugs Moran'ı ve adamlarının çoğunu bir oyunla Chicago'dan uzaklaştırdı ve Kuzey Kesimi Çetesi'nin Lincoln Park'taki bir garaj yerinde çok az adamı kaldı. Capone'un adamlarından Fred Burke ve birkaç güvenilir adam daha polis kılığına girdi ve 14 Şubat 1929'da Kuzey Clark Sokağı'nda Moran'ın yerini bastılar. Mücadelesiz altı çete üyesi ve bir ziyaretçileri duvara dizilip tarandı. Cinayetler tam olarak aydınlatılamadığı için duruşma olmadı. Capone, kendisine yönelik suçlamaları 14 Şubat 1929'da Florida'da olduğunu ispat ederek çürüttü. İçeride bulunan bir maktul gerçek polisler gelene kadar yaşayabilmiş, kendisine yöneltilen "Seni kim vurdu?" sorusuna "Kimse, kimse vurmadı." şeklinde cevap vermiştir. Süper planlanmış olsa da, asıl hedef Bugs Moran o gün geç kaldığından kapıdaki polis arabasını görüp ortamdan uzaklaşmıştır. Bugs Moran bu olaydan sonra hemen hemen piyasadan çekilmiştir. Bugs Moran'ın bu cinayetin öcünü yıllar sonra yine bir sevgililer gününde, olayın mimarı ve tetikçilerinden Jack McGurn'u öldürerek aldığı söylenir. McGurn öldürüldükten sonra elinde bir sevgililer günü kartı bulunmuştur. Kartta şu cümleler okunmaktadır: "You' ve lost your job, you've lost your dough, your jewels and handsome houses. But things could be worse, you know. You haven't lost your trousers. Capone, mafya teşkilatlanmasını devlet içinde kadrolaştırmıştı. Pek çok vali ve belediye başkanıyla yakın dostluk kurmuştu, bir kısmı emrinden çıkmıyordu. Yaptıklarına bu sayede göz yumuluyordu. Meyer Lansky onu başkan Hoover'la tanıştırdıktan sonra kariyerindeki yükseliş hızlandı. Hoover, yanlış ekonomi politikaları sonucunda devleti Büyük Buhran'a sürüklemişti ve sendikalar sürekli hareket halindeydi. Sendikalara baskı yapan Capone, işçilerin grevlerini bastırmaya ve ABD'nin komünizm dalgasından etkilenmemesini sağlamaya çalıştı. Polis içinde de adamları vardı. İş yerlerinin önünde sabıka kâğıtlarıyla pek çok işsiz sabıkalı kuyruk oluşturuyor, yanında iş bulmaya çalışıyorlardı. Açtığı lokantalarda da uzun kuyruklar oluyordu. North Western Üniversitesi gibi yerlerde konferanslar verdi. Kazandığı yasa dışı paraları çamaşırhane zincirleri açarak akladı. Mafya teşkilatını devlet kademelerine taşıdığı için devletçi mafyanın kurucusu sayılır. Frengi hastalığı nedeniyle antibiyotik tedavisinin uygulandığı ilk kişidir. Kazandığı servetle derneklere bağışlar yaptı, zamanla halk kahramanı oldu. Bazı kesimlerce modern Robin Hood kabul edildi. Halkın gözünde yarattığı bu imaj, Sevgililer Günü Katliamı ile zedelendi. Ajan Eliot Ness Capone hakkında soruşturma açılmasını sağladı. Frank Wilson da vergilerini kontrol etmek için çalışma başlattı. Vergi kaçakçılığından 1931'de hakkında soruşturma açıldı. Avukatları pazarlık talebinde bulundu ve hakim James Herbert Wilkinson'a rüşvet vermeye, bazı yetkilileri tehdite kalkıştılar. Bu çalışmaları, Eliot Ness'in Dokunulmazlar adlı ekibi fark etti. Uzun bir duruşmadan sonra 17 Ekim 1931'de vergi kaçakçılığından suçlu bulundu. 11 yıl hapis cezası ve varlığıyla orantılı para cezası aldı. Cezaya itirazda bulunsa da Meyer Lansky'nin aleyhinde mahkemeye verdiği delillerin de etkisiyle federal hapishaneye gönderildi. Mayıs 1932'de Atalanta Hapishanesi'ne özel haklarla gitti. Lincoln Hapishanesi'ne ve 11 Ağustos 1934'te Alkatraz Hapishanesi'ne gönderildi. Bu ada hapishanesinde adamlarıyla ve dış dünyayla bağlantısı tamamen kesildi. Bu hapishanede Teksas'tan gelmiş bir banka soyguncusu olan James Lucas tarafından saldırıya uğradı. Lucas, tek kişilik bir odaya atıldı. 6 Ocak 1939'da Kaliforniya'da başka bir hapishaneye aktarıldı. 16 Kasım 1939'da şartlı tahliyeyle salındı. Bir süre hastahanede kalıp Florida'ya döndü. Çetede Capone'un yerine geçen Frank Nitti, Moran'la savaşı şiddetlendirdi ve çeteyi zarara soktu. Capone, çeteye geri dönemedi. Hapishane günleri ve çeteden kopuşu Capone'u bunalıma sürükledi. Frengi nedeniyle sağlık sorunları da şiddetlendi. Psikiyatristlerin yaptığı testler sonucu algılama düzeyinin 12 yaş seviyesine indiği gözlemlendi. Akli dengesi kısmen bozulan Capone'un durumu, Florida'daki evinde 21 Ocak 1947'de ağırlaştı ve felç geçirdi. 25 Ocak 1947'de öldü. Cesedi Illionis'te yakıldı. Hillside'da, Mount Carmel Mezarlığı'na gömüldü. The Godfather serisinde Don Vito Corleone, Al Capone ve Vito Genovese'den esinlenerek yaratıldı. Corleone tıpkı Capone gibi İtalya'dan ABD'ye göç etmişti ve Vito Genovese ile aynı adı taşıyordu. Corleone'nin büyük oğlu Sonny, Capone'un oğluyla aynı addaydı. Corleone ailesinin consiglier rütbesindeki adamı Tom Hagen'ın İrlandalı oluşu Sicilya ve İrlanda asıllıların ABD mafyasını nasıl yönettiğini gösteriyordu. Genovese suç ailesini de içine alan New York'un beş ailesi The Godfather'da farklı adlarla temsil edildi (Chicago Outfit bu beş aileden biri değildir, Beş Nokta Çetesi de bu suç ailelerinden ayrıdır). Azap Yolu'nda Capone'un ismi geçer ancak yönetmen Mendes Capone'un etkileyiciliğini ve ulaşılmazlığını simgelemek için filmde görünmesini istemez. Dokunulmazlar filminde Capone'u Robert de Niro canlandırdı. Filmde Eliot Ness rolünü Kevin Costner canlandırdı. James Bond filmleriyle ünlenen Sean Connery da filmde rol aldı. Bisiklet Hırsızları Bisiklet Hırsızları (İtalyanca özgün adıyla "Ladri di biciclette"), senaryosunu Cesare Zavattini'nin yazdığı, Vittorio De Sica'nın yönettiği, 1948 İtalyan yapımı drama filmidir. Film gerek yapım tekniği, gerekse de sinema estetiği açısından Yeni-Gerçekçilik akımının simgesi olarak kabul edilir. Filmde Vittorio De Sica, II. Dünya Savaşı sonrası yoksul Roma atmosferi içerisinde, var olma mücadelesi veren sıradan bir işçi perspektifinden, umut, utanç ve yitiriliş üçgeni ekseninde insanlık durumunu gözler önüne sermektedir. Bir süredir işsiz olan Antonio Ricci'nin yeni işi için aldığı ve iş için çok gerekli olan bisikleti, bir afişi yapıştırdığı sırada çalınır. Polis hırsızı kendilerinin bulmalarını söyleyince Antonio ve 10 yaşındaki oğlu Roma’yı karış karış dolaşarak bisikleti ararlar. Hakasya Hakasya Cumhuriyeti (Hakasça: Хакасия Республиказы; "Khakasiya Respublikazı". Rusça: Pеспублика Хакасия) veya Hakasya. Sibirya'da Rusya'ya bağlı bir cumhuriyet. Orta Sibirya'nın güneyinde yer alır. Güney ve doğusunda Tuva Cumhuriyeti, batısında Altay Cumhuriyeti ve Şorya, kuzeydoğusunda Kızılyar yeri veya Rusça adıyla Krasnoyarsk oblastı (Hakasça. Хызыл Чар Чир / Hızıl Çar çir) ile çevrilidir. Yüzölçümü 61 900 km². Baş şehri - Abakan şehridir. Hakasya'nın 8 aymağı var. Günümüz Hakasya toprakları 6. yüzyılda Yenisey Kırgızları' nın egemenliği altında bulunmaktaydı. 13. yüzyılda, Moğol akınlarının ardından Kırgız halkının çoğunluğu Orta Asya'ya güneybatısına göç ederek günümüz Kırgızistan' a yerleşti. Hakaslar kendilerini Sibirya'da kalan bu Kırgızların torunları olarak görmektedir. Hakasya toprakları Çar Petro döneminde Rus İmparatorluğu' na katıldı. Bu birleşme 1729 yılında Rusya ve Çin arasındaki anlaşma ile teyit edildi. Sibirya' daki diğer bölgelere benzer olarak Hakasya topraklarına da Rusya' nın batı bölgelerinden hüküm giymiş suçluların tutulduğu kaleler yapılmış olup, serbest kalan mahkumların çoğu Hakasya topraklarında kaldı. Yerli Hakas halkının çoğu Rus Ortodoks dinine geçirilmiş ve yavaş yavaş göçebe yaşamı terketmiştir. 1917 Rus Devrimi zamanında nüfusun yarısını Ruslar oluşturmaktaydı. 1930 yılında Sovyet Rusya tarafından günümüz Hakas Cumhuriyeti topraklarıyla aynı olan "Hakas Özerk Oblastı" kuruldu. 1920-1930 yılları arasında bölgeye tahminen çeyrek milyon Rus yerleştirildi. II. Dünya Savaşı sırasında 10.000 civarında Volga Almanı bölgeye zorunlu göç ettirildi. Gerçekleştirilen bu yerleştirme politikası sonucunda 1959 nüfus sayımına göre, Hakaslar' ın nüfusu toplam nüfus içerisinde % 10 oranına kadar düşmüştür. 1991 yılına kadar Krasnoyarsk Krayı' na bağlı kaldıktan sonra, 1992 yılında Hakasya Cumhuriyeti oldu. Hakasların iki bin yılı aşan tarihleri onların bir Kırgız grubu olduğunu göstermektedir. Tanrı Dağı Kırgızlarının dünyaca ünlü büyük destanları Manas da bu tarihi olaydan bahsetmektedir. Manas Destanı'nın anlattığına göre Tanrı Dağı Kırgızları Yenisey bölgesinden bugünkü vatanlarına Manas Han önderliğinde göç etmişlerdir. 9. yüzyıl Çin kaynakları Kırgızlardan "Heges" veya "KieKiaSe" adıyla bahsetmektedir. Sonraki yıllarda Tanrı Dağı Kırgız boylarının Müslümanlaşma ve yaşanılan bölgeler arasındaki mesafenin uzak olması nedeniyle Yenisey Kırgızlarının ayrı bir kimlik benimsemesini ve Hakas adını kabullenmeleri sonucun
u doğurmuştur. Yüzölçümü 61.900 km² dir. Yenisey Irmağının yukarı kesimindeki geniş Minusinsk Havzasının batı yarısında yer alır. Yenisey Irmağının kollarından, Abakan Irmağı bölgenin ortasından geçer. Irmak vadisinin güneyinde, Karagoş Dağında 2.930 m'ye kadar yükselen Batı Sayan Dağları bulunur. Kuzeyindeki Akaban ile Kuznetsk Alatau Dağlarının en yüksek noktasıyla 2.178 m yüksekliğindeki Verhni Zub'dur. Kapalı havuzda kurak ve sert bir kara iklimi egemendir. Bu nedenle alçak kesimler bozkırlar ve ormanlık alanlarla kaplıdır. Ama 1954'ten sonra özellikle de bakir ve boş toprakların çoğu tarıma açılmıştır. Dağlar çam, köknar ve ladin ormanlarıyla kaplıdır. Yenisey Irmağı, Hakasya Cumhuriyetinin en uzun akarsuyudur. Çulım, Tom ve Abakan Nehri|Abakan]] diğer önemli nehirlerdir. Cumhuriyet topraklarında üç yüzün üzerinde tuzlu ve tatlı su içeren göller bulunmaktadır. Doğal kaynaklar olarak; demir, altın, gümüş, kömür, petrol ve doğal gaz bulunmaktadır. Rusya' daki en büyük molibden yatakları bölgede bulunmaktadır. Hakasya Krasnoyarsk zaman dilimindedir (KRAT/KRAST). UTC'e göre saat farkı +0700 (KRAT)/+0800 (KRAST). "Bu alt başlığın ana maddesi: Hakasya İdari Yapılanması" 6 Ekim 2003 tarihli No: 131-FZ «Rusya Federasyonu yerel özyönetimin genel ilkeleri» kanununa göre Hakasya'da: Yeni belediyelik 8 şehir yerleşimi ve 77 kır yerleşimi bulunmaktadır. Cumhuriyete adını veren Hakaslar eskiden göçebe olan Sibiryalı bir Türk halkıdır. Ancak günümüzde Cumhuriyet nüfusunun büyük çoğunluğunu Ruslar oluşturmaktadır. 2010 yılı verilerine göre Hakas Cumhuriyetinin nüfusu 532 403 kişidir. Nüfusun %67,3 kadarı şehirlerde yaşamaktadır. 2010 yılı nüfus verilerine göre nüfusun; %81,7' sini Ruslar, %12,1' sini Hakaslar, %1,1' ini Almanlar, %1' ini Ukraynalılar, %0,6' sını Tatarlar, %0,2' sini Şorlar ve %3,3' ünü diğer etnik unsurlar oluşturmaktadır. Yıllara göre Hakasya Cumhuriyetinde yaşayanların etnik dağılımı; İdari merkezi başkent Abakan'dır. Güney Doğu Sibirya'da bulunan bu bölge, Rusya'nın Krasnoyarks eyaletine bağlıdır. Rusya'nın oluşumunda ve 18. yüzyılda Rusya'ya katılmış, 1930'da Muhtar Bölge olarak yer almıştır. Hakas Muhtar Bölgesi, ekonomik kaynaklardan kömür, demir, altın, mermer vs. sanayi bakımından zengindir. Ayrıca kereste işletme sanayi gelişmiştir. Ekonomi tarım ve hayvancılığa (özellikle küçükbaş) dayanmaktadır. Bitki üretimi de yeterli düzeydedir. Koyun ve keçi besiciliği hala önemli bir ekonomik etkinliktir. Alçak kesimlerde gerçekleştirilen sulama projeleri otlaklarda beslenen hayvan sayısını, ekili arazilerin yüzölçümünü ve başta buğday, yulaf, darı ve patates olmak üzere tarımsal üretimi artırmıştır. Rusların bölgeye yerleşmesinde etkili olan bakır madenciliği 18. yy'dan beri önemini korumaktadır. Abaza ve Teya'da zengin demir cevherleri. yukarı Çulım'da altın, Çemogorsk'ta kömür, Aksiz'de barit çıkartılmaktadır. Bölgede ayrıca bakır, tungsten yatakları da vardır. Ormanlar önemli bir kereste kaynağıdır. 1980'lerin başında Yenisey Irmağı üzerindeki Sayanagorsk'ta yapılan 6.400 megavat kapasiteli hidroelektrik santralından Minusinsk Havzasındaki sanayi için gerekli enerjinin sağlanması planlanmış ve elektrik enerjisi gereksinimini karşılamaktadır. Hakasya'da 269 ortaokulda (91 bin öğrenci), 7 Anaokulunda (770 öğrenci), 1 üniversitede (6500 öğrenci) bulunmaktadır. Eğitim sistemi devletin mülkiyetindedir. Burada yılda 15.000 kitap, 1 dergi (2200 tiraj), 1 gazete bulunmaktadır. 250 kütüphane, 1 müze, 1 tiyatro, 280 kulüp vardır. Gelenekleri Hakaslar örf ve adet bakımından Altay Türklerine benzerler. Erkek elbiseleri Ruslarınki gibidir. Kadınlarınki daha farklıdır. Saçlarına süs esyaları takarlar. Genç kızların yörüklerdeki gibi 15-20 örgülü belikleri vardır. Evlenmelerde kız beğenme, kız isteme, düğün ve düğün ziyaretleri merasimleri vardır. Kalın (gelin) kaçırma ve karşılığında kız tarafına "kalın ödeme" adeti vardır. Evli kadınların kocalarını terketmesi halinde "kalın" erkek tarafına geri ödenir. Doğan çocuklara eski adetlere göre ad verilir. Çocuklar altı aylık olduğunda resmi olarak hristiyan gözüktükleri için vaftiz edilirler ve bir hristiyan adı alırlar; ancak bu ad günlük yaşamda kullanılmaz. Şaman dininin kurallarına göre hareket ederler. Tahta sandıklara kotydukları ölülerine elbise giydirip atının eğeri ile birlikte kurganlara gömerler. Gömülmeden sonraki üç, yirmi, kırk ve yüzüncü günlerde çeşitli törenler yapılır ve yemek verilir. Kırkıncı gün töreninde ölenin atı kesilir, eti yenir; atın başı bir mızrak ucunda mezarın başına dikilir. Hakasça, Uygurcaya yakındır. Bugün bir yazı diline sahip olan Hakasların dil ve edebiyat enstitüleri mevcuttur. Hakaslar Çarlık döneminde zorla kabul ettirilen Kiril alfabesini Sovyet Devriminden sonra bırakıp Latin alfabesine geçmişler, ama 1939'dan sonra yeniden Rus alfabesini kullanmak zorunda kalmışlardır. Moğolca ve Çince öğelerin de rastlandığı Hakasça'nın sözcük dağarcığı daha çok ortak Türkçenin sözcüklerinden oluşur. Belli başlı ses değişimlerine örnek olarak b->p- (bar "var" / par, biz / pis). d/z (adak "ayak" / azah), y/c (yahşi "güzel" / cahsı, yıl / çıl), z/s (yüz / çüs) gösterilebilir. Hakaslar zengin bir halk edebiyatı geleneğine sahiptirler. Türkolog W. Radloff'un Hakas lehçesi edebiyatı ve etnografyasıyla ilgili geniç çalışmaları vardır. = Hakasya Alfabesi = Hakas Alfabesi: 1929 yılına kadar - Latin Alfabesi: с 1939 - Rus Alfabesi: "Таблица соответствия букв хакасских алфавитов" http://www.pdx.edu/turkish_studies_center/books Kōbō Abe Kobo Abe (安部公房 Abe Kōbō, Kimifusa Abe'nin rumuzu Abe Kimifusa (d. 7 Mart 1924, Tokyo - ö. 22 Ocak 1993 Tokyo), Japon savaş sonrası edebiyatının başlıca romancılarından. Kobo'nun üstgerçekçi ve kabusvari edebi keşifleri bireyin modern toplumdaki bunalımlarını başarıyla çizer. Bu özelliği ile Kafka'ya benzetilir. Kobo, özellikle Suna no onna (Kumların Kadını) (1962) romanıyla tanınır. 1964 yılında Hiroshi Teshigahara yönetmenliğinde beyaz perdeye aktarılmıştır. Abe Kobo 1993 yılında Tokyo 'da yaşamını yitirmiştir. Karakalpakistan Karakalpakya veya Karakalpakistan (Özbekçe: Qoraqalpog‘iston Respublikasi ; Karakalpakça: Qaraqalpaqstan Respublikasi‘), Özbekistan’a bağlı özerk bir cumhuriyettir. Özbekistan’ın batı kesiminde yer alır. Başkenti Nukus'tur. Karakalpakya, tarihsel Harezm topraklarını kapsar. Yüzölçümü 165.000 km'dir. Karakalpakistan'ın nüfusu yaklaşık 1.750.000'dir. Bu nüfusun 500.000'i Karakalpak, 400.000'i Özbek, 300.000'i Kazak 100.000 bini de değişik unsurlardır. Karakalpaklar Kazak Türkleri'nin bir boyu olarak da kabul edilebilir. Karakalpakistan, 1925 Nisan ayında Kazak Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin özerk bir bölgesiydi. Ancak bu özerk bölge 20 Temmuz 1930'da SSCB'ye devredildi. İki yıl sonra (20 Mart 1932) Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti statüsünü kazandı. Aralık 1936'da Özbekistan SSC'ne bağlandı. Karakalpakstan Cumhuriyeti kendi egemenlik ve kendi anayasası vardır. Karakalpakstan Cumhuriyeti Özbekistan Cumhuriyeti Anayasası Özbekistan'dan ayrılma hakkına sahiptir. Karakalpakça, Türk Lehçelerinin Kıpçak grubuna girmektedir. Kazak ve Nogay lehçelerine de yakındır. Bunlar da yazı dilinde önce Arap alfabesini, 1928-1940 arası Latin alfabesini ve daha sonra Kiril alfabesini kullanmışlardır. Karakalpakistan Cumhuriyeti idari bakımından 14 ilçe'ye bölünür. Altay Krayı Altay Krayı (Rusça: Алтайский край / "Altayskiy kray"), Rusya'nın Sibirya Federal Bölgesi'nde yer alan ve Altay-Sayan Dağları bölgesinde Obi, Abakan-Yenisey civarında bulunan kray. Kuruluşu 28 Eylül 1937. Güney-güneybatıda Kazakistan, kuzeyde Krasnoyarsk Krayı, güneydoğuda Altay Cumhuriyeti, Tuva Cumhuriyeti, Çin ve Moğolistan yer alır. Altay Krayı'nın idarî merkezi Barnaul'dur. Altay Krayı doğrudan Moskova'ya bağlı olan idarî bir bölgedir. İdarî bakımdan 8'i şehir, 10'u kasaba olmak üzere toplam 75 bölgedir. Sibiryanın güneyindeki Türk topluluklarının yaşadığı yerlerde ilk kurulan devletler çok eski zamanlara kadar gider. M.Ö. IV. - III. yüzyıllar arasında Eski Çin kaynaklarına göre Türk ırkından bir toplum olan «Dinlinler» (), ve devletlerinin adı da - «Dinlin-go» (丁零国) olarak geçer. Yaklaşık MÖ 201 yılında Dinlin Türkleri Ulu Hun Kağanlığı ile birleşip Hun Kağanlığını güçlendirdi ve Çin ülkesine göre daha güçlü bir Türk memleketi teşekkül etti. Türk toplumları Çin'e karşı güçlenince Türk ülkesine gelen Çinliler geri kendi ülkelerine döndüler.. Türk topluluklarından Kırgızlar başta olmak üzere birçok Türk topluluğu tekrar Altay Krayı bölgesine gelip Dinlin Türkleri ile birleşip Çinlilere karşı çoğunluğu sağladılar. VI-VII yüzyıllar Kırgız Türklerinin - Elteberadında il idarecisi burayı yönetiyordu. VIII yüzyılda - bekve İnal ad ve unvanıyal merkezden gelen ve kağanın soyundan yöneticiler vardı. Misal olarak ( Bars Kağan). Sonraki yüzyıllarda Türk toplulukları birbirine düşünce ve Çin'in Türk ülkesinin içişlerine karışmasıyla devlet parçalandı. Bazı Türk toplulukları bulundukları yerden göçmeye başladılar. Türkler güçten düşünce Türk topraklarına ve Türk topluluklarına Türklerin dışında yabancı uluslar egemen olmaya başlamıştır. Moğol, Çin ve son olarak da Rus ulusları Türk topluluklarının yerlerine hakim oldular. Altay krayı Batı Sibiryanın güneydoğusundadır. 50 ile 55 derece kuzey enlemi ve 77 ile 87 derece doğu boylamındadır. Batıdan doğuya yaklaşık 600 km, kuzeyden güneye - yaklaşık 400 km bir alana iyeliktir. Barnauldan Moskovaya kuş uçuşu uzaklık - yaklaşık 2940 km, otoyol ile - yaklaşık 3400 km. Altay krayının gerek yeraltı ve gerekse yerüstü su kaynakları çok boldur. Büyük akarsuları (17.000) - Ob, Biy, Katun, Çumış, Aley ve Çarış. 13 000 kadar göl olup en büyüklerinden biri - Kulundin gölüdür, alanı da 728 km²dir. Yörenin ana su kaynağı - Obiakarsuyu ve kolları olup bölgede 493 km kadardır, Obi akarsuyunun kollarından Biy ve Katun kraydaki en önemli iki koludur. Obi havzasının kray alanında % 70 kadar bir alana sahiptir. Rusya Federasyonu istatistik kurumunun verilerine
göre toplam nüfus 2 390 912 (2014 Ocak ayı) kişidir. Nüfus yoğunluğu - 14,23 kişi./km² (2014). Şehir nüfusu - 55,67 (2013). Altay krayında etnik yapı olarak 1002'den aşkın ulus vardır. Etnik yapı olarak şöyle belirtilmiştir (2010 yılı): Din anlamında çok çeşitlilik olsa da çoğunluğu Hristiyandır. Çok sayıda Hristiyan ve Musevi dernekler teşkilatlanıp dini misyonerlik yapmaktadır. Müslümanların sayısı az olsa da en hızlı yayılan din İslam dinidir. Yöredeki Türk dillerinde (Altay Türkçesi, Kumandı Türkçesi, Tuva Türkçesi, Hakas Türkçesi) Kuran-ı Kerim mealleri ve İslam dinine ait kendi dillerinde kitap basımı yoktur. Altay Kray (Yöresi) Novosibirsk Zaman Dilimindedir (NOVT/NOVST). UTC saat farkı +0600 (NOVT)/+0700 (NOVST). Alanı 12 şehir, 1 Z.A.T.O. (Закрытое административно-территориальное образование) yani kapalı alan yönetimi, 59 köy birliği bölgesi. Büyük yerleşim yerleri şöyledir: Barnaul , Biy(Çaş Tura), Rubtsovsk ,Novo Altaysk, Zarinsk,Kamenna Obi, Aleysk, Kulunda, Altayskoye, Gornyak, Sibir v.b. Altay Cumhuriyeti Altay Cumhuriyeti (Rusça: Респу́блика Алта́й / Respublika Altay; Altay Türkçesi: Алтай Республика / Altay Respublika), Rusya'nın en güneyinde yer alan, federasyona bağlı bir özerk cumhuriyet. Orta Asya'da Asya kıtasının coğrafî merkezinin hemen kuzeyinde ve Güney Sibirya'da yer almaktadır. Batı'da Kazakistan, kuzeyde Rusya, doğuda Tuva ve Hakas Cumhuriyetleri, güneyde Moğolistan, Doğu Türkistan ve Kazakistan ile komşudur. El kurultay başkanı, devlet meclisi başkanı: İvan Belekov Son nüfus istatistiklerine göre Altay Cumhuriyetinin toplam nüfusu 213 703 kişidir (2015). Ülkede 193 ortaokul, 3 teknikum ve 1 üniversite bulunmaktadır. Altay Türkçesi ile yılda 37 kitap, 1 gazete ve 2 dergi yayınlanmaktadır. Ortaokullarda 35 bin, teknikumlarda 43 bin, ülkenin tek üniversitesinde ise 2600 öğrenci öğrenim görmektedir. Cumhuriyetin toprakları dağlık bir görünüm arz eder. Çok sayıda akarsu ve göller görülür. En yüksek dağ — (Rusça:Beluha ) olarak söylenen yöre Türk dillerinde ise (Altayca: (Üç-Sümer (3 tepeli), Kadınbajı), (Kazak Türkçesi: (Muztav Şını)) — 4506 m, Sibirya coğrafyasının en yüksek noktasıdır. Altay Cumhuriyeti'ndeki en büyük akarsular Altay Türkçesinde kadın diye söylenen Katun Biy-su (Bey suyu) iken en büyük göl — Teles ("Altın-köl") su yüzeyi alanı 230,8 km² ve derinliği 325 metredir. Altay (al — ruh, mukaddes; tay — dağ)— Kutsal dağ ya da Altındağ denilen bir manada söylenilmiştir. Dünyanın en uzun destanı olan«Manas» destanının bütün varyantlarında geleneğe göre korunan ve özlenen bir yerin adıdır. Destanın metinlerinde «Ertış, Orkun — iki akarsudur. Gerek tarihi kaynaklarda gerek destan metinlerinden anlaşıldığı kadarıyla Altay bölgesinde belirli bir süre Moğol soylu Kalmak (Kalmık) topluluğu hakim olmuştur. Kırgızlar, Altaylar, Hakaslar başta olmak üzere Türk soylu halklara çok eziyet yapmışlardır. Metinlerde düşman veya zarar veren ulus diye bahseder. Destanda bazı toponomler boyunca bilgiler verir. Manas'n doğum yeri hakkında: — diye yazılmaktadır. Turizm, Altay Cumhuriyeti'nin kilit sektörlerinden biridir. Önemli bir ekonomik gelirdir. Zengin doğası turizmin en önemli çekiciliğidir. Yılda bir milyondan fazla turistin uğrak yeridir. Türk Hava Yolları'nın Rusya Federasyonu'nda Novosibirsk şehrine İstanbul ve Ankara şehirlerimizden doğrudan uçuşları bulunmaktadır. Novosibirsk'ten Gorno-Altaysk şehrine haftanın belirli günleri (haftalık 3 kez) Rusya havayolu şirketleri tarafından uçuşlar yapılmaktadır. Novosibirsk şehrinden Altay Cumhuriyetine karayolu ile gidilebilir. Altay Cumhuriyetinde demiryolu yoktur. Kazakistan ve Tuva Cumhuriyeti'ni bağlayıcı rol oynayan Altay Cumhuriyeti demiryolları ve havayolları yönünden keşfedilmemiştir. Sibirya demiryolu hattı kuzeyde Altay Cumhuriyetinin sınırları dışında Biysk'ten geçer. P-256 feodal Çuy otoyolu ülke topraklarından geçer. Vezn-i Âhar Vezn-i Âhar ya da Vezni Aher, Halk şiiri nazım şeklidir. Aruzun müstef’ilâtün müstef’ilâtün müstef’ilâtün müstef’ilâtün kalıbıyla murabba şeklinde yazılır. Her mısra bir müstef’ilâtün cüzüne sığacak şekilde dört kelime veya kelime grubuna bölünür. Birinci mısranın 2. Cüzü ikinci mısranın başına, ikinci mısranın 2. Cüzü üçüncü mısranın başına, üçüncü mısranın 2. Cüzü dördüncü mısranın başına getirilir ve bu cüzlerden sonra gelen cüzler birbirlerini izler. Serçe Serçe, Passeridae familyasını oluşturan, insanlara yakın çevrelerde yaşayan, göçücü olmayan, konik gagalı kuş türlerine verilen ad. 11–12 cm boyunda, 50 kadar türü vardır. Genellikle kahverengi, siyah ve boz renklidirler. Büyük sürüler meydana getirirler. Afrika'da pirinç tarlalarına büyük zarar veren altın serçe sarı tüylüdür. İnsanların çevresinde yaşayan evcil serçenin, sırt ve kanatları kahverengi, karın kısmı gridir. Erkeklerin gerdanında siyah bir leke bulunur. Dişiler daha sönük renklidir. İnsanlara yakın çevrelerde ve tarlalarda bulunur. Sürüler halinde de bulunurlar. Meyve ve böceklerle beslenirler. Göçmen değildirler. Çekirdek ve ekmek artıkları da yerler. Ağaçlara, kovuklara, çatı altlarına derme çatma yuvalar yaparlar. Boş kırlangıç yuvalarına da yerleşirler. Dişi, kahverengi benekli 4-5 adet beyaz yumurta yumurtlar. Kuluçka süresi 11-12 gün sürer. Yavrular yumurtadan çıktıktan iki hafta sonra yuvayı terk ederler. Eşler bir yaz süresince 3-4 defa yavru çıkarırlar. Avrupa, Asya ve bilhassa Afrika'da büyük sürüler halinde dolaşırlar. Amerika ve Avustralya'ya sonradan götürülmüşlerdir. ASP.NET ASP.NET, Microsoft tarafından geliştirilmiş bir web uygulama gelişimi teknolojisidir. Özdevinimli (dinamik) web sayfaları, web uygulamaları ve XML tabanlı web hizmetleri geliştirilmesine olanak sağlar. Aynı işletme tarafından geliştirilen .Net çatısı'nın framework parçası, ve artık işletmece desteklenmeyen ASP teknolojisinin devamını teşkil etmiştir. Her ne kadar isim benzerliği olsa da ASP.NET, ASP'ye oranla çok ciddi bir değişim geçirmiştir. ASP.NET kodu ortak dil çalışma zamanı (ingilizce - common language runtime) altyapısına dayalı çalışır, diğer bir deyişle, yazılımcılar .Net çatısı tarafından desteklenen tüm dilleri ASP.NET uygulamaları geliştirmek için kullanabilirler. Yani, Java teknolojisinde olduğu gibi, yazılımcı tarafından yazılan kod, çalıştırılmadan önce sanal bir yazılım katmanı tarafından ortak bir dile çevirilmektedir. ASP.NET belgeleri ASPX yapısını kullanırlar. ASPX belgesi, özdevinimsiz (statik) HTML veya XHTML tabanlı, web sayfasında belirecek olan içeriği ayrı tutar. Kullanılan dile göre, sunucu tarafından çalıştırılacak kodu içeren belge "Sayfam.aspx.cs" (C#) veya "Sayfam.aspx.vb" (VB.NET) olarak adlandırılabilir. Bu yaklaşım ile, yazılımcı kodunu yordamsal programlama ilkelerinden çok, oluşabilecek olaylara gereken tepkiyi verebilecek biçimde geliştirir; örneğin, bir sayfa yüklenince, bir düğmeye basılınca, vb. ASP.NET'in kullandığı diğer belge türleri arasında ascx, asmx, ashx, master, sitemap, skin ve config sayılabilir. // page bölümü sayfanın ilk yükleme aşamasında derleme için gerekli olabilecek birtakım bilgileri // barındırmaktadır bunlar ("language="vb" )= gibi sayfa dili (code behind="xx.vb")= geri kod //sayfasının isimi tarz da tanıtıcı bilgiler page alanında tanımlanır //* script alanında sayfamızın page load ("çalışma zamanı ") anında veya herhangi bir elemanla //*tetiklenen olaylar sonrasında çalıştırılacak yordamları sayfa üzerinde ("ayrı bir kod sayfası //* kulllanmadan") script lerimizi burada tanımlamamızı sağlar ASP.NET uygulamaları gelişimi için kullanabilen yazılımlardan bazıları: Mobilya Mobilya, oturulan yerlerin süslenmesine ve türlü amaçlarla donatılmasına yarayan eşya. Mobilya denilince ilk akla gelen ahşap mobilyadır. Özellikle, masa, sandalye, koltuk, dolap, karyola, komodin, kitaplık gibi konut donatılarında, çeşitli büro donatılarında, okul sıra ve masalarında çoğunlukla ahşap malzeme kullanılmaktadır. Günümüzde mobilya yapımında çelik, alüminyum, cam ve plastik gibi diğer malzemeler kullanılmaya başlanmış ise de halen ahşap malzeme bu konuda üstünlüğünü sürdürmektedir. Mobilya Latincede “mobilius” sözcüğünden türetilmiş olup İtalyancada “mobilia”, Fransızcada “mobilier” ve “meuble” , Almancada “möble” ve İsveççede “möbler” olarak adlandırılmaktadır . Türkçeye İtalyancadan geçtiği belirtilmiştir . İlk mobilyanın nerede ve ne zaman yapıldığı henüz kesin olarak bilinmemekle birlikte, insanların mağaralarda yaşamaya başladığı yontma taş devrinde (paleolitik çağ) taştan, kemikten ya da ağaçtan yontularak yapılmış olabileceği düşünülmektedir. Elimizdeki en eski ahşap mobilya buluntuları, MÖ 2700 ile MS 450 yılları arasına aittir. Bunun nedeni mobilyaların genelde ağaçtan yapılması ve ömrünün kısa olmasıdır. Ancak Antik Mısır' da, mumyalarla beraber piramitlere konulan ahşap mobilyalar, piramitlerin uygun ortamından dolayı günümüze kadar ulaşmıştır. Antik Mısır' ın yanı sıra; Mezopotamya, Anadolu, Yunan ve Roma medeniyetlerinden kalan mobilya örnekleri de bulunmaktadır. Dünyanın ilk taş ve toprak tan mobilyaları Çatal höyük' de bulumuştur. Çatalhöyük, 1958 yılında İngiliz Arkeolog Mellaart tarafından Konya Ovası yüzey araştırması sırasında bulunmuş, daha sonra İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nün desteği ile yine Mellaart başkanlığında 1961’de kazılmaya başlanmıştır. Kazılar sonucunda elde edilen bilgiler ışığında, bu neolitik dönem yerleşiminin bilinen en eski yerleşim olduğu kabul edilmektedir. Burada yapılan kazılarda Çatal höyük' de evlerde bulunan ve topraktan yapılıp üzerleri sıvanan, üzerinde oturma veya yatma amacıyla kullanılan oda mobilyaların topraktan yapılan en eski mobilya örnekleri olduğu düşünülmektedir. Ayrıca yine Çatal höyük' de yapılan kazılarda bulunan Ana Tanrıça heykelinin bir koltuk üzerinde oturuyor olması, mobilya ile tanrılar arasında bir bağlantı kurduklarını göstermektedir. İnsan yaşamı çeşitli mekânlar içinde geçmektedir. Bu mekânlar yapılış amaçlarına uygun olmalı, kullanıcısına gerekli konfor düzeyini sağlama
lıdır. Mekân içindeki ısı, ışık, ses, renk, koku gibi fiziksel etmenler ve donatı öğeleri, kişi gereksinim ve eylemlerine göre dengeli bir biçimde kurulmalıdır. Duvar, kolon, kapı, pencere gibi yapısal bileşenler kadar donatı, aksesuar gibi mekânsal öğeler de mekân oluşturmada çok etkili rol oynar. Donatı, renk ve dokusunun seçimi ile birlikte, bunların mekân içindeki yoğunluk ve organizasyonu, o mekânın yaşanabilirliğini, olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Günümüz konutlarında mekânlar, içinde geçecek eylemlere göre bölünmüştür. Bir yemek odasında sadece yemek yeme eylemi gerçekleştirilmekte, dolayısıyla mekânlar o eylemlere olanak sağlayacak şekilde döşenmektedir. Örneğin, bir dinlenme mekânında donatıların rahat oturulabilir ve gerektiğinde uzanmaya elverişli olması gerekmektedir. Oturma düzleminin zemin etkisinden korunacak ve diz bükümünü karşılayacak kadar yükseltilmesi, omurgaya gelen baş ve kol yüklerinin başka yerlere aktarılması, dinlenmek için şarttır. Düz bir zemine oturmak dinlenme konforu açısından yetersizdir. Oturulan düzlemin kan dolaşımını kolaylaştıracak bir yumuşaklıkta olması, omurgadaki basıncı azaltmak için sırtın bir yere dayanması kol ağırlıklarının kolçak, yastık gibi bir elemana aktarılması gerekmektedir. Bunu karşılayacak elemanlar bağdaş kurulan sedirden başlayarak günümüz teknolojisinde yaratılan çok çeşitli kanepelere kadar gelmiştir. Türk mobilya endüstrisi, çoğu geleneksel yöntemlerle çalışan atölye tipi küçük ölçekli işletmelerin ağırlıkta olduğu bir görünümdedir. Buna karşın özellikle son 15-20 yıllık süreçte küçük ölçekli işletmelerin yanı sıra orta ve büyük ölçekli işletmelerin sayısı artmaya başlamıştır.Bunlara örnek olarak Modoko, Kısık köy ve Masko sayılabilir. Ağaç İşleri Federasyonu’na kayıtlı olarak mobilya işi ile uğraşan 550 bin küçük ölçekli işletme mevcut olup, Sanayi Ticaret Odaları’na kayıtlı üyelerin de bu grup içinde değerlendirilmesiyle işletme sayısının 600 000 - 650 000'i bulacağı söylenebilir. Fabrikasyon üretim yapan firma sayısı 10 civarındadır. 30 Kasım 1998 itibarı ile sektörde yabancı sermayeli 9 firma bulunmakta olup, bu firmalardaki yabancı sermaye payı % 75.37’dir. Sektörün toplam yabancı sermaye içindeki payı ise % 0.01 gibi oldukça düşük bir düzeydedir. 2007 yılı araştırmalarına göre mobilya sektörü büyüme eğilimi göstermektedir. Bu büyüme modüler mobilya üreticilerinin teknoloji yatırımına bağlı kapasite artışı ve ihracat payımızın %3 lük büyümesiyle doğru orantılıdır. Mobilya sektöründe 2008 yılının başlarında bir daralma olsa da sene ortasına doğru ihracata ve dolar kurlarına bağlı olarak ihracatta artış olacaktır. Japon akçaağacı Japon akçaağacı ("Acer palmatum"), akçaağaçgiller (Aceraceae) familyasından doğal olarak Japonya, Kore ve Çin'de bulunan bir akçaağaç türü. 15 m'ye kadar boylanabilen yaprak döken ağaçlardır. Kabuk yeşilimsi boz veya açık kahverengi ve pürüzsüzdür. Dalları sarı-mor, kış tomurcukları morumsu sarı, konik, büyük, 1 pullu ve pseudoterminaldir. Yaprak sapı 2–6 cm uzunluğunda; yapraklar ilk açtığında sarımsı kahverengi tüylü; elsi (palmat) yapraklar 5-7 loplu, loplar geniş, kenarı çarpık çift dişli, ucu uzun ve sivridir. Çiçek kurulu 10-20 çiçekten oluşmuş, 3–4 cm uzunluğunda, yarı sarkık, altında 1 veya 2 çift yaprak bulunur. Çanak yapraklar 5'li, morumsu kırmızı, dikdörgen biçiminde, 3 mm uzunluğunda ve kenarları tüylüdür. Taç yapraklar soluk sarı ya da pembemsi beyaz, geniş ve küçüktür. Stamen sayısı 8, uzunluğu 3,5 mm'dir. Dişi çiçekler ise küçük bir disk içerisindedir. Ovaryum düz; birbirine karşı bulunan stigmalar uzuncadır. Samara 1,5 cm uzunluğunda, kanatlı, kanatlar arasında geniş bir açı vardır. Nus oval-dışbükey, hafif ince damarlı ve zayıf yapılıdır. Kromozom sayısı 2n=26'dır. Nisan ve Mayıs aylarında çiçek açar, tohumlar Eylül ayında olgunlaşır. Ilıman iklimli yerleri sever. Işık-yarı gölge ağacıdır. Besin isteği yüksek bir türdür. Kuru, humuslu, hafif ıslak ve asidik, iyi drenajlı ve organik maddece zengin topraklarda iyi yetişir. Tuzlu topraklardan kaçınır. Şiddetli donlardan zarar görür. -18 C sıcaklıklara kadar dayanır. Sıcak ve kurak iklimlerde iyi gelişmez. 3 alt türü tespit edilmiştir. Tohum, çelik ve aşı ile üretilir. İlkbahar da don tehlikesi olmayan yerlerde tohum, sıcak suda 1-2 gün ıslatıldıktan sonra sonbaharda 25gr./m² olarak ekilir. Yer Yaprakları güneş ve rüzgar yanıklarından korumak için doğrudan güneş ışığından ve kuvvetli rüzgarlardan korunması gerekmektedir. Bununla birlikte baharda ve sonbaharda iyi ışık alması kuvvetlenmesine ve yaprak renginin güzelleşmesine yardım eder. Kış -10 °C’nin altındaki soğuklardan korunması gerekir. Sulama Hızlı büyüme dönemlerinde su ihtiyacı ani şekilde artabilir. Bu dönemlerde toprağın tamamen kuruması beklenmeden sulanmalıdır. Güneş yanığına sebep olmamak için kuvvetli güneş ışığı aldığı saatlerde yapraklarını ıslatmamaya özen gösterin. Beslenme Yaprakları karşılaşabileceği tehlikelere karşı kuvvetlendirmek ve ağacın hızlı gelişmesini sağlamak için baharda yaprak tomurcukları patlar patlamaz yüksek azot gübresi haftada bir verilir. Gübrelemeyi erkenden bitirmek kısa yaprak düğümleri (internod) oluşmasını ve bitmiş ya da gelişmiş ağaçlarda daha iyi gelişim olmasını sağlar. Yapraklar sertleşmeye başlayınca 15 günde bir daha dengeli bir gübreyle işleme devam edilir. Ağustos sonunda, kış başlamadan önce yeni çıkanların iyice sertleşmesi için 15 günde bir düşük azot ile beslenir. Bütün sezon boyunca az azotla beslenmiş ağaçlarda sonbaharda muhteşem renkler görülür ancak bu da yavaş büyümeyi sağlar. Saksı değiştirme Ağaç 10 yaşını geçene kadar her 1 veya 2 yılda, baharda tomurcuklar patlarken saksısı değiştirilir, gerektiği kadar da bonsai toprağı ilave edilir. Budama Yaprak ve dallardaki yeni alanları şekle sokma gereği hissedilmiyorsa gelişme mevsiminde patlayan ilk 1 veya 2 yapraktan sonrası kesilebilir. Kısa yaprak düğümlerine ihtiyaç duyan ağaçlar için yeni çıkan karşılıklı iki yaprak elle koparılabilir. Bu işlem kısa yaprak düğümlerine sahip hoş, ince dallar üretecek ve tomurcuklanmanın tekrarlamasını sağlayacaktır. Uzun yaprak düğümlerine sahip bütün sürgünleri yok edilir. Yaprak kesme işlemi yaz ortasında uygulanabilir. Küçük yapraklar, daha iyi dal yapısı ve sonbaharda daha kuvvetli yaprak rengi oluşmasını sağlayacaktır. Bununla birlikte yaprak azaltma sadece sağlıklı ağaçlara uygulanmalı, saksı değiştirildiği yılda, zayıf yapılı olan kırmızı yapraklı türlerde ve iki yıl art arda yapılmamalıdır. Ağır budamalar ve şekil kazandırmayı sağlayacak budamalar sonbahardaki yaprak dökümünden tercihen bir hafta sonra veya yarı uyuma döneminde olduğundan yaraların daha çabuk iyileşeceği yaz ortasında yapılabilir. Bahar süresince asla budama yapılmaz çünkü bu dönemde akçaağaç türleri çok miktarda bitki öz suyu kaybedebilirler bu da bitkinin zayıflamasına hatta dal kaybına neden olabilir. Yapraksız kış görüntüleriyle sergilenmesi amaçlanan ağaçlarda yaz budamaları düşünülebilir. Tel Sarma Tel sarma bahar öncesi ile sonbahar sonrasındaki herhangi bir süreç içinde gerçekleştirilebilir. En uygunu baharda tomurcuklanma başlamadan önce, yaz ortasında yaprak kestikten sonra veya yaprak dökmesinden sonra çıplak dalları telle sarmaktır. Yılın bu dönemlerinde dallar yapraklarla dolmamıştır ve dallarda esnekliği sağlayacak özsu miktarı da yeterince çoktur. Bahardaki tel sarmalarda dikkatli olunmalıdır çünkü yeni tomurcuklar zarar görebilir ve bahardaki hızlı gelişime ayak uyduramayan tel dallarda sıkışma izleri bırakabilir. Yaprak dökümünden sora yapılan tel sarma işleminde ağaçlar ağır soğuklardan korunmalıdır çünkü dallar bahardaki yeşerme sezonuna kadar kendini yeterince iyileştiremezler. Kışın dallar epeyce kırılgan ve nazik olacağından aniden kırılabilirler. Bu yüzden kış mevsiminde tel sarma işlemi ancak çok nazik bir şekilde yapılacaksa denenmelidir. Üreme Tohumları olgunlaşır olgunlaşmaz ekilir. Üremenin esas yolu ise daldan köklendirme (air-layer) yöntemidir ve Mayısta bahar sürgünleri kalınlaştığında uygulanmalıdır. Kesikler çok kolay yapılabilir ancak yüksek hata oranı mevcuttur. Dolayısıyla düzgün bir şekilde tutması 2 veya 3 sezon (buradaki season kelimesini mevsim olarak değil sezon olarak çevirdim, mevsim olarak değerlendirenler öyle uygulasınlar) alabilir. Zararlı böcekler ve hastalıklar Yaprak bitleri, kabuk zararlıları, tırtıllar ve "Verticillum" wilt türleri. Gübre eksiği nedeniyle zayıf kalması, zayıf kök sistemi, saksı değişimi, yetersiz veya aşırı sulama, uyku dönemini geçirememesi gibi etkenler ağacın yaprak yanması olaylarına daha açık olmalarına neden olurlar. Stiller Literati stili haricindeki tüm stiller uygundur. Özel Bilgiler: Beş uçlu akçaağaçların bazı türleri yetişme alanından kaynaklanan farklılıklar gösterebilirler. Çalılık türünde olanlar (örneğin Kiyohime türü) temel olarak daha baskındırlar ve budamada dikkat edilmezse birçok seyrek zirve oluşabilir. Çok sıcak iklimler için uygun olduğu şüphelidir. Aşırı sıcaklarda yaprakları sağlıklı tutabilmek ve hatta ağaçta tutabilmek için durmadan uğraş vermek gerekebilir. Akçaağaçlar ayrıca bir uyuklama dönemine ihtiyaç duyarlar (10 °C’nin altındaki kış günlerinde en az 44 gün boyunca). Birkaç sezon boyunca uyuklama dönemi geçirmeden hayatta kalabilir ancak gittikçe kuvvetlerini kaybederler ve eninde sonunda ölümle karşı karşıya kalırlar. Aser palmatum - ("Acer palmatum") Lokum Lokum, su, şeker, nişasta ve sitrik asit veya tartarik asit veya potasyum bitartarat ile hazırlanan lokum kitlesine gerektiğinde çeşni maddeleri, kuru veya kurutulmuş meyveler ve benzeri maddelerin ilavesiyle tekniğine uygun olarak hazırlanan geleneksel bir Türk tatlısıdır. Arapçada "rahat-ul hulküm" (boğaz rahatlatan) olarak geçmekte olan ve bu tamlamadan türetilen lokum, kimi kaynaklara göre 15. yüzyıldan beri Anadolu'da yapılmaktadır. Kimi kaynaklara göre ise 18. yüzyıl sonunda Ali Muhiddin Hacı Bekir tarafından sert şekerlerden sıkılan I. Abdülhamit'in yumuş
ak şekerleme isteği üzerine açılan bir yarışma neticesi icat edilmiş ve bu yarışmada da Muhittin Hacı Bekir birinci olmuştur. Bununla birlikte ister 18. yüzyıl ister 15. yüzyılda icat edilmiş olsun lokumu seri olarak üreten, popülerleştiren ve Avrupa'ya tanıtan kişinin Ali Muhittin Hacı Bekir olduğu tartışmasızdır. Lokum, Avrupa'da 19. yüzyılda bir İngiliz gezgininin Avrupa'ya Hacı Bekir'in lokumunu götürmesi ile yayılmaya başladı. Lokumun görünüşü, lokumun tipine özgü ve verildiği şekli korumalı, Lokumun dokusu, elâstik yapıda olmalı, parmakla bastırıldıktan sonra eski şeklini alabilmeli, ağızda yumuşak ve kaygan olarak hissedilmelidir. Günümüzde; sade, fındıklı, Antep fıstıklı, cevizli, bademli, Hindistan cevizli, portakallı, gül yapraklı, çilekli, limonlu lokumların yanı sıra kaymaklı, naneli, vanilyalı ve zencefilli lokumlar olarak pek çok çeşit lokum üretimi yapılmaktadır. Türkçede geçen "lokma" veya "lokum" kelimeleri, Arapçadaki لقمة "luqma(t)" 'lokma', çoğul لقوم "luqūm" kelimelerinden gelmektedir. Osmanlıca alternatif adı, Arapçadan gelen راحة الحلقوم "raḥat al-ḥulqum" ile türeyen "rahat ul-hulküm"dür ve "boğaz rahatlatan" anlamına gelmektedir. Libya, Tunus ve Suudi Arabistan'da حلقوم ḥalqūm olarak bilinmektedir. Bosna'da "rahat lokum" olarak bilinmektedir. Yunanca adı "λουκούμι" ("loukoumi") idir ve Modern Türkçe ile etimolojisi neredeyse aynıdır; Kıbrıs'ta "Kıbrıs Lokumu" olarak satılmaktadır. Lokum, yaklaşık 15. yüzyıldan beri Anadolu’da bilinmekle birlikte, özellikle 17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yaygınlaştı. Avrupa’da ise bir İngiliz gezgin aracılığıyla "Turkish Delight" adıyla 18. yüzyılda tanınmaya başlandı. Daha önceleri bal ya da pekmez ve un bileşimi ile yapılan lokumun 17. yüzyılda "Kelle şekeri" olarak bilinen rafine şeker ile özellikle nişastanın bulunup ülkeye getirilmesi sayesinde hem yapımı, hem de lezzeti değişti. Yunanistan'da Türk lokumu 19. yüzyıldan bu yana bilinmekte ve "loukoumi" [λουκούμι] olarak adlandırılmaktadır. Genellikle Patras şehrinde, Siros adasında ve kuzeyde Serres ve Komotini şehirlerinde üretilmektedir. Komotini şehrinde meşhur olan versiyonu sucuk lokumu, Türkiye'de de üretilen ceviz sucuğu ile benzerlikler taşımaktadır. Yunanistan'da lokum, tıpkı Türkiye'deki gibi Türk kahvesi ile birlikte servis edilir. Gülsuyu ve bergamot aromalı türlerine ilave olarak Damla sakızı aromalı türü de oldukça popülerdir. Romence'de lokum, Arapça "rahat ul-holkum'"un kısaltması "rahat "olarak adlandırılmaktadır. Fakat Romence'de "rahat "kelimesi değişim göstermiş ve Türkçe tercümesi olarak "saçmalık", İngilizce tercümesi olarak "bullshit" anlamına gelen bir aşağılama ifadesi haline gelmiştir. Dilbilimci Lazăr Şăineanu kaynaklarına göre Romence'ye 17 ve 18. yüzyılda giren tüm Türkçe kelimeler zaman içinde alaycı veya aşağılayıcı ifadeler haline gelmiştir. Romanya'da "rahat "tek başına ya da "cornuleţe, cozonac" veya "salam de biscuiti" olarak adlandırılan keklere eklenerek tüketilmektedir. Romanya ve Balkanlar'da da geleneksel olarak Türk kahvesi yanında ikram edilir. Kuzey Amerika'da lokum, İngilizce adı olan "Turkish delight" ya da geleneksel adı olan "Lokum "adıyla sunulmamaktadır. 1964 yılından bu yana Kaliforniya'da konuşlu Nory Candy adında bir şirket tarafından "Rahat Locum" adıyla fıstıklı, fındıklı ve gülsuyu, nane, portakal, nar ve likör aromalı versiyonlarıyla üretilmektedir. Washington eyaletinde Cashmere şehrinde konuşlu Liberty Orchards adında bir diğer şirket tarafından üretilen "Aplets & Cotlets" ve birçok çeşidi bulunan "Fruit Delights" adlı ürünler Türk lokumunun amerikanlaştırılmış versiyonu olarak tanımlanabilir. Ayrıca Liberty Orchards şirketi 2012 yılından bu yana "Turkish Delight" adlı bir ürünün satışına başlamıştır. Nestlé tarafından Kanada'da Big Turk Chocolate Bar adıyla satışı yapılan bir ürünün temel içeriği lokumda kullanılan malzemelerden oluşmaktadır. Lokum Brezilya'da "Manjar Turco", "Delícia Turca", "Bala de Goma Síria" ve "Bala de Goma Árabe" isimleriyle bilinmektedir. Diğer çoğu Orta Doğu lezzetleri gibi, Latin Amerika'ya Levanten Arap diyasporası sayesinde ulaşmıştır. Cadbury adlı bir şirket tarafından üretilen "Fry's Turkish Delight" isimli bir ürün Birleşik Krallık, Avustralya, Güney Afrika, Kanada ve Yeni Zelanda gibi ülkelerde satılmakta da olsa, geleneksel lokum ile çok az ortak noktası bulunmaktadır. Hershey Canada şirketinin "Bridge Mixture" adlı ürününde kırmızı ve yeşil lokum kullanılmaktadır. Jelibon'un içerisinde yer alan jölenin kökeninin lokuma dayandığı bilinmektedir. Amerika'da Farley's & Sathers Candy Company adındaki bir şirket tarafından üretilen "Chuckles "adındaki ürünü, nişasta kaplı lokumdan ayrı olarak kristalize şeker kaplı üst katmanıyla üretilse de lokumla büyük oranda benzerlikler taşımaktadır. Lokum gibi koktuğu söylenen ve ürün isminde lokumu kullanan birkaç parfüm markası bulunmaktadır. Loukhoum/Ava Luxe, Loukhoum/Keiko Mecheri ve Loukoum/Serge Lutens bu ürün ve üreticiler arasında yer alır. Murat Bardakçı Murat Gökhan Bardakçı (d. 25 Aralık 1955, İstanbul), Türk gazeteci, yazar ve televizyon programcısı. Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılış dönemine ilişkin araştırmalarıyla bilinir. Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce ve Osmanlı Türkçesini bilmektedir. Ebced notası, Hamparsum notası ve Bizans ve Haz neumleri gibi musiki yazısı sistemlerine de uzmanlığı vardır. Yazma ve basma eserlerden oluşan kütüphanesinin ve arşivinin geniş çaplı oldukları bilinmektedir. Bir dönem Habertürk TV'de cumartesi gecesi Erhan Afyoncu ve Ayşe Özek‎ ile beraber "Tarihin Arka Odası" isimli tarih programını sunmuştur. 25 Aralık 1955'te gazeteci İlhan Bardakçı ve Nemika Bardakçı'nın tek çocuğu olarak İstanbul Pakize Hanım Doğum Kliniği'nde doğdu. Dedesi, Denizli, Elâzığ, Çorum ve Konya valilikleri yapmış, Millî Mücadele kahramanlarından Cemal Bardakçı'dır. "Taş Mektep" olarak da anılan Ankara Atatürk Lisesi'nden mezun oldu. Annesi ve babası 1966 yılında ayrıldı. Ankara Üniversitesi ekonomi bölümünden 1978 yılında mezun oldu ancak ilgi alanı tarih olduğu için tarih konusunda uzmanlaştı. Musıkîye Selahattin Tanur'la tambur ve eser meşk ederek başlayan Murat Bardakçı, Tanur'dan icazet aldı. Ekrem Karadeniz'le teori, teori tarihi ve ses sistemi üzerine çalıştı. Fahire Fersan ve Vecdi Seyhun'dan yararlandı, ilgi alanını daha sonra musıkî tarihine yöneltti.Abdülbaki Gölpınarlı'dan şarkiyat kaynakları ve metodolojisi alanlarında büyük ölçüde faydalandı. Bu arada Türk ve İslam müziği tarihiyle ilgili kitap, belge, fotoğraf, film ve ses kaydı gibi arşiv malzemeleri topladı ve geniş bir nota koleksiyonu oluşturdu. Türk müziği tarihiyle ilgili çok sayıda araştırması yayınlanmaktadır. Dönemin sadrazamı Talât Paşa'nın özel arşivinden faydalanarak 1915 Ermeni Kırımı'ndaki olaylarını konu alan "Talât Paşa’nın Evrak-ı Metrukesi" adlı kitabı yazan Bardakçı, 2006 yılında Kanal D'de yayınlanan ve 4 bölümden oluşan "Son Osmanlılar" belgeselinin senaryosunu yazdı. 2008 yılında Kanal 1'de başladığı "Tarihin Arka Odası" programına Mart 2009'dan Ekim 2015'e kadar Habertürk televizyonunda Erhan Afyoncu birlikte devam etti. Haberturk.com'da yazan Bardakçı, 1 Mart 2009'den beri Gazete Habertürk'te pazartesi, çarşamba ve cuma günleri köşe yazıları, pazar günleri ise tam sayfa olmak üzere haftada dört kez yazmakta, ayrıca 30 Mayıs 2010 tarihi itibarıyla Habertürk Tarih dergisini hazırlamaktadır. 2009 yılında 5 yıldır birlikte olduğu Ayşegül Manav'la evlenmiştir. Uzun yıllar Ortadoğu muhabirliği yaptıktan sonra, çeşitli gazetelerde köşe yazarlığı yapmıştır. Genel olarak tarihçi olduğu düşünülse de kendisi buna karşı çıkmaktadır.. Sık sık tarihçi olmadığını, tarihle ilgili bir gazeteci olarak daha geniş kitlelerin okuyabileceği kitaplar yazdığını ifade eden Murat Bardakçı, tarihi belgeler içeren ve bunlara dayanan yorumlarından oluşan kitaplar yazmasının yanı sıra üslup ve metod açısından daha çok İngiliz çağdaş tarih yazımı ekolüne yakın olduğu söylenebilir, ancak kitaplarında tarih yazımı ve metod açısından yararlandığı referans kaynaklar eklememeyi tercih etmiştir. Murat Bardakçı, üslup, tarih yazımı ve metod açısından otodidakt bir yol seçmiş bir tarihçi olarak da değerlendirilebilir. Buket Uzuner Buket Uzuner (d. 3 Ekim 1955, Ankara), Türk roman, öykü ve gezi edebiyatı yazarıdır. Biyoloji ve Çevre Bilimi eğitimi alan Uzuner, Türkiye'de Hacettepe Üniversitesi ve ODTÜ'de, ayrıca Norveç, ABD ve Finlandiya'daki üniversitelerde çalışmalarda bulundu. Kuzey Afrika, Kuzey Amerika ve Avrupa'da uzun yıllar geçiren Buket Uzuner, şimdi İstanbul'da yaşamaktadır. Kitapları 1992'den bu yana Türkiye'de Ulusal En İyi Satış listelerinde yer almaktadır ve sekiz ayrı dilde yayımlanmıştır. Remzi Kitabevi için 1990'larda yabancı edebî yayımlar konusunda editörlük yaptı. 1980'lerde tek başına sırtçantalı "inter-rail" seyahatleri sırasında yazdığı "Bir Siyah Saçlı Kadının Gezi Notları" 300.000'den fazla satarak Gezi Edebiyatı alanında Kadın Gezgin olgusuna dikkat çekmiştir. "Balık İzlerinin Sesi" romanı ile 1993 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü' ne lâyık görülen Uzuner, "Kumral Ada Mavi Tuna" romanı ile 1998 yılında İstanbul Üniversitesi Yılın Romanı ödülünü aldı. 1996 yılında Iowa Üniversitesi tarafından onur üyeliğine kabul edildi. "Kumral Ada Mavi Tuna" adlı romanı, "Mediterranean Waltz" adı ile Yunanistan, İsrail, Romanya ve Güney Kore'de, "Ada d'Amber" adıyla İtalya, "Ambar Ada" adıyla İspanya'da yayımlandı. İstanbullular romanı ise ABD ve İspanya'da yayımlanmış olup Bulgaristan, Macaristan ve Arnavutluk'ta yayına hazırlanmaktadır. Ayrıca İngiltere'de kısa öykülerden oluşan "A Cup of Turkish Coffee" adlı kitabı yayımlandı. Yazarın "Uzun Beyaz Bulut-Gelibolu" romanı da Yunanca yayımlanmıştır. Sonlu elemanlar yöntemi Sonlu Elemanlar Yöntemi ya da Sonlu Elemanlar Metodu, kısmi diferansiyel denklemlerle ifade edilen veya fonksiyonel minimizasyonu olarak formüle edilebilen problemleri çözmek için kullanılan bir sayısal yöntemdi
r. İlgilenilen bölge sonlu elemanlar ("Finite Element") topluluğu olarak gösterilmektedir. Sonlu elemanlardaki yaklaşık fonksiyonlar, araştırılan fiziksel alanın nodal değer terimlerinde belirlenmektedir. Sürekli fiziksel problem, bilinmeyen nodal değerli kesikli sonlu eleman problemine dönüştürülmektedir. Bu yöntemin uygulanması için basit yaklaşım fonksiyonları oluşturulmalıdır. Sonlu Elemanlar Yöntemiyle, katı mekaniği, sıvı mekaniği, akustik, elektromanyetizma, biyomekanik, ısı transferi gibi alanlardaki problemler çözülebilir ve uygulanabilir. Lapis lazuli Lapis lazuli veya laciverttaşı, çok eski çağlardan beri mücevher olarak kullanılan bir taş türü. Koyu mavi renkte, yarışeffaf-opak niteliğinde, özellikle Antik Mısır'da firavunlar tarafından çok önem verilmiş kıymetli bir taştır. Lapis lazuli bir mineral değil, kayadır. Çünkü birkaç mineralden oluşmuştur. Gerçek bir mineral olabilmesi için sadece bir mineral türünü içermesi gerekirdi. İsmin ilk kısmı olan "lapis", Latince kökenli bir kelimedir ve "taş" manasına gelir. İkinci kısım olan "lazuli" ise, Latince "lazulum" kelimesinin genitif hali'dir (-in hali). "Lazulum" kelimesi de zaten Arapça "(el-)lâciverd" kelimesinden türemiştir ki bu Arapça kelimenin kökeni de Farsça "lâciverd" sözcüğüne dayanır. Aslında bir yerin ismi olan bu kelime zamanla taş ile ilgisi yüzünden "mavi" manasında kullanılmaya başlandı. İngilizce "gökmavisi" manasına gelen "azure" kelimesi de buradan türemiştir. Bir bütün olarak incelenirse "lapis lazuli" "mavinin taşı" ya da "gökyüzü taşı" manasına gelir. Eski Yunan'da "Sapphirus" olarak geçen lapis lazuli "içerisinde altın damarları olan, mavi renkli bir taş" olarak bilinmekte idi; bugün bu isim mavi korindon çeşitleri için kullanılmaktadır. Sonraları lapis içinde mevcut olan piritin bu altın rengini verdiğinin anlaşılmasıyla birlikte iki taş birbirinden ayırt edilmeye başlamıştır. Lapis lazulinin ana bileşeni lazurittir (yaklaşık %25-40). Lazuritin kimyasal formülü (Na,Ca)(AlSiO)(S,SO,Cl)'dir. Lapis ayrıca kalsit (beyaz) ve pirit (sarı) de içerir. Ayrıca augit, diopsit, enstatit, mika, hauynit, hornblend ve nosean da içerebilir. Sertliği yaklaşık 5.0-5.5 arasındadır. Lapis lazuli genelde kireçtaşlarının kontakt metamorfizmasıyla oluşur. En güzel rengi, pirinç sarısı renginde pirit zerrecikleriyle hafifçe kaplanmış koyu bir mavidir. Beyaz kalsit damarlarının olmaması ve pirit kalıntılarının az olması lazımdır. Fazla kalsit veya pirit ihtiva eden taşlar diğerlerine oranla pek değerli değildir. Genellikle rengi sayesinde tanınan lapis lazuli, HCl (hidroklorik asit) ile karşılaştığında HS gazı verir. Bu gazın kokusu çürümüş yumurtaya benzemektedir. Taştaki pirit varlığı çoğu zaman doğal lapis lazuliyi birçok lapis imitasyonundan ayırmak için önemlidir. En saf ve kaliteli lapis lazuli Afganistan, Bedahşan'da beyaz mermer içinde damarlar ve mercekler halinde çıkarılır. Dünyadaki en eski madenlerden olan bu madenler antik zamanlarda firavunlara da lapis lazuli sağlardı. Afganistan'daki maden yatakları dışında, lapis Şili, Ovalle'nin yakınındaki And Dağları'nda da bulunmuştur. Burdan çıkarılan lapis lazuli lacivertten çok daha açık ve soluk bir mavi rengindedir. Daha önemsiz başka maden yatakları ise Rusya, Angola, Burma, Pakistan, ABD ve Kanada'da bulunur. Yüzyıllar boyunca lapis lazuli özellikle mücevher ve oymalarda sıklıkla kullanılmıştır. Bunların dışında mozaik, vazo, boncuk ve mücevher kutularında da kullanılmıştır. uyumaya yardımcı olduğu da söylenir Antik Mısır'da lapis lazuli bok böceği şeklindeki süs eşyaları, nazarlıklar ve benzeri takı eşyalarının vazgeçilmez malzemelerinden birisi olmuştur. Asur ve Babilliler tarafından mühür olarak kullanılan Lapis Lazuli, Mısır'da yapılan arkeolojik kazılar esnasında MÖ 3300-3100 zamanında bir yerleşim birimi olan Nakada bölgesinde kraliyet dönemi öncesinden kalma lapis mücevherler bulunmuştur. Aynı zamanda toz haline getirilmiş lapisin Antik Mısırlı kadınlar tarafından göz farı olarak da kullanıldığı bilinmektedir. Ölüler Kitabı'nın 140. bölümünde yazdığı üzere, göz şeklinde altından bir muhafaza içerisine yerleştirilmiş lapis lazuli güçlü bir tılsım olarak kabul ediliyordu. Her ayın son gününde bu sembolik göze sunulan adak sonrasında, kullanıcının kötülüklerden korunacağına inanılırdı. Fırat Nehrinin yakınında bulunan Ur'un Antik Sümer kraliyet mezarlarında lapis lazuliden yapılmış sayıları 6000'den fazla kuş, geyik, kemirgen heykelciklerinin yanı sıra çok sayıda boncuk, tabak ve silindir mühür bulunmuştur. Bu eşyaların çoğunda kullanılan lapis lazuli Afganistan, Bedahşan'daki madenlerden çıkarılmıştı. Pek çok Sümer ve Akad yazısında lapis lazuli, krallara layık zenginlik ve ihtişamda bir taş olarak belirtilmiştir. Romalılar ise lapisin güçlü bir afrodizyak olduğuna inanmıştır. Orta Çağ'da ise lapisin sağlığa faydalı bir etkisinin olduğu, ruhu günah, kıskançlık ve korkudan arındırdığına inanılırdı. Lapisin aynı zamanda tıbbi faydaları olduğuna da inanılırdı, öğütülerek toz haline getirilen lapis, süt ile karıştırılıp deri apselerine pansuman ve ülsere karşı tedavi amaçlı kullanılırdı. Nevşehir Göreme açıkhava müzesinde bulunan Tokalı Kilise lapis mavisi ile ünlüdür. Seri Seri, bir dizi olmak üzere formula_1 toplamı. Bir seri kısaca formula_2 şeklinde gösterilir. Bir serinin bütün terimleri pozitifse, seriye "pozitif terimli seri", negatifse "negatif terimli seri"; bir pozitif bir negatif ise "almaşık seri" veya "alterne seri" adı verilir. formula_3, formula_4, formula_5, ..., formula_6 toplamlarına serinin kısmi toplamları, (s, s, ..., s, ...) dizisine de "kısmi toplamlar dizisi" denir. Bir seri dizisi olarak da tanımlanabilir. Bu dizi yakınsak ise seri de yakınsaktır. Dizilerde ve serilerde yakınsaklık kavramı çok önemlidir. Bir serinin sonsuz teriminin toplamı belli bir sayı ise, bu seriye yakınsak seri denir. Diğer taraftan bir seri dizisi olduğundan ve genel terimin limiti mevcut olan bir dizi yakınsak olacağından formula_7, yani kısmi toplamlar dizisi yakınsak olan seri de yakınsaktır. Bir serinin yakınsaklığını araştırmak için, S toplamının için limitine bakılır. Sonlu bir sayı bulunursa, seri yakınsaktır denir. Mesela formula_8 serisinde formula_9 toplamı, formula_10 yazılacak formula_11 bulunur. Limiti alındığında s=1 bulunduğundan verilen seri yakınsaktır denir. Harmonik seri olarak bilinen formula_12 serisi ise Sn toplamı bulunamadığı için ıraksaktır. formula_13 serisinin de belli bir toplamı olmadığı için ıraksaktır. Steadicam Steadicam, ("Tiffen Firmasina ait bir marka adıdır. Bu nedenle i harfiyle yazilir") Kameramanın ağırlıklar ile dengelenmiş bir çeşit alet giysisi ile beraber kamerayı kullanarak çekim yapmasını sağlayan bir sistemin ticari adıdır. Bu şekilde aksiyon sahnelerinin daha iyi ve kolay görüntülenmesi sağlanmaktadır. Sistemin yaratıcısı Amerikalı görüntü yönetmeni Garrett Brown'dur. İlk patent sahibi Cinema Products şirketi batınca isim haklarını Tiffen satın almıştır. Son on yılda patentin serbest kalmasıyla Steadicam benzeri birçok alet piyasaya çıkmıştır. Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü California Institute of Technology (İngilizce Caltech olarak da değinilir) veya Türkçe karşılığı ile Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü, ABD'nin Kaliforniya eyaletinde, Los Angeles şehrinin Pasadena mahallesinde bulunan, bilim ve teknoloji dallarına ağırlık vermiş bir teknik üniversitedir. Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü ayrıca ABD Ulusal Havacılık ve Uzay İdaresi (NASA)'ya ait Jet Propulsion Laboratory'nin yönetimi ve işletiminden de sorumludur. Öğrenci sayısı yaklaşık 2100 olan küçük bir okul olmasına rağmen Nobel ödülleri, öğretim üyelerinin yaptığı yayınlara verilen referanslar ve çeşitli üniversite sıralamaları gibi ölçütlerle dünyanın ilk on üniversitesi arasında yer alır. Uluslararası üniversite sıralamaları yapan saygın kuruluşların bazıları tarafından dünyanın en iyi üniversitesi ve en iyi teknik üniversitesi; bazıları tarafından ise en iyi ikinci teknik üniversitesi olarak değerlendirilmiştir. Görevini, "insanlığın bilgisini genişletmek ve insanlığa eğitim ve araştırma ile katkıda bulunmak", "bilim ve teknolojideki en zorlayıcı ve temel sorunları mümkün olduğunca birlik ve disiplin içinde çözmek ve eğitim aşamasında öğrencilere insanlık için yararlı birer birey olmalarını öğretmek" olarak tanımlamıştır. Sloganı "the truth shall make you free" yani "hakikat sizi özgürleştirir"dir. Öğretim üyesi başına düşen yayın sıralamasında, öğretim üyesi başına düşen atıf sıralamasnda ve üretkenlik/sermaye oranında uzun süredir tüm dünyada birincidir. Monofizitizm Hristiyanlıkta İsa'nın kimliği ve tabiatı hakkında bir görüş ve bu görüşe sahip olan kişi ya da bu görüşü savunan kiliseler. Bu görüşün diofizit görüşten farkı, İsa'da var olduğuna inanılan İnsanî ve İlâhî tabiatların katışma ve değişme olmaksızın tek bir tabiatta birleşmesi ve tek tabiata dönüşmesidir. Buna göre kelam, İsa ile birleşmeden önce de İsa Tanrı idi ve Meryem'den doğan çocuk (İsa) tam bir insan ve tam bir tanrıdır. Dolayısıyla da Meryem Theotokos, yani Tanrı'nın annesidir. İsa'da bulunan Tanrılık ve İnsanlık özellikleri değişmeksizin birleşmişlerdir ve birbirinden ayrılamazlar, dolayısıyla haç üzerinde acı çeken İsa'nın sadece insansal doğası değil, aynı zamanda da tanrısal doğasıdır. 451 yılında toplanan Kadıköy Konsili'nde bu görüş mahkûm edilmiştir. Bunun üzerine konsil kararlarını tanımayanlar Ortodoksluk'tan ayrılmışlar, ilk üç Ekümenik Konsil'in kararlarını saymışlar (İznik 325, Birinci İstanbul 381 ve Birinci Efes Konsili 431) ve diğerlerini tanımamışlardır. Bugün Asur (Nasturi ve Keldani) Kiliseleri hariç şu kiliseler monofizit görüşe sahiptirler: Her bir kilisenin kendi patriği bulunmaktadır. Gayb Gayb, Gâ'ib, Gaip veya Gayp; "Arapça:" غيب. İslam inanışına göre görünmez anlaşılmaz yani akıl ve 5 duyu ile algılanamaz âlem. Gayb, görülenin zıddıdır ve Gayb görülenden üstündür. Alem 3 kısma ayrılır. Birincisi insanlar, ikincisi insanlar ve h
ayvanların gözle göremediği, (Gayb) cinler ve melekler, üçüncüsü hayvanlardır. Görülmeyen, bilinmeyen ve gizli anlamına gelir. Gayb, Mutlak ve Nisbi olarak ikiye ayrılır. Gayba inanmak imanın devamının şartlarındadır. Gayba inanmayan Allah'a, meleklere ve cinlerin var olduğuna inanmamış sayılır ve ayrıca imanı olmaz. Nisb gaybları Allah, Melek Cennet, Cehennem, Cin, Şeytan, Kıyamet, Kabir hayatı, Ahiret, bir kimsenin kalbinde olan şey, Sırat Köprüsü ve benzeridir. Mutlak gayblar: İnsanın, cinlerin, hayvanların ölüm tarihi ve saati (ecel), Kıyamet'in kopacağı yıl, çocuğun büyüyünce nasıl hayat geçireceği, çocuğun büyüyünce kimle evlenip kaç çocuğu olması, doğacak çocuğun cinsiyeti gibi. Kur'anda gayb; Bakara, Al-i İmran, Maide, En'Am, Araf, Tevbe, Hud, Yusuf, Ra'd, Nahl, Kehf, Meryem, Mü'minun, Neml, Secde, Sebe', Fatır, Zümer, Hucurat, Tur, Necm, Hadid, Haşr, Cum'a, Teğabun, Kalem, Cin ve Tekvir Surelerinde toplam 43 defa telaffuz edilmiştir. Cinin hareketleri halleri insana gaybdır. Yine İnsanın hareketleri halleri, cine gaybdır. Melekler, Peygamberler, Cinler, Hayvanlar da gaybı bilmezler. Örneğin bir köpeğin yanından bir cin geçse Köpek, cini, cin de köpeği görmez. Gaybı bilen yalnız Allah'dır. Allah isterse Salih'lere ve dilediği peygamberlere gaybdan bilgi verebilir. Kıyametten sonra bütün gayblar görülecektir. Süryani Ortodoks Kilisesi Süryani Kadim Kilisesi ya da Süryani Ortodoks Kilisesi Doğu Hristiyan mezhebidir ve Orta Doğu'da yaşayan Hristiyan Semitik bir halk olan Süryanilerin çoğu bu mezhebe üyedir. Aslında Süryani Kadim Kilisesi adı bu Hristiyan mezhebe ve ona bağlı olanlara verilen gayr-i resmî tanımlamadır. Süryani Ortodoks Kilisesi olarak da bilinir. Kilisenin ve bazı mensuplarının kullandığı dil İsa’nın da konuştuğu Süryanice (Aramice)’dir. Kudüs Hristiyan cemaatinden sonra Hristiyanlığın en eski kilisesi olarak kabul edilir. MS 34 yılında Şakirt Petrus tarafından kurulmuştur. Süryani Patriği, Petrus'un kanuni halifesidir. Patriklik Merkezi'nin adı her ne kadar "Antakya Süryani Patrikliği" olsa da Patriklik merkezi bugün Şam'da bulunmaktadır. 20. yüzyılın başında ise Patriklik Merkezi Mardin şehriydi. Süryani Kadim Kilisesi'inde Patriğe bağlı 20 Metropolit bulunmaktadır. Bunların 4 tanesi Türkiye'de bulunur. Şimdiki patrikleri Mor Iğnatius II Afrem Kerimdir. Şu anda kendileri Şam'da bulunmaktadır. Şu anki İstanbul metropoliti ise Mor Filuksinos Yusuf Çetin'dir. Bulunduğu yer ise Tarlabaşı Meryemana Metropolitlik Kilisesidir. Metropolit Metropolit, Hristiyanlıkta bir bölgenin tüm kiliselerinden sorumlu piskopos veya başpiskopos. Ortodoksluk'ta: Yunan Kiliselerinde Başpiskopos ile Piskopos arasında bir unvanken, Slav Kiliseleri'nde ve Antakya Patrikliğine bağlı kiliselerde Patrik ile Başpiskopos arasında bir unvandır. Katoliklerde Başpiskopos ile aynı anlamda kullanılır. Ortodoks Kilise kurumsallaşınca eyalet başkentinin piskoposu olan ve din işlerinde eyalete başkanlık yapan görevliye verilmiş isimdir. Balıkçılık Balıkçılık, denizlerde, göllerde ve akarsularda balıkların ve diğer deniz canlılarının çeşitli yöntemlerle avlanması. Balıkların yanı sıra midye, karides, ıstakoz, pavurya, istiridye ve ahtapotun, hatta balina gibi deniz memelilerinin avlanması da balıkçılık kapsamına girer. Gölet, havuz ya da denizlerdeki suni tesislerde balık ve diğer deniz hayvanlarının üretilmesi de balıkçılığın bir parçasıdır. İnsanların en eski çağlardan bu yana balık avladıkları bilinmektedir. Günümüzden 5 bin yıl öncesinden kalma, kemikten yapılmış ve bugün kullanılan örneklerine benzeyen iğneler bulunmuştur. Çinliler MÖ 3000 yıllarında, tuzlu su doldurulmuş havuzlarda kefal üretiyorlardı. Eski Romalılar da havuz ve akvaryumlarda sazan ve tatlı su kefali yetiştiriyorlardı. Bu yöntemlerle balık yetiştirme ortaçağın sonlarına kadar sürdürüldü, ama bu tarihlerde terk edildi. Ancak 19. yüzyılda, Fransız hükümetinin balık üretimini başlatmasıyla yeniden gündeme geldi. Bugün dünyanın birçok ülkesinde, sofrada tüketilmek üzere büyük çapta balık üretimi yapılmaktadır. Havuzlarda en çok sazan, alabalık ve sombalığı üretilir. Havuzlarda ayrıca soyu azalan balık türleri de yetiştirilmektedir. Tatlı su balıklarının üretiminde iki ayrı yöntem uygulanır. Örneğin sazan, besinini sudaki doğal ortamdan sağlayabileceği büyük göletlerde üretilir. Alabalık üretiminde, dar ve uzun ya da yuvarlak bir havuzdaki küçük bir alanda çok balık bir arada tutularak daha iyi sonuç alınır. Ama bu havuzlarda balıkların yemle beslenmesi ve gerekli oksijeni sağlayabilmek içinde suyun belirli aralıklarla değiştirilmesi gerekir. Başta Japonya olmak üzere çeşitli ülkelerde tuzlu su balıkları için denizlerde de üretim çiftlikleri kurulmuştur. İstiridye, midye ve pavurya gibi öbür deniz hayvanları da bazı kıyı sularında yetiştirilmektedir. Doğal yolla üremiş larvalar ya da deniz üretim çiftliğinde yetiştirilmiş yavrular, uygun koşullara sahip bir ortama bırakıldığında çoğalabilir. Bazı Uzakdoğu ülkelerindeki deniz çiftliklerinde büyük çapta teke ve karides üretilir. Makaralı oltalar bulunmadan önce, misina bir mantar ya da tahta parçasına elle sarılırdı. Balık oltaya takıldığında balıkçı seri hareketlerle balığı kıyıya çekerdi. Ama bu tür avlanma kolay değildi, misinanın dolaşması, düğüm olması gibi sorunlar yaşanırdı. Oysa makaralı oltayla avlanmak çok kolaydır. Makara misinanın sarılmasını ve gerekirse gevşetilmesini kolaylaştırmıştır. Örneğin oltaya yakalanan balık sert hareketlerle direnirse makaradaki misina boşaltılarak balığa yol verilir. Balığın yorulup hareketlerinde yavaşlama görülünce, misina yeniden makaraya sarılarak balık çekilir. Ama makaralı oltayla balık avlarken, misinayı ne zaman boşaltıp ne zaman makaraya saracağını bilmek gerekir. Ayrıca misinanın da bir dayanma gücü vardır. Hızlı bir akıntıda balığın çekiş gücü karşısında bunu da hesaba katmak gerekir. Büyük bir balık yakalandığında, onun direnme gücünü kırmak için arada bir misinayı gevşetmek ve balığa yol vermek gerekir. Bunun sonucunda yorulan balık daha kolay çekilebilir. Avlanmanın önemli noktalarından biri, uygun olta iğnesi seçmektir. Avlanacak balığa göre, değişik büyüklük ve biçimlerde iğneler vardır. Ama bütün olta iğnelerinin ucunda, balığın ağzına saplandıktan sonra çıkmasını engelleyen bir damak (çengel) vardır. İğnelerin sapında da genellikle bir halka bulunur. Hayvan bağırsağından, naylon ya da çelik telden yapılmış "köstek" bu halkadan geçirilerek iğneye bağlanır. Balıklar çeşitli yemlerle avlanır. Canlı ya da cansız yemler, iğnenin ucundaki damağa geçirilir. Balığın doğal besini olan böcekler, solucanlar, küçük kurbağalar ya da avlanacak balığa göre çok küçük balıklar, en çok kullanılan canlı yemlerdir. Cansız yem olarak ise hamur, ekmek içi, haşlanmış buğday, peynir gibi yiyecekler ya da tüy parçası, yapay sinek gibi yapay yemler kullanılır. Oltayla balık avlamak ustalık ister. Avlanacak balığın bulunabileceği yeri, suyun yüzeyinde ya da dibinde mi olduğunu bilmek gerekir. Öte yandan oltayı balığın yem aradığı yere atabilmek ya da indirebilmek gerekir. Örneğin sombalığı ve alabalık dışındaki bütün tatlı su balıklarını avlamak için olta dibe bırakılır. Sombalığı, alabalık, gölgebalığı, tatlı su kefali ve kızılkanat avlamada yaygın olarak sinek oltası kullanılır. Yapay sineği uzağa atabilmek için kamışın çok esnek olması, ucunda da kalınca bir misina bulunması gerekir. Oltanın ucuna bağırsak ya da naylondan yapılmış 2-3 metre uzunluğunda bir beden, bedenin ucundaki iğneye de tüy parçaları, kürk, ipek ve parlak tellerden yapılmış yapay sinek bağlanır bu şekilde balık avlanır. Amatör deniz balıkçılığında da tatlı su balıkçılığında kullanılan olta takımlarının hemen aynısı kullanılır. Ama kamış ve misinaların daha sağlam olması gekekir. Oltanın iyice derine inebilmesi için daha ağır kurşunlar (iskandil) ve iri balıkları da yakalayabilmek için daha büyük iğneler kullanılmalıdır. Dipte ya da dibe yakın derinliklerde yaşayan mezgit, morina ve yassıbalıkları avlamak için yem olarak karides, midye ve solucan tercih edilir. Uskumru ve lüfer ise, hareket halindeki tekneden kaşıkla ya da doğal yemle tutulur. Deniz balıkçılığında köstekli olta da çok kullanılan olta tiplerinden biridir. Bu oltanın ucundaki iskandilli bedenine, belirli aralıklarla pirinç telden yapılmış köstekler bağlanır. Bu oltanın adı da bu kösteklerden gelir. Kösteklere kısa misinalar, misinaların ucuna da iğneler takılır. Köstekli oltayla balık avlamada canlı yemler kullanılır. Avlanma sırasında olta gergin tutulur ve balık yeme atladığı anda olta hafifçe silkelenerek balığın iğneyi yutması sağlanır. Sonra balığın iğneden kurtulmasına fırsat vermeden hızla çekilir. Denizlerde balık avlamada çok yaygın olarak kullanılan çapari de bir tür köstekli oltadır. Ama çaparide canlı yem kullanılmaz, onun yerine genellikle hindi, kaz ve tavuk tüyü gibi yapay yemlerden yararlanılır. Çapari, bir olta (makaraya ya da mantara sarılmış misina), misinanın dolaşmasını engelleyen bir fırdöndü, fırdöndüden iskandile kadar uzanan ve gene misinadan yapılan bir beden ile en uçtaki iskandilden oluşur. Bedenin üzerine, belirli aralıklarla, uçlarına iğne takılmış kısa misina parçalarından köstekler bağlanır. İstavrit gibi küçük balıkları avlamada 10 köstekli (10 iğneli) bir çapari yeterlidir. Ama çaparideki köstek sayısı palamut avında 35'e, torik ve kofana denen iri palamut ve lüfer avında 55'e kadar çıkar. Kılıçbalığı, orkinos ve tarpon gibi, bazılarının ağırlığı yarım tonu bulan büyük deniz balıkları da hareketli bir tekneden oltayla avlanabilir. Bunun için çok kalın ve sağlam bir kamış ve uzunluğu en az 360 metre olan misina gerekir. Bu tür avlanmada balıkçı kamışın ucunu, beline taktığı özel bir kemere oturtur. Oltaya yakalanan bu kadar ağır balıkları çekmek ve onların direnme gücüne karşı koyabilmek kolay değildir. Onun için yakalanan balık yoruluncaya kadar tekneyle izlenir. Uzun bir süre yol alındıktan sonra balıkçı misinayı makaraya sararak balığı tekneye yaklaştırır. Yakalanan balık
ya tekneye alınır ya da teknenin yedeğinde limana kadar çekilir. Ernest Hemingway’in Yaşlı Adam ve Deniz adlı romanında, oltayla büyük bir balık yakalayan yaşlı bir balıkçının, bu balığı kıyıya çekebilmek için verdiği mücadele ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Deniz balıklarının bazıları su yüzeyine yakın yaşarlar ve bunlara yüzey balığı denir. Örneğin ringa, sardalye, hamsi, orkinos ve uskumru yüzey balıklarıdır. Deniz dibine yakın ve dipte yaşayan balıklara da dip balığı adı verilir. Dip balıklarına örnek olarak morina, mezgit, berlam ve bütün yassıbalıklar verilebilir. Ticari amaçla yapılan balıkçılığın temeli ağla avlanmaya dayanır. Avlanmada balığın özelliğine, yaşadığı suyun derinliğine göre değişik ağlar kullanılır. Yaygın olarak kullanılan ağların başında trol ağı gelir. Trol ağı, külah biçiminde büyük bir torbaya benzer ve ağzı yaklaşık 30 metre genişliğindedir. Ağ atılırken ağzı açık tutmak için her iki yanına tahta levhalar yerleştirilir. "Kapı" denen bu tahta levhalar da çelik kablolarla trol teknesine bağlanır. Deniz dibinin engebeli olmadığı yerlerde dip balıklarını avlamak için genellikle dip trolü kullanılır. Trol teknesinden denize bırakılan trol ağı, tekneyle sürüklenir ve ağ deniz dibini tarayarak yolunun üzerindeki balıkları toplar. Ağı sürükleme işi 1,5-3 saat kadar sürer. Sonra ağ bir vinç yardımıyla çekilir ve içindeki balıklar tekneye boşaltılır. Balıklar temizlenip yıkandıktan sonra, teknenin ambarında buzların arasına gömülerek saklanır. Bazı büyük ve gelişmiş trol teknelerinde balıklar temizlendikten sonra soğutma aygıtlarında dondurulur. Bu tür tekneler denizde daha uzun süre kalıp avlanmaya devam edebilir. Bazı dip balıklarını avlamada kullanılan yöntemlerden biri de paraketedir. Kalın bir misina (olta ipi) olan paraketenin üzerinde aralıklı olarak dizilmiş 1.000'e yakın yemli iğne bulunur. Avlanma sırasında parakete deniz dibine bırakılır ve yeri şamandıralarla belirlenir. Parakete 24 saate bir denizden çekilerek yakalanan balıklar alınır ve iğnelerine yeniden yem takılır. Orkinos gibi bazı yüzey balıkları ise şamandıralara bağlanan su üstü paraketeleriyle yakalanır. Dip balıklarının yakalanmasında çevirme ağları da kullanılır. Bu avlanma biçiminde önce balığın yoğun olduğu bölge ağlarla çevrilir, sonra balıklar ağın torba biçimindeki bölümüne doğru sürülür. Yüzey balıklarının avlanmasında gırgır ve orta su trolü en çok kullanılan avlanma biçimleridir. Gırgırla avlanmada, balık sürüsü, suya dik indirilen ağla çevrilir. Daha sonra ağın alt bölümü, halatları çekilerek büzülüp kapatılır. Bir vinç yardımıyla gırgır teknesine çekilen ağın içindeki balıklar büyük kepçelerle ya da suyla pompalanarak tekneye alınır. Orta su trolünde ise, dip trolündekinden daha büyük bir ağ balıkların bulunduğu derinliğe bırakılır ve bir ya da iki tekneyle çekilir. Deniz balıklarını avlamada kullanılan en eski yöntemlerden biri de dalyandır. Bu yöntem ilkçağlardan beri kullanılmıştır. Yakın tarihe kadar İstanbul'da Fenerbahçe ve Beykoz gibi pek çok yerde dalyanlar kurulurdu. Bu yöntemde, kıyıya yakın yerlerde ağla çevrili havuzlar oluşturulur. Havuzların ağzı açık bırakılır ve dalyanın içine balık girdiğinde ağız kısmı başka bir ağla kapatılır. Dalyandaki balıklar başka bir ağla toplanarak tekneye alınır. Palamut, lüfer, uskumru, istavrit gibi bazı balıkların avlanmasında galsama ağı (düz ağ) kullanılır. Genellikle 1 km ya da daha uzun olan galsama ağları, bir perde gibi asılı duracak biçimde denize bırakılır. Bu avlanma yönteminde ağ ya demir ağırlık bağlanarak bir ucu dibe indirilir ya da tekneyle su yüzeyinde sürüklenir. Bu sırada ağa doğru hızla yüzen balıkların başı ağın deliklerinden geçer, ama solungaçları (eski terimiyle galsamaları) takıldığı için delikten geri çıkamaz. Tekneye çekilen ağdaki balıklar silkelenerek dökülür. Orkinos, uskumru, lüfer gibi bazı balıklar suda parıldayan herhangi bir şeyi yem sanırlar. Bu tür balıkları avlamak için ucunda üçlü iğneler bulunan ve biçimi küçük bir balığı andıran parlak metal kaşık'lar kullanılır. Balıkçıların yakaladığı balıklar çeşitli biçimlerde değerlendirilir. Taze olarak tüketilecek balıklar, ya kıyıya gelir gelmez müşterilere satılır ya da buzlarla kasalara yerleştirilerek iç bölgelere gönderilir. Balıklar dilimlendikten ya da fileto çıkarıldıktan sonra dondurularak özel ambalajlar içinde satılır. Özellikle sardalye, orkinos (tonbalığı), hamsi ve sombalığı konserve olarak işlenir. Bazı ülkelerde ringa, morina ve mezgit tütsülenerek saklanır. Türkiye'de torik denen iri palamutlar iyice temizlenip tuzlanarak lakerda yapılır. Uskumru ise tuzlanıp güneşte kurutulduktan sonra çiroz halinde tüketilir. Hamsi gibi bazı balıklar pişirilip öğütülerek un haline getirilir. Balık unu çiftlik hayvanları için yem olarak ya da gübre olarak kullanılır. Bazı balık türlerinin pullarından yapay inci ve sedef yapılır. Köpekbalığı ve morina derisi çanta, ayakkabı ile eldiven yapımında kullanılır; ayrıca tutkal elde edilir. Morinanın karaciğerinden çıkarılan yağ, ilaç sanayisinde değerlendirilir. Ticari balıkçılık 15. yüzyılın sonlarında ortaya çıktı. Sonraki iki yüzyıl içinde de büyük bir balıkçılık sanayisi oluştu. Yakalan balıkları işleyen, çeşitli aygıtlarla donatılmış büyük balıkçı filoları kuruldu. Ne var ki aşırı avlanma zamanla balıkçılığı tehdit etmeye başladı ve günümüzde ciddi bir sorun haline geldi. Bazı avlanma biçimleriyle yavru balıkların ya da yumurta dökmeye hazırlanan dişilerin de yakalanması, birçok balık türünün soyunu tükenme noktasına getirdi. Günümüzde bu sorunu aşmak için birçok ülkede avlanacak balık miktarını kısıtlamak ve üreme mevsiminde balık avını yasaklamak gibi önlemler alınmaktadır. Türkiye, üç yanı denizle çevrili olmasına ve bir içdenizin bulunmasına karşın, balıkçılıkta gelişmiş bir ülke değildir. Avlanan balık miktarı yılda 400 bin tonu biraz aşar; bunun yaklaşık 240 bin tonu hamsi, 20 bin tonu kefal, 20 bin tonu sardalya, 15 bin tona yakını da istavrittir. Tatlı su ürünleri üretimi ise 50 bin ton dolayındadır. Demonoloji Demonoloji veya diğer adıyla demonizm, cin ve şeytanleri sistematik olarak inceleyen çalışma dalı. Genelde dinlerin kutsal metinlerinin yorumlanmasını içerir ve teoloji yani "dinbilim"in bir dalıdır. Osmanlıca karşılığı Şeytaniyattır. "Cinler bilimi" de denmektedir. Vatikanın sonradan yönetmeliğe koyduğu bir derstir. Demon, Latincede Daemon olarak yazılır ve Şeytan anlamına gelir. Yunancada Daimon olarak yazılır ve ilahiyat, güç anlamına gelir. Demonolojinin en önemli özelliği insanların cinler yardımıyla güç kazanmasını sağlamasıdır. Tüm dinlerde cin ve melek inanışı bulunur. İslam'dan önce Arap topraklarında cinlerle iletişimde olan ve onlara tapan Araplar vardı. Musevilik gelmeden önce de Mezopotamya topraklarında sihir ve büyü çok meşhurdu. Bu bilim dalı gizli olan ilimleri ve cinleri araştırır. Cinlerin yaşamını, onlarla iletişimi, büyüyü hatta hüddam ilimini bile kapsar. Bazı Hristiyan ülkelerde Demonoloji ders olarak verilir. Ancak Müslüman ülkelerin hiçbirinde demonoloji öğretilmez. Çünkü İslam'da cinlerle iletişime geçmek, onlardan bir şeyler istemek yasaktır. Fakat Müslüman ülkelerdeki birçok falcı, iyileştirici ve şifacı bu ilimi öğrenip cinlerden yardım alır ve insanlara hizmet ederler. Demonolojinin en ilginç yanı cinlerle iletişim kurmak ve onlardan yardım istemektir. Bu bilim dalı hüddam ilimini bile dolaylı olarak ilgilendirir. Hüddam, cinlerin insanlar tarafından kontrol edilmesidir. Demonoloji dinlerde bildirilen belirli Tanrı isimlerini kullanarak paralel boyutlarda kapılar açmayı öğreten bir ilimdir. Örneğin İslam dininde Allah'ın isimleri belirli günlerde ve belirli sayılarda tekrarlanırsa cinler alemine kapılar açılabilir. Ancak bunlar Demonolojinin en son öğretileridir. Eğer bunlar tecrübesiz birisi tarafından uygulanırsa sonuçları çok kötü olabilir. Bu konu ile ilgili Gabon'un en eski yerlileri olarak bilinen Mpongwe Halkının yazıtlarında şöyle yazar: "Cinler eğlence olsun diye çağrılmamalıdır eğer biri zevk için cin çağırırsa bunun bedelini ağır öder. Cinler iki sebepten dolayı çağırılmalıdır; Ya antlaşma için ya da çok mühim bir konu ile ilgili soru sormak için." Birçok Demonoloji öğretisi cinleri acil bir şey olmadığı zaman çağırmanın yanlış olduğunu söyler. Cinler aynı zamanda birini lanetlemek için de çağrılabilir ama bunun için hem hüddam hem de demonoloji bilmek gerekir. Demonoloji ve hüddam birlikte öğrenilirse cinler kukla olarak kullanılıp birçok insana zarar verilebilir ve güç elde edilebilir. Cinler farklı boyutta olduğu için o boyutun kapılarını açmak için bazen kan dökmek gerekebilir. Antik Mısır ve Roma'da bulunan sunaklar aslında cinlerin bu boyuta giriş yapabilmesi amacıyla edilen kurbanlar içindir. Demonoloji aynı zamanda büyüde önem taşır. Karı-koca arasını açma, aşık etme, zengin olma gibi büyülerin yapılması için cinlerin yardımı gereklidir. Eski Yunan filozofu Porphyry insanların cinlerle arkadaş olarak Dünya'da istediklerini elde edebileceklerini iddia eder. Cinlerle iletişime geçmede önemli iki nokta vardır. Birincisi dinlerdeki Tanrıların adlarını belirli zamanlarda ve belirli tekrarlarlar okuyarak onlara bu boyut için kapılar açılabilir. İkincisi onların bu boyutta kalabilmesi ya da kapıların açılması için kan dökülmesi gerekir bu kan dökmenin kanıtı olarak Antik medeniyetlerdeki sunaklar gösterilir. Bu sunaklarda Demonolojiinin ne kadar eski bir ilim olduğunu kanıtlar. İslam dinine göre Demonoloji'nin her alanı günahtır. Bunlar İslam dininde yasaklı ilimlerdir. Kuran'da büyü yapanların ve şeytanlarla iletişime geçip güç elde edenlerin cehenneme gideceği yazar. Hristiyanlıkta demonoloji günah değildir ve İncil'in birçok yerinde cinlerle iletişime geçilebileceği ve onlardan fayda sağlanabileceği yazar. Aynı zamanda İncil'in belli bölümlerinde Süleyman'ın cinleri kontrol ettiğini ve bunun günah olmadığını yazar. Musevilikte Demonoloji günah değildir ancak cinlerden yardım alıp insanlara hükmetmek ya da sihir yapmak yasaktır. Fakat cinlerle iletişime geç
mekte Musevilikte sakınca yoktur. Talmud'un belirli bölümlerinde cinlerden faydalanıp şeytanların kullanılması gerektiği yazar. Hatta Talmud dünyada 7,405,926 tane demon olduğunu bile söyler. Iğrıp Iğrıp (Yunancada "gripos"), Deniz veya göl dibinden az yukarda yüzen balıkları avlamak için, kenarlarına ağırlık bağlanarak suya atılan, torbalı büyük balık ağıdır. kıyı sürütme ağlarındandır, hem içsularda hem denizlerde kıyıda belirli bir bölgenin önce çevirilmesi daha sonra halatlar aracılığıyla çekilerek taranması şeklinde kullanılan av aracıdır. Çeşitli boyutlardaki kıyı sürütme ağları manyat, tarlakoz, trata gibi isimlerle anılır. Genel olarak uzun halat bölümü, yine oldukça uzun kanat ağları ve torba ağı bölümlerinden oluşur. Başpiskopos Başpiskopos ya da Başepiskopos sözcüğü, Yunanca "episkopos" sözcüğünden gelir. Episkopos, "epi" (yukarıdan) ve "-skopos" (bakmak) sözcüklerinin birleşiminden oluşur ve "yukarıdan izleyen, gözeten" anlamlarına gelir. Başpiskopos, Ortodoks Kiliseleri'nde Kilise'nin ve "Sen Sinod"'un başıdır. Ülkesindeki diğer piskoposlar ve metropolitler tarafından seçilir ve sinoda başkanlık yapar. Bazı ülkelerin başpiskoposları patrik sıfatını da kullanırlar (Moskova, Bulgaristan, Gürcistan, Sırbistan, Romanya Patrikleri vs.) Antakya Ortodoks Kilisesi ve Slav Ortodoks Kiliseleri'nde Başpiskoposluk makamı Metropolit'ten daha aşağıdayken, diğer ortodoks kiliselerinde tam tersidir. Katolik kiliselerinde ise bu unvan daha geniş bir yönetim çevresine sahip piskoposlara verilir. Roma başpiskoposu Papa olarak adlandırılır ve Katolik Kilisesi'ndeki en yüksek makamın sahibidir. Katolik başpiskoposlar da piskoposlar gibi evlenemezler ve bekar yaşamak zorundadırlar. Birleşik Krallık'taki Canterbury başpiskoposu Anglikan toplumunun sembolik lideridir. Eskatoloji Eskatoloji (Yunanca έσχατος yani "son" sözcüğünden) teoloji (dinbilim) ve felsefenin bir bölümüdür. İnsanlığın nihai kaderi veya dünya tarihini sonuçlandıran olaylar, daha kaba bir tabirle "dünyanın sonu" ile ilgilenir. Birçok din, öğreti veya kültte dünyanın sonu gelecekte olacak bir olay olarak kutsal metin, mit veya folklorda belirtilir. Daha geniş bir açıdan, eskatoloji Mesih, Mesih Çağı, ahiret ve ruh gibi konuları da kapsayabilir. Farklı inanışların eskatolojik inançları ve düşünceleri farklı olsa da belli benzerlikler var olabilir. Hristiyanlık eskatolojisinde apokaliptik bir felaket sonrası gelecek bin yıllık refah krallığı inanışı vardır. Fütüroloji Fütüroloji, "gelecek bilimi", "gelecekbilim" veya "gelecek çalışmaları"; gelecekte gerçekleşebilecek veya geleceğe dair bilimsel, teknolojik ve sosyolojik gelişmeleri, olağan durumun şartları ve eğilimlerini temel alarak, inceleyen ve tahminler yürüten bilim dalıdır. TDK tanımına göre: ""küresel bir perspektif içinde geleceği öngörmeye çalışan bilim"" Dünya'da birçok üniversitede fütüroloji kürsüleri mevcuttur. Fütüroloji ile uğraşan kimselere "fütürolog" denir. İlgi çekici bir bilim olmakla birlikte fütüroloji çok geniş bir alanda sosyolojik ve ölçümsel bilgi ve zeka sahibi olmayı gerektirir . Günümüzün ünlü fütürologları Michio Kaku Ve Marc Goodman'dir. Bir fizik profesörü olan Michio Kaku önümüzdeki yüzyıl içinde dünyamızın tamamen bilgisayarlara bağlı bir siber dünya olacağını, bir CIA (Central Intelligence Agency) çalışanı olan Marc Goodman ise bu bilgisayarlarla çevrili dünyanın şu an DeepWeb dedikleri herkesin ulaşamadığı ve internetin % 90'ından fazlasını oluşturduğu söylenen kısmında hacker (bilgisayar haydutları) na hizmet etmesinden dolayı hackerların istedikleri zaman istedikleri suçu rahatça işleyebilecekleri bir dünya olacağını öngörmektedirler. Kabardino-Balkarya Kabardino-Balkar Cumhuriyeti (, "Kabardino-Balkarskaya Respublika"; Doğu Çerkesçesi: Къэбэрдей-Балъкъэр Республикэ; Karaçay-Balkarca: Къабарты-Малкъар Республика), ya da Kabardino-Balkarya (, "Kabardino-Balkariya"), Rusya'nın 8 bölgesinden (okrug), 7 bölgeyi (region) içeren Kuzey Kafkasya Federal Bölgesi'nde (okrug), "etnik adlar taşıyan" çokuluslu cumhuriyetlerinden biridir. Kabardey-Balkar Cumhuriyeti (KBC), RF'de, Kuzey Kafkasya'da, Kafkas Dağları'nın kuzey eteklerinde, Terek Irmağı havzasında yer alır. Doğusunda Kuzey Osetya, güneyinde Gürcistan, batısında Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti, kuzeyinde de Stavropol Kray bulunur. Yüzölçümü 12.500 km.kare, nüfusu 2002'de 901.494 idi (Nüfus 2005'te biraz düşmüştür: 898,9 bin). 2002'de nüfusun % 56,6'sı (510.346) kentli, % 43,4'ü (478.774) köylü idi. Yine nüfusun % 46,9'u erkek (422.720), % 53,1' de (478.774) kadın idi. Kabardey Ovasında çoğunlukla Kabardeyler 2002'de 498.702 (% 55,3), ardından Ruslar 2002'de 226.620 (%25.1) yerleşmişlerdir. Cumhuriyetin iki ana halkından biri olan Balkarlar 2002'de 104.951 (% 11,6), bölgenin geniş kesimini oluşturan güneydeki Baksan, Çegem ve Çerek nehirlerinin vadileri ile başkent Nalçik'te oturur, Sovetskiy rayonunda çoğunluğu oluştururlar. Kalan yerlerin nüfusu, çoğunlukla Kabartay ve Ruslar'dan oluşur. Kabartaylardan daha sonra, Kabartayların güneyine yerleşmiş olmaları gereken Balkarlar ise, uzun bir süre Rus istilasına direnmiş, Ruslar Balkarlara ancak 1827'de boyun eğdirmişlerdir. Rus yönetimi, 1860'larda hem Müslüman nüfusu azaltmak ve hem de batıdaki 1864 Adıge sürgünü olayına yönelik olası tepkileri azaltmak, bu sürgün olayını sıradan bir göç olayı imiş gibi geçiştirmek için Osmanlılarla bir anlaşma içinde Kabartay ve Kuzey Osetya'dan Müslüman nüfusu baskı ve entrika ile göç ettirmeye başladı (bk."Jineps", Ocak 2007, s.4). Göçler 1900'lü yıllara değin ara ara devam etti. Kabartaylar, Diaspora'da Kayseri, Tokat, Çorum, Sıvas,Adana, Mersin, K.Maraş, Ankara, Samsun (Duruçay), Eskişehir, Kars, Gaziantep, Ardahan, Balıkesir (Bandırma Yenisığırcı Köyü) v.b illerde Suriye, Mısır, İsrail (1 köy) ve Ürdün'de bulunmaktadırlar. Rusya Federasyonu'ndan ayrılıp bağımsız olmak için pek çok kez çabalamış ancak hiçbirinde başarılı olamamışlardır. Nüfus: 859,939 (2010 sayımı); 901,494 (2002 sayımı); 759,586 (1989 sayımı). Kabardeyler, Kabardey-Balkar Cumhuriyeti dışında, Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti, Türkiye,Adigey Cumhuriyeti, Krasnodar Kray, Stavropol Kray ve Kuzey Osetya-Alaniya Cumhuriyeti'nde ve 1 milyonu aştığı söylenen büyük bir Diasporası ile de Çerkes-Adige toplulukları içinde, etnik kimliğini en fazla korumuş ve asimilasyona en fazla direnmiş topluluk olarak bilinir. Kabardey-Balkarya, Moskova Zaman Dilimindedir. (MSK/MSD). UTC'e göre saat farkı +0300 (MSK)/+0400 (MSD). Kabardey-Balkarya'da konuşulan dil Kabardeyce (Baksan lehçesi), Rusça ve Balkarca'dır. Balkarca ve Karaçayca aynı edebiyat dilini kullanır. Cumhuriyette Kabartay, Balkar ve Rus dilleri birlikte resmi dil statülerindedir. 2012'de yapılan resmi araştırmalara göre Kabardino-Balkarya cumhuriyetinin %55'ini İslam dini oluştururken %15.6 ile Rus Ortodoks Kilisesi, %3 Adige Habze dini ve %10'u ise diğer Hıristiyan mezheplerini karşılamaktadır. Ayrıca, nüfusun % 12'si kendisini "Manevi olarak ancak dindar değilim" olarak tanıtırken, geriye kalan % 5.4 ise ateist ve diğer dinlerden gelmektedir. Kabardino-Balkarya'nın en kalabalık şehirleri (2010 nüfus sayımına göre): 18 Aralık 1991'de ilk Balkar Halk Ulusal Konseyi kongresi Balkarlanın bağımsızlığını ve Rusya Federasyonu (RF) içerisinde bir Balkarya Cumhuriyeti oluştuğunu ilan etti. Kabardey-Balkarya bağımsızlığı 31 Aralık 1991'de ilan edildi. 1995 zarfında federal yetkililerle ikili bir anlaşma imzalandı. 21 Şubat 1996'da Başkan Valeri Kokov, Cumhuriyetin, Bağımsız Devletler Topluluğu'nun Abhazya'ya yaptırım uygulaması şeklindeki kararına uymayacağını ilan etti. Eylül 2005'te,ölen Valeri Kokov'un yerine RF Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından Arsen Kanoko devlet başkanı olarak atanmıştır. Cumhuriyette Rusya Federasyonu (RF) örneğinde olduğu gibi yarı parlamenter bir sistem geçerlidir. İdari bir başkanlığa ve bir yasama organına (Parlamento) sahiptir. Cumhuriyetin başı Rusya Federasyonu başkanı tarafından atanır, atama Parlamento tarafından onaylandığında kesinleşir. Cumhuriyetin başı Parlamento dışından bakanlar kurulunu atama ve görevden almaya yetkilidir. "Bu alt başlığın ana maddesi: Kabardey-Balkarya İdari Yapılanması" Kabardey-Balkarya Nalçik ve Tırnavuz kensel yönetim alanlarıyla Kabardey ağırlıklı Zolskiy (Dzelıqo), Baksan, Çegem (Şedjem), Çerek (Şeredj), Arvan ve Terek (Terç); Rus nüfus ağırlıklı Prohladnıy ve Mayskiy; Balkar ağırlıklı Sovetskiy rayonlarına ayrılır. Nalçik'te Kabardey çoğunluğunu Rus ve Balkar nüfusu izler. Prohladnı kenti Rus, Tırnavuz kenti ise Balkar ağırlıklıdır. Kabardeyler 13-15. yüzyıllarda muhtemelen Karaçay ve Balkarlarla aynı sıralarda Kuban Irmağının kuzeyinde, Taman Yarımadası, Azak Denizi doğusu ve kuzeyi ile Kırım'da yaşarlarken, Tatar (en son Kırım Hanlığı) baskıları nedeniyle şimdiki yerlerine çekilmişlerdir. Kabardeyler tarım ve hayvancılıkla, Balkarlar ise hayvancılıkla geçinirlerdi. Kabardeyler 1864'te, Balkarlar ise 1827'de Rus yönetimi altına girdiler. Ancak, Ruslar feodal yapıya dokunmadılar. Derebeylerinin (Kabardey "pşı", Balkar "tavbiy") geniş arazileri, köyleri, büyük hayvan sürüleri, kalabalık köleleri (Kabardey "pşıtl", Balkar "kul") vardı. Derebeylik düzeni ve kölelik (serflik) Rusya'da 1861'de kaldırıldı, ama Kafkasya'nın çoğu yerinde 1868-1869 yıllarına değin sürdü ve ancak o tarihlerde kaldırıldı, ama özgürlüğe kavuşan eski kölelere devletçe toprak verilmedi. Bu da yoksul köylü ve eski kölelerin toprak taleplerinin karşılanacağı umuduyla 1917 devrimini desteklemelerini kolaylaştırdı. 19. yüzyılda başlayan modern değişimler, beraberinde kültürel alanda da gelişmelere yol açtı. Kabardey ve Balkar aydınları belirmeye başladı. Montana Montana, ABD'nin kuzeybatı eyaletlerinden birisidir. Eyaletin batısındaki üçte ikilik bölümde, Rocky Dağları bölgesinin dağları yer alır. Eyaletin adı da İspanyolcada dağ anlamına gelen "montaña" sözcüğünden gelir. Yüzölçümü bakımından ABD eyaletleri içinde 4. olmasına karşın, nüfus açısın
dan 44.'dür. Dolayısıyla nüfus yoğunluğu sıralamasında en tenha 3. eyalettir. Ekonomisi tarım, ormancılık ve madenciliğe dayanır. Öte yandan, eyalette yer alan Glacier Millî Parkı ve Yellowstone Ulusal Parkı nedeniyle turizm de önemli yer tutar. Michigan Michigan (), ABD'nin Ortabatı bölgesindeki eyâletlerinden birisidir. Michigan ismi yerli Amerikan dillerinden Ojibwe dilinde "büyük su" ya da "büyük göl" manasına gelen "mişigama" kelimesinden bölgenin ilk yerleşimcileri olan Fransızlar tarafından uyarlanmıştır. Michigan nüfus açısından ABD'nin 8. büyük eyaletidir. Eyâlet aynı zamanda Great Lakes adli büyük gölleri ile ünlüdür. Dunyada tatlı sulara kıyısı olan en büyük eyaletdir. Kayıtlı su taşıtları açısından ABD eyaletleri açısından 3. sıradadır.. Eyaletteki hiçbir nokta bir göl kaynağına yaklaşık 10 km'den daha ve bir Great Lakes kıyısına 88 km'den daha uzak değildir. En büyük şehirleri Detroit, Grand Rapids, Lansing ve Ann Arbor'dur. Eyâletin başkenti Lansing'dir. Eyâlet Mackinac boğazının () üstünde kalan Kuzey (Upper) Yarımada ve aşağıda kalan (Lower) Güney Yarımada olarak iki ayrı yarımada ve birçok küçük adalardan oluşur. Yeryüzünde ilk otomobilin yürümüş olduğu Woodward caddesi Detroit merkezinden dış banliyölere kadar uzanır. Bu tarihi olaya bağlı olarak halihazırda tüm dünyada en çok otomobilin üretildiği şehirdir. General Motors, Ford ve Chrysler firmalarının genel merkezleri ve birçok otomobil ve yan sanayisi fabrikaları Detroit'tedir. Eyaletin kuzeyi doğal turizm açısından (göller, ormanlar, kamp yerleri, sahil) kış aylarında sert olmasına karşın çekicidir. Birleşik Devletler Sayım Bürosu'na göre Michigan'ın nüfusu 1 Temmuz 2012 itibarıyla 9.883.360'dır ve nüfus 2010 sayımlarına göre %0.00 düşmüştür. Michigan'da nüfusun merkezi Shiawassee İlçesi, Morrice köyünün kuzeybatısında kalan Bennington'un güneydoğu köşesidir. 2010 Amerikan Toplum Anketi sonuçlarına göre eyalet nüfusunun %6.0'ına tekabül eden 592.212 kişi başka ülkelerde doğmuştur. Michigan ABD'deki en yoğun Felemenk, Fin ve Makedon nüfusuna sahiptir. 2010 sayımlarına göre nüfus: Aynı yıl herhangi bir ırktan Hispanikler nüfusun %4.4'ünü teşkil etmiştir. Kökenlerine göre Michigan nüfusu: 2007 tahminlerine göre Michigan'ın en büyük yerleşim yerleri: Diğer şehir ve kasabaları: Half of the wealthiest communities in the state are located in Oakland County, just north of Detroit. Another wealthy community is located just east of the city, in Grosse Pointe. Only three of these cities are located outside of Metro Detroit. The city of Detroit itself, with a per capita income of $14,717, ranks 517th on the list of Michigan locations by per capita income. Benton Harbor is the poorest city in Michigan, with a per capita income of $8,965, while Barton Hills is the richest with a per capita income of $110,683. Michigan's major-league sports teams include: Detroit Tigers baseball team, Detroit Lions football team, Detroit Red Wings ice hockey team, Detroit Pistons men's basketball team, and Grand Rapids Rampage Arena Football League team. Idaho Idaho (), ABD'nin bir eyaleti. Ülkenin kuzeybatısında yer alır. Idaho, birbirine benzemeyen iki coğrafik bölüme ayrılır. Bir kısmı kayalık dağlara bağlanan ve tortul dağ zincirleri 3500 metreyi bulan yükselmiş batolit kapsayan orta ve kuzey kesimi ve diğer bir kısmı Snake ovasının oluşturduğu güney kesmidir. Bu yarı çorak ovalarda yaygın yöntemlerle koyun yetiştiriciliğine elverişli bir miskotu bozkırı uzanır. Ne var ki burada sulu tarım yapılabilir. Kurşun, Çinko, Gümüş yatakları Coeur d'Alene yakınlarında işletilmektedir. Eyalette önemli orman kaynakları bulunur. Genellikle nüfus Snake ovasında ve maden yataklarında toplanmıştır. Bölgeye 19. yüzyıl başında, kürk ticareti yapan avcılar ve Lewis ile Clark'ın araştırma heyeti girdi(1805). İlk süreli yerleşme mormonların Franklin'e yerleşmesidir(1855); ama bölge ancak 1860'tan sonra altın yataklarının bulunması üzerine gelişme göstermiştir. 1890'da ise Amerika'nın 43. Amerikan Eyaleti olmuştur. İspanya'dan göç eden Basklar da yaşamaktadır. Boise şehrinde bir Bask Müzesi ve Kültür Merkezi bulunmaktadır. Illinois Illinois( ), ABD'nin Ortabatı eyâletlerinden birisidir. Başkenti Springfield'dır. En büyük kenti Şikago'dur. Illınois, ABD'nin en kalabalık beşinci, en büyük yirmi beşinci eyaletidir. Michigan Gölü'nün batısında yer almaktadır. Missouri Missouri, ABD'nin eyaletlerinden birisi. Ülkenin Ortabatı'sında yer alır. Toplam nüfus 5.595.211'dir ve nüfus büyüklüğünde 29 . sırada yer alır. Yüzölçümü bakımından ise 31. sıradadır. Nebraska Nebraska, ABD'nin eyâletlerinden birisidir. Büyük bir bölümü kurak topraklar ve çöllerden oluşmaktadır. New Jersey New Jersey, NJ ya da Türkçe adıyla Yeni Jersey, ABD'nin eyaletlerinden birisidir. Ülkenin doğu kıyısının orta kesimlerindeki eyalet New York, Pennsylvania, ve Delaware ile komşudur. ABD'nin en küçük eyaletlerinden olan NJ, New York'taki Manhattan adasına 2 tünel ve 1 asma köprüyle bağlanmıştır. Eyaletin bazı kesimleri coğrafi olarak New York ve Philadelphia metropolitan alanları içinde bulunmaktadır. Yüzölçümünün büyük bir bölümünün yeşilliklerle kaplı olması ve birçok orman barındırması sebebiyle Yeşil Eyalet veya tam kelime çevirisiyle Bahçe Eyalet (Garden State) takma ismi verilmiştir. 2800 yılı aşkın bir süredir Kızılderililere ev sahipliği yapan New Jersey'de Avrupalıların yerleşimleri 1600'lü yılların başlarına dayanır. Bölgeye ilk gelen Avrupalılar İsveç ve Hollanda'dan yola çıkmışlardı. Eyaletin ismi ise Manş Denizi'ndeki adalardan en büyüğü olan Jersey Adası'ndan gelmektedir. Daha sonra bölgenin kontrolünü ele geçiren İngilizler burayı New Jersey Kolonisi adıyla yönetmeye başladılar. Koloni Amerikan Bağımsızlık Savaşı sırasında önemli savaşlara sahne oldu. George Washington koloni güçlerinin kışlık karargahını iki defa Morristown'da kurmuştu. 19. Yüzyılda ise Paterson ve Trenton gibi şehirler Endüstri Devrimi'nin Kuzey Amerika'daki ilk odakları arasında yer aldılar. New Jersey'in Boston, New York City, Philadelphia, Baltimore ve Washington, D.C. gibi büyük metropollere yakın oluşu 1950'lerden bugüne kadar hızlı bir büyümeyi de ateşleyen olgu oldu. Ayrıca 1866 yılında inşa edilen Özgürlük Heykeli de bu eyaletin sınırları içinde yer almaktadır. 2008 itibarıyla, New Jersey'de diğer tüm eyaletlerden daha fazla milyoner yaşamaktadır. New Jersey'in kuzey ve kuzeydoğusunda New York; doğusunda Atlas Okyanusu; güneyinde ve güneybatısında Delaware; ve batısında Pennsylvania bulunuyor. Coğrafi özellikler ve nüfus dağılımı göz önünde bulundurulduğunda New Jersey'in beş bölgeye ayrılabileceği söylenebilir. Kuzeydoğu New Jersey, New York metropolitan alanı içinde kalır ve burada yaşayanların bir kısmı çalışmak için her gün New York'a giderler. Kuzeybatı New Jersey, kuzeydoğu bölgesine nazaran daha ormanlık, dağlık ve kırsal bir alandır. Atlantik sahili kesimi yaşam ve yerleşim özelliklerinin büyük kısmını Atlas Okyanusu sahilinden alır. Güneybatı New Jersey, Philadelphia metropolitan alanı içinde kalır ve Delaware Vadisi'nin bir parçasıdır. Beşinci kesim olan iç bölge ise eyaletin güney bölümünün iç kısımlarını kaplar ve büyük ölçüde karışık çam ve meşe ormanları ile kaplıdır. Bu kesimin nüfus yoğunluğu eyaletin diğer bölümlerine göre çok daha düşüktür. Eyaletin en yüksek rakımına Montague'de 550 metre'de ulaşılır. New Jersey'in başlıca akarsuları arasında Hudson Nehri, Delaware Irmağı, Raritan, Passaic, Hackensack, Rahway, Musconetcong, Mullica, Rancocas, Manasquan, Maurice ve Toms çayları sayılabilir. New Jersey'e nispeten nemli bir karasal iklim hakimdir. Eyaletin güney ucunda ise nemli bir tropik-altı iklimden söz edilebilir. Yazlar oldukça sıcak ve nemlidir. Bu mevsimde 26-30 °C ila 15-21 °C arasında değişen sıcaklıklar görülür. Her yaz 32 °C'yi aşan sıcaklıklara rastlanan 18-25 gün de yaşanır. New Jersey kışları çoğunlukla soğuk geçer. Eyaletin güney kısımlarında ise daha yumuşak bir kış yaşanır. Bahar ve güz aylarında ise değişken hava durumları gözlemlenebilir. Eyalete düşen ortalama yıllık yağış miktarı 1100 mm civarındadır. Her ay yaklaşık 6-9 gün yağış görülür ve Kasım ortalarından Mart'a kadar toplamda 38 ila 78 cm arasında değişen kar yağışları yaşanır. 20. yüzyıl boyunca ve 21. yüzyılın şimdiye kadar geçen döneminde New Jersey'i etkisi altına alan çeşitli hava olayları arasında Floyd Kasırgası gibi tropik fırtınalar nadir de olsalar dikkat çekmektedir. Yaklaşık 180 milyon yıl önceki Jura Devrinde New Jersey Kuzey Afrika ile komşuydu. Apalaş Dağları Kuzey Amerika ile Afrika kıtalarının çarpışması sonucu ortaya çıktı. 18.000 yıl önce ise Buzul çağı sırasında buzullar New Jersey'e kadar ulaştı. Bu buzulların iklimin tekrar ısınmasıyla geri çekilmesi sırasında Passaik Buzul Gölü'nün yanı sıra birçok nehir ve bataklık da oluştu. Avrupalılar bölgeye ayak bastıklarında New Jersey'de yerleşik gruplar Lenape kabileleriydi. Bu kabileler küçük çiftçilikle de uğraşan avcı-toplayıcı bir halktı. İlk karşılaştıkları Avrupalılar Hollandalı olan Lenape'lerin bunlarla ilişkileri genelde kürk ticareti temelinde gelişiyordu. İlk zamanlarından beri New Jersey etnik ve dini çeşitliliği ile dikkat çeken bir bölge olmuştur. Çeşitli Protestan gruplar eyalet sınırları içinde bir arada yaşarlar. Bu renkli yapının temellerinin atıldığı koloni döneminde New Jersey tarıma dayalı kırsal bir bölge olarak kaldı. Üstelik bu dönemde ticari ölçekte tarım faaliyetlerine de nadiren rastlanmıştır. Burlington ve Perth Amboy'un özellikle New York ve Philadelphia ile yapılan ticarette önemli rol oynayan limanlar olarak öne çıktığı dönemde eyaletin verimli toprakları ve dini açıdan toleransa dayalı siyasi tutumu hızlı bir nüfus artışını da beraberinde getirdi. Bunun bir sonucu olarak 1775 yılına gelindiğinde New Jersey'in nüfusu 120.000 seviyesine gelmişti. 17. yüzyılın başlarında bölge Hollanda'nın bir kolonisi halindeydi. Ancak 1664 yılında Richard Nicolls komutasındaki bir İngiliz filosu o
günkü adıyla New Amsterdam limanına girip fazla direnişle karşılaşmadan bugünün New York'unu ele geçirdiğinde bölge tümüyle el değiştirdi ve İngiltere'nin bir kolonisi haline geldi. Sonradan II. James adıyla İngiltere tahtına geçecek olan York Dükü Hudson nehri ile Delaware ırmağı arasında daha sonra New Jersey haline gelecek olan bölgenin idaresini George Carteret ve John Berkeley'e verdi. Bu dönemde bölgeye yerleşimler genelde New England kolonisinden gelenlerden oluşuyordu. Genelde New York kolonisinin gölgesinde kalan bölge bu dönemde diğer koloniler kadar ön plana çıkmamıştır. New Jersey İngiliz yönetimine karşı ayaklanan 13 koloni'den biridir. 2 Temmuz 1776'da kabul edilen anayasa ile eyalet bağımsızlığını ilan etmiştir. New Jersey'i temsilen Richard Stockton, John Witherspoon, Francis Hopkinson, John Hart ve Abraham Clark, Amerika Birleşik Devletleri'nin Bağımsızlık Bildirgesi'ni imzalayan kişiler arasında yer almışlardır. Amerikan Bağımsızlık Savaşı sırasında İngiliz ve Amerikan orduları New Jersey'den defalarca geçmiş ve burada önemli çatışmalara girmişlerdir. 25 Aralık, 1776'da George Washington komutasındaki Amerikan birlikleri Delaware ırmağını geçerek Trenton Muharebesi'nde İngilizlere bağlı bir orduyu yenilgiye uğratmıştır. Yaklaşık bir hafta sonra da İkinci Trenton Muharebesi Cornwallis komutasındaki İngiliz birliklerinin durdurulduğu önemli bir zafer olarak Amerikan tarihindeki yerini almıştır. 1783 yazında Amerikan Kongresi Princeton, New Jersey'de toplanarak burayı dört aylığına ülkenin başkenti statüsüne getirmiştir. Kongrenin buradaki toplantısı sırasında bağımsızlık savaşını sona erdiren Paris Anlaşması'nın imzalandığı haberi ulaşmıştır. New Jersey ABD Anayasasını onaylayan üçüncü eyalet olmuştur. 20 Kasım 1789'da ise Amerikan Haklar Bildirgesi'ni ilk onaylayan eyalet yine New Jersey olmuştur. 15 Şubat 1804'te köleliği kaldıran son kuzey eyaleti New Jersey oldu. 1844'te eyaletin ikinci anayasası kabul edildi ve yürürlüğe girdi. Bu anayasa ile ilçelerin sınırları ve statülerinde bazı değişiklikler yapıldı. 1776 anayasasına göre valinin yetkileri artırılmışsa da 1844 anayasası valiye ya da halka karşı sorumlu tutulmayan birçok resmi makam oluşturmasıyla valinin artırılan gücünü de dengelemiş oldu. Bu anayasaya göre vali arka arkaya iki kez seçilememek kaydıyla üç yıllık periyotlar için seçiliyordu. Bağımsızlık savaşının aksine Amerikan İç Savaşı sırasında belli başlı muharebelerden hiçbiri eyalet sınırları dahilinde gerçekleşmedi. Buna rağmen 80.000 kadar New Jersey'linin Kuzey saflarında savaşa katıldığını da vurgulamak gerekir. Endüstri Devrimi sırasında Paterson gibi şehirler büyüyüp geliştiler. Bu dönemden önce büyük ölçüde tarıma dayalı olan eyalet ekonomisi 19. yüzyıl ortalarından itibaren endüstri temelinde yeniden yapılanmaya gitti. Tekstil ve ipek endüstrilerini Thomas Edison'un icatlarını üreten imalat sanayi takip etti. Bu dönemde ulaşım ağı lokomotif ve buharlı gemilerin de kullanılmaya başlanması ile önemli ölçüde geliştirildi. Demir madenciliği de 1800'lü yılların ortalarından sonlarına kadarki dönemde New Jersey için önemli bir sektördü. Mt. Hope, Mine Hill ve Rockaway Valley madenleri yeni yerleşim yerleri ve canlı bir ekonominin temellerini atarken aynı zamanda Morris Kanalı'nın da inşası için en önemli etkenlerden biri oldu. İki dünya savaşı sırasında da New Jersey savaş sanayinin önemli merkezlerinden biriydi. Bu dönemlerde özellikle deniz araçları inşası en ön planda gelen endüstri kollarından biri haline geldi. Büyük savaş gemileri, kruvazörler ve destroyerler hep New Jersey'deki tersanelerde üretiliyorlardı. Bunların yanında yine New Jersey'de bulunan Fort Dix, Camp Merritt ve Camp Kilmer savaşa giden Amerikan askerlerine eğitim vermek ve çeşitli ihtiyaçlarını gidermek için kurulan askeri merkezlerdi. New Jersey Soğuk Savaş yıllarında da ABD savunması için önemli bir bölge olmaya devam etti. New York ve Philadelphia'yı korumayı amaçlayan 14 Nike füzesi bataryası New Jersey'de bulunuyordu. Ayrıca New Jersey'deki tersaneler de ABD Deniz Kuvvetleri için önemlerini sürdürdüler. New Jersey 1920'li yıllarda zengin ve canlı bir eyaletken 1929 Dünya Ekonomik Bunalımını takip eden dönemde bu zenginliğini büyük ölçüde yitirdi. Yine bu dönemde Lakehurst yakınlarında Hindenburg adlı zeplinin alev alması tarihe Hindenburg Faciası adıyla geçti. 1960'larda ise ülke genelindeki siyah-beyaz çatışmasının yansımaları New Jersey'de de görüldü. Resmi tahminlere göre 1 Temmuz 2006 itibarıyla New Jersey'in nüfusu 8.724.560'dir. Bu 2000 yılındaki sayıma göre %3,7'lik bir artışa tekabül eder. Doğal yollardan 254.766 kişi artan (705.812 doğum, 451.046 ölüm) nüfus göç yoluyla da 79.211 kişi yükselmiştir. ABD dışından ülkeye göç edenlerin sayısı 357.111 kişi iken, ülke içi göçlerle eyalet 277.900 sakinini yitirmiştir. Eyalette ABD dışında doğmuş 1.6 milyon kişi yaşamaktadır. Bu da toplam nüfusun %19.2'sidir. 2006 itibarıyla New Jersey ABD'nin en kalabalık 11. eyaletidir. Ancak küçük yüzölçümü nedeniyle nüfus yoğunluğu sıralamasında kilometrekareye düşen 453 kişi ile birinci sıradadır. Yine de bu yoğun nüfusun eyalet topraklarına homojen bir biçimde dağıldığını söylemek mümkün değildir. New Jersey dini ve etnik farklılıkların en yaygın olarak rastlandığı eyaletlerden biridir. New York'tan sonra en büyük Yahudi Amerikalı nüfusunu barındıran eyalette ayrıca Michigan'ın ardından en büyük Müslüman nüfus, oransal olarak en büyük üçüncü Doğu Asya kökenli nüfus, ve yine oransal olarak en büyük üçüncü İtalya kökenli nüfus yaşamaktadır. Ayrıca siyahlar ve latin kökenli Amerikalılar da eyalet nüfusunun kayda değer yüzdelerini oluştururlar. Ayrıca en büyük ikinci Hindistan kökenli Amerikalı nüfusu da yine New Jersey'de yaşar. Eyalet nüfusunun içinde şu kökenlerden gelenler en büyük beş grubu oluşturmaktadır: İtalya (%17,9), İrlanda (%15,9), Afrika (%13,6), Almanya (%12,6), Polonya (%6,9). Newark ve Camden ülkedeki en fakir şehirler arasında yer alır. Ancak buna rağmen New Jersey'de hane başına düşen gelir medyanı ülkenin en yüksek ikinci değerine ulaşmaktadır. Bu durumun açıklaması New Jersey'in New York ve Philadelphia'nın banliyölerini kapsamasında yatar. Eyalette farklı dilleri konuşan toplulukların dışa kapalı cemaatlerinin yaşadığı büyük boyutlu bölgelere rastlamak mümkündür. Bunlar arasında başta gelenleri sırasıyla: Eyalet nüfusunun %6,7'si 5, %24,8'i 18 yaşın altındadır. %13,2 ise 65 yaş ya da daha yukarıdadır. Nüfusun yaklaşık olarak %51,5'ini kadınlar oluşturmaktadır. 2000 yılındaki nüfus sayımına göre 5 yaşından büyük nüfusun %12,31'i İspanyolca, %1,48'i ise İtalyanca konuşmaktadır. Sexy Jersey Shore en ilginç mezheplerden birini oluşturur.  *Her biri %0,5'ten küçük 7 cemaat ABD İktisadi Analizler Bürosu New Jersey'in 2004 yılı eyalet gayrı safi hasılasını 416 milyar dolar olarak tahmin etmektedir. Eyalet aynı yıl kişi başına düşen gelir sıralamasında ise ülke ortalamasının %26 üzerindeki 41.636 dolar ile 50 eyalet arasında ikinci sıraya oturmuştur. Medyan hane gelirinde ise 66.752 dolar ile New Jersey birinci sıradadır. Eyalet bütçesinin 1 Temmuz 2008'de başlayacak mali yılda 3 milyar dolara varan bir bütçe açığı ile karşı karşıya kalması beklenmektedir. New Jersey'de yedi dilime göre %1,4 ila %8,97 arasında değişen oranlarda alınan gelir vergisinin yanı sıra %7 oranında da katma değer vergisi alınmaktadır. Bu vergi ilaç, bazı gıda maddeleri, kürk dışındaki giyim eşyaları, ayakkabılar ve evlerde kullanılan bazı kâğıt ürünlerinden alınmamaktadır. Eyalette 30 kadar belediye kentsel girişim alanı olarak belirlenmiştir ve buralarda KDV oranı %3,5'tir. New Jersey'deki tüm gayrı menkullerden emlak vergisi alınmaktadır. Eyalette ayrıca veraset ve intikal vergisi uygulaması da mevcuttur. New Jersey ABD'de federal hükümete ödediği vergilerle federal hükümetin bölgeye yaptığı harcamalar arasındaki farkın oransal olarak en yüksek olduğu eyalettir. 2005 mali yılında New Jersey'li vergi mükellefleri federal hükümete 77 milyar dolar vergi verirken karşılığında sadece 55 milyar dolar tutarında federal hükümet harcaması New Jersey'e yönelmişti. New Jersey ekonomisi ilaç, kimya, telekomünikasyon, gıda işleme, elektrikli cihazlar, basım yayım ve turizm sektörleri ekseninde şekillenmiştir. Başlıca tarım ve hayvancılık ürünleri ise atlar, sebze, meyve ve yemiş, deniz ürünleri ve süt ürünleridir. New Jersey ekonomisinin temelini oluşturan sektörlerde bilim ve teknolojinin ağırlığı yüksektir. Johnson and Johnson, Sanofi-Aventis, Novartis, Pfizer, Merck, Wyeth, Hoffman-LaRoche, Bristol-Myers Squibb, ve Schering-Plough gibi ilaç firmalarının; Verizon Wireless, Avaya, Alcatel-Lucent ve AT&T Communications gibi telekomünikasyon şirketlerinin merkezleri New Jersey'dedir. Eyaletin New York City ve Philadelphia'ya yakın konumu nedeniyle konaklama alanında hizmet veren servis sektörü de gelişmiştir. Ayrıca perakende ticaret, eğitim ve gayrı menkul de yoğun faaliyet yaşanan alanlardır. Newark Liberty Uluslararası Havalimanı ABD'nin yedinci en yoğun havaalanı olup dünyanın da en yoğun 20 havaalanı arasındadır. Deniz nakliyatı da eyaletin stratejik konumu nedeniyle son derece gelişmiştir. Port Newark-Elizabeth Marine Terminali dünyanın ilk konteynır limanıydı ve halen de dünyanın en büyük konteynır limanları arasındadır. New Jersey'in en önemli tabii kaynağı çeşitli ticari merkezlere yakın konumudur. Gelişmiş ulaşım ağı sayesinde de ABD'deki tüketicilerin dörtte biri bir gecelik mesafede bulunmaktadır. Eyalet ayrıca Atlantic City gibi sahil yerleşimleri ile de turizm gelirleri sıralamasında 5. sıraya yerleşmiştir. Üç yüzyılı aşkın bir süredir gelişen bölge buna rağmen halen yarı yarıya ormanlıktır. Kuzeydeki ormanlarda başlıca ağaç meşe, güneydeki ormanlarda ise çamdır. Jersey meşesi geçmişte gemi yapımında yoğun olarak kullanılmıştır. Yeraltı kaynakları açısından nispeten fakir olan eyalet buna karşın diğer eyaletlerden gelen madenlerin işlenmesi ve rafine edilmesi konusunda ilerlemiştir. Eya
lette halen sürdürülen başlıca madencilik faaliyeti Franklin Furnace yakınlarındaki çinko üretimidir. New Jersey Otoyolu ABD'nin en çok bilinen ve en kalabalık eyaletlerarası yollarındandır. Paralı bir yol olan New Jersey Otoyolu Delaware ile New York'u ve genel olarak da doğu kıyısını bağlar. Garden State Bulvarı daha çok eyalet içi trafiğin yükünü taşır ve eyaletin kuzey sınırındaki Montvale'den başlayarak en güneyindeki Cape May'e kadar 277,5 km boyunca uzanır. New York metropolitan alanı bu yolla Atlantic City'ye bağlanır. New Jersey New York'a çok sayıda köprü ve tünelle bağlıdır. George Washington Köprüsü dünyadaki en yüksek trafik yoğunluğu olan köprüler arasındadır ve New Jersey'i New York'ta Manhattan'ın üst kesimlerine bağlar. Lincoln Tüneli yine Manhattan'a ulaşır. Holland Tüneli de New Jersey'i Manhattan'a (bu kez aşağı kesimlerine) bağlayan bir diğer yoldur. New Jersey ayrıca Staten adası'na da üç köprüyle bağlıdır. Bu köprülerden Goethals Köprüsü ayrıca New Jersey'den New York'da Brooklyn'e de ulaşım sağlar. Newark Liberty Uluslararası Havalimanı ABD'deki en yoğun havaalanlarından biridir. Bu havaalanı New York ve New Jersey Liman İdaresi tarafından işletilmektedir. Bu idarenin kontrolü altındaki diğer iki önemli havaalanı olan John F. Kennedy Uluslararası Havalimanı ve LaGuardia Havalimanı ile birlikte New York Metropolitan alanının ulaşım altyapısında önemli bir rol oynar. Continental Airlines şu an için Newark Liberty Uluslararası Havaalanının en önde gelen kullanıcısıdır ve havaalanındaki terminallerden birini tek başına işletmektedir. Bu havaalanı ayrıca United Airlines ve FedEx'e de kargo taşımacılığı alanında hizmet verir. Havaalanına komşu demiryolu istasyonuyla Amtrak ve New Jersey Transit trenlerine de kolay ulaşım imkânı bulunmaktadır. Daha küçük ölçekli iki havaalanı, Atlantic City Uluslararası Havalimanı ve Trenton-Mercer Havalimanı, New Jersey'de işleyen diğer önemli havaalanlarıdır. Ayrıca eyalette daha küçük havaalanları da özel ve ticari kullanımlar için hizmet vermektedir. New Jersey Transit (NJ Transit) eyalet sathında geniş bir demiryolu ve otobüs şebekesi işletir. NJ Transit kamuya ait bir şirkettir ve Kuzey Jersey'deki bazı özel otobüs işletmelerinin birleşmesi ile oluşmuştur. 1980'lerin başlarında eyaletin kuzey ve orta kesimlerindeki yerleşimleri New York'a bağlayan banliyö trenleri işletmesini devralması ile çapı büyüyen şirket eyaletin değişik bölgelerine ulaşan 11 demiryolu hattı işletmektedir. NJ Transit trenlerinin varış noktası genellikle New York'daki Pennsylvania İstasyonu ya da Hoboken'deki Hoboken Terminalidir. Liman idaresi de Hudson nehrini aşan hatlarla New Jersey'in kuzeyini New York'a bağlar. Bunun yanında eyaletin orta kesimlerinden ve Philadelphia yönüne uzan başka hatlar da işletmektedir. Amtrak da New Jersey'i komşu eyaletlere ve ülkenin diğer köşelerine uzun mesafeli hatlarla bağlar. Bazı özel otobüs firmaları da eyalet bütçesinden aldıkları destekle faaliyetlerini sürdürmekte ve bilhassa Atlantic City odaklı kumarhane turizmine hizmet vermektedirler. New Jersey'de işleyen birçok feribot hattı mevcuttur. Delaware Körfezinde Delaware Irmağı ve Körfezi İdaresi Cape May-Lewes Feribot hattını işletir. Bu idareye bağlı feribotlar ayrıca New Jersey'de Fort Mott ile Delaware'deki Fort Delaware ve Fort DuPont arasında da çalışırlar. Delaware Irmağı Liman İdaresi de Camden ve Philadelphia'daki Penn's Landing arasında feribotlar işletir. Hudson nehri üzerinde Belford, Jersey City, Hoboken ve Weehawken'da feribot terminalleri bulunur. Buralarla Manhattan arasında tarifeli feribot seferleri bulunmaktadır. Demokrat Parti'den Jon Corzine New Jersey valisi olarak görev yapmaktadır. New Jersey'de uygulanan anayasal sistem uyarınca eyalet valisi ABD'deki tüm eyalet valileri arasında en güçlülerden biri olarak öne çıkmaktadır. Bunun nedeni de eyalette seçimle gelen ve çok sayıda hükümet yetkilisini atama yetkisi bulunan tek kişinin vali olmasıdır. New Jersey anayasal sistemindeki bir gariplik sonucu valilik makamına vekalet ettikleri dönemlerde eyalet senatosu başkanlarının valinin şu anki siyasi erkinden daha da fazla güce sahip olmaları sıkça rastlanan bir durumdu. Bu vekiller hem valinin yetkilerini kullanabiliyor, hem de yasama erkinin yarısını oluşturan senatoyu da büyük ölçüde yönlendirebiliyorlardı. Bu duruma 2005 yılında referandumla kabul edilen bir anayasa değişikliği ile son verildi. Valinin konağı Princeton yakınlarında bulunan Drumthwacket'dır. New Jersey halen vali yardımcısı makamı bulunmayan az sayıda eyaletten biridir. Ancak 2005 yılındaki anayasa değişikliği ile bu makamın oluşturulması yoluna gidilmiştir. Bu değişiklik uyarınca 2010 yılı ocak ayında vali ile birlikte seçilen ilk vali yardımcısı da göreve başlayacaktır. Valiler dört yılda bir seçilir. 1947 yılında kabul edilen mevcut New Jersey eyalet anayasası iki kamaralı bir yasama organı kurmuştur. Üst kamara olan senato'nun 40 üyesi vardır. Alt kamara olan New Jersey Genel Meclisinin ise 80 üyesi bulunmaktadır. Eyaletteki 40 yasama bölgesinden her biri bir senatör ve iki meclis üyesi seçer. Meclis üyeleri tek sayılı yıllarda iki yıllığına seçilirlerken eyalet senatörleri 1, 3 ya da 7 ile biten yıllarda 2 ya da 4 yıllığına seçilirler. New Jersey Eyalet Anayasa Mahkemesi bir Başkan ile altı (6) üyeden oluşur. Başkan ve üyelerin tümü vali tarafından eyalet senatosu üyelerinin çoğunun görüşü ve oluru alınarak atanır. Hakimler yedi yıllık bir ilk atama döneminden sonra 70 yaşlarına kadar görev yapabilecekleri ikinci bir atama ile görevlerine devam edebilirler. New Jersey'deki yargı faaliyetlerinin çoğunluğu şehir mahkemelerinde yürütülür. Buralarda görülen davalar trafik cezaları, basit suçlar ve medeni konuları kapsar. Daha ciddi suç ve hukuk davaları her ilçenin kendi yüksek mahkemesinde görülür ve orada yargılanır. New Jersey, 13'ü koloni döneminde oluşturulmuş 21 ilçeye ayrılmaktadır. Eyalet topraklarının tümü 1692'de ilçelere ayrılmış, daha sonra oluşturulan ilçeler de mevcut ilçelerin bölünmesi ile meydana getirilmiştir. Eyalette ayrıca 566 yerleşimde belediye örgütlenmesi bulunmaktadır. New Jersey ülkenin batı ve güneyindeki eyaletlerin aksine eyalet topraklarının tümü belediyelerin mücavir alanlarına ayrılmış bulunmaktadır. New Jersey adına Megas XLR yazılmıştır. Oklahoma Oklahoma (Çerokice: "Asgaya gigageyi" / ᎠᏍᎦᏯ ᎩᎦᎨᏱ; ya da ᎣᎦᎳᎰᎹ ("òɡàlàhoma"), Pavnice: "Uukuhuúwa", Cayuga: "Gahnawiyoˀgeh"), ABD'nin merkezi güney bölgesinde yer alan eyaleti. Oklahoma, 50 ABD eyaleti arasındaki en geniş 20. ve en kalabalık 28. eyalettir. Eyaletin adı Çoktav dilinde "kızıl millet" anlamına gelen "okla" ve "humma" kelimelerinden türetilmiştir. Eyaletin en büyük şehri ve başkenti Oklahoma City'dir. Bölgede 15 bin yıl kadar önce Clovis ve Folsom Yerlilerinin yaşadığına ilişkin kanıtlar ortaya çıkarılmıştır. MS 500-1300 arasında çömlek, dokuma, heykel ve metal eşya yapımı alanında altın çağını yaşayan bölge Francisco Vásquez de Coronado'nun 1541'de bölgeye düzenlediği keşif seferleriyle beraber bir gerileme dönemine girdi. Bölge uzun yıllar İspanyol yönetimi altında kaldıktan sonra 1800'de Fransızların eline geçti. 1803'te Louisiana Alımı çerçevesinde ABD'ye bağlandı. 1828'de ABD Kongresi'nde alınan bir kararla Yerlilere ayrıldı. Amerikan İç Savaşı başlangıcında Beş Uygar Kabile'nin Güney eyâletleriyle bir dizi antlaşma imzalamaları üzerine 1865'ten sonra federal hükümet bölgeye daha fazla müdahalede bulunmaya başladı. 1880'e gelindiğinde Yerli Toprakları olarak anılan bu bölgeye 60'tan fazla Yerli kabilesi yerleşmişti. 1889'da Kongre kararıyla Yerli Topraklarının bir bölümü beyazların yerleşimine açıldı. 1907'de Yerli Toprakları'nın geri kalan bölümünün Oklahoma topraklarına katılmasıyla oluşturulan Oklahoma Eyâleti ABD'nin 46. eyâleti oldu. 19 Nisan 1995'te eyaletin başkenti Oklahoma City'de bir kamu binasına yönelik olarak bombalı saldırı düzenlendi. 168 kişinin ölümü ve 800'ün üzerinde yaralanmayla sonuçlanan olayın 11 Eylül saldırılarından sonra ABD toprakları üzerinde gerçekleşmiş en büyük ikinci terörist eylem olduğu iddia edildiyse de sonraları bu olayın da 11 Eylül gibi derin şüpheler bırakan delillerle birlikte kapatıldığını söyleyen uzmanlar da vardır. ABD'nin en büyük coğrafi oluşumlarından üçü kısmen eyâlet sınırları içinde kalır. Doğudaki İç Dağlık Bölge, güneydeki Kıyı Düzlüğü ve eyâletin geri kalan kesiminde uzanan İç Alçak Bölge. Kuzeybatıdaki engebeli Ozark Platosu () güzel manzaralarıyla dikkat çeker. Eyâletin kuzey ve orta kesimlerinin sularını toplayan Red Irmağı() aynı zamanda eyâletin güney sınırını çizer. Nüfus olarak ABD'nin 27. büyük eyâleti olan Oklahoma ülkenin en kalabalık yerli nüfusuna sahip ikinci eyaletidir. Amerikan Yerlileri nüfusun % 11.3'ünü oluşturur. Etnik dağılım; Beyazlar % 82,2, Siyahlar % 8,55 ve Asyalılar % 1,9 (2005). Oklahoma City şehrinin takımı Oklahoma City Thunder NBA basketbol liginde mücadele etmektedir. Oregon Oregon, ABD'nin eyaletlerinden birisidir. Pasifik kıyısında yer alan eyalet, kuzeyde Washington, güneyde Kaliforniya ve Nevada, doğuda ise Idaho ile komşudur. Columbia nehri kuzey, Snake nehri ise doğu sınırlarının büyük bir kısmını oluşturmaktadır. Willamette nehri vadisi, eyaletin en yüksek nüfus yoğunluğuna sahip olan ve en yüksek tarımsal üretimin yapıldığı bölgesidir. Oregon'un doğu-batı yönündeki azami uzunluğu 636 km, kuzey-güney yönündeki azami genişliği 475 kilometredir. 254.810 kilometrekarelik yüzölçümüyle dokuzuncu en büyük eyalettir. En yüksek noktası 3.429 metre yükseklikteki Hood Dağı, en düşük noktası deniz seviyesindeki Büyük Okyanus kıyısıdır. Ortalama rakımı 1.006 metredir. Eyaletin güneyindeki Krater Gölü Ulusal Parkı tek ulusal parkı olup ABD'nin en derin gölü olan Krater Gölü'ne ev sahipliği yapmaktadır. Eyaletin %46'sı ormanlarla kaplı olup bu ormanların %60'ı federal yönetimin mülküdür. Özellikle Cascade Sıradağları'nın batısında ormanlar yoğunlaşır; bu bölgenin yaklaşık %80'i ormanlıktır. Kıta
ABD'sinde en çok kereste üreten eyalet Oregon'dur. Öte yandan eyaletin güneybatısı Yüksek Çöl adı verilen bir çölle kaplıdır. New Hampshire New Hampshire, Amerika Birleşik Devletleri'nin 50 eyaletinden biridir. Avrupa'dan gelen göçmenler ilk defa 1623 yılında buraya yerleştiler. New Hampshire, 4 Temmuz 1776 tarihinde Bağımsızlık Bildirgesi'yle bağımsızlıklarını ilan ederek Amerika Birleşik Devletleri'nin çekirdeğini oluşturan ilk Onüç Koloni'den biri oldu. Eyalet, ABD'nin kuzeydoğusunda New England bölgesinde yer alır. Nüfus ve yüzölçüm bakımında Amerika Birleşik Devletleri'nin en küçük 10 eyaletinden biridir. En büyük şehri olan Manchester'in bile nüfusu sadece 100.000 civarında kalır. New Hampshire'in kuzeyinde Amerika Birleşik Devletleri'nin Kanada sınırı, güneyinde Massachusetts eyaleti, batısında Vermont eyaleti ve doğusunda Maine eyaleti yer alır. Eyalet güneydoğu köşesinde Atlas Okyanusu kenarında bulunan 29 kilometrelik bir kıyı şeridine sahiptir. Bu kıyı şeridinde Portsmouth ve Hampton Beach gibi şirin turistik kasabalar yer alırlar. Eyaletin en büyük nehirleri Merrimack Nehri ve Connecticut Nehri'dir. New Hampshire'da bulunan Beyaz Dağlar denilen dağ sırası Amerika Birleşik Devletleri'nin kuzeydoğusundaki en yüksek dağ olan 2000 metreye yakın yükseklikteki Washington Dağı'nı barındırır. New Hampshire eyaleti Amerika Birleşik Devletleri başkanlık seçimlerinin ilk aşaması olan ön seçimleri ilk yapan eyalettir. Her 4 yılda bir yapılan bu ön seçimler sırasında bütün ABD'nin gözleri New Hampshire'a çevrilir. Bütün büyük partilerin başkan adayları bu dönemde seçim kampanyalarını New Hampshire eyaletinde odaklaştırırlar. Küçük bir eyalet olduğu için bütün seçmenler, başkan adaylarıyla yüz yüze tanışma olanağına sahiptirler. Bu sürece bazen "perakende siyaset" adı verilir. Bu süreç sonunda başarılı olan adayların prestiji o kadar yükselir ki, o adayların ülke çapında başarılı olmaları şansına çok yüksek gözüyle bakılır. Nevada Nevada, Amerika Birleşik Devletleri'nin Batı, Dağlık Batı ve Güneybatı bölgelerinde bulunan bir eyaletidir. Komşuları batıda Kaliforniya, kuzeybatıda Oregon, kuzeydoğuda İdaho, doğuda Utah ve güneydoğuda Arizona eyaletleridir. Nevada ABD'de 7. en büyük, 35. en kalabalık ve 9. en düşük nüfus yoğunluğuna sahip eyalettir. Nüfusun üçte ikisi 3 büyük şehrin birleşiminden oluşan Las Vegas metropolitan bölgesinde yaşar. Başkenti Carson City'dir ve en büyük kenti Amerika Birleşik Devletleri ve dünyanın kumar merkezlerinden olan Las Vegas'tır. Nevada'nın büyük kısmını Great Basin bölgesinin güney kısmında yer alan geniş çöl ve yarı kurak alanlar kapsamaktadır. Mojave çölü, Tahoe gölü ve Sierra Nevada dağları bu bölgede yer alırlar. Eyaletin yaklaşık %86'si çeşitli sebeplerle (askeri ve sivil olarak) Birleşik Devletler'in malıdır. Eyalet ismini İspanyolca'da "karla kaplı dağlar" anlamına gelen Sierra Nevada Dağları'ndan almıştır. Bölgede daha önceleri yerli Paiute, Shoshone ve Washoe kabileleri yaşamaktaydı. İspanyollar bu bölgeyi İspanya adına kontrol altına aldılar ve Alta California ismiyle Meksika bağımsızlık savaşına kadar ellerinde tuttular. 1848 yılında Birleşik Devletler'in zaferiyle sonuçlanan Meksika-Amerika savaşı sonrasında Nevada, Birleşik Devletler'e geçti ve 1850 yılında Utah bölgesinin bir parçası oldu. 1859 yılında Comstock Lode'da keşfedilen gümüş madeni bölgede bir nüfus patlamasına yol açtı ve Utah bölgesinden ayrılması için bir neden oluşturdu. Nevada, 31 Ekim 1864 günü ABD'nin 36. eyaleti olmuştur. 20 yüzyılda yasal hale gelen kumar, gay evliliği ve boşanma kanunları Nevada'yı önemli bir turizm merkezi haline getirdi. Turizm sektörü ve dünyanın en büyük 4. altın üreticisi olan madencilik sektörü bölgenin en önemli iş kaynaklarını oluşturmaktadır. Nevada, gümüş madeninin tarihi ve ekonomik değerinden ötürü "Gümüş Eyalet" (Silver State) olarak tanınır. Nevada ismi İspanyolcada "karla kaplı" anlamına gelir ve bölgedeki Sierra Nevada isimli sıradağlara verilmiş addır. Nevada'lılar Eyaletin ismini ikinci hecede bulunan a harfini İngilizcede "bad" kelimesindeki a harfinin söylenişi şekliyle telaffuz ederek söylerler. Bölge dışındaki çoğu insan ise bu harfi İngilizce "father" kelimesindeki a harfinin söylenişi şekliyle telaffuz eder.İkinci söyleniş şekli İspanyolca telaffuza daha yakın olmasına rağmen bölge halkı buna rağbet etmez. George W. Bush 2004 Başkanlık kampanyası sırasında böyle bir gaf yapmış ve sonrasında Reno-Sparks kongre merkezinde yaptığı bir konuşmada bunu düzelterek, "yine doğru söyleyemeyecek diye düşünmüştünüz değil mi" diyerek konuşmasına devam etmiştir. Nevada'ın neredeyse tamamı Basin and Range bölgesinde bulunur ve kuzey-güney hattında yer alan birçok sıradağ ile kesilmiştir. Bu sıradağların aralarıda endorheik (kapalı havzalar) vadiler barındırırlar. Eyaletin kuzey bölümü Great Basin bölgesindedir ve bu sebeple yumuşak çöl iklimi hakimdir. Bu iklim sebebiyle yazları yüksek sıcaklık kışlarıyla soğuk hava şartları yaşanır. Arizona muson şartlarının yarattığı nem bölgede ara sıra fırtınalara sebebiyet verir ve ayrıca pasifik fırtınaları nedeniyle bölgede kar yağışı olur. Bugüne dek kaydedilen en yüksek sıcaklık 29 Haziran 1994'te Laughlin'de kaydedilen 52 °C'dur (125 °F). Kaydedilen en düşük sıcaklık ise 1972 yılında kuzeydoğudaki San Jacinto'da kaydedilen -47 °C'dur (-52 °F) Humboldt Nehri kuzeydedir ve eyaleti boğu batı hattında keser ve Lovelock yakınlarındaki Humboldt Sink isimli kuru göl yatağına akar. Yer yer 4.000m yi aşan sıra dağlar yeşil ormanlarıyla birçok endemik türün yaşaması için uygun ortam oluşturur. Güneyde Mojave çölü bulunur ve Las Vegas şehri buraya kurulmuştur. Bölge kışın az yağış alır. Yükseklik genelde 1.200 m altındadır ve bu sıcak yaz günleri ile soğuk ve serin kış günleri yaşanmasına neden olur. Nevada ve Kaliforniya arasında 640 km uzunluğuyla ABD'deki en uzun dikey sınır vardır. Sınır Tahoe gölünden bağlar ve colorado nehrine kadar sürer. Las Vegas'ın hemen batısında bulunan Spring sıradağları eyaletin güney bölgesinde yer alır ve en büyük sıradağlardır. En alçak nokta ise Laughlin'nin güneyidir. 610m'nin üzerinde 172 nokta vardır ve bu dağlar ülkenin Alaska'dan sonra en dağlık bölgesi olmasına neden olur. Nevada Birleşik Devletler'in en kurak eyaletidir. Genellikle çöl ve yarı kurak iklim bölgelerinden oluşur ve bu sebeple yaz döneminde 52 °C'a ulaşan, kışın ise -46 °C'a düşen sıcaklık değerlerine rastlanır. Kuzey bölgelerde kış uzun ve oldukça soğuk geçerken güney bölgelerde kısa ve yumuşaktır. Eyaletin büyük bir kısmında çok az yağış görülür ve bu az yağış genellikle Sierra Nevada dağlarına (doğu ve kuzeydoğu yamaçlarına) düşer. Yıllık ortalama yağış miktarı yaklaşık 18 cm'dir. En fazla yağış alan bölgedeyse bu değer 100 cm'ye kadar ulaşır. Eyalette bugüne dek ölçülmüş en yüksek sıcaklık değeri 29 Haziran 1994'te Laughlin'de tespit edilmiş olup 52 °C'dur. En düşük sıcaklık ise 8 Ocak 1938'de San Jacinto'da kaydedilmiş olup -46 °C'dur. 52 °C'luk sıcaklık değeri Birleşik Devletler'de şimdiye dek ölçülmüş olan en yüksek 3. değer olup Kaliforniya ( 57 °C) ve Arizona'nın (53 °C) ardından gelir. Eyalet 17 ilçeye (County) bölünmüştür. Yaklaşık 20 bin yıl önce yerleşime açıldığı bilinen bölgeye Avrupalılar ilk ayak bastıklarında burada Mohaveler, Payutlar, Şaşonlar ve Vaşolar yaşıyordu. Nevada, ABD ile Meksika arasında imzalanan Guadalupe Hidalgo Antlaşması'yla (1848) ABD'ye bırakıldı ve Utah bölgesine bağlandı. 1859'da Virginia şehri yakınlarındaki Comstock Lode'da bulunan gümüş damarıyla bölge hareketlendi. 2 Mart 1861 tarihinde bölge Utah bölgesinden ayrıldı ve Sierra Nevada dağlarından esinlenileren Nevada bölgesi adını aldı. 1864 başkanlık seçimlerinden 8 gün önce Nevada, Birleşik Devletler'in 36. Eyaleti olarak birliğe dahil oldu. Eyalet olma işlemleri iç savaş esnasında kongrede etkin olan Cumhuriyetçiler tarafından, Abraham Lincoln'un tekrar başkan seçilmesini sağlayabilmek amacıyla süratle tamamlandı ve bu sayede ekonomisi madenciliğe dayanan Nevada'nın, endüstriye dayalı ekonomiye sahip birlikle bütünleşmesi sağlandı. Nevada Birleşik Devletler'e eyalet olarak kabul edildikten sonra sınırları büyüyen 2 eyaletten birisidir. Eyalet bugünkü güney sınırlarına 5 Mayıs 1866'da Arizona bölgesinin Pah-Ute ilçesinin bir kısmını dahil ederek ulaşmıştır. Bu sınır değişikliği, altın reservleri keşfedilince bölgede nüfus artışını sağlayabilmek için yapıldı. Bu bölge günümüzdeki Clark ilçesini kapsamaktadır. 1868 yılında ile yine sınırlar büyümüş ve batı Utah bölgesinden bir kısım eyalete dahil edilmiştir. Bu değişikliğe sebep ise bölgede Mormon hakimiyetini engellemektir. Madencilik Nevada ekonomisine uzun yıllar hakim oldu ve büyük zenginliğe sebebiyet verdi. Bu konuyu Mark Twain Nevada'da yaşadığı sıralarda kaleme aldığı "Roughing it" adı kitabında da ele almıştır. Bu zenginliğe rağmen nüfus 19. yüzyıl sonlarında gerilemeye başladı fakat 1900 yılında Tonopah sonrasında Goldfield ve Rhyolite'de keşfedilen yeni gümüş yatakları nüfusun tekrar artış trendine geçmesini sağlamıştır. Kumar sektörü 20. yüzyıl başlarında oluşan ekonomik durgunluk ortamında Las Vegas şehrinin kurulmasına ve gelişmesine büyük destek oldu. 1909 yılında ülke genelinde anti-kumar karşıtlarının örgütlenmesi neticesinde kumar yasadışı ilan edildi fakat Nevada'nın madencilik kasabalarında yaygın olarak yasadışı olarak oynanmaya devam etti. Büyük buhran döneminde madencilik ve tarım sektörlerindeki büyük düşüşler sebebiyle Nevada kumarı 19 Mart 1931tarihinde yasal bir düzenlemeyle serbest hale getirdi. Vali Fred B. Balzar'ın atmış olduğu bu imza ile eyalet aynı zamanda ülkenin en kolay boşanma yasalarına sahip eyaleti haline geldi. Las Vegas şehrinin 105 kilometre kuzeydoğusu 11 Ocak 1951 tarihinde Nevada Test Alanı adıyla nükleer silahların test edildiği alan olarak ilan edildi. Bu alan yaklaşık 3.500km2 olup çöl ve dağlık alandan oluşmaktadır. İlk test 27 Ocak 1951 tarihinde Franchman Flat'ta patlatılan 1 kilotonluk bir TNT bombasıyla
yapılmıştır. En son yapılmış atmosferik test 17 temmuz 1962 ve en son yapılmış yeraltı testi ise 23 Eylül 1992'de gerçekleşmiştir. Bölge halen Birleşik Devletler'in en yoğun nükleer silaha sahip bölgesidir. Eyaletin %80'den fazlası Birleşik Devletler'e aittir. Bunun sebebi Nevada genelinde hakim olan çöl ikliminin büyük çiftlik oluşumlarına olanak vermemesidir. Bu sebeple ilk yerleşimciler çiftliklerini bir su kaynağının yanına kurmuşlar ve hayvanlarını bitişikteki kamuya ait olan ama sulak olmayan alanlarda otlatmışlardır. Bu sistem halen sürdürülmektedir. Birleşik Devletler Nüfus Bürosunun 1 Temmuz 2011 tahminlerine göre eyalette yaklaşık 2.723.322 kişi yaşamaktadır ve 2010 yılına kıyasla %0.84 lük bir nüfus artışı olmuştur. Nüfus 2007 yılıyla kıyaslandığında %3.5, 2000 yılıyla kıyaslandığında ise %20.8 artış göstermiştir. Artış rakamları doğal artışlar ve göç düşünülerek verilmiştir. 10 yıllık dönemde eyalete ülke dışından 66.098 kişi, ülke içerisinden ise 270.945 kişi göç etmiştir. 2006 verilerine göre Nevada Ülkede en yüksek nüfus artışına sahip 8. eyalettir Nüfus yoğun olarak güneydeki Nye ilçesinde bulunmaktadır. İlçe sınırları içerisinde yer alan Pahrump kasabası 1980-2010 yılları arasında büyük bir nüfus artışı yaşadı. Kasabanın 2010 nüfus verisi 36.441'dir. Las Vegas ise ABD'nin 1960-2000 yılları arasında en yüksek nüfus artışı yaşanan şehri ve bölgesi olmuştur. 1900'lü yılların başlarında 100 kişinin yaşadığı bir kanyon olan şehir 1950 yılında 10.000, 1970 yılında ise 100.000 kişilik nüfusa ulaşmıştır. 1940'lar dan 2003 yılına kadar Nevada Birleşik Devletler'in % olarak en fazla nüfus artışı yaşanan eyaleti oldu. 1990-2000 yılları arasında ülke nüfusundaki %13.1'lik artışa karşın Eyalette %66.3 lük bir nüfus artışı yaşanmıştır. Nüfusun 2/3 den fazla kısmı içerisinde Las Vegas şehrinide barındıran Clark ilçesinde yaşamaktadır. Kırsal bölgede bulunan Mesquite, Mercury ve Searchlight kasabalarındaki nüfus artışlarıda kayda değerdir. Eyalette nüfusun ufak bir kısmı kırsal alanda yaşamaktadır fakat bu yerleşim yerlerinde büyük şehirlere nazaran kültürel olarak büyük farklar göze çarpar. Kırsal alanlarda yaşayan halk büyük şehirlerin aksine yaşadıkları bölgenin yerlileridir. Irk ve etnisite olarak daha az çeşitlidir. Bu bölgelerde madencilik ön plana çıkmakta ve turizm önemini yitirmektedir. 2010 nüfus tahminlerine etnik nüfus dağılımı ; %66,2 Beyaz (%54,1 İspanik olmayan beyaz), %8,1 Afroamerikan, %1,2 Amerikan ve Alaska Yerlisi, %7,2 Asyalı, %0,6 Hawai ve pasifik yerlisi, %4,7 2 veya daha fazla ırktan melez şeklindedir. İspanik ve Latin kokenli herhangi bir ırka dahil nüfus %26,5'dir. 1970 yılında İspanik olmayan Beyaz nüfusun oranı %88'di. 2009 yılında Nevada halkının köken dağılımı ise şu şekildeydi : %20.8 Meksikalı, %13,3 Alman, %10 İrlandalı, %9,2 İngiliz, %6,3 İtalyan, %3,8 Amerikalı, %1,4 Norveçli, %1,4 İsveçli, %0,8 Danimarkalı, %33 Diğer. Nevada çok geniş bir etnik çeşitliliğe evsahipliği yapmaktadır. Las Vegas ve Reno şehirleri çok çeşitli bir toplum yapısına sahiptirler. Nevada Birleşik Devletler'de hatırı sayılır bir Bask nüfusuna sahiptir. Douglas, Mineral ve Pershing'de Meksikalı nüfus çoğunluğu vardır ve bu nedenle Clark İlçesi 200.000 Meksika kökenli Amerikalı'ya evsahipliği yapmaktadır. Nye ve Humboldt ilçelerinde Alman kökenli nüfus, Washoe İlçesinde İrlanda kökenli nüfus göze çarpmaktadır. Las Vegas'ta son yıllarda İskandinav, İtalyan, Polonyalı, Yunan, Ermeni ve İspanyol nüfusta büyük artış kaydedilmektedir. Yaşayan Siyah Amerikalı nüfus eyalete son dönemlerde Kaliforniya, Ortabatı ve doğu sahillerinden göçmüştür. Genellikle 1850 Altına Hücum döneminde bölgeye yerleşmiş Çinli bir nüfus bulunmaktadır. 19. yüzyıl sonlarında çiftliklerde çalışmak için gelen birkaç yüz Japon halen varlıklarını sürdürmektedirler. 20 yüzyılın sonlarında Las Vegas'a Çin, Japonya, Kore, Filipinler'den göç alınmıştır. Göç dalgası günümüzde Hindistan ve Vietnam'dan devam etmektedir. Filipin kökenli Amerikalılar Eyaletteki en yüksek Asya kökenli nüfusu oluşturmaktadır. (113.000 kişi - tüm Asyalı nüfusun %56.5'ini, genel nüfusun %4.3'ü) 2000 nüfus sayımına göre 5 yaşın üzerindeki nüfusun %16,19'u evde İspanyolca, %1,59'u Filipince, %1'i Çince konuşmaktadır. 2010 nüfus sayımına göre Eyalet nüfusunun %6,9'u 5 yaş altı, %24,6'sı 18 yaş altı, %12'si ise 65 yaş üstüdür. Bayanlar toplam nüfusun %49.5'ini oluşturmaktadır. Las Vegas 1990-2010 aralığında Turizm ve Kumar sektörü sebebiyle Asyalı ve Latin Amerikalıların yoğun olarak iş aradıkları bölge olmuştur fakat tarım ve inşaat sektörleri halen en büyük işveren sektör konumundadır. 65 yaş üzeri ve 18 yaş altı nüfus halen Nevada'nın nüfusunun büyük kısmını oluşturmaktadır. Mormon, Katolik ve Evangelist nüfus yoğunluktadır ve yaş ortalamaları Ulusal ortalamaların altındadır. Eyalet bu sebeple diğer eyaletlere nazaran daha fazla doğum oranına sahiptir. Emekli Yahudiler tarafından Nevada yaşam için tercih edilmektedir. Eyaletteki başlıça dinlere dair dağılım aşağıdaki şekildedir. Roma Katolik - %27 Amerikan Protestan (Mainline) - %11 Evangelist Protestan - %13 Diğer Protestan - %2 Mormon - %11 Müslüman - %2 Yahudi - %1 Diğer Dinler - %3 Belirtmeyenler - %20 2000 yılı itibarıyla Roma Katolik Kilisesine 331.844 kişi, İsa Mesih'in Son Zaman Azizler Kilisesine ( Mormon) 116.925 kişi, Güney Baptis Birliğine ise 40.233 kayıtlıdır. Yahudi cemaatlerine kayıtlı 77.100 kişi bulunmaktadır. Ağustos 2011 belediye anketi sonuçlarına göre Nevada eyaleti nüfusunun %45'i eşcinsel evliliğin yasal olması, %44'ü yasal olmaması ve %11'i ise kararsız olduğu hakkında görüş bildirmiştir . Ülke genelinde Nevada ekonomisi ahlaksızlık üzerine kurulu düşüncesi yaygındır. Ekonomist dergisi 21 Ağustos 2010 tarihli sayısından bunu " Nevada madencilik ve günah üzerine kuruldu. Bu 100 yıl önce ödül avcılığı ve kolay boşanma yasalarıyla başladı ve devamında kumar ve fahişelikle devam etti" diyerek bu düşünceyi dile getirmiştir. Ekonomik analizler bürosu tahminlerine göre eyaletin 2010 yılı üretimi 126 Milyar Dolar seviyesindedir. Tatil yöreleri olan Las Vegas, Reno, Lake Tahoe ve Laughlin yerli ve yabancı turistlerin çekim merkezleridir. 2008 yılı verilerine göre 266 kumarhaneden 12 milyar dolar kumar geliri ve 13 milyar dolar kumar harici gelir kaydedildi. Eyalette kişi başına düşen gelir 2009 yılı itibarıyla 38.578 dolardır ve bu gelir eyaleti ABD içerisinde 19. sıraya yerleştirmektedir. Ağustos 2011 verilerine göre işsizlik %13.4 ile ülke genelindeki en yüksek orana ulaşmıştır. Sığır, saman, yonca, süt ürünleri, soğan ve patates önemli tarımsal ürünlerdir. Turizm, madencilik, makina, basın yayın, gıda ve elektrik ekipmanları ise önemli sanayi sektörleridir. Las Vegas ve Reno dışında madencilik ve sığır yetiştiriciliği en önemli ekonomik aktivitelerdir. Altın en yüksek gelir getiren madendir. 2004 yılında 190 ton altın çıkarılmış ve 2.84 milyar dolar gelir elde edilmiştir. Bu rakam 2004 yılında tüm dünya altın üretiminin %8.7'sine tekabül etmektedir. aynı yıl 290 ton gümüş çıkarılmış ve 69 milyon dolar kazanç elde edilmiştir. Eyalette ayrıca bakır, alçıtaşı, diotomit ve lityum çıkarılmaktadır. Zengin maden yataklarına rağmen madencilik yüksek maliyetler sebebiyle dünya pazarında fiyat açısından rekabet sıkıntıları yaşamaktadır. 2006 yılı rakamlarına göre eyalette 500.000 sığır ve 70.000 koyun bulunmaktadır. Hayvanlar yazları meralarda beslenmekte, kışları ise iklim şartları nedeniyle ilave yemlerle yetiştirilmektedir. Eyalet dışına besi için dana satışı yapılmaktadır. Ekilebilir arazinin %90'dan fazlasında (196.000 ha) hayvansal yem üretimi yapılır. Vergi oranları ilçeden ilçeye farklılık gösterir. En düşük vergi oranı %6.85 olup Elko, Esmeralda, Eureka, Humboldt ve Mineral ilçelerinde uygulanmaktadır. En yüksek vergi %8.1 ile Clark ilçesindedir. Vergi oranları Carson ilçesinde %7.475, Washoe ilçesinde ise %7.825'dir. Eyalet, ülkede kişi başına düşen otel odası sıralamasında 1. sıradadır. Amerikan Otel ve Konaklama Derneği verilerine göre eyalette 584 otelde (15 ve üzeri odaya sahip) toplam 187.301 oda vardır. Eyalet otel odası sıralamasında Kaliforniya, Teksas, Florida ve New York'u takip etmektedir fakat bu eyaletlerin nüfusları Nevada'nın çok üzerindedir. Nevada'da her 14 kişiye bir otel odası düşmektedir ve bu ülke ortalamasının (67) çok üzerindedir. Fahişelik, nüfusu 400.000'nin altında olan ilçelerde genelevlerde yapılma şartıyla yasaldır. Eyalette yaklaşık 300 kadın yasal olarak bu işi yapmaktadır. Fahişelik Clark ilçesinde (Las Vegas'ın bağlı olduğu ilçe) ve Washoe ilçesinde (Reno'nun bağlı olduğu ilçe) yasaktır. Eyaletteki büyük işverenler listesi. (2011 mali yılı 1. çeyrek itibarıyla) Nevada 2011 yılında kamusal alandaki çöp kirliliği ve bu alandaki çabaları sebebiyle ülkede sondan 3. sırada gösterilmiştir. (Amerika eyaletler çöp listesi) Amtrak Tren şirketinin Chicago-Emeryville hattında çalışan günlük California Zephyr treni ülkenin en büyük tren yolu hattı olan Union Pacific tren hattını kullanarak eyaletteki Elko, Winnemucca, Sparks ve Reno istasyonlarında hizmet vermektedir. Amtrak şirketi ayrıca otobüslerle tren istasyonlarına bağlantı hizmeti ağlamaktadır. Las Vegas şehrine yolcu taşımacılığı sunan bir tren şirketi yoktur. Bu şehre yapılan son servis Amtrak firmasının Desert Wind treniyle 1997 yılında yapılmıştır ve o tarihten beri Güney Kaliforniya istikametine bir yolcu treni seferi başlatabilme çabaları başarıya ulaşamamıştır. Eyaletin kuzeyinden ve güneyinden Union Pacific tren yolları geçmektedir. Greyhound Lines otobüs firması ise Otobüs taşımacılığı hizmeti sunmaktadır. Interstate 15 yolu eyaletin güneyinden Las Vegas'tan geçmektedir. Yine I-215 ve I-515 yollarıda bu güzergehta yer almaktadır. I-80 yolu eyaletin kuzeyinden geçer ve Utah'tan gelen Humboldt nehrini takip edip Reno üzerinden Kaliforniya'ya gider. Eyalette birçok ulusal otoyolda bulunur. Bunlar US 6, US 50, US 93, US 95 ve US 395 dir. Nevada Eyaletine ait birçok otoyol bulunur
. Eyalet bu yaygın yol ağına rağmen Birleşik Devletler'de en büyük iki şehri arasında direk otoyol bulunmayan nadir eyaletlerdendir. (Las Vegas-Reno) Nevada'da 3 römorklu kamyonların trafikte hareketleri serbesttir. Avustralya'da asfalt treni olarak adlandırılan bu kamyonlar Nevada'nın dağlık yapısı nedeniyle Avustralya'daki kadar uzun değillerdir. Las Vegas metropolitan bölgesinde toplu taşımacılık hizmeti veren RTC Transit firması vardır. Firma eyaletteki en büyük toplu ulaşım firmasıdır. Las Vegas'ta 6.4 km uzunluğuna raylı sistem ağı vardır. Bu ağ ile kumarhaneler, Kongre merkezi ve Havaalanı arasında ulaşım sağlanır. Birçok kumarhane kısa hatlarla diğer kumarhanelere raylı sistem taşımacılığı yapar. McCarran Uluslararası Havalimanı Las Vegas'ta, Reno-Tahoe Uluslararası Havalimanı ise Reno'da bulunur. Nevada Anayasayla tanımlı demokratik bir cumhuriyettir. Yürütme, Halk tarafından seçilmiş Vali ve yine seçilmiş hükümeti tarafından icra edilir. Yasama halk tarafından seçilmil Meclis ve Senato tarafından, yargı ise Yüksek Nevada Mahkemesi ve altında yar aran mahkemeler tarafından sürdürülür. Nevada valisi Eyalet Başkanlığı, Hükümet Başkanlığı ve Eyalet askeri kuvvetlerinin komutanlığı görevlerini üstlenir. Mevcut vali 3 Ocak 2011 tarihinde göreve seçilerek gelen Cumhuriyetçi Brian Sandoval'dır. Eyalette Yasama ikiye bölünmüştür. Meclis ve senato vardır. Meclis üyeleri 2 yıllığına, Senoto üyeleriyse 4 yıllığına iş başına gelirler. Nevada yüksek mahkemesi eyaletteki en üst mahkemedir. Yargı, Bölge mahkemeleri ( genel yargı yetkisine sahip), Adalet mahkemeleri ve Belediye mahkemeleri (sınırlı yargı yetkisine sahiptirler) arasında bölünmüştür. 1900'lü yılların başlarında gümüş madenciliğinin cazibesinin yitirilmesiyle birlikte kurak bir çöl olan Nevada'nın nüfusu Birleşik Devletler eyaletleri içerisinde en düşük nüfus halini almıştı. Sonrasında eyalet büyük bir ekonomik bağımsızlık ve patlamaya sahne oldu. Bu Kaliforniya eyaletinde yasak olan şeylerin eyalette yasal hale getirilmesiyle sağlandı. Kolay boşanma yasaları, kumar, bazı ilçelerde serbest olan fuhuş bunlardan bazılarıdır. Güney Nevada'daki yumuşak kış şartları sayesinde bölge bir cazibe merkezi halini aldı ve Ülkenin en hızlı gelişen eyaletlerinden biri oldu. Eyalet ülkede fuhuşun serbest olduğu tek eyalettir ve bazı ilçelerde genelevlerde lisanslı olarak yapılabilmektedir. Las Vegas, Reno ve Carson City şehirlerinin bulunduğu ilçelerde yasak olan fuhuş halk oylaması ile serbest bırakılabilir. Ülkede 1970 yılında yasalar değişti ve boşanma zorlaştırıldı. Eyalet zaten serbest olan kumar ve fuhuşa ülkedeki en rahat boşanma yasalarını da ekleyerek eyaleti ülkenin bir boşanma cenneti haline getirdi. Birleşik Devletler Yüksek Mahkemesi Nevada'da olan boşanmalarını ulusal düzeyde tanımaktadır. Eyalet ülkede en çok boşanmanın gerçekleştiği eyalettir. Nevada eyaletinde yasalar eyalete yeni yerleşimci ve işletme çekme amaçlı düzenlenmiştir. Eyalette gelir vegisi veya kurumlar vergisi toplanmamaktadır. Eyalette bu tip vergi toplanmadığı için bu tip bilgiler fereral hükümetle paylaşılmamaktadır. Eylatteki satış vergisi %6.85'dur. İlçeler halk oylaması veya yasama organlarının onayıyla bu oranın yükseltebilirler. Örneğin bu oran Clark ilçesinde %8.1'dir. Las Vegas çevresini içine alan Clark İlçesinde konaklama vergisi %12'dir. Las Vegas ve Henderseon şehirlerinde ise bu oran %13'dür. Apple gibi bazı şirketlerin vergi ödememe için Nevada'da yatırım şirketleri kurdukları iddia edilmektedir. Las Vegas ve Reno eyâletin kültür ve sanat merkezleridir. Nevada Üniversitesi'nin bu iki kentte de kampüsleri vardır. Eyâletin madencilik geleneğini yansıtan yerler arasında bugün terk edilmiş bir madencilik kasabası olan Virginia City ve Carson City'deki Darphane binası sayılabilir. Batı'daki madencilik kamplarının en ünlüsü olan Virginia City'nin bir bölümü günümüzde restore edilmiştir. Darphane binası ise bugün Nevada Eyâlet Müzesi olarak kullanılmaktadır. Ohio Ohio (okunuşu: "Ohayo"), ABD'nin eyaletlerinden birisidir. Amerika'da ilk trafik ışığı ve polis arabası uygulamasının kullanıldığı eyalettir. Başlıca şehirleri Cleveland, Columbus ve Cincinnati'dur. ABD'nin en büyük devlet üniversitelerinden biri olan Ohio State University buradadır. Ohio kelimesinin anlamı, Iroquois Kızılderili dilinde geniş veya güzel nehirdir. Ohio'nun eyalet bayrağı, İsviçre, Belçika, Vatikan ve Nepal'in bayrakları gibi dikdörtgen değildir. Wyoming Wyoming (), ABD'nin eyaletlerinden birisidir. Başkenti Cheyenne'dir. Wyoming'in yıllık ekonomik üretimi 27,4 milyar dolardır. ("2005 verileri") Bölgenin dağlık olmasına karşın tarım faaliyetleri geçmişten bugüne dek sürmektedir. Ayrıca doğalgaz, uranyum, kömür gibi doğal kaynakları mevcuttur. Wyoming Eyaleti 41° K ve 45° K boylamlarında ve 104°3' B and 111°3' B enlemlerinde yer alırve bir dörtgen şeklindedir. Wyoming doğal yer şekilleri yerine boylam ve enlemlerle sınırları oluşturulan üç eyaletten biridir. (diğerleri Utah ve Colorado'dur) Wyoming, Montana'nın güneyinde, Güney Dakota ve Nebraska'nın batısında, Colorado'nun kuzeyinde, Utah'ın kuzeydoğusunda ve Idaho'nun doğusunda yer alır. Wyoming ABD'nin alan olarak en büyük 10. eyaletidir. Eyalet 253,340 km²dir (97,814 mil kare) ve 23 countyden meydana gelir. Wyoming isimlendirilmiş 32 adaya sahiptir. Bu adaların çoğu Jackson Gölü ve Yellowstone Gölü'nde yer alırlar. Wyoming topraklarının %48'inden fazlası Amerika Birleşik Devletleri'nin yönetimine aittir. Wyoming'de genellikle step iklimi ve karasal iklim görülür. Amerika Birleşik Devletleri'nin genel iklimi ile karşılaştırılınca Wyoming'in iklimi daha kuru ve rüzgarlıdır. Yazın Wyoming temmuz ayı ile beraber en yüksek sıcaklıklara ulaşır ve sıcaklık genellikle 85 °F(29 °C) ve 95 °F (35 °C) arasındadır. Yükseklik arttıkça sıcaklık da düşer, 2.700 metrede (9.000 ft) sıcaklık 70 °F (21 °C)dır. Gece sıcaklığın hızlı düşmesi ile sıcaklık 50-60 °F'a ulaşır (10-16 °C). Kışları soğuktur fatak bazı bölgelerde Chinook Rüzgarları sayesinde hava çok daha sıcaktır. Bazen hava aşırı derecede soğur. Wyoming kurak bir eyalettir yıllık ortalama yağış miktarı 250 mm'dir (10 inç). Şu an Wyoming olarak bilinen bölgede geçmişte çeşitli Kızılderili halkları yaşamıştır. Arapaholar, Apsalokeler, Lakotalar ve Şoşoniler bu halklar arasındadırlar ancak Avrupalı kaşifler buraya geldiğinde, yalnızca birkaç kabile bölgede bulunuyordu. Bölge İspanyol İmparatorluğu'nun bir parçası iken 1848'de Meksika-Amerika Savaşı bittiğinde Birleşik Devletler'e devredilmiştir. 18. yüzyılın sonlarında Québec ve Montréal'den gelen Fransız-Kanadalı avcılar bölgeye gelmiştir. Bu avcılar arasında Téton, La Ramie, John Colter gibi isimler bulunmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri Sayım Bürosunun kayıtlarına göre Wyoming eyaletinin tahmini 2012 nüfusu 576,412'dir. Nüfus 2010 sayımına göre %2.3 artmıştır. . 2010 sayımına göre nüfusun ırksal dağılımı şöyledir: Etnik olarak nüfusun % 8.9'u Hispanik ya da Latin kökenlidir. Nüfusun % 26'sı Alman, % 16'sı İngiliz, %13.3'ü İrlandalı, % 6.5'i Amerikan, %4.3'ü Norveçli ve % 3.5'i İsveçlidir. Wyoming'te en büyük mezhep protestanlıktır. Dinsizler ve katolikler de nüfusta önemli yer tutar. Birleşik Devletler Ekonomi Analiz Bürosunun kayıtlarına göre Wyoming eyaletinin GSP değeri 38,4 milyar dolardır. Eyaletin ocak 2010 işsizlik oranı %7,6'dır. Wyoming eyaletinin ekonomi hücreleri diğer eyaletlerden çok farklıdır. Maden üretimi, seyahat ve turizm eyalet ekonomisinin temel taşlarıdır. Toprakların %50'si federal hükümete, %6'sı ise eyalet yönetimine aittir. Wyoming'deki 2001 maden üretimi vergiler dahil 6,7 milyar dolarlık bir değere sahiptir. Turizm sektörünün devlete katkısı ise 2 milyar dolardır. 2002 yılında 6 milyon kişi Wyoming'deki ulusal parkları ve anıtları ziyaret etmiştir. Eyaletin önemli turistik yerleri Yellowstone Ulusal Parkı,Grand Teton Ulusal Parkı, Independence Rock (Wyoming) ve Fossil Butte National Monument'dir. Yellowstone Ulusal Parkı yılda 3 milyon ziyaretçi alan ilk ulusal parktır. Wyoming'de önemli ölçüde çıkarılan madenler: kömür, doğal gaz, kömür gazı, petrol ve tronadır. Wyoming, Alaska'dan sonra kişi başına en çok kalkınma payı alan eyalettir. Bu pay ülke ortalamasının iki katıdır. Diğer eyaletler bu durumdan hoşlanmazlar. Wyoming Eyaleti satışlardan %4 vergi almaktadır. Countyler opsiyonel olarak fazladan %1 vergi alınma kararı verebilirler, ayrıca belirli amaçlar için %1 ek vergi de alabilirler. Gıda satışlarında vergi alınmaz. Countylerin %2 ile %5 arasında verdiği karara göre konakla için vergi alınır. Wyoming, eyalet içine ihraç edilen ürünlerden %5 vergi toplamaktadır. Wyoming'in en büyük havalimanı 500 çalışanı ile Jackson Hole Havalimanı'dır. Üç eyaletler arası otoban ve on üç Birleşik Devletler otobanı Wyoming'den geçmektedir. Ek olarak Wyoming eyalet karayolları sistemini barındırmaktadır. 25 numaralı eyaletler arası otoban Cheyenne'nin kuzeyinden geçer ve Cheyenne'de 80 numaralı eyaletlerarası otoban ile kesişir. 90 numaralı eyaletler arası otoban Casper şehrinden geçer ve Buffalo şehri yakınlarında son bulur. 14, 16, 18, 20, 26, 30, 85, 87, 89, 189, 191, 212, ve 287 numaralı Birleşik Devletler otobanları Wyoming'den geçmektedir. Ayrıca Wyoming kıta ABD'sinde olup da Amtrak tarafından hizmet verilmeyen iki eyaletten biridir (diğeri Güney Dakota). Wyoming eyaleti 23 countyden meydana gelir. Wyoming 98 belediyeden oluşur. 2008 istatistiklerine göre nüfusun %30,4'ü metropollerde yaşamaktadır. Eyalette devlet okulları devletin Wyoming hükümetinin atadığı kamu eğitim müfettişi tarafından yönetilir. Eğitim politikaları valinin atadığı dokuz üyeli bir kurul tarafından gerçekleştirilir. Müfredat ve ders kitapları eyalet tarafından belirlenir, federal hükümet ders içeriğine karışamaz. 2000 yılının yazına kadar işitme engelliler için çalışan bir okul bulunmaktaydı ve bu okul eyalet çapında öğrenci kabul etmekteydi. Eyalette dört senelik eğitim veren Wyoming Ünivesitesi bulunmaktedır.
Üniversite Laremie şehrinde yer alır. Eyalette iki yıllık eğitim veren yedi adet kolej bulunmaktadır. 2006 yılında yasa geçmeden önce var olan eğitim kurumları ile denk olmayan diplomalar birçok kurum tarafından verilmekteydi. 2006 yılında çıkan yasa ile bu kurumlar kapatıldı. Wyoming Free State Wyoming projesi için seçilen resmi eyalettir. Projenin amacı olduğunca özgür bir yaşam sağlamak ve tek bir devlet olma yolunda adım atmaktır. Eyalet, çöp ve enkaz temizlemede en iyi eyalet olarak seçilmiştir. Brokeback Dağı kitabı ve filmi büyük oranda burada oluşturulmasına rağmen, film de olaylar Kanada'nın Alberta eyaletinde geçmektedir. Wyoming eyaletinin tamamında yalnızca iki adet yürüyen merdiven bulunmaktadır. 'Heaven's Gate', (1980) Cennet Kapısı: Roller Skate Dance Youtube Tennessee "Bu madde Tennessee eyaleti hakkındadır. Diğer kullanımlar için, Tennessee (anlam ayrımı) sayfasına bakınız." Güney Bölgesi'nde bulunan Tennessee eyaletinde iklim oldukça ılımandır. Kış aylarında 5 dereceye kadar düşen sıcaklık ortalaması yaz aylarında 23 dereceye kadar çıkar. Amerikan tarihinin en büyük depremi Tennessee'nin kuzeybatısında 1811-1812 kışında meydana geldi, deprem sonucu iki göl oluştu. Sinema oyuncuları Morgan Freeman, Cybil Shepherd, şarkıcılar Aretha Franklin, Tina Turner ve 2000 Başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti adayı olan, eski başkan yardımcısı Al Gore Tennessee doğumlu ünlülerden bazılarıdır. Utah Utah, ABD'nin batı eyaletlerinden birisidir. 4 Ocak 1896'da Birleşik Devletler'e eklenen 45. eyalettir. ABD'nin 50 eyaletinin içerisinde büyüklük açısından 13. sırada, nüfus açısından 34. sırada ve nüfus yoğunluğu açısından 41. sırada yer almaktadır. Utah ismi bölgede yaşayan Amerikan yerli kabilesi olan "Ute"den türetilmiş ve Ute dilinde "Dağların halkı" anlamına gelmektedir Eyaleti NBA liginde Utah Jazz temsil etmektedir. ABD'deki mormonların en yoğun olarak yaşadığı eyalettir. Vermont Vermont, ABD'nin eyaletlerinden birisidir. Ülkenin kuzeydoğu kesiminde, New England bölgesinde yer alır. Güneyde Massachusetts, doğuda New Hampshire, batıda New York ve kuzeyde de Quebec'le çevrilidir. Vermont yöresinde önceleri avcılık ve balıkçılıkla geçinen Amerika Yerlileri yaşıyordu. Fransız kâşif Samuel de Champlain, 1609'da eyaletin kuzeybatı sınırındaki Champlain Gölünü buldu. Fransızlar 1666'da Isle La Motte'ta ilk sürekli Avrupalı yerleşimini kurdular. Hollandalı ve İngilizlerin de 18. yüzyılda yerleşimler kurdukları yöre 1763'te bütünüyle İngilizlerin denetimine girdi. New York ve New Hampshire'ın hak iddialarına karşın Vermontlular 1777'de bağımsız bir cumhuriyet kurdular. Vermont 1791'de 14. eyalet olarak ABD'ye katıldı. Daha sonra hızlı bir gelişme gösterdi, ama 1830'lardan sonra birçok kişi eyaletten ayrılarak ülkenin başka yerlerine göç etti. Amerikan İç Savaşı'nda (1861-1865) Vermont Pensilvanya'nın kuzeyinde çarpışmaya sahne olan tek eyaletti. Apalaş dağ sisteminin bir parçası olan Green Dağları, eyaletin neredeyse tamamını kaplar. Eyaletin en yüksek noktası olan Mansfield Dağının denizden yüksekliği 1.339 m'dir. Eyaletin yalnızca %15'i verimli, düz araziden oluşur. Irmakların çoğu Champlain Gölüne dökülür; bütünüyle eyalet içinde yer alan yaklaşık 400 göl vardır. İklim genelde soğuktur, daha sıcak olan güneyiyle, kuzey bölgeleri arasında bariz sıcaklık farklılıkları vardır. Kış aylarında sıcaklık -37 °C ya da altına düşebilir (en düşük sıcaklık -46 °C (1933) olarak saptanmıştır), yazın da sıcaklık 30 °C'nin üstüne çıkmaz. 2005 tahmini nüfusu 623.050 olan Vermont'ta, Beyazların toplam nüfus içindeki payı %98'dir. 50 ABD eyaleti arasında beyaz nüfusun en yoğun olduğu ikinci eyalettir. New England'ın İngiliz ve Protestan Yankee kültürünün uzantısı olmakla beraber, eyaletin kültür yaşamında zamanla öbür etnik gruplar; Fransızlar ya da Fransız kökenli Kanadalılar, İtalyanlar ve Polonyalılar da önem kazanmıştır. Mandıracılığın temel tarımsal etkinlik olduğu Vermont'ta, turizm en önemli ekonomik faaliyettir. Yazın orman ve dağları, kışın da çok sayıda kayak merkezi birçok ziyeretçiyi eyalete çeker. Turizmin ekonomik üretim içindeki payı %27'dir. Mermer, granit, asbest, akçaağaç şurubu üreticiliği ve arduvaz madenciliği de önem taşır. "Genel" "Devlet" "Harita ve demografik bilgiler" "Turizm ve eğlence" "Ticaret" "Kültür & tarih" "Online medya" Virginia Virginia, Amerika Birleşik Devletleri'nin Atlas Okyanusu sahilindeki eyaleti. ABD'nin eyaletleri arasında 8,5 milyon kişiyle nüfus açısından 12., yüzölçümü açısından 35. sırada gelir. Washington, DC'ye yakınlığından dolayı stratejik önemi yüksektir. CIA ve Pentagon'a ev sahipliği yapan eyaletin kodu VA'dır. Virginia eyaleti Amerika Birleşik Devletleri'nde en çok başkan (George Washington, Thomas Jefferson, James Madison, James Monroe, Woodrow Wilson, William Henry Harrison, John Tyler ve Zachary Taylor) çıkaran eyalet olduğundan dolayı, kendisine "Mother of Presidents" ("Başkanların Anası") ismi yakıştırılmıştır. İngilizler Virginia'yı sömürgeleştirdiğinde, şimdiki Virginia topraklarında Çeroki, Chesapeake, Chickahominy, Mattaponi, Meherrin, Moobs, Nansemond, Nottaway, Pamunkey, Povic, Powhatan, Occoneechee, Rappahannock, Saponite kabileleri ve diğerleri yaşıyordu. Kızılderililer büyük ölçüde konuştukları dile göre üç ana gruba ayrılmıştı: Kabilelerin çoğu Powathan Konfederasyonu'nda birleşmişlerdi. 1565 yılında bir İspanyol keşif seferi aşağı Chesapeake Körfezi bölgesine vardı ve burada Virginia Yarımadası üzerinde yaşayan yerlilerle karşılaştı. 17 yaşında bir Powathan delikanlısı, İspanyollarla gitmeyi kabul etti. Çocuk vaftiz edildi ve bakımını üstlenen kişinin Luis de Velasco olması nedeniyle Don Luis adı verildi. Don Luis, Meksiko ve Madrid'de eğitim gördü. 1570 sonbaharında Don Luis Cizvitler'e rehberlik etmek ve tercümanlık yapmak amacıyla Virginia'ya geri döndü. Fakat İspanyol gemisinden indikten kısa süre sonra Don Luis grubu terk etti, kabilesine döndü ve orada şef oldu. Bunu takip eden Şubat ayında Son Luis ve Powathan savaşçıları sekiz Cizvit misyonerini öldürdüler, giysilerini ve eşyalarını çaldılar. Bu saldırıdan sadece Alonzo adında bir hizmetçi çocuk kurtuldu. Alonzo Powathan'lardan kaçarak rakip bir kabileye sığındı ve bir diğer İspanyol ikmal gemisine binerek kurtuldu. Alonzo'nun hikâyesini dinleyen Florida'nın İspanyol valisi Pedro Menendez de Aviles, 1572'nin başlarında Virginia'ya bir misilleme saldırısı başlattı. İspanyollar Cizvitler'i öldürdüğüne inandıkları bazı Kızılderilileri yakaladılar ve astılar, ancak Don Luis'e ulaşamadılar. Bu olay, Virginia'daki İspanyol sömürgeleştirme çabalarının sonu oldu. Bazı tarihçiler Don Luis ile daha sonra Powhatan Konfederasyonu lideri olan Opechancanough'ın aynı kişi olduğunu öne sürerler. Opechancanough, Powhatan kabileleri tarafından konuşulan Algonquin Dilinde "Ruhu Beyaz Olan" demektir. 16. yüzyıl sonunda Birleşik Krallık Kuzey Amerika'yı sömürgeleştirmeye başladığında Kraliçe I. Elizabeth (asla evlenmediği için "Bakire (virjin) Kraliçe" lakabıyla anılıyordu), Sir Walter Raleigh'nin 1584'teki seferinde keşfedilen kıyılara "Virginia" adının verilmesini istedi. İsim daha sonra Güney Karolina'dan Maine'e kadar tüm kıyı için kullanılır oldu. Londra Virginia Şirketi ("London Virginia Company"), hisseleri borsada satılan bir şirket olarak 10 Nisan 1606'da yayımlanan beratla kuruldu. Berat, 34. enlemden (Kuzey Karolina) 45. enleme (yaklaşık Kanada sınırı) kadar olan alandaki toprak haklarını içeriyordu. Şirket, hemen bir yıl sonra, 1607'de Yeni Dünya'daki ilk İngiliz yerleşimi olan Jamestown'ı kurdu. Yerleşim, Kaptan Christopher Newport ve Kaptan John Smith tarafından kuruldu. 23 Mayıs 1609'da şirkete ikinci bir berat verildi. Şirketin sancak gemisinin sığınmak zorunda kaldığı Bermuda Adalarının ("Virgineola" olarak da bilinirler) kontrolü de Londra Virginia Şirketi'ne verildi. Bermuda 1614'e kadar Virginia'nın bir parçası olarak kaldı, bu tarihten sonraysa yönetimi Krallığa devredildi. Jamestown, Virginia sömürgesinin ilk başkentiydi. 1698'de hükümet binasının dördüncü kez yanmasına kadar da öyle kaldı. Bu yangından saonra sömürgenin merkezi Williamsburg'a taşındı. Restorasyon Döneminde Kral II. Charles Virginia'ya İngiliz İç Savaşı'nda tahta sadık kaldığı için ""dominyon"" unvanı verdi. Bu olay nedeniyle günümüzde eyaletin lakabı hâlâ "old dominion" (eski dominyon)'dur. Virginia daha çok yerleşimci çekmek için "kelle hakkı" sistemini kullandı. Buna göre yerleşen her ailenin kişi başına 20 hektar toprak hakkı oluyordu. Virginia, Philadelphia'daki Kıtasal Kongre'ye ("Continental Congress") 1774'ten itibaren delege göndermeye başladı. "Virginia Konvansiyonu", 12 Haziran 1776'da "Virginia Haklar Bildirgesi"'ni kabul etti. Bu belge, daha sonra ABD Bağımsızlık Bildirgesi'nı ve ABD Anayasası'nı etkiledi. 29 Haziran 1776'da Konvansiyon, Virginia'nın Britanya İmparatorluğu'ndan bağımsızlığını ilan etti. Patrick Henry yeni bağımsızlığına kavuşan eyaletin ilk valisi oldu, 1776'dan 1779'a ve sonra da 1784'ten 1786'ya kadar bu görevi yürüttü. 1780'da o sırada vali olan Thomas Jefferson'un uyarısı üzerine eyaletin başkenti İngilizlerin saldırısına karşı daha korunaklı olan Richmond'a taşındı. 1781'in sonbaharında Kıtasal Ordu ile Fransız kara ve deniz kuvvetlerinin ortak harekatı sonucu İngiliz kuvvetleri Yorktown Yarımadası'nda sıkıştırıldı. George Washington ve Fransız komutan Comte de Rochambeau komutasındaki birlikler General Cornwallis komutasındaki İngilizleri yenilgiye uğrattı. 19 Ekim 1781'de İngilizlerin teslim olmasıyla savaş sona erdi ve eski sömürgelerin bağımsızlığı tescil edildi. Buna karşın çatışmalar yer yer iki yıl daha devam etti. 1790'da hem Virginia hem de Maryland eyaletleri, Kolumbiya Bölgesi'nin kurulması için toprak verdiler. Ancak ABD Kongresi'nin 9 Temmuz 1846 tarihli bir kararıyla Potomac Nehri'nin güneyinde Virginia'dan alınan topraklar 1847'den itibaren Virginia'ya geri bırakıldı. Bu arazi, şu anda Arlington ilçesidir. Virginia, Abraham
Lincoln'ün Amerika Konfedere Devletleri'ne savaş ilanı üzerine ABD'den 17 Nisan 1861'de ayrıldı. Virginia Konfederasyon'a katılıncaya kadar kısa bir süre bağımsız bir devlet oldu. 8 Temmuz'da askeri birliklerini Konfederasyon emrine sundu. 19 Temmuz'da ise Konfedere Devletler Anayasası'nı onayladı. Virginia'nın katılımıyla Konfederasyon'un başkenti Montgomery, Alabama'dan Richmond, Virginia'ya taşındı. 1863'de, Amerikan İç Savaşı sırasında, eyaletin kuzeybatısındaki Birlik yanlısı 48 ilçe Virginia'dan ayrılarak Batı Virginia eyaletini kurdular. İç Savaş sırasında en çok çatışma Virginia topraklarında yaşandı. Bunlar arasında Birinci Manassas Savaşı, İkinci Manassas Savaşı, Yedi Gün Savaşları, Fredricksburg Savaşı ve Chancellorsville Savaşı sayılabilir. Virginia, İç Savaşın ardından 26 Ocak 1870'te ABD'ye yeniden katıldı. Tarih bölümü "İngilizce Vikipedi" Virginia Maddesi, 3 Eylül 2007, 21:14 sürümünden çevrilmiştir. Wisconsin Wisconsin, ABD'nin eyaletlerinden birisidir. Eyaletin adı Wisconsin Gölü'nden gelir. Eyalette 14,000 yıldır bu topraklarda yerleşik olarak yaşayan Kızılderililer kabileleri vardı. Eyalet beyaz Avrupalılar tarafından ilk defa 1644'te Fransız Jean Nicolet tarafından ziyaret edildi. Wisconsin arazileri 17. ve 18. yüzyıllarda arazilere tarım için yerleşip devamlı yaşanan hiçbir yerleşke kurmadan tuzak kurup "kürk hayvanı" avlayan genellikle Fransız asıllı beyaz tuzakçı avcılar tarafından kolonize edildi. Bu kürk hayvanı tuzakçıları daha önce Fransızlarca yerleşilen ve sonra Britanya tarafından savaşla işgal edilip Kanada kolonisi yapılan arazilerde yaşamaktaydılar ve Wisconsin arazilerine geçici olarak gelmekteydiler. 1763'te Fransızlar ile Kızılderililer arasında yapılan bir savaştan sonra Fransız tüccarlar bu arazilere yerleşip ticaret etmeye başladılar ve bunlardan ilk defa Charles de Langlade 1764'te devamlı olarak bu arazilerde yaşamaya başladı. İngiliz Amerikan koloniler mensupları da Wisconsin arazilerine önce tuzakçı avcı ve sonra ticaret için yerleşmeye başladılar. 1761'de Green Bay'i ele geçirdiler ve bu kenti bir yerleşke olarak geliştirmeye başladılar. 1763'te tüm Wisconsin araziler Green Bay adı ile İngiliz koloni toprakları olarak ilan ettiler. 1783'te Amerikan Bağımsızlık Savaşı sona erip ABD devleti kurulunca Wisconsin toprakları da ABD arazileri olarak ABD'ye ilhak edildi. Bu ABD idaresi döneminden bu arazilerde bulunan madenler, özellikle kurşun madenleri, yeni gelip bu arazilere gelen beyaz koloniciler tarafından işletilmeye başlandı ve bu madencilik sektörü, eski tuzakçı kürk hayvanı avcılık sektöründen çok daha önemli, ana ekonomi sektörü oldu. Bu madencilerin Wisconsin arazilerine açtıkları kurşun madeni ocakları porsuk hayvanı yuvalarına benzemekteydi. Bundan sonra bu arazilere ve günümüzde bile Wisconsin arazilerine "Porsuk Eyaletı (Badger State)" adı miras kaldı. Bundan sonra dışarıdan gelen beyaz madenci yerleşiciler bu arazilerde yaşayan Kızılderili kabileleri ve yerli Kızılderilileri imha edip geride kalanları bu arazilerden uzaklaştırıp onların arazilerine yerleşmek için 1827'de "Winnebago Savaşı" ve 1832'de "Black Hawk Savaşı" adı verdikleri gayet haksız ve saldırgan bir şekilde savaşlara giriştiler. Beyaz ırktan olup göçerek buraya yerleşen sayısı özellikle ABD doğusunda Hudson Nehri'ni Büyük Göller'e bağlayan Erie Kanalı açıldıktan sonra gittikçe arttı. 20 Nisan 1836'da ABD Kongresi'nden geçen bir kanunla bu araziler, bir ABD eyaleti olmada bir son etap sayılan, "Wisconsin Topraklar (Wisconsin Territories)" olarak kabul edildi. 29 Mayıs 1848 tarihinde Kongre'nin çıkardığı bir kanunla Wisconsin ABD eyaletlerinden biri olarak ilan edildi. Wisconsin ABD'nin Ortabatı eyaletleri ve Büyük Göller bölgelerindedir. Eyaletin batısında Minnesota eyaleti; güneybatısında Iowa eyaleti; güneyinde Illinois eyaletı; kuzeybatısında Michigan eyaleti; doğusunda Michigan Gölü ve kuzeyinde Superior Gölü bulunur. En büyük şehri Michagan Gölü'nün batı kıyısında konumlanmış Milwaukee'dir. Başkenti Madison'dur. Wisconsin eyaleti 72 county'ye bölünmüştür. Wisconsin'in çeşitli değişik coğrafi alanları bulunmaktadır. Kuzeyde "Northern Highland" Platosu ve batıda "Western Uplands" Platosu eyaletin yüksek rakımlı alanlardandır Bunların arasında eyaletin batısından Michigan Golü sahillerine kadar uzanan "Central Plains" ovalarının bir kısmı bulunur. Wisconsin'in Büyük Goller kenarında bulunan gol sahillerinin uzunluğu, Michigan eyaletinin Büyük Goller sahillerinin uzunluğundan sonra ikinci sahil uzunluk sırasındadır. Wisconsin eyaletin önemli bir kısmı ılıman-yazlı nemli kıtasal iklim (Koppen sınıflandırmasına göre DFb) bölgesindedir. Yalnız eyaletin güney ve güneybatı bölgeleri sıcak-yazlı nemli karasal iklim (Koppen sınıfladırması Dfa) bölgeleri olarak nitelendirilmektedir. Eyaletin tümünde gözlemlenen en yüksek ısı 13 Temmuz 1936'da Wisconsin Dells gözlem mevkiinde 46 °C olmuştur. Wisconsin eyaletinin tümünde gözlemlenen en düşük ısı ise Couderay köyünde 2-4 Şubat 1996'da gözlemlenen −48 °C olmuştur. Wisconsin eyaleti kış aylarında epeyce kar yağışına sahne olmaktadır. Ortalama olarak eyaletin güneyinde yıllık ortalama kar yağışı 110 cm ve Superior Gölü ve civarında "kar kemeri" adı verilen arazilerde ise yıllık ortalama kar yağışı 410 cm olmaktadır. ABD Nüfus Bürosu tahminlerine göre 1 Temmuz 2015'te Wisconsin eyaletinin nüfusu 5,771,337 kişi olup bu nüfus eyaletinin nüfusunun 2010 Nüfus Sayımı'na göre %1.48 yıllık artış gösterdiğine işaret etmektedir. 2010 yılı itibarıyla Wisconsin eyaleti gayrisafi eyalet hasılası 248.3 milyar dolar olup bu eyaleti ABD eyaletleri arasında 21. sıraya koymaktadır. Wisconsin ekonomisinin gyrisafi hasılası içinde önemli iktisadi sektörler başında "sanayi üretimi", "tarım üretimi" ve "sağlık bakım hizmetleri" gelmektedir. Wisconsin eyaltınden sanayi üretimi hasılasının değeri 2008 itibarıyla 48.9 milyar dolar olması nedeniyle ABD eyaletleri arasında sanayi gayrisafi eyalet hasılası itibarıyla Wisconsin 3. sıradadır. Wisconsin eyaletinde 2008'de kişi başına düşen yıllık şahsi medyan gelir $35,239 idi. 2011 dördüncü üç aylık verilere göre Wisconsin eyaletinde en büyük istihdam sağlayan kurumlar ve şirketler şöyle sıralandırılmaklardır: Ekonomi alanında eyalette büyük bir gelişim 1973 yılında ABD Merkez Bankası'nın merkezinin Milwaukee şehrine açılmasıyla olmuştur. Wisconsin eyaletinde en önemli tarıma dayalı sanayiler süt ve sütlü mamuller üretimidir. Wisconsin eyaleti inek sütu üretimi bakımından ABD'de Kaliforniya'dan sonra 2. sırayı almakta; kişi başına süt üretimi için Kaliforniya ve Vermount eyaletlerinden sonra 3. sırada bulunmaktadır. Eyalet ABD içinde en önemli peynir üreticisi eyalettir ve ABD'de üretilen peynirin 1/4i Wisconsin'da yapılmaktadır. Wisconsin ABD'de üretilen tereyağının 1/4ini üretmekte ve terayağı üreten eyaletler arasında 2. sırayı almaktadır. Wisconsin'da üretilen önemli tarim ürünleri arasında "silaj yani hayvan yemi olarak mısır", ginseng, "mercani (cranberries)", "taze yeşil fasulye" (hepsinde 1. sırada); yulaf, patates, [[havuç, [[vişne]], [[akçaağaç şurubu]], ve konserve etme ve dondurulmak için taze tane mısır gelmektedir. Wisconsin'de bazı ABD'de tanınmış markaları olan besin maddeleri üretici şirketlerinin üretim ve idare merkezleri bulunmaktadır. Bunlar arasında Oscar Mayer, Tombstone dondurulmuş pizza, Johnsonville "bratwurst sosisi" ve Usinger "sosisi" gelmektedir. Kraft Foods şirketi eyalette 5,000 kadar işçi istihdam etmektedir. Milwaukee ABD'de [[bira]] üretiminde 2. sırayı almaktadır ve bu şehir ABD'de önemli bira markaları olan Schlitz, Blatz ve Pabst bira markalarını üretmektedir. Bu bira markalarını ureten şirket olan "Miller Biracılık Şirketi", "Coors Biracılık Şirketi" ile birleşmeden önce, Milwaukee idare merkezli bir şirketti. Wisconsin eyaletinde çok geniş alanlarda ve nispeten büyük ölçekte olarak ürün üreten sanayi üretim sektörüne üretim merkezliği yapmaktadır. Bu sanayiler çoğunlukla ulaştırma sektöründe ve sermaye malları sektöründe bulunmaktadır. Wisconsin'da önemli sanayi üretim merkezi bulunan şirketler arasında şunlar kayda değerdir: Kohler Company; Mercury Marine; Rockwell Automation; Johnson Controls; John Deere; Briggs & Stratton; Milwaukee Electric Tool Company; Caterpillar Inc.; Joy Global; Oshkosh Corporation; Harley-Davidson; Case IH; S. C. Johnson & Son; Ashley Furniture; Ariens; ve Evinrude Outboard Motors. Wisconsin eyaletinde, özellikle paketleme için kullanılan, kağıt ve kağıttan ürünler önemli bir sanayi alanıdır. Bu sektörde bulunan Wiscondin şirketleri SC Johnson & Co., ve Diversey Inc. isimlidir. Wisconsin'da bulunan "Fox Nehri" aşağı mecrası kıyılarında Winnebagoo Gölü'nden [[Green Bay]] kentine kadar uzanan 63 km'de 24 tane kağıt fabrikası bulunmaktadır. Sağlık bakımı için aletler üretimi ve software geliştirme eyalet ekonomisinde hızla gelişen bir sektördür ve bu sektörde önemli olan Wisconsin şirketleri arasında GE Healthcare, Epic Systems, TomoTherapy kayda değerdir. Yerli turizm Wisconsin için önemli bir sektördür ve eyalet ekonomik hasılası içinde turizm gelirleri 3. sırada bulunmaktadır. Wisconsin'da binlerce turist çeken görülecek yerler "Spring Green" yakınlarındaki "House on the Rock (Kaya üzerindeki Ev)", Baraboo'daki "Sirk Dünyasi Müzesi" ve Wisconsin Nehri "Dells (Küçük Vadiler)" ve yıllık festival olan "Summerfest" ve "EAA Oshkosh Havacılık Gösterisi"dir. Wisconsin'de bulunan göller kıyıları ve bu göllere akan ve yelkenliler ve motorlu botlarca kullanılabilinen akarsular bu çeşit su sporları için uzunca tatil için ve hafta sonu için gayet büyük sayıda turist çekmektedir. Wisconsin'da kömür, petrol ve doğal gaz üretilmemektedir. Eyalet içinde elektrik enerjisi çoğunlukla kömür santrallerinden elde edilmektedir ve eyalette doğal gaz ve nükleer santralleri de bulunmaktadır. Eyalet siyasi idarecileri çevresel sorunlara, ve özellikle çevreye zarar veren enerji üretimine karşı olanlara gayet antipatiktirler. Bunun için Wisconsin içinde güneşten ve rüzg
ardan elektrik üretimi açıkça ve gayet şiddetli olarak adeta yasaklanmıştır. Buna rağmen Wisconsin eyaletine komşu eyaletler olan Minnesota ve Iowa'dan getirilen (ve Wisconsin enerjisinin %10'unu sağlayan) elektrik bu çevresel sorunlara pozitif karşılık veren güneş ve rüzgar enerjisi kullanarak elde edilmektedir. [[Kategori:Wisconsin| ]] Kristoloji Kristoloji, Hristoloji veya "Mesih bilimi", Hristiyan teolojisisinin bir bölümüdür. İsa incelemeleri ile ilgili olsa da asıl alanı Mesihlik ve Mesihliğe dair konulardır, enkarnasyon "(vücut bulma)" ve diriliş gibi. Kristoloji İsa Mesih'in kimliği ve yaptıklarını inceleyen Hristiyan teolojisisinin bir dalıdır. Kristoloji çalışmasına başlamanın üç yolu vardır. İlki Yukarıdan Kristolojidir ve Mesih'in tanrısallığından yola çıkar. İkincisi aşağıdan Kristolojidir ve tarihteki Mesih'ten yola çıkar. Üçüncüsü geriden Kristolojidir ve Eski Ahit'teki Mesih'le ilgili yazılardan yola çıkar. Geriden Kristoloji'de kullanılan Eski Ahit metinlerinden ilki Yaratılış 3:15 ayetidir. Burada müjde ilk defa dile getirilir ve bu ayet İlkmüjde olarak da bilinir. Tanrı kadından doğan bir adamın kötülüğün başını ezeceği müjdesini verir. Diğer Eski Ahit pasajları arasında Yaratılış 12:1-3; Yaratılış 49:10 Yasa'nın Tekrarı 18:15; 2. Samuel 7:1-29; Mezmurlar'da birçok ayet; Yeşaya 7:14; Yeşaya 9:6-7; Yeşaya 52:13-53:12; Daniel 7:13-14; Mika 5:2 ayetleri sayılabilir. Yukarıdan Kristolojiye başlarken Yuhanna 1:1-18; Filipililer 2:5-11; Koloseliler 1:15-23; Koloseliler 2:9,10 ve İbraniler 1:1-4 ayetleri hayati önem taşır. Yuhanna 1: 1-18'de İsa Tanrı'nın Sözü (Logos) olarak betimlenir. Logos kelimesi hem Grekler hem Yahudiler hem de Helenistik Yahudiler için ciddi anlamlar taşıyan bir kelimedir. Grekler Logos'u tanrısal bilgelik anlamında kullanır. Yahudiler için Tanrı'nın düşüncesi, bilgeliğin kişileşmiş halidir. Helenistik Yahudiler için Logos yaratılışı mümkün kılandır. Yuhanna Mesih'in Tanrı'nın görünümü olduğunu söyler. Eksiksiz ve tam olarak insan, aynı zamanda eksiksiz ve tam olarak Tanrı olduğunu belirtir. Filipililer 2:5-11 İsa'nın Tanrı olduğunu, ama alçakgönüllü bir biçimde insan biçimini aldığını söyler. Koloseliler 1:15-23 ayetlerinde İsa'nın Tanrılığı güçlü bir biçimde dile getirilir. İsa'nın Tanrılığı, sonsuz varlığı ve evreni onun yarattığı vurgulanır. Koloseliler 2:9'da İsa'nın tam olarak Tanrı olduğu, Tanrı'nın tüm doluluğuyla onda bedensel olarak varolduğu yazılır. İbraniler 1:1-4'te İsa'nın tanrısallığı ve Tanrı'nın Oğlu olarak üstünlüğü belirtilir, o sadece bir peygamber değildir. Bu ayetlere göre evrenin yaratıcısı ve yaratılışı ayakta tutan İsa'dır. Günah nedeniyle düşen evrenin Tanrısal Kurtarıcısıdır. Tanrısal karakteriyle görünmez Tanrı'nın görünümüdür. İsa hem Eski Ahit’te hem de Yeni Ahit’te Tanrı olarak resmedilir. Filipililer 2:5-11’deki biçim (form ) kelimesi farklı anlaşılmalara yol açabilir. Günümüzde form deyince genellikle görünüş anlaşılır. Ancak bunun nedeni materialist bir dünya görüşüne sahip oluşumuzdur. Örneğin Epikür felsefesinde, ve özellikle Ocham’ın nominalizminde evrensel kavramlar yoktur, sadece bireyler gerçektir. Böylece metafizik kavramlar yok sayılarak sadece fiziksel bireyleri içeren bir dünya görüşü ortaya koyulur. "(Örneğin masa kavramı yoktur, sadece tek tek masalar vardır. Bu yüzden masa kavramının bilgisine ulaşılamaz, sadece tek tek masalar incelenebilir.)" Ancak varlığı sadece maddeden ibaret saymak tek alternatif değildir. Örneğin Aristo gerçekliğin formlar olduğunu söyler (masa kavramı). Tek tek şeyler (mutfağımdaki masa) sadece bu genel formlara katıldıkları sürece gerçekliğe kavuşurlar. Şeylerin özü formlardır. Bu yüzden bu ayetteki form görünüş olarak değil, öz olarak anlaşılmalıdır. Katil balina Katil balina ("Orcinus orca"), Orka olarak da bilinir, okyanus yunusları ailesinin en iri üyesidir. Yayılım genişliği olarak dünyada en yaygın ikinci memelidir (insanlardan sonra) ve tüm okyanuslarda bulunur. Çok yönlü bir yırtıcıdır ve balık, deniz kaplumbağası, kuş, fok, köpek balıkları ve hatta diğer genç ve küçük yunusları yer. Bu şekilde deniz besin zincirinin en üst noktasındadır. Katil balina ayrıca diğer balinalara özellikle gri balinalara da saldırır. "Katil balina" adı hayvanın muhteşem ve korkusuz bir deniz memelisi olarak ününü yansıtır. Günümüzde Orka balina olarak görülmez (daha geniş anlamda tüm Cetacean'ların balina olduğu gerçeği dışında) ve insanlar için tehlikeli değildir. Doğada Orka'nın bir insana saldırısı kaydedilmemiştir. Bununla birlikte deniz parklarında tutsak olarak tutulan Orkaların terbiyecilerine saldırdıklarına dair raporlar vardır. “Orka” adı bu hayvanlara ilk olarak antik Romalılar tarafından verilmiştir. Büyük olasılıkla Yunanca ὄρυξ sözcüğünden ödünç alınmıştır. Bu sözcük (diğer şeylerin yanında) bir tür balina için kullanılmaktaydı. “Katil balina” adı İngilizce'de geniş olarak kullanılmaktadır. Ancak 1960'lardan itibaren “orka”nın türün adı olarak kullanımının popülaritesi düzenli olarak artmıştır ve şu anda bu alandaki insanlar arasında geleneksel olarak kullanılan “katil balina”dan daha popülerdir. Değişikliğin birden fazla nedeni vardır. İlk olarak gerçekte “yunus” olan bir türün adında “balina” sözcüğünün geçmesi karışıklık yaratmaktadır. İkinci olarak tür diğer Avrupa dillerinin çoğunda “orka” olarak kullanılmaktadır. Hayvanların ayırdedici özellikleri olarak sırtı siyah, göğüs ve yanları beyazdır. Göz üstlerinde ve arkasında da beyaz lekeler bulunmaktadır. Gövdeleri ağır ve tıknazdır ve büyük bir sırt yüzgeçlerine sahiplerdir. Sırt yüzgeçlerinin arkasında koyu gri bir leke bulunur. Erkeklerin uzunlukları 9,5 m'ye kadar olabilir ve ağırlıkları 6 tondan fazladır. Dişileri daha 1000 kg küçüktür; en fazla 8.5 m uzunluğunda olurlar ve ağırlıkları yaklaşık 5 tondur. Yavru katil balinalar doğduklarında 180 kg'dır ve uzunlukları yaklaşık 2,4 m'dir. Çoğu yunustan farklı olarak katil balina'nın kuyruk yüzgeci büyük ve yuvarlaktır; diğer yunus türlerinden farklı olarak kısa bir küreğe benzer. Yaklaşık 1,8 m'lik sırt yüzgeci dişilerinkinden daha uzundur ve uzatılmış ikizkenar bir üçgene benzer. Dişilerin sırt yüzgeci ise daha kısadır ve tırpan şeklindedir. Bu yüzgeçlerdeki çentik, kesik ve sıyrıklar her bir yüzgeçin ayırdedici özelliklerine ek olarak bilim insanlarına katil balinaları birey olarak tanımalarına yardımcı olur. Büyük erkek katil balinaların özellikleri çok ayırdedicidir ve diğer deniz yaratıklarıyla karıştırılmaları gibi bir olasılık yoktur. Ilıman sularda uzaktan görüldüklerinde dişiler ve gençler Yalancı Katil Balina ya da Risso Yunusu gibi diğer türlerle karıştırılabilirler.Ayrıca sırtlarındaki keser belirgin bir şekilde dik ve uzundur. Katil balinalar insandan sonra dünyada ikinci en yaygın memelidir. Tüm okyanuslarda ve Akdeniz ve Umman Denizi dahil çoğu denizlerde (cetacean'lar için olağan dışı olarak) bulunurlar. Bununla birlikte daha düşük ısı ve kutup bölgelerini tercih ederler. Bazen derin sularda görülmekle birlikte, genellikle kıyısal alanları açık okyanuslara tercih ederler. Katil balinalar özellikle Kanada'nın Alaska'ya doğru kıvrıldığı güneydoğu Büyük Okyanus havzasında, İzlanda kıyılarında ve kuzey Norveç kıyılarında yoğun olarak bulunur. Düzenli olarak Antarktika sularında buz kütlesinin yakınlarında görülürler ve buz kütlesinin altında belugalar gibi hava ceplerinde nefes alarak yaşama tehlikesini göze aldıklarına inanılır. Kuzey Kutbu’nda, bununla birlikte, kışın nadiren görülürler ve buz kütlesine yaklaşmazlar. Yazın bu suları ziyaret etmezler.Sırtındaki delik ise ağzına kaçtığı suyu dışarı atmayı sağlar... Katil balinaların karmaşık bir toplumsal gruplaşma yapısı vardır. Temel birim anaerkil ailedir ve aile reisi olarak tek bir dişi (reis anne) ile onun soyunu içerir: reis annenin oğul ve kızları ile o kızların oğul ve kızları da soyun üyeleri olurken, oğulların kız ve oğlan yavruları ise kendi annelerinin üyesi olduğu anaerkil aileye dahil olur. Bu yapı aile ağacı boyunca devam eder. Dişiler doksan yıla kadar yaşayabildikleri için, dört ya da beş nesil katil balinanın aynı ailede yaşıyor olması olağandır. Anaerkil aileler uzun yıllar boyunca oldukça kalıcıdır: bireyler aileden çiftleşmek ya da yiyecek aramak için sadece birkaç saatliğine ve her seferinde birer birey olarak ayrılırlar. Bir aileden bir bireyin kalıcı olarak dışlanması şimdiye kadar kaydedilmemiştir. Kuzeydoğu Büyük Okyanus'ta kaydedilmiş ortalama anaerkil aile büyüklüğü dokuz hayvandır. Anaerkil aileler, ortalama 18 hayvandan oluşan ve "sürü ("pod")" olarak adlandırılabilecek daha büyük aile grupları olarak bir araya gelme eğilimi gösterirler. Bir sürü, yakın akraba olan anaerkil aile parçalarından oluşur ve sürünün bütün üyeleri aynı "aksan"a (bakınız: "Sesleniş/Şarkılar" bölümü) sahiptir. Ailelerin aksine sürüler, yiyecek aramak için her seferinde günler ya da haftalar boyu, sonra tekrar bir araya gelmek üzere, bölünebilirler. Kaydedilmiş en büyük sürü 49 hayvandan oluşur. Bir sonraki gruplaşma düzeyi "boy ("clan")" olarak adlandırılır. Bir boy, benzer aksana sahip sürülerden oluşur. Boy içindeki sürüler arasında, anne tarafından ortak kalıtıma sahip aile parçalarından oluşacak şekilde, yine akrabalık ilişkisi var gibi durmaktadır. Farklı boylar aynı coğrafi alanda yaşayabilir ve farklı boylardan sürülerin birlikte seyahat ettikleri sık sık kaydedilmiştir. Yerleşik sürüler bir boy olarak seyahat etmek için bir araya geldiklerinde, birbirlerine karışmadan önce iki yakın paralel çizgi halinde karşı karşıya gelerek birbirlerini selamlarlar. Şimdiye kadar bahsedilen oldukça doğal bölümlenmenin aksine, olasılıkla insanlarca ve gelişigüzel bir şekilde ortaya konmuş son gruplaşma katmanı ise "topluluk" olarak adlandırılır. Topluluklar, "düzenli olarak birbirleriyle karıştıkları görülen boyların kümesi" olarak, gevşek bir şekilde tanımlanır. Topluluklar belirgin aile ya da ses kalıpları göstermezler. Kuzeydoğu Büyük Okyanus'ta belirlenen üç katil balina topluluğu vardır: Tüm bu hiyerarşik
düzenlenmenin yerleşik gruplar için geçerli olduğu dikkate alınmalıdır. Memelilerle beslenen, geçici gruplar genellikle daha küçüktür ve onlar da anaerkil düzene dayansalar da böyle grupların erkeklerinin ayrılıp, tekil hayatlar sürmeleri olasılığı daha fazladır. Ancak, gevşek de olsa, geçici gruplar da aksanları ile tanımlanabilirler. Katil balinaların günlük davranışları genellikle dört etkinlikten oluşur: besin arama, yolculuk, dinlenme ve sosyalleşme. Katil balinalar sosyalleşme konusunda genellikle heveslidirler ve su üstüne sıçrama ("breaching"), gözlem duruşu/çıkışı ("spyhopping"), su yüzeyine kuyruk çarpma ("tail-slapping") ve baş aşağı durma ("head-stand") olarak adlandırılabilecek çeşitli davranış biçimleri sergilerler. Tüm üyeleri erkek olan gruplar, sıklıkla, sertleşmiş penisleri ile karşılıklı etkileşirler. Bu etkileşme tarzının bir oyunun parçası mı ya da bir baskınlık gösterisi mi olduğu bilinmemektedir. Kuzey Amerika kıyılarında incelenen 3 "çeşit" orka vardır: yerleşikler, geçici süreliler ve kıyıdan açıkta yüzenler. Yerleşik orkalar sadece balık yer, geçici süreliler fokları ve diğer balinaları (orkaların dışında) yerler. Kıyıdan uzakta yüzenlerin beslenmeleri konusunda fazla bilinen bir şey yoktur. Orkaların avladıları türler oldukça farklılık gösterir. Özel topluluklar potansiyel bir avı görmezden gelme pahasına tek bir türe odaklanma eğilimi gösterirler. Örneğin Norveç ve Grönland'daki bazı topluluklar özel olarak ringa balığı avlarlar ve her sonbaharda Norveç kıyılarında balığın göç yolunu izlerler. Bölgedeki diğer topluluklar fokları avlarlar. Orkalar, yedikleri besinler bu kadar farklılık gösteren tek memelidir. Yazılım yaması Yama, bilgisayar programlarında oluşan bir hatayı ya da programın içeriğindeki hatalı bir fonksiyonu düzelten bir programcıktır. Genelde bilgisayarlardaki en büyük güvenlik sorunlarından olan yazılım açıklarına müdahale amacıyla kullanılır. Yazılımlarda var olan açıkları kullanan kötü niyetli kişiler, bilgisayarlarda istedikleri kodları çalıştırabilirler. Çalıştırılan bu kodlar sayesinde bilgisayarda kapılar açıp kişisel bilgiler öğrenilebilir, donanımlarda hata oluşturup bilgisayarın yapısı bozulabilir. Verilerin içerikleri de değiştirilebilir. Yazılım firmaları, açıkları kötü niyetli insanlardan önce bulup, bunu gidermek için yama (patch) yayınlamaya çalışırlar. Her programda açık vardır ve olmaya devam edecektir. Önemli olan, açıkların üreticiler tarafından kısa sürede tespit edilmesi ve bunları giderici programların yani yamaların hızlı bir şekilde yayınlanmasıdır. Bunu da açık kaynak kodlu yazılımlar çok hızlı bir şekilde yapmaktadır. Programların yamalarının takip edilip ve yüklenmesi önemlidir. Programlardaki “update” veya “live update” kısımlarını aktif halde tutulmalıdır. Orfeon Oda Korosu Orfeon Oda Korosu, 1994 yılında, daha önce çeşitli çok sesli korolarda yer almış, birçok ulusal ve uluslararası festival ve yarışmalara katılmış, çok sesli koro müziği ile amatör olarak ilgilenen, değişik meslek gruplarındaki kişilerce oluşturulmuştur. Orfeon, erken dönem koral eserlerden çağdaş yapıtlara, türkülerden caza çeşitli dillerden ve coğrafyalardan geniş bir repertuvara sahiptir. Koro, yurt dışında Türk koral müziğini tanıtmanın yanı sıra, yurt içinde de düzenlediği çeşitli dinletilerle çok sesli koro müziğinin daha geniş kitlelere sunulmasını amaçlamaktadır. Orfeon, Haziran 1994'te çalışmalarına şef İbrahim Yazıcı ile başlamış ve faaliyetlerini Mayıs 1995-1999 tarihleri arasında şef Yiğit Aydın ile sürdürmüştür. Koro, Mayıs 1999'dan bu yana şef Elnara Kerimova ile çalışmaktadır. Türkiye, Macaristan, Romanya, İngiltere, Belçika, Avusturya, Kanada, Pakistan ve İsrail’de konserler vermiş olan Orfeon, katıldığı festival ve yarıþmalarda birçok ödül kazanmıştır. Orfeon'un özellikle 2002'de Kanada'da ve 1999'da İngiltere'de kazandığı birincilik ödülleri ile 2000 yılında Avusturya'daki Koro Olimpiyatları'nda elde ettiği dört gümüş madalya, uluslararası platformda Türk Koro Müziği'nin de sesinin duyurulmasında etken olmuştur. Kuruluşundan itibaren değişik projelerde yer alan koro, çeşitli illerde düzenlenen sanat etkinliklerine katılmanın yanı sıra, birçok yardım kuruluşu ve dernek için konserler vermiştir. 20. Uluslararası Hitit Festivali, 9. Kalite Kongresi, İş Sanat'ın Can Yücel anısına düzenlediği özel gece, Dışişleri Bakanlığı daveti ile Blackseafor anlaşması imza töreni, Belçika'da depremzedelere yardım amacı ile vermiş olduðu konserler, Orfeon'un aktivitelerinden bazılarıdır. 2002 yılında özel projeler içinde yer alan Orfeon şubat ayında The Swingle Singers ile beraber bir konser vermiş, Ward Swingle ile bir atölye çalışması yapmış ve "Swingle Singing" tekniklerini öğrenmiştir, Mayıs ayında ise 19. Uluslararası Ankara Müzik Festivali'nde sahne almış ve konser gelirini MEB Şura Salonu Yenileme Projesi'ne bağışlamıştır. Ankara Radyosu’nda çeşitli programlara konuk olmuş, kayıtlar yapmış ve 1998 yılında Nâzım Hikmet'in Yusuf ile Menofis adlı oyununun müziklerini de seslendirmiş olan koro, başarıları ve aktiviteleri ile görsel ve yazılı basında da yer almaktadır. Kurulduğu günden beri faaliyetlerini hiçbir kuruma bağlı olmaksızın gerçekleştiren Orfeon Oda Korosu'nun "Orfeon"(2001) ve "10"(2005) adında iki albümü bulunmaktadır. Kataliz Katalizör (Yunanca'dan κατάλυσις: çözülme), bir kimyasal tepkimenin aktivasyon enerjisini düşürerek tepkime hızını arttıran ve tepkime sonrasında kimyasal yapısında bir değişiklik meydana gelmeyen maddelerdir. Katalizörün tepkime üzerinde yaptığı bu değişikliğe kataliz denir. Kataliz olayı, katalizör ve reaktantlar aynı fazda ise homojen kataliz (ör: gaz-gaz, sıvı-sıvı, katı-katı), katalizör ve reaktantlar farklı fazda olduğunda ise heterojen kataliz olarak adlandırılır(ör: gaz-sıvı, sıvı-katı, katı-gaz). Heterojen kataliz mekanizmaları hala tam olarak aydınlatılmış değildir. Heterojen katalizör olarak en sık kullanılan katalizörler platin, osminyum, rodyum, rutenyum, paladyum gibi atom numarası büyük geçiş metallerinin kendileri veya kompleksleridir. Heterojen katalizde katalizörler küçük parçacıklar halinde tepkime ortamına konarak yüzey alanları büyütülür ve daha iyi bir tepkime verimi alınır. Organik sentezlerde homojen katalizör olarak sıklıkla asit ve bazlar kullanılır. Canlıların vücudunda bulunan enzimler de çok iyi birer katalizördürler. Patrik Patrik, Ortodoks Kilisesileri, Oriental Ortodoks Kiliseleri, Süryani Kilisesi ve diğer Doğu Kiliseleri'nde kilisenin başında bulunan en yüksek rütbeli piskopos. Yunanca'sı Πατριάρχης (Patriarchis) olan patrik kelimesi πάτερ "pater" (Peder) ve άρχων "archon" (lider) kelimelerinden türemiştir. Patriğin yetkileri sadece kendi patriklik bölgesiyle sınırlıdır. Papa'nın tersine kendi patriklik bölgesi dışında ve bağımsız kiliseler üzerinde karar yetkisi yoktur. Bu bakımdan her ülkenin Ortodoks kilisesi kendi Sinod'unu seçer ve kendi başpiskoposunca idare edilir. Ortodoksluk bu yönüyle Katoliklik'ten farklıdır. Dünya üzerinde Patrik unvanını taşıyan 21 başpiskopos bulunmaktadır bunlar: Uniat kiliselerin (kendi ayin düzenlerini korumakla beraber papaya bağlı olan) 9 kilise'nin başı da Patrik unvanını kullanırlar. Nesturi olarak da bilinen ve bir kısmı katolikliği benimseyip Keldani adını alan hıristiyanların eski inançlarını koruyan grubuna Asuri adı verilir ve bu kilisenin başı da Patrik unvanını taşır. Toplam 28 Patrik'ten İskenderiye ve Roma patrikleri kendileri için Papa unvanını da kullanır. Doğu Katolik Kiliseleri Hristiyanlıkta kendi ayin biçimlerini, dillerini koruyan ama Papa'nın otoritesini kabul eden Ortodoks ve Doğu Ortodoks kiliselerine Doğu Katolik Kiliseleri (veya Uniat Kiliseler) denir. Bu kiliseler, kendi inanç biçimlerini, ibadet biçimlerini ve ibadet dillerini korurlar ancak piskoposları Papa tarafından onaylanmak zorundadır. Uniat kiliselerdendir. Hardal Hardal, turpgiller (Brassicaceae) familyasından tohumları baharat olarak kullanılan sarı çiçekli otsu bir bitkidir. On kadar farklı türü olmasına karşın üç ana türü genelde baharat olarak bilinir ve kullanılır. Bunlar: Beyaz, siyah ve kırmızı hardaldır. Kırmızı hardal Hint hardalı olarak da adlandırılır. Türkiye'de hardal yaygın olarak kullanılan bir baharat değildir. Piyasada bulunabilecek hardal sosları genellikle yerli veya ithal Amerika tipi hardallardır. Siyah hardal ya da beyaz hardal bitkilerinin tohumları ya da bu tohumların öğütülmüş hali baharat olarak kullanılır. Keskin ve yakıcı bir tadı vardır. Sos olarak ve soslara sarımsı renk vermek için zerdeçal ile birlikte kullanılır. Bütün haldeki hardal tohumları turşu salamuralarında, et ve deniz ürünleri pişirmede kullanılabilir. Lahana turşusu ve yağlı salamuraları tatlandırmak için kullanılır. Hindistan'da tereyağında kızartılıp patlatılan tohumlar hoş kokuları ile garnitürlerde veya çeşni olarak yemeklerde kullanılır. Toz hardal da içeceklere ve fırında yapılan bazı yemeklere katılır. Kahverengi tohumlar köri hazırlamak için diğer baharatlarla karıştırılır. "Brassica juncea" türünden hardal yağı elde edilebilir. Toz hardal, ızgara sosları, fırınlanmış sebzeler ve yumurtalarda kullanılabilir. Tatlıdan acıya ve keskin kokuludan yumuşak tatlara kadar hardal sosları bulmak mümkündür. Et yemeklerinde, özellikle av etlerinden yapılan yemeklerde, yumurta ve sebzelerden yapılan salatalarda da hardal sosu kullanılabilir. Hardal tohumları bütün halde yemeklerde kullanılabilir. Toz hale getirilmiş tohumlar acı değildirler. Hardal tozları soğuk su ile karıştırıldığında; kükürt içeren glukozit ve hardal enzimleri kimyasal reaksiyona girerek karışım 10 dakika içinde acı ve keskin kokulu bir hal alır. Bu işlemde sıcak su kullanılmamalıdır, sıcak su hardalın yapısındaki enzimleri bozup yağını uçuracağından acılık ve keskin koku oluşmamasına neden olur. Hardal tozundaki bu reaksiyonu sona erdirmek için sirke, koruk suyu gibi asidik malzemeler kullanılabilir. Hardal sosları yapımındaki önemli nokta hangi anda reaksiyo
na son verilmesi gerektiğinin belirlenmesi deneyim gerektirir. Su ile reaksiyonunu tamamlayan hardal soslarına tatlandırıcı ve koku verici malzemeler (limon, sirke, bira, şarap, tuz vb.) ilave edilir. Hardal soslarına renklendirici olarak bazen zerdeçal (turmerik) da eklenebilir. Nota (müzik) Nota, müzikal sesleri simgeleyen işaretlerdir. Bir başka deyişle nota, müziği temel frekanslara verilen addır. Nota (veya not) sözcüğü, bir fikri daha sonra hatırlamak için işaretler ile bir yere o fikri temsil edecek biçimde yazmayı dökmeyi anlatır. Müzik notası da, bir sesi temsil etmek üzere dizek üstündeki yerine konulan bir işaret, bir kayıttır. Müziği yazılı olarak ifade etmede kullanılan her bir nota, müzikteki belli bir sese karşılık gelir. Notalar seslerin zaman içindeki uzunluğunu ve temel frekansını gösterirler. Yazıda kullanılan harflerin adları olduğu gibi, notaların da adları vardır. Notaları adlandırmak için iki temel sistem kullanılmıştır. Bu sistemlerden ilki daha çok Fransa, İtalya, İspanya ve Türkiye gibi Akdeniz ülkelerinde kullanılanı Aziz Iohanne Battista ilahisinin ilk hecelerinden isimlerini alan do-re-mi sistemidir. İkincisi ise İngiltere, Almanya gibi kuzey ülkelerinde kullanılan A-B-C sistemidir. Aşağıdaki grafik notaların farklı ülkelerde aldığı isimleri listeler. Notaların sembolleri parantez içinde gösterilmiştir. Ayrıca Almanca ve İngilizcedeki gösterim farkı kalın olarak işaretlenmiştir. İngilizce ve Felemenkçede gösterim aynı olmakla birlikte isimler farklıdır. Notaların dizek üzerindeki yerleri notaların frekanslarını ve notaların biçimleri de zamansal değerlerini belirtir. Notalar beş çizgili dizek üzerinde çizgilere ve aralıklara yazılırlar. Frekansları dizeğin sınırlarını aşan notalar ek çizgilerin üzerine ve bunların aralıklarına yazılırlar. Notaların süresi notaların yazıldığı ritmik değer ile belirlenir. Bu ritmik değerler kendi içlerinde orantılı bir hiyerarşiyle belirgindir. Bugün kullanılan yaygın nota sisteminde en uzun nota çift birliktir. Birlik nota bunun yarı değerindedir, ikilik nota birliğin yarı değerinde, dörtlük nota ikiliğin yarı değerinde, sekizlik nota dörtlüğün, onaltılık nota da sekizliğin yarı değerindedir. Bu yöntem ile altmışdörtlük değere kadar notalar yazılabilir. Müzik yazısında bu notalardan herhangi biri temel alınarak ona belirli bir süre atanır ve diğer bütün değerler ona oran ile zaman içine yerleşirler. Mesela dörtlük notaya bir saniyelik zaman birimini atanırsa dörtlük notanın iki katı olan ikilik nota iki saniye, yarısı değerinde olan sekizlik nota yarım saniye değerinde olacaktır. Bu notaların her birinin es karşılıkları da bulunur ve esler müzikteki sessizliği sembolize ederler. Nota değerleri gibi esler de çeşitli ve portedeki yerleri bazen farklıcadır. Birlik es, portede daima dördüncü çizginin altındadır. İkilik es, portede üçüncü çizgi üstüne konur. Dörtlük es, portenin ikinci çizgisi ile dördüncü çizgisi arasına yazılır. Yalnız, bunun alt ve üst kuyrukları aşağıdan birinci aralığın içine ve yukarıdan dördüncü aralığın içine biraz girmiş bulunur. Sekizlik, onaltılık ve otuzikilik eslerdeki çengelli uçlar üstten dizeğin üçüncü aralığına yazılırlar. Sekizlik esin bacağı portenin ikinci çizgisine, onaltılık bacağı birinci çizgiye, otuzikilik olanın bacağı da birinci çizginin az altına uzatılır. Altmışdörtlük este, çengelli uç dördüncü aralıkta olmak üzere, bacağı otuzikilik esinki kadar indirilir. Murat Matthew Erdem Murat Matthew Erdem, 1969 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin Montgomery kentinde doğdu. Müzikle ilgilenmeye Ankara Atatürk Anadolu Lisesi`nde başladı. "Distortion" adlı heavy metal grubu`nda solist olarak çalıştı. ODTÜ Gıda Mühendisliği'nde okudu, daha sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Bölümü`ne girdi ve mezun oldu. Bilgisayarla müzik konusuna üniversite yıllarında eğilmeye başladı. Bu esnada Ankara`daki birçok rock bar`da, Raining Cats and Dogs, Grup Anonim, Commercial, Blue Note, Yes Please gruplarıyla klavyeci ve vokalist olarak çalıştı. 1996 yılında İstanbul`a yerleşerek, önce Stüdyo Spectrum`da, daha sonra Istanbul Plak stüdyosunda ses mühendisliği yapmaya başladı. Birkaç sene sonra, İstanbul Plak`da Tarkan ve Ozan Çolakoğlu ile çalışmaya başladı. Bu arada birçok stüdyoda çalışmalarını sürdürdü. Birçok ünlü sanatçının çalışmalarına, mix, remix, kayıt, vokal yaparak imza attı. Fransa`nın Miravaille stüdyosunda, Los Angeles`da Pacifique stüdyosunda çalışmalar yaptı. 2001 yılından sonra Tarkan ve Nil Karaibrahimgil ile sahnede sampler ve pro tools kullanarak konserlerde çalmaya başladı. Uzun bir süre Sarı Ev stüdyosunda Ozan Çolakoğlu ile çalıştı. Murat Matthew Erdem, mix, remix ve aranje çalışmalarına, Pro Tools HD Accel 3 sistemi de kurduğu stüdyosunda devam etmekte. Biyolojik antropoloji Biyolojik antropoloji (ya da Fiziksel antropoloji), biyolojik evrim, kalıtım, uyum ve varyasyon, primat morfolojisi ve insan evrimine ilişkin fosil kayıtları inceleyen bir bilim dalıdır. On dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkan bu bilim dalının kurucusunun Paul Broca olduğu kabul edilmektedir. Primatoloji Primatoloji, primatları inceleyen bilim dalıdır. Bu bilim, insanı ("Homo sapiens") Homo genusunun bir üyesi olarak ele alan biyolojik antropolojinin yanı sıra biyoloji ile yakın ilişki içerisindedir. Limited şirket Limited şirket bir veya daha çok gerçek veya tüzel kişi tarafından bir ticaret unvanı altında kurulan ticaret şirketi. Limited şirketler, ticaret siciline tescil ile tüzel kişilik kazanırlar. Sermayesi belirli olup, bu sermaye esas sermaye paylarının toplamından oluşur (TK m. 573/1). TK m. 573/3'e göre limited şirket kanunen yasak olmayan her türlü ekonomik amaç ve konu için kurulabilir.Limited şirketler bankacılık ve sigortacılık yapamazlar. Sayısı anonim şirketlerden fazladır. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun Altıncı Kısım Birinci Bölüm hükümleri uyarınca tek ortaklı limited şirket kurmak mümkün hale gelmiştir. Ortak sayısı en fazla 50 olabilir. Ortakların sorumlulukları anonim şirketteki gibi sermayeleri ile sınırlıdır. Limited şirketler 10.000 TL esas sermaye ile kurulabilir ve ortakların koyacakları sermayenin en az 25 TL veya bunun katları olması gerekmektedir. Limited şirketin kanunen zorunlu olan iki organı vardır. Bunlar tüm limited şirket ortaklarından oluşan genel kurul ile esas sözleşmeyle belirlenen veya genel kurul kararıyla atanan müdür veya müdürlerden oluşan müdürler kuruludur. Tüm şirket ortaklarından oluşan genel kurulda, limited şirket ortakları şirket işlerine ilişkin haklarını kullanırlar. Olağan genel kurulun her yıl hesap döneminin sona ermesinden itibaren üç ay içinde yapılması gerekir. Genel kurulu, müdürler toplantıya çağırır. Gerektikçe genel kurul olağanüstü toplantıya çağrılabilir. Limited şirketin yönetim ve temsili, müdür sıfatını taşıyan bir veya birden fazla ortağa veya tüm ortaklara ya da üçüncü kişilere verilebilir. En azından bir ortağın, şirketi yönetim ve temsil yetkisinin bulunması gerekir. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu uyarınca tek kişi ortaklık kurulması mümkün olduğundan, bu tek kişi ortağın aynı zamanda müdür de olması şarttır. Tek kişi ortak dışında üçüncü şahısların da müdür olarak atanmaları mümkündür. Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanununun mükerrer 35 inci maddesi uyarınca amme alacaklarından dolayı limited şirketin müdürleri müteselsilen ve şahsi mal varlıklarıyla sorumludurlar. Otomatik Portakal (film) Otomatik Portakal, Anthony Burgess'in aynı adlı yapıtından uyarlanan 1971 yapımı 137 dk.'lık Amerikan filmi. Filmin yönetmeni Stanley Kubrick'tir. Britanya'da endüstri sonrası bir şehirdeki, ahlaki değerlerin birbirine karıştığı, iyi ve kötünün ayırt edilemez hale geldiği bir toplumda, gençlerden oluşan bir çetenin insanlara uyguladıkları şiddeti ve Alex üzerinden insan doğası ve toplumsal değerlerin çatışmasını konu eder. Bir holigan olan Alex (Malcolm McDowell) adlı gencin zaman geçirmek için üyesi olduğu sokak çetesi ile beraber işledikleri birçok suçtan sonra çete ile ayrılığa düşünce onlar tarafından ihbar edilmesini ve polis tarafından beyninin yıkanarak topluma kazandırılma metodu ve sonrasını anlatır. Olayları büyük bir ifade gücü ile o günlerden bugüne değişen dünya düzeni ve bu değişimin insanların üzerindeki farklı etkilerini, suça ve şiddete eğilimi ustaca yansıtmıştır. Film ve bu filme ait ögeler yarattığı etki ile popüler kültürdeki yerini almıştır. Gözleri Tamamen Kapalı Gözleri Tamamen Kapalı (Eyes Wide Shut), Arthur Schnitzler'in aynı adlı eserinden uyarlanan ve yönetmenliğini Stanley Kubrick'in yaptığı 1999 yapımı bir Hollywood filmidir. Film Stanley Kubrick'in son filmi olma özelliğini taşır. Psikanalist Arthur Schnitzler'in romanından uyarlanan psikanaliz ve cinselliği tema eden filmde Doktor Bill Harford (Tom Cruise), eşinin (Nicole Kidman) o güne dek gizlediği cinsel arzularını öğrenince, hayatında şüphe, korku ve cinsel keşiflerle dolu yeni bir sayfa açılır.Piyanist bir arkadaşı vasıtası ile katıldığı bir parti;uzun ve macera dolu bir gecede yaşanan kâbus dolu saatler anlatılmaktadır. Film 2,5 saat olmasına rağmen yönetmenin ustaca çizdiği kompozisyon sayesinde, evliliği, sadakati, scientologların hayatını ve cinselliği sürükleyici bir şekilde anlatarak seyircinin sorgulamasını sağlıyor. Spartaküs (film) Spartaküs (Spartacus), 1960 yılında Stanley Kubrick tarafından çekilmiş olan bir Hollywood filmidir. Köleliğin egemen sınıflara karşı ilk ayaklanışına, çağdaş ve modern bir yorum getiren filmde Spartacus (Kirk Douglas) Roma dönemininde yaşayan cesur bir gladyatördür ve davasında ona inanıp destekleyen Varinia ile bağımsızlıkları için verdikleri mücadele anlatılmaktadır. Spartaküs, bir savaşta Romalılara esir düşmüş, Roma’da köle olarak satılmıştı. Bir süre sonra sahibinden kaçmış ve kiralık asker olmuştu. Kiralık asker olduktan sonra bir gladyatör okulunun sahibine satılmış ve diğer kölelerle birlikte gladyatör olarak
yetiştirilmişti. Spartaküs, arkadaşlarına önce kaçmak, sonra da bir ayaklanma başlatmak fikrini kabul ettirmiştir. General Crassus'un meydan okumasıyla Spartacus özgürlük ve Roma İmparatorluğu'nun gücüyle yüzleşmek zorunda kalır. Filmin senaristi olan Dalton Trumbo Amerika'da o yıllarda hakim olan McCarthyci rüzgar sırasında 1947 yılında komünist olmakla suçlanmış, kara listeye alınmış ve hapis cezasına çarptırılmıştır. Kendisi gibi kara listedeki yazarlar takma isimler altında çalışmışlardır. Bu filmde Trumbo'nun gerçek ismi ilk kez yayınlanarak McCarthy'ci yasak delinmiştir. Bu yasağın delinmesinde Trumbo'nun isminin jenerikte yayınlanmasında ısrar eden Kirk Douglas'ın da büyük payı vardır. Aytaç Durak Aytaç Durak, (d. 1938 - Karaisalı, Adana) Türk siyasetçi. Eski Adana Büyükşehir Belediye Başkanı. 1938 yılında Adana'nın Karaisalı İlçesi'nde, bir tüccar ailenin altı çocuğundan ikincisi olarak dünyaya geldi. İlkokul öğrenimini Adana Gazipaşa İlkokulu'nda, ortaokulu Tepebağ Ortaokulu'nda, liseyi de Adana Erkek Lisesi'nde tamamladı. 1957 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık-Mühendislik Fakültesi, İnşaat Mühendisliği Bölümünü kazandı. Eğitiminin ardından 1963 yılında mezun oldu. Ardından çalışma hayatına atıldı ve 1963-1965 yılları arasında DSİ Adana İçme Suları Şefi, 1965-1968 yılları arasında YSE yani bugünkü adıyla Köy Hizmetleri Adana İl Müdürü olarak görev yaptı. Bu sıralarda evlendi. Askerliğini yedek subay olarak Ankara Mamak Muhabere Okulu'nda, kıta hizmetini ise Askeri Araştırma ve Geliştirme Dairesi (ARGE)'nde tamamlayarak terhis oldu ve memleketi Adana'ya döndü. Daha sonraları iki yüksek mühendis kardeşiyle ortak olarak, Adana' da 2000' in üzerinde konut yaptı. İnşaat Müteahitliği yaptığı dönemlerde aktif politikada da yer aldı. 1963-1980 yılları arasında Adalet Partisi'nden 4 dönem Belediye Meclis Üyeliği ve Adana Ticaret Odası Meclis üyeliklerinde bulundu. Durak, müteahhitliği döneminde 3 kez Adana Vergi Rekortmenleri arasında yer aldı. Birleşmiş Kentler ve Yerel Yönetimler Dünya Teşkilatı Dünya Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yaptı. 25 Mart 1984, 27 Mart 1994, 18 Nisan 1999, 28 Mart 2004 ve 29 Mart 2009 tarihinde yapılan yerel seçimlerde beş kez Adana Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevine seçildi. 2010 yılında Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı tarafından görevinden alındı. 2014 Mart ayında yapılan yerel seçimlerde Bağımsız olarak adaylığını koysa da, 4 Mart 2014 tarihinde yapmış olduğu açıklamayla MHP'den Başkan Adayı olan Hüseyin Sözlü lehine adaylıktan çekildi. Osilatör Osilatör (salıngaç), elektronik devrelerde, kare, testere ve üçgen elektrik sinyallerini veren elektronik düzenektir. Düşük frekans osilatörleri (LFO) 0.1Hz ile 10 Hz arasında dalgalar üretirler. Doğru akımdan, herhangi bir devreyi veya cihazı beslemek için yüksek güçte bir AC akımı oluşturan osilatorlere invertör adı verilir. Harmonik ve gevşemeli osilatörler olarak iki ceşittir. Osilatörler belli frekanslarda kare, sinüs, üçgen veya testere dişi biçiminde sinyal üretmeye yarayan, geribeslemeli amplifikatör (yükseltici) lerdir. Diğer bir deyişle kendi kendine sinyal üretebilen elektronik bir elemandır. Bir osilatör çıkış sinyalinden aldığı sinyali kendi sinyali yapan bir yükselticidir. Osilatör ilk çalıştırıldığında frekans belirleyici devredeki bir akım dalgası istenilen osilasyon frekansında devre karşısında bir gerilim indükler (elektrik akımı oluşturur). Bu gerilimin bir kısmı devre uçlarına tekrar uygulanır ve devrenin karşısında görülecek şekilde yükseltilir. Aynı işlem defalarca yapılarak istenilen seviyeye ulaşılmış olunur. Osilatörler televizyon, radyo, telsiz, AM alıcı ve vericiler, FM alıcı ve vericiler gibi sistemlerde; genel olarak elektronik haberleşme sistemlerinde ve otomasyon sistemlerinde yaygın biçimde kullanılmaktadır. Kullanım amacı üzerinde durmak gerekirse; komplike sistemlerde elemanlar görevlerini yerine getirebilmek için değişik tipte sinyallere ihtiyaç duyarlar, örneğin bir mikrodenetleyicinin yazılmış olan programı yürütebilmesi için bir kare dalga (clock darbesi) sinyal ile tetiklenmesi gerekmektedir. Yani en genel ifadeyle osilatörde amaç istenilen yerde istenilen miktarda ve istenilen türden sinyalin üretilmesini sağlamak ve elemanların ihtiyaçlarını gidermektir. Harmonik osilatör, sinüzoid dalgalar üretir. Harmonik osilatörleri oluşturmanın çeşitli şekilleri vardır. Bunlar; Genelde kare veya testere dişi gibi, sinüs olmayan dalga şekilleri üretmek için kullanılır. Bu tip osilatörler, bir kapasitörü periyodik olarak deşarj eden transistor gibi doğrusal olmayan bir eleman kullanir. Bu tip osilatörler mikroişlemci ve benzeri lojik sistemlerde saat sinyali üretmede kullanılır. Amalgam Amalgam (Arapça "al-malgam" = merhem), çok kuvvetli çözme özelliğine sahip olan civanın, metaller ile yaptığı karışım (alaşım). Sıvı civa, birçok metali, özellikle bakır, gümüş, altın ve alkalimetalleri (lityum, sodyum, potasyum, vb.) çözer. Amalgam; katı, yumuşak veya sıvı olabilir. Civa, bazı metal olmayan maddeler ile de amalgam verir. Amalgamın sertliği ve yumuşaklığı ilave edilen metalin miktarına bağlıdır. Amalgamın en belirgin özelliği; içlerinde çözünmüş olan metalin aktifliğinin azalmasıdır. Mesela, su ile çok şiddetli reaksiyon veren sodyum, amalgamda oldukça yavaş reaksiyon verir. Gümüş amalgamı diş hekimliğinde dolgu maddesi olarak kullanılır. Yine kalay amalgamı eskiden ayna yapımında kullanılırdı. Metalurjide, çeşitli metaller amalgam yapılarak ayrılır. Kimyasal reaksiyonlarda amalgam, katalizör olarak kullanılır. Amalgamların çoğu ısıtılınca civanın buharlaşmasından dolayı bozunur. Fakat bakır amalgaması ısıtılınca yumuşar, soğuyunca tekrar sertleşir. Dünyayı Kurtaran Adam Dünyayı Kurtaran Adam, Yeşilçam'ın fantastik (bilim kurgu) filmlerinden biri. Yönetmeni Çetin İnanç'ı üne kavuşturmuştur. İki Türk uzay pilotu, rutin bir görev esnasında bilinmeyen bir gücün çekim alanına girerler ve uzay araçları bilmedikleri bir gezegene düşer. Bu gezegende dünyayı bekleyen büyük tehlikeyi öğrenirler. Ambrose Bierce Ambrose Gwinnet Bierce, (24 Haziran 1842 - 1914) Amerikalı yazar ve gazeteci. Ambrose Gwinnet Bierce, 24 Haziran 1842’de, Ohio’da çok çocuklu, yoksul bir ailenin oğlu olarak doğdu. Çocukluğu sırasında dahi ailesiyle arası iyi değildi, bu nedenle henüz on beş yaşındayken evden ayrıldı. Amerikan İç Savaşı patlak verdikden sonra Kuzey Ordusu’na katıldı. Savaşın sonuna kadar Kuzey Ordusu’nda savaştı. 1866 yılının sonlarında vardığı San Francisco’da askerlikten ayrıldı ve gazeteciliğe başladı. Uzun yıllar birçok lokal gazete için çalıştı ve zamanla belli bir üne kavuştu. 1872’de İngiltere’ye gitti ve orada yaşamaya başladı. 1875’te tekrar San Francisco, Amerika’ya döndü. 1879-1880 arası Dakota’da bir şirketin lokal müdürü olarak çalışmayı denedi. Fakat şirket başarılı olamayınca tekrar San Francisco’ya dönüp gazeteciliğe başladı. Zamanla çok önemli ve etkili bir yazar ve gazeteci oldu. Aralık 1899’da Vaşington D.C.’ye taşındı. 19. yüzyılın en önemli kısa hikâye yazarlarından olan Bierce, kısa hikâyeler dışında birçok farklı türde edebi eser kaleme almıştır. Fabl türünde yazdığı eserleri ünlüdür. Ünlü hayalet ve savaş hikâyelerinin dışında birçok şiir de kaleme almıştır. Karanlığın Kahkahası adıyla Türkçe’ye çevrilen "Fantastic Fables" isimli eseri ironik bir grotesk stil barındırır ve zamanı için öncü bir stile ve biçime sahiptir. Bir gazete serisi olan ünlü eseri Şeytanın Sözlüğü, "The Devil’s Dictionary", ise 1906’da kitap olarak basılmıştır. Ekim 1913’de İç Savaş’taki muharebe alanlarına yapılacak bir tura katılmak için Washington D.C.’den ayrıldı. Aynı yıl Meksika’ya geçti. Bir arkadaşına yolladığı 26 Aralık 1913 tarihli mektuptan sonra ‘yok oldu’. Nasıl, neden ve ne zaman kaybolduğuna dair bir bilgi olmadığı gibi ne zaman öldüğüne dair de kesin bir bilgi yoktur. Araştırmacılar Aralık 1913’te veya 1914 yılının başlarında ölmüş olduğunu ileri sürmüşlerdir. 1916 yılında öldüğüne dair iddialar da mevcuttur. Québec Québec (Fr.: ', İng.: ') (Telaffuz: kebek), Kanada’nın Doğu Kanada bölgesinde en büyük eyâleti olmasının yanı sıra Kanada'da sadece Fransızcanın resmî dil olduğu tek eyâlettir (New Brunswick'te de halkın %35'in ana dili Fransızca olduğundan Fransızca, İngilizcenin yanında resmî dil olarak tanınıyor.). Québec, 700.000'den fazlasının eyâleti daha iyi bir hayat için seçen yeni Québeclilerin de oluşturduğu 7,6 milyonluk bir nüfusa sahiptir. Günümüzün Québec toplumu, sahip olduğu gelişmiş eğitim sistemi ve herkesin ücretsiz faydalanabildiği sağlık sistemiyle modern ve dayanışmacı bir toplum görüntüsü vermektedir. Québec, demokrasiye dayanan bir siyasî sisteme sahiptir. Geniş ve çeşitlilik gösteren ekonomisi gücünü zengin doğal kaynakların yanı sıra büyüyen bilgi teknolojileri sektörü ve diğer çeşitli endüstri kollarından almaktadır. İhracat-ithalat performansı, Québec’i, Dünya’nın en iyi 20 ekonomisi arasına sokmuştur. Québec, birbirinden çok büyük farklılıklar gösteren 17 bölgeye ayrılmıştır. 27 Kasım 2006'dan beri Québec, Kanada Avam kamarası tarafından resmen ayrı bir millet olarak tanınmıştır. Québec, Kuzey Amerika kıtasının kuzeydoğu bölümünü kaplamaktadır. 17 idarî bölgeye bölünmüş olan Québec, 1.667.441 km² gibi devasa bir alanı kaplar ve bu alanın 201.753 km²’si ise çeşitli su kaynaklarına ev sahipliği eder. Québec eyâletinin başkenti Québec (Ville de Québec)’tir. Québec kuzeyde Arktik Okyanusu, güneyde ABD ve New Brunswick, doğuda Atlas Okyanusu ve Saint Lawrence Körfezi, batıda James Körfezi, Hudson Körfezi ve Ontario ile çevrelenmiştir. Québec’te dört ayrı mevsim yaşanmaktadır: ılıman bir bahar, genelde sıcak geçen yazlar, renkli ve bazen oldukça serin bir sonbahar ve soğuk ve beyaz bir kış. Mevsime bağlı sıcaklıklar ve bitki toplulukları enleme göre oldukça değişkenlik göstermekte ve bu da Québec’te eşsiz güzellikte ve oldukça farklı coğrafî alanların oluşabilmesine fırsat tanımaktadır. Québec’in üzerinde
kurulduğu geniş coğrafya göze alınırsa eyâlette birbirine büyük farklar gösteren iklim kuşakları olduğunu tahmin etmek zor olmayacaktır. Bu farklılaşmada enlem, topografya ve denizellik etkili olmaktadır. Québec’te görülen dört farklı ilklim türü ve görüldükleri bölgeler şunlardır: Güneyden kuzeye gidildikçe Québec’te şu bitki örtülerine rastlanır: yaprak döken orman alanları, karışık orman alanları, kuzey ormanı alanları, tayga ve nihayet en kuzeyde tundra bitki toplulukları. Québec’te vahşî hayatın bir parçası olan 653 türün 199'u balık, 21'i amfibi, 16'sı sürüngen, 326'sı kuş ve 91'i memeli türüdür. Ayrıca 25.000'den fazla böcek türü olduğu bilinmektedir. Vahşî hayatın korunması, Québec hükümeti ve halkının en büyük önceliklerinden birini oluşturmaktadır. Bu amaçla birçok kanun çıkarılmış ve eyâlet topraklarının ciddî bir bölümü koruma alanı olarak ilan edilmiştir. Québec’in çok büyük bir bölümünde yerleşim yoktur. Yerleşim bölgelerinin %80’i, eyâletin kurulmasından bu yana büyük bir önem taşıyan Saint Lawrence Nehri etrafında toplanmıştır. Böylece Québec’in 7 milyonluk halkının yarısı, eyâletin %1'lik bir alanında yaşamaktadır. 2004 yılı itibarıyla Québec’in nüfusu 7.509.928 kişidir. Québec’in 7 milyondan daha fazla olan nüfusu, genel olarak Fransızca konuşan bir toplum oluşturmaktadır. 6 milyondan fazla Fransızca konuşan Québecli’nin birçoğunun kökleri, 17. ve 18. asırlarda buraya yerleşen Fransız kolonistlere dayanmaktadır. Günümüzde Québec toplumu, 300 milyondan daha fazla insanın İngilizce konuştuğu Kuzey Amerika kıtasında Fransızca konuşarak yaşamak ve Fransızca konuşan bir topluluk olarak kalmak konusunda birçok güçlükle karşılaşmaktadır. Ana dili Fransızca olan Québeclilerin kökleri genelde Britanyalı göçmenlere dayansa da bunlar arasında daha iyi bir hayat arayışı içinde Kuzey Amerika’ya yerleşmiş diğer etnik kökenlerden gelen insanlar da vardır. Günümüzde İngilizce konuşan Québeclilerin çok büyük bir kısmı Montréal civarında yaşamakta ve onlara sunulan İngilizce eğitim, hastane ağı, iletişim araçları ve diğer çeşitli haklardan faydalanmaktadırlar. Québec, ayrıca asrın başından beri eyalete yerleşen Avrupalı, Afrikalı, Latin Amerikalı ve Asyalı 700.000’den fazla göçmenin vatanıdır. Bütün bu unsurlar, Québec’in kültürel çeşitliliğine ve canlılığına büyük katkılarda bulunmuştur. Her yıl Québec, 40.000’den fazla göçmene kapılarını açmaktadır. Günümüzün çoğulcu toplum anlayışı, ülkeler arasında daha kapsamlı ve derin bir alışverişin ortaya çıkması sonucunu doğurmuştur. Bugün bu deyimden anlaşılan herkesin hayat tarzını, inançlarını, değerlerini ve ait olacağı ilgi gruplarını hür olarak seçme imkânına sahip olmasıdır. 1970’lerden bu yana Québec’e yönelik göç, beraberinde birçok farklılığı da getirdi. Yeni yurttaşlarla kurulan bağ, Québec toplumunu sosyal, kültürel, ekonomik, bilimsel ve teknolojik anlamda zenginleştirdi. Québec toplumu, bugün kendini çoğulcu bir toplum olarak tanımlamaktadır. Québec toplumu temel olan demokratik değerleri onurlandırdığı sürece diğer kültürlerden gelen etkilere oldukça açıktır. Québec, insanlarını Québec toplumuna ortak bir duyguyla ait oldukları ve bunu kanunlara ve kuruluşlara gösterdikleri saygıyla ifade ettikleri müddetçe farklılıklarını vurgulamalarını cesaretlendirmektedir. Kültürel farklılık, özellikle Québeclilerin yarısının yaşadığı bölge olan Montréal bölgesinde gözden kaçmaz. Günümüzde Montréallilerin %67'sinin ana dili Fransızca iken %14,3'ününki İngilizcedir. Şehirde İtalyanca, İspanyolca, Yunanca ve Arapça konuşan büyük gruplar da bulunmaktadır. 16. yüzyılda Avrupalılar Saint Lawrence Nehri kıyılarına yerleşmeye başladıkları sırada bu bölgede binlerce yıldır gelişmiş topluluklar ya da yalnızca aileler olarak yaşamakta olan yerli haklarla karşılaştılar. Her halkın kendi dili, inancı ve kültürü vardı. Kısa sürede kıtaya yeni gelen Avrupalılar ile iyi ilişkiler geliştiren yerliler, onlarla bilgi alışverişinde bulundular. Yerlilerin toprağa ait bilgileri, yeni gelen Avrupalıların kuzey şartlarına ayak uydurmasında önemli bir rol oynadı. Yüzyıllarca devam eden bu süreçte Québec yerlileriyle Québec’te yaşayan diğer insanlar arasındaki ilişkiler, politik ve ekonomik sebeplerle azaldı. Fakat 1980’lerden bu yana bu süreç tamamen farklılaşmaya başlamış, Québec yerlileri ile diğer Québecliler arasında önemli kültürel, eğitimsel, sosyal ve politik değişimler yoğunlaşmıştır. 1985’te Québec Parlamentosu’nun çözümüyle yerli halklar’ Kanada’da ilk defa tanınmışlardır. Böylelikle Québec, yerli halkların özerkliğini, kültürel, dilsel ve geleneksel haklarını, üzerinde yaşadıkları toprağa sahip olma ve onu kontrol etme haklarını, avlanma ve benzeri şekilde tabii hayatın kaynakları üzerinde söz sahibi olma haklarını, Québec’in ekonomik gelişimine katılma ve bundan faydalanma haklarını tanımıştır. Günümüzde Québec’te on farklı Amerindian (Amerikan Yerlisi ya da Kızılderili toplulukları) milleti ve İnuitler yaşamaktadır. Yerli halkların nüfusları 70.000’e yakındır ve yerliler, 55 farklı toplulukta toplanmış durumdadırlar. Bunun yanında 20.000’den fazla yerli, özellikle Montréal olmak üzere eyaletin çeşitli şehirlerinde yaşamaktadır. Québec eyâleti, 17 idarî bölgeye bölünmüş durumdadır. Bu bölgeler: Her bölge, diğerlerinden coğrafî, tabii kaynaklar, yerleşilebilir alanlar, ekonomik faaliyetler ve bunların ortaya çıkardığı endüstriyel sonuçlar açısından farklılıklar göstermektedir. Bölgelerin ekonomik faaliyetleri geleneksel olan (tarım, ormancılık, balıkçılık gibi) ile yeni olan (teknoloji üretimi gibi) arasında farklılıklar göstermektedir. Bu geniş ekonomik yelpaze, Québec ekonomisinin canlı ve güçlü kalmasında büyük bir önem taşımaktadır. Her idarî bölge, vatandaşlarının temel ihtiyaçlarını karşılama ve onlara en iyi hayat standartlarını sunmakla yükümlüdür. Eğitim, sosyal hizmetler, sağlık hizmetleri, sportif ve kültürel faaliyetler, bölgelerdeki farklı yönetim kademelerinin sorumluluğu altındadır. Québec’in yerli halkları olarak adlandırdığımız çeşitli Kızılderili halkları ve İnuitler, 2000 yıldan daha uzun bir süredir Québec’te yaşamaktadırlar. Avrupalıların bu bölgeye yerleşmesi ise çok daha yakın bir tarihe dayanmaktadır. 1750 yılında ya da Jacques Cartier’in bölgeye gelişinden 200 yıl sonrasında kolonide 70.000 kişi yaşamaktaydı. Bu küçük grup, köklerinde farklı ve gelişimci bir topluluğun tohumlarını taşıyordu. Aşağıda verilen tarihler, Québec’in tarihî, politik, ekonomik, sosyal ve kültürel evriminin önemli noktalarına ışık tutmaktadır: Kuzey Amerika’nın tek Fransızca konuşan toplumu olan Québec toplumu, kültürüne sıkıca sarılmaktadır. Québec, kimliğinin en güçlü sembolü olan kültürü Québec toplumunun Fransız köklerini bir taraftan Amerikan Yerli mirasıyla birleştirirken diğer taraftan büyük komşusu Amerika Birleşik Devletleri’nden ve demografik profilini şekillendiren çok etnik yapıdan etkilenmektedir. Modernite eğilimine rağmen Québec’in kırsal alanlarında halen geleneksel mimarî, eski güzelliğiyle büyük oranda korunmuştur. Montréal ve Québec gibi büyük şehirler ise mimarî âşıklarına Avrupa ve Kuzey Amerikan tarzlarında eski ve yeninin en güzel örneklerini sunmaktadır. Québec, 75 tanesi sahipleri tarafından işletilen, 75’i modern sanata adanmış 180’den fazla profesyonel sanat galerisine sahiptir. Québec, görsel sanatlar alanında kültürel değişimlere oldukça açıktır. Bu alanda Québec’te her yıl düzenlenen birçok organizasyona sanatçıların ilgisi büyük olmaktadır. Mois de la Photo à Montréal, bu organizasyonlardan yalnızca biridir. Québec’te çekilen ilk film “Danse indienne”dir. Film, 1896 yılında Lumière kardeşler tarafından çekilmiştir. Fakat Québec sineması, asıl patlamayı 1950'lerden sonra yaşamaya başlamıştır. Bu dönemin filmleri daha çok Québec’in gündelik hayatı üzerinde durmuşlardır. 1956 yılında Millî Film Heyeti’nin Fransızca kısmının Ottawa’dan Montréal’e taşınması, Québec’in sinema sanatçıları açısından büyük bir heves kaynağı olmuş ve üretkenliği artırmıştır. Bugün Québec olgun bir sinema geleneğine sahiptir. Bunu Québec yapımlarının Dünya’nın çeşitli festivallerinde gösterilmesinden, buralarda ödüller toplamasından ve adlarını tüm Dünya’ya duyuran Québecli yönetmenlerden (Denys Arcand, Manon Briand, Gilles Carle, François Girard, Carole Laure ve Denis Villeneuve) anlayabiliriz. Québec sirk sanatlarında Dünya’nın en önde giden toplumlarındandır. Dünyaca ünlü Le Cirque du Soleil, Québec’in bu konudaki haklı gururunun bir ifadesi gibidir. Dans sanatı Québec’te yeni yeşermeye başlasa da son 15 yıldır Montréal, Kuzey Amerika’nın en dinamik koreografi merkezlerinden biri olarak tanınmaktadır. Compagnie Marie Chouinard, the La La La Human Steps company, the Grands Ballets Canadiens de Montréal ve Carbone 14 gibi meşhur dans toplulukları bunu kanıtlar niteliktedir. Québeclilerin topluluk olarak kültürel hayatı yaşama merakları, onları aynen yüzyıllar önce Fransız yerleşimcilerin yaptığı gibi kışın bir araya gelip kutlama ve paylaşmaya itmektedir. Bu gelenek, hâlen eyalet çapındaki 400 farklı festivalle devam etmekte olup bu festivaller, Québec’in her bir şehrini ve kasabasını yıl boyunca canlı tutmaktadır. Bu festivallerin en büyükleri Québec Carnival ve Festival International de Jazz de Montréal’dir. Québec’te iyi yeme zevki ve kültürü, kırsal alanda da, şehirlerde olduğu gibi bir gelenektir. Québec mutfağının Kuzey Amerika’da meşhur olmasının yanında sahip olduğu başarılı şefler sayesinde Dünya’da da meşhur olmaya başladığını görmekteyiz. Köklerini Fransız mutfağında bulan Québec mutfağı, günümüze kadar özellikle yerli halkların ve Québec’te yaşayan diğer unsurların etkisiyle, oldukça ilgi çekici bir hâl almıştır. Québec’in Fransızca edebiyatının genç olduğunu söyleyebiliriz. İlk basılan Québecli yazılarının ortaya çıkışı 19. yüzyılın ortalarına rastlamaktadır. Bunlar millî bir akımın parçasıydı ve aile, toprak ve din üzerine kurulmuş kırsal hayatı yansıtmaktaydılar. Bu dönemde yazılmış ve Québec kırsal hayatını aktaran roman
lara örnek olarak şunları verebiliriz: “Menaud, maître draveur” (1937) - Félix Antoine Savard; “Le survenant” (1945) - Germaine Guèvremont; Trente arpents” (1938) - Louis Ringuet. Kırsal hayatı anlatan bu akım, II. Dünya Savaşı ertesinde etkisini kaybetti ve yerini şehir hayatına dair yazılan romanlara bıraktı. Bu tarz realist ve tenkitçi gözlem, Québec edebiyatı açısından oldukça önemli olan bir eseri, “Les Plouffe” (1948) - Roger Lemelin, doğurdu. 1960’lı yıllarda etkisini gösteren Sessiz Devrim, Québec yayımcılık sektörünün daha belirgin şekillerde gelişmesine önayak oldu. “Büyük Karanlık” dönemi olarak adlandırılan dönemin sonrasında Québec’in Fransızca konuşan yazarları, kültürel kimliklerini daha da fazla vurguladılar. Günümüzde her yıl Québec’te 4.000’den fazla eser yayımlanmaktadır. Küçük nüfûsuna rağmen Québec’te büyük sayılabilecek bir medya sektörü bulunmaktadır. Birçok günlük, haftalık ve aylık gazete ve dergiye ulaşmak mümkündür. 150’nin üstünde radyo istasyonu ve birçok özel, mahallî ve kamu televizyon istasyonları bulunmaktadır. 1968 yılında kurulan ve Québec’in en önemli TV istasyonlarından olan Télé-Québec, kültürel ve eğitsel yayınlara da sahiptir. 1970'li yıllardan bu yana Québec’in müze ağı sürekli büyümektedir. Günümüzde Québec’te bulunan 500 müzenin %60'ı son 20 yılda kurulmuştur. Québec’in müzeleri tarih, sanat, etnoloji, mimarlık, bilimler, teknoloji, tabii ve çevre bilimleri gibi birçok farklı tema üzerine kurulmuştur. Québec’in Dünyaca meşhur müzelerinden bazıları şunlardır: Musée national des beaux-arts du Québec, Musée canadien des civilisations, Musée d'art contemporain de Montréal, Montreal Museum of Fine Arts. Québecli müzisyenler, besteciler ve şarkıcılar, artan bir şekilde ünlerini Québec sınırları dışında da duyurmaktadır. 5000’nin üzerinde müzisyen ve 200’den fazla besteciyle Québec, bugün Dünya müzik sahnesinin bir parçasıdır. Günümüzde Québec’te Dünyaca tanınan her türlü müziği duymak mümkündür. 1902 yılında kurulan Orchestre symphonique de Québec, Kanada’nın en eski klâsik müzik orkestrasıdır. Bugün popüler müziğin meşhurlarından olan Celine Dion, Lara Fabian, Leonard Cohen ve Simple Plan gibi birçok şarkıcı ve grup, Québec çıkışlıdır. Günümüzde özellikle Montréal çevresinde gelişen alternatif müzik dikkat çekicidir; Arcade Fire, Rufus Wainwright, Melissa auf der Maur ve Martha Wainwright, bu isimlerden yalnızca birkaçıdır. Ayrıca Avril Lavigne de Quebec kökenlidir. Québec’in tiyatro kültürü, köklerini 19. yüzyılda bulmakta ise de tiyatro, Québec’te 1930’lardan sonra daha popüler bir hâl almıştır. Günümüzde kukla tiyatrosundan dramaya kadar tiyatronun her türünü Québec’te görmek mümkündür. Pirinç (anlam ayrımı) Pirinç, aşağıdaki anlamlara gelebilir: Yer altı suyu seviyesi Yer altı suyu seviyesi veya yer altı su tablası iki zon arasında atmosfer basıncı ile su basıncının eşit olduğu yüzeye denmektedir. Yeryüzündeki su, boşluklardan yer altına doğru süzülerek öncelikle "vadoz zon" adı verilen bölgeye ulaşır. Vadoz zon (doymamış zon) gözenekleri sıvı fazdaki su ve gaz tarafından doldurulmuş olan yer altı birimidir. Vadoz zonun altında gözenekleri tamamen yer altı suyu ile doldurulmuş olan doygunluk zonu bulunmaktadır. Vadoz zonda atmosfer basıncı suyun basıncından fazladır. Doygunluk zonunda ise yer altı suyunun basıncı atmosfer basıncından fazladır. Gözenekleri yer altı suyu ile doldurulmuş olan ve bu suyun hareketine imkân veren jeolojik formasyonlara akifer denmektedir. Akiferler iki grupta incelenmektedir. Üst yüzeyini su tablasının oluşturduğu ve tabanı geçirimsiz bir zonla sınırlandırılmış olan akiferlere serbest akifer adı verilmektedir. Tabanı ve tavanı geçirimsiz tabakalarca sınırlandırılmış olan akiferlere basınçlı akifer denmektedir. Akiferdeki gözenekler tamamen suya doygun olduğu için katı taneler arasındaki boşluk hacmi, akiferin su içeriğine eşittir. Dolayısıyla su tablasını serbest akiferin su içeriği belirlemektedir. Serbest bir akiferin su içeriğini o akifere katkı sağlayan beslenme ve buna etki eden faktörler ile bu akiferden su kaybına neden olan boşalma ve buna etki eden faktörler belirlemektedir. İlhan Erşahin İlhan Erşahin 1965 İsveç doğumlu Türk müzisyendir. İlhan Erşahin, 20'li yaşlarında New York şehrinde müzik kariyerine başlıyor ve ünlü müzik okulu Berklee'den aldığı bir burs ile Amerika'ya gidiyor. "İsveç çok fazla hayal gücüne imkân vermiyordu. New York farklı, eğer müzik söz konusuysa New York'la hiçbir şehri karşılaştıramazsınız" diyen sanatçı, ayrıca bu şehirdeki rekabetin gücünü de vurguluyor. Berklee Müzik Okulu'ndaki eğitiminden sonra İtalyan usta Joe Lavano ile çalışmalarına başlayan sanatçı, ardından Wallace Rooney, Jeff Williams, Cameron Brown, Victor Lewis, Eddie Henderson ve Valery Ponomarev gibi ünlü isimlerle sahneyi paylaşarak kariyerine devam ediyor. İlhan Erşahin'in 1995'te çıkan "She Said" isimli albümünde İlhan Erşahin'in dokuzu kendisinin, biri de Aşık Veysel'in "Uzun İnce Bir Yoldayım" olmak üzere on kompozisyonu var. İlhan Erşahin, "She Said" albümünden sonra, bugüne değin, "Our Song", "Home" ve "Wax Poetic" ve "Virgo" olmak üzere dört albüm daha gerçekleştirdi. Yurtdışı konserlerin yanı sıra, daha önceki yıllarda İlhan Erşahin Trio ve "Wax Poetic" olarak Türkiye'nin çeşitli kentlerinde konserler veren sanatçı, son olarak Ekim 2001'de 11. Akbank Caz Festivali kapsamında, İstanbul'da Eric Truffaz ile sahne aldı. ILHAN ERSAHIN - RAMAZANDA CAZ - Blog LeMonde.fr Elbistan Elbistan, Kahramanmaraş iline bağlı ilçedir. Akdeniz, İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinin kesiştiği noktada yer alır. Şehir merkezinin nüfusu yaklaşık olarak 110.000'dir. TÜİK 2016 yılı ADNKS nüfus sayımına göre tüm ilçe nüfusu köyleriyle birlikte 142 783' dir. Şehir, merkezinden doğan ve Akdeniz'e dökülen Ceyhan Nehri ile ünlüdür. İlçe sınırları Doğu Anadolu Bölgesi’nin Yukarı Fırat Bölümü’nde olup 2547 km² yüzölçümüne sahiptir. Yaklaşık olarak 37 doğu meridyeni – 38 kuzey paraleli arasında bulunan Elbistan’ın kuzeyinde Darende ve Gürün ilçeleri, güneyinde Nurhak ve Ekinözü, doğusunda Malatya ili, Doğanşehir ve Akçadağ ilçeleri, batısında ise Afşin ve Göksun ilçeleri bulunmaktadır. İlçenin ekonomik yapısında tarım ve tarıma dayalı ticaret ağırlıklı paya sahiptir.Termik santraller ve şeker fabrikası dışında sanayi henüz gelişmemiştir.Fakat Elbistan OSB kurulmaya başlanmıştır ve yakın gelecekte sanayileşmenin daha da hızlanması beklenmektedir. Özellikle kırsal kesimlerde tarım büyük önem arz etmektedir.Şehir çok yakınından doğan ve ortasından geçen Ceyhan Nehri ile ünlüdür. Afşin-Elbistan termik santralleri Türkiye'nin elektrik üretimine önemli bir katkı sağlamaktadır. Şu anda mevcut olan iki santral toplam 17 milyar kwh elektrik üretmektedir. Bölgenin en büyük şeker fabrikası olan Elbistan Şeker Fabrikası ovada ve civar illerde yetişen pancarları işler. 1993 yılında zamanın başbakanı Süleyman Demirel, muhtar Nuri Taphasanoğlu'nun ceketini imzalayarak "Elbistan İl Oldu" yazmıştı.. Aradan geçen yıllara rağmen Elbistan il yapılmadı. Verilen sözler, atılan imzalar uçup gitti 1970'li yıllardan beri il olma hayali ile yaşayan Elbistan halkı, bu hayalini gerçekleştirmek amacıyla çeşitli defalar birlik olarak bazı çalışmalarda bulunmuştu. 12 Şubat 1993 yılında bu isteğine çok yaklaşan Elbistan, heyette bulunan muhtar Nuri Taphasanoğlu'nun girişimleri ile sevinmişti. Zamanın başbakanı Süleyman Demirel, muhtar Taphasanoğlu'nun ısrarcı davranışları üzerine ceketinin arkasını imzalayarak; "Muhtarım, Elbistan il oldu" yazıp, altını imzalamıştı.Ancak sonralarda Elbistan günümüzdeki ilçe oldu.Osmanlı döneminde iken Elbistan başkent oldu tartışmaları yaşandı. 2014 Mart Ayında Kahramanmaraşın Büyükşehir Olması ile birlikte Elbistan Belediyesi Faal Duruma geçmiş hizmet 200 Kilometre uzaklıkta Büyükşehir Belediyesinden gelmek zorunda kalıp eksik hizmet almakta olunca 24 Ekim 2014 Tarihinde Elbistanlılar tekrar il olma çabalarına STK "lar Siyasi Parti Temsilcileri ile birlikte "Bir Olalım İl Olalım" Platformu Kurdular , Yapılmakta olan Gölbaşı-Nurhak yolu ("Kumlu Yolu") ile Elbistan güneydoğu illerinin batıya açılan kapısı olacaktır. Ayrıca Elbistan-Afşin-Sarız yolunun faaliyete geçmesi ve Havaalanın yapılması, Elbistan'ın gelişmesine büyük katkı sağlayacaktır. Elbistan 140.000'i aşan nüfusuyla ve içinde barındırdğı ticaret hacmi ve oluşan sermaye açısından Türkiye'nin 18 ilindenden daha büyük olan ancak il olamamış bir ilçedir. Büyükşehir merkez ilçeleri hariç tutulduğunda Türkiye'nin en büyük 22. ilçe merkezidir. Elbistan, tarihi çok eski dönemlere kadar uzanan bir şehir olup Osmanlı Devleti'ne son katılan beylik olan Dulkadiroğlu Beyliği'ne başkentlik yapmıştır. Beyliğin başkenti ancak 1507'de Elbistan'ın savaşta tamamen yakılmasından sonra Maraş'a taşınmıştır. Osmanlı padişahı II. Murat'ın annesi Emine Hatun Dulkadiroğlu beyi Nasıreddin Mehmed Bey'in kızıdır. Günümüzde çarşı yakınlarında bulunan eski Selçuklu hamamı civarında beylik sarayı kalıntıları bulunduğu bilinmektedir. İlçenin eski kasabası ve şimdi komşu ilçesi olan Ekinözü'nde bulunan doğal içme sularıyla çok çeşitli hastalıklara şifa dağıtılmaktadır. Yatırım potansiyeli olarak daha çok gıda üzerine yoğunlaşılmıştır. Besicilik gelişmiştir ve Türkiye çapında ünlü çoğu markaya et satışı yapılmaktadır. Elbistan Ovası, deniz seviyesinden yaklaşık olarak 1115 m. yükseklikte olup Türkiye'nin 4. büyük ovası olarak oldukça verimli bir arazi yapısına sahiptir. Bu nedenden dolayı tarım ve hayvancılık Elbistan'da çok ilerlemiştir. Türkiye'de kaliteli et üretim merkezlerinden biri de Elbistan'dır. Selçuklu dönemi sonrası kurulan Anadolu Türkmen beylikleri devrinin 4 büyük beyliğinden biri olan Dulkadiroğulları beyliği bir Türkmen beyliği idi.Şah İsmail'in evlenmek için Elbistan hükümdarı Alaüddevle Bozkurt Bey'in kızını istediği fakat alevi olduğu için red cevabı almış olduğu söylenir. Roma ve Bizans döneminde Plasta diye adlandırılan şehir Ermenice kaynaklarda Ablasta, Ablast
ayn; Arapça kaynaklarda Ablestin, Ablüsteyn; Farsça kaynaklarda Ablistin olarak geçer. Osmanlı hakimiyetine girdikten sonra bugünkü söylenişine uygun şekil almıştır. Halk arasında Albıstan şeklinde de telaffuz edilir. Elbistan, Bizans'ın Ablasta olarak adlandırdığı yerleşim yeridir. IV. Murat, Bağdat seferi esnasında Osmanlı kaynaklarında Albustan olarak adlandırılan Elbistan'dan geçiş yapmıştır. Ablastan, Albıstan gibi farklı dönemlerde değişik isimlendirmeler yapılmış olup Arap tarihçiler tarafından ise Ablustayn olarak bahsedilmiştir. XVI. yüzyıldan itibaren Arap tarihçisi İbni İlyas dışındaki tüm tarihçiler tarafından Albistan veya Elbistan olarak bahsedilmiştir. Elbistan'ın tarihi çok eskiye dayanır. İlçe höyükler açısından çok zengindir. Kara Höyük mahallesinde yapılan kazı çalışmalarında Geç Hitit dönemine ait bazı eserler çıkarılmıştır. Ayrıca Elbistan ilçesindeki "Yukarı Ceyhan" bölgesinde yapılan kazılarda şu ana kadar 21 tane höyüğe rastlanmıştır. Bugün Kahramanmaraş Müzesi nde bulunan Maraş Aslanı Afşin (Arıtaş) 'de bulunmuştur. Elbistan'da henüz bir müze olmadığı için bu eserler; İstanbul, Ankara, Adana ve Kahramanmaraş'ta sergilenmektedir. Elbistan ve köylerinde Oğuzların Avşar, Bayat, Beydili boyları çoğunlukta olmakla birlikte hemen hemen 24 Oğuz boyunun tamamı mevcuttur. Bizans ile Abbasiler arasında 9., 10., ve 11. yüzyıllarda çeşitli savaşlar meydana geldi. Elbistan, 1084'te Selçuklular tarafından fethedildiyse de, Haçlı Seferleri sırasında sık sık yağmalandı ve el değiştirdi. Elbistan, 1144 yılında Anadolu Selçuklu Devleti Sultanı I. Mesud zamanında tekrar alındı. Ancak bu dönemde de sık sık Danişmentliler ile mücadele edildi. Ardından, 1190 yılında II. Kılıçarslan ülkeyi 11 oğlu arasında paylaştırdı. Elbistan Tuğrul Şah'a verildi. Bölge Kösedağ Muharebesi'nden sonra Moğol hakimiyetine girdi. Hakimiyet 1273-1277 yılları arasındaydı.Moğol hakimiyetinden sonra, 15 Nisan 1277 tarihinde Memlûk Sultanı Baybars'ın Moğol ordusunu yenmesi ile 112 sene Memlûk Devleti bütün bölgede etkili oldu. Dulkadiroğulları Beyliği, bölgede 176 sene Memlük Devleti'ne bağlı olarak hakimiyet kurdu. Bölge, Osmanlılarca ilk defa I. Bayezit döneminde kuşatıldıysa da (1399), bu girişim başarısızlıkla sonuçlandı. 1400 yılında da Timur, Elbistan ve yöresini yağmaladı. Bu yağmadan sonra Elbistan 16. yüzyılın başlarına kadar yağmalandı. Bölge, Osmanlılarca 1515 yılına kadar çeşitli şekillerde kuşatıldıysa da bu girişimler başarılı olamadı. I. Selim döneminde Turnadağ Muharebesi (1515) ile Osmanlı İmparatorluğuna katıldı. 1522 yılında Maraş bölgesi, özel yönetiminden ayrılır, sancak haline gelir ve Elbistan da Maraş'ın kazası haline gelir. Evliya Çelebi'nin Seyahatnâme'sinde bölge hakkında bilgiler verir: "Bu dağlar ve beldelerde hep Türkmenler otururlar. Lisanları (kendileri gibi) Buhara illerinden gelmedir. Bütün Türkler on iki çeşit lisan üzere konuşurlar." 1864 tarihinde, (Abdülaziz döneminde) Halep Vilayeti kurulunca, Maraş kazaya dönüşürken, Elbistan ve köy çevresi eski önemini kaybetmiştir. 1871 yılında da Elbistan'da ilk kez belediye teşkilatı kurulmuştu. I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı'nın Halep'i kaybetmesiyle, Halep Vilayeti'ne bağlılık sona ermişti. Abbasi, Selçuklu, Haçlı, Danişmend, Moğol, Memlük ve son olarak Dulkadiroğulları Beyliği bölgede 176 sene Memlük Devleti'ne bağlı olarak hakimiyet kurdu. Osmanlı kuşatmaları ise başarısızlıkla sonuçlandı. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilanından sonra, Maraş günümüzdeki şeklini aldı ve Elbistan tamamen Maraş'a bağlandı. Yerleşik hayata geçtikten sonra yaylaya çıkma 1980'lerden sonra terk edilmiştir. Uzun yıllar süre gelen Elbistan'ın il olma hususu 2000 yılında TBMM'ye verilen kanun teklifiyle resmiyet kazanmıştır. Kahramanmaraşın Büyük şehir statüsüne geçmesi ile bu konu zamana bırakılmıştır. Kahramanmaraşın bir mahallesi kadar değeri kalmamıştır. Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren sürekli sosyolojik gelişmeler gösteren Elbistan'ın en önemli geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Tarımsal olarak üretilen en önemli ürünler tahıl ve şeker pancarıdır. Ayrıca Afşin sınırları içerisinde bulunanTürkiye'nin en büyük linyit rezervleri nedeni ile bölgede şu anda aktif olarak çalışan 2 adet termik santral bulunmakta ve 3. santralin kurulumu için gerekli çalışmalar yapılmaktadır. İlçede ayrıca şeker fabrikası, pvc kapı ve pencere fabrikası, tuğla fabrikası gibi birçok sanayi kuruluşu bulunmaktadır. Bunlara ek olarak, kömür dışında sınırları içerisindeki köylerde mermer, krom gibi madenler bulunmaktadır. Sanayi faaliyetleri hızlı bir şekilde gelişmekte olup bölgenin adeta bir ticaret merkezi konumundadır. Ayrıca devlet tarafından bir OSB (Organize Sanayi Bölgesi) kurulması kararlaştırılmış olup bu OSB'nin sanayileşmeyi çok hızlandırması beklenmektedir. 26.01.2015 tarihinde Elbistan Organize Sanayi Bölgesi (OSB)’de 1. etap alanına ait yol, içme suyu, atık su, yağmur suyu ve iletişim hatlarının döşenmesini kapsayacak altyapı projesi için ilk kazma vuruldu. Ayrıca Elbistan'dan yurtdışına giden gurbetçiler ve sezonluk işçilerin yaz aylarında memleketlerine gelmesi NÜFUS Elbistan'da sadece şehir merkezinde toplam 26 ilköğretim okulu, 12 lise ve 6 (4 ayrı kurum) özel eğitim kurumu, 10 dershane ve bir tane de KSÜ'ye bağlı meslek yüksek okulu bulunmaktadır. 2012 Yılında KSÜ'ye bağlı olarak Elbistan Teknoloji Fakültesi kurulmuştur. 1981'de kurulan Elbistanspor şu an Elbistan Belediyespor adıyla amatör kümelerde mücadele ediyor. Elbistanspor 8 sezon 3. Lig'de oynamıştır. 1993 sezonunda amatör kümeye düştü. 2010 yılında oluşturulan bölgesel amatör ligde mücadele eden Elbistan Belediyespor iki yıl üst üste baraj maçı ile ligde kalabildi. Nevralji Nevralji (Yunanca νεῦρον neuron „sinir“ ve ἄλγος algos „ağrı“), sinir ağrısına tıp dilinde nevralji denir. Bilhassa yüzde ve başta hissedilen nevralji, vücudun diğer kısımlarında da görülebilir. Nedeni soğuk algınlığı, şeker hastalığı, damar sertliği, veya ağrı yapan sinir yakınında meydana gelen herhangi bir hastalıktır. Café Quijano Café Quijano, Manuel, Óscar ve Raúl Quijano tarafından kurulmuş bir İspanyol pop müzik grubudur. İspanya'nın León şehrinde yaşayan Quijano kardeşler müzisyenliğin yanı sıra bir restoran işletmektedirler. Profesyonel bir müzisyen olan babalarından esinlenen kardeşler müzik kariyerine 1997 yılında Café Quijano isimli albüm ile atıldı. 1998 yılında çeşitli turnelere çıkarak 50'den fazla konser verdiler ve kendilerini İspanya'ya "Loco de Amor", "Poesia de Amor", "La Duda Eterna" gibi şarkıları ile tanıttılar. 1999'da ikinci albüm La Extraordinaria Paradoja del Sonido Quijano çıktı. bu albümü müzikal açıdan olgunlaştıklarının bir göstergesi olarak aldılar. Aynı sene Manuel Quijano İspanya'da yılın en iyi kompozitörü seçildi. Café Quijano 2001 yılında La Taberna del Buda ve son olarak 2003'te ¡Qué Grande Es Esto Del Amor! albümlerini çıkardı. Ayrıca benzer bir şekilde iki kardeşin kurduğu İspanyol Estopa isimli grupla birlikte çeşitli düetleri mevcuttur. Orhun alfabesi Orhun alfabesi, Göktürk alfabesi, Göktürk abecesi ya da Köktürk alfabesi (Azerbaycan Türkçesi: "Orxon əlifbası", Moğolca: хөх Түрүгийн бичиг "Höh-Türügiyn biçig"), Türkçenin metinlerle izlenebildiği tarihi boyunca kullandığı ilk düzenli ve resmî yazı sistemidir. Bu sistem, Eski İskandinav yazıtlarında kullanılmış Runik (Gotça “esrarlı, meçhul”) yazının karakterlerine benzediği için, Avrupa ve Rus Türkoloji literatüründe, "Sibirya Run harfleri", "Yenisey Run harfleri", "Runik alfabe" ve "Türk Run Yazısı" olarak adlandırılmıştır. Göktürklere ait Orhun Yazıtları'nda kullanılmasından ötürü bu adla anılan alfabedir. MÖ 200 - MÖ 150 yıllarında kullanılmaya başlanmış ve 36 harf ile şekillenmiştir. Bu Türk dilinin ilk alfabesi 10. yüzyıl'a kadar kullanılmıştır. Türk dilini en ilk alfabe örnekleri 1970 yılında Kırgızistan'da Balıkçı, Kırgızistan'da ("Issık Gölü'nün batısında") yakın kalan bir han mezarlığında bulundu. Orhun alfabesi, Yenisey Yazıtları'nda 100 ün üzerinde olan damga (harf) sayısı, Orhun Yazıtları'nda 38 damgaya düşmüştür. Damgaların temsil ettikleri sesleri: ab ‘av’, eb ‘ev’, ay, er, at, it (köpek), ok, ök (keçi), gibi Türkçede anlamları bulunmaktadır, bu damgaların kaya resimlerinden zamanla Damga harflerine dönüştüğü düşünülmektedir. Damgaların 9. yüzyıla kadar kullanımı sürmüştür. Orhun alfabesinden günümüze kalan en büyük kalıntılar olan Göktürkler döneminde dikilen yazıtların çözülüp değerlendirilmeleri ancak 19. yüzyıl sonunda gerçekleşebilmiştir. Bu yazıtlardan ilk bulunanları Yenisey Irmağı boyundakilerdir. 1889'da ise Orhun Yazıtları denilen iki büyük yazıt daha ortaya çıkarılmıştır. Bunların öteki yazıtlardan farklı olarak arka yüzlerinde Çince metinler bulunuyordu. Bu yazıtlar 1893'te Danimarkalı Türkolog Vilhelm Thomsen tarafından çözülmüş ve böylece, bu yazıtların Kültigin ve Bilge Kağan tarafından diktirilmiş oldukları, bu yazının Göktürklere özgü bir alfabe olduğu ve bu dilin de Eski Türkçenin bir lehçesi olduğunu ortaya çıkarılmıştır. Günümüzde, gün geçtikçe Asya’da bu yazı sistemiyle yazılmış yeni Türk yazıtları ortaya çıkarılmakta ise de en tanınmış Türk yazıtları hala Orhun Vadisinde, Yenisey ve Yedisu bölgesindekilerdir. En eski örnek, Kazakistan'da Sakalara ait olduğu düşünülen Esik Kurganı'nda bulunan ve MÖ 4. yüzyıla tarihlenen bir gümüş tabağın üzerindeki iki satırlık yazıda görülmektedir. Bundan sonraki en eski örneği ise Orhun mezar külliyesindeki anıtların dikilişinden iki yüzyıl önce Yenisey'deki anıtlarda görülür. Soğd alfabesi, Pahlavi alfabesi ve Karosthi alfabesinden esinlenilerek icad edildiği iddia edilir ve Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Kırgızlar tarafından doğduğu topraklarda kullanılan Orhun yazısı, kimi Türk boylarınca Avrupa'ya da taşınmıştır. Hatta 16. yüzyıla kadar Macaristan'da Sekeller arasında kullanıldığı bilinmektedir. Kazım Mirşan başta olmak üzere bir grup araştırmacı Orhun alfabesindeki birçok harfin, diğer bütün alfabelerde olduğu gibi o milletin sık kullandığı resiml
erden türetildiğini, örneğin Orhun alfabesindeki → "y" harfi Türklerin hayatında önemli bir yer arz eden "yay" kelimesinden geldiğini, → "oq" veya "ok" harfinin de bilinen "ok" kelimesinden türetildiğini, → "ök" harfinin de eski Türkçede kullanılan "ök (keçi)" kelimesinden geldiğini öne sürmüştür. Göktürk alfabesinin Soğdcadan (Soğd yazısından?) türediği de öne sürülmüştür. Bu iddiaya karşı çıkanlar ise bu bağıntıya ilişkin bir kanıt olmadığı ve bu iddianın Pehlevi devrinde İran'daki ve çevre ülkelerdeki Türkleri etkilemek amacıyla desteklendiğini öne sürmektedir. Orhun alfabesi ve bu alfabeyle yazılmış metinler Marcel Erdal, Wolfgang Scharlipp, Talat Tekin gibi araştırmacılar tarafından ayrıntılı olarak çalışılmıştır. Orhun alfabesinde 38 harf vardır (Orhun harflerinin prototipi olarak görülen Yenisey yazı sisteminde 150'den fazla işaret vardır. Bu işaretlerin elenerek Orhun alfabesi'nde 38'e indirildiği görülüyor). Bu harflerin 4 tanesi ünlü, geriye kalan 34 tanesi ünsüz işaretleridir. Doğal olarak Türkçede bu kadar sessiz harf bulunmaz. Bu durumun nedeni Orhun alfabesi'nde birçok sessiz harfin iki işaret ile gösterilmesidir. Somutlaştırılırsa, yanındaki seslinin kalın ya da ince oluşuna göre, "b,d,g,ğ,l,n,r,s,t,y" seslerini veren ikişer adet harf mevcuttur. Yani "bilge" sözünü yazarken kullanılan "b" ile "bars" sözünü yazarken kullanılan "b" birbirinden farklıdır. Ayrıca "ık, ok, nç, yn" gibi çift ses, çift ünsüz işaretleri de mevcuttur. Sessiz harfler açısından kalabalık olan Orhun alfabesi, Türkçenin 8 sesli harfine karşılık 4 harfe sahiptir. "a, e", "ı, i", "o, u", "ü, ö" sesleri ayrılmadan yazılır ünlü uyumlarına göre gerektiği biçimde okunur. Orhun Yazıtları ile devrin öteki yazıtları arasında, hatta Orhun'daki yazıtlar arasında kullanılan harflerin biçimleri bakımından (özellikle Tonyukuk Anıtı'nda kullanılan yazıda) kimi farklılıklar vardır. Yine Tonyukuk Yazıtı'nda ötekilerde olmayan "baş" logogramı ile s, ş seslerini ünleyen kare biçiminde bir harf daha vardır. Bu harfler Göktürk alfabesinde olduğu gibi Türkiye Türkçesinde de çok kullanılır. Orhun harfleri kullanılarak yazılan metinde (günümüzde kullanılan Latin harfleriyle yazımda olduğu gibi) harfler bitişmez, ayrı yazılır. Sözcükler, aralarına üst üste iki nokta koyulmak suretiyle birbirinden ayrı yazılır. Bunun dışında herhangi bir noktalama işareti yoktur. Yazı genellikle (Arap ve Fars alfabesindeki gibi) sağdan sola yazılır. Soldan sağa yazıldığı durumlarda harfler de ters dönük olarak yazılır. Orhun yazısında seslilerin çoğu kez yazılmadığı görülür. Sesliler ilk hecede yazılır, sonrasında gelen sesliler de aynıysa diğerleri yazılmaz. Son harf sesliyle bitiyorsa o sesli de yazılır. Orhun yazısının sessiz harf yazımı da sağlamdır. Harf fazlalığına karşın önemli bir karışıklık ve karıştırma durumu görülmez. Ancak kalın ve ince sessizlerin, kimi yerlerde birbirinin yerine kullanıldığı da görülür. Ayrıca "s" harfi birçok kez "ş" için de kullanılmış ve ayrıca birbirine benzediği için (tabii ki Orhun alfabesinde) bir iki sözde de "l" yerine "ş" ve "kalın s" yazılmıştır. Yazma kuralları Türkolog Mehmet Kömen tarafından da kitaplaştırılmıştır. — yazıt T²NGR²I — harf çevirisi /teŋri/ — ses değerlerinin IPA abecesiyle çevriyazısı teñri — Türk Latin "ev" sözü: harfi ince ünlülerle kullanılır ve sözcük içinde /"be"/ veya /"eb"/ diye okunur. Şekli bir çadırı andırmaktadır. Tek başına /"eb"/ diye okunur ve "ev" anlamına gelir. Nitekim "ev" sözü zaten /"b"/ sesinin sonradan /"v"/ sesine dönüşmesiyle "eb" > "ev" şekline dönüşmüştür. "ok" sözü: harfi söz içinde /"ok"/, /"ko"/, /"uk"/, /"ku"/ gibi okunuşlara sahiptir. Açıkça şekli aşağı doğru bir "ok"tur, zâten tek başına okunduğunda /"ok"/ sesini verir. "ay" ve "yay" sözcükleri: harfi söz içinde /"ay"/ veya /"ya"/ diye okunur, kalın ünlülerle kullanılır. Şekli yarım "ay"a benzetilebilir. Ayrıca /"ya"/ diye okunduğunda "yay" anlamına gelir, kaldı ki şekli aynı haklılıkla "yay"a benzetilebilir. Nitekim, "ya" > "yağ" > "yay" dönüşümü olduğu düşünülmektedir. "at", "dağ" sözcükleri ve atmak eylemi: harfi söz içinde /"at"/ veya /"ta"/ diye okunur, kalın ünlülerle kullanılır. Şekli "yükseklik", "uzaklık" kavramlarını çağrıştırabilir. Tek başına "dağ" ya da "at" anlamına gelir. "ta" > "tağ" > "dağ" dönüşümüne uğradığı açıktır. Kaldı ki Anadolu'da hâlâ "uzaklık", "büyüklük" ya da "abartı" belirtmek için "taa" deyişi yaygındır. Bunun yanında farklı zamanlarda şekli değişmiştir. Genelde bu şekillerin "bir atın üstüne binmiş adam" çağrışımı yaptığı da düşünülmektedir. Gökbey Uluç'a göre ise "atmak" eyleminden türemiştir ve "ok"la "yay" dan oluşan damgalar, atılmayı simgeler. "en" pekiştirme sıfatı: harfi /"eng"/ diye okunur. Şekli, "tek kolunu açılı olarak kaldırmış bir kişi" olarak düşünüldüğünde "büyük bir şeyi gösteren kişi" çağrışımı yapmaktadır. Zaten bugün de buna benzer olarak "pekiştirme" anlamı taşır ("en büyük", "en yüksek", vb.). ISO'nun eski/yeni tüm "yazı sistemleri adlarının kodları" için önerdiği ISO 15924 standardında, "Old Turkic - Orkhon Runic" adı ve "Old_Turkic" "alias"ıyla yer alıyor; kodu "Orkh" ve numarası da "175". Unicode'un şu an geçerli son sürümü 6.0 içinde, Orhun ve Yenisey yazıtlarında kullanılmış harfler tek bir tabloda birleştirilerek "Old Turkic" olarak adlandırılmış ve bu karakter tablosuna 10C00-10C4F aralığındaki blok ayrılmış durumdadır. Eski Türk dilinin Unicode bloğu U + 10C00-U + 10C4F olmaktadır. Bu sürüm 5.2 sürümü ile, 2009 yılı Ekim ayında Unicode standartlarına eklendi. Bireysel karakterlerin ayrı bir "Orhun" ve "Yenisey" türevlerini içermektedir. Siyonizm Siyonizm, Filistin'de Yahudiler için yeniden bir vatan kurulmasına destek veren uluslararası Yahudi siyasi hareketidir. Söz konusu alan, Tevrat'ta bahsi geçen ve İsrail Diyarı (İbranice: "Eretz Yisra'el") adı verilen topraklardır. İsrail'in kurulmasından bu yana, Siyonist hareket de şekil değiştirerek öncelikle Modern İsrail devletinin desteklenmesi amacı ile varlığını sürdürmektedir. Siyonizm esas olarak Yahudi ulusu kavramının MÖ 1200 ile İkinci Tapınak döneminin sonları (MS 70 yılına kadar) arasında ilk olarak geliştiği İsrail Diyarı ile Yahudileri ilişkilendiren tarihi bağlar ve dini gelenekler kavramına dayanmaktadır. Büyük ölçüde Avrupa Yahudilerinin kıtanın dört bir yanında yükselen antisemitizme verdiği bir tepki şeklinde başlayan çağımızdaki hareketin kurucuları çoğunlukla laik Yahudilerden oluşmaktadır. Siyonizm, modern milliyetçilik görüngüsünün bir koludur. Başlangıçta, asimilasyona ve Yahudilerin Avrupa'daki durumuna karşı alternatif tepkiler sunan çok sayıdaki Yahudi siyasi hareketinden biri olan Siyonizm, hızla büyümüş, Holokost'un (Yahudi Soykırımı) ardından da Yahudi siyasi hareketleri arasında hakim güç halini almıştır. Siyasi hareket, Avusturya-Macar gazeteci Theodor Herzl tarafından, "Der Judenstaat" ("Yahudi Devleti") adlı eserinin yayımlanmasının ardından, 19. yüzyılın sonlarında resmen kurulmuştur. "İsrail Diyarı"na Yahudi göçünü teşvik etmeyi amaçlayan hareket, sonunda Yahudiler için bir anavatan olarak İsrail'i kurma hedefine 1948 yılında ulaşmıştır. Savunucuları, Siyonizmin amacını Yahudi ulusu için kendi kaderini tayin olarak görmektedir. İsrail'de yaşayan Yahudilerin dünya üzerindeki Yahudiler içindeki payı hareketin hayata geçirilmesinden bu yana sürekli olarak artmıştır. Bugün, dünyadaki Yahudilerin yaklaşık yüzde 40'ı İsrail'de yaşamaktadır. Amerika Birleşik Devletleri'nde de benzer sayıda Yahudi yaşamaktadır (bakınız Amerikan Yahudileri), ancak bu rakamın İsrail'e oranla azalmaya devam etmesi beklenmektedir. Bütün Siyonistlerin buluştuğu ortak payda, İsrail diyarının Yahudiler için millî yurt olarak tanımlanmasıdır . Bu tanımlama ve anlayış, tarihi bağların ve dini geleneklerin Yahudileri İsrail’e bağlamasından doğar . Siyonizm standart bir ideolojiye dayanmaz ve birçok ideoloji arasındaki dialoglara dönmüştür: Genel Siyonizm, Dini Siyonizm, İşçi Siyonizmi, Revizyonist Siyonizm, Yeşil Siyonizm, v.b. Millî bir devletleri olmaksızın, Yahudi diasporasının iki milenyum süren varlığından sonra, Siyonist hareket; 19. Yüzyılda Laik Yahudiler tarafından kuruldu. Dreyfus meselesi ve Rusya İmparatorluğu’ndaki Yahudi pogromlarında da görülen, Avrupa’daki artan anti semitizme cevap olarak Aşkenaz Yahudilerin çoğunlukla desteklediği bir tepki olarak ortaya çıktı. Resmi olarak, hareket, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’lı gazeteci Theodor Herzl tarafından 1897 yılında bastığı Der Judenstaat (Yahudi Devleti) kitaptan sonra kurulmuştur . O zamanlar, hareket, Yahudilerin Osmanlı’nın bir parçası olan Filistine gitmelerini destekledi. Başta diğer birçok Yahudi asimilasyonu ve antisemitizme tepki olan hareketler içinde yer almasına rağmen, Siyonizm hızlı bir şekilde büyüdü ve Yahudi politikalarında dominant bir güç haline geldi. Hareket sonunda başarılı oldu ve 14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti Yahudilerin ülkesi olarak kuruldu. İsrail’de yaşayan Yahudilerin oranı da daimi bi şekilde arttı ve hareketin oluşmasından günümüze kadar gerçekleşen göçlerle, dünyadaki Yahudilerin yaklaşık %40'ı, İsrail’de yaşamaktadır. Bu oranı dünyadaki diğer bütün ülkelerden fazladır. Bu iki sonuç Siyonizm’in diğer Yahudi politik hareketlerden daha başarılı olduğunu gösterir. Bazı akademik çalışmalarda, hem diaspora politikaları altında işlenir hem de millî kurtuluş hareketlerine örnek olarak üzerinde çalışılır. Siyonizm aynı zamanda, modern dünyayla Yahudilerin ilişkilerine yönelik de tutum aldı. Diaspora’dan dolayı, birçok Yahudi dışlanmış kaldı ve modern çağ hakkında pek fikre sahip değillerdi. Birçok Yahudi tamamen asimile olup, inançlarını geride bırakıp modern dünyaya entegre olmak istiyorlardı. Asimilasyonu destekleyen radikal grup, Yahudilerin Avrupa toplumuna tamamen entegre olmalarını istedi. Böylece, Yahudiler ve Yahudi olmayanlar arasındaki fark ortadan kalkacaktı. Bu grup homojen bir topluma kendi kimliklerinden vazgeçerek ulaşmayı amaçladı. Başka bir asimilasyon yöntemi olarak kültürel se
ntez, Yahudiliğe ait gelenekleri korurken, modern dünyayı kabule edip ona göre davranmayı öne sürdü. Bu fikri öne sürenler daha korumacı oldular, böylece bir yandan gelenekleri kaybetmeyip, öte yandan modern çağa ayak uydurabileceklerdi.. "Siyonizm" kelimesi, Siyon (İbranice: Tzi-yon ציון) kelimesinden türetilmiştir. İsim esas olarak, Kudüs yakınlarında bulunan Siyon Dağı ile bu dağ üzerindeki Siyon Kalesi'ni belirtmek için kullanılmaktaydı. Sonraları, Kral Davud döneminde, "Siyon" tüm Kudüs şehrine ve İsrail Diyarı'na atıfta bulunan bir kapsamlama haline geldi. Tevrat'taki birçok ayette, İsrailoğullarından Siyon halkı, Siyon'un oğulları ya da kızları olarak bahsedilir. Yahudi milliyetçiliğini tanımlamak için kullanılan bir terim olarak "Siyonizm," ilk milliyetçi Yahudi öğrenci hareketi Kadimah'ın kurucusu Avusturyalı Yahudi yayımcı Nathan Birnbaum tarafından, kendi çıkarttığı "Selbstemanzipation" adlı gazetede, 1890 yılında ortaya atılmıştır. (Birnbaum bir süre sonra siyasi Siyonizme sırtını dönerek ilk Haredi hareketi olan "Agudat Israel"'in genel sekreteri olmuştur.) Siyonizm, Yahudi anavatanını sadece ve sadece Eretz Israel'de kurmayı tasarlayan bir Yahudi milliyetçi hareketi olması ile Toprakçılıktan ("Tertoryalizm") ayırılabilir. Siyonizmin ilk dönemlerinde, Yahudilerin Avrupa dışına yerleştirilmesine yönelik bir dizi teklif getirilmişse de, bunlar eninde sonunda ya reddedilmiş ya da başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu tekliflerin yarattığı tartışmalar ise Siyonist hareketin niteliği ve odağının tanımlanmasına katkıda bulunmuştur. Dünya çapındaki çok uluslu Siyonist hareket bir temsili demokrasi şeklinde yapılandırılmıştır. Dört yılda bir kongreler düzenlenmekte (İkinci Dünya Savaşı'ndan önce iki yılda bir düzenlenmekteydiler) ve kongreye katılan delegeler üyeler tarafından seçilmektedir. Üyelerin, "şekel" adı verilen üyelik aidatını ödemesi gerekir. Kongrede, delegeler 30 kişilik icra kurulunu, bu kurul da hareketin liderini seçerdi. Kuruluşundan itibaren demokratik bir yapıya sahip olan harekette kadınlar da oy hakkını, Birleşik Krallık'ta oy hakkını kazanmadan da önce, elde etmişlerdir. 1917 yılına kadar, Dünya Siyonist Örgütü devamlı küçük ölçekli göç ve Yahudi Ulusal Fonu (1901 – Yahudilerin yerleşimi için toprak satın alan bir yardım derneği) ve İngiliz-Filistin Bankası (1903 – Yahudi işletmelerine ve çiftçilere kredi sağlayan bir kuruluş) gibi oluşumların kurulması yoluyla bir anavatan kurma stratejisini izlemiştir. 1942 yılında düzenlenen Biltmore Konferansı'nda, Siyonistler programlarını değiştirerek hareketin amacı olarak bir Yahudi devleti kurulmasını talep ettiler. 1968 yılında Kudüs'te bir araya gelen 28. Siyonist Kongresi, "Kudüs Programı"nda belirtilen beş noktayı Siyonizmin günümüzdeki amaçları olarak kabul etmiştir. Bu noktalar şöyledir: İsrail'in kurulmasından bu yana, hareketin rolü önemini çok büyük ölçüde yitirmiş olsa da, hareket içindeki ideolojik farklılıklar gerek İsrail'de gerekse Yahudiler arasında yapılan siyasi tartışmaların çok önemli bir parçası olmayı sürdürmektedir. İşçi Siyonizmi Doğu Avrupa'da doğmuştur. Sosyalist Siyonistlere göre, yüzyıllar boyunca Yahudi düşmanı toplumlar içinde gördükleri baskı yüzünden Yahudiler süklüm püklüm, aciz, umutsuz bir hale düşmüşler, bu da Antisemitizmin daha da şiddetlenmesine davetiye çıkartmıştı. Bu grup, Yahudi ruhu ve toplumunda bir devrimin gerekli olduğunu, bu devrimin de kısmen İsrail'e göç ederek, kendilerine ait bir ülkede çiftçilik, işçilik ve askerlik yapan Yahudiler tarafından gerçekleştirilebileceğini savunuyorlardı. Çoğu Sosyalist Siyonist, geleneksel dine dayalı Yahudiliğin uygulanmasına Yahudi halkı arasında "Diyaspora zihniyeti"ni devam ettirdiği gerekçesiyle karşı çıkmış ve İsrail'de "kibbutzim" adı verilen kırsal topluluklar oluşturmuştur. Her ne kadar Sosyalist Siyonizm Yahudiliğin temel değerleri ve ruhaniliğinden esinlenmiş ve felsefi olarak bu esaslar üzerine kurulmuşsa da, Yahudiliğin ifade edilmesinde benimsediği ilerici yaklaşım Ortodoks Yahudilik ile arasında karşıtlığa dayalı bir ilişkiyi beslemiştir. Filistin'deki İngiliz Manda Yönetimi sırasında, İşçi Siyonizmi Filistin'deki Yahudi yerleşimi Yişuv'un siyasi ve ekonomik hayatında baskın güç haline gelmiş ve İşçi Partisi'nin yenilgisi ile sonuçlanan 1977 seçimlerine kadar da İsrail'deki siyasi yapının hakim ideolojisi olmayı sürdürmüştür. Gelenek (zayıflamış olmakla birlikte) İşçi Partisi tarafından halen sürdürmekte, parti son yıllarda Batı Şeria ve Gazze'de bir Filistin Devleti'nin kurulmasının savunuculuğunu yapmaktadır. Genel Siyonizm (ya da Liberal Siyonizm), başlangıçta 1897 yılında toplanan Birinci Siyonist Kongresi'nden I. Dünya Savaşı'na kadar olan dönemde Siyonist hareket içindeki hakim eğilim olmuştu. Genel Siyonistler kendilerini Herzl ve Chaim Weizmann gibi Siyonist liderlerin gıpta ile baktığı liberal Avrupa orta sınıfı ile özdeşleştirmiştir. Liberal Siyonizm günümüzde İsrail'deki herhangi bir parti ile ilişkilendirilemese de, İsrail siyasetinde serbest piyasa ilkelerini, demokrasiyi ve insan haklarına bağlılığı savunan güçlü bir eğilim olarak varlığına devam edip sürdürmektedir. Milliyetçi Siyonizm, Jabotinski'nin önderliğindeki Revizyonist Siyonistlerin içinden çıkmıştır. Revizyonistler, bir Yahudi devleti kurulmasının Siyonizmin amaçlarından biri olduğunu beyan etmeyi reddederek 1935 yılında Dünya Siyonist Örgütü'nden ayrıldılar. Revizyonistler, Arap nüfusunu Yahudilerin kitlesel göçünü kabul etmeye zorlamak ve bölgedeki İngiliz çıkarlarını savunmak üzere Filistin'de bir Yahudi Ordusu kurulması fikrini savunuyorlardı. Revizyonist Siyonizm zaman içinde evrilerek İsrail'de 1977 yılından bu yana birçok hükümetin ana ortağı olan Likud Partisi'ne dönüşmüştür. Pati, İsrail'in Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki kontrolünü sürdürmesini savunmakta ve Arap-İsrail anlaşmazlığında sert bir çizgi izlemektedir. 2005 yılında, Likud işgal altındaki topraklar üzerinde bir Filistin Devleti kurulması konusunda bölünmüş ve barış görüşmelerinden yana tavır koyan parti üyeleri Kadima Partisi'ni kurmuştur. 1920'li ve 1930'lu yıllarda, Haham Abraham Izak Kook (ilk Filistin Hahambaşısı) ve oğlu Haham Zevi Judah Kook, din karşıtlığını ima eden unsurlarını reddettikleri Siyonizmin birçok idealinde muazzam bir dini ve geleneksel değer gördüler. Siyonizmin pozitif ideallerini uygun şekilde kucaklayacak ve Ortodoks ve laik Yahudiler arasında bir köprü vazifesi yapacak bir Ortodoks Yahudilik kolu kurmayı amaçladılar. Her ne kadar diğer Siyonist gruplar zaman içinde milliyetçiliklerinde yumuşamaya gitmişlerse de, Altı Gün Savaşı'nın kazanımları, dini Siyonizmi İsrail siyasi yaşamında önemli bir konuma getirmiştir. Günümüzde Ulusal Dini Parti ve Gush Emunim ile ilişkilendirilen Dini Siyonistler, Batı Şeria'daki Yahudi yerleşimleri konusunda ve Kudüs'ün Eski Şehir olarak adlandırılan bölümünün Yahudilerin kontrolü altına alınmasına yönelik çabalarda ön plana çıkmıştır. Büyük ölçüde Modern Ortodoksları barındıran Dini Siyonizm, artan sayıda (daha geleneksel) Ultra-Ortodoks Yahudiyi de içine almaktadır. Sefarad partisi Şas Siyonist hareket ile doğrudan ilişkili olmamakla birlikte genel olarak bir Ultra-Ortodoks gündem izlemektedir. Yeşil Siyonizm, Siyonizm’in İsrail’in doğasıyla ilgilenen bir dalıdır. Çevresel tek Siyonist parti Yeşil Siyonist İttifakıdır. 20. yüzyılın son çeyreğinde, İsrail’deki klasik milliyetçilik azalmaya başladı. Bu, diğer iki muhalif hareketin doğuşuna sebep oldu: Neo-Siyonizm ve Post-Siyonizm. Bu iki hareket dünya çapındaki iki fenomenin İsrail versiyonları anlamına geldi: Neo-Siyonizm ve Post-Siyonizm, Klasik Siyonizm’le aynı özellikleri paylaşırlar fakat, hissettirilen duruş ve çap ayrımları ortaya koyar. Neo-Siyonizm, Siyonist milliyetçiliğin dini ve çıkarcı yönlerini ortaya koyar, öte yandan Post-Siyonizm, daha normalleşme ve evrenselliğe yönelik bir yaklaşımda bulunur . Post-Siyonizm’e göre İsrail “Yahudiler için devlet” olmaktan çıkmalı ve bütün vatandaşları için bir devlet olmalı ya da Arap ve Yahudilerin eşit güce sahip olduğu, çift-milliyetçi bir yapıya bürünmelidir. Haredi Ortodoksların birçoğu Siyonist hareketin parçası değildir. Siyonizmi laik görüp, milliyetçiliği doktrin olarak kabul etmemekteler. Yahudiliği ilk ve en önde gelen din olarak görmektedirler. Buna rağmen, Shas gibi bazı Haredi hareketler, açıkça Siyonist hareketle bağını ortaya koymaktadır. Haredi hahamlar İsrail’i Yahudiliğin temellerine uyan, Yahudilere özgü bir devlet olarak görmemektedir. Bunun sebebi ülkeyi laik bulmalarıdır. Bununla birlikte, kendilerini, Yahudilerin dini bilince ulaşmalarında onlara yardımcı olması gereken kesim olarak görmektedirler. İki Haredi politik parti İsraildeki seçimlere girmektedir. Bazen, bu partiler, milliyetçi ya da Siyonist fikirlerin pararlelinde bulunur, bunun temel sebebi bu partilerin İsrailin Yahudiliğini güçlendirmek istemeleridir. Shas Partisi Siyonist hareketle ilişkisi olduğunu kabul etmese de 2010 yılında, Dünya Siyonist Örgütüne katıldı. Partiye oy verenler kendilerini genelde Siyonist olarak görürler ve partilerin Knesset’teki üyeleri Siyonist denilebilecek politikaları savunmaktadır. Hasidik olmayan Litvanyali Haredi Aşkenazlar, Aşkenaz Agudat İsrail partisi tarafından temsil edilmekte ve bu parti Siyonist hareketle aralarında bir ilişki kurmaktan hep kaçınmıştır. Partinin en büyük amacı İsrail ve İsrail kanunlarının Halaha’ya uymasıdır. Siyonizm, bir Yahudi devleti kurma amacıyla oluşmuştur. İlerki dönemde Siyonist liderler İsrail topraklarında Yahudi devletini kurmayı amaçlamalarına rağmen, Theodor Herzl, Amerika Birleşik Devletleri’ne Kuzey Afrikada’ki kolonilerden birinde Yahudi yerleşim birimi kurmak için yaklaştı . İsrail topraklarına Aliyah (göç) Yahudi ibadetlerinde daima tekrarlanan konudur. Diaspora’da yaşamayı reddetmek, Siyonizmin merkezinde yer alır. Fikre göre diaspora, bir Yahudinin ve Yahudi millî bilincinin tamamıyla gelişmesini engellemektedir. Siyonistler genelde İbranice konuşur. Bu dil Sami dill
erinden olup, antik Yehuda’nın özgür koşullarında geliştirildi. Birçok Siyonist, Avrupa dillerinden etkilenmiş Yiddiş dilini konuşmayı reddeder. İsrail’e göçtükten sonra diasporada kullandıkları dillerden ve isimlerden vazgeçerler. İbranice sadece ideolojik olarak tercih edilmedi, dil ayrıca bütün İsraillilerin ve yeni devletin ortak dili oldu. Bu Siyonistler arasında kültürel ve politik bağları güçlendirdi. Siyonist düşüncenin ana hatları İsrail Özgürlük Bildirgesinde gösterilir: Siyonizm, anti-semitizmle savaşmaya adamıştır kendisini. Bazı Siyonistler anti-semitizmin hiçbir zaman yok olmayacağına inanır öte yandan bazıları Siyonizmin ant-semitizmi bitirecek araç olduğuna inanır. Her ne kadar İsrail Diyarı'nda (Eretz Yisra'el) her zaman bir Yahudi cemaati bulunmuşsa da, MS 1. yüzyıldan itibaren, Yahudilerin çoğunluğu sürgünde yaşamıştır. Yahudilik inanışına göre, Eretz Yisra'el ya da diğer adıyla Siyon, Tevrat'ta Tanrı tarafından Yahudilere vadedilmiş bir ülkedir. İkinci yüzyıldaki Bar Kokhba ayaklanmasının ardından, Romalılar Yahudileri Filistin'den sürmüş, Yahudi diyasporası da bu şekilde ortaya çıkmıştır. On dokuzuncu yüzyılda, Yahudilik içinde Filistin'e dönüşe destek veren akımın popülerliği de artmıştır. Siyonizm öncesi Aliyah ile, Yahudiler, Siyonizmin fiilen başladığı yıl olarak kabul edilen 1897 yılından önce de Filistin'e göç ediyorlardı. Aktif Siyonizm'in başlangıcı kabul edilen 1897 yılından önce dahi Yahudilerin Filistin topraklarına göç ettiği görülmüştür.. Filistin'e ciddi Yahudi göçü 1882 yılında başlamıştır. Göçmenlerin çoğu, sık sık gerçekleştirilen pogromlardan ve devlet yönetimindeki baskılardan kaçtıkları Rusya'dan geliyordu. Bu gruplar, Batı Avrupa'daki Yahudi hayırseverlerden gelen mali destek ile bir dizi tarımsal yerleşim alanı oluşturdular. Rus Devrimi ve Nazi rejiminin başlaması ile de yeni Aliyahlar gerçekleştirilmiştir. 1890'lı yıllarda, Theodor Herzl Siyonizme yeni bir ideoloji ve fiili aciliyet katarak, Dünya Siyonist Örgütü'nün (WZO) oluşturulduğu 1897 yılında İsviçre'nin Basel şehrinde düzenlenen ilk kongrenin toplanmasını sağladı. Herzl'in amacı, Yahudi devleti hedefinin elde edilmesi için gerekli hazırlık niteliğindeki adımları başlatmaktı. Herzl'in Filistin'i hakimiyeti altında tutan Osmanlı yöneticileri ile bir siyasi anlaşma yapma teşebbüslerinin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine başka hükümetlerin desteği arandı. Filistin'de küçük ölçekli yerleşimlere destek veren WZO, Yahudilik duygusu ve bilincini güçlendirmeye ve dünya çapında bir federasyon kurmaya odaklandı. Uzun bir devlet yönetiminde soykırım ve etnik temizleme ("pogromlar") siciline sahip olan Rus İmparatorluğu, yaygın şekilde Yahudi halkının tarihi düşmanı olarak kabul edilmekteydi. Lider kadrosunun büyük bölümü Almanca konuşanlardan oluştuğu için, Siyonist hareketin merkezi de Berlin'de bulunuyordu. I. Dünya Savaşı'nın başlangıcında, Yahudilerin (ve Siyonistlerin) büyük bölümü Rusya'ya karşı verdiği savaşta Almanya'nın safında yer aldı. Rusya'dan gelen Yahudi göçmen Chaim Weizmann'ın yürüttüğü lobicilik çalışmaları ve Amerikan Yahudilerinin Amerika Birleşik Devletleri'ni Almanya'ya destek vermeye teşvik edeceği endişesi Britanya hükümetini 1917 yılında Balfour Deklarasyonu'nu kaleme almaya sevk etti. Deklarasyon, Filistin'de bir Yahudi anavatanı kurulmasını onaylıyordu. Ayrıca, Britanya saflarında Filistin'de savaşmak üzere de Siyonistlerden oluşan Jabotinski komutasında bir askeri birlik kuruldu. 1922 yılında, Milletler Cemiyeti, Britanya'ya verdiği mandada söz konusu deklerasyonu kabul etti: Manda (…) önsözde de belirtildiği gibi, Yahudiler için bir ulusal vatan kurulmasını ve kendi kendini yöneten kurumların oluşturulmasını ve ırkı ve dini ne olursa olsun, Filistin'de yaşayan herkesin medeni ve dini haklarını güvence altına alacaktır. Balfour Deklarasyonu'nun çıkarılmasında oynadığı rol, Weizmann'ın hareketin lideri olarak seçilmesinin de önünü açtı. Weizmann, 1948 yılına kadar bu görevde kaldı. Britanya Manda Yönetimi Filistin'e daha yüksek sayıda Yahudinin göç etmesine ve Yahudiler tarafından bölgedeki toprak ağalarından daha fazla arazi satın alınmasına yol açtı. Bunun sonucunda, yerel halkın topraksız kalması bölgedeki (çoğu zaman bizzat araziyi satan toprak ağalarının önderliğinde gelişen) huzursuzluğu körükledi. 1920, 1921 ve 1929 yıllarında yaşanan ayaklanmalara kimi zaman Yahudilere yönelik katliamlar da eşlik etti. Kurbanlar çoğunlukla Siyonist olmayan Ortodoks Yahudilerdi. Britanya ilkesel düzeyde Yahudilerin göçünü desteklemekle birlikte, Arapların çıkarttığı şiddet olaylarından ötürü Yahudi göçüne kısıtlamalar getirmiştir. Hitler'in 1933 yılında Almanya'da iktidara gelmesinin ardından, 1935 yılında kabul edilen Nürnberg Yasaları Almanya Yahudilerini (daha sonraları da Avusturya ve Çek Yahudilerini) ülkesiz mülteciler haline getirdi. Benzer kurallar, Nazilerin Avrupa'daki müttefikleri tarafından da uygulanmıştır. Zaman içinde Yahudi göçünde yaşanan artış ve Arap dünyasına yönelik Nazi propagandasının etkisi ile Filistin'de 1936-1939 Arap ayaklanması yaşandı. Britanya durumu araştırmak için Peel Komisyonu'nu kurdu. Avrupa'daki Yahudilerin durumunu dikkate almayan komisyon, iki devletli bir çözüm ve halkların zorunlu transferi yönünde bir çağrıda bulundu. Ancak, Britanya bu çözümü reddederek yerine 1939 tarihli Beyaz Kitap'ı uygulamaya koydu. Beyaz Kitap, Yahudi göçüne 1944 yılı itibarıyla son verilmesini ve Yahudi göçmenlerin sayısının 75.000 ile sınırlandırılmasını planlıyordu. İngilizler, Manda yönetiminin sonuna kadar bu politikayı sürdürdüler. Filistin'deki Yahudi cemaatinin büyümesi ve Avrupa'daki Yahudi varlığının muazzam bir yıkıma uğraması, Dünya Siyonist Örgütü'nün de devredışı kalmasına neden oldu. Amerikalı Siyonistlerin para yardımı ve Washington'daki nüfuzları ile destek verdiği, David Ben-Gurion'un liderliğindeki Filistin için Yahudi Ajansı, kendi politikalarını giderek artan şekilde dikte ettirmeye başladı. İkinci Dünya Savaşı ve Holokost'un (Yahudi Soykırımı) ardından, başta Holokost'tan kurtulmuş olanlar olmak üzere, ülkesiz Yahudilerden oluşan muazzam bir dalga Britanya'nın belirlediği kurallara meydan okuyarak küçük teknelerle Filistin'e göç etmeye başladı. İngilizler, (aralarında çok sayıda öksüz kalmış çocuğun da bulunduğu) bu Yahudileri ya Kıbrıs'ta hapsetmiş ya da Britanya kontrolü altındaki Almanya'daki Müttefik İşgal Bölgeleri'ne göndermiştir. Bu ise, Siyonizmin tüm Yahudilerden destek bulması ve Amerikan Kongresi'nin Britanya'ya ekonomik yardım verilmesini reddetmesi ile sonuçlandı. Siyonist grupların Filistin'de İngilizlere yönelik saldırılarına ek olarak, imparatorluğu iflasın eşiğine gelmiş olan Britanya konuyu yeni kurulan Birleşmiş Milletler'e havale etmek zorunda kaldı. 1947 yılında, Birleşmiş Milletler Filistin Özel Komitesi (UNSCOP) Filistin'in batısının bir Yahudi devleti, bir Arap devleti ve Kudüs'ü çevreleyen BM kontrolü altındaki bir bölge ("Coprus separatum") olmak üzere üçe bölünmesini yönünde tavsiyede bulundu. Bu taksim planı, 29 Kasım 1947 tarihinde, 181 Sayılı Birleşmiş Milletler Genel Kurul Kararı ile, 33 lehte, 13 aleyhte ve 10 çekimser oy ile kabul edildi. Oylamanın sonucu, Yahudilerin çoğunlukta olduğu şehirlerin sokaklarında kutlandı. Filistinli Araplar ve Arap devletleri BM kararını reddederek tek bir devlet oluşturulmasını ve Yahudi göçmenlerin Filistin'den çıkartılmasını talep ettiler. 14 Mayıs 1948 tarihinde, Britanya mandasının sona ermesinin hemen ardından, Ben-Gurion'un liderliğindeki Yahudi Ajansı İsrail Devleti'nin kuruluşunu ilan etti ve aynı gün yedi Arap ülkesinin orduları İsrail'i istila etti. Savaş yüzünden yaklaşık 711.000 Filistinli Arap yaşadıkları toprakları terk etmek, 850.000 Yahudi de Arap dünyasından büyük çoğunlukla İsrail'e göç etmek zorunda kaldı. İsrail Devleti'nin kuruluşundan bu yana, Dünya Siyonist Örgütü genellikle Yahudilerin İsrail'e göç etmeye teşvik edilmesi ve yardımcı olunmasına adanmış bir örgüt olarak işlev görmüştür. Örgüt, diğer ülkelerde İsrail'e siyasi destek sağlamış olsa da, İsrail'in iç politikasında küçük bir rol oynamıştır. Hareketin 1948 yılından bu yana kaydettiği önemli başarılar arasında, göç eden Yahudilere lojistik destek sağlanması ve en önemlisi, Sovyetler Birliği'ni terk etme ve dinlerini özgür bir şekilde uygulama hakkı konusundaki mücadelelerinde Sovyet Yahudilerine yardım edilmesi de vardır. 1903 yılında, Siyonist kongresi, İngilizler tarafından Uganda’da bir vatan oluşturulması teklifini reddetti. 1917 yılında İngiliz hükümeti Balfour Deklarasyonu ile Filistin’de bir Yahudi ülkesi kurma kararını verdi: 1922 yılında, Milletler Cemiyeti, deklarasyonunu kabul etti ve İngilizlere Filistin himayesini verdi: Rusya'ya göç etmiş olan Yahudi Chaim Weizmann Balfour Deklarasyonun’daki katkılarindan dolayı hareketin başı olarak 1948 yılına kadar kaldı ve Devlet kurulduğunda İsrail’in ilk Başkanı oldu. Yahudilerin Filistine göç etmesi ve feodal toprak sahiplerinden alınan geniş topraklar, topraksızlığa ve giderek artan hoşnutsuzluğa sebep oldu. 1920, 1921 ve 1929 yıllarında ayaklanmalar gerçekleşti ve zaman zaman Yahudilerin katledilmesiyle sonuçlandı. Kurbanlar genelde Siyonist olmayan, dört kutsal dört şehirdeki Haredi Yahudiler oldu. 1933 yılında Hitler Almanya’da yönetimi ele geçirdi ve 1935 Nürnberg Kanunları ile Alman Yahudileri (ve daha sonra Avusturya ve Çek Yahudileri) vatansız göçmen oldular. Benzer kanunlar Avrupa’daki diğer Nazi müttefikleri tarafından uygulandı. Bu durumu takip eden Yahudi göçü ve Arap dünyayı hedef alan Nazi propagandası, 1936-1939 Filistin Arap ayaklanmasına neden oldu. İngiltere, Filistin Kraliyet Komisyonunu durumu incelemek için kurdu. Komisyon, Avrupa’daki Yahudilerin durumunu değerlendirmedi ama iki-devlet çözümü savunarak zorunlu nüfus değişimi önerdi. İngiltere bu çözümü geri çevirdi ve bunun yerine 1939 White Paper (Malcolm Mac Donald) çözümünü öne sürdü. Bu çözüm 1944 yılına varıldığında Yahudi göçünü tamamlamayı planladı ve bu döneme kada
r 75.000 Yahudinin göçünü sağlamayı amaçladı. Bu Avrupa’daki şiddetli ayrıma uğrayan ve gidecek yerleri olmayan Yahudiler için faciaydı. Bu politikayı İngilizler himayenin sonuna kadar yürütebildi. Filistin’deki Yahudilerin sayısının artması ve Avrupa’daki Yahudilerin kötü durumu Dünya Siyonist Organizasyonunun güçlenmesini sağladı. David Ben-Gurion liderliğindeki Filistin Yahudi Kurumu Yahudilerin göçünü artırmak için Amerika’dan destek sağladı. Destek veren kurumlar arasında Amerika Filistin Komitesi’de vardı. İkinci Dünya Savaşı ve Holokost’tan sonra, çoğunluğunun Holokost’tan kurtulanlar olduğu ülkesiz çok sayıda Yahudi küçük botlarla İsrail’e göç etti. Holokost, Siyonist projesiyle dünyadaki Yahudiler arasında büyük bağlar kurdu. İngilizler Yahudileri ya Kıbrıs’ta tutukladı ya da Almanya’da müttefiklere ait alanlara gönderdi. Bu durum Yahudilerin Siyonizmi daha çok desteklemelerini sağladı. Siyonist gruplar Filistin’deki İngilizlere saldırdı ve İngilizler ise, karşılaştıkları iflasla, durumu Birleşmiş Milletlere götürdü. 1947 yılında Birleşmiş Milletler Filistin Özel Komisyonu, Batı Filistin’in Yahudi ve Arap devletler ve Birleşmiş Milletler tarafından kontrol edilen Küdus olarak bölünmesini önerdi. 181 nolu çözüm önergesi 1947 yılı Kasımında 33 kabul, 13 ret ve 10 nötr oyla kabul edildi. Karar Yahudi şehirlerde kutlamalarla karşılandı. Buna rağmen Filistinli Araplar ve Arap Devletler BM kararını reddetti ve Yahudi göçmenlerin geri gönderilmesini istedi. Bu durum 1948 Arap-İsrail Savaşıyla sonuçlandı. Mayıs 1948’de, İngiliz Himayesi sona erdi ve David Ben-Gurion İsrail devletinin kurulduğunu ilan etti ve aynı gün yedi Arap ülkesi İsrail’i işgal etti. Çatışmalar 711.000 Filistinli Arabın yaşadıkları yerden göçmesine neden oldu. Bu Filistinliler tarafından Al Akba (Felaket) olarak adlandırıldı ve Arap ülkelerindeki 850.000 Yahudi İsrail’e göçtü. Birçok kanunla, İsrail, göçen Filistinlilerin geri dönmesini engelledi. İsrail Devletinin kurulmasından itibaren, Dünya Siyonist Örgütü, Yahudileri İsraile göçmek için destekleyen bir kurum olarak çalışmalarına devam etti. İsrail iç politikasına karışmazken, İsraile politik destek verdi. En büyük başarıları arasında göçen Yahudiler için Lojistik destek vermek, Yahudilerin SSCB’den ayrılmalarını sağlayacak yasal zemini hazırlamak ve SSCB’de kalan Yahudilerin dinlerini özgürce yaşamalarını deskteklemekti. Theodor Herzl, dönemin sultanı II. Abdülhamid'e Kont Nevlinski (bir Leh soylusu, II. Abdülhamit'in şahsi dostu) aracılığla Filistin'e özerklik ve Musevi ikametliği ister. Buna karşılık şu taahhütlerde bulunur: Ancak, II. Abdülhamit teklifi kabul etmez ve şu yanıtı verir: Tarih araştırmalarında Prof. Dr. Vahdettin Ergin tarafından ortaya çıkarılan yeni belgeler ışığında Abdülhamid ve yakın çevresi ile Siyonizm'in en önemli ismi olan Herzl arasında 1896'dan başlayarak altı sene boyunca yoğun temaslar yaşandığı kanıtlanmıştır. Theodore Herzl, Osmanlı Arşivleri'ndeki belgelere göre, Sultan Abdülhamid ile görüşmüş ama bu görüşme sırasında Herzl'in Filistin'de bir Yahudi Osmanlı Arşivleri'nden 19 Nisan 1900 tarihli bir belge Yahudi göçüne izin verilmiyor (İ.HUS.81/1317Z.48) Prof. Dr. Vahdettin Engin vatanı kurulması, dolayısıyla da Abdülhamid'in bu talebi tek bir cümleyle reddetmesi gibisinden bir olay yaşanmamış; Abdülhamid, aksine, "Filistin'e değil, Mezopotamya'ya yerleşin" demiştir. Herzl, Sultan Abdülhamid'e daha sonra, 16 Şubat 1902'de gönderdiği bir mektupta bu görüşmenin ayrıntılarını hatırlatıyordu. Herzl, "Majesteleri, memleketinde yaşayan Yahudiler'e gösterdiği âlicenaplığı mazlum ve mağdur durumda bulunan diğer Yahudiler'e de göstermekte, onları bir peder gibi himaye altına almakta ama toplu olarak bir yerde yaşamaları yerine, değişik bölgelerde bulunmalarına izin vermektedirler" diye yazmaktaydı. Prof. Dr. Vahdettin Engin'in ortaya çıkardığı belgelerde, bu görüşmenin ve diğer temasların ayrıntıları açıkça görülüyor: Herzl, Yahudiler için "toprak" istemiyor, toprak satın almak gibi bir talepte de bulunmuyor, aksine Filistin'de "özerk" bir Yahudi devletine izin verilmesini istiyor. Abdülhamid ise, Yahudiler'in Filistin yerine Mezopotamya'ya yerleşmelerini ama tek bir yerde değil, değişik bölgelerde yaşamalarına sıcak bakabileceğini söylüyor. 1920'li yıllarda, Siyonist hareketin giderek daha laik bir kimliğe bürünmesi, bazı Ortodoks Yahudi gruplarının da muhalefetini çekmiştir. Harekete, İslami kuruluşlar ve milliyetçi Arap örgütlerinin yanı sıra, kimi asimile olmuş Yahudiler ve Siyonizmin Britanya'nın Hindistan'daki kalabalık Müslüman tebaası ile ilişkilerine zarar vereceği endişesini taşıyan İngiliz emperyalistlerinin de muhalefeti ile karşılaştı. Zaman zaman Marksist örgütler de çeşitli nedenlerden ötürü Siyonizme karşı çıkmışlardır. İsrail'de, 1930'lu ve 1940'lı yıllarda başını şair Yonatan Ratoş'un çektiği Kenancı hareket, "İsraillilik"in etnik kimlikler üstü bir milliyet olması gerektiği fikrini savunmuştur. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde, İsrail'deki klasik milliyetçilikte bir düşüş yaşandı. Bu ise, neo-Siyonizm ve post-Siyonizm gibi iki karşıt hareketin yükselmesine yol açtı. Her iki hareket de, aslında dünya çapında rastlanan bir görüngünün İsrail'e uyarlanmış haliydi: (1) küreselleşmenin, bir pazar toplumunun ve liberal kültürün yükselişi ve (2) yerel bir tepki. Neo-Siyonizm ve post-Siyonizm, bir yandan "klasik" Siyonizm ile belirli özellikleri paylaşırken, diğer yandan da halihazırda Siyonizmde mevcut olan birbirine muhalif ve taban tabana zıt kutupları vurgulamaları ile birbirinden ayrılmaktadır. "Neo-Siyonizm, Siyonist milliyetçiliğin kurtarıcılık ve adanmışlık boyutlarına vurgu yaparken, post-Siyonizm ise normalleşme ve evrenselcilik boyutlarının altını çizer." Siyonistlerin, Filistin'de Yahudiler için bir Ulusal Anavatan oluşturulmasına Britanya'nın desteğini kazanmaya yönelik çabalarının başarı ile sonuçlanmasından etkilenen Jamaikalı milliyetçi Marcus Garvey, Afrika asıllı Amerikalıların Afrika'ya dönmesine adanmış bir hareket başlattı. 1920 yılında, Harlem'de yaptığı bir konuşmada, Garvey şunları söylüyordu: "diğer ırklar —Yahudiler Siyonist hareket, İrlandalılar ise İrlanda hareketi yoluyla— davalarını başarıya ulaştırmak için uğraştılar ve ben de bedeli ne olursa olsun, Zencilerin menfaatlerinin gözetilmesini sağlamak için uygun şartları yaratmaya karar verdim." Garvey, Amerikalı Siyahların Afrika'ya göç etmesi için uygun şartları yaratmak amacıyla, Black Star Line adlı bir gemicilik şirketi kurduysa da, çeşitli sebeplerden ötürü bu girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Ortaya attığı fikirler, Jamaika'da Rastafaryanizme, Siyah Yahudilere ve İsrail'e yerleşmeden önce Liberya'ya taşınan Kudüs'ün Afrikalı İbrani İsrailoğulları'na esin kaynağı oldu. Yahudilerin İsrail Diyarı'na dönüşüne verilen siyasi destek, Yahudi Siyonizminin bir siyasi hareket olarak resmen örgütlenmesinden de eskiye dayanır. On dokuzuncu yüzyılda, Yahudilerin Kutsal Topraklara Döndürülmesi'nin savunucularına Restorasyoncular adı verilmekteydi. Yahudilerin Kutsal Topraklara geri dönmesi, Kraliçe Victoria, Kral VII. Edward, ABD Başkanı John Adams, Güney Afrika Başbakanı General Smuts, Çekoslovakya Cumhurbaşkanı Masaryk, İtalyan filozof ve tarihçi Benedetto Croce, Kızılhaç'ın kurucusu ve Cenevre Konvansiyonları'nın yazarı Henry Dunant ve Norveçli bilim adamı ve hayırsever Fridtjof Nansen gibi önde gelen isimler tarafından da yaygın olarak desteklenmiştir. Bakan M. Cambon'un şahsında, Fransız hükümeti de resmen, "İsrailoğullarının yüzyıllar önce sürgün edilerek çıkarıldıkları topraklarda Yahudi milliyetinin yeniden doğuşunu" sağlamayı taahhüt etmiştir. Çin'de, aralarında Sun Yat-Sen'in de bulunduğu Milliyetçi hükümetin önde gelen isimleri Yahudilerin bir Ulusal Anavatan kurma arzularına sempati ile baktıklarını ifade etmişlerdir. Siyonizm öncesinde, Yahudilerin Kutsal Topraklara dönüşü fikrinin Hıristiyanlar tarafından desteklenişi uzun bir tarihe sahiptir. Siyonizme destek veren ilk ünlü isimler arasında, Britanya Başbakanları David Lloyd George ve Arthur Balfour, ABD Başkanı Woodrow Wilson ve Siyonizme destek vermeye yönelik faaliyetleri yüzünden Britanya Ordusu tarafından Filistin'de görev yapması süresiz olarak yasaklanan Orde Wingate de bulunmaktadır. Carleton Üniversitesi'nden Charles Merkley'e göre, Hıristiyan Siyonizmi 1967'deki Altı Gün Savaşı'nın ardından kayda değer ölçüde güç kazanmıştır ve başta Amerika Birleşik Devletleri'ndekiler olmak üzere, birçok dönemselci Hıristiyan, bugün Siyonizme güçlü destek vermektedir. Ahir Zaman Azizleri İsa Mesih Kilisesi'nin kurucusu Joseph Smith, yaşamının son yıllarında, "Yahudiler için İsrail diyarına dönme zamanı[nın] şimdi" olduğunu ilan etmiştir. 1842 yılında, Smith, Ahir Zaman Azizleri İsa Mesih Kilisesi'nin Havarilerinden Orson Hyde'ı, toprakları Yahudilerin dönüşüne adamak için Kudüs'e göndermiştir. İsrail'e açık destek veren Hıristiyan Araplar arasında, her ikisi de Mısır doğumlu olan, İsrail'i Savunan Araplar adlı Web sitesinin kurucusu Amerikalı yazar Nonie Darwish ve "Viva Israele" adlı kitabın yazarı, eski Müslüman Magdi Allam da bulunmaktadır. Lübnan doğumlu Amerikalı Hıristiyan gazeteci ve Gerçek için Amerikan Kongresi'nin kurucusu Brigitte Gabriel, Amerikalıları "Amerika, İsrail ve Batı medeniyetini savunmak için korkusuzca seslerini duyurmaya" çağırmaktadır. 1873 yılında, İran Şahı Nasıreddin Şah, gerçekleştirdiği Avrupa seyahati sırasında aralarında Sir Moses Montefiore'nin de bulunduğu Britanyalı Yahudi liderleri ile bir araya geldi. Görüşme sırasında, İran şahı Yahudilerin toprak satın alarak burada Yahudi halkı için bir devlet kurmalarını tavsiye etmişti. Bugünkü Ürdün kraliyet ailesinin atalarından ve Osmanlı Türklerine karşı Arap direnişinin lideri (Osmanlı karşıtı Yahudi direnişi ile birlikte) Mekke Şerifi Hüseyin bin Ali, I. Dünya Savaşı sırasında, "Bu ülkenin kaynakları bakir topraklardır ve bu Yahudi göçmenler tarafından [Avrupa'dan getirecekleri teknoloji ile] işlenecektir" demiş, Y
ahudilere abna'ihelasliyin (toprakların "öz evlatları") olarak adlandırmıştır. Hiçbir zaman hayata geçirilmeyen 1919 tarihli, Faysal-Weizmann Anlaşması'nda, oğlu Emir Faysal, "Onların [Siyonist] ulusal arzularını gerçekleştirilmesinin en emin yolu, Arap devletlerinin ve Filistin'in gelişmesinde mümkün olan en yakın işbirliği yoluyladır" diyen bir bildiriye imza atmıştır. Faysal'ın 1919 yılında şunları söylediği Araplar tarafından aktarılır: "Araplar, özellikle de aramızdaki eğitimli kişiler, Siyonist harekete en derin sempati ile bakarlar… Yahudilere evlerine kalpten bir hoş geldin diyeceğiz… Hep birlikte ıslah edilmiş ve gözden geçirilmiş bir Yakın Doğu için çalışıyoruz ve iki hareket birbirini tamamlıyor. Yahudi hareketi emperyalist olmayan, milliyetçi bir harekettir… Nitekim, bu iki hareketten hiçbirinin diğeri olmadan gerçek bir başarıya ulaşabileceğine inanmıyorum." (örneğin. Birleşik Krallık'ın Filistin Kraliyet Komisyonu Raporu'nda, Faysal'ın yaşamında sıtmanın yaygın olduğu (örn. s. 233, s. 259) ve Yahudi göçmenlerin bataklıkları kurutarak sıtmayı yayan sivrisinekleri öldürdüklerinin altı çizilir.) Günümüzde halen yayınlanmakta olan El-Ahram gazetesinin editörünün bu konuda yazdıkları Faysal'ın sözlerinden pek farklı değildi: "Siyonistler ülke için gereklidir: Beraberlerinde getirecekleri para, bilgi ve zeka ve belirleyici özelliklerinden olan çalışkanlıkları ile hiç şüphesiz ülkenin yeniden canlanmasına katkıda bulunacaklardır." İtalyan Müslüman Meclisi lideri ve İslam-İsrail Derneği eş kurucusu Şeyh Abdul Hadi Palazzi ve Kanadalı İmam Halil Muhammed, Kur'an'ın Siyonizmi desteklediğini belirtir. Siyonizmi destekleyen diğer Müslümanlar arasında, Pakistanlı gazeteci Tashbih Sayyed ve Bangladeşli gazeteci Salah Choudhury de bulunmaktadır. 2003 yılından bu yana hapiste olan Choudhury ölüm cezası ile karşı karşıyadır. Dönem dönem, Kürtler ve Berberiler gibi kimi Arap olmayan Müslümanlar da Siyonizm'e destek verdiklerini belirtmişlerdir. İsrail'in 1948 yılında kurulmasından sonra, Hindistan Millî Kongresi hükümeti Siyonizm’e karşı çıktı. Bazı yazarlar, bu karşı çıkışın daha çok Müslüman oy vereni kazanmak için olduğunu iddia etti (o dönemde Müslümanlar 30 milyon üzerindeydi) . Buna rağmen, Sangh Parivar’ın liderliğini yaptığı tutucu hindu milliyetçiler açıkça Siyonizmi savundu. Ayrıca Vinayak Damodar Savarkar ve Sita Ram Goel gibi milliyetçi entelektüel isimler de Siyonizmi savundu. Yahudileri atalarının vatanına geri getirme hareketi birçok Hindu Milliyetçi için ilgi çekici geldi çünkü İngiliz yönetiminden kurtulma ve Hindistanın bölünmesi, uzun yıllardca ezilen Hindular için benzer tecrübelerdi. Uluslararası anketlere göre, Hindistan dünyadaki İsrail-Devletini en çok savunan ülkelerdendir. Yakın dönemlerde tutucu Hindistan partileri ve kurumları Siyonizmi desteklemektedir. Birçok Hindistan solu üyesi Hinduları bu nedenle, Yahudi lobisiyle işbirliği yapmakla suçlamıştır. Siyonistlerin bir Yahudi Millî Vatanı oluşturmak için İngilizlerin desteğini almaları, Jamaikalı milliyetçi Marcus Garvey’e ilham verdi ve Amerika’da yaşayan Afrika kökenlileri Afrika’ya geri getirecek hareketi kurmasını sağladı. 1920 yılında Harlem’de verdiği bir konuşmada, Garvey, “diğer ırklar kendi geleceklerine kendileri karar verdi-Yahudiler Siyonist hareketle, İrlandalılar, İrlanda hareketleriyle… ve bende Negroların kendi geleceklerine karar vermelerini istiyorum . Garvey bir gemi nakliye şirketi kurdu (Black Star). Bu gemilerle siyahi Amerikalıların Afrika’ya göçmelerine yardımcı olacaktı fakat birçok nedenle çabaları sonuç vermedi ve hareket başarısız kaldı. Garvey, Jamaika'da Rastafari Hareketine ilham verdi, Siyahi Yahudiler ve Afrika’daki İbraniler İsrail’den önce Liberya’ya göç ettiler. Susurluk kazası Susurluk skandalı ya da Susurluk kazası, 3 Kasım 1996'da saat 19.25 sularında Balıkesir-Bursa karayolunda Susurluk ilçesi Çatalceviz mevkiinde meydana gelen trafik kazası sonucu, devlet-polis-mafya ilişkilerinin ortaya çıkması ile patlak veren skandal. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli skandallarındandır. Kazanın ardından kamuoyu, "devlet, siyaset, mafya" üçgeninde yasa dışı ilişkilerin ortaya çıkartılmasını talep etti. "Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık" ismi verilen sivil toplum eylemleriyle ve medyanın desteği ile üstü örtülen ilişkilerin ve faaliyetlerin açıklanmasını talep etti. DYP Şanlıurfa milletvekili Sedat Edip Bucak, İstanbul Kemalettin Eröge Polis Okulu Müdürü Hüseyin Kocadağ, "Mehmet Özbay" sahte kimlikli Abdullah Çatlı ile 1970 doğumlu Gonca Us, 1 Kasım 1996 günü akşam saatlerinde Kuşadası Onura Otel'e gelmişlerdir. Bucak'a ait 06 AC 600 plakalı Mercedes marka siyah renkli otomobille Hüseyin Kocadağ yönetiminde İstanbul'a gitmek üzere yola çıkan grup, 3 Kasım 1996 günü saat 19.25 sularında Susurluk ilçesi Çatalceviz mevkiinde benzin istasyonundan yola çıkan Hasan Gökçe yönetimindeki 20 RC 721 plakalı kamyona çarparak trafik kazası yapmıştır. Bu kaza, basın literatürüne "Susurluk Skandalı" veya "Susurluk Kazası" olarak geçmiştir. Kazada, Mercedes'i kullanan Hüseyin Kocadağ, üzerinde "Mehmet Özbay" kimliği bulunan Abdullah Çatlı ve "Melahat Özbay" sahte kimlikli Gonca Us ölmüş, DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak yaralı olarak kurtulmuştur. Olay sonrası DGM Sedat Edip Bucak hakkında soruşturma açmış ve hakkında 2 yıl hapis cezası istenmiştir. Birinci Susurluk Raporu, MİT tarafından hazırlanmış ve doğruluğu üzerinde pek çok kuşkular bulunan bir rapordur. En çok da Milliyetçi çizgideki Alparslan Türkeş'in Susurluk beyanatı dahil pek çok siyasi kesimden Rapor doğruluğu üzerine tepki almıştır. Manipülasyon olduğu beyan edilmiştir. Birinci Susurluk Raporu üzerine Başbakan Mesut Yılmaz Başbakanlık Müsteşarı Kutlu Savaş'a yeni Susurluk Raporu hazırlattırmıştır. TBMM tarafından görevlendirilen Mehmet Elkatmış başkanlığında CHP'den de Fikri Sağlar'ın katıldığı susurluk komisyonu da bir rapor hazırlamıştır. TBMM Susurluk Komisyonu Raporu: Kazanın ardından kamuoyu, "devlet, siyaset, mafya" üçgeninde yasa dışı ilişkilerin ortaya çıkartılmasını talep etti. "Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık" ismi verilen sivil toplum eylemleriyle ve medyanın desteği ile üstü örtülen ilişkilerin ve faaliyetlerin açıklanmasını talep etti. Gelişmelerin ardından hazırlanan 1. Susurluk Raporu'nun olayı kapatmaya yönelik olmasının anlaşılması üzerine ülke çapında akşamları ışık kapatma olayları başlamıştır. 1. Susurluk Raporun doğruluğu üzerine kuşkular oluştuğundan Başbakan Mesut Yılmaz tarafından Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş'a 2. Susurluk Raporu hazırlatılmıştır. Kazada, Mercedes'i kullanan Hüseyin Kocadağ, üzerinde "Mehmet Özbay" sahte kimliği bulunan, kırmızı bültenle aranan katliam sanığı Abdullah Çatlı ve "Melahat Özbay" sahte kimlikli, sevgilisi Gonca Us ölmüş, DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak yaralı olarak kurtulmuştur. Olay sonrası DGM Sedat Edip Bucak hakkında soruşturma açmış ve hakkında 2 yıl hapis cezası istenmiştir. Susurluk Olayıyla ilgili olarak MİT'e Susurluk Raporu hazırlatılmış ve bu rapor gazetelere yansıtılmıştır. Bu raporda yanlış ve alakasız konular sıralanmış ve kamuoyu tarafından Susurluk Olayının kapatılması için yazıldığı günün gazetelerinde konuşulmuştur. Raporda "Aynı yıl kurulan 54. Hükümet (Refah Partisi - DYP Koalisyonu) bünyesinde ise İçişleri Bakanlığı görevinde bulunmuş olup, 8 Kasım 1996 tarihinde görevinden istifa etmiştir." denerek Mehmet Ağar İçişleri Bakanı olarak gösterilmiştir. Aydınlık Gazetesi'nde çıkartılan bir haber esas alınarak da hiç alakası olmayan şahısların da rapora dahil edildiği, olayın kapatılmaya çalışıldığı kritiği de yapılmıştır. Necip Hablemitoğlu Necip Hablemitoğlu (28 Kasım 1954, Ankara - 18 Aralık 2002, Ankara), Türk tarihçi, yazar. Evinin önünde uğradığı suikast sonucu 18 Aralık 2002 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Bu suikastın failleri halen bulunamamıştır. Ancak Ergenekon Davası tutuklu sanıklarından Osman Yıldırım ifadesinde Hablemitoğlu'nu Osman Gürbüz'ün öldürdüğünü ve Veli Küçük ile Muzaffer Tekin'in azmettirdiğini iddia etmiştir. Ayrıca MİT Kontrterör Dairesi eski başkanı Mehmet Eymür "Hablemitoğlu, askeri ihalelerle ilgili (yolsuzluk.com'a) bilgi sızdıranca Ergenekon'un hedefi haline gelmiş olabilir..." demiştir.. Evli ve iki kız çocuğu babası olan Necip Hablemitoğlu Türkiye dışındaki Türk topluluklarının yakın tarihi ile ilgili olarak çalışmalar yapmıştır. Orta Avrupa ve Balkanlar'da Türk eserleri, Türk azınlıkları ve Türk şehitlikleri konularında alan çalışmaları yürütmüş, ve bu konularda çeşitli projelerde aktif rol almıştır. Çalışma alanına ilişkin çok sayıda kitap ve makalesi bulunan Hablemitoğlu, öldürüldüğü 18 Aralık 2002 tarihine kadar Ankara Üniversitesi'nde doçent doktor öğretim görevlisi olarak yirmi yıl süresince Atatürk ilkeleri ve devrim tarihi derslerini verdi. Kendisi gibi öğretim üyesi olan Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu ile evli, Kanije (Kanije, Osmanlı devletinin en batıdaki kalesi) ve Uyvar (Uyvar, Osmanlı'nın en kuzeydeki kalesi) adında iki kız çocuk babası idi. Dr. Necip Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002 tarihinde evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucunda hayata gözlerini kapadı. Köstebek isimli kitabı ölümünden sonra basılmıştır. Cinayet sonrasında Hablemitoğlu'nun elektronik postasına ve telefonuna gelen tehdit telefonları emniyet mensuplarınca incelenmek üzere alınmıştır. Ailesinin İçişleri Bakanlığı aleyhine Ankara 5. İdare Mahkemesi'nde açtığı dava neticesinde, İçişleri Bakanlığı 40 bin lira manevi tazminat ödemeye mahkûm edildi. İçişleri Bakanlığı, savunmasında Hablemitoğlu'nun cinayetini "adi bir cinayet vak'ası" olarak değerlendirdiğini bildirmişti. Ayrıca cinayetin üzerinden 7 sene geçmesine rağmen İçişleri Bakanlığı hâlâ "hazırlık soruşturmasının" sürmekte olduğunu bildirmektedir. Ölümü üzerine birçok iddia ortaya atılmıştır. Bir teoriye göre Bergama ve Alman Vakıfları üzerine araştırmaları nedeniyle, Alman GSG 9 timleri tarafından öldürülmüştür. Bir diğer teoriye göre ise Habl
emitoğlu laiklik konusundaki hassasiyeti nedeniyle öldürülmüştür. Bir diğer görüşe göre ise Hablemitoğlu Ergenekon örgütü tarafından öldürülmüştür. Suç islami kesime yıkılarak hem kendilerini kamufle etmişler hem de laik kesimi kışkırtmışlardır. Ergenekon davasında tanıklar tarafından mahkemede verilen ifadelerde de dile getirilen bu görüşe göre; Necip Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002 tarihinde öldürüldü. Ölmeden önceki son araştırması, Alman vakıflarının Türkiye'deki faaliyetleri üzerineydi. Hablemitoğlu, üzerinde çalıştığı Alman vakıfları dosyasında ulaştığı yeni ve çok önemli bilgileri 8 gün sonra, 26 Aralık 2002’de Ankara 1. Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde görülmeye başlanacak 15 sanıklı 'Alman Vakıfları' davasında açıklayacaktı. Araştırmalarıyla, Alman vakıflarının Türkiye’de yasal olmayan çalışmalar yaptığı, etnik ve mezhepsel ayrılıkları körüklediği ve altın madeni karşıtlarını örgütlediği yönünde çok önemli bilgilere ulaştığı ileri sürülen Ankara Üniversitesi öğretim görevlisi Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu, bu iddialarının ele alınacağı davaya bir hafta kala evinin önünde uğradığı silahlı saldırıyla öldürüldü. Hablemitoğlu'nun ölümünde Ergenekon örgütünün parmağı olduğunu iddia edenler, Ergenekon davası firari sanığı Bedrettin Dalan'a Alman devleti tarafından sahte pasaport verildiğinin ortaya çıkmasını ve Ergenekon sanıklarına Alman vakıflarından para yardımı yapıldığının belgelenmesi gibi ayrıntıları da hatırlatıyor ve örgütün Almanya bağlantılarının çok güçlü olduğunu savunuyorlar. Ergenekon davası tutuklu sanıklarından Osman Yıldırım; Veli Küçük, Muzaffer Tekin ve Osman Gürbüz ile yaptıkları bir toplantıda kendisine 1 milyon dolar karşılığı Necip Hablemitoğlu’nu öldürmeyi teklif ettiklerini ve kendisi bunu kabul etmeyince Veli Küçük'ün Osman Gürbüz'e, "'Osman bu iş yine sana kaldı’ dediğini" ve 6-7 ay sonra Osman Gürbüz’ü gördüğümde "Hablemitoğlu’nun parasını kumar masalarında bitirdik" dediğini Ergenekon davası iddianamesınde ıfade etmiştir. Ayrıca MİT Kontrterör Dairesi eski başkanı Mehmet Eymür'de, Necip Hablemitoğlu'nun askeri ihalelerdeki usulsüzlükleri yolsuzluk.com sitesine gönderdiği için suikaste uğramış olabileceğini iddia etmiştir . Benzer ifadeleri daha sonra Önder Aytaç da kullanmıştır ). Ancak Necip Hablemitoğlu Köstebek isimli kitabının 162. sayfasında yolsuzluk.com sitesini olumsuzlamaktadır. Ankara Cumhuriyet Savcılığı, Hablemitoğlu'nun ölümünden 13 yıl sonra yeniden Necip Hablemitoğlu dosyasını açtı. Suikastla ilgili delillerden yola çıkarak yeniden inceleme yapılacağı açıklandı. Hablemitoğlu, 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu'ndan mezun oldu. 1977-1978 yıllarında "Dilde, Fikirde, İşde Birlik" adlı aylık bir dergi yayımladı. Uzun yıllar çeşitli kuruluşlarda basın müşaviri olarak çalıştıktan sonra Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü'nde yüksek lisans ve doktora yaptı. Türkiye dışındaki Türk topluluklarının yakın tarihi ile ilgili olarak çalışmalar yapan Hablemitoğlu, Orta Avrupa ve Balkanlar'da Türk eserleri, Türk azınlıkları ve Türk şehitlikleri konularında alan çalışmaları yürüttü. Bu çalışmalar çeşitli gazetelerde yazı dizisi olarak yayınlandı. 1995-1996 yılları arasında Birleşmiş Milletler'in UNDP projesinde görev alarak Moldova'da Gagauz Türkleri'nin Latin alfabesine geçişi ile ilgili olarak danışmanlık hizmeti verdi. Buradaki görevi sırasında, Cumhuriyet döneminin başında bölgede Atatürk tarafından görevlendirilen öğretmenlerin bulunduğunu belirleyerek, bu öğretmenlerin bugün yaşayan öğrencilerinin anılarını derledi ve bir kısmını "Kemal'in Öğretmenleri" başlığı ile yayınladı. Çalışma alanına ilişkin çok sayıda kitap ve makalesi bulunan Hablemitoğlu, öldürüldüğü 18 Aralık 2002 tarihine kadar Ankara Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak yirmi yıl süresince Atatürk ilkeleri ve devrim tarihi derslerini verdi. İlk kitabı, II. Dünya Savaşı sırasında Sovyet Rusya tarafından Kırım Türkleri'nin kendi topraklarından zorunlu göç ettirilişini anlatan ve 1974 yılında yayımlanan "Yüzbinlerin Sürgünü"'dür. Hablemitoğlu'nun özellikle Türkiye dışında yaşayan Türk toplulukları ve Kırım Türkleri konusunda yayınlanmış tarihi belgelere dayalı çok sayıda makalesi bulunmaktadır. Ailesi Bulgaristan Büyük Oranköy'den (Golyamo Vranovo) Türkiye'ye göç etmiş Kırım Türkleri'nden olan Dr. Necip Hablemitoğlu, Kırım Türkleri'nin Türkçü lideri İsmail Gaspıralı'ya ait tarihi belgelerden oluşan bir arşive de sahipti. Ayrıca, Türkiye'de ve yurt dışında faaliyet gösteren bölücü terör örgütleri ve Alman vakıfları ile Avrupa Birliği uyum yasaları içinde yer alan vakıflar yasası konularında çeşitli araştırmaları bulunan Hablemitoğlu, çalışma alanına ilişkin Türkiye'de ve yabancı ülkelerde sempozyum, panel gibi toplantılarda sayısız konferanslar verdi, çeşitli televizyon ve radyo programlarına katıldı ve bu çalışmalarını Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası adlı kitabında topladı. Öldürüldüğü için tamamlayamadığı Köstebek isimli araştırma kitabında Gülen hareketinin örgütlennmesini yazdı. Kitap, vefatından sonra bitirilememiş haliyle yayınlandı. Bu kitabında hareket mensuplarının yabancı devletler adına gönüllü casusluk yaptıklarını iddia etmiştir. Ölümünden sonra 2002 Sertel Demokrasi Ödülü'ne layık görülmüştür fakat eşi ödülü almayı kabul etmemiştir. Nihal Yeğinobalı Nihal Yeğinobalı (1927, Manisa) İstanbul'a geldiğinde 8 yaşındaydı. Orta ve lise öğrenimini şimdiki adı Robert Kolej olan Arnavutköy Amerikan Kız Koleji'nde tamamladı. Daha sonra ABD'ye gitti. New York Eyalet Üniversitesi'nde edebiyat öğrenimi gördü. Usta bir çevirmen olarak sayısız klasik ve çağdaş edebiyatçıyı, romanları ve öyküleriyle dilimize kazandırdı. Vincent Ewing adını koyduğu sözde ABDli bir yazarın imzasıyla yazdığı ilk romanını "Genç Kızlar" adıyla yayımlattı. Bu kitap, çeviri bir kitap kandırmacasıyla yıllarca yeni basımlar yaptı. Hâlâ da basılıp satılmakta. Daha sonra "Mazi Kalbimde Bir Yaradır" adlı ikinci romanı yayımlandı (1988). Üçüncü romanı olan Sitem de büyük bir ilgiyle karşılandı. "Cumhuriyet Çocuğu", yazarın kendi yaşam öyküsüdür. Ki-kare dağılımı Olasılık kuramı ve istatistik bilim dallarında ki-kare dağılım (x dağılımı) özellikle çıkarımsal istatistik analizde çok geniş bir pratik kullanım alanı bulmuştur. Bu dağılım, gamma dağılımından elde edilir. x, formula_13 ve n parametreleri ile gamma dağılımına sahip olsun: formula_14 olur. Burada formula_15 ve formula_16 alınırsa, elde edilen yeni dağılıma, formula_17 serbestlik derecesiyle ki-kare dağılımı denir ve formula_18 ile gösterilir. x, formula_17 serbestlik derecesiyle ki-kare dağılımına sahip ise: ki-kare 1 n(0.1)'e eşittir formula_20 olur. Teorem 1 formula_21 ise formula_22 olur. Teorem 2 formula_23 rassal değişkenler N(0,1) dağılımına sahip olsun. formula_24 ise formula_25 olur. Teorem 3 formula_26 varyansı bilinen, formula_27 dağılımına sahip rastgele örneklem formula_28 ve formula_29 örneklem varyansı olmak üzere: formula_30 olur. Ki-kare dağılım için olasılık yoğunluk fonksiyonu şu olur: Burada formula_32 bir Gamma fonksiyonu bulunduğunu gösterir ve bu yarım-tamsayılar için özel değerler gösterir. Ki-kare dağılımının yığmalı dağılım fonksiyonu şudur: burada formula_34 aşağı kısmı tamamlanmamış Gamma fonksiyonu ve formula_35 ise tanzim edilmiş Gamma fonksiyonu olur. Ki-karenin için verilen tablolar (biri aşağıda verilmiştir) yığmalı dağılim fonksiyonundan elde edilmektedir. Bu tablolar birçok değişik kaynaklardan bulunabilir. Örneğin bu fonksiyon için tablolar spreadsheet ve istatistik program paketlerinde bulunmaktadır. Ki-kare dağılımının karakteristik fonksiyonu şöyle yazılır: Eğer formula_37 ise, limitte formula_38 sonsuzluğa yaklaştıkca formula_39 normal dağılıma yaklaşır. Ancak bu eğilim (çarpıklık formula_40 ve basıklık fazlalığı formula_41 olduğundan dolayı) yavaş gelişmektedir. Ki-kare dağılımının iki değişik dönüşüm fonksiyonu normalliğe çok daha hızla yaklaşma göstermektedir: Fisher ispat etmiştir ki formula_42 ifadesi, yaklaşık olarak ortalaması formula_43 olan ve varyans değeri "1" olan bir normal dağılım gösterir. Aynı normal yaklaşım sonucuna moment karşılastırması yapılarak da erişilebilir. Bunu görmek için ki-dağılım gösteren rassal değişken formula_44in ortalaması ve varyansı izlensin. Bunlar sırasıyla şöyle verilir: ve Burada formula_47 bir Gamma fonksiyonudur. formula_48 ifadeli gamma fonksiyonunun özel oranı (particular ratio) şu seri halinde açılabilir : formula_50 olduğu halde bu oran için şöyle yaklaşım bulunur: formula_51 Sonra basitleşen moment karşılaştırılmasi sonuçları şu yaklaşık formula_52 dağılımı verirler; Bundan da şu ifade hemen çıkartılabilir\: Wilson ve Hilferty [1931] göstermiştir ki formula_55 ifadesi, ortalaması formula_56 ve varyansı formula_57 olan bir normal dağılıma yaklaşıktır. formula_38 serbestlik derecesi olan bir ki-kare dağılımı gösteren bir rassal değişken için beklenen değer formula_38 olur. Aynı dağılımın medyan değeri yaklaşık olarak şu ifade ile verilir: Eğer serbestlik derecesi 2 ise üstel dağılım ile aynı dağılımdır. Enformasyon entropisi ifadesi şöyle verilir: Burada formula_62 bir Digamma fonksiyonudur. olur; burada formula_87 dir. "g" serbestlik derecesi için yukarı kuyruk alanının (olasılığın) α olmasına karşıt olan ki kritik değeri Kaynak: Kritik değerler Italyanca Wikipedia için R (software) serbest programının qchisq( ,1:30) fonksiyonu kullanılarak bulunmuştur. Serbestlik derecesi g>30 olursa kritik değerleri bulmak için şu ifadeyi kullanmak yeterli olacaktır. Burada z Standart Normal N(0,1) için kritik değerdir (örneğin z = 1,645 olur.) Yale University Stats 101 kodlu ders için ornekler hipotez sinamasi ve parametre tahminleri konularini kapsar. Felicity (dizi) Felicity, ABD yapımı drama televizyon dizisi. Dizinin yaratıcıları J. J. Abrams ve Matt Reeves, yapımcıları ise Touchstone Television ve Imagine Television'dur. Dizi Felicity Porter'ın (Keri Russell tarafından ca
nlandırılmakta) Palo Alto, Kaliforniya'daki evinden "New York Üniversitesi" 'nde okumak üzere New York'a taşınmasıyla başlar. Dizinin konusu ana karakterin kurgusal üniversite deneyimleri üzerinden şekillenmektedir. Dizi 1998'den 2002'ye kadar dört sezon olarak yayınlanmıştır. Her sezon Felicity Porter'ın üniversitedeki bir yılına tekabül eder. 2007'de, dizi Time Dergisi tarafından ""Tüm Zamanların En İyi 100 TV Şovu"" listesine seçilmiştir. 23. Sophomoric 24. chicken 25. Ancient History 26. The Depths 27. Crash 28. The Love Bug 29. Getting Lucky 30. Family Affairs 31. Portraits 32. Great Expectations (1) 33. Help for the Lovelorn 34. The Slump (2) 35. Truth or Consequences 36. True Colors 37. Things Change 38. Revolutions 39. Docuventary II 40. Party Lines 41. Running Mates 42. Ben Was Here 43. The Aretha Theory 44. Final Answer 45. The Biggest Deal There Is 46. The Christening 47. The Anti-Natalie Intervention 48. Hello, I Must Be Going 49. Greeks and Geeks 50. Surprise 51. One Ball, Two Strikes 52. Kissing Mr. Covington 53. A Good Egg 54. James and the Giant Piece 55. Final Touches (a.k.a. Let's Get It On) 56. And to All a Good Night 57. Girlfight 58. Blackout 59. The Break-Up Kit 60. Senioritis 61. It's Raining Men 62. The Last Summer Ever 63. The Declaration 64. My Best Friend's Wedding 65. Your Money or Your Wife 66. Miss Conception 67. Boooz 68. Oops...Noel Did It Again 69. The Storm 70. The Last Thanksgiving 71. Moving On 72. Fire 73. A Perfect Match 74. Future Shock 75. Kiss and Tell 76. Raising Arizona 77. The Paper Chase 78. Ben Don't Leave 79. The Graduate 80. Time Will Tell 81. The Power of the Ex 82. Spin the Bottle 83. Felicity Interrupted 84. Back to the Future Erwin Schrödinger Erwin Rudolf Josef Alexander Schrödinger (d. 12 Ağustos 1887 – ö. 4 Ocak 1961), Avusturyalı fizikçi. Kuantum mekaniğine olan katkılarıyla, özellikle de 1933'te kendisine Nobel Ödülü kazandıran Schrödinger Denklemi'yle tanınır. Schrödinger'in Kedisi diye bilinen düşünce deneyini önermiştir. Schrödinger, Viyana'nın Erdberg ilçesinde, Rudolf ve Georgine Emilia Brenda Schrödinger'in tek çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası bir mumlu bez imalatçısı ve botanikçiydi. 1898 yılında girdiği Kraliyet Akademik Lisesi'nden ("Akademisches Gymnasium") 1906'da yüksek başarıyla mezun oldu ve aynı yıl Viyana Üniversitesi'nin fizik bölümüne kabul edildi. Burada, öğretmenleri Franz Serafin Exner ve Friedrich Hasenöhrl'ün fikirlerinden etkilendi, Friedrich Kohlrausch'un gözetiminde deneysel çalışmalar yaptı. 1910'da mezun olan Schrödinger, bir yıllık askerlik hizmetinden sonra üniversiteye geri döndü ve 1911'de Exner'in yanında asistan olarak çalışmaya başladı. 1914'te I. Dünya Savaşı başlayınca tekrar askere çağrıldı ve İtalya cephesine yollandı. Savaşın bitişinden sonra Viyana'ya dönen Schrödinger, radyoaktif bozunum ve kristal yapıların dinamikleri üzerinde çalışmaya başladı. Mart 1920'de Annemarie Bertel ile evlendi, ve aynı yıl içinde Stuttgart'ta doçentliğini aldı. 1921'de Breslau Üniversitesi'ne geçti ve burada profesör oldu, fakat Breslau'da birinci yılını doldurmadan bu sefer Zürih Üniversitesi'ne geçti. Zürih'te geçirdiği altı yıl boyunca renkli görüşün fizyolojisinden termodinamik problemlerine pek çok değişik konu üzerinde çalıştıysa da, atomaltı parçacıkların mekaniği üzerine yazdığı ve 1926'da arka arkaya yayımladığı altı makalesiyle uluslararası üne kavuştu. Bugün kendi adıyla anılan ve kuantum mekaniğinin en önemli sonuçlarından biri olan Schrödinger Denklemi'ni de ilk kez bu makalelerde ortaya koydu. 1927'de kısa bir süre ABD'deki Wisconsin Üniversitesi'nde ders verdikten sonra, Berlin Üniversitesi'ne gelerek fizik bölümü başkanlığını Max Planck'tan devraldı. Yahudi olmadığı halde, Almanya'da yükselen ırkçı Nazi iktidarından rahatsız olduğu için 1933'te İngiltere'ye taşındı ve Oxford Üniversitesi'nde profesör oldu. Aynı yıl, Paul Dirac ile beraber Nobel Fizik Ödülü'nü aldığını öğrendi. Schrödinger, Oxford'da iki kadınla beraber yaşıyor (karısı Annemarie ve bir başka fizikçiyle evli olan metresi Hilde), bu durum da üniversitede tepkiyle karşılanıyordu. Baskıdan sıkılan Schrödinger, 1934 baharında Princeton Üniversitesi'nde ders vermeye başladı, fakat buradan gelen iş teklifini, muhtemelen benzer sosyal baskılardan çekindiği için reddetti. 1935'te, bugün Schrödinger'in Kedisi adıyla bilinen meşhur düşünce deneyini de içeren üç kısımlı bir deneme yazısı yayımladı. 1936'da memleketi Avusturya'ya dönüp Graz Üniversitesi'nde işe giren Schrödinger, 1938 yılında Naziler'in Avusturya'yı işgal etmesiyle zor bir duruma düştü. Graz Üniversitesi'nin adı Adolf Hitler Üniversitesi olarak değiştirildi ve üniversitenin başına Nazi sempatizanı bir rektör getirildi. Schrödinger, yeni rektörün tavsiyesi üzerine üniversite senatosuna bir mektup yazarak 1933'teki muhalefetini geri çektiğini açıkladıysa da (sonradan bu mektuptan dolayı büyük utanç duyacak ve Einstein'dan bizzat özür dileyecekti), işini kaybetmekten ve muhalif olarak mimlenmekten kurtulamadı. 1938 sonunda karısıyla beraber apar topar Roma'ya kaçan Schrödinger, oradan önce Belçika'daki Gent Üniversitesi'ne, sonra da yeni kurulan Dublin İleri Araştırmalar Enstitüsü'ne geçti. Dublin'e 1939 sonbaharında gelen Schrödinger, burada 17 sene kalacak ve İrlanda vatandaşlığına geçecekti. 1944'te yazdığı "Hayat Nedir?" başlıklı kitabında organizmaların genetik şifresini ihtiva eden karmaşık bir molekül fikrinden bahsetti. 1950'lerde DNA molekülünün yapısını çözen (ve bu çalışmalarıyla 1962'de Nobel Tıp veya Fizyoloji Ödülü'ne layık görülen) Francis Crick ve James Watson ayrı ayrı yazdıkları anılarında, Schrödinger'in kitabından etkilendiklerini açıkça belirtmişlerdir. Schrödinger Dublin'de kaldığı süre boyunca, fiziğin değişik alanlarını birleştirecek bir "birleşik alan teorisi" kurabilmek için uğraştı ve bu konuda Einstein'la yazışmaya başladı. 1947'de başarıya ulaştığını zannederek akademik çevrelere ve İrlanda basınına fizikte çığır açacak yeni bir teori geliştirdiğini ilan etti. Ne var ki kısa süre sonra teorisinin hatalı olduğu anlaşıldı. 1954'te yazdığı "Doğa ve Yunanlar" adlı kitabında Antik Yunan felsefesi ve bilimiyle ilgili yaptığı araştırmaları anlattı. Schrödinger'in aşk hayatındaki skandallar İrlanda'da da devam etti. Öğrencileriyle ilişkiler yaşadı ve iki ayrı İrlandalı kadından iki tane gayrımeşru çocuğu oldu. 1956'da Viyana'ya dönen Schrödinger, birleşik alan teorisi ve genel görelilik kuramı üzerinde çalışmaya devam etti. 1961 yılında yayımlanan son kitabı "Dünya Görüşüm"'de hinduizm felsefesine oldukça yakın olan kendi dünya görüşünü anlattı. 4 Ocak 1961'de (73 yaşında) tüberküloz nedeniyle hayata gözlerini yumdu ve vasiyeti üzerine Avusturya'nın batısında bulunan Alpbach kasabasında toprağa verildi. Ay'ın görünmeyen tarafındaki dev Schrödinger krateri, ismini bu fizikçiden alır. 1993'te Viyana'da kurulan Uluslararası Matematiksel Fizik Enstitüsü'ne Erwin Schrödinger adı verilmiştir. Avusturya'da 1983-1997 arasında tedavülde bulunan 1000 Schilling banknotlarının üzerine Schrödinger'in resmi basılmıştır. Aziz Kocaoğlu Aziz Kocaoğlu (d. 12 Eylül 1948, Erbaa), İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı. Bu görevini 21 Haziran 2004 tarihinden beri sürdürmektedir. Aziz Kocaoğlu 12 Eylül 1948 tarihinde Tokat'ın Erbaa ilçesinde doğdu.İlk ve orta öğrenimini Erbaa'da lise öğrenimini İstanbul ve Malatya'da tamamladı. 1973 yılında Ege Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden (şimdiki adıyla Dokuz eylül üniversitesi iktisadi ve idari bilimler fakültesi) mezun oldu. 1974 yılında İstanbul Üniversitesi’nden İşletme dalında yüksek lisans derecesi aldı. Kocaoğlu 1975-1978 yılları arasına bir kamu kuruluşunda muhasebe uzmanı olarak çalıştı; 1978-1979 yılları arasında özel sektörde yöneticilik yaptı. 1979 yılında kendi işini kurdu. Ortak bir girişimle 1986 yılında toprak sanayii dalında çalışmaya başladı. Sanayiciliğin ardından Seçkin Ticaret adında Beyaz Eşya Bayisi işleten Kocaoğlu, siyasi yaşamına CHP Gençlik Kolları’nda başladı, SODEP kurulduğunda bu partiye üye oldu. 2001-2003 döneminde CHP Bornova İlçe Başkan Yardımcılığı yapan Kocaoğlu, 28 Mart 2004 seçiminde CHP’den Bornova Belediye Başkanı seçildi. İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ahmet Piriştina'nın 2004 Haziranı'nda ani vefatı üzerine İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığına getirildi. Kocaoğlu 2009 Türkiye yerel seçimleri'nde tekrar CHP tarafından aday gösterildi. Bu seçimlerde CHP adayı olarak % 55 oy alarak 5 yıllığına İzmir Büyükşehir Belediye başkanı seçildi. Böylece Ahmet Piriştina'nın ölümü sonrası devraldığı büyükşehir belediye başkanlığı görevini, 2009 yerel seçimi sonrası ilk kez kazanmış oldu. 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde %49,6 oy alarak tekrar İzmir Büyükşehir Belediye başkanı seçildi. Kocaoğlu'nun belediye başkanlığı zamanında İzmir'de yapımı tamamlanan bazı projeler şunlardır; Güzelyalı'da boşalan otobüs garajı arazisinde yapılan Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi, Alsancak’ta Fransızlardan kalan Tarihî Havagazı Fabrikası'nın ana dokusu korunarak dönüştürülen müze ve kültür kompleksi, Sasalı Doğal Yaşam Parkı ve bunun içinde yer alan 450 dönümlük araziyi kaplayan hayvanların doğal yaşam ortamlarında izlenebildiği bir hayvanat bahçesi, Evka 3-Ege Üniversitesi ve İzmirspor-Hatay-Göztepe-Poligon-Fahrettin Altay Metroları, Türkiye'de ilk kez bir belediye tarafından yapılan Tam Otomatik Otopark, Uçanyol, 25 arıtma tesisi, 27 çok amaçlı salon, alt geçit ve köprülü kavşaklar 130 kilometrelik Aliağa-Torbalı İzban raylı sistem hattı,yıllardır hizmete kapalı olan teleferik, İzmir kıyılarına 40 kilometrelik bisiklet yolu ve kıyı düzenlemesi,İzmir körfezine 15 yeni modern gemi alımı,Bornova 231 dönüm alanda yer alan Aşık Veysel Rekreasyon Alanı ve içinde bulunan Buz Pisti Salonu,Homeros Vadisinin düzenlenmesi,İzmir'in ilk kent ormanı olan İnciraltı Kent Ormanı,İzmir genelinde yapılan 4 otopark,Konak ve Karşıyaka tramvayları,Akıllı duraklar,Akı
llı kavşaklar,Buca Sosyal Yaşam Kompleksi ve önemli projem dediği Gaziemir'de belediyenin öz kaynaklarıyla yapılan fuar kompleksi. İksir İksirler yenileyici ve şifa verici olduğu inanılan içkilerdir. Bu terim ilk önceden simyagerler tarafından (aynı zamanda felsefe taşı olarak bilinen) basit metalleri altına dönüştüren, hastalıkları tedavi eden ve yaşamı uzatan maddeyi tanımlamak için kullanılırdı. Simyagerler her ne kadar bu kelimeyi türetmişlerse de, böyle bir madde konusundaki inanç simyadan önce de vardı ve sürekli olarak mitoloji ve din tarihinde rastlanır. Bu kelime, Latince elixir kelimesinden kaynaklanır ve eliksir de Arapça el-iksir kelimesinin Latinceleşmiş bir şeklidir. Grekçe'de tıp ve simya dönüşümü için kullanılan kuru bir toz olan xerion sözcüğüne akrabadır. Din, mitoloji ve peri hikâyelerinde bir yerlerde yaşlıyı genç kılan, hastayı iyileştiren, veya ondan bir yudum, soluk veya parça ısıracak kadar şanslı, bilge veya kurnaz olana refah ve sonsuz yaşam veren bir ot, pınar, taş, sarhoş edici içki veya cadı kazanında hazırlanan zehirleyici bir karışım olduğu fantezisi oldukça yaygındır. Gılgameş Destanında Uruk'un görkemli kralı sonsuz yaşamın sırrını bulmak için yolculuğa çıkar ve denizin dibinde sonsuz yaşam otunu bulma şansını sahip olur. Onu yerinden söker ama dikkatsiz bir şekilde onu ortalıkta bırakır ve bir deniz yılanı onu çalar. Gılgameş'in kaybettiği şeyi bulmak için sayısız insan çabalamıştır. Sağlık, refah ve sonsuz yaşamı bağışlayabilen sihirli bir maddenin varlığı konusunda inanç insanların ölüme meydan okuması kadar eski bir düşünsel dilektir. Ölümü yaşamın doğal sonucu olarak kabul etmekten uzak, her yerde insanlar ölümü cehalet ve kötü niyetin sonucu olarak görmüşlerdir. İnsanların bir zamanlar ölümsüz oldukları ve halen olmaları gerektiği inancı ölümün dünyaya nasıl girdiğini anlatan mitolojik öykülerde içerilmektedir. Gılgameş Destanındaki gibi bir deniz yılanın ölümsüzlük otunu çalması motifi dünyanın her tarafında tekrarlanmaktadır. Hepsi bir yılan veya deniz canavarının kutsal bir ölümsüzlük pınarı, yaşam ağacı, gençlik pınarı, altın elma vs. koruduğu mitinin varyasyonlarıdır. Bütün bu mitlerin arkasında tanrıların kıskanç olduğu ve ölümsüzlük iksirini insanların ulaşamayacağı yerlerde sakladığı korkusu yatar (Tekvin 3:22'e bakınız). İnsanlar öz hakkı olan ölümsüzlüğü geri kazanmak için tanrıları ayartmak veya atlatmak için gerek fiziksel, gerekse de ruhsal olarak büyük çaba harcamışlardır. Mısır, Hint, Grek, Babil ve İbrani yaratılış efsanelerine göre hayat, her şeyin özünü taşıyan ilkel madde olan sudan çıkar. Tufan efsanelerinde hayat sulara (şekilsiz biçim) geri döner, buradan yeni şekillerle yeniden ortaya çıkabilir. Vaftiz töreni suyun hayatın kaynağı olduğu ve dolayısıyla yeniden doğma ve ölümsüzlüğün kaynağı olduğu inancından doğmuştur. Bu şekilde su nihai büyüsel ve tıbbi madde olmaktadır. Arındırır, gençliği yeniler ve bu yaşamda ve gelecek yaşamda ölümsüzlüğü temin eder. Bu sihirli "ab-ı hayat"a (yaşam suyu) birçok isim verilmiştir - soma, haoma, ambrosya, şarap - her biri insanlara ve tanrılara bilgi, güç ve ölümsüzlük başlayabilecek kutsal bir içecektir. Hem aylık yinelenmesinden dolayı, hem de hayatın kaynağı su üzerindeki kontrolünden dolayı ay yinelenmenin nihai sembolüdür. Ayı deniz suyu, yağmur, bitkisel yaşam, dişi bereket, doğum, ölüm, inisiyasyon ve yinelemeye ilişkilendiren sembolizm Neolitik çağına dek iner. Güneş de güçlü bir yineleme ve ölümsüzlük sembolüdür. Güneş ve ayla ilgili mitolojik ve dini bağlantılar, insanların bu gök cisimlerine ilintili sıvı, bitki, hayvan, mineral ve metalleri kullanarak neden iksirler hazırlamak istediklerini açıklar. Şamanizm'in temsil ettiği ilkel kavim ve kadim dinlerinde iksirler, topluluğa psikotik maddeler şeklinde sağlanıyordu. Şaman ve takipçilerini yaşadıkları dünyadan da daha gerçek bir ruh alemiyle irtibat kurmalarını sağlayan vizyon ve vecit halleri yaratma açısında psikotikler, halüsyonojenler ve uyuşturucular çok önemlidir. Bu vizyonlar sefalet, hastalık ve ölümün içinde bulunmadığı doğaüstü bir alemin varolduğu inancını desteklemektedir (ve belki de üretmektedir). Ölümsüzlük vizyonundan ölümsüzlük arayışına geçiş küçük bir adımdır. Vizyonu yaratan madde şifa ritüellerinde kullanılıyordu veya da ilaç olarak veriliyordu. Bazen Vedik ritüellerde soma için ve Kuzey Amerika düzlük Kızılderililerin kullandığı psikotik madde "Baba Peyote" için yapıldığı gibi onlara bizzat tanrılaştırıp tapılıyordu. İnsanlar bu tanrıları elle tutabileceklerini ve onları yiyip güç ve ölümsüzlüklerini özümseyebileceklerine inanıyorlardı. Bunun arkasındaki inanç insan yediği şey olduğu ve hayvan, insan ve ilahi gücü sindirim sistemi ile özümseyebileceği fikri yatmaktadır. Bu inancın ciddi veya mecazi olarak alınması, değişik dini akımlarda kurbanların yenilmesi için zemin hazırlamıştır (Dionysis, Attik, Eleusis, Hıristiyan). Rg Veda'da anlatılan Soma ritüeli bir iksirin hazırlanışını ve kullanışını anlatan en eski kayıtlı dini törendir. Soma'nın ne olduğu konusunda farklı fikirler ortaya atılmıştır. R. Gordon Wasson'un araştırmaları (1969) soma'nın sıvısı öldürücü bir zehir olan, ama sulandırıldığında psikotik bir madde olan Amanita Muscaria mantarından hazırlandığı olasılığını oldukça inandırıcı kılmaktadır. İçkinin neden olduğu ölümsüzlük vizyonları içkinin kendisiyle özdeşleşmiştir. Bu konuda şiirler de yazılmıştır: Somayı içtik ve ölümsüzleştik Tanrıların keşfettiği ışığa eriştik Bize artık hangi şerlik işler ki? Ve ölümlülerin kini bize karşı ne yarar ki? ey Ölümsüz Tanrı Soma'nın kullanımı Vedik dönemin sonuna dek ortadan kalktı. Bazı alimler bu gelişmeyi Hint-Avrupalıların mantarın yetiştiği bölgelerden uzak yerlere göçmelerine atfetmektedirler. Belki de daha inandırıcı bir görüşe göre zamanla ruhban sınıfın daha çok hakim olduğu kurumsallaşmış ve daha az coşkulu bir din anlayışı yaygınlaşmıştı. Şamanizm'in yerine yavaş yavaş daha organize dinler geçerken, zihinsel farklılaşım yaratan druglar şeklinde iksirlerin ritüel kullanımı giderek ruhban sınıfın tekeliyle sınırlandı. Zamanla tamamen terk edildi veya ruhban sınıfın kontrolü altında (etkisiz maddelerin kullanıldığı) sembolik ritüeller yerini aldı. Bu durum hem Hint ibadette ravent suyu ve diğer sıvıların somanın yerine aldığı Vedik sonrası döneminde, hem de haoma'nın içimi Zerdüşt tarafından vazgeçirildiği İran'ın erken Zerdüşt döneminde yaşanmıştı. Bireysel vecit özelliklerine dayanan Şamanların transları, hiyerarşi ve muhafazakarlık üzerinde kurulu dini teşkilatlara ters düşmektedir. Eleusis Misterlerde kukeoni içme ritüeli teşkilatlı dinlerin bireysel vecit deneyimleri nasıl bir takdis edilmiş bir rahip tarafından toplumsal bir olaya dönüştürüldüğü konusunda bir örnek oluşturmaktadır. Diğer bir örnek de Hıristiyanlıkta komünyon ayinidir. Bir iksir kavramında ölümsüzlük vaadi bu ritüelin esasını oluşturur. Yuhanna İnciline göre (6:51) ekmek ve şarap tam anlamıyla İsa'nın bedeni ve kanıdır ve onu sindiren kişiye sonsuz yaşam verir. Antakya'lı Ignatius (Ölümü M.S. 113) ekmeği ebediyet ilacı ve ölüme karşı çare olarak tanımladı. Ancak Hıristiyan teologlar komünyon doktrininde İsa'nın gerçek varlığında saklı tanrılaşma ve (ahlaki terbiye gerekmeden imanın hidayet için yeterli olduğu) antinomyanizim fikirlerinin tehlikelerinin farkındaydı ve sürekli olarak bu iki konuda uyarılarda bulunuyorlardı. Aziz Pavlus'ın erken Hıristiyanlar tarafından kutlanan Aşk Ziyafeti Agape'yi kınaması (bakınız 1 Cor. 10-11), coşkunun heteredoks inançlara yol açabileceği korkusunu yansımaktadır. Kilise güç kazandıkça eki Şamanik uygulamaları devam eden bireyler din sapkınları olarak afişlendiler ve kıyıma uğradılar. Cadıların, majisyenlerin ve simyagerlerin kaderi buydu. Hem doğu, hem de batı simyagerler insanları ölümsüz kılan iksirler ürettiklerini iddia etmişlerdir. Ama Çin simyagerler Hint, Grek ve batı simyagerlere kıyasla fiziksel ölümsüzlük arayışında daha da ısrarcı bir tutum içindeydiler. Batı düşüncesine o denli has olan bu dünya ve öte dünya arasındaki fark Çin simyagerler tarafından göze alınmıyordu, ayrıca Grek ve Hint simyagerler gibi kozmostan kurtulmayı da ummuyorlardı. Çinliler için madde ve ruh tek bir organik bütünün parçalarıydı ve iksirlerin işlevi bir nevi sürekli tutkal gibi hareket edip beden ve ruhu sonsuza dek bir bütün olarak tutup "cevheri" (şen) korumaktı. Çinliler her zaman yaşamı uzatmakla ilgilenirlerdi, ancak görünüşe göre ölümsüzlük iksiri fikri erken Taoist felsefesinin harfi tefsirinden dolayı ilk kez dördüncü asırda ortaya çıktı. Esasında Tao kelimesi fiziksel bedenlerin gelişmesi ve çalışmasını sağlayan yaşam gücü anlamına gelmişti. Zamanla Taoist simyagerler bu soyut ilkeyi içilir veya yenilir bir iksire dönüştürdü. Tek sorun Tao'nın maddi yapısını tayin etmek ve yenilir bir şekle sokmaktı. Genel görüşe göre özellikle dayanıklılığından dolayı altın ve renginden dolayı zincifre en gözde adaylardı. Dünyanın her tarafında insanlar altının mükemmel ve yok edilmez özelliğini kendileri dahil mükemmel olmayan şeylere aşılamaya çalışmışlardır. Bunu başarmak için altın tozunu yemişler ve altınlı içkiler içmişlerdir. (Batı simyagerler Musa için simyager demişler, bunun sebebi Çıkış 32:20'de İsrailoğullarını altın buzağıyı toz haline getirip suyla karıştırıp içmelerine zorlamıştır). Zincifrenin iksir için ideal madde olduğu fikri onun rengi ve kimyasal yapısına dayanmaktaydı. Zincifre kanın rengi kırmızıdır ve cıva kükürt karışımı cıva sülfat olduğu için metallerin en canlısı saf cıvaya dönüştürülebilir. Tabii ki, burada önemli bir sorun var, zincifre zehirlidir, ama ölümsüzlük güçlü bir hayaldi ve simyagerler başkaları gibi çileyi gerekli bir bedel olarak kabul etmişlerdi. M.S. 820 ve 659 yılları arasında tam altı Çin İmparatoru sonsuza dek yaşama dileği ile aldıkları iksirlerden zehirlendiler. Joseph Needham (1957) dokuzuncu asırdan sonra Çin simyasının gözden düşmesinin sebebi için zehirlenmenin önemli bir unsur olduğunu ortaya atmıştır. Simya
sal bir iksirin fikri Orta Çağlarda Batıya İslam aracılığı ile gelmiştir. Ancak Hıristiyanların madde ve ruh ayrımı ve ahrette yaşam üzerinde durmaları simyagerlerin bu yaşamda ölümsüzlüğü kabul etmelerini zorlaştırdı. Yine de bazı simyagerler ölümsüzlük iksirini yaratmaya çalıştılar ve deneyleri tıbbi teori ve uygulamalara katkıda bulundu, çoğu simyager ise basit metalleri altına çevirecek daha sınırlı ve dünyevi amaca yöneldiler. Seçkin bir grup ruhsal simyagerler her iki amacı hor gördüler ve ruhu yüceltip ilahi menşeine götürecek ruhsal iksirler aradılar. Ölümsüzlük iksirini arayan bütün bu simyagerler arasında, bildiğimiz kadarıyla hiçbiri başaramadı. Ancak insanoğlunu sefalet, hastalık ve ölümden kurtaracak bir maddenin olduğu fikri dini, felsefi ve bilimsel düşünceye güçlü bir dürtü olmuştur. Galapagos Orion Orion, aşağıdaki anlamlara gelebilir: Kumdan Kaleler Kumdan Kaleler, Türk rock topluluğudur. 1992-1998 yılları arasında etkinlik göstermiştir. Doksanlı yıllar, Türk rock topluluklarının bereketli bir dönemiydi: Mavi Sakal, Kargo, Mor ve Ötesi gibi isimler dinleyicileriyle ilk defa o dönemde buluştular. 1992 yılında Tuna Kiremitçi, Kerem Doğrar ve Cem Coşkun tarafından kurulan Kumdan Kaleler de, 1996 yılında o dönemin en özgün Türkçe Rock çalışmalarından birine imza atıyordu: "Denize Doğru". Bu albümde, Tuna Kiremitçi'nin şarkı sözlerinin yanı sıra Ataol Behramoğlu, Metin Altıok ve Edip Cansever şiirlerinden yapılmış besteler de yer aldı. Bir dönem Galatasaray Lisesi Orkestrası olarak Hürriyet Altın Mikrofon yarışmasına da katılan Kumdan Kaleler, bu yarışmada İstanbul birincisi ve Türkiye üçüncüsü olarak dikkat çekti. Daha sonra Sumru Ağıryürüyen, Ozan Tügen, Muammer Ketencoğlu gibi profesyonel sanatçıların da katkılarıyla albüm kayıtlarını yapan ve çeşitli konserler veren topluluğun müzik anlayışını, belki de en iyi bir afişlerine şaka yollu yazdıkları şu cümle tanımlıyor: "İstanbul Dolaylarından Rock" İdeal kadrosu Tuna Kiremitçi (Vokal, ritm gitar), Kerem Doğrar (Bas gitar, vokal), Cem Coşkun (Akustik gitar), Orkunt Özkaya (Tuşlu çalgılar), Fırat İlker (Flüt), Murat Güney (Keman), Tuğrul Acar (Solo gitar) ve Kerem Eye (Bateri) şeklinde bilinen topluluğun ilk dönemlerinde şu müzisyenlerin de katkısı var: Togay Şenalp (Ud, vokal), Ahmet Balta (Bas gitar). Ayrıca, ilk ve tek albümlerinde Mert Karamızraklı ve Burak Atasavun solo gitar, Kadir Demirel çöğür, Onur Sarikaya bateri ve Ahmet Altınel de keman çalıyor. Albümdeki Tuna Kiremitçi bestelerinden "Bu Aşk Burada Biter" Haluk Levent ve Haluk Çetin tarafından, "Koru Beni"de Renan Bilek tarafından yorumlanmıştır. Adıge Cumhuriyeti Adıge Cumhuriyeti (AC) (Rusça: Респу́блика Адыге́я; Batı Çerkesçesi: Адыгэ Республик; Doğu Çerkesçesi Адыгэ Республикэ), Kuzey Kafkasya'da Rusya üyesi bir cumhuriyet. Kafkas Dağlarının kuzeyinde, Krasnodar Kray sınırları içinde yer alır. Cumhuriyetin yazıçeviri olarak adı "Respublika Adıgeya" olup Adıgeya olarak da bilinir. Adıge Cumhuriyeti adını, günümüzde nüfusun daha azı durumunda olan (% 25.2) Batı Çerkesleri (Batı Adığeleri) nden alır. Başkenti Maykop'tur (2010'da 154.740). Yüzölçümü 7.600 km² (Krasnodar Barajı ile birlikte 7.800 km²), nüfusu 440327 (2010). Nüfus yoğunluğu 58.8'dir. Anapa, 1828'de kuşatma altına alındı, 12 Haziran 1828'de kesin olarak Rusların eline geçti. 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan 1829 Edirne Antlaşması ile, kuzeyde Kuban Irmağı ağzından güneyde Bzıb (Psıb) Irmağı ağzına ya da Pitsunda'ya dek uzanan ve Osmanlılarca yerine getirilen Çerkesya kıyılarının denetimi, Osmanlı Devleti tarafından Ruslara devredildi. Böylece Çerkesya,haksız ve hileli bir antlaşma ve diplomasi oyunuyla, sıradan bir Rusya "toprağı" imiş gibi, Ruslarca dünyaya tanıtılmaya başlandı. Bu durum Karl Marx başta olmak üzere, dönemin demokrat çevrelerince kınanmış, Çerkeslere destek çağrıları yapılmıştır. Ancak bu gibi sivil kesim çağrıları durumu değiştirememiştir. Sonuç olarak Poti limanı kuzeyindeki tüm Doğu Karadeniz kıyılarında kesin bir Rusya denetimi kurulmuş oldu. Müttefikler Rusları barışa zorlamak için,savaşın sonlarına doğru,1855'te, Çerkesya kıyılarına geç kalmış bir çıkartma yaptılar ve Taman Yarımadasının bir bölümünü ele geçirip jest anlamında "Çerkesya Valisi" Sefer Paşa'yı (Zaneko) desteklemiş oldular,Rusları da Yekaterinodar'a (bugünkü Krasnodar) doğru geri çekilmek zorunda bıraktılar.Ancak bu tamamlanmamış harekât,yarardan çok zarar getirecek; katı Rus nefret ve düşmanlığının Adıgeler üzerinde patlamasına ve faturanın Çerkeslere kesilmesine neden olacaktı.Çerkesya'da bunlar olurken,öte yandan Osmanlı birlikleri Güney Kafkasya'da üst üste yenilmiş, Kars Kalesi de Ruslara teslim olmuştu. 1856 Paris Antlaşması,Müttefikler ve Ruslar tarafından ele geçirilen yerleri karşılıklı olarak geri verme,Karadeniz'i Rus donanma ve üslerinden arındırma, ticaret gemileri dolaşımına açma, Karadeniz kıyısındaki kaleleri yıkma gibi koşullarla imzalandı.Antlaşma'da Adıgelere (Çerkesya'ya) ilişkin hiçbir değinme yoktu. Müttefik ülkeler temsilcileri, Kırım Savaşı sırasında Dağlıların kendilerine yardım etmemiş olduklarını" belirtmekle yetindiler (bk. Çuvış Anjel, 'Kırım Savaşı ve Hemen Ertesindeki Çerkeslerin Tarihi', Cherkessia.net). Böylece 1829 Edirne Antlaşması hükümleri, Müttefiklerce yeniden onaylanmış, egemen Çerkesya, bir "Rusya toprağı" sayılmıştır. Antlaşma gereği, Müttefikler Çerkesya ve Kırım'ı tahliye ettiler. Ruslar önce,doğudaki İmam Şamil'in üzerine yürüdüler:6 Eylül 1859'da İmam Şamil,Dağıstan'ın Gunib kasabasında Mareşal Kont Baryatinski'ye teslim oldu, ardından Şamil'in Çerkesya'daki naibi Muhammed Emin de, taraftarı Abadzehlerle birlikte,Rusya'ya bağlılık yemini verdi (2 Aralık 1859). Şamil ve Muhammed Emin,Rus hükümeti tarafından ömürboyu maaşa bağlandılar. Rusya'nın artık tek hedefi kalmıştı,o da henüz boyun eğmemiş olan Adıge kabileleri idi. Bu arada Rus birlikleri de Dağıstan ve Çeçenya'dan Çerkesya'ya doğru kaydırılmaktaydı: 1857'de sınır, doğuda Kuban'ın kolu Laba Irmağından, daha batıda ve yine Kuban'ın bir kolu olan Belaya Irmağına (Çerkesçe: Şhaguaşe) kaymış ve Ruslarca işgal edilmiş olan bu yerlerde yaşayan Adıge toplulukları (Bjeduğ,K'emguy, Besleney, Mahoş,Yegerukay, Kuban Kabartay ve Abadzehler) Rus yönetimine alındılar.Ocak 1860'da, kıyıda (Anapa yöresinde) yaşayan ve kuşatma içine alınmış olan 240 bin nüfuslu Natuhay topluluğu da Rusya'ya boyun eğdi. Ekim 1863'te, Şapsığlar da,ateşkes istediler ve savaşa son verdiler.Ateşkes Antlaşması gereğince,Şapsığlara 6 Mart 1864 günü akşamına değin köylerinde kalma izni verildi.Şapsığlar o tarihe kadar köylerini terk etme ve bölgeyi boşaltma koşulunu da kabul ettiler. Nitekim Rus birlikleri 7 Mart 1864 tarihinden başlayarak bölgeye dağıldılar ve terk edilmiş haldeki bütün Şapsığ köylerini bir bir ateşe verip yaktılar. Şubat sonunda harekete geçip Mart 1864 başlarında, ateşkes koşulları uygulanan Şapsığ toprakları üzerinden,yerel gözlemciler eşliğinde yürüyerek Vıbıh bölgesine ulaşan Rus birlikleri, 18 Mart'ta, Psezuapse ırmağının 5 km (verst) kadar güneyinde, bir kestane ormanında toplanmış büyük bir Vıbıh ve Ahçıpsı topluluğu ile karşılaştılar,ancak kısa bir çatışmanın ardından direnişçiler başarısızlığa uğradılar ve dağıldılar; çatışmada Ruslar 8 ölü ve 14 yaralı verdiler. Vıbıhlar bunun dışında başka hiçbir direnişte bulunmadılar. 24 Mart 1864'te de Vıbıh lideri Hacı Gerandıko Berzeg, Rus birlikleri komutanı General Heyman'a (Гейман) "Vıbıhların tamamen boyun eğdiğini" bildirdi, ertesi gün eski Navaginsk Kalesi (şimdiki Soçi yerinde) de direnişsiz Rusların eline geçti. Nisan ve Mayıs aylarında,dağlardaki küçük topluluklar (köyler), en son olarak da kıyı bölümündeki dağlık bir köyde yaşayan ve direniş kararı alan küçük Aibga topluluğu da 12 Mayıs 1864'te boyun eğdi, böylece Ruslar Soçi ve Gagra yörelerinden oluşan son egemen Adige topraklarının tamamını da ele geçirip şimdi Abhazya'da bulunan, ama o sıralar Adıge-Rus sınırını oluşturan Bzıb Irmağına ve Rusya'ya bağlı Abhazya Prensliği topraklarına ulaşmış oldular.Ruslar 21 Mayıs 1864'te de,Mzımta Irmağı yukarı vadisindeki Kbaada yaylasında (şimdiki Krasnaya Polyana) toplandılar;burada bir askeri tören ve bir dini ayin düzenlediler ve "Kafkas Savaşı"nın kendi zaferleriyle sona erdiğini ilan ettiler. Ancak, Şapsığ ve Vıbıhların komşuları olan ve dağlarda barınan, Rusların "uçucu ya da ormancı çeteler" dediği Adıge Hak'uç topluluğu, birkaç yıl daha direndi.Haziran 1865'te, ölümüne savaşmakta olan Hak'uçlar, Ruslara büyük kayıplar verdirdiler.Bunun üzerine,1865'te dağlarda yaşayan,topraklarını terk etmeyi ve boyun eğmeyi kabul etmeyen Hak'uçlara boyun eğdirmek,ayrıca kıyı bölümündeki Aşe,Psezuape (Psışu),Şahe (Şex),Soçi ve Mzımta ırmakları havzalarını Hak'uç saldırılarından korumak için, üzerinde 12 karakolun yer aldığı Hak'uç Müstahkem Hattını kurdular. Ayrıca sıradağların doğusuna,ardına düşen iç kesimde,yani Kuban Irmağı kaynaklarında ve dağ geçitlerinin ağızlarında da karakollar kurarak, Hak'uçların diğer Adıge-Abadzeh kalıntıları ile bağlantı kurmalarına fırsat tanımadılar ve Hak'uçları dört bir yandan tam bir çember içine aldılar ve imha ettiler (T.V.Polovinkina, Çerkesya, Gönül Yaram, Ankara, 2007, s.281-285).Hak'uç direnişi, yer yer, 1870'li yıllara, yani Hak'uçlar tükenene değin sürdü; 1880'de Hak'uç sayısı 83'e düşmüştü. Hak'uçların ve onlara katılan Çerkes kalıntılarının dağlardaki bu direnişleri nedeniyle, Ruslar uzun süre,etnik temizlik uyguladıkları bu yerlere huzur ve güvenlik içinde yerleşme olanağını bulamadılar. Orta Kuban ve Orta Laba boylarında barınan ve oraya iç sürgün yoluyla yerleştirilen 80 bin kadar Adıge dışındaki bütün Adıge (1 milyonun çok üzerinde bir Adıge) nüfusu ise "deportation" (ülke dışına çıkarılma) biçiminde,Karadeniz kıyısındaki limanlardan gemilere bindirlerek Osmanlı topraklarına gönderildi.Parası olan aileler,akraba ve köleleri de yanlarında olmak üzere,düzgün gemiler kiralayarak Türkiye'ye göç ettiler ve elveri
şli buldukları yerlere yerleştiler.Yoksul kesim ise büyük telefat verdi. Bu arada,1862 sonrasında ele geçirilen Adıge topraklarındaki bütün Adıge köyleri,daha yukarılarda belirtildiği gibi,istisnasız olarak ateşe verilip yakıldı,dağlarda direnen gerilla gruplarının yararlanmaması için de tarlalar atlara çiğnetildi,meyve ağaçları bile askerlerce bir bir kesildi.1864 yılı Haziran ayı ortalarına doğru kuzeyde Kuban Irmağı ağzından başlayıp güneyde Bzıb Irmağı ağzına değin uzanan Çerkesya'nın Karadeniz kıyılarında ve içerilerde tek bir Adıge (ya da Çerkes) nüfus bile bırakılmadı,1862 yılı sınırları içinde kalan Bağımsız Çerkesya toprakları tümüyle insansızlaştırıldı. Binlerce yıldan beri bu topraklara damgasını vurmuş olan bir insan soyunun kökü bu topraklardan sökülüp atıldı.Askerler ve bir de direnişçiler dışında insan kalmayan bu topraklarda artık aç köpek havlamaları ve kurt ulumaları dışında ses duyulmuyordu.Ruslarca istila edilen bu yeni topraklar üzerinde Rus Kuban Ordusu Yönetim Bölgesi kuruldu ve eski Adıge toprakları bir Yasak askeri bölge olarak ilan edildi.Dağlarda direnen Adıge (Hak'uç) sayısı ise,Haziran 1864'te hemen hemen tamamlanan Adıge göçünden bir yıl sonra bile, Haziran 1865'te,Rus askeri kaynaklarına göre,hala 8-9 bin dolayındaydı. Savaş süresince Ruslar tarafından öldürülen toplam Adıge sayısı da,Adige yazarı Dr.Almir Abreg'in tahminine göre 500 binden çoktur. Adıge aleyhtarı bu tür politikalar nedeniyle,1864 sonrasında,Kuban oblastında bulunan ve 107 bin (80 bini şimdiki Adigey,kalanı Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti yerinde) olan toplam Adıge sayısı 1880'de 60.424'e düştü;genel artışa göre,1897'de Adıge sayısı,250 bin olabilecek yerde, 30 bine düştü (şimdiki Adıgey Adigeleri ve Karadeniz kıyısındaki Şapsığlar).1897'de 13 bin dolayında olan şimdiki Karaçay-Çerkesya Adigeleri ile birlikte eski Çerkesya sınırları içindeki genel Adıge (Çerkes) nüfusu 43 bine düştü (1864 yılı öncesi nüfusun % 2 kadarı. .Bu da,o zamanki Rus makamlarının Adıgeleri hedef alan amansız bir etnik temizlik ve soykırım politikası yürütmüş olduklarını kanıtlamaktadır. Ruslar 1998'de RF Hükümetinin iskan garantisi ile Kosova'dan,savaş koşulları nedeniyle,200 dolayında bir Adıge (Çerkes) nüfusunu Adigey'e getirip Maykop kentsel alanı içinde yeni oluşturulan Mafehable köyüne yerleştirmişlerdir.Ancak,RF Hükümeti,Kosovalı Adıgelere verdiği iskan garantisi sözünü bile bütünüyle yerine getirmemişti,2007'de bile,yurtlarda barınmaya çalışan evsiz Kosovalı aileler görülmekteydi (bk.Nurbıy Sehute/Сэхъутэ Нурбый,1офш1эгъэ дэгъухэр я1эх,мэфэк1ми чанэу хэлэжьэщтых,Адыгэ макъ,25.07.2007,internet;Türkçesi için bk.Jineps,sayı 22,s.3). Sorun çözülmediği,Adıgelerin istediği gibi,RF yönetimi tarafından yeni bir yasal düzenleme yapılmadığı sürece, Adıgelere tarihi ülkelerine dönüş yolu,1864'ten beri olduğu gibi,yine de açılmış olmayacaktır. Demokratik Adıge kuruluşları,sürgündeki nüfusa,yani tüm Adıge ya da Çerkes diasporasına,1997 UNPO kararına da uygun olarak,ilkesel düzeyde, "RF'ye yerleşme ve çifte vatandaşlık verilmesi hakkını" talep etmektedirler.Son olarak Mayıs 2011'de RF Devlet Duması yetkilileri ile Çerkes sivil kuruluş temsilcileri arasında yapılan bir toplantıda ABD Kaliforniya Çerkes Derneği/Adıge Khase (Circassian Association of California/Adyghe Khasa) adına Başkan Şıkh Çiçek tarafından Kuzeybatı Kafkasya'daki Kabardey-Balkar,Karaçay-Çerkes ve Adıge Cumhuriyetleri ile Krasnodar Kray'ın Çerkesya adı altında tek bir cumhuriyette birleştirilmeleri talep edildi (bk."Kaliforniya Çerkes Dernegi/Adıge Kase'nin Rus Duması'na Yazılı Teklifi",05 Haziran 2011,Cherkessia.net,Haberler). Rusların ise,aslında Adıgelerin eski ülkelerine dönüşünü istemedikleri, dönüş sorununu,Diasporadan dönmüş olan küçük bir Çerkes nüfusu (birkaç yüz kişi) ile sınırlı tutmayı istedikleri söylenmektedir. Son olarak 20 Mayıs 2011 tarihli oturumunda Gürcisan Parlamentosu oybiliği ile Çerkes Soykırımını kabul etti.Böylece Çerkes soykırımı olayı,BM üyesi bir devlet tarafından uluslararası kamuoyunun gündemine taşınmış oldu. Maykop'ta yıllık yağış miktarı 690 mm kadardır.Yıllık sıcaklık ortalaması Ocak ayı -2 derece,Temmuz ayı +22 derece,Nisan ayı +10 ve +11 derece,Ekim ayı değerleri de +17 ve +25 derece arasıdır.Maykop kenti ve çevresi kaplıcalar ve termal tesisler yönünden zengindir,özellikle hasta ve emeklilerin rağbet ettiği bir dinlenme ve tedavi merkezi konumundadır. Yörede kazılmış olan ve halen kazılması beklenen çok sayıda höyük (Adigey'de 10 bin dolayında yığma mezar,kale ve eski yerleşim yeri kalıntısı;eski Çerkesya yerindeki höyük,kale ve yerleşim yeri kalıntısı sayısı ise 50 bin dolayında) ve eski yerleşim yeri (kale) kalıntısı bulunmaktadır. Kuzeydeki Krasnogvardeysk'te de MÖ III.binyılından kalma Adıge (МыутӀэ) kenti kalıntıları bulunmaktadır.Ayrıca Arım (Kujorskiy kurgan),Çençavşho (Haç'emziy kurgan),Çimdej ve Kolyasij (Kabehabl kurganları),gibi kazılmış ünlü höyükler de vardır.1955'te Adıgeysk (Адыгэкъалэ) kenti yakınında ve Neçerezıy köyünde "Meot Tabletleri Kitaplığı" bulunmuştur.Tabletlerin üçte biri "Hitit Hiyeroglifli Meot (МыутӀэ) tabletleri"nden oluşmaktadır (Ayrıca bk.Necmettin Karaerkek,"Yazı","Nart" dergisi,sayı 44,s.22-24;Jineps gazetesi,Ocak 2007,s.6-7). Güney bölümündeki başlıca dağlar Çuguş (Ç'ığuş;ЧӀыгъушъ-Kuru Toprak,3.238 m),Fışte Dağı (Фыштэ,Rusça:Fişt;2.867 m),Oşten (Veş'üten;Ошъутен;2.804 m),Pseaşho (3.257 m) ve Şepsı doruklarıdır. Güneybatıdaki Avtle (Аулъэ) ve Huko (Хыкъо) dağları arasındaki Huko Gölü ve Legonaka (Лэгъо-Накъэ/Leğo-Naqe;Rusça:Lago-Naki)yaylaları gezilip görülen yerlerdendir.Bu çok değerli yer için ayrıca bk."Nefiset Hut,Leğo-Naqe [Lago-Naki] Yaylalarının Gerçek Sahibi Kimdir?" (Jineps gazetesi,Ağustos 2007,sayı 21,s.10;Özdemir Özbay,"Dünden Bugüne Kuzey Kafkasya",Ankara,1999,s.119-122). Dil öğretimindeki Ruslaştırma, Adige müziğinin 2.sınıf sonrasında devre dışı bırakılmasıyla da güçlendiriliyordu. Bu da müzik alanında kitlelerden ve özellikle de Diaspora'dan kopmaya, yozlaşma ve Ruslaşma biçiminde bir asimilasyonun yoğunlaşmasına yol açmaktadır (Ayrıca bk. Kuzey Kafkasya KD, sayı 87-88, s.4). Eksiksizlik Herhangi bir cümle kümesi, dilinin oluşturabildiği her cümle (P) için, P ya da P'nin mantıksal tersini ispatlayabiliyorsa eksiksizdir. Aynı şekilde herhangi bir kuram, P ya da P'nin tersini içinde barındırıyorsa eksiksizdir. Maoculuk Maoculuk ya da Maoizm, adını Mao Zedong'dan alan, kapitalizmin Avrupa'daki gibi bir gelişme seyri izlemediği Uzak Doğu toplumlarına özgü Marksizm'in pratiği olarak ifade edilebilir. Maoizm, taraftarlarına göre, Marksizm-Leninizm siyaset biliminin 3. nitel aşamasıdır ve kırlardan şehirleri kuşatarak proleterya diktatörlüğüne ulaşabilmenin tek altın anahtarıdır. Maocuların asgari programlarında ise, bağımsızlığın sağlanması ve feodalizmin tasfiyesi vardır. Asya tipi üretim tarzı olarak ifade edilen ve Doğu toplumlarına özgü olan bu durum Avrupa'dakinden farklı bir mülkiyet yapılanmasının bir sonucudur. Avrupa'da toprak sahibi Lordlar bulundukları bölgede Kralın yetkilerini paylaşır kendi bölgelerinde bağımsız hareket ederlerken Asya toplumlarında böyle bir durum görülmez, merkezi otorite güçlü yapısını devam ettirebilmek için toprağı bazı kişilere mülk olarak devretmez, ancak toprağın kullanım hakkını bazı koşullar altında devreder. Böylece ülke topraklarının tamamı devlete ya da aynı anlama gelmek üzere merkezi otoriteye bağlıdır. Böyle bir mülkiyet yapılanmasının sonucu olarak Asya toplumlarının üretim yapısı Avrupa'daki üretim yapısınından farklılaşmıştır. Mao bu ikili yapı içerisinde Marksizm'in hayata geçirilmesi ve sosyalist iktidarın kurulabilmesi için Asya toplumlarına farklı bir örgütlenme uygulamıştır. Mao döneminde Çin nüfusunun önemli bir bölümü köylüydü. İşçi sınıfı ise birkaç büyük kentte çok sınırlı sayıda mevcuttu. Bu somut durum içerisinde Avrupa'daki gibi işçi sınıfının çoğunlukta olmadığı Çin'de işçilerin tek başlarına iktidar mücadelesi vermesi mümkün değildi. Bunu gören Mao, köylü sınıfının gücüne dayanan ancak işçi sınıfının "ideolojik öncülüğüne" dayanan bir mücadeleyi savundu. Buna göre işçi sınıfı Çin'de gelişmediği için kısıtlı bir güce sahipti. Köylü sınıfı ise toplumun çoğunluğunu oluşturduğu için etkin bir güçtü. Mao bu somut koşullar altında şehirlerde işçi sınıfının gerilla örgütlenmesinin başarısızlığa uğrayacağını bu sebeple yine işçi sınıfının "ideolojik önderliğine" dayanan bir köylü gerilla örgütlenmesi kurdu. Çin Kapitalizminin sadece merkezde güçlü olduğu ve çevrede etkili bir güce ulaşamadığı için mücadele çevreden merkeze doğru olmalıydı. Mao Çin'in çevrelerinde köylü gerilları ile başlattığı mücadele genişleyerek merkeze dayandı ve Çin'de Sosyalizm'in başarısıyla sonuçlandı. Ancak Mao sosyalist bir devrimin iktidarı ele almasının yeterli olmadığını asıl mücadelenin bundan sonra başlayacağını söyledi. Kapitalizmin ideolojik etkilerinden, insan üzerindeki tahribatlarından, yabancılaşmadan kurtulabilmek için sosyalizmin yaşamın her alanına nüfuz edebilmesi için bir "Kültür Devrimi"ni savundu. Uygar Şirin Uygar Şirin, 1972 yılında doğdu. Galatasaray Lisesi'ni ve Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü'nü bitirdi. 1994’te “Antrakt” dergisinde film eleştirileri ve sinema yazıları yazmaya başladı. 1996’da çekilen “Karışık Pizza” adlı filmin senaryosuna Tamer Baran’la birlikte imza attı. 1997’de profesyonel metin yazarlığı da yapmaya başladı. Uzun yıllar süren sinema yazarlığı boyunca okuma zevki veren, sinemaseverle edebiyat okurunu buluşturan özgün bir biçem geliştirmeyi başarmıştır. Uygar Şirin'in ilk romanı olan "Anne Tut Elimi", 2004 yılında yayımlandı. 11 yaşında bir kızın gizemli dünyasını işlerken kullandığı akıcı anlatım ve insan gerçeğine sade, alçakgönüllü yaklaşımıyla çeşitli övgüler aldı. 2010'da vizyona giren "Ses"in senaryosunu yazdı. Uygar Şirin sinema yazılarını halen aylık "Sinema" dergisinde sürdürmektedir. Rafting Rafting, raft adı verilen botlarla (sallarla), debisi yüksek nehirlerde yapıl
an bir nehir sporudur. Raftingde asıl olan içinde bulunduğunuz raftı devirmeden, kürekle yönlendirerek kayalar ve engeller arasından geçirmektir. Rafting, 4 ile 6 kişilik takımlar halinde yapılır ve başarılı olabilmek tek vücut gibi hareket eden bir takım olabilmekten geçer. Bu sporda akarsular zorluk derecesine göre altı dereceye ayrılırlar. 6. derece en zor parkurları, 1. derece ise en kolay parkurları denir Türkiye'nin her bölgesinde rafting için elverişli nehirler bulunmaktadır. Özellikle Köprüçay, Dalaman Çayı, Alara Çayı, Dim Çayı, Çoruh Nehri, Melen Çayı, Eşen Çayı, Manavgat Çayı, Zamantı Çayı, Fırtına Deresi, Maçka, Tortum, Kelkit Çayı ve Barhal Çayı bunların en bilinenleridir. Rafting sporu Türkiye'de Gelişmekte Olan Spor Branşları Federasyonuna bağlı olarak faaliyet göstermektedir. Deniz biyolojisi Deniz veya okyanuslarda yaşayan bitki, hayvan ve diğer organizmaları inceleyen bilim dalına deniz biyolojisi denir. X3D X3D açık ISO standartlarına sahip, XML tabanlı 3B dosya biçimidir. 3B Verinin tüm uygulamalarda ve ağ uygulamaları üzerinde gerçek zamanlı iletişimini sağlar. Mühendislik, bilimsel görselleştirme, BDT (Bilgisayar Destekli Tasarım) ve mimari, tıbbi görselleştirme, eğitim ve benzeştirim (simülasyon), çokluortam, eğlence,eğitim... gibi birçok alanda kullanılabilecek zengin özelliklere sahiptir. Web3D konsorsiyumu tarafından geliştirilmektedir. Sanal Gerçeklik Modelleme Dili (VRML)'in gelişmiş halidir. VRML'e ek olarak getirdiği yenilikler (e.g. Humanoid Animation, Nurbs, GeoVRML etc.),sahneleri kodlamak için XML söz dizimi ve Open Inventor tipi VRML97 söz dizimi desteği ve geliştirilmiş uygulama programlama arayüz desteği (API). TGRT TGRT (Tam adıyla:Türkiye Gazetesi Radyo Televizyonu), Türkiye'de özel televizyonculuğun ilk yıllarında İhlas Holding tarafından 22 Nisan 1993 tarihinde açılmıştır. Yayın hakları 25 Temmuz 2006 tarihinde ABD'li News Corporation şirketine satılan kanal, Fox olarak yayınlarını sürdürürken, TGRT'ye ait Karasal yayın frekansları ve yayın haklarının birçoğu satıldı. TGRT markası ise kardeş kanalları TGRT Haber ve TGRT Belgesel ile TGRT EU üzerinden yayına devam etmektedir. Türkiye'de ilk özel TV kanalı aslında Star 1 diye bilinse de esasında TGRT'dir. TGRT'nin temelleri ilkin 1970'lerde Dr. Enver Ören tarafından Türkiye gazetesinin kurulmasıyla atılmıştır. 1989 yılında ise dönemin başbakanı Turgut Özal tarafından özel televizyon ve radyoların yayına başlamasına izin verilmiş, fakat o dönem özel radyo ve televizyonların yayın yapmasına izin veren yasal bir kanun olmadığı için kanal yayına başlayamamıştı. Star 1 ise 3 Mart 1989 tarihinde yasadışı yollardan Almanya üzerinden test yayınına başlamıştır. Arkadan kanalın asıl sahibi olan Cem Uzan, Turgut Özal'ın oğlu Ahmet Özal'ı kanalın hisselerine ortak etmiş ve 1991'de ikinci özel televizyon olan Teleon'u yayına başlatmıştır. Kısa bir süre sonra ise 5 Mayıs 1990'da Magic Box, Star 1 adıyla normal yayına başlamıştır. Ondan bir süre sonra ise iş adamı Erol Aksoy ve gazeteci-televizyoncu Nuri Çolakoğlu 1 Mart 1991'de Fransa üzerinden Show TV'yi test yayınına sokmuştur. 1 Mart 1992'de normal yayına başlamıştır. Bu arada Kadir Has şirketler grubu da 1992'de HBB TV'yi yayına başlatmıştır. Ve en sonunda Tevfik Ahmet Özal, Star 1 ve Teleon ortağı olduğu Cem Uzan'la anlaşamamış ve 6 Mart 1992'de kendi özel televizyonu olan Kanal 6'yı kurmuştur. Öte yandan Haydar Baş da 1992'de Mesaj TV'yi yayına başlatmıştır. 1993'de dönemin DYP-SHP koalisyonu özel televizyonların yayına başlamasını yasallaştırınca 22 Nisan günü TGRT televizyonu da test yayın sürecinden çıkıp dönemin cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın cenaze törenini canlı yayımlayarak yayına başlamıştır. Arkadan özel radyo ve TV'leri denetlemek amacıyla hükümet çıkardığı kanunla RTÜK'ü kurmuştur. Ardından aynı yıl birbiri ardına STV, ATV, Cine5, Flash TV, Kanal D, Meltem TV ve Kanal 7 televizyonları yayına sokulmuştur. TGRT ise emsallerinden farklı olarak ilk yıllarında Milliyetçi-Muhafazakar bir yayın politikası gütmüş olup yayın ortağı İhlas Haber Ajansı'nın sayesinde çok iyi haberciliğe imza atmıştır. Magazin içerikli yayınlar yapmamış ve genelde aileler ve topluma yönelik dizi, film ve programlar yayınlamıştır. Ayrıca din, kültür ve ahlak konularında da programlar yayımlayan özel televizyon kanalı TGRT'dir. Bu tür yayınlara devam edereken kanal 1998 yılının ikinci yarısında logosunu değiştirip, logosunu sağ üst köşeden sag alt köşeye kaydırmıştır. 2000'li yıllardan itibaren kanal yaşam ve kadın içerikli programlara da yer vermeye başlamıştır. Bu arada yönetim daha da büyümek adına önce 2004 senesinde TGRT Haber, TGRT Pazarlama ve TGRT EU kanallarını yayına sokmuştur. Bu arada İhlas Holding yönetimi Amerikalı News Corporation şirketine ortak olmuştur. 2007'de ise artan borçları kapatmak için holding yönetimi TGRT EU, Haber, Pazarlama, FM'i kapsamayacak şekilde kanalın bütün hisselerini TGRT markası kendinde kalması şartıyla News Corporation şirketine satılmıştır. Yayın hakları ABD'li News Corporation şirketine satılan kanal, Fox olarak yayınlarını sürdürürken, TGRT'ye ait Karasal yayın frekansları ve yayın haklarının birçoğu satıldı. TGRT markası ise kardeş kanalları TGRT Haber ve TGRT Belgesel ile TGRT EU üzerinden yayına devam etmektedir. Yakın zamanlarda kanalın TGRT adıyla genel içerikli kanalını olarak tekrar yayına açılacağını söylenmektedir. TGRT yazılı basın organı olarak bilinen Türkiye Gazetesi'ne aittir. "TGRT Ana Haber"'i sırasıyla; Hafta sonları: TGRT EU; İhlas Holding'e bağlı olan Huzur Radyo Tv A.Ş. şirketine aitti. 17 Aralık 2004 tarihinde kurulmuştur. Satış işlemi gerçekleştirilerek borsaya İhlas Holding tarafından bildirilmiştir. Bu satış ile birlikte şirketin %56.5'i devredilmiş oldu. TGRT'yi satın alan ABD'li medya grubu News Corporation'ın sahibi Rupert Keith Murdoch'dır. News Corporation daha sonra bu şirketin diğer hissedarlarıyla da anlaşarak şirketin tümünü satın aldı. Bu satış işlemi, İhlas Yayın Holding A.Ş'nin bağlı ortaklığı olan TGRT Haber TV A.Ş ve bu şirketin bünyesinde bulunan TGRT Haber ve TGRT FM Radyosu'nu kapsamış oldu. 15 Nisan 2007 tarihinde FOX Türk yayına başlamıştır. 1 Temmuz 2009 tarihinde FOX Türk yayından kaldırılmış ve aynı frekansta TGRT EU kanalı yayın yapmaya başlamıştır. 22 Nisan 2014'te logo ve format değişlikliği yapıp Avrupa'ya özgü programların yanında TGRT döneminden kalma dizleri yayınlamaya başlamıştır. Ayrıca Avrupa'daki Türkler'in gazetenin yazılı basın organı Türkiye Avrupa gazetesine aittir. TGRT Pazarlama, İhlas Holding'in Huzur Radyo Tv A.Ş. şirketi bünyesinde bulunmuş bir alışveriş kanalıdır. 29 Ekim 2004'te kurulan TGRT Pazarlama, Türkiye'nin 24 saat yayın yapmış ilk alışveriş kanalıdır. 21 Nisan 2010'da yayını sona ermiş ve TGRT Belgesel olarak yayına devam etmektedir. TGRT Belgesel, İhlas Holding'in TGRT Dijital TV Hizmetleri A.Ş bünyesinde bulunan bir belgesel kanalıdır. 22 Nisan 2010'da yayına başlamıştır. Tabiat, hayvanlar alemi, tarih ve önemli şahsiyetlerin hayat hikâyeleri gibi çeşitli konularda belgeseller yayınlamaktadır. Açılmasıyla birlikte TGRT Pazarlama kanalı yayınına son vermiştir. 22 Nisan 2014'te bütün TGRT ailesiyle beraber logo değişikliğine gitmiştir. 8 Mayıs 2013'te İhlas Holding tarafından kurulan bir tv kanalıdır.Şu an için sadece Türksat 3A'da TGRT EU frekansından yayın yapmaktadır.Genellikle TGRT Belgesel'de eşzamanlı yayımlamaktadır. Makedon Kulesi Mekodon kulesi etrafında yapılan kazılarda (1999-2003) çeşitli seramik yapımında kullanılan M.S. 2. yüzyıla ait fırınlar, bunun yanında tahıl ambarları olarak kullanıldığı sanılan kerpiç yapılar ve kemik parçaları bulunmuştur. Edirne valiliğinin ve belediyenin katkılarıyla kulenin görünümünü etkileyen günümüze ait yapılar yıkılma aşamasındadır. Kendi Gök Kubbemiz Kendi Gök Kubbemiz, Yahya Kemal Beyatlı'nın üç bölümden oluşan şiir kitabı (1961, 1963, 1969). Beyatlı'nın yeni tarz şiirleri, 1921-1957 yılları arasında çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanmış, kitap hâlinde toplanmamıştır. Adını, "Süleymaniye'de Bayram Sabahı" şiirinin bir mısrasından (Kendi Gök Kubbemiz altında bu bayram saati) alan kitap, Yahya Kemal Enstitüsü'nce yayımlandı. Üç bölüme ayrılmış olan kitabın "Kendi Gök Kubbemiz" bölümünde Türk tarihi ve kültürüyle ilgili şiirler, "Yol Düşüncesi" bölümünde rintlik, ölüm ihtiyarlık konularındaki şiirler, "Vuslat" bölümünde aşk şiirleri toplanmıştır. Kitabın sonunda bitirilmemiş bir şiir yer alır. "Ok" şiiri dışındaki tüm şiirler (81 adet) aruz ölçüsüyle yazılmıştır. Millî Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan kitaptaki imlâlarıyla beraber Kendi Gök Kubbemiz adlı eserdeki bölümler ve ilgili bölümlerde yer alan şiirler şunlardır: Hidroliz Hidroliz işlemi suyu oluşturan hidrojen ve oksijen elementlerinin birbirinden ayrılması ile sonuçlanan bir işlemdir. Bazı kaynaklarda hidroliz, moleküllerin su ilavesiyle daha fazla sayıda parçacık oluşturması olarak da geçer. Hidroliz, su ile bir kimyasal bağın parçalanmasıdır. Genellikle organik kimyada farklı fonksiyonel gruplara dönüştürme işlemi için kullanılırken, biyokimyada pek çok biyolojik işleyişin bu reaksiyona dayanarak gerçekleştiği gözlenmektedir. Bu parçalanma sırasında parçalanan kısımlardan birine H atomu diğerine ise OH grubu bağlanır. Hidroliz işleminin gerçekleşmesi zorlu bi aşamadır. Hidroliz işleminin olabilmesi için su ile bir etkileşimde bulunan kimyasalın bir şekilde suyun içine geçmesi gerekir. Yoksa elektroliz işlemi gibi bir işlem olmayan hidrolizde, suyun parçalanması gibi bir durum mevcut olmayıp, daha çok sıvı fazda oluşan çoğu zaman da dinamik olan bir denge mevcuttur. Bazı zamanlarda hidroliz işlemi suda çözünme ile tam olarak örtüşür. Bu işlem elektrik enerjisi ile de yapılabilir. Hidroliz işlemi bir asit için uygulanıyorsa suda çözünen asitin iyonlaşma sabiti olan Ka ve suyun iyonlaşma sabiti olan Ksu yardımıyla bir çözeltinin pH'ı hesaplanabilir. pH=Ksu/Ka Eğer çözelti bir baz çözeltisi ise bu çözeltinin Kb iyo
nlaşma sabitinden yararlanarak pOH hesaplanabilir. Biyolojide; büyük moleküllerin su kullanılarak küçük moleküllere yani monomerlere ayrıldığı kimyasal reaksiyonlara denir. Hidrolizde monomer sayısının 1 eksiği kadar su harcanır. hidroliz genellikle suların ayrışmasıyla meydana gelirler bu ayrışma da damıtma yöntemi ile gerçekleşir. pOH=Ksu/Kb Denize Doğru Denize Doğru, Kumdan Kaleler Topluluğunun 1996 tarihli ilk ve tek albümü. Ada Müzik tarafından yayımlanmıştır. Bu albümdeki bestelerden "Sana Dair", "Kumdan Kaleler", "Yeter ki", "Koru Beni", "Harfin" ve "Senden Kalan Her Şey' söz ve müzik olarak Tuna Kiremitçi'ye aittir. "Bu Aşk Burada Biter" Ataol Behramoğlu'nun, "Gökanlam" ise Edip Cansever'in şiirleri olup besteleri yine Tuna Kiremitçi'nin. "Ateş Olsam", Tuna Kiremitçi ve Kerem Doğrar'ın ortak bir bestesi. "Evde Yoklar" ise Metin Altıok'un şiiri. Kerem Doğrar tarafından bestelenmiş. Şarkılardaki düzenlemeler de Tuna Kiremitçi ve Kerem Doğrar'a ait. Albümün kartonet fotoğrafları Cem Göçmen, grafik tasarımı ise Çağla Turgul imzasını taşıyor. Kayıtlar Stüdyo Pan'da, Fazıl Atuk tonmaister'liğinde yapılmış. IKEA IKEA, İsveç kökenli uluslararası bir mobilya mağazasıdır. 2005'te 20'den fazla mağazası hizmete açıldı. Aralık 2016 itibarıyla 48 ülkede 392 mağazası bulunmaktadır. Bu mağazalar, çoğu Avrupa'da olmak üzere, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Asya ve Avustralya'da vardır. İsrail ve diğer Orta Doğu ülkelerinde de mağazası bulunan ender zincirlerden biridir. İngilizce konuşulan ülkelerde mağazanın adı 'aɪ'ki:ə' (aykiya) olarak okunmasına rağmen (İngilizcedeki idea {fikir} sözcüğüyle uyaklıymışçasına) doğru okunuşu 'i'ke.a'dır (ikea, Türkçedeki gibi). IKEA kataloğu, yaklaşık 12.000 ürün içerip dünya üzerinde 160 milyon da baskı yapıp (2006) müşterilere ücretsiz bir şekilde posta veya dükkanlardan ulaştırır. IKEA kataloğunun Kitab-ı Mukaddes'in baskısını (53 ila 100 milyon kopya olarak tahmin ediliyor) geçtiği düşünülüyor. IKEA, üreticiler ile OEM anlaşmaları yaparak kendi mağazaları için üretim yaptırır. Bununla beraber ürünler demonte olarak satıldığı için hacimsel olarak az yer kaplarlar. Bu sayede ürünlerin nakliye, stoklama ve üretim maliyetleri minimumda tutulur. IKEA sattığı ürünlerin kalite-fiyat oranı sayesinde bugün dünyanın en yaygın mobilya mağaza zincirine sahiptir. 1943 yılında Ingvar Kamprad daha kendisi 17 yaşındayken IKEA'yı Älmhult, İsveç'te kurdu. IKEA'nın ismi büyüdüğü köyün ve mülkünün birleşmiş halidir: Ingvar Kamprad Elmtaryd Agunnaryd. Bu kısaltma rastlantı olarak Yunanca sözcük οικία [oikia] (ev) ve Fincedeki oikea (doğru) sözcüğüne benzemektedir. Her IKEA mağazasının içinde bir restoran ve çıkış kafesi bulunmaktadır. Restoran kısmında İsveç mutfağında tüketilen yemekler ağırlıklı olup pek çok farklı menü yer almaktadır. En çok bilinen yemek ise İsveç köftesidir. İçerisindeki İsveç Gıda Marketi'nde genellikle İsveç kökenli yiyecekler ve içecekler satılmaktadır. Bunlar arasında dondurulmuş somon ve İsveç Köftesi, İsveç'e özel soslar ve tatlılar bulunmaktadır. Şirinevler Şirinevler, İstanbul'un Bahçelievler ilçesine bağlı mahalle. 1964 yılında mahalle olmuştur. ilk yerleşimin Megaralıların İstanbul'a gelişlerinden itibaren sebze ve meyve bahçesi olarak kullanılan geniş ovadır. Tavukçu Deresinin Eski Bağlardan, Mahmutbey Yolunun altı,(Hürriyet Mahallesi kesimi) Eski E-5 yolu diye bilinen alanın iki tarafı Şirinevler Mahallesidir. Andrikonun Bahçesi olarak da bilinen bölgede 1923 yılındaki Nüfus mübadelesinden sonra Nifos olan yerin adı Siyavuşpaşa Çeşmesinin yanında bulunan Kocasinan Kulesinden esinlenerek Kocasinan Köyü Olarak değişmiştir. Nifos Köyü Teşkilat-ı Mahsusa'nın Rum ajanlarını yetiştirdiği köy olarak da bilinir. Mübadeleden sonra bölgeye Selanik'ten gelen muhacirler yerleştiler. Kocasinan 1950'lere kadar tek tük yerleşim görülürdü. O yılların sonunda 2-3 katlı geniş bahçeli bloklar yapıldı ve birçok aile Şirinevler'e yerleşti.1980'lerin sonrasında yoğun bir şekilde Bayburt ve Erzurum'dan göç aldı. 1980'li yıllara kadar bahçeli, şirin bir mesken olan Şirinevler son derece nezih ve aile muhiti olarak bilinirdi. Metro,Metrobüs, Minibüs ve her yöne İETT otobüsleriyle ulaşım sağlanabilmektedir. Mikrobiyoloji Mikrobiyoloji, mikropları ve "mikro" boyutundaki organizmaları inceleyen bilim dalına verilen isimdir. Mikrobiyoloji bakteriler, virüsler, algler vb. canlıların incelenmesini içerir. Mikroorganizma denilince bakteriler, virüsler, protozoonlar, mantarlar ve ilkel algler anlaşılır. Mikrobiyoloji bilim dalının faydalı olduğu branşlar, tıp, tarım ve endüstridir. Mikrop terimi, bilim dünyasına ilk defa 1878'de Fransız cerrahı Charles Sédillot tarafından getirilmiştir. Sédillot, mikropların kendilerine has apayrı bir dünyası olduğunu savunmuştur. Mikrobiyoloji bilim dalı beş ana kısma ayrılmıştır: Viroloji, bakteriyoloji, protozooloji, algoloji ve mikoloji. Bunlara ilaveten moleküler ve hücresel biyoloji, biyokimya, fizyoloji, ekoloji, botanik ve zoolojiyle de yakından ilgilidir. Uzun müddet insanlar, çevrelerinin mikroplarla dolu olduğundan habersizdi. Halbuki mikroorganizmalar, onun etrafındaki her yerde, eşyalarında hatta derisinde ve bağırsaklarında milyonlarca bulunuyordu. İlerleyen yüzyıllarda insan bilmeden mikropları işlerinde kullanmaya başladı. Ekmek yapımı, peynir ve sirke imali, boza yapımı bunların başta gelenleridir. Mikroskobun bulunmasından (1590) 16 asır önce yaşamış olan Marcus Terentius Varro (M.Ö. 116-27), iltihaplı alanlar için, ""Buralarda çok küçük hayvanlar ürüyor ki, bunların gözle görülmesi imkansızdır."" demiştir. Osmanlı Sultanı II. Mehmed'in hocası Akşemseddin de, ""Hastalık insandan insana veya topraktan insana gözle görülemeyen canlı tohumlar vasıtasıyla iletilir."" demiştir. Mikroplar hakkında ilk kayıt, Robert Hooke'un Mikrographa eserindedir. 1665'te basılan bu eserde bir küf mantarının sporları ve birçok küçük deniz kabuklusunun kabukları anlatılmıştı. Antonie van Leeuwenhoek ise kendi yaptığı mikroskoplarla 1674'te protozoonları ve 1676'da bakterileri görmeyi başardı. Mikrobiyolojinin kurulması, Pasteur ve Koch: Fransız kimyacısı Louis Pasteur, mikrobiyolojinin kurucusu olarak kabul edilir. Pasteur alkollü içki imalatında ortaya çıkan fermentasyonun mayalar tarafından yapıldığını söyledi (1856). Pasteur'ün mayalar üzerindeki bu açıklamasından sonra 1867'de İngiliz cerrahı Joseph Lister, antiseptik solüsyonları infeksiyonlara karşı koruyucu olarak kullanmaya başladı. Otoklav denilen mikropsuzlaştırma (Sterilizasyon) aracının Pasteur'ün çalışma arkadaşlarından Charles Chamberland tarafından bulunmasıyla sterilizasyon işlemi laboratuvar ve ameliyathanelerde devamlı kullanılmaya başladı. 1877'de Prusya'da adı duyulmamış bir kasaba hekimi olan Robert Koch, belli bir bakterinin ("Bacillus anthracis") şarbon etkeni olduğunu ispat etti. Pasteur bir adım daha ileri giderek, laboratuvar şartlarında mikropların hastalandırıcılık özelliklerini azaltmayı başardı. Koch'un ikinci büyük başarısı, 1882'de kendi adıyla anılan verem basilini bulmasıdır. 1885'te ise Pasteur Fransız Bilimler Akademisine sunduğu bildiride, kuduza karşı aşıyı bulduğunu açıkladı. Pasteur ve Koch'un çalışmasından sonra, bu bilgilerin ışığında birçok hastalık, bakterilerin mevcudiyetine bağlandı. Koch'un asistanlarından ve aynı zamanda da bir askeri cerrah olan Friedrich Loeffler kendi adıyla anılan Difteri basilini buldu (1884). Emil von Behring ise, difteri toksinine karşı bağışıklanmış hayvanların serumlarını vererek insanlarda difterinin hafifletilebileceğini söyledi. 1893'te Alexander Yersin, Hong Kong'da veba etkenini izole etmeyi başardı. Yersin'in bu buluşuna paralel olarak veba mikrobu Koch'un Japon asistanlarından Shibasaburo Kitasato tarafından da bulunmuştu. Kitasato 1889'da tetanus amilinin bir anaerobik sporlu ve toksin imal edici bir mikrop olan "Clostridium tetani" tarafından husule getirildiğini açıkladı. Zamanla bakteriler ve yaptıkları hastalıkların listesi giderek genişledi. Bakteriler yalnızca hastalık yapan varlıklar olarak ele alınmamalıdır. Tabiatta birçok yerde bakteriler çok önemli bir denge rolü oynamaktadır. 1878'de iki Fransız bilim adamı Théophile Schloesing ve Achille Mantz, topraktaki nitrat bileşiklerinden amonyak imalinin basit bir kimyasal reaksiyon olmayıp, olayın bazı mikroorganizmalarca yapıldığını açıkladılar. Bu olayı yapan bakterileri 1890'da bir Rus bilim adamı Sergei Winogradsky buldu. Bu tip bakteriler enerji ihtiyaçlarını karşılamada organik maddeleri kullanamazlar, ancak bu iş için amonyağın oksitlenmesiyle ortaya çıkan enerjiyi kullanırlar. Vücut maddelerinin yapımı için gereken karbonu karbondioksitten alırlar. Bu iki özellikleri dolayısıyla bunlara kemoototrof (kimyevi yolla kendi kendine beslenen) denmiştir. Aynı Rus bilim adamının bir diğer açıklaması bazı anaerobik (oksijene ihtiyacı olmayan) bakterilerin toprakta serbest bulunduğu ve atmosferdeki azotu, bitkilerin kullanabileceği hale getirdiği şeklindeydi. 1901'de toprakta baklagiller cinsi bitkilerin köklerinde yaşayan Rhizobium türünde bakteriler keşfedildi. Bunlar, kökünde bulundukları bitkinin faydasına olarak, havadaki azotu tespit edici özelliğe sahiptir. 1884'te Fransız bakteriyoloğu Charles Chamberland bakterilerin geçişine izin vermeyen porselen bir filtre imal etti. Bu filtre bakteriden arınmış su elde etmede kullanılıyordu. 1892'de Rus bilim adamı Dimitri Ivanovsky tütün mozaik hastalığının etkeninin bu süzgeçten geçebildiğini gösterdi. Bu süzgeçlerden geçen mikroorganizmalara "filtrabl" (filtreden geçebilen) virüsler adı verildi. 1900'de Amerikalı bilim adamı Walter Reed'in bazı filtrabl virüslerin belli bir hastalığı yaptığını (bu hastalık Sarı Humma'dır) göstermesi kendine haklı bir şöhret sağladı. Aynı şekilde bakteriden arındırılmış filtratların (süzülmüş sıvıların) hayvanlarda tümör ortaya çıkmasında rol oynadığı ilk olarak Vilhelm Ellerman ve Oluf Bang (1908 Danimarka) daha sonra da Peyton Rous (1911 ABD) taraf
ından açıklandı. Virüslerin bakteriler içinde de gelişebildikleri 1915'te Frederick Twort tarafından bildirildi. Bu virüslere Bakteriyofajlar denildi. Tütün mozaik virüsünün kristalizasyonla saflaştırılıp, elde edilmesi (1935), virüslerin birer mikrop olmaktan ziyade, birer kimyevi molekül olduğu fikrini ortaya çıkardı. 1937'de virüslerin nukleoprotein yapısında oldukları İngiliz araştırmacılar F.C. Bawden ve N.W. Pirie'in ekibince bildirildi. Elektron mikroskobunun bilim dünyasına sunulmasını takiben virüslerin fotoğrafları çekilebildi ve incelemeler sonucu hücresel yapıya sahip olmadıkları anlaşıldı. Yine elektron mikroskobunun ve moleküler biyolojinin gelişmesi "büyük virüs" veya "küçük bakteri" denilebilecek küçük mikroorganizmaların varlığını gösterdi. Bunlara "riketsia" denildi. Riketsialar tifüs, akdeniz benekli ateşi, kayalık dağlar benekli humması ve diğer bazı hastalıkları yaparlar. On dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında Almanya'da C.G. Ehrenberg, protozooloji dalını bilim dünyasına takdim etti. O protozoonların hayvanlardaki her organ sistemine (çok çok küçültülmüş olarak) sahip olan canlılar olduğunu düşünmüştü. 19. yüzyılın ortalarında Alman bilim adamı Karl von Siebold protozoonların tek hücreli canlılar olduğunu ortaya koydu. Günümüzde protozonların şark çıbanı, kala-azar, sıtma gibi hastalıkları yaptığı bilinmektedir. Muhlis Akarsu Muhlis Akarsu, (d. 1948 - ö. 2 Temmuz 1993), Türk halk ozanı. 2 Temmuz 1993'te Sivas Katliamı'nda öldürülmüştür. Yaşamı boyunca 100'den fazla kırkbeşlik plak, 4 uzunçalar, 20 kaset ve yüzlerce deyiş bırakmıştır. Sivas'ın Kangal ilçesine bağlı Minarekaya köyünde doğdu. İlkokulu köyde okudu. Bu dönemde Alevilik-Bektaşi cemlerinde yörenin seyitlerinin ve ozanlarının etkisinde kalarak saz çalıp söylemeye başladı. Malatya'da ortaokulda okurken, ekonomik yetersizlikler nedeniyle ikinci sınıftan ayrıldı. Küçük yaşlardan itibaren şiir yazdı, deyiş ve nefes kurdu. Bağlamasıyla birlikte zakirlik yaptı. 1970 yılında İstanbul'a yerleşti. 1970'li yıllarda söz ve müziği kendine ait olan ilk 45'lik plağı çıkardı. Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Karacaoğlan, Âşık Veysel doğrularından yola çıkarak kendine insan sevgisini şiar edindi. Tüm yaptıklarında bu ana temayı temel aldı. 1972 yılında, Seyyit Halil Çiftlik'in kızı Muhibe Leyla Çiftlik ile evlendi. Bu evliliğinden Pınar, Çınar ve Damla adlarında üç kızı oldu. Sanatında 1970'lerden itibaren dönemin etkili aşığı Mahzuni Şerif'in izleri belirdi. Uzunca bir süre Mahzuni'nin deyişlerini çaldı ve okudu. Bu arada Alevi-Bektaşi aşık geleneğinden de kopmadı. Pir Sultan Abdal, Kul Himmet gibi ozanların birçok deyişini geleneksel kalıplardan çıkmadan seslendirdi. 1980'li yılların başlarında Alevî dedelerinin çaldığı kısa kollu bağlamayı gündeme getiren ve halk müziğinin niteliğini yükselten Muhabbet Grubu'nun (Arif Sağ, Muhlis Akarsu, Yavuz Top, Musa Eroğlu) oluşum fikri Akarsu'dan çıktı. Her yıl düzenlenen Hacı Bektaş, Abdal Musa, Veli Baba, Pir Sultan gibi Alevi toplumunun kültürel etkinliklerine katılırdı. Eserleri çeşitli türlerde şarkı söyleyen sanatçılar tarafından okundu. 1980'li yıllarda türkülerinden dolayı üç yıl cezaevinde yattı. O güne kadar usta malı deyişlerle kendini gösteren Muhlis Akarsu, 1980'lerin başından itibaren deyişlerindeki anlatımı güçlü, bağlamasına hakim ve sesini deyiş tavrında kullanabilen bir sanatçı görünümündedir. 1993'te Pir Sultan Abdal Kültür Festivali'ne katılmak üzere gittiği Sivas'ta konakladığı Madımak Oteli'nin karşıt görüşlü kişiler tarafından kundaklanması sonucu yaşanan Sivas Katliamı'nda eşi Muhibe Akarsu ve 33 kişiyle birlikte öldürülmüştür.  Muhlis Akarsu'nun yapıtlarının hemen hemen tümünün lirik bir ifadeyle yapıldığı ve söylendiği fark edilir. Repertuarının büyük bir bölümünde aşk ve sevda deyişlerine yer verdiği görülür. Akarsu'nun yar üzerine söylediği, feleğe çattığı, gurbete içerlediği, ayrılığa üzüldüğü yüzlerce deyişi vardır. Deyişlerinde toplumsal konulara da kayıtsız kalmaz. Ancak bu, sevgi üzerine söylediği deyişler kadar çok öne çıkmaz. Birkaç deyişinde cahilliğe, köleliğe, yoksulluğa başkaldırdığı görülür. Alevi-Bektaşi edebiyatının ve müziğinin deyiş türüyle ünlenen aşığı Muhlis Akarsu'nun Pir Sultan Abdal ve Karacaoğlan etkisindeki tavrını her zaman hissetmek mümkündür. Portekiz asıllı Kanadalı şarkıcı Nelly Furtado'nun 2006'da piyasaya sürdüğü 8 milyon satan "Loose" albümündeki “Wait For You" adlı parçasının müziğinin, Muhlis Akarsu’nun Kalan Müzik'den çıkardığı "Ya Dost Ya Dost" adlı albümünde yer alan, sözleri Pir Sultan Abdal’a ait olan “Allah Allah Desem Gelsem" adlı türküden izinsiz, telif ödemesiz alındığı anlaşıldı. Albümün kartonetinde “Wait For You" adlı parçanın müziği ile ilgili bilgide Muhlis Akarsu’nun ve Pir Sultan Abdal’ın isimlerinden herhangi birinin yer almadığı görüldü. PayPal PayPal, internet üzerinden çalışan online bir ödeme sistemidir. Kredi kartı kullanarak veya kullanmayarak, internet üzerinden güvenli alışveriş yapılmasını ya da istenilen kişiye sadece bir e-posta adresi aracılığıyla para gönderilmesini sağlar. PayPal Belçika, Almanya, Avusturya, Fransa, İsviçre, İspanya, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri'nde yerel web siteleri bulundurarak, bu ülkelerde sorunsuz çalışır. PayPal ile Amerikan Doları ve Yen gibi birden çok para birimini kullanarak ödeme yapılabilir. Bu para birimleri arasındaki değişimleri PayPal kendi döviz kurları ile otomatik olarak yapar. Paypal'ın döviz kurları paypal sitesinden öğrenilebilir. Ayrıca Türk Lirasıyla da ödeme alabilir ya da ödeme yapılabilmektedir. 30 Mayıs 2016 tarihinde resmi internet sitesinde yayımlanan bildiri ile PayPal'ın Türkiye'deki faaliyetlerini durdurduğu açıklandı. Gerekçe olarak ise Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'na (BDDK) yaptığı lisans başvurusunun reddedilmesi gösterildi. Estopa Estopa 1999 yılında kurulan bir Rock müzik grubudur. José ve David Muñoz isimli iki kardeş tarafından Barselona, İspanya'da kuruldu. Yaptıkları müzik genel olarak rumba ezgileri taşır. İlk albümleri Estopa 1,200,000'den fazla satarak gerek İspanya'da, gerek Meksika, Şili ve Arjantin gibi Latin Amerika ülkelerinde tanınmalarını sağladı. 2005 yılında çıkan Voces de Ultrarumba adlı ikinci albümleri ise ilk çıktığı gün 200,000 sattı. Bugün İspanya'nın en ünlü rock gruplarından biridir. Yavuz Top Yavuz Top (d. 1950, Tercan, Erzincan), Türk halk müziği sanatçısıdır. Küçük yaşlarda halk türkülerine ve bağlamaya ilgi duydu. Yaklaşık 7 yaşında bağlama çalmaya başladı. İlk bağlama derslerini Aşık Daimi'den aldı. 1967 yılında TRT'nin açtığı sınavla İstanbul Radyosu'nda bağlama sanatçısı olarak göreve başladı. 1970'li yıllarda kurduğu halk müziği orkestrasıyla Türkiye'de ilk kez çoksesli halk müziği denemelerine başlayan Yavuz Top, bugünün çoksesli halk müziğine temel nitelikteki önemli önçalışmaları gerçekleştirdi. Mahmut Gazimihal'in çizgi ve anlatımından yola çıkarak ilk bas bağlamayı, sonraki yıllarda ise batıdaki kontrbas karşılığı olan yaylı kopuzu (ıklığ) yeniden gündeme getirerek halk müziğindeki önemli boşlukların doldurulmasına katkıda bulundu. 1976 yılından sonra konservatuvarda bağlama öğretmenliği yaptı. 4 yıl sonra bu görevinden, 1985 yılında da radyodan ayrıldı. Daha sonra kendi müzik okulunu kurup birçok genç sanatçının yetişmesine katkıda bulundu. Yavuz Top, bugüne dek 8 kadar kişisel albüm hazırladı. Ayrıca bilinen birçok sanatçının müzik çalışmalarında yönetmenlik yaptı. Halen Kültür Bakanlığı bünyesinde solist sanatçı olan Top, Arif Sağ, Musa Eroğlu ve Muhlis Akarsu'yla birlikte sürdürdüğü "Muhabbet" çalışmalarıyla 1980 sonrasında halk müziğinin sıçrama yapmasında önemli katkısı oldu. Parazitoloji Parazitoloji ya da asalak bilimi, asalakları, asalakların konakçıları ve aralarındaki ilişkileri konu alan bilim dalıdır. Asalak olarak yaşayan canlıların yapı ve niteliklerini inceleyen bilim dalıdır. Helmintoloji, arthropodoloji, protozooloji olmak üzere 3 alt dalı mevcuttur. Ontojeni Ontojeni ("ontogenez" veya morfogenez) bir organizmanın döllenmiş yumurtadan olgun formuna kadar geçirdiği değişim ve gelişimini tanımlar. Gelişim biyolojisinin içinde yer alır. Viroloji Viroloji, virüsleri ve virüslerin özelliklerini konu alan bilim dalı. Viroloji genellikle mikrobiyoloji veya patoloji'nin bir parçası olarak gösterilen; organik virüsleri, zincirlerini, sınıflandırılmalarını, hücrelere giriş yollarını ve hastalığa yol açışlarını inceler. Viroloji alanında çalışan kişilere virolog denir. Virüslerin canlılık özelliği tartışmalarıyla gündeme gelmişlerdir Erich Hartmann Erich Alfred 'Bubi' Hartmann, (d. 19 Nisan 1922; Weissach, Württemberg - ö. 20 Eylül 1993; Weil im Schönbuch, Baden-Württemberg), II. Dünya Savaşı'da Nazi Almanyası Hava Kuvvetleri'nde Luftwaffe avcı savaş uçağı pilotu ve Batı Almanya'da Luftwaffe'nin hava subayı (albay). Sadece Alman savaş tarihinin değil, dünya savaş tarihinin de en çok uçak düşüren pilotu unvanına sahiptir. Hartmann, 1922'de doktor Alfred Erich Hartmann ve eşi Elisabeth Wilhelmine Machtholf oğlu olarak doğdu. Babası I. Dünya Savaşı'nın yaralarını saran ve ekonomik olarak çöken Almanya'da iş imkânı bulamayınca Çin'e gitti. Hartmann'ın çocukluğunun bir kısmı burada geçti. 1928'de Çin'de iç savaş başlayınca tekrar Almanya'ya döndüler. Sırasıyla; Weil im Schönbuch'deki Volksschule (1928 – 1932), Böblingen'deki Gymnasium (1932 - 1936), Rottweil'deki National Political Institutes of Education'da (1936 – 1937), ve Korntal'daki Gymnasium'da eğitim gördü. İlk uçuş tecrübesini de eğitim hayatı zamanında Luftwaffe'ın düzenlediği bir kursta planör kullanmayı öğrenerek yaşadı. 1939 yılında ise buradan pilotluk lisansını aldı. Hartmann, Luftwaffe için pek çok cephede görev almıştır ki özellikle de Doğu Cephesi'nde savaşmıştır. "Savaş tarihin en fazla düşman uçağı düşüren pilotudur". Messerschmitt Bf 109'larda uçmuştur. Resmi olarak 352 düşman uçağı düşürmüştür. 1945 - 1956 yılları arasında Sovyetler Birliği'nde savaş es
iri olarak kaldı. 1956 yılında serbest bırakılıp Batı Almanya'ya döndü. 1959 yılında yeni kurulan Batı Alman Hava Kuvvetleri'nde görev alarak albaylığa karar yükseldi. Dostları tarafından "Bubi", "Almanya'nın sarışın şövalyesi" olarak anılırdı. Sovyet pilotlar tarafından "kara şeytan" diye anılandırmıştı. Savaş tarihinde en çok uçak düşüren pilot olarak bilinir. (352 hava çatışma zaferi). Savaşta 5'ten fazla uçağı düşüren pilotlara Ace pilot (iskambilde en büyük kâğıt "A") denir. Hartmann dünya tarihindeki 1 numaralı Ace pilot'tur. Hartmann'a atfedilen 352 zaferin büyük çoğunluğu bugünkü Ukrayna'da yaşanmıştır. Hemen tüm başarılı uçuşlarında Messerschmitt Bf 109 G-6 ("Karaya 1") uçağını kullanmıştır. 352 zaferin büyüklüğü şöyle anlatılabilir. Bugün orta ölçeğin üzerinde bir Avrupa ülkesinin 400 ile 500 arasında bir avcı uçağı filosu olacaktır. Bu da demektir ki Hartmann tek başına neredeyse bir hava kuvvetlerinin saldırı filosunu yok etmiş sayılabilir. Fotoğrafta boynunda görülen madalya, 1. sınıf Alman Demir Haç nişanının Şövalye sınıfıdır, nişana ayrıca meşe yaprağı, kılıç ve pırlanta eklenmiştir ki II. Dünya Savaşı'nda Alman Ordusunda alınabilecek en yüksek madalyadan bir öncekidir ve sadece 27 tane verilmiştir. Hartman'ın askeri kariyeri, 1 Ekim 1940'da Luftwaffe'ın Neukuhren'deki 10. Hava Alayı'na katılmasıyla başlamıştır. 1 Mart 1941'de ilk kez yardımlı uçuşunu bundan altı hafta sonra da yardımsız solo uçuşunu gerçekleştirdi. Ekim 1941'de temel uçuş eğitimini tamamlayarak, 21 Kasım 1941'de avcı pilot eğitimi almak üzere Lachen-Speyerdorf'daki askeri birliğe katıldı. Burada hava mücadelesi teknikleri ve uçak silahları konusunda eğitim aldı. 31 Ocak 1942'de buradaki eğitimini de tamamlayan Hartmann, 1 Mart 1942 ile 20 Ağustos 1942 tarihleri arasında Zerbst'deki birlikte Messerschmitt Bf 109'un pilotlık eğitimini aldı. II. Dünya Savaşı'nın başlamasından sonra Hartmann, Ekim 1942'de Doğu Cephesi'ne (Bknz. "Barbarossa Harekatı") gönderildi. Asıl uçağı Messerschmitt Bf 109 olmasına rağmen o da diğer pilotlar gibi bugün Ukrayna'da bulunan Mariupol'daki üsse Junkers Ju 87 Stuka sevkiyatına katıldı. Burada uçağındaki bir fren arızası nedeniyle savaştaki ilk kazasını yaptı. Daha sonrasında binbaşı Hubertus von Bonin komutasındaki bir birliğe atandı. Burada Alfred Grislawski, Hans Dammers ve Josef Zwernemann gibi pilotlarla birlikte uçtu. Alfred Grislawski, savaş taktikleri konusunda zayıf olsa da Hartmann'ın büyük bir yetenek olduğunu bu birlikte keşfetti. Diğer bir hocası Paule Roßmann ise ona kariyerinde zirveye ulaşacağı savaş taktiğini öğretti: Gör - Karar ver - Saldır - Yok et. Savaş içindeki ilk uçuş görevini Paule Roßmann'ın refakatinde yerine getirdi. Bu uçuş esnasında on tane Rus uçağıyla karşılaşmışlar, Hartmann bunları vurabileceği hırsıyla uçuş lideri Roßmann'dan ayrılmış, bir düşman uçağının peşine takılmış ama bu Rus uçağını vuramadığı gibi çarpışmadan da son anda kurtulmuştur. Daha sonra ise azalan yakıtı nedeniyle üssüne geri dönmüştür. Bu emirsiz hareketi için ise 3 gün hapis cezası almıştır. Bu olaydan sonra ise Hartmann'a Almanca'da genç,toy ve acemi erkek anlamında "Bubi" takma adı verilerek as pilotlardan biri olan Walter Krupinski'nin emrine verildi. 25 Mayıs 1943'de bir hava muharebesi sırasında, bir Lavochkin La-5 ile çarpışmış fakat uçağını yere indirmeyi başarmıştır. 7 Mayıs'da Kursk Muharebesi esnasında ise 7 Rus uçağını düşürdü. Ağustos 1943'e kadar ise Hatmann, 90 hava zaferi kazanmıştı. Ama 17 Ağustos 1943'de bir Rus İl-2 ile girdiği çatışmada yara alarak Rus cephesine inmek zorunda kaldı. Yaralı olarak Rus askerlerinin eline geçti. Fakat yaralı halde taşınırken kaçmayı başardı. 1943 Eylül ayında ise Staffelkapitän (Binbaşı) rütbesine terfi etti. Ekim 1943 tarihi itibarıyla kazandığı hava zaferi 148 iken yıl sonunda bu sayı 159'a ulaştı. Mart 1944'de hava zaferi sayısı 202 oldu ve Hartmann Alman komuta kademesinin olduğu kadar Rus komutanların da dikkatini çekmiş bulunuyordu. Kellesine 10.000 ruble ödül konulan Hartmann'ın Rus pilotlar arasındaki lakabı "Kara Şeytan"'dı ki bu lakabı uçağının kaputunda bulunan bir siyah lale resminden ötürü almıştır. Mart 1944'de Hartmann, Gerhard Barkhorn, Walter Krupinski ve Johannes Wiese ile birlikte Hitler'in Berghof adı verilen rezidansına davet edildi. Burada 1. sınıf Alman Demir Haç nişanıyla ödüllendirildi. Mayıs 1944'de ise Amerikanlar'ın Alman petrol sahası Ploeşti'ye saldırı planlaması üzerine Romanya'da görev aldı. Burada da Amerikan P-51 Mustang uçaklarına göz açtırmadı. Haziran ayında 7, temmuz ayında ise 2 P-51 düşürdü. 17 Ağustos 1944 itibarıyla 274 zaferle Gerhard Barkhorn'u geride bırakarak Luftwaffe'ın en iyi pilotu unvanına sahip oldu. Savaş bittiğinde 352 hava zaferi ile dünyada en çok uçak düşürmüş avcı pilotu olma unvanını ele geçirmiştir. Bu rekor halen kırılamamıştır. Hartmann, savaşın sonunda JG 52 I. Gruppenkommandeur (Gruo-p komutanı) olarak, ABD 90. Piyade Tümenine teslim olmayı seçmiştir. Esareti sırasında Hartmann, 24 Aralık 1949 tarihinde tutuklandı ve üç gün sonra 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Haziran 1951 yılında anti-Sovyet grubunun sözde üyesi olarak mahkum edildi. Sovyetler tarafından savaş suçlarıyla suçlandı. Özellikle Briansk köyünde "780 Sovyet sivilin kasıtlı öldürülmesi", 23 Mayıs 1943 tarihinde bir "ekmek fabrikasına" saldırısı ve 345 "pahalı" Sovyet uçağının yok edilmesi ile ilgili suçlandı. Novoçerkassk'taki kampa transfer oldu ve tecritte beş ay geçirdi. Sonunda bir mahkemeye verildi, ancak cezası onaylandı. Daha sonra başka bir kampa, Ural Dağları'ndaki Diaterka'ya gönderildi. 1955 yılında, Hartmann'ın annesi özgürlüğüne kavuşabilmesi için yeni Batı Almanya Şansölyesi Konrad Adenauer'e mektup yazdı. Batı Almanya ve Sovyetler Birliği arasında ticaret anlaşmasına varıldı ve Hartmann bir "Heimkehrer" olarak, 16.000 Alman askeri personel ile birlikte Sovyet savaş esiri kamplarında 10 buçuk yıl geçirdikten sonra serbest bırakıldı. Batı Almanya'ya döndü, eşi Ursula ile yeniden bir araya geldi. Erich Hartmann, yeni alman hava kuvvetlerinde görev alarak ilk avcı filosunu kurulmasında baş rolü oynamıştır. Daha sonra F-104 alımına karşı çıkmasıyla (hava kuvvetlerinini bu jete hazır olmadığını düşünüyordu) üstleriyle arası açılmış, aileden gelen kalıtsal ciğer ve kalp rahatsızlıklarını bahane ederek görevinden ayrılmıştır. Askerlikten emekli olduktan sonra, 1971-1974 tarihler arası Bonn yakınlarındaki Hangelar'da bir uçuş eğitmeni olarak çalıştı ve aynı zamanda "Dolfo" Galland ile bir akrobasi ekibi ile uçtu. Kendisi ile yapılan bir söyleşide kendisine sorulan en iyi pilot kimdir sorusuna, "En iyi pilot kesinlikle kendisinin olmadığı" cevabını vermiştir. Manfred von Richthofen'ne ise çok büyük bir hayranlık duyduğunu belirtmiştir. Hans-Joachim Marseille'nin ise kendisinden çok daha yetenekli olduğunu fakat disiplinsizliğinin kurbanı olduğunu söylemiştir. Erich Hartmann, 1993 de 71 yaşında Weil im Schönbuch'da vefat etmiştir. Ocak 1997 yılında, Rusya hükümeti, Sovyetler Birliği'nin yasal halefi olarak hareket ile, savaş suçlarından mahkumiyetinin hukuka aykırı olduğunu kabul ederek Hartmann'ı temize çıkartmıştır. Erich Hartmann'ın uzun hapis hayatı sırasında, oğlu, Erich-Peter, 1945 yılında doğdu ve babasını hiç göremeden, 1948 yılında üç yaşındayken öldü. Hartmann'ın, daha sonra 23 Şubat 1957 doğumlu bir kızı oldu. Skylab Skylab, 14 Mayıs 1973 tarihinde Amerikan uzay ajansı NASA tarafından fırlatılan ve işletilen bir uzay istasyonudur. 1973 ve 1979 yılları arasında dünya yörüngesinde tur atmış olup, insanların yörüngede daha fazla kalabilmesi ve ağırlıksız ortamda çeşitli deneylerin yapılabilmesi amaçlanmış ve bunun için bir atölye, bir güneş gözlemevi ve diğer sistemler içermiştir. Değiştirilmiş bir Saturn V roketi kullanılarak, 77 ton civarı ağırlığı ile insansız olarak uzaya fırlatılmıştır. İstasyona 1973 ve 1974 tarihleri arasında üç insanlı görev uçuşu yapılmış olup yapılan bu uçuşlarda, Apollo Kumanda/Servis Modülü (KSM), Saturn roket ailesinin daha küçük bir üyesi Saturn IB üzerine takılarak kullanılmış, üç astronotluk ekipler taşınmıştır. Üçüncü görevde, fazladan bir Apollo KSM / Saturn IB roketi, olası bir uzayda kurtarma operasyonu için yerde uçuşa hazır olarak bekletilmiştir. SL-2, SL-3 ve SL-4 kod adlarını taşıyan insanlı uzay uçuşlarının ilkinde kalkışta arızalanan ve istasyonun aşırı derecede ısınmasını önlemek için yapılmış olan bir Güneş şemsiyesinin tamiri sözkonusuydu. Tamirin başarılı olmaması durumunda istasyon, kısa sürede aşırı sıcaktan dolayı kullanılamaz hâle gelecekti. 25 Mayıs 1973'te uzaya fırlatılan ekip, önce arızalanmış koruyucu şemsiyenin yerine bir yedeği yerleştiren uzay yürüyüşleri yaparak başarılı oldular. Daha sonra ikinci bir uzay yürüyüşünde arızalanan güneş pilleri değiştirildi. Bundan sonra deneyler yapıldı ve 28 gün uzay istasyonunda kalındı. Bu süre, o tarihte bir rekordu. Birinci ekibi yine üçer kişiden oluşan iki ekip takip etti. 28 Temmuz 1973'te başlayan SL-3 uçuşu 59, 16 Kasım 1973'te başlayan SL-4 uçuşu da 84 gün sürdü. Son ekip 8 Şubat 1974'te Dünya'ya döndü. Skylab, ABD'nin ilk (ve halen tek) uzay istasyonudur. Skylab'ın ilk uzay istasyonu olduğu yönünde yaygın fakat yanlış bir kanı vardır. Gerçekte Skylab, Uzay Yarışı döneminde, Sovyetler Birliği'in Salyut 1 uzay istasyonundan sonra ve muhtemelen ona karşılık olarak yörüngeye oturtulmuştur. 1979 yılında Dünya atmosferine girmiş olup, oluşan büyük sürtünme ve ısı ile parçalanmaktan sağ çıkabilmiş bazı kısımları Batı Avustralya'da karaya düşmüştür; bazı parçaları halen NASA'da sergilenmektedir. Amil alkol Amil alkol, genel formülü CHOH olan ve sekiz izomeri bilinen organik bir bileşik. Bilinen sekiz izomeri içinde en önemlisi izoamil alkoldür (K.N. 131 °C). Genellikle patates ve tahılların fermentasyonundan elde edilirler. Fuzel yağı içinde de amil alkol mevcuttur. Çeşitli işlemlerle (ekstraksiyon, destilasyon ve kurutma gibi) fuzel yağından alınır. Ayrıca kimyasal metodlarla sentez
leri yapılabilir. Ayak (edebiyat) Sazşiirinde genellikle ilk dörtlüğün ikinci dizesinde başlatılıp bütün dörtlüklerin son dizelerinde tekrarlanan Uyak ve Redif. Bazen bu sırayla dize de tekrarlanır. Gani Mevlâm düştüm aşkın oduna, Aşk oduna düştüm, ciğerim kebâb, Söyündürmez âb. Âb akıyor benim iki gözümden Mir'atî Gözümden akan yaş hep olur şarâb, Kerem et yâ Rab Zahmî Amil asetat Amil asetat, herhangi bir amil alkolün veya amil alkoller karışımının asetik asit ile meydana getirdiği esterlerin hepsi için kullanılan genel addır. Bütün amil asetatlar renksizdir. Akışkan, nötral bir sıvı olup hoş meyve kokuludur. Bu sebepten bazı amil asetatlar, parfümeri ve kozmetikte esans olarak kullanılır. Amil asetatın mümkün olan sekiz izomerinden altı tanesi ticari maksatla üretilir. Genel formülü CHCOOCH şeklindedir. Amil asetata "muz yağı" da denir. Amil asetat ilaç sanayii ve parfümeri haricinde endüstride çözücü olarak kullanılır. Ticari önemi de bu sebeptendir. Deri ve diğer sanayide, selülozik örtü boyalarının çözülmesinde ve inceltilmesinde kullanılır. İlliyet bağı İlliyet bağı ya da nedensellik bağı, hukuki sonuç ile sonucu ortaya çıkaran olguların arasındaki bağı belirten bir hukuk terimidir. Ortaya çıkan zarar ile failin davranışı (fiil) arasındaki bağlantı olarak tanımlanabilir. Maddi hukukta da ceza hukukunda da, sorumlu tutulabilmek için "uygun illiyet bağı"nın varlığı aranır. Böyle bir bağ kurulamıyorsa sorumluluk oluşmaz. İlliyet bağı, Borçlar Kanunu'nun 41.maddesinde "zarar ika eden" ve "sebebiyet veren" sözcükleriyle ifade edilmektedir. İlliyet bağı üç şekilde kesilir: şu anlamlara da rastlanır; Neden-Sonuç ilişkisi Çakışma durumu (uzak anlam) Alkil Alkil, bir alkan molekülünden bir hidrojen atomunun koparılmasıyla türeyen ve genel formülü, CH olan tek değerli grup. Alkil grubu genellikle R ile gösterilir. Birer alkil olan metil (CH-), etil (CH-) ve propil (CH-CH-CH-) grupları birer alkan olan metan (CH), etan (CH) ve propandan (CH) türemiştir. Petrol rafinasyonunda, alken (olefin) moleküllerine alkil gruplarının eklenmesi işlemidir. Gaz halindeki bir alkenler karşımının, alkil grupları veren gaz halindeki bir alkanla birleşerek yüksek oktanlı sıvı benzine dönüştüğü bir yoğunlaşma tepkimesi alkillemenin en mühim misallerindendir. Tepkime sırasında, küçük alkil grupları daha büyük moleküller teşekkül ettirecek biçimde birleşerek benzin gibi sıvı bir ürün verir. Alkilleme, hidrokarbonların parçalandığı kraking işleminin tam tersidir. Bozüyük (anlam ayrımı) Vedalar Vedalar (Sanskritçe: वेद), Aryan din edebiyatının tamamını içine alan bir terimdir. Hinduizm dinine inananlar için kutsaldırlar ve yine bu dine inananlar için "açığa çıkmış" bilgidirler. Veda kelimesi "bilgi" manasına gelir ve İngilizce "farkında olmak" manasına gelen "wit" sözcüğüyle aynı kökene sahiptir. Birçok Hindu, Vedaların yaratılışın başından beri var olduğuna inanır. Vedaların en yeni bölümleri yaklaşık M.Ö. 500 senesi civarında ortaya çıkmışken, en eski metin (RigVeda) yaklaşık M.Ö. 1500 yıllarına aittir. Fakat birçok Hint bilimciye göre metinler yazılmadan önce uzunca bir süre devam eden bir sözel gelenek mevcuttu. Vedalar 4 ana bölüme ayrılır: Samhita'lar genelde mantralardan oluşur ve 4 bölüme ayrılır: Brahmanalarda dini törenlerin özellikleri ve sembolik manaları anlatılır, Aranyakalarda artık ritüelizm değil tamamen sembolik anlamlar açıklanmaya başlanır. Aranyakalar ve özellikle "Veda'ların sonu" (Vedanta) olan Upanişadlar (M.Ö. 800- M.Ö. 400) daha felsefi ve mistik yapıdadır, anlaşılması mantralara göre çok daha kolay olduğundan "Vedaların en önemli bölümleri, zirvesi" kabul edilir ve Hint felsefesi konusunda en önemli kaynaklardan biridir. Samhitalardan en değerlisi ve en eskisi olan Rig-Veda'da doğa güçlerinin kişileştirilmesi olan Tanrılara tazim için yazılmış 1017 ilahi vardır, her ilahi 10 kadar âyetten oluşur, bunların ayrı bir edebî vezni olduğu için yüksek sesle okunur, anlatımlar üzeri kapalı yoğun sembolizmle bezenmiştir ve anlaşılmasının oldukça zor olduğu kabul edilir, Rig-veda'da, hayatın anlamına, evrenin başlangıcına ilişkin felsefi çıkarımlar da bulunmaktadır: "Önce ne varlık vardı ne de yokluk, ne hava vardı ne de ötedeki gökyüzü, neydi onu saran? Neredeydi? Kimin himayesindeydi? Orada mıydı, derinliklerine ulaşılamaz engin Umman? Ölüm de yoktu o zaman, ölümsüzlük de. Geceye ya da gündüze ait olan herhangi bir belirti yoktu, Tek olan soluk olmadan soluyordu kendi iç gücüyle, bundan başka da hiçbir şey yoktu. Karanlık vardı, her şeyi saran bir karanlık, ve her şey ayrışmamış haldeki Ummandı o zaman, boşluğun sakladığı o, gayrete geldi ve var oldu. Başlangıçta ilahi aşk meydana geldi, Gönül’ün ilksel tohum hücresini oluşturdu, Rişiler gönüllerinde araştırma yaparak keşfettiler varlığın yokluktaki bağlantısını. Belli belirsiz bir çizgi varlığı gayri varlıktan kesip ayırdı..." (Rig-Veda 10:129) SamaVeda, melodiler vedasıdır. Kurban esnasında rahipler bu ilahileri okurlar. YajurVeda'da, Kurban ile ilgili sözler ve dualar bulunmaktadır, bir kısmı nesir, bir kısmı da manzum olarak yazılmıştır. Kurban esnasında alçak sesle okunur. AtharvaVeda, dinî ayin ve törenlerde okunan dua ve yakarışları ihtiva eder, 730 ilahiden oluşur. Kozmik, mistik parçalar ve büyü ile ilgili dualar vardır. La Cucaracha La Cucaracha, 1910'da başlayan Meksika reform hareketlerinin ateşlediği kültürel değişim dalgasının sonrasında ünlenen bir Meksika halk şarkısıdır. La cucaracha, la cucaracha Ya no puede caminar Porque no tiene, porque le falta Marijuana que fumar. Hamamböceği, hamamböceği Artık yürüyemiyor Çünkü hiç yok, çünkü ihtiyacı var, esrar içmeye Çocukların yanında şarkının "marijuana que fumar" yerine "Limonada que tomar" (limonata içmeye..) koymak şeklinde sansürlenerek söylendiği görülür. Yalnız bir dörtlük sabittir ve her şarkıda bulunur. Eklenen farklı dörtlükler ile oluşan çeşitli versiyonları vardır. Birçok sanatçı kendi versiyonunu söyler, halk arasında söylenirken uydurulduğu da olur. Şarkı genelde şu kalıbı izler: La cucaracha, la cucaracha Ya no puede caminar Porque no tiene, porque le falta Marijuana que fumar. bir dörtlük La cucaracha, la cucaracha Ya no puede caminar Porque no tiene, porque le falta Marijuana que fumar. bir başka dörtlük La cucaracha ... "(ve bu şekilde devam eder)" Meksika'da devrim yaşandığı 1910-1920 yıllarında birçok politik içerikli kinayeli şarkı icad edildi. Bu şarkının ne anlama geldiği ve kime hitaben yazıldığı ile ilgili çeşitli görüşler mevcuttur. Bunlardan biri 1913-1914 yılları arasında hüküm süren diktatör Victoriano Huerta için yazıldığı görüşüdür. Huerta bir alkolik ve marijuana bağımlısı olarak bilinirdi ve düşmanları arasında onun bu özelliği alay konusu olmuştur. Bir diğer görüş ise General Pancho Villa'nın durmadan bozulan arabası için kendi askerleri tarafından yazıldığıdır. Cucaracha" dansı ve birçok Latin dansında bulunan cucaracha" figürü de adını şarkıdan alır. * Oscar Chavez İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 16 Ocak 1960 tarihinde, İşçi Sigortaları Kurumu İstanbul Hastanesi adı altında 560 yatak, 100 doktor, 65 hemşire, 339 yardımcı sağlık personeli, 53 diğer personel olmak üzere toplam 557 çalışanı ile 28.604 m²’lik arazi üzerinde hizmete girmiş ve modern araç gereçlerle donatılmıştır. Daha sonraki yıllarda hastanenin adı, Sosyal Sigortalar Kurumu İstanbul Hastanesi olarak değiştirilmiştir. 1970 yılında 100 hemşire, 541 yardımcı personel ile hizmetler yürümüş, yıllık poliklinik sayısı 360.909, yatan hasta sayısı 15.170, ameliyat sayısı 5.490, doluluk oranı %85, hastanede yatış gün sayısı 15 gündü. Hastane 25. yılında 215 doktor, 201 hemşire, 571 yardımcı personel ile toplam 1.302 personele sahipti. Kojiki Kojiki veya "Furukotofumi" (古事記) Antik Japonya'nın tarihine dair yazılmış ve bugüne ulaşmış en eski eserdir. Şintoizm'in mukaddes metinlerindendir. Eser O no Yasumaro tarafından, Hieda no Are'nin ezbere bildiği bir hikâye temel alınarak, 712 yılında imparatorun emriyle yazılmıştır. Yani Kojiki bir hikâye kitabıdır denilebilir. Kojiki'ye devam niteliğinde Nihongi (Nihonşoki) kaleme alınmıştır. Nihongi bir nevi Kojiki'nin yorumudur. Nihongi'nin aksine, Kojiki resmi bir tarihten bahsetmez. Kami (tanrılar) İzanagi ve Izanami tarafından dünyanın yaratılışıyla başlayan eser, İmparatoriçe Suiko'nun döneminde biter. İnsanlığın başlangıcından bahseden eser birçok Japon mit ve efsanesi barındırır. Kojiki'de devletin ilahi kaynağından da bahsedilir. Ayrıca, bazı şarkılar da içerir Kojiki üç bölüme ayrılır: "Kamitsumaki", "Nakatsumaki" ve "Shimotsumaki". Cerrahpaşa (anlam ayrımı) Cerrah Mehmed Paşa Cerrah Mehmed Paşa (d. ? - ö. Ocak 1604) III. Murad ve III. Mehmed saltanatları döneminde sadrazamlığa kadar yükselmiş (9 Nisan 1598 - 6 Ocak 1599) tarihleri arasında yaklaşık on bir ay sadrazamlık görevi yapmış bir Osmanlı tabibi ve paşasıdır. Enderûn mektebinde yetişmiştir. Hasoda ağalarından iken Şehzade Mehmet'i sünnet etmekteki mahareti sebebiyle isim yaptı. Enderûndan çıkması ile yeniçeri ağalığı görevine atanmıştır. Daha sonra kubbe veziri olmuştur. İkinci vezir iken 9 Nisan1598 Sadrazam Hadım Hasan Paşa'nın idam edilmesi üzerine sadrazam tayin edilmiştir. İngiliz Elçisi Lallo'nun hatıralarına göre III. Mehmed'in halası ile evlenmiştir. Sadrazam iken ilerleyen nikris hastalığından muzdarip olduğundan dolayı bir müddet sonra şahsen sadrazamlık işlerine bakamayıp bir yardımcı ile iş görmesi gerekmiştir. Bu, Sultan III. Mehmed tarafından uygun görülmeyip 6 Ocak 1599'da sadrazamlıktan azledilmiştir. Yerine Damat İbrahim Paşa üçünçü defa sadrazam yapılmıştır. Bundan sonra bir müddet daha yaşayan Cerrah Mehmet Paşa, Ocak 1604'da (Hicri Şaban 1012'de) vefat etmiştir. Günümüzde İstanbul'da ismini taşıyan Cerrahpaşa semtinde yaptırdığı Cerrah Paşa Külliyesi'nin camii avlusunda bulunan türbesine defnedilmiştir. Kendi ismini taşıyan s
emtte, kendi ismini taşıyan, vakfiyesi 1594 (Hicri 1003) tarihi taşıyan Cerrah Mehmed Pasa Camiden, medrese, mektep, sebil, çeşme, şadırvan, dershane ve çifte hamamdan oluşan bir külliyesi bulunmaktadır. Nihon Shoki Nihongi (日本紀) veya Nihonşoki (日本書紀), Antik Japonya'nın tarihine dair yazılmış ikinci en eski eser. Bu konuda yazılmış en eski metin olan Kojiki'nin bir yorumu niteliğinde olup, Kojiki'ye oranla daha ayrıntılı ve tam bir tarihi içeriğe sahiptir. 720 yılında bitirilmiştir. Şintoizm'in kutsal metinlerindendir. Metinde Jimmu'nun Kyūshū'daki Hyūga eyaletinden hareket etmesinden günümüz Kansai bölgesindeki Yamato eyaletini fethederek Kashihara-gū sarayı (günümüzde Kashihara Jingū tapınağı)'nda tahta çıkmasına kadarki olayları anlatılmaktadır. Kojiki gibi, Nihongi de mitolojik hikâyeler ile başlar, ama tarihi olaylar ile devam eder. Ayrıca, erdemli yöneticilerin değerleri ve başarılarıyla, kötü yöneticilerin hatalarına odaklanan bilgiler sunar. Morfoloji Morfolojinin farklı anlamları ve kullanımları şunlardır: Bunun yanında, morfolojik, bir nesnenin biçimiyle ilgili özelliklerinin değerlendirilmesini anlatan bir terimdir. Bu, dış görünüş ile ilgili olabileceği gibi, o nesnenin belli koşullar altındaki (ışık mikroskobu gibi) görünümünü de belirtebilir. Bitki ve hayvanların sınıflandırılmasında, pek çok hastalığın tanımlanmasında morfolojik inceleme vazgeçilmez bir yöntemdir. Morfolojik özelliklerin ayrıma yeterli olmadığı durumlarda her tür başka yöntemden (kristalografiden enzim çözümlemesine, elektriksel özelliklerden DNA çözümlemesine) yararlanılabilir. Matsa Matsa מצה: Hamursuz Ekmeği Musevilik'te Mısır Köleliği'nden kurtuluş anısına her yıl 8 gün Hamursuz Bayramı (İbranice: Pesah)'ta yenilen mayasız ekmek. Tevrat'ta anlatıldığı üzere Yahudiler Mısır'dan apar topar çıktıklarında ekmeklerini mayalamaya fırsat bulamadıklarından bu mayasız ekmekleri yemişlerdir. Matsa Hahambaşılık denetiminde su ve undan üretilir ancak su ve un karıştırıldıktan itibaren 18 dakika içerisinde pişirilmesi gerekir bu süre geçtikten sonra mayalanma başlayacağından bu Hamursuz Bayramı'nda kullanılamaz. Yevgeni Pluşenko Yevgeni Victoroviç Pluşenko (, d. 3 Kasım 1982, Solneçniy), Rus buz patencisi. 2006 Olimpiyat şampiyonu, 2002 ve 2010 Olimpiyat ikincisidir. Yedi kez Rusya şampiyonu, dört kez Grand Prix Finalleri şampiyonu, yedi kez Avrupa şampiyonu, üç kez Dünya şampiyonudur. Pluşenko, 3 Kasım 1982 tarihinde Solneçniy'de dünyaya geldi ve 4 yaşında buz patenine başladı. 11 yaşına geldiğinde Volgograd'da çalıştığı buz pateni pisti kapatıldı. O zamanlar antrenörlüğünü Mihail Makoveyev yapıyordu. Öğrencisinin yeteneğinin farkında olan Makoveyev, onu Sankt-Peterburg'a ünlü antrenör Aleksey Mişin'e götürdü. Mişin, o sıralarda, 1994'te Kış Olimpiyatlarına katılan Aleksey Urmanov ile genç bir patenci olan Aleksey Yagudin'i çalıştırıyordu. Bütün aile Sankt-Peterburg'a yerleşebilecek durumda değildi. Pluşenko, yalnız başına Mişin'in yanına gitti. Bir yıl sonra annesi de Sankt-Peterburg'a gelmişti ama marangoz olan babası Viktor ve kız kardeşi Yelena Volgograd'da kalmıştı. Basit bir apartman dairesine yerleşen Pluşenko ve annesi, bir süre sonra bu mütevazı hayat şartlarının bile üstesinden gelemeyeceklerini anladılar. Mişin aileye yardım etmeye başladı. Pluşenko'nun yeteneğime inanan Mişin, aylık 60 dolar civarındaki ev kirasının ödenmesine yardımcı oldu. 13 yaşına geldiğinde bütün üçlü jumpları atabiliyordu. Rusya Şampiyonasında jumplarının kalitesi ve Biellmann spini ile dikkatleri üzerinde toplamıştı. Dörtlü toeloop da çalışmaya başlamıştı. 14 yaşındayken İsveç'te bir yaz çalışması sırasında ilk kez dörtlü toeloop atmıştı. 1996-1997 sezonunda Dünya Gençler Şampiyonasını Timothy Goebel'in önünde kazandı. Sonraki sene, 1997/1998 sezonda Pluşenko Skate America ve Cup of Russia yarışmalarında ikinci oldu ve böylece 1998 yılındaki ISU Grand Prix Finali'ne katılmaya hak kazandı. 1998'de Avrupa Şampiyonasını 2. sırada bitirerek Gümüş madalya, Dünya Şampiyonasında da 3. olarak Bronz madalya sahibi oldu. Dünya şampiyonasında madalya aldığında yalnızca 15 yaşında idi. Bu yarışmaları kazanarak elde ettiği parayla Saint Petersburg'da bir apartman dairesi satın alan Plushenko, ayrıca Volgograd'da yaşayan kız kardeşi ve kocasına para yardımı yaptı. Pluşenko, Mişin'in çalıştırdığı ve uluslararası alanda başarı kazanan tek patenci değildi. Mişin'in öğrencilerinden Alexei Yagudin, 1998'de Avrupa şampiyonu olmuştu ve Avrupa 2.'liğini kazanan Pluşenko'nun en önemli rakibi haline gelmişti. Bir süre sonra Pluşenko ile Yagudin arasındaki rekabet öylesine artmıştı ki Yagudin, Rusya'nın ünlü antrenörlerinden Tatyana Tarasova ile çalışmak için Mişin'den ayrıldı. Pluşenko, 1999 yılında, dörtlü toeloop-üçlü toeloop-ikili ritberger jump kombinasyonu atarak paten dünyasını şaşırttı ve rakibi Yagudin'i geçerek Rusya şampiyonu oldu. 16 yaşındaydı ve Rusya Şampiyonluğunu kazanan en genç patenci unvanını elde etti. Pluşenko, Biellmann dönüşü yapabilen birkaç erkek sporcudan biridir. Yagudin, 1999 Avrupa Şampiyonasında Pluşenko'yu geçerek birinci oldu ve böylece rövanşı aldı. Pluşenko ise, Avrupa ikincisi olmuştu. 1999 Dünya Şampiyonası, iki patenci arasında tam bir rekabete ve sinir savaşına sahne oldu. İki Rus patenci, basın yayın organları aracılığıyla birbirlerine saldırdı ve iş öylesine ileri gitti ki, Pluşenko ve Yagudin birbirlerinden nefret ettiklerini söylediler. Yagudin, müthiş bir mücadeleye sahne olan yarışmada Pluşenko'yu geçerek Dünya şampiyonu oldu ve eski antrenman arkadaşını yine ikinci sıraya indirdi. 2000 sezonu başladığında, Pluşenko bu kez ikinci sıraya inmeye asla razı olmayacağını ortaya koymuştu. Aynı yıl Rusya Şampiyonasında yine Pluşenko birinci oldu. Avrupa Şampiyonluğu unvanını bu kez Yagudin elinden aldı. Sonraki hedefi Dünya Şampiyonu unvanını Yagudin'den almaktı. Plushenko, Serbest Programı'nda biz dizi hata yapınca, hayalini gerçekleştirmek şöyle dursun, dereceye dahi giremedi ve ancak 4. olabildi. Yagudin ise, art arda üçüncü yıl Dünya şampiyonluğunu kazandı. Pluşenko, Dünya Şampiyonu olmak için 2001'de Kanada'nın Vancouver kentinde düzenlenen Dünya Şampiyonasını beklemek zorunda kalacaktı. Bu ikili, 2000 yılı sonlarında yapılan ISU Grand Prix yarışmalarında, finale kadar karşı karşıya gelmediler. Her biri ayrı yarışmalarda piste çıktı ama 2001 Dünya Şampiyonasında formlarının zirvesinde olacakları ve Dünya Şampiyonasını kazanacakları mesajını verdiler. 2000/2001 sezonu Plushenko için çok parlak oldu. Sezon boyunca sekiz yarışmaya girdi, yedisini kazandı. Bunların beşinde Yagudin'le karşı karşıya geldi ve dördünde rakibini geçti. Önce Aralık 2000'deki Rusya Şampiyonasında Yagudin'i geride bıraktı. Ocak 2001'de Japonya Open yarışmasında Yagudin'e geçildi. Yine Ocak 2001'de Avrupa Şampiyonasında, Şubat 2001 ISU Grand Prix Finali'nde ve Mart 2001'de Dünya Şampiyonasında Yagudin'i geride bıraktı ve rakibinin üç yıldır elinde tuttuğu Dünya şampiyonu unvanına son vererek sezonu kapattı. En son, Dünya Şampiyonasında birinci olduğu için ISU'dan 55.000 dolar para ödülü almaya hak kazandı. 2002 Kış Olimpiyatları'nda Pluşenko ve Yagudin favori olarak gösteriliyordu. Yagudin hatasız bir program sundu ve kısa programı ilk sırada bitirdi. Pluşenko ise dörtlü - üçlü toe loop kombinasyonunda sorun yaşadı ve kısa programı dördüncü sırada bitirdi. "Carmen" ile zor bir serbest program sundu ve genel toplamda gümüş madalyayı aldı. Yagudin ise Olimpiyat tarihinde 6.0 puanlama sisteminde alınmış en yüksek puanları aldı ve böylece altın madalyanın sahibi oldu. Altın ve gümüş madalyayı alan Rusya ise bunu Olimpiyat tarihinde erkekler kategorisinde ilk defa başarıyordu. Yagudin'in sporu bırakmasının ardından Pluşenko, dört yıl boyunca girdiği hemen hemen tüm yarışmaları kazandı. Sadece iki kez gümüş madalya aldı. İlki 2004 Grand Prix Finalinde Emanuel Sandhu'ya kaybetmesiydi. İkincisi 2004 Avrupa Artistik Patinaj Şampiyonasında Brian Joubert'e kaybetmesidir. 2005 yılında Grand Prix Finaline katılamamasından sonra 2005 Dünya Şampiyonasından da kısa program sonunda sakatlık sebebiyle çekildi. Bu sakatlığı sebebiyle o yıl Münih'te ameliyat oldu. 18 Haziran 2005'te Pluşenko, Mariya Yermak ile St. Petersburg'da evlendi. İlk çocukları Yegor ismindeki oğlu 15 Haziran 2006'da doüdu. Çift Şubat 2008'de boşandı. 2006 Kış Olimpiyatlarına giderken Pluşenko ISU Puanlama Sistemindeki başarısı sebebiyle en önemli favorilerden biri olarak görülüyordu. Pluşenko kısa ve serbest programda iyi performans göstererek Olimpiyat şampiyonu oldu. Kısa programda elde ettiği skor, serbest programa en yakın rakibinden 10 puan kadar önde başlamasını sağlamakla birlikte yeni bir ISU Puanlama Sistemi rekoruydu. Pluşenko'nun serbest program müziği Edvin Marton tarafından onun için düzenlenmişti. Pluşenko, Olimpiyatlarda kısa programda ve serbest programda aldığı toplam 258.33 puanla ISU'nun yeni puanlama sisteminde alınmış en yüksek puanı almış ve dalında bir rekora imza atmıştır. Bu rekor serbest program ve toplam puan için 2008 Dört Kıta Artistik Patinaj Şampiyonası'nda Daisuke Takahashi tarafından kırılmıştır. Pluşenko, 2006 Olimpiyatlarından sonra buz patenine ara verdi. Sporcu geçmişte yaşadığı sakatlığı sebebiyle yeni sezonda yarışmayacağını ve dinleneceğini söyledi. Pluşenko, 2007 Dünya Artistik Patinaj Şampiyonasında Rus sporcuların hiç madalya alamaması (bundan önceki en kötü sonuç 1960 yılındaydı) ve Plushenko'nun Rusya'nın domine ettiği bu sporda durumunu kaybetmesi sebebiyle endişelendi. Nisan 2007'de aktif spora geri döneceğini açıkladı. Ancak bu 2007-2008 sezonunda Pluşenko yarışmadı ve 2010 Kış Olimpiyatlarına katılma amacında olduğunu söyledi. 2008 yılında Plushenko, 2008 Eurovision Şarkı Yarışması'nda Dima Bilan'ın şarkısına özel hazırlanmış plastik bir pistte buz pateni yaparak eşlik etti. Edvin Marton'nun kenmanıyla eşlik ettiği şarkı yarışmayı kazandı. Mart 2009'da Plushenko, uzun zaman koçluğunu yapmış olan Aleksey Mişin ile birl
ikte 2010 Olimpiyatlarına hazırlanmaya başladığını açıkladı. Ağustos ayında Dima Bilan'in yapımcılarından Yana Rudkovskaya ile evleneceğini söylemiştir. İkili 12 Eylül 2009 tarihinde evlenmiştir. Pluşenko, yarışmalara katılmaya 2009-2010 ISU Grand Prix serisindeki yarışmalardan biri olan 2009 Rostelecom Cup ile başladı. Kısa programı 82.25, serbest programı ise 158.40 puan alarak kazanan patenci genel toplamda 240.65 puan ile altın madalyaya ulaştı. 2010 Rusya Artistik Patinaj Şampiyonası öncesi Pluşenko sakatlandı ve bir haftadan uzun süre kayamadı. Yarışmaya katılan patenci kısa programda 100.09 puan aldı. Serbest programında 171.50 puan elde eden patenci sekizinci Rusya şampiyonluğunu 271.59 puan ile kazandı. 2010 Avrupa Artistik Patinaj Şampiyonasında kısa programda Pluşenko, 91.30 puan ile yeni dünya rekoruna imza attı ve bu bölümü ilk sırada bitirdi. 255.39 puanla genel toplamda birinci olarak altıncı Avrupa şampiyonluğunu kazandı. Hamursuz Bayramı Pesah, Fısıh veya Hamursuz Bayramı (İbranice: פסח Pesah), bir Yahudi bayramı ve festivalidir. Mısır’da kölelikten kurtarılan Antik İsraillilerin göç hikâyesini anar. Pesah, Yahudi takvimindeki Nisan ayının 15. günü başlar, bu tarih Kuzey Yarım Küre’de bahara denk gelir ve bayram 7 veya 8 gün kutlanır. Yahudi bayramları arasında en çok kutlanan bayramlardan biridir. Göç anlatısında, kutsal kitap, Tanrı’nın; on belayı Mısırlıların üzerine musallat ederek, İsrail Çocuklarını kölelikten kurtarılmasına yardım ettiğini belirtir. On belanın sonuncusu, her evde ilk doğan çocuğun ölmesi olduğundan, İsraillilerden evlerini kuzu kanıyla işaretlemeleri istendi. Böylece, bu son bela onların evlerine dokunmadan üzerlerinden geçecekti. Belalarla başlayan bu hikaye ve göç, hamursuz bayramının kökenini oluşturdu. Bayramın adının tam olarak nereden geldiği üzerine tartışmalar olmasına rağmen genelde inanılan hikaye; Firavun İsrailliler’i özgür bıraktığında, İsrailliler, ekmek hamurunun mayalanmasını beklemeden terk ettikleridir. Bunu anmak adına, Hamursuz Bayramı boyunca mayasız ekmek yenir. Bayram bu nedenle “ Mayasız ekmek yeme Festivali” olarak adlandırılır Matza (düz mayasız ekmek) hamursuz bayramının sembolüdür. Şavuot ve Sukot’la birlikte, Hamursuz Bayramı, üç hac festivalinden (Şaloş Regalim) biridir. Bu üç bayramda bütün Yahudi topluluğu tarihi bir şekilde Kudüs’teki tapınağa haccettiler . Samiriler, halen Gerizim Dağı’nda bu hac ibadetlerini gerçekleştirir ama sadece erkekler toplu ibadetlere katılır. Hamursuz Bayramı (Pesah), genelde Gregoryen takviminin mart ya da nisanına denk gelen, Nisan ayının 15. gününde başlar. Tevrat’a göre Nisan, Yahudi takvimindeki festival yılının ilk ayıdır . Nisan’ın 14. günü kuzey ilkbaharı ekinoksundan sonraki, dolunaylı bir geceyle başlar, bu nedenle, Pesah bir ilkbahar festivalidir. Pesah’ın bahardan önce başlamamasına emin olmak için, antik İsrail’de, arpaların olgunlaşması baharın başladığını anlamak için bir test olarak görülmüştür. Böylece, arpalar olgunlaşmadıysa, bahar daha yakın değildi ve araya ilave edilen Adar II ayıyla, Nisan başlatılmazdı. Bu ayarlama, 4. yüzyıl itibarıyla matematiksel olarak yapılıyor . İsrail’de Pesah (mayasız ekmek festivali) yedi gün kutlanır. Bayramın ilk ve son günleri resmi olarak tatildir. Bu iki günün arasında kalan günler Hol HaMoed (Festivalin hafta günleri) olarak adlandırılır. Diaspora Yahudileri bayramı sekiz gün kutlarlar. Sekiz gün olmasının nedeni bir zaman ayarlaması (ibadetlere katılmak, bulundukları yerin takviminin Kudüs’teki tapınağa endekslenmesi, v.b) olarak görülür veya Yahudilerin tehlikede oldukları zamanlarda, Yahudilere karşı gelecek saldırıların günlerini şaşırtmak amaçlı ortaya atılmış ve günümüze gelmiş olan bir alışkanlık olduğu düşünülüyor . Karaim ve Samiri Yahudiler, modern Yahudi takviminden bir iki gün sapan Yahudi Takvimi versiyonunu kullanırlar. Örneğin 2009 da, Rabinik Yahudiler tarafından kullanılan takvime göre nisan 15 Modern takvimde Nisan 9 u karşılamaktadır. Karaimler ve Samiriler tarafından kullanılan takvimde ise Abib ya da Aviv 15, Miladi takvimde Nisan 11 i karşılamaktadır. Karaim ve Samiri Hamursuz Bayramları 6 gün süren Mayasız Ekmek Festivalinden sonra bir gün sürer. Tevrat’ta Hamursuz Bayramı olarak adlandırılan emirin yerine getirilişi Levililer Kitabın’da şöyle bulunmaktadır: İlk ayda, ayın on dördüncü günü iki akşam arası Tanrı’nın Hamursuz Bayramıdır. Aynı ayın on beşinci günü hamursuz ekmeğinin Tanrıya ziyafetidir: Yedi gün boyunca hamursuz ekmeği yiyeceksin. İlk gün kutsal bir davet alacaksın; bayağı işler yapmayacaksın.Ve yedi gün Tanrıya ateşte yapılmış,pişirilmiş bir armağan sunacaksın; yedinci gün kutsal davettir; bayağı işler yapmayacaksın.(Levililer 23:5) Tevrat’taki Hamursuz Bayramı ile ilgili düzenlemeler, evdeki bütün mayalı yiyeceklerin 15 Nisan’dan önce evden çıkarılması gerektiğini belirtir.(Göç 13:7) Temiz bir kuzu ya da keçi 10 Nisan’a kadar hazırlanmalı(Göç 12:3) ve 14 Nisan’da iki akşam arasında kurban edilmelidir. Ve 15 Nisan gecesi iç organları çıkarılmadan rosto yapılarak mayasız ekmek ve acı baharatla yenmelidir.Sabah gün doğumundan sonra kurban edilen hayvandan kalan hiçbir şey yenmez, yakılmalıdır. Orijinal Hamursuz bayramına ait olan Tevrat’taki düzenlemeler, yemeklerin nasıl yeneceğini de belirtir. Tevrat’taki, Hamursuz bayramını ilgilendiren emirleri, hatırlamanın önemini vurgular. Yahudilere; onların bir zamanlar mısırda köleler olduklarını, tanrının onları onuncu musibetten koruduğunu ve onları bulundukları güvenli yerlere getirdiğini hatırlamaları gerektiğini belirtir. Bunun yanı sıra, Hamursuz Bayramını nesiller boyunca, Tanrıya adanmış olarak devam ettirmeleri gerektiğini belirtir. Çünkü bu günde Mısırdaki köleliklerinden, tanrının yardımıyla kurtuldular. “Pesah” fiili (İbranice: פָּסַח‎) Tevrat’ta ilk olarak, Yahudilerin Mısırdan göçlerini (Göç 12:23) anlatan bölümde ortaya çıkar. Kesin anlamı üzerine bazı tartışmalar olsa da, genel olarak inanılan anlamı, Tanrı’nın 10. musibet esnasında, İbranilerin evlerine dokunmadan, onların evlerinin üzerinden geçmesi olarak bilinir. Pesah sözcüğü aynı zamanda, Hamursuz Bayramı’nda kurban edilmek için hazırlanmış kuzu ya da keçi ( İbranice; Korban Pesah). Göçten dört gün önce, İbranilere bir kuzu hazırlamaları ve her gün temizliklerini kontrol etmeleri emredilmiştir. Nisanın 14. gününde, bu hayvanları kesip, kanlarıyla kapı eşiklerini işaretlemeleri de emredildi. Nisanın 15’i gece yarısına kadar kurban edilen hayvanı tüketmeliydiler. Mısır’ı onuncu musibet mahvederken, her aile (ya da birkaç aile birlikte) içinde kurban edilen hayvanın etinin de olduğu yemekleri yemek için toplandılar. Sonraki yıllarda, Mişkan’ın varlığı süresince ve Kudüs’teki Tapınak döneminden sonra; Kobran Pesach, Hamursuz Bayramı Sederi’nde (15 Nisan) yenildi. Buna rağmen, Tapınağın yıkılmasıyla birlikte, ne kurban bahşedildi ne de yenildi. Kobran Pesach hikâyesi, Hamursuz Bayramı Sederi’nde anlatılır ve sembolik olarak, Seder Tabağı’nda rosto kuzu inciği ya da tavuk kanadı yenir . Kudüs’teki Tapınak yıkılmadan önce, Hamursuz Bayramı’nın odak noktası, Paskal kuzusu olarak da bilinen, kurbandı (İbranice Korban Pesach .) Bir kuzuyu veya dağ keçisini tamamıyla bitirebilecek bir ailenin, Yahudi Tapınağı’nda, Nisan’ın 14’ünde (öğle vakti) kurbanlarını kesmeleri (Num 9:11), ve Nisan’ın 15’i gecesinde yemeleri gerekliydi (Göç 12:6.) Eğer bir aile, kurbanın hepsini bir oturuşta bitiremeyecek kadar küçükse, kurban birden fazla aile için yapılırdı. Kurban hiçbir mayalı yiyecekle sunulmadı (Göç 23:18) ve kafası, ayakları ya da iç organları çıkarılmadan (Göç 12:9), rostolaşması gerekliydi. Mayasız ekmekle (matza) ve acı baharatlarla (maror) yenmeliydi (Göç 12:9.) Kurbandaki hiçbir kemiğin kırılmamasına dikkat etmek gerekliydi (Göç 12:46) ve kurbandan, sabaha kadar hiç et kalmamalıydı (Göç 12:10, Göç 23:18.) Hamursuz Bayramı kurbanları kutsal sunular olduklarından, sadece kurban getirmekle yükümlü kişilerin yemesine izin verilirdi. Bayram’da kurban adayamayanlar arasında; Dönmeler (Göç 12:43), hizmetçiler (Göç 12:45), sünnetsiz erkekler (Göç 12:48), ritüele uygun dönemde olmayanlar (adet dönemindeki kadınlar) ve Yahudi olmayanlar vardı. Kurban, en az 30 kişilik bir topluluğun önünde yapılmalıydı (Pesahim 64b.) Tapınak’ta Levililer Hallel’i söylerken rahipler de kurbanı gerçekleştirdiler. Kadın ve erkekler eşit bir şekilde sorumluydular kurbandan (Pesahim 91b.) Kadınlar da bayramın bütün ritüellerine katılmakla yükümlüydüler. Tapınağın yokluğunda, Korban Pesach mitsvası, Korban Mitsva Seder’inde anılır. 14 Nisan’ın öğlesinde okunur ve sembolik olarak da Seder tabağına rosto incik eti konulur. Seder yemeğinin sonunda, Afikoman’ın yenilmesi, Korban Pesach’ın yerini telafi olarak alır (Mishnah Pesachim 119a.) birçok Sefarad Yahudi, Korban Pesach anısına kuzu ya da keçi eti yer. Hametz (חמץ, “Mayalı yiyecek”) beş tip tahıl ürününün birinden yapılmış ve su ile karıştırılarak, ham bir şekilde 18 dakikadan az süreyle bekletilmiş bir üründür. Hamursuz Bayram’ı süresince, Hametz’in tutulması, barındırılması ve tüketilmesi, birçok Yahudi geleneğine göre yasaktır. Maya ve fermente ürünlerin kendileri, şarapta da görüldüğü gibi yasak değildir. Halakha’ya göre, bu tür Hametz’leri de tutmak yasaktır. Hametz, karbonat ve kabartma tozu gibi ürünleri içermez. Bunlar mayalamada kullanılıyor gibi görülse de, bu tür ürünlerin mayalaması, biyolojik fermantasyonla değil kimyasal reaksiyonlarla gerçekleşir. Bu nedenle, gözleme veya krep gibi yiyeceklere izin vardır. Tabi maya ile yapılmış olmamaları şartıyla. Torah’daki Hametz ile ilgili emirler şöyledir: - *Bayramın birinci gününden önce evdeki bütün Hametz ve Hametz’le yapılmış ürünlerden arınılmalıdır. (Göç 12:15.) Bitirebilir, atılabilir (tarihte yakılırdı) ya da Yahudi olmayan kişilere verilebilir. -* Bayram süresince, Hametz ya da Hametz’le karıştırılmış yiyeceklerden kaçınılmalıdır (Göç 13:3, 12:20) - *Yaşama alanında (ev, ofis, araba v.b.) hiç Hametz bulu
ndurulmamalıdır (Göç 12:19.) Ritüellere riayet eden Yahudiler, Hamursuz Bayram’ından haftalar önce evi en detaylı şekilde temizleme telaşında olurlar. Böylece evlerinin her tarafından her bir zerre Hametz’i arındırırlar. Kurallar, zeytin büyüklüğü ve daha büyük miktardaki Hametz’lerden arınılması gerektiğini belirtir, ama çoğu zaman, bu arınma işlemi bu kuralı aşarak, mutfaktaki en küçük zerrelerin temizlenmesine kadar gider (Un veya mayanın mutfak tezgâhlarından iyice silinmesi.) Bu işlemi yaparken kullanılan gereçlerde bir yere saklanır ve bayram boyunca kullanılmaz. Bazı Amerikan, Avrupalı ve İsrail’deki oteller de bu temizliği yaparlar. Geleneksel olarak, Hamursuz Bayram’ından önceki gece, arta kalan Hametz’leri temizlemek için arama yaparlar. Bunu yaparken, (על ביעור חמץ – ' al biyur chametz , “mayalılardan arınırken”) duası okunur, ve bir ya da birkaç kişi oda oda kontrol ederek, hiçbir köşede Hametz parçasının arta kalmadığına emin olurlar. Bu aramayı, ışıkları söndürerek, mum ışığıyla, kuş tüyü ve tahta kaşıkla yapmak bir gelenektir. Mum ışığı köşeleri, gölge düşmeden daha etkili bir şekilde aydınlattığı için; tüyün köşedeki bütün kırıntıları almasından dolayı, ve tahta kaşığında Hametz’leri topladıktan sonra yakılabilmesinden dolayı bu gereçler kullanılır. 14 Nisan sabahında, evde arta kalan bütün mayalı yiyecekler ve aramada bulunan bütün artıklar yakılır (s'rayfat chametz .) Evin lideri evde hiç Hametz kalmadığını, kalanların da toz kadar az olduğunu (biyur chametz) belirtir tekrar. Bayram esnasında evde bulunan Hametz, olabildiğince hızlı yakılmalıdır. Yiyeceklere göre daha değerli olan Hametz’ler (buğday’dan damıtılmış likör gibi) atılmak yerine, geri alınacak şekilde birine satılabilir. Bazı durumlarda, bu satıştan dolayı o tür ürünler evi hiç terk etmek zorunda kalmadan bir kasada saklanılabilir, çünkü satıldıktan sonra o evin kullanacağı bir ürün olmaktan çıkar ve yeniden alınana kadar kasada saklanırsa kurallara uyulmuş olunur. Bu satış durumu hahamlar tarafından düzenlenebilir. Tevrat’ın, Hamursuz Bayram’ında Hametz tüketmeyi yasaklaması nedeniyle, bazı aileler, sadece Hamursuz Bayramı’nda kullanmak amaçlı farklı tabak, çatal, bıçak ve bardak setlerine sahiptir ve bu farklı gereçlere daha önce hiç Hametz bulaşmamıştır. Hametz’in bulaşmış olduğu mutfak gereçleri kaynar suda yıkanır ve yıl boyunca tekrar kullanılmaz. Hamursuz Bayramı’nın sembollerinden biri olan Matza, sadece su ve unla yapılan, pişirilirken devamlı karıştırılıp, kabarması engellenen mayasız ekmektir. Matza elle ya da makineyle yapılabilir. Elle yapılan Matza’ya shmura matzo denir ve bu tür Matza’yı genelde Ortodoks Yahudi toplumları tercih eder. Tevrat’ta Hamursuz Bayramı’nın özellikle ilk gününde Matza yenmesi hakkında ilahi bir emir vardır. Emir ayrıca, bayramın diğer günlerinde de Matza yenmesi gerektiğini söyler. Tevrat’a göre Matza’nın yenilme sebebi, İbrani’lerin Mısır’ı çabucak terk etmelerini anmaktan doğdu. Hızlı bir şekilde Mısır’dan ayrılabilmeleri için ekmeğin kabarmasını beklemeyen İbrani’ler, düz ve mayasız Matza ile yola koyuldular. Bazı bilginler, Matza’nın, o dönemde, kolay korunduğundan ve hafif olduklarından, yola çıkanlar tarafından zaten tercih edildiğini ve İbrani’lerin bilerek Matza yaptıklarını öne sürerler. Bunu yanı sıra, Matza’nın fakirliği anımsatarak, insanlarda mağrurluk duygusunu artırdığını ve bir zamanlar köleliğin nasıl olduğunu sembolize ettiğini anlatan açıklamalar da mevcut. Hamursuz Bayramı’nın Sederi sabahında, evin ilk doğan erkek çocuğu oruç tutar (' ' ' ' 'Ta'anit B'khorot ' ' ' ' ' - ilk doğan orucu) ve bu oruç İbrani ilk doğanlarının hayatta kalmasını anar. Göç’e (Göç 12:29) göre, Tanrı Mısır’lı ilk doğan erkek çocukların hayatlarına son verirken, İbrani çocukları korudu. Buna rağmen, bir gelenek olarak sinagoglar, sabah ibadetinden sonra, Siyum töreni yapar. Tören yemeği yenilir ve ilk doğan orucunun zorunluluğu iptal edilir. Yahudi aileleri için, Hamursuz Bayramı’nın ilk gecesi, (İsrail dışındaki toplumlarda ilk iki gece) Seder (düzen) adı verilen özel akşam yemeği için toplanmak bir gelenektir. Masada bayramın önemini vurgulamak için en iyi yemek ve gümüş takımları bulunur. Bu yemek esnasında, Mısır’dan göç hikâyesi anlatılır. Anlatım esnasında, dört bardak şarap tüketilir. Gece ve bu anlatım farklı prosedürler olarak 15 kısımdır: 12- #' ' ' ' 'Tzafun צפון ' ' ' ' '– Afikoman’ın yenilmesi. 13- #' ' ' ' 'Bareich ברך ' ' ' ' '– Yemekten sonraki dua ve üçüncü şarabın içilmesi. 14- #' ' ' ' 'Hallel ' ' ' ' ' הלל – Hallel’in okunması, geleneksel olarak festivallerde okunur; dördüncü şarabın içilmesi. 15- #' ' ' ' 'Nirtzah נירצה ' ' ' ' '– son Bu 15 kısım, Kudüs’teki Tapınakta izlenen 15 kısımla paraleldir . Seder, masadaki çocukların ilgisini artırmak için; sorular, cevaplar ve olağandışı aktivitelerle doldurulur. Ayrıca çocuklar göç hakkında sorular sorduklarında fındık ve şekerlemelerle ödüllendirilir. Şarkılar ve tartışmalarla geçer Bayram Sederleri. Maror, Mısır’daki köleliğin ne kadar acı olduğunun sembolüdür. Tevrat'taki şu sözler, o sembolizmi anlatır: “ Ve hayatlarını ağır işlerle; çamurla, tuğlalarla ve tarladaki her tür işle acılaştırdılar. Onların yaptırdıkları her iş ağır işlerdi (Göç 1:14.) Rabinik kurallara göre, Seder’de dört bardak şarap içilmelidir. Bu hem erkek hem de kadın için geçerli olan bir kuraldır. Mişna (Pes. 10:1) der ki: İsrail’deki en fakir adam bile içmekle yükümlüdür. Her bardak Seder’in farklı bir kısmıyla bağlantılıdır: birincisi Kiduş için, ikincisi Göç’ün anlatılmasıyla, üçüncü bardağın içilmesi Birkat Hamazon’u sonuçlandırır ve dördüncü kadeh ise Hallel’le bağlantılıdır. s Çocuklar, Hamursuz Bayramı Seder’inde çok önemli bir role sahip. Geleneksel olarak, çocukların Seder hakkında; Mah, Nishtana, HaLeila, Hazeh (Neden bu gece diğer bütün gecelerden farklıdır?) sözcüklerinden başlayarak, soru sormaları beklenir. Sorular, yemekteki sembollerin öneminin konuşulmasını sağlar. Çocukların sorduğu bazı sorular şöyledir: Seder’in lideri ve diğer büyükler, çocuklara Göç’ten bahsetmenin ne kadar önemli olduğunu söyler ve dualarla, hikayelerle Göç’ü onlara anlatır. Ayrıca kendi yorumlarını katarak, Göç’ün dünya’ya getirileri ve özgürlük üzerine etkilerini anlatır. Seder’in tamamlayıcı bir parçası olarak, afikoman, masada çocukları heyecanlandırmak ve ilgilerini artırmak için kullanılır. Seder’in dördüncü kısmında (Yachatz), Matza’yı ikiye böler lider. Büyük parçasını afikoman olarak bir kenara bırakır. Birçok aile afikomanları, çocukları Seder boyunca uyanık ve ilgili tutmak için bir yerlere saklar ve bulanlara ödüller verir. Hallel’den sonra, dördüncü kadehteki şarap da içilir, ve katılımcılar dua okur. Bu kısımdan sonra, Tanrı’nın merhametini ve lütfünü anlatan lirik dualar söylenir. Yahudi halkın sürgün ve zorlu hayatla geçen tarihleri boyunca hayatta kaldıkları için Tanrı’ya teşekkür edilir. “' ' ' "Echadi Mi Yodea? ' ' ' ' '” (Kim bir’i bilir?) şen şakrak bir şarkıdır ve çocukların (ve büyüklerin) genel kültürlerini test eder. “Chad Gadiyah” gibi bazı şarkılar alegoriktir. İsrail’de, Hamursuz Bayramı yedi gün sürer ve bu yedi günün ilki ve sonuncusu büyük Yahudi tatillerindendir. Ortodoks ve Muhafazakar toplumlarda, Şabat’taki birçok kuralın geçerli olduğu bu iki günde çalışılmaz. Birinci günce bir Seder gerçekleşir. İsrail dışında, Ortodoks ve Muhafazakar toplumlarda, bayram sekiz gün sürer, ve bayramın ilk iki ve son iki günleri tatildir. Seder iki defa gerçekleşir, ilki ilk gün ikincisi ikinci gün olarak. Aradaki günlerde gerekli işler yapılabilir. Reformist Yahudiler, bayramı yedi gün kutlar ve Seder ilk ve son gün gerçekleşir. Sukot Bayramı gibi, Hamursuz Bayram’ının ara günleri Hol Hamoed (festival günleri) olarak bilinir ve yarı-festival statüsü verilmiştir. Bu günler aileler için dışarı çıkıp, piknik yaptığı, Matza’larla, meyvelerle, sebzelerle ve ev yapımı şekerlemelerle süsledikleri eğlencelerle geçirdiği zamanlardır. Hamursuz Bayramı’nın ikinci gecesi itibarıyla (16 Nisan), Yahudiler Omer’i saymaya başlar. Bu sayış, yaklaşan Şavuot’u hatırlatmak amaçlı olan, Şavout’tan 50 gün önce başlayan bir süreçtir. İlk geceden itibaren,’Bugün Omer’deki ilk gün,’ ikinci gün, ‘Bugün Omer’deki ikinci gün diye sayılır. Bu sayış ayrıca haftaları da içerir, böylece, yedinci gün özellikle anılır: “Bu gün yedinci gün, Omer’deki ilk hafta.” Sekizinci gün, “Bugün sekizinci gün, Omer’deki bir hafta ve bir gün,” gibi. Omer’in sayılmasıyla ilgili bir diğer açıklama, Hamursuz Bayramı’yla Şavuot arasındaki bağı gösterdiğidir. İbrani’lerin Göç’le birlikte kavuştukları fiziksel özgürlük, Sina Dağı’nda, Tevrat’la birlikte kazandıkları ruhsal özgürlükle devam eden bir sürecin sadece başlangıcıydı . Shvi’i shel Pesach (שביעי של פסח “Pesah’ın yedinci günü) özel dualara ve özel festival yemeklerine sahip olan başka bir kutsal gündür. İsrail dışındaki diaspora Yahudileri, bu yedinci günü, Hamursuz Bayram’ının yedinci veya sekizinci günü kutlar. Bu günde, İsrail evlatlarının Kızıl Deniz’e ulaşmaları ve o günün mucizeleri olan; Kızıl Deniz’in ikiye yarılması, Mısır’lı asker ve atlılarının suya gömülmeleri ve Kızıl Deniz’in içinden geçişleri anılır. Midraş’a göre, gerçekleşen mucizeyi anlatması için sadece Firavunun canı bağışlandı. İbrani takvimindeki Lyar ayının 14’ünde, “İkinci Pesah” (Pesach Sheni) adı verilen, ilk Pesah’ın telafisi olan ikinci bir Pesah günü vardır ve bu Tevrat’ta geçer. Bu telafi, ilk Pesah’ta kurban adayamamış, fiziksel olarak bayrama uygun olamamış, Pesah ritüellerinde kuralları bozmuş Kurban kemiklerinin kırılması gibi) veya Kudüs’ten uzakta olan insanlar için geçerlidir. Günümüzde, Pesach Sheni, küçük çağlı bir kutsal olarak kutlanır, ve tutucu Yahudiler dışında pek hatırlanmaz. Özel dualar veya takip edilmesi gereken kurallar yoktur. Tek bir fark vardır, o da gelenek haline gelmiş olan, sadece bir parça Matza yemek. Evlerin sekiz gün boyunca mayalı yiyeceklerden arındırılmış olması nedeniyle, Yahudi ev sakinleri, Hamursuz Bayr
amı haftası boyunca farklı yemekler yer. Bunların bazıları: Pala (anlam ayrımı) Pala aşağıdaki anlamlara gelebilir: Ağlama Duvarı Ağlama Duvarı (İbranice: "HaKotel HaMa'aravi"), Kudüs'te bulunan ve Yahudilerce kutsal sayılan, Büyük Tapınağın ayakta kalan batı duvarıdır. Bu sebepten dolayı Batı Duvarı adıyla da bilinmektedir. Yahudilerin, Süleyman'ın Kudüs’te yaptırdığı Beyt-ül-Makdis'ten kaldığına inandıkları ve kutsal kabul ettikleri duvar. Yahudilerin "ha-Kotel ha-Ma’aravi" ("Batı Duvarı") dedikleri bu duvar zamanla Hristiyanlığın tesiriyle "Ağlama Duvarı" olarak adlandırılmıştır. Yaklaşık 485 m uzunluğunda olan Ağlama Duvarı, toprak seviyesinin üstünde yirmi dört büyük taş sırası ile yer altında kalan on dokuz taş sırasından meydana gelir. Yüksekliği toprak seviyesinden itibaren 18 m olup 6 metresi mabed alanının seviyesini aşmaktadır. Taşlardan bazılarının uzunluğu 12 m, yüksekliği 1 m, ağırlığı ise 100 tondan fazladır. İnzibat İnzibat (Askeri Polis), askeri polise verilen isimdir. İnzibatların başlıca görevi ordudaki düzeni sağlamaktır. Askeri inzibatlar son derece tertipli ve düzenli askerler arasından seçilirler. Bu askerlerin subaylarına İnzibat Subayı denir. Askeri inzibatları yönetirler. Türk Silahlı Kuvvetleri'nde bir askeri polis hizmeti biriminin adıdır. Kışla içerisinde ve dışarısında orduya mensup askerleri denetleme ve aykırı harekette bulunanlara yaptırım uygulama görevi yürütür. Asker kaçaklarını tespit etme görevi 17 Ocak 2013'te Polis ve Jandarma'ya devredilmiştir. Askeri inzibatlar görevleri sırasında bir direniş, saldırı veya asayişi bozan bir durumda silah kullanma yetkisine sahiptir. Normal günlük kıyafetten farklı bir kıyafet giymezler sadece kollarına as.iz yazan bir bant takarlar. Türk Ordusunda askeri inzibatların köklü bir geçmişi vardır. Osmanlı ordusu zamanında inzibat erlerine "zaptiyeli" denirdi. Şimdiki askeri inzibatlarla pek farklı bir görevleri de yoktu. Ayrıca Askeri İnzibat hiçbir zaman kaçan bir kişinin arkasından koşamaz çünkü inzibatın koşması yasaktır.Türkiye'de ilk defa "Hababam sınıfı Askerde" filminde oynatılmıştır. Genelkurmay başkanlığına bağlıdır. Çernobil reaktör kazası Çernobil faciası, Çernobil felaketi veya Çernobil reaktör kazası ya da Çernobil kazası, 26 Nisan 1986 tarihinde Ukrayna Pripyat şehrinin 14.5 km. kuzeybatısında bulunan Çernobil şehrinde konuşlu olan Çernobil Nükleer Santrali'nde yapılan bir deney esnasında meydana gelen nükleer kaza felaketi. Nükleer Santralde meydana gelen patlama ve yangın sonrasında SSCB ile Avrupa ve Türkiye'ye büyük miktarda radyasyon yayıldığı tespit edilmiştir. Kaza Uluslararası Nükleer Olay Ölçeğine göre bugüne kadar meydana gelmiş en büyük nükleer kazadır. Çernobil felaketi, Uluslararası Nükleer Olay Ölçeğinde en yüksek sınıflandırma oranı olan 7 ile ölçeklendirilmiştir. Bu sınıfta ölçeklendirilen yalnızca iki nükleer felaket bulunmaktadır. Bunlardan birisi Çernobil felaketi, diğeri ise 2011 yılında meydana gelen Fukushima Daiichi nükleer felaketidir. Felaket maliyeti ve kayıpları açısından tarihin en kötü iki nükleer felaketinden birisidir. Sonuç olarak 500.000'den fazla işçi nükleer faciaya müdahalede çalışmış ve bu nedenle radyasyona maruz kalmış ve tahmini olarak yapılan masraf ise 18 milyar ruble (18 milyar ABD doları) olmuştur. Meydana gelen kaza esnasında 31 kişi ölmüştür fakat çok büyük bir alana yayılan radyasyon neticesine uzun vadede sonuçlarının daha ağır olduğu değerlendirilmektedir. Afet 26 Nisan 1986 Cumartesi günü 4 numaralı reaktörde yapılan sistem testi esnasında başlamıştır. Çernobil Nükleer Santrali Pripyat kenti, Beyaz Rusya idari sınırı ile Dinyeper Nehri yakınlarında bulunuyordu. Test esnasında ani ve beklenmedik bir güç dalgalanması fark edilerek acil durum butonuna basılmıştı fakat güç çıkışı daha fazla büyüyerek son noktaya ulaştığında buhar basıncı bir dizi tepkimeye neden oldu. Tüm bu olaylar nötron moderatör ile hava arasındaki grafitin birleşmesine neden oldu ve reaktör tutuştu. Tutuşma ile çıkan yangın atmosfere yükseldi. Böylece Pripyat başta olmak üzere geniş bir coğrafyaya yüksek derecede nükleer serpinti bulutu yayıldı. Serpinti bulutu Sovyetler Birliği'nin batısı ile buradan Avrupa'ya ve Karadeniz üzerinden Türkiye'ye sürüklendi. 1986 yılından 2000 yılına kadar Beyaz Rusya, Rusya ve Ukrayna'da ciddi olarak kirlenmiş bölgelerden toplam 350.400 kişi tahliye edildi. Rusya'nın resmî verilerine göre oluşan radyoaktif serpintiden en çok etkilenen yer %60 ile Beyaz Rusya oldu. Çernobil kazasının ardından Rusya, Beyaz Rusya ve Ukrayna sürekli olarak yaptığı dezenfekte işlemleri ile sağlık işlemlerinde yüklü derecede ücret ödedi. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu tarafından hazırlanan bir raporda kazanın çevresel sonuçları incelenmiştir. UNSCEAR raporuna göre ise 2008 yılına kadar kazadan yüksek dozda radyasyona maruz kalan 4000 kişiden 64'ünün radyasyon sonucu öldüğü doğrulanmıştır. Oluşturulan Çernobil Forumunda 200.000 acil müdahalede çalışan işçi, 116.000 kurtarılmış kişi ve kirlenmiş alanlardan tahliye edilen 270.000 kişinin bilgileri derlenmiştir. Akut radyasyon sendromuna bağlı olarak kazadan kısa süre sonra ölen 50 acil müdahale işçisinin ölümleri ile radyasyona bağlı olarak tiroid kanseri ve radyasyona bağla kanserden dolayı ölenler birleştirildiğinde, ölenlerin sayısı 3940 olmuştur. Bunlardan tahmini olarak dokuzu çocuktur ve lösemi nedeniyle ölmüşlerdir. 2006 yılında hakemli bir dergi olan "International Journal of Cancer" isimli dergide Çernobil Forumu çalışmasının sonuçları farklı bir metodoloji ile takip edilmiş ve kanser nedeniyle öldüğü belirtilen ve kansere yakalanan kişilerde, sağ kalım oranları da dâhil edilerek herhangi bir tartışma ortamı oluşturulmasına imkan vermeyecek şekilde inceleme yapılmıştır. Bu çalışmada kaza nedeniyle tahminen 4.000 kişinin öldüğü açıklanmıştır. "Union of Concerned Scientists" isimli kâr amacı gütmeyen örgüt, doğrusal olmayan eşik modeline göre yapılan değerlendirmelerde sıfıra yakın radyasyon oranının eklenmediğini, bu nedenle daha geniş bir coğrafyanın da sonuçlara dâhil edildiğinde kaza nedeniyle 50.000'den fazla kişinin kansere yakalanacağını ve bunların 25.000'inin öleceğini tahmin ettiklerini açıkladı. Avrupa Yeşiller Partisi ise 2006 yılında yaptırdığı TORCH raporunda kansere yakalanan kişi miktarının 60.000 olacağını ve 30.000'inin kanser nedeniyle öleceğini öngördüğünü belirtti. Greenpeace ise 200.000'den fazla kişinin kaza nedeniyle kansere yakalanacağını açıkladı. Kaza ile ilgili olarak Sovyetler Birliği yönetimi, Sovyet nükleer güç endüstrisi ve prosedürleri hakkında ketum olmakla suçlandı. 1980'lerde başlatılan Glasnost isimli SSCB'nin şeffaflık politikasına rağmen, hükûmetin Çernobil faciasını gizli tutmaya çalışması ve kaza ile ilgili olarak hızlı kararlar almayarak, bu konuda sessiz kalması SSCB'nin yıkılmasına yol açan reformların başlatılmasına yol açtı. Anadolu palamut meşesi Anadolu palamut meşesi ("Quercus ithaburensis "subsp." macrolepis"), kayıngiller (Fagaceae) familyasından doğal olarak Anadolu'da yetişen meşe alt türü. Bazı uzmanlar tarafından tür düzeyinde "Quercus macrolepis" olarak adlandırılır. Palamut meşesinin meyveleri 3 cm kadar uzunlukta silindir şekilli, açık kahverenkli ve buruk lezzetlidir. Palut, pelit, palıt gibi isimlerle de bilinir. Esas olarak palamut, pelit ve kadeh (kupula) olmak üzere iki kısımdan meydana gelir. İki kısma birden palamut adı verilir. Pelit, silindirik şekilli, takriben 2 cm uzunluğunda, ucu basık ve beyaz tüylüdür. Kadeh ise 2–6 cm çapında olup, üst kısmı tırnak denilen üzeri tüylü, uzun, kalın ve kıvrık veya yatık çıkıntılarla örtülüdür. Palamut meşesinin meyveleri iki senede bir olgunlaşır. Olgunlaşma Eylül ve Kasım aylarında sona erer. Fakat olgunlaşma fazlalaştıkça kadeh ve tırnaktaki tanen miktarı azalacağından, palamutlar tam olgunlaşmadan Ağustos-Eylül ayları arasında toplanır. Palamut meşesi 5-10 yaşından itibaren meyve vermeye başlar. En çok ürün 25-30 yaşlarında alınır. Bir ağaçta ortalama olarak 25–50 kg ürün alınmakla beraber, yetişme ortamına göre bu miktar değişebilir. Kurutma ile palamut, ağırlığının % 40'ını kaybeder. Pelit, meyvenin ağırlığının % 30'unu, tırnak ise % 25'ini teşkil eder. Meyveleri gallik tanen taşır. Tanen miktarı pelitte % 6-10, kadehte % 27,5, tırnakta % 34-50 arasındadır. Ayrıca meyvelerde şeker de bulunur. Pelitte % 9, olgun olmayan palamutta % 4,3, kadehte % 2,7 şeker vardır. Taze veya kavrulmuş meşe palamutları ishal durdurucu olarak kullanılır. Ayrıca hayvan yemi olarak da yer yer kullanılır. Kabuğu soyulduktan sonra kavrulmuş olan palamut, toz edilerek kahvesi yapılabilir. Tadlandırılarak midevî ve ishal durdurucu olarak istifade edilir. Boya ve deri sanayiinde de kullanılır. Parakete Parakete aşağıdaki anlamlara gelebilir; Tenten Sovyetler'de Tenten Sovyetler'de ("Les Aventures de Tintin, reporter du Petit "Vingtième", au pays des Soviets") Belçikalı yazar ve illüstratör Hergé'in klasik çizgi romanının bölümlerinden bir tanesidir. Serinin kahramanı genç muhabir Tenten'dir. "Tenten Sovyetler'de" serinin ilk bölümüdür. İlk olarak 20 Ocak 1929 ile 11 Mayıs 1930 arasında Belçika gazetesi "Le Vingtième Siècle" gazetesinin çocuk bölümü olan "Le Petit Vingtième"de yayımlanmış, ve 1930'da albüm haline getirilmiştir. Hikâye politik bir hicivdir, Hergé'in Sovyetler Birliği'ne olan güvensizliğini ifade etmekte ve başarılı bir ekonomiye sahip oldukları inancıyla alay etmektedir. Benoît Peeters'ın "Le monde d'Hergé" adlı kitabına göre, Hergé'in kitabı yaratmakta kullandığı tek kaynak eski Sovyet Rusya Konsolosu Belçikalı Joseph Douillet'in "Moscou sans voiles" adlı kitabıydı. Albüm zamanında anti-Sovyet ve politik görüşü sağ olduğu için öfkeyle eleştirilmişti. Bu tip nedenlerden dolayı, Hergé 1930larda albümü raflardan çekti. 1973'te, bir tıpkıbasım versiyonu basıldı, ve çok geçmeden çok satanlar listesine girdi (100,000 kopya sadece o sene satıldı). Bu kitap Hergé'in ileriki yıllarda yeniden çizip re
nklendirmediği tek Tenten kitabıdır, bu nedenledir ki diğer kitaplardan daha farklı görünür ve karakterler daha farklıdır. Her ne kadar Hergé bu albümün renklendirilerek yeniden basımına sıcak bakmamış olsa da, korsanlar bu konuda da rahat durmamışlar ve 1969 yılında "Tenten Sovyetler'de"nin de renki versiyonlarını basmışlardı. Tenten'in özgün yayımcılarından "Casterman"ı andıran ismiyle "Castelman" yayınevi tarafından basılan albümü Paul-Henry Lombard ve Philippe-Alfred Castelman adlı Tenten hayranları renklendirmiş, hatta yer yer yeniden çizmişlerdir. Sınırlı sayıdaki bu albümler müzayedelerde yüksek fiyatlara satılmaktadır. ISBN 975-363-969-4 Tenten ve köpeği Fındık çalıştığı gazete tarafından Moskova'da bir göreve gönderilirler. Tren Rus gizli polisinin bir ajanı tarafından patlatılır ve Tenten bu "kazadan" dolayı suçlu bulunur. Hapishaneye gönderilir, fakat aldatma ve kılık değiştirmeyle dışarı çıkar. Daha sonra bir araba çalar ve Moskova'ya gelmeden birkaç serüven yaşar. Sovyetlerin silah zoruyla insanlara oy verdirttiğini, ve üretken fabrikaların sadece yabancı ziyaretçileri kandırmak için yapılan boş kabuklar olduğunu görür. Aynı zamanda Sovyetlerin gençlere sadece eğer kendilerine komünist derlerse ekmek verdiğini öğrenir. Tenten buğday eksikliği yüzünden Moskova bölgesinin açlık çektiğini keşfeder–hasatın çoğu propaganda amaçları yüzünden ithal edilmektedir–böylece komünist liderliği yakındaki çiftlikleri talan etmeyi planlamaktadır. Birkaç çiftçiyi gelen askerlere karşı uyarır, fakat tekrar yakalanmaktan kurtulamaz. Karlı topraklarda kaçarken, Tenten Stalin, Lenin ve Trotsky'nin Rus insanlardan çaldığı gizli hazineye takılır (içinde bol buğday da bulunmaktadır). Bu bilgiyi öğrenince Berlin üzerinden ülkesine döner ve Sovyet ajanlarla bir kez daha karşılaşır. Brüksel'e döndüğünde, onu kendinden geçmiş bir kalabalık coşkuyla karşılar. Korkut Boratav Korkut Boratav (d. 1935, Konya, Türkiye), Ankara Üniversitesi emekli hocalarından Marksist iktisatçıdır. Boratav, 1935'te Konya'da doğdu. 1959 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. 1960 yılında tamamladığı Maliye Teorisi yüksek lisans eğitimi sonunda Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne asistan olarak girdi. 1964'te, aynı fakültede, iktisat doktorasını tamamladı. 1964 ile 1966 yılları arasında Cambridge Üniversitesi'nde araştırmalar yaptı. 1972'de doçent oldu. 1974'te Birleşmiş Milletler Cenevre Ofisi'nde danışmanlık yaptı. 1980'de Ankara Üniversitesi Senato'sunca profesörlüğe yükseltildi. 1983'te Ankara Sıkıyönetim Komutanlığınca 1402 sayılı yasaya göre üniversitedeki görevine son verildi. 1984-1986'da Zimbabwe Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yaptı. Danıştay kararıyla yeniden Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne dönen Boratav, bu okuldan 2002'de emekli oldu. Boratav 1997 yılında TÜBA Hizmet Ödülü aldı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ile Tarih Vakfı, Korkut Boratav'a sevgi ve saygılarını sunmak üzere 14 Aralık 2005 tarihinde "70. Yaşında Korkut Boratav’a Saygı" toplantısı düzenledi. Boratav'ın araştırma alanları: Uluslararası İktisat, İktisat Politikası, Gelişme İktisadı, Türkiye Ekonomisi'dir. Bir dönem Cumhuriyet Gazetesi'nde iktisat yazıları yazan Boratav, gazetenin diğer yazarlarından iktisatçı İzzettin Önder'in Tüpraş özelleştirmesine dair yazdığı bir yazının yayınlanmaması üzerine gazeteyi protesto ederek yazılarına son verdi. Halen BirGün gazetesinde ve soL Haber Portalı'nda yazıları yayınlanmaktadır. Praksis dergisi Danışma Kurulu üyesidir. Halkbilimci Pertev Naili Boratav'ın oğlu olan Korkut Boratav, üç çocuk babasıdır. Virüs sınıflandırması Virüs sınıflandırması, virüslerin taksonomik bir sistem içinde adlandırılma ve gruplandırılmalarını içerir. Hücresel canlıların görece oturmuş sınıflandırma sistemlerinde olduğu gibi, virüs sınıflandırması da süregiden tartışma ve önerilerin konusudur. Bu, büyük ölçüde, virüslerin henüz kesin bir şekilde "canlı" ya da "canlı olmayan" varlıklar olarak tanımlanamamış olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla da virüsler, bitkiler ve hayvanlar gibi hücresel canlıları konu edinen biyolojik sınıflandırma sistemleri içine çeşitli nedenlerle sorunsuz bir şekilde yerleştirilememektedir. Virüs sınıflandırması, virüslerin yapı (morfoloji), nükleik asit tipi, çoğalma tarzı, konak canlı ve neden oldukları hastalık gibi fenotipik özelliklerini temel alır. Bunun için, günümüzde iki ana sistem birlikte kullanılmaktadır: Baltimore sınıflandırması, virüsleri nükleik asit türü (DNA ya da RNA), nükleik asiti ipliği sayısı (tek iplikli ya da çift iplikli) ve çoğalma yöntemine göre yedi gruptan birinin içine yerleştirir. Neden oldukları hastalıklar ve morfolojik özelliklerine göre de sınıflandırılmaları mümkünse de farklı virüslerin aynı hastalığa yol açabiliyor olması ve yapılarının çok benzer olabilmesi nedeniyle bu yöntemler tatminkar değildir. Ayrıca, çok küçük boyutları nedeniyle virüslerin yapılarının mikroskop altında belirlenmesi de oldukça zordur. Bu noktada, genomlarına göre sınıflandırmak, benzer davranış gösteren virüslerin belli kategorilerde toplanmasını sağlar. Böylece, ileri araştırmalar için belli bir yol da çizilebilmektedir. Baltimore sınıflandırmasının sunduğu ve Roma rakamlarıyla numaralandırılmış olan yedi grup aşağıda verilmiştir: Uluslararası Virüs Taksonom Komitesi (UVTK), 1990'ların başında, virüslerin adlandırılması ve sınıflanması için çeşitli kurallar geliştirerek uygulamaya koymuştur ve günümüzde de virüs türlerinin adlandırılması ve bu sistem içinde yerleştirilmesini gözetmektedir. UVTK sınıflandırması, takson yapısına sahip olması gibi özellikleriyle biyolojik sınıflandırma yöntemleri ile çeşitli benzerlikler taşısa da bazı farklarla onlardan ayrılır: Yaklaşık 80 familya ve 4.000 türün bilindiği bu sistemde takımların tanımlanması henüz çok yenidir ve yavaş işlemektedir: bugüne dek yalnızca üç takım belirlenmiştir ("Caudovirales", "Nidovirales", "Mononegavirales") ve çoğu familya herhangi bir takım altına yerleştirilmemiş durumdadır. Benzer şekilde, 24 kadar cinsin de familyaları henüz belli değildir. Sözü edilen ajanlar oldukça küçük virüslerdir. Tenten Kongo'da Tenten Kongo'da ("Tintin au Congo") Belçikalı yazar ve illüstratör Hergé'in klasik çizgi romanının bölümlerinden bir tanesidir. Serinin kahramanı genç muhabir Tenten'dir. Haziran 1930 ve Haziran 1931 arasında "Le Petit Vingtième" bölümünde (Belçika'nın "Le Vingtième Siècle" gazetesinin çocuk bölümü) yayımlanmıştır. 1931'de siyah-beyaz bir albüm olarak basılmıştır. 1946'da yeniden çizilmiştir, ayrıca 1975'te ilave değişiklikler yapılmıştır. ISBN 975-10-2081-6 Tenten Kongo'da serinin ikinci kitabıdır. Hikâye'nin başında Tenten ve Fındık Anvers'ten Belçika Kongosu'na giden bir gemidedirler. Fındık gemideyken birkaç kaza geçirir, fakat sonunda güvenle Kongo'ya varırlar. Burada bir araba kiralarlar ve Coco adlı bir "çocuk" kiralarlar. Kongo'ya doğru ilerlerler, fakat kısa sonra yalnız olmadıklarını fark ederler. Bir hırsız arabalarını çalmıştır, bu yüzden Tenten ava çıkar. Tenten'in hayvanlara kötü davrandığı birkaç sahne bunu takip eder. Daha sonra, yerli bir kasabaya varırlar. Ancak, kendilerini takip eden üçkâğıtçı pes etmemiştir, ve kasabanın sihirbaz hekimiyle beraber birkaç defa Tenten'i yok etmeye çalışır ancak başarılı olamaz. Son denemesinde üçkâğıtçı Tenten'i içi timsahlarla dolu bir ırmağa asmaya çalışır fakat Tenten Belçikalı bir misyoner tarafından kurtarılır. Tenten ve Fındık bir misyoner istasyonuna giderler fakat burada ısrarcı üçkâğıtçı tekrar Tenten'i yakalamaya çalışır. Bu diğerlerindeki gibi şanslı gitmez ve hayatına mal olur. Tenten üçkâğıtçıya kendisini yok etmesini söyleyen mektubu bulur. Mektup A.C. tarafından imzalanmıştır, bu da Al Capone anlamına gelmektedir, kendisi Kongo'da elmas kaçakçılığı yapmaktadır. Tenten bu operasyonu su yüzüne çıkarır, ve çete yakalanır. Sonrasında Tenten Afrika'nın vahşi doğasını keşfe çıkar. Fakat, Tenten ve Fındık bir ordu Afrika Bufalosu tarafından kovalanmaya başlar. Tam düşecekken bir uçak gelip Tenten ve Fındık'ı kurtarır, ve onları bir sonraki maceraları, Tenten Amerika'da için eve getirir. Tenten Kongo'da Tenten albümlerinin en tartışmaya açık olanıdır. "Tenten Kongo'da" sık sık ırkçı ve sömürgesi bakış açısından, ve ayrıca hayvanlara uygulanan şiddet sahnelerinden dolayı eleştirilmiştir. Hergé daha sonra o zaman sadece dönemin saf düşüncelerini resmettiğini iddia etmiştir. 1946'da albüm tekrar çizildiğinde, Hergé Kongo'nun o zamanlarda bir Belçika kolonisi olduğuna dair referansları kaldırmıştır. Fakat, bu eleştirmenleri yatıştırmaya yetmemiştir. Tartışmalı konusundan dolayı albüm İngilizcede sadece siyah beyaz kopya versiyonu olarak basılmıştır. Albüm içeriğinden dolayı uzun süre yayından kalkmıştır. Fakat Zaire'deki (bugün Kongo-Kinşasa) büyük bir gazeteden Hergé'ye gelen bir istek üzerine 1970'te tekrar basılmıştır. Gazete, "atalarını anlatan" serüveni neden okuyamadıklarını sormuştur. İzin verilir. Albüm İskandinavya'da basıldığında, yayıncılar renkli baskının 56. sayfasındaki rezil sahneye itiraz etmişlerdir: Bu sahnede Tenten bir dinamit çubuğu ile bir gergedanı patlatmaktadır. Sayfanın yeniden çizilmesini istemişler, ve Hergé bu isteklerini yerine getirmişlerdir. Hayvanı parçalara ayırmak yerine gergedan yanlışlıkla Tenten'in silahını ateşler ve korkuyla kaçar. Bu sayfa şimdiki baskılarda görülen sayfadır. 2007 yılında İngiltere'de Irk Eşitliği Komisyonu, Tenten Kongo'da kitabının "iğrenç önyargılar eşliğinde ırkçılık yaptığını" belirterek yasaklanmasını talep etti. Bu talebin gerekçesi olarak, kitapta, siyahların "maymunlar gibi gösterilip geri zekalılar gibi konuşturulması" gösterildi. Talebin ardından bazı kitabevleri, kitabı raflarından kaldırdılar. Arap Birliği Arap Birliği ( ') veya Arap Ligi"' ( "al-Jāmiʻa al-ʻArabiyya"), 22 Arap ülkesinin üye olduğu milletler arası bir örgüttür. Arap ülkeleri arasında ilk ittifak 1936'da Irak ve Suudi Arabistan arasında gerçekleşmiştir. 19
44'te imzalanan İskenderiye Protokolü ile Arap Birliğinin temeli atılmıştır. Arap Birliği; Mısır, Irak, Ürdün, Lübnan, Suudi Arabistan ve Suriye devletleri tarafından 22 Mart 1945'te Kahire'de kuruldu. Merkezi Kahire'de olan Arap Birliği'nin bugün 22 üyesi mevcuttur. Örgüt, Arap ülkeleri arasında ekonomik, kültürel, siyasi ve sosyal ilişkileri düzenlemek amacındadır. Ortak pazar ise 1965 yılında kurulmuştur. Birliğin genel sekreteri Ahmed Ebu Gayt'dır. Türkiye dâimi gözlemci statüsündedir. - Konsey: Birliğin en üst yönetim organıdır ve genellikle dışişleri bakanları düzeyinde toplanır. Her üyenin bir oyu vardır ve kararların bağlayıcılığı sadece oy veren ülkelerle ilgilidir. - Genel Sekreterlik: Birliğin günlük faaliyetlerini yürütür ve üye ülkeler arasında koordinasyon sağlar. Parakete (aygıt) Parakete, gemi hızını ve aldığı yolun miktarını gösteren cihaz. Gemi teknesinden elle veya sabit bir delikten sarkıtılan parakete, tekne altındaki akan suyun hızına bağlı olarak çalışır. Prensip olarak üç tür parakete vardır. Elle denize atılarak hız ölçmeye yarayan el paraketesi, suyun bir pervaneyi çevirmesiyle; ikinci tür parakete suyun hidrodinamik etkisi esasına göre çalışır. Bu paraketeler biri geminin başına, diğeriyse suyun kolayca girebileceği fakat akıntı olmayan alt kısmına uzanan iki borudan meydana gelir. Gemi hareket edince baş tarafta meydana gelen hıza bağlı basınç ile akıntı olmadığı için sabit basınç arasındaki fark bir göstergede hız olarak görülür. Diğer bir parakete türü de elektromanyetik esasa göre çalışan modern gemilerde bulunan hız ölçme sistemidir. Bu paraketenin çalışma prensibi Lenz kanununa dayanır. Bu prensibe göre bir manyetik alan içerisinde hareket eden iletkenin uçlarında potansiyel (gerilim) meydana gelir. Parakete kılıcında meydana getirilen manyetik saha, deniz suyu içinde gemi hızında hareket eder. Deniz suyu iletken olduğu için çubuk görevi yaparak, parakete kılıcına rastlayan kısımlarda gerilim meydana gelir. Bu gerilim hıza bağlı olarak artar. Yükselticilerde kuvvetlendiriciler, sinyal gemisinin hızını gösterir. Afrika Birliği Afrika Birliği, Afrika kıtasında yer alan Afrika ülkelerinin tek çatı altında toplandığı ve Afrika Birliği Örgütü'nün ardılı olarak 2002 yılında oluşturulan uluslararası kuruluştur. Afrika Birliği, Habeşistan İmparatoru Haile Selassie'nin gayretleri ile 22–25 Mayıs 1963'te Etiyopya'nın başkenti Addis Ababa'da bir araya gelen otuz iki bağımsız Afrika ülkesinin imzaladığı antlaşma ile Afrika Birliği Örgütü adıyla kuruldu. 9 Temmuz 2002 tarihinden itibaren Afrika Birliği adını alan örgütün temel amacı Afrika ülkeleri arasında dayanışma ve iş birliğini artırmaktır. Merkezi halen Addis Ababa'da bulunan bu birliğe Afrika'da bulunan tüm ülkeler üyedir. Başak Köklükaya Başak Köklükaya (d. 19 Nisan 1974, Ankara), Türk oyuncu. Hacettepe Üniversitesi, Ankara Devlet Konservatuvarı, Bale Bölümü ile Bilkent Üniversitesi, Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi, Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. 1995 yılında Şehir Tiyatroları'nda çalışmaya başladı. İlk TV deneyimi 1995 yılında Yazlıkçılar ile oldu ve Bizimkiler dizisiyle devam etti. İlk sinema tecrübesini Ferzan Özpetek'in "Hamam" adlı filmiyle elde etti. Bu filmle Ankara Film Festivali'nde "Umut veren yeni kadın oyuncu" ödülünü aldı. 1999 yılında rol aldığı ve Zeki Demirkubuz'un yönettiği Üçüncü Sayfa filmiyle Türkiye'de verilen tüm sinema ödüllerini kazandı. Takip eden yıllarda kariyerini sinema ve dizi projeleriyle devam ettirdi. Çağan Irmak'ın Mustafa Hakkında Her şey, Tassos Boulmetis'in Bir Tutam Baharat, Zeki Demirkubuz'un İtiraf, Alberto Rondalli'in Derviş, Ferzan Özpetek'in Harem Suare ve 'Hamam' filmlerinin yanı sıra, Yılmaz Erdoğan'ın Organize İşler filminde de rol aldı. Birçok sinema eleştirmeni ve yazarına göre duru güzelliği ve doğal oyunculuğuyla, son dönemin aranan oyuncuları arasında önemli bir yer edinmiştir. Tütün mozaik virüsü Tütün mozaik virüsü, çubuk ya da ince uzun virüslerdir. 300 nm uzunlukta çubuklar şeklindeki virüs partikülleri mekanik olarak yayılır. 158 aminoasitli protein monomerinden oluşur. İçerisinde 4 alfa taneciği bulunur. Viryonlar 300 nm uzunlukta ve 18 nm genişliktedir. Çapı RNA'da 6 nm dir ve protein kaplı hücresel enzimler tarafından korunur. Her bir protein monomerinde üç RNA nükleotidi bulunur. Yüksek derecede bulaşıcı ve stabildir. Mutantları mantar konidileriyle de taşınabilir. Kışı tütün artıkları üzerinde toprakta geçirir. Bitkilerde, tütün mozaik virüsü mahsullere büyük zararlar verir. Dokuz bitki familya üyesinde, en az 125 türde, tütün dahil olmak üzere, domates, biber, hıyar ve süs bitkilerine bulaşabilir. Boşnakça Boşnakça (Boşnakça: "Bosanski jezik", "Bosanski"), çoğunluğu Bosna-Hersek'te yaşayan Boşnakların konuştuğu dil. Bosna-Hersek'in nüfusunun yarıdan fazlasını Boşnaklar oluşturur ve Boşnakça bu ülkenin resmî dillerinden biridir. Özellikle son yıllarda Hırvatça ve Sırpçadan hem biçim, hem sözcük dağarcığı bakımından iyice farklılaşmaya başlamıştır. Resmî olarak Hırvatça gibi Latin alfabesi ile yazılır. Fakat Kiril alfabesi ile de yazılabilir. Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti Nahçıvan veya resmî adıyla Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti (), Azerbaycan'a bağlı özerk bir cumhuriyet. Nahçıvan'ın, kuzeyi ve doğusu Ermenistan ile, güneyi ve batısı da İran topraklarıyla çevrilmiş olup, kuzeybatısında yer alan Türkiye ile kısa bir sınırı vardır. Bu sınır bölgesi Türkiye tarafından Dilucu olarak adlandırılmakta olup, Türkiye ile Nahçıvan'ı birbirine bağlayan yol Dilucu'nda Aras Nehri üzerine inşa edilen Hasret Köprüsü'nden geçmektedir. Azerbaycan’ın yaklaşık %6,3’ünü oluşturan Nahçıvan, 5.502,73 km² yüzölçümüne sahiptir. Arazi yapısı dağlık bir nitelik gösteren Nahçıvan'da ovaların toplam araziye oranı % 20, ormanların oranı ise % 2 civarındadır. Ovaların büyük bir bölümü tarıma elverişlidir. Ülkenin zengin madensuyu, soda ve tuz kaynakları bulunmaktadır. Azerbaycan'a bağlı olmakla birlikte, bu ülkeyle fiziki bağlantısı olmayan Nahçıvan, Türk devletleri arasında Türkiye ile kara sınırı bulunan tek toprak parçasıdır. Türkiye ile Nahçıvan arasında 17 km'lik bir sınır bulunmaktadır. Nahçıvan şehir merkezi ile Türkiye'nin Iğdır şehri arasındaki uzaklık 160 km olup, iki şehir karayolu ile birbirlerine bağlanmıştır. İki ülke arasındaki ulaşım ve ticari ilişkiler Dilucu Sınır Kapısı'ndan gerçekleştirilmektedir. İran ile Culfa ve Urumiye kentlerine yönelik iki ayrı sınır kapısı bulunmaktadır. Sovyet döneminden kalan, Nahçıvan'ı Ermenistan üzerinden Azerbaycan'a bağlayan karayolu ise, 1990'ların başlarından bu yana kullanılamamaktadır. Nahçıvan bağımsız olduğu 1991 ile 2000 yılları arası, Sovyet sisteminden serbest pazar ekonomisine geçişin sıkıntılarını yaşamıştır. Sovyet zamanından kalma kolhoz ve sovhozlar 2000 yılında vatandaşlara dağıtılmıştır. Sulama sisteminde yenilenmiş, şahıs mülküne geçen arazilerde verim artmıştır. Tarım arazileri 1991 ile 2014 arasında 25,079 hektardan, 60,829 hektara çıkmış, artış 2,4 kat olmuştur. Tahıl ekimine önem verilmiş, tahıl ekili araziler bu dönemde %55'den, %63' çıkmıştır. Üretim 30 bin tondan, 103 bin tona, verim 2,09'dan, 2,88 ton/ha yükselmiştir. Eskiden ekilen pamuk, tütün yerine ayçiçeği ve şeker pancarı ekimine başlanmıştır. Sebze ekili alanlar 10 kat, patatesin alanı 25 kat artmıştır. Baklagil verimleri yüksektir. Ermenistan ambargosunda yakacak yapılması ve bakımsızlıktan meyve bahçeleri %29 küçülmüş fakat 1990'da 1,73 ton/ha'lık verim, 2014'de 10,17 ton/hektara yükselmiştir. 1 Ocak 2018 resmî verilerine göre Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti'nin toplam nüfusu 452,800 kişidir. Nahçıvan, tarihî Nahçıvan Hanlığı gibi kendisine başkentlik yapan Nahçıvan şehrinin adı ile anılmaktadır. 1 Ocak 2013 resmî verilerine göre Şehir 93.000 kişi nüfusa sahiptir. 1 Ocak 2008 resmi verilerine göre Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti'nin nüfusu 414.900 kişidir. Etnik yapı ise 01.08.2011 resmi verilerine göre 405.900 Azeri, 2.280 Kürt, 517 Rus, 140 Ukraynalı,91 Tatar, 147 Ermeni, 11 Lezgi, (%0,021) ise diğer halkların temsilcileri. Nahçıvan'ın statüsü, 12 Kasım 1995 tarihinde halk oylaması ile kabul edilen Azerbaycan Cumhuriyeti Anayasası'nın 9. bölümünde düzenlenmiştir. Buna göre; Nahçıvan içişlerinde özerk, savunma ve dış politikasında ise Azerbaycan'a bağlı bir statüye sahiptir. Yasama organı 45 üyeli Ali Meclis'ten, yürütme organı ise Bakanlar Kurulu'ndan oluşan Nahçıvan'da yargı görevi bağımsız mahkemelerde bulunmaktadır. Nahçıvan, Türkiye'nin de taraf olduğu 1921 Moskova ve Kars Antlaşmaları uyarınca özerk statüsü devam etmek kaydıyla Azerbaycan'a bırakılmıştır. Bu çerçevede Türkiye de Nahçıvan'ın statüsünün devamında dolaylı olarak bir güvence unsuru haline gelmiş ve Nahçıvan'ın toprak bütünlüğünü kabul etmiştir. Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti, Nahçıvan şehri ile buna bağlı 7 ilçeden oluşmaktadır. 1 Ocak 2018 resmî verilerine göre Nahçıvan şehri ile ilçelerinin nüfus dağılımı aşağıdaki gibidir: Nüfusunun % 28'i şehir merkezlerinde yaşayan Nahçıvan'da 228 ilk ve orta öğretim okulu, 5 meslek lisesi ve 2 üniversite bulunmaktadır. Üniversitelerden biri Nahçıvan Devlet Üniversitesi (NDÜ) diğeri Nahçıvan Özel Üniversitesi’dir. NDÜ’nün Mimarlık, Rus Dili ve Edebiyatı ile Müzik bölümleri ÖSYM üniversite tercih kılavuzunda yer almaktadır ve Türkiye'den yaklaşık 250 öğrenci eğitim görmektedir. Üniversitede bazı bölümler için yüksek lisans ve doktora eğitim programları mevcuttur. Bölgede ayrıca, okul öncesi eğitim için resmî kreşler mevcuttur. 1999 yılı itibarıyla toplam öğrenci sayısı 80.000 olarak tespit edilmiştir. Türk dünyasına açılan tek kapı olan Nahçıvan, zamanında Mustafa Kemal Atatürk'ün İran'dan satın aldığı toprakla Ermeni istilasından kurtulmuştur. Bu topraklar şu an bize aittir ve Nahçıvan sınırımızı oluşturmaktadır. Atatürk döneminde, hem ileride özerklik statüsü kazanması hem de o zaman Nahçıvan'la aramızda bir sınır kurulması için İran'la toprak mübadelesi yapılmıştır. Atatürk 'Türk Kapısı' olarak nitelendirdiği
Nahçıvan'ın 13 km'lik sınırını İran'dan alarak Nahçıvan'la Türkiye arasında bağ kurmuştur. 1. Dünya Savaşı'nda Türk ordusu Nahçıvan'ın Ermeni istilasından kurtulmasını sağlamıştır. Tenten Amerika'da Tenten Amerika'da ("Tintin en Amérique") Belçikalı yazar ve illüstratör Hergé'in klasik çizgi romanının bölümlerinden bir tanesidir. Serinin kahramanı genç muhabir Tenten'dir. "Tenten Amerika'da" serinin üçüncü bölümüdür. İlk şerit "Le Petit Vingtième" gazetesinde 3 Eylül 1931'de basılmıştır. 1932 yılında siyah beyaz halde albüm olarak basılmıştır. Albüm 1945'te yeniden çizilmiş ve renklendirilerek yayımlanmıştır; bu versiyon standart 62 sayfalık düzene indirilmiştir. İlk Amerikan verisiyonuysa 1973 yılında çıkartılmıştır. Bu olay nedeniyle çoğu zenci karakterin ırkı beyaz veya belirsiz çizilmiştir. Bu İngiliz çevirisinde bulunan en eski Tenten albümüdür; bundan önceki iki albüm bulunabilse de bu kolay değildir. ISBN 975-10-2081-6 Tenten bir önceki serüven "Tenten Kongo'da" kitabında Al Capone'un gangsterleriyle karşılaştıktan sonra şehrin suçlulardan arındırmak için Chicago'ya gönderilir. Birkaç kez gangsterler tarafından saldırıya uğradıktan sonra, Al Capone'un karşısındaki çetenin lideri olan Bobby Smiles'ı ABD boyunca takip eder ve sonunda yakalar. Tenten onu Chicago polisine bir koli içerisinde yollar. Birkaç diğer çeteyi de yakaladıktan sonra Tenten için bir geçit resmi yapılır ve sonra Belçika'ya döner. Kitap tarihsel hatalarla doludur - özellikle Vahşi Batı'nın kovboylar ve Kızılderililer ile resmedilmesi yanlıştır. Çeşitli noktalarda Amerikan arabalarının direksiyonlarını sağa koymuştur - belki de Hergé, Amerikalıların Güney Afrika, Jamaika, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi diğer eski İngiliz kolonilerinde olduğu gibi sol taraftan gittiğini düşünmüş olabilir. Bu tip tutarsızlıklara Mavi Lotus'dan önce Hergé'nin eserlerinde sıkça rastlanırdı. Hergé kızılderililere sempati gösterir: ilk siyah beyaz çiziminde Tenten elinde dilenme kasesi taşıyan bir kızılderilinin fotoğrafını çekmektedir. Hikâyenin sonrasında kızılderili kabilesi topraklarından silahlı askerler tarafından kovulurlar ve topraklarına gökdelenler kurulur. Bu kitapta Tenten'in baş düşmanı Roberto Rastapopoulos'un her ne kadar bir kareliğine de olsa ilk defa göründüğü tartışması vardır. Ona çok benzeyen biri kahramanımız bir ziyafette kaçırılmadan önce hemen onun yanında oturmaktadır. Hemen onun yanında ise genç sarışın bir kadın vardır: bu kitabın 1932 siyah-beyaz basımında kadına aktris Mary Pickford olarak hitap edilmektedir, bu da bir sinema patronuna yakışır bir eştir. Pirinç (alaşım) Pirinç, bakıra çinko katılarak elde edilen sarı renkteki alaşımların genel ismi. Pirinçte bulunabilen diğer bazı elementler, kalay, kurşun, nikel, mangan, demir, alüminyum, arsenik, antimon ve fosfordur. Mangan ihtiva eden bazı pirinçlere tunç da denilmektedir. Aslında tunç (veya bronz) bakır-kalay alaşımıdır. Pirinç milattan önceki devirlerde dahi bilinmektedir. Günümüze kadar ulaşan en eski pirinç malzeme, kalamin pirincidir. Pirinç oldukça tok ve kolay işlenebilen bir malzemedir. Dövülebilirliği bakır muhtevasına bağlıdır. % 55'ten az bakır içeren beyaz pirinçler, kolay işlenemez. Bunlar ancak toz haline getirilerek sert lehim işlemlerinde kullanılma sahası bulurlar. Dövülebilir pirinçler ise genellikle % 62'nin üzerinde bakır içeren ve soğuk olarak işlenebilen alfa pirinçleri ile daha az bakır ihtiva eden ve sıcak işlem gerektiren beta piriçleridir. Alfa pirinçleri üstün soğuk işlem özelliklerine sahip olup civata, pim ve vida yapımında yaygın olarak kullanılır. Beta pirinçleriyse daha az sünek, fakat daha dayanıklıdır. Bunlar bilhassa musluk vanası, kapı ve pencere kolu ve bazı bağlantı parçalarının imalinde kullanılır. Üçüncü grup pirinçler diğer elementlerle özellikleri geliştirilen alaşımlardır. Mesela, alüminyumlu pirinçler korozyona karşı dayanıklıdır. Kurşunlu pirinçler kolay işlenir. Kalaylı pirinçler ise deniz suyunun korozif etkisine karşı dirençlidir. Bakır kırmızı renkli bir metaldir. Çinko katılarak rengi açılır. Pirinçteki çinko yüzdesi arttıkça renk, kırmızıdan altın sarısına doğru yaklaşır. Pirincin renginden çinko muhtevası tahmin edilebilir. Amiral Pirinç :30% çinko ve 1% kalay ihtiva eder. Kalay çinkosuzlaşma tepkimesini engellemeye yardımcı olan bir elementtir. Alfa Pirinç (Pirincin kralı olarak da adlandırılır): %35'den az çinko içerir, eriyebilme özelliğine sahiptir, soğuk işlenebilir ve dövülebilir. Sadece bir faz içerir (Yüzey merkezli kübik kristal yapı). Alfa-Beta Pirinci : İki fazlı pirinç olarak da adlandırılır. 35-45 % çinko ihtiva eder ve sıcak işlemeye uygundur. Hem alfa hem beta fazı içerir; beta fazı şekil merkezli kristal yapıya sahip olup alfa fazından daha sert ve güçlüdür. Alfa-beta pirinçleri genellikle sıcak işlemine tabi tutulurlar. Aluminyum bazlı pirinç : Aluminyum korozyon dayanıklılığını arttırıcı olarak katkı sağlar. Beta pirinç : 45-50 % çinko ihtiva eder, sadece sıcak olarak işlem görür, ve daha sert, güçlü olmasıyla döküm için uygundur. Ortak pirinç veya perçin pirinci : 38% çinko içerir, ucuz ve soğuk işlemeye uygundur. Yüksek bakır oranlı pirinç : 65% bakır ve 35% çinko içerir, yüksek çekme kuvvetine sahip olup yay, civata ve perçin yapımında yaygın olarak kullanılır. Düşük çinko alaşımlı pirinç : 20% çinko içerip açık altın rengine sahiptir. Mükemmel sünek özelliğine sahip olup metal hortumları gibi esnek yerlerde tercih edilir. Deniz mavisi pirinci : Amiral pirincine yakındır, 40% çinko ve 1% kalay içerir. Kırmızı pirinç : CuZnSn alaşımı için verilen amerikan terimidir.Ayrıca silah metali olarak da adlandırılır. Beyaz pirinç : 50 % çinko içerir ve genel kullanım için çok kırılgandır. Sarı pirinç : 33% çinko içeren alaşımlar için verilen amerikan terimidir. Orta Asya Orta Asya, dar anlamıyla geçmişte Sovyetler Birliği'nin parçası olan beş ülkeyi (Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan) tanımlar. Geniş anlamda ise Afganistan, Pakistan'nın kuzeyi, Çin'in batısı (Doğu Türkistan ve Tibet), Moğolistan ve Rusya'nın bir kısmı ile kuzeydoğu İran'ı içeren bölge ve bölgeyi tanımlamak için kullanılan coğrafi terim. Asya'nın dünya okyanuslarından uzak iç kesimini belirtmek için kullanılır, bölgenin bu denizlere kapalı oluşu başlıca ana özelliğidir. Avrupa kıtasıyla komşu olan Orta Asya, aynı zamanda Türk halklarının anayurdudur. Kaşgar ve Semerkand kentleri gibi tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan kentleriyle Orta Asya, tarih boyunca insanların, ticari malların ve fikirlerin Avrupa, Batı Asya, Doğu Asya ve Güney Asya’ya yayılmasında ana nokta oldu. Bunun yanında Hun ve Moğol İmparatorluğu gibi Asya kıtasının büyük bölümüne egemen olan, etkileri komşu Avrupa kıtasına kadar uzanan tarihsel devletlerin kurulduğu yerdir. Dağlar, çöller ve bozkırlarla kaplı bu bölge zengin petrol, doğalgaz, uranyum ve altın rezervlerinin yanında özellikle Sovyet döneminde gelişen pamuk üretimi ile bilinir. Bu faaliyetlerin yanında hayvancılık bölgede uzun tarihsel kökleri olan bir uğraştır. Koloni döneminde büyük oranda Çin ve Rusya arasında paylaşılan Orta Asya, 1991 yılında Sovyetlerin dağılmasının ardından Orta Asya cumhuriyetlerinin bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte daha fazla uluslararası ilgiyi çekmeye başlamıştır. 2001'de başlayan Afganistan Savaşı ve Amerika Birleşik Devletleri'nin Terörizmle Savaş kampanyası Orta Asya'nın Orta Doğu'nun bir uzantısı olduğu izlenimini arttırmıştır. Antik Çin tarihi belgelerinde, Batı Bölgeleri terimi batı Çin’i tanımlamak için kullanılmıştır. Orta Asya’nın dünyanın farklı bir bölgesi olarak tanımlanması ilk kez 1843 yılında bir yer bilimci olan Alexander von Humboldt tarafından ortaya atılmıştır. Asya’nın sınırları hakkında birçok tanım yapılmıştır. Bu bölge birçok kaynakta hala Stalin yönetimi döneminde kullanılan Türkistan adıyla anılır. En dar kapsamlı tanımlama Sovyetler Birliğinin yaptığı tanımdır. Buna göre Orta Asya Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Kırgızistan’dan oluşur; Moğolistan ve Kazakistan'ı kapsamaz. Bu tanım SSCB döneminde Rusya dışında da kullanıldı. Ancak Rus dili iki farklı terim içerir; Средняя Азия ("Srednyaya Azia") dar kapsamlı olan tanımdır ve Rus sınırları içine girmiş bölgeyi işaret eder, bir diğeri ise Центральная Азия ("Tsentral'naya Azia") daha kapsamlı olan tanımdır ve Rus hakimiyeti altına girmemiş bölgeleri de kapsar. Yeni Rusya Orta Asya’nın tanımına Kazakistan’ı da eklemiştir. Bağımsızlıklarından kısa bir süre sonra, Sovyet kontrolündeki Orta Asya halkları Taşkent’te toplandılar ve Sovyet Rusya’nın dört halkı içeren Orta Asya tanımına Kazakistan’ın da eklenmesi gerektiğini belirttiler. Sovyet Rusya’nın dağılmasından önce UNESCO Orta Asya tanımı iklime ve yer şekillerine göre olduğunu belirtti. Buna göre Orta Asya, Moğolistan ve Çin’i (Tibet bölgesi de dâhil olmak üzere), İran’ın kuzeyini, Afganistan, Pakistan, Orta Doğu Rusya, güney Tayga, kuzey Hindistan (Jammu-Kaşmir yönetimleri) ve eski Sovyet Cumhuriyetleri’ni içermeliydi. Bölgeyi tanımlamak için kullanılan bir diğer metot ise etnik kökendir, bu metot genellikle doğu Türkleri, Doğu İranlılar ve Moğolların nüfuslandığı bölgelerde kullanılmıştır. Bu bölgeler Xinjiang, Sibirya’nın Müslüman/Türk bölgeleri, belirtilen beş cumhuriyet, Tibet, Kuzey Pakistan ve Afganistan’ı da kapsar. Bu belirtilen halklar bu geniş alanın ‘yerli halkı’ olarak düşünülür. Tuva Cumhuriyeti’nin (şimdilerde Rusya Federasyonu’nun bir parçası) Orta Asya’nın merkezinde bulunduğu iddia edilir. (Kuzey Urumki’de 320 km’lik bir alan) Orta Asya farklı yüzey şekillerine sahip olan geniş bir alandır. Bu bölge yüksek düzlükler ve dağlar (Tanrı Dağları), geniş çöller (Karakum, Kızılkum, Taklamakan) ve özellikle ağaçsız bozkırlara sahiptir. Orta Asya’nın geniş bozkırları Doğu Avrupa bozkırlarıyla homojen bir yapı gösterdiğinden buralar Asya-Avrupa bozkırları olarak bilinir. Orta Asya şu coğrafi irtifalara sahiptir; Asya karasının büyük çoğunluğu kuraktır ve tarıma uygun değild
ir. Bu yüzden halkın büyük çoğunluğu hayvancılıkla geçinir. Bölgenin ana akarsuları; Amu Derya, Seyhun Nehri, Hari Nehri’dir. Ana su kaynakları Aral Gölü ve Balkaş Gölü ve Hazar Denizi’dir. Bu iki ana su kaynağı, suyu nehirlerden ayırdığından sanayi ve sulamada kolaylık sağlar ve büyük öneme sahiptir. Su kurak Asya için uluslararası sorunlara yol açacak kadar değerli bir kaynaktır. Orta Asya su kaynakları arasında tampon bölge olduğu için sıcaklık farklılıkları çok fazladır. Wladimir Köppen’in iklim sınıflandırmasına göre Orta Asya çöl iklimi etkisi altındadır. En yaygın bitki toplulukları otlaklar ve savanlardır. Ayrıca killi toprak ve çöl toprakları da içerir. Orta Asya’nın tarihi bölgenin iklimi ve coğrafyasıyla tanımlanır. Bölgenin kurak olması tarımı, denizlere uzak olması ise ticareti engelledi. Bu nedenle ancak birkaç şehir gelişebildi ve bozkırlar bin yıl boyunca göçebe atlılar tarafından kontrol edildi. Göçebe yaşam şekli bozkırların atlı savaşçıları için askeri açıdan kendi içlerindeki bölünmeleri dışında dünyada önemli bir yer kazandırdı. Sağlanan birlik Orta Asya boyunca uzanan İpek Yolu’nun etkisindeydi. Dönemsel olarak güçlü liderler ya da değişen koşullar birçok sayıda kabileyi tek güç altında toplayabilirdi. Orta Asya’daki bu sistem Hunların Avrupa’ya, Wu Huların Çin’e ve Moğolların Avrasya’ya saldırılarını kolaylaştırdı. Göçebe toplulukların baskınlığı on altıncı yüzyılda sona erdi, ateşli silahlar yerleşik toplumların baskın olmasını sağladı. Rusya, Çin ve diğer güçler bölgede ilerlediler ve on dokuzuncu yüzyılın sonunda Orta Asya’nın büyük bölümüne hükmettiler. Rus Devrimi’nden sonra Orta Asya bölgeleri Sovyetler Birliğiyle birleştirildi. Moğolistan bağımsız kaldı ancak Rusya’nın hizmetine girdi. Orta Asya’nın Sovyet sınırları içindeki bölgeleri sanayileşti ve bölgede yerel kültürlerin baskınlığı arttı. Başarısız kamulaştırma binlerce kişinin ölümüyle sonuçlandı, etnik gerginlik ve çevresel sorunlar arttı. Sovyetlerin çökmesiyle beş halk özgürlüğüne kavuştu. Orta Asya’nın diğer bölgeleri Çin ve Rusya’nın bir parçası olarak kaldı. Yapılan en kapsamlı tanıma göre Orta Asya’da 80 milyondan fazla insan yaşamaktadır ki bu rakam toplam Asya nüfusunun 2%’sini oluşturur. Asya’nın bölgeleri arasında en az nüfusa sahip olan bölge Kuzey Asya’dır. Orta Asya halklarının çoğu Türk Dil Grupları’ndan gelir. Türkmence, Türkmenistan, Pakistan, Afganistan, İran ve Türkiye’de konuşulur. Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan ve Doğu Türkistan ve Qinghai’de Türk dillerden olan Kıpçakça konuşulur. Özbekçe ve Uygurca da Özbekistan, Tacikistan ve Doğu Türkistan’da konuşulur. Orta Asya’da 6 milyon Rus ve Ukraynalı Rusça konuşur. Çince Moğolistan’da Qinghai’de ve Doğu Türkistan’da yaygın olan dil olarak kalmıştır. Türk dilleri, Moğolca da dahil, Ural-Altay dil ailesine mensuptur. Moğolca, Moğolistan Qinghai ve Doğu Türkistan’da konuşulur. İran dilleri ise Tacikistan ve Afganistan'da yaygındır. Tibetçe Tibet Platosu’nda, Qinghai ve Çin’in bir kısmında yaklaşık 6 milyon kişi tarafından konuşulur. Orta Asya cumhuriyetlerinde özellikle Afganistan, Sincan (Doğu Türkistan) ve diğer birçok küçük topluluklarda İslam yaygın olan dindir. Ayrıca Afganistan’da Hindu nüfusu da azımsanmayacak kadardır. Hindistan’da çok sayıda Müslüman olmasına rağmen Hinduizm kuzey Hindistan’da yaygın olan dindir. Tibet Budizm’i Tibet’te, ve Şamanizm’in de oldukça yaygın olduğu Sibirya’nın güney Rusya bölgelerinde etkilidir. Çin Hanedanlığı’nın batıya göç etmesiyle Konfüçyüsçülük ve diğer inançlar da bu listeye eklendi. Hıristiyanlığın farklı bir formu olan Nestoryanizm, önceki yüzyıllarda en çok görülen inanç şekliydi fakat şimdilerde en yaygın inanç aralarında Kırgız üyeleri de olan Rus Ortodoks Kilisesidir. Özbekistan ve Tacikistan'da Buhara Yahudileri olarak bilinen topluluk 1991 yılından sonra bölgede aniden ortaya çıkan köktendincilik, şovenizm gibi akımlar sonucunda bölgeyi terk etmek zorunda kalmışlardır. İslamiyetin kabulünden önce Türkler siyasal, ekonomik, sosyal, tarihsel, kültürel yönden kendilerine kültür yaratmışlardır. Bunlar; Türk Kültüründe ana dönem Orta Asya’da sözlü geleneğin sözlü şiir ilk örnekleri görülür. Bu geleneğe özellikle Kırgızlar ve Kazaklar arasında çok rastlanır. Bu şiirsel sözlü gelenek sözlü tarih geleneğini ortaya çıkardı. Bu gelenekte genellikle telli çalgılar kullanılırdı; örneğin Kırgızistan’da üç telli kopuz ve Kazakistan’da bunun benzeri iki telli bir çalgı yaygındı. Kırgızların Manas Destanı bu dönemin önemli eserlerindendir. Sovyet Rusya döneminde bu gelenek eski etkisini kaybetti. Sovyetlerin dağılmasından sonra bu gelenek tekrar canlandı. Araplar Araplar (Arapça: عرب‎), 400 milyonluk tahmini nüfusu ile Orta Doğu'nun en kalabalık halkıdır. Akdeniz'in güneyinde Afrika'da Büyük Sahra ve Sudan'a, doğusunda Irak'a ve Arap Yarımadası'na kadar uzanan bir coğrafyada yaşarlar. Nüfusunun büyük kısmı Araplardan oluşan ve Arapça konuşulan ülkeler Arap ülkeleri olarak adlandırılır. Bu ülkelerde, Arapçanın dışında Kuzey Afrika'da Berberice, Irak'ta, Suriye'de Kürtçe ve Türkçe, Güney Arabistan'da ise çeşitli yerel diller konuşulur. Türkiye'de Adana, Mersin, Hatay, Urfa, Mardin, Siirt ve bazı Güneydoğu Anadolu illerinde yaşarlar. Muş'ta da Arap nüfus mevcuttur. Mevcut Arap Birliği başkanı Ahmed Ebu Gayt'tır. Tarihte "Arap" adına ilk olarak Asur kaynaklarında rastlanmıştır. Asurlular, bugünkü adı "Arabistan" olan bölgedeki çöllerde göçebe olarak yaşayan Semitik topluluklara "Arabaya" diyordu. Bu isim daha sonra değişime uğrayarak "Arap" şeklini almıştır. İbrahim'in farklı annelerden İsmail ve İshak isminde iki oğlu olmuştur. İslam geleneğine göre İslam peygamberi Muhammed'in ve Arapların atası, İsmail'dir. Öte yandan Yahudi ve Müslüman kaynaklarına göre İshak'ın oğlu Yakup'un soyundan gelenler İsrailoğulları'nı meydana getirirler. Araplar İslamiyet öncesinde bazı devletler kurmuşlardır (Himyeriler, Gassaniler, Nebatî Krallığı vb). Ancak coğrafyalarının yarattığı koşullar gereği genelde kabileler halinde yaşamışlardır ve her kabilenin başında şeyh, emir benzeri liderler bulunurdu. Bu nedenle İslamiyete kadar tek bayrak altında toplanamamışlardır. Muhammed'in 7. yüzyılda yaymaya başladığı İslam'ı ilk olarak Araplar benimsediler. Bu dini benimseyenlere, "Allah'ın iradesini kabul eden" anlamında Müslüman dendi. İlk Müslümanlar, dinlerini yaymak amacıyla birçok ülke ele geçirdiler ve Muhammed'in liderliğinde büyük bir devlet kurdular. Bu devlete o dönemde bir isim verilmemiş olmakla beraber, günümüzdeki referanslarda daha çok İslam Devleti veya Arap İmparatorluğu olarak nitelendirilir. Müslümanlar, Muhammed'in ölümünden sonra kendilerine bir halife seçtiler. İslam Devleti'nin hükümdârı aynı zamanda İslam âleminin halifesiydi. Halifeliğin yönetim merkezi önce Medine, sonra Suriye'deki Şam kenti olmuştur. İslam Devleti dört halifeden sonraki dönemlerde yönetimi ele geçiren sülalelerin isimleri ile anılır olmuştur (Emeviler, Abbasiler, Fatimiler vb.) 750'de halifeliği Emevilerden alan Abbasiler, Irak'taki Bağdat kentini halifeliğin başkenti yaptılar. Osmanlıların 15. yüzyılda Anadolu'da güçlü bir devlet haline geldikten yaklaşık 100 yıl sonra, Arapların yaşadığı toprakları ele geçirmeleriyle birlikte, halife unvanı Osmanlı padişahlarına geçmiş; İslam Devleti, Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde erimiştir. I. Selim 1517'de Mısır, Suriye ve Hicaz’ı; oğlu I. Süleyman da Bağdat, Irak, Aden ve Yemen’i Osmanlı topraklarına kattı. Daha sonra Avrupa'daki teknik ve ekonomik gelişmelerin gerisinde kalarak zayıf düşen Osmanlılar, 19. yüzyıldan başlayarak Arap topraklarını yitirdiler. Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı'nda Almanya'nın yanında savaşa girince; İngiltere, Mekke Emiri Hüseyin bin Ali'nin önderliğinde Vahhabi Arapları kışkırtarak ayaklandırdı. Arap aşiretlerinin bir kısmı Osmanlıya karşı ayaklanmayı reddetseler de, Arapçayı anadili gibi bilen Yarbay T. E. Lawrence "(Arabistanlı Lawrence)" gibi bazı İngiliz casuslarının yardımıyla ayaklanan Vahhabi Araplar, Osmanlıların 1918'de uğradığı yenilgide önemli rol oynadılar. İttihak ve Terakki'den etkilenmiş olan Şerif Hüseyin ile birlikte Osmanlı'ya karşı ayaklanmış olan Arap aşiretleri vardır. I. Dünya Savaşı'nı izleyen 50 yıl içinde Arap devletleri, birbiri ardına bağımsızlıklarını kazandılar. Bu devletlerin birçoğu 1945'te kurulan Arap Birliğine katıldı. Birliğin amacı Araplar arasında ekonomik, siyasal ve askeri dayanışmayı sağlamaktı. 1990'da Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle başlayan ABD ile Saddam yönetimi arasındaki ilişkilerin gerilmesi, 2003'te ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle sonuçlanınca Araplar yeni bir sorunla karşı karşıya kaldılar. Bugün Arap dünyasını ilgilendiren başlıca konular, bazı Arap devletlerini çok zenginleştiren petrol gelirlerinin en iyi nasıl değerlendirileceği; İslam felsefesi ile çağdaş dünyanın nasıl bağdaştırılacağı; Irak’taki ABD-BK işgali ve İsrail-Filistin sorununun nasıl çözüleceğidir. Arapların tamamına yakını Arapça konuşur ve çoğunluğu da İslam'a inanır. Ne var ki, Arabistan dışındaki bölgelerde yaşayan Araplar, yerli halkla karıştıkları için töreleri de değişikliğe uğramıştır. Öte yandan Afrika-Asya kurak çöl kuşağında yaşadıkları için aralarında büyük benzerlikler de vardır. Çok eski zamanlardan beri kurak çöl kuşağını iki tür topluluk yurt edinmiştir: Göçebeler ve yerleşik olanlar. Yerleşik olanlar çiftçiler ya da kentlilerdi. Göçebeler ise hayvancılıkla uğraşır ve yılın büyük bir bölümünü otlaklar aramakla geçirirlerdi. Yazın otlaklar kuruyunca, yerleşme bölgelerine ya da vahalara çekilir ve buralarda kurdukları çadırlarda yaşarlardı. Böylece yerleşik halk ile göçebeler her zaman yakın ilişki içinde olmuşlardır. Yerleşik halk, göçebelerden eti için koyun ve keçi, ulaşım için de deve satın alırlardı. Bunların karşılığında göçebeler de tarım ürünü, silah, giysi gibi gereksinimlerini yerleşik halktan sağlardı. Güney Arabistan çok eski çağlarda baharat ticaretinin önemli bir merkeziydi. Anadolu folklorunda d
a adı geçen Saba Melikesi Belkıs’ın, buradaki baharat krallıklarından birinde kraliçe olduğu sanılır. Baharat Arabistan'dan Akdeniz limanlarına deve kervanlarıyla taşınırdı. Bedevi ve Zenmariler adı verilen kabileler, Arabistan'dan ve Sina Yarımadası'ndan geçen bütün baharat yollarını denetim altında tutuyorlardı. Kırsal kesimde yaşayan Arapların çoğunun yaşam biçimi birbirine benzer. Üzerinde oturulan ve uyunan halılar, kilimler ve yastıklar, evlerin başlıca eşyasıdır. Evler genellikle iki bölüme ayrılmıştır. Erkeklerin girip çıkabildikleri bölüme "selamlık", ailedeki kadınların yaşadığı bölüme de "harem"/"haremlik" denir. Geleneksel konukseverlik, özellikle kırsal kesimde bugün de sürmektedir. Yörelerinin önde gelenleri, tanımadıkları yolcuları bile evlerinin selamlık bölümünde ağırlarlar. Bedeviler, günümüzde toplam Arap nüfusunun yüzde 5-10'unu oluştururlar ve özellikle Suudi Arabistan'da yaşarlar. Kentlerde yaşayan Arapların sayısı nüfusun % 40’ı kadardır. Geri kalanlar birbirlerinden uzak küçük köylerde yaşadıkları için geleneklerini daha çok korumuşlardır. Araplar, tarihteki askeri başarılarının yanı sıra, sanat ve bilimde de büyük gelişme gösterdiler. Abbasi Halifesi Harun Reşid döneminde (786-809), başkent Bağdat önemli bir kültür merkeziydi. Avrupa’da ve Doğu ülkelerinde, tanınmış eğitim kurumlarıyla olduğu kadar mimarlık, gökbilim, tıp ve matematik alanlarında da ün kazandılar. Bugün kullanmakta olduğumuz sayı sistemini Avrupa'ya Araplar tanıtmış, matematiğin en önemli dalı olan cebir de onların katkılarıyla gelişmiştir. 11. yüzyılda Avrupa'daki Hıristiyan ülkelerin, Suriye, Lübnan ve Filistin'e düzenlediği Haçlı Seferleri de, Avrupa ile Arap ülkeleri arasındaki ticaretin gelişmesine, ayrıca Arap sanat ve biliminin dünyaya yayılmasına yol açtı. Arapların sonradan fethettikleri Mısır'daki Kahire, İspanya'daki Kurtuba gibi kentlerde de sanat ve bilim çok ileriydi. Ne var ki Araplar, ele geçirdikleri toprakları uzun süre tek bir yönetim altında tutamadılar. Mısır ve İspanya'da ayrı halifelikler ortaya çıktı. Orta Asya'dan gelen Moğolların bir kolu olan İlhanlılar 1258'de Bağdat'ı ele geçirerek Abbasi Halifeliği’ne son verdiler. Bu tarihten sonra Araplar bir daha güçlü bir devlet kuramadılar. Reform (tarih) Reform, 15. ve 17. yüzyıl boyunca tüm Avrupa'yı etkileyen Katolik Kilisesi'ne karşı yapılmış dinsel bir harekettir. Katolik kilisesi'nin aşırı zenginleşmesi ve yozlaşması, siyasetle ve dünyasal etkinliklerle daha fazla ilgilenmeye başlaması birçok din adamının tepkisini çekmiş ve reform hareketlerine yol açmıştır. Reform hareketleri önce Almanya'da sonrasında ise Fransa, İngiltere ve Kuzey Avrupa ülkelerinde de etkili olur. Bu reform hareketi Hristiyanlığın yeni ve büyük üç mezhebinden Protestanlığın oluşmasını sağlamıştır. Reform hareketinin önderi Cermen kökenli teolog ve filozof Martin Luther’dir. Luther’in kaderi kendinden önce ortaya çıkan ve sapkın olarak ilan edilip yakılan reformcular gibi olmamıştır. Büyük bir başarı yakalamış ve Avrupa tarihinin akışını değiştirmiştir. Bu dönemde Almanya Papalık tarafından sömürülüyordu. Bundan dolayı İtalya’ya büyük bir nefret duyuluyordu. Martin Luther de bu durumdan fazlasıyla yararlanmıştır. Martin Luther Roma’ya yaptığı bir ziyaret sırasında Papa’nın Hristiyanları kandırdığını, haksız olarak zevk ve lüks içinde bir hayat yaşadığını fark etti. Luther bu durumu gördükten sonra Hristiyanlığın amacına dönmesi gerektiğini söylemiş ve Roma Kilisesi’ne (Katolikliğe) karşı oluşacak büyük bir hareketin temellerini atmıştır. Böylece Luther on yıl içinde kendisini ilk “Protestan” isyanının başında bulmuştur. Bir rahibin Almanya’da affedilme sertifikaları (Endüljans) satmaya başlaması ise bardağı taşıran son damla olmuştu. Bu sistem Papalığın kasasına büyük gelir sağlıyordu. Bu duruma Luther’in yanı sıra Saksonya Elektörü de büyük tepki göstermiştir. Affedilme sertifikalarını satan rahip bölgeden sürülmüştür. Luther,ilk kez bir eylemle Katoliklere meydan okuyarak hükümdarının izlediği siyaseti destekliyordu. Martin Luther,31 Ekim 1517’de Wittenberg kalesi kilisesinin kapısına bu affedilme sertifikalarına karşı fikirlerini içeren; 95 maddeden oluşan bildiriyi asarak Protestan Reformu hareketini resmen başlattı. Luther bu metni hazırlarken daha önce reform hareketine girişmiş olan ve gibi isimlerin görüşlerinden etkilenmişti. İncil'in farklı dillere çevirilmesi ve matbaanın bulunup halk tarafından da okunabilir hale gelmesiyle, insanlar kilisenin doktrinlerinin yanlış ve yobaz olduğunu düşünmeye başlamıştı. Martin Luther astığı protesto metninde özellikle endüljans a karşı çıkar. Bu bildiri Papalık tarafından hiç de hoş karşılanmamıştı. Luther, sonuçta aforoz edilmesine kadar ilerleyecek olan bu süreçte birçok tartışmayla yüz yüze kalmıştı. Almanya’da Luther’i savunanlar olduğu gibi ona karşı çıkanlar da vardı. Böylelikle Almanya ikiye bölünmüştü. Bu bölünmenin beraberinde de 1522-1525 yılları arasında Şövalyeler Kavgası ve Köylüler Savaşı adı altında iki büyük olay meydana gelecekti. Böylelikle Hıristiyanlık; Katoliklik, Ortodoksluk ve Protestanlık olarak üçe bölünmüştür. Luther ise Protestanlık mezhebinin kurucusu olarak tarihe geçmiştir. Dinin yanı sıra Martin Luther eğitimin de laikleşmesini istemiştir.Martin Luther, eğitimin yararlarını hararetle savunurken "iyi okullar hayattaki tüm doğru davranışların çiçek açtığı bir ağaçtır ve ağaçların çürümesi durumunda dinde ve tüm sanat kollarında körelme kaçınılmazdır" ifadesiyle okulların ve okumanın sivil hayatta büyük bir aydınlık kaynağı olduğu düşüncesini yaymaya çalışmıştır. Augsburg Barış Antlaşması, 1555 yılında Luther’in Protestanlık mezhebinin dolaylı olarak, Katolik mezhebinden ayrıldığı antlaşmadır. Barış Antlaşması, Kutsal Roma İmparatoru V.Charles ve Schmalkaldik Ligi güçleri arasında 25 Eylül 1555 tarihinde Almanya’nın Augsburg şehrinde imzalandı. Bu antlaşmayla Fransa ve Kutsal Roma İmparatorluğu arasında sürmekte olan Schmalkaldik Savaşları sona erdi. Alman prenslerinin Luteranizm ve Katoliklik arasında istediklerini seçmelerine olanak tanındı. Ayrıca isteyen ailelerin istedikleri dinin hakim olduğu bölgeye yerleşme hakları olduğu bir dönem başlamış oldu. Protestanlık, imparatorun hakimiyetine taraftar olmayan prensler arasında ve bilhassa Almanya, İsviçre, Danimarka, Baltık kıyıları ve kısmen de Fransa’da yaygınlaştı. Bu bölgelerde Katolik kilisesinin mallarına el konuldu, prensler zenginleşti. Reform’un etkisi 16.yüzyıldan itibaren Avrupa’nın birçok yerinde görülmeye başlamıştır. İsviçre’de Huldriych Zwiingli adlı rahip halkı örgütlemiş ve Roma Kilisesi’ne karşı çıkmıştır. Sertifikayla değil, inançla bağışlanma kavramını işleyerek, piskoposların otoritesini şiddetle reddetmiştir. Yine Almanya’nın bir eyaleti olan Saksonya’da çocukların vaftiz edilmesini reddeden “yeniden vaftizciler” adıyla (Anabaptistler) bir mezhep daha doğmuştur. İngiliz kralı VIII. Henry (1529) İngiliz Kilisesini Papalıktan (Roma’dan) ayırmak için harekete geçti. Bunun sebebi ise, İngiliz kralının eşinden boşanmak istemesi ve Roma’nın buna karşı çıkmasıydı. Boşanma olayından önce de, iki taraf arasında anlaşmazlıklar yaşanmıştı. Kral, Temyiz Kanunu’nu çıkartarak Roma’ya yapılan maddi yardımı kesmiş ve egemenliğini önlemişti. Ayrıca Üstünlük Yasası’yla da Papa’nın otoritesini ortadan kaldırmıştı. İki taraf arasındaki ilişki, az önce bahsettiğimiz, boşanma olayıyla da tamamen koptu. Çünkü Katolikliğe göre boşanmak yasaktı. İngiltere kralı her ne kadar Papalıktan kopmuş olsa da, Katoliklik mezhebine bağlı kalmıştır. Fakat İngiltere’de Lutherci ve Kalvinci inaçların yayılmaya başlamasıyla, İngiltere’de Anglikanizm mezhebi doğmuştur. (Protestan-Katolik) Fransa’da ise Jean Calvin, reform hareketinin öncüsü olarak karşımıza çıkmaktadır. Calvin, kilise ve devlet ilişkileri, kişisel ahlak ve ilahiyat konularında yeni fikirler ortaya sürmüştür. Calvin’in düşüncesi dini basit bir şekilde yaşamaktı. Yani insanların zevk ve gösterişli hayat yaşamasından çok basit ve düzenli bir hayatı seçmeleri gerektiğini vurgulamıştır. Bu görüşleriyle de kentli burjuva ve soyluların dikkatini çekmiştir. Calvin’in yanı sıra Fransa kralı IV. Henry de, dinin özgürlüğü adına büyük çaba göstermiştir. Nantes Fermanı’nı yayımlayarak Kalvenizm mezhebinin resmileşmesini sağlamıştır. Reform’un etkileri Avrupa’daki diğer devletlerde görülmeye başladığı zaman, beraberinde kanlı mücadeleleri de getirmiştir. Krallıkla prensler arasında yaşanan Otuz Yıl Savaşları (1618-1648) bu durumun en büyük örneğidir. Katoliklerle Protestanlar arasındaki dini savaşların alevlenmesini sağlamıştır. O dönemlerde Avusturya’ya ait olan Bohemya’da başlayan olaylar, Avrupa’nın birçok yerine yayılmıştır. İsyancılar, 1619 yılında Viyana’yı yağmalamış ve ardından Avusturya’da bir ayaklanma başlatmıştır. Bunların amacı kralı tahttan indirmek ve yerine Kalvinist bir prensi geçirmekti. Bu olayların sonucunda kral karşı bir harekete geçmiş ve Bohemya ordusunu Prag yakınlarında yenilgiye uğratmıştır. (1620) Korkunç bir intikamla Bohemya’nın yerli soylu sınıfı idamlarla susturuldu. Çek toplumu başsız kaldı. Ülke sistematik olarak Katolikleştirildi ve Almanlaştırıldı. Kalvinistler ülke dışına sürüldüler. Bu olaylardan sonra daha da şiddetlenen savaş, 1625-1629 yılları arasında Danimarka’da da etkisini gösterdi. Protestanlar acımasızca katledildiler. Buna benzer olaylar İspanya’da da meydana geldi. 1635-1648 yılları arasında Fransa, İsveçlilerin de desteğini alarak; İspanya’ya savaş açtı. Bu savaşlar neticesinde İspanya büyük kayıplar yaşadı. 30 yıl boyunca süren ve Avrupa’yı kasıp kavuran bu savaşlar, 1648 yılında yapılan Westphalia Anlaşması’yla sona erdi. Bu durum, Papa X. İnnocentius’u oldukça sinirlendirmişti ve Papa bu antlaşmayı tanımadığını bildirmişti. Bu yeni gelişme her ne kadar papalık tarafından son derece rahatsız edici karşılansa da, Hıristiyanlığın yerini Avrupalılık almaya başlanacaktır. Reform ve yarattığı etki, Almanya’yı birçok farklı alanda etkilediği g
ibi; nüfus bakımından da son derece olumsuz etkilemiştir. Reform savaşlarından önce yaklaşık 21 milyon olan ülke nüfusu, savaşlardan sonra 13 milyona kadar düşmüştür. Ayrıca bazı önemli kentler de yıkılmıştır. Böylesine kötü ve kargaşa dolu bir ortamda önemli sorunlar meydana gelmiştir. Açlık ve buna bağlı olarak yapılan yağmalar, ticaretin tamamen durması, ortaya çıkan salgın hastalıklar; Almanya’yı her yönden felakete sürüklemiştir. Yoksullaşan halk, Avrupalı devletler tarafından aşağılanan bir ırk olma kaderiyle karşı karşıya kalmıştır. İçerde bu sıkıntıları yaşayan Almanya, dışarıda da Danimarka, Hollanda, İsveç ve Fransa gibi devletlerle mücadele etmek zorunda kalmıştır. 17.yüzyılın başında büyük bir güç olarak varlık gösteren Avusturya, Reform savaşlarından sonra bu gücünü büyük ölçüde yitirmiş ve sıradan bir devlet konumuna gelmiştir. Bu sıkıntıları sadece Almanlar değil, diğer Avrupalı devletler de yaşamıştır. İspanya, ülke içinde Katolonya ve Portekiz isyanlarıyla uğraşmak zorunda kalmıştır. İngiltere, bir taraftan din savaşlarının içerideki etkileriyle boğuşurken; diğer taraftan da İrlanda ve İskoçya’yı denetimi altında tutmaya çaba göstermiştir. Polonya ve Litvanya ise, Rusya tarafından darmadağın edilmiştir. Sonuç itibarıyla neredeyse tüm Avrupa, 17.yüzyılda yaşanan ve oldukça kanlı geçen bu dini çatışmaların faturasını çok ağır ödemek zorunda kalmıştır. Reform hareketlerinin Almanya'da baş göstermesinin sebepleri: Katolik Kilisesi Katolik Kilisesi veya Roma Katolik Kilisesi, ruhani başkanı Roma Başpiskoposu (Papa) olan, en fazla cemaate sahip Hristiyan mezhebi. Dünyada yaklaşık 1,2 milyar mensubu vardır. Katolikler yoğun olarak Güney Amerika'da ve Avrupa'nın güneyinde bulunurlar. Katoliklik, Kutsal Ruh'un kaynağı, İsa'nın tanrısal yönü, geleneklere verdiği önem, dini törenler ve Havari Petrus'un halefi kabul ettiği Roma Başpiskoposu'na (Papa) verdiği ayrıcalıklarla diğer Hristiyan mezheplerinden ayrılır. Papa'nın yanılamayacağı 1870'de alınan bir kararla resmileşmiştir. Katoliklik de Ortodoksluk gibi 4. Ekümenik konsil olan İstanbul Kadıköy Konsili (Kalkedon Konsili)'nin kararlarını tanıyan bir kilisedir ancak Ortodoks Kilisesi sadece ilk 7 konsili tanımış, bundan sonra yapılanları geçersiz saymıştır. Oysa Katolik kilisesi 20 Konsilin kararlarının da bağlayıcı olduğunu savunur. Katolik sözcüğü, Yunanca "katholikos" (evrensel) kelimesinden türetilmiştir. Mezhebin ilk kurucusu havarilerden Petrus'tur, bu nedenle Papalar, Petrus'un vekili sayılırlar. Katolikler Kutsal Ruh'un kaynağı ile ilgili bir tartışma sonucu Ortodoksluk'tan ayrılmışlardır. Ortodoksluğa göre Kutsal Ruh, Baba'dan çıkmışken Katolikler'e göre Baba ile Oğul'dan çıkmıştır. Bu ayrım sonucu Roma Kilise'si 1054 yılında Ayasofya'ya gönderdiği bir belge ile Ortodoksluk'tan tamamen ayrılmıştır ve iki kilise karşılıklı birbirlerini aforoz etmişlerdir. 1204 yılında 4. Haçlı Seferleri sırasında, Haçlı ordusunun İstanbul'u yağmalayıp, Ortodoks kiliselerini basması ve ortodoks rahipleri öldürmesi sonucu nefret daha da artmıştır. Vatikan Ruhani Meclisi 1870 yılında çıkarttığı bir kanunla Papa'nın yanılmazlık ilkesini kabul etmiştir. Buna göre Papa, Kutsal Ruh'un denetiminde olduğundan yanılmaz. 1964 yılında dönemin Papa'sı Papa VI. Paul ile İstanbul Patriği Athenagoras karşılıklı olarak aforozları kaldırmışlardır. Papa Benedicus 16.'nın Türkiye'de Rum Ortodoks Kilisesi ve İngiltere'de Anglikan Kilisesi ziyareti bu kiliseleri daha da birbirine yakınlaştırmış ve ileride bir birleşme için zemin hazırlamıştır. Protestan kiliseleri genellikle 2 sakramenti kabul ederler: Vaftiz gizemi ve Efkaristiya gizemi . Kilise (örgüt) Kilise, Hristiyanlıkta kendi din adamları, kendi binaları ve diğerlerinden ayrılan doktrinleri bulunan mezheplerden her birine verilen isim. Binlerce mezhebi olan Hristiyanlığın başlıca mezhepleri, Roma Katolik Kilisesi (1.2 milyar kişi), Protestan Kilisesi (590 milyon kişi) ve Ortodoks Kilisesi'dir (170 milyon kişi). Kilise sözcüğü, Yunanca "ekklesia" (çağrılıp toplanmış olan ) kelimesinden gelir. Katolik Kilisesi olarak da bilinir. Dünyanın en fazla mensubu olan kilisesidir. Halep Halep (Arapça: حلب ), Suriye'de bir şehirdir. Halep merkezinin 2007 nüfusu 1.7 milyon civarında olup, Halep'e bağlı olan yerleşim yerleri ile toplam nüfusu 4.393.000 'dir. "Halep" Arapça'da ve diğer bazı Sami dillerinde "süt veren" demektir. Halep ilinin de merkezidir. Halep, Osmanlı İmparatorluğu'nun en önemli kentleri arasında yer almış, Türkçe deyimlere ve Türk edebiyatına yerleşmiştir. "Halep oradaysa arşın burada" deyimi, Aşık Ömer'in "İşte geldim gidiyorum şen olasın Halep şehri" beyiti, Aşık Emrah'ın sevdiğini Halep'te araması, Kerem'in Aslı'nın ateşine Halep'te yanıp kül olması bu meyanda sayılabilir. Tarihi MÖ 3000'li yıllara uzanan Halep Kalesi'nde çeşitli Mezopotamya devletleri, Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu, Arap hakimiyeti, Emeviler, Abbasiler, Hamdaniler, Mirdasiler, Ukayliler çok kısa bir süreliğine Büyük Selçuklu Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu devirleri yaşanmıştır. I. Dünya Savaşı sonucunda Osmanlı İmparatorluğu'nun ortadan kalkmasından sonra bir müddet Fransızlarda kaldıktan sonra, Suriye Devleti kurulmuştur. Suriye'nin sürekli ticaret ve üretim merkezlerinden biri olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'nda Bursa ve İstanbul'dan sonraki en önemli dokumacılık merkezi Halep olmuştur. İpekli dokumaları ve meşhur sabunları Halep'in en önemli ihraç malı olmuştur. İstanbul'dan sonra ikinci en büyük ticaret merkezi ve altın çarşıları Halep'de olmuştur. 1500'lü yıllardan itibaren Venedikliler, İngilizler, Fransızlar ve Hollandalılar Halep'te konsolosluklar ve acenteler kurmuştur. Osmanlı'da ilk mason locası da Halep'te kurulmuştur. Osmanlı arşivlerinde yer alan hicri 1304 tarihli bir vesikada, Halep'te İngiliz konsolosu Handerson'un riyasetinde Farmason Locası namıyla bir gizli teşkilat kurulduğu bildirilmektedir. Arap harfleriyle ilk matbaa İstanbul'dan önce Halep'e uğramıştır. Osmanlı şehirciliğinin klasik bir örneği olan Halep'in özelliklerinden biri de Kayşani ismindeki taş cinsinin yapılarda kullanılmasıdır. Halep Kalesi, hanlar, hamamlar, çarşılar, camiler (Halep Ulu Camii dahil), medreseler bu taşlardan yapılmıştır. Halepliler günümüzde bile evlerini taş kaplama yapmaya devam etmektedir. Selçuklu, Eyyubi, Memlük ve Osmanlı izlerini taşıyan Halep; Bursa, Konya, İstanbul'un bir alaşımı gibidir. Halep'te birçok etnik kökenden topluluk yaşamaktadır. Halep'in nüfus yapısı esas itibarı ile Arap ve Türkmen'lerden oluşmaktadır çok az sayıda Ermeni, Süryani, Yahudi, Kürt, Çerkez de şehirde yaşamaktadır. Şehir merkezinin nüfusu 2011 tahminine göre 1.7 milyon, çevresi ile birlikte 4 milyondan fazla olduğu tahmin ediliyor. şehrin tahmini nüfus oranı ise şöyledir; 50% Arap, 40% Türkmen, 10%'unu da Ermeni, Asuri, Yahudi, Kürt ve Çerkesler teşkil etmektedir. Ulaşım karayolu, havayolu ve demiryolu ile sağlanmaktadır. Şehirdeki yurtiçi-yurtdışı uçuşlara açık olan Halep Havalimanı, Suriye'nin ikinci en büyük havalimanıdır. Halep, "2006 İslam Kültür Başkenti" unvanını kazandı, ve aynı zamanda 2011 yılında Suriye İç Savaşı ve Halep Muharebesi'nin başlangıcına kadar olan tarihi yerleri başarılı restorasyonlar dalgasına tanıklık etmiştir. 15 Mart 2011'de Suriye'de başlayan protestolar, birkaç ay sonra, 12 Ağustos 2011 tarihinde, Halep'te hükümet karşıtı protestolar olarak kentin Sakhour ilçesinde de dahil olmak üzere, Halep'in çeşitli ilçelerinde gerçekleştirildi. Binlerce protestocuların arasından en az iki protestocu Sakhour'daki bir gösteri sırasında, güvenlik güçleri tarafından vurularak öldürüldü. İki ay sonra hükümet yanlısı bir gösteri, Saadallah Al-Jabiri Meydanı'nda gerçekleştirildi. New York Times'a göre, 11 Ekim 2011'de Başkan Beşar Esad'ı destekleyenler, 1.5 milyon kişinin katıldığını iddia ederken, büyük kalabalıklar tarafından düzenlenen bu gösteri, şimdiye kadar Suriye'de düzenlenen büyük mitinglerden biri olmuştur. 2012 yılı başlarında güvenlik güçlerine yönelik bombalama olayları başladı. Suriye Dışişleri Bakanlığı'na göre, Halep'teki 1.000 fabrika talan edilmiş, ve buradaki çalıntı mallar, Türk hükümetinin tam bilgi ve kolaylaştırması ile Türkiye'ye transfer olmuştur. Şubat 2014 yılında, İslam Cephesi muhalefet grupları, adalet sarayı da dahil olmak üzere eski şehrin önemli tarihi binaların yok edildiği sorumluluğunu üstlenmiştir. Temmuz 2012'de, çatışmalar ciddi şekilde Halep'e ulaşmıştır. O zamandan beri sivil savaşın genellikle yerleşim alanlarında Halep, "en yıkıcı bombalama ve ateşli mücadelelerde yerini almıştır". Uluslararası insani kuruluşlar tarafından tahmin edilen rakama göre 13,500 kişi öldürüldü. Kentin Yerel polis karakolları çatışma odağı oldu. Şiddetli bir savaş sonucunda, Halep Ulu Camii'nin parçaları ve antik kentteki diğer ortaçağ binaları dahil olmak üzere El-Medine Çarşısı'na ait birçok bölümler (Halep Eski Şehir Dünya Mirası) tahrip edildi ve Özgür Suriye Ordusu ve Suriye Arap Ordusu'nun silahlı grupları, kentin kontrolü için mücadele etti. 2012 yılı Yaz ayı sonunda harap edildi veya yakıldı. Mart 2013'te Suriye Dışişleri Bakanlığı, Halep'teki 1.000 fabrikanın yağmalandığını ve çalınan malların Türk hükümetinin bilgisi ile Türkiye'ye geçirildiğini iddia etti. Kasım 2013'te serbest gazeteci Francesca Borri, İslamcı savaşçıları Halep'deki isyancı bölgelere hakim olup, şeriat yasasını uygulamaya ve hükümet yerine birbirlerine karşı savaşmaya odaklandıklarını iddia etti. Suriye'li kılığına girip gizlice şehir boyunca yolculuk eden eden Borri, yaygın tahribat ve yetersiz beslenme ve hastalıkların olduğunu bildirdi. Şubat 2014'te İslam Cephesi muhalefet grupları, adalet sarayı, bir ordu üssü olarak kullanılan Carlton Kalesi oteli, eski binanın bulunduğu eski şehirdeki bir dizi önemli tarihi binanın yok edilmesi sorumluluğunu üstlendi. 18 Ağustos 2016'da, bir Euro-Med Monitor ekibi tarafından hazırlanan bir raporda, yaralı sivillerin olduğu kalabalık hastanelerden b
irinin, Halep'teki kırsal bölgedeki Rus savaş uçakları tarafından bombardıman tutulduğunu ve bunun Euro-Med Monitor tarafından çok net olduğunu doğrulayarak, Uluslararası yasaların ihlal edildiğini ve bu sivillerin devam eden çatışmadan korunması gerektiğini söylendi. Temmuz 2016'da, dört yıldır sürmekte olan savaşta, Suriye hükümet birlikleri Rus hava saldırılarının desteği ile silahlı muhalefetin son tedarik hattı olan Halep'e kapatan sona erdi. Buna karşılık, isyancı güçler kuşatmayı kıramayıp, Eylül ve Ekim'de başarısız bir karşı savunma başlattı; Kasım ayında hükümet kuvvetleri, Aralık 2016'da Halep'i yeniden ele geçiren kararlı bir muharebe başladılar. Suriye hükümetinin kazandığı zafer, Suriye iç savaşında potansiyel bir dönüm noktası olarak görüldü. Sazan Sazan ("Cyprinus carpio"), sazangiller (Cyprinidae) familyasına adını veren tatlı su balığı. Göl ve yavaş akan derelerde bulunur. Uzun gövdeli, solucan, böcek larvaları ve bitkilerle beslenen bir dip balığıdır. 1,5 metre boyunda, 35 kg ağırlıkta olanları vardır. Ömrü 40-50 yıla kadar varabilir. Türkiye'nin Akdeniz ve Güneydogu bölgesi haricinde her yerinde bulunur. Ancak, Akdeniz Bölgesinin en önemli akarsularından olan Göksu Irmağı'nda bol miktarda sazan yaşamakta ve ağırlıkları 10-12 kilograma ulaşabilmektedir. Suni balıkçılıkta önemli yer tutar. Her ısıdaki suya uyum sağlar. 3-30 °C arasındaki sularda rastlanır. Aşırı soğuklarda toplu halde çamura gömülerek kış uykusuna yatarlar. Kışın ölmeden donabilirler. Su akıntısına karşı yüzebilirler. Kuyruğunu çeneleri arasına sıkıştırır, bıraktığında zemberek gibi boşanarak 3-5 metre sıçrayarak çağlayanları aşabilirler. Pullu ve pulsuz birçok çeşidi vardır. Pullu türleri iri pulludur. Renk ve biçimleri yaşadıkları ortama göre değişir. Genellikle sırtı koyu yeşil, yanları ve karın altı çamur rengindedir. Küçük ağızlı kalın ve oynak dudaklıdır. Üst çenelerinden dört bıyık sarkar. Ağız dişleri yoktur. Yutak (farinks) dişleriyle besinlerini öğütürler. Bıyıkları dokunma organı olarak görev yapar. Dipleri karıştırır, suyu bulandırırlar. Çevik ve hareketli balıklardır. Sürüyle dolaşırlar. Eti fazla kılçıklıdır. İrileri iyi pişirildiğinde eti beğenilir. Nisan-Haziran arasında yumurtlarlar. Bazı bölgelerimizde yumurtlama dönemi Ağustos ayına kadar sürebilir.Yumurtaları bitkilere yapışır. Bir dişi, bir defada yarım milyon yumurta bırakabilir.Yumurtaların çoğu diğer ekolojik dengeyi bozan ve potansiyel sakıncalı balıklar tarafından tüketilir. Ortam ısısına bağlı olarak en geç bir hafta içinde yumurtalar açılır. Üç yılda erginleşirler. Sazanların 100 yıl kadar yaşadığı söylenirse de, ömürleri normal olarak 40-50 yıl kadardır. Balıkçılar bunları harekete geçirmek için gürültülü sesler çıkarırlar. Balık ağı ile bol miktarda avlanırlar. Türkiye'de birçok gölette 15 kg ve üzerinde birçok balık tutulmuştur.Modern balıkçılıkla ilgilenenler tutmuş oldukları balıkları tekrar ait oldukları yere bırakırlar. Tebliğde alıkonma adeti 5 taneyle sınırlandırılmıştır. Türkiye'de 40 cm altında sazan balığı avlamak yasaktır ve tutulan sazan balıkları derhal suya iade edilmelidir.Aksine hareket edenlere para cezası uygulanır. Bilindiği üzere iç sularımızda 3 iğneye serbestlik vardır. Sazan balığı avcılığı farklı materyallerle yapıldığından Ayçekirdegi ve mısır küspesinde iğne adeti 1 taneyle sınırlandırılmıştır. aksine hareket edenler para cezasıyla karşılaşırlar. Mısır, solucan, midye, hamur, canlı yem ve boili ile tutulmaktadır. Ekolojik dengeyi bozan İsrail Sazanında limit ve sayı zaman yasağı bulunmamaktadır. Bin yıldan beri insanlarca da yetiştirilen sazan balığından insanlar tarafından çeşitli süs balıkları türetilmiştir. Bunların en tanınmışları bir akvaryum balığı olan Japon balığı ve Japonya'da yüzyıllardır rengarenk ceşitleri türetilen koi Sazanıdır. Dursun Akçam Dursun Akçam (1930, Ardahan - 19 Eylül 2003, Ankara), “On üç doğum yapıp altısını yaşatabilmiş” bir köylü ailesinin çocuğu olarak Ardahan’ın Ölçek köyünde 1930 yılında doğdu. Köyde açılan geçici Halk Dershanesi'nde okuma yazma öğrendi. Bitirdiği ve edebiyatla tanıştığı Cilavuz Köy Enstitüsü, yaşamının dönüm noktası oldu. 1945'te girdiği enstitüyü 1950'de bitirdi. Önce Kars'ın Oluklu köyünde, bir yıl sonra kendi köyünde olmak üzere Kars yöresinde 1956'ya, Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümüne girinceye kadar öğretmenlik yaptı. 1958'de Ardahan Ortaokuluna Türkçe öğretmeni olarak atandı, orada bir yıl kaldı, askerliğini yedeksubay öğretmen olarak Kuleli Askeri Lisesi'nde edebiyat öğretmeni olarak tamamladı. 1960-63 arasında Kırıkkale Lisesi ve Keskin Ortaokulunda öğretmenlik yaptı. “Analarımız” adlı röportajı ile Milliyet gazetesinin Ali Naci Karacan ödülüne, Haley isimli öyküsüyle 12. Antalya Festivali Sanat Ödülü’ne, Kanlı Derenin Kurtları adlı eseriyle 1976 TDK Roman Ödülü’ne layık görüldü. 12 Mart döneminde Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesince tutuklandı ve TÖS davasında yargılandı. 8 yıl 10 ay hapse mahkûm edildiyse de Yargıtay sürecinde beraat etti ve bu süre içinde hep açığa alınmış durumda kaldı. Daha sonra Ankara Atatürk Lisesi'ne atandı ve oradan İncesu Ortaokuluna sürgün edildi. 12 Eylül’de yurtdışına çıkmak zorunda kaldı ama yazma azmi sürdü. 11 yıl ülkesine dönemedi. Daha sonra Kuşadası'na yerleşti. Edebiyatçılar Derneği'nce Onur Ödülü'ne değer görüldü (2003). 19 Eylül 2003'te, iki aydır tedavi gördüğü akciğer kanserinden öldü. Türkiye İnsan Hakları Kurumu Vakfı (TİHAK) kurucu üyesiydi. Varlık, Yeni Ufuklar, Demet, Köy ve Eğitim, İmece, Pazar Postası, Son Havadis, Dünya, Milliyet, Cumhuriyet, Akşam, Vatan, Yön, Devrim, Türk Dili, Forum, Milliyet Sanat, Yeni Toplum, Demokrat Dergi ve gazetelerinde yazıları ve öyküleri yayımlanan Dursun Akçam'ın kitaplarının yeni basımları "Arkadaş Yayınevi" tarafından yapılmaktadır. Kırsal gerçekliklere ilişkin gözlemlerini edebi, mizahi bir üslupla anlattığı yapıtları: RÖPORTAJ Bugün (gazete, 2003) Bugün, Türkiye'de bir dönem yayın yapan ulusal gazete. Koza İpek Holding bünyesinde faaliyet sürdürmüştür. Kasım 2015'den önce ortalama 100.000'in üzerinde olan tirajı Ekim 2015'te yönetimine kayyım atanmasından sonra mizanpaj ve yazar kadrosu değişmiş; yayın politikası AK Parti yanlısı olmuş ve tirajı ortalama 5000 e düşmüştür.. Tirajı düştükten sonra da zarar ettiği gerekçesiyle 29 Şubat 2016'da yönetime atanan kayyımlar tarafından yayınına son verilmiştir. Kemal Ilıcak'ın açtığı Tercüman gazetesi'nin isim hakkı davasının uzun süreci sırasında Dünden Bugüne Tercüman ve Halka ve Olaylara Tercüman isimli iki ayrı gazete kuruldu. Nazlı Ilıcak başta olmak üzere eski Tercüman yazarları ve bazı yeni yazarlar Dünden Bugüne Tercüman gazetesinde yer aldılar. 2005 yılında Ciner Holding'e ortak oldu ve Bugün adıyla değiştirdi. Kasım 2005 yılında iş adamı Akın İpek gazeteyi satın aldı. Halen Kanaltürk ve Bugün TV ile Kanaltürk Radyo adlı şirketi aynı grubundadır. 26 Ekim 2015'te Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talebi ile Koza İpek Holding ve bünyesindeki şirketlere kayyım atanmasına karar verilmiştir.Karar kapsamında Bugün gazetesine de kayyım atanmıştır. Atanan kayyımlar gazeteci, editör ve yazarların bir çoğunu işten çıkarmıştır. Koza İpek Holding bünyesindeki medya organlarından kayyım kararıyla çıkarılan editör, gazeteci ve yazarların bir kısmı 17 Kasım 2015'de Özgür Düşünce adlı yeni bir ulusal yayın yapan gazete kurmuşlardır. Hjalmar Schacht Horace Greeley Hjalmar Schacht (d. 22 Ocak 1877 Tinglev – ö. 3 Haziran 1970, Münih), Alman Bankacı. Reichsbank'ın genel başkanı ve Nazi Almanyası'nın Ekonomi Bakanı. Babası toptancı bir tüccardı. Öğreniminin bir kısmını babasıyla birlikte gittiği ABD'de yaptı. Schacht, yüksek öğrenimini politik ve ekonomik dallarda yapmış, sonra banka istatistikleri üzerine çalışmıştır. 1903 yılında işe girdiği Dresdner Bank'ın 1915 yılında genel müdürü oldu. I. Dünya Savaşı esnasında Alman işgali altındaki Belçika'da mali müşavirlik yaptı. Burada bir devletin maliyesinin nasıl düzene sokulacağı hususunda tecrübesi arttı. Savaştan sonra Reichsbank yönetim kurulu başkanı oldu. Almanya'nın savaş tazminatlarının indirilmesinde, çok büyük rolü oldu. Ayrıca Almanya'ya Dawes ve Young planları ile iktisadi yatırımların arttırılmasında çalışmalar yaptı. Hitler Almanyasında da, Reichsbank müdürlüğü yaptı. Bankanın bütün parasını Hitler'in emrine vermişti. Hitler, Schacht'ı İktisat Bakanlığına getirdi. Almanya'daki yabancı sermayeye el koyarak ticaret dengesi kurdu. Kısa vadeli bonolar, senetler çıkarmak suretiyle ekonomiye canlılık getirdi. Schacht, bu başarılı çalışmaları ile "Sihirbaz maliyeci" ismini aldı. Enflasyon konusunda Hitler'le çelişkiye düşünce aktif görevden çekildi. 20 Temmuz 1944'de Hitler'e yapılan suikast girişiminden sonra Schacht, 23 Temmuz'da tutuklandı. Hjalmar Schacht Ravensbrück Toplama Kampına gönderildi ve daha sonra Flossenburg Toplama Kampına ve de son olarak da Dachau Toplama Kampına gönderildi. Nisan ayı sonlarında 1945 yılında, o ve onun gibi yaklaşık 140 önde gelen ünlü mahkûmlar SS tarafından Tyrol toplama kampına götürüldüler. Schacht ve diğer mahkûmlar, İtalya Dolomites'te, Niederdorf'da 5 Mayıs 1945 tarihinde Beşinci ABD Ordusu tarafından kurtarıldı. II. Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle müttefikler tarafından tutuklandı. Almanya'nın silahlanmasına hizmet etmiş olmak iddiasıyla Nürnberg Savaş Suçluları Mahkemesinde yargılandı. Schacht bu suçlamaları reddetti. Savaş başlamadan bile önce savaş boyunca Hans Gisevius gibi Direniş liderleri ile temas halinde olduğunu, tüm resmi gücünü kaybetiğini ve tutuklanarak bir toplama kampına gönderildiğini ve cezaevinde kaldığını savunmasında gösterdi. Hjalmar Schacht'ın savunucuları, kendisinin Alman ekonomisini güçlü yapmaya çalıştığını, sadece bir vatansever olduğunu savundu. Ayrıca, Schacht Nazi Partisi üyesi değildi ve onların ideolojilerini çok az paylaşmıştı. Sovyet hakimler kendisini mahkûm etmek isterken, İngiliz hakimler beraatinden yanaydı. Schacht davanın sonunda beraat etti.
Schacht 1953 yılından başlayarak, 1963 yılına kadar "Deutsche Außenhandelsbank Schacht & Co" adlı bankada çalıştı. Özellikle Bağlantısızlar Hareketi üyesi ülkelere ve gelişmekte olan ülkelerin devlet başkanlarına ekonomi ve finans üzerine tavsiyeler verdi. Bir dergi birçok yanlış ifadeler içeren ve Schacht'ı eleştiren bir makale yayınladı. Schacht, derginin hakkındaki bilgileri düzelterek yayınlamasını istedi ama dergi bu isteğini reddetti. Kişilik haklarının ihlalinden dolayı yayıncıya dava açtı. Bölge mahkemesi hem medeni ve cezai sorumluluk olarak yayıncıyı haklı buldu; itiraz üzerine, temyiz mahkemesi mahkûmiyetin tersine, yayıncı derginin Schacht'ın genel hakkını ihlal ettiğini belirtti. Schacht daha sonra Brezilya, Etiyopya, Libya, Suriye, Endonezya, İran ve Mısır hükümetlerinde maliye müşaviri olarak çalıştıktan sonra, 1970 yılında Münih'te öldü. Kapgan Kağan Kapgan Kağan ya da Kapağan Kağan (Eski Türkçe: , Qapaγan qaγan, 遷善可汗/迁善可汗, soyadı ve ad: 阿史那 默啜, Pinyin: āshǐnà mòchuò, Wade-Giles: a-shih-na mo-ch'o, d. 664 - ö. 22 Temmuz 716), İkinci Doğu Göktürk Kağanlığı'nın kağanıdır. Çin kaynaklarında "Mo-ço" olarak geçen Kapgan'ın adı, bugünkü Türkçede "fethetmek" anlamına gelen "kap- (al-)" eyleminden türemiş olup "fatih" anlamına gelmektedir. Asıl okunuşu "Kapağan" olmalıdır. Çünkü adın geçtiği Orhun Yazıtları'nda bu hükümdarın adı sessiz harflerle k, p, g, n biçiminde yazılmıştır. Türkçede -gan yapım eki, sonunda sert ünsüz harf bulunan sözcüklerle birleştiğinde -kan haline gelmektedir. Yazılışa bakıldığında g sesinin varlığı bu adın Kapağan şeklinde olması gerektiğini göstermektedir. Ancak bilimsel eserlerde Kapgan adı kullanılmıştır. İlteriş Kağan'ın ölümünden sonra Göktürk Kağanlığı'na küçük kardeşi Kapgan Kağan geçti. Çin kaynaklarının genç, haşin ve ihtiraslı olarak betimlediği Kapgan Kağan'ın tüm politikası üç amaç etrafında toplanmaktadır: Bu amaçlarla harekete geçen Kapgan Kağan, ağabeyinin yaptığı gibi Çin'i baskı altında tutmak için 693 yılından 695 yılına kadar Çin'e birçok akın yaptı. 695 yılında ise Çin'e elçi gönderip barış teklifinde bulundu. Ardından Çin ile Moğol kökenli Kitanlar'ın mücadelesinde Çin'i destekledi. 696 yılında Kitanlar'ı büyük bir yenilgiye uğratan Kapgan Kağan bunun karşılığında Çin'den büyük miktarda tarım aleti, tohum, demir ile 50 yıllık tutsaklık döneminde Çin'e sığınmış olan Türklerin iadesini istedi. Bu durumda Tang Hanedanlığı, Türk kökenli Türgişler ve Kırgızlar ile bağlaşma yoluna gitti. Bu bağlaşmayı zamanında fark eden Kapgan Kağan, baş danışman Tonyukuk'un da katıldığı seferde 696-697 kışında Kırgızlar'ı kendi yurtları Yenisey Irmağı kıyısında ani bir baskınla yenilgiye uğrattı. Kağanları öldürülen Kırgızlar, Göktürk hakimiyetine alındı. Ardından ağır koşullar ile ezilen Çin üzerine sefere çıkıldı. 698 yılında 100 bin çerilik ordusuyla Çin kentleri tahrip edildi. Wei eyaletine saldırdıktan sonra Ting eyaletini ele geçirdi. Chao ve Ting illerine girdi. Kendisi doğuda yani merkezde kalan Kapgan Kağan batının düzenlenmesi görevini Tonyukuk vesayetinde oğlu İnel Kağan ve yeğeni Bilge Kağan devretti. Çin'in 30 akınla vurulduğu 698 yılında Tonyukuk, Bilge Kağan ve İnel Kağan, Altay Dağları'nı ilk kez aşarak Çungarya Ovası'nda (kitabelerde Yarış) Bolçu Savaşı'nda Türgişler'i ağır bir yenilgiye uğrattı. Yaklaşık üç yıl süren ve 701 yılında tamamlanan akınla devletin sınırları İstemi Yabgu zamanında olduğu gibi Maveraünnehir'e dayandırıldı. Batı Türkistan Türkler'i yeniden Göktürk hâkimiyetine alındılar. Asya'daki bütün Türk boyları yüz yıl sonra Göktürk hakimiyetinde birleştirilmişti. 702 yılında bu kez Maveraünnehir'den gelerek Çin'in kuzeyinde koloniler kurmuş olan Soğdlular üzerine sefer yapıldı. Karşı çıkan Ong Tutuk komutasındaki 50,000 kişilik Çin ordusu dağıtıldı. 705 yılında gerçekleşen Ming Şa Savaşı'nda Çaça Sengün komutasındaki 80,000 kişilik Çin ordusunu çok ağır bir bozguna uğrattı. 712-713 yıllarında, Müslümanların Maveraünnehir'i fethi sırasında Maveraünnehir'deki müttefiklerini desteklemek ve Müslümanlar'ı Maveraünnehir'den atmak için Semerkant üzerine bir sefer düzenledi ve Emevîler ile bir dizi savaş yaptı ise de bu savaşları kağanlığın doğusunda Çin entrikaları nedeniyle çıkan boy ayaklanmaları yüzünden kaybetti. Bu arada sert yollarla Çik, Az, Dokuz Oğuz, Basmıl gibi Türk boyları hakimiyet altına alındı. Ancak Kapgan Kağan'ın aşırı sertliği ve Çin politikaları sonucunda pek çok boy ayaklanmaları görüldü. Bunların en önemlisi Dokuz Oğuzlar'ın başlattığı ayaklanmadır. Bayırku Seferi'nde bu ayaklanmayı da sertlikle bastıran Kapgan Kağan, yanında az bir kişiyle Ötüken'e dönüşte ormanda Oğuz boylarından aralarında Çinli bir casusun da bulunduğu Bayırkular'ın ani pususunda 716 yılında öldürüldü. Finans Finans kelimesinin birkaç tanımı vardır: Finans; ihtiyaç duyulan fonların uygun şartlarda sağlanması ve etkin bir şekilde kullanılmasıyla ilgili faaliyetlerdir. Kişilerin veya kurumların maddi gelir elde etmeleri, yatırım yapmaları ve zaman içinde bu yatırımları değerlendirmeleridir. İşletme ve ekonominin ortak dalıdır. Finans, varlıklara risklerine ve geri kazanım oranlarına göre değer kazanır. Finansal analiz ve kararlarda önemli bir etken paranın zamansal değeridir. Bireysel finans bir kişinin ya da ailenin bütçe, sigorta, tasarruf, yatırım, kredi gibi konularda kararları ve aktiviteleridir. Kişiyi ya da aileyi belirsizliklerden ve risklerden korumaya çalışır. Uzman kurumlardan yardım alınabildiği gibi çeşitli bireysel finans yazılımları da kullanılabilir. İşletme finansı ya da finansal yönetimin amacı bir işletmenin aktiviteleri için fon sağlamaktır. Finansal yönetim genellikle karlılık ve riskin dengelenmesini gerektirirken, işletmenin kazancını ve değerini en yükseğe taşımaya çalışır. Kamu maliyesi; devlet ve kamu kuruluşlarının ihtiyaçlarını karşılamak üzere yapılan harcamaları ve gerekli gelirleri inceler, dengelemeye çalışır. Kıraat-ı Aşere Kıraat-ı Aşere, Kıraet Arapça'da okumak anlamına gelen "karae" (قرأ) fiilinden semai bir mastardır. Kur'an terminolojisinde ise kıraet, Kur'an'ı okuma konusunda önder sayılan imamlardan her birinin okuyuşta takip ettikleri yoldur. Kur'an'ın kendisinde, kıraet imamları arasında ittifak bulunmakla beraber, okunuş tarzında ihtilaf vardır. Bu ihtilaf harflerin söylenmesinde veya çıkarılış şekillerinde görülmektedir. Sahabenin üzerinde icma ettiği tevatür derecesine ulaşmış kıraetlerin sayısı on tanedir. Bunlara "El-Kıraet el-Aşere" (on kıraet) adı verilir. Web 2.0 Web 2.0, O'Reilly Media tarafından 2004'de kullanılmaya başlayan bir sözcüktür ve ikinci nesil internet hizmetlerini - toplumsal iletişim sitelerini, vikileri, iletişim araçlarını, folksonomileri- yani internet kullanıcılarının ortaklaşa ve paylaşarak yarattığı sistemi tanımlar. Kelimenin tam anlamı tartışmaya açıktır, Tim Berners-Lee gibi teknoloji uzmanları da kelimenin manasını sorgulamıştır. Tim O'Reilly'e göre Web 2.0'ın kısmen tanımı şöyledir: ""Web 2.0 bilgisayar endüstrisinde internetin bir düzlem olarak ilerlemesiyle bir işletme devrimi ve bu düzlemin kurallarını başarı için anlamaya çalışmaktır. Bu kurallar arasında başlıcası şudur: Ağ etkilerini daha çok insanın kullanabilmesi için programlar kurmak."" AJAX, SOA, bıcır (widget) gibi teknolojik terimlerle açıklanmaya çalışılan Web 2.0 gerçekte bir akımdır. Teknolojik araçlar, bu yaklaşıma hizmet edecek yardımcı araçlardan ibarettir. Web 2.0, web hizmetini iyileştirmek amacıyla ziyaretçilerin siteye katılımını (participation) sağlamak, yine aynı amaçla diğer sitelerle ve ziyaretçilerle iş birliği (collaboration) yapmak fikrine dayanan bir akımdır. Haberdar olmayı ve katılımı kolaylaştırmak amacıyla AJAX, bıcır (widget), RSS... gibi teknolojiler kullanılabilmektedir. Siteler kendi aralarında iş birliği yapmak amacıyla SOA, XML, WebService gibi teknolojiler kullanabilmektedirler. Bu akımda, içeriğin sınıflandırılmasından (etiketleme-tagging) zenginleştirilmesine kadar (Örn: Wikipedia) her türlü büyük-küçük katkı teşvik edilir ve memnuniyetle karşılanır. Basit bir dille Web 2.0, Vikipedi, Youtube, flickr, del.icio.us, Ekşi Sözlük, pilli network, Facebook vb. arkadaşlık siteleri gibi kullanıcıların diğer kullanıcılar için ziyaret ettikleri İnternet siteleri veya kullandıkları programlardır. Web 2.0, İnternet sitelerinin bilgi barınağı olmasından işleyen platformlara taşınmasına ve İnternet programlarını son kullanıcılarına hizmetine, kullanıcıların bir bilgi ya da uğraşı paylaşıp tekrar kullanmasına, gelişmiş organizasyon ve kategorilendirme, ve İnternet'in ekonomik değerinin yükselip alçalmasını da tanımlayabilir. Web 2.0 ilk olarak kullanıldığında, sosyal ağ sitelerini; blog ve vikileri temsil ediyordu. Web 2.0 ın bizlere kazandırdığı yeniliklerden biri de Etiket Bulutudur. Etiket Bulutu oluşturmak için bloglara, resimlere ve hatta forum lara etiketler yapıştırarak daha sonradan başka kullanıcıların bu yazılara ulaşmasını sağlamaktır. İlk Web 2.0 konferansında ise; Tim O'Reilly ve John Battelle Web 2.0 prensiplerini şöyle sıraladı: Tim O'Reilly'nin verdikleri örnekler ve şirketler bu ilkeleri kısmen kabul etmiş ve Web 2.0leşmişlerdir. Kabul edenler güçlerini neredeyse tamamen insanlarla ilgili ilişkilerinden ve onların yaptırımlarından alırlar. Kademeleri de çevirim içi ve çevirim dışı özelliklerine değindir. 3. Kademe'de Web 2.0 kullananlar, çevirim dışı iken kullanışlı olmayan sadece çevirim içiyken kullanılabilenlerdir. Bunlar : Vikipedi, eBay, Skype, Youtube, craigslist, del.icio.us, dodgeball, ve Adsense gibi sitelerdir. 2. Kademe'de kullananlar çevirim dışı da hizmet edebilenler ancak çevirim içi avantajlarını kullananlardır. O'Reilly bu kademeye örnek olarak Flickr'ı örnek göstermiştir. 1. Kademe'de programlar ise çevirim dışı da kullanılabilen ama özelliklerini çevirim içiyken kazanabilenlerdir. O'Reilly buna örnek olarak Google Docs & Spreadsheets ve iTunes'u vermiştir. 0. Kademe'de ise çevirim dışı da hizmet edebilenlerdir. Buna örnek olarak
O'Reilly MapQuest ve Google Maps gibi haritalandırma programlarını göstermiştir. Ancak, kullanıcıların da katılımlarını kabul edenler 2. kademede gösterilebilir. (Google Earth gibi) İnternet sitesi odaklı olmayan, email, Anında mesajlaşma ve hatta telefon gibi uygulamalar da Web 2.0 internet hiyerarşisi içindedir. Türkiye'de Web 2.0 iki ayrı açıdan katkı almıştır. Web1.0'dan Web 2.0 dönemine kalan ve popülerliklerini devam ettiren siteler, bunlar Ekşi Sözlük gibi sosyal siteler. Ve de Web 2.0 zamanında ortaya çıkan yeni siteler. Bunların arasında da Yonja, Blogcu Bildirgec, Paymag ve Webrazzi sayılabilir. Daha sonraları da Web 2.0 projelerinin artmasıyla, Web 2.0 haberciliği de popülerleşti. Internet girişimleri adına birçok örnek teşkil edecek projeler gerçekleştirilirken özellikle 2006 yılı sonrasında Türkiye pazarına yurtdışındaki yatırımcıların ilgisi artmıştır. Türkiye'ye yönelik websitesi yapanlar dışında, yurt dışındaki önemli projelere imza atan Türkler de Web 2.0'ı etkilediler. Google'un sahip olduğu Orkut.com sitesinin yapımcısı bir Türk. Bunun dışında Silikon Vadisi'nde risk yatırımcıları, girişimciler ve blogcular da mevcut. Özellikle son dönemde Gittigidiyor.com - eBay.com, Cember.net - Xing.com gibi ortaklık ve anlaşmalar ile daha hızlı ilerleyen sektörde melek yatırımcılar oluşurken diğer taraftan Golden Horn Ventures gibi Venture Capital firmaları da kuruldu. Web 2.0'ın karmaşık ve değişim geçiren teknolojinin şemasında hizmet sağlayıcı programları, içerik sendikaları, ileti gönderme iletişim kuralları, tarayıcıların için eklemeler ve yamalar, ve kullanıcı programları bulunmaktadır. Bu farklı ama birbirine bağlı yaklaşımlar Web 2.0'a bilgi depolama, yaratım, ve yayılma olanaklarını daha önceden İnternet sitelerinden beklenenden çok daha detaylıca yapabilmektedir. Web 2.0 internet sitesi genelde bir takım teknikleri içerebilir: AJAX'ın zengin kullanıcı tecrübesi İnternet sitelerinin kişisel bilgisayarlarda yazım, işlem, sunum, WYSIWYG ve viki sitelerinin birçok özelliğini bilgisayarla yapmalarını sağlamıştır. Halen diğer siteler proje yönetimi özelliklerini de kullanmaktadır. Java bir sitenin video sunumu yapmasına yardımcı olmuştur, Google bu konuda en tanınmış sitelerden biri olan Writely'i de satın almıştır. 0pp Birçok tarayıcı bazlı işletim sistemleri ya da çevirim içi masaüstleri de böylelikle oluştu. Temel olarak masaüstü programı olarak çalışmakta, tam olarak işletim sistemi olarak çalışmamaktadır. Bu servisler kullanıcıların işletim sistemi kullanır gibi kişisel bilgisayar ortamına benzer tecrübe edinmesine yardımcı olmuştur. Bunların karakteristikleri herhangi bir modern tarayıcıda kullanılabilmektedir. Birçok İnternet tabanlı programlar İnternet'in 1997 ile 2001 arasında şişmesi döneminde ortaya çıkmış ardından yok olmuştur, böylelikle önemli olan birçok kullanıcıya ulaşma görevini yitirmişlerdir. 2005'de WebEx tanınan bu sitelerden Intranets.com'u satın almış, ödediği meblağ da altı yıl içerisinde toplam aldığı yatırıma yakındır. Ajax, Adobe Flash, JavaFX, Adobe Flex, Silverlight ve OpenLaszlo gibi RIA teknikleri kullanıcıların tarayıcılarla yaşadığı tecrübeleri geliştirmektedir. Bu teknolojiler bir sitenin içeriğini kullanıcılardan aldığı talep doğrultusunda anında tüm siteye taşıyabilmektedir. Web 2.0 RIA işlemleri İnternet sunucularının mimarisi üzerine kurulur ve beraberinde kullandığı programlar üzerinedir. Dinamik içerik yönetimi sunumu sendikasyondan daha farklıdır, ancak internet hizmetleri daha çok veritabanı ve işletim desteğine bağlıdır, ve intranetin işleyişine oldukça benzer. Satıcı yaklaşımları ise, genel sunucu yaklaşmasıdır ve birçok tek sunucu platformunun görevini üstlenir ya da sunucunun eklenti yaklaşımı vardır bu da standart yayınlama yöntemlerini gelişmiş API arayüzleri ve diğer yöntemleri kullanır. Web 2.0'nin fazladan özellikleri kullanıcılara sunucuların veritabanındaki dosyalar üzerinde çalışmasına izin vermiştir. Bu bazen HTML sayfasında da olabilir, Javascript ile de olabilir, Java ya da Flash ile de olabilir. Bu metotlar sayesinde kullanıcılar sunucuların yükleme beklemeleri azalmıştır. Web 2.0'nın gelişimindeki ilk ve en önemli adım sitenin içeriğinin sendikasyona uğramasıdır. Standartlaşmış protokollerin son kullanıcılar için sitenin dosyalarının diğer işlevlerine yardımcı olabilir. Sitenin başka bir siteye, tarayıcı eklentisi veyahut da masaüstü programıyla bağı oluşabilir. Bu protokoller RSS (oldukça kolay sendikasyon) olanakları vermiştir; RDF ve Atom da XML'e yaramıştır. FOAF ve XFN gibi özellikli protokollerde sitelerin özelliklerini çoğaltır ve son kullanıcıların site bazlı uğraşmasına izin verir. Bu trendlerin gelişiminden dolayı, bu protokollerin birçoğu gayrı resmi standartlarda mevcuttur. İnternet iletişim protokolleri Web 2.0 nin iç sistemi için anahtar görev taşırlar. Büyük protokoller REST ve SOAP'u da içinde bulundurur. Her iki koşulda da API servise ulaşımı tanımlar. Çoğu zaman suncular kendilerine ait APIler kullanırlar, ama standart internet hizmeti sağlayan APIler (misal olarak bloglar) de kullanılmaktadır. İnternet hizmetleriyle de iletişim genelde herhangi bir XML formatında gerçekleşmektedir. Álvaro Mutis Álvaro Mutis Jaramillo (25 Ağustos 1923, Bogotá - 22 Eylül 2013, Meksika), Kolombiyalı yazar, şair, köşe yazarı, yayıncı, film yapımcısı. Latin Amerika'da Gabriel Garcia Marquez'in ardından kendi kuşağının en önemli şair ve hikâye anlatıcılarından biri kabul edilir. ""Maqroll el Gaviero"" adlı karakterin maceralarını anlattığı novellalardan oluşan ünlü serisinin ilkini 1986'da yayımladı. Eserleri birçok dile çevrilen yazar, aralarında 1997 Asturyas Prensi Edebiyat Ödülü (1997); 2002 Neustadt Uluslararası Edebiyat Ödülü'nün de bulunduğu pek çok prestijli edebiyat ödülüne layık görülmüştür. Mutis, 1956'da Meksika'ya yerleşmiş ve hayatının sonuna kadar bu ülkede yaşamıştır. 25 Ağustos 1923'te Bogotá'da doğdu. Çocukluğunun bir kısmı babası Santiago Mutis Dávila'nın büyükelçi olarak görev yaptığı Brüksel'de geçti. Avrupa başkenti Brüksel ile yazları geldiği Kolombiya'da dedesinin kahve plantasyonunda geçen çocukluğuna ait anılar, ileriki yıllarda Avrupa ile Amerika arasındaki farkı eserlerinde temel konulardan birisi olarak işlemesinde etkili oldu. Şiir tutkusu Bogotá'daki lise yıllarında başladı. Lise öğrenimini tamamamlamasa da 1940'larda Bogotá'da edebiyat dünyasına şair olarak girdi; ilk şiirleri ve eleştirileri ""Vida"" dergisi ile ""El Espectador"" ve ""La Razon"" gazetelerinin edebiyat eklerinde yayımlandı. "La Balanza" adındaki ilk şiir kitabını arkadaşı Carlos Patinoile birlikte çıkardı. ""Maqroll el Gaviero"" adlı karakteri ilk kez ""Los elementos del desastre"" (1953) ve ""Memoria de los hospitals de ultramar"" (1959) isimli şiir kitaplarında ortaya çıktı. 1948 yılından itibaren petrol şirketlerinde halkla ilişkiler alanında kariyer yapan Mutis, 1956'da çok uluslu bir petrol şirketinde halkla ilişkilerden sorumlu müdür olarak görev yaptığı sırada şirketteki yolsuzluk nedeniyle suçlanıp Meksika'ya kaçtı. Burada tutuklanıp 15 ay hapiste kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Hayatının geri kalanında Meksika'da yaşadı. Hapishane günlerini 1960 yılında yayımlanan ""Diario de Lecumberri"" (Türkçede ""Lecumberri Öyküleri"" adıyla yayımlanmıştır) adlı eserinde anlattı. Octavio Paz'ın şiirleri hakkındaki övgü dolu yazıları, edebiyat dünyasında sürrealist şairler arasında yer edinmesine yardımcı oldu, Octavio Paz tarafından yönetilen dergilerde çalıştı. Televizyon için yazarlarla söyleşiler gerçekleştiği bir program sundu. 1973'te ""La mansión de Araucaíma"" isimli romanı yayınlandı. Ertesi yıl "Kolombiya Ulusal Edebiyat Ödülü"'ne layık görüldü. 1970'li yıllarda kendisi gibi Mexico City'e yerleşen Kolombiyalı yazar Garcia Marquez ile yakın dost oldu. Marquez, Simón Bolívar'ın yaşamının son aylarını konu edinen ""Labirentindeki General""'i Mutis'ten ilham alarak yazmıştır Yayıncı, film yapımcısı ve köşe yazarı olarak da çalışan Mutis, 1988'de emekli olduktan sonra tüm zamanını edebiyata adadı. 1980'lerde yazdığı Maqroll el Gaviero'nun maceralarının anlatıldığı yedi novelladan oluşan kitap serisi 1997'de tek bir kitap olarak yayımlandı ve "Asturias Prensliği Edebiyat Ödülü" ile "6. Iber Amerika Reina Sofia Şiir Ödülü"'ne layık görüldü. 2001 senesinde İspanyolca yazılmış edebiyata olan katkılarından dolayı kendisine Cervantes Ödülü takdim edildi; iki sene sonra ise Fransız hükûmeti tarafından verilen en üst nişan olan Şeref Nişanı'yla ödüllendirildi. 22 Eylül 2013'te 90 yaşında hayatını kaybetti. 2002'de İstanbul'da "İspanyol Cervantes Enstitüsü Kütüphanesi" adıyla kurulan ve İspanyol ve Latin Amerika kültürü ve dili ile ilgili yayınlar içeren kütüphaneye 2005’te Alvaro Mutis'in adı verilmiştir. Savaş Savaş veya harp; ülkeler, bloklar ya da bir ülke içerisindeki büyük gruplar arasında gerçekleşen topyekün silahlı mücadeledir. Savaşlar genellikle dini, milli, siyasi ve ekonomik amaçlara ulaşmak için gerçekleştirilir. Kullanılan silahlara, amaçlara, taraflara ve gerçekleştiği yerlere göre farklı şekillerde adlandırılır: nükleer savaş, soğuk savaş, iç savaş, dini savaş (cihad, haçlı seferi), dünya savaşı vb. Karşı tarafı yıldırmak, maddi ve manevi zarar vermek için gerçekleştirilen silahsız faaliyetler de genellikle savaş tanımına dahil edilir. Günümüzde savaşlar Birleşmiş Milletler tarafından bazı temellere ve kurallara dayandırılmıştır. Geçmişte yapılan savaşların aksine günümüzdeki savaşlarda özellikle sivillerin öldürülmesini engellemek, ülke ya da kitleleri yok etmektense onları güçsüz bırakmak güdülmektedir. Ancak buna rağmen günümüzde de trajediler yaşanmaya devam etmektedir. Örneğin, 1990'lı yıllarda Kuzey Afrika'da çıkan iç savaşlarda ve kabile savaşlarında 1 milyonun üzerinde insan ölmüştür. 2003 yılında başlayan Irak Savaşı'nda milyonlarca asker ve sivil hayatını kaybetmiştir. Ateşkes, savaşın ve çatışmaların geçici bir süreliğine durdurulmasına denir.Savaşan, çarpışan iki düşmanın, yaralılarını
, ölülerini kaldırmak ya da barış sağlayıcı görüşmelerde vb. bulunmak üzere anlaşarak, çarpışmaları durdurmasıdır. Eş anlamlısı bırakışma, mütareke olarak da bilinir. Süresi bitince çarpışmalar tekrar başlayacağı gibi her an bu anlaşmanın bozulabilmesi de mümkündür. Barış genel anlamda düşmanlığın zıddı olan politik duruma verilen isimdir.Devletler arası diplomasilerde birbirlerine göre durumlarının düşmanlık sıfatıyla tanımlanmadığı durumlarda bu terim kullanılır.Bu durumun oluştuğu taraflar müttefik devletler olarak adlandırılır. Sembolü güvercin kuşu olarak bilinir. Çeşitli resim yarışması konularına çok dahil olmuş bir konu olmakla birlikte geniş kapsamlı olduğu da söylenir. Portal (İnternet) Portal, diğer internet sitelerine bağlantıların, genellikle alfabetik olarak listelendiği site. Portal sözcüğü İngilizce kökenli olup ana kapı anlamına gelir. Pek çok içeriği bir arada bulunduran internet siteleri için kullanılır. İnternet ana kapılarında canlı haberler, söyleşi odaları, elektronik posta, alışveriş, çeşitli rehberler gibi birçok bölüm aynı anda yer alabilmektedir. Ana kapı kavramı ilk kez, 15 Temmuz 1996 tarihinde "MyYahoo!" kişiselleştirilmiş ana kapı hizmetinin devreye girmesi ile hayatımıza girmiştir. Bu sitede, kullanıcılar kendi ilgi alanlarına göre profil oluşturmakta ve bu profil doğrultusunda kendisine en güncel bilgiler aramaya gerek kalmadan ulaştırılmaktadır. Günümüzde yerli yabancı birçok örneği olan ana kapı siteler, Web 2.0. standartları dahilinde gelişmeye devam etmektedir. İnternet portalları diğer standart arama motoru özelliklerinin yanı sıra elektronik posta, haberler, borsa, eğlence gibi hizmetler de sunuyor. Ayrıca portallar, şirketlerin müşterilerine uygun çoklu uygulamalar ve veritabanları sağlamasının da bir yolu. Bunlara Excite, AOL, İGoogle, MSN, Netvibes ve Yahoo! gibi internet portallarını örnek verebiliriz. Hirfanlı Barajı ve Hidroelektrik Santrali Hirfanlı Barajı, Kırşehir (il)'inde, Kırşehir ile Şereflikoçhisar arasında, Kızılırmak üzerinde 1953-1959 yılları arasında inşa edilmiş olan, enerji üretimi ve taşkın kontrolü amaçlı bir barajdır. Kaya gövde dolgu tipi olan baraj 2.000.000 m³ gövde hacminde ve akarsu yatağından 78 metre yüksekliktedir. Normal su kotunda göl hacmi 5.980 hm³, normal su kotunda göl alanı 263,00 km²'dir. 128 MW güç kapasitesindeki HES (hidroelektrik santrali) yılda 400 GWh elektrik enerjisi üretimi sağlamaktadır. Türkiye'nin sayılı büyük boyutlu barajlarından birisidir. Els Segadors Els Segadors, Katalanların ulusal marşıdır. 1639-1640 yıllarında İspanya kralına karşı çarpışan Katalanların bağımsızlık mücadelesinden esinlenilmiştir. On dokuzuncu yüzyılda Katalan topraklarında sıkça söylenen bu marş, 1899 yılında modern sözlerine kavuşmuştur. İspanya İç Savaşı'nda da söylenegelmiş, 1993 yılında Katalanların ulusal marşı olarak kabul edilmiştir. Robert Falcon Scott Kaptan Robert Falcon Scott (d. 6 Haziran 1868, Davenport yakınları - ö. 29 Mart 1912), Antarktik yörelerinde iki sefere öncülük eden Kraliyet Donanması subayı ve kâşifi: 1901–04 Keşif Seferi ve tâlihsiz 1910–13 Terra Nova Seferi. Bu ikinci girişim sırasında Scott, Ronald Amundsen'in Norveç seferinden önce olmuşlar diye yalnızca bulmak için 17 Ocak 1912 tarihinde Güney Kutbu'na ulaşan beş kişilik bir ekibe önderlik etti. Dönüş yolculukları esnasında Scott ve yol arkadaşları, takâtsizlik, açlık ve aşırı soğuktan bütünüyle donarak hayatlarını kaybettiler. Keşif Seferini yönlendirme görevinden önce Scott, kariyer ilerletme fırsatlarının hem kıt hem de hevesle hırslı subaylar tarafından arandığı Britanya'yı, Viktoria barış döneminde bir deniz harp subayının basmakalıp kariyerini sürdürmüştü. Kutup keşfi için herhangi bir tercihin yerine, Scott'ın "Keşif" komutası için uygun düşmesine yol açan kişisel tercih şansıydı. Ancak bu adımı atmış olan, ismi, hayatının on iki yılı boyunca bağlı kaldığı çalışma sahası, Antarktik ile ayrılmaz bir biçimde ilişkili oldu. Ölüm haberini izleyen dönemde Scott, 50 yıldan daha fazla süredir devam eden bir konumda, simgesel İngiliz kahramanı oldu ve milletin karşısına dikilen birçok kalıcı anıtı yansıttı. 20. yüzyılın son yıllarında ise daha şüpheli bir yaşta efsanenin, onu ve arkadaşlarının yaşayanlarını bitiren afetin nedenlerine ve Scott'ın kişisel ortak sorumluluğuna toplanan ilgi olarak yeniden değerlendirmesi yapıldı. Önceleri çürütülemez bir pozisyondan Scott, yeterliği ve karakteri hakkında çıkan sorulara rağmen bir tartışma biçimi hâline geldi. 21. yüzyılda onun kişisel kahramanlığını ve acılara göğüs germesini vurgulayan fakat seferinin kaderi öncelikle şanssızlığı atfeden yorumcular, hatalarını tasdik ederken, daha olumlu biçimde Scott'ı genel olarak dikkate almışlardır. Devon, İngiltere, Devonport yakınında, Stoke Damerel'in Scott'ı, John Edward ile Hannah (née Cuming)'ın üçüncü çocuğu ve büyük oğlu Scott, 6 Haziran 1868 tarihinde doğdu. Babası bir biracı ve sulh hakimi olsa da ordu ve donanmada tam hizmet vermiş olan Scott'ın dedesi ve dört amcası, ailede deniz harp ve askerî gelenekler vardı. John Scott'ın zenginliği babasından miras alıp sonradan sattığı küçük Plymouth bira fabrikasının sahipliğinden gelir. Scott'ın donanma kariyerini yaptığı daha sonraki yıllarda aile, ciddi malî şanssızlıklar çekerdi fakat ilk çocukluk yılları huzurla geçirildi. Temmuz 1883'te Scott, 26 kişilik bir sınıfın içinde yedinci genel deniz yarsubayı olarak "Britanya"ya uğradı. Ekim ayına kadar deniz yarsubaylık yılları boyunca hizmet ettiği birkaç gemiden ilki; Cape filosunun amiral gemisi, HMS "Boadicea"ya katılmak için Güney Afrika yolunda bulundu. Mürcie Mürcie, (Arapça: المرجئة) bir İslam dini itikad mezhebi. Mürcie mezhebi ilk olarak üçüncü halife Osman zamanındaki kargaşalı dönemde ortaya çıkmıştır. Daha sonra Ali ile Muaviye arasında meydana gelen ihtilaf ve savaşlarda bazı kişiler görüş bildirmekten çekinmişlerdir. Haksız yere savaşmak İslam dininde bir "büyük günah"tır. Büyük günah işleyen kişinin durumu konusunda yorum yapmak istememişlerdir. Bu kişilerin arasında İslam tarihinin ünlü simalarından Sa'd bin Ebi Vakkas, Ebu Bekre, İmran bin Hüseyin ve Abdullah bin Ömer de vardır. Bu kişiler ortadaki ihtilafın taraflarından hangisinin haklı olduğu konusunda bir fikir belirtmemişlerdir. Zamanla söz konusu ihtilafların farklı bir yönü de gelişti; "büyük günah işleyenin durumu". Bu konuda o dönemde yeni yeni farklı görüşlere sahip farklı gruplar oluşmaya başlamıştı. İslam dininin siyasi mezheplerinden olan Hariciler, büyük günah işleyen bir kişinin kafir yani dinden çıkmış sayılacağını söylemiştir. İslam dininin bir itikadi mezhebi olan Mutezile ise bu kişilerin mümin (inanan) olmasalar da kafir de olamayacakları kararına varıp, büyük günah işleyen kişileri mümin ile kafir arasındaki bir mevkiye yerleştirmiş ve bu kişilere fasık demiştir. Müslümanların geri kalan çoğunluğu ise büyük günah işleyenin günahkar (günah işlemiş) bir mümin olduğunu, günahının cezasını eğer Allah affetmezse çekeceğini ama kafir olarak cezalandırılmayacağını öne sürmüşlerdir. Müslümanlar arasındaki ihtilaflar konusunda görüş belirtmeyen grupsa, ilk zamanlarda bu konuda da görüş belirtmemişlerdir. Fakat zamanla bu çekimser tavırları farklı bir boyut kazanır ve bir itikadi ekol oluşturur. Bu küçük grup zamanla "iman etmiş bir kişinin hangi günahı işlerse işlesin ceza çekmeyeceği" fikrini kabul etmiştir. Bu aşamadan sonra bu fikri ekole "Mürcie" ismi verilmiştir. Mürcie ekolünün temel esası kısaca; "iman ile günahın zarar vermeyeceği, küfür ile de sevabın fayda vermeyeceği"dir. Bu şu manaya gelir; eğer kişi İslam dinini benimsemiş ve bu dine bir kez inanmış ise, İslam dininin kurallarına karşı gelmesi önemli değildir. İnandığı için davranışları, kötü veya günah bile olsa, o kişi bu davranışları için (İslam dininin esaslarından olan) ahiret hayatında bir ceza almayacaktır. Aynı şekilde, Mürcie mezhebine göre, eğer kişi İslam dinine inanmıyorsa, inancı gerçek değilse, davranışları ne kadar iyi olursa olsun bu iyilikleri kişiye fayda etmez ve kişi ahiret hayatında cezalandırılır, azap çeker. Mürcie mezhebinin "iman etmiş kişiye günahları zarar vermez" düşüncesi Ehl-i sünnet'in temel görüşlerine terstir. Bu nedenle Ehl-i Sünnet'e bağlı alimler Mürcie'yi ikiye ayırır: "Sünni Mürcie" ve "Bid'atçı Mürcie". Bu âlimler, "Sünni Mürcie" ile ehl-i sünnet'in esaslarına bağlı kalan, günah işleyen iman etmiş kişinin İslam dinine göre ahirette günahı karşılığında cezalandırılacağına inanan Mürcie mezhebi mensuplarını kastederler. Bu grubu çoğunlukla Ehl-i Sünnet içinde sayarlar ve Mürcie olarak adlandırmazlar. Diğer grup olan "Bidatçı Mürcie"`yi ise iman etmiş kişiye günah işlemeyeceği fikirleri yüzünden tenkit eder ve genellikle "Mürcie" ismi ile bu grubu kastederler. Katolik Katolik, Roma Katolik Kilisesi'ne bağlı olan kişi. Papa'nın otoritesini kabul etmiş olan Uniat (Doğu Katolik) kiliseleri de bu gruba dahildir. Katolik sözcüğü, Yunanca "katholikos" (evrensel) kelimesinden türetilmiştir. Katolikler, Roma Katolik Kilisesi Mensubu olup, Hristiyan dünyasının en yaygın mezhebini meydana getirirler. Katolikler, bu akımın İsa'nın ilk havarilerinden Petrus tarafından kurulduğunu ileri sürerler. Uluslararası Temel ve Uygulamalı Kimya Birliği Uluslararası Temel ve Uygulamalı Kimya Birliği'nin (İngilizce: "International Union of Pure and Applied Chemistry" - IUPAC) amacı, üye ülkelerdeki kimyacılar arasında sürekli iş birliğini teşvik etmektir. Müzik Müzik ya da musiki, en genel tanımı ile sesin biçim ve anlamlı titreşimler kazanmış halidir. Başka bir deyiş ile de "müzik", sesin ve sessizliğin belirli bir zaman aralığında ifade edildiği sanatsal bir formdur. Biçim ve titreşim içeren bir ses oluşumunda melodi olarak kabul görmesi için dinleyende duygulara yönelik etkileşim yapması da beklenmektedir. Tarihsel dönem, bölge, kültür ve kişisel beğenilere bağımlı olarak ele aldığında müzik teriminin tanımı önemli farklılık gösterebilmektedir. Özellikle 20. yüzyıl ça
ğdaş Batı müziğinde ortaya çıkan çok farklı müzik akımları, ortak bir tanımı büyük ölçüde zorlaştırmaktadır. Bunun ötesinde, gittikçe daha fazla insanın erişme olanağı bulduğu farklı kültürlere ait yerel müzikler de bu tanımlama zorluğunu arttırmaktadır. Tüm bu sebeplerden dolayı, müziğin tek bir tanımla açıklanması yerine farklı açılardan (sosyolojik, psikolojik, akustik, politik ve benzeri) yapılan birden fazla tanımla açıklanması yaygınlık kazanmıştır. Bir sosyoloğun müziğe olan yaklaşımıyla, bir akustik fizikçinin yaklaşımı arasında gerek tanım, gerek metodolojik olarak büyük farklılık vardır. Tüm bu yaklaşımlar müzikologlar ve müzik teorisyenleri tarafından araştırılır ve değerlendirilir. Temel olarak dört ana unsurdan oluşur: Diklik, bir sesin ne kadar 'tiz' ya da 'pes' olduğunu ifade eder. Örneğin her nota ismi (Do, re, mi) farklı bir dikliğe sahiptir. Aynı nota isimleri de hangi oktavda bulunduklarına bağlı olarak farklı diklikleri hangi edebilirler. Akustik olarak birimi frekanstır. Yoğunluk, bir sesin gürlüğünü ifade eder. Müzikte nüans olarak da kullanılır (forte, piyano, fortessimo vb). Akustik olarak birimi desibeldir. Süre, bir sesin ne kadar sürdüğünü ifade eder. Müzikte ikinin katları biçiminde ifade edilir (birlik, ikilik, dörtlük, sekizlik) ancak nota değerlerinin yanlarına konan noktalar sürenin kendi değerinin yarısı kadar daha uzamasını sağlar. Tını, bir sesin rengini ifade eder. Örneğin aynı oktavda aynı notayı aynı yoğunlukta ve aynı uzunlukta çalan bir kemanla bir flüt arasındaki fark tını farkıdır. Dört özellik içinde en karmaşık olan özellik budur. Akustik olarak tını, sesin doğuşkan (harmonik) yapısına bağlı olarak değişir. Müzik konusunda en büyük sıkıntı, müziğin bilimsel yönleriyle yeteri kadar tanıtılamamasıdır. İnsanların günlük hayatta bile sürekli iç içe oldukları bu olguya bilimsel yaklaşmak faydalı olabilir. Müziğin tanımıyla ilgili şu görüşler vardır : Eski Yunan Felsefesinde müziğin etkisi yoğun olarak görülür. Nitekim; "Musiki-musika-muzika-müzik" kelimeleri Yunanca kökenlidir. Yunan alfabesinde "m-o-u-s-a" harfleriyle yazılan ve musa diye okunan peri anlamındaki kelimenin sonuna gelen –ike veya –ika takısı, o kelimeye konuşulan dil anlamını kazandırır; Elenika (Yunanca), Turkika (Türkçe), İtalika (İtalyanca) örneklerinde olduğu gibi. Musa’ya eklenen –ike takısı, peri sözcüğüne de perilerin konuştuğu dil anlamını verir. (ta musiké) Mûsikiye daha sonraları toplumumuzda İslâmi terimle meleklerin dili denilmiştir. (Elest bezmi’nin avazesi) Bu durum, müziğe eski çağlardan itibaren batıda da doğuda da tanrısal özellikler atfedildiğini gösterir. Müzik; hem bir sanat hem de bir bilimdir. Duygusal olarak algılanışının yanı sıra akıl ile de kavranabilir. Bu özelliği ile bireyin ve toplumun duyuş ve biliş açısından durumunu belirlediği gibi, gelişim ve değişimini de sağlayan organik bir yapıdır. Sesin en güzel şekli müzik ile dile gelir. Resim, renklerin birleşmesinden; şiir, kelimelerin kaynaşmasından nasıl oluşuyorsa; müzik de seslerin, duygu, düşünce ve heyecanımızı anlatmak üzere belli bir estetik anlayışına göre seçilip işlenmesinden oluşmaktadır. Müzik türü ya da stili (genre), belirli bir şekil, ifade ve tekniğe göre gelişen müzik eserleri topluluğunu temsil eder. Müzik tarzı, müzik çeşidi ve benzeri birçok terim ile aynı olduğu düşünülse de müzik türü ya da stili daha geniş ve net bir terminoloji olarak karşımıza çıkmaktadır. Bireylerin eğitimsel sürecinde de müzik önemli yer tutmakta, duyuşsal ve bilişsel yönden geliştirmektedir. Doğumdan itibaren insanlar duyuş yeteneği kazanmakta, çevrede var olan sesleri belleğine yerleştirmektedir. Müzik, özellikle ilköğretim döneminde çocuklara bilimsel olarak kazandırılmalı ve duygu dünyalarına düzenli olarak yerleştirilmelidir. Gelişme; organizmanın büyüme, olgunlaşma ve öğrenmenin etkileşimiyle sürekli olarak ilerleme kaydeden değişmesidir. Gelişme, ürün olarak ele alındığında gelişim bu ürünün süreç yönü ile tanımlanabilir. Gelişim, organizmanın var olmasından başlayarak bedensel, zihinsel, duygusal, sosyal yönden belli koşulları olan ve en son aşamasına ulaşıncaya kadar sürekli ilerleme kaydeden değişimidir. Gelişme, olgunlaşma ve öğrenme etkileşimlerinin bir ürünüdür. Gelişim ise süreçtir. Olgunlaşma ve öğrenme olmadan gelişim sağlanamaz. İnsanların olgunlaşmasında müzik önemli yer tutmaktadır. İnsanlar müzikle erken yaşlarda tanışmaktadırlar. Çocukların, okul yaşantısıyla da desteklenen müziksel yaşantıları, kendilerini müziksel işitme, müziksel söyleme, müziksel çalma ve müziksel beğeni davranışlarıyla boyutlandırmaktadır. Teknolojinin günümüze çok katkısı vardır. Birçok müzisyenler bu değişimden etkilenmiştir ve teknoloji müziğe çok büyük derecede katkı sağlamıştır. Son yıllarda müzik kaydı için oluşturulan stüdyolarda büyük değişimler yaşandı. İlk müzik kayıt aleti olan "phonautograph"ın patenti, 25 Mart 1857 yılında Parisli Edouard-Leon Scott de Martinville tarafından alındı. Alexander Graham Bell, 1874'te kendi "phonautograph"ı ile çıkageldi. Bu makine insan kulağının sesleri duyma yönteminin taklit edilmesiyle yapılmıştı. 1877'nin sonuna doğru, Edison, fonografı icat etti. 1886'daysa Charles Sumner Tainter ve Chichester Bell, Edison'un fonografını geliştirerek gramafonu ortaya çıkardılar. 1924'te, insanlar mekanik kayıt araçları yerine Western Electric Company'nin yeni teknolojisini kullanarak yeni kayıt cihazları yaptılar. Bunlar, sesi daha gür ve cızırtısız kaydedebiliyorlardı. Bugünlerde kullanılan manyetik kayıt, 1890'da Valdemar Pousen tarafından ortaya çıkarıldı. Telgraphone da bu yeni sistemin ilk çocuğuydu. 1930'ların sonuna doğru, çok uzun kayıtlar yapabilen ve çoğu koşulda çalışabilen "magnetophone", kayıt aletleri piyasasını etkilemiştir. İlk ortaya çıkan ses depoları, analog depolama aygıtlarıydı. İlk başta Fonograf olarak ortaya çıkmışlar ve sonra manyetik kullanılarak üretilmişlerdir. Sonra ortaya sayısal (dijital) depolar çıkmıştır. Sayısal depolama aygıtları da iki şekilde çalışıyordu: Optik ve manyetik. Bu yeni ses depoları, sadece boy küçülterek kullanım kolaylığı sağlamamış, aynı zamanda müziğin paylaşımına yardımcı olmuştur. Nizip Nizip, Gaziantep'e bağlı ilçe. Gaziantep ilinin en büyük ilçesidir. Nizip ilçesinde tarım ve tarıma dayalı sanayi oldukça gelişmiştir. İklim olarak karasal iklim görülür. Antep fıstığı ve Zeytin bahçeleri yaygındır. Bu bahçelerden toplanan Antepfıstığı ve Zeytin Meyveleri işlenmeden piyasaya sürülemez. Bunları işleyecek 100'den fazla orta ölçekli fabrika ve işletme mevcuttur. Karasal iklimde yetişen zeytinlerin aroması ve kokusu çok yoğundur. Nizip ilçesinde toplanan zeytinlerin kendine özgü aroması vardır. Bu zeytinyağından elde edilen sabunları meşhurdur. 1960'lı yıllarda Türkiye'nin Sabun ihtiyacının %90'ı Nizip ilçesindeki Sabun Fabrikalarında üretilmekteydi. Zeugma, diğer adıyla Belkıs harabeleri ilçeye 8 km uzaklıktadır. Nizip ilçesinin tarihi MÖ 2000 yılına kadar gider. Eski Hitit zamanında (M.Ö. 18. yüzyılda) I. Mursil, M.Ö. 13. yüzyılda İmparatorluk Hititleri zamanında daŞuppilulluima tarafından Hitit devletine bağlanmıştır. 1517 yılında Yavuz Sultan Selim Nizip'i Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katmıştır. İlçe, Fırat nehrinin meydana getirdiği Orta Mezopotamya havzasındadır. Gaziantep-Nusaybin demiryolu diğer bir deyişle Bağdad Demiryolu ve E-90 karayolu ile Çukurova Otobanı da ilçeden geçer. Gaziantep İli, Nizip İlçesi'nin 10 km. doğusundaki Belkıs Köyü'nde, Fırat Irmağı kıyısında, Zeugma Antik Kenti bulunmaktadır. Tarih öncesi çağlardan beri kesintisiz iskan gösteren bu yerleşimin önemi, Fırat Irmağı'nın en kolay geçit verdiği iki noktadan birisinde olmasıdır. Zaten "Zeugma" adı da "köprübaşı" veya "geçit yeri" gibi bir anlam taşımaktadır. Günümüzde, üzerinde fıstık ağaçlı yetişmiş bulunan, 3-4 metre kalınlığında toprak tabakasıyla örtülüdür. Yaklaşık 20 bin dönümlük bir arazi üzerine kurulmuş olan bu antik kentin 1/3'ü, su tutulması Ekim 2000'de tamamlanmış olan Birecik Barajı göl alanı altında kalmıştır. İlçenin merkezi ile birlikte 5 belediyesi ve 79 köyü bulunmaktadır. Yerleşim genel olarak topludur. İlçe merkezinde planlı bir şehirleşme vardır. İlçede bir devlet hastahanesi, 3 özel hastahane,10 sağlık ocağı, 19 sağlık evi, SSK sağlık istasyonu, ana çocuk sağlık ocağı, aile planlama merkezi, verem savaş dispanseri bulunmaktadır. Merkezde bir tane fen lisesi,bir sosyal bilimler lisesi,7 tane Anadolu lisesi, ticaret lisesi, kız meslek lisesi, sağlık meslek lisesi, imam hatip lisesi kız imam hatip lisesi Endüstri meslek lisesi ve 3 adet özel lise vardır. Yatılı ilköğretim bölge okulu olmak üzere kasaba ve köylerdeki toplam 121 ilk ve orta dereceli okulla eğitim öğretim hizmeti verilmektedir. Bunlardan 2 tanesi özel okuldur Gaziantep Üniversitesi'ne bağlı Meslek Yüksek Okulu da ilçededir. Halk Eğitim Merkezi bünyesinde biçki-dikiş, makina nakışı, halıcılık ve konfeksiyon kursları, hat kursu, kasaplık kursu, Arapça ve İngilizce kursları açılmaktadır. Bir grup öğretmenin kurduğu "Bağbozumu Tiyatro Grubu" ilçede faaliyet göstermektedir. Şehirde parklar geniş alan kaplamaktadır. Bunların en meşhuru Osmanlı Parkıdır. Nizip tarıma dayalı sanayi ve ticaret bölgesidir. Sabun, Antep fıstığı, zeytin, mercimek, buğday, arpa ve bağcılık faaliyetleri üzerine kurulu çeşitli sanayi kuruluşları ilçeyi ekonomik yönden canlı tutmaktadır. Özellikle zeytinyağı üretimi yaygındır. İlçenin 10 km kuzey doğusunda Belkıs (Zeugma) şehri kalıntıları bulunmaktadır. İlçede Karpuzatan mesire yeri, eski kilise, Taşbaş dağı gezilip görülebilecek yerlerdendir. İlçe merkezinde yeni park ve dinlenme alanları bulunmaktadır. Birecik Barajı civarına yapılan seyir tepesi ve mesire alanı gezilebilecek yerler arasındadır. Yine taşbaş mesire alanı da gezilebilir. Ayrıca belkıs zeugma harebelirinin kıyısından başlayarak şanlıurfaya baglı olan Halfeti ilçesine Fırat nehri üzerinde vapur ile turlar düzenlenmektedir. Hidayet Şefkatli Tuksal Hidayet Şefkatli Tuksal (d. 19
63, Ankara) muhafazakâr feminist yazar. 22 Temmuz 2016'tan beri Serbestiyet'te yazmaktadır. İlk ve orta öğrenimini, çeşitli okullarda tamamladıktan sonra, 1980-1985 yılları arasında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde yüksek öğrenim gördü. 1998 yılında Hadis Anabilim Dalında "Kadın Aleyhtarı Rivayetler Üzerinde Ataerkil Geleneğin Tesirleri" konulu teziyle doktorasını verdi. 1994 yılından beri Başkent Kadın Platformu'nun aktif üyesidir. Halen İslam ve kadın sorunları üzerinde çalışmalarını sürdürmektedir. Star gazetesinde yaklaşık iki yıl yazarlık yaptı. 21 Ocak 2011'de ‘Hak sillesiyle uyarıyorum’ başlıklı yazısında Başbakan Erdoğan'ı eleştirdi. Kısa süre sonra, 11 Şubat'ta gazeteden ayrıldı. Erdoğan'ı eleştiren yazısı sebebiyle gazeteyle yollarını ayırdığı iddiaları medyada dile getirildi ancak Tuksal kendi isteğiyle ayrıldığını söyledi. Mart 2014'teki tape depremi sırasında bu iddialar yeniden dile getirildi. Bu defa da Erdoğan'ın, Star'ın Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu'nı arayarak Tuksal'ı kovdurduğu iddia edildi. Ancak Tuksal, gazeteden kendi isteğiyle ayrıldığını tekrar belirtti. 7 Haziran 2012 yılında "Taraf" gazetesinde yazmaya başlamış ve 2 Mayıs 2013 tarihinde, 23 yazarla birlikte bu gazeteden istifa etmiştir. Ersen Ersen, bir erkek ismi, şu anlamlara gelebilir: Levent Kırca Zeki Levent Kırca (28 Eylül 1950, Samsun - 12 Ekim 2015, İstanbul), Türk komedyen, tiyatro ve sinema oyuncusu. Aydınlık Gazetesi yazarlığı ve Vatan Partisi'nin Merkez Yürütme Kurulu üyeliği yapmıştır. Sanatçının ikisi ilk eşinden, ikisi de Oya Başar'dan olan 4 çocuğu vardır. 33. Türkiye Hükûmeti'nde Kültür Bakanlığı'nın tavsiyesiyle verilmeye başlanan Devlet Sanatçısı unvanına 1998'de lâyık görülen sanatçının bu unvanı 63. Türkiye Hükûmeti tarafından geri alındı. İlk kez 1964'te Ankara Devlet Tiyatrosu'nda sahneye çıktı. Ankara Birlik Tiyatrosu ve Halk Oyuncuları'nda çalıştı. "Nasreddin Hoca Oyun Treni", "Siz Olsaydınız Ne Yapardınız?", "Bu Oyun Nasıl Oynanmalı?", "Sağlık Olsun!", "Ne Olur Ne Olmaz" gibi televizyon dizilerinin yapımcılığını üstlendi. 1978'de "Altınşehir" adlı filmle sinemaya geçti. "Ne Olacak Şimdi?" ve "Mavi Muammer" adlı filmlerde oynadı. Hodri Meydan Topluluğu adlı Tiyatro Grubu'nu kurdu. Eski eşi Oya Başar ile birlikte "Güzel ve Çirkin" ve "Sefiller" adlı oyunları sergiledi. "Üç Baba Hasan", "Kadıncıklar" adlı oyunları sergiledi. 1988'de başlayıp 22 yıl süren Olacak O Kadar adlı televizyon programını hazırladı. İlk sinema yönetmenlik denemesini "Son" adlı filmle yaptı. Daha sonra "Şeytan Bunun Neresinde" adlı filmi yönetti. 1998 yılında 33. Türkiye Hükûmeti'nde Kültür Bakanlığının tavsiyesiyle verilmeye başlanan Devlet Sanatçısı unvanına lâyık görülmüş Kırca'nın bu unvanı Nisan 2015'te geri alındı. Saint Petersburg Bal Mumu Heykelleri Müzesi'nde heykeli olan nadir Türk sanatçılardan olup 2011 yılında Karımın Dediği Dedik Çaldığı Kontrbas isimli komedi dizisine başlamıştır, fakat reyting alamadığından dolayı dizi dört bölüm sürmüş ve bitmiştir. Beykent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde öğretim üyeliği yapmış, Levent Kırca Mart 2009 Belediye Seçimleri için Demokratik Sol Parti'den Üsküdar Belediye Başkanlığı için aday olmuştur; fakat 4. sırayı alarak kazanamamıştır. 2011'den itibaren "Aydınlık" gazetesinde köşe yazarlığı yapmış, 2013 yılının Ocak ayında ise "Ulusal Kanal" genel müdürlüğü, daha sonra Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini üstlenmiştir ve son olarak 30 Mart 2014 günü yapılan Mahalli İdareler Seçiminde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına İşçi Partisi'nden adaylığını açıklamıştır. 15.232 (%0.2) oy alarak 8. sırada yer almıştır. 2015 yılında yakalandığı karaciğer kanseri nedeniyle kemoterapi tedavisi görmekte olduğu Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 12 Ekim 2015 gecesi saat 02.40'ta yaşamını yitirdi. Cenazesi, 13 Ekim 2015 Salı günü Levent Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedilmiştir. F klavye F klavye, Türkçe için özel olarak geliştirilmiş bir klavye çeşididir. 20 Ekim 1955 tarihinde Bakanlıklararası Standardizasyon Komitesi tarafından onaylanmış ve bu tarihten itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Türkçe için ideal bir klavye çalışmalarına başlayan ilk isim, bu çalışmaları Millî Eğitim Bakanlığı ile iş birliği içinde gerçekleştiren daktilo öğretmeni İhsan Sıtkı Yener'di. Bu sıralarda Ankara Üniversitesi ile New York Üniversitesi arasındaki iş birliği anlaşması çerçevesinde Türkiye'ye gelen Anthony R. Lanza ile Edwark Tutark Jr. de bu çalışmalara dahil oldu. New York Üniversitesi'nden gelen ekip yaptığı çalışmaları, finansmanlarını sağlayan Uluslararası İşbirliği İdaresi için yazdığı raporda özetledi. II. Dünya Savaşı sonrasında, Amerika Birleşik Devletleri tarafından on altı ülkeye ekonomik destek sağlamayı öngören Marshall Planı çerçevesinde ülkenin yapacağı yardımları organize eden teşkilatların amacı, ekonomik yönden Türkiye'yi ileri götürecek projeleri desteklemekti. Hazırlanan rapora göre Türkçe yazıma uygun bir klavyenin geliştirilmesi ve bunun standart olarak kullanılması durumunda yılda 43.500 Türk lirası tasarruf edilecekti. Bu klavyenin oluşturulması için kurulan iki komisyondan ilki Türkçedeki harf sıklıkları ve ardışıklıkları, ikincisi ise parmakların fiziksel özelliklerini inceleyerek dizilimi konusunda çalıştı. Çalışmalar sonucunda hazırlanan klavye önce Devlet Malzeme Ofisine sunuldu. 20 Ekim 1955'te ise Bakanlıklararası Standardizasyon Komitesince bu klavye onandı. Türkiye'deki tüm daktilo makinelerinin Milli Klavye'ye dönüştürülmesi, 1963 yılında Gümrükler Kanunu'na eklenmesi ve 1974 yılında Türk Standartları Enstitüsü tarafından "zorunlu standart" olarak onanmasıyla kesinleşti. Yıllar süren çabalara karşın Q klavye karşısında yaygın kullanılır hâle gelmedi. 10 Aralık 2013'te Başbakanlık tarafından Resmî Gazete'de yayımlanan bir genelgede, Türkçeye en uygun klavye olmasından ötürü F klavyenin kamu kurum ve kuruluşlarında yaygınlaştırılması için talimat verilerek, kamu kurum ve kuruluşlarında 2017 yılı sonuna kadar klavyelelerin F klavyeye dönüştürülmesinin sağlanacağını bildirdi. 1957 yılından bu yana yapılan ve Türkiye'nin katıldığı uluslararası klavye ile hızlı yazma yarışmalarında, f klavye ile 25 rekor ve 59 dünya şampiyonluğu elde edilmiştir. F klavye, Türkçe için özel olarak geliştirilmiş bir klavye olduğundan Türkçe bir metni bu klavyede yazmak, Q klavyede yazmaktan daha kısa sürer. F klavyede Türkçede çok kullanılan harfler parmaklara daha uygun yerlere yerleştirilmiştir. Art arda gelen harflerin yazım hızı da farklı parmaklara dağılımı daha iyi olduğundan standart Q klavyeye göre daha yüksektir. Q klavyede hızlı yazılamamasının temel nedeni bu klavyenin İngilizceye özel hazırlanmış olması değil, daktilonun harf çubuklarının hızlı yazmada sıkışmaması için tasarlanmış olmasıdır. Ayrıca, parmakların klavyede harften harfe geçerken kaybettiği zamana ilişkin yapılan simülasyonlarda, F klavyenin Q klavyeden ortalama %11 daha hızlı olduğu saptanmıştır. Yine aynı araştırmada, günümüz Türkçesine göre F klavye'de birkaç tuşun yeri hafifçe değiştirilirse Q klavye'ye göre %46 daha çabuk yazılabileceği de görülmüştür. Türk Alfabesinde resmi olarak bulunmadığı halde W, Q ve X harfleri tıpkı Q klavyede olduğu gibi F Klavyede de bulunur. E klavye Mehmet Yazar Mehmet Yazar, (d. 1936, Kayseri, Türkiye), Türk siyasetçi. İTÜ Makina Mühendisliği Fakültesini bitirdi. 1985 yılında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanlığını bırakarak DYP’nin ilk kongresinde Süleyman Demirel’in arka planda desteklediği "emanetçi başkan" Hüsamettin Cindoruk'e karşı genel başkanlık yarışını kaybetti.1986'da kısa ömürlü Hür Demokrat Parti'yi kurdu ve genel başkanlığına seçildi, aynı yıl içinde HDP kendini feshederek ANAP'a katıldı.Daha sonra ANAP’a katılan Yazar, XVIII. Dönem Kayseri Milletvekili seçildi. Turgut Özal ve Yıldırım Akbulut hükümetlerinde Devlet Bakanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı görevinde bulundu. Yazar, 24 Mart 1990 günü, Bilkent Üniversitesi’nde okuyan kızı Sema’yı trafik kazasında kaybetmesinin ardından hem siyaseti, hem de iş hayatını noktaladı. Yazar, kızının anısına Sema Yazar Gençlik Vakfı’nı kurarak kendisini eğitim ve sağlık konusuna adadı. Yazar, vakfın kuruluşunun hemen ardından Kayseri’de Mustafa Yazar İlköğretim Okulu, Sema Yazar İlköğretim Okulu, Sema Yazar Orta Okulu Sema Yazar Anadolu Lisesi,Sera Acil Yardım ve Afet Koordinasyon Merkezi Antalya Akdeniz Meslek Okulu Eğitilebilir Çocuklar Ünitesi, Antalya Sema Yazar Kamu Sağlığı Merkezi, Hayri Haseki Aile Sağlığı Merkezi, Servet Yazar Aile Sağlığı Merkezi, Erciyes Sağlık Merkezi'ni kurdu. Ankara ve Kayseri'de Sema Yazar Parkları ve Ankara'da Sema Yazar Ormanı'nı halka sundu. Sema Yazar Vakfı her yıl başarılı üniversiteli öğrencilere eğitim bursu veriyor. Kübra Yazar'la evlidir ve kızları Yasemin Yazar'dan Sera isimli torunları vardır. Sünnilik Sünnilik ya da Ehl-i Sünnet (Arapça: أهل السنة والجماعة, Ehl'es Sunne vel-Cemaat), İslam dininin sünnet doktrinine dayalı, günümüzde Dünya üzerindeki iki büyük kolundan biri ("diğeri Şiîlik") ve % 83'lük bir oran ile en büyük mensubunun bulunduğu mezhepler grubudur. Zaman zaman Sünnî İslam veya Sünnî mezhebi ifadesi de kullanılır. Sünnî ekol, kendi içerisinde günümüzde yaşayan iki inanç mezhebi (Mâtürîdîlik - Eş'ârîlik), dört fıkıh mezhebini (Hanefilik, Şafiilik, Malikilik, Hanbelilik) içermektedir. Sünni fıkıh mezhepleri Hanefi, Şafiî, Maliki ve Hanbelî mezheplerinden oluşur. Bu dört mezhepten ilki olan Hanefî mezhebi Mâtûridîlik'e bağlı iken Şâfiî ve Mâlikîler Eş'ârîye bağlıdırlar. Ehl-i Sünnet'in İtikadi mezhepleri olan Eş'ârî ve Mâtûridî mezhepleri arasında inançsal açıdan önemli bir farklılık yoktur. İtîkât düzeyindeki farklılıklar sadece teferruattan ibârettir; ama fıkhi konularda yani uygulama ve ibadetlerde dört fıkhi mezhep arasında bazı farklılıklar görülür. Hanbelî mezhebinden ayrılan İbn-i Teymiyye ve İbni Kayyım el Cevziyye gibi alimlerin fıkhi
görüşleri günümüzde, 18. yüzyılda Arabistan'da dinsel ve siyasal bir hareket olarak ortaya çıkan Vahhâbîlik çerçevesinde yorumlanmış biçimiyle varlığını sürdürmektedir. İbn-i Teymiyye'nin görüşlerini daha aşırı yola sokan Suudi Arabistan Vahhabileri'dir. Vahhabiler'in bazı itîkâdî inançları Ehl-i Sünnet'ten farklıdır. Bu sebeple Sünniler, Vahhabileri Ehli Sünnet'ten saymazlar. Sünni mezhepler (fıkıh okulları) dört tanedir: Bu dört Sünni fıkıh okulu dışında da fıkıh okulları olmasına karşın daha az sayıda izdeşe sahip olmuş ve diğer dört mezhep dışında daha az tanınmışlar ve zamanla yok olmuşlar ve izdeşleri tarafından kayıt altına alınamamışlardır. Sünniler, her Müslümanın bu mezheplerden birini benimseyip, uygulamalarını seçtikleri bu mezhebe göre yapmaları gerektiğine inanırlar ve mezheplerin birleştirilmesi denen "Telfik-i Mezahib"i uygun (caiz) görmezler. Kur'an'ın İslam dinindeki yeri tüm Müslüman gruplarca benimsenmekle birlikte hadis konusunda çeşitli İslami grupların farklı anlayışlara sahip oldukları bilinmektedir. Hadisler İslamiyetin ilk dönemlerindeki peygamber ve yakınlarının ibadete, muamelat denilen dindeki çeşitli konulara ilişkin görüş ve davranışları yansıtan kayıtlardır. Müslüman bilginler peygamberin vefatından sonra İslam toplumunun karşı karşıya kaldığı sorunlara Kur'an'dan ve sünnetten sonra üçüncü kaynak kabul edilen Hadislerden delillerle çözüm getirmeye çalışmışlardır. Sünnilik, Şiiliğin aksine Muhammed döneminde yaşamış peygamberin yakınındaki tüm arkadaşlarına (Sahabi denir) dinin güvenilir kaynağı olarak yaklaşmakta olduğundan çeşitli Hadis bilginlerinin hadis kriterlerine uygun buldukları tüm hadisleri hangi sahabe kanalıyla gelirse gelsin kabul etmektedir. Yine Sünnilik ilk dört halifeyi (Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali) Muhammed'den sonra gelen güvenilir ve tazime layık dini kişilikler olarak kabul ederler. Oysa Şiiler ilk üç halifeyi (Ebu Bekir, Ömer ve Osman) Ali'nin elinden halifeliği çeşitli yollarla gasp etmiş kişiler olarak bakıp tazim göstermezler. Şiilerin bir kısım sahabeyi güvenilmez kabul edip sadece on iki imamdan gelen hadisleri doğru ve güvenilir (sahih) kabul etmesine karşılık Sünniliğin güvenilirliği tüm sahabeyle genişlettirmesi her iki grubun hadis külliyatlarında bir kısım farklılıklar bulunmasına yol açmıştır. Sünni İslam anlayışında peygamberden aktarıldığı güvenilir (sahih) kabul edilen Kutub-i Sitte diye tanımlanan hadis kitapları şunlardır: Daha az bilinmekle birlikte kabul edilen diğer hadis kaynakları ise şunlardır: Batman Batman, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde Batman ili'nin ve merkez ilçe'nin yönetim merkezi olan şehirdir. Gercüş, Hasankeyf, Beşiri, Kozluk ve Sason ilçeleri bulunmaktadır. Nüfusu hızla artan şehir; sanayi, petrol ve inşaat sektörünün de gelişmesiyle bölgede güçlü konuma sahiptir. Nüfusun çoğunluğunu çevre il ve ilçelerden göçmüş insanlar oluşturmaktadır. Eylül 2016'da "PKK-KCK'ya yardım ve destek verdiği gerekçesiyle, haklarında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar kapsamında" kanun hükmünde kararname ile görevinden uzaklaştırılan eş belediye başkanları Sabri Özdemir ve Gülistan Akel'in yerine vali yardımcısı Ertuğrul Şeref Aksoy atandı. Boğaziçi Boğaziçi, İstanbul'da, İstanbul Boğazı ile iki kıyısını içine alan kent parçası. Sahil şeridindeki semtler Avrupa yakasında, Ortaköy, Kuruçeşme, Arnavutköy, Bebek, Rumelihisarı, Baltalimanı, Emirgan, İstinye, Yeniköy, Tarabya, Kireçburnu, Büyükdere ve Sarıyer'dir. Anadolu yakasında ise Kuzguncuk, Beylerbeyi, Çengelköy, Vaniköy, Kandilli, Anadolu Hisarı, Kanlıca, Beykoz bu bölgededir. Boğaziçi bölgesinde emlak fiyatları genellikle İstanbul ortalamasının çok üstündedir. Bu yüzden sahil şeridinde köşkler görmek diğer yerlerden daha mümkün bulunmaktadır. Boğaziçi Üniversitesi ismini bu bölgeden almaktadır. Timur Selçuk Timur Selçuk, (d. 2 Temmuz 1946 İstanbul). Türk pop müzik yorumcusu, piyanist, ve besteci. Türk sanat müziği bestecisi Münir Nurettin Selçuk'un oğludur. Beş yaşında piyano çalmaya başlamış, yedi yaşında ilk konserini vermiştir. Galatasaray Lisesi mezunudur. Aynı zamanda İstanbul Belediye Konservatuvarı piyano bölümüne de devam etmiştir. Paris'teki École Normale de Musique de Paris'de bestecilik ve orkestra yönetimi bölümünden mezun olduktan sonra 1975'te Türkiye'ye dönmüştür. "Ayrılanlar İçin", "Sen Nerdesin", "Beyaz Güvercin" ya da "İspanyol Meyhanesi" gibi parçaları bu dönemimin şarkılarıdır. Ümit Yaşar Oğuzcan,Orhan Veli, Attilâ İlhan ve Nâzım Hikmet'in şiirlerinden bestelediği şarkıları seslendirmiş, 1976'da İstanbul Oda Orkestrası'nı ve kendi öğrencilerini yetiştirdiği Çağdaş Müzik Merkezi'ni kurmuştur. Ankara Sanat Tiyatrosu'nda 10 yıl çalışmış, Bilgesu Erenus'un "Nereye Payidar" oyunu için besteler yapmış, Uğur Mumcu'nun Sakıncalı Piyade'sinin müziklerini yapmış, ayrıca "804 İşçi", "Ferhat ile Şirin", "Şeyh Bedrettin Destanı", "Tak-Tik", "Küçük Adam Ne Oldu Sana", Rumuz Goncagül ve "Galilei-Galileo" adlı oyunların müziklerini yapmıştır. "Sarıpınar 1914", "Üç İstanbul", "Cahide", "Hakkari'de Bir Mevsim" gibi filmlere de fon muziği bestelemiştir. 1998 yılında Kültür Bakanlığı'nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını almıştır. Bitlis Bitlis, (Osmanlıca: بدليس / "Bidlis" Kürtçe "Bedlîs", Ermenice: "Baghaghesh" veya "Baghesh") Bitlis ilinin merkezi olan şehirdir. Merkez ilçeye bağlı üç bucak vardır. Doğu Anadolu Bölgesi'nde yer alan Bitlis'i, güneyden Siirt, batıdan Muş, kuzeyden Ağrı illeri ve doğudan Van Gölü çevreler. Bitlis, Kaleleri ve İslam eserleriyle önemli bir ildir. Tarihçiler Bitlis tarihini değişik zamanlardan başlatmaktadırlar. 5000 yıllık, 7000 yıllık tarih gibi. Gerçekte Bitlis tarihi Neolotik Çağ dediğimiz Yenitaş dönemine kadar uzanmaktadır. Bitlis ve yöresinin yazılı tarih öncesi oldukça karanlıktır. En önemli nedenleri yüzeydeki buluntuların az olması ve bugüne kadar gerçekçi bir arkeolojik çalışma yapılmamasıdır. Bitlis ili sınırları içerisinde bulunan Süphan ve Nemrut Dağı dağlarındaki obsidyen (doğal cam yatakları), doğrudan olmasa bile dolaylı olarak bu yöre tarihinin Neolitik dönemine kadar çıktığını göstermektedir. Obsidyen yataklarından elde edilen doğal camın yontucu, kesici, kazıyıcı olarak çevredeki yerleşim yerlerinde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Yine yapılan çalışmalar sonucunda o döneme ait ticaret yolu Van Gölü'nün doğusundan güneye (bugünkü Van ili sınırları içerisinde bulunan Kalkolitik – Maden Dönemi – yerleşme alanı olan Tilkitepe), batıda ise Diyarbakır il sınırlarına (Ergani yakınındaki çanak-çömleksiz bir Neolitik yerleşme yeri olan Çayönü) dek uzanmaktadır. 1891 yılı Osmanlı nüfus sayımına göre Bitlis'te yaşayan kişi sayısı 75.760 kişidir. Bunların çoğunluğu Türkmenler ve Kürtlerden oluşmaktadır (44.467 kişi). Bitlis'teki en önemli azınlık ise 30.445 kişilik nüfusları ile Ermenilerdir. Ermenilerin toplam nüfus içindeki payları belirtilen yıllarda %40'ı bulmaktadır. Bitlis geneli dağlar ve platolardan oluşmaktadır. Bu nedenle hayvancılığa daha elverişli bir kenttir.Karasal iklimi ise sert bir şekilde yaşadığından palmiye benzeri geniş yapraklı ağaçlar burada yetişemezler. 2014 yerel yönetim seçimlerini BDP'nin adayı Hüseyin Olan kazandı. 26 Kasım 2016 tarihinde İçişleri Bakanlığınca görevden uzaklaştırılan Bitlis Belediye Başkanı Hüseyin Olan'ın yerine, 27 Kasım'da Bitlis Valisi olan Ahmet Çınar başkanvekili olarak atandı. Ehl-i beyt Ehli Beyt (Arapça: أهل البيت), "ev halkı" anlamına gelen ve Muhammed'in ev ahalisini tanımlamak için kullanılan İslami terim. Ehli Beyt'deki, ehl ile ahali aynı köktendir. Kişiler demektir. Beyt ise ev demektir. Yani ev ahalisi manasına gelir. İslam peygamberi Muhammed'in ev ahalisi için kullanılan bir terimdir. Ehli Beyt deyimi Kuran'da da geçer. Ehli beyt'ten olmak İslam toplumunda özel bir statü ve seçkinlik anlamına geldiği gibi Şii İslam toplumunda kendilerine özel bir gelir tahsis edilmiştir. Sünniler ehli beyti genel olarak peygamberin hanımları, çocukları ve torunlarından oluşan, saygı duyulan bir topluluk olarak ele alırlar. Şiilikte ise bu toplum halifelik, yönetim hakları, görüşlerinin eleştirilemezliği, masum oluşları, dünya ve ahiretteki statüleri ve yer yer insanüstü özellikler barındıran mistik yönleriyle bir üst katman şeklinde değerlendirilirler. Sünnilik ile Şiilik arasında bir anlayış farkı da bu kavramın kapsamı ile ilgilidir. Sünnilikte kesin hatlarla çerçevesi çizilmeyen bu kavram Şiilere göre İslam peygamberi Muhammed , Ali, Fatıma Zehra, Hasan ve Hüseyin ve onların soyundan gelen 12 imamları kapsar. 12 İmam: SP İslam tarihi İslam tarihi, İslam dininin 7. yüzyılda ortaya çıkışından ve İslam Devleti'nin kurulmasından başlayarak modern zamanlara kadar uzanan süreçte, İslam dini, İslam dinini benimseyen bölge ve toplumlar ile bu toplumların İslam çatısı altında ortaya koyduğu şeyleri barındıran tarih kolu. İslam tarihi, İslam inancını hem bir din hem de bir toplumsal müessese olarak ele alır ve sonuç, olay ve keşifleri bu bağlamda sunar. İslam tarihinde genel olarak Muhammed'in doğuşundan ölümüne kadar geçen zaman, ondan sonraki Hilâfet dönemi, daha sonraki saltanat devletleri ve modern zamanlarda ortaya çıkan yeni akım ve durumlar ele alınır. Kabaca dört ana parçaya bölünebilse de, farklı yönlerden farklı şekillerde bölünmeler gerçekleşir, siyasi İslam tarihi farklı bir bölünmeyle incelenirken bilimsel keşifleri konu alan İslam tarihi daha farklı bir bölünme içerir. İslam tarihinin merkezini ve İslam tarihinin altın çağını teşkil eden dönem dinin doğuşundan, Muhammed'in ölümüne kadar devam eden ve İslami kaynaklarda "Asr-ı Saadet" (saadet devri) olarak adlandırılan dönemdir. İslam dininin peygamber tarafından açıklandığı ve bundan hemen önceki zamandaki Arabistan'a ve genel olarak bu döneme klasik İslam kaynaklarında "Cahiliye dönemi" denir. Bununla birlikte bu daha ziyade İslamî klasik kaynaklarca tercih edilen bir dönemdir ve çağdaş din bilimleri araştırmalarında bu dönemden bahsedilmekle birlikte İslam tarihi içerisin
de bu isimle zikredilmez. İslam'a göre Cahiliye dönemi tam İsa'ya gelen İncil'in tahrif edildikten sonra, Muhammed'in peygamberliğine kadarki zamana denir. İsimdeki "cahiliye" tabiri, salt okur-yazarlık veya bilgisizlik anlamında değil de daha geniş ve genel olarak, hakikatin bilgisinden uzak olmak manasını taşımaktadır. Çağdaş din bilimlerinde İslam tarihi sıklıkla bu dönem ile başlar. Muhammed'in peygamberliğinden Abbasilerin sonunu getiren 1258'deki Moğol istilasına kadar süren döneme sıklıkla "Klasik Dönem" denir ve Asr-ı Saadet bu Klasik Dönemin ilk kısmını oluşturur. İslam dininin kabul ettiği son peygamberin peygamberlik görevini alışından ölümüne kadarki döneme klasik İslam kaynaklarında "Asr-ı Saadet" yani "saadet zamanı" adı verilir. Asr-ı Saadet kendi içinde iki ana bölümde incelenir bunlar: Mekke dönemi ve Medine dönemidir. Mekke dönemi daha çok dinin doğuşu, ilk Müslüman topluluk, ahlâki ve dini değerlerin Müslüman topluluk tarafından benimsenişi, var olan dini inanç ile İslam'ın çatışması ve direnişleri içerir. Bu dönem Hicretle beraber sona erer. Medine döneminde ise, İslam devletin ve toplumun kuruluşu ile daha siyasi ve toplumsal bir dönem olup, çeşitli savaşlara ve hem siyasal otorite hem de toplumsal refah anlamında yükseliş arz eden bir zaman dilimidir. Bu dönemde bütün Arap Yarımadası Müslümanların idaresine girmiştir. Dört Büyük Halife ya da Hulefa-i Raşidin ("Raşid Halifeler" veya "Dört Büyük Halife") Muhammed'in vefatının ardından seçimle görev yapmış halifelerdir. Urducada Sünni referanslarla dört arkadaş olarak ifade edilmektedir. Hilafet sırasıyla: Bazı kaynaklar buna sadece 6 ay gibi bir süre görev yapan Hasan bin Ali'yi de dahil ederler. Şiî kaynaklarına göre Hilâfet Ali bin Ebu Talib'le başlar ve ardından imamlar gelir. Halifelerin en büyüğü Ebu Bekir, İslam peygamberi Muhammed'in en iyi dostudur. Bu yüzden ilk halife Ebu Bekir seçilmiştir. Ebu Bekir'in tam adı Ebu Bekir Bin Ebu Kuhafe'dir. İlk fitne döneminin ardından Ali bin Ebu Talib'in Hariciler tarafından öldürülmesi sonucunda, Hasan bin Ali'nin hilafeti bazı şartlarla Muaviye bin Ebu Süfyan'a bırakmasıyla başlayan Emeviler dönemi 90 yıl kadar devam etti. Emevilerin başkenti Şam'dı. Bu dönemde Halifelik babadan oğula geçerek saltanat haline geldi. Emeviler zamanında İslam devletinin sınırları Atlas Okyanusundan Orta Asya içlerine kadar genişledi. Emevi iktidarı Abbasilerin iş başına gelmesiyle son buldu. Abbâsîler'in başkenti Bağdattı. Abbâsîler 5 asırdan fazla halifeliği ellerinde tuttular. Abbâsîler siyasi alandan çok kültür ve medeniyet alanında gelişme gösterdiler. Zamanla siyasi hakimiyetleri zayıfladı ve Abbâsîler devletinin sınırları içinde yeni devletler ortaya çıkmaya başladı. Bu durumda Abbasi hükümdarının islam dünyasındaki siyasi hakimiyeti giderek sembolik bir hal almaya başladı. Halifelik 1258'de Moğolların Abbâsî Devletini yıkmasından sonra Mısır'daki Memlük Devletinde devam etti. Abbâsîler Dönemi'nin sonu aynı zamanda İslam tarihinde sıklıkla kullanılan Klasik Dönem tanımının kapsadığı zamanın da sonuna denk gelir. Bu dönemin sonundan kolonyalizmin yükseldiği 19. yüzyıla kadar süren döneme "Orta Çağ Dönemi" terimi tercih edilir. Bazı tarihçiler bu dönemi 19. yüzyıl yerine Osmanlı Devleti'nin sürdürdüğü hilafetin kaldırılışına kadar uzatır. 1517'de Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferiyle halifelik Osmanlı Devletine geçti. Mukaddes emanetler İstanbul'a getirildi. Osmanlı Devleti'nin yükselişiyle beraber, İslam tarihinde farklı bir dönem başladı. Bu dönemde müslümanlar Viyana önlerine kadar ilerledi. Her ne kadar Osmanlı Devleti'nin tarih sahnesinde olduğu dönemde başka İslam devletleri bulunsa da, Osmanlı Devleti yükseliş ve hatta gerileme döneminde bile daima önemli bir konuma sahip oldu, dünyanın değişik yerlerinde yaşayan müslümanlar çoğu zaman düşmanlarına karşı Osmanlı Devletinden yardım istemişlerdir. Osmanlı Devleti başka ülkelerdeki müslümanlara yardım etmek amacıyla Endülüs'ün Müslümanların elinden çıkmasından sonra buradaki Müslüman ve Yahudileri Kuzey Afrika'ya ve Osmanlı topraklarına taşıdı. Fas'ta Portekizliler'le savaştı. Yine Portekizliler'e karşı Endonezya Adalarındaki Müslümanlara yardım etmek amacıyla Portekizliler'le Hint Okyanusu'nda savaştı. Avrupalıların her alanda güçlenmesiyle beraber, 19. asırın sonları ve 20. asrın başlarında Müslümanların yaşadığı coğrafyanın büyük bir bölümü batılı devletler tarafından sömürge haline getirildi. I. Dünya Savaşının hemen öncesinde dünyada sadece üç bağımsız islam devleti vardı. Osmanlı Devleti İran ve Afganistan. Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı'nı kaybedince başkent İstanbul ve Anadolu'nun bazı yerleri işgal edildi. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra İtilaf devletleri Türk topraklarından çıkarıldı. Türkiye'de Cumhuriyet ilan edildi. 400 yıldan fazla Türklerin elinde kalan halifelik 3 Mart 1924'te çıkarılan bir kanunla kaldırıldı. Son halife ve Osmanlı Hanedanının bütün üyeleri sürgüne gönderildi. Son Halife Abdülmecit 1944'te Paris'te sürgünde iken vefat etti. Cenazesi ölümünden uzun bir zaman sonra Medine'de toprağa verildi. II. Dünya Savaşı'ndan sonra İslam ülkeleri bağımsızlıklarını kazanmaya başladılar. 20. asrın ikinci yarısında, bağımsızlığını kazanan İslam ülkeleri kendi aralarında işbirliğini arttırmak amacıyla, İslam Konferansı Örgütünü kurdular. Günümüzde bağımsız İslam ülkelerinin sayısı 50'yi geçmiş bulunmaktadır. Islam: Empire of Faith I Piston Piston ("itenek"), bir silindir içine 1000'de 7 boşluk olacak şekilde yerleştirilmiş disk şeklinde parça. Motor, pompa ve kompresör gibi makinelerda silindirden dışarı uzanan (biyel) piston koluna bağlı olarak kullanılır. Motorlu araçlarda kimyasal enerjiyi (benzin, mazot, lpg vb.) mekanik enerjiye çeviren düzenektir. Eldeki bilgilere göre M.Ö. 200 veya M.S. 200 sıralarında piston, Bizanslı Phito, Aleksandrialı Ctesibius ve Hero tarafından tasarlanmıştır. Fakat genel olarak kullanılması verimli madenlerden su tahliyesi için kullanıldığı 1550 yılına kadar gerçekleşmedi. 1712 senesinde Thomas Newcomen, pistonu ilk defa buhar makinesinde kullandı. Pistonlu motorlar Nikolaus Otto tarafından 1886 yılında icat edilmiştir. Bugün pistonun, motor silindirlerinde ve pistonlu pompalarda geniş bir kullanma sahası bulunmaktadır. Bir otomobil motorunda yakıt-hava karışımı silindir içinde ateşlendiğinde genişleyen gazlar pistonu aşağıya iterek piston koluna (biyel) bağlı olan krank milini döndürür. Yanma enerjisinin mekanik enerjiye çevrilmesini sağlar. Bir buhar makinesinde, yüksek basınçlı buhar silindirin bir ucundan girerek pistonu iter. Bu ilerleme hareketi pistona bağlı krank-biyel mekanizması yardımıyla dönme hareketine çevrilir. Bir pompada piston elle veya bir makine ile hareket ettirilerek su veya sıvıların hareket ettirilmesinde veya yükseğe basılmasında kullanılır. Bir kompresörde makine veya motor pistonu çalıştırarak silindir içindeki hava veya diğer gazların daha yüksek bir basınçta sıkıştırılmasını sağlar. Böylece filtreleme görevi de yapar. Piston, yapı itibarıyla gövde, sızdırmazlığı sağlayan segmanlar ve biyel ile bağlantıyı sağlayan mafsaldan meydana gelir. Gövde ve segmanlar, patlamalı motorlarda yüksek sıcaklıklara dayanması için uzun ömürlü alaşımlı çelikten yapılır. Segmanlar makine ve akışkanın cinsine ve sıcaklığına göre kenevir, keçe, dökme demir, çelik, bronz, kösele ve kauçuktan yapılabilir. Hidrolik cihazlarda sızdırmazlığı sağlamak için kauçuk ve köseleden yapılan segmanlar kullanılır. Pistonlarda en önemli problem bunların gövde ve segmanlarının aşınmasıyla sızdırmazlıklarını kaybetmeleridir. Bu sebeple bilhassa yüksek basınçta çalışan motor pistonlarının silindirine sürtünen yüzeyleri iyice işlenip parlatılarak ısıl işlemle sertleştirilir.Pistonlar motor bloğu içerisinde ya blok içinde ya da blok içerisindeki silindir gömleği içinde bulunurlar. Motor çalışırken sıcaklığın yükselmesinden dolayı pistonda mekanik aşınmalar meydana gelmektedir. Bu aşınmaların bertaraf edilmesi için pistona oval bir form verilmiştir. Bu oval form pistondan pistona değişmektedir. Oval form piston pim deliklerinin bulunduğu hizada birkaç mikron kadardaha küçük değerdedir(1 mikron 1 milimetrenin 1000'de 1', kadardır). Bu oval form aşınmaları en aza indirirek motorun ömrünü yükseltir. Oval formu vermek için çok hasas CNC tezgâhlar kullanılır. Pistonların kafa diye tabir edilen yakıtın püskürtüldüğü yerde sıcaklık etek diye tabir edilen krank miline yakın tarafa göre daha sıcaktır ve bu farkın motor çalışırken performansı etkilememesi için, üretimde pistonun kafa tarafı etek tarafına göre daha küçük çapta işlenir.Piston ölçülendirilmesi açısından çok büyük yatırımlar ve mühendislik isteyen bir motor parçasıdır. Leyla Erbil Leyla Erbil (d. 12 Ocak 1931, İstanbul - ö. 19 Temmuz 2013, İstanbul), Türk yazar. Orta sınıf ailenin üç kız kardeşten ortancası. İlk, orta ve liseyi İstanbul okullarında okudu. İstanbul Üniversitesi'nde İngiliz Edebiyatı bölümünde eğitim gördü. Son sınıfta ayrıldı. Çeşitli işlerde çalıştı. Evlenerek bir süre Ankara ve İzmir'de oturdu. 1961'de İstanbul'a döndü. Evli ve bir kızı var (Fatoş Erbil-Pınar). Yazarlığa hikâyeyle başladı. İlk yayınlanan hikâyesi Uğraşsız'dır; (Seçilmiş Hikayeler Dergisi, 1956 Ankara) Giderek Dost, Yeni Ufuklar, Yeditepe, Ataç, Papirus, Yelken vb Edebiyat Dergilerinde yazı ve hikâyeleri göründü. Erbil, kendinden önce yerleşmiş olan yazın akımlarına bağlı kalmadı; roman, hikâye ve düz yazı metinlerinde ortodoks Marxçıların karşısında yer almasıyla tanındı. Psikanilizin özgürleştirici yöntemlerinden yararlanarak, dinin, ailenin, okulun, toplumsalın ürettiği tabularla dolu ideolojilere karşı 1956'da başlayan mücadelesini dilin oturmuş kelime hazinesi ve söz dizimi kurallarını değiştirme çabasıyla sürdürdü. Yeni bir biçim ve biçem geliştirdi. Başlıca düşünce kaynakları Marx ve Freud olarak belirtildi. Leyla Erbil, 1970 Türkiye Sanatçılar Birliği, 1974 Türkiye Yazarlar Sendikası kurucularından olup, PEN Yazarlar Derneği üyesidir. 1961'lerde Türkiy
e İşçi Partisi üyesi olan Erbil, Türkiye İşçi Partisi'in Sanat ve Kültür Bürosu'nda görev almıştır. 1979'da çağrılı olarak gittiği ABD'de kendisine, Iowa Üniversitesi Onur üyeliği verilmiştir. Edebiyat Ödüllerine katılmayan Erbil, 2000- 2001 yılı Ankara Edebiyatçılar Derneği Onur Ödüllerini kabul etmiş, 2002 yılında ise, PEN Yazarlar Derneği tarafından Nobel Edebiyat Ödülü'ne ülkemizden ilk kadın yazar adayı olarak gösterilirken, "Türk dili ve edebiyata egemenliği, aynı zamanda insana, hayata ve dünyaya karşı sorumlu aydın tavrı" vurgulanmıştır. 82 yaşında vefat eden Leyla Erbil, Zincirlikuyu Mezarlığı'nda defnedildi. Teyp Teyp; elektrik işaretlerinin saklaması ve gerektiğinde yeniden işaretlerine dönüştürülebilmesi amacı ile kullanılan kayıt cihazlarına verilen addır. İngilizce "şerit kaydedici" anlamındaki "tape recorder" sözcüğünden kökenlenir. Teyp cihazlarında kayıt ortamı olarak birden fazla kez kayıt yapılabilen manyetik şeritler kullanılır. Bu cihazlar yardımı ile; ses, görüntü vb. veriler örneksel veya sayısal veriler halinde kaydedilebilmekte ve okunabilmektedir. 2005 yılında üretimine son verilen Sony firması ürünü DAT (Digital Audio Tape / Sayısal Ses Şeridi) sayısal veri kaydedebilen cihazlardandır. Optik sürücüler, sabit disklerin ve okunabilir-yazılabilir bellek yongalarının gelişimi ile sayısal veri saklanmasında teyp cihazlarının kullanımını azaltmıştır. Manyetik ortama kayıt yapılabileceği fikrini ilk kez ortaya atan, Amerikalı mühendis Oberlin Smith'dir. Smith 1888 yılında Electrical World dergisine yazdığı bir yazıda konu ile ilgili fikirlerini yayımlamıştır. 1894 yılında Danimarkalı kaşif Valdemar Poulsen, sesi elektrik işaretlerine dönüştürerek manyetik bir ortamda saklamayı başarmış ve 1898 yılında "telegraphone" adını verdiği bu cihazın Danimarka patentini almıştır. Poulsen'in cihazında kayıt ortamı olarak mıknatıslanabilir çelik tel kullanılmıştır. İlk zamanlarda kullanım alanı bulamayan bu keşif, 1927 yılında Amerika Birleşik Devletleri Donanması Araştırma Laboratuvarları'nda yapılan çalışmalar ile geliştirilmiş ve kayıt telinin alternatif akım ile düzenlenmesi yöntemi keşfedilmiştir. 1930'larda Alman Magnetophone Şirketi kâğıt band yerine plastik bandı buldu. Nazi Almanyasında teyplerden propaganda aracı olarak çok istifade edildi. Teyp, prensip olarak, bandı süren motor mekanizması, manyetik alan üreten veya alan manyetik kafa ve elektrik sinyallerini yükselten yükseltici (amplifikatör) ve hoparlörden meydana gelmiştir. Teyplerden genel olarak motor bandı saniyede 38, 19, 9,5 ve 4,75 cm hızla sürer. Yüksek sürat sesin kaliteli kaydolmasına sebep olur. Normal ev teyplerinde band sürati 9,5 veya 4,75 cm/sn'dir. Kayıt kafasına kazandırılan ilave bir özellikle bir banda dört ayrı kayıt almak mümkündür. Kayıt kafası her defasında bandın bir bölümüne kayıt yapar. Bu özellikten istifade edilerek stereofonik teypler yapılmıştır. Dört ayrı kayıt özelliği bir banda çeşitli seslerin montajını, sese yankı imajı (eko) vermeyi de sağlar. Mikrofondan ses olarak alınan ve yükselticiden geçen kaydedilecek elektrik sinyali "kafa" denilen içerisinde bobin bulunan manyetik demirden banda tatbik edilir. Band kafaya çok yakın olarak basit bir hızla geçirilir. Kafadaki bobin elektrik sinyalinin şiddetine bağlı olarak şiddeti değişen manyetik alan meydana getirir. Bu manyetik alan band üzerindeki manyetik malzeme taneciklerini sinyal şiddetine göre konumlandırır. Kayıt yapılacak bandda manyetik taneciklerin manyetize olmamış durumda olmaları gerekir. Daha önce kayıt yapılmış band her defasında silinerek yerine yeni kayıt alınır. Seslendirmede band kafanın karşısından kayıt yapılan hızda geçirilirse bu defa band üzerindeki manyetik malzemenin dizilişine bağlı olarak kafadaki manyetik akım şiddeti değişir. Manyetik akımın değişmesine paralel olarak kafadaki bobinde voltaj değişmeleri olarak istenilen elektrik sinyali elde edilir. Bu sinyaller yükseltildikten sonra hoparlörden ses olarak elde edilmiş olur. Kayıt silme işlemi iki türlüdür. Birinci metod; band makara halinde kuvvetli alternatif akımla elde edilen manyetik alan içerisine sokulur. Manyetik alan yavaş yavaş sıfıra getirilir. İkinci metodsa kayıt kafası yanına konulan ikinci bir kafayla banda yüksek frekanslı kuvvetli bir manyetik alan tatbikiyle olur. Plastik bantlarda manyetik malzeme olarak kırmızı demiroksit (FeO) kullanılır. Bu manyetik malzemenin pudra haline getirilmesi, taneciklerin ebatları oldukça hassas bir iştir. Kırmızı demiroksit taneleri iğne biçiminde ve boyları bir mikron (metrenin milyonda biri) uzunluğundadır. Daha kuvvetli sinyal kaydı için siyah demiroksit (FeO) malzeme kullanılır. Siyah demiroksidin silinmesi zordur. Manyetik malzeme selüloz asetat band üzerine her tarafta eşit dağılım sağlayacak ve kolayca yerinden kopmayacak şekilde özel hazırlanmış yapıştırıcı macunla sıvanır. Normal olarak bir teyp bandının kalınlığı 0,04 mm kadardır. Poli etilen teraftalattan yapılan bantlar pahalı fakat üstün özelliklere sahiptir. Sanayi tipi teyp bantları bir makara üzerine çapı 30 cm oluncaya kadar sarılabilir. Kapalı kaset biçiminde de sarılan teyp bantları pratikte daha çok kullanılmaktadır. Makarna Makarna (İtalyanca: Pasta), geleneksel İtalyan mutfağının temel besinidir ve ilk defa 1154 yılında Sicilya'da ortaya çıkmıştır. Genellikle irmik veya durum buğdayından elde edilmiş una yumurta karıştırılarak hazırlanmış türlü biçimlerdeki kuru hamur ve bu hamurdan yapılır Türkçeye İtalyanca "maccherone" sözcüğünden geçmiştir. Makarna üretimi için buğday irmik haline getirilir, suyla karıştırılır ve şekil verilir. Makarna üretiminde kullanılan durum buğdayı, ekmeklik buğdaydan çok farklıdır. Protein ve B vitamini oranı daha yüksektir. Makarna kompleks karbonhidrat grubundan olduğu için metabolizmada çabucak parçalanarak hızlı bir şekilde enerjiye dönüşür. Makarnanın kolayca hazmedilen bir besin olmasının da nedeni budur. Entalpi Entalpi, maddenin yapısında depoladığı her türden enerjilerin toplamıdır. H ile simgelenir. Bir mol maddede depolanmış enerjiye o maddenin molar entalpisi denir. Maddelerin kesin entalpilerinin hesaplanması çok zordur. Bu yüzden çoğu çalışmalarda entalpi değeri olarak, maddenin değiştirilebilen ısı potansiyelinin kapsadığı termal entalpileri kullanılır. Bu entalpi değeri maddenin sıfır derece Kelvin sıcaklıktan mevcut sıcaklığına yükseltilmesi için yüklenen ısılarla faz değiştirme ısılarının toplamına eşittir. Kimyasal tepkimelerde, girenlerle ürünler arasındaki fark belirlenir. Ürünlerin entalpileri toplamı ile girenlerin entalpileri toplamı arasındaki farka, tepkimenin entalpi değişimi ya da tepkime entalpisi adı verilir ve ∆H ile simgelenir. ∆H değerleri - ve + olabilir bu tepkimenin ısıveren veya ısıalan olduğunu belirler. Termodinamikte ısı ve işin toplamına eşittir. Maddenin fiziksel haline, sıcaklık ve basınca, madde miktarına bağlı olarak değişebilir. Formülsel olarak: H = U + Pv şeklinde ifade edilir. U maddenin iç enerjisi, PE ise maddenin toplam sahip olduğu potansiyel enerjiyi gösterir. Her kimyasal tepkimede az ya da çok ısı alınır ya da verilir. Sabit basınç altında, kimyasal bir tepkimede açığa çıkan ya da alınan ısıya tepkime entalpisi denir. sabit hacimde fiziksel değişim ikiye ayrılır endoterm ve ekzoterm. ekzoterm ısı veren tepkimeler endoterm ısı alan tepkimelerdir. Entalpi; a. Madde miktarına b. Maddenin fiziksel haline c. Basınca bağlıdır. ∆H : (+) işaretli ise ya da ∆H > 0 ise olay endotermiktir. ∆H : (-) işaretli ise ya da ∆H < 0 ise olay egzotermiktir. Topaz Topaz, florlu alüminyum silikat AlSiO(OH,F) yapısında, kıymetli taş özelliğine sahip silikat minerali. Beyaz topaz buji porseleni yapımında kullanılır. Isıya dayanıklılığı oldukça yüksektir. Katışıksız topaz renksiz olabilir ve pırlanta kesim yoluyla traşlandığında elmasla karıştırılabilir. Topaz sarı, kırmızı, pembe, mavi veya kahverenginin çeşitli tonlarında da olabilir. Taşın rengi çoğunlukla kararsızdır ve güneş ışığında rengini kaybedebilir. Mesela Sibirya'nın kahverengi topazı güneş ışığında beyazlaşır. 1750'lerde ilk defa bir kuyumcu Brezilya topazının hafifçe ısıtıldığında pembeleştiğini buldu. Sonra bu metot yaygınlaştı. Böyle yanık topaza çoğu yerde "Brezilya yakutu" denir ve nadir bulunan tabii kırmızı topaz aynı isimle anılır. Topaz granit ve pegmatit kristalleri içinde bulunur. Brezilya'nın Ouro Preto bölgesinde çok çıkar. Sibirya, Sri Lanka ve Nijerya'da da topaz yatakları oldukça fazladır. Topazın sertliği 8, özgül ağırlığı 3,5 - 3,6 ve kristal sistemi ortorombiktir. Derişim Derişim, bir çözeltideki çözünmüş madde miktarını incelemek için kullanılan bir kimya terimidir. Derişim, birçok şekilde ifade edilebilir. Çözünen madde miktarının belirtilmediği nitel bir ifade şekli olan doymuş, doymamış, aşırı doymuş, seyreltik veya derişik gibi ifadelerin yanında çözünen madde miktarının nicel olarak ifade edildiği kütlece, molce, hacimce ve sayıca derişim ifadeleri kullanılır. Derişim; kütle, hacim, mol gibi özelliklerin çözelti hacmine oranı olarak tanımlanır, bu yüzden ppm, normalite, molarite gibi nicelikler derişim ölçütü değildir. Ancak çözeltileri incelemek için sıkça kullanılır. Derişim incelemelerinde iki çözelti karşılaştırılırken içinde daha çok çözülmüş madde bulunan çözeltiye derişik çözelti, az madde bulunana ise seyreltik çözelti denir. Derişimi açıklayan dört nicelik vardır: Kütlece derişim formula_1, çözünen madde kütlesinin formula_2 çözelti hacmine formula_3 oranıdır.: Birimi kg/m³. Molce derişim formula_5, çözünmüş maddenin mol sayısının formula_6 çözelti hacmine formula_3 oranıdır: Birimi mol/m³. Bununla birlikte mol/L (= mol/dm³) de kullanılmakta. Sayıca derişim formula_9 çözünme madde sayısının formula_10 çözelti hacmine formula_3 oranıdır: Birimi 1/m³. Hacimce derişim formula_13 çözünmüş madde hacminin formula_14 çözelti hacmine formula_3 oranıdır: Birimi m³/m³. Çözeltileri incelemek için birtakım nicelikler daha kullanılır Normalite molce derişimin
formula_5 eşdeğer etkene formula_18 oranıdır. Eşdeğer etkenin tanımının kesin olmamasından dolayı IUPAC ve NIST normalitenin kullanımını desteklememektedir. Molalite formula_19 çözünenin mol sayısının formula_6 çözücü kütlesine formula_21 oranıdır. Birimi mol/kg. Mol kesri formula_23, çözünenin mol sayısının formula_6 çözeltideki toplam mol sayısına formula_25 oranıdır: Birimi mol/mol. Bununla birlikte çok küçük mol kesirleri için pp gösterimi (ppm, ppb) kullanılmaktadır. Mol oranı formula_27, çözünenin mol sayısının formula_6, diğer çözünmüş maddeler ve çözücü maddenin mol sayısına oranıdır: Kütle kesri formula_30, çözünen kütlesinin formula_2 çözelti kütlesine formula_32 oranıdır: Birimi kg/kg. Bununla birlikte, çok küçük kütle kesirleri için pp gösterimi kullanılır. Kütle oranı formula_34, çözünen kütlesinin diğer çözünenlerin ve çözücü kütlesine oranıdır: Generalitat de Catalunya Generalitat de Catalunya, İspanya'nın Katalonya Özerk Topluluğu'nun siyasi örgütlenmesidir. Generalitat de Catalunya, 135 kişilik Katalonya Parlamentosu ile Katalonya Hükûmeti'nden oluşur. Generalitat de Catalunya, Aragon Kralı adına Katalonya Prensliği yönetiminin bazı yönlerini yöneten Ortaçağ kurumundan kaynaklanmaktadır. İkinci İspanya Cumhuriyeti sırasında 1932'de yerel bir hükûmet olarak yeniden kurulan Generalitat de Catalunya, 1939'da İspanya İç Savaşı'ndan sonra iktidara gelen Franco rejimi tarafından yeniden kapatıldı. İspanya'da demokrasiye geçiş süreci sırasında 1978 yılında kabul edilen yeni anayasa ile ikinci kez yeniden kuruldu. Abbâsîler Abbâsîler (Arapça: العبّاسيّون; al-'Abbāsīyūn), Emevî hanedanından sonra başa gelerek İslam Devleti'nin yönetimini ve halifeliği beş asırdan daha uzun bir süre elinde tutan Müslüman Arap hanedan. Muhammed'in ölümünden (632) sonra, İslam dünyasını Hulefa-yı Raşidin denilen dört halife ve ardından da Emevîler (661-750) yönetti. Emevîler, Ali’nin öldürülmesinin ardından yerine Muaviye halife oldu. Muaviye'nin de ölümünün ardından hakkı olmamasına rağmen oğlu Yezid hilafeti ele geçirdi. Yezid'in hilafette hakkı yoktu çünkü babası Muaviye zamanında Hasan ile bir anlaşma yapılmış ve bu anlaşmada hilafetin saltanata dönüştürülmemesi istenmişti. Aynı zamanda sahabe olan babası Muaviye, oğlunun anlaşmayı bozmamasını vasiyet etmişti. Lakin Yezid anlaşmaya uymayarak babası ölünce hilafeti ele geçirdi ve böylece hilafet saltanata dönüşmüş oldu. Emevîlerin iktidarı Muhammed'in amcası Abbas bin Abdülmuttalip'ın soyundan gelen Abbâsîlerin, Emevî yönetimine karşı ayaklanarak 750'de halifeliği ve iktidarı ele geçirmesiyle son buldu. Bu tarihten başlayarak Abbâsîler 1258'e kadar İslam dünyasının büyük bölümüne egemen oldular. İlk Abbâsî halifesi Ebu'l-Abbas Seffah (750-754) idi. 754'te kardeşi Mansur (754-775) onun yerine geçti. Bu iki halife döneminde orduda Türk ve İran kökenliler önemli görevler üstlendiler. Mansur, 762’de başkenti Şam’dan Bağdat'a taşıdı. Mansur'dan sonra sıra ile Mehdi (775-785) ve Hadi (785-786) halife oldular. Abbâsî Devleti Mansur'un torunu Harun Reşid (786-809) döneminde en geniş sınırlarına ulaştı. Harun Reşid, Binbir Gece Masalları’na konu olan görkemli saltanatını Bermeki ailesine borçluydu. Bu aileden Yahya Bermeki ve iki oğlu, vezir olarak Abbâsî Devleti’ni 17 yıl boyunca fiilen yönettiler. Harun Reşid’in oğulları Emin (809-813), Memun (813-833) ve Mutasım (833-842) babalarının politikalarını sürdürdüler. Annesi Harun Reşid'in Türk asıllı bir cariyesinden olan Mutasım Türklerden özel bir askerî güç kurmuştur, Türk unsurları yönetimde önemli görevlere getirmiştir. Daha sonra bu askeri gücün Bağdat'taki varlığı bazı huzursuzluklara neden olduğundan Samarra adıyla yeni bir kent kurdurarak devlet merkezini oraya taşıdı. 838 yılında Mutasım Anadolu'ya Bizans üzerine bir sefer düzenlemiş, ordusunun bir kolu Bizans imparatoru Theofilos ve ordusunu "Anzin Savaşı" adı verilen bir çarpışmada büyük yenilgiye uğratmış, Bizans'ın ikinci büyük kenti Amorium'u kuşatıp eline geçirmiş ve Abbâsî orduları İznik kentinin yakınlarına kadar ilerlemiştir. Yerine geçen oğlu Vâsık (842-847) döneminde Türk emirleri askerî işlerin yanı sıra yönetsel konularda daha etkili oldular. Vâsık'ın ölümünden sonra Abbâsî Devleti parçalanma sürecine girdi. Abbâsî toprakları üzerinde Büveyhîler, Tâhirîler, Samânîler, Şirvânîler, Saffârîler, Hamdânîler, Mervânîler, Mirdâsîler, Ukâyliler, Zengîler, Karahanlılar, Tolunoğulları, Ihşidîler, İdrisîler, Murabıtlar, Muvahhidler, Hafsîler, Aglebîler ve Fâtımîler gibi bağımsız devlet ve beylikler kuruldu. İran'da hüküm süren Büveyhiler, 945'te Bağdat'a egemen oldular. Bundan sonra Abbâsî halifeleri Büveyhilerin izniyle başta kalabildiler. Halife Kâim'in (1031-1075) çağrısı üzerine Büyük Selçuklu Devleti Hükümdarı Tuğrul, 1031 yılında Büveyhileri Bağdat'tan çıkardı ve Abbâsîlere yeniden saygınlık kazandırdı. Ne var ki Abbâsîler bu tarihten sonra hiçbir zaman eski askeri güçlerine ulaşamadılar ve Mustazhir dönemindeki Haçlı Seferleri karşı başarılı olamadılar. Büyük Selçuklu Devleti'nin parçalanmasıyla birlikte Abbâsîler yeniden gücünü yitirdi. Cengiz Han'ın torunu Hulagu'nun yönetimindeki İlhanlılar 1258'de Bağdat'ı yakıp yıktılar, Halife Mustasım'ı ve yakaladıkları hanedan üyelerini öldürdüler. Böylece 508 yıllık Abbâsî Devleti son buldu. İlhanlı hükümdarı Hulagu Han Bağdat'ta içlerinde on binlerce yazma kitap olan kütüphaneleri yakıp yıktırmıştır. Geri kalan kitapları da Dicle Nehrine attırmıştır. Eserlerin mürekkebi suya karışmış ve Dicle Nehri günlerce bulanık akmıştır. Halife Zâhir'in oğlu Ahmed Mısır'a kaçtı ve orada Memlûk Sultanı Baybars’ın koruması altında Mustansır adıyla halife ilan edildi (1261). Mısır Abbâsî halifeliği, siyasal ve askeri yetkiden yoksun, yalnız dinsel otoritesi olan bir kurumdu. Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim 1517'de Mısır topraklarına girerek, halifenin yetkileri ile Kutsal Emanetler'i devraldı ve Mısır Abbâsî halifeliğine son verdi. Abbâsîlerde devlet örgütlenmesi, "Divan" adı verilen ve değişik alanlarda görevler üstlenen resmi kurullara dayanıyordu. Maliyesinin ana gelir kaynağı ise toprak vergisiydi. Halktan toplanan zekât da önemli bir gelir kaynağıydı. Vergi gelirlerinin büyük bölümü orduya ve bayındırlık işlerine ayrılırdı. Halife Ömer döneminde kurulan divanı geliştirdiler. Divanı, devlet yönetiminde en etkili kurum haline getirdiler. Devlet ve memleket sorunları, önce divanda görüşülerek divanın önerdiği çözümleri uygularlardı. İslam dininin sanata getirdiği en büyük yenilik cami mimarisidir. İslamlıkta her sınıf halkın ayrım gözetilmeden ön saflarda namaz kılabilmesi safların geniş tutulması isteği uyandırmış, bu nedenle kiliselerin aksine camilerde enine mekân tercih edilmiştir. Plan formunun ihtiyaçtan doğması gibi, mihrap, minber, minare türünden mimari ögeler de İslamlığın gelişmesine paralel olarak zamanla ihtiyaçtan doğmuşlardır. Abbâsîlerden önceki İslam şehirciliği konusundaki bilgilerimiz çok kısıtlıdır. Bu konuda bilinen ilk örnek, 762-765 yıllarında Abbâsî halifesi Mansur’un kurdurduğu Bağdat şehridir. Kaynaklardan edinilen bilgilere göre ilk Bağdat şehri daire planlıydı ve iç içe iki sur duvarı dıştan bir hendekle çevrelenmişti. Şehrin dört kapısına bulundukları yöndeki komşu şehirlerin adı verilmişti. Haç planlı saray ve yanındaki cami şehrin merkezinde yer alıyordu. 766 yılında yapılan Bağdad Ulu Camii kerpiç duvarlı, ahşap sütunlu ve düz damlı basit bir yapıydı. Halife Harun Reşid, 808’de yapıyı planını değiştirmeden tuğla duvarlı olarak yeniden yaptırmıştır. Bağdat 892’de Abbâsîlerin başkenti olunca, artan nüfus nedeniyle camiye aynı planda ikinci bir bölüm eklenmiştir. Ancak, Bağdat şehrinin bu dönem yapılarından günümüze, ilk camiye ait basit bir mihraptan başka hiçbir şey gelmemiştir. Samarra, Dicle kenarında Bağdat'ın yakınındadır. Bağdat'ın dairesel ve düzenli planı burada yerini araziye uydurulmuş, uzun bir plana bırakmıştır. Dicle kıvrımlarına paralel olarak uzanan şehrin büyük bölümü kazılarla ortaya çıkarılmıştır. Buluntular, Abbâsî cami, saray, türbe ve ev mimarisi ile zengin süsleme sanatı hakkında bilgi vermektedir. Samarra, 836 yılında Halife Mutasım tarafından Abbâsî hizmetindeki Türk birlikleri için “ordugâh şehri” olarak kurdurulmuş. Samara Ulu Camii, öteki adıyla Mütevekkiliye Camii, İslam dünyasının en büyük cami yapılarından biridir. 150.000 kişi burada bir arada namaz kılabiliyordu. Basit mimarisi, ilk İslam cami planının anıtsal ölçüler içinde tekrarından ibarettir. Yapımında tuğla ve kerpiç kullanılan caminin ilginç bir minaresi vardır. Kare tabana oturan dev boyutlu bu anıtsal minareye geniş bir rampa ile çıkılır. Bu minare formu, yine Samarra’da Ebu Dulaf Camii’nde tekrarlanmış ve bir daha kullanılmamıştır. Bu minare modeli Kahire'de Tolunoğlu Ahmet camii'n de de karşımıza çıkıyor. Bununla beraber bu minare modeli toplamda üç (3) yerde karşımıza çıkmış oluyor. Samarra’ın ikinci büyük camii olan Ebu Dulaf Camii, 860 yılında yapılmıştır. Kalıntılar daha gelişmiş bir mimarinin varlığını ortaya koymaktadır. Harem bölümü, kemerli duvarlarla birbirinden ayrılan neflerden oluşmuş ve üzeri düz bir çatıyla örtülmüştü. Samarra’nın saray ve evlerinde kullanılan çeşitli süsleme arasında mermer tozu ve alçı karışımıyla yapılan “ıtuk” kabartmalar önemli bir yer tutar. Bu kabartmalarda iki farklı teknik kullanılmıştır: Dik kesim ve eğri kesim. Dik kesimde motifler yaş sıva üzerine dikine olarak oyulmakta, böylece ışık-gölge kesin çizgilerle birbirinden ayrılarak kuvvetli bir kontrast etkisi sağlanmaktadır. Eğik kesimde ise daha yumuşak bir plastik etki söz konusudur. Eğik kesim, Türklerin İslam sanatına belki de ilk katkısıdır. Bu teknik daha önceleri Orta Asya sanatında Türkler tarafından kullanılmıştır. Dik kesimde daha natüralist, eğik kesimde ise daha stilize bir üslup görülür. Abbâsîler'de devletin başı halife tarafından icra edilmiş bir idari teşkilat söz konusudur. Abbâsîler ve bazı Müslüman devletlerde devlet memurluğu iki kademe şeklinde olmuştur. Bu
kademelerden ilki herhangi bir nitelik ve yeterlilik şartı koşulmadan şahsi idare, uyum ve kontrole dayanmıştır. Bu tarzdaki memurlara "Erbab-ı Seyf" yani kılıç sahipleri denmekteydi. Diğer bir memurluk kademesinde ise bunun tam tersi bir durum söz konusudur. Niteliğe göre atanan memurlara ise "Erbab-ı Kalem" yani kalem sahipleri denmiştir. Bu gruba Osmanlı İmparatorluğu'nda İlmiye sınıfı denmiştir. Abbâsî devletinin merkez teşkilatı divanlar ve divanları teşkil eden diğer idari birimlerden oluşmuştur. Divan kelimesi Farsça kökenlidir fakat daha sonraları Arapça'da kullanılan bir kelime haline gelmiştir. Abbâsî devletinde divanlar en yüksek icra kurulu sayılmıştır. Zamanla da idari teşkilatın diğer bölümlerine de divan adı verilmiştir. Abbâsîler divana "Divan-üs Saltanat" ve "Divan-ül Adl" adını vermişlerdir. Vezirler, Kadil-Kutadlar ve benzeri yüksek memurlar divan kurumunun birer üyeleridir. Halifeler divan toplantılarına bazen katılır bazen de istedikleri hususi bir yerden yapılan toplantıyı seyrederdi. Divan-ı Saltanat'ın görevlerini dört başlık altında toplamak mümkündür. Birincisi: orduya mensup kişilerin alacağı ücretleri belirleyerek tahsis etmek. İkincisi: devlete ait vergi ve diğer hakların tahsili; haraç, cizye ve madenler gibi. Üçüncüsü: devlet memurlarının atanması ve azli. Dördüncüsü ise: Beytülmal'a yani hazineye giren ve çıkan malların denetimi. Divanda bu dört ana başlık altında müzakereler yapılıp kararlar alınmıştır. En yüksek icra kurulu olan divanın yanında idari mahiyeti bulunan diğer divanlar da vardır. Vezirlere bakanlıklar da denir günümüzdeki başbakanlık makamına eş değerdir. Vezir kelimesi yardımcı, sığınak ve yük yüklenen gibi anlamlara gelmektedir. Vezirlik makamı ilk olarak Abbâsîler'de oluşturulmuştur. Abbâsî vezirleri halifeden sonra ülke içerisindeki en yetkili kişidir ve divanın (icranın) başıdır. Vezirlik makamı da tıpkı memurluk gibi iki kısıma ayrılmıştır. Birincisi; "Vezaret-i Tefyiz"dir. Bu mevkideki vezirler halifenin tayin veya azlettiği memurlar hakkında karar alması söz konusu olmamıştır fakat halifeye ait çoğu yetkiyi kullanmıştır. Bu vezirler halife adına devleti yönettikleri için yetkileri oldukça geniş ve etkindir. Bu vezirle Osmanlı İmparatorluğu'nda Vezir-i Azam denmiştir. İkinci vezirlik unvanı ise "Vezaret-i Tenfiz"dir. Bu makamdaki vezirler müstakil yetkiye sahip olmamışlardır. Halife ile halk arasında köprü rolü üstlendiğine dair görüşler mevcuttur. Bu tarzdaki vezirlere Osmanlı İmparatorluğu'na "Kubbealtı Vezir"i denmektedir. Vezirlik makamı iki başlı bir yapı göstermesine karşın en yüksek mertebeli memurluk makamı olmuştur. İki vezirlik arasındaki farklar sadece yetki farklılığı ile sınırlı değildir. Atama ve diğer adaylıklarda da mevki farkı öne çıkmaktadır. Halk arasından Müslüman olmayanlar birincil vezirliğe tayin edilmemiştir fakat ikincil vezirliğe Müslüman olmayan kişiler de tayin edilmiştir. Vezirlerden sonra haciplik (hicabet) makamı gelmektedir. "Sahib'üs Sitare" veya "Perdedar" denen hacib, Abbâsî halifesinin özel kalem müdürüdür. Halifeye bağlıdır ve nüfuz alanı geniştir. İslam peygamberi Muhammed'in soyundan gelenlere (seyidler) dair meselelere bakanlara ise "Nakib'ül Eşraf" denir ve bu kişiler devlet teşkilatında önemli bir yere sahip olmuşlardır. Nazır-ul Ceyş denen kişiler ise ordunun başındaki kumandanlardır. Muhtesip'ler, yani belediye başkanları da diğer memurluk görevleridir. Abbâsîler'de taşra teşkilatlarının başında valiler görev yapmıştır. İhtiyaç duyulması durumunda kumandanların, kadıların veya belediye başkanlarının da bu görevi yürüttüğü bilinmektedir. Abbasi devleti hakimiyeti altındaki yerleri eyalet sistemi ile yönetmiş, valilere de sosyal ve siyasi kontrol görevini yüklemiştir. Abbâsîler'de eyaletlerdeki emirlik makamı ise üç şeklide ele alınmaktadır. Birincisi: genel imarettir ve tayin olduğu yerde halifeyi tam yetkiyle temsil ederler. Bu emirler yani valiler, bulundukları bölgede müstakil hükümdar gibi görev yapmışlardır. İkincisi: özel imarettir ve bu makamdaki valiler sadece idari fonksiyona sahiptirler Kadıların tayin edilmesi ilde halktan alınan vergileri tahsil etme yetkileri olmamıştır. Üçüncüsü ise: cihat imaretidir, yani ordu kumandanı olarak değişik bölgelere tayin edilen valilere verilen isimdir. Antoine de Saint-Exupéry Antoine Marie Jean-Baptiste Roger, comte de Saint Exupéry (29 Haziran 1900 - 31 Temmuz 1944), Fransız pilot, yazar ve şairdir. Özellikle "Küçük Prens" ("Le Petit Prince") isimli eseriyle ünlenmiştir. Fransa'nın Lyon şehrinde doğdu. Beş kardeşin üçüncüsüydü. Aristokrat bir aileye mensup olan Exupéry dört yaşındayken babasını kaybetti. Babasının ardından aile hızla yoksullaştı. Anneleri kültürlü bir kadındı. İlk öğretmenleri anneleri oldu. Exupéry okulda başarılı değildi. Ödevlerle arası yoktu, sürekli ceza alıyordu. Uçaklarla 12 yaşında tanıştı. Evlerinin yanındaki hava alanına gizlice girer uçakları yakından seyrederdi. 12 yaşındayken bir pilot onu uçağına aldı ve uçurdu. Kardeşi François'in ölümü onu ve ailesini çok sarstı. Liseyi bitirdikten sonra pilot olmayı çok istediği halde annesini kırmamak için denizcilik okuluna kaydoldu. 19 yaşında Ecole des Beaux-Arts'ta mimarlık fakültesine girdi. 21 yaşında orduya çağrıldı. Eğitimini yarıda bırakıp askere gitti. Askerlik görevini Fransız Hava Kuvvetlerinde teknisyen olarak yaptı. Strazburg şehrinde pilotluk eğitimi aldı. Askerliğin ardından ailesinin isteği üzerine Paris'te bir ofiste kamyon satıcısı olarak çalışmaya başladı. Ticaret yaşantısında başarısız oldu. Bu arada yazı yazmaya da başlamıştı. 1926 yılı hayatında bir dönüm noktası oldu: Tekrar uçmaya başlamıştı. Toulouse ve Dakar arasında posta servisi yapan uçağın pilotu olarak göreve başladı. İlk kitabı Güney Postası'nı bitirdi. Burada ilk uçuş deneyimlerini anlatıyordu. Aynı şirketin Arjantin bölge sorumluluğuna getirildi. Gece Uçuşu adlı romanı Arjantin'deki yaşantısını anlatır. Paris'te evlendi. 35 yaşındayken uçağı arıza yaptı ve Tunus'ta çöle zorunlu iniş yaptı, kayboldu. Dört günlük zorlu çöl macerası ardından bir Bedevi tarafından bulundular. İspanya İç Savaşı boyunca Fransız gazetesi adına muhabir olarak görev yaptı. Havacılık alanında birçok buluşa imza attı. Gece uçuşlarını düzenleyen cihazların geliştirilmesinde katkı sağladı. II. Dünya Savaşı başladığında Fransa, Almanya'nın işgaline uğradı. Komutanları Exupéry'ye sağlık durumunun savaş şartlarına uygun olmadığını söylemesine rağmen o askere yazıldı. Fransa'nın yenilgisi üzerine ABD'ye gitti. Buradayken yazdığı Dünya ve İnsanlar ile Savaş Pilotu adlı iki kitabı New York'ta çok tutuldu. En önemli eseri Küçük Prens'i de bu dönemde yazdı. Ülkesinin işgal altındaki durumuna çok üzülmekteydi. Olaylar karşında sessiz kalamayacağına karar vererek ABD ordusuna katılarak yüzbaşı rütbesiyle Kuzey Afrika'ya gitti. Görevi Alman ordularının hareketini havadan izlemekti. 31 Temmuz 1944'te uçağı vuruldu ve Marsilya açıklarında denize düştü. Uçağının enkazı 2000 yılında balıkçılar tarafından bulundu. Anaksimenes Tundra Tundra (Sami dilinden; anlamı: "ağaçsız ova" aynı zamanda esdöl'ün kısaltması), Kuzey ülkelerinde rastlanan, yapısına likenlerin de katıldığı bodur ot topluluklarıdır. Ilıman kuşağın kuzeyinden kutuplara doğru yaklaşıldıkça ormanların yerini, bodur çalılar ile karayosunları ve likenlerden meydana gelen tundralar alır. Tundralar yılın dörtte üçünden uzun bir süre karlarla örtülü kalır. Bunun için kutup bölgesi dışında yetişen bazı ağaçlara burada ancak bodur çalılar halinde rastlanır. Kutup söğüdü ve bodur huş bunlara misal verilebilir. Hakim bitki topluluklarını karayosunları ve likenler (Ren geyiği likenleri vs.) meydana getirir. Tundraların hakim olduğu alanlar, İzlanda'dan Kamçatka'ya olan kuzey kesimler ve Sibirya'dır. Tundralarda iklim çok değişkendir. Kuzey Kutup bölgesinin bozkır kısımlarında yazın sıcaklık 15 °C'ye varırken, kışın -32 °C ye kadar düşer. Alp tundrasında iklim daha ılımandır. Bu bölgede en fazla yağış yaz aylarında görülür. Yaz aylarının yağışlı oluşu dolayısıyle bölge bataklık ve turbalık bakımından da zengindir. Kutuplara yakın bölgelerin bitki örtüsü ve bu bitkilerle kaplı geniş alan, kutup bozkırı. Hariciler Haricîlik, Haric’îyye ya da Havârîc (Arapça: الخرج; çoğ. الخوارج) İslam dininde bir siyasi mezhep olarak Hicri ilk yüzyılda ortaya çıkmış ve asırlardır kendini değişik şekillerde sergileyen bir hareket. İslâm dünyası içerisinde %2'lik bir kısmı oluşturmaktadır. Tarihte Haricîler'in en aşırı fırkalarından olan Ezarika'nın ana görüşleri itibarıyla İslam'dan çıktığını kabul ettikleri ve kendilerinden olmayan diğer Müslümanları "tekfir" ile ithâm ederek öldürdükleri bilinmektedir. Günümüzde ise "Haricîler" içerisinde en ılımlı kol olarak bilinen İbadiyye'nin sadece çoğunlukta oldukları bölge olan Umman Sultanlığı (tahmini %70) ile nüfusun azınlığını teşkil ettikleri Cezayir, Tunus'un Cerbe adası, Zanzibar ve Tanzanya'nın bazı muhitlerinde yaşamakta oldukları bilinmektedir. Öte taraftan ""Umman İbadileri"" kendilerinin Haricîler'in bir dalı oldukları savını kabul etmemektedirler. Kaynaklar Haricîliğin çıkışının Peygamber Muhammed döneminde olduğunu belirtir. Muhammed'e arkadaşlık etmiş olan Abdullah b. Zu'l-Hüveysıra'nın sonradan Haricîlerin liderliğini yapmış olan Hurkus b. Züheyrle aynı kişi olması muhtemeldir. Sahih olduğuna inanılan rivayetlere göre Abdullah b. Zu'l Huveysıra et-Temimi "Adil ol! Zira bu paylaştırma Allah'ın rızasının gözetildiği bir paylaştırma değildir" demiş, bunun üzerine Muhammed üzüntüsünü de belli ederek "Ben adil olmayayım da kim adil olsun!" cevabını vermiştir. Bu davranışı üzerine Muhammed'den kendisini öldürmek için izin isteyenlere yine Muhammed engel olmuştur. Haricîlerin büyük bir kısmının sünnet ve hadisle sabit birçok hükme itiraz ettikleri bilinmektedir. Kaynaklar, az veya çok olduğuna, korunmuş veya korunmamış olduğuna bakılmaksızın hırsızın elinin kesileceğini iddia ettiklerini, recmi ve mest üzerine meshetmeyi Kur'an'da olmadığ
ı gerekçesiyle reddettiklerini söyler. Ayrıca Haricî ekollerinden Ebu Ismail el-Batihi ve takipçileri "sabah bir rekat ve akşam bir rekatın dışında namaz yükümlülüğü yoktur" görüşüne sahiptirler. Siyasi, itikadi veya tarihi bazı ihtilaflar nedeniyle Hariciler kendi içlerinde de çeşitli gruplara ayrılmışlardır. Bu grupların bazıları İslam dininin temel akide kaidelerini takip ederken, bazıları İslam dininin itikadi prensiplerinden ayrılarak İslam dairesi dışı ilan edilmiş ve İslam dinin dışında incelenmiştir. Fakat bu gruplarında temelleri Haricîlere ve İslam dinine dayanır. "İtikadi sebepler yüzünden bu gruplar çoğunlukla İslam dini dairesi dışında ele alınır." Günümüzde Hariciyye mezhebinin, İbâd’îyye kolu hariç, diğer kollarının kitlesel varlıkları yok olmuştur. İbadiyye Hariciyye mezhebi kitlesel özellikle bugün Umman'da varlığını sürdürmektedir. Bu kolun kuzey Afrika ve doğu Afrika'ya yayılan mensupları Cezayir'de M’zab'ta, Tunus'ta Cerbe adasında, Tanzanya ve Zengibar'da yaşamaktadırlar. Libya'da "Cebel Nafusa" bölgesinde Ömer Muhtar'ın da mensubu olduğu "Sennusi Kabilesi" de İbadiyye mezhebine bağlıdır. Kimilerine göre, Ehl-i sünnet'in köktendincilik kolundan olduğu varsayılan Vahhâbîler de Haricî kollardan biri olarak gösterilebilir. Nitekim tarihte 18. yüzyıl'da "İbn-i Âb’ı-Dîn" ismindeki Hanefî bir âlim, Vehhâbîliğin kurucusu olarak bilinen İbn-i Abd’ûl-Vahhâb'ı, "Yeni Haricî" olarak tanımlamıştı. . Günümüzdeki Selefi, Vahhabi toplumların fikirleri ve davranışları Haricilerle mutabıktır. Vahabi ve Selefiler diğer tarikat ehli müslümanları, küfür, şirk ve bidat ile itham etmektedirler. Cem Yalçın Yıldırım Cem Yalçın Yıldırım (d. 8. Temmuz 1961), Türk matematikçi. Boğaziçi Üniversitesi'nde öğretim üyesidir. Sayılar kuramı üzerine çalışmaktadır. Dan Goldston ile beraber yaptığı, "asal sayılar arasındaki küçük boşluklar" isimli çalışmasının ikiz asallar kestiriminin çözülmesinde anahtar rol oynayacağı düşünülmektedir. Orta Çağ Orta Çağ, Avrupa tarihinin geleneksel ve şematik olarak üç "bölüm"e ayrılmasında "orta"da kalan çağa verilen isimdir. Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşü ile başlayıp Rönesans hareketi ile biten bir dönem içerisinde kademeli olarak son bulur. Bu üç çağ, Antikitenin klâsik medeniyetleri (Antik Çağ), Orta Çağ ve Modern Zamanlar’dır. Batı Avrupa'nın Orta Çağ'ı genellikle Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşü ile millî monarşilerin yükselişi, Avrupalılarca denizaşırı keşiflerin başlaması, hümanist canlanma ve 1517'de başlayan Protestan Reformasyon’u arasındaki zaman dilimi olarak tanımlanmıştır. Bu çeşitli değişiklikler Erken Dönem Modern Zaman’ın başlangıcını oluşturmaktadır ve Sanayi Devrimi'ne öncülük etmiştir. 1453'teki İstanbul'un Fethi, sonrasında gelişen olaylar ve Avrupa'ya olan etkileri nedeniyle, Avrupa'da Orta Çağ'ın bitişini işaret eden önemli olaylardan biri olarak görülmektedir. Roma İmparatorluğu en geniş sınırlarına ikinci yüzyılda ulaştı. Bunu takip eden iki yüzyıl Roma İmparatorluğu'nun ağır ağır çöküşüne ve sınırlardaki kontrolü yitirmesine şahit oldu. 285’te imparator Diocletian imparatorluğu doğu ve batı olmak üzere ikiye bölmüştü. Bu doğu-batı ayrımı imparatorluğun başkentini Konstantinopolis’e taşıyan Konstantin döneminde de devam etti. Roma İmparatorluğu'nun sınır komşuları daha güçlü hale geldiğinden, 4. yüzyılda imparatorluğun askerî harcamaları arttı. Daha önce ticaret ilişkileri içinde bulundukları kabileler imparatorluğun içine sızarak zenginliğinden yararlanmaya çalıştılar. Diocletian reformlarıyla vergi sistemini ve orduyu düzenledi ayrıca yönetimde güçlü bir bürokrasi oluşturdu. Bu reformlar imparatorluğa zaman kazandırdı ancak bu reformlar çok fazla para gerektirdi. Roma’nın düşen geliri imparatorluğu vergilere bağımlı kıldı. Gelecekte aksilikler Roma’nın zenginliğini ordusuna harcamasına neden olacaktı. Bu sınır genişletme döneminde ekonomik sorunlar kritik bir problem haline gelecekti. 378’deki Hadrianapolis (Edirne) Muharebesi yenilgisi Roma ordusuna çok fazla zarar verdi ve imparatorluğun batısını savunmasız bırakılmasına neden oldu. Batı da güçlü ordu olmaması ve imparator Konstantin’den herhangi bir kurtuluş vaadi gelmemesinden dolayı imparatorluğun batısı uzlaşma yoluna girdi. Geleneksel tarihte ‘Barbar akınları’ olarak bilinen ‘Göç Dönemi’ oldukça anlaşılması güç ve aşamalı bir dönemdi. Bazı tarihçiler bu döneme ‘Karanlık Çağ’ adını verdi. Bu dönemdeki barbar kavimlerin bazıları Roma’nın klasik kültürünü inkar ederken, bazıları ise tamamen kabullendi hatta göz dikti.Ostrogot lideri Thedoric bu kültürü kabullenen ve kendini Roma kültürünün mirasçısı olarak görenlere bir örnektir. Avarlar, Bulgarlar, Hunlar, Macarlar’ın yanında birçok Cermen kavim ve Slav halklar, Roma sınırlarına göç ettiler. Bazı gruplar Roma senatosu ya da imparatorunun onayıyla Roma sınırlarına yerleşti. Tarımsal arazi karşılığında bu kavimler Roma’ya askeri destek sundu. Diğer saldırılar küçük çaplı, yağmalama amaçlı saldırılardı. Bu saldırıların en bilineni 410'da Vizigotlar tarafından gerçekleştirilen ve Roma’nın yağmalanmasıyla sonuçlananıdır. 5. yüzyılda Roma’nın kurumları çökmeye başladı. Batı’nın son imparatoru Romulus Augustus 476'da barbar kral Odoacer tarafından tahttan indirildi. Doğu Roma İmparatorluğu (batının tamamen düşmesinden sonra Bizans İmparatorluğu) düzenini batıyı kendi kaderine terk ederek sağladı. Bizans imparatorlarının bu sınırlarda hak iddia etmesine rağmen barbar krallar kendilerini batının imparatoru olarak görmeye başladı. Bundan sonraki üç yüzyıl boyunca batının yasal bir imparatoru olmayacaktı. Bunun yerine barbar desteği sağlayan krallar tarafından yönetildi. Bazı krallar sadece vekillik alarak kral unvanıyla yönetirken bazıları kendi isimleriyle yönetti. 5. yüzyıl boyunca şehirler düşmeye başladı ve güçlendirilen duvarlarla korunmaya çalışıldı. İmparatorluğun batısı altyapısal olarak çöküşler yaşadı ve merkez yönetim tarafından müdahale edilmedi. Şehirlerde yapılan savaş arabası yarışları, yolların düzenlenmesi, su kemerleri gibi düzenlemeleri genellikle piskoposlar tarafından yapıldı. Hippo piskoposu Augustinus yönetici gibi davranan piskoposların bir örneğidir. 8. yüzyılda Roma merkezi otoritesini kaybetmiş, kırsallaşmış ve büyük güç olma özelliğini kaybetmişti. 5’inci ve 8’inci yüzyıllar arasında Roma merkezi yönetiminin bıraktığı boşluğu yeni halklar ve güçlü bireysel hareketler doldurdu. Cermen kabileleri imparatorluğun eski sınırlarında bölgesel egemenlikler kurdular. Bu kabileler İtalya’da Ostrogotlar, İspanya’da Vizigotlar, Gaul’de (Fransa) Franklar, Britanya’da Anglo-Saxonlar ve Kuzey Afrika’da Vandallar'dır. Roma’nın gücünü kaybetmesinin sosyal etkilerinin anlaşılması güçtür. Şehirler ve tüccarlar güvenli ticaretin ekonomik yararlarından mahrum kaldılar ve imparatorluğun entelektüel gelişimi kültürel ve eğitimsel birliğin olmamasından dolayı olumsuz etkilendi. Roma sosyal yapısının bozulması dramatiktir. Ticaret yapmak ve şehirlerarası ulaşım eskisi kadar güvenli olmadığından ticarette ve üretimde düşüş görüldü. Uzun mesafeli ticarete dayanan sanayiler; örneğin çanak-çömlek ticareti kısa sürede ortadan kalktı. 7 ve 8. yüzyıllarda Müslümanların İspanya, Kuzey Afrika, Mısır, Pers İmparatorluğu, Portekiz, Suriye ve Akdeniz’in diğer kısımlarını ele geçirmesiyle deniz ticaretlerini arttırdı. Beceriksiz yöneticilerin üstünkörü çalışmaları kütüphane, umumi banyo, meydan ve eğitim kurumları kurmak için yeterli değildi. Yeni yapılar eskilerinden çok daha küçük ve gösterişsizdi. Şehir duvarları ardındaki Romalı mülk sahipleri büyük değişikliklere sıcak bakmıyorlardı ve kolayca topraklarını bırakıp başka bir yere hareket etmek istemiyorlardı. Bazılarının elinden malları alındı ve Bizans sınırlarına kaçtılar, diğerleri ise yeni yöneticileriyle iyi ilişkiler geliştirmeye çalıştılar. İspanya ve İtalya gibi yerlerde Roma yasalarının ve inançlarının sürdürülmesi gerektiğine inanıldı. Diğer nüfusun yoğun olduğu bölgelerdekiler yeni giyinme şekilleri, yeni bir dil ve yeni gelenek ihtiyacı duydular. Katolik Kilisesi’nin kültürel açıdan birleştirici bir etkisi vardı. Katolikler tarafından nüfuslanmış bazı bölgeler Aryan yöneticiler tarafından işgal edildi. Frankların lideri I. Clovis Aryanizme karşı Katolikliği seçen liderlerden biridir. I. Clovis’in Katolikliği benimsemesi Gaul’deki Frank kabileleri açısından bir dönüm noktasıdır. Piskoposlar aldıkları eğitimden dolayı Ortaçağ toplumunun merkezindeydi. Sonuç olarak yönetimde önemli rol oynadılar. Ancak Batı Avrupa’nın merkezinin dışında kalan bazı bölgeler Hıristiyanlık ya da klâsik Roma geleneğinden hiç etkilenmeden kaldılar. Avarlar ve Vikingler gibi savaşçı toplumlar Batı Avrupa’da yeni doğmakta olan toplumlar için hâlâ tehlike oluşturuyordu. Erken Dönem Ortaçağı monastizmin doğuşuna da tanık oldu. Toplumdan ayrılıp ruhani hayata yönelmek kişilerin tercihiyken, Avrupa monastizmi şeklini Mısır ve Suriye’de meydana çıkan gelenek ve ideolojilerden aldı. Monastizmin ruhani uygulamalara yaklaşımına kenobitizm dendi ve öncülüğünü 4. yüzyılda Aziz Pachomius yaptı. Monastik düşünce Mısır’dan Avrupa’ya 5. yüzyılda hiyeroglif edebiyatla yayıldı. 6. yüzyılda Aziz benedictus monastismizn belirleyici kurallarını idare ve dinî âyinler hakkında detaylı bir şekilde yazdı. Ortaçağda manastırlar ve keşişler dini ve politik konularda derin etkiye sahipti, mesela zengin ailelerin toprak güvencesi, yeni fethedilen yerlerde kraliyet propagandası ve eğitim gibi konularda çok etkiliydiler. Romanesk sanatın doğuşu olan 8. yüzyıla kadar İtalya dışında taş binalara ilgi yoktu. Roma’daki bina malzemeleri, bu türde eserler yapmak için çalındı. Roma ve Bizans etkisi baskın kalsa da Çeltik ve Cermen barbar kavimlerin mimari şekilleri Hıristiyan sanatıyla birleştirildi. Batı Avrupa’da yüksek kalitede mücevherler ve dini sanat eserleri yapıldı. Charlamagne ve diğer krallar dini sanat eserlerinin yapılmasına büyük destek verdiler. Bu dönemdeki bazı sanat eserlerinde altın gümüş ve değerli pigmentler kullanı