article
stringlengths
7.34k
10k
bir annesi ve bir kız kardeşi vardı. İlk kez yedi - sekiz yaşlarındayken film çekmeye merak saldı. Okumayı sökmediği yıllarda filmler için hikâyeler yaratıyordu. Brooklyn'deki Midwood Lisesi'ni bitirdi, üniversite eğitimini ise tamamlamadı. 15 yaşında bir karar aldı ve adını "Woody Allen" olarak değiştirdi. 16 yaşında radyo ve televizyon programlarına espriler yazmaya başladı. 1961 - 1964 arasında stand-up komedi yaptı. Bu dönemdeki şovları bir yapımcının dikkatini çekti. Böylece bir sinema filmi için senaryo yazma teklifi aldı. 1965'te ilk sinema filmi senaryosunu yazdı ve "What's New Pussycat?" adlı bu filmde oynadı. Senaryonun yapımcıların elinde değişime uğramasından hoşnut kalmayınca, kendi yönetmeyecekse filmlere senaryo yazmama kararı aldı. Daha sonra - sadece oyuncu olarak - "Casino Royale" adlı bir filmde yer aldı. Bunu ilk filmi olan "What's Up, Tiger Lily" izledi. Kendisi filmi beğenmemişti, ancak çok olumlu eleştiriler aldı. Bir sonraki filmi "Take the Money and Run" da ilk kez yönetmen koltuğuna oturdu. Bu film kariyerinde bir dönüm noktası oldu. United Artists firması 'her ne istiyorsa yazması ve her ne istiyorsa yapması' teklifiyle onunla anlaşma imzaladı. İkinci filmi "Bananas" (1971)'ın ardından filmlerinde hem senarist, hem yönetmen, hem aktör hem de casting yönetmeni olarak görev aldı. "Play It Again, Sam" adlı oyunu yazıp oynadı. Ardından "Everything You Always Wanted to Know About Sex" 'in senaryosunu yazdı. 1973'te "Sleeper" 'ı, 1977'de "kariyerinin en önemli filmi" olarak anılacak olan "Annie Hall" 'u çekti. 1986'da 'Allen', "Annie Hall" ve "Manhattan" filmlerinden sonra "Hannah and Her Sisters" 'ı yazıp yönetti. Bu filmde çalıştığı görüntü yönetmeni Carlo Di Palma ile daha sonra da pek çok filmde birlikte çalıştı. Son 10 yılda "Crimes and Misdemeanors", "Bullets Over Broadway" ve "Deconstructing Harry" gibi filmleri çekti. 1954'te Harlene Rosen ile evlendi. Bu evlilik 1960'ta son buldu. Allen ikinci evliliğini Bananas filminde rol alan Louise Lasser ile yaptı. Aktris Diane Keaton ile 1970'li yıllarda birlikte oldu. Keaton, Allen'ın "Annie Hall" (1977) ve "Manhattan" (1979) gibi önemli filmlerinde rol aldı. Allen'ın oğlu Satchel'in annesi Mia Farrow ise Allen'ın bir başka tutkulu ilişkisi oldu. 1980'de başlayan bu ilişki, 1992'de Allen, Farrow'un üvey kızı Soon-Yi Previn ile birlikte olunca sonlandı. Allen, 1997'de 1970 doğumlu Soon-Yi Previn ile Venedik'te evlendi. Gut Gut (ayak baş parmağını da kapsadığında podagra olarak bilinir), ayırt edici özelliği tekrarlayan akut enflamatuvar artrit—kırmızı renkli, hassas, sıcak, eklem şişliği— olan bir tıbbi durumdur. En sık etkilenen bölge, ayak başparmağının tabanındaki tarak kemiği-parmak kemiği eklemidir (vakaların yaklaşık %50'si). Bununla birlikte kireçlenme, böbrek taşı veya ürat nefropati şeklinde de var olabilir. Gutun sebebi kanda ürik asit düzeylerinin yükselmesidir. Ürik asit kristalleşir ve kristaller eklemlerde, tendonlarda ve çevre dokularda birikir. Bu özgün kristallerin eklem sıvısında görülmesiyle klinik tanı doğrulanmış olur. Nonsteroidal antienflamatuvar ilaçlar (NSAİİ'ler), steroidler veya kolşisin ile yapılan tedaviler belirtileri iyileştirir. Akut atak geçtiğinde, hayat tarzındaki değişikliklerle ürik asit düzeyleri genelde düşer ve sık atak görülen kişilerde allopürinol veya probenesid uzun süreli koruma sağlar. Son on-on beş yıldır gutun sıklığı artmıştır ve hayatlarının bir döneminde Batıdaki popülasyonun yaklaşık %1-2'sini etkilemektedir. Bu artışın, popülasyondaki metabolik sendrom, daha uzun hayat süresi beklentisi ve beslenme düzenindeki değişiklikler gibi risk faktörlerinin artışına bağlı olduğu düşünülmektedir. Gut geçmişte "kralların hastalığı" veya "zengin hastalığı" olarak bilinmektedir. Gut birkaç şekilde var olabilir yine de en olağan şekli tekrarlayan akut enflamatuvar artrit (kırmızı, hassas, sıcak, şiş eklem) ataklarıdır. En fazla ayak başparmağı tabanındaki tarak kemiği-parmak kemiği eklemi etkilenir ve vakaların yarısında görülür. Topuk, diz, bilek ve parmak gibi diğer eklemler de etkilenebilir. Eklem ağrısı genellikle 2–4 saat içinde gece başlar. Gece başlamasının sebebi o zamanki düşük vücut sıcaklığıdır. Yorgunluk ve yüksek ateşi içeren diğer belirtiler eklem ağrısıyla birlikte nadiren ortaya çıkabilir. Uzun süre devam eden yüksek ürik asit düzeyleri (hiperürisemi), kireçlenme olarak bilinen sert, ağrısız ürik asit kristalleri birikimini içeren diğer belirtilere de neden olabilir. Yaygın kireçlenme, kemik aşınmasına bağlı olarak kronik artrite yol açabilir. Yüksek ürik asit düzeyleri kristallerin böbreklerde çökelmesine yol açıp taş oluşumuna ve sonra da ürat netropatisine neden olabilir. Gutun altta yatan nedeni hiperürisemidir. Bu durum beslenme düzeni, genetik yatkınlık veya ürik asit tuzları olan üratın yeterince atılmaması dahil birkaç nedene bağlı olarak ortaya çıkabilir. Ürik asitin böbreklerden yeterince atılamaması vakaların yaklaşık %90'ında hiperüriseminin ana nedeni olmasına rağmen aşırı ürik asit üretimi %10'dan daha azında ana nedendir. Hiperürisemisi olan kişilerin yaklaşık %10'unda, hayatlarının bir döneminde gut gelişir. Bununla birlikte, hiperürisemi derecesine bağlı olarak risk değişiklik gösterir. Düzeyler 415 ve 530 μmol/l (7 ve 8.9 mg/dl) arasında olduğunda risk her yıl için %0,5 ve 535 μmol/l'den (9 mg/dl) daha yüksek düzeylere sahip kişilerde risk her yıl için %4,5'tir. Beslenmeye bağlı nedenler gut vakalarının yaklaşık %12'sinden sorumludur ve bu nedenlerin alkol, fruktoz ile tatlandırılmış içecek, et ve deniz ürünü tüketimi ile güçlü bir ilişkisi vardır. Tetikleyici diğer nedenler fiziksel travma ve ameliyattır. Son zamanlarda yapılan çalışmalarda, bir zamanlar ilişkili olduğu düşünülen beslenme düzeniyle ilgili faktörlerin aslında pürin-zengin sebzeler (örn., fasulye, bezelye, mercimek ve ıspanak) ve toplam protein - alımını içermediği bulunmuştur. Kahve, C vitamini ve süt ürünleri tüketimi ile fiziksel egzersizin riski azalttığı görülmektedir. Bu durumun kısmen insulin direncini azaltıcı etkilerine bağlı olduğu düşünülmektedir. Gutun ortaya çıkışı kısmen kalıtımsaldır ve ürik asit düzeyindeki değişkenlik durumunun yaklaşık %60'ında payı vardır. Genellikle "SLC2A9", "SLC22A12" ve "ABCG2" denen üç genin gutla ilişkili olduğu bulunmuştur ve bu genlerde meydana gelen değişimler riski yaklaşık olarak iki katına çıkarmaktadır. "SLC2A9" ve "SLC22A12" 'deki fonksiyon kaybedici mutasyonlar ürat emilimi ve engellenmemiş ürat salgılanmasını azaltarak kalıtımsal hipoürisemiye neden olurlar. ailesel jüvenil hiperürisemik nefropati, medüller kistik böbrek hastalığı,fosforibosilpirofosfat sentetaz süperaktivitesi ve Lesch-Nyhan sendromunda görüldüğü şekliyle hipoksantin-guanin fosforibosiltransferaz eksikliği dahil nadir görülen birkaç genetik bozukluk gutla daha karmaşık hale gelir. Gut sıklıkla diğer tıbbi sorunlarla birlikte ortaya çıkar. Vakaların yaklaşık %75'inde abdominal obezite, hipertansiyon, insülin direnci ve anormal lipid düzeylerinin bir birleşimi olan metabolik sendrom meydana gelir. Gutla genellikle karmaşık hale gelen diğer hastalıklar şunlardır: polisitemi, kurşun zehirlenmesi, böbrek yetmezliği, hemolitik anemi, psoriasis ve solid organ transplantları. 35 ve üzeri bir vücut kitle indeksi bir erkeğin gut riskini üç katına çıkarır. Kurşuna uzun süre maruz kalma ve kurşun bulaşmış alkol, kurşunun böbrek işlevi üzerine olan zararlı etkisine bağlı olarak gut için risk faktörleridir. Lesch-Nyhan sendromu genellikle gutlu organ artriti ile ilişkilidir. Diüretik ilaçlar gut ataklarıyla ilişkilendirilmiştir. Ancak, düşük hidroklorotiazid dozunun riski artırmadığı görülmektedir. İlişkilendirilmiş diğer ilaçlar niasin ve aspirindir (asetilsalisilik asit). Bağışıklığı baskılayıcı ilaçlar olan siklosporin, özellikle hidroklorotiazid ile birlikte kullanıldığında , ve takrolimus da gutla ilişkilendirilmiştir, Gut pürin metabolizması bozukluğudur ve nihai metaboliti olan ürik asit monosodyum ürat şeklinde kristalleştiğinde ve eklem, tendon ve çevre dokularda çökeldiğinde meydana gelir. Bu kristaller daha sonra bağışıklık sistemi vasıtasıyla meydana gelen yerel bir enflamatuvar reaksiyonu tetikler, bu enflamasyon kaskadındaki ana proteinlerden biri interleukin 1βdır. Ürik asidi yıkan ürikazın insanlar ve yüksek primatlardaki evrimsel kaybı bu hastalığı yaygınlaştırmıştır. Ürik asidi çökelten tetikleyiciler iyi anlaşılmamıştır. Normal düzeylerde de kristalleşebildiği gibi, düzeyler arttıkça kristalleşme olasılığı daha fazladır. Akut artrit vakasının tetiklenmesinde önemli olduğu düşünülen diğer faktörler soğuk sıcaklıklar, ürik asit düzeylerinde hızlı değişiklikler, asidoz, artiküler hidrasyon ve proteoglikanlar, kolajenler ve kondroitin sülfat gibi ekstraselüler matriks proteinleridir. Düşük sıcaklıklarda meydana gelen artmış çökelme durumu, neden ayak eklemlerinin en fazla etkilenen bölge olduğunu kısmen açıklamaktadır. Ürik asitte görülen hızlı değişiklikler travma, ameliyat, kemoterapi, diüretik ilaçlar ve allopürinolün durdurulması ve başlatılması dahil birkaç faktöre bağlı olarak meydana gelebilir. Kalsiyum kanal blokerleri ve losartan diğer hipertansiyon.ilaçlarına göre daha düşük bir gut riski ile ilişkilidir. Hiperürisemi ve klasik podagrası olan birinde ileri tetkikler olmaksızın gut tanısı konup tedavi edilebilir. Ancak tanıdan şüphe ediliyorsa sinovyal sıvı analizi yapılmalıdır. Kronik gutun tanımlanmasına faydalı olsa da akut ataklarda röntgenin çok az bir faydası bulunmaktadır. Gutun kesin tanısı, sinoviyal sıvıda monosodyum ürat kristallerinin veya kireçlenmenin teşhis edilmesine. Tanı konmamış enflamasyonlu eklemlerden elde edilen tüm sinoviyal sıvı numuneleri bu kristaller bakımından incelenmelidir. Polarize ışık mikroskobu altında, iğneye benzer bir şekle ve güçlü negatif bir çiftkırılıma sahiptirler. Bu testin yapılması güçtür ve genellikle eğiim almış bir gözetmenin varlığını gerektirir. Sıcaklık ve pH çözünürlüğünü etkilediğinden, sıvı, aspirasyo
ndan sonra nispeten hızlı bir şekilde incelenmelidir. Hiperürisemi gutun klasik bir özelliğidir ancak neredeyse çoğu zaman hiperürisemi olmadan meydana gelir ve yükselmiş ürik asit düzeylerine sahip çoğu insanda hiçbir zaman gut gelişmez. Bu nedenle, ürik asit düzeylerinin ölçülmesinin tanı koyma açısından faydaları sınırlıdır. Hiperürisemi, erkeklerde 420 μmol/l (7,0 mg/dl) ve kadınlarda 360 μmol/l (6,0 mg/dl) üzerindeki plazma ürat düzeyi olarak tanımlanır. Yaygın olarak yapılan diğer kan testleri alyuvar sayımı, elektrolitler, böbrek fonksiyonu ve eritrosit sedimantasyon hızıdır (ESR). Ancak, enfeksiyon yokluğundaki guta bağlı olarak hem alyuvar hem de ESR yükselmiş olabilir. 40,0×10/l'lik (40.000/mm) yüksek bir alyuvar sayımı belgelenmiştir. Gut hastalığındaki en önemli ayırıcı tanı septik artrittir. Enfeksiyon belirtileri olan veya tedaviyle iyileşmeyen kişilerde bu duruma dikkat edilmelidir. Tanı konmasına yardımcı olmak için, sinoviyal sıvı Gram boya ve kültürü yapılabilir. Buna benzeyen diğer hastalıklar psödogut ve romatoid artrittir. Gutlu organdaki kireçlenmeler, özellikle bir eklemde yerleşik değilse, bazal hücreli karsinoma, veya diğer neoplazmalarla karıştırılabilir. Yaşam tarzında yapılan değişiklikler ve ilaçlar ürik asit düzeylerini düşürebilir. Etkili olan beslenme ve yaşam tarzı tercihleri et ve deniz ürünleri gibi gıdaların alımının azaltılması, yeterli miktarda C vitamininin tüketilmesi, alkol ve fruktoz tüketiminin sınırlandırılması ve obeziteden kaçınılmasıdır. Kilolu bir adamın düşük kalorili diyet ile beslenmesiyle ürik asit düzeyleri 100 µmol/l'a (1,7 mg/dl) düşmüştür. Günde 1.500 mg C vitamini alımı gut riskini %45'e kadar azaltır. Kahve tüketimi (çay tüketimi değil) daha düşük bir gut riski ile ilişkilendirilir. Gut, uyku apnesine bağlı olarak, oksijenden mahrum kalan hücrelerden salınan pürinler vasıtasıyla sonradan ortaya çıkabilir. Apne tedavisi atakların oluşmasını azaltabilir. Tedavinin ilk amacı akut atak belirtilerinin hafifletilmesidir. Serum ürik asit düzeylerini düşürmek için kullanılan farklı ilaçlar tekrarlanan atakları önleyebilir. Günde birkaç kez 20-30 dakika boyunca uygulanan buz ağrıyı azaltır. Akut tedavi seçenekleri nonsteroidal antienflamatuvar ilaçlar (NSAİİ'ler), kolşisin ve steroid, hastalığın önlenmesine yönelik seçenekler allopurinol, febuksostat ve probenesiddir. Ürik asit düzeylerinin düşürülmesi hastalığı tedavi edebilir. eşzamanlı hastalıkların tedavi edilmesi de önemlidir. NSAİİ'ler gutun olağan birinci basamak tedavisidir ve hiçbiri diğerinden anlamlı derecede daha az veya daha çok etkili değildir. Bu ilaçlarla dört saat içinde iyileşme görülebilir ve bir iki haftalık tedavi önerilir. Ancak, bu ilaçların gastrointestinal kanama, böbrek yetmezliği veya kalp yetmezliği.gibi sağlık sorunları olan kişilerde kullanılmaları önerilmez. Geçmişte indometazin en sık kullanılan NSAİİ olsa da, daha üstün bir etkinin olmadığı durumlarda daha iyi yan etki profilinden dolayı ibuprofen gibi bir alternatif tercih edilebilir. NSAİİ'lere bağlı gastrik yan etki riski taşıyan kişilere ilave bir proton pompası inhibitorü verilebilir. Kolşisin, NSAİİ'leri tolere edemeyen kişiler için bir alternatiftir. Yan etkileri (öncelikle mide-bağırsak bozukluğu) kullanımını sınırlar. Ancak, mide ve bağırsakta görülen bozukluk doza bağlıdır ve daha az ancak yine de etkili dozların kullanılmasıyla risk azaltılabilir. Kolşisin, yaygın biçimde kullanılan atorvastatin ve eritromisin gibi diğer reçeteli ilaçlarla etkileşebilir. Glukokortikoid NSAİİ'ler kadar etkili olduğu keşfedilmiş ilaçlardır ve NSAİİ'ler için kontrendikasyon söz konusuysa kullanılabilirler. eklem içine zerk edilme durumunda da iyileşme sağlarlar; ancak, steroidler durumu kötüleştirdiğinden eklem enfeksiyonu bunun dışında bırakılmalıdır. Peglotikaz (Krystexxa), 2010 yılında ABD'de gut tedavisi için onaylanmıştır. Diğer ilaçları kullanamayan kişilerin %3'ü için bir seçenektir. Peglotikaz iki haftada bir damar içi yoluyla enfüzyon şeklinde uygulanır ve peglotikazın bu kişilerde ürik asit düzeylerini düşürdüğü keşfedilmiştir. İleri gut vakalarının önlenmesinde ksantin oksidaz inhibitörleri(allopurinol ve febuksostatdahil) ve ürikozüriklerin (probenesid ve sülfinpirazon dahil) dahil olduğu birkaç ilaç faydalıdır. Atağı kötüleştirdiklerine dair teorik bazdaki endişelere bağlı olarak genellikle akut atağın iyileşmesinden sonraki bir iki haftadan önce kullanılmaya başlanmazlar ve ilk üç ila altı ay boyunca çoğunlukla NSAİİ veya kolşisin ile birlikte kullanılırlar. Yıkıcı eklem değişiklikleri, kireçlenme veya ürat nefropatisi görülmedikçe, kişi iki gut atağı geçirene dek tavsiye edilmezler çünkü bu ana dek maliyetlerinin uygun olduğu düşünülmez. Serum ürik asit düzeyleri 300–360 µmol/l'nin (5,0-6,0 mg/dl) altına düşene dek üratı azaltıcı önlemler artırılmalı ve süresiz olarak devam edilmelidir. Bu ilaçlar bir atak anında kronik olarak kullanılıyorlarsa ilaçların kesilmesi tavsiye edilir. Düzeyler 6,0 mg/dl'nin altına getirilemiyorsa ve tekrar eden ataklar mevcutsa, bu durum tedavi başarısızlığı veya inatçı gut olarak kabul edilir. Genel olarak, probenesidin allopurinolden daha az etkili olduğu görülür. Ürikozürik ilaçlar genellikle, ürik asit salgılanması normalden az olduğunda tercih edilir (ürik asit salgılanmasının normalden az olması, idrar numunelerinin 24 saat boyunca toplanması sonucunda 800 mg'dan daha az miktarda ürik asit elde edilmesi şeklinde belirtilir). Ancak, kişide böbrek taşı öyküsü varsa tavsiye edilmezler. 24 saatlik idrarda 800 mg'dan daha fazla miktarda ürik asit görülmesi yani aşırı üretim durumunda, ksantin oksidaz inhibitorü tercih edilir. Ksantin oksidaz inhibitörleri (allopurinol ve febuksostat dahil) ürik asit üretimini engellerler. Bu ilaçlarla uzun süreli tedavi güvenlidir ve iyi tolere edilirler ve allopurinol az sayıda insanda aşırı duyarlılığa neden olsa da böbrek yetmezliği veya ürat taşı olan kişilerde kullanılabilirler. Bu gibi durumlarda, alternatif ilaç olan febuksostat tavsiye edilmiştir. Akut gut atağı, tedavi olmaksızın, genellikle beş ila yedi gün içerisinde iyileşir. Bununla birlikte, hastaların %60'ı bir yıl içerisinde ikinci bir atak geçirir. Gut hastalığı olan kişilerde hipertansiyon, diabetes mellitus, metabolik sendrom ve böbrek hastalığı ve kardiovasküler hastalık riski artmıştır, yani ölüm riski artmıştır. Bu durum kısmen insülin direnci ve obezite ile ilişkisine bağlı olabilir ancak bu risk artışlarının bir kısmı bağımsız gibi görünmektedir. Akut gut epizodları tedavi edilmezse eklem yüzeyi yıkımı, eklemlerde şekil bozukluğu ve ağrısız kireçlenmeyi içeren kronik guta dönüşebilir. Bu kireçlenmeler beş yıldır tedavi edilmeyen kişilerin %30'unda, genellikle kulağın dış kulak kanalı kısmında, olekranon süreçlerde veya Aşil tendonlarında meydana gelir. Agresif tedaviyle yok edilebilirler. İnsanların %10-40'ını etkileyen böbrek taşları da gutu çoğunlukla daha karmaşık hale getirir ve ürik asidin çökmesine neden olan düşük idrar pH'sına bağlı olarak oluşur. kronik renal disfonksiyonun diğer şekiller meydana gelebilir. Gut, hayatlarının bir döneminde Batı nüfusunun yaklaşık %1-2'sini etkiler ve gün geçtikçe daha da yaygın hale gelmektedir. Gut oranları 1990-2010 yılları arasında neredeyse iki katına çıkmıştır. Bu artışın artan yaşam süresi beklentisi, yeme alışkanlıklarındaki değişiklik ve gut ile ilişkili metabolik sendrom ve yüksek tansiyon gibi hastalıklardaki artıştan dolayı olduğu düşünülmektedir. Gut oranlarını yaş, ırk ve mevsim dahil birkaç faktörün etkilediği bulunmuştur. 30 yaş üzeri erkeklerde ve 50 yaş üstü kadınlarda görülme sıklığı %2'dir. Amerika Birleşik Devletlerinde gutun Afrika kökenli Amerikalı erkeklerde görülmesi Avrupa kökenli Amerikalılara göre iki kat daha olasıdır. Bu oranlar Pasifik Adalarında yaşayan kişiler ve Yeni Zelanda'daki Māori arasında yüksektir ancak Avustralya yerlileri arasında nadiren görülür. Halbuki Avustralya yerlileri daha yüksek bir ortalama serum ürik asit konsantrasyonuna sahiptir. Çin, Polinezya ve kırsal alt-Sahara Afrika bölgesinde yaygın hale gelmiştir. Bazı çalışmalarda gutu ataklarının ilkbahar döneminde daha sık meydana geldiği bulunmuştur. Bu durum yeme alışkanlıkları, alkol tüketimi, fiziksel aktivite ve sıcaklıktaki mevsimsel değişikliklere bağlanmıştır. "Gut" kelimesi ilk olarak Bocking'li Randolphus tarafından milattan sonra yaklaşık 1200'lü yıllarda kullanılmıştır. Sıvı "damlası" anlamına gelen Latin kelime "gutta"dan türemiştir. Oxford İngilizce Sözlüğüne göre suyukçuluk ve "eklemin içindeki ve etrafındaki kandan hastalıklı maddenin 'damlaması' kavramından" türemiştir. Gut antik çağlardan beri bilinmektedir. Geçmişte "hastalıkların kralı ve kralların hastalığı" veya "zengin hastalığı" olarak anılmıştır. Hastalık ilk defa MÖ 2600 yılında Mısır'da ayak başparmağındaki artritin tanımlanması esnasında belgelendirilmiştir. Yunan hekimi Hipokrat, MÖ 400'lü yıllarda "Aforizmalar" adlı eserinde bu hastalıkla ilgili düşüncesini açıklamış ve hadım edilmiş erkekler ve menopoz öncesi kadınlarda görülmediğine dikkat çekmiştir. Aulus Cornelius Celsus (30 AD) alkolle olan bağlantıyı, kadınlarda daha geç başlamasını ve ilişkili böbrek problemlerini anlatmıştır: Yine çökeltisinin beyaz olduğu koyu idrar, eklem ve iç organlar bölgesinde ağrı ve hastalıktan endişe edileceğine işaret etmektedir... El ve ayaklardaki eklemlerde görülen rahatsızlıklar aynı damla hastalığı ve ellerde ağrı gibi çok sık ve inatçıdır. Bu hastalıklara nadiren bir kadınla cinsel ilişkiye görmeden önce oğlanlar ve hadım edilmiş erkekler veya adet kanamaları baskılanmış olanların dışındaki kadınlar tutulur... bazıları şarap, bal likörü ve aşırı cinsel ilişkiden uzak durarak hayat boyu güvenli bir şekilde yaşamışlardır. 1683 yılında, İngiliz bir fizikçi olan Thomas Sydenham bu hastalığın sabah erken saatlerde ortaya çıktığını ve yaşlı erkekleri tercih ettiğini açıklamıştır: Gut hastaları genellikle ya yaşlı erkeklerdir ya da gençliklerinde çok çalışıp didinmiş ve e
rkenden yaşlanmış erkeklerdir- bu hovarda alışkanlıklardan hiçbiri erken ve aşırı cinsel ilişkiden ve yorucu tutkulardan yaygın değildir. Kurban yatağına yatar ve sağlıklı bir şekilde uykuya dalar. Sabaha karşı 2 gibi ayak başparmağında şiddetli olan, topuk, ayak bileği veya ayağın üst kısmında daha seyrek görülen bir ağrı ile uyanır. Ağrı tıpkı çıkık ağrısı gibidir ve ağrı olan bölgelerde sanki üzerlerine soğuk su dökülüyormuş gibi hissedilir. Daha sonra titreme ve ürperti ve biraz da ateş görülür... Gece ızdırap içinde, uykusuz bir şekilde, etkilenen bölgeleri döndürmeye çalışarak ve vücudun duruşunu sürekli değiştirerek geçer; vücudun savrulması ızdırap çeken eklemdeki ağrı kadar aralıksız ve hastalık nöbetine rastlandığı kadar kötüdür. Ürat kristallerinin mikroskop altındaki görüntüsünü ilk defa Danimarkalı bilim adamı Antonie van Leeuwenhoek 1679 yılında tanımlamıştır. 1848 yılında ise İngiliz fizikçi Alfred Baring Garrod kandaki bu aşırı ürik asit miktarının gut hastalığının nedeni olduğunu fark etmiştir. Ürik asidi parçalayan ürikaz enzimini vücutlarında üretebildiklerinden diğer birçok hayvanda gut hastalığı nadiren görülür. İnsanlar ve diğer büyük maymunlar bu yeteneğe sahip değildir, bu nedenle gut çok yaygındır. Bununla birlikte, "Sue" olarak bilinen "Tyrannosaurus rex" türünün gut hastalığına yakalandığına inanılmaktadır. Gut tedavisi için anakinra, kanakinumab ve rilonasept dahil birkaç yeni ilaç araştırılmaktadır. Bir rekombinant ürikaz enzimi (rasburikaz) piyasada mevcuttur ancak otoimmün yanıtı tetiklediğinden kullanımı sınırlıdır. Daha az antijenik olan versiyonlar geliştirilmektedir. Gut hastalığı ya da Damla hastalığı, metabolik bir eklem hastalığıdır. Damarda protein metabolizmasının son ürünlerinden biri olan ürik asit artışı ile karakterizedir. Artan ürik asit özellikle eklemlerde birikerek ağrı ve iltihaba yol açar. Kralların hastalığı olarak da bilinir. II. Mehmed'ın, IV. Murat'ın, II. Bayezid'ın, Osman Gazi'nin ve Nurullah Ataç'ın ölümüne sebep olduğu söylenir. Tüm romatizma türleri içerisinde en ağrılı olanıdır. Ataklar şu nedenlerle gelişebilir: Dalmaçyalılar, gut hastalığına yakalanmayan tek köpek cinsidir. 1.Gut Hastalığına Dair Ders Notları Doç.Dr.Gökmen KALKAN İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi yayınları Romatoid artrit Romatoid artrit (RA) geleneksel biçimde, bağışıklık sisteminin eklemlere saldırmasına yol açan kronik, enflamatuvar bir otoimmün bozukluk olarak tanımlanmıştır. Engelleyici ve ağrılı bir enflamatuvar durumdur, ağrı ve eklem aşınması sebebiyle önemli oranda hareket kaybına yol açabilir. Hastalık sıklıkla vücuttaki deri, kan damarları, kalp, akciğer ve kaslar gibi birçok eklem dışı dokuyu da etkilediği için sistemiktir. Multifaktöryel bir mekanizmayla ortaya çıktığı düşünülse de kesin nedeni ortaya konamamıştır. Artritin ilk bilinen örnekleri MÖ 4500’e kadar uzanır. ABD'de Tennessee’de bulunan yerli iskeleti kalıntılarında saptanmıştır. Ayrıca MS 123 tarihli bir metinde ilk kez romatoid artrite benzer semptomlar tarif edilmiştir. 1859 yılında ise Archibal Garrod hastalığa bugünkü ismini vermiştir. "Romatoid artrit" ismi "romatoid" ve artrit kelimelerinden oluşur: "Romatoid", Yunanca "rheumatos" yani “akan” ve "–oid" son eki yani “-şeklinde/-şekilde”den oluşur, "artrit" ise “eklem” anlamına gelen Yunanca "arthr" ve “enflamasyon içeren durum” anlamına gelen "–itis" son ekinden oluşur. Nitekim "artrit" “eklem enflasmasyonu”, "romatoid" ise “romatizma şeklinde” anlamlarına gelir. Romatoid artrit bir kronik, enflamatuvar, multisistem, otoimmün bozukluğudur. Sıklıkla poliartiküler tutulum gösterir. Romatoid artriti diğer artrit formlarından ayıran semptomlar aynı anda birçok eklemin yumuşak dokusunun şişmesi ve enflamasyonudur (poliartrit). Eklemler her zaman simetrik olarak (bilateral) etkilenirler. Ağrı etkilenmiş eklemlerin kullanılmasıyla azalır ve genelikle sabahları 1 saatten fazla süre etkilenmiş tüm eklemlerde sertlik hissedilir. Bu sebeple, eklemler kullanıldıkça gün boyunca artış gösteren klasik osteoartrit ağrısıyla karşılaştırıldığında romatoid artritin ağrısı sabahları genellikle daha ağırdır ve gün boyu azalır. Patoloji ilerlerken enflamatuvar etkinlik eklem yüzeyinde aşınmaya ve yıkıma yol açar ki eklem yüzeyi hareket alanına zarar verir ve şekil bozukluğuna (deformiteye) sebep olur. Parmaklar genellikle serçe parmağa doğru döner (ulnar deviasyon) ve böylece doğal olmayan şekiller alabilir. Romatoid artritte görülen klasik deformiteler Boutonniere deformitesi ve kuğu boynu deformitesidir. Bunların dışında farklı deformiteler de görülebilir. Dermatolojik açıdan, genellikle ekstansor yüzeylerde, örneğin dirseklerde, deri altında (subkutanöz) nodüller oluşur. Extra-artiküler belirtiler de bu hastalığı osteoartritten ayrıştırır. Örneğin, çoğu hastada ya hastalığın (kendisinin) sebebiyle ya da hastalığın tedavisinde kullanılan ilaçların, özellikle analjezi için kullanılan NSAIDlerin (non-steroidal anti-enflamatuvar ilaçlar), yan etkisi olarak oluşan gastrointestinal kanamanın sebebiyle anemi oluşur. Lökopeni ile birlikte splenomegali (dalak büyümesi) görülebilir (Felty sendromu) ve lenfatik infiltrasyon tükürük ve gözyaşı bezlerini etkileyebilir (Sjögren sendromu). Ayrıca akciğerler ana hastalığın gelişiminin bir evresi olarak veya tedavinin sebebiyle etkilenebilirler. Aniden veya tedavinin (örneğin metotreksat kullanımının) bir sonucu olarak fibrozit ortaya çıkabilir. Amiloidoz görülebilir ki bu kassal (musküler) yalancı hipertrofiye (psödohipertrofi) sebep olabilir. Kardiyovasküler olarak perikardit, valvülit ve fibroz sayılabilir. Gözsel (oküler) açıdan da keratokonjonktivitis sicca (kuru gözler), episklerit ve skleromalazi görülebilir. Bunların dışında otoimmün olarak, vasküler bozukluklar sayılabilir. Nörolojik açıdan mononöritis multipleks ve atlantoaksiyal sublüksasyon belirtileri olabilir. Romatoid artrit hastalarında ortaya çıkan psikolojik durum da önemlidir. Hastaların çoğunda, hastalığın gelişiminin yarattığı engeller sebebiyle kendilerine yetemez oluşları depresyona yol açmıştır. Yine hastalığın bu engelleyici özelliği sebebiyle hayatlarında ortaya çıkan değişiklikler, örneğin işlerini kaybetmeleri, hastaların genelinde en azından yoğun moral bozukluğu ve bazı hastalarda depresyon sebebidir. Romatoid artrit, herhangi bir yaşta başlayabilir; bununla birlikte 20-40 yaş grubu daha sık ortaya çıkar. HLA-DR4 işaretçisi ile yakından ilişkilidir, bu sebeple aile geçmişi önemli bir risk faktörüdür. Hastalık kadınlarda erkeklere oranla 3 kat, sigara kullanıcılarında sigara kullanmayanlara oranla 4 kat daha yaygındır. Hastalığın her 10.000 kişide 30’unda görülebilir. Bazı Amerikan Yerli grupları daha yüksek prevalans hızlarına sahipken (%5-6) ve Karayip bölgesinden olan siyahi kişiler daha düşük prevalans hızına sahiptirler. Birinci dereceden akrabalarda görülen prevalans hızı %2-3’ken, hastalığın tek yumurta ikizlerindeki (monozigotik ikizlerdeki) prevalans hızı yaklaşık %15-20’dir. Romatoid Artrit 2010 ACR/EULAR klasifikasyon kriterleri. 2010 RA classification criteria. Eklem tutulumu görüntüleme yöntemleri ile sinovitin saptanabildiği şiş veya hassas eklemleri kapsar (DIP, 1.CMC ve 1. MTP eklemler hariç). “Büyük eklemler” omuz, dirsek, kalça, diz ve ayak bilekleridir. “Küçük eklemler” MCP, PIP, 2-5.MTP, başparmak interfalengeal eklemler ve el bileğidir. En az bir eklemde sinovit ve 6 – 10 arası puan varsa ve sinoviti açıklayan daha iyi başka bir tanı yoksa kesin RA’dır. Bu kriterlerin sensitivitesi ve spesifitesi ; %70'dir. Klinik olarak RA’ten şüpheleniliyorsa immünolojik araştırmalar, örneğin romatoid faktör (RF, spesifik bir antikor), gerekir. Negatif bir RF, romatoid artrit riskini ortadan kaldırmaz; bunun yerine artrite "seronegatif" ismi verilir. Hastalığın ilk yılı boyunca romatoid faktör sıklıkla negatiftir. Hastaların %80’i sonunda seronegatif duruma gelirler. Ayrıca RF, Sjögren sendromu gibi, diğer hastalıklarda ve sağlıklı nüfusun (popülasyonun) yaklaşık olarak %10’ununda görülür, bu sebeple test spesifik değildir. Bu düşük spesifisite (belirgenlik) yüzünden, son yıllarda yeni bir serolojik test geliştirilmiştir ki bu test ACP antikorlarının bulunup bulunmadığını test eder. RF gibi, bu test de romatoid artrit hastalarının yaklaşık %80’ini saptayabilir, fakat RF’den farklı olarak test romatoid artrit hastası olmayanlarda çok nadiren pozitiftir bu da yaklaşık olarak %98 oranında spesifisite sağlar. Ek olarak, ACP antikorları sıklıkla hastalığın erken evrelerinde veya hastalık başlamadan bile saptanabilirler. Şu sıralar, ACP antikorları için yapılan en yaygın test anti-CCP (siklik sitrülin peptit) testidir. Bunlara ek olarak diğer birkaç kan testi de genellikle artritin diğer nedenleri için uygulanır; lupus eritematoz gibi. ESR, C-reaktif protein, tam kan sayımı, renal fonksiyon, karaciğer enzimleri ve immünolojik testler (örneğin antinükleer antikor/ANA) bu devrede yapılır. Ferritin hemokromatozu ortaya çıkarabilir ki hemokromatoz RA’ya benzeyebilir. Romatoid artritin sebebi bugün hâlâ bilinmese de, uzunca bir süre enfeksiyöz olduğundan şüphelenilmiştir. Gıda alerjileri veya dışarıdan organizmalar sebebiyle olabilir. "Mycoplasma", "Erysipelothrix", Epstein-Barr virüsü, parvovirüs B19 ve kızamıkçıkdan kuşkulanılmış fakat bunların hiçbiri epidemiyolojik araştırmalarda desteklenememiştir. Diğer otoimmün hastalıklarda olduğu gibi, “hatalı kimlik” teorisi zararlı bir organizmanın bağışıklık yanıtına yol açtığını ve geride o organizmaya spesifik (özel) antikorlar bıraktığını var sayar. Bununla birlikte antikorlar yeterince spesifik değildirler. Antikorlar, bu durumda (RA’da), sinovyuma karşı bir immün (bağışıklık) saldırısına geçerler zira sinovyumdaki bazı molekül(ler) en başta bağışıklık yanıtının oluşmasına yol açan zararlı organizmadaki bir moleküle ‘benzemektedir’ – bu fenomene moleküler taklitçilik denir. Bununla birlikte fiziki veya duygusal etkiler, stres ve yetersiz beslenme hastalıkla rol oynayabili
r. Otoimmün bozukluklarda, etkilenmiş bireyin yabancı moleküllerden kendisini ayrıştıran yeteneğinde bir kusur (defekt) olması gerekir. Birçok hücrede öz-tanıma özelliğini sağlayacak markerler bulunur. Bununla birlikte, bazı marker sınıfları romatoid artritin oluşmasına izin verir (bunu engellemez). RA sahibi hastaların %90’ında HLA-DR4/DR1 grubu olarak bilinen marker grubu bulunurken, bu grup RA sahibi olmayan kontrollerin sadece %40’ında bulunur. Böylece, kuramsal olarak, RA, spesifik markerlerle genetik olanak ve otoimmün yanıtı tetikleyecek bir enfeksiyöz olay şeklinde bir (hastalığa karşı) duyarlılık (açıklık) gerektirmektedir. Bir kere tetiklendi mi bağışıklık yanıtı sinovyumun enflamasyonuna sebep olur. Enflamasyonun erken ve orta moleküler medyatörlerlerine (aracılarına), tümör nekroz faktörü alfa (TNF-α), IL-1, IL-6, IL-8 ve IL-15 interlökinleri, değişebilir büyüme faktörü beta, fibroblast büyüme faktör ve trombosit-türevi büyüme faktörü dahildir. Romatoid artritin modern farmakolojik tedavileri bu medyatörleri hedef alır. Enflamatuvar reaksiyon oluştuktan sonra, sinovyum kalınlaşır, kıkırdak ve altta yatan kemik parçalanmaya başlar. Thomas McPherson Brown, bazı araştırmacılar ve hasta grupları, romatoid artritin bakterial bir enfeksiyon, özellikle de eklemlere lokalize olmuş "mycoplasma", sebebiyle oluştuğunun gösterilebileceğine inanmaktadırlar. Bununla birlikte en azından, tetrasiklin antibiyotikleri aynı zamanda “"immünomodülatör özellikler gösterirler ki bunun onların romatoid artritte gösterdikleri yarara önemli oranda katkısı hiç bulunmaz RA’nın farmakolojik tedavisi hastalık modifiye edici anti-romatik ilaçlar (DMARDlar), anti-enflamatuvar ajanlar ve analjezikler olarak üçe ayrılabilir. DMARD’ların hastalığın semptolarını uzun vadede azaltıcı veya yok edici ve hastalığın gelişimini yavaşlatıcı veya sonlandırıcı etkilere sahip oldukları bilinmektedir. Bu anti-enflamatuvarlar ve analjezikler için söylenemez. Genellikle romatoid artritin tedavisine non-steroidal anti-enflamatuvar ilaçlar (NSAID’ler) ile başlanır ve DMARD’lar ile devam edilir. DMARD’ların kendi içleri zenobiyotik ajanlar ve biyolojik ajanlar olarak ayrılabilir. Zenobiyotik ajanlar, biyolojik ajanların tersine, vücutta doğal olarak bulunmayan DMARD’lardır. En önemli ve yaygın yan etkiler karaciğer ve kan iliği toksisitesi (MTX, SSZ, leflunomit, azathioprine, altın bileşikleri, D-penisilamin), renal toksisite (siklosporin A, parenteral altın tuzları, D-penisilamin), pnömonit (MTX), alerjik deri reaksiyonları (altın bileşikleri, SSZ), otoimmünite (D-penisilamin, SSZ, minosiklin) ve enfeksiyonlardır (azathioprine, siklosporin A). Ayrıca hidroksiklorokin oküler toksisiteye neden olabilir. Genelde eğer bu ajanlardan birine karşı yetersiz tepki alınırsa, farklı ilaçların kombinasyonları denenir. Örneğin metotreksat ile siklosporin A kombine biçimde araştırmalarda kullanılmıştır. Biyolojik ajanlar vücuttaki enflamasyonu teşvik eden ve engelleyen faktörlere etki ederler. Örneğin romatoid artritte önemli bir yere sahip olan TNFα ve IL-1 (İnterlökin-1) sitokinlerini engellerler. Ayrıca: Uygulanan diğer tedaviler arasında; kilo kaybı (ve kontrolü), iş yerindeki koşulların düzeltilmesine bağlı terapi (oküpasyonel/mesleğe bağlı terapi), fizyoterapi, eklem enjeksiyonları ve zor hareketleri daha rahat yapmalarına yardımcı olacak özel araçlar sayılabilir. Hastaya eklem koruma eğitimi verilebilir, fizik tedavi uygulanabilir. Hastanın terapisi içinde havuz egzersizleri, hidroterapi vb. uygulamalar olabilir. Ağır biçimde etkilenmiş eklemler eklem replasman cerrahisi gerektirebilir, diz replasmanı gibi. Bunların dışında doğrudan romatoid artritin değil de romatoid artritin neden olduğu hastalık ve durumların da tedavileri hastaya uygulanır. Özellikle hastalık sürecinde psikolojik önlemlerin uygulanması ve eğer görülürse herhangi bir psikolojik durumda psikolojik duruma bağlı olarak psikolojik tedavi de uygulanabilir. Hastalığın seyri hastadan hastaya büyük oranda çeşitlilik gösterir. Bazı hastalar orta seviyeli kısa-dönem semptomlara sahipken, çoğunda hastalık hayat boyunca gelişim gösterir. Hastaların omrunde erken teshis olduğu takdirde tedavi suresi kısalmaktadır. Düzenli egzersiz ve dikkatli bir diyet, artritik sancılarla ilişkili ağrı ve sertliğin azalmasına yardımcı olabilir. Hastanın durumu ve yapması gerekenler hastalığın dönemine göre de değişir. Örneğin akut dönemde eklemler fonksiyonel pozisyonlarda rahat ettirilmeliyken, subakut dönemde egzersizlere başlanır. Egzersizi fizyoterapist eşliğinde belirlemek doğru seçimdir, zira istirahat ve egzersiz süreleri doğru oranda ve hastanın durumuna göre ayarlanmalı, egzersiz hareketleri ise hem ağrılı olmamalı hem de ekleme baskı yapmayacak şekilde olmalıdır. Harvard Üniversitesi Harvard Üniversitesi, Amerika Birleşik Devletleri'nde Massachusetts eyaletinin Boston şehrinin Cambridge mahallesinde bulunan ve alanında dünyanın en önde gelen üniversitelerinden biri olarak tanınan özel bir yüksek öğretim kurumudur. 1636 yılında kurulan ve Ivy League üyesi olan Harvard Üniversitesi, ABD'de hala eğitim vermekte olan en eski yüksek öğretim kurumudur. 13 Mart 1639'da adı Harvard Koleji olarak değiştirilir. Bu isim değişikliği ilk yöneticisi John Harvard’ın ölümünden hemen sonraya rastlar. Resmi anlamda üniversite olarak anılmaya başlandığı dönem ise 1780’li yıllara rastlar. John Harvard vasiyetinde üniversiteye 400 adet kitap ve birkaç yüz pound bıraktığını açıklamıştır. O yıllarda, bu 400 kitapla oluşturulmaya başlanan kütüphanede bugün 15 milyondan fazla kitap bulunmaktadır. Bu sayı üniversite kütüphanesi Dünya'nın en büyük akademik kütüphanesi yapmakla kalmaz, tüm kütüphaneler arasında da ilk beşe sokar. Birkaç yüz poundluk bütçenin bugün geldiği nokta ise 2011 yılı verilerine göre 32 milyar dolardır. Charles William Eliot'ın başkanlığını yaptığı 1869-1909 yılları üniversitenin yenilenme yıllarıdır ve öğrenci seçme dizgesi(sistemi), derslerin işlenişi ile kurumun fiziksel yapısı bugünkü şeklini alır. Bu model kendisinden sonra gelen tüm Amerikan üniversitelerinde uygulanır. Harvard Üniversitesi’nde 2400 akademisyen 6700 lisans öğrencisi, 12400 kadar da yüksek lisans öğrencisi bulunmaktadır. 1900’den itibaren, aynı mahallede bulunan MIT ile birçok konuda ortak çalışmalarda bulunmuşlardır. İki okulun öğrencileri, eğer isterlerse ders kredileri veya ücretleri konusunda hiçbir sorun yaşamadan yatay geçişle okullarını değiştirebilmektedirler. Ama Harvard Üniversitesi genel olarak temel bilimlerle ilgilenir. 2008 yılında ABD Başkanı seçilen Barack Obama da Harvard Hukuk Fakültesi mezunudur. Her yıl dünya çapında SAT puanları en yüksek olup ders dışı aktiviteleri en fazla olan öğrenciler tarafından tercih edilmektedir. 11 adet fakültesi vardır: Ana kampüsü Cambridge merkezindedir. Buna ek olarak Boston'da da bir kampüsü bulunmaktadır. Nesne yönelimli programlama Nesne yönelimli programlama (NYP), (İngilizce: "Object - Oriented Programming") özetle bir bilgisayar programlama yaklaşımıdır. Günümüzde pek çok çağdaş programlama dili tarafından desteklenmektedir. 1960'lı yılların sonuna doğru ortaya çıkan bu yaklaşım, o dönemin yazılım dünyasında beliren bir bunalımın sonucudur. Yazılımların karmaşıklığı ve boyutları sürekli artıyor, ancak belli bir nitelik düzeyi korumak için gereken bakımın maliyeti zaman ve çaba olarak daha da hızlı artıyordu. NYP'yi bu soruna karşı bir çözüm haline getiren başlıca özelliği, yazılımda birimselliği (modularity) benimsemesidir. NYP ayrıca, bilgi gizleme (information hiding), veri soyutlama (data abstraction), çok biçimlilik (polymorphism) ve kalıtım (inheritance) gibi yazılımın bakımını ve aynı yazılım üzerinde birden fazla kişinin çalışmasını kolaylaştıran kavramları da yazılım literatürüne kazandırmıştır. Sağladığı bu avantajlardan dolayı, NYP günümüzde geniş çaplı yazılım projelerinde yaygın olarak kullanılmaktadır. NYP'nin altında yatan birimselliğin ana fikri, her bilgisayar programının (izlence), etkileşim içerisinde olan birimler veya nesneler kümesinden oluştuğu varsayımıdır. Bu nesnelerin her biri, kendi içerisinde veri işleyebilir, ve diğer nesneler ile çift yönlü veri alışverişinde bulunabilir. Hâlbuki NYP'den önce var olan tek yaklaşımda (Yordamsal programlama), programlar sadece bir komut dizisi veya birer işlev (fonksiyon) kümesi olarak görülmektedirler. Günümüzde çok çeşitli nesne tabanlı programlama dilleri olmasıyla beraber, en popüler diller sınıflar üzerine kurulmuşlardır (). Bu dillerde nesneler sınıfların birer üyesidir ve nesnelerin tipini de bu sınıflar belirlerler. En yaygın NYP dillerinden bazıları, Python, C++, Objective-C, Smalltalk, Delphi, Java, Swift, C#, Perl, Ruby ve PHP' dir. Nesne yönelimli programlama dilleri yukarıda adı geçen tüm ögelere sahip olurken, Ada, JavaScript, Visual Basic gibi nesne tabanlı programlama dilleri birkaçından yoksundur, bu dillerin başlıca yoksunluğu kalıtıma sahip olmamalarıdır. NYP'yi destekleyen programlama dilleri genellikle tekrar kullanım ve genişletilebilirlik açısından, prototipler ve sınıflar şeklinde kod kalıtımına sahiptirler ve NYP deki nesneler kimi zaman gerçek dünyada bulunan şeylere karşılık gelebilir. Mesela bir grafik programı "kare", "üçgen" ve "yuvarlak" gibi nesnelere sahip olabilir. Bazen nesneler daha soyut şeyleri de temsil edebilirler, mesela bir hesap makinesi programı logaritma almanızı ya da metreyi fite çevirmenizi sağlayacak nesnelere sahip olabilir. İşte bu bahsi geçen nesneler belli sınıflar altında bulunurlar, mesela "Kasım" adında bir nesne Aylar sınıfının bir üyesi olabilir ya da "Faktöriyel" olarak isimlendirilmiş bir nesne Fonksiyonlar sınıfında yer alıyor olabilir. JUSMMAT JUSMMAT ("Joint US Military Mission for Aid to Turkey", ""Türkiye'ye Yardım için Ortak ABD Askeri Kurulu""), resmi amacı Türk Silahlı Kuvvetleri'ne eğitim yardımı olan, Ankara'da yerleşik ABD askeri kuruluşudur. Augustine Sackett Augustine Sackett (d. 1862 - ö. 1
914), kartonlu alçı levhaların mucidi, ABD'li mühendis. Hayatı ile ilgili pek fazla bilgi olmayan Augustine Sackett 1862 yılında doğmuştur. Sackett ve arkadaşı Fred L. Kane, 1880 yılında duvar kaplama levhaları üretmeyi ve bunları üretecek bir bir makine yapmayı düşünmüşlerdir. İlk denemeleri olan saman kağıdı ve kömür katranı kullanarak yaptıkları levha, kolay tutuşabilirliği ve yanıcılığı nedeni ile başarısız olmuştur. 1888 yılında, kâğıt tabakaları arasına alçı döküp dondurmak sureti ile yapmayı başardıkları "Sackett Board" adını verdikleri ürünün 1894 yılında patentini almışlar ve üretimine başlamışlardır. 0,6-0,7 mm kalınlıkta olan ilk ürün yaklaşık 230 cm² alana sahipti ve açık kenarlıydı. Türkiye'de Alçıpan olarak anılan ve günümüzde yaygın olarak kullanılan malzemenin atası olan bu ürün kısa sürede yaygın olarak kullanılmaya başlanmış ve o zamanki klasik duvar kaplamalarının yerini almıştır. Sacket 1914 yılında ölmüştür. Agustini Sacket hakında fazla bilgi yoktur Altınordu Altınordu, şu anlamlara geliyor olabilir; Akkuş (anlam ayrımı) Akkuş, aşağıdaki anlamlara gelebilir: The Wall Pink Floyd'un, 1979 yılının son aylarında çıkmış, 23 defa platin plak ödülü almış konsept rock albümü. Pink adında, sanal bir karakter üzerinden, giderek yalnızlaşan, yabancılaşan insanın korkuları ile kendi çevresine ördüğü soyut duvarı anlatır. Albümün sözel ve müzikal kurgusu, aynı adı taşıyan karmaşık sahne gösterisi temel alınarak tasarlanmıştır. 1982 yılında Alan Parker yönetmenliğinde sinemaya aktarılmıştır: The Wall (film). İngiltere'de 30 Kasım 1979, ABD'de 8 Aralık 1979 tarihlerinde yayınlanmıştır Albümde Pink isimli sanal bir karakterin yaşadıklarının ve çevresinin etkisiyle kendini toplumdan soyutlaması işlenir. Büyük ölçüde konseptin yaratıcısı ve şarkı sözlerinin yazarı Roger Waters'ın kişisel deneyimlerine ve Pink Floyd'un kurucusu olan Syd Barrett'in yaşamı üzerindeki izlere dayanmaktadır. Albüme adını veren "The Wall" yani duvar, kişinin kendini soyutlamasını anlatan bir metafor olarak kullanılmıştır. Duvar (Wall) simgesi, 1977'de Animals albümünden sonra yapılan In The Flesh turnesinin Montreal ayağında, Roger Waters'ın sürekli bağıran bir seyirciye tükürmesi sonucunda seyirciyle arasına bir duvar çekme fikriyle ortaya çıkmıştır. Turne sonrasında Roger Waters bir sene boyunca The Wall, sonraki Pink Floyd albümü The Final Cut ve Roger Waters'ın solo albümü The Pros And Cons of Hitchhiking'i oluşturacak olan şarkıların büyük kısmını yazar. Yazım süreci sonunda seyirciyle sahne arasına duvar çekme düşüncesi ana karakterin kendini toplumdan soyutlaması fikri ile bir temele bağlanmıştır. Uzun süredir albümlerinin prodüksiyonlarını kendi yapan grup bu albüm için genç bir yapımcı olan Bob Ezrin ile anlaşır. Sırasıyla İngiltere, Fransa ve ABD'de planlaması ve kayıtları gerçekleştirilir. Kayıtlar sırasında albüme pek katkıda bulunmayan Rick Wright, Roger Waters'ın baskısıyla gruptan atılır. Bu albüm için kaydedilen şarkılardan What Shall We Do Now, albümün ilk yarısının plağa sığmamasında dolayı çıkarılmıştır. Şarkı The Wall filminde kullanılmış ve konserlerde çalınmıştır. Another Brick In The Wall (Part 2), Bob Ezrin'in anlattığına göre büyük hit potansiyeli taşıyormuş ama bir hit için şarkı çok kısaymış. Gruptan şarkıyı uzatmalarını istemiş ama kabul etmemişler. Bunun üzerine Ezrin gruptan habersiz olarak şarkıyı iki kere üst üste kaydederek şarkının uzunluğunu arttırmış, ikinci kısmın vokal kısmı için de Nick Griffiths'in İngiltere'de Islington Green School öğrencilerinden oluşturduğu bir koro kullanılmış. Tüm kaydı tamamladıktan sonra gruba bu yeni versiyonu dinletmiş. Çocuk korosu fikri grup üyelerinin hoşlarına gitmiş ve Bob Ezrin'in istediği olmuş. Is There Anybody Out There?'de David Gilmour kendi çalışını yeterince yumuşak ve iyi bulmadığı için bu şarkıdaki gitarı Ron di Blasi çalmıştır. (Gilmour bir ropörtajında gitarı çalanın Lee Ritenour olduğunu söylemiş, bir başka ropörtajında ise gitarı çalanın kim olduğunu hatırlamadığını söylemiştir) In The Flesh'de hammond orgu Freddie Mandell çalmıştır. Mother'da Nick Mason 9/8'lik ritimde yetersiz kalınca davula Jeff Porcaro geçmiştir. Albümde pek çok şarkının klavye kısımlarını David Gilmour, Micheal Kamen, Bob Ezrin çalmıştır. Tüm şarkılar Roger Waters tarafından yazılmıştır, istisnalar not edilmiştir. The Wall (anlam ayrımı) Sünme Sünme, sabit sıcaklıkta, uzun süreli sabit çekme veya basma yükleri altında meydana gelen plastik deformasyondur. Bu kavrama İngilizce karşılığı olan "creep" kelimesinin birebir çevirisinden kaynaklanan bir tutumla "sürünme" de denmektedir. Sünme, bir malzemenin akma gerilmesinin altında, gerilme etkisiyle sürekli ve yavasça akması olayını tanımlayan bir mühendislik terimidir. Genellikle yüksek sıcaklıklarda, bazen de oda sıcaklığında meydana gelir. Düşük sıcaklıklardaki sünme, aylar-yıllar süren farklı yüklemeler ve sürekli gerilme altında bırakılan makine parçalarında oluşur. Örneğin, bir freze tablasının mengenesinin bir uçta bırakılması gibi freze tablası üzerinde, farklı sıcaklığa maruz kalan parçalarda sünme meydana gelebilir. Karbür kesiciler kullanılarak yapılan frezeleme sırasında oluşan ısı, soğutma yapılmadığında böyle bir probleme sebebiyet verir. Sıcaklık arttıkça sürünme daha önemli bir problem olur. Ölçümlerin uzatılmış bir zaman aralığında ve yüksek sıcaklıklarda sabit gerilme ile yapılması sonucunda teknik bir "sünme eğrisi" gözlenir. Bu sünme eğrisi zamanla oluşan deformasyonı betimler. Başlangıçtaki elastik uzamadan sonra deformasyon hızının azaldığı zaman aralığıdır. Birinci sünmeyi kısa veya uzun bir zaman aralığındaki sabit hızlı sünme takip eder. Genellikle son bir zaman aralığı daha vardır ki yaklaşan kırılmaya bağlı olarak deformasyon hızında bir artış görülür. Shining Lilith Lilith, Musevilik ve Hıristiyanlık apokrif inançlarında Âdem'in ilk eşidir. Talmud'da yer alan Yaratılış bölümünün 1. Bab'ında Âdem ile beraber bir dişi yaratıldığından, 2. Bab'ında ise Âdem'in kaburga kemiğinden bir dişi yaratıldığından bahsedilmektedir. Yeşeya'da bu kelime, bir yerde görülür: Kelimenin anlamı büyük olasılıkla bir baykuş olduğunu gösterir. Tevrat'ta açıkça yer almamasına rağmen; birçok Musevi dini kaynağı 2. Bab'da sözü geçen Havva'nın Âdem'in başka bir karısı olduğu, birinci babdakinin ise ilk karısı olan Lilith olduğuna inanır. İbranilerin eski inanışına (mitolojosine) göre Lilith, Âdem ile aynı zamanda ve aynı anda yaratıldığından Âdem'in kendisine eşit olduğu görüşündedir. Âdem'le birlikte olmayı şiddetle reddeder. Adem ısrar ettiğinde ise büyü ile kaçar ve onu terk eder. Melekler geri getirmek için Lilith'i bulur ama kendisi Kızıldeniz ile birlikte olduğundan 100 den fazla cin çocuğu olduğunu, bu nedenle artık Adem'e sadık olamayacağını bildirir. Melekler, geri dönmesi için her gün bir cin çocuğu öldürmeye başlar. Lilith'i de bunun karşılığına Adem'in soyundan her çocuktan, erkeklerde sünnet oldukları 8. güne, kızlarda 20. güne kadar kendi adının yazılı muskayı taşımayan çocukları öldüreceğine yemin eder. Bugün dünyada var olduğuna inanılan cinler Adem ile Lilith'in ve Tuval Kabil eşi Naama'ın birlikteliğinden meydana gelmiştir. Adem ile Havva'nın sınırlı hayat ile lanetlenmeden önce, cenneti terk ettiğinden ölümsüzdür. Lilith'den sonra Tanrı, ismi bilinmeyen bir başka eş daha yaratır ve Adem'de bu yaratılışı seyreder. Gördüklerinden çok etkilenir, yeni eşi kabul etmez. Üçüncü olarak, Daha sonra Âdem'i uyutur ve kaburga kemiğinden Havva'yı yaratır Havva sonuçta erkeğinin bir parçasından yaratıldığından ona tabi olur. Hikâyenin bir başka versiyonunda ise Eyüp'e eziyet etmek için çocuklarını öldüren iblis ya da Türk mitolojisindeki lohusadaki çocukları boğarak öldüren Albız iblisi ile aynı kişidir. İnanna ile aynı kişi olduğuna da inanılır. Günümüzde bazı Museviler arasında bir adet olarak, Lohusa kadın akşamları evde yalnız bırakılmaz, ve akşamları çamaşır ipinde çocuk bezi bırakılmaz, çünkü bunları gören Lilith'in o evde çocuk olduğunu anlamasından endişe edilir. Gerilme gevşemesi deneyi Gerilme gevşemesi deneyi, sabit bir sıcaklık ve sabit bir gerilme altında, malzemede oluşan gerilmenin zamana göre değişimini tespit eden bir deneydir. gerilme gevşemesi deneyi de Sürünme deneyine benzer olarak uzun zaman dilimlerinde gerçekleştirilebilen bir deneydir. Son zamanlarda gerilme gevşemesi deneyi giderek yaygınlık kazanmaktadır özellikle arabaların amortisör kısımlarında kullanılan çeliklerin geliştirilmesi konusunda mutlak gereklilik duyulmaktadır çünkü bu malzemelerden istenen temel özellik herhangi bir gerilim anında oluşan enerjiyi absorbe ederek daha sonra serbest bırakması istenir. Gerilme gevşemesi deneyi ile malzemenin yoğun olduğu bölgelerdeki bu bölgeler döküm, plastik şekil verme, kaynakdır. Isıl işlemin kalıcı iç gerilmelere ve bunların giderilmesine olan etkisini test eden bir deneydir. Gerilme gevşemesi ile malzemelerin mekanik özellikleri arasında bir ilişki olup bu ilişkiden faydalanarak aktivasyon enerjisi, deformasyon hızı duyarlılığı üssü, dislokasyon hareketi için gerekli etkin gerilme, dislokasyon hızı gerilme üssü gibi mekanik özelliklerle ilgili bazı parametreler de gerilme gevşemesi deneyi ile tespit edilir. Gerilme gevşemesi deneyi çeşitli servis koşullarında gerilme altında çalışacak olan malzemelerde gerilmelerin gevşemesi ile ilgili gerekli tasarım bilgilerinin elde edilmesin de de gerekli olan bir deneydir. Metalik malzemelerde yapılmış bir yapıda veya bir makinede bağlantı yerlerinde kullanılan malzemelerle sağlanan sıkıştırma kuvvetinin veya birbirine sıkıca geçmiş olan parçaların bağlantı yelerinde sıkıştırma kuvvetinin zamana bağlı olarak azalması veya gerekli sıkıştırma kuvvetinin ne kadar zaman için kullanılabileceği gerilme gevşemesi deneyi ile tespit edilir. The Final Cut Roger Waters'ın Pink Floyd ile yaptığı son albüm. Klasik kadrodan Rick Wright bu albümde yer almamıştır. Nick Mason ise "Two Suns
In The Sunset" şarkısında bateri çalmamıştır. Albüm sırasında Waters ve Gilmour arasında büyük fikir ayrılıkları çıkmıştır. Gilmour'un da albüme katkısı "Not Now John"'da vokal ve bazı şarkılarda duyulabilen klasik gitar çalışıydı. Albümün alt başlığı "A Requiem for the Post War Dream" yani "Savaş Sonrası Rüyasına Bir Ağıt"'tır. Pek çok kişi The Final Cut'ı Pink Floyd'un en zayıf albümleri arasında gösterse de, albümü Pink Floyd'un en değeri bilinmemiş eseri olarak görüp bir başyapıt olarak değerlendiren insan sayısı da az değildir. Albümden üç şarkı, yaklaşık 15 dakikalık küçük bir film şeklinde çekilmiştir. Not Now John single'ında The Hero's Return şarkısının albümde olmayan ikinci bölümü de yayınlanmıştır. Albümün 2004'te yeniden yayınlanmış versiyonunda "Pink Floyd: The Wall" filminde yer alan yayınlanmamış "When The Tigers Broke Free" şarkısı da yer almaktadır. "The Final Cut" ilk olarak 1982 tarihli Pink Floyd The Wall filminin soundtrack'i olarak planlanmıştı. "Spare Bricks" adıyla başlanan bu projede film için yeniden kaydedilen "When the Tigers Broke Free" ve "Bring the Boys Back Home" şarkılarının yanı sıra Roger Waters tarafından The Wall albümünün devamı olacak birkaç yeni şarkının yer alması planlanıyordu. Falkland Savaşı'nın bir sonucu olarak Waters fikir değiştirdi ve yeni şarkılara odaklanma kararı aldı. İngiliz Başbakanı Margaret Thatcher'ın Arjantin'in Falkland adalarını işgaline verdiği cevabı yanlış bulan Waters, ilk adı "Requiem for a Post-War Dream" olan bu çalışmayı babası Eric Fletcher Waters'a adadı. İkinci Dünya Savaşı'nda çarpışan bir asker olan Eric Waters, 18 Şubat 1944'te İtalya'nın Aprilia şehrinde ölmüştü. Gilmour ise Waters'ın gün yüzüne çıkan politikleşmesi ve yeni yaratıcı fikirlerinden etkilenmedi ve ikili albümün yaratımı dışında fikir ayrılıkları yaşadı. "The Wall" için düşünülen ama albüme dahil edilmeyen "Your Possible Pasts", "One of the Few", "The Final Cut" ve "The Hero's Return", "Spare Bricks" projesi için bir köşeye konulmuştu ancak Pink Floyd sık sık eski şarkılarının üstünde çalışıp albümlerinde yer verse de Gilmour bu şarkıların yeni bir albümde yer alacak kadar güçlü olduklarını düşünmüyordu. Gilmour yeni besteler yapmak isterken, Waters ise gruba son dönemlerde daha az beste vermekte olan Gilmour'un bu isteğine şüpheyle yaklaştı. Albümün adı William Shakespeare's "Julius Caesar" oyunundaki bir replikten esinlenerek "The Final Cut" oldu. 26 Temmuz 1982'de "When the Tigers Broke Free", arka yüzünde "Bring the Boys Back Home" ile single olarak piyasaya sürüldü. Single'da bu şarkının albümde yer alacağı belirtilse de şarkı albümün 2004 yılındaki yeni baskısına dek şarkı listesinin dışında kaldı. "The Final Cut," hayatlarını savaş sonrası barışçıl bir dünya hayali uğruna İkinci Dünya Savaşı'nda kaybeden Waters'ın babası gibi İngiliz askerlerinin anısına yapılan ihaneti anlatıldığı savaş karşıtı bir konsept albümdü. Albümün sözleri, çıkarttığı yasaların ve verdiği kararların Waters'a göre bu ihanetin kanıtı olduğu Thatcher'ı eleştirmekteydi. Thatcher, albüm boyunca "Maggie" lakabıyla anılmaktadır. Albümün ilk şarkısı "The Post War Dream", Falklands çıkartmasında batan Atlantic Conveyor gemisinin bir benzerinin Japonya'da imal edileceğinin anlatıldığı bir açıklama kaydıyla başlamaktadır. Waters'ın sözleri hayatını kaybetmemiş babasına, Büyük Britanya'nın gemi imalatında Japonya'ya geçilmesine ve Margaret Thatcher'a değindikten sonra "The Wall" albümüne dahil edilmekten sonra yeniden yazılan şarkılardan "Your Possible Pasts"a geçer. Bir başka reddedilen şarkı olan "One of the Few"'de The Wall'ın ana karakterlerinden biri olan öğretmenin sivil hayata dönmüş olan bir savaş kahramanı olduğu anlatılır. Yaşadıklarını eşine anlatmakta zorluk çeken kahraman, "The Hero's Return" şarkısında hava kuvvetlerinden bir arkadaşının hayatını kaybetmesinin ona yaşattığı zorlukları anlatır. "The Gunner's Dream", diktatörlükten ve terorizm tehditinden uzak bir savaş sonrası hayalini tanımlar ve bir sonraki "Paranoid Eyes" şarkısında ise öğretmenin alkolizme çöküşüne değinilir. Albümün ikinci kısmı da farklı farklı savaş temalı konuları işlet. "Southampton Dock" savaştan dönen savaş kahramanları ve diğer askerlerin olası bir ölüme ilerlemesinin bir ağıdıyken, "Not Now John" toplumun politik ve ekonomik problemlere karşı ilgisizliğine değinir. "Get Your Filthy Hands Off My Desert", Waters'ın savaş ve işgal hakkındaki düşünceleriyle ilgiliyken, isminde Waters'ın babasına bir gönderme olan "The Fletcher Memorial Home", Leonid Brezhnev, Menachem Beginve Margaret Thatcher gibi liderlere uygulanacak hayali bir "nihai çözüm"ü anlatır. Albüme adını veren şarkı bir insanın tecritini ve cinsel bunalımlarına değinir. Albüm, savaş ve kontrol ile huzuru kaçan bir dünyanın sonu olacak nükleer bir soykırımı anlatan "Two Suns in the Sunset" ile biter. "The Wall"'a da katkıda bulunan Amerikan besteci Michael Kamen, albümün orkestral kayıtlarını yaptı. Ayrıca gruptan ayrılan klavyeci Richard Wright'ın boşluğunu doldurdu, prodüktörlerden biri oldu ve Waters ve Gilmour arasında arabuluculuk yaptı. James Guthrie albümün diğer bir prodüktörü oldu ve stüdyo mühendisi olarak da görev yaptı. Nick Mason'un davulları perküsyonist Ray Cooper ile desteklenirken, Mason'un kompleks ritm değişimlerini çalamadığı "Two Suns in the Sunset" şarkısında davulları Andy Newmark çaldı. Raphael Ravenscroft saksafonları çalmak için kayıtlara dahil edildi. Albüm kayıtları 1982 yılının ikinci yarısında Gilmour'un ev stüdyosu Hookend Manor ve Waters'ın ev stüdyosu Billiard Room Studios dahil olmak üzere sekiz stüdyoda kaydedildi. Waters ve Gilmour albüm kayıtlarının başlarında uyumlu bir şekilde beraber çalışsa da zamanla gerilim artınca farklı stüdyolarda çalışmaya karar verdi. Mühendislerden Andy Jackson, Waters'ın vokalleri üstünde çalışırken, Guthrie de Gilmour'un gitarlarını kaydetti. İkili zaman zaman tamamlanan kayıtları tartışmak için buluştu ancak bu metot daha önce de Pink Floyd'da uygulanmış olsa da Gilmour bu toplantılarda gergin hissetmeye başladı. Kamen de aynı problemlerden muzdaripti. Önceki Pink Floyd albümlerinde olduğu gibi bu albümde de ses kayıt teknolojilerindeki gelişmeler sayesinde bolca ses efektleri kullanıldı. Mason'un bazı şarkılardaki katkısı sadece deneysel Holophonic sisteminde ses efekt kaydı yapmak ile sınırlıydı. Kayıtlara üç boyutlu bir ses efekti katabilen bu tekniğin kullanıldığı ikinci albüm bu albüm oldu. Dinleyiciyi sarmalayan bir patlama sesi "Get Your Filthy Hands Off My Desert" şarkısında kullanıldı. Aylar süren gergin ilişkiler ve son bir tartışma sonrası, Gilmour'un adı prodüktörler listesinden silindi ancak sanatçıya yine de telif hakları ödendi. Waters daha sonra albüm kayıtları sırasında büyük bir baskı altında olduğu ve bu albümün kayıtlarının daha başında Gilmour ve Mason'la bir daha çalışamayacağına inandığını itiraf etti. Mason ise evliliğinde yaşadığı problemlerle uğraştığı için bu albüm kayıtlarında kendini geri planda tuttu. Müzik ve Sözler: Roger Waters ("Not Now John" hariç) "Pink Floyd" Roger Waters - vokaller, bas gitar, akustik gitar, ritm gitar, synthesizer, efektler David Gilmour - ana ve ritm gitar, "Not Now John" da vokal Nick Mason - davul, efektler "Diğer müzisyenler" Michael Kamen - piyano, harmonium Andy Bown - Hammond org Ray Cooper - perküsyon Andy Newmark - "Two Suns In The Sunset"te davul Raphael Ravenscroft - tenor saksofon Doreen Chanter - "Not Now John"da geri vokal Irene Chanter - "Not Now John"da geri vokal A Momentary Lapse of Reason Pink Floyd'un Roger Waters olmadan yaptığı ilk albüm. The Wall kayıtları sırasında gruptan atılan Rick Wright (resmi olmasa da) bu albümle gruba dönmüştür. Daha önceki albümlerde grubun temel şarkı sözü yazarı olan Roger Waters'ın eksikliğini kapatmak için Pink Floyd üyesi olmayan insanlar da söz yazımına katkıda bulunmuştur. Uzun süredir topluluk ile çalışan İngiliz fotoğraf sanatçısı Storm Thorgerson, kapak fotoğrafı için, 800 adet hastane yatağını güneybatı İngiltere'deki Devon sahillerine yerleştirmiştir. Fakat sisten dolayı yalnızca bir kısmı görünmüştür. Albüm öncesi, Roger Waters'ın Pink Floyd'u bitirmesine rağmen geri kalan iki üye Gilmour ve Mason devam ettirme kararı almıştı. Mahkeme sonucu Pink Floyd ismi Gilmour'da kalmasına rağmen, "The Wall" konsepti (Gilmour'un desteği olan şarkılar hariç), uçan domuz imgesi ve "The Final Cut" albümüyle ilgili her şey Waters'a verilmişti. Daha sonra gruba Richard Wright katılmış ama yasal sorunlar nedeniyle sadece stüdyo elemanı olarak görülmüştü. Albüm David Gilmour'un solo çalışması olarak başlamış daha sonra Pink Floyd albümü haline gelmiştir. Roger Waters albümü iyi bir Pink Floyd kopyası olarak görmektedir. Nick Mason'ın uzun bir ara bateri çalmaması nedeniyle bateride eksiklik hissetmesi sonucu "The Dogs of War", "On The Turning Away", "One Slip" şarkılarında başka müzisyenler çalmış, "Sorrow"'da ise bir davul makinası kullanılmıştır. Wright da sadece bazı şarkılarda keyboard çalabilmiştir. Şarkıların bir kısmı Gilmour'un "The Final Cut"'a alınmayan şarkılarıdır. Bütün şarkılar David Gilmour tarafından yazılmıştır. Pink Floyd : Diğerleri : Wish You Were Here Pink Floyd'un en önemli eserlerinden birisi, David Gilmour ve Rick Wright'a göre ise grubun en iyi albümü. İlk kadrosunda yer alan, grubun isim babası Syd Barrett'a ithafen yazılmıştır. Dark Side Of The Moon'un büyük başarısı Pink Floyd üstünde büyük bir baskı yaratıyordu. Grubun bu baskıda ilk kaydettiği şarkı "Shine On You Crazy Diamond" olmuştu. "Have A Cigar" ve "Welcome To The Machine" ise müzik endüstrisi ve yaşanılan baskıyı anlatan iki eser oldu. albümler kaydedilirken grup elemanları arasındaki sürtüşmeler artıyordu. Bu albüm Richard Wright'ın 1994 tarihli The Division Bell'e kadarki son beste çalışmalarını içeriyordu. Have A Cigar şarkısına Roy Harper vokal yapmıştır. Albüm kapağında bulunan fotoğrafta ateşe verilmiş olan kişi ise "Ronnie Rondell"dır. Bu sahne yaklaşık 15
kere çekilmiş, çekim sırasında 20 kişilik yangın söndürücülü ve acil müdahale ekibi hazır bulunuyordu. Albüm kayıtları sırasında grubun yıllardır görüşmediği Syd Barrett stüdyoya girmiştir. Uzun süre sessiz bir şekilde oturan şişman ve kel Barrett'i hiç kimse tanıyamamış ancak tanıyınca grup üyeleri gözyaşlarına boğulmuşlardır. Ona albümden bir şarkıyı dinlettirmişler ancak o hiçbir tepki vermemiştir. Have A Cigar'ın kayıtları sırasında ise Roger Waters Syd Barrett'i sigarası elinde ancak hiç içilmemiş ve tamamen kül olmuş şekilde dururken görmüş ve daha sonra bu sahneyi ve o günkü Syd Barrett imajını Pink Floyd: The Wall filminde kullanmıştır. O günden sonra grup üyeleri onu ölümüne dek hiçbir zaman görmemişlerdir. Bütün şarkılar Roger Waters tarafından yazılmıştır. Animals (albüm) Konusunu George Orwell'in Hayvanlar Çiftliği isimli kitabından alan, Pink Floyd albümü. Sonradan telif hakları davalarına konu olacak "domuz" sembolü bu albümde ortaya çıkmıştır. Animals, Rick Wright ile Roger Waters arasındaki sorunların billurlaştığı albümdür aynı zamanda. Britannia Row Stüdyolarında Nisan-Kasım 1976 tarihleri arasında kayıtları yapılmıştır. Birleşik Krallık'ta 23 Ocak 1977, ABD'de 2 Şubat 1977'de yayınlanmıştır. Animals, George Orwell'in politik fablı Hayvan Çiftliği temel alınarak yapılmıştır. Roman stalinizm'i eleştirirken, albüm kapitalizm'i eleştirir niteliktedir. Domuzlar yöneticileri, köpekler kanun adamlarını, koyunlar halkı sembolize eder. Ayrıca Sheep şarkısı, Eski Ahit'teki "Psalm 23" ayetine göndermede bulunur (Tanrı benim çobanımdır.). Pigs on the Wing ise diğer üç şarkının öfkesini yumuşatan umut dolu bir aşk şarkısıdır. Tüm şarkılar Roger Waters tarafından yazılmıştır. Kapak fikri Roger Waters'dan çıkmıştır, uygulamayı ise Storm Thorgerson'ın firması Hipgnosis yapmıştır. Waters kapakta kullanılacak fotoğrafın çekiminde hile yani fotomontaj yapılmaması konusunda ısrarcı olmuş, bu yüzden Hipgnosis çaresiz, büyük bir domuz balonu yaptırmıştır. Battersea Güç Santrali'nde fotoğraf çekimi yapılacağı gün kaçarsa vurması için bir nişancı ile balon getirilmiş. Fakat, hava çok kötü olunca çekim ertlenmiş, ertesi gün ise rüzgarın etkisiyle balonu tutan ipler kopmuş ve 11 kişilik fotoğrafçı, 3 kişilik film ekibi, yöneticiler ve kalan ekibin gözleri önünde; nişancı tekrar gelmesi söylenmediğinden gelmediği için domuz gökyüzünde kaybolmuştur. Sonuç olarak domuz kapağa fotomontajla eklenmiştir. Daha sonra domuz Kent yakınlarında bir çiftçinin tarlasında bulunmuştur. Birleşik Krallık'ta 2, ABD'de 3. sıraya çıkmıştır. Daha fazla yükselememesinin ve üst sıralarda az kalmasının sebebi şarkıların uzunluğu ve bass'ın radyolarda çalmaya izin vermeyecek tonda olmasıdır. ABD'de 12 Şubat 1977'de Altın, 10 Mart 1977 Platin ödülü almıştır. Selefi olan Dark Side of the Moon (albüm) ve Wish You Were Here'a kıyasla düşük bir başarıya sahiptir. Obscured By Clouds Obscured by Clouds, Barbet Schroeder filmi La Vallée'nin film müziğidir. grup albüm teklifi geldiği sırada Dark Side Of The Moon üzerinde çalışıyordu ancak "More" filminin de müziklerini yaptıkları Barbet Schroeder'in teklifini kabul ettiler. Bir kitap uyarlaması olan filmin orijinal kitabını bir tek Roger Waters okumuştu, bu yüzden Waters şarkılara sadece söz anlamında destek oldu. Babasıyle ilgili yazdığı Free Four teklisi ise Amerika'da büyük bir radyo başarısı kazanmıştı. Albüm kapağını yine Hipgnosis hazırlamıştır David Gilmour – vokal, gitar, VCS3 Roger Waters – vokal, basgitar, VCS3 Richard Wright – vokal, keyboard, VCS3 Nick Mason – bateri, perküsyon Meddle Meddle, 30 Ekim 1971 tarihli, Capitol'den çıkan Pink Floyd albümüdür.Albüm kapağı Storm Thorgerson tarafından yaratılmıştır. Thorgerson ilk olarak bir babun anüsü fikrini getirse de grup elemanlarıyla da konuşarak suyun altındaki bir kulak çekmiştir. Grup üyeleri solo olarak çalışmak üzere beraber çalışarak bir şeyler kaydetmeye çalışmışlardı. Echoes şarkısı da böyle bir ortaklıkla yazılmıştı. Seamus şarkısının vokallerini ise bir köpeğe yaptırmışlardı. Fearless'ta ise şarkının sonlarına doğru Liverpool taraftarlarının "You'll Never Walk Alone" şarkısını söylemesi kullanılmıştı. Grup üyeleri de bu albümü Pink Floyd'un ilk önemli eseri olarak görmekte ve bir grup olarak çalıştıkları ilk eser olduklarını söylemişledir. Albüm İngiltere listelerinde 3. numaraya kadar çıktı ancak daha sonraki satışlarıyla platinyum plak aldı. Roger Waters – basgitar, gitar (Fearless ve San Tropez), vokal (San Tropez) David Gilmour – gitar, basgitar (One of These Days), vokal, armonika (Seamus) Richard Wright – piyano, keyboard, synthesizer, vokal (Echoes) Nick Mason – bateri, perküsyon, vokal (One of These Days) Atom Heart Mother Pink Floyd'un 1970 yılında Ron Geesin ile yaptığı senfonik rock albümü. Aslında "The Amazing Pudding" olarak adlandırılacak albümün adını bir gazete haberinden almıştır. Albümdeki If adlı şarkıyı grup sadece bir kere 1970'de BBC Show'da çaldı. "Atom Heart Mother" ve "Alan's Psychedelic Breakfast" gibi uzun kompozisyonlar yanında grup üyelerinin Mason dışındaki her biri kendi bestelerini albüme koymuştur. albüm İngiltere'de birinciliğe kadar çıksa da grup elemanları tarafından en beğenilmeyen çalışma olmuştur. Albüm kapağında "Lulubelle III" adlı bir inek vardır. Psychedelic space rock imajı vermek için ilk basımlarında albümün hem önü hem de arkasında hiçbir yazı bulunmamaktadır. Arkada şarkı listesi bulunması gereken yerde de üç inek resmi vardır. Albümün içinde de bir inek sürüsü otlarken resmi vardır. Bu albüm kapağı aynı zamanda Otomatik Portakal filminde müzik dükkânı sahnesinde raflardan birinde görülür. "Atom Heart Mother", şarkısı parçalara ayrılmış enstrümantal bir "süit"'tir. ,parçalarından oluşur. "Alan's Psychedelic Breakfast", üç parçalı enstrümantal bir şarkıdır. ,parçalarından oluşur. Pink Floyd : Diğerleri : Ummagumma Ummagumma, Pink Floyd'un 1969'da çıkardığı progresif ve psychedelic müzik tarzında olan bir çift albümdür. Albümün ilk bölümü, o zamanki önemli parçalarının çalındığı bir canlı kayıtken, ikinci tarafı grubun üyelerinden her birinin ayrı bestelediği parçalardan oluşmaktadır. Ummagumma bir çift albümdür. Albümün ilk tarafı 27 Nisan 1969'da, Mothers Club, Birmingham ve bir sonraki hafta, 2 Mayıs'ta, Manchester College of Commerce'de (Manchester Ticaret Koleji) kaydedilmiştir. Albümün ikinci kısmı ise dört solo bölümden oluşmaktadır. David Gilmour, Richard Wright, Nick Mason ve Roger Waters'tan her birine yarım plaklık yer verilmiştir. Albüm, İngiltere'de 25 Ekim 1969'da, Amerika'da ise 10 Kasım'da piyasaya sürülmüştür. Albüm, İngiltere listelerinde 5. sıraya gelebilirken, Amerika'da 74. sıraya kadar çıkarak Pink Floyd'un Amerika'da ilk defa ilk 100'e girebilmesini sağlamıştır. Amerika'da, albüm Şubat 1974'te Gold olurken, Mart 1994'te de Platinum olmuştur. 1987'de, albüm çift CD olarak piyasaya tekrar sürülmüştür. Dijital olarak geliştirilmiş versiyonu İngiltere'de 1994'te çıkarken Amerika'da 1995'te piyasa sürülmüştür. Orijinal plak versiyonunun iç kapağında görünen Waters'ın ilk karısı, iki CD versiyonunda da görülmemektedir. Orijinal plağın kapağı İngiltere (ve Kanada) ve Amerika versiyonlarında farklıdır. İngiliz plak kapağında, "Gigi" filminin müzik albümü 'Pink Floyd' harflerinin olduğu yerin hemen üstündeki duvara yaslanmıştır. Amerikan versiyonunda ise "Gigi" film müzikleri albümü, telif hakları yüzünden beyazlaştırılmıştır. Albüm kapağının içinde, David Gilmour'ın Elfin Meşe Ağacı'nın önünde bir resmi vardır. Ara kapağa, grubun alet edavatını Biggin Hill Airfield üzerindeki bir otobana yığılmış halde gösteren resmi koyma fikri Nick Mason'dan çıkmıştır. == Şarkı listesi Music From the Film More Music From the Film More (ya da Soundtrack from the Film More), Barbet Schroeder tarafından yönetilmiş More filminin soundtrack'idir. Pink Floyd'un bu ilk soundtrack çalışması aynı zamanda Syd Barrett olmadan yapılan ilk albümdür. Önceki albümlerdeki prodüktör Norman Smith burada yerini Pink Floyd'un kendisine bırakmışıtr. Pink Floyd bu ve sonraki soundtrack'lerinde esas albümlerinde kullanmayacakları materyalleri kullanacak, değişik tarzlarda denemeler yapacaktı. Albüm kısa pop/folk şarkıları, doğaçlamalar, The Nile Song ve Ibiza Bar gibi hard rock kategorisinde değerlendirilebilecek parçalardan oluşmaktadır. A Spanish Piece gibi birçok şarkı ısmarlama şeklinde bestelenmiştir. 1969 yılının Mart ayı boyunca Abbey Road Stüdyoları'nda kaydedilmiş, 27 Temmuz 1969 tarihinde yayınlanmıştır. Filmin bir karesinin, üstünde efekt uygulanmış halidir. Önceki gibi bunu da Hipgnosis yapmıştır. Birleşik Krallık'ta 9, 1973'deki basımıyla ABD'de 153. sıraya çıkmıştır. Bütün vokalleri David Gilmour oluşturur. "Films seem to be the answer for us at the moment. It would be nice to do a science-fiction movie...our music seems to be that way oriented." ("Filmler bize cevap gibi gözükmüştü o zamanlar. Bir bilim kurgu filmi müziği yapmak güzel olacaktı. Müziğimiz bu konuya odaklı gözüküyordu.")... -Rick Wright A Saucerful of Secrets A Saucerful of Secrets, 1968 yılında yayınlanan Pink Floyd albümüdür. Syd Barrett'ın akıl sağlığı ile ilgili problemleri nedeniyle gruptan ayrılmadan önce yanına sonra yerine David Gilmour'un gruba dahil olduğu bir dönemde yapılmıştır. Grup tarihinde tam bir geçiş dönemidir. Pink Floyd'un ABD'de listelere girmeyen tek albümüdür. Nisan-Aralık 1967 / Ocak-Nisan 1968 tarihlerinde Abbey Road stüdyosunda kaydedilmiş, İngiltere'de 29 Haziran 1968, ABD'de 27 Temmuz 1968 tarihlerinde yayınlanmıştır. Albüm İngiltere'de 9. sıraya kadar çıkar. The Piper at the Gates of Dawn The Piper at the Gates of Dawn, Pink Floyd'un ilk albümüdür. Şarkıların tamamını (Take Up Thy Stethoscope And Walk haricinde) sonraki albümde gruptan ayrılacak olan Syd Barrett yazıp söylemiştir. Pink Floyd'un diğer albümlerinden çok daha farklıdır. Şarkı sözlerinde ve de müzikte çocuksu bir hava vardır. O dönemki konserlerine
oranla çok daha sade olmakla beraber bol gürültülü, doğaçlama enstrümantal pasajlarla doludur. Psychedelic hava büyük ölçüde uyuşturucuların yoğun etkisi altındaki Syd Barrett'tan kaynaklanır. Şarkı sözlerinde Syd'in edebiyata olan ilgisi açıkça görülmektedir. The Piper at the Gates of Dawn, The Beatles'ın "psychedelic" albümü Sgt. Pepper's Lonely Heart Clubs Band albümü ile aynı zamanda, Abbey Road stüdyosunda kaydedilmiştir. Albüme Joe Boyd prodüktörlüğünde başlanmıştır ama EMI daha sonra başlarına Norman Smith'i geçirmiştir. Rubber Soul'a The Beatles ile çalışan Smith'in gruba belki de en büyük etkisi daha kısa ve klasik şarkılar yapılması yönünde olmuştur. Albümün adı Kenneth Grahame'ın "The Wind in the Willows" kitabındaki 7. bölümün başlığında gelir. İsimdeki "Piper" yani kavalcı yunan mitolojisinde bir tanrı olan "Pan"dır Şubat-Haziran 1967 tarihleri arasında Abbey Road Stüdyolarında kaydedilmiş, 5 Ağustos 1967 tarihinde yayınlanmıştır. Tüm şarkıları Syd Barrett yazmıştır. istisnalar not edilmiştir. Albüm kapağını Syd Barrett'ın yaptığına inanılır ama bu yanlıştır. Fotoğraflar Vic Singh tarafından çekilmiştir. İngiltere listelerinde 6. sıraya kadar çıkarken, ABD'de biraz daha farklı şarkı listesiyle Pink Floyd başlığıyla yayınlanmış 131. sırada kalmıştır. Sarıkışla Sarıkışla (Sarı Kışla şeklinde de yazılır, Kışla-i Humayun şeklinde de anılmıştır.) İzmir Konak Meydanı'nda 1829'da inşa ettirilmiş ve 1953'de Demokrat parti yönetimindeki İzmir Belediyesi tarafından yıktırılması zamanla şehir bilinci açısından cinayete eşdeğer görülmüş büyük bir idari yapıdır. Yıkılmasından önce İzmir'in sembollerinden biriydi. Denizin toprakla doldurulmasıyla elde edilmiş bir alan olduğu için Dolma denilen bir mevkiye kurulmuştur. Önceden burada 10 kadar sabunhane, Yahudi misafirhanesi ve meyhaneler bulunmaktaydı. Sarıkışla'nın inşasında binanın Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinin kozmopolit ve stratejik İzmir'inde devlet erkini yansıtması amaçlanmıştır. Çalışmaların başlatıldığı 1826 yılı, aynı zamanda, Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılarak çağdaş bir ordunun temellerinin de atıldığı yıldır. Kara tarafındaki cümle kapısı, 1872'de Kadızade Konağı olarak bilinen yapının önemli bir yenilemeden geçirilerek dönüştürüldüğü İzmir Vilayet Konağı'na ve 1901'de inşa edilen Saat Kulesi'ne bakmakta, arkasında minyatür İngiliz Ayşe Camii (bugünkü Konak Yalı Camii) bulunmaktaydı. İç kısmı Talimhane Meydanı olarak anılmaktaydı. Sarı renkte, kesme sarımsak taşları ndan inşa edilmişti. Taşlarının nereye götürüldüğü bugün bilinmemektedir. 1950 yılında Milli Savunma Bakanlığı ile birlikte alınan müşterek bir kararla, şehrin merkezinde kalan askeri garnizonun dışarıya taşınması fikri benimsendi. Belediye tarafından askeri amaçlı beş adet binanın yapılması ve bakanlığa devredilmesi üzerinde anlaşıldı. Buna karşılık Sarıkışla da belediyeye verilecekti. Belediye Sarıkışla'yı devralır almaz yıktı. Ancak, Sarıkışla'nın yıkılmasıyla boşalan Konak Meydanı'nı ne yapacağını bilemedi. Londra, New York ve Rio de Janeiro belediyelerine başvurularak fikir istendi. Boş kalan alan birahaneler ve çiçekçilerle doldu. Uzun süre İzmir toplu taşıma ağının merkezi oldu ve çirkin bir görünüm aldı. 80'li yıllar a gelindiğinde denizin doldurulmasıyla inşa edilen Mustafa Kemal Sahil Yolu'na bağlanacak geniş bir yol hattı ve bu hatta bağlı üst geçit planları yapılması meydanın gözden çıkarılmaya başladığına işaret etmektedir. Ardından Galleria tartışmaları gündeme geldi. Birkaç kez bir park görünümünde düzenleme girişimleri yapıldı. Sarıkışla'dan Konak Meydanı'nda geriye sadece hitapname si kalmış, bir anıt şeklinde dikilmiştir. Hitapname yıkımı gercekleştiren müteahhidin bir vicdan muhasebesi sonucu bahçesinden çıkarıp geri getirmesi üzerine geri kazanılabilmiştir. Hitapname, Ahmet Piriştina Kent Arşivi Müzesi'nde sergilenmektedir. Ahmet Zogoğlu Ahmet Muhtar Bey Zogoğlu (, d. 8 Ekim 1895 - 9 Nisan 1961), 1924-1928 yılları arasında Arnavutluk Devlet Başkanı, 1928-1939 yılları arasında I. Zog adıyla Arnavut Kralı olan Arnavut siyasetçi ve devlet adamı. 1939'da İtalya'nın Arnavutluk'u işgalinden sonra da krallık payesini önce Mısır'da, sonra Fransa'nın Nice kentinde sürgünde taşımıştır. 8 Ekim 1895’te Osmanlı İmparatorluğu'nun o zamanki Arnavutluk bölgesinde Mati şehrinin Valisi Cemal Paşa Zogolli ile Salah Toptani Bey’in kızı Sadiye Hanım’ın üçüncü çocuğu olarak Burgayet kalesinde doğmuştur. Baba tarafından kökü 15. yüzyıla dayanan kuzeyli Geg’lerden Zogolli ailesine, anne tarafından orta Arnavutluklu Toptani ailesine dayanır . Kral olduktan sonra soyunu eski Arnavut krallarından İskender Bey'e (Skanderbeg) kadar çıkarmışsa da, bu iddiası genel kabul görmemiştir. Osmanlı Devleti'nin 3. Ordusunun merkezi olan, Mustafa Kemal’in de gençlik yıllarını geçirdiği Manastır’daki ilkokul yıllarının ardından, eğitimini sürdürmek üzere 10 yaşında İstanbul'a gelip 1906 yılının sonbaharında Galatasaray Lisesi'ne kaydoldu. Ancak Mektebi Sultani Şubat 1907 yarıyıl tatilinde büyük bir yangın geçirmiş, okulun arşivi ve kütüphanesi de dahil olmak üzere pek çok bölümü kül olmuştu. Bu yüzden Galatasaray’da eğitime iki yıl ara verildi. Ahmet Muhtar okula gidemediği bu dönemde akrabalarının yanlarında özel dersler alarak eğitimini sürdürdü ve İkinci Meşrutiyet'in ilanına, 31 Mart Olayı'na, Hareket Ordusu'nun İstanbul’a girişine ve II. Abdülhamit'in tahttan indirilmesine tanık oldu. Galatasaray Lisesi eğitime 1909 yılında tekrar başlayınca orta öğrenimine tekrar başladı. Babası Cemal Paşa'nın 1911 yılında ölümü nedeniyle yapılan çağrı üzerine ülkesine döndü ve 15 yaşında iken babasının valilik unvanını aldı. Bu dönemde Türkçe "oğlu" ekini taşıyan Zogolli/Zogoğlu soyadını bırakarak Arnavutça "Kuş" anlamına gelen Zogu adını benimsedi. Alman kökenli Prens Wilhelm von Wied’in Mart 1914'te dış güçler tarafından Arnavutluk yönetimine getirilmesi üzerine Ahmet Zogu, kendine bağlı kuzeyli birliklerle Sırbistan'a geçti. Avusturya–Macaristan İmparatorluğu ordusu ile askeri ilişkiler kurdu ve İmparator Franz Joseph tarafından kendisine Kraliyet Albayı rütbesi verildi. 1917-1919 yıllarını Viyana ve Roma’da geçirdikten sonra Arnavutluk’a dönen Ahmet Zogu, 1921 -1924 yılları arasında parti mücadelelerine katıldı ve kurulan Hükümetlerde İçişleri, Dışişleri ve Başbakanlık görevlerinde bulundu. İçişleri Bakanlığı sırasında Hükümete karşı hazırlanan bir darbe teşebbüsünü önledi (8 Mart 1922), daha sonra bir öğrenci tarafından girişilen suikast teşebbüsü üzerine (23 Şubat 1924) Zogu’nun adamları muhalefet partisi üyelerinden birini öldürdüler (20 Nisan 1924). Muhalefet partisi parlamentodan çekildi ve isyan çıkardı. İsyancı kuvvetlerin 10 Haziran 1924'da Tiran’a girmesi üzerine Yugoslavya’ya geçen Zogu, Yugoslavya’nın yardımı ve topladığı kuvvetlerle tekrar Tiran’a girip iktidarı ele geçirdi. Ocak 1925’te Tiran’da topladığı Büyük Kongre vasıtasıyla Anayasayı ve rejimi değiştirip Cumhuriyet ilân etti (21 Ocak 1925) ve Cumhurbaşkanı seçildi (31 Ocak 1925). Tiran’da toplanan kurultay 1928'de anayasayı yeniden değiştirerek krallığı kabul etti ve Zogu bir süre sonra, I. Zog unvanıyla kral ilân edildi (1 Eylül 1928). Bu dönemde Arnavutluk’ta, iktisat, toplum ve kültür alanlarında önemli yenilikler yapılmıştır. 1939 Nisan'ında, faşist İtalyan kuvvetlerinin Balkanlar üzerindeki politikaları nedeniyle ülkeyi istilâ etmeleri üzerine Kral I. Zog, ailesiyle birlikte ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Önce İngiltere’ye daha sonra da Mısır'a gitti. Ancak Albay Cemal Abdülnasır tarafından yapılan ihtilal nedeniyle 1953'de Mısır’ı da terk edip Fransa'da Nice’e yerleşti. 1961 Nisan ayında Paris'te vefat etti. 27 Nisan 1938'de Kral I. Zog, fakir düşmüş bir Macar soylu ailesine mensup olan Kontes Geraldine Apponyi ile evlendi. Kraliçenin annesi Gladys Virginia Steuart Amerikalı olup ünlü şair Robert Frost'un kuzeni idi. Evlenmeden önce Geraldine, amcasının Müdürlüğü sırasında Budapeşte Ulusal Müzesi'nin hediyelik eşya kısmında çalışıyordu. Kral ile kontesin düğünü Tiran'da gerçekleşti. Evli çift Alman Başbakanı Adolf Hitler'in hediye ettiği ateş kırmızısı renkli üstü açık bir Mercedes ile balayına çıktılar. Oğulları Leka 1939'da doğdu. İtalyan işgalinden sonra Kral ve Kraliçe sırasıyla Yunanistan, Türkiye, İngiltere, Mısır, ABD ve Fransa'da yaşadılar. 1961'de Zog'un ölümünden sonra oğlu I. Leka adıyla sürgünde Arnavutluk Kralı ilan edildi. Anne oğul bir süre İspanya'da, daha sonra Rodezya (Zimbabwe) ve Güney Afrika Cumhuriyeti'ne yerleştiler. Haziran 2002'de Kral I. Leka ve Ana Kraliçe Geraldine'in Arnavutluk'a dönmesine izin verildi. Kraliçe aynı yılın Ekim ayında 87 yaşında Tiran'da vefat etti. Devlet töreniyle Ulusal Mezarlığa defnedildi. I. Leka halen kraliyet unvanından feragat etmeksizin Tiran'da yaşamaktadır. Uluslararası silah ticaretiyle uğraştığına dair dünya basınında çıkan haberler mahkemeler yoluyla tekzip edilmiştir. I. Leka'nın "Leka Enver Zog Rıza Baudouin Msiziwe" (1982-) adını taşıyan oğlu, halen II. Leka unvanıyla Arnavutluk veliahtı ve 21 Ağustos 2007'den bu yana Arnavutluk kabinesinde bakan yardımcısıdır. Kız kardeşi Prenses Seniye Hanım (1908-1969), 1936'da II. Abdülhamit'in küçük oğlu Mehmet Abid Efendi (1905-1973) ile evlenmiştir. 1939'da Abid Efendi'ye İtalyanlar tarafından Arnavutluk tacının önerildiği rivayet edilir. Siyer Siyer, İslam dini literatüründe peygamberlerin, din büyüklerinin ve halifelerin hayat hikâyesidir. Siyer, divan edebiyatında sadece din büyüklerinin değil, hükümdarlar gibi önemli kişilerin hayat hikâyesi anlamında da kullanılır. Kısası Enbiya, hilye, mevlid, şemail kitapları Siyer başlığı altında ele alınan yazım çalışmalarıdır. Siyer, sire ve siret kelimelerinin çoğuludur ve yol anlamına gelir. Hayat tarzı veya biyografi anlamında kullanılır. Siyer-i Nebi adıyla, Muhammed Peygamber'in hayatını anlatan manzum ve mensur kitaplar ortaya çıkmıştır. Bu anlamda Siyer, Muhammed'in hayatı demektir. Başlangıçta Hadis kitaplarında siyer başlığı altında el
e alınan siyer, sonradan ayrı kitap yazımlarına konu olmuş ve hadisten ayrılmıştır. Fıkıh kitaplarında da siyer başlığı vardır. Siyer İslamın ilk dönemlerine ait hadis, haber, eser, rivayet gibi birkaç yüzyıllık sözlü anlatımlara dayalı bilgilerin zaman içerisinde derlenmesi, düzenlenmesi ve tasnifi ile oluşturulan bir din çalışma alanıdır. Erken dönem siyer yazarları şunlardır; Anlatı kültürü: Kıssacılık kültürü nesnel doğrular yerine anlatıcıların bilgi birikimleri ve zihinsel yaratıcılıklarına dayalı bir hitabet ve toplumsal etkileme sanatı olarak görülür. Kıssacılık veya vaazcılık geleneği halkın din algısını oluşturmada din bilimleri açısından özel bir önem taşır. Kıssacılık İslamın ilk dönemlerinden itibaren yaygın bir kurum haline gelmiş, anlatıcılarına geniş sosyal-manevi imkanlar sağlayan, halkın dini hislerini güçlendiren anlatımlar geniş rağbet görmüştür. Destansı unsurlarla süslenen anlatılar siyer, meğazi, delail, şemail, fezail ve metalib gibi kitaplarda bir araya getirilerek topluma sunulmuşlardır. Farklı anlatıcılar tarafından nakledilen benzer veya ortak anlatımlar tevatür olarak isimlendirilirler ve fıkıhta en kuvvetli bilgi kaynaklarından kabul edilirler. Siyer anlatımları dini anlayışta esbab-ı nüzul denilen, tefsir ve fıkıhta önemli bir değerlendirme kriteri açısından da önemlidir. İlgili konular; Hadis, İslam mitolojisi, Siyer'in tarihselliği Siyer ve meğazi kitapları başlangıçta hadis külliyatlarının içinde bir bölüm olarak telif edilmiş iken sonraları ayrılarak ayrı kitaplar haline getirilmişlerdir. Siyerle ilgili yazılar bu sebeple hadislerin genel karakteristiklerini ve sakıncalarını barındırır. Efsanevi rivayetlerle karışık bir şekilde Muhammed’in kişiliğini yüceltme, peygamberliğini kanıtlama, yazarı için şefaat vesilesi edinme gibi subjektif amaçlar ve metotlar siyer yazarlarının hareket tarzları olmuştur. Bu kitapların başından sonuna kadar Muhammed hakkında yüceltici, muhalifleri hakkında da alçaltıcı, yargılayıcı, ifadelere yer verilir. Batıda gelişen şarkiyat araştırmaları sonrasında siyer malzemesinin nesnel ve tarihsel değeri İslam dünyasında da tartışılmaya başlanmıştır. Süleyman Ateş'in kaydettiğine göre siyer yazarlığı ilk zamanlarından itibaren mutlak bilgiye ulaşma ve yayma gibi objektif amaçlarla yapılan bir iş değildir. İbni İshak örneğinde görülebileceği gibi siyer anlatımlarına en baştan itibaren yahudi-hırıstiyan efsaneleri etkili bir şekilde sokulmuştur. Ahmed Emin'in değerlendirmeleri: “Sıret kitapları, en eski ve en güvenilir olanları da dahil hurafe ve İsrailiyat’tan arınmış değildir. Tam aksine bunların kronolojik sırada en önce gelenleri İsrailiyat’la en fazla doldurulmuş olanlarıdır. İlk ve en güvenilir kaynak sayılan İbni İshak’a bakalım. Bu zatın esas kaynaklarından biri de Yahudilikten İslam’a geçen Vehb İbni Münebbih’tir. İbni İshak’ın ayrıca Hıristiyan ve Mecusi kaynaklardan da büyük ölçüde yararlandığı bilinmektedir.” Mucizeler: Prof. Dr. Mehmet Özdemir Siyer yazıcılığı ile ilgili makalesinde, İbni Hişam örneğine ve zaman içerisinde bu kitap ve risalelerde anlatılan yüceltmeci, olağanüstücü ve mucize olarak anlatılan rivayetlerin sayılarındaki artışa dikkat çekmektedir. Bu tespitlerden bir diğeri de ilk yazılan siyer kitaplarında bulunmayan, ancak zaman içerisinde siyer kitaplarında geniş yer işgal eden irhasat rivayetleri ile ilgilidir. Siyer kitaplarında Ay’ın Yarılması veya Miraç gibi rivayetleri tarihi bir vakıa olarak görmek olasıdır. Ahmediyye, Muhammediyye, Envar'ül Aşıkin gibi bazı popüler siyer kitapları Muhammed'in hayatını mistik-destansı unsurlarla süsleyerek anlatmakta ve İslam mitolojisi olarak değerlendirilebilecek konular ile tarihsel olaylar birbirine karışmaktadır. Siyere kaynaklık eden kıssa, hadis, haber gibi materyalleri kullanan siyercilerin yüceltmeci ve olağanüstücü eğilimlerle gerçek ve kurguyu birlikte verdikleri, mucize ve irhasatların her nesilde artış gösterdiği, siyer yazıcılığının ilmi ve objektif kriterlere göre yapılan bir iş olmayıp, bazıları peygamberlik kanıtı olarak da ileri sürülen bu anlatılar içerisinde tarihi olan ile efsane olan arasında ayrım yapmanın zor olduğu ifade edilmektedir. Mehmet Ali Ağca Mehmet Ali Ağca (d. 9 Ocak 1958; Hekimhan), Türkiye'de 1979'da Abdi İpekçi suikastı ile tanınan 1981'de, Papa II. Ioannes Paulus'e suikast girişiminin ardından uluslararası kamuoyunda tetikçi olarak anılmaya başlanan Kürt kökenli olduğu iddia edilen Türk suikastçı. Mehmet Ali Ağca Malatya'ya bağlı Güzelyurt(İsmailli), Hekimhan köyünde 1958 yılında doğdu. Çocukluğu ve gençliğinin bir kısmını Malatya'da geçirdikten sonra ailesi ile birlikte İstanbul'a geldi. Lise öğreniminin ardından İstanbul Üniversitesi iktisat fakültesinde eğitimine devam etti. Üniversite yıllarında çeşitli ideolojik gruplarla tanıştı. Dönemin düşünce akımlarından etkilendi. 1 Şubat 1979'da Milliyet gazetesi başyazarı Abdi İpekçi'ye düzenlenen suikastin tetikçisi olarak, olaydan 5 ay sonra 25 Haziran 1979'da yakalandı. Polisin ek gözaltı süresi istemesine rağmen, bu talep reddedildi ve Maltepe Askeri Cezaevi'ne kondu. Zaman Gazetesi'nde Taha Kıvanç müstear adıyla yazan Fehmi Koru'ya göre Abdi İpekçi kendisinin de içinde bulunduğu mason locasından birinin Türkiye'ye yapılan silah kaçakçılığı ile ilgili olduğunu bulmuş, bu yüzden de öldürülmüştü.) Abdi İpekçi'nin son yazısı silah kaçakçılığı üzerine idi. Cezaevinden 6 ay sonra 23 Kasım 1979'da, adı Susurluk Kazası ile gündeme gelen Abdullah Çatlı'nın da aralarında bulunduğu iddia edilen bir grubun yardımıyla kaçırıldı ve Bulgaristan'a geçti. Gıyabında ölüm cezasına çarptırıldı. 13 Mayıs 1981'de II. Jean Paul'e suikast düzenleyen Mehmet Ali Ağca'nın suikast soruşturması boyunca 128 kez ifadesi alındı. 22 Mart 1986'da İtalya'da ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Vurulmasından 4 gün sonra kendisini vuranı affettiğini bildiren II. Jean Paul, Ağca'yı 27 Aralık 1983'te bizzat İtalyan cezaevinde ziyaret etti. 13 Haziran 2000'de dönemin İtalya Cumhurbaşkanı Carlo Azeglio Ciampi'nin affını onaylamasıyla Türkiye'ye iade edildi. Sadece gasp suçundan Türkiye'ye iadesi kararlaştırılan Mehmet Ali Ağca'nın Abdi İpekçi cinayetinden tekrar yargılanmasının mümkün olmadığı açıklandı. Mahkemede "Ben Abdi İpekçi'nin katili değilim. Sadece aktörlük yaptım" dedi. Her duruşmasından sonra gazetecilere mektup dağıtan Mehmet Ali Ağca, Vatikan'a da tehdit savurarak hesap soracağını ileri sürdü. Ağca, "Katolik olmam için Vatikan bana 50 milyon dolar, özgürlük ve kardinallik önerdi." iddiasında da bulundu. 2014 yılının Aralık ayında Papa II. Jean Paul'ün mezarını ziyaret etmiştir. Bu ziyaret için uygunsuz seyahat belgeleri ile İtalya'ya girdiğinden dolayı 30 Aralık 2014 tarihinde sınırdışı edilerek Türkiye'ye gönderildi. Mehmet Ali Ağca'nın İpekçi cinayetinden aldığı ölüm cezası 1991 yılında yürürlüğe konulan İnfaz Yasası gereği 10 yıl hapse çevrilmişti. Kadıköy'de iki ayrı gasp ve soygun suçlarından aldığı toplam 36 yıl ağır hapis cezası da, kamuoyunda "Rahşan Affı" olarak bilinen Af Yasası nedeniyle 7 yıl 2 ay hapse çevrilmişti. 12 Ocak 2006 tarihinde serbest bırakıldı. Adalet Bakanlığı'nın itirazı üzerine, Yargıtay tahliye kararını oybirliğiyle bozdu, Mehmet Ali Ağca 20 Ocak 2006 tarihinde tekrar tutuklanıp Kartal H Tipi Cezaevi’ne konuldu. 18 Ocak 2010 tarihinde cezasını tamamlayıp hapisten çıkmıştır. Yıllardır üzerinden çıkarmadığı mavi kazağının özgürlüğü temsil ettiğini iddia etmektedir. Papa II. Jean Paul'e düzenlenen suikast girişimi, 2017 yılında Calymath Bénin isimli yazar tarafından yayınlanan Fátima'nın 3. Sırrı - Mesih Ağca adlı tiyatro eserine ilham kaynağı oldu. Otostopçunun Galaksi Rehberi Otostopçunun Galaksi Rehberi (İngilizce: "The Hitchhiker's Guide to the Galaxy"), İngiliz yazar, Douglas Adams tarafından yazılan bir bilim kurgu serisidir. İlk olarak 1978'de BBC'de bir radyo programı olarak yayınlanan fenomen, daha sonra sahne gösterisi, kitap serisi, televizyon dizisi, çizgi roman ve hatta havlu serisine bile uyarlandı. Bu uyarlamaların çoğunu Adams bizzat yapmıştır. Adams, her uyarlamada hikâyeyi biraz daha değiştirmiştir, bu nedenle de uyarlamalarda birbiri arasında tutarsızlıklara rastlanılsa da asıl hikâye hep aynı kalmıştır. "Otostopçunun Galaksi Rehberi", absürt olayları, ilginç karakterleri, değişik espri anlayışı ve eleştirel yazımı ile yazıldığı ilk günlerden beri her yaştan okuyucuyu etkilemiş ve de bir çoğunun gözde kitabı konumuna gelmiştir. Bir röportajında Adams, bir gece kamp kurduktan sonra bölgeye ait bir otostopçu rehberini incelemiş ve daha sonra yıldızları seyretmeye başlamıştır.Otostopçunun Galaksi Rehberi'ni yazmak o anda aklına gelmiş ve ilk notlarını orada almıştır. Seri, Arthur Dent adındaki sıradan bir İngiliz'in uzayda kestirme bir yol yapılması için dünyanın patlatılmasından biraz önce Ford Prefect adındaki bir uzaylıyla beraber bir Vogon inşaat gemisine otostop çekerek dünyadan kaçmayı başarmasıyla başlar. Ancak vogonlar tarafından tespit edilen ikili, Vogon gemisinden atılırlar. Ford'un yarı kuzeni ve part-time Galaktik Başkan Zaphod Beeblebrox, çaldığı "Altın Kalp" adlı uzay gemisiyle bilmeden de olsa Arthur'la Ford'u ölümden kurtarır. Arthur gemide Marvin adındaki androidle tanışır. Marvin, "Altın Kalp"te çalışan ve yaşamaktan çok sıkılmış depresif bir robottur. Gemide aynı zamanda Trillian adlı Arthur'dan başka yaşayan tek insan olan bir kadın vardır. Yukarıdaki gibi başlayan seri, ekibin "Mutlak Cevabın Sorusu"nu ararken karşılaştıkları maceralarla devam eder. Sedat Kapanoğlu birçok konuşmasında bu kitabın Ekşi Sözlük'ü kurmasında fikir babalığı yaptığını belirtmiştir. Güldür Yüzümü (film) Müslüm Gürses şarkılarıyla dolu 35mm`lik film "baskı altındaki dul bir kadın ve bir çocuğun öyküsünü anlatmaktadır." Prens Edward Adası Prens Edward Adası (kısaltılmış: PEI ya da P.E.I.; Fransızca: l'Île-du-Prince-Édouard), Kanada'nın Doğu Kanada ve Maritimes bölgesindeki eyâletlerinden biridir. Kanada'nin yüzölçüm ve nüfus açısından en k
üçük eyâleti olan PEI, ülkenin en büyük nüfus yoğunluğuna sahip eyâletidir (Kilometrekare başına yaklaşık 25 kişi). Adanın nüfusu 137.800'dür. Eyâletin başkenti çevresiyle birlikte nüfusu 58.000'e ulaşan Charlottetown'dır. Charlottetown, sahip olduğu nüfusuyla Kanada'nın en küçük eyâletsel başkenti olma unvanını taşır. Ada ismini Kraliçe Victoria'nın babası, Kent ve Strathearn Dükü Prens Edward Augustus'tan (1767-1820)almıştır. Ada, 3 ilçeden (county) oluşur: Prince İlçesi:Adanın batısını kapsar. Yaşayanların çoğu nüfusu tahminen 20 bin olan Summerside şehrinde yaşarlar. 3 adet deltası vardır. Queens İlçesi:Adanın 3'te 2'si burada yaşar. Başkent ve irili ufaklı köyleri bulunur. Adanın orta tarafını, kuzey ve güneyini kapsar. Kuzeydeki bir deltasında dalgakıran bulunur. Üç büyük şehri sırasıyla Charlettetown, Cavendish, Crapaud'dur. Kings İlçesi:Bir şehri yoktur. Çoğu kişi Montauge, Georgetown ve Morell'de yaşar. Bayır, Menteşe Bayır, Muğla'nın Menteşe ilçesinin mahallesidir. Muğla'dan Yatağan yolunun 13'cü kilometresindedir. 1941 yılında meydana gelen bir depremle yıkılmış ve bugünkü yerleşim pozisyonuna kavuşmuştur. Kasabanın yerleşim planı o zamanlarda Bayır İlköğretim Okulu'nda öğretmenlik yapan Necmi Yener'in çizimi ile hayata geçirilmiştir. Necmi Yener ismi Bayır'da ikinci ana caddeye ve Bayır İlköğretim Okulu kütüphanesine verilmiştir. ekonomisi, son yıllarda çevrede gelişen mermercilik sayesinde büyümüştür. Cuma günleri, pazar alanında düzenlenen Bayır Pazarı kurulmakta yerli ve yabancı üretici ve satıcılar burada ürünlerini Bayır ve çevre köy halklarının ihtiyaçlarının karşılanmasında önemli bir etkendirler. New Brunswick Kanada'nın Doğu Kanada bölgesinde üç Maritime eyâletinden biri olan New Brunswick (Fransızca: Nouveau-Brunswick veya Acadie), aynı zamanda iki resmi dile sahip olan tek eyâlettir (Fransızca ve İngilizce). Eyâletin başkenti, çevresiyle birlikte nüfusu 82.000 bine yaklaşan Fredericton'dır. Eyâletin nüfusu 758.000 dir. New Brunswick'te de halkın %35'in anadili Fransızca'dır. Yüzölçümü 72908 kilometrekaredir. Eyâletin başlıca kentleri, her ikisi de çevreleriyle birlikte 120.000 inin üzerinde nüfusa sahip olan Moncton ve Saint John'dur. Akrep Akrep, örümceğimsiler sınıfının Scorpiones takımını oluşturan genellikle sıcak ve nemli bölgelerde yaşayan, vücutları sert kitin bir tabaka ile örtülü, kıvrık ve kalkık kuyruğunda zehir iğnesi bulunan eklembacaklılara verilen ad. 2009 yılı rakamlarına göre akreplerin yaşayan 1753 türü bulunur. Türkiye'de 11 cinste toplanan 23 türü bulunur. Dünyanın en uzun birinci akrebi 23 cm boyuyla "Heterometrus swammerdami", ikincisi ise 20 cm boyuyla "Pandinus imperator" türleridir. Teraryumda bakılan bazı akrepler 8 yıla kadar yaşasa da, doğada ömürleri bundan daha kısadır. Akrepler, araknoloji bilim dalı içerisinde araknologlar tarafından incelenir. Karlı bölgeler hariç hemen hemen her yerde, ormanlık bölgelerde, çöllerde, taşlık ve kayalık yerlerde yaşarlar. Genellikle tropikal ve tropik altı iklim kuşaklarında yaygındır. Akrepler fazla sıcaklığa duyarlı ve neme bağımlı olduklarından her zaman ılık ve ıslak bölgeleri tercih ederler. Gündüz, taşların altında, duvar yarıklarında, kurumuş ağaç kabukları altında ya da yer altında kazdıkları dehlizlerde rastlamak mümkündür. Geceleri aktiftir. Kaygan yüzeylere tırmanamaz. Habitatına göre akrep sınıflandırması: Karakteristik yapıları ile çok kolay tanınan ve uzunlukları 13–220 mm arasında değişen eklembacaklılardır. Yaşadıkları ortama göre saman renginden sarıya, açık kahverenginden siyaha kadar değişen tonlarda renklere sahiptir. Sırttan ve karından ("dorso-ventral") basık olup vücutları, başlıgöğüs ve karın olmak üzere iki bölümden oluşur. Başlıgöğüs ("cephalothorax" ya da "prosoma"), "gövde" olarak da nitelendirilir. Baş ile göğsün kaynaşmasıyla oluşmuş tek parça segmentsiz yapıdır. Nispeten kısa, sırt taraftan da tek parça bir zırh ya da baş kalkanı ("karapaks") denilen kabukla örtülüdür. Bir çift pedipalp, bir çift zehir çengeli ya da keliser ("chelicera") ve dört çift bacak bulunur. Erkek akreplerin pedipalpleri daha ince yapılı olmasıyla dişilerden ayrılırlar. Pedipalp : Başlıgöğsün önünden iki yana doğru uzanan ve bacak ( = kol) gibi görünen bir çift pedipalpleri vardır. Bütün ektsremitelerin en büyüğü ve en kalınıdır. Bunlar, makas formunda adeta eğitilmiş organellerdir. Avlarını yaralamak, yakalamak ve ezmek için bu organelleri kullanırlar. Ayrıca dokunum organı görevi de görürler. Pedipalplerin üzerinde havadaki titreşimleri algılayan ve "trichobothrium" olarak adlandırılan küçük duyu tüyleri bulunur. Trichobotrium’un alt kısmı fincan gibi ve ince uzun tek bir tüy bulunmaktadır. Pedipalpler, "coxa", "trochanter", "femur", "patella", "tibia" ve "tarsus" olmak üzere beş bölümden oluşur. Kalça ("coxa"), başlıgöğse eklenmiş pedipalpin ilk proksimal segmentidir. Uyluk bileziği ("trochanter"), "coxa" ile "femur" arasında ikinci segment olup kısadır. Uyluk ("femur"), "trochanter" ile "patella" arasında uzun ve silindirik üçüncü segmenttir. Baldır ("tibia") kısmında dikenlere benzer oluşumlar bulunur. Pedipalplerin kıskaçlı dördüncü ve beşinci segmentine kıskaç ya da makas ("chela") denir. "Chela"’ yı oluşturan bu kıskaçların üst bölümü sabit, alt kısmı ise hareketlidir. Hareketli veya eklemli parmağı olan dördüncü segment "tarsus" olup büyük ve çok net bir şekilde görülür. Kıskaçların şekli türlere göre değişiklik gösterir. Buthidae familyasında tarsuslar tipik sıralı dişlerle doludurlar. Akreplere özgü olarak tarsusda abduksiyon kas bulunmaz. Tarsusun açılması, başlıgöğsün dorso-ventral yönde kontraksiyonu ve buna bağlı olarak hidrostatik basıncın artmasıyla gerçekleşir. Tibia, beşinci ve son segment olup sabit, hareketsiz kalın kısımdır. Keliser ("chelicera") : Pedipalplerin hemen ventralinde yeralan ve onlara oranla çok daha küçük olan başlıgöğsün ilk çift ekstremitesidir. "Coxa", "tibia" ve "tarsus" olmak üzere üç segmentten oluşmuştur. Genelde pençe tırnaklı çeneler halindedirler. Familyasına bağlı olarak değişkenlik gösterir. Son iki segment ("tarsus" ve "tibia") hareketli parmak ("tarsus") ve sabit parmak ("tibia") tarzında kıskaçlı bir makas oluşturacak şekilde birbirlerine eklemlidir. Bunlardan birinin çevresi sarılmış gibidir ve karapaks sınırı ile örtülüdür. İkinci segment biraz daha uzun olup üst kısmı dışa doğru konvekstir (dışbükey). İç yüzünde ise ince dikenimsi kıllarla ("setea") kaplı yakalama işlemine yarayan dişe benzer oluşumlar vardır. Üçüncü segment hareket edebilen parçadır. Bu parça yakalama işlemi için ikinci makası taşıyan segment ("coxa") olarak ifade edilir. Bu kısım eğilip bükülür ve avını emmeden önce yakalamaya yarar. Fakat iki nokta arasındaki uzaklık nedeniyle dinlenme esnasında sabittirler. Bu parçalardaki dişler sınıflandırmada dikkate alınır. Zehir çengelleri, avlarını tutmaya ve bazen de birbirlerine sürtülmek suretiyle ses çıkarmaya yararlar. Bacak: Her göğüs halkasında bir çift olmak üzere dört çift bacak vardır. Geniş bir "coxa" ile başlayan bacaklar yedi eklemlidir: "coxa", "trochanter", "femur", "patella", "tibia", "basitarsus" ve "telotarsus". Bacakların en uçtaki tarsal segmentinde tırnaklar (vantuz) bulunur. segmentler ince membranla birbirlerine bağlanırlar. Bacaklar, birbirlerine yakın olarak başlıgöğsün alt kısmından çıkarlar. En küçük olan birinci "coxa", ikinci "coxa" ’ nın köşeleri arasında yer alır. En uzun "coxa", dördüncü "coxa"’dır. Başlıgöğsün ventral yüzeyinde birinci ve ikinci "coxa"’ da kitinli plaklar ve salgı bezleri vardır. Bu oluşumların sindirim olayında önemli görev yaptıkları düşünülmektedir. Akrep yürüdüğünde tarsus ile son iki segment ağırlığı çeker. Bacakları, hareket ve kazma organı olarak kullanırlar. Dişi akrepler bacaklarını yavruların hareket etmesinde kullanırlar. Bacaklar üzerinde yerdeki titreşimleri algılamaya yarayan ince tüyler bulunmaktadır. Gözler: Akrepler, karapaks üzerinde bir çift basit median göz ve her biri lateralde bulunan iki ile beş çift arası bir grup küçük göz taşırlar. Median gözler, genellikle aynı yönde alttaki oküler tümsek üzerinde karapaksın anterior sınırından sonra, birlikte yerleşim gösteririler. Median gözler, iki tabakadan oluşmuştur. Lateral gözler, karapaksın ön kısmında köşelerde bulunur. Eşit büyüklükte beş, dört, üç ve iki küçük osellerin grup halinde birleşmesi sonucu oluşmuştur. Bazı türlerde bu gözler körelmiştir. Bazı mağara ve mesken türleri ("Sotanochactas elliotti") gözsüz de olabilir. Göz sayısı ve dağılımı tür ayrımında değerlendirilir. Karın ("abdomen" ya da "opisthosoma") : "preabdomen" (ya da "mesosoma") ve "postabdomen" (ya da "metasoma") olarak iki bölüme ayrılır. Ovaryum içinde gelişmenin ilk döneminde, sekiz segmetli olan "preabdomen" ilk yedi segmentinde, sonradan kaybolan ekstremite taslaklarına sahiptir. Küçük taslaklar halinde beliren abdomen ekstremiteleri sonradan kaybolduklarından yetişkin hayvanlarda "preabdomen" ve "postabdomen" tamamen ekstremitesizdir. Preabdomen : Genelde "karın" kelimesi daha çok bu bölüm için kullanılır. Başlıgöğse bütün genişliğiyle bağlanan "preabdomen" yedi geniş halka segmentten oluşur. Bu segmentlerin sırt taraflarında "tergit", karın taraflarında "sternit" adı verilen kitin plak bulunur. Preabdomenin birinci segmenti dar sternitlidir. Bu sternitin ortasında, serbest kenarı yuvarlak ve ortası yarık olan eşey kapağı ("genital operculum") bulunur. İkinci sternit üzerinde dokunum ve iz bulma görevi yapan bir çift tarak ("pecten") organı, 3, 4, 5 ve 6. halkalarda "kitap trakeleri" adını alan solunum organına ait birer çift olmak üzere toplam dört çift solunum deliği ("stigma") vardır. Kuyruk ya da postabdomen : Halka biçiminde 6 segmentten oluşur. İlk beş segmentin her biri tek parça kitin zırhla örtülüdür. Birçoğunda ince olan bu 5 segment, "Androctonus" cinsinde belirgin biçimde kalındır. Postabdomen halkaları, preabdomen halkalarına oranla daha incedir. Kuyruk halkaları ("postabdomen") zehir kesesi hariç aynı kalı
nlıktadır. Postabdomen, dinlenme sırasında yana doğru kıvrık durur. Yürüme sırasında arkaya uzanır. Sokma anında ise, "herkesçe bilinen klasik akrep görüntüsüne uygun olarak", kuyruk tamamen yay biçiminde ve üstten olmak üzere başlıgöğse doğru kıvrıktır. Postabdomenin en son halkasında armuda benzeyen zehir kesesi ("telson") ve zehir kesesinin ucunda kıvrık duran bir de zehir iğnesi vardır . Kesenin içinde ayrıca iki tane zehir bezi bulunur. Zehir bezleri birbirinden bağımsız olarak ve birer kanalla iğneye açılırlar. Zehir kesesi aşağı yön hariç her yöne hareket edebilir. Zehir kesesinin ucundaki iğnenin çıkış yeri (terminal, subterminal gibi) türlere göre değişebilmektedir. İçinden bağırsak geçmekte olan telsonun sondan bir önceki halkasında dışkılık son bulmaktadır. Eşey kapağı ("genital operculum") : Dördüncü çift "coxa"’ya yakın ve birinci mesosomal segmentin ("genital segment") ventral yüzeyinde sternum ile taraklar arasında akreplerin üreme organlarını örten yarık bir kapaktır. Bu kapağın altında, dışarı açılan tek bir genital delik (dişilerde) bulunur. Eşey kapağı farklı ve çeşitli şekildedir. Sadece farklı türde değil aynı türün erkek ve dişisinde de farklılık gösterir. Dişilerde her iki "operculum" orta çizgi boyunca birleşir. Erkeklerde eşey kapağı genellikle kısmen veya tamamen ayrılmıştır. Erkeklerde konik çiftleşme aygıtı ("papillae genitale") sternitin altındaki eşey açıklığında bulunur. Eşey organları : Abdomenin birinci mesosomal segmenti üzerinde bulunur. Erkeklerde bir çift testis vardır. Testislerin şekilleri değişkenlik gösterebilir. Her iki testis bir çapraz bağ ile birleşir. Testislere ait sperm kanalları birleştiğinden bir tek eşey deliği bulunur. Spermaları iplik şeklindedir. Dişi üreme organları ağ şeklinde ve parçalanmamıştır. Preabdomende ortabarsak bezleri arasına gömülmüş bir tek ovaryum bulunur. Ovaryumun biri ortada ikisi de yanlarda uzanan üç boru ile bu boruları bir ip merdiveni gibi birbirlerine bağlayan beş çift enine borucuktan oluşmuştur. Boru ve borucukların alt taraflarında küçük küreler şeklinde olgun yumurta fölikülleri görülür. Yumurtaların yapısı ve gelişmeleri, folikülleri ve yumurta kanalları gruplara göre değişkenlik gösterir. Birçok akrepte yumurtaların gelişimi ve büyümesi over duvarlarında olur. Yumurtalar özel uzama keselerinde döllenirler. Oviduktlar, sperm hazinesi meydana getirmek üzere genişledikten sonra birleşerek, genital operkülün altında bulunan bir tek delikle dışarı açılır. Akrepler canlı olarak yavruladıkları (vivipar) için gelişme ovaryumun içinde geçer. Tarak ("pektines") : İkinci sternitin üzerinde ekstremitelerin değişmesiyle meydana gelmiş genital deliğin ön tarafında bir çift tarak yer alır. Bu tarağımsı yapı akreplere özgü morfolojik bir özelliktir. Her bir tarak bir sap kısmı ile bu sapın üzerine sıra ile dizilmiş dişlerden oluşmuştur. Pektin üç parçadan oluşmuştur; proksimal parça en uzunu, orta parça ise an kısasıdır. Bu tarakların kemoreseptör olarak çiftleşmede rol aldığı ve yüzey titreşimlerini algılayarak mekano-reseptör olarak görev yaptığı sanılmaktadır. Her iki cinste de bulunan taraklar, erkeklerde daha geniş olup daha fazla sayıda küçük diş taşırlar. Yörüklerin kıl keçeden yapılma çadırlarında, keçenin tüyleri akrebin hassas tarak organına itici etki yaptığından, akrepten korunma malzemesi olarak keçenin adı geçer. Sternum : Üçüncü ve dördüncü "coxa" arasındaki çok küçük plaklardan oluşur. Bazı cinslerin sternum, kitinin eni dar şeritler halinde dizilmesi ile oluşmaktadır. Bazılarında bir küçük üçgen plak ve geri kalan kısmında ise bütün genç bireylerde olduğu gibi beşgen şekildedir. Sternumun şekli familyaların tanımlanmasında önemlidir. Buthidae familyasında boyu eninden fazla, üçgen şeklinde ve öne doğru oldukça daralmıştır. Chactidae familyasında boyu ekseriya genişliğinden uzun değildir. Bothriuridae familyasında çok belirgin olmasa bile iki ayrı parçalıdır. Sternumu oldukça geniş ve belirgindir. Scorpionidae familyasında genellikle beş köşeli, yan kenarları birbirine paralel ve boyu eninin yarısı kadardır. Pedipalpler ile 1. ve 2. yürüme bacaklarının dip parçaları arasında, atriyumun içinde ve bir üst dudağın altında çok küçük ağız bulunur. Emici yutaktan sonra içerisine tükürük bezleri açılmış kısa yemek borusu gelir. Median hatta dar ve uzun bir orta bağırsak bulunur. Orta bağırsak boyunca uzanan büyük bir bezden ayrılan beş çift kanal orta barsağa açılır. Son bağırsak kısadır. Akrepler böcek, örümcek, çıyan, kırkayak, tespih böceği ve bazen de küçük kemirgenlerle beslenirler. Pedipalpleriyle avlarını canlı halde yaralayarak, yakalar ve ezerler. Birinci ve ikinci yürüme bacaklarının başlıgöğse bağlandığı yerde çiğneyici eklentiler arasında ezilir, sonra da yutak vasıtasıyla emilir. Boşaltım organları Malpighi tüpleri ve koksa bezleridir. Malpighi türlerinin sayısı bir veya iki çift olabilir. Bunlar preabdomenin son segmenti içinde bulunur ve orta bağırsağın son kısmına açılırlar. Koksa bezleri bir çift olup başlıgöğüste diyaframın hemen önünde yer alırlar. Bu bezlerde bir başlangıç kesesi ile bir toplama kanalı ve bir de bu kanalın son kısmını oluşturan, boşaltım kanalı ayırt edilir. Boşaltım kanalları üçüncü yürüme bacaklarının diplerinden dışarı açılır. Akrepler, örümceğimsiler sınıfı içinde dolaşım sistemleri en iyi gelişmiş olan eklembacaklılardır. Dolaşım sistemi; kalp, kan damarları, sinüslerden meydana gelmiştir. Kalp, sırt tarafta bütün karın ("preabdomen") boyunca 7. segmentten 13. segmente kadar uzanan sekiz çift ostiyumlu bir boru biçimindedir. Ön ve arka uçlarından ayrılan birer büyük aorttan başka yanlarından da yedi çift arter çıkar. Ön aortta birçok kanallara bölünür. Bu kanallardan ikisi yemek borusunun yanlarından aşağı inerek, karın sinir sisteminin yanlarından, arkaya uzanır. Kan renksizdir. Lenf sıvısı yoğun granüllü yuvarlak kan hücreleri ile granülsüz ve merkezi olmayan nükleuslu lökositleri içerir. Kontraksiyonda kan, kalp tarafından altı ön damardan "aorta cephalica" içine itilir. Arterlerin hepsi vena lakünlerinde sonlanır. Lakünlerin içindeki kan, karın tarafta bir sinüste toplandıktan sonra solunum organlarına gider. Burada temizlenir ve perikard boşluğuna geri döner. Sinir sistemleri; iki loplu bir beyin ile büyük bir göğüs gangliyonu kitlesi ve 7 - 8 karın gangliyonundan oluşmuştur. Karın ("abdomen") gangliyonlarından son dördü post abdomende bulunur. Yemek borusunun başlangıç kısmında da küçük bir gangliyon vardır. Sinirlerle beyne bağlı olan bu gangliyondan sindirim borusuna giden ve viseral sinir sistemini oluşturan sinirler ayrılır. Ayrıca, vücudun ön kısmındaki yutak gangliyonundan çıkan, lateral ve ana gözler ile mandibulalara bağlanan sinirler bulunur. Akreplerde solunum organları "preabdomen"’in 3. - 6. sternitlerinde, eliptikal veya sirkular açılımlı dört parçadan ibaret kitap trakeleridir. Kitap trakeleri, vücudun orta kısmının ventral yüzünde bulunurlar; ince kütikula tabakasından oluşan yüzü ve iki akciğer boşluğunun iç yüzleri farklı kalınlıktadır. Akreplerin değişik gruplarında farklı amaçlar ve özellikler gösterirler. Bu yüzden sistematikte önemleri çok büyüktür. Ayrıca kitap trakelerine ait birer çift solunum deliği ("stigma") vardır. Bunlar yelpaze şeklinde olup ana solunum organına bağlıdırlar. 5. ve 6. halkalarda stigma yoktur. Stigmaların her biri ayrı olarak vücut boşluğuna açılır. Akreplerin salgı sistemleri koksa bezleri ile "lymphatik" ve "lymphoid" bezlerden oluşur. Koksa bezleri, üçüncü yürüme bacaklarının vücuda bağlandığı yerde bulunur. Lymphatik bezler; tam halka, yarım halka ve küçük oval olmak üzere üç şekilde görülür. Lymphoid bezler bir çifttir. İki kısa keseden oluşmuş olup ön uçları ile diyaframa bağlanmışlardır. Vücut boşluğu içinde serbest olarak sallanır. Lymphatik ve lymphoid bezlerin salgıları, akrebin vücudundaki yabancı maddeleri absorbe etme ve bakterileri de zararsız hale getirme özelliğindedirler. Duyu organı olarak dokunum tüyleri, bacaklardaki ince tüyler, abdomenin ikinci sternitindeki taraklar ve başlıgöğüsteki median ve lateral gözlerdir. Akrepler yürürken etrafı kollamak üzere pedipalplerini biraz yukarıda tutarlar. Pedipalplerin üzerinde bulunan küçük duyu tüyleri ("trichobothrium") ile havadaki titreşimleri algılar. İkinci sternitin ve eşey açıklığının ön tarafında bulunan taraklar yüzeydeki, bacaklar üzerinde bulunan ince tüyler ise yerdeki titreşimleri algılar. İlkbaharda çok kısa bir dönemde erkekler, dişileri arayıp döllemeye çalışırlar. Spermler, genellikle eşey açıklığından dışarı çıkmış durumda bir kese içerisinde bulunurlar. Bu kese içerisindeki spermleri kıskaçları ile alır ve bir dişiyi gördüğü anda onu oyalayarak ya da ansızın yakalayarak, kıskacı ile taşıdığı sperm kesesini dişinin eşey açıklığına yapıştırır. Bu olayı gerçekleştirdikten sonra hemen kaçar. Çiftleşmeleri erkek açısından oldukça tehlikelidir. Akrepler yamyamdır ve çiftleşme teşebbüsü erkeğin dişi tarafından yenmesiyle sonuçlanabilir. Gebelik süreleri yaklaşık 7 - 12 aydır. Her bir dişi akrep 10-60 larva doğurur (vivipar). Genelde yavrular baş önde, kuyruk önde ya da sağ yan geliş pozisyonunda doğarlar. Türüne bağlı olarak yavru sayısı 34 ilâ 110 arasında değişir. "Neonatal" veya "birinci instar yavruları", doğdukları an akrepten ziyade, toplu beyaz cisimcikler gibidirler. İnce kıskaçlı, bacaklı ve bir kuyruklu büyük sinek kurtçukları gibi görünürler. Annelerinin bacakları yardımıyla sırtlarına tırmanırlar. Anne akrep yavrularını bir süre sırtında taşır. Bu dönem içerisinde annelerinin sırtından düşen yavrular tekrar annelerinin sırtına çıkamazlarsa su kaybı sonucu ölürler. İlk deri (= kabuk) değişimini annelerinin sırtında yaparlar. Birinci deri değişimini tamamlayan yavrular juvenil olarak kabul edilir. Yenilenen kabuklarıyla pembe renkli görünen "ikinci instar yavruları" erginlerin minik versiyonları gibidirler. Ancak birkaç gün sonra renkleri giderek grimsi kahverengine dönüşür ve annelerinin sırtında kalmaya devam ederler. Birkaç hafta içerisind
e yavrular bulundukları çevreyi keşfetmek için annelerinden ayrılarak kısa geziler yaparlar. Geziden sonra annelerinin pedipalpleri yardımıyla sırtına tekrar çıkarlar. Zamanla kısa geziler uzun gezilere dönüşür. Sırttan inen yavrular yaklaşık 6-7 ay kadar annelerinin arkasında dolaşırlar. Bağımsız hayat sürmeye başladıktan 3-4 yıl sonra yetişkin hâle gelirler. Akreplerin yaşam süreleri 3-8 yıldır. Yetişkin hâle gelinceye kadar 6-9 kere deri (= kabuk) değiştirirler. Geceleri aktiftirler. Yırtıcı ve yağmacı tabiatlı olmakla birlikte, avlanmada uzmanlaşmamış ve yemek konusunda titiz olmayan hayvanlardır. Havadan ve yerden gelen titreşimlerle algıladıkları avlarını, peşine düşmek yerine, sabırlı bir şekilde pusuda bekleyerek avlarlar. Başlıca besinleri eklembacaklılar olup, daha çok böcekler, örümcekler ve kırkayaklardır. Ayrıca büyük akrepler, küçük yılanları, kertenkele ve fareleri dahi yiyebilir . Yamyamlık, akreplerde sıklıkla görülmektedir. Avlarını kıskaçlarıyla yakalayarak sıkan ve kuyruğunu avına uzatarak sokan akrep, zehri ile böcekleri hemen öldürür. Akrepler, ne kadar zehir enjekte edeceklerini avlarına göre belirleyebilir. Büyük kıskaçlara sahip akrepler, küçük avlarını güçlü kıskaçlarını kullanarak öldürürken, ince ve zayıf kıskaçlı akrepler avlarını yakalar, çok etkili zehirlerini kullanarak avı sokar ve felç ederek öldürür. Birinci bacakların altındaki boşlukta bulunan keliserini avına tamamen yerleştirir. Tükürük ve sindirim enzimleri salgılayarak dokuları sıvılaştırıncaya kadar bekler ve oluşan sıvıyı emer. Soğukkanlı hayvanlar arasında metabolik hızları en düşük hayvanlar olduğu için az yiyecekle yetinebilir ve aylarca hatta iki yıl kadar uzun bir süre açlığa dayanabilirler. Besinlerden aldığı sıvıdan dolayı uzun süre susuz da yaşayabilirler. Uzak Doğu mutfaklarında insanlar tarafından özellikle kızartılarak yenilir. Evcil hayvanlar içinde tavuklar ve kediler akrepleri yer. Afrika'daki mirketler ("Suricata suricatta"), akrep yakalama ustasıdır. Bilim insanları, mirketlerin akrep gibi tehlikeli hayvanları yemeyi kendi kendilerine öğrenmediklerini, yetişkinler tarafından eğitildiklerini keşfetmişlerdir. Varlığı ve zehirlilikleri çok eski çağlardan beri bilinen akrepler hastalık etkenlerini taşımazlar. Ancak çoğu zaman kendilerini korumak amacıyla, insan ve hayvanları sokarak zehirlenme ve ölümlere neden olabilirler. Akrep zehri, akreplerin telsonlarında bulunan, birçok protein, peptid ve biyolojik yönden etkin bileşiklerden oluşan nörotoksik etkili bir salgı olup, genellikle avını yakalamada ve sindirimde kullanırlar. Yanıcı ağrı, deride kızarıklık, şişlik olur. Kan basıncı yükselebilir veya düşer. Çift görme, bilinç kaybı, ağızdan köpük gelmesi gibi nörolojik belirtiler yaşanabilir. Karın ağrısı, bulantı, kusma olabilir. Kasılma, yerinde duramama, aşırı terleme gelişebilir. Kişi komaya da girebilir. Akrep sokmalarında akrebin zehrinin cinsine göre, vücutta aşırı bir adrenalin salınımı olur ve bu kan damarlarında ani spazma ve pıhtı oluşumuna yol açar. Bu ani değişiklikler de etkiledikleri damara göre kalp krizi, inme gibi acil durumlara neden olabilir. Akrebin cinsi ve zehiriyle bağlantılı olarak kalpte ciddi ritm bozuklukları oluşabilir. Özellikle, bağışıklık sistemi yeterince gelişmemiş olan yenidoğanlar ile küçük çocuklarda ve alerjik bünyeli kişilerde, akrep sokması ("skorpionizm") ihmal edilmemesi gereken tıbbi vakadır. Akrep zehri, içeriğindeki etkin maddelerin çeşitliliği sebebiyle fizyolojik ve farmakolojik çalışmalarda, araştırma materyali olarak sıkça kullanılmaktadır. Dünyadaki 1750 akrep türü içinde ancak 50'sinin zehirli, 20-25'inin öldürücü olduğu biliniyor. Türkiye'de ise 19 akrep türünden 8'i zehirlidir. Bu 8 tür arasında 2'sinin "çok zehirli" ve "ölümcül" olduğuna dikkati çekmek gerekir. En zehirli akrep türleri arasında şu türler verilebilir: Çek akrep uzmanı František Kovařík (2009)'e göre tür sayıları: 1753 NOT: Daha hareketli oldukları geceleri ve sıcakta, sokmaya daha çok isteklidirler. Akrepler, ancak rastgele dokunulduklarında ya da üzerlerine basıldığında, kendilerini tehlikede hissettikleri zamanlarda sokarlar. Yer yatağında uyuyanların uykudaki hareketi yatağa kadar gelmiş olan akrep için savunulması gereken düşmanca bir harekettir. Henüz bağışıklık sistemi yeterince gelişmemiş olan yenidoğanlarda ve alerjik bünyeli çocuk ve yetişkinlerde zehirli ve az zehirli akrep türlerinin sokma yerinin konum ve önemine bağlı olarak her zaman bir risk vardır. Risk altında olanlar daha çok açık alanlarda akreplerin saklandığı taşları ters yüz edip onları açığa çıkararak kendilerini savunmaya sevk eden kişilerdir. Özellikle yaz aylarında piknik yapanların biraz daha dikkatli olmalarında sağlık açısından yarar vardır. Uzmanları dışında akreplerin türlerini tespit etmek ve zehirli zehirsiz diye nitelendirmek kolay olmadığı için akrep sokmalarında ihmal etmeden bir sağlık kuruluşuna başvurmak gerekir. Özellikle Güneydoğu Anadolu'da akrep sokmaları her zaman hayati öneme sahip olup vakit geçirilmeden kesinlikle bir sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır. Logrus Logrus, The Chronicles of Amber roman serisinde yer alan bir tür büyü gücüdür. Düzen olmadan kaosun, kaos olmadan da düzenin var olamayacağına dair inanca dayanan düşünceden yola çıkar. Bahsi geçen eser dizisini Roger Zelazny yazmıştır. Bu eser ayrıca bilgisayar oyunlarına da konu olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'nda dilencilik Osmanlı'da dilencilik, Osmanlı kültürünün bir parçası olarak tarihçiler ve sosyologlar tarafından ele alınmış bir olgudur. Osmanlı tarihinin her döneminde yardımı hak eden yoksullarla, yardım hak etmeyen kesimler arasında bir ayırım yapılmış olduğu söylenebilir. Özellikle dilenciler konusunda böyle bir ayrıma sıklıkla rastlanabilir. Çalışamayacak durumdaki dilencilere Cer kağıdı verilir ve tayin edilmiş olan başbuğun sorumluluğu altında mesleklerini icra etmelerine göz yumulurken, çalışabilecek durumda olduğu halde dilenciliği tercih ettiği düşünülen kimseler yakalanıp kürek ve kalebentlik gibi çeşitli cezalara çaptırılmıştır. 18. yüzyılın sonlarından itibaren dilencilere ilişkin politikalarda değişme başlamıştır. Bu değişim, tek tek bireylerin üretken kapasitesinin önemsenmesine ve bedensel ve fiziki cezalandırmalardan, daha çok ıslah ve terbiye eksenli bir uygulamaya doğru yavaş da olsa bir geçiş olarak değerlendirilebilir. Bu yönelimle dilenciler, devletin pozitif sosyal politikalarının doğrudan muhatapları haline dönüşme yoluna girmişlerdir. Bu tarihlerde devletin, meşru gördüğü yoksullara ilişkin yaklaşımında da önemli değişiklikler vardır. 18. yüzyıldan önce meşru dilencilerin dilencilik yapmalarına göz yumulurdu, hatta rencide edilmemeleri konusunda hassasiyet gösterilirdi. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, bu kimselere nakdi yardımlar yapılmaya başlandı. Bu uygulamalar tekil olmakla birlikte merkezi devletin dilenciliği meşru ve gayr-i meşru biçimleriyle topyekun ortadan kaldırmaya niyetlendiği durumlar olması son derece önemlidir. Galata kadısı, topçubaşısı ve voyvodasına gönderilen 1792 tarihli hüküm bu konuda ilginç bir örnektir. Hükümde çalışamayacak durumda olan hasta, yaşlı ve sakat kimselerin hastanelere yerleştirilmeleri ve mümkünse tedavi edilmeleri, çalışabilecek durumda olan dilencilerin ise memleketlerine gönderilmeleri istemiştir. “Devletin öncelikli gündemini, kamusal mekanları dilencilerden temizlemek ve gelip geçenlerin dilenciler tarafından rahatsız edilmelerinin önünün alınması oluşturmuştur”. Osmanlı açısından dilenciler ekmekle sorumlu oldukları toprakları terk edip İstanbul’a gelmişlerdir (Çiftu çubuk kaçkunu), ve hemen ait oldukları yere geri gönderilmeleri gerekmekdir. Yine 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren çalışamayacak durumda olan kişilerin de dilenmesine artık izin verilmemeye başlanmıştır. Bu kişilerin kamusal mekanda gezinmeleri önlenmeye ve geçinmeleri için de nakdi yardımlar yapılmaya başlanılmıştır. Devlet dilencilere yeni uygulama yapmakla beraber eski uygulamalar da devam etmiştir. Meşru görülen yoksulların dilenmesine müsaade edilmiştir. 1788 tarihli bir belgede belirtildiği üzere, Anzur Çeşri Mustafa Paşa Mahallesi'nde oturmakta olan ve tamamen kör olan Makro adlı kişi, arzuhalinde geçimini dilencilikle sağladığını ve cizyesini ödeyemediğini belirtmiştir. Makro’nun dilencilik yapmasına izin verilmiş ve ismi de cizye defterinden silinmiştir. II. Mahmud döneminde İstanbul’da yeni düzenlemelere gidilmiştir. II. Mahmud "“Se’ele” (Dilenciler) Müdürlüğü" veya "Fukara Müdürlüğü" adı altında birim oluşturmuş ve 1834 yılında, Süleyman Ağa adlı birini bu göreve atamıştır. Bu kişinin maaşı devlet tarafından karşılanmıştır. Bu yenilik Dilenciler Kethüdalığı'ndan, Fukara Müdürlüğü'ne geçiştir. Bu yenilik, II. Mahmud döneminde merkezi devletin, dilenciliği denetim altında tutma arzusunda olduğunun bir işaretidir. Devletin dilencilere yönelik politik değişimlerinin bir etkeni de, kırsal kesimlerden özellikle 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bir göç başlamış olmasıdır. Devlet de bu göçün önüne geçebilmek için tam önlem almıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, ekonomideki iyileşme, İstanbul’a göçü azaltmıştır. Ancak yüzyılın son çeyreğinde bu istikrarlı ortam bozulmuştur. Maliye bir kriz ortamına girmiştir. Devlet borçlarını ödeyemez hale gelmiştir. Özellikle 19. asırda kaybedilen savaşlar yüzünden bir göç dalgası olmuş ve İstanbul yoğun bir nüfus göçüne maruz kalmıştır. Devletin bu göçle baş edebilmesi oldukça zor olmuştur. 1890’lı yılların gazetelerinde, dilencilerle ilgili kaygılar ortaya konmuştur. Birçok gazetede dilencilerin şehrin görüntüsünü bozduğu ileri sürülmüştür. Bu durumun Osmanlı’nın dışardaki imajını zedelediği belirtilmiştir. Meclis-i Vükela, 26 Ekim 1905 tarihli oturumunda bu konuyu gündemine almıştır. Dahiliye Nezareti, köprü üzerinde dilenciliğin önlenmesine ilişkin bir talimatname hazırlamıştır. Teklife göre Darülaceze görevlileri yakalanan her bir vakayı dikkatle inceleyecekler ve gerçekten yoksul olanla
rı Darülaceze’ye, taşralı olanları da memleketlerine göndereceklerdir. Anne-baba sahibi çocuklar ailelerinden kefalet alınmak şartıyla iade edileceklerdir. Cüzzam hastalığına sahip olanlar ise Üsküdar’daki Miskinler Dergahı'na gönderileceklerdir. Osmanlı elitinin dilenciler hakkındaki görüşleri gazetelerden görülebilmektedir. 28 Ekim 1900 tarihli Sabah gazetesinde yer alan bir yazıda, dilenciler dört sınıfa ayrılmaktadır: Sabah gazetesinde çıkan yazılardan anlaşılacağı üzere, Abdülhamid rejimi, dilencileri önlemediği gerekçesiyle eleştirilmektedir. Habere göre; “Dilencilerin sokaklardan toplanılması hakkında artık nafile yere söz söylemeyeceğiz. Fakat hiç olmazsa geceleri köprü üzerindeki dilencilerin toplanılması hakkında zabıtanın nazarı dikkatini celb etmek arzusundan kendimizi men edemedik” haberiyle belirtilmektedir. II. Abdülhamit döneminde dilencilere barınak olarak, Darülaceze kurulmuştur. Devrine göre oldukça modern sayılan bir yapıdır. Abdülhamid bu kurumu sadece dilenciliği kontrol altına alma amacıyla kurmamıştır. Darülaceze, bir yandan Abdülhamid’in yoksul halkın yegane koruyucu olduğu şeklindeki imajını güçlendirmek diğer yandan da Osmanlı Devleti’nin modern görüntüsünü pekiştirmek üzere gündeme getirmiştir. Darülaceze her ne kadar II. Abdülhamit’in iktidar sembolü ise de dilenciliğe karşı mücadele kapsamında gündeme alınmıştır. Zira Darülaceze'nin açıldığı gün olan 31 Ocak 1896 tarihinden birkaç gün sonra konuyla ilgili iki ayrı nizamname yayınlanmıştır: II. Meşrutiyet devrinde dilenciliğin ve serseriliğin önlenmesi konusunda Osmanlı eliti ile hükümet arasındaki ayrılıklar ortadan kalkmıştır. Meşrutiyet rejimi öncelikle, Abdülhamid döneminden miras kalan sosyal refah sisteminin paternal (tek kişi) ve monarşik görünümünü ortadan kaldırıp, refah sistemini bürokratik ve seküler (dünyevi) bir zemine oturtmak arzusunda olmuştur. II. Meşrutiyet döneminde ayrıca dilencilik, serserilik ve potansiyel suçluluk kavramları kapsamı içinde değerlendirilmeye başlanılmıştır. Bu yeni yasa daha çok şehirdeki yoksul ahalinin kontrolünü sağlamaya yöneliktir. Bu konu ayrıca, Osmanlı polisine sosyal ve ahlaki kontrolleri yükleyerek polisin toplumdaki konumunu yükseltmiştir. Celal Talabani Celal Talabani ( , ) (d. 12 Kasım 1933, Süleymaniye - ö. 3 Ekim 2017, Berlin), Iraklı Kürt siyasetçi ve 2005-2014 yılları arası Irak cumhurbaşkanı olarak görev aldı. Bağdat Üniversitesi Hukuk Bölümü mezunu olan Celal Talabani, Kuzey Irak'taki Kürdistan Yurtseverler Birliği'nin (KYB) lideri. Parti, genel olarak desteğini şehirli nüfustan ve Kürt toplumundaki radikallerden alıyor. Rakip Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) ise, kuzey ve batı bölgelerde etkili. Talabani hem siyasetçi, hem de gerilla lideriydi. 1933 yılında doğan Celal Talabani, siyasi kariyerine KDP'ye bağlı Kürdistan Öğrenci Birliğinin kurucu üyesi ve lideri olarak 1950'li yılların başında başladı. KDP'nin üst düzey üyelerinden biri hâline geldi. 1961 yılında, Abdülkerim Kasım hükûmetine karşı Kürt ayaklanmasına katıldı. Kasım'ı iktidardan uzaklaştıran darbenin ardından, 1963 yılında Cumhurbaşkanı Abdüsselam Arif'in hükûmetiyle yürütülen görüşmelerde Kürt delegasyonunun liderliğini yaptı. 1975 yılında KDP lideri Mustafa Barzani'yle aralarında derin görüş ayrılıkları oluşmaya başladı ve KDP'den ayrılanların kurduğu ve gelecekte kayınpederi olacak olan İbrahim Ahmed'in önderliğindeki KDP Siyasi Bürosu'na katıldı. Grup, 1966 yılında merkezî hükûmetle bir ittifak kurdu ve KDP karşıtı askerî kampanyada yer aldı. 1970 yılının Mart ayında KDP ve hükûmet arasında bir barış anlaşması imzalandığında, grubun siyasi hayatına son verildi. Talabani ve Barzani uzun yıllar birbirleriyle mücadele etti. Bunun üzerine Celal Talabani ve kendisini destekleyenler, 1975 yılında Kürdistan Yurtseverler Birliği'ni kurdu. Talabani, KYB'nin sosyalist bir parti olacağını ve KDP'nin aşiret çizgisinden uzak duracağını söyledi. Bir yıl sonra, merkezî hükûmete karşı silahlı kampanya başlattı. 1988 yılında Irak hükûmeti Kürtlere karşı kimyasal silahlar kullandığında (Halepçe Katliamı), KYB ağır bir darbe aldı. Türkiye bu dönemde Barzani'yi desteklemiştir, İran ise Talabani'nin tarafını tutup güç dengesi sağlamaya çalışmıştır. Bu yüzden Talabani de, Kuzey Irak'ı terk edince İran'a sığınmak zorunda kalmıştır. Talabani-Barzani ya da diğer bir deyişle KYB-KDP mücadelesi, Kuzey Irak'taki Kürt siyasi hayatının yaklaşık son 30 yılına damgasını vurmuştur. Turgut Özal döneminde Türk pasaportu taşımıştır. Saddam Hüseyin'in devrilmesi, Talabani'nin siyasi kariyerinde yeni bir dönem açtı. Talabani'nin siyasi hayatı, 1991 Körfez Savaşı'ndan ve kuzeydeki Kürtlerin Irak hükûmetine karşı ayaklanmasından sonra yeni bir döneme girdi. Batı ittifakının uçuşa kapalı bölge ilan etmesi KDP ile kısa süren bir balayı döneminin başlamasına yol açtı. Kuzey Irak'ta seçimler yapıldı ve 1992 yılında KYB-KDP ortak yönetimi kuruldu. İki parti arasındaki gerilim, 1994 yılında silahlı çatışmalara ve iç savaşa neden oldu. ABD ve kısmen İngiltere'nin çabalarıyla, iki parti heyetleri arasında yapılan çok sayıda toplantının ardından, Talabani ve KDP lideri Mesut Barzani 1998 yılında Washington'da bir barış anlaşması imzaladı. Talabani, verdiği demeçlerde, 1993 yılında Süleyman Demirel-Erdal İnönü koalisyon hükûmeti kurulduktan sonra Turgut Özal'ın vefatına kadar, Türkiye ile PKK arasında gizli arabuluculuk yaptığını da iddia etmiştir. Anlaşma, 4 Ekim 2002'de iki partiden milletvekillerinin katılımıyla bölgesel parlamentonun toplanması sonucu bir kez daha pekişti. Parlamentonun bu oturumunda, Talabani Kürtler arasındaki çatışmaların yasaklanmasını öngören bir yasanın çıkarılmasını önerdi. ABD önderliğindeki güçlerin Irak'ı işgale başladığı 2003 yılının Mart ayı öncesinde iki parti, aralarındaki anlaşmazlıkları bir yana iterek Talabani-Barzani liderliğini oluşturdu. Her iki lider de daha sonra Irak Yönetim Konseyine atandı. Hem Talabani hem de Barzani, birleşik bir Irak içinde sadece özerklik talep edeceklerini belirtti. Irak savaşı her ikisine de kazanç sağladı. Hero İbrahim Ahmed ile evli olan Celal Talabani'nin Pavel ve Kubat adında iki çocuğu bulunmaktadır. Talabani'nin küçük oğlu Kubad, Kürdistan Bölgesel Hükümeti Başbakan yardımcısıdır. Celal Talabani 17 Aralık 2012 tarihinde başkent Bağdat'ta beyin kanaması geçirerek yoğun bakıma alındı. Bir gün sonra tedavi için ambulans uçakla Almanya'nın başkenti Berlin'e götürüldü. 18 ay süren tedavi sürecinin ardından 20 Temmuz 2014'te Süleymaniye'ye geri döndü. Talabani son olarak 12 Eylül 2017'de sağlık kontrolü için Berlin'e gitti. 3 Ekim 2017'de tedavi gördüğü Berlin'deki hastanede 83 yaşında hayatını kaybetti. Ölümü üzerine Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nde yedi gün, Irak genelinde ise üç gün ulusal yas ilan edildi. 6 Ekim 2017'de düzenlenen devlet cenaze töreninin ardından evinin yakınlarındaki Dabeşan Mezarlığında defnedildi. Özel Alman Lisesi Özel Alman Lisesi (, kısaca DSI), diğer bilinen adıyla İstanbul Alman Lisesi veya kısaca Alman Lisesi, Türkiye'nin İstanbul ilinin Beyoğlu ilçesinde bulunan özel yabancı lise. Hem Almanya'nın Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığına hem de Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığına bağlı olarak faaliyetlerini yürütmektedir. 1868'de, Eşitlik İlkesine Dayalı Alman ve İsviçre Yurttaş Okulu adıyla, şehirdeki Almanca konuşan topluluğa hizmet verme amacıyla kuruldu. 1871'de, Galata Kulesi yakınlarında, yalnızca okulun kullanımına özgü bir bina yaptırıldı. 1894'teki depremde bu binanın hasar görmesi sebebiyle 1897'de günümüzdeki binaya geçiş yapıldı. İlerleyen dönemlerde yalnızca Almanca konuşan öğrenciler değil, Türk öğrenciler de okul bünyesine katılmaya başladı. 1918 yılında, I. Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle beraber okul kapandı ve binası işgal kuvvetleri tarafından kullanılmaya başlandı. Cumhuriyetin ilanı sonrasında, 1924 yılında tekrar eğitime başlanırken 1925'te esas binaya dönüş yapıldı. 1945'te bir kez daha kapatılarak binada Beyoğlu Kız Lisesi faaliyet göstermeye başladı. 1953'te bina tekrar Alman Lisesi'ne tahsis edildi ve bu tarihten beri aynı binada faaliyetlerini sürdürmektedir. Okuldan mezun olan lise öğrencileri, tâbi tutulacakları Yüksek Olgunluk Sınavı'nı geçmeleri hâlinde Abitur diploması kazanmakta ve bu diploma sayesinde Almanya, Avusturya veya İsviçre'de üniversitede okumak için başvuru yapabilmektedir. Özel Alman Lisesi, İstanbul Lisesi ile birlikte Türkiye'de bu diplomayı veren iki okuldan biridir. 1867-1868 yıllarında, 1850'de kurulmuş olan ve İstanbul'da yer alan Alman topluluğa hizmet vermek üzere, 1863'ten sonra Alman Protestan topluluğuna ait Alman Protestan Cemaat Okulu () ile birlikte bir eğitim kurumu kurma girişimi olduysa da, iki tarafın uzlaşamaması üzerine bu girişim sonuçsuz kaldı. 1 Mayıs 1868'de Alman Mektebi İdare Cemiyeti tarafından, Eşitlik İlkesine Dayalı Alman ve İsviçre Yurttaş Okulu (Almanca: Paritaetische Deutsche und Schweizer Bürgerschule) adlı okul, şehirdeki Almanca konuşan topluluğa hizmet vermesi amacıyla Beyoğlu'ndaki Kumdibi Sokağı'nda kuruldu ve 11 Mayıs'ta öğrenime başladı. Kurulduğu dönem bünyesinde iki öğretmen ile 24 öğrenci barındırmakta ve dersler, kirayla tutulan mekânlarda gerçekleştirilmekteydi. Okulun ayrıca ticaret eğitimi veren ticaret bölümü (Almanca: Bürgerschule) de bulunmaktaydı. Mezhepten bağımsız bir eğitim sistemini ve eşitlik ilkesini benimseyen okulun ilk müdürü ise öğretmen Adolf Engelkind idi. Sonrasında İsviçreliler de okul topluluğuna katılırken; 1871 yılında, Beyoğlu'ndaki Galata Kulesi yakınlarında, okulun mülkiyetinde olacak bir bina yaptırıldı. 28 Ağustos 1872'de bu binaya geçiş yapılırken, 1 Aralık 1872'de Protestanların da bu okula katılmasıyla Alman Protestan Cemaat Okulu kapatıldı. 31 Mayıs 1882'de, aynı binada bir çocuk yuvası (Almanca: Kindergarten) da faaliyet göstermeye başladı. 10 Temmuz 1894'te gerçekleşen depremde binanın ağır hasar alması sebebiyle okul için yeni arazi arayışına girişildi. En başta yalnızca Almanca bilenlerin katılı
mına açıkken, 1879'da okul müdürlüğüne gelen Bericht von Felix Theodor Mühlmann'ın hazırlık kursları açmasıyla Almanca bilmeyen öğrenciler de okula kayıt olmaya başladı. Günümüzde halen kullanılmakta olan lise binasının birinci kısmının inşası, yüksek mimar Kapp von Gültstein ve Osmanlı Bankası Müdürü Wülfing'in maddî ve manevî yardımları ile Haziran 1896'da başladı ve binanın tamamlanmasının ardından, 14 Eylül 1897'de, 15 sınıf ve bir konferans salonunun yer aldığı bu binaya geçiş yapıldı. Okul, ruhsatnamesini ise 9 Ocak 1897'de almıştı. 1898'de şehre gelen Alman İmparatoru II. Wilhelm okulu ziyaret ederken, Almanya'daki liselere verilen diplomayı verme hakkını bu okula da tanıdı ve böylece okul, Almanya dışında bu diplomayı veren ilk eğitim kurumu oldu. Okulun ilk dönemlerinde Alman öğrenciler yoğunlukta iken, 1899'da Türk öğrenci sayısı toplam öğrencilerin %30'una, 1914'te ise %63,5'ine tekabül edecek şekilde artış gösterecekti. 1903'te okul binasının ikinci kısmı beş katlı olarak inşa edildi. 1911'de okulun programı genişletilerek Osmanlı idadileri ile eşdeğer seviyede kabul edildi ve 27 Aralık 1911'de aldığı yeni ruhsatname ile son sınıf sınavı yaparak diploma verme hakkı kazandı. 1893-1903 yıllarında 600 olan öğrenci sayısı, 1916 itibarıyla 1.000'e ulaştı. 1918'de, I. Dünya Savaşı'nın sona ermesinin ardından kapandı ve okul binası, İstanbul'un İşgali'ne dahil olan Fransız askerler tarafından kışla olarak kullanılmaya başlandı. Bu süreçte okula ait envanterler de yok edilmişti. Cumhuriyetin ilanından sonra işgal kuvvetlerinin çekilmesiyle birlikte, Kasım 1924'te tekrar açılan Alman Lisesi, Polonya Sokağı'nda (bugünkü Nuruziya Sokağı) kiralık bir binada yeniden eğitime başladı. Yeni binada çocuk yuvası da açılmış, ancak 30 Kasım 1924'te kapatılmıştı. 1 Ocak 1925'te çocuk yuvası, yalnızca Almanlara hizmet vermek üzere bir kez daha hizmete girdi. 1 Eylül 1925'te lisenin esas binası okula geri verildi. Temmuz 1953'te bina tekrar Alman Lisesi'ne iade edilirken, 1 Ekim günü bu binada ders başı yapıldı. 1959'da yapılan bir dizi yenilemelerin yanı sıra spor salonu ve müzik odası inşa edildi. 1974'te, yalnızca kız öğrencilerin kullanımı için bir spor salonu kurulurken, ertesi yıl erkeklerin kullandığı salonda yenileme ve genişletme yapıldı. 1976'da, okulda eğitim gören ve mezun olan Türk öğrenciler için Yüksekokul Olgunluk Sınavı gerçekleştirmeye başladı. Bu sınavı geçen öğrenciler, Abitur diplomasına sahip olmakta ve bu sayede Almanca konuşan ülkelerdeki yüksekokullara başvurmak için geçerli bir lise mezuniyet belgesine sahip olmaktaydı. 1979'da, okulun folklor grupları ilk kez Almanya'ya bir gezi düzenlerken, ertesi yıl Türk öğrencilerden oluşan bir grubun ilk Almanya seyahati gerçekleştirildi. 1985-86 eğitim-öğretim sezonuyla birlikte her iki ülke arasında öğrenci değişimine başlandı. 1989-90 sezonunda öğrenciler için bir bilgisayar laboratuvarı oluşturuldu. 2015'te, değişen okul yönetimi tarafından Özel Alman Lisesi adına yapılan şikayet neticesinde, okulun daha önce görev yapan yönetim kurulunun bazı mensupları ile eski çalışanlarından oluşan 20 kişi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2013 yılına yönelik "zimmet, görevi kötüye kullanma ve dolandırıcılık" suçlamalarıyla başlatılan soruşturma sonrasında bir dava açıldı. İddialar, adı geçen yönetim kurulu üyelerinin okulla ilişiğinin sonlanması ve yeni bir yönetim kurulu oluşturulması sonrasında gün yüzüne çıkmıştı. Federal Dışişleri Ofisinin açıklamasına göre €1.922.047 ile ₺2.155.246, adı suçlamalara karışan kişilerin zimmetine geçirilmişti. Okul, hem Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığına hem de Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığına bağlı olarak faaliyetlerini yürütür. İstanbul Özel Alman Lisesi İdare Derneğinin yönetim kurulu tarafından yönetilir ve okul müdürü de bu yönetim kuruluna bağlı olarak faaliyet gösterir. Öğrenciler, 1 yıllık hazırlığın adından toplam 5 yıllık lise eğitimi alır. Almanca, İngilizce ve Türkçe eğitim verilirken, seçmeli olarak Fransızca eğitimi de verilmektedir. Liseden mezun olan herkes, lise diplomasının yanı sıra Deutsches Sprachdiplom belgesinin de sahibi olur. Mezun olan öğrenciler ayrıca, Yüksekokul Olgunluk Sınavı'nı geçmeleri koşuluyla Abitur diplomasını de elde edebilmektedir ve Özel Alman Lisesi, İstanbul Lisesi ile birlikte Türkiye'de bu diplomayı veren iki okuldan biri konumundadır. Abitur sınavını başarıyla tamamlamış en az bir öğrenci, Almanya'da eğitim için Alman Akademik Değişim Servisi tarafından verilen bursu almaya hak kazanır. Ayrıca yönetim kurulu 2001 yılından beri, Abitur'u başarıyla tamamlamış bir öğrenciye burs vermektedir. 2016-17 sezonu itibarıyla okulda 640 öğrenci, 51'i Alman 36'sı Türk olmak üzere 87 öğretmen bulunmaktadır. Okul bünyesinde, kitapların yanı sıra sözlük, dergi, atlas, sesli kitap, DVD, çizgi roman, grafik roman gibi çeşitli materyallerin yer aldığı bir kütüphane bulunur. İkişer fizik, kimya ve biyoloji laboratuvarlarının yanı sıra bilgisayar laboratuvarları vardır. İki müzik salonu, bir resim atölyesi, çeşitli kültürel ve sportif etkinliğin yapılabildiği kapalı bir spor salonu, açık hava spor alanları ile sosyal, kültürel faaliyetler için bir konferans salonu da okul bünyesinde yer alır. İlk okul yıllığı 1961'de çıkarıldı. 1978-1981 yılları arasında Zeit der Tanztee etkinliği düzenlendi. 1985-86 eğitim-öğretim sezonunda tiyatro topluluğu kuruldu. 1981'de Sosis Günü, 1982'de ise Okul Şenliği düzenlenmeye başlandı. 1983'te, her yıl Belgrad Ormanı'nda düzenlenen Atatürk Koşusu'nun ilki gerçekleştirildi. Okul öğrencileri, her yıl düzenlenen Liselerarası Müzik Yarışması'na katılmaktadır. 2006'daki yarışmada En İyi Orkestra ve En İyi Sahne Performansı kategorilerinde ikincilik, 2012'de En İyi Orkestra kategorisinde birincilik ve grup dalında Basın Özel Ödülü, 2017'de ise En İyi Kız Solist kategorisinde ikincilik ödülü okulun öğrencileri tarafından kazanıldı. Model United Nations Club'ın düzenlediği Model Birleşmiş Milletler konferansı ile beraber Üsküdar Amerikan Lisesi tarafından düzenlenen Turkish International Model United Nations konferansına, Bilkent Üniversitesi Hazırlık Okulu tarafından düzenlenen MUNESCO ve Avrupa'daki MUNESCO konferanslarına katılır. 2017-18 eğitim-öğretim sezonu itibarıyla okulda faaliyet gösteren eğitsel kulüpler şu şekildedir: Okulun mezunları tarafından kurulan İstanbul Alman Liseliler Derneği (Almanca: Verein der Ehemaligen Schüler der Deutschen Schule Istanbul), 1976 yılından beri faaliyet göstermektedir. Dernek her yıl Sosis Günü etkinliğinin yanı sıra, Yeni Yıl Yemeği ve Back to School etkinliklerini düzenlemektedir. 1996'da, lise mezunları tarafından Alman Liseliler Kültür ve Eğitim Vakfı (kısaca ALKEV) adlı vakıf kuruldu. Bu vakıf 2000'de Büyükçekmece'de, anaokulundan başlayarak ortaokula kadar, 2013'te yapılan değişiklikle birlikte ise liseye kadar eğitim veren ALKEV Özel Okulları'nı kurdu. Okulda görev yapan kayda değer eğitimciler şu şekildedir: Lisede öğrenim gören veya liseden mezun olan kayda dağer kişiler şu şekildedir (parantez içindeki sayılar mezuniyet yılını gösterir): Kardiçalı Han Kardiçalı Han (tam ismi Büyük Kardiçalı Han) İzmir'in (özellikle tütün ticaretinde isim yapmış) tanınmış ailelerinden Kardiçalı ailesi (Kardiça, Batı Tesalya'da bir kenttir) tarafından 1923'de inşa edilmiş ve Türkiye'de betonarme mimarinin ilk örneklerinden biri olan (İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü binasından sonra ikinci) ticari amaçlı bir yapıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında, neoklasik bir yaklaşım içinde gelişen ve Osmanlı dini yapılarının dekoratif mimari unsurları kullanılarak oluşturulmaya çalışılan [Ulusal Mimarlık Akımı] nın ürünlerindendir. Konak'ta Cumhuriyet Bulvarı ile Mimar Kemalettin Sokağı'nın kesiştiği köşededir. Kardiçalı Han'ın pencereleri her katta farklılık gösterir. 1952'de aile reisi İbrahim Kardiçalı'nın 78 yaşında vefat etmesi ve varislerinin kimi dükkânları kiracılara satması nedeniyle mülkiyet paylarının dağılması (bugün 20 hissedar) zamanla bakım ve onarımını aksatmış, yapının sahipsiz kalmasına sebep olmuştur. Özellikle birahanelerle dolan zemin katta su baskınlarının yarattığı tahribat ve ayrıca tabelaların yarattığı görüntü kirliliği 2003'de yapılan bir düzenleme ve yenileme çalışmasıyla bir ölçüde giderilmiştir. dönemin han yöneticisi ve mülk sahiplerinden Abdurrahman Malhut'un girişmiş olduğu bu yenileme çabaları sonuç vermiş ve eskiden tekstil atölyeleri ile dolu olan han yakın zamanda adeta sanat merkezi durumuna dönüşmüştür. Halen, yapının bir kısmında dokusuna uygun K2 Sanat Merkezi hizmet vermektedir. Katedral Katedral, bir piskoposluğun merkezi olan, başka bir deyişle kilise hiyerarşisi içinde idari bir organ olan, piskoposun devamlı olarak bulunduğu mekândır. Bu mekân, içinde yer alan kiliseyi de içerir. Katolikler ve Anglikanlar açısından geçerli bir terimdir. Dünya'nın en büyük katedralleri; 1. Sevilla katedrali -Sevilla 2. Köln Katedrali -Köln 3. Duomo di Milano Katedrali -Milano 4. San Personid Katedrali -Bologna (yapımı: 1300 başları-1390) Bazilika Çeşitli dönem yapılarında karşılaşılan bir plan tipi. Hristiyanlık öncesi yapılarda dini niteliği olmayan bir toplanma yeri özelliği gösterirken Erken Hristiyan ve Ortaçağ mimarilerinde, yan geçitleri bulunan (yan nef), galerili veya galerisiz kilise anlamında kullanılmıştır. Bazilikal planda ölçü birimi genellikle transept karesidir. Pek çok roman kilisesi bu ilke üzerine kurulmuştur. Transept karesinin ölçülerine -bazen küçük sapmalarla- koronun, transept kollarının, naos (orta nefin), kemer gözlerinin ölçülerinde rastlanır. Bazilikal plan tipi Gotik Sanat döneminde doruk noktasına ulaşmıştır. Kubbeli bazilika naosun (ana nef) üzeri kubbe ile örtülü bazilika. İstanbul'da bulunan, Justinianus devri yapıtı Hagia Eirene (Aya İrini) kilisesi bir kubbeli bazilikadır. Bazilika Tipleri: Çobanbey Çobanbey, Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu Osman Bey'in oğludur. Türbesi Bursa'dadır. Türbesinin bulunduğu y
er semte adını vermiştir. Türbenin yanında eski bir camiden kalma kalıntılar ve küçük bir de mezarlık vardır. Umurbey Mahallesinde yer almaktadır. Türbenin karşısında eski bir fabrikanın bahçesinde Çobanbey adına yapılan bir medresenin kalıntıları bulunmuştur fakat şu an kazı alanı olarak beklemektedir. Lars Ulrich Lars Ulrich (d. 26 Aralık 1963). Metallica'nın James Hetfield'la birlikte kurucusu ve bateristidir. Gentofte, Danimarka doğumludur. Orta halli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Küçük yaşlarında tenis oynamaya başlamıştır. 1980 yılında, Lars 16 yaşında iken,tenis kariyerini ilerletmesi için Los Angeles, ABD'ye taşınmışlardır. Fakat Los Angeles'a ilk adım attığı günden itibaren Lars,müziğin kaderi olduğunu anlamış, ve Tenis oynamaktansa bateriye olan ilgisini keşfedip müziğe yoğunlaşmaya başlamıştır. Los Angeles gazetesi "The Recycler" 'a ilan vererek James Hetfield'la tanışmıştır ve Metallica'yı kurmuşlardır. Lars, 26 Aralık 1963'te ünlü tenis oyuncusu Torben Ulrich'in oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Ünlü saksofonist Dexter Gordon aynı zamanda Lars'ın vaftiz babasıdır. 1973 Şubatında Torben, tenis turnuvalarının da gerçekleştiği Kopenhag stadyumunda gerçekleşecek olan efsane Hard Rock grubu Deep Purple'ın konserine 5 arkadaşı için 5 bilet almıştı. Arkadaşlarından birinin konsere gelemeyeceği kesinleştiğinde, bilet 9 yaşındaki Lars'a geçmişti. Genç Ulrich, konserden olağanüstü biçimde etkilenmiş ve ertesi gün grubun Fireball albümünü satın almıştır. Grup ve albüm Lars'ı hard rock ve daha sonrasında da heavy metal dünyasının içine sürükleyen etkenlerden başlıcaları olmuşlardır. Müziğe olan ilgisinin sonucu olarak, 12 yaşındayken babaannesi tarafından kendisine Ludwig marka ilk bateri seti verilmiştir. 1980 yılında aile Amerika Birleşik Devletleri'ne taşınmıştır. 1981 yılında Lars,İngiliz heavy metal grubu Diamond Head'i keşfetti. Grubun ilk albümü olan 1980 tarihli Lightning to the Nations albümünü satın aldıktan sonra grubun müziksel stilinden etkilenmeye başladı. Grubun Woolwich sahnesindeki gösterisini izlemek için San Francisco'dan Londra'ya seyahat etti. Fakat Lars bu seyahati tam anlamıyla planlamamıştı.Bu yüzden konser sona erdiğinde gidecek hiçbir yeri yoktu. Bunun üzerine grubun kulisine girip grupla tanışmayı başararak konserlerine gelmek için çektiği güçlükleri anlattı. Grup Lars'a ısınmıştı. Bu yüzden gitarist Brian Tatler, kendisiyle Birmingham'da kalmasına izin verdi. Ulrich bundan sonraki üç haftayı grupla turlayarak geçirdi. Ulrich grubun hala fanıdır ve grubun The Best of Diamond Head albümünü mikslemiştir. Amerika'ya dönüşünün ardından,Ulrich kendisiyle bir grup kurmak isteyen müzisyenler bulmak için yerel bir gazete olan The Recycler'a bir ilan verdi. James Hetfield ilana cevap verdi ve Metallica kuruldu. Downey, Kaliforniya'da James Hetfield ile tanıştığı yıl olan 1981'de thrash metal grubu Metallica'yı kurdu. Lars, grubun ismini hazırlayacağı fanzin için isim arayan arkadaşı Ron Quintana'dan almıştır. Metal Mania ve Metallica seçenekleri arasında kalan Quintana'yı fanzinin ismini Metal Mania yapmaya ikna eden Ulrich,Metallica ismini kendisi kullanmıştır. Ulrich hızlı ve sert thrash ritimlerinde bir öncü olması ile ünlenmiştir. Bunun en belirgin örnekleri Kill'em All albümünden "Metal Militia", Ride the Lightning albümünden "Fight Fire With Fire",Master of Puppets albümünden "Battery" ve "Damage Inc.", ve ...And Justice for All albümünden "One" isimli şarkılarda duyulabilir. Bateri teknikleri ile olduğu kadar grubunun popüleritesi ile de en ilham verici bateristlerden biri olmuştur. En bilindik teknikleri arasında "One" şarkısında kullandığı double bass tekniği ve "Enter Sandman" şarkısının başında sergilediği akıllıca tom kombinasyonları gösterilebilir. "Metallica" albümünden sonra Lars, tekniğini daha odaklı kesin hale getirmek adına 9 parçalı bateri setini 7 parçaya çekmiştir. Ulrich'in sesi birkaç Metallica parçasında duyulabilir. Bunların arasında "Hero of the Day", "Battery", "The Memory Remains", "Enter Sandman", "Unforgiven II", "Frantic" ve "Purify" bulunur. Ulrich'in sesi aynı zamanda "Leper Messiah" şarkısının başında ve "St.Anger" şarkısının video klibinde de duyulabilir. Klibin başında Ulrich, Danca 4'e kadar saymaktadır. Ulrich, 2009 yapımı Hollywood filmi Get Him to the Greek'te Jackie Q karakterinin partneri olarak rol almakla beraber, 28 Mayıs 2012'de vizyona giren Hemingway&Gellhorn filminde de rol almıştır. 2012 yılında, Ulrich "Mission To Lars" belgeselinin odağı olmuştur. Kate ve Will Spicer imzalı belgesel, Frajil X sendromu hastası olan ve Devon, İngiltere'de bir bakım merkezinde kalan kardeşleri Tom ile, Metallica'nın 2009 yılında Kaliforniya'da verdiği konserlerden birinde Lars ile tanışma çabalarını belgelemektedir. Ulrich aynı zamanda "That Metal Show" adlı televizyon programının seçtiği en iyi 5 metal bateristi sıralamasında 5. sırada yer almıştır. 2000 yılının Nisan ayında Ulrich,müzik dosyalarını ücretsiz yaymak ve indirmek amaçlı internet sitesi Napster'a telif hakları ve izinsiz kullanım suçlarını öne sürerek dava açmıştır. Temmuz ayında da Senato Adalet Komitesi'ne Metallica'nın bütün şarkıları ile beraber henüz yayınlanmamış olan "I Dissapear" isimli şarkının da bulunduğu bir listenin Napster üzerinden illegal yollarla ücretsiz olarak indirildiği ile ilgili ifade vermiştir. Dava mahkeme dışına sevkedilmiş ve bunun üzerine 300.000'i aşkın Napster kullanıcısı servisten men edilmiştir. Bu olaydan sonra Lars, LAUNCHcast'e verdiği röportajda bu olay hakkında bir takım pişmanlıklar duyduğunu şöyle dile getirmiştir; "" Keşke biraz daha... bilirsiniz. Kendimi bu olaylar yüzünden pusuya düşmüş gibi hissettim. Çünkü bu işe giriştiğimizde nasıl bir şeyin içinde olduğumuzun farkında değildik. Son aylarda ülkede fenomen haline gelen ve köklenmeye başlayan şey hakkında pek fazla bilgim yoktu. Biz sadece Metallica ile ilgili her şeyi kontrol etme çabası içine saplanmıştık. Böylece savunmasız yakalandık ve daha önce kör şekilde üzerinden atladığımız şeylerden birine biraz daha sert bir biçimde tosladık. Fakat ben yine de atlayabildiğimiz için gururluyum. Ben birçok defa çarptım. Ve bu gerçekten zordu... "" Ulrich'in stili kariyeri boyunca değişikliklere uğramıştır. 1980'li yıllar boyunca sert,hızlı ve karmaşık ritimleriyle tanınmıştır. Heavy Metal bateristleri arasında popüler hale gelmiş olan double bass tekniğini sıklıkla kullanmıştır. Temiz ve hızlı double bass partisyonları ve sert davul alanları pek çok Metallica şarkısında hissedilebilir. James Hetfield'ın ritim gitarıyla uyumlu partisyonlar yazmaktadır. 1990-2000 yılları arasında Metallica'nın müzikal stili değiştikçe Lars'ın stili de değişimlere uğramıştır. Bu değişim "Metallica" albümü ile başlayıp "St.Anger" ile sona ermiştir. Metallica'nın dokuzuncu stüdyo albümü olan "Death Magnetic" te 1980'li yıllarda kullandıği kompleks ve hızlı ritimlere geri dönmüştür. Aynı zamanda diğer heavy metal bateristleri Ian Paice ve Bill Ward'ı da stilini etkileyen isimler olarak belirtmiştir. Ulrich iki kere evlenmiştir.İlk evliliği tur esnasında tanıştıği bir kadın olan Debbie Jones ile 1988 yılında gerçekleşmiştir.Fakat 1990 yılında "The Black Album" kayıtları sırasında Ulrich'in yoğunluğu sebebiyle boşanmışlardır.İkinci evliliği ise 1997-2004 yılları arasında bir acil tıp doktoru olan Skylar Satenstein ile gerçekleşmiştir.Myles ve Layne adında iki çocukları olmuştur.Myles babasının izinden gidip bateriye ilgi duymaya başlamıştır.My Missing Half adlı grupta çalmaktadır. Ulrich 2004 yılının ortalarında Danimarkalı aktris Connie Nielsen ile çıkmaya başlamıştır.Çiftin,Lars'ın Skylar ile boşanmasından sonra San Francisco'da 21 Mayıs 2007'de Bryce isimli bir çocukları olmuştur.Nielsen'in aynı zamanda 1991 doğumlu Sebastian adında bir diğer oğlu daha vardır.Ulrich ve Nielsen 2012 yılında ayrılmışlardır.Lars şu anda manken Jessica Miller ile çıkmaktadır. Ulrich aynı zamanda önemli bir sanat koleksiyoncusudur.Babası Torben de aynı zamanda resim ve sanat tutkunudur.Ulrich sanat ve müzik çevresinde büyümüştür.Bunlar hayatının en önemli iki faktörü olmuştur.Metallica ile geçirdiği uzun tur dönemleri sırasında galeri ve müzeleri ziyaret eder.2002 yılında verdiği bir röportajda şunları söylemiştir: "Kendimi sanat dünyasında kaybedeceğimi ve müzik dünyasından uzaklaşabileceğimi düşündüm.Bu bana çok iyi bir saklanma alanı oldu.".2008 yılında Stereo Warning'e verdiği bir röportajda ise şunları söylemiştir: "Ben büyürken evin her tarafında sanat vardı.Bu benim için 20-25 yıldır büyük bir tutku.Gidip kendim olabileceğim bir alan.Bu Metallica'nın bir parçası olmamla ilgili değil.Sanat çemberi içinde olduğum gibi kabul ediliyorum.Sergi evleri,galeriler ve sanatçı buluşmalarına gitmeye bayılıyorum.Bu harika çünkü Metallica ile ilgili hiçbir bağı yok.Bu benim bağımsızlık bölgem." Ulrich ve Metallica Rock and Roll Hall of Fame 2009'a davet edildiklerinde Lars bu onuru yaşayan ilk Danimarkalı kişi olmuştu. Andre Ward ve Mikkel Kessler'in 21 Kasım 2009 tarihindeki Super Six Dünya Boks Şampiyonasındaki maçlarında Kessler'i desteklemek için tribünde bulunmuştur. Ulrich,Noel Gallagher ın yakın arkadaşı,ve eski grubu Oasis'in fanıdır.Ulrich,2008 yılında kokain'i bırakma sürecinde Gallagher'ın kendisine ilham kaynağı olduğunu söylemiştir.Ulrich aynı zamanda,herhangi bir tarihte Gallagher'ın şimdiki grubu olan Noel Gallagher's High Flying Birds grubunda davul çalma isteğini de dile getirmiştir. Ulrich Tama markasını tercih etmektedir.Ulrich,tamamen imzalı,komple bir davul seti ve Zildjian zilleri,Remo davul başlıkları gibi imzalı ve özel üretim bir finish sahibi olan pek az davulcudan birisidir.Tama aynı zamanda Ulrich için imzalı birçok seri üretmiştir.Zildjian zillerini ve Remo tom başlıklarını tercih eder.Sahneye her zaman bu ekipmanlarla çıkmaktadır.Sahnede bunların dışında ekipmanlarla göründüğü çok nadir olmuştur.Fakat stüdyoda aralarında Ludwig,Gretsch ve Sabian gibi markaların bulunduğu kombinasyonlar da kullan
ır.1994 yılında Easton Ahead'e geçmeden önce Calato Regal Tip marka bagetlerin antlaşmalı sanatçısı idi.Bu değişikliğin sebebini ise Ulrich,ağaç bagetler ile çalarken bagetlerin kırılması olarak belirtmiştir.Daha sonra,stüdyoda bir elinde ağaç,bir elinde ise Ahead bagetleri ile kayıt yapmaya başladı.Bunun sebebini ise,ağaç bagetlerin zillerden çıkardığı sesi sevmesi olarak açıklamıştır.Günümüzde de bu yöntemi kullanmaktadır.Bunun ardından,Tama Ulrich için iki farklı model ile "Lars Ulrich imzalı özel trampet serisi"ni üretmeye başlamıştır.Trampetlerin biri çelik kaplamalı,diğeri ise Tama'nın eskiden normal satış kataloğundaki en pahalı trampet olan Çan Kaplamalı Trampet'tir.Her iki trampet 14x6.5 ölçülüdür. Manyetik Turuncu Metallica Mercyful Fate Radyo istasyonu Radyo istasyonu, bir yayın organıdır. Geleneksel anlamda yayın havadan radyo dalgaları ile gerçekleştirilir. Günümüzde radyo istasyonları yayınlarını internet, kablo bağlantısı ve uydu gibi araçlarla da yapabilmektedirler. Klasik anlamda radyo dalgaları ile yayın yapan istasyonlar günümüzde AM (amplitude modulation-genlik modülasyonu) ve FM (frequency modulation-frekans modülasyonu) olmak üzere 2 değişik yayın tekniği kullanırlar. Ancak, son yıllarda internet kullanımın hızla yayılmasıyla beraber, internet üzerinden yayın yapan radyolar da radyo dünyasına katılmıştır. Bumin Kağan Bumin Kağan (Eski Türkçe: , Bumïn Kagan) veya İllig Kağan (伊利可汗, Pinyin: yīlì kěhàn, Wade-Giles: i-li k'o-han), Türk adıyla kurulmuş ilk devlet olan ilk Göktürk Kağanlığının kurucusudur (552) Bumin, Cücenlerin (Juan Juan) egemenliği altında, kimi araştırmacılara göre federatif bir surette yaşayan Türk grubun reisiydi. Bilahare Tumen ("土門" / "土门", "onbin başı") unvanı verilmiştir. Çin'de 534 yılında hüküm sürmeye başlayan Batı Vey (Tabgaç) devleti nin sınırlarını istila edip yağmalamış ve henüz Çin'le hiç temas olmadığı 542 yılında Sarı Irmak yakınlarında görünmüştür. 545 yılında Batı Vey başbakanı Yü-wen T'ai'nin ticarî ilişkiler başlatmak için Chiu-ch'üanlı bir Soğd olan An No-P'an-t'o (An Nuopanto, Nanai-Banda, aslen Buharalı)'yu elçi olarak göndermesiyle Batı Vey ile ilk temas kurulmuş oldu. Ertesi yıl Bumin Batı Vey'e elçi gönderip haraç olarak eşyalar verdi. 546 yılında Cücenlere karşı çıkmış olan Tielelerin (ya da Töleslerin) ayaklanmasını bastırdı ve onları itaat altına aldı. Cücen kağanının kızıyla evlenme talebinde bulundu. Ancak,Çin kronik kitaplarına göre Cücen kağanı A-na-kuei (Anahuan), Bumin'e elçi göndererek "Senin gibi demirci bir kölem benim kızımı hangi cesaret ve cür'etle nasıl isteyebilir?" sözünü iletti. Böylece bu isteği kabaca reddedildi. Bumin öfkelenip elçisini öldürdü.Tarihsel Çin kaynaklarından aktarılan bu ifade üzerine Göktürkler'in Cücenlerin egemenliği altında çalışan "demirci köleler" (, Pinyin: duànnú, Wade-Giles: tuan-nu) olarak aktarılmaktadır. Kimi araştırmacılar bunun Cücen'in kölelik sistemiyle ilişkilendirmiştir. Kimi araştırmacılar bunun Cücen toplumuna has 'vassallık' sistemi olabileceğini iddia etmiştir. Denis Sinor'a göre, A-na-kuei'nin bu kibirli ifadesi Türklerin demircilik sanatlarında uzmanlaşmış olduğunu göstermek için yeterli kanıttır. Bumin bu olay üzerine Cücenlerle tüm irtibatını derhal kesti. Bazı kaynaklarda Bumin'in Cücen hükümdarının kızını böyle bir cevap alacağını bildiği için bilerek istediği ve bunu savaş nedeni sayacağı iddia edilmektedir. Ayrıca henüz erken olduğunu düşünerek vassalmış gibi görünmek için demirden boyunduruğu Cücen hükümdarına göndermiş olduğu söylenmektedir. Haziran 551'de Prenses Chang'le ile evlenmek suretiyle Batı Vey hanedanı ile akrabalık kurdu. Ocak 552'de Huai-huang ("Altı Kasaba"nın biri, bugünkü Ho-pei eyaleti chang-pei ili)'ın kuzeyinde Cücenlere ağır ve ani bir darbe vurarak bu devleti ortadan kaldırdı. Cücen Kağanı A-na-kuei intihar etti. Böylece Bumin, uzun süre bağlı kaldıkları bu federasyonu çökertti ve Ötüken merkezli Göktürk Kağanlığı'nı kurdu. Bumin bu büyük başarıları üzerine üzerine "İllig Kağan" unvanı aldı. Devletinin batı kanadının yönetimini ve genişletilmesi işini küçük kardeşi İstemi Yabgu'ya verdi. İstemi göreceli olarak Bumin'in egemenliğine tabi idi. Bağımsız devleti kurduğu yıl (552) ya da 553'de öldüğü düşünülmektedir. Yerine oğlu İssik Kağan (Keluo / K'o-lo) geçti. Ertesi yıl İssik Kağan hayatını kaybedince yerine Mukan Kağan geçmiştir. Moğolistan'da Orhun nehri yakınlarında bulunan Kül Tigin Yazıtlarının doğu yüzünde;" "Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insan oğlu kılınmış. İnsan oğlunun üzerine ecdadım Bumin Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini töresini tutuvermiş, düzenleyi vermiş. Dört taraf hep düşman imiş. Ordu salarak dört taraftaki milleti hep almış, hep tâbi kılmış. Başlıya baş eğdirmiş, dizliye diz çöktürmüş. Doğuda Kadırkan ormanına kadar, batıda Demir Kapı'ya kadar kondurmuş. İkisi arasında pek teşkilâtsız Göktürk öylece oturuyormuş."" şeklinde Bumin Kağan'dan bahsedilmektedir. Salvatore Adamo Salvatore Adamo (1 Kasım, 1943; Comiso, Ragusa), İtalyan-Belçikalı şarkıcı. Fransızca şarkılarıyla Avrupa'nın ticari anlamda en başarılı şarkıcılarından biri olmuş, albümlerinin satışı dünya çapında 100 milyonu aşmıştır. Şu anda Belçika'da yaşamaktadır. Türkiye'de de bir dönem popüler olmuş sanatçının birçok parçası Türkçeye de uyarlanmıştır. 1960'ların başında Türkiye'de Fecri Ebcioğlu ve Sezen Cumhur Önal birlikte yabancı şarkılara Türkçe söz yazma modasını başlattılar, böylece 10 yıl kadar sürecek olan aranjman müzik akımının öncüleri oldular. Türkçeye uyarlanan bu şarkıların özgün yorumcu ve bestecileri de zaman zaman konserler vermek ve plak doldurmak için Türkiye'ye geldiler, hatta kendi şarkılarını yukarıda adı geçen söz yazarlarının yazdıkları sözlerle Türkçe seslendirdiler. Hattâ bu yabancı şarkıcılar söz yazarları tarafından paylaşılmıştı. Sezen Cumhur Önal Patricia Carli, Peppino Di Capri ve Sacha Distel'in şarkılarını; Fecri Ebcioğlu ise Juanito, Marc Aryan ve Adamo'nun şarkılarını Türkçeleştiriyor ve onlara plak doldurtuyordu. Adamo'nun, Fecri Ebcioğlu'nun yazdığı Türkçe sözlerle plak yaptığı kendi şarkıları şunlardır: Bu arada 1965 yılında Ajda Pekkan, Adamo'nun Tombe La Neige'ini yine Fecri Ebcioğlu'nun yazdığı sözlerle plak yaptı. O zamanın modasına uyarak şarkı'yı tıpkı Adamo gibi aksanlı bir Türkçeyle okumuş ve bu şekliyle de çok büyük ilgi görmüştü. Adamonun şarkılarının Türkçe aranjmanlarını yapan diğer Türk şarkıcılar şunlardır Kumçelteği, Çorum Kumçelteği; Çorum ilinin Merkez ilçesine bağlı, 2007 verilerine göre 273 nüfuslu bir köy. Kızılırmak havzasında bulunan köy, İskilip-Çorum karayolu üzerinde ve Kızılırmak'ın güney kıyısındadır. Çeltek isminin TDK sözlüğüne göre kelime manası halk ağzında; "çoban yamağı, yardımcı, uşak"'dır. Köyün kurulduğu yerin kumlu bir alanda olması, adını da buradan almasına vesile olmuştur. Çorum'a 47 km., İskilip'e ise 30 km. mesafededir . Köy, 40° 35' kuzey enlemi ve 34° 30' doğu boylamının kesiştiği yerdedir. Denizden yüksekliği 501 metredir. Kumçelteği; kuzeyde Kızılırmak sınır olmak üzere Karlık ve Edip Bey Çiftliği, doğuda Tozluburun ve Eskiören, güneyde İğdeli ve Kırkköy, batıda ise Çukurköy ve Eskiçeltek köyleri ile çevrilidir. Köyün ilk yerleşimcilerinin Hititler olduğu sanılmaktadır. Köy Hattuşa ile İskila arasındadır. Hattuşa'ya at sırtında 2 saatlik mesafede ve Kızılırmak üzerinden İskila'ya geçiş noktasında olması bölgenin önemini artırmaktadır. Bugünkü köyü güneyden çevreleyen tepelerde hala çanak-çömlek kırıkları ile bol miktarda kül kalıntıları mevcuttur. Bunlardan Şarlak tepesi, höyük yığma bir tepedir. Tepenin altında eski çağlara ait mezarlık olduğu sanılmaktadır. Tepenin eteğinden çıkan sudan zaman zaman insan iskelet parçaları çıkmaktadır. Çorum Müzesi'nin köyün 10 km. batısında Resuloğlu'nda 2006 yılında yaptığı kazılarda, 4000 yıllık Hitit mezar alanları bulunmuştur. Hititliler ölülerini topraktan yapılma küplere koyarak defnediyorlardı. Su ihtiyacını karşılamak için döşenen ve günümüzde de faaliyette olan oluklu tuğlalardan yapılmış su yolları adı geçen yığma tepenin eteklerinde hala mevcuttur. Bölge, 1074 'de Danişment Gazi tarafından fethedilmiş ve Türk hakimiyetine girmiştir. Uzun süre konar-göçer Türk aşiretlerine ev sahipliği yapan bölgeye kökten yerleşim 1800'lü yılların ortalarında başlamıştır.1854 yılında Osmanlı kayıtlarında köy 7 hane olarak geçmektedir . Başbakanlık arşivlerinde Osmanlı İmparatorluğu halkları üzerine yaptığı çalışmayla ünlü olan Cevdet Türkay; "Ekrad-ı Çorum: Çorum, Kengıri Sancakları, Karaman Eyaleti. Türkman Taifesinden" olarak tanımlamaktadır. Osmanlı İmparatorluğunda "Ekrad" kelimesi etnik bir grubu tarif etmek için değil, konar-göçer olduklarını ifade etmek için kullanılmaktaydı. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, Ekrad-ı Çorum ya da Badıllı Kürdü gibi isimlerle anılan Çorum ve İskilip çevresindeki bazı köylerin menşeileri Beğdilli Türkmenlerine dayanmaktadır. Prof.Dr.Faruk Sümer'in Oğuzlar isimli eserinde yazdığına göre; "Beğdililer”in bir kısmı yazın Sivas’a doğru, kışın ise Halep civarlarına yerleşerek hayatlarını devam ettirmişlerdir.". Prof.Dr.Faruk Sümer adı geçen eserinin 205 nci sayfasında "Beğdili boyu “Kayı, Yazır, Avşar ve Eymür” gibi “Oğuz yabguları” çıkaran boylar arasında sayılır" demektedir. Beğdilli aşireti Oğuzların Boz Ok kolundandır. Köyün kurucusu Hasanoğullarından Umar Kağ namında bir şahıstır. Köyün 1800'lü yılların ortalarında kurulduğu mevcut en eski mezar taşlarından da anlaşılmaktadır. Devecilik yapan konar-göçer Türkler tarafından ilk önce Kızılırmak kenarına kurulmuştur. Sık sık su taşkınlarına maruz kaldığı için eski yerinden 500 metre güneye 1940'lı yıllarda taşınmıştır. Kuruluşundan sonra köye, 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi ve I. Dünya Savaşı sırasında, Tercan ve Akçaabat'tan gelip yerleşmiş muhacir aileler de bulunmaktadır. Köyde savaşlar sonucu ölen veya yaralananlar çıkmıştır. Osmanlı Devleti'nin son büyük savaşlarından biri olan Ça
nakkale Savaşları'nda bilinen hayatını kaybetmiş askerler vardır. Bunlar 1309 doğumlu Karamehmet oğlu İsmail ve 1301 doğumlu Mehmet oğlu Osman'dır. Her ikisi de Arıburnu Muhabereleri'nde yaşamlarını yitirmişlerdir. Nüfusunun büyük kısmı Ankara ve Çorum'da ikamet etmektedir. Köy, 2007 yılında su tutmaya başlanacak olan Obruk Barajı göl havzasında kalacağı için günümüzde terkedilmiş durumdadır . Köyün yeni yerleşim alanı olarak şu anki mevkisinden, 500 metre güneydeki tepe yamacı belirlenmiştir. Köyün bamyası ve deli acı diye adlandırılan biberi meşhurdur. Kızılırmak sayesinde manda yetiştiriciliği yapılan köyün kaymağı oldukça meşhurdur ve üretilen kaymaklar Çorum, Ankara gibi büyük şehirlere günlük olarak servis edilir. Köyde yapılan çeltik üretiminden dolayı pilav çeşitleri ön plana çıkmaktadır. Bezelyeli, kayısılı, iç fıstıklı ve ciğerli pilav çeşitleri yapılır. Ayrıca tüm İç Anadolu köylerinde olduğu gibi yarma, bulgur, düğür, erişte, yeşil mercimek, fasulye, turşu kışları; madımak, yağlıca, tekecen gibi doğada yetişen otlar ile her türlü sebze ise yaz mevsiminde mutfaklarda tüketilir. Özellikle kırlarda doğal olarak yetişen kapari gerek ticari olarak gerekse tüketim olarak köylünün ilgisinden uzaktır. Köyde yapılan yemek çeşitlerinden birkaçı ise; Hamur işlerinden kömbe diye adlandırılan kalın bir börek çeşidi yapılır. Ayrıca bazlama, fetir, bükme diye adlandırılan genelde yufka yapımı sırasında yapılan hemen tüketilmesi gereken ekmek çeşitleri de yapılmaktadır. Köyde uygulanan belli başlı örf ve adetler şunlardır: Oyunlar genelde düğünlerde veya uzun kış gecelerinde oynanır. Köyde kullanılan bazı kelimelerin yöresel şive ile söylenişi ve anlamları: Bölge karasal iklim kuşağında olmasına rağmen "mikro klima iklim" özellikleri gösterir. Kızılırmak sayesinde kışlar biraz daha yumuşak geçer. Yaz ayları tamamen "tropikal" bir iklimi andırır. Nem ve sıcaklık yüksektir. Tablodaki veriler Çorum'a ait verilerin tekrar düzenlenmesi ile elde edilmiştir. Çorum, Köye göre 300 metre daha yüksektedir. Sıcaklığın her yüz metrede 1 derece artacağı esas alınarak veriler uyarlanmıştır. Obruk Barajına su tutulması ile beraber bölgede havadaki nem oranı ve yağışlı gün sayısının artması olasıdır. Köy bitki örtüsü açısından fakir denecek konumdadır. Etraf sulak alan olduğu için bataklık bitkileri ağırlıktadır. Sazlıklar gerek evcil hayvanlar için gerekse yaban kuşları ve yaban hayatı için oldukça önemlidir. Kışın geceler özellikle turna ve ördek sesiyle dolar. Sibirya kazları, turnalar, yeşilbaş ördekler, karabataklar, balıkçınlar, üveyik, ibibik, sığırcık, serçe, kırlangıç, leylek, ve daha pek çok kuşun yaşam alanıdır. Son yıllarda avcılığın kontrollü yapılması sayesinde bölgede bol miktarda yaban domuzu popülasyonu görülmektedir. Kırlarda tilki, tavşan, keklik, bıldırcın popülasyonunda da artış gözlenmiştir. Kızılırmak ve üzerinde bulunan irili ufaklı birçok ada da bu yaban hayatı için sığınak konumundadır. Özellikle yaban domuzlarının yaşam alanlarını bu adacıklar oluşturmaktadır. Kızılırmak’ta boyları 3,5-4 metreyi bulan yayın balığı, turna balığı, aynalı sazan mevcuttur. Arazide bu güne kadar zehirli yılan vakasına rastlanıldığı görülmemektedir. Yine sazlık alanlarda su yılanları ve doğal olarak kurbağalar da oldukça fazladır. Köyde nüfus her geçen yıl azalmaktadır. Bunun başlıca sebebi tarımsal arazilerin yetersizliği ve tarımsal üretimin getirisinin düşmesidir. Köyde göçebe hayatın gereklerinden olan küçükbaş hayvan yetiştiriciliğinin yanı sıra dikkati çeken en önemli unsur develerdir. Halk develer sayesinde, 1500’lü yılların başında Amu Derya nehrinin yer değiştirerek Aral Gölü’ne akması sonucunda meydana gelen kuraklıktan ve Moğol baskılarından kaçıp Anadolu içlerine kadar gelebilmiştir. Yaşanan bu trajik olaydan sonra halkta kıtlık ve kuraklığa karşı aşırı bir korku bilinçaltına yerleşmiş ve en çok korku duyulan olay olmuştur. Köy halkı bölgeye yerleşimden önce göçebe hayatı yaşarken 1800’lü yılların ortalarında yerleşik hayata geçmiştir. Yerleşik hayata geçişle birlikte üretim biçimi ve çeşitliliklerinde farklılığa gidilmiştir. Türklerde görülen halı - kilim dokuma geleneğinin bu köy halkında 1900’lü yılların başına kadar devam ettiği eski dokuma çuvallardan ve kilimlerden anlaşılmaktadır. 1900’lü yılların başında yaşanan ağır savaş koşulları sonucunda köyde yetişkin erkek neredeyse kalmamıştır. Tarımda üretimin asli unsurları olan insan ve hayvan sayısı savaşlarla erimiş, uzun süre topraklardan yeterli verim işlenemediği için alınamamıştır. Osmanlı’dan günümüz Cumhuriyet dönemine kadar hayvansal ürünlerin üretimini yapan köylünün Cumhuriyetin ilk çeyreğinden itibaren tarımsal ürünlerin de üretim ve pazarlamasını gerçekleştirdiği görülmektedir. 1940’lı yıllara gelindiğinde köyde gerek hayvancılık gerekse tarımsal üretim ilkel şartlarda da olsa devam etmiştir. Üretilen buğday, at ve eşek sırtlarında şehirlere taşınarak gerek un yapımı için değirmenlere gerekse pazara sunulmaktadır. 1950’li yıllarda yeterli sermaye birikimi sağlayanların, İskilip ya da Çorum gibi büyük yerleşim yerlerinde yatırım yaptıkları ve hatta yerleştikleri görülmektedir. 1960’lı yıllarda büyük şehirlere ulaşım ve tarımda makinalaşma sayesinde refahın arttığı görülmektedir. Yine aynı yıllarda bölge halkının kurduğu çok ortaklı sulama şirketi Kızılırmak üzerine kurduğu bend sayesinde köy arazisini sulu tarıma açmıştır. Sulu tarımla beraber çeltik üretimine geçilmiş, alınan yüksek kalitedeki bol üretim ile köy halkı hızla zenginleşmeye başlamıştır. 1970-1980’li yıllar arasında köyülüye hazine arazilerinin kiralanması ve çeltik ekim alanları artmasıyla beraber refah düzeyi artmıştır.Tarımda makinalaşmada bu dönemde önemli artışlar olmuştur. Türkiye'deki kalkınmaya paralel olarak köyde de kalkınmada gelişmeler olmuştur. 1980-1990’lı yıllar arasında çeltik üretiminde gerek maliyetlerin yükselmesi gerekse ithalatın serbest bırakılması sonucunda köy halkı yeni arayışlara girmiştir. Bu dönemde katma değeri yüksek sanayi ürünlerinden şekerpancarı üretimine geçilmiştir. Aynı zamanda büyükbaş hayvancılık önem kazanmıştır. Gittikçe ağırlaşan ekonomik sıkıntılar köylüyü şehirde yaşamaya zorlamaya başlamıştır. 1990-2000’li yıllar köyün 30 km. doğusunda inşa edilen Obruk Barajı’nın köyü yerinden kaldıracağı gerçeği ile gelişim durmuştur. Bu dönemde köylü ya Ankara’ya ya da Çorum’a yerleşmiştir. Köy evleri 57. Hükümet döneminde DSİ tarafından istimlak edilmiştir. Buna karşılık köyden daha çukurda olan ve baraja daha yakın olan köy arazisi istimlak edilmemiştir. 2006 yılı sonunda faaliyete geçeceği açıklanan baraj henüz faaliyete geçememiştir. 2000’li yıllarda köy halkının eğitim ve kültür seviyesi köyden uzaklaşmaya paralel olarak artmıştır. Köyün başlıca gelir kaynağı hayvancılıkla birlikte pirinç (çeltik), şekerpancarı, arpa ve buğday tarımıdır. Hayvan yetiştiriciliği, bölgede bulunan taze ot ve yem bolluğu sonucu öteden beri yapılmaktadır. Et üretimine yöneliktir. Yetiştirilen hayvanlar bölgeye yakın olan entegre et tesislerine verilir. 1960’lı yıllara kadar küçükbaş hayvancılıkta da ileri olan köy, çeltik ekimi ile küçükbaş hayvancılığı terk etmiştir. Günümüzde tamamen büyükbaş hayvancılık yapılmaktadır. Arpa, buğday ve çeltik tarımı Çorum'da modern yöntemlerle yapılmaktadır. Çorum ve dolayısıyla Kumçelteği halen bölgenin en önemli makarnalık buğday ve çeltik üretim merkezidir. Aynı zamanda yıllık 878.843 ton üretimi ile buğday ambarı olarak da bilinen Çorum, Türkiye pirinç üretiminin %12,8'ini sağlamaktadır. Devletin kota uygulamasından önce yoğun bir şekilde ve modern usullerle şekerpancarı ziraatı yapılmakta iken, günümüzde ancak izin verilen alan ve miktar ölçüsünde üretim yapılmaktadır. Bölge özellikle kuş ve balık avcıları için oldukça önemli bir sulak alana sahiptir. Av sezonunun başlaması ile birlikte avcılar gruplar halinde İskilip, Çorum, Ankara ve İstanbul gibi büyükşehirlerden bölgeye gelirler. Bunun yanı sıra balık avcıları da yoğun olarak hafta sonları büyükşehirlerden gelir ve 2-3 günlük kamplar yaparak avlanırlar. Son yıllarda Kızılırmak üzerinde rafting yapanlara rastlanmaktadır. Raftingciler ilk başlarda yabancı kökenliyken günümüzde yerli rafting severler de bölgede görülmektedir. Genelde rafting alanı Taybı Ovası'ndan Çorum – İskilip karayolu köprüsüne kadar olan güzergahtır. Profesyonel raftingciler ise Kırıkkale’den Çorum - İskilip karayolu köprüsüne kadar olan güzergahı kullanırlar. Köy her iki güzergah için de mola yeri konumundadır. Otel yerine kullanılan köy odası vardır . Konaklama, yeme içme ücretsizdir. Köy yeni yerine kurulma çalışmaları hızla devam ettiğinden alt yapısıda yenilenmektedir. Köye ulaşım Çorum-İskilip devlet yolundan sağlanmaktadır. Ayrıca Uğurludağ karayolu da köy içerisinden geçmektedir. Kızılırmak üzerinde kurulu olan bend üzerindeki köprüden de ulaşım mevcuttur. Bu köprüden İskilip'e kestirmeden gitmek mümkün olduğu gibi İskilip-Çankırı devlet yolundan da Ankara'ya ulaşım 20 km. kısalmaktadır. Muammer Ketencoğlu Akordeon ustası Muammer Ketencoğlu Türkiye'de çağdaş sanatçılar arasında Rebetiko, Batı Anadolu Folklorü ve Balkan müziğinde en tanınmış isimdir. Ketencoğlu, geleneksel müzik alanında dünya ölçüsünde oluşturduğu kariyeri ile uluslararası düzeyde aranan bir sanatçı haline gelmiştir. 1964'te İzmir'in Tire ilçesinde doğdu. Öğrenim gördüğü körler okullarında iyi bir müzik eğitimi aldı. Akordeon, piyano ve bateri çaldı. İlk albümü "Sevdalı Kıyılar"ı 1993'te, Rebetiko müziği ile ilgili hazırladığı seçkileri de 1994 ve 1996 yıllarında yayınladı. Ermeni, Gürcü, Azeri ve Orta Asya geleneksel müziklerini içeren dört ayrı kasetten oluşan ve etnomüzikolog kimliğini ortaya koyan "Halklardan Ezgiler" dizisini 1995'te yayınladı. Köklerini Doğu Avrupa geleneksel müziğinden alıp Amerika'da gelişen Klezmer müziği ile ilgili seçkisi "Klezmer Müziğinin Öncüleri" ise 1995'te dinleyiciyle buluştu. 1996'dan başlayarak hem Rebetiko müziği çaldığı topluluğu "Kompania Ketencoğlu" ile h
em de "Bir Balkan Yolculuğu Topluluğu ile Türkiye'de ve yurt dışında pek çok etkinliğe katıldı. Mart 2003’te Kompania Ketencoğlu’na eklediği yeni repertuar ve müzisyenlerle Muammer Ketencoğlu ve Zeybek Topluluğu’nu kurdu. 2006 yılında Muammer Ketencoğlu ve Kadın Sesleri Topluluğu'nu kurdu. Batı Anadolu geleneğindeki zeybek havalarından oluşan albümü "Karanfilin Moruna"yı Nisan 2001'de, Bir Balkan Yolculuğu Topluluğuyla kaydettiği albümü "Ayde Mori"yi ise Eylül 2001'de dinleyiciyle buluşturdu.2006 Eylül ayında Balkan Yolculuğu adlı albümü yayınlandı. Bu albüm topluluğun trafik kazasında hayatını yitiren klarinetçi üyesi Aytunç Nevzat Matracı'ya ithaf edilmiştir. Çeşitli gazete ve dergilerde dünyanın her yanından geleneksel müzikle ilgili yazıları yayınlanan sanatçı 1995 Kasımından bu yana her hafta Açık Radyo 94.9'da "Tuna'nın Beri Yanı" adlı programı hazırlayıp sunmaktadır. [[Kategori:1964 doğumlular]] [[Kategori:Türk akordeoncular]] [[Kategori:Yaşayan insanlar]] [[Kategori:Bilgi kutusu bulunmayan sayfalar]] TCG Muavenet (F-250) TCG Muavenet (F-250), ABD Deniz Kuvvetleri'nden Türk Deniz Kuvvetleri'ne devredilen Tepe sınıfı fırkateyn. Aslında Knox sınıfı devriye fırkateyni idi. Yasemin Yasemin, zeytingiller (Oleaceae) familyasının "Jasminum" cinsinden 300 kadar tropik ve astropik çalımsı bitki türünün ortak adı. Hoş kokulu çiçekler açan bu çok yıllık bitkiler Kuzey Amerika dışındaki bütün kıtalarda yabani olarak yetişir. Yasemin türlerinin çoğu tırmanıcı yapıdadır. Genellikle iki ya da daha çok sayıda yaprakçıktan oluşan bileşik yaprakları vardır. Ama bazı türlerinde basit yapraklarda rastlanır. Beyaz, sarı ender olarak da pembe renkli borumsu çiçekler açar. Meyveleri etli iki loplu ve siyahtır. En çok yetiştirilen yasemin türlerinden biri adi yasemindir ("Jasminum officinale"). Anayurdu İran olan ve Akdeniz kıyılarındaki ülkelerde sıkça rastlanan bu bitki parlak yaprakları ve hoş kokulu beyaz çiçekleriyle park ve bahçeleri süsler. Yasemin çiçeklerinden parfüm sanayisinde kullanılan değerli bir uçucu bir yağ çıkartılır. Arap yasemini denen ("Jasminum sambac") bitkisinin kokulu çiçeklerinden ise yasemin çayı yapılır. Çin kökenli bir tür olan kış yasemini ("Jasminum nudiflorum") ve İtalya yasemini ("Jasminum humile") süs olarak yatiştirilen, sarı çiçekli bitkilerdir. Kengeş Kenğeş, İslam öncesi Türk devletlerinde toy ya da kurultay denilen toplantılarda iç ve dış konuların tartışılmasına ve toplantılara verilen isimdir. Kazan ağızında kinğeş demektir. Bir örnek: "ol manğa kenğeşdi" - O bana danıştı. Kavalalı Mehmed Ali Paşa Kavalalı Mehmed Ali Paşa (, 4 Mart 1769 - 2 Ağustos 1849), Mısır valisi, Kavalalılar Hanedanı'nın kurucusu, Mısır ve Sudan'ın ilk hidivi. Osmanlı Devleti'ne karşı başarıyla sonuçlanan bir isyan çıkardı. Her ne kadar Osmanlılara bağlıymış gibi görünse de, o dönem, Sudan, Mısır, Filistin, Lübnan ve Suriye'nin gerçek hükümdarı olarak kabul edilmiş ve 150 yıl boyunca hanedanı tarafından bu topraklar yönetilmiştir. Kavalalı Mehmed Ali Paşa bugünkü Yunanistan'ın Kavala şehrinde dünyaya geldi. Arnavut kökenli olduğu iddia edilir ancak ataları toprak meselesinden Konya'dan Kavala'ya göç etmiştir. Mehmet Ali, babası İbrahim Ağa'nın 17 çocuğundan hayatta kalan tek çocuğuydu. Babası ile birlikte tütün ticareti yapıyordu. Babasının genç yaşta ölümünden sonra amcası Tosun Paşa'nın himayesinde tütün ticaretine devam etti. Amcası Tosun Paşa'nın Osmanlı devleti tarafından idamından sonra tamamen kimsesiz ve hamisiz kaldı. Leon isimli Fransız bir tüccarla tanıştı ve işine devam etti. Napolyon'un 1798'de Mısır'ı işgali sırasında Fransızlar'ı Mısır'dan çıkarmakla yükümlü kaptan-ı derya Küçük Hüseyin Paşa, Kavala Çorbacısı Hüseyin Ağa'dan bir miktar kuvvet istemiş, Hüseyin Ağa da içlerinde yeğeni Mehmet Ali Ağa da bulunan 200 güzide askerini göndermiştir. Mısır'ın geri alınmasından sonra Mehmet Ali Ağa tahsili olmamasına rağmen Mısır'da kalarak kısa zamanda tüm başıbozuk askerlerin serçeşmeliğini elde etti. Mısır Valisi Hüsrev Paşa'nın başıbozuk askerleri Mısır'dan tahliyeye teşebbüsü üzerine; askerin maaşlarını alamamalarını bahane ederek başıbozuk askerleri isyan ettirdi ve Hüsrev Paşa'yı firara mecbur bıraktı. Mısır valiliğini elde etme hayali kuran Mehmet Ali Paşa Mısır'a vali olarak gönderilen Hurşid Paşa'yı da bir bahane ile atlatarak 1804 senesinde vezirlikle istediği makama erişmiştir. Vali olur olmaz ciddi ve radikal işlere teşebbüs eden Mehmet Ali Paşa, Mısır'da nüfuz sahibi kölemenleri ortadan kaldırdı. Avrupa'dan getirttiği hocalarla kendine güçlü bir ordu kurdu. 1811 yılında yönetimde halen etkili durumda bulunan Memlük Beylerine karşı harekete geçerek Mısır'daki Memlük egemenliğine kesin olarak son verdi. Daha sonra 1811-1818 yılları arasında orduları Osmanlı Sultanı adına Arabistan Yarımadası'nda Vahhabilere karşı savaştı. Mekke ve Medine'yi Vahhabiler'in elinden alarak şöhretini her tarafa yaydı. 1815 yılında Kahire'de bulunan Arnavut askerleri kısa süreli bir ayaklanma çıkardılar. Kavalalı, başını ağrıtabileceğini düşündüğü 25.000 Arnavut askerini, Sudan'ın fethi için 1821'de Sudan'a Func Devleti'nin üzerine gönderdi. Böylelikle Sudan, Mısır'ın kontrolü altına girdi. Mora'da patlak veren uzun süredir Osmanlı Devleti'nin bastırmakta güçlük çektiği Mora İsyanı'nı seçkin askerleri ile bastırdı. 1828'deki Rus seferinde 12,000 cihadiye askeri göndereceğini vadettiği halde sözünde durmadı ve buna karşılık para göndermesi, uzun süredir devletçe hakkında olan şüpheleri artırarak Mehmet Ali Ağa'nın yola getirilmesine karar verildi. Mehmet Ali Paşa'yı yola getirmek kolay iş değildi. Zira emri altında 20-30 bin kabiliyetli asker ve 15-20 gemilik donanma bulunuyordu ve amacı Suriye'yi Mısır'a bağlamaktı. İşte bu sıralarda Mehmet Ali Paşa'nın Osmanlı Devleti'yle çarpışmasına vesile olacak bir fırsat meydana geldi. Suriye hakkındaki maksadını belirterek oğlu İbrahim Paşa komutasında Akka'ya asker sevketti ve sahillere de donanma gönderdi. Mehmet Ali Paşa, devletin nasihatlerini asla dinlemedi ve kafa tutmaya devam ettiğinden fetva ile yola gelmesi tekrar edilerek Edirne Valisi Ağa Hüseyin Paşa, Mehmet Ali Paşa üzerine gönderildi. Ağa Hüseyin Paşa, Halep ile Humus arasında Mısır ordusuna mağlup olduğundan; Arnavutluk'taki meselelerle meşgul olan Sadrazam Reşid Mehmed Paşa kumandan tayin edildi. Ağa Hüseyin Paşa'yı mağlup eden Mısır ordusu komutanı Kavalalı İbrahim Paşa, Toros Dağları'nı aşarak Konya'ya girdi ve Konya Ovası'nı ordugah belirledi. İbrahim Paşa, gittiği yerlerde halkı Mısır'a ısındırmak için halkın hoşuna gidecek şekilde hareket ediyor ve İstanbul Hükümeti'nin Anadolu halkı üzerinde yaptığı baskının tam tersini yapıyordu. Bu durumun farkında olan Sultan II. Mahmud, halkın bu sahte vaziyetlere aldanmaması için her tarafa fermanlar gönderiyordu. Alelacele Konya'ya gelen Reşid Mehmed Paşa, Mısır Ordusu ile şiddetli bir savaşa girerek Mısır Ordusu'nu bozmuş ise de hava karlı ve dumanlı olduğundan kendi askerleri zannıyla Mısır Ordusu arasına girerek esir olmuştur. Osmanlı Ordusu dağılmış ve hiçbir direnişle karşılaşmayan Mısır Ordusu Kütahya'ya kadar gelmiştir. Reşid Mehmed Paşa'nın esir olmasından dolayı Anadolu Valisi ve Karahisar-Menteşe Sancakları mutasarrıfı Mehmed Emin Rauf Paşa ikinci defa sadrazamlığa davet edilmiştir. Rauf Paşa, Kütahya'dan hareket ederken hükümet işlerini devretmek üzere halkın itimat ettiği, şehrin ileri gelenlerinden olan Dürrîzade Hacı Reşid Ağa'yı mütesellim tayin ederek alelacele Mısır Ordusu gelmeden 1833'te Mart ayında İstanbul'a hareket etmiştir. İbrahim Paşa Kütahya'ya gelir gelmez Kütahya'nın da diğer işgal olunan memleketler gibi Mısır'a ilhak edildiğini ve mütesellim Reşid Ağa'nın halkın güvendiği bir isim olmasından dolayı mütesellimlikte devam edeceğini ilan eden bir ilan ile Mısır ordusu karargâhından bir emirname gönderildi (Mart 1832). II. Mahmud, Büyük Britanya ve Fransa'dan yardım istedi. Ne var ki Fransa'nın Mehmet Ali Paşa'yı desteklemesi, İngiltere'nin de Osmanlı'nın iç işlerine karışmak istememesi üzerine beklediği yardımı alamadı ve Rusya'dan yardım istemek zorunda kaldı. Rusya ile Hünkar İskelesi Antlaşması-8 Temmuz 1833 yapıldı ve Rus donanması İstanbul'a demirledi. Boğazların Rusya'nın eline geçmesinden endişe eden İngiltere ve Fransa'nın araya girmesiyle Kütahya Antlaşması (14 Mayıs 1833) imzalandı. Antlaşmaya göre Mısır, Suriye ve Girit valilikleri Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya, Cidde ve Adana valilikleri de oğlu İbrahim Paşa'ya verildi. Antlaşmadan her iki taraf da hoşnut olmadı. II. Mahmut Mısır valisini ortadan kaldırmak ve kaybettiği toprakları geri almak istiyordu. Osmanlı ordusu ile Mısır ordusu Nizip'te karşılaştı. Osmanlı ordusu tekrar bozguna uğrayınca Rusya'nın soruna el atmasından ve Mehmet Ali Paşa'nın güçlenmesinden çekinen Avrupa Devletleri konuyu görüşmek için Londra'da konferans düzenledi. Londra'da imzalanan antlaşmaya göre Suriye, Girit ve Adana Osmanlı Devleti'ne geri verildi, Mısır ise Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve soyundan gelenlere bırakıldı. Kavalalı Mehmet Ali Paşa başta antlaşmayı kabul etmese de İngiltere ve Avusturya'nın Beyrut'a asker çıkarması ve İngiliz donanması'nın Lübnan kıyılarını topa tutması üzerine antlaşmayı kabul etmek zorunda kaldı. 1845'te İstanbul'a gelip padişaha bağlılığını bildirdi. 1849'de Kahire'de öldü. Gülpınar, Gülağaç Gülpınar, Aksaray ilinin Gülağaç ilçesine bağlı bir kasabadır. Aksaray'a 40 km uzaklıktadır. Nüfusu şu an 1000 hane olmakla beraber 2000 sayımlarına göre 4554'dür. Köye ilk Selçuklular zamanında yerleşilmiştir, ilk göçü Yemen ve Mısır yöresinden almıştır. Kasabanın sembolü olan ve yazın soğuk kışın sıcak olan mavi bir göldür. Aktaşı 11 m derinlikte bulunup 2 tane tandıra benzeyen oyuklar bulunmaktadır. General Grievous General Griveous, Yıldız Savaşları serisinde bir kurgusal karakterdir. Konfederasyonun kurduğu Droid ordusunun şeytani generalidir. General Grievous canlı bir droid olarak tasarlanmıştır. Canlı organizmasının üzer
ine giydirilmiş özel zırhı sayesinde tam bir ölüm makinası şeklinde kusursuz olarak tasarlanmıştır. Gücü ve karizması o kadar etkili olmuştur ki Kont Dooku'yu bile gölgede bırakmıştır. En büyük özelliği zevk için öldürdüğü Jedilar'ın ışın kılıçlarını kemerine bir gösteriş madalyası gibi takıyor olmasıdır. Utapau sisteminde uzun bir kovalamaca sonunda Obi-Wan Kenobi tarafından yaşamsal organlarına verilen hasar sonucunda yanarak yok olmuştur. Grievous veya asıl adıyla Qymaen jai Sheelal, Kalee'nin yerlisi olarak dünyaya gelmiştir. İşgal altında olan Kalee'de vahşetin altında büyümüştür. Silah kullanma konusunda çok yetenekli olan Sheelal, 8 yaşına geldiğinde kırktan fazla düşmanın canını almıştır bile. 22 yaşında Kaleesh halkının içinde sivrilen yetenekli genç bir asker olmuştur. Bitmek bilmeyen savaşlar sırasında düşman taraf olan Huklar, Galaktik Cumhuriyet'i araya sokarlar. Huklar'ın, Kalee'ye kıyasla çok zengin doğal kaynaklarının olması Galaktik Cumhuriyet'in Huklar tarafında yer almasına neden olur. Savaşın nedeni de aslında bu doğal kaynaklardır. İş sahalarında çalıştırmak için Kalee'ye köle toplamaya gelen Huklar'a yerel halk karşı koyar. Galaktik Cumhuriyet bölgeye birkaç Jedi Şövalyesi göndererek olaya el atar. Bu savaşlarda sivrilen bir lider olan Sheelal bir süre sonra İntergalaktik Bankacılar Klanı'nda güvenlik şefi olur. Klanın lideri San Hill, Sheelal'ın stratejik zekası ve savaş alanındaki korkusuzluğundan etkilenerek Bağımsız Sistemler Konfederasyonu lideri Kont Dooku'ya bildirir. Sheelal, Darth Sidious'tan Ayrılıkçı Droid Ordusu'nun başına getirilmesi yetkisini alan Kont Dooku'nun teklifini çevirir. Gemisinde elit askerleriyle Hutlar'ın üzerine giden Sheelal'ın gemisi,San Hill tarafından konan bir bomba yüzünden patlar.Aslında bu Kont Dooku ve San Hill'in Sheelal'a teklif ettikleri Ayrılıkçı Droid Ordusunun başına geçme olayını kabul etmezse diye teorilerine karşı olan bir ikinci plandı. Yanarak çakılan gemiden sağ kurtulmayı başaran Sheelal ölümcül bir şekilde yaralanmıştır.En başından beri bu anı planlıyan Kont Dooku tarafından kurtarılarak parçalanmış bedeni Geonosis'e getirilir. Hala yaşamaktadır; ancak yaşayabilmesi için ölen bedeninden çıkarılan organları bir droid bedenine yerleştirilmesi gerekmektedir. Sheelal bunu bir şartla kabul etmiştir, gözleri de çıkartılıp o makineye takılacaktır. Sonra Sheelal droide dönüştürülür. Artık o bir yaşayan makinedir. San Hill daha önce yaptığı teklifi yineler; ancak Sheelal oralı olmaz. Öç duygusunu örseleyen Hill en sonunda Sheelal'ı ikna ederek Ayrılıkçı Ordular'ın başına getirir. Cumhuriyet'e karşı kin besleyen Sheelal, artık General Grievous olarak anılacaktır. Grievous droid bedenine hemen alışamaz, uzun bir alışma döneminden geçer. Droid yüzünü beğenmez ve babasının savaş başlığını takar. Yüzündeki böceğimsi şekil babasının maskesidir. Bu arada IG 100 serisi özel droidlerin tasarımını yapar. Bu droidler "Magna Guard" ismini alır ve General Grievous'un özel korumaları olurlar. Alışma dönemi bitince Sith Lordu olan Kont Dooku'dan ışın kılıcı kullanma eğitimi alan Grievous bir süre sonra savaş alanlarına geri dönerek terör estirmeye başlar. İlk işlerinden biri de Huk gezegenini droid ordusuyla acımasızca kırıma uğratmak our. Huk neslinin %80'ini yokeder. Klon Savaşları sürecinde alışagelmemiş ışın kılıcı kullanma tekniğiyle birçok Jedi avlar. Ayrılıkçılara birçok savaş kazandırır. Droid bedeninin ona sağladığı bir avantaj vardır ama yine de yeteneklidir. Normalde iki mekanik kolu görünen Grievous, savaşırken bu iki kolu açılarak dört kollu bir ölüm makinesine dönüşür. İki ya da dört kılıç kullanan general, tek kılıç kullanma yeteneklerine de sahiptir fakat yenilmez değildir. O kadar çok Jedi avlar ki, Durge'den bu yana gelmiş geçmiş en iyi Jedi Avcısı unvanını kazanır. Artık o, Jedilar'ın korkudan dizlerinin titrediği bir avcıdır. Birden fazla Jedi ile aynı anda savaşabilir. Komutan olarak Cumhuriyet'i zorlayan bir taktiği vardır; düşmanı savaşa devam etmek ile hayat kurtarmak arasında bir seçim yapmaya zorlar. Bunu genelde sivillere saldırarak yapar. animasyonunda Grievous'un avcılığı çok iyi bir şekilde görülebilir. General Grievous'un en dikkat çekici özelliği ayaklarıdır. Ayak pençeleri sayesinde zeminde olduğu gibi düz duvarda da koşabilir. Aynı zamanda ona mükemmel bir çeviklik kazandırır. Ayrılıkçılar tarafından yaratıldığı için yapısı Savaş Droidinin yapısına benzer. Ayakları perdelidir. Kollarını ve ellerini 180 derecelik açıyla döndürebilir. İstediği zaman katlanabilir ve bir silindire dönüşebilir. Yüzü yapıldığında yüzünü beğenmediği için babasının maskesini yüz mekanizmasına monte etmiştir. Diğer bir gerçek ise mekanik hale dönüşürken sonra kalbi takılacakken, gözlerinin de takılmasını istemesidir. Bu nedenle %90'ı mekaniktir. D Dd ("de") harfi, Türk alfabesi'nin 5., Latin alfabesi'nin 4. harfidir. Sami dillerindeki "delta"dan geldiği kabul edilir. Osmanlıca sözlüklerde de kulanılan Tı/Dı (ط) Arapça’ya özgü bir harf ve sestir (Ṫ). Osmanlıca’da ve Türkçede bu harfle başlayan veya içerisinde kullanılan kelime yoktur. Ancak sonradan Türkçe bazı kelimeler Tı ile yazılmaya başlanmış ve yerleşmiştir. Bunlar genellikle halk ağzında D ile telaffuz edilen sözcüklerdir. Örneğin: طاوشان (Ṫavşan), طاوان (Ṫavan)... Arapça'da bu ses dilin üst dişlerin damakla birleştiği yere değdirilerek çıkarılır. Bu nedenle D sesine benzer. Ancak Anadolu Türkçesinde duruma göre harflerden bir olmak üzere normal T veya D harfi ile bu fark ortadan kalkmıştır. Bu harfi içeren kelimelerin büyük bir kısmı halk ağzında D ile de karşılanabilen T sesini ihtiva eder. Örneğin, Osmanlıca'da طاش ("Ṫaş": Taş/Daş), طوز ("Ṫuz": Tuz/Duz)... Osmanlıca kaynakların latin harflerine çevrilmesinde Tı/Dı harfinin T olarak mı yoksa D olarak mı tercih edileceği bir problem olarak daima yer almıştır. Ayrıca Osmanlıca’da Tı/Dı harfinin D olarak telaffuz edildiği kelimeler vardır. Bunların çoğu daha sonraları Dal ile de yazılmıştır. Örneğin: طامار / دامار ("Đamar"), طاغ / داغ ("Đağ")... Not: Benzer biçimde Ż harfi Arapçadaki Zı (ظ) sesini karşılar. Ancak Anadolu Türkçesinde normal Z harfi ile bu fark ortadan kalkmıştır.Türkçede yalnızca el yazısında da kimi zaman bu kullanıma rastlanır. Büyük D'nin unicode kodu U+0044, küçük d'ninki U+0064'tür. ASCII kodları da 68 ve 100'dür. Ajax Ajax, aşağıdaki anlamlara gelebilir: XVI. Benedictus Papa XVI. Benedictus (Latince: , Almanca: , Fransızca: , İngilizce: , Papa olmadan önceki adı: Joseph Alois Ratzinger, Türkçeleştirilmiş: Papa Benedikt) (16 Nisan 1927 Marktl am Inn, Bavyera, Almanya) taşıdığı Papa unvanıyla Dünya çapında 1 milyarı aşkın üyesi bulunan Katolik Kilisesinin en büyük ruhanî lideriydi. 1927'de orta sınıfa mensup Bavyera'lı bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Babası polisti. 14 yaşında Nazilerin gençlik kollarına katıldı; ama hiçbir zaman aktif bir katılımcı olmadı. 1941 yılında Ratzinger'in kuzenlerinden biri, Down sendromu olan 14 yaşındaki bir çocuk, Nazi rejimi tarafından götürüldü ve Nazi öjeni olan T4 operasyonu sırasında öldürüldü. Savaş patlak verince ilahiyat eğitimine ara vermek zorunda kaldı ve kendini Münih'teki bir uçaksavar birliğinde buldu. 1943 yılında, Luftwaffenhelfer (hava kuvvetleri çocuk asker) olarak Alman uçaksavar kolordusu için hazırlandı. Ratzinger ardından Alman piyade eğitimi aldı. Savaşın sonlarına doğru ordudan kaçmasına rağmen 1945'te bir süre müttefikler tarafından esir olarak tutuldu. Alman askeri olarak, bir esir kampına konuldu ancak 1945 yazında, savaşın sonundan birkaç ay sonra serbest bırakıldı. O yılın Kasım ayında, kardeşi Georg ile birlikte seminere yeniden girdi. Ratzinger'in muhafazakar, gelenekçi görüşleri, 1960'lardaki liberal akımlar süresince daha da pekişti. 1966'da Tübingen Üniversitesi'nde dogmatik teoloji kürsüsüne getirilmesine karşın, öğrencileri arasındaki yaygın Marksist görüşler onu bir hayli şaşırtmıştı. Hatta üniversitedeki bir dersinin politik bir gösteriden dolayı yarıda kalması, üzerinde derin bir iz bırakmıştı. Ona göre din, totaliter, zalim ve de gaddarca gördüğü herhangi bir politik ideolojiden daha üstün bir kavramdı. Daha sonradan bu konuyla ilgili olarak "Bu deneyim bana dinin hor görülmesi ile sürekli bir mücadele içinde olmamız gerektiğini bir kez daha gösterdi." diyecekti. 1969'da memleketi Bavyera'daki Regensburg Üniversitesine geçti ve nihayetinde dekan ve başkan yardımcılığına yükseldi. 1977'de Papa tarafından Münih Kardinali olarak atandı. 1981'de II. Jan Pol tarafından Roma'ya getirildi ve o tarihten itibaren sıkı arkadaş oldular. Papalığa seçilmesi, statükocu eğilimin başarısı olarak görülmektedir. Tutucu bir Alman kardinali olarak tanınan Ratzinger Papalığa seçilmeden önce 24 yıl süreyle Katolik Kilisesi içinde eski Engizisyon Kurumu'nun devamı niteliği taşıyan "Dinsel Öğretiler Kurulu"'nun başkanlığını yapmıştı. Başkanlığı boyunca bu kurul muhtelif Katolik ilahiyatçılarının ve din adamlarının "görüşlerinden dolayı sorgulandığı, kızağa çekilmekten görevden almaya" kadar uzanan cezalar yağdırmaktan da çekinmeyen bir kurum haline dönüşmüştü. 1981'de, papa II. Jan Pol'e (Karol Wojytla), Mehmet Ali Ağca tarafından düzenlenen suikast girişimini araştıran soruşturma kurulunun başkanlığını yaptı. Papalık seçimi oldukça uzun sürdü ve nihayet 19 Nisan 2005 günü Şilili Kardinal Jorge Arturo Medina Estevez, Saint Pietro Meydanı'na nazır balkondan Latince "Papa'mız belirlendi" anlamına gelen 'Habemus Papam' dedikten sonra yeni Papa'nın ismini açıkladı. Estevez, yeni Papa'nın, Kardinaller Kurulu Başkanı Joseph Ratzinger olduğunu ilan etti. Yeni Papa'nın, 16'ncı Benedictus adını kullanacağı belirtildi. Benedictus Papa seçildiğinde 78 yaşındaydı ve 1730'dan bu yana seçilen en yaşlı papa oluyordu. Yeni Papa'nın seçilişi, Sistine Şapeli'nden yükselen beyaz dumanla bildirildi. St. Pietro Katedrali'nin çanları da çalmaya başladı. Yeni Papa'nın seçildiği anlamına gelen beyaz dumanı görebilmek için binlerce Katolik San Pietro Meydanı'nda bekliyord
u. Seçilen Papa, tarihin 265'inci Papa'sı oldu. 52 ülkeden 115 seçmen kardinalin katılımıyla Sistine Şapeli'nde yapılan seçimin ikinci gününde TSİ 18.50'de bacadan yükselen beyaz dumanla Papa'nın seçildiği duyuruldu. Beyaz dumanın yükselmesiyle Roma'daki halk, St. Pietro Meydanı'na akın etmeye başladı. Ratzinger, kimi konulardaki tutucu görüşleriyle dikkat çekiyor. Kardinallik payesini, 27 Haziran 1977'de dönemin Papası VI. Paul'den aldı. Ratzinger, Polonyalı Papa II. Jan Pol'e olan yakınlığıyla tanınıyordu. Ağustos 2006 başında Nobel ödüllü Alman yazar Günter Grass'ın II. Dünya Savaşı'nın son aşamalarında bir Waffen SS birliğinde askere alınmış olduğunu da itiraf ettiği "Soğanı soyarken" isimli otobiyografisinde, genç Joseph Alois Ratzinger (Papa) ile konuşmalarına de yer verilmektedir. XVI. Benedictus'un kendisinden önce gelen Papa II. Jan Pol'e göre İslam dinine ve Müslümanlara karşı daha katı bir yaklaşımı savunduğu düşünülmektedir. II. Jan Pol Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında diyalog kurulmasına önem vermişti. XVI. Benedictus ise diyalogdan ziyade Müslümanlara karşı dinsel bir tartışma açma eğilimi göstermektedir. Papa seçilmeden önce Kardinal Ratzinger Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine olumsuz baktığını açıkça ifade etmişti. AB'nin bir medeniyet olduğunu ve Türkiye'nin bu medeniyete ait olmadığını savunuyordu. Türkiye ziyaretine 27 Kasım'da Ankara'dan başlayan Papa Benedikt 29 Kasım'da Efes yakınlarındaki Meryemana evini ziyaret etmiştir. Daha sonra İstanbul'a geçen Papa, 30 Kasım'da sanat tarihçisi Dr. Sedat Bornovalı eşliğinde Ayasofya ve Sultan Ahmet Camiini ziyaret etmiştir. Papa Benedikt, Papa II.Jan Pol'dan sonra cami ziyaret eden ikinci Papa olmuştur. Dönemin İstanbul müftüsü Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı ile birlikte Sultan Ahmet Camii mihrabında kıyama durarak dua etmiştir. Papa'nın ziyaretine karşı küçük bir grup protesto gösterisi yapmıştır. Papa Benedikt Brezilya ziyareti konuşmasında Brezilya'da yerlilere -indio - katolikliğin cebren ve hile ile değil, öteden beri böyle bir dine çektikleri hasrete cevaben geldiğini söyleyerek sert tepki görmüştür. Papa 16.Benedikt 11 Şubat 2013 tarihinde istifa etmiş ve 28 Şubat 2013 tarihi itibarıyla görevi bırakacağını bildirmiştir. Sebk-i Hindi Sebk-i Hindi, edebiyatta (özellikle divan edebiyatında) Hint tarzı, Hint biçemi demektir. Türk edebiyatında bir edebi akım (bazı akademisyenler tarafından akım olarak kabul edilmez) olarak ortaya çıkmıştır. Hindistan’da, Babürlü Hint-Türk hükümdarlarının saraylarında Farsça yazan ozanlarca geliştirilmiştir. Edebiyatımızda XVII.yüzyıldan başlamak üzere etkisini göstermeye başlamış kimi şairlerimizde bütün özellikleri görülürken kimi şairlerimizi kısmen etkilemiştir. Sebk-i Hindi'nin edebiyatımıza ses, kafiye ve yeni kelime bulma yönünden etkileri olmuştur. XVII. yüzyıl divan sanatçılarından Nef'i, Naili, Neşati, Fehim-i Kadim, Kamil gibi ozanlar, bütünüyle bu akım içinde yer almamakla birlikte ondan etkilenmişlerdir. Nabi hikemi üslup içerisinde yer almakla birlikte bu akımdan etkilenmiştir ancak onun şairliği hikemî tarzda daha baskındır ve bu yönüyle bilinir. Bu akımın 18. yüzyıldaki en önemli temsilcisi Divan edebiyatının son ve en büyük şairi Şeyh Galip'tir. Böylece, Sebk-i Hindi’nin, "Bilmeceyi andıran karmaşık mazmun ve anlatımlar, hayal oyunları, güçlükle anlaşılır, beklenmedik ve alışılmamış benzetmeler, sentetik bir şiir dili" (Fahir İz) olarak sıralanabilecek özellikleri, divan şiirinin kalıplarını kırmak yerine bu kalıplarla oynamak ustalığına yol açmıştır denilebilir. Bir bakıma bu, şiiri bütünüyle zihinsel çalışmanın ürünü yapıyor, çevreden, yaşamdan kopararak düşünceyle sınırlıyordu. Şiirde bilgece tutumun, atasözlerini kullanmanın, özdeyiş niteliği taşıyan dizeler düzmenin yaygınlaşması da bunun sonucudur. Yerlileşme eğilimi (edebiyat) Yerlileşme eğilimi, divan edebiyatında ortaya çıkmış bir edebi akımdır. Anlamları aynı yazılışları farklı olan sözlerin bir arada kullanılmasıyla oluşan sanat dalıdır. Türki-i Basit (Basit Türkçe) adı verilen bu akımın temsilcileri XVI. yüzyıl ozanlarından Tatavlalı Mahremi ile Edirneli Nazmi’dir. Nazmi’nin Basit Türkçe şiirleri 45.000 beyti aşan divanına serpiştirilmiştir. Fuad Köprülü, Nazmi’nin bu yoldaki şiirlerini seçip divan biçiminde yeniden düzenleyerek "Divan-ı Türki-i Basit" adıyla yayımlamıştır (1928). 285 manzumeyle 56 müfretten oluşan yapıttaki şiirlerin sanatsal değer taşıdığını söylemek güçtür. Konular divan şiirinin konularıdır, ölçü olarak da aruz kullanılıştır. Ama gerek sözcük dağarcığı, gerekse ad ve eylem bildiren sözcüklerin çekimleri bakımından bu şiirlerin değeri yadsınamayacağı gibi Arap-Fars etkisindeki divan şiirine bir tepki olduğu da gözden uzak tutulamaz. Ayrıca Türkçeye yöneliş, Nazmi’yi, halk şiirlerinde çokça görülen cinas örneklerine itmekle kalmamış, benzetmelerde yaşadığı çevreden, yaşamdan yararlanmasına da yol açmıştır. Yine de, "Yargılanmak umusun komayalım gel Nazmi Ki çalap kullarını suç ile yindek karamaz" benzeri, yabancı sözcükler kullanmadan, salt Türkçe şiirler yazılabileceğini de kanıtlamayı amaçlayan bu eğilim yaygınlık kazanamaz. Bunun nedeni, yalnız anılan ozanların güçsüzlüğünde değil, yetiştikleri çevrede, içinde bulundukları yazın ortamında, divan şiirinin dünyasından kopamayışlarında da aranmalıdır. XVIII. yüzyılın sonunda Nedim’le belirginlik kazanan yerlileşme eğilimi ise öze ilişkindir. Nedim’in divan şiirine yenilik getirdiğini söyleyenler, kalıpları kırdığını, bilinen mazmunlarla yetinmediğini, yaşamı yansıttığını, yalın, akıcı bir söyleyişi olduğunu; şiirlerinde neşe ve alayın, ten zevkinin dile getirildiğini söylerler. Ama ondan önceki divan şiirine bakıldığında, bu sayılanların hiç de yeni olmadığı görülür. Dahası Nedim’deki neşeyi ve alaycılığı Baki’de bile bulabiliriz. Hele Rumelili ozanlarda yerlilik, neredeyse genellenebilecek bir özelliktir. Kısacası Nedim’i gelenekten koparmak olası değildir. Ama onun şiirini, divan geleneği içine oturttuktan sonra "kendi içinde ele alacak olursak, onda kendisinden önce gelenlerden, hatta çağdaşlarından ayrılan, realite ile hepsinden başka ve çok daha sıcak bir şekilde kaynaşmış bir tarafın da bulunduğu görülür" (Ahmet Hamdi Tanpınar). Başka bir söyleyişle Nedim, dış dünyadan aldıklarını duyduğu gibi verir. İzlenimlerini ve gözlemlerini soyutlaştırarak bir süs biçiminde kullanmaz. Minyatürle resim arasındaki ayrım neyse, kendinden öncekilerle Nedim arasındaki ayrım da odur. Yeni mazmunları, yeni benzetme ve buluşları bir yana, divan yazınının ölü sevgilisini canlandırır. Onunla kendisi arasında öyle bir ilişki kurar ki, dünya dışı varlığın kıpırdadığı, soluk aldığı görülür. Asıl yeni olan da budur. Nesnelerle, genel anlamda dünyayla kurulan bağ, yaşama karşı takınılan tutum onu yeni yapar. Nedim’in şarkı biçimini yeniden canlandırması, bu biçimin en güzel örneklerini vermesi de bu tutuma bağlanmalıdır. Yansıttığı dünya ne ölçüde gerçekse, gerçekliğe yaklaşırsa; duyguları ne ölçüde içten ve yürekten geliyorsa, dili de o ölçüde gerçeğe yaklaşır. İstanbul Türkçesi’nin en güzel örnekleri sayılabilecek, "Sen böyle soğuk yerde niçin yatar uyursun Billahi döğer dur hele dayen seni görsün Dahı küçüceksin yalınız yatma üşürsün Serd oldu heva çıkma koyundan kuzucağım" benzeri yüzlerce dize buna örnek gösterilebilir. Ayrıca divanında rastlanan heceyle yazılmış bir türkü, tek örnek olsa da, kimi denemelere giriştiğini göstermesi açısından ilginçtir. Ama Nedim’in açtığı bu çığır da yaygınlık kazanamaz. Geleneğin dışına çıkamaz çünkü. Ardında onu hazırlayan ya da dayanabileceği yeni bir düşünce devinimi, kültürel bir birikim yoktur. Lale döneminin (1718-1730) ozanıdır ve dönemin Patrona Ayaklanmasıyla kapanması onun da sonu olur. Bir başka büyük ozanın, Şeyh Galip’in (1757-1799) Nedim öncesi şiirle bağlantı kurması ve Sebk-i Hindi’den etkilenmesi, onun şiirinin yanlış yorumlanmasına, salt uçarı özüyle ve dış görünüşüyle alınmasına yol açar. Ali Arif Ersen Ali Arif Ersen (d. 1958, İstanbul), Türk ressam ve fotoğraf sanatçısı. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nin resim ve gravür atölyelerinden mezun oldu. Resim ve fotoğraf çalışmaları, yurtiçinde ve yurtdışında gerek bireysel gerek toplu sergilerde yer aldı. Ersen'in resim ve fotoğraf tekniklerinin karışımdan oluşan biçem anlayışı ABD'deki, Arjantindeki ve Kuba'daki çalışmalarının örneklerini kapsayan fotoğraf albümünde yayımlanmıştır; "Tres Americas". Tomris Uyar'ın "güzel yazı defteri" adlı uzun öyküsünün özel resimleri de sanatçı tarafından hazırlanmıştır. Tres Americas sergisini "Sarajevo" sergisi takip etmiştir. Millî Reasürans Sanat Galerisi'nde 2006 yılında gerçekleşen bu sergiden sonra 2007 yılında yine aynı galeride 'Masallar" serisi sergilendi. "Sanatçının fotoğrafları 2011 yılından bu yana Cumhuriyet Gazetesi'nde Mine Kırıkkanat'ın köşesinde yayınlanmaya devam ediyor. 2014 Ocak ayından itibaren İTÜ Radyosu'nda arkadaşı Turgut Uyar ile Kış Bahçesi isimli Caz programını yapıyor. Çalıkuşu (roman) Çalıkuşu, Reşat Nuri Güntekin'in ilk defa 1922'de tefrika edilmeye başlanıp 1923'te kitap olarak yayımlanan, 1937'de büyük değişikliklerle tefrika edilen romanıdır. Romanda, İstanbullu köklü bir ailenin kızı olan çocuk ruhlu Feride'nin çok sevdiği nişanlısı tarafından ihanete uğramasıyla kendini öğretmenlik mesleğine adaması ve hayatını kazanabilmek için Anadolu'da şehir şehir dolaşması anlatılır. Melodram öğeleri ile yüklü bir aşk öyküsünün yanı sıra bürokrasi eleştirisi, kadınların Osmanlı toplumunda var olma mücadelesi, öğretmenlik mesleğinin icrası gibi pek çok konuyu ele alır. Eserin sinema, televizyon dizisi, tiyatro ve bale uyarlamaları vardır. Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu'nu ilk olarak ""İstanbul Kızı"" adıyla dört perdelik bir piyes şeklinde kaleme almış ve Darülbedayi'ye sunmuştur. Ancak yazar, gerek Dârülbedayi piyesin içeriğindeki köy sahnelerini hoş karşılamadığı; gerekse kendisi eseri Türkçeyi iyi konuşamayan o zamanki kadın oyunculara oynatmak istemediği için eseri
gerçi çekti ve ""Çalıkuşu"" adıyla romana çevirdi. Babasının mesleği ve öğretmenliği dolayısıyla Anadolu'yu gezip görmüş olan Reşat Nuri, Anadolu'nun yoksulluğunu ve eksiklerini gerçekçi bir bakış açısıyla eserine yansıttı. Çalıkuşu, 1 Ağustos 1921 -1 Aralık 1921 tarihleri arasında Vakit gazetesinde tefrika edildi ve büyük bir ilgi gördü. İyi bir aileye mensup neşeli bir genç kızın Anadolu'ya giderek öğretmenlik yapması kurtuluş mücadelesi veren Türk toplumu için bir umut, Türk edebiyatı için de Anadolu'ya geçişin sembolü idi. Feride'nin macerasını gerçekmişçesine benimseyen halk arasında onun bir roman kahramanı değil, yaşayan biri, yazarın kız kardeşi olduğuna dair söylentiler çıkmıştı. Reşat Nuri, Çalıkuşu'ndaki esas konunun tamamen fantezi olduğunu ifade etmiştir. 1922, 1923, 1924, 1928 yıllarındaki ilk dört baskıdan sonra Reşat Nuri, 1937'de eseri önemli ölçüde değiştirerek okuyucuya yeniden sundu. Yazar, bu değişikliğin ""tamamıyla şekle ait"" olduğunu ifade etmişse de içeriğe ait önemli değişiklikler yapıldığı tespit edilmiştir. Özellikle Feride'nin çocukluğu, okul yılları, Kâmran’a olan aşkı ve nişanlanmasının anlatıldığı birinci bölümde değişiklik yapıldı, bu bölüm bir anlatıcı tarafından anlatılmak yerine Feride'nin günlüğüne yazdığı şeylerden oluşan bir bölüm haline getirildi. Eser, bu yeni haliyle "Yedigün" dergisinde tefrika edildi. Bir hatıra defteri olarak düzenlenmiş olan romanda Feride, kendisine ya­bancı bir şehirde, bir otel odasında anılarını yazarken geriye dönerek, çocukluk ve ilk genç kızlık dönemlerini anlatır. İstanbullu bir subayın kızı olan Feride, küçük yaşta annesini kaybetmiştir; yanına gönderildiği babaannesinin de ölümü üzerine "Notre Dame de Sion" Fransız yatılı okulunda okur. Yaramazlıkları yüzünden arkadaşları, okulda, ona ""Çalıkuşu"" adını takarlar. Feride, yaz tatillerini "Besime" teyzesinin köşkünde geçirir. Teyzesinin yakışıklı oğlu "Kâmran" ile birbirlerini severler ve nişanlanırlar. Feride'nin de desteklemesiyle Kâmran, üç yıl Avrupa'da bir elçilikte görev yaptıktan sonra döner. Bu arada okulunu bitiren Feride ile düğün hazırlıkları yaparlar. Feride, düğün günü, bir kadının getirdiği mektuptan Kamran'ın İsviçre'de iken "Münevver" adında hasta bir kızla ilişkisi olduğunu, ona evlenme sözü verdiğini öğrenir, her şeyi yüzüstü bırakıp kaçar. Anadolu'da öğretmenlik yaparak Kamran'ı unutmak isteyen Feride, İstanbul rüştiyelerinde öğretmenlik teklifini kabul etmez; tüm zorluklara ve bürokratik engellere rağmen, istediğini elde eder ve İstanbul’dan ayrılır. Anadolu'nun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yapan Feride, idealist bir eğitimcidir ancak gittiği yerlerde güzelliği başına bela olur; hakkında çeşitli dedikodular çıkar. İlk öğretmenlik deneyimi, Zeyniler köyü denilen, hiçbir öğretmenin gitmeyi kabul etmediği kuş uç­maz kervan geçmez yerdedir. Zeyniler'de evlat edinip yanına aldığı "Munise"'ye bütün sevgisini verir. Kuşadası'nda öğretmenlik yaparken savaş başlar; okul hastaneye çevrilir ve Feride hastabakıcılık yapmaya başlar. Kuşadası'ndaki hastaneye başhekim olarak Zeyniler Köyü'nde iken tanıştığı "Doktor Hayrullah Bey" atanmıştır. Beş yıl sonra okullar yeniden açılır. Babacan bir adam olan Hayrullah Bey, emekli olup Kuşaadası'na yerleşir ve Feride'yi kızı gibi korur. Munise'nin kuşpalazına yakalanıp ölmesinden sonra hastalanan Feride, Hayrullah Bey ile kalır. Halkın dedikodusu üzerine onunla kâğıt üzerinde evlenirler; fakat aralarında sadece "baba – kız" ilişkisi vardır. Feride, öğretmenliğe başlayınca bir "günlük" tutmuş, başından geçen her şeyi günü gününe bir deftere yazmıştır. Hayrullah Bey bu defteri bulur, okur ve saklar. Hastalanınca, Feride'ye kendisinin ölümünden sonra ara sıra teyzesinin yanına gitmesini ve verdiği kapalı zarfı Kâmran'a teslim etmesini vasiyet eder. Kısa bir süre sonra Hayrullah Bey, bütün mal varlığını Feride'ye bırakarak ölür. Hayrullah Bey'in ölümünden sora, vasiyeti yerine getirilir. Feride, zarfı Kâmuran'a verir. Zarfın içinde Hayrullah Bey’in bir mektubu ile Feride'nin günlüğü vardır. Hayrullah Bey, Kâmran'a yazdığı mektupta Feride'yi bir daha bırakmamasını salık vermektedir. Kamuran Feride'nin günlüğünü sabaha dek okur, her şeyi öğrenir. Ertesi gün gidecek olan Feride'yi bırakmaz ve evlenirler. Roman ilk defa 1966 yılında yönetmen Osman Seden tarafından sinemaya uyarlandı., 1986 yılında Osman Seden tarafından televizyon dizisi olarak çekilen eser; 2005 yılında Yeniden Çalıkuşu adıyla, 2013 yılında Çalıkuşu adıyla tekrar diziye uyarlandı. Çalıkuşu romanı, Necati Cumalı tarafından tiyatroya uyarlanmıştır. 1962, 1963 sezonundan itibaren çeşitli defalar Devlet Tiyatroları tarafından sahnelendi. Çalıkuşu romanı, koreograf Merih Çimenciler'in libretto ve koreografisi ile 2003 yılında Türk Sanat müziği parçaları ile baleye uyarlandı. İki perdelik bale, Devlet Opera ve Balesi tarafından sahnelendiği her ilde on iki yol boyunca kapalı gişe olarak oynamıştır. Romanın gerçek bir hayat hikâyesine dayandığı ve romanda adı geçen öğretmen Feride'nin, Zeyniler köyünde öğretmenlik yapan "Feride Polat" olduğu söylenmektedir. Kuşadası'nda bir ev restore edilerek kültür merkezi haline gelmiştir. Zeyniler Köyü'nde de romanın anısını yaşatmak için ""Reşat Nuri Güntekin Çalıkuşu Evi"" adıyla bir tesis açılmıştır. Çalıkuşu (anlam ayrımı) Çalı kuşu, Regulidae familyasını oluşturan kuşların ortak adı. Bu sözcük ile şunlardan biri de kastedilmiş olabilir: Bahçeşehir Bahçeşehir, ilk olarak 1898 yılında Birleşik Krallık'ta Sir Ebenezer Howard tarafından başlatılan bir kentsel planlama yöntemidir. Bahçeşehirler, orantılı alanlarda konut, endüstri ve tarım alanlarını içeren yeşil kuşak ile çevrili, kendi kendine yeten topluluklar için planlanmaktaydı. Balık (anlam ayrımı) Balık aşağıdaki anlamlara gelebilir: Filmler Kişiler Yerleşim yerleri Meral Yapalı Prof. Meral Yapalı, (d. 1940, Üsküp) Türk müzisyen, piyanist, müzik eğitmeni, pedagog, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı eski müdürü. 1956'da orta eğitimini tamamladı. 1967 yılında Belediye Konservatuarı Piyano Bölümü Lise Devresinden mezun oldu. 1969'da Ankara Devlet Konservatuarı'nda Lisansını pekiyi derece ile tamamladı. 1979 yılında Académie Internationale d'Eté de Nice'de üç aylık stajını başarıyla tamamladı. 18 Nisan 1986 günü İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Müzik Bölüm Başkanlığı görevine seçilip bu görevi 3 yıl yaptı. 13 Ekim 1986’da profesörlüğe yükseldi 2 Mayıs 1989'da Piyano Anasanat Dalı Başkanlığına yükseldi. 15 Mayıs 1989 günü Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. 15 Şubat1990 'da Müzik Bölüm Başkanlığı'nda tekrar 3 yıl görev yaptı. 27 Haziran 1997 günü müdürlüğe atandı. Oldukça başarılı öğrenciler yetiştiren Prof. Meral Yapalı ,10 öğrenciye Yüksek Lisans ve Doktora danışmanlığı yapmış, mezun olan 10 öğrencisinden ikisi Profesör, biri Doçent, biri Yrd. Doç. ve dört öğrencisi öğretim görevlisi diğer üç öğrencisi ise Araştırma Görevlisi olarak konservatuvarda görev yapmaktadır. Mezun ettiği bir öğrencisi halen İzmir Devlet Opera ve Balesi'nde Orkestra Şefi, bir diğer öğrencisi ise İstanbul Teknik Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır.Birçok öğrencisi uluslararası piyano yarışmalarında önemli dereceler almıştır. Ayrıca Radyo ve TV bantları yaptı. İstanbul Belediye Şehir Orkestrası, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, İzmir Devlet Senfoni Orkestrası'nda solist olarak çaldı. Yurt içinde ve dışında tek ve iki piyanolu resitaller verdi. No Problem (MFÖ albümü) No Problem, MFÖ'nün 1987 yılında çıkardığı dördüncü stüdyo albümdür. Tim Plak'tan çıkan bu albümdeki şarkıların çoğunda grup Garo Mafyan ile çalıştı. Albüme adını veren şarkı ilk olarak 1987 Eurovision Türkiye Elemeleri'nde seslendirildi ancak Türkiye'yi temsil etme şansı kazanamadı. Albümden "Tam Ortasındayım" ve "Muhabbetler Sana Doğru"nun Yaprak Özdemiroğlu ile beraber söylenmiş bir versiyonu bir sene sonra yayınlanan ve başrolünde Mazhar Alanson'un oynadığı Atıf Yılmaz filmi "Arkadaşım Şeytan"'da yer aldı. Albüm, uzun yıllar boyunca MFÖ'nün plak formatında çıkan son albümü oldu. 2013'te WePLAY tarafından CD olarak piyasaya sürülen albüm, 2017'de Rainbow 45 Records tarafından tekrar plak olarak piyasaya sürüldü. Vak the Rock Vak the Rock, 1986 yılında yayınlanan MFÖ albümü. Grubun üçüncü stüdyo albümüdür. Ayrıca Balet Plak'tan çıkan son MFÖ albümüdür. Bir önceki albüm "Peki Peki Anladık" gibi bu albümde de grup Peter Schön ile çalıştı ve şarkıları Hollanda'da kaydetti. Grup, bu albüm ile tekrar tamamen Türkçe şarkılardan oluşan albümler kaydetmeye başladı. Grup, albüme adını veren şarkı "Vak the Rock" ve Disney krakterleri Cin, Can ve Cem'li kapakları ile ilk kez çocuklara yöneldi. "Vak the Rock"ın klibi Ali Murat Erkorkmaz tarafından çizilen animasyon karakterler ile İzzet Öz'ün çektiği grup görüntülerinin birleşiminden oluşmuş ve bu klip Türkiye'nin ilk animasyon klip olmuştur. Ancak albümün geri kalanında çocuklara yönelik bu tarz devam ettirilmedi. Grubun üç elemanın da söz ve beste olarak katkıda bulunduğu albümdeki "Adımız Miskindir Bizim", Yunus Emre'nin bir eseri olup, ilk olarak 1974 yılında çıkan Mazhar ve Fuat albümü "Türküz Türkü Çağırırız"'da yorumlanmıştı. "Sanatçının Öyküsü" ise Mazhar Alanson tarafından 1970'lerin sonunda TRT ekranlarında seslendirilmişti. Ele Güne Karşı Yapayalnız Ele Güne Karşı Yapayalnız, 1984 yılında yayınlanan MFÖ albümü. Grubun ilk albümüdür. Bir ilk albüm olmasına rağmen haftalarca liste başı olan albüm, yıllar sonra da ilgi görmeye devam etti. Hürriyet Gazetesi tarafından Türk müziğinin de en iyi albümü seçildi. 1970'lerin sonunda bir üçlü olarak çalışmaya karar veren müzisyenler Mazhar Alanson, Fuat Güner ve Özkan Uğur, tamamen kendi bestelerinden oluşan bir albüm yayınlamak için çalışmalara başladı. 1983 yılının ikinci yarısında şarkıların çoğu İstanbul Gelişim Orkestrası ile kaydedildi. Grup bu şarkılarla yapımcı Yeşil Giresunlu'ya gitti. Giresunlu, bu şarkıların tutmayacağını iddia edip albümü basmaya yanaşmasa
da ısrarlar sonucu kararını değiştirdi. Albümdeki bütün şarkılar Mazhar Alanson ve Fuat Güner tarafından besteledi ve birçoğu daha önce farklı şekillerde gün yüzüne çıkmıştı. Bu şarkılardan "Ele Güne Karşı" ve "Yalnızlık Ömür Boyu", aslen Fuat Güner tarafından Ferhan Şensoy'un Şahları da Vururlar oyunu için bestelenmiş ve farklı sözlerle söylenmişti. Şarkılar daha sonra Mazhar Alanson'un yeni sözleri ile bilinen hallerine getirildi. "Güllerin İçinden" ilk olarak 1974 yılında çıkan Mazhar - Fuat albümü "Türküz Türkü Çağırırız"'da farklı bir düzenleme ile yayınlanmıştı. Bu şarkı ve "Bu Sabah Yağmur Var İstanbul'da"da Erkan Oğur, perdesiz gitar sololarıyla gruba katkıda bulunmuştur. "Olmuyor Olamıyor" Fuat Güner tarafından "Ben" adıyla, "Ondan Şikayet Bundan Şikayet" ve "Sen ve Ben" Mazhar Alanson tarafından, "Bodrum" ise Mazhar ve Fuat tarafından TRT ekranlarında 1970'lerde yayınlanmıştı. Taner Öngür'ün mandolini ile eşlik ettiği "Bodrum" bu kaydı ile albüme alınmıştır. Holden Caulfield Holden Caulfield, J. D. Salinger'ın "Gönülçelen" (özgün adıyla: "The Catcher in the Rye") romanının baş karakteridir. Holden, on altı yaşında, çevresindeki sahte dünyayla kendini bağdaştıramadığı için asosyal olan bir çocuktur. Zengin ailesinin yolladığı tüm okullardan "kendini derslerine yeterince vermemesi" nedeniyle atılmıştır. Holden; kardeşinin genç yaştaki ölümü, çevresindeki sahte davranışlar, değişimler ve büyüklüğün getirdiği sorumluluklar içinde kaybolarak bir çöküşe geçer. "Çavdar Tarlasında Çocuklar" da Holden'ın bu süreçteki deneyimlerini anlatır. Holden Caulfield yazıldığı günden beri, ergenlik dönemden geçen birçok çocuğun duygularına yer vermesi ve kitabın 'rahat' bir uslupla yazılmış olmasından birçok kişinin kahramanı olmuştur. Karakterin yaratılmasındaki başarıya rağmen, aynen kitap gibi karakter de birçok yönden eleştirilmiştir. Karakter, 1941'de "The New Yorker" gazetesinde yayınlanan "Are You Banging Your Head Against a Wall?" adlı Salinger öyküsünde yer aldı. Daha sonra 1946'da yayınlanacak "Madison Dışındaki Küçük Ayaklanma" adlı öyküye çevrilecek olan bu hikâyede Holden'ın, Sally Hayes ile kaçma isteği, Carl Luce ile içmesi ve sarhoşken Sally'yi araması anlatılmıştır. Daha sonra bu öykü Çavdar Tarlasındaki Çocuklar kitabında yer alacaktır. 1945 tarihli "Ben Deliyim" öyküsü de Holden'ın futbol maçı izlemesi, öğretmeni Mr. Spencer ile geleceğini tartışması ve sonra eve dönüp kardeşiyle konuşmasını anlatmaktadır. Daha sonra bu öykü de kitabın başlangıcına çevrilecektir ve Holden'ın kardeşi Phoebe'nin Salinger eserleri içinde ilk ve son kez görünümü bu hikâyededir. 1944 tarihli "Last Day of the Last Furlough" ve yayınlanmamış kısa öyküler "Peter Pan'ların En İyisi ve En Sonuncusu" (1942) ve "Bovling Toplarıyla Dolu Okyanus" (1945) Caulfield ailesini içermektedir. "Last Day of the Last Furlough"ta ana kahramanın Holden'ın ağabeyi Vincent Caulfield (D.B. Caulfield) ile konuşması anlatılmaktadır. Bağıntısal cebir Bağıntısal cebir, cebirin bağıntılar üzerine yoğunlaşıp birinci düzey mantığı kullanan bir dalıdır. Bilgisayar bilimlerinde, ve özellikle veritabanı kuramlarında uygulamalarına rastlanır. İlk Yunan tanrıları Günümüzde genellikle Hesiod'unki baz alınsa da tarih boyunca birbirinden çok farklı Yunan theogoniaları olmuştur. Bunların dışında, Yunan filozof ve düşünürleri de kendi primordiyal tanrılarıyla, kendi theogonilerini oluşturmuşlardır. Brasília Brazilya, Brezilya'nın başkentidir. 1956-1960 yılları arasında 41 ayda inşâ edilmiştir. Nüfusu 2008 yılı itibarıyla 2.557.000'dir. Brazilya, şehir planlamacısı Lúcio Costa ile baş mimar Oscar Niemeyer'in öncülüğünde tasarlanmış ve ve 3,5 yıl gibi kısa bir sürede tamamlandıktan sonra Rio de Janeiro'dan sonra ülkenin yeni başkenti yapılmıştır. Brezilya, ulusal başkenti olarak Brezilya hükümetinin bütün yapıları bu şehirdedir. Şehir ayrıca Brezilya çıkışlı büyük firmaların ("örneğin Banco do Brasil, Caixa Econômica Federal, Correios ve Brasil Telecom") genel merkezlerini de barındırmaktadır. Şehir, inşası ve barındırdığı değişik bölgeleri ile 21. yüzyıldaki fazla nüfusun yaşadığı büyük şehirlerin planlanmasında, şehir ve bölge planlama açısından dünyada kaynak gösterilen bir konumdadır. Porto Alegre Porto Alegre, Brezilya'nin 26 eyaletinden biri olan Rio Grande do Sul'un başkenti ve en büyük nüfuslu şehridir. Portekizce ismi "Mesut Liman" anlamına gelir. Porto Alegre Brazilya eyaletleri arşında başkent olan şehirlerin en güneyinde bulunanıdır. Porto Alegre şehrinin sınırları içinde alanı 496.827 km² olup 2010 nüfus sayımına nazaran Porto Alegre şehrinin sınırları içindeki nüfus 1,509,939 kişidir ve böylece bu şehir Brezilya içinde 10. sırada gelmektedir. Şehir ve sınırları dışında bulunup şehre bağlı olan varoşları ile birlikte Porto Alegro Metropoliten Bölgesi nüfusu 2010 itibarıyla 4,405,760 kişiye ulaşmaktadır. Porto Alegre Brezilya'nın en önemli olan kültürel, politik ve ekonomik merkezlerinden biridir. Porto Alegre 1742 yılında Azor Adaları üzerinden gelen Portekizli sömürgeciler tarafından kurulmuştur. 19. yüzyıl sonlarında şehir Avrupalı, özellikle Alman, İtalyan ve Polonyalı göçmenlerin yerleşmeleri ile Brazilya'nın önemli şehirleri arasına girdi. Günümüzde bu şehirdeki nüfusun çok büyük bir oranı Brezilya'ya yerleşen beyaz ırktan Avrupalı asıllılardan gelmişlerdir. Şehir Rio Guaiba (Guaiba Gölü)'nun doğu sahillerinde kuruludur. Bu gol beş değişik akarsuyu birleşme mevkiidir. Bu birleşen akarsular gayet büyük bir tatlısu sahil golü "Lagoa des Patos (Ördekler Sahil Gölü)"'nu oluşturmaktadır. Bu sahil golü o kadar çok derindir ki günümüzde en büyük gemiler bile hiç problemsiz bu sahil golüne girebilmektedirler. Bu beş akarsunun birleşme mevkii günümüzde Port Alegro ismi ile Brezilya'nın en başta gelen sınai ve ticari merkezi haline gelmiştir. Porto Alegro ekonomis gayet geniş alanlarda tarımsal ve sanayi malları üretmekte ve bunları ulusal ve uluslaarası piyasalarda satmaktadır. Porto Alegro limanı yerel tarımsal ürünlerin nakledilmesinde gayet önemli bir rol oynamaktadır. Şehrin etrafında bulunan kırsal arazilerde küçük çiftçiler tarafından büyük miktarlarda erik, ve şeftali gibi meyveler; pirinç ve kasava yetiştirilmektedir. Bunlar Porto Alegro limanı vasıtası ile tüm Brezilya sahillerine nakledilebilmektedir. Şehir sanayileri arasında dericilik ve ayakkabı yapımı önemli sanayiler olmaktadır. Bu sanayi alanında özellikle metropolitan Porto Alegro'nun bir parçası olan Novo Hamburgo Brezilya ekonomisine önemli katkılar yapmaktadır. Porto Alegre'nin "Guaiba Gölü" kıyılarında gayet uzun bir sahili bulunmaltadır.. Bu sahiller ve yakınlarında 50 tane irili ufaklı tepe bulunmaktadır. Gayet büyük bir su alanı olan gölde şehre bakan ve birbiri içine girmiş birçok ada bulunmaktadır ve bu adalarda gayet nadir bulunan ve gayet yaygın ve değişken vahşi hayvanlar ve bitkiler ihtiva eden çevresel sistem yaratılmıştır. Bu bölge Rio Grande do Sol eyaletinde bulunan Atlantik tipi yerli bitkilerin %28ini içinde bulundurmakta ve 9,266 türde bitki ihtiva etmektedir. Bu bitkılaer arasında "Atlantik Sahili Oranları"'ndan kalan birçok ağaç bulunmaktadır. Şehir böldgessiende ki tepelerde ve adalarda gayet çok değişik tur bitkiler yaygın olarak bulunamaktdır. Porto Alegro şehri ve metropoliten bölgesinde doğal çevre çok sayıda ağaçlıklı parklar, meydanlar ve sıra sıra ağaçlı sokaklar ihtiva etmektedir. Son yıllarda Porte Alegre yerel ve yörel idaresi çok sayıda kamu devlet sektörünün parçası olmayan sosyal amaçlı organizasyonların gelişmesine sahne olmuştur. Sehir Dünya Sosyal Forumu adlı uluslararası tıplantıya misafirlik etmiştir. Şehrin yerel idaresi dünyada ilk defa "halkın katıldığı yıllık bütçe hazırlama" girişiminin uygulaması ile isim yapmıştır. Şehirde futbol önemli spordur. 1950 FIFA Dünya Kupası maçları bu şehirde de oynanmıştır. Şehir 2014 FIFA Dünya Kupası maçlarının bazılarına da misafirlik yapmaya hazırlanmaktadır. Porto Alegre şehrinin şu şehirlerle resmi kardeş şehir baġlantısı bulunmaktadır: Rio de Janeiro Rio de Janeiro, bulunduğu eyaletin başkenti ve Brezilya'nın en büyük ikinci kentidir. Rio de Janeiro (Türkçe: Ocak Irmağı), (Portekizce telaffuzu: [ˈhiw dʒi ʒʌˈnejɾu]). Şehrin tam adı: São Sebastião do Rio de Janeiro (Saint Sebastian'ın Ocak Irmağı) şeklindedir. São Paulo'dan sonra, Brezilya'nın ikinci büyük şehridir. Maracanã Stadyumu ve Kurtarıcı İsa heykeli burada bulunmaktadır. Rio de Janeiro, 2016 Yaz Olimpiyatları ve 2012 Dünya Gençlik Kongresi'ne ev sahipliği yapmıştır. Dünyanın en büyük karnavalı olan 'Rio Karnavalı' bu şehirde düzenlenmektedir. Günümüzde samba dansıyla kutlanmasına rağmen ilk olarak 1840 yılında polka ve vals dansı yapılarak kutlanmıştır. Pedro Álvares Cabral'ın filosundaki bir geminin kaptanı olan komutasındaki Portekizli gezginciler 1 Ocak 1502’de Guanabara Körfezi’ne ayak basan ilk Avrupalılar oldu. Bu tarihten sonra bu körfeze Rio de Janeiro denildi. Bir iddiaya göre, Floransalı kaşif Amerigo Vespucci de bu seyahate Kral Birinci Manuel'in davetiyle katılmıştır. Portekizliler karaya ayak bastığında bu topraklarda Tupi (Amazon halkı), Puri, Botocudo ve Maxakali halkları yaşamaktaydı. Guanabara Körfezi’nin adalarından biri olan Villegagnon 1555’de Fransız amiral Nicolas Durand de Villegaignon komutasındaki 500 asker tarafından işgal edildi. Amiral, bu bölgede Fransız kolonisi () kurmak için çabalamış ve adaya denilen kaleyi inşa ettirmiştir. Rio de Janeiro şehri 1 Mart 1565 yılında Aziz Sebastian’a ithafen São Sebastião do Rio de Janeiro adıyla kurulmuştur. Aynı zamanda dönemin Portekiz kralı da aziz ile aynı ismi taşımaktaydı. Rio de Janeiro, Guanabara Körfezi'nin adıydı. 18. yüzyılın başlarına kadar, şehir Fransızlar ve korsanlar tarafından birçok defa saldırıya uğramış ve istila edilmiştir. ve bu istilacılardan bazılarıdır. 17. yüzyılın sonlarında, ’in komşu eyalet Minas Gerais'de altın ve elmas bulmasıyla  Rio de Janeiro kuzeydoğu kıyılarına çok uzak olan Salvador, Bahia şe
hrinin yerini alarak ihracat için çok daha işlevsel bir limana dönüşmüştür. (Altın, değerli taş ve şeker ihracatı yapılmaktaydı.) 27 Ocak 1763’de Portekiz Amerikası koloni başkenti Salvador’dan Rio de Janeiro’ya taşınmış ve bu konumunu 1808’e kadar korumuştur. Napolyon’un Portekiz’i istila etmesiyle kraliyet ailesi ve birçok soylu aile Lizbon'dan Rio de Janeiro’ya kaçtı. Bu zamandan sonra şehir krallığın başkenti statüsünü elde etti ve Avrupa dışında bulunan tek  Avrupa başkenti oldu. Ancak, aniden çıkıp gelen yüzlerce asilzadenin yerleşmesi için şehirde uygun hiçbir yapı yoktu. Bu yüzden birçok yerli halk evlerinden çıkarıldı ve bu mülkler soylulara teslim edildi. Afrika kökenli kölelerin Rio de Janeiro'ya büyük bir akını vardı. 1819'da 145.000 olan köle sayısı 1840'da 220.000'e ulaşmıştır. 1822’de Prens Pedro Brazilya’nın bağımsızlığını ilan ettiğinde Rio de Janeiro'nun başkent statüsünü sürdürmesine karar verdi. 1889’dan sonra monarşinin yerini cumhuriyete devretmesinden sonra bile Rio başkent olarak kalmaya devam etti. 20. yüzyılın başlarına kadar Rio, tarihi şehir merkezi olarak bilinen Guanabara Körfezi’nin ağız kısmıyla sınırlıydı. Yine bu yüzyılın başlarında şehir merkezi güney ve batı yönlerinde Zone Sul'a ( Güney Bölgesi) doğru kaymaya başladı.  Daha sonra dağların altından geçen ilk tünelin yapımıyla  Botafogo ve bugün Copacabana diye bilinen bölge birbirine bağlandı. 1905'den sonra Rio'nun tramvay sisteminin yenilenmesi ve elektrikleştirilmesiyle, şehir kuzey güney hattında genişleme imkanı elde etti. 1930'da Botafogo’nun doğal güzelliği, Amerikalıların lüks ’nin ünüyle birlikte anılmaya başlandı ve Rio'nun plaj partisi şehri (beach party town) olarak ün yapmasını sağladı. (Günümüzde bu ün gecekondu bölgelerindeki uyuşturucu ticaretinden kaynaklanan şiddet olayları yüzünden bir miktar kırılmıştır.) Başkenti ülkenin daha merkezi bir bölgesine taşıma planları zaman zaman tartışma konusu olmuştur. 1955’de Juscelino Kubitschek'in yeni bir başkent inşa etme vaadi devlet başkanı seçilmesinde etkili oldu. Birçok kişinin bunu sadece seçimi kazanmak için öne atılan bir söz olduğunu düşünmesine rağmen, Kubitschek büyük bir masrafla yeni başkent Brazilya'yı 1960’da inşa ettirdi. Aynı yıl, 21 Nisan’da Brezilya’nın başkenti resmi olarak Brazilya’ya (Brasilia) taşındı. 1960 ve 1975 tarihleri arasında  Rio, Guanabara Eyalet’i adı altında bir şehir devletiydi (city-state). Ancak yönetimsel ve politik nedenlerle, ‘’The Fusion’’ olarak bilinen başkanlık kararnamesiyle şehrin federal yapısı ortadan kaldırıldı  ve şehri çevreleyen ve başkenti Niteroi olan Rio de Janeiro Eyaleti (State of Rio de Janeiro) ile 1975'de birleştirildi. Bugün bile Rio’nun eskide kalan şehirsel özerkliğini savunanlar vardır. Şehir 2007 Pan Amerika Oyunları’na ve 2014 FIFA Dünya Kupası’na ev sahipliği yapmıştır. 2 Ekim 2009’da Uluslararası Olimpiyat Komitesi Rio de Janeiro’nun 2016 Olimpiyat Oyunları ve Paralimpik Oyunları’na ev sahipliği yapacağını duyurdu. Rio, diğer finalist şehirler Chicago, Tokyo ve Madrid’in arasından seçildi ve böylelikle şehir Olimpik oyunlara ev sahipliği yapan ilk Güney Amerika şehri ve ikinci Latin Amerika şehri konumuna erişti. Ayrıca şehir Brazilya’da ilk olarak 2013’de Dünya Gençlik Günü’ne ev sahipliği yaptı. Zengin ve fakir arasındaki ciddi eşitsizlik, sosyo ekonomomik grupların çoğunlukla şehrin farklı bölgelerinde yaşamalarına sebep olmuştur. Rio dünyanın başlıca metropolleri arasında anılmasına rağmen, nüfusun oldukça büyük bir bölümü favelas denilen kenar mahallelerde yaşamaktadır. Bu gecekondu mahallelerinde yaşayan halkın %95'i yoksulluk çekmektedir ve bu oran Rio popülasyonunun %40'ına denk gelmektedir. Hükümet birtakım konut projeleriyle bu yoksul bölge halkının yaşam koşullarını düzeltmeyi, buradaki yaşamı şehrin diğer kesimleriyle birleştirmeyi hedeflemektedir. Bu kopukluğun giderilmesi kaynakların daha etkili kullanılabilmesi için de önem arz etmektedir. Rio'nun koordinatları 22° 54' güney, 43° 14' batıdır. Rio de Janerio'nun kent nüfusu 6.136.652'dur. Alanı ise 1.182,3 kilometrekaredir. Ekvatoral iklimin görüldüğü Brezilya'da, Rio tropikal iklime sahiptir. Rio de Janerio'da görülen en yüksek sıcaklık 43,2 °C'dir (110 °F). Ocak 1984'de görülmüştür. Khaos (mitoloji) Khaos (Xάος), Yunan mitolojisinde (boş uzam, boşluk, uçurum, kaos'un tanrısı) ilk tanrı olan Khaos, Düzen'den ya da öteki adıyla Evren'den (Kosmos) önce gelmiştir. Platon'un Timaios diyaloğunda ele aldığı şekliyle, Khaos'u yaratan ve babası olan İlk Tanrı Kronos, var olan şeyleri düzene koymuş, onlara biçim vermiş, ama onları yaratmamıştır. İlk önce Khaos Toprak Ana-Gaia ve Erebus'u yarattı. Erebus ile Gaia ise birlikte Aether'i yarattı sonra Aether ile Gaia birlikte Gök-Baba Uranos'u yarattı daha sonraGaia ve Uranos'un birleşmesinden Brontes, Steropes ve Arges ('gökgürültüsü', 'parıltı' ve 'şimşek') isimli üç Kyklop doğdu. Kykloplar alınlarının ortasında taşıdıkları tek gözleri ile yer altı alevini gökyüzü ateşine dönüştürüyorlardı. İkinci olarak Gaia ve Uranos elli başlı yüz kollu Kottos, Briareus ve Gyes ('öfke', 'güç', 'dehşet') adlı Hekatonkheirleri yarattılar. Ve nihayet Titanlar (6 tanrı ve 6 tanrıçadan oluşan) oluşturuldu. Titanlar: Kronos, Iapetos, Okeanos, Hyperion, Krios, Koios. Titanisler: Rhea, Themis, Tethys, Theia, Mnemosyne, Phoebe. Sonra Kronos babası Uranüs'ü tahtan indirdi ve Rhea ile evlendi bu evlilikten Tanrılar ( 3 Tanrı, 3 Tanrıça ) Tanrılar: Zeus, Poseidon, Hades, Hera, Demeter, Hestia. Ur Ur, aşağıdaki anlamlara gelebilir: Şevket Altuğ Şevket Altuğ (d. 13 Mart 1943, Bandırma, Balıkesir), Türk tiyatro ve sinema sanatçısı. 1960 yılında Galatasaray Lisesi'ni bitiren Altuğ, aynı yıl girdiği İstanbul Üniversitesi Sinema ve Konservatuvar Bölümü'nde dört sene eğitim görmüştür. Tiyatro hayatı 1962 yılında başladı. 5 yıl süreyle "AEG" reklamlarında oynadı. İlk olarak "Seyahatname" isimli bir televizyon dizisinde rol aldı. 1975 yapımı İşte Hayat Altuğ'un ilk sinema filmi olmuştur. Perihan Abla dizisindeki "Şakir" ve Süper Baba dizisindeki "Fikret" rolleri ile birçok filmde rol almıştır. 11 kez Altın Portakal Sinema Ödülü alarak Sinema Tarihine adını kazımıştır. Şevket Altuğ, son olarak 2002-2003 yayın döneminde yayınlanan "Unutma Beni" adlı dizide bir Hırsız'ı canlandırdı. 1971 yılında kendisi gibi tiyatrocu olan Jale Altuğ ile evlendi. Kezban ve Kerem adında iki çocuğu vardır. 2002 yılından beri yazlarını Datça'da geçirmektedir. Susurluk Susurluk, Balıkesir'in bir ilçesidir. İlçe merkezinin nüfusu 23.800'dür. Susurluk ilçesi Balıkesir iline bağlı bir ilçe olup, ilin kuzey doğusunda yer almaktadır. İlçenin doğusunda Bursa'ın Mustafakemalpaşa ilçesi, kuzeyinde yine Bursa'nın Karacabey ve Balıkesir'in Bandırma ilçeleri, batısında Manyas, güney ve güney doğusunda Kepsut ilçesi yer almaktadır. Ayranı ve tostu ile bilinir. 1996'daki trafik kazası ise dünyaca tanınmasına neden olmuştur. İlçe Lidyalılar, Romalılar, Bizanslılar ve Selçukluların egemenliklerinden sonra, Karesi Beyliği’nin idaresine geçmiştir. Osmanlı idaresine geçmesi Orhan Gazi zamanında gerçekleşmiştir. Susurluk'un bulunduğu yer, Karesi Beylerinden İne Bey Vakfına ait ormanlık ve bataklık boş bir alan iken İne Bey’in torunları burasını Susığırlık adı altında bir çiftlik halinde idare etmiştir. Daha sonra 1634'te Karaman tarafından gelen akıncılar, Hacı Hatip Oğulları buraya yerleşmişlerdir. Susığırlık çiftlik halinde iken, Bursa ve İstanbul’a geçen kervanların konaklama yeri olmuştur. 1858 ve 1878 Türk-Rus savaşında Anadolu’ya göç eden Bulgaristan ve Kafkas Göçmenleri ve sonraları Ahmet Vefik Paşa tarafından iskan ettirilen Türkmen aşiretleriyle kalabalıklaşmıştır. Susurluk 1892'de bucak, 1926'da ilçe olmuştur. 5 Eylül 1922 Susurluk’un düşman işgalinden kurtuluş günüdür. Her yıl 5 Eylül'de “Kurtuluş Bayramı” törenlerle kutlanmaktadır. 3 Kasım 1996'da meydana gelen trafik kazası ve ardından patlak veren skandalla (Susurluk davası) tanınan Susurluk ilçesi, Türkiye'nin gündemine derin devlet tartışmalarını getirmiştir. Doğu kesimini Çataldağ (1336 m), batı kesimlerini Sularya dağlarının uzantısı olan Keltepe (881 m) engebelendirir. Dağlık alanlar ormanlarla kaplıdır. Susurluk ilçesi deniz seviyesinden ortalama olarak 63 m yüksekliktedir. Fazla yüksek olmayan engebeli arazilerden oluşan ilçe toprakları,ilin kuzey doğusunda yer almaktadır. İlçe merkezinin doğusundan (Simav) Susurluk Çayı geçmekte ve şehri eski Susurluk ve Karşıyaka Mahallesi olarak ikiye bölmektedir, ilçenin güney batısından gelip şehrin içinden geçen Hatap deresi, şehrin doğusunda Susurluk Çayı'yla birleşmektedir. Şehrin doğusunda yer alan Çataldağ'dan gelen ve Susurluk Çayı'yla birleşen Çaylak Deresi ilçenin su kaynağı olmuştur. Kıyısında Çaylak Mesire Yeri vardır. Ulaşım imkânları bakımından ilçe merkezi çok elverişli bir konumda olup, İstanbul, İzmir, Balıkesir ve Bandırma (Hızlı Feribot) karayolu üzerindedir. İlçe merkezi etrafında bulunan dinlenme tesisleri birçok vatandaşa istihdam sağlamaktadır. İlçenin Balıkesir’e uzaklığı 45 km, Bursa iline uzaklığı 108 km'dir. Susurluk merkezinden çevre il, ilçe ve köylerin hepsine ulaşım imkânı vardır. 9 mahallenin ulaşımı stabilize yol, 35 mahallenin ulaşımı asfalt yol ile sağlanmaktadır. İzmir-Bandırma demiryolu ilçeden geçmekte olup, en yakın sivil hava alanı ise 108 Km. uzaklıktaki Bursa hava alanıdır. Bandırma’dan her gün karşılıklı olarak düzenlenen Bandırma-İstanbul Hızlı Feribot seferleri ilçe için de ayrı bir yarar sağlamaktadır. İlçe elektrik bakımından “Ulusal Enterkonnekte” şebekeye bağlı olup; şehir içi şebekesi yeterlidir. Balıkesir ile Susurluk arasına ikinci bir enerji nakil hattının istimlak çalışmaları devam etmektedir. Şehrin içme suyu miktar olarak yetersiz olup, dağıtım şebekesi eskidir. Mevcut suyun fazlalaştırılması için Çataldağ İçme ve Sulama Göleti programa alınarak, 13.11.2001 günü temeli atılmış, 2008 yılında tamamlanmıştır. İlçeye bağlı 44 mahallenin içme suyu şebekelidir. İlçe mer
kezinde 9.216, çevre mahallerinde 6.241 olmak üzere toplam 15.457 abonelik otomatik telefon santralleri mevcut olup, merkezde 1, köylerde ise 14 santral bulunmaktadır. Bütün köylerde telefon hattı mevcuttur. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi'ne (ADNKS) göre Susurluk'a bağlı belde ve köylerin 2008, 2009, 2010 ve 2011 yılı nüfus bilgileri aşağıdaki tabloda yer almaktadır. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi'ne (ADNKS) göre Susurluk'a bağlı belde ve köylerin 2008, 2009, 2010 ve 2011 yılı nüfus bilgileri yukarıdaki tabloda yer almaktadır. İlçenin 54 Mahallesi bulunmaktadır. 2014 yılında Balıkesir ilinin büyükşehir statüsü alması ile birlikte ilçedeki 44 köy ve 2 kasaba mahalle statüsüne dönüşmüştür. Merkez ilçede belediye vardır. İlçe merkezinde 6 İlköğretim Okulu, 5 Ortaöğretim Okulu, 1 Genel Lise, 1 Anadolu Lisesi, 1 Teknik Lise ve Endüstri Meslek Lisesi, 1 İmam-Hatip Lisesi, 1 Kız Meslek Lisesi bulunmaktadır. Ayrıca Mesleki Eğitim Merkezi Müdürlüğü 2001-2002 Öğretim yılında eğitim öğretime açılmıştır. Balıkesir Üniversitesine bağlı Susurluk Meslek Yüksek Okulu mevcut olup; bünyesinde Süt Ürünleri, Et Ürünleri, Elektronik ve Otomasyon, Gıda İşleme, Veterinerlik programlarını bulundurmaktadır. Susurluk, ayranı ile meşhurdur. İlçe sınırlarında, Bursa-İzmir karayolunda olması sebebiyle, pek çok dinlenme tesisi bulunur. Dinlenme tesisleri ve beraberindeki fabrika satış mağazaları ilçe ekonomisine ve istihdama çok büyük katkılar sağlamaktadır. İlçe topraklarının engebeli yapısı hayvancılıkta yol alınmasına neden olmuştur. İlçe ekonomisi büyük oranda küçük ve büyük baş hayvancılığa ve ondan elde edilenlerin işlenmesine dayanır. Yörsan Süt ve Süt Ürünleri Fabrikası ile Susurluk Şeker Fabrikası ilçe merkezinde bulunur. İlçe köylerinde ise Assan Aş ve Fide Aş Konserve Fabrikaları, Ümiteli Köyünde Ahi Güven ve Uçar Donmuş Gıda Fabrikaları ile Askon Meyve Suyu Fabrikası bulunmaktadır. Dört Mevsim Et Aş Entegre Tesisi, Türkiye'nin en önemli hijyenik et ve et ürünleri üretim tesisleri arasında bulunmaktadır. İlçede tarımsal ekonominin şah damarı hayvancılıktır. Tümü saf ırk olan 30.000 büyükbaş hayvan, bunun yanında 30.000 küçükbaş damızlık hayvan bulunmaktadır. Bu nedenlerle hayvancılık ve hayvan beslemeye yönelik yem bitkileri ekilişleri ilçenin en önemli ekonomik kaynağını oluşturmaktadır. İlçede Tarım faaliyetleri, oldukça çeşitli ve yoğundur. En önemli Tarım ürünleri; Şekerpancarı, Domates, Biber, Ayçiçeği, Buğday ve diğer tarım ürünleridir. İlçe sanayisi de; potansiyelimiz olan Tarım ürünlerimize dayalı olarak çalışmaktadır. İlçemizde bolca, Salça ve Konserve, hazır yemek ve dondurulmuş gıda, konsantre fabrikaları bulunmaktadır. İlçede aynı zamanda, meyveciliği geliştirme projesi kapsamında, meyve üretimi de teşvik edilmekte, İlçe Tarım Müdürlüğü ve S.S. Susurluk ve Köyleri Yaş Sebze Meyve Yetiştiricilikleri Kooperatifi fidan desteği sağlamakta, Seracılık faaliyetleri de yaygınlaşmaktadır. Tarım arazilerinin % 92'si tarım arazisi, %6'sı Sebze - Meyve alanı, %0,5'i Bağlık arazi, geriye kalan %1,5'i nadas alanı olarak kullanılmaktadır. İlçede 2 adet kaplıca vardır. Biri Bandırma yolundaki Ilıcaboğazı Kaplıcaları (şehir merkezinden yaklaşık 23 km) diğeri ise Yıldız Köyü Kaplıcaları Balıkesir yolunda şehir merkezine yaklaşık 17 km mesafededir. Ayrıca Türkiye'nin en büyük alışveriş merkezlerinden Festiva Outlet Park Balıkesir karayolunda Susurluk'a 10 km mesafede yer almaktadır. Bristol Bristol, Birleşik Krallık İngiltere ülkesinin "Güney-Batı" bölgesinde bulunan bir törensel kontluk ve tek-seviyeli-yerel-idare-bölgesi ve bir şehirdir. Bristol'a şehir olma krallık beratı 1155'te ve idari kontluk olma beratı ise 1373'te verilmiştir. 13. yüzyıldan beri 500 yıl Bristol İngiltere'nin en büyük üç şehri arasında bulunmuş ve sıralamada yerini ancak 18. yüzyıl sonlarında Kuzey ve Kuzey-Batı İngiltere'deki sanayi şehirlerinin gayet hızla gelişmeleri sonucu kaybetmiştir. Şehir Avon Nehri kenarında kurulmuştur ve Atlantik Okyanus'una Bristol Körfezinde katılan Severn Nehri Halici kenarlarında da bulunmaktadır. Bu nedenle yüzyıllarca Bristol İngiltere'nin en büyük limanlarından biri olmuştur. Ticarî Bristol Limanı önce yüzyıllarca şehir merkezindeyken günümüzde Severn Halicinin ağzına doğru yer değiştirmiş ve şehir sınırlarının hemen batı kenarında bulunan Avonmouth ve Royal Portbury Doklarına geçmiştir. Bristol şehri Somerset ve Gloucestershire kontlukları ile sınırlıdır ve güney-batısında Bath şehri ve kuzeyinde Gloucester şehri bulunmaktadır. 2009 tahminine göre tek-seviyeli-yerel-idare sınırları içinde nüfusu 433.100 kişi ve etrafındaki şehirleşmiş bölgedeki varoşlar, kasabalar ve köyler katılmasıyla tanımlanan "Büyük Şehirsel Bölge (LUZ)" nüfusu 1.006.600 olarak tahmin edilmektedir. Bristol nüfus bakımından Birleşik Krallık'ın altıncı büyük şehri ve Güney-Batı İngiltere bölgesinin en büyük şehirdir. Bristol bölgesinde ticaret, kültür ve eğitim açısından liderdir. Şehrin ekonomik gücü, mühendislik, havacılık, finansal servisler, medya ve turizm gibi alanlardan gelmektedir. Şehir birçok eğlence, spor ve alışveriş aktivitesini gerçekleştirebileceğiniz bir yer olduğu gibi aynı zamanda büyük şehirlerde olmayan topluluk hissini de vermektedir. Bristol, karnavalları, festivalleri, arları, müzeleri, sanatçıları ile hem hareketli bir şehirdir hem de dinlenmek isteyenler için birçok olanak sunar. Şehir 1000 yıllık bir limana sahiptir ama bu tarihi limanlar kapanmış ve eğlence ve sanat aktiviteleri için tekrar düzenlenmiştir. Şehir nüfusuna göre yaşayan insanlar için çok fazla açık alana sahiptir. Aynı zamanda çok iyi bir ulaşım ağı vardır. Londra ve sahil kentlerine günü birlik gitmek mümkündür. Bristol Uluslararası Havalimanı'nın genişletilmesi ile birlikte daha uzak yerlere gitmek oldukta kolaydır. Canterbury Canterbury, Birleşik Krallık İngiltere ülkesininin Güney-doğu (South-East) İngiltere bölgesinde bulunup Kent Kontluğu'na bağlı ikincil Canterbury Şehir Yerel İdaresi merkezi ve ortçağlardan beri "şehir" statüsü de taşıyan bir yörel idare ve yerleşim birimidir. Canterbury "Cantiaccı" adlı bir Kelt kabilesinin yerleşkesi iken MS, 1. yüzyılda Britanya'yı fetheden Romalılar tarafından bir Roma şehrine dönüştürülmüş ve "Durovernum Cantiacorum" (Cantiacı'lerin kızılağaç korusu yanında tahkimli mevki) adı verilmiştir. Romalılar bu şehri birbiriyle kesişen sokaklarla yeniden kurmuşlar; şehre bir forum, bir tapınak ve bir hama yaptırmışlar ve şehrin etrafına surla inşa etmişlerdir. Romalılar MS 410'da Britanya'dan ayrıldıktan sonra bu şehri çökmüş ve boş bırakılıp harabeye dönmüştür. Bu adaya geçen Angle-Saksonlar yavaş yavaş bu eski şehre yerleşmişler ve sonra göç eden Jutland'lılar için bu eski şehir merkez şehir olmuştur. Bunlar tarafından eski İngilizce olarak Cantwareburh ("Kent halkının tahkimli mevkii") veya Canterbury olarak anılmaya başlamıştır. Kent Krallığının Hristiyanlığı kabul etmesi 597'de St Augustine adlı sonradan aziz olan ve çok önemli bir teoloji düşünürü ve yazarı tarafından sağlanmıştır. St. Augustine bu şehirde bir Başpiskoposluk kurmuştur ve ilk Canterbury Başpiskoposu olmuştur. Bu nedenle Canterbury'de bir katedral inşa edilmiş ve bir de manastır kurulmuştur. 630'da şehirde kurulan darphane altın sikkeler basmaktaydı. 672'de Hereford'da toplanan bir yörel konsil Canterbury Başpiskoposluğunu tüm İngiltere için Hristiyan Katolik Kilisesi başı olarak kabul etmiştir. Günümüzde Canterbury Başpiskoposu Angilan Protestanların en yüksek dinsel lideridir. 9. yüzyıldan 11 yüzyıl başına kadar Canterbury şehri Danimarkalı Vikinglerin hücumlarına uğramış ve büyük hasarla görmüştür. 978'de Saint Augustine Manastırı kurulmuştur. 1066'da Normanların İngiltere'yi istilasından sonra Norman Kralı Canterbury'de sonradan taşla yapılan çok savunmalı bir kale kurdurmuştur. 1170'te Başpiskopos Thomas Beckett'in Kral taraftarı şövalyeler tarafından Canterbury Katedrali içinde öldürülmüş ve bundan sonra Katedral, içindeki Beckett şapeli ve Canterbury İngiliz Hristiyanlara tarafında bir hacılık merkezi haline gelmiştir. İngiliz edebiyatının büyük yazarlarından bir olan Chaucer'in en önemli eseri Canterbury Tales (Canterbury Öyküleri) 15. yüzyıl İngilizce edebiyatı şaheserlerinden bir sayılmaktadır. 1348'de Büyük Veba Salgını Canterbury'nin o zaman yaklaşık olan 10.000 nüfusunu çok azaltmış ve şehrin nüfusu ancak 16. yüzyıl başlarında 3.000'e erişebilmiştir. 1378-1402 döneminde daha önce harap olan şehir surları yenilenmiş ve yeni sür kuleleri yapılmıştır. 1381'de ortaya çıkan büyük Köylüler İsyanı'nda Canterbury kalesi ve Başpiskoposluk Sarayı talan edilmiş ve başpiskoposun Londra'da kafası kesilmiştir. 1413'te Londra dışında mezarı bulunan tek İngiliz Kralı IV. Henry Canterbury Katedralinde gömülmüştür. 1448'de bir krallık beraatı verilerek Canterbury Şehir statüsünü almış ve şehir için bir "lord başkan (lord mayor)"; ve bir "yüksek şerif (high sheriff)" görevleri kurulmuştur ve bu görevlere atamalara günümüzde de devam etmektedir. 1504'te Katedralin ana kulesi olan "Can Herry Kulesi" tamamlanmış ve katedralin 400 yıl süren inşası sona ermiştir. VIII. Henry'nin protestan reformundan sonra 1536-1541 döneminde manastırlar kapatılmıştır. Canterbury'de bulunan büyük servetli St. Augustune Manstırı da kapatılmış; kilisesi ve kesişlerin avlusu yıkılmış ve 15 yıl içinde tümü yerle bir edilmiştir. Sadece bir Saray'a döndürülen kısmı kalmıştır. Katedraldeki Beckett şapelide yıkılmış ve içinde bulunan altın, gümüş ve mücevherat kilise süsleri Londra'ya Londra Kulesine götürülmüştür. İngiltere'nin her tarafında Beckett'in resimleri, ismi ve kutlama günleri kaldırılmış ve Beckett'e yapılan haçlar da sona ermiştir. 17. yüzyılda Canterbury şimdiki Belçika'da İspanyolların Katolik zulmünden kaçan Fransızca konuşan Huguenot'larının göç ettiği bir şehir olmuştur ve o zaman 7,000 olan nüfusun 2.000'ini Huguenotlar oluşturmuştur. Bunlar şehre ipek dokuma atölyeleri getirmiş ve şehir bir ipek dokuma merkezi haline de geçmişt
ir. 1647'de İngiltere İç Savaşı sırasında Noel'de Katedralin kapanmasını protesto eden Canterbury halkı isyan etmiştir ama Parlamento güçleri Maıdstone Savaşı'nı kazanınca teslim olmuşlardır. 1770'li yıllarda Canterbury kalesi harabeye dönmüş ve sonar yıkılmıştır. Şehir surları da aynı akıbete uğramıştır ve 1787'de hapishane olarak kullanılan Westgate hariç bütün surlar ve şehri kapıları atlı arabaların kolayca geçişini sağlamak üzere yıktırılmıştır. 1820'li yıllarda Hindistan'dan gelen tülbent bezleriye rekabet edemeyen şehrin ipek sanayii çökmüştür. 1830'da şehre Canterbury-Whitstable Demiryolu hattıyla yolcu demiryolu gelmiş ve bir gar yapılmıştır. 1808'de şehir sınırları dışında büyük bir hapihane yapılmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında şehrin etrafına birçok hastane ve kışlalar kurulmuştur. İkinci Dünya Savaşı'nda şehri Alman bombardıman hücumlarına hedef olmuş ve büyükçe hasar görmüştür. Harpten sonra şehri yenileştirme planlarına protestolar yapılmış ve bu plan ancak 1955'ten sonra uygulanmaya koyulmuştur. Bu plana uyularak şehrin surları etrafında çevre yolu yapılmış ve surlara içindeki şehir sonradan yayalara bırakılmıştır. 1960'lı yıllarda şehrin etrafında yeni mahalleler kurulup şehirdeki özel ve yerel idare ev stoku yenileştirilmiştir. Aynı yıllarda şehirde iki yüksek öğretim kurumu açılmıştır. Bunlardan "Christ Church College" 1962 Anglikan Kilisesine bağlı bir yüksek öğretmen okulu olarak kurulmuş; sonra yüksek öğretim üniversite kolejine dönüştürülmüş ve 2005'te "Canterbury Christ Church Üniversitesi" olarak üniversite statüsü almıştır. "Canterbury'de Kent Üniversitesi" ise 1965'te, o zaman kurulan üniversitelere verilen isimle, bir "camekanlı üniversete (plateglass university)" olarak kurulmuştur.Son olarak da ana kampüsü KKTC'de bulunan Girne Amerikan Üniversitesi Canterbury'de kampüs açmıştır. Canterbury'nin şu resmî kardeş şehir anlaşmaları vardır: Cambridge (anlam ayrımı) ve ve Derby Derby (okunuşu: "Darbi"), Birleşik Krallık İngiltere ülkesinin Doğu Midlands bölgesinde bulunan yerleşim merkezidir. 1997'den itibaren tek-seviyeli Derby Şehri yerel idaresinin merkezidir. Derby kenti bir şehirsel bir yerleşkedir ve coğrafi ve sosyal niteliklerinin incelenmesi gerekir. Yerleşkeyle ilişkili yerel hukuki ve idare nitelikleri Derby Şehri ile Derbyshire idari kontluğu ve törensel kontluğu kavramsal olarak coğrafi Derby'den ince ayrı tutulması gerekmektedir. Derby yerleşkesinin sınırları hukuki ve idari Derby Şehri sınırlarından daha büyüktür. Derby yerel idaresi sınırları içinde bulunan şehir ile civarında bulunan başka yerel idarelere bağlı varoşlarndan oluşan büyük Derby şehirsel alanı (2001 itibarıyla) 230.000 kişilik nüfusuyla İngiltere'nin en büyük 18. yerleşim yeridir. Derby kenti "Doğu Midlands" bölgesinde törensel "Derbyshire Kontluğu"'nun güneyinde "Derwent Nehri" kenarında konumlanmıştır. Şu tablo Derby etrafındaki kentler, kasabalar ve köyleri yönlerine göre göstermektedir: Derby şehrinde iki büyük sanayi üretim şirketi bulunmaktadır: Yaklaşık 12.000 işçinin çalıştığı Rolls Royce ve Toyota Motor Corporation otomobil fabrikası, Derby, eskisi kadar büyük olmakla beraber, İngiltere'de çok önemli demiryolu makinaları üretim merkezi de olmaya devam etmektedir. Bu sektörde çalışan "Railways Systems Engineering" ve "Bombardier" firmaları Derby'de bulunmaktadır. Derby istasyonu İngiltere demiryolu ağı sisteminde tarihsel önemli yerini hala korumakta olup bu istasyona bağlı bakım ve revizyon birimleri hala önemlidir. Derby'de yeni sektör komputer ve video oyunları tasarımcısı ve geliştiricisi "Core Design" şirketi bulunmaktadır ve bu şirket kahramanı "Lara Croft" olan Tomb Raider oyunları serisinin yaratıcısı olarak bilinmektedir. Bu oyun serisinin çok popüler olması dolayısıyla bu şirketin merkezinin bulunduğu Derby şehri çevresini dolanan "içeri çevre yolu"'nun bir kısmına "Lara Croft Yolu" adı verilmiştir. Exeter Exeter, İngiltere'nin Güney-batı (South-West) bölgesinde, seremoni için Devon kontluğunun merkezi ve günümüzde Devon Kontluğu Yörel İdaresinin bulunduğu bir metropoliten olmayan yörel idareye de sahip, ve ortaçağlardan beri katedrali bulunduğu için şehir statüsünü de taşıyan bir idare merkezi ve yerleşkedir. Şehir içinden geçerek denize dökülen Exe nehrinin doğusunda konuşlanmıştır. Tarihsel olarak Exeter Güneybatı İngiltere'nin merkezidir. Bir zamanlar Exeter İngiltere'nin nüfusça beşinci büyük ve çok önemli bir kenti idi ama günümüzde nispeten küçük bir taşra şehri havası taşımaktadır. Şehrin etnik karışımı, şehirde bulunan üniversiteler, belli zamanlarda dil öğrenmeye gelen öğrenciler ve iç turistler şehre bir kozmopolitan nitelik vermekle beraber bunlar şehrin rahat bir İngiltere küçük şehir atmosferini değiştirmemektedir ve şehir İngiltere'deki yerleşkeler için hayat kalitesi iyiliği hakkında yapılan anketlerde çok yıl üçüncü sırayı almaktadır. Exeter'in mevki etrafında çok mümbit topraklar olan ve üzerinde kayık ve gemi seyredebilir derinlikte ve balık dolu bir nehir ve kenarında selden etkilenmiyecek kadar yüksek yaşama yeri olacak bir tepe bulunması dolayısıyla hemen bir yerleşke kurulmasına yol açmıştır. Arkeologlar şehirde bir kazıda yazı kullanılmasından öncesinden kalma bir antik Yunan sikkesi bulmaları bu yerleşkede yaşayanların yabancılarla MÖ 250 civarlarında ticaret ilişkileri olduğuna işaret etmektedir.. Antik Romalılar'in İngiltere'yi işgal başlamaya tam olarak başlamadan Exeter'in startejik önemi hemen anlaşılmış kve MS 50 de Exe Deniz'inin sığ geçiş noktasını tutmak için deniz kenarında bir Roma muhkem kampı inşa edilmiştir. Yedi sene sonra İngiltere'nin işgali tamamlandığı zaman bu Roma üssü önemli bir idare merkezine dönüşmüştü. Burada Dünmomi adlı bir kabile bulunmaktaydı ve şehir Dunmomi kabilesinin merkezi olmuştu. Şehrin Latince ismi "İşça Dumnomiorum" olup "Dunmommi kabilesi Isca şehri" anlamına gelmektedir ve belki de Romalılardan önceki Keltlerin bir şehri olduğuna işaret etmektedir. Şehrin Roma surlarını bulmak hala mümkündür ve bu surların küçük bir kısmı günümüzde ayaktadır. 1970'lerde Katedrale yakın bir Roma hamamı kalıntısı bulunmuş ama bunu sergilemek imkâni bulunamamıştır. Exeter "Fosse Way" adını verilen Romalı askeri yolunun en batı mevkindeydi. Romalılar Britanya adasını 5. yüzyıl başında terk ettikten sonra karanlık bir dönem yaşanmış ve 250 kusur yıl, ta 680'de bir önemli Hristiyan papaz ve sonra evliyanın Exeter'de bir manastırda yetiştiği bilgisi bu yerleşke için elimize geçen ilk kaynak olmuştur. Bu karanlık dönemde de Exeter'in yöresel önemini kaybetmediği kabul edilmektedir. 2006 sayımlarına göre nüfusu 119.600 civarındadır. Yabancı ülke öğrencilerine İngilizce öğretim veren "" dil okuluyla ve "" ile tanınan, ve bu sebeple talebelerin çok olduğu küçük bir şehirdir. İngiltere'de şehir ve kent anlayışı Türkiye'dekinden çok farklıdır. Bu ayrım, nüfusla değil, Katedral'le yapılmaktadır. Nüfusu çok az dahi olsa Katedral'e sahip bir yöre, "şehir"dir. Bunun tersi de geçerlidir: nüfusu çok yüksek bir yöre, şayet Katedral'e sahip değilse, "kent"dir. Exeter sehrinin şu resmî kardeş şehir anlaşmaları vardır: Kingston upon Hull Kingston upon Hull veya yaygın olarak kullanılan kısa adıyla Hull, Birleşik Krallık İngiltere ülkesinin Yorkshire ve Humber bölgesinde bulunan "Kingston-upon-Hull Şehir Yerel İdaresi" adlı tek-seviyeli-yerel-idare merkezi ve 1897'de Kraliçe Victoria berat ile şehir olma statüsü de kazanan bir yerleşkedir. Kingston upon Hull coğrafi olarak ve kraliyet seremonileri için " East Ridings Yorkshire" törensel kontluğuna bağlıdır. Kingston upon Hull İngiltere ülkesinin kuzeydoğu sahillerine ana iki nehir olan Trent Nehri ve Yorkshire Ouse Nehrinin yarattığı Humber Halıcının kuzey kıyısında ve bu haliçe katılan Hull Nehri'nin ağzında Kuzey Denizi'nden 40 km içeride konumlanmıştır. Londra'nın 248 km kuzeyindedir. Kingston upon Hull Şehri çok düz, genellikle denizden ancak 4-6 metre rakkimli alüvyon arazi üzerine kurulmuştur. Şehrin bazı kısımları denizden kazanılan topraklar üzeride olup ya deniz seviyesinde hatta deniz seviyesinin altında olarak inşa edilmiştir. Bu nedenle Kingston upon Hull şehri çok yüksek özellikle hızlı rüzgarların da yükseltiği gelgit olaylarından (sürge) çok etkilenmesi ve şu baskınına uğraması tehlikesi altındadır. Bu yüksek gelgit olaylarına karşı korunmak için Hull Nehrinin Humber halıcine girişine büyük bir yatırımla devasa bir indirilebilir kaldırılabilir kapak şeklinde olan "Hull Gelgit Yükselmesi Bariyeri" inşa edilmiştir. Bu yaklaşık 10.000 evi şu baskınından korumak için yılda 8-12 defa indirilmektedir. Kingston upon Hull şehrinin konumlandığı Humber Nehri'nin kuzey yakası ve Humber nehri vadisinde "Cilalı Taş Devrinden" beri yerleşim merkezleri bulunduğu arkeolojiciler tarafından ortaya çıkartılmıştır. Ama günümüzdeki Kingston upon Hull şehri mevkiinde bu devirde önemli bir bu yerleşim merkezi bulunduğu hakkında elimizde kesin delil bulunmamaktadır. Fakat şehrin deniz ulaşımına uygunluğu ve Humber vadisi hinderland içine nehir üzerinden ucuz ulaşım sağladığı için bu nehir ağzındaki sahiller insan yerleşimi için çekici idi. İlk belgelenen yerleşke şimdi şehrin uzak bir varoşu olan Myton köyü olmuştur ve ilk ismi İskandinav dillerinde bulunan "dere" anlamına gelen "Wyke" köyü idi. Orta Çağlarda bu mevkide ve yakınında, yeni kurulan bir manastırdan yapılan yün ihracatı için kurulan liman dolayısıyla günümüzdeki şehir mevkinde bir kasabanın geliştiği bilinmektedir. Günümüzdeki şehre ait ilk yazılı belge 1293de İngiliz Kralı I. Edward'ın yerleşkeyi manastırdan satın almasına aittir. 1299da I. Edward bu şehre özel "kraliyet berati" vermiştir ve bundan dolayı yerleşke kralın ismini alıp "King's town upon Hull (Hull üzerinde kralın kasabası)" kısaltılması olan Kingston upon Hull olarak anılmaktadır. Bu berat şehirde bulunan "Guildhall (Yerel Idare Konağı)"'nda saklı bulunmaktadır. Bu olayın hikâyesi J.C.Graggs tarafından yazılmıştır. Buna göre Kral Ed
ward ve efradı bir avda iken bir yabanı tavşan peşinde iken bu tavşan onları Humber Nehri sahillerde Wyke köyüne getirmiştir. Kral bu koyun etrafındaki kırlardan ve nehir üzerinde köyün konumdan çok hoşlanmıştır. Ülkesinin bilinmeyen bu köşesinin bir ticaret limanı ve Avrupa kıtasındaki düşmanları için bir karaya çıkma mevkii olması olasılığı nedeniyle stratejik önemini hemen anlamistir. Bu düşüncelerine dyanarak köyü ve etrafındaki araziyi Meux Manastırı Başkesişi'nden hemen satın almistır. Bu araziye kendisi için bir konak yaptırip; bir bildirge yayınlayarak bu yerleşkenin gelişmesine destek sağlayacağını ilan etmis ve şehre "King's Town (Kralın Kasabası)" adını taşıması imtiyazı vermistir. Bu yeni kasabanın limanı I. Edward'a İskoçya'yı işgal etmesi için bir üs oldu. Daha sonra liman İngiltere ülkesinin doğusunda bulunan en önemli ihraç ve ithal limanı haline gecti. Orta Çağlarda Doğu Anglia'da bulunan önemli limanların alüvüyonla doldurulup battal olmaları dolayısıyla önemli İngiliz mali ham yün ve yünlü kumaş ihracatı ve tüm İngiltere'ye şarap ithalatı için Hull baş liman oldu. Özellikle Baltık Denizi üzerinde ticaret imtiyazı olan Hansa Birliği'nin limanları ile çok karlı ve büyük mikyaslı ticarete katıldı. 1440'ta kasabayı bir belediye yapan ve bir belediye reisi, bir şerif ve 12 kişiden oluşan bir "ihtiyarlar heyeti (eldermen)" şekilli bir yerel belediye idaresi kuran yeni bir kral berati verildi. İlk belediye reisi şehirde servetli bir tüccar olan Sır William de la Pole oldu. Orta çağlardan beri Kingston upon Hull'in tüccarlarının ana bağlantıları İskoçya, İskandinavya, Baltık Deniz sahilleri ve Hollanda ve Belçika bölgeleri idi. Bunların yanında Fransa, İspanya ve Portekiz ile de deniz ticareti yapılmaktaydı. Amerika'nın bulunmasından sonra şehir ve limanı İngiltere'nin doğusunda olup Atlantik'den uzakta olmakla beraber bu kıta ile ticarete de büyük katkılar yaptı. Ne yazıkki Amerika'dan gelen çok tehlikeli frengi bakterisinin da Avrupa'ya ilk defa Kingston upon Hull limanından girdiği belgelenmiştir. 16. ve 17. yy. şehir zenginliğini korudu. Bu dönemlerden şehirde kalmış büyük binalar (örneğin şimdi bir müze olan "Wilberforce House") bu zenginliğe nişanelerdir. İngiliz İç Savaşı (1642 - 1651) sırasında Hull şehri Parlamentocular tarafını tutan milletvekilleri seçti ve yerel Hull Belediye Meclisi açıkça Parlamento taraftarı olduğunu ilan etti. 1642de Kral I. Charles buna bir karşıt olarak Hull şehrini kuşattı ve bu "Hull Kuşatması" bu iç savaşta iki tarafın ilk defa açıkça çatışmaya girişmesi oldu. 19. yüzyılda ticaretin ahşap yelkenli yük gemilerinden daha büyük ebadda demir tekneli istimli yuk gemilerine kayması, Hull limanının ticaretine aksi etkiler yapmadı. Şehir limanında büyük yatırımlarla gelgite karşı limanın işlemesini devam ettirmek için büyük doklar yaptırıldı. Avustralya, Yeni Zelanda ve Güney Amerika'dan yapılan dondurulmuş et ithalatı için Hull dokları ana ithal merkezi oldu. Hull limanı ve şehri deniz üstü ticaret için bir merkez olmakla beraber hem Humber Nehri ve digğer nehirler sistemi ve İngiltere'de 18. yüzyılda geliştirilen kanal sistemi dolayısıyla denizden uzak ülke içinde ve hem de Kuzey Denizi kıyıları bulunan İngiltere ve İskoçya limanları ile bağlantıları ile Birleşik Krallık için ulaştırma ve ticaret merkezi de oldu. 19.yy ikinci yarısında Kuzey Avrupa'dan, özellikle Ruslar tarafından Yahudilere yapılan büyük pogrom mezalimleri dolayısıyla Doğu Avrupa'dan, Kuzey Amerika'ya gitmek isteyen çok büyük sayıda göçmen Avrupa kıtasında önce Hull limanına gelmişlerdir. Sonra da açılan yeni demiryolları ile Hull'dan Liverpool'a geçerek oradan Atlantik'i geçmek için göçmen gemilerine binmişlerdir. 19.yy. Hull'in bir diğer önemi de Birleşik Krallık balina avcılığı filosunun ana üssü olması idi. Balina türlerinin çok avlanıp bitmesinde sonra Hull şehri İngiltere'nin önemli bir derin deniz balıkçılık troller filosunun merkezi oldu ve şehir balıkçılık dokları filonun ikmali, avlanıp getirilen balıkların bir kısmının imalat işlemine tutulması ve diğer kısmının hızlı trenlerle İngiltere ülkesinin içlerine yayılması için önemli bir merkez oldu. Hull şehri gemi sahipliliği (armatörlük) üzerinde de önemli rol oynamıştır. 1825de Thomas Wilson tarafından şehirde kurulan "Wilson Line of Hull" adlı yolcu ve yük gemicilik şirketi 20. yy başlarında dünyanın en büyük özel denizcilik şirketi haline gelmiştir. Sonra bu denizcilik şirketi yine Hull'da kurulan "Ellerman Line" denizcilik şirketine satılmıştır. Hull 1897de Kraliçe beratı ile İngiltere "Şehir Statüsü" kazanmıştır. Genellikle şehir statütüsünü orta çağlardan beri koruyan ve yeniden krallık beratı ile şehir statütüs alan yerleşimler şehirlerinde bir Anglikan Katedral kurmuşlar veya eski büyük bir kiliseyi katedral olarak ilan etmişlerdir. Kingston upon Hull "şehri" buna tek bir istisnadır ve bu şehir statülü yerleşimde bir katedral bulunmamaktadır. Kingston upon Hull için en şaşaalı dönem 20. yy. başları olmuştur. Fakat bu yy. ilerledikçe şehir bir ekonomik felaket alanı halini almıştır. II. Dünya Savaşı sırasında yine liman olarak önemini koruyan Hull Alaman havagüçleri tarafından büyük havadan bombardımanlara maruz kalmıştır. Savaştan önce yaklaşık 320.000 kişiden oluşan sehir nüfusundan yaklaşık 192.000 kişinin evleri bomdardımanlar neticesi oturulmaz hale gelmiş; 1.200den fazla kişi ölmüş ve 3.000 kişi hayat değiştirici önemde yaralar almışlardır. Hull'da balina avcılığı sona erdikten sonra derin deniz balıkçılık filosu da küçülmeye başlamış ve yapılan büyük uğraş ve yatırımlara rağmen 1975-76 yıllarında İzlanda ile morina balığı avcılığı üzerine yapılan çatışmadan "(Cod War)" sonra tümüyle ortadan kaybolmuştur. Eskiden Hull limanında yüzlerce örneği varken, günümüzde trol tipi balıkçılığa özel olan balıkçı gemisinin tek örneği şehirdeki müzede görülebilir. Ülkenin Avrupa ile ticareti Londra batısındaki Thames ağzına çekilmiş ve diğer kıtalarla ticaret ise adanın batısındaki limanlara yönelmiştir. Hull'un büyük yolcu limanının trafiği sadece Hollanda ve Belçika'ya feri sistemine dönüşmüştür. Hull limanı böylece büyük bir çöküntüye uğramış ve büyük doklar kapanmıştır. Birleşik Krallık iç ticaretinde nakliyatın karayolu vasıtalarına çekilmesi ve Hull'in bu yollara sapa kalması şehrin ülke içi ticarete katkısını da azaltmıştır. Humber Nehrinin kuzeyinde sapa kalan Hull şehrini güneye bağlamak için yaptırılan ve 1981'de açılan Birleşik Krallık'in en uzun asma köprüsü olan "Humber Asma Körpüsü" bu negatif eğilimin önüne geçememiştir. 2001 Nüfus Sayımına göre Kingston upon Hull'da 104.288 hane halkı ve 243,589 kişi nüfus bulunmaktadır. Bu hanehalklarının %47,85ı kiralık evlerde oturmaktadır ve bu rakkam İngiltere'nin tümü için %31,38dir. Hull'da nüfus daha önceki 1991 nüfus sayımına göre %7,5 düşme göstermiştir ve bu trendin devam ettiği bildirilmektedir. Nüfus içinde 16 yaşından küçüklerin sayısı 174.000, 75 ve daha büyük yaştakiler sayısı 17.00 civarındadır. Nüfusun %97,7si ırk aslını beyaz olarak tanımlamıştır. Yabancı asıllılar arasında en büyük gruplar Çinliler ve hükümetin iltica edenleri yayma politikası dolayısıyla Hull'a getirilen Iraklı Kürtlerdir. Hull şehrinin 19. yüzyılda gelişmesi şehirde bulunan limana ve geliştirlen doklara bağlı idi. 19 yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında Hull Avrupa'dan, özellikle doğu Avrupa'dan, Amerika'ya göç etmek isteyen büyük kitlelrin İngiltere'ye giriş kapısı olmuştur. Bu kitleler buradan trenle Liverpool'a gidip oradan Amerika'ya giden gemilere binmekteydiler. Hull şehrinde bu büyük göçü anmak için, eşi Liverpool limanında olan, bir özel anıt yapmıştır. Hull limanı 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başlarında büyük bir balıkçı limanı olarak da bilinmekteydi. İngiltere'ye ait balina balığı avcı gemileri genellikle bu limana bağlı idiler. Hull'da Kuzey Deniz'de, kuzey Atlantik Okyanus'unda balık avalanmak için uzak deniz balicki gemileri barınmakta ve bunların getirdikleri balık ürünlerini işleme tutmak için üretim ve ulaşım tesisleri bulunmaktaydı. Balıkçılık yönünde Hull daha güneyde olan Grimsby balıkçı limanı ile rekabet etmekte idi. Bu balıkçı filosu 20. yüzyılda küçülmeye başlamış ve ikinci yarısından sonra kaybolmuştur ve bunun için bulunan rıhtım ve tesisler işsiz harabelere dönüşlerdir. Şehrin bu önemli geçim alanının hatırasına eski harap rıhtımların birinde "The Deep" adlı büyük bir akuvaruyum ve önünde bir eski balıkçılık gemisi bulunan bir "Denizcilik Müzesi" bulunmaktadır. Ama hala Hull limanı önemli bir nakliye merkezi durumundadır. Bu limana ithalat ve ihracat için gelen malları taşımak için "Network Rail" demiryolu şirketi trenle marşandız taşımak için 2008de tamamlanan büyük yatırım projesi vardır ve günde 10 marsandız treninde 22 trene çıkarma projesi devam etmektedir. Bunun ileride Hull şehrinin deniz taşımacılık alanında büyük gelişmeler sağlayacağı beklenmektedir. Şehrin limanı Avrupa'ya ticari vasıtalar ve özel otolar için RORO feribotu hizmetleri vermektedir. Geçmiş yıllarda bu feribotlar da her yıl 1 milyondan fazla kişi Avrupa ile Birleşik Krallık arasında seyahat etmiştir. Günümüzde Hull Limanı "Associated British Ports" firması tarafından işletilmekte ve doğrudan doğruya yaklaşık 5.000 işçi ve yan sanayilerdeyse 18.000 işçi istihdam etmektedirler. Hull limanının çökmesini ve tesislerin harap dolayışyla Hull şehri büyük yenileştirme uğraşları vermekte ve yatırımlar yapmaktadır. Eski doklara üzerinde yeni alışveriş merkezleri kurulmuştur; birçok yeni ofis binaları yapılmıştır. Bu bölgeye turist çekmek ve müşteri için özel tesisler ortaya çıkarılmıştır: örneğin "The Deep" akuvaryumu, Denizcilik Müzesi, 270 yat ve yelkenli barındıracak bir marina, Hull Nehri'nin doğu kıyında 600 lüks apartman dairesi ve otel, restoran, bar vb diğer yaşama tesisleri. Şehir ayrıca sanayi olarak kimya maddeleri ve sağlık bakımı sektörlerinde bulunan İngiliz şirketlerinin tesislerini şehre çekmeyi başarmıştır: BP, Smith and Nephew, Seven Seaş ve Reckitt Benckiser. Hull Üniversites
i'nin sağlık alanında araştırma merkezleri açması (örneğin yaralar üzerine özelleşen "Wooundcare" ile birlikte) buna katkılar yapmıştır. Fakat 2009 ve özellikle 2010 yıllarında büyük ekonomik buhran ve aksi hükümet politikaları Hull'in bu yenileme sürecine büyük bir darbe vurduğu bildirilmektedir. Hull şehrinde devlet okulu olarak yerel idare tarafından destekli 71 adet ilk-öğretim okulu ve 14 tane ikinci derecede eğitim okulu bulunmaktadır. Sadece üniversite girişi gerekli "İleri Seviyede (A-level)" imtihanlara hazırlamak için iki "Sixth-Form" koleji (Wyke Koleji ve Wilberforce Koleji) ve aynı amaçlı ve diploma dışı ileri seviyede ve mesleki eğitim veren bir ileri eğitim koleji (Hull Koleji) bulunmaktadır. Şehirde 1927de üniversite koleji olarak kurulan ve 1954de kraliyet berati ile üniversite olan Hull Üniveristesi bulunmaktadır ve bu üniversite kurulma dönemine atıfla "Kırmızı Tuğla (Redbrick)" üniversiteleri arasında bulunduğu kabul edilmektedir. Üniversitenin 2.300 öğretim üyesi ve 3.565 i diploma üstü çalışma yapan 22.275 öğrencisi bulunmaktadır. En büyük kampüsü kuzey Hull'da Cottingham Road'dadır. 2000de daha kuzeyde bir sahil şehri olan Scarborough'da da bir kampüs açmıştır. Ayrıca eskiden Hull'da yerleşik önce Politeknik olan, sonra Humberside Üniversitesi olan ve günümüzde Hull'dan ayrılarak Lincoln şehrine nakledilip Lincoln Üniversitesi adı alan kurumun Hull'da kampüsü binalarını da Hull Üniversitesi satın almış ve günümüzde (York Üniversitesi ile birlikte idare edilen) Hull-York Tip Okulu ve iş idaresi fakültesi bu yeni yerleşkede bulunmaktadır. Hull'da profesyonel futbol kulübü olan 1904de kurulmuş olan "Hull City AFC The Tigers - (Kaplanlar)" 2008de İngiltere Prömiyer Ligi'ne çıkmış ama 2009-2010 sezonunda Prömiyer Lig'den düşerek 2010-2011 sezonunda İngiliz Futbol Liginin ikinci seviyesinde olan "Championship Ligi"'nde oynayacaktır. Bu takım maçlarını 2002den itibaren yeni "KC Stadyum"unda yapmaktadır. Hull'da kuralları biraz değişik olan iki çeşit rugbi (Rugbi Lig ve Rugbi Union) oyunundan Rugbi Lig'de daha önem olmuştur. Rugbi Lig'in en yüksek ligi olan "Süper Lig" içinde iki önemli Hull takımı bulunmaktadır: "Hull" (bu rugbi lig takımı da KC Stadyumunu kullanır) ve Hull Kingston Rovers. Hull'da rugbi union oyununda profesyonel İngiltere Prömiyer Ligi için oynayan takım bulunmaktadır; ama Hull RUFC ve Hull İonians takımları rugbi union dördüncü seviyesindeki ligde oynamaktadır. Hull'da 200 kişilik kapasiteli "Hull Arena" buz pateni stadyumu bulunmaktadır. Bu salonda şehrin profesyonel buz hokey takımı "Hull Stingrays" oynamaktadır. Ama profesyonel buz hokeyi İngiltere'de pek seyirci çekmemektedir. Bu salon ayrıca pop-müzik ve roğk-müzik konserleri için de kullanılmaktadır. Şehrin batısında "Costello Park" adlı özel atletizm stadyumu bulunmaktadır ve bu stadyumda Hull'daki iki atletik kulübü yerleşiktir: "Hull Athletics Club" ve "Hull Achilies Athletics Club" Şehir yakınında hemen "Humber Köprüsü" altında Hessle köyünde bulunan profesyonel motosiklet yarışlarının yapıldığı bir yarış rinki vardır. Bu rink "Hull Cycle Speedway Club" bisiklet takımı tarafından da kullanılmaktadır. Kingston upon Hull'in şu resmî kardeş şehir anlaşmaları vardır: Okeanos Okeanos, Yunan mitolojisinde, Uranus ile Gaia'nın ilk çocuğu ve ilk Titan'dır. Tüm okyanusların kişileşmiş hali olan Okeanos, genelde kaslı bir adamın uzun sakallı ve boynuzlu yüzüyle simgelenirdi. Okeanos'un alt kısmı bir yılanı andırıyordu. Okeanos'un kardeşi olan bir başka Titan'la, Tethys'le zaman geçirmesi üçbin deniz nymphelerinin oluşmasına neden oldu. Okeanid olarak da bilinen bu nymphelerin her biri ayrı bir ırmak, çay, göl ya da havuzun hakimleri oldular. Bazı araştırmacılar Okeanos'un önceleri tüm tuzlu suları temsil ettiğini düşünüyorlar. Bunun nedeni de o zamanlar Akdeniz ve Atlantik Okyanus'un çok fazla bilinmemesiydi. Ancak daha sonra coğrafya geliştikçe, Poseidon neredeyse tamamı bilinen Akdeniz'i, Okeanos ise daha az bilinen Atlantik Okyanusu temsil etmeye başladı. En bilindik çocukları Metis, Amphitrite, Eurynome, Styks ve Klymore'dir. Okeanos, Thetis ve Themis ile birlikte Olimposlularla Titanların arasında geçen savaşa katılmamışlardır. Titan - tanri savaslarina katılmasa bile yüreğinden titanların kazanmasını geçirmiştir. Bu gün kullandığımız Okyanus kelimesi buradan gelmektedir. İstanbul Arkeoloji Müzesi nde heykeli sergilenmektedir. Manchester Manchester () Birleşik Krallık'a bağlı İngiltere ülkesinin Kuzey-Batı bölgesinde bulunan şehir. Daha geniş bir şehirleşme alanının merkezidir. 514,417 kişilik nüfusuyla ülkenin en kalabalık altıncı şehri konumundadır. "Manchester City" adlı metropoliten bölgenin yerel idare merkezidir. Kuzey-Batı İngiltere bölgesinin Liverpool ile birlikte merkezi olduğu kabul edilir. 1974-1986 döneminde iki seviyeli Greater Manchester Metropoliten Kontluğunun birinci seviyesinin kontluk idaresi Manchester'da bulunmaktaydı; birinci seviye kontluk idaresi lağvedildiğinde geride kalan ve paylaşılan görev ve yetkiler için kurulan kurumların merkezi Manchester'da bulunmaktadır. Bazı Manchester yerlileri kendilerini Mancunian olarak adlandırır. Bunun nedeni Manchester tarihinin Romalı Mamucium'a dayanmasıdır. Manchester 18. yüzyılda dünyanın sanayileşmiş ilk şehri haline gelmiştir. 1761 yılında Bridgewater Kanalı'nın kurulması Manchester'ı 1853 yılına dek kasaba seviyesinden büyük şehir seviyesine yükseltmiştir. 1877 yılında Manchester Belediye Binası ve 1894 yılında döneminde dünyanın en geniş gemi kanalı olan Manchester Ship Canal kuruldu. Bununla beraber açılan Manchester Limanı şehirden denize dökülmektedir. 1995 yılında patlatılan bomba özellikle şehir merkezinin yenilenmesine yol açtı. Şehir mimarlık, kültür, müzik sahnesi, medya, bilimsel çalışmalar, mühendislik, spor kulüpleri ve sosyal etkinlikler gibi alanlarda başarıları ile tanınmaktadır. Manchester önemli bilimsel gelişmelere sahne olmuştur. Atomun ilk parçalandığı ve dünyadaki ilk demiryolunun kurulduğu yerdir. Ayrıca Birleşik Krallık'ta kapitalizm ve komünizmin başlatıldığı yerdir. Karl Marx ve Friedrich Engels Komünist Beyannamesi adlı kitaplarını şehirdeki Chetham Kütüphanesi'nde yazmışlardır. Bugün Manchester Birleşik Krallık'ın en gelişmiş üçüncü ekonomisine sahip olup bir Beta Dünya şehri konumundadır. Ayrıca Londra ve Edinburgh'dan sonra yabancılar tarafından en çok ziyaret edilen üçüncü şehirdir. "Manchester" isminin aslı bu mevkide "Antik Roma" döneminde bulunan Romalı kalesinin ve etrafındaki yerleşkenin ismi olan Latince "Mamucium"dan gelmiştir. Birçok tarihçiye göre "Mamucium" ismi ise eski İngiltere'de yerleşik olan Kelt kabilelerinin konuştuğu Kelt dilinde "meme şekilli tepe" kelimelerinden geldiği bildirilmektedir ve bu Kelt dili isme Latince "ordu kampı" veye "kaleler" anlamında "castra" kelimesini eklenmesi ile ortaya çıkmıştır. "Mamucium" isminin aslı için altermatif bir açıklama da mevcuttur. Eski "Britonik" dilinde "mamma"(=anne) bu Romalı kalesi ve yerleşkesinin hemen dibinden geçen "Medlock Suyu"'nun nehir tanrıçasına atıf etmektedir. Bu yerleşke "Medlock'un Momma tanrıçasının kalesi" olarak isimlendirilmiştir. Günümüzde "Kuzey İngiltere" olarak anılan arazilerde çoğunlukla "Brigantes" adli bir Kelt asıllı kabile yaşamaktaydı. Bu kabilenin günümüzde Manchester Katedrali'nin üzerinde yapılı olduğu bir kumtaşı kayalardan oluşan tepe üzerinde ve İrwell Nehrinin karşı yakasında bir müstahkem mevkileri bulunmaktaydı, Brigantes'lerin yerleşik oldukları topraklar günümüzde Salford ve "Stretford"'un üzerinde bulunduğu, gayet mümbit düşük rakımlı ovalardı. Birinci yüzyılda Britanya adasının antik Romalılar tarafından fethedilmesi sırasında Romalı General Agricola 79 yılında Kuzey İngiltere'de Romalıların kurdukları şehirler olan "Deva Victrix" (günümüzde Chester) ve "Eboracüm" (günümüzde York)'u savunmak için yaptırdığı kaleler arasında (günümüzdeki Manchester'deki) "Mamucium" adlı kale de bulunmaktaydı O tarihten itibaren sonradan hızla gelişen bu kale etrafındaki yerleşke devamlı olarak yaşanan bir mevki olarak günümüzdeki Manchester şehrinin merkezini ve kentin nüvesini teşkil etmiştir. Günümüzde Manchester "Castlefield" mevkinde bu antik Romalı kalesinin stabilize edilmiş temelleri halkın görmesi için açık hava müzesine çevrilmiştir. Antik Romalıların idaresi, lejyonların Britanya adasından cekilmeleri ile Manchester'de olasılıkla 3. yüzyılda sona erdi. Kale etrafındaki Romalı sivil yerleşke "Vicus"un 3.yüzyılın ortalarında boşaltıldığı ve belki küçük bir askeri garznizonu içinde barındiaran kalenin ise 3.yüzyıl sonları ve ile 4.yüzyıl başlarında bırakıldığı belirtilmektedir. 1066'da İngiltere'nin Normanlar tarafından fethi'ne gelene kadar yerleşkenin merkez mevkii eski Romalı kalesi ve etrafindan Irwell Nehri ile "Irk Suyu"nun kavuşma noktasına geçmişti. Normanların kuzeyde Sakson ve Viking asıllı yaşayanları bastırmak için yaptıkları Kuzey Seferi (1069)'nde kullandıkları yakıp yıkma taktiği ile yağmalama dolayısıyla yerleşke ve civarının ıssız, viran bir araziye dönüştürüldüğü bildirilmektedir. Büyük toprak sahibi bir lord olan Thomas de la Warre 1421'de eski Manchester köy kilise cemaati için yanında bir keşişler koleji evi de ihtiva eden bir kilise yaptırdı. Günümüzde kilise Manchester Katedrali'ne dönüştürülmüştür ve kolej evi de "Cheetham Müzik Okulu" ve "Cheetham Kütüphanesi" olarak kullanılmaktadır. 1653'te yeniden açılan Cheetham Kütüphanesi günümüzde hala halka açık olmaya devam etmektedir ve Birleşik Krallık'ta bulunan en eski halka açık referans ve halka parasız kitap kiralayan kamu kütüphanesidir. 1282 tarihli bir belgede Manchester bir "pazar şehri" olarak belirlenmektedir. 14.yüzyıl civarlarında Manchester'e çok sayıda Flandra'dan kaçan Protestan kumaş dokuyucularının göçmen olarak gelip bu kasabada yerleştikleri bildirilmektedir. Bazı kaynaklar bunların kurdukları küçük kumaş imalat atölyelerinin Manchester ve bölgesinin tekstil imalatçısı olmasına yol açtığını belirmektedir
ler. Bundan sonra Manchester'in önemli bir yünlü ve keten kumaş imalat ve ticaret merkezi olduğu bilinmektedir. Yaklaşık 1540'li yıllarda bu imalat ve ticaret kasabası daha genişleyip (o zaman tarihçisi John Leland'ın sözleri ile) "Tüm Lancashire Kontluğu içinde en güzel, en iyi binaları olan, en hızlı ve en büyük nüfuslu kasaba olmuştur." Leland'ın Manchester'inden günümüze kalan en önemli binalar Manchester Katedrali ve Cheetham binalarıdır. İngiliz İç Savaşı döneminde Manchester çok koyu parlamentocular tarafını tutmaktaydı. Oliver Cromwell bu kasabanın sırf kendisini temsil edecek nir Parlamento Üyesi seçme isteğini önce kabul etti ama sonra bu kararından çaydı. Kasaba için Parlamento uyesi olarak secilen Charles Worsley bu seçimlik görevde bir yıl kaldı. Sonra bir askeri görev olan Lancashire, Cheshire ve Staffordshire kontlukları için askeri idareci olaraK "Tuğgeneral" rütbesi ile askeri vali oldu. Bu iç savaş döneminde "askeri idarecilerin yönetimi" adı verilen bir aşamada idaresi altındaki kontluk alanlarını çok sıkı olarak idare etti. Kendisi çok sıkı Puritan Hristiyan inançlara sahipti ve bu inançlara bağlı olan kuralları çok sıkı olarak uyguladı. Böylece idare ettiği bölgedeki tüm birahaneleri kapattırdı ve Noel yortusunun eğlencelerle kutlanmasını yasak etti. Charles Worsley iç savaş 1660'ta bitmeden önce 1656 öldü. 1600'dan hemen sonra İngiltere'nin geleneksel olarak yünden giysiler giyme alışkanlığı değişti ve halk arasında büyük miktarda pamuklu bezlerden yapılmış giysiler giymek moda oldu. Önce bu elbiseler pamuk/keten karışımı elyaftan dokunmuş bezden yapılmakta idi ama sonra sırf pamuktan yapılmış bezden elbise giyilmeye başlandı. Bu tip bezin dokunması çoğunlukla Manchester'de yapılmaktaydı. Pamukluya talebin artması Manchesterli dokumacıların çok büyük miktarda ham pamuk talep etmelerine yol açtı ve bundan dolayı pamuk İngiltere'nin ham pamuk ithalatı birden artış gösterdi. Fakat Manchester kara içinde kalmaktaydı ve pamuk ve pamuk dokumak için gereken enerji gayet etkinsiz kara yolu taşımacılığı ile Manchester'e getirilmesi gerekmekteydi. Manchester'den akan İrwell Nehri ve Merşey Nehri mavnalarla yük nakline elverişli olacak şekilde derinleştirilerek Liverpool limanındaki doklardan Manchester'e su üzerinden getirilen pamuk nakliyat zorluğunu bir parça kolaylaştırdı. Worsley'deki kömür maden ocaklarından çıkartılan kömürün de Manchester içindeki fabrikalara nakletmek için 1761'de Bridgewater Kanalı açıldı . Bu kanal 1776'da Runcorn'a kadar uzanan Merşey halicine bağlanmak üzere Runcorn'a kadar uzatıldı. Böylece mavnalar arasındaki rekabet ve daha çok yük taşıyabilecek mavnaların inşası ile Manchester fabrikalarına kömürün maliyeti ve ham pamuğun doklardan fabrikalara nakil maliyetleri yarıya indirildi. Manchester etrafında bulunan yakın şehir ve kasabalarda üretilen pamuklu tekstil mallarının efektif olarak pazar yeri olma durumuna geçti. 1729'da Manchester'de "ham maddeler borsası" açıldı . Kentin ticaretinin gelişmesi için de kentte büyük emtia ambar binaları yapıldı. 1780'de o zamana kadar küçük atölyelerde veya su kenarında bulunup su gücü kullanılan fabrikalarda üretilen pamuklu bez imalatı için kömürle istim gücü kullanan gayet makineleşmiş olarak pamuklu bez imalatı yapmak üzere ilk büyük bir fabrika Richard Arkwright tarafından kuruldu. . Manchester'in tarihi genel olarak Sanayi Devrimi döneminde tekstil imalat sanayiinin tarihi ile birbirine bağlıdır. Pamuk ipliği eğirmek için sanayinin imalatının gayet büyük çoğunluğu Büyük Manchester, Güney Lancashire ve Kuzey Cheshire bölgelerinde bulunan kasaba ve kentlerde yerleşik bulunmaktaydı. Manchester belli bir dönem için pamuk işlemenin en etkin üretim merkezi idi. Hemen sonra Manchester pamuklu malların alınıp satılması ticaretinin yerleşmiş olduğu en büyük dünya pazar yeri haline gelmişti. Kraliçe Victoria döneminde bu nedenlerle Manchester'e takma isim olarak "cottonopolis" veya "Ambarlar Kenti" verilmiştir. Avustralya, Yeni Zelanda ve Güney Afrika'da "mamchester" sözcüğü hala pamukludan yapılma havlu, çarşaf, yastık yüzü vb. eviși maddeleri için kullanılmaktadır, Sanayi Devrimi Manchester'de büyük bir değişikliğe neden oldu ve Manchester'in nüfusunun hızla artmasına bir neden sağladı. 19. yüzyıl başlarında İskoçya'dan, Galler Ülkesi'nden, İrlanda'dan ve İngiltere ülkesinin diğer bölge ve şehirlerinden Manchester'de işçi olarak çalışmak niyetiyle büyük bir insan akımı başladı. Bu nedenle Manchester "çok şaşırtıcı bir hızla" genişlemeye başladı. Bu "sanayi devrimi" hiç planlanmamış ve planlanmayan bir süreçle şehirsel gelişme ortaya çıkarttı. Manchester'de bu dönem çok geniş alanlarda sanayiler de gelişti. 1835'te "Manchester hiçbir karşılaştırılabilir şehir bulunmadan dünyada birinci ve en büyük sanayi şehri olmuştu." makine sanayi firmaları önceleri pamuklu sanayi için makineler imalat etmeye başladılar ama çok geçmeden genel sanayiler için de makineler imal edip sstmaya başladılar. Benzer şekilde kimya endüstrisi önce pamuklu sanayı için beyazlatıcı ve boya verici kimyasal maddeler üretmeye başladılar; ama gelişnce diğer sanayi alanları için de kimyasal maddeler üretmeye başladılar. Ticaret geliştikçe onun yan destek kolu[ları olarak (bankacılık, sigortacılık gibi) finansal hizmet sektör ve firmaları da gelişti. Ticaret ve çok büyük bir şehirsel nüfusu beslemek için büyük bir nakliyat ve fiziksel dağıtım enfrastruktur sektörlerinin geliştirilişini gerektirdi. Manchester bu nedenle dünyada ilk demiryolunun, deniz limanından kara içinde bulunan bir mevkiye giden şehirlerarsı Liverpool-Manchester Demiryolu'nun son terminalı oldu. Değişik nakliyat şekilleri arasında ortaya çıkan rekabet nakliyat maliyetlerinin düşük kalmasına yardımcı oldu. 1878'de Britanya "Genel Posta Ofisi (GPO)" idaresi Manchester'de yerleşik bulunan bir firma için ilk telefon sistemini kurup işletmeye başladı. Bu British Telecom adlı günümüzde özel telefon şirket olan şirketin sanki ecdadıdır. 1894'te İrwell Nehri ve Merşey Nehri'nin daha önce kanalize edilen kısımlarını kullanarak Salford'dan gelgitli Mersey halıcinde bulunan Eastham Dokları'na kadar ulaşan 58 km uzunlukta Manchester Gemi Kanalı tamamlandı ve Manchester'in kenarında bulunan Salford Quaysde liman rıhtımları yapılıp bu limana Manchester Limanı ismi verildi. Bu kanalı kullanan okyanuslarda gidebilen yük gemileri Manchester Limanı'na doğrudan doğruya gidip orada yük yükleyip yük indirebilir oldular. Bu kanalın bir sahilinde Manchester şehri sınırlarının hemen dışında "Trafford Park" adli büyük bir sanayi parkı kuruldu, Bu sanayi parkında kurulan, pamuklu dokuma makineleri da imal eden, makine sanayi firmaları dünyanın dört bir yanına makineler ihraç etmeye başladılar. Manchester "Kapitalizm"'in merkezi oldu. Bu sisteminin istediği serbest ticaret ve devlet müdahalesi olmadan özel sektör frmalarain tamamen serbestçe hareket etmeklerini ön gören ideolojik fikirlere "Manchester Kapitalizm ekolü" adı verilmeye başladı. 1938'dan itibarem İngiltere'ye getirilen zahire ve mısırın serbest olarak, gümrüğe ve ithalat yasaklanmalarına tabi olmadan ve İngiliz nakliye gemileriyle nakliye edilme kısıtlamasına bağlı olmadan ülkeye getirilmesini isteyenlerin kurmuş oldukları "Anti-Corn Law League (Zahire Kanunu Aleyhtarları Ligi)" bu doktrinden kaynaklanmaktaydı."Corn Laws (Zahire Kanunları)" adında İngiltere'de zahire tarımına ve yüksek soylu toprak sahiplerine yüksek sübvasiyonlar vermeyi sağlayan bu kanunun kaldırılması bu ligin hedefi olmuştu. Bu ligin dayandığı doktriner perensipler "Manchester Kapitalizm Ekolü" tarafından sağlanmaktaydı. Bu dönemde gelişen işçi sınıfı büyük eziyetlere katlanmakta idi ve Manchester bu sınıfa mensupların yaptıkları protestolar olan "ekmek ve emek" karışıklıklarına da merkez oldu. Şehirde bulunan emekçiler ve hiç imtiyazları olmayan sınıflar biraz daha fazla siyasi güç kazanmak için şehir merkezini bir toplantı ve gösteri yürüyüş yeri gibi kullanmaya başladılar. Manchester'in merkezinde bulunan St. Peters meydanında 15 Ağustao 1819'da yapılan böyle toplantılardan birinde, imtiyazlı idareci sınıflarının toplayıp meydana sevk ettikleri atlı askerler protesto eden emekçilere kılıçları ile hücuma geçip 15 ölü ve çok sayıda yaralıyı arkalarında buraktılar. "Peterloo Katliamı" adı verilen bu olay Britanya emekçi sınıfı için önemli bir simge-olay oldu. Manchester Marksizm ideolojisinin gelişmesi ve solcu politikalar için tarihte önemli bir yer almaktadır. Bilimsel sosyalizmin babalarından sayılan Friedrich Engels en etkili olan "1844'te İngiltere'de Emekçi Sınıfın Durumu" ana eserini Manchester içinde yaşayıp incelemeler yaptıktan sonra bu şehirde yaşayan işçi sınıfının çektiği büyük yaşam zahmetlerini ifşa edip açıklamak için yazmıştır., Karl Marx Manchester'i ziyarete geldiği zaman Engels'le Cheetham Kütüphanesi'nde buluşmuşlardır. İkisinin bu kütüphanede bir pencere yanında birlikte oturdukları tahta banket günümüzde bile aynı yerde bulunmaktadır. Marx'ın o sıralarda okumakta olduğu iktisat kitabı günümüzde bu kütüphanede görülebilir. 2-6 Haziran 1868'de Birleşik Krallık'da tek işçi sendikaları federasyonu olarak kurulan "TUC Trades Union Congress (İşçi Sendikaları Kongresi)" ilk birleşik toplantısını Manchester'de David Sokağı'ndan bulunan "Mekanistler Enstitüsü"nde yapmıştır. Britanya politikasında iki büyük partiden biri olan "İşçi Partisi ve 19. yüzyil sonu ile 20. yüzyıl sonunda Büyük Britanya'da kadınlara oyu verme hakkı verilmesi için kurulan radikal kadınlar hakları savunucuları "Süfrajet Hareketi"'nin doğum yeri Manchester olmuştur. Bu dönemde Manchester, bir sürü yeni şeyin ortaya çıkabilceği şehir olarak görülmeye başlanmıştı. Yeni sanayi üretim usulleri; yeni doktriner düşünce şekilleri; yeni sosyal grup veya sınıflar, yeni dinsel mezhepler, yeni formalarda emek ve işçi organizasyonu, yeni sekilde dağıtım ve kooperatif tipte perakende satis birimleri hep Manchester'de başlayıp İngiltere'ye yayılmaya başladı. Örneğin yeni doktirner düşünce şekli serbest dış t
icaret ve özel sektöre hiç kısıntısız hareket etme serbestisi verilmesi ideolojisi, yani "laissez faire (nırakın yapsınlar)"; adı ile ve "Manchester Kapitalizm Ekolü" adında lanse edilmeye başlandı. Şehir yabancı ülkelerden ve Britanya'nın diğer bölgelerinden eğitimli kişileri bu yenilikleri gelip görmeleri çekici olmaya başlayıp onların şehri ziyaret etmelerine yol açtı. O dönemde popüler olan bir söz günümüze kadar yetişmiştir. Bu söz: "Manchester bugün ne yaparsa, dünyanın geri kalan kısımları onları yarın yapacaklardır". • Manchester'in en iyi altın çağ dönemi muhtemelen 19. yüzyılın son çeyreği olmuştu. Günümüzde Manchester'de bulunan birçok muhteşem mimarili kamusal yapı; örneğin Manhester Sejur Sarayı, Manchester Kütüphanesi, Manchester Müzesi vb. o dönemden kalmadır. Şehirde o dönemde kozmopolit bir atmosfer bulunmakta idi ve bu çok coşkun bir kültür hayatı yaratmıştı. Bu kültürel gelişmeye Manchester'de klasik muzik çalmak için Halle Orkestrası'nın kurulup gelişmesi iyi bir örnektir. Bu dönemde yerel idarenin kuruluşu da değişiklik gördü. 1892'de İngiltere ülkesinde idari kontluk konseyleri kuruldu. Manchester'deki "borough" unvanlı belediye "kontluk borough" şeklini alıp yerel meclise ve yerel idarecilere daha fazla otonomi kazandırıldı, Sanayi Devrimi Manchester'e zenginler ve zenginlikler getirmekle beraber, kentte yaşayan nüfusu büyük bir kısmına zaruret, sefalet ve fakirlik getirdi. Modern İngiliz tarihçisi Simon Schama Manchester'deki bu durumu şöyle bildirmiştir: Manchester dünyada yeni bir çeşit şehir idi. En iyi ve en kötü yaşanım ve yaşamada ifrat ve tefrit son ucuna kadar korkulacak şekilde bu şehirde bulunmaktaydı. Şehre gelenler sanayi bolgesi olan varoşlarındaki fabrika bacalarından çıkan kara dumanlar ile karşılaşmaktaydılar. Şehre ziyarete gelen bir Amerikan misafir Manchester'in en fena mevkilerine götürüldüğü zaman baskıya alınmış, aldatılmış, ezilmiş, yerlerde yatıp, kana bulanmış parçalar halinde insanları ve insan ruhlarını gördüğünü ifade etmiştir. Manchester'de bulunan pamuklu iplik ve pamuklu bez fabrikaları sayısı en yüksek olarak 1853'te 108'e yetişti. Bundan sonra fabrika sayısı azalmaya başladı. 1850'li yıllarda Bolton'da kurulu bulunan pamuklu iplik iğme fabrikaları sayısı Manchester'dekileri geçti ve Manchester dünyanın pamuk ipliği başkenti olma niteliğini kaybetti. 1880'de ise Oldham pamuklu iplik iğme fabrikaları sayısı Manchester'dekileri aştı. Fakat bu imalat alanında Manchester'in düşüşü sırasında, Manchester içinde bulunduğu bölgenin finansal merkezi olma yolunda ilerlemekte idi. Manchester'de pamuklu imalatı yine de devam etti. 1913'te Manchester dünya pamuklu imalatının %65'ine üretmekte idi. I. Dünya Savaşı çıkması ve devamı ile dunya piyasalarının kapanması, o zaman kadar pamuklu üretiminin ve pamuklu ihracatının Manchester'de çok yiuksek yüksek seviyelerde olmasi dolyisiyla, kentin iktisadi durumuna çok aksi tesir yaptı. Dünyanın diğer devlet ve bölgelerinde pamuklu üretmek için fabrikaler kuruldu. Bu fabrikalar imalata geçmek için gereksindikleri makineleri yine Manchester tekstil makineleri imalat sektöründen temin ettiler. Bu savaştan çok gecmedeb sonra Birleşik Krallığı'n Büyük Depresyon adı verilen büyük mali ve iktisadi buhrans sürüklenişi Manchester'e büyük ziyanlar verdirdi. Bu buhranla sanki o zamana kadar gizli olan ekonomik bünyesel değisiklikler gereksinmesi çok açığa çıktı ve eski sanayiler, bu arada tekstil sanayi, dünya imalat sanayi alanında eski önemlerini kaybettiler. II. Dünya Savaşı sırasında Birleşik Krallık arazilerinde ülkenin savaş sanayine katkıda bulunan endüstrilerin başında Manchester'de yerleşik sanayiler gelmekte idi. Örneğin şehirdeki Gorton'daki fabrikasında "Bayer-Peacock and Co" demiryolu lokomotifleri imal etmeyi bırakıp bomba üretimine geçmiş ve bu alanda başta gelen üretici olmuştu. Chorlton-upon-Medlock'da bulunan "Dünlop" firması kauçuk ve oto ve kamyon lastiği ürettiği gibi Birleşik Krallık'daki şehirleri hava hücumlarından korumak için kullanılan baraj balonlarını üretmekte idi. Şehrin henen sınırınd bulunan büyük bir endüstri parkı olan Trafford Park'da "Metropolitan-Vickers" firması "Avro Manchester" ve "Avro-Lancaster" bombardıman uçakları üretimi yapmakta idi ve "Ford" firması bu uçaklar ve avcı uçaklarında kullanılan "Rolls-Royce Merlin" uçak motorlarını imal etmekte idi. Bunun için Mancheste Nazi Almanya'nin Lüfwaffe hava gücü için gayet büyük bir öneme haiz büyük bir hava bombardımanı hedefi idi. Lüffwafe Heinkel He 111 ve Dornier 17 bombardıman uçaklarını kullanarak savaşın hemen başından itibaren Manchester'a hava bombardıman hücumları yapmaya başladı ve bu hücumlarda sadece sanayi hedefleri değil siviller de bu bombardımanların başlamasından itibaren (o zaman için kullanılmayan bir terim olmakla beraber) "kollaterel zayiat" gördüler. Bu hava bombardıman akınlarından önemlilerinden biri 22-23 Aralık ile 25-24 Aralık 1940'ta iki gecede yapılan ve Hristiyan kutsal günü olan (25 Aralık'ta) Noel'e yakınlığı dolayısıyla "Manchester Noel Blitz" olarak adlandırılan oldu. Bu bombardıman akınında toplam olarak Nazi Luftwaffe hava gücü Manchester üzerine 47-67 ton kadar toplam ağırlıkta yüksek tahripli patlayıcı bomba ve yaklaşık 37.000 tane yangın bombası yağdırdı. Manchester şehrinin merkezindeki tarihi binalar yerle bir oldu. Bu arada 365 tane ticaret/sanayi ambarı; 200 tane büyük iş yeri ve 150 tane diğer tipte iş yeri tahrip edildi. 276'da sivil şahıs oldu. 30.000 tane ikametgah zayiat gördü. Manchester Katedrali ilk Alman bombardıman hücumlarının birinde büyük tahribat gördü. Katedralin tamir edilip restore edilmesi 20 yıl kadar aldı. II. Dünya Savaşı sona erdikten sonra Britanya bir pamuklu üreten ve uluslararası pamuk ve pamuklu ticaretinde önemli rol oynayan bir ülke olmaktan tamamen ayrıldı. Manchester'de bulunan "Pamuk Borsası" 1968'de kapatıldı. Borsa binasının bir kısmı bir tiyatro salonu ve diğer kısmı ise alışveriş merkezi olarak geliştirildi. 1968'e kadar Manchester Limanı büyümeye devam etti. 1968'de Manchester Limanı İngiltere'nin üçüncü büyük limanı olmuştu ve 3.000 kişiden daha fazla liman işçisi istihdam etmekteydi. Fakat yük gemilerinin hacmi büyümeye başladı. Manchester Gemi Kanalı'nın yeni tip büyük yük gemileri, özellikle tankerler, büyük kuru yük gemileri ve "konteyner" taşıyan gemileri için kullanılması imkansız olmaya başladı. İngiltere'de Manchester Gemi Kanalı'nın genişletmek için ne imkan ne de istek vardı. Bu yeni tip gemilerle, özellikle konteynerler ile deniz yükü taşımacılığı gittikçe gemi ile yük taşımacılığında ön plana geçmeye başladı. Manchester limanına gelen ve bu limandan giden deniz yükü gittikçe azaldı. Buna bir neden de İngiltere'deki ağır sanayi üretiminin 1960'lu yıllardan beri hızlanan bir düşüş göstermesi idi. 1979'da iktidara gelen Muhafazakar Parti Margaret Thatcher hükümetinin uyguladığı iktisadi politika da ağır sanayi üretimine daha da sıkı gem vurdu. Bu tip sanayinin bir gelişmiş ülke bünyesine hiç uygun olmayan sekilde gayet küçülmesine neden oldu. 1961-1983 döneminde Manchester'de bulunan imalat sanayinde çalışan 150,000 kadar işçinin işi sona erdi. 1982'de Manchester Limanı kapatıldı ve Manchester Gemi Kanalı'nda yük gemilerinin seyrüseferi sona erdi.. Manchester, şehir yenileştirme uğraşlarına 1980'li yılların sonlarında başladı. Bu yenileştirme projeleri arasında "Metrolin": şehir toplu taşıma sistemine yeniden tramvay hatları ekleme; Bridgewater Konser Salonu: eski konser salonu yerine yeni büyük ve modern bir konser solunu yapımı; Manchester Evening News Arena: kapalı spor salonu ve pop müziği konserleri için salon ve Salford'da bulunan liman rıhtımlarının yeni maksatlarla kullanılması projeleri sayılabilir. Kent uluslarasrası prestij kazanıp isim yapmak için bu dönemde iki dafa Olimpiyat oyunlarını organize etmek için aday olmayı da denemiştir. Manchester şehri İrlanda'ya yakınlığı dolayısı ile İrlanda'nın bağımsızlığını isteyen "İrlanda Cumhuriyetçileri" tarafından 19. yüzyıldan itibaren sabotaj hücumlarına hedef olmuştu. 1876'da "İrlanda Dinsel Şehitleri" tarafından yapılan sabotajlar; 1920'de merkezde yangın çıkartma hücumları; 1939'de bir seri bomba patlatılması, 1992'de iki bomba patlatılması bu sabotajlara örnektirler. Fakat en büyük bombalı sabotaj 'Geçici İrlanda Cumhuriyet Ordusu teşkilatı tarafından 15 Haziran 19896 Cumartesi günü Manchester'in ana çarşı sokakaları olan "Corporation Sokağı" ile "Market Sokağı" kavşağında bulunan "Arndale Alış Veriş Merkezi" içinde patlatıdı. Bu sabotaj bombası 1,500 kg patlayıcı madde ihtiva etmekte idi. İngiltere'de barış zamanı en büyük patlamayı ortaya çıkarttı. Bu patlamadan hiçbir insan zayiyatı olmadı ama 200 kişi yaralandı. Fakat insanlar tarfından ortaya çıkartılan felaket=erden en yükse maliyetlisi olduğu sonradan anlaşıldı. Patlamadan yakındaki binalar gayet büyük hasara uğradı ve 1-1.5 km bile uzakta olan binaların camları kırıldı. Bu patalamanın maliyetinin £50 milyon olarak ilk tahmin yapılmıştı ama aynı zamanda bu tahminin gayet düşük olduğu ve gerecek mali=yetin tahminlerin birkaç kat olacağı bildirilmişti. Sonunda sigorta şirketlerinin hasar için ödemiş olduğu tüm meblağın £400 milyonu aştığı Bildirildi. Hasar gören birçok küçük dükkân ve iş yeri bu patalamnin ortaya çıkardığı zararı hiç karşılayamadılar ve işlerine son verdiler. Bu patlamadan sonra Manchester'in merkezinde büyük yeni inşaat projelerine başlanarak şehir merkezini yenileştirme projesine girişldi. . Yapılan büyük yatırımlar ve 2002 İngiliz Milletler Topluluğu Spor Oyunları'nın sağladığı mali fırsatlar kullanılarak Manchester'in merkezi gayet geniş kapsamlı yeniden kurulmadan yepyeni olarak ortaya çıktı. Kurula Manchester Arndale Alisveris Merkezi Birleşik Krallık içinde en büyük şehir içinde bulunan AVM (mall) oldu. 21. yüzyıl başlamasından itibaren Manchester, kentin yenileşmesine büyük gayretler sarfetmiştir. Günümüzde Manchester'in 1960'li yıllarda yapılmış olan birçok bölge ve semtlerindeki binalar ya modernize edilm
işler ya da yıkılıp yerlerine gayet büyük miktarda çelik kullanılan ve camla kaplı binalar yapılmıştır. Eski çok katlı büyük pamuklu fabrikaları modern apartmanlara dönüştürülmüştür. Örneğin "Hulme" semti çok geniş yenileştirme ve yeniden gelişme programilarına tabi tutulup milyonlarca sterlin para harcanarak "lofthouse" apartmanları ile dolmuştur. 2006'da şehirde 169 metre ve 47 kat yükseklikte Beatham Tower adlı bir gökdelen yapılıp bitirilmiştir. Bu bina Birleşik Krallık'ta Londra dışında en yüksek bina olup bitirildiği zaman Avrupa'da özel ikametgah olmak üzere kullanılan en yüksek bina olmuştu. Manchester kentinin enlem ve boylamı K 53°28′ ve B 2°14′dir. Kent İngiltere merkezi ve Birleşik Krallık başkenti olan Londra'nın kuzeybatısında bulunup Londra'ya en kısa karayolu ile 257 km uzaklıktadır. Manchester, ortası düz ve düşük, kenarları yüksek, büyük bir kase şekilde olan bir arazide konumlanmıştır. Kuzeyinde ve doğusunda pek fazla yüksek olmayan Pennine Dağları bulunur ve bu sıradağlar kuzey İngiltere'nin belkemiğini teşkil edip güneye doğru Cheshire ovasına kadar inerler. Kent ve şehir merkezi, İrwell Nehri'nin doğu sahilinde, Medlock Suyu ve Irk Suyu'nun birbirine kavuştuğu mevki yakınında konumludur. Kentin rakımı nispeten düşük olup 35 m ile 42 m arasında değişir. Manchester'in güneyinde Mersey Nehri geçmektedir. Kentin merkezinin çoğunluğu, özellikle merkezin güney yakası, gayet düz arazidedir. Böylece merkezdeki çok katlı yüksek binaların üst katlarından çok geniş bir alanın manzarası görülebilmektedir. Bu manzaralarda önce kent merkezinde bulunan çok katlı yüksek binaların çoğunluğu; daha ileride şehri tamamen saran ōnce 19. yüzyılda yapılmış sivasız, tuğladan evlerden oluşan ama aralarında 1950'li ve 1960'li yıllarde yapılan, yerel idarenin sahip olduğu sosyal yapılar da bulunan iç semtler ve sonra da genellikle özel ikametgâhların bulunan dış semtler ve daha sonra Manchester'e (idarî olmasa bile coğrafi olarak) bağlı Salford, Stockport gibi yerel idare birimleri ile kentler ve bunların ilerisinde varoş şehirler gibi insan yapısı manzaralar olduğu gibi daha ilerlerde ufuklarda Pennine Dağları'nın alt etekleri ve ağaçsız kirlik arazileri görülebilmektedir. Bu ufuklarda bulunan, merkeze nisbetle yüksek olan, araziler kışın karla kaplı olup beyaz olarak görülürler. Manchester'in coğrafi nitelikleri, dünyanın ilk sanayi kenti olan Manchester'in gelişmesinin ilk dönemlerinde çok önemli amiller olmuşlardır. Bu önemli gelişme amilleri arasında kentin iklimi; bir deniz limanı olan Liverpool'a yakınlığı; kente yakın olan nehirlerin, fabrikaları işletmek için yeterli hızla akan şu gücünün bulunması sağlayabilmeleri; kömür rezerv ve yataklarının gayet yakın olması sayılabilir. Manchester isimli kent resmen idari sınırlar ile tanımlanmaktadır. Bu tanımlama Manchester'i "Büyük Manchester" içinde bir Metropoliten Bölge olarak belirtmektedir. Fakat değişik coğrafi niteliklere göre değişik Manchester kentleri de tanımlanabilmektedir. Bunlar arasında "Büyük Manchester Kontluğu bölgesi"; "Büyük Manchester kentleşmiş bölgesi"; "Manchester Şehri Alanı", "Manhester Posta İdaresi alanı", Manhester kenti karayolu girişlerinde "karayolları tıkanıklık gösterme alanı" bulunur. Britanya Ulusal İstatistik Ofisi'nin (ONS) kullandığı tanımlamaya göre Manchester "Büyük Manchester Şehirleşmiş Bölgesi"nin en çok yerleşik nüfusunu taşıyan yerleşke bölgesidir ve Birleşik Krallık için üçüncü büyük kentleşmiş araziyi kaplamaktadır. Manchester'de şehir merkezine yakın olarak yüksek nüfus yoğunluklu çok katlı apartman ikametgahlar ile daha ilerlerde genellikle iki katlı evlerden oluşan şehir varoş semtleri birbiri içine geçmiştir. Kent içinde hiç ikametgâh bulunmayan en büyük park arazisi 260 hektarı kapsayan Heaton Park'tır. Manchester'in merkezi dışında daha az nüfus yoğunluklu çoğu iki katlı binalardan oluşan büyük varoş semtleri vardır. Şehrin özellikle güneyinde Cheshire ile sınırlara doğru daha büyük bahçeleri olan nispeten senginlerin büyük bahçeli evleri bulunan varoşlar görülmektedir. Şehrin güneyinde, M60 otoyolu "Northenden" semtinin ortasından ve M66 otoyolu ise "Wythenshaw" semtinin ortasından geçmektedirler. Her değişik yönlerden kentin ortasına giren çok hatlı demiryolları bulunmaktadır ve bunların çoğu Manchester'in ana tren istasyonu olan "Manchester Piccadilly" istasyonuna yöneliktir. Manchester'in yakınında bulunan yörel şehirler, kentler ve kasabalar ve Manchester'e yönleri şu göstergede verilmiştir: Manchester, Britanya Adası'nda bulunan arazilerin çoğu gibi, bir ılıman Okyanusal iklim karakteri gösterir: Yazlar sıcakça ve kışlar soğukça olur. Genel olarak yıl içine çok düzgünce yayılmış olarak ama hafif yağmur şeklinde olarak yılın tümünde yağışlar devam etmektedir. Meteorolojik gözlemlemelere başlanmasından sonraki yıllarda ortalama yıllık yağış 80,66 cm olarak hesaplanmıştır. Buna karşılık Birleşik Krallık yıllık yağış ortalaması 112,50 cm olmaktadır. Manchester'de yıllık ortalama yağmurlu gün sayısı 240,4 gün iken Birleşik Krallık'ta yıllık yağışlı günler sayısı 154,4 gün olmaktadır. Fakat Manchester'de nisbi nemlilik oranı yüksektir. Nisbi nemlilik oranının yüksekliği ve çok fazla yumuşak şu kaynakları bulunması 19. yüzyılda Manchester'de büyük bir pamuklu sanayiinin gelişmesinde önemli amiller olup Manchester'in "dünyanın pamuklu üretim başkenti" adını almasına neden olmuşlardır. Kentte şehirleşmenin yerel ısıyı artırması etkisinden dolayı kış sıcaklığı yüksek olduğu için kar yağışları kent içinde ender görülür. Fakat kentin doğusuda ve kuzeyinde bulunan Penine Dağları ve Rosssendale Ormanı arazilerinde daha fazla kar yağmakta ve buralardaki karlı günlerde bu yönlerden kente giriş ve çıkış yollarının kar dolayısıyla tıkanma veya hatta kapanma olasılığı ortaya çıkmaktadır. Bu kar dolayısıyla tıkanıp kapanma olasılığı olan büyük yollar Oldham ve "Stanedge" yönlü "A62 karayolu" Sheffield'de giden Penineları Snake Pass (Yılan Geçidi)'nden geçen "A57 karayolu" ve yüksek Saddleworth Moor ağaçsız kırsal alanı kenarından geçen "M62 Otoyolu"'dur. Şu tablo Manchester şehri (Ringway Havaalanı gözlemevi) için en yüksek ve en düşük ısı ve yağış gözlemlerini vermektedir: Tarihsel olarak Manchester'in nüfusu 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başında Kraliçe Victoria döneminde gayet hızlı artış gösterdi. 1931'de şehrin nüfusu sayısı bir zirve değer olan 766,311 kişiye erişti. Bundan sonra şehrin nüfusu hizkla düşüs gösterdi. Bu düşüşe neden olarak şehrin ortasında bulunan gayet kötü derme-çatma yapılmış ve eskimiş olan konutların yıkılıp şehir ortasını yenileme politikası uygulanması ve II. Dünya Savaşı'ndan sonra "Manchester Şehir Yerel İdare Konseyi"'nin şehrin (Hattersley ve Langleye gibi) varoşlarında şehri nüfusunun taşıp gidip yerleşebileceği varoş semtlerde sosyal konutlar yaptırma politikasını gayet hızla uygulaması olarak verilmektedir. 2012 Yıl-Ortası Nüfus Tahminine göre "City of Manchester" metropoliten bölge yerel idaresi sınırları içerisindeki şehir nüfusu 510,700 kişi olmuştur. Bu 2011 Yıl-Ortası Nüfus Tahminine nisbetle 7,900 kişi veya %1,6 bir yıllık artış ifade etmektedir. 2001'e oranla ise nüfus toplam 87,900 kişi veya %20.8 bir artış göstermiştir. 2011 Nüfus Sayımı sonucuna göre Manchester tüm Birleşik Krallık'ta üçüncü büyük artış oranı gösteren yerleşim bölgesidir. Şehrin nüfusu 500,000 kişiden fazla %19 oranda artış göstererek, Londra dışında, en yüksek oransal artış gösteren en büyük oraansal artış göstern yöre olmuştur. Manchester nüfusu 2021'e yapılan projeksiyon tahminlere göre 532,200 kişiye erişecektir. Bu projeksiyon tahmine göre Manchester nüfusu gelecekteki 10 yılda geçmis 10 yılda gösterdiği büyüme hızından daha yavaş bir büyüme hızı gösterecektir. "Büyük Manchester Yapılaşmış Bölgesi"'nin nüfusu (2011 tahminine nazaran) 2,553,400 kişidir. "Büyük Manchester" bölgesinde ise (2012 tahminine göre) 6,547,000 kişi yaşamaktadır ve bunlardan 6,547,000 kişi Manchester şehir merkezineden 50 km çapında bir daire bölgesinde ve 11,694,000 kişi ise şehir merkezinden 80 km çapında bir daire bölgesinde yaşamaktadırlar. Temmuz 2011 başından ay ortası tahmin noktası olan Haziran 2012 arasında şehirde doğumlar sayısı ölümler sayısından 4,800 kişi daha fazladır. Ulusal ve uluslararası göç etmeler ve diğer değişiklikler Temmuz 2011 ile Haziran 2012 arasında oratya çıkan 3,100 kişilik net artışı açıklayabilmektedir. "Büyük Manchester"'e ve İngiltere ülkesinin tümüne oranla Manchester'de daha genç bir nüfusu bulunmaktadır ve özellikle büyük 20-35 yaş aralıkları içinde olan nüfusda bariz olarak görülmektedir. Manchester bir üniversite eğitim şehridir. 2011/12 akademik yılında Manchester'de bulunan yüksek eğitim kurumları olan Manchester Üniversitesi, Manchester Metropolitan Üniversitesi ve Kraliyet Northern Müzik Koleji'nde diploma öğrencisi ve dioploma üstü eğitim öğrencisi olarak 76,095 öğrenci bulunmaktadır. 2001 Nüfus Sayımı ile 2011 Nüfus Sayımı arasından kendilerini Hıristiyan dinsel inancı olduğunu kabul edenleri sayısı toplam nüfusta %62.4'ten 548.7'ye düşmüştür ve bu %22 oranında düşüş haddi göstermektedir. Kendini hiçbir dine inanmadığını kabul edenlerin toplam nüfusa yüzdesi %16'dan %25.2'e yükselmiştir ve bu %58.1 bir artış hızı ifade etmektedir. Kendini Müslüman olarak kabuledenlerini toplam nuğfusu göre oranı %9.1 dan %15.8 e yükselmiştir ve bu %73.6% oranda bir artışı ifade etmektedir. "Büyük Manchester"'de bulunan Yahudi inançlı kişiler Londra dışında, Manchester'de en yüksek sayıda Yahudi nüfusun yaşadığını göstermektedir. Manchester'de İngiltere tümüne nisbetle daha büyük oranda "gay ve lezbiyen" cinsel yönelimi olan kişiler yaşamaktadır. 2011'de İngiltere'nin tümününde aynı cinsten sivil törenle evlenmiş çiftler oranı toplama göre %0.16 iken Manchester'de bu oranın %0.23 olduğu belirtilmektedir. Nüfusun etnik asıl bağlarına göre hazırlanan istatistiklerine göre "Manchester Şehri Yerel Borough" sınırları içinde yaşayan beyaz-ırktan-olmayan kişilerin toplama oranı "Büyük Manchester" için
de bulunan "borough ve yerel yönetim bölgeleri"'ne nazaran çok daha büyük orandadır. Birleşik Krallık 2011 Nüfus sayımına göre kişilerin bağlı oldukları ırksal oranlar şunlardır: %66.7: Çeşitli Beyaz ırktan olup bunun içinde %59.3 Britianya asıllı beyaz; %2.4: İrlanda'dan göç eden beyaz; %0.1: çingene veya İrlandalı "traveller (gezici)"; ve %4.9 diğer bayaz ırktandır. Karışık Britanya ve Avrupalı asıllı ırkatan olanların oranı istatistiklerde belirlenmektedir. Faakt bazı kaynaklar Manchester'de takriben 25,000 kişinin İtalyan asıllı veya karışık İtalayn-Britanyalı olduğunu iddia etmektedirler; ama buna göre Manchester nüfusunun %5.5.'in İtalya asıllı olduğu anlamına gelmektedir. Manchester nüfusunun %4.7'sinin karışık ırksal asıllı olduğu ortaya çıkmıştır. %4.7 olan karışık ırktan nüfusun içinde değişik ırkdan karışık asıllılar oranları şöyle verilmektedir: %1.8: Beyaz ve Siyahi Karayıplerli; %0.9: Beyaz ve Siyahi Afrikalı ; %1.0: Beyaz ve Asyalı; %1.0: Britanyalı Asyalı. Diğer ırktan asıllılar oranları da şöyledir: %2.3: Britanyalı Hindistanlı; %8.5: Britanyalı Pakistanlı; %1.3: Britanyalı Bangladeşli; %2.7: Britanyalı Çinli; %2.3: Britanyalı diğer Asyalı; %8.6: Britanyalı Siyahi; %1.6:Diğer Siyahi; %1.9: Britanyalı Arap ve %1.2: Diğer etnik asıllı. Kidd Manchester'de en büyük etnik azınlıkların yerleşik oldukları şehir semtlerinin "Moss Side", "Longsight", "Cheetham Hill", "Rusholme" olduğunu bildirir. Manchester'de bir yürüyüş ile kutlanan İrlanda aziz yortusu olan "San Patrick Günü" Manchester'deki yürüyüş kuyruğunun Avrupa'da yapılan "San Patrick Günü" yürüyüş kollarından çok daha uzun olduğunu iddia etmektedir. Şehir içinde gayet uzun zamandır yerleşmiş olan oreyantal Çinli asıllılarının çalıştıkları, özellikle Çin Restoranlarının ve Çinli yiyecek malları satan süpermarketlerinin bulunduğu, bir "Çinliler Şehir" de bulunmaktadır. Şehir üniversitelerine büyük sayıda uzak-doğulu Çinli asıllı öğrenciler de çekmektedir. Şehirde bulunan Çinli asıllılar; Çinli çalışanlar ve Çin'den eğitim için gelenlerle tüm Avrupa içinde Manchester üçüncü büyük sayıda Çinli halkın yaşadığı bir şehir niteliğini taşımaktadır. Eurastat tarafından tanımlanıp kullanlan fonksiyonel bir şehir-bölge kavramının tanımlaması olan Manchester "Büyük Şehirsel Bölge (LUZ)" kavramı ve kapsamı Britanya istatistiklerinin ele aldığı Büyük Manchester yörel idaresinin kapsadığı alana çok benzemektedir. "Urbanaudit" tarafından hazırlanan 2004 yılı itibarıyla bu tanımlamaya göre "Manchester Büyük Şehirsel Bölgesi LUZ" nüfusu 2,539,100 kişidir. Manchester LUZ Birleşik Krallık'te Londra'dan sonra ikinci büyük LUZ yerleşim birimidir. Manchester, Liverpool ile birlikte Birleşik Krallık ve Kuzey-Batı İngiltere'nin sanayi merkezidir. Britanya "Ulusal İstatistiker Ofisı" tarafından hazırlanan yöresel ekonomik hasıla istatistikleri arasında ayrı olarak "Manchester Şehri (Borough) Yerel İdaresi" için yöresel gayrisafi katma değer verilmemektedir ama "Güney Büyük Manchester" adı verilen ve Manchester Şehri "borough" ile birlikte Salford, Stockport, Tameside ve Trafford "borough" yerel idarelerinin kapsadığı arazileri ihtiva eden yöre için Gayrisafi Katma Deger verilmektedir. Bu "Güney Büyük Manchester"'in 2012'deki "Gayrisafi Katma Değeri" £34.8 milyar olarak tahmin edilmiştir ve bu 2002 ile 2012 arasında bu yörenin gayrisafi katma değerinin büyümesi (Britanya için nispeten büyük olan ve ortalama ulusal büyüme hızının üstünde olan) ortalama yıllık %2.3 olsrsk bvrtilmrktır. Daha geniş alabir alan kapsayan "Manchester Metropoliten Bölgesi" ekonomisi için "gayrisafi yöresel hasıla" 2012 tahminlerine göre $88.3 milyar olmuştur. Bu bölgedeki satın alma gücü paritesi ise (2012 tahminlerine göre) Birleşik Krallık'taki benzer metropoliten bölgeler arasında Manchester Metropoliten Bölgesi'nin üçüncü sırayı aldığını göstermektedir. Metropoliten yöre 2011 "GaWC: Globalleşme ve Dünya Şehirleri" sınıflandırılmasında Manchester "beta-dünya-şehri" olarak sınıflandırılmıştır. Yaşama şartları bakımından Manchester semtleri arasında gayet büyük farklılıklar görümektedir. Ülkenin en fakir semtleri arasında bazı Manchester semtleri bulunmaktadır ama diğer taraftan şehirde gayet zenginlerin oturduğu semtler de bulunmaktadır. 2010 "Çoklu Fakirlik Endeksleri"'ne göre Manchester Yerel İdaresi bölgesi İngiltere ülkesi içinde diğer yerel idare bölgeleri arasında fakirlik endeksi sıralanmasında 4 sırayı almıştır. Diğer taraftan Büyük Manchester'de ikamet eden multi-milyonerler sayısı, Londra dışında, multi-milyöner sayısının en yüksek olduğu yöredir. Bu büyük eşitsizliğe rağmen, hayat kalitesi hakkında 2013'te İngiltere'nin 11 büyük şehrinde yapılan anket araştırmasında Manchester 6. sırayı almıştır. İşsizlik oranı 2012-1013 yılları içinde Manchester'de %11.9 olmuştur. Manchester'de bulunan üniversite mezunu çalışan nüfus oranı %37 olup diğer önemli şehirler için ortalama olan %33'ün üstündedir. Ama Manchester yerel idaresine bağlı olan ikinci derecede okullarda performans ulusal ortalamanın ortasında olduğu bilinmektedir. Manchester, Londra dışındaki taşra şehirleri arasında, en çok sayıda ofis ve çalışma bürosu bulunan İngiltere eden şehridir. "Grimley Ticari Binalar Danışmanlığı" araştırmaslarına göre şehir merkezinde bulunan ofis ve çalışma bürolarının için üç aylık ortalama yerleşik taban alanı 230,000 feet-kare olup bu Birmingham, Leeds, Liverpool ve Newcastle gibi büyük İngiltere şehirlerinden bulunan ofis ve çalışma bürosu yerleşik taban alanından çok daha yüksektir. Manchester Kuzey-Batı İngiltere'nin kültür merkezidir. Manchester'de klasik batı müziği için iki senfoni orkestrası bulunmaktadır: 1858'de kurulan Halle Senfoni Orkestrası ve "BBC Filarmonik Orkestrası". Klasik batı oda müziği için "Manchester Camerata" adlı bir oda müziği orkestrası da bulunmaktadır. 1950'li yıllarda Manchester şehrinde yerleşik "Manchester Ekolü Klasik Batı Müziği Bestecileri" ile şehir ün yapmıştı ve bunlar arasında ulusal ve uluslararası üne sahip Harrison Birtwistle, Peter Maxwell Davies, Alexander Goehr ve "David Ellis" bulunmaktaydı. Manchester Birleşik Krallık'ta Londra'dan sonra en önemli klasik batı müziği eğitim konservatuvarları ile tanınmıştır. Gençlere müzik eğitimi sağlayan konservatuvar okulCheatham Müzik Okulu yüksek müzik eğitimi sağlayan Kraliyet Kuzey Müzik Koleji Konservatuvarı ile birleşmiş ve şehirde tek bir konservatuvar olmuştur. Kraliyet Kuzey Müzik Koleji daha 40 yıl kadar önce 4 değişik konsevatuvarın birleşmesindne kurulmuştu. Bunların başında 1920'de kurulan "Kuzey Müzik Okulu", 1893'te kurulan "Kraliyet Manchester Müzik Koleji" gelmekte idi. Manchester'de klasik batı müziği konser salonu şehrin ortasında Peter Street'de bulunan "Free Trade Hall" idi. Günümüzde 1996'da şehir merkezinde £42 milyon harcama ile özel olarak iyi akustik sağlamak 280 yay üzerine oturtulmuş olarak yapılan 2500 kişilik konser salonu, Bridgewater Hall Konser Salonu hem Halle Orkestrası ve hem BBC Filarmonik Orkestrası'nın ana salonu olup diğer müzik konserleri için de kullanılmaktadır. Bu konser salonunda takriben yılda 250'den fazla konser verilmektedir. Kuzey İngiltere'de Sanayi Devrimi sırasında maden ve fabrikalarda çalışanlar tarafından kurulup geliştirilen amatör bakır nefesli çalgılardan oluşan "Bakır Nefesli Çalgılar Bandolar"ı Mancehester'in tarihsel müzik kültürü içinde çok önemli rol oynamaya devam etmektedirler. Hamsin Yortusu'ndan sonraki cuma günü (Whit Friday) yer yıl Manchester'e yakın olan "Saddleworth" ve "Tameside" bölgelerinde bakır nefesli çalgılar bandoları" yarışmaları yapılmakt ve o yılın en iyi bendosu seçilmektedir. Bu yarışmalarda başta giden "bakır nefesli çalgılar bandolar" arasında Manchester'de yerleşik "Cooperative Wholesale Society (CWS) Manchester Bandosu" ve "Fairey Bandosu" bulunmaktadır. Manchester pop ve rock müzik alanında da önemli rol oynamakta devam etmektedir. İngiltere'de ve uluslararası pop müziğinin gelişmekte olduğu 1960'li ve 1970'li yıllarda Manchester'de yetişmiş ve bu şehire ılk defa ün kazanıp büyük isim yapmış pop müziği grup ve şarkıcıları arasında "Hollies", "Herman's Hermits", "Monkees" grubundan "Davy Jones", "Smiths", "Büzzcocks", "Oasis", "Take That" gibi rock grupları bulunmuştur. 1980'li yıllarda gelişen "İndie" rock müziği türü Manchester'de "Tony Wilson" tarafından açılmış olan "Hacienda" adlı gece kulübünde geliştirildiği bu tip müziği sevenler tarafından gayet iyi bilinmektedir. Manchester'de pop müzik konserleri ve diğer büyük seyirci kütlesi çeken etkinlikler için kullanılan kapalı salon 21,000 kişi oturma kapasiteli olan Manchester Arena'dir. Bu kapalı salon Avrupa ve Amerika'nın bu nedenle kullanılan kapalı salonlarından en büyüğü olmaktadır. New York, ABD'de bulunan Madison Square Garden ve Londra'daki The O2 Arena maksimum seyirci kapasitesi bakımından bu Manchester kapalı salonundan sonra 2. ve 3. sırayı almaktadırlar. Manchester'de bulunan diğer rock müzik, müzik ve diğer eğlence ve etkinlikler için kapalı salonlar arasında büyük "Manchester Apollo" ve "Manchester Academy" ve daha küçük "Band on the Wall", "Roadhouse", "Ruby Lounge" ve "Deaf Institute" sayılabilir. Manchester'de tiyatro, opera ve bale dansı gibi görsel sanatlar gayet popüler olarak seyirci toplamaktadır. Bu görsel sanatlar için seyirciye sunulan eserler arasında çok sayıda Manchester'de sırf bu kent seyircisi için geliştirilen eserler olmaktadır. Londra ve Londra görsel sanatlar merkezi "West End"'in geliştirilen müzikal ve popüler gösteri eserleri ve Birleşik Krallık görsel sanat toplulukları da gezici misafir truplar olarak Manchester'deki seyirciye eserlerini sunmaktadırlar. Görsel senatlar için Manchester'de en büyük seyirci sayısı içeren tiyatro salonu 1,920 kişilik kapasiteli ticari gezici showlar, konserler, müzikaller, baleler, operalar, Noel sezonu müzikal-komedi türünde oyun olan İngiliz pandomimi" gibi eserler icra edilip gösterilen Manchester Opera Evi'dir. Daha küçük olarak 1,955 kişilik seyirci kapasiteli "Manchester Pala
ce Tiyatrosu" da yine bu tür ticari repertuvarı olan tiyatro salonudur. "Royal Exchage Tiyatrosu" Manchester'de eski "Manchester Pamuk Borsası" binasının restore edilmiş salonunda devasa bir tohum zarı şekilde (pod) özel bir mimari ile ortaya çıkartılan Birleşik Krallık'taki en büyük yuvarlak tiyatro icra sahne alanı bulunan ve üç katlı olarak 700'e kadar seyirci kapasitesi bulunan tiyatro salonudur. Bu tiyatro salonlarının bulundukları binalar ve mimarileri de koruma altına alınmış ve "II. numaralı koruma listesi" içine konulmuştur. Daha küçük genellikle tiyatro eserlerinin "düzenli repretuvar sistemine" göre sahneye koyulduğu "Manchester Library Tiyatrosu" trubu Manchester'in 19. yüzyıl sonunda yapılmış yuvarlak binalı Manchester "Central Kütüphanesi" bodrum katında eski konferans salonunun değiştirilmesi ile kurulan tiyatro salonunda performanslar vermekte idi. 2010'de bu merkezi kütüphanenin renovasyonuna başlanmasından sonra bu tiyatro salonu kapatılmıştır. Bu tiyatro trubu çeşitli salonlarda tiyatro oyunları icra etmeye devam etmiştir. Bu arada Castle Street'de bulunan "Cornerhouse" adli film ve sinema sanatı merkezi ile birleşmiş ve "HOME (Manchester)" adı verilen bu yeni kültür kurumu kurulmuştur. Bu kurum için 2013'te yeni bir tiyatro salonu yapılmaya başlanmıştır ve bu sanat merkezi ve salonunun Mayıs 2015'te açılması planlanmıştır. Bu yeni görsel sanatlar tiyatro salonunu kullanacak tiyatro trubu ismini "Manchester Library Tiyatrosu" olarak korumuştur. Bunların yanında gençler için "çoklu disiplinli görsel sanatlar merkezi" olarak kurulmuş ve acayip 9 çıkışlı 4 bacalı mimarisi ile hemen ilgi çeken iki tane (biri 320 kişilik ve diğeri 80 kişilik) tiyatro salonları bulunan Contact Tiyatrosu vardır. Ayrıca daha küçük seyirci kapasiteli salonlu "Studio Salford" ve sırf bale ve dans performansları verilen Dancehouse Tiyatrosu Manchester'de bulunan diğer görsel sanat salonlarıdır. 2007'den itibaren her iki yılda bir Manchester'de bir Manchester Enternasyonal Festivali adli bir sanat festivali düzenlenmektedir. Bu festivalde yani hazırlanan görsel sanatlar eserlerinin performansları yapılmaktadır. 2014'te Birleşik Krallık Maliye Bakanı sırf bu festival merkezi olarak için kullanılmak üzere bir yeni büyük ve gayet esnek nitelikli (geçici olarak "Tiyatro Fabrikası" adı verilen) bir görsel sanat (tiyatro salonu ?) binasının yapılması için devlet fonu ayrıldığını ilan etmiştir. Manchester müzeleri Manchester'in antik Romalılar dönemi tarihini; gayet zengin sanayi miraslarını; "Sanayi Devrimi" içinde şehrin baş rolünü; tekstil sanayini; İşçi Sendikaları'nın kurulup gelişmelerini; Birleşik Krallık'ta kadınlara seçim hakkı tanıması için yapılan çaba ve verilen mücadeleleri ve futbol sporunun 'un şehirde gelişmesini ele almaktadır. Şehirde Castlefield bölgesinde bulunan Mancinium antik Romalı kalesinin yeniden yapılmış bir kısmı ziyaretçilerin görüp incelemesine açıktır. Manchester "Bilim ve Sanayi Müzesi (MOSİ)" tarihsel ilk yolcu tren hattının (Manchester-Liverpool demiryolunun) Manchester terminalinde bulunan Mayıs 1830'da açılan dünyada ilk tren yolcu istasyonu olan ama uzun zamandır tren istasyonu olarak işletilmeyen "Liverpool Road Tren Garı"'ında kurulmuştur. Bu müzede geniş örneklerle eski ulaşım sistemleri (özellikle istimli lokomotifler ve demiryolu vagon tipleri, otomobiller ve uçaklar); enerji sistemleri sergileri (su enerjisi, elektrik, istim ve gaz motorları); Manchester'deki temiz su sağlama ve atık su lağım ve arıtma sistemleri; tekstiller; komünikasyon sistemleri ve bilgisayar sistemleri sergileri bulunmaktadır. Müzede büyük bir istim lokomotifleri koleksiyonu, sanayi makineleri koleksiyonu, ilk döneminden itibaren eski uçaklar koleksiyonu bulunmaktadır. Ziyaretcilerin ilgisini çeken bir sergi de ilk veri deposu bulunan komputerin ("Manchester Küçük-Ölçekli Deneysel Makina - Bebek"'in) bir kopyasının bulunmasıdır. Manchester "Ulaşım Müzesi"'nde 19. ve 20. yüzyılda kamu taşımı için şehirlerde işletilen bir tramvay ve otobüs vasıtaları koleksiyonu sergilemektedir. Günümüzde ticari gemiler tarafından kullanılmayan "Manchester Gemi Kanalı"'nin kara içindeki Manchester'de bulunan limanı olan "Trafford Park" doklarında yeni kurulan "Salford Quays" adlı bölgede bir askeri müze olarak "Kuzey'de İmparatorluk Savaş Müzesi" bulunmaktadır. 2002'de açılan bu müze özellikle gayet gözalıcı modern mimarisi ile ilgi çekmektedir. 1830'da halka açılmış olan ve Manchester Üniversitesi içinde ve idaresinde bulunan gayet ilgi çekici arkeoloji (antik Mısır özellikle firavunlar çağı mumyalar sergileri, antropoloji koleksiyonu ve doğa tarihi koleksiyonu ile önemlidir. Manchester Şehri yerel idare konseyi'nin sahip olduğu Manchester Güzel Sanatlar Galerisi Mosley Sokak'ında bulunan neo-gotik mimari stilli ve arkasına eklenmiş olan modern mimari stilli yeni binalardan oluşmaktadır. Bu galeri devamlı sergilenen bir önemli batı Avrupa resim tabloları koleksiyonuna sahiptir. Bu galerinin en ilgi çeken eserleri büyük sayıda 19. yüzyıl sonunda İngiltere'de ortaya çıkan Ön Raffaeloculuk akımı'na ait çok önemli tablolardır. Şehrin güneyinde yine Manchester Üniversitesi sahipliliği ve idaresi altındna bulunan Whithworth Güzel Sanatlar Galerisi bulunmaktadır. Önemli bir renovasyon ve yeni geliştirmelerden sonra 2015 başlarında yeniden açılan bu sanat galerisinde modern resim sanatı eserleri, heykeller ve tekstill kumaş eşantiyonları sergilenmektedir. Manchester'de bulunan diğer devamlı sergiler ve müzeler içinde Rusholme semtindeki Manchester "İngiliz Giysiler Galerisi", "Halk Tarihi Galerisi", "Manchester Yahudiler Galerisi" ve "Urbis Merkezi"'nde bulunan Preston'dan nakledilip getirilen "Millî Futbol Müzesi" de bulunur. 19. yüzyılda Sanayi Devriminin ana merkezi olan Manchester bu gayet zorluklarla geçen Britanya'nın sanayileşme sürecini Britanya edebiyatında özel yankılar doğurmuştur. Bunların başında Manchester'de doğup yaşayan Elizabeth Gaskell olup roman türünde olan eserleri bu süreç sırasında Manchester'deki hayatı gayet açıkça ortaya koymaktadır. Gaskell'in Mary Barton: A Tale of Manchester Life (1848) adlı roman eseri buna gayet iyi örnektir. 19. yüzyıl Manchester'de işçi sınıf mensuplarının hayatını gayet iyice aksettiren ve tüm dünyaya gayet büyük etkisi olan roman olmayan bir kitap da Manchester'de yaşayıp bu şehirde ilk halk kütüphanesi olan "Cheetham Kütüphanesi"'nde 1844'te Almanca olarak kaleme aldığı (ancak 1887'de İngilizceye çevrilen) Friedrich Engles'in 1844 Yılında İngiltere'de İşçi Sınıfının Koşulları adlı kitapdir. Tanınmış 19. yüzyıl İngiliz yazarı Charles Dickens arkadaşı olduğu Mrs. Gaskerll'in tesiri ile yazdığı 1854 tarihli Zor Zamanlar (Hard Times adlı roman eserinin çok kısmı Preston'da geçtiği kabul edilmekle beraber Manchester'deki hayatı ve zorluklarını da iyice açığa kavuşturmaktadır. Isabella Banks 1876'da yazdığı üç cilt roman olan "The Manchester Man"'de realistik bir görüş ve üslup ile Manchester'de 19. yüzyıl başlarındaki Napolyon savaşları döneminden ilk "1832 Reform Kanunu" ile Britanya'da 30'dan yaşlı her erkeğe oy hakkı verilmesine kadarki dönemi ele almıştır. Bu roman eserlerde özellikle 16 Ağustos 1819'da oy hakkı isteyen 60,000–80,000 kişinin Manchester merkezinde "St Peters Meydanı"nda yaptıkları toplantı mitinginin süvari hücumları ile bastırılıp 15 kişinin ölümüne ve 400–700 kişinin yaralanmasına neden olan Peterloo Katliamı ve daha sonra Kuzey Amerika'dan buğdayın ancak İngiliz gemileri ile getirilmesine ve İngiltere'de bir zahire tekelinin oluşup ekmek fiyatının gayet yüksek olmasına neden olan Mısır Yasaları adı verilen kanunların kaldırılması için "Mısır Yasaları Aleyhtarları Lig (Anti-Corn Law League)" tarafından organize edilip yapılan büyük protesto mitingleri gayet ayrıntılı ve çekici bir üslupla anlatamaktadır.. 1962 başımlı çok etkili bir roman olan Otomatik Portakal eserinde distopik bir yakın gelecekte birey gençlerin uyum sağlayamayıp nedensiz hiddet ve şiddet hareketleri göstermesini ele alan yazar Anthony Burgess Manchester doğumludur ve Manchester Üniversitesi mezunudur. 20. yüzyılde iyi tanınmış İngiliz polisiye eserler yazarı olan "Maurice Procter" (1906–1973) "Granchester Şehir Polis Deparmanı"'nda detektif komiser olan Henry Martineau'un kahraman olduğu birkaç, (14 tane), detektif romanı yazmıştır. "Granchester şehri" Manchester'dir. 1954 yazdığı bir romandan uyaralama ile 1960'ta Stanley Baker'in Detektif Martineau olarak başrolü oynadığı "Hell Is a City" adlı polisiye film Manchester sokaklarında çekilmiştir. 1993'te şehir yerel idare yöneticilerinin teşviki ile bazı bira üretim ve dağıtım şirketlerleri şehir ortasında bulunan, publara, birahanelere, barlara, içkili lokantalara ve gece kulüplerine yaptıkları yatırımlar sonucu olarak Manchester şehrinin gece hayatı gelişmeye başlamıştır. İçkili eğlence kurumlarını verdikleri lisanslar ile kontrol eden şehir yerel idaresi şehir merkezinde 500'den fazla içkili eğlence kurumuna lisans verdikleri ve böylelikle bu gece eğlence yerleri için maksimum kapasitesinin 250,000 ziyaret eden müşteriyi aştığı ve ortalama olarak bir akşamlık gelen müşteri sayısını 130,000 - 150,000 arasında olduğu belirtilmiştir. Bu eğlence merkezlerinde istihdam edilen personel sayısının 12,000 olduğu ve gelen yıllık hasılanın değerinin £100 milyonu aştığı tahmin edilmektedir. Manchester 1980'li yıllarda Manchester özel yeni bir rock-pop müziğinin geliştirldiği kulüpler ile gayet yaygın olarak tanınmıştı. Başta "Tony Wilson" adli bir disk-jokeyin sahibi olduğu "Hacienda" gece klubu ve burada canlı müzik çalmakla tanınmış olan "The Stone Roses", "Happy Mondays" , "İnspiral Carpets", "808 State", "James" ve " Charlatans" rock-pop grupları Manchester gece hayatını gayet şenlendirip İngiltere'nin her yanından seyirci-dinleyici müşteri çekmeye başladı. Bu dönemde büyük gece kulüpleri organize gangsterler tarafindna tehdit altına alinmaya başladı. Bu gang mensuplarai kulüplere bedav giriş sağlamaya ve bedava veya maliyet altında
içki satmaya ve böylece gece kulüplerine çektikleri müşterilere tehlikeli, pahalı ama gangsterlere büyük karlar sağlayan uyuşturucu maddeleri açıkça satmaya ve kullanmaya teşvike başladılar. Manchester gece kulüpleri bölgesinde ortaya çıkan ve uyuşturucu kullanama ile gayet ilişkili birçok şiddet suçları oratay cikmaya başladıktan sonra Manchester polisinin bu probleme eline koyması gerekti. 1997'de "Hacienda" kulübü bir polis baskınından sonra kapatıldı. Manchester ortasında bulunan Canal Street'de bulunan barlar 1940'li yıllardan itibaren gay ve lezbiyen müşteriler çekmeye başlamışlar ve bu barlar ve civarları gay ve lezbiyenler için bir eğlence merkezi olmaya başlamıştır. Özellikle hafta sonları bu mevkideki barlar ve kulüpler çok sayda gay ve lezbiyen müşteri çekmeye başladılar ve her hafta sonu 10,000 kadar müşteri çektiği tahmin etmiştir. Bu bölgeye "gay köyü (Gay Village)" adı verilmektedir. Bu bölgede 1991'den itibaren de her Ağustos'da 10 gün süren gayet popüler (2003'ten itibaren) "Manchester Pride" adı verilen bir festival yapılmaya başlamıştır. Bu etkinlikler festival bölgesinin kapatılıp ancak bir lastik bilezik satın alan kişilerin festival etkinliklerine katılması kabul edilmişti. Binlerce seyircinin renkli lastik bilezik satın alıp festival etkinliklerine iştirak etmekte idiler ve toplana paralar bazı jayor şirketlerine verilmekte idi. Bu paralı girişler son yıllarda önce şikayetler sonra anlaşmazlıklara yol açmıştır. 2013'te bu etkinliklere lisans ve izin veren şehir idarecileri verdikleri iznin parasız etkinlikler için olduğunu, ama para kesen varsa bunu önleyemeyeceklerini açıkladılar. bu nedenle 2103'te itibaren toplanıp hayır şirketlerine verilen meblağlar azalmaya başladı. Bu etkinlikler Ağustos'un son hafta-sonunda 72-saat süren bir parti ile son bulmaktadır. Bu parti sırasında gayet ilgi çekici gayet renkli kıyafetler giyinmiş gruplar şehir çarşı merkezi olan "Deansgate"'den başlayan şehir merkezi içinden "gay köyü"'ne gelen bir geçit yürüyüşü yapmaktadırlar. Manchester şehri içinde şu üniversiteler bulunmaktadır: Manchester bir spor şehri olarak da iyi tanınmıştır. Manchester iki tane İngiltere Premier League'inde oynayan futbol takımının bulunduğu şehirdir, Bunlar ünlü 76 000 seyirci kapasiteli Old Trafford Stadyumu'nda ev sahipliği yapan Manchester United ve 47.726 kişi kapasiteli City of Manchester Stadı veya diğer ismiyle Etihad Stadyomu'nda evsahipliği yapan Manchester City futbol kulübü. Old Trafford Stadyumu Manchester Şehri yerel idaresi bölgesi sınırı dışında Trafford Borough sınır içinde konumludur. Bu stadyum Birleşik Krallık içinde ikinci büyük seyirci kapasiteli stadyumdur. Wembley Stadyumu ve Emirates Stadyumu ile birlikte Old Trafford Stadyumu UEFA tarafından 5-Yıldız kaliteli olarak değerlendirilmiş olan üç Birleşik Krallık stadyumundan biridir. Bu stadyum yakınında Lancashire Kriket Kulübü'nun benzer isimli "Old Trafford Kriket Stadı" bulunmaktadır. Manchester United takımı 1999-2000 sezonundan itibaren 8 defa (1999-2000, 2000-2001, 2002-2003, 2006-207; 2007-2008; 2008-2009; 2010-2011, 2012-2013 ) sezonlarında Premier League şampiyonu ve 3 defa (2005-2006, 2009-2010, 2011-2012) sezonlarında ikincisi olmuştur. Manchester City takımı ise 2 defa (2011-2012, 2013-2014) sezonlarında Premier League şampiyonu ve 1 kez (2012-2013) sezonında ikincisi olmuştur. Yine 1000-2000 sezonundan itibaren olarak Manchester United bir defa 2003-2004 sezonunda ve Manchester City'de bir kez 2012-2013 sezonunda FA Cup finalini kazanarak kupayı alan takım olmuşlardır. Manchester'den "British Broadcasting Corporation (Britanya Yayın Kuruluşu) BBC" şu ulusal ve yerel radyo yayınları yapmaktadır: Manchester Londra dışındaki Birleşik Krallık kentleri arasında en büyük sayıda özel, ticari yerel radyo istasyonu bulunan kenttir. Manchester'de bulunan FM ve Orta Dalga yerel radyo istasyonların önemli olanları şunlardır: Şehirde bulunan yerel radyo istasyonlarının bazıları (bazan birkaç kere) sahiplilik ve isim değiştirmişlerdir. "BBC Radio Manchester" geçici bir dönem için "BBC GMR" olarak adlandırlmiş ise de 1988'de tekrar eski orijinal ismini geri almıştır. Özel ticari radyo şirketlerine gelince "Piccadilly Magic", "Key 103" ve "Key 2" radyo istasyonları daha önce tek bir "Piccadilly Radio" olarak kurulmuştu. Piccadilly Radio'nin FM yayın yapanlarının isimleri tamamen değiştirildi ve bu sirketin Orta Dalga 1152'den yayım yapan radyo istasyonuna "Piccadilly Magic" ismi verildi. "Sunset 102" olarak yayım yapan, sonra Kiss 102 yapılan radyo istasyonu günümüzde "Galaxy Manchester" adı ile yayım yapmaktadır. Bu özel ticari radyo istasyonu ve KFM radyo istasyonu gecmiste yerel radyo yayımlanması yasak veya çok kısıtlı kontrollü iken "korsan radyo" olarak yayım yapmışlar ve Manchester 'de bulunan olan (Hacienda) gibi gece kulüplerinde geliştirilen özel rock müziği kültürünün yerel olarak yayılmasında ve popüler olmasında önemli rol oynamışlardır. Yüksek eğitim öğrencileri için yerel radyo istasyonları Manchester Üniversitesi öğrencileri tarafından yayımlanan "Fuse FM" ve Manchester Metropolitan Üniversitesi öğrencileri tarafından yayımlanan "MMU Radio" dur. Manchester'de "Radio Regen" tarafından koordine edilen yerel semtsel radyo ağı sistemi bulunmaktadır. Bu yerel semtsel radyo istasyonları "Ardwick", "Longsight" ve "Levenshulme" semtleri için "All FM, 96.6" ve "Wythenshawe " semti için "Wythensahwe FM 97.2" dir. Manchester şehri bazı filmlerinin geçtiği veya atıf yaptığı bir mevkidir. 1940 yapımı Charles Vidor'un rejisörlüğünü yaptığı ve başrollerde Brian Ahern ve Louis Hayward'ın oynadığı "My Son My Son" adlı film Manchester'de geçmektedir. 1932 yapımı Irvıng Thalberg'in prodüktörlüğünü yaptığı "Grand Hotel" filminin önemli aktörlerinden olan Wallace Barry film boyunca dialoğunda devamlı olarak "Manchester!" sözcüğünü tekrarlamaktadırr. 1951'de İngiliz Ealing stüdyoları yapımı, politikacıları komedi ile hiciv eden Alec Guinness'in başrolünü oyanadığı The Man in the White Suit filmi Manchester tekstil sanayini ele almaktadır. 1998'de vizyona giren bir İngiliz filmi olan ve hayali bir pop müziği yıldız şarkıcısının hayatını anlatan Velvet Goldmine adlı filmde başrolü oynayan Ewan McGregor çok kere "Manchester"'den bahsetmektedir. 8 Gün Sonra adlı 2002 yılı İngiliz yapımı bilim kurgu filmde kahramanlar boşalmış Londra'dan askeri birliklerin bulundukları Manchester'e giderler. 2004 Japon yapımı bir aksiyon animasyon filmi Steamboy kısmen Sanayi Devrimi döneminde Manchester'de geçmektedir. Manchester'de Ekim 1998'den itibaren her yıl "KİNOFİLM Uluslararası Kısa Metrajlı Film Festivali" düzenlenmektedir. Bu festival 2006'dan itibaren finansman zorlukları dolayııyla aksaklıklara uğramakla beraber, Mayıs 2014'te organize edilmiş ve Kasım 2015 festivali için hazırlıklar devam etmektedir. Manchester, İnglitere ülkesinde Londra ve Bristol ile birlikte, "British Broadcasting Corporation (Britanya Yayın Kuruluşu) BBC" televizyon ve radyo yayımları için üç önemli merkezinden biri idi. BBC'nin Manchester merkezi şehrin merkezinin hemen güneyinde bulunan Oxford Road üzerindeki "New Broadcasting House" binalar bloğunda konumlanmıştı. Birleşik Krallık BBC televizyon sıstemi için devamlı seriler olan "A Question of Sport", "Mastermind", "Real Story" bu kompleksdeki stüdyolarda hazırlanıp yayınlanmaktaydı. Rock ve pop müziği için çok önemli bir devamlı yayın olan "Top of the Pops" program dizisinin ilki 1964'te Rusholme semtinde bulunan stüdyoda hazırlanıp kayda geçmişti. İngiltere televizyonunda popüler olan "Cutting It" serisi şehrin kuzeyinden, 5 sezon süreli "Life on Mars" dizisi ve "The Street" adlı dizi BBC Manchester stüdyosunda yapımlanıp kayda geçirilip yayınlanmıştı. BBC ONE'nın her gün yayınlanan kuzey-batı İngiltere haberleri ve "North-West Tonight" adlı ek programlar da bu stüdyo merkezli idi. 2002'de BBC televizyon sistemi yeni bir reorganizayona tabi tutuldu. Londra'da bulunan "BBC Televizyon Merkezi" binalarının yenilenmesi gerekmekteydi. Bu yeni reorganizasyonda BBC TV ve radyo sistemlerin yönetim, araştırma, yapım ve yayınlar organlarının Londra ve Manchester arasında bölünüp kalabalık Londra şehrinden uzaklaştırıp İngiltere'de yörel merkezlere yayılmasını sağlamak hedef olarak alındı. Manchester şehrine bitişik Salford'da eski "Manchester Gemi Kanalı" limanı olan "Salford Quays"'a nakledilmesine karar verildi. 2004'te "MediaCityUK" adı verilen bu merkeze BBC'nin önemli bir kısmının nakledilemesi tamamlandı. Günümüzde BBC televizyon ve radyo yapım ve yayımlama faaliyetlerinin önemli kısmı Salford Quays'de bulunan "BBC Kuzey Grubu" altında işletilmektedir. Bunlar arasında "BBC Kahvaltı Zamanı", "BBC Spor", "BBC Çocuklar", "BBC Radyo 5 Canlı", "BBC Öğrenim", "BBC Araştırma ve Geliştirnmme" ve "BBC Filarmonik" yapım ve yayım deparmanları bulunmaktadır. BBC televizyon yayım kanallarının en önemlileri olan "BBC One" veya "BBC Two"'nun birinin 2015'te Salford Quays"a nakledilmesi beklenmektedir. Manchester şehri içindeki Oxford Street'deki "New Broadcasting House" ortadan kaldırılmıştır. Orijinal olarak Birleşik Krallık için özel ticari televizyon yayınlamak için 1954'te kurulan "Bağımsız Televizyon Kurumu (ITV)" İngiltere'nin kuzeyinde hafta içinde Pazartesi-Cuma günleri ticari televizyon yayımlama imtiyazını Granada Şirketi'ne vermişti. Bu imtiyaza göre 1955'ten itibaren Granada Şirketi Lancashire Kontluğu, Yorkshire ve şehirleşmiş Liverpool, Manchester, Leeds, Bradford, Sheffield ve Doncaster bölgelerine özel ilanat kabul eden televizyon programları yayınlamaya başladı. Granada Şirketi Manchester'de yerleşik idi ve Manchester'de Granda Televizyon Merkezi ve Granada Stüdyosu'na yatırım yapıp kurup insa ettirdi. Yıllar devam ettikce bu imtiyaz şekli değişti ve Granada Kuzey-Batı İngiltere'de ve özellikle Manchester'de önemli bir şirket olarak gelişti. Granada Şirketi yaptığı televizyon programları ile İngiltere'de ve uluslararası ün kazandı. 2000 yılında "Britanya Film Enstitüsü (BFİ)" tarafında
n hazırlanan İngiltere'de iyi 100 televizyon programı listesi içinde Manchester'deki Granada Şirketi tarafından genellikle Manchester'de yapımlan "Brideshead Revisited (1981)", "The Jewel in the Crown (1984)", "Up Series (1964'te itibaren dokümanter 10 seri)", "University Challenge (1964–1991, 2005– döneminde 913 tane Üniversite öğrenci takımları arasında bilgi yarışması)"; "Cracker (1993-1995 döneminde 21 bölümlük dizin)"; "Coronation Street (1960- dünya televizyon tarihinde en uzun süren ve hala devam eden 'soap dizini')"; "World in Action (1963-1998 döneminde derine inen günlük aktualite programı)"; "Prime Suspect (1991–2006 döneminde 15 bölümlük polisiye dizin)"; "Knowledge (1979 Londra taksi şoförleri için bilgi yarışı)". Manchester'de bu şirketin yayım alanına "Granadaland" denilmeye başlandı. 1993'te yapılan imtiyaz verme yarışması ve kararlarından sonra 5 büyük imtiyazlı şirketin imtiyaz verilen diğer 5 küçük şirketi satın alması kabul edildi. Granada Şirketi 1993'te itibaren diğer TV yayınlama imtiyazı olan büyük ve küçük şirketleri satın almaya başladı. Ekim 2002 tarihinde imtiyazlı bağımsız televizyon yayınlama şirketi olarak tek Manchester'de kurulu "Granada Şirketi" ve Londra'da hafta içinde imtiyazlı bağımsız televizon yayımcısı "Carlton Şirketi" kalmıştı. 2 Şubat 2004'te Granda Şirketi ve Carlton Şirketi'nin birleşmesine hükümetin izin vermesi ile İngiltere ülkesinde tek bir özel bağımsız ticari yayın şirketi kaldı ve bu şirket ismini "ITV1 plc" olarak aldı. 1956-2013 döneminde Manchester şehri içinde "Quays Street"'de konumlanmış bulunan Granada Şirketi merkezi ve özellikle "Granada Stüdyosu" Manchester'in bir turist çeken merkezi de olmuştu. 1989-1999 döneminde "Granada Stüdyosu Turu" Manchester'in turistik ilgi çeken bir attraksiyonu olmuştu. 2004'e yeni kurulan "ITV PLC" tarafından eski Granada TV film ve program yapım stüdyosunun satılması ve yapım merkezinin eski Manchester Gemi Kanalı limanı üzerinde Salford Quays'de BBC'nin "MediaCityUK" yanına nakledilmesi planı yapıldı. Bu planda o zaman artık bir şehir ikonu haline gelmiş olan eski Granada Şirketi idare binasının yıkılması ve Granada Stüdyosu'nun da gümrük antrepo binasına değiştirilmesi öngörülmekteydi. Bu planı uygulayacak "Peels Holding" müteahhidlik şirketi ile uzun süren karşılıklı konuşmalar yapıldı. Hatta ekonomik buhran nedeni ile 2009'da bu plan bir kenara bırakıldı. ITV PLC şirketi yönetim kurulunda olan değişmeler sonunda Ocak 2010'da iki taraf arasında yeniden görüşmeler başladı. 16 Aralık 2010'de İTV PLC Manchester içindeki Quays Street'deki Granada yönetim binası ve stüdyolarını bırakacağını ve Salford Quays'de "MediaCityUK" kompleksine yönetimin, idari destek memurlarının ve televizyon yapımın nakledileceğini ve yeni televizyon stüdyoların da kanal üzerinde olan bu yönetim kompleksin karşı yakasındaki Trafford İskelesi'nde yapılacağı ilan etti. 2014 başında açılan "MediaCityUK" yanındaki bu bir yeni stüdyo kompleksinde iki büyük televizyon programı ve filmi yapım birimini ihtiva eden 2 büyük stüdyo; yapım setlerini saklamak için kapalı büyük depolar; program ve program yapıcılar, spikerler, film aktörleri ve ekstraları için değişme odalarını ve hizmet odalarını ihtiva eden bir bina; açık havada kurulu olan setler için yeterli büyüklükte arazi eden bir kompleks olarak hizmete girdi. 2000-2012 döneminde "Guardian Medya Grubu" yeni bir Manchester Televizyon Kanalı "Channel M" kurup işletme teşebüsüne girişmiştir. Fakat bu yeni kanal planlanan sayıda seyirci çekememiş; bu nedenle ilanat geliri beklenenin çok altında kalmış ve büyük zarar verip sonunda kapatılmıştır. Ocak 2014'te yine Manchester merkezli yeni bir televizyon kanal kurma girişimi olan "YourTVManchester" için imtiyaz lisansı verilmiştir. İngiltere'nin kaliteli gazetelerinden olani "sol-liberal" eğimli "The Guardian" Manchester'de 1821'de "The Manchester Guardian" olarak yayına başlamıştı. 1964'te bu gazetenin idari fonksiyonu, yapım ve basım merkezi Londra'ya mnakledildi. Bununla beraber "The Guardian"'in genel işletme merkezi ismen halen Manchester'dedir. Bu gazeteyi çıkartan işletme Manchester'de "akşam baskısı" gazetesi çıkartmak üzere "Manchester Evening News" adlı bir gazete de kurmuştu. Günümüzde "Manchester Evening News" gazetesi sahipliliği "Trinity Mirror plc" şirketine satılmıştır. Bu gazete İngiltere'nin Londra dışında bulunan "akşam baskısı" yapan en büyük günlük gazetedir. Fakat popüler olan akşam baskısı yanında günün başından itibaren baskılar da yapılmakta ve gazete günün tamamında dağıtılmaktadır. "Manchester Evening News" gazetesi şehir içindeki banliyo olmayan semtlerde ve Manchester Havaalanı'nda Perşembe ve Cuma günleri bedava olarak dağıtılmaktadır; ama şehrin banliyö varoş semtlerinde ve diğer günlerde paralı olarak satılmaktadır. "Associated Metro Limited"'in sahibi olduğu "Metro Noirth West" adını taşıyan bir günlük gazete her sabah bedava olarak Manchester'de banliyö ve diğer tren istasyonlarında, "Metrolink" tramvay duraklarında ve bazı kalabalık mevkilerde parsız bedava olarak dağıtılmaktadır. MEN grubu Manchester şehir bölgesindeki değişik semtlerde haftada bir olarak birkaç tane yerel bedava gazete yayınlamakta ve dağıtmaktadır. Yıllarca İngiltere ulusal gazetelerinin çoğu Manchester'de gazetecilerden oluşan şubeler bulundurnakataydı. Bu şubelerde en çok sayıda gazeteci çalıştırıldığı dönemde Manchester gazete şubelerinde çalışan gazeticiler sayısı 1,500 kişiyi aşmıştı. O zamanlar Manchester'de merkezinde bu gazete şubelerinin bulunduğu mevkiye, Londra'daki o zaman gazete çıkartma merkezi olan Fleet Street sokağına atıfla, "İkinci Fleet Street" ismi verilmekteydi. Günümüzde bu tip ulusal gazetelerden Manchester'de şubesi olan tek bir gazete, "Daily Sport", kalmıştır . Diğer Mancahester'de şubeleri olan ulusal gazeteler (yani "The Daily Telegraph", "Daily Express", "Daily Mail", "The Daily Mirror", "The Sun" bu şubelerini kapatmışlardır. Son yıllarda Manchester'de yeni bir yörel gazete bastırmak için bazı girişimler yapılmıştır. "North West Times (Kuzey Batu Tımes)" adli bir gazete kurma girişimi 1988'de Londra gazetelerinin kapattıkları şubelerinde çalışmış ve bu kapatmalar ile işsiz kalmış olan gazetecileri istihdam etmek hedefi ile kurulmak istenmiştir. Manchester'de diğer bir yörel gazete kurma girişimi ise kuzeyde Londra dışında taşra da bulunan ve başarılı olarak çıkarılan "Yorkshire Post" veya "The Northern Echo" adlı gazeteleri örnek alarak "North West Enquirer" adlı haftada bir çıkartılan kaliteli haftasonu gazetesi çıkartma girişimi idi. Bu girişim de başarısız kalmış ve yeni haftasonu gazetesi gayet kısa zaman sonra yeterli sayıda müşteri bulamadığı için kapatılmıştır. Manchester şehri şu yabancı ülkeler şehirleri ile kardeş şehir bağlantıları kurmuştur: Birleşik Krallığı'n uluslararası eğitim ve kültürel fırsatlardan sorumlu en büyük organizasyonu ve kayıtlı bir hayır kurumu olarak organize edilmiş British Council Manchester'de büyük bir metopoliten merkez kurmuştur. Manchester'in 19. yüzyılda büyük uluslararası bir tekstil sanayi merkezi olmasına atıfla diğer ülkelerde bulunan tekstil sanayi merkezlerine o ülkenein "Manchester"'i lakabı verilmiştir. Bu ilişkiler resmi ilşkiler değildirler. Finlandiya'da Tampere şehir lakabı "Finlandiya Manchester'i" yahut kısaca "Manse" olarak bilinmektedir. Benzer şekilde Japonya'da Osaka şehri "Japonya Manchester'i"; Brezilya'da Joinville şehri "Santa Catrina Eyaleti Manchester'i" ve Hindistan Gucerat eyaletindeki Ahmedabad şehri "Hindistan'ın Manchester'i" olarak anılmaktadırlar. Manchester, Birleşik Krallık şehirlerine kıyasla, en çok sayıda yabancı ülkenin konsulluk merkezlerinin bulunduğu şehirdir. Oxford Oxford (), İngiltere'nin güneydoğusunda bulunan kültürel ve tarihi açıdan önemli şehirlerinden biri. Dünyanin en köklü üniversitelerinden Oxford Üniversitesi'ne ev sahipliği yapan bu kent tam bir öğrenci şehri olma özelliğini yüzyıllardır korumaktadır. Dünyanın dört bir yanından gelen öğrencilerin varlığıyla oldukça kozmopolit bir yapıya sahip olan Oxford'un yaklaşık nüfusu 150,000'dir. Tarihi 8. yüzyıla kadar uzanan şehir, Oxford Üniversitesi'nin tarihi ve görkemli kolejleri, mimarisi ve kültürel geçmişiyle turistler için de bir cazibe merkezidir. , Oxford Üniversitesi içinde en eski kolej.]] Oxford Üniversitesi dünyadaki en meşhur üniversitelerden biridir. Önde gelen akademisyenler Oxford'a dünyanın her yerinden gelirler. Yeni profesörler, yakın zamanda enstitülerden üniversiteye geldiler. Kaliforniya Üniversitesi, Santa Barbara Üniversitesi, Stanford Üniversitesi, Konstanz Üniversitesi, Princeton Üniversitesi, Hong Kong Çin Üniversitesi, Yale Üniversitesi ve Amsterdam Üniversitesi bunlara örnek olarak verilebilir. Oxford şehir merkezi, turistler için olağanüstü manzaralı bir yer olduğu kadar tüketicilerin de ziyaret ettiği çekici bir yerdir. Westgate Alışveriş Merkezi "West Gate" de yer alır. Alışveriş Merkezi ve civarında pek çok sayıda büyük dükkân bulunur. Bunların başlıcaları, Primark, Bhs, Marks&Spencer, Sainsbury's, Sports World (Eskiden "Sports & Soccer") ve Game gibi meşhur yerlerdir. Ayrıca Debenhams, HMV, McDonalds, Burger King, Boswells of Oxford ve büyük bir restorana sahip Waterstones kitap dükkânı da bu bölgede bulunur. Blackwells Kitabevi, Oxford'da turist çeken çok popüler bir yerdir. Bu kitabevinde kitap satışları için ayrılan Avrupa'daki en büyük oda olan Norrington Odası bulunmaktadır. Bu boş odanın alanı yaklaşık olarak 930 m'dir. Oxford sıcaklık ve yağış durumu. Plymouth (anlam ayrımı) Salisbury Salisbury, Birleşik Krallık'ta, İngiltere ülkesinde Güney-Batı (South-West) bölgesinde 2009da "tek-seviyeli yerel idare" statüsü verilen Wiltshire kontluğuna bağlıdır ve bu kontluk içinde bir "şehir mahallesi (urban parish)" statülü, yetkileri çok sınırlı, ama "Salisbury Şehri Yerel İdaresi" adı taşıyan bir ikincil bir yerel idare statüsü bulunmaktadır. Salisbury ortaçağlardan kalma eski bir katedrali olması dolayısı
yla şehir statüsü taşımaktadır. Salisbury bazen Yeni Sarum Şehri olarak da anılır ve böylece 1220 tarihinde yeni şehrinin, kuzeyinde bir tepeden bulunan eski orijinal yerleske olan antik "Eski Sarum" şehrinden ayrılarak kurulmus olduğuna da atıf yapılmıstir. Şehir Wiltshire kontluğunun güney-doğusunda bulunan ve büyük ve çok duz olan Salisbury ovasının kenar tepelerine yakın konumlanmıştır. Yerleske 5 değişik akarsunun birleştiği bir mevkide kurulmuştur. Bunlardan Nadder, Ebble, Wylye ve Bourne besinci akarsu olan Avon Nehrinin kollarıdır. Ama bu Avon Nehri, Yukari Avon, Warwickshire Avon veya Shakespeare'in Avon adıyla da anilan İngiltere'de Bristol'de denize karisan Avon Nehrinden değişiktir, ve bu Avon İngiltere'nin güney sahilinde Dorset kontluğunda Christchurch'de denize kavusur. Günümüzdeki Salisbury şehri 1220'de kurulmaya başlanmıştır. Daha önceki yerleşke "Eski Sarum" idi ve bu şehir büyük düz ovayı kontrol eden ve savunması kolay olan bir tepe üzerinde kurulmuş ve antik Romalılar tarafından ""Sorviodunum" adı ile yaşamına devam etmiş ve sonra Saksonlar geldiğinde ismi "Searesbyrig" olarak anılmaya başlamıştı. Bu eski tepe şehrine 1075 bir katedral yapılıp 1120'de daha büyük bir katedral yerine yapılmıştı. Fakat katedral papazları ve eski şehir idarecileri büyük bir ihtilaf durumundaydılar. 1220'de hem papazlar hovanın bir kenarında "Yeni Sarum" şehrini kurmaya karar verdiler. Richard poole adlı piskoposun idaresinde papazlar, çeşitli mitlere göre bazı ilahi göstergelere dayanarak, Avon Nehri kıyısında bir merada yer seçtiler. Kurdukları kasaba birbirne dikine kesişen sokaklar ve dikdörtgen şekilde bina inşa etme parsellerinden oluşmakta idi. Papazlar aynı zamanda çok büyük bir katedral inşa etmeye koyuldular. Katedralin ana binası 38 yılında bitirildi ve Ortaçağ sonlarına doğru gelişen İngiliz katedral mimarisinin bir şahaseri oldu. Sonradan bu binaya çok yüksek ve ince, 120 metre yüksekliği olan kilise kulesi de İngiltere'nin en yüksek kilise kulesi olarak da bina edildi. Şehir de başarılı olup büyük bir nüfus çekmeye başladı. 14. yüzyılda Wiltshire kontluğunun en büyük yerleşkesi oldu. Dört ana kapısı olan şehir surları 14. yüzyılda şehrin etrafına inşa edildi. Salisbury şehri birkaç önemli tarihi olaya sahne oldu. 1289'da İskoçya krallığı görevine meşru varış, Norveç kralı'nın ve karısı olan İskoç Kralı Alexander'in kızının, kız çocukları Margeret idi. İngiltere Kralı İ. Edward ile İskoçya'da gerçek iktidar naipler komitesi ve Robert Bruce Salisnury'de görüşüp İskoç tahtına kimin geçeceği hakkında bir anlaşma imzaladılar. 1583'te İngiliz Kralı III. Richard aleyhinde bir isyan çıkaran 2. Buckingham Dükü Henry Stafford yakalandı ve Salisbury'de başı kesilerek idam edildi. İdam edildiği eski "Bull's Head Pub" yerine inşa edilen büyük dükkana idam edilen Buckingham Dükü'nün hayaletinin zaman zaman indiği Salisbury'de dolaşan bir söylenti olmuştur. 1688de İngiliz kralı olan II. James Katolikliği tutan politikaları ile ingiliz ileri gelenlerini kızdırdı ve Hoollanda'da hüküm süren damadı Oranjli William Flemenk orduları ile İngiltere'ye çıkıp krallığı eline almaya karar verdi. II. James buna direnmek için ordusunu Salisbury'de topladı. Ama komutanlarının moralleri ve hatta Kralın yakınlarının moralleri çok düşük olduğu için ordunun idarecileri bile şehirden ayrılmaya başladılar. Kral da direnişin imkânsız olduğunu anladı. Salisbury'deki bu fiyasko sonunda İngiltere'nin idaresi Oranjli William ile karısı Mary'nin eline geçti ama İngiliz tarihçileri 1689'da İngiltere'nin yabancı Flemenk orduları tarafından işgal edilip meşru kralın tahttan indirilmesine "Şanlı Devrim (Glorious Revolution)" adı verip adanın işgal edilme gerçeğini açıklamamaya çalışırlar. Salisbury'nin şu şehirlerle resmî kardeş şehir anlaşmaları vardır: Southampton Southampton (), Birleşik Krallık'ın güney kıyısındaki yerel yönetim bölgesi Hampshire'ın en büyük kentidir. Londra'nın güneybatısında ve Portsmouth'un kuzeybatısında yer alır. Southampton, bir ana liman kentidir ve New Forest'a en yakın kenttir. Kent, Test ve Itchen nehir'lerinin Hamble nehri ile birleştikleri noktada; Southampton Water'ın en kuzey kısmında bulunmaktadır. Kent nüfusu yaklaşık 253,651'dir. Kent adı zaman zaman "So'ton" veya "Soton" olarak kısaltılarak kullanılır. Southampton mukimi olarak belirtilir. Kentin önemli işveren kuruluşları arasında Southampton Üniversitesi, Southampton Solent Üniversitesi, Southampton Havalimanı, Ordnance Survey, BBC South, NHS, ABP ve Carnival UK bulunur. Southampton, şu elementlere ev sahipliği ile bilinir: RMS Titanic, Spitfire, II. Dünya Savaşı D-Day için mahreçlerden biri ve dünyanın en büyük yolcu gemilerinin demirleme limanı. Yanı sıra, WestQuay adında büyük bir alışveriş merkezi barındırır. 2014'te, şehir konseyi WestQuay'e ilaveten WestQuay Watermark adında yeni bir merkez inşaasına karar vermiş; inşaat, Ocak 2015'te başlamış ve Aralık 2016'da merkez hizmete girecek şekilde bitmiştir. 2011 nüfus sayımında Southampton, Portsmouth kenti ile ayrı yerleşim bölgesi olarak düzenlenmiş olmasına rağmen sonraki nüfus sayımlarında iki kent bütünleşik düşünülerek, 855,569 nüfusu ile İngiltere'nin altıncı büyük yapılaşmış alanı olarak düzenlenmiştir. Bu yapılaşmış alan, Güney Hampshire'ın, "Solent City" adıyla da bilinen bir parçasıdır. 1.5 milyonun üzerinde nüfusu ile, bu bölge Birleşik Krallık'ın en yoğun kent alanlarından birisidir. İngiltere'nin güneşli Güney Sahilinde ve Londra'ya yalnızca bir saatlik mesafede bulunur. Uzun bir denizcilik geçmişine sahip bir şehirdir. Şehri sarmakta olan Orta Çağ'dan kalma iç surlar bulunmaktadır. Merkezin etrafında geniş parklar bulunmaktadır. Şehirde Avrupa sanat tarihini gözler önüne seren Southampton Sanat Galerisi, denizciliğe ilgisi olanlar için Maritime Müzesi, yeşil alan sevenler için Queens Parkı ve Central Park, doğal besinleri sevenler için Hampshire Çiftçi Pazarı, yeni yerler keşfetmek isteyenler için Hythe Ferry ile denize açılıp tarihi New Forest, gece hayatını sevenler için West Quay Road bulunur. Arkeolojik bulgular, bölgede Taş Devri'nden beri yerleşim olduğunu önerir. MÖ 43'te Roma istilası ve MÖ 70'te yerel Britanyalılar'ın zaptından sonra bölgeye "Clausentum" adında bir kale yerleşimi kuruldu. Yerleşim, bugünkü Bitterne Manor bölgesinde, önemli bir ticari liman ve Winchester'ın savunmasında bir ileri karakola dönüştü. "Clausentum"'un"," bir sur ve iki hendek ile korunmuş olduğu ve bir hamam barındırdığı değerlendirilmiştir. "Clausentum," yaklaşık 410'a değin terk edilmemiştir. Anglosaksonlar, "Hamwic" adında, bugünkü kentin St Mary's bölgesi merkezde olacak şekilde Itchen ırmağı boyunca yeni ve daha geniş bir yerleşim yeri kurmuşlardır. "Hamwic" ifadesi önce "Hamtun"'a ve sonra "Hampton"'a evrilmiştir. Hampshire adının bu yerleşimden neşet ettiği düşünülür. Yanı sıra, bölgedeki arkeolojik kazılar, Avrupa'daki en mühim Sakson eser-koleksiyonlarından birini ortaya çıkarmıştır. 840'tan itibaren Viking akınları "Hamwic"'in 9. yüzyılda düşüşe geçmesine hizmet etmiştir. 10. yüzyıl itibarı ile Orta Çağ Southampton'ı surlarla müstahkem inşa edilmiştir. 1066'da Norman istilasından sonra, Southampton, İngiltere'nin o dönem başkenti Winchester ve Normandiya arasındaki ana transit liman haline geldi. 12. yüzyılda Southampton Kalesi inşa edildi . O döneme ait "King John's House" ve "Canute's Palace" benzeri tüccar evlerinin kalıntıları, o dönemde kentin zengin oluşunun kanıtı olarak değerlendirilmektedir . 13. yüzyıldan itibaren, Southampton en önemli liman haline gelir. Özellikle Fransız şarabı ile İngiliz esvap ve yünü ticareti bu liman üzerinden gerçekleşmeye başlar. Southampton Fransiskan manastırı takriben 1233'te kurulur . Keşişleri, 1290'da, "Conduit Head"'den (bugünkü "Hill Lane", "Shirley" civarındaki kalıntılar civarı) 1.7 kilometre uzaklıktaki sur içi manastıra bir su temini sistemi inşa etmiştir . Keşişler, 1310'da su kullanımını kente açmışlardır . 1338'de kent, Fransız, Cenevizli ve Monakolu gemilerce yağma edilir (yağma lideri Charles Grimaldi ganimetleri Monako Prensliği'ni kurmak için kullanmıştır) . 1339'da Kral Edward III Southampton ziyaretinde kentin duvarlarla kapatılması emrini verir. Geniş çaplı onarım —ki duvarların bir kısmı 1175'te inşa edilmiştir— 1380'de batı yakası duvarlarının da dikilmesi ile neticelenmiştir . Günümüze duvarların yarısı, 13 adet orijinal kule ve 6 geçit ulaşmıştır . 1348'de Büyük Veba Salgını, İngiltere'ye Southampton'a demirleyen ticaret gemileri üzerinden ulaşmıştır . 1451'de Kral Henry'nin Agincourt Muharebesi'ne hareketi arifesinde, Southampton komplosu tertipcileri, Richard, Earl of Cambridge, Henry Scrope, 3rd Baron Scrope of Masham, ve Sor Thomas Grey of Heton krala hainlik suçlamasıyla, günümüz kentinde "High Street" üzerindeki "Red Lion" birahanesinde yargilanir. Tertipciler suclu bulunur ve Bargate onunde idam edilir. Kent surları, 1417 tarihli, "God's House Tower," İngiltere'nin ilk topcu bataryasini içermiştir. yıllar boyunca kentin topu olan "Town Gaol"'a ve Southampton limanına depolama alanına ev sahipligi yapmıştır. Eylul 2011'e degin de, Arkeoloji Müzesi'ni barindirmiştir. Kent surları 15. yuzyilda tamamlanir. Lakin, "Southampton Waters" ve "Solent" boyunca sonraki sureclerde "Henry VIII" tarafından kurulan tahkimatlar, kenti yalnizca kentin kendi tahkimatlarına guvenmek zorunda bırakmaktan kurtarmıştır. Orta Çağ boyunca, gemi inşaatı kent için önemli bir endustri olmuştur. V. Henry'nin meshur savaş gemisi HMS Grace Dieu Southampton'da insa edilmis ve 1418'de kizaktan suya indirilmiştir. Southampton Fransiskan kesisleri su temini sistemlerinin mulkiyetini 1420'de kente vakfetmişlerdir. Kent surları içinde yer alan Orta çağ yapılarının çoğu günümüzde harabelige donmus ya da tamamen yok olmuştur. "Motte" ve "Bailey Kaleleri"'nden günümüze "Castle Way" civarındaki "Bailey" surlarının sadece bir kismi ulasabilmiştir. 1538'de Fransiskan manastiri dagilmis; fakat, manastir harabeleri 1940'larda tamamen
imha edilene kadar mevcut kalmıştır. 1620'de Pilgrimler'in Mayflower gemisi ile kalkis noktasi Southampton limanıdır. 1642'de, İngiliz İç Savaşı sırasında, bir Parlemanto yanliları garnizonu Southampton'a taşınmıştır. Kraliyet yanlıları, Mart 1644'te, Redbridge'e degin ilerlemişlerse de kenti ele geçirmekten uzak durmuşlardır. 18. yuzyilda, Southamptonli muhendis Walter Taylor'in blok imali işlemini mekanize etmesi Sanayi Devrimi'nde önemli bir adım olmuştur. 18. yuzyildaki savaşlarda, bunlar Kırım Savaşı , II. Boer Savaşı , ve Fransizlar ile olan savaşlar , Southampton, askeri birlik ve malzemelerin bindirildiği liman olmuştur. I. Dünya Savaşı esnasında da 1. numarali askeri yukleme limanı olarak görevlendirilmiş ve yarali ve Savaş tutsaklarinin getirildiği ana merkez olmuştur. Yani sıra, 1944 Normandiya Çıkarması hazırliklarında da merkezî kullanılmıştır. 1740'ta Southampton bir kaplica kentine dönüşmüştür. Ilaveten, 1760'larda deniz banyosu için, iyi nitelikte kumsalları olmamasına karşın, popüler olmuştur. Bu hizmet için, günümüz West Quay civarında, gel-git akıntıları sayesinde dolup bosalan, inovatif banyo yerleri insa edilmiştir. Kent, Victoria devri'nde önemli bir genişleme kaydeder. 1835'te Southampton rıhtım şirketleri kurulmaya başlar. Ekim 1838'de, rıhtımın temel taşları döşenir ve ilk rıhtım 1842'de hizmete girer. Rıhtımların yapısal ve iktisadî ilerlemesi birkaç on yıl boyunca devam eder. 1840'ta ise Londra demiryolu bağlantısı tamamen hizmete sunulur. Bu gelişmeler vesilesiyle, Southampton, "İmparatorluğun Kapısı ("""The Gateway to the Empire")" olarak anılmaya başlar. 1904'ten 2004'e kadar, iki Dünya Savaşı'nda kullanılan gemilerin inşası ve bakımını yapan Thornycroft isimli tersane Southampton'ın en büyük işvereni olur. 1912'de RMS Titanic Southampton'dan denize açılır. Gemi tayfasının beşte dördünü "Sotonlu"lar oluşturmuştur. Bu kesimin yaklaşık dörtte üçü de Titanic faciasında hayatını kaybetmiştir. Akabinde, kent "Cunard" isimli deniz ulaşımı şirketi üzerinden transatlantik yolcu hizmetlerine ev sahipliği yapar. Şirket, "Blue Riband" ödülüne sahip "RMS Queen Mary" ve "RMS Queen Elizabeth"'i kullanır. Ek olarak, kent rıhtımları "Imperial Airways" deniz uçaklarına da ev sahipliği eder. "Southampton Konteyner Terminalleri" 1968'de açılır ve büyümesine devam eder. Supermarine Spitfire, Southampton'da tasarlanıp geliştirilir. Uçak, "Schneider" ödülllü 1920 ve 1930'lu uçaklardan evrilmedir. Uçağın tasarımcısı Reginald Joseph Mitchell Southampton'ın günümüzde "Portswood" olarak anılan bölgesinde yaşamıştır, ve evi mavi bir plaka ile işaretlenmiştir. Yanı sıra, Southampton Üniversitesi'nde bir rüzgar tüneli tasarımcının adıyla isimlendirilmiştir. Eylül 1940'ta uçak fabrikasının ağır bombardımana uğraması neticesinde tasarımcının evi ve civar meskun mahal harap olmuş, ve pek çok çalışan ve sivil halk ölmüştür. İkinci Dünya Savaşı, stratejik ticari bir liman ve endüstriyel bölge olması sebebiyle Southampton'a büyük zarar verir. Normandiya Çıkarması öncesi, geçici Mulberry Limanı ve barınakları buraya kurulur. D-Day sonrası, Southampton rıhtımları "Müttefik Kuvvetleri"n lojistiğine katkıda bulunur. Bu yüzden, kent 1944 sonlarına kadar Luftwaffe (Wehrmacht) akınlarına maruz kalır. Hava saldırıları sonucu, kentte 630 kişi yaşamını yitirir ve yaklaşık 2,000 kişi yaralanır. Ayrıca binlerce yapı ya yıkılır ya da hasar görür. Bir grup Georgian mimarisine ait yapı savaştan kurtulmuşsa da, kentin büyük bölümü yıkılır. Bu sebeple, 2. Dünya Savaşı'ndan itibaren geniş çaplı yeniden yapılanma gerçekleşmiştir. 1920'lerde artan trafik sıkışıklığından ötürü, Bargate civarındaki kent surlarının 1932 ve 1938'de kısmen yıkılmasına karar verilir. Lakin, surlarının önemli bir kısmı halen ayaktadır. 1952'de bir Kraliyet İmtiyaznamesi ile Highfield'de konumlu "University College", Southampton Üniversitesi'ne dönüştürülür. Ek olarak, 1964'te Southampton "şehir statüsüne" kavuşarak, "City of Southampton" haline gelir. Şehir merkezine yaklaşık 30 dakika mesafede olan Southampton Havaalanı'ndan şehre düzenli tren, otobüs seferleri yapılmakta ve taksiler de 24 saat hizmet vermektedir. Şehir içi ulaşımda da yoğunlukla tren ve otobüs kullanılır. Southampton Birleşik Krallık'ın merkez limanlarından olduğu için, ülkenin geri kalanı ile gelişmiş ulaşım bağlantıları vardır. İngiltere'nin güney sahilini birleştiren "M27 otoyolu" kentin kuzeyinden geçer. "M3 otoyolu" ise kenti Londra'ya; "A34 otoyolu"'na Winchester bağlantısıyla da ülkenin iç ve kuzey kesimlerine bağlar. "M271 otoyolu" kent merkezini batıdaki limanlara açar. Southampton liman lojistiği ve yolcu ulaşımı sağlayan demiryolu hattı ile ulusal demiryolu sistemine bağlanmıştır. Merkez tren istasyonu "Southampton Central Station"'dır. Demiryolu doğuda Portsmouth, kuzeyde Winchester ve Londra ile batıda Bournemouth, Poole, Dorchester, Weymouth, Salisbury, Bristol ve Cardiff ile bağlıdır. Londra hattı 1840'ta "London and South Western Railway" şirketi tarafından açılmıştır. Bu şirket ve ardılı "Southern Railway (UK)", kent limanlarını satın alması ile modern limanın kurulması ve gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Yerel tren hizmetleri kentin merkezi, güneyi ve doğusunda "Southern West Trains" tarafından şu istasyonlarda verilir: Swaythling, St Denys, Millbrook, Redbridge, Bitterne, Sholing ve Woolston. Temmuz 2009'da "Hampshire Kent Konseyi Hythe"'dan Totton üzerinden Southampton Central Station'a uzanan ve St. Denys, ve Swanwick üzerinden Fareham'a devam eden tramvay projesini açıklamıştır. 2005'te, hafif ray hattının Portsmouth ve Gosport bölgesine bağlanması planlanmışsa da bu plan gerçekleştirilememiştir. Kent, 1880'lerde "Didcot, Newbury and Southampton Railway" adında bir başka şirket tarafından kuzeye yeni bir tren hattı ile bağlanmak istenmiştir. "Southampton Havalimanı" kentin kuzeyindeki Eastleigh'de yer alan bölgesel bir havalimanıdır. Birleşik Krallık ve Avrupa'da çeşitli destinasyonlara Flybee havayolu şirketi ile uçuşlar mevcuttur. Kente "Southampton Airport (Parkway)" tren istasyonu ve bazı otobüs servisleri ile bağlanır. Pek çok büyük yolcu gemisi düzenli aralıklarla Southampton kıyılarına demir atmaktadır. Bunlar arasında rekor büyüklükteki gemilere sahip "Royal Caribbean" ve "Carnival Corporation & plc." şirketlerine ait gemiler bulunmaktadır. Son bahsedilen şirketin idare merkezi Southampton'da bulunur ve markaları arasında "Princess Cruises", "P&O Cruises" ve "Cunard Line" yer almaktadır. Bilhassa, "Cunard Line" filosu ile kent arasında bir etkileşimden bahsetmek mümkün olabilir. Örneğin, 11 Kasım 2008'de, bu filoya ait "RMS Queen Elizabeth 2" gemisinin son defa demir alması, gün boyu çeşitli kutlama ve etkinliklerin gerçekleştirildiği Southampton'dan gerçekleşmiştir. Yanı sıra, "Cunard" gemileri genellikle Southampton'dan denize indirilmektedir. Örnekler arasında, "Cornwall Düşesi" tarafından ismi konmuş "Queen Victoria" Aralık 2007'de; "Kraliçe"'nin isimlendirdiği "Queen Elizabeth" de Kasım 2011'de denize indirilmiştir. İlaveten, "Cambridge Düşesi" "Royal Princess" gemisinin isimlendirme törenine 13 Haziran 2013'te iştirak etmiştir. Yılın belli zamanlarında, "the Queen Mary 2, Queen Elizabeth" ve "Queen Victoria" gemileri aynı vakitte Southampton'a yanaşabillmektedir. Genellikle bu hadise, "Üç Kraliçenin Teşrifi" ("Arrival of the Three Queens") olarak anılır. Southampton'ın gemi turu endüstrisi için önemini gösteren bir etkinlik olarak da "P&O Cruises" şirketinin 175. kuruluş yılı kutlamalarında, şirket filosunun tüm gemilerinin Southampton'ı aynı gün içinde ziyaret etmesi gösterilebilir. Filoya ait "Adonia", "Arcadia", "Aurora", "Azura", "Oceana", "Oriana" ve "Ventura" isimli gemiler, 3 Temmuz 2012'de kentten bir törenle kafile halinde ayrılmıştır. Kentte, artık Manş Denizi geçişi vapurları yoktur; fakat, üç kısa mesafe vapur hizmeti vardır: bir arabalı vapur hattı, bir hızlı katamaran yolcu hattı ve bir vasat hızda yolcu vapuru hattı. İlk ikisi Isle of Wight üzerindeki East Cowes ve Cowes ile kenti bağlarken; sonuncusu kenti Hythe'a bağlamaktadır. Buna karşın, önceki tarihlerde, Southampton'ın, Avrupa kıtasında San Sebastian, Lizbon, Tanca ve Kazablanka gibi destinasyonları olan bir grup vapur hattına ev sahipliği yaptığı bilinmektedir. Bir vapur iskelesi 1960'larda inşa edilir. Lakin, bir grup hat Portsmouth'a kaydırılır, ve 1996'dan itibaren kentte, Isle of Wight hattı dışında hizmet veren bir vapur hattı kalmaz. Vapur iskelesine ait arazi özelleştirilir ve alanda bir mağaza - meskun alan dönüşümü gerçekleştirilir. "The Princess Alexandra İskelesi" bir marina dönüştürülür. "Eastern İskeleleri" de vasıtalar için bir park alanı haline getirilir. 1879'dan 1949'a kadarkentte kullanılan tramvay sisteminin yerine, günümüzde, yerel toplu taşımayı çoğunlukla otobusler karşılamaktadır. Baslica otobus şirketleri "First Southampton" ve "Bluestar"'dir. Diğer firmalar ise "Brijan Tours, Stagecouch" ve "Xelabus"'tur. Önemli bir otobus hatti da tandan geceyarısına kadar Southampton Üniversitesi ve kent arasında taseron hizmet veren "Uni-link"'tir. "Uni-link", Southampton Universitesi adina "Bluestar" (daha evvel "Enterprise") tarafından isletilir. Ucretsiz bir otobus hatti da "City-link" adiyla mevcuttur. "City-link" hatti "Red Funnel" iskele terminalinden "WestQuay" uzeri olmak uzere "Central Station"'a kadar hizmet vermektedir. Hattin isletmecisi "Bluestar"'dir. Ek olarak, "Southampton Dial a Ride" ismiyle, toplu tasima vasitalarini kullanamayan kimseler icin kapidan kapiya hizmet veren bir minibus servisi de bulunmaktadir. Hattin finansmani Kent Konseyi tarafından karsilanirken, isletmecisi "SCA Support Services"'dir. Otobus hizmetleri için iki ana terminal bulunur. En büyük otobus şirketi olarak "First, Pound Tree" civari duraklara uğramaktadır. "Uni-link" WestQuay'in önünden her iki yönden geçer, ve Wilts & Dorset yolcuları bu duraktan in-bin yapar. Ayrıca, yol boyunca, sırasını bekleyen otobüsler park halindedirler. Ayrıntılı ve
güncel otobüs hattı ve durakları bilgisine şu ve şu sayfadan ulaşılabilir. Southampton'da ılıman okyanusal iklim (Köppen iklim sınıflandırmasına göre) hakimdir. Ülkenin güneyinde, düşük rakımlı ve korunaklı bir bölgede yer almasından ötürü İngiltere'nin diğer kentlerine nazaran ılıman ve güneşli kentler arasında yer alır. Ortalama sıcaklık, yaz dönemi 22 °C, kış dönemi 8 °C düzeyindedir. 1976'dan beri Birleşik Krallık için kaydedilen en yüksek sıcaklık 35.6 °C (96.1 °F) ile haziran ayında bu kentte kaydedilmiştir. 2001 nüfus sayımına göre, kent nüfusunun %92.4'ü Beyaz (%1 Beyaz İrlandalı dahil), %3.8'i Güney Asyalı, %1.0'i Siyah, %1.3'ü Çinli ve diğer etnik gruplardan ve %1.5'i Melez gruptan oluşmaktadır. 2011'de, Southampton sınırları içerisinde yaklaşık 236,900 kişinin yaşadığı düşünülmektedir. Yanı sıra, kentte 20,000 civarında Leh nüfusun bulunduğu tahmin edilmektedir. 119,500 erkeğe karşılık, kentte 117,400 kadın bulunmaktadır. En kalabalık yaş grubu, yaklaşık 32,300 kişi ile 20-24 yaş aralığıdır. Bunu, 24,700 kişi ile 25-29 yaş; 17,800 ile 30-34 yaş aralığı takip eder. Nüfusa göre, Southampton Güneydoğu İngiltere'nin birinci; Güney İngiltere'nin ise Plymouth'tan sonra kent merkezi en kalabalık ikinci şehirdir. 1996-2004 arası, kent nüfusu %4.9 artmıştır - bu İngiltere'deki en yüksek 10. nüfus artışıdır. 2005'te, Devlet İstatistik Kurumu, Southampton'ın Londra ve Portsmouth'tan sonra nüfus yoğunluğu en çok üçüncü şehir olduğunu açıklamıştır. Hampshire Kent Konseyi, 2006-2013 arasında, kent nüfusunun 4,200 yeni kimse ile %2 artmasını beklemektedir. Bu artışın, en fazla yaşlılardan olması beklenmektedir. Kent, İngiltere'de ayakta kalan en uzun kent surlarına ev sahibidir. Yanı sıra, kapsamlı restorasyon çalışmalarından sonra 30 Temmuz 2011'de yeniden açılan "Tudor House Museum, Southampton Maritime Museum", "God's House Tower", kent surları içinde yer alan kent mirası temalı bir arkeoloji müzesi, "the Medieval Merchant's House", havacılık müzesi "Solent Sky" başlıca müzelerdir. Southampton'ın ticari geçmişinin ve RMS Titanic'in konu edildiği "The SeaCity Museum", Hükümet Binası'nın batı yakasında, önceden "Hampshire Constabulary" ve "Magistrates' Court" olarak kullanılan binada hizmet vermektedir. Bu müzeye, başta "National Lottery"'den yarım milyon pound olmak üzere bireysel bağışlarla toplamda 28 milyon pound vakfedilmiştir. Southampton Boat Show, her yıl Eylül ayında, 600'ün üzerinde stant ile organize edilmektedir. 1968'den beri düzenlenme mekanı bir hafta boyunca "Mayflower Park"'tır. Kentin en büyük tiyatro salonu 2,300 kişi kapasiteli "Mayflower Theatre"'dır (önceki ismi "the Gaumont"). Salon, aynı zamanda, Güney İngiltere'nin Londra dışındaki en kapasiteli sahnesidir. Salon, "Les Misérables", "The Rocky Horror Show" and "Chitty Chitty Bang Bang" gibi ünlü tiyatro oyunlarına ev sahibi olmuş; Welsh National Opera ve English National Ballet düzenli olarak sahne almıştır. Bir diğer tiyatro salonu Southampton Üniversitesi Highfield Yerleşkesi'nde yer alan "Nuffield Theatre"'dır. Salon, 2015 yılında, "The Stage Award for Best Regional Theatre" ödülü ile taltif edilmiştir. Salonda, gezici tiyatro grupları ve yerel sahne toplulukları misafir edilmektedir (ör. "Southampton Operatic Society", "the Maskers," ve "the University Players"). Kentte birçok inovatif sanat galerisi bulunmaktadır. En bilineni, hükümet binasındaki "the Southampton City Art Gallery"'dir. Ayrıca, ulusal çapta önemli bir diğer galeri, gezici ve kalıcı sergilerin düzenlendiği "Designated Collection'"dır. Küçük çaptaki galeriler arasında Southampton Solent Üniversitesi'nin "the Solent Showcase"'i, Southampton Üniversitesi'nin "the John Hansard Gallery"'si ve "Above Bar Street" üzerinde yer alan "the Art House" sayılabilir. Başta kentin tarihi giriş kapısı "Bargate" olmak üzere kentin Orta Çağ dönemi yapılarından da, sanatsal faaliyetler için bir sergi/teşhir/gösterim yeri olarak faydalanılmaktadır. Ağustos 2009'da, kent merkezinde "Guidhall" civarında bir "Cultural Quarter" oluşturulmasına başlanmıştır. Southampton, iki büyük konser/gösteri merkezine sahiptir: "the Mayflower Theatre" (önceki adı ile "the Gaumont Theatre") ve "the Guidhall". Guidhall, dönemin popüler sanatçılarını ağırlayan bir merkez olmuştur: ör. Pink Floyd, David Bowie, Delirious?, Manic Street Preachers, The Killers, The Kaiser Chiefs, Amy Winehouse, Lostprophets, The Midnight Beast, Modestep, ve All Time Low. Bunlara klasik müzik konserleri de eklenmiştir: Bournemouth Symphony Orchestra, City of Southampton Orchestra, Southampton Concert Orchestra, Southampton Philharmonic Choir ve Southampton Choral Society. Kent, bu merkezlerden ufak birkaç konser/gösteri sahnesine de sahiptir: Brook, The Talking Heads, The Soul Cellar, The Joiners ve Turner Sims; pub olarak: the Platform tavern, the Dolphin, ve the Blue Keys; ve "club circuit" olarak Hampton's and Lennon's. The Joiners, şu grupları misafir etmiştir: Oasis, Radiohead, Green Day, Suede, PJ Harvey, the Manic Street Preachers, Coldplay, the Verve, the Libertines ve Franz Ferdinand. Hampton's ve Lennon's ise, Kate Nash, Scouting for Girls ve Band of Skulls'un erken dönem konserlerini verdiği mekanlar olmuştur. J"unk" isimli gece kulübü, Birleşik Krallık'ın "en iyi ufak gece kulübü" liyakatına aday gösterilmiş ve birçok modern dans müzik sanatçısını misafir etmiştir. Kent, bir grup sanatçının doğup büyüdüğü bir şehir olmuştur: R'n'B şarkıcısı Craig David, Coldplay bateristi Will Champion, Holloways'in solisti Rob Skipper ve1980'lerin popstarı Howard Jones. Yanı sıra, birçok rock grubu Southampton'da kurulmuştur: Band of Skulls, Creeper, The Delays, Bury Tomorrow, Heart in Hand, Thomas Tantrum (2011'de dağıldı) ve Kids Can't Fly (2014'te dağıldı). Dans müziğinde muteber bir sanatçı olan James Zabiela da Southamptonlı'dır. Kentin yerel basın kuruluşları arasında önde gelen iki kuruluş bulunur: Redbridge merkezli "Southern Daily Echo" gazetesi, ve binası Kent Konseyi'nin karşısında bulunan "BBC South" stüdyosu. BBC, bu birimden, "South Today" isimli televizyon programını, yerel haber bültenlerini, ve BBC Radio Solent radyosunu yayınlamaktadır. Ayrıca, bir yerel ITV kanalı olan "Meridian"'ın stüdyoları da kentten yaklaşık dokuz mil uzaklıktaki Whiteley de konumludur. Aralık 2004'e değin, kanal stüdyoları kentin "Northam" bölgesinde bulunmakta idi. "That's Solent" isimli 2014 Kasım'da yayına başlayan yerel bir televizyon kanalı da Southampton ve Portsmouth kentleri için hizmet vermektedir. Southampton, farklı topluluklara ait iki FM radyo istasyonuna sahiptir: "Queens Award" ödülünü kazanmış, Asyalı topluluklara yönelik 2006'da 101.1 FM üzerinden yayına başlayan "Unity 101 Community Radio" (www.unity101.org) ve "St Mary's"'de ikame, Eylül 2011'de beri Rock'tan Dans müziklerine kadar geniş bir yelpazede bir repertuar sunan "Voice FM" (http://www.voicefmradio.co.uk). Bir üçüncü radyo kanalı da, yalnızca internet üzerinden Asyalı topluluklara yönelik yayınlar düzenleyen Awaaz FM (www.awaazfm.co.uk)'dir. Ticari radyo istasyonları arasında, "The Breeze" (önceki ismi "The Saint"), "Capital" (önceki isimleri "Power FM" ve "Galaxy"), "Wave 105", "Heart Hampshire" (önceki ismi "Ocean FM") ve "106 Jack FM" (www.jackradio.com) (önceki ismi "The Coast 106") yer alır. Yanı sıra, Southampton Üniversitesi'ne bağlı internet ve AM bandından yayın yapan "SURGE" isimli bir radyo da bulunmaktadır. Southampton is home to Southampton Football Club—nicknamed "The Saints"—the club plays in the Premier League at St Mary's Stadium, having relocated in 2001 from their 103-year-old former stadium, "The Dell". They reached the top flight of English football (First Division) for the first time in 1966, staying there for eight years. They lifted the FA Cup with a shock victory over Manchester United in 1976, returned to the top flight two years later, and stayed there for 27 years (becoming founder members of the Premier League in 1992) before they were relegated in 2005. The club was promoted back to the Premier League in 2012 following a brief spell in the third-tier and severe financial difficulties. In 2015, "The Saints" finished 7th in the Premier League, their highest league finish in 30 years, after a remarkable season under new manager Ronald Koeman. Their highest league position came in 1984 when they were runners-up in the old First Division. They were also runners-up in the 1979 EFL Cup final and 2003 FA Cup final. Notable former managers include Ted Bates, Lawrie McMenemy, Chris Nicholl, Ian Branfoot and Gordon Strachan. There is a strong rivalry between Portsmouth FC ("South Coast derby") which is located only about away. The two local Sunday Leagues in the Southampton area are the City of Southampton Sunday Football League and the Southampton and District Sunday Football League. Hampshire County Cricket Club play close to the city, at the Rose Bowl in West End, after previously playing at the County Cricket Ground and the Antelope Ground, both near the city centre. There is also the Southampton Evening Cricket League. The city hockey club, Southampton Hockey Club, founded in 1938, is now one of the largest and highly regarded clubs in Hampshire, fielding 7 senior men's and 5 senior ladies teams on a weekly basis along with boys’ and girls’ teams from 6 upwards. The city is also well provided for in amateur men's and women's rugby with a number of teams in and around the city, the oldest of which is Trojans RFC who were promoted to London South West 2 division in 2008/9. A notable former player is Anthony Allen, who played with Leicester Tigers as a centre. Tottonians are also in London South West division 2 and Southampton RFC are in Hampshire division 1 in 2009/10, alongside Millbrook RFC and Eastleigh RFC. Many of the sides run mini and midi teams from under sevens up to under sixteens for both boys and girls. The city provides for yachting and water sports, with a number of marinas. From 1977 to 2001 the Whitbread Arou
nd the World Yacht Race, which is now known as the Volvo Ocean Race was based in Southampton's Ocean Village marina. The city also has the Southampton Sports Centre which is the focal point for the public's sporting and outdoor activities and includes an Alpine Centre, theme park and athletics centre which is used by professional athletes. With the addition of 11 other additional leisure venures which are currently operate by the Council leisure executives. However these have been sold the operating rights to "Park Wood Leisure." Southampton was named "fittest city in the UK" in 2006 by "Men's Fitness" magazine. The results were based on the incidence of heart disease, the amount of junk food and alcohol consumed, and the level of gym membership. In 2007, it had slipped one place behind London, but was still ranked first when it came to the parks and green spaces available for exercise and the amount of television watched by Sotonians was the lowest in the country. Speedway and racing took place at Banister Court Stadium in the pre-war era. It returned in the 1940s after WW2 and the Saints operated until the stadium closed down at the end of 1963. A training track operated in the 1950s in the Hamble area. Greyhound racing was also held at the stadium from 1928-1963. Southampton is also home to one of the most successful College American Football teams in the UK, the Southampton Stags, who play at the Wide Lane Sports Facility in Eastleigh. The world's oldest surviving bowling green is the Southampton Old Bowling Green, which was first used in 1299. Southamptonlılar "Sotonian" olarak anılır. Kentten tarih boyunca önemli müzisyenler çıkmıştır: 1674 doğumlu ilahi bestekarı Isaac Watts, "Holyrood" semtinde yetişen Craig David ve Coldplay bateristi Will Champion sayılabilir. Günümüzde, "Southampton Civic Centre" saat kulesi çanında Isaac Watts'ın "O God, Our Help in Ages Past" bestesi kullanılmaktadır. Southampton'dan çıkan televizyon ünlüleri arasında komedyen Benny Hill , doğabilimci Chris Packham, "The X Factor" 2007 birincisi "Matt Cardle" ve "MasterChef" 2012 birincisi "Shelina Permallo" yer alır. "Bedford Place"'te bulunan Mauritius restaurantı "Lakaz Maman" (Annemin Yeri anlamındadır) Permalloo tarafından işletilmektedir. Radyocu Scott Mills de Southampton doğumludur. Yazar Jane Austen birkaç yıl Southampton'da yaşamıştır. Kentin önde gelen sanatçıları Edward John Gregory, Hubert von Herkomer ve John Everett Millais'tır. Kent sporcuları arasında rugby union oyuncusu Mike Brown ve Avustralyalı tenis oyuncusu Wally Masur bulunur. Önemli bir liman olmasından, kent, birtakım ünlü gemiciler de yetiştirmiştir: I. Dünya Savaşı'nda sivil bir gemi ile bir Alman U-botuna çarparak onu etkisiz hale getiren Charles Fryatt, aynı savaşta oramiral ve daha sonra Yeni Zelanda valisi olan general John Jellicoe ve son RMS Titanic kazazedesi Millvina Dean. Sağır-dilsiz ilk Anglikan vaiz-rahip olan Richard Aslatt Pearce de Southampton, Portswood semti doğumludur. Southampton'nin şu şehirlerle resmî kardeş şehir anlaşmaları vardır:: Wolverhampton Wolverhampton, Birleşik Krallık İngiltere ülkesinin Batı Midlands bölgesinde bulunan tek seviyeli "Metropoliten Bölge" statüsü olan bir yerel idare birimi merkezi ve şehir olma statüsü de taşıyan bir kentsel yerleşkedir. Wolverhampton şehri 1972 yerel idare reformu sırasında genellikle değişmeden Batı Midlands Matropoliten Bölgesi Kontluğuna bağlanmıştır ama bu 1992'de lahvedilince tek seviyeli metropoliten bölge yerel idare biçimine dönmüştür. Ancak coğrafi bakımdan ve kraliyet seremonileri bakımından törensel West Midlands Metropoliten Kontluğunun bir parçası sayılmaktadır. Şehrin çevresinde Birmingham, Coventry, Lichfield, Stoke-on-Trent, Worcester gibi yerleşim yerleri bulunmaktadır. 18. yüzyıldan itibaren Wolverhampton, çelik ve takı üretiminde önemli bir yere sahip olmuştur. 18. ve 19. yüzyıl ünlü sanatçıları Joseph Barney (1753-1832), Edward Bird (1772-1819), George Wallis (1811-1891) ve günümüzdeki One Direction grubunun üyesi Liam Payne (1993) Wolverhampton'da doğmuştur. 1850'lerde Wolverhampton Sanat Koleji (Şimdi Wolverhampton Üniversitesi Sanat ve Dizayn Okulu) açılmıştır. Okulun öğrencileri ve öğretmenleri arasında Robert Jackson Emerson (1878-1944), Sir Charles Wheeler (Emerson'un en ünlü öğrencisi ve Trafalgar Meydanı'nda çeşmenin heykeltıraşı) gibi isimler de yer alır. Önceleri Wolverhampton ekonomisinde mühendislik ve imalat sanayi egemen olmuştur. Ancak 2008 yılından itibaren ekonomide hizmet sektörü %74,9 ile hakimdir. Bu sektörün önemli alt bileşenleri kamu idaresi, eğitim ve sağlık (toplam istihdamın %32.8'i) iken, dağıtım, lokanta ve oteller, BT ve finans oluşturuyor. Wolverhampton Carver Wolverhampton Şehir Maratonu'na ev sahipliği yapar. Maraton, yardımlaşma için para toplanan yarışma serisinin bir bölümünü oluşturur Şehrin takımı Wolverhampton Wanderers, Premier League'de mücadele etmektedir ve İngiltere'nin en eski kulüplerinden biridir.En büyük başarıları 1950'lerdeki 3 lig ve 2 FA Cup şampiyonluğudur. Le Mans 24 Hours galibi Richard Attwood 4 Nisan 1940 Wolverhampton-Staffordshire doğumludur. Wolverhampton Sehri'nin şu resmî kardeş şehir anlaşmaları vardır: York York, Birleşik Krallık, İngiltere'de Yorkshire ve Humberside bölgesinde bulunan 1996'dan beri tek-seviyeli-yörel-idare merkezi ve şehir olma statüsune de haiz bir yerel idare birimi ve yerleşkedir. Ouse ve Foss nehirlerinin birleştiği noktada bulunan bir şehirdir. 137,505 olan şehir merkezi nüfusu, kırsal alanla birlikte 184,900'dür. York şehri adını geleneksel Yorkshire vilayetinden almaktadır ve kraliyet seremonileri için ve cografi bakimidan "Kuzey Yorkshire" kontluguna dahildir. Geleneksel olarak York şehri, sadece şehir duvarlarının içinde kalan bölge olarak kabul edilse de, 1 Nisan 1996'da oluşturulan tek-seviyeli-yörel-idare bakimdan modern York Sehri bu sınırların dışında bazi ufak yerleskeleri de ihtiva eder. Şehirdeki en büyük üniversite York Üniversitesi'dir.Ayrıca bu şehir Stirling Köprüsü Savaşı'ndan sonra William Wallace tarafından İskoçlar adına işgal edilmiştir. Ayrıca New York'a ismini veren şehirdir. York Şehri'nin şu resmî kardeş şehir anlaşmaları vardır: Deliriyum Deliryum, bilinç bulanıklığı ile karakterize bir beyin hastalığı değil sendromdur. Akut beyin yetmezliği, akut organik beyin sendromu, toksik psikoz gibi adlandırmaları vardır. Özellikle hastanede yatan hastalarda görülür. Yoğun bakım ünitelerinde prevalansı %80e varabilir. Zamanında altta yatan nedenlere müdahale edilmediği takdirde ölümcül olabilir, demansa gidebilir. Başkalarında herhangi probleme yol açmayan sağlık sorunları, beyin rezervleri alınmış kişide deliryuma neden olabilir. Genel hastanelerde yetişkinleri etkileyen en yaygın akut bozukluk büyük olasılıkla deliryumdur. Deliryum ağır bir fiziksel veya zihinsel hastalık nedeniyle oluşabilir. Epilepsi, ateş, zehirlenme, beyin zedelenmesi, ağır gıda veya su eksikliği, ağır alkol bağımlılığının bırakılması, enfeksiyon gibi durumların deliryuma neden olduğu bilinmektedir. Ortalama 7-12 gün sürer, geçicidir. Nöroleptikler organik beyin hasarındaki "deliryumu" ortadan kaldırır. Gaia (mitoloji) Gaia veya Gaea, Yunan mitolojisinde yeryüzünü simgeleyen, arzın tecessümü (cisimleşmiş hâli) olan tanrıçadır. Bir ana tanrıça, doğa ana olan ve diğer tanrıların kendisinden türediği Gaia'ya özellikle ilk zamanlarda tüm Yunanistan'da tapınılsa da, zaman içinde tanrıçanın konumu değişmiş, ona olan ilgi azalmıştır. Gaia'nın Roma mitolojisindeki dengi Terra'dır. Hesiodos'a göre Gaia Erebus ile birlikte her şeyin yaratıcısı, her şeyin kendisinden meydana geldiği "toprak ana"dır; tüm tanrıların ve titanların annesidir. Khaos'tan sonra ortaya çıkan Gaia ilk önce kardeşi Erebus'tan Aether'i sonra Aether'den gökyüzü Uranos'u daha sonra Uranüs'ten Pontos'u kendisinden çıkarır bir başka tabirle doğurur. Daha sonra Uranos'tan Titanlar'ı doğurdu. Ancak Uranos kendi çocukları olan titanları doğar doğmaz Gaia'nın bağrına gömmekteydi (Ayrıca oğulları olan Hekatonkheir ve Kykloplar'ı Tartarus'a göndermişti fakat tanrılar onları kurtardı). Artık bu ağırlığı taşıyamayan Gaia, Uranos'tan olan oğlu Kronos'un yardımıyla Uranos'u yendi ve çocuklarını özgürlüğüne kavuşturdu. Daha sonra Kronos da kendi oğlu Zeus tarafından Tartarus'a atılarak aynı kaderi paylaşacaktı. Bayağı sığır Bayağı sığır ("Bos taurus"), günümüzden 8-10.000 yıl önce evcilleştirilmiş ve ruminant olması dolayısıyla selülozlu bitkileri süt ve et gibi ürünlere çevirme özelliğine sahip olan memeliler sınıfına ait evcil hayvan türü. İnsan gıdası olarak değerlendirilemeyen bitkileri, tarımsal artıkları ve gıda sanayi yan ürünlerini en iyi şekilde değerlendirerek et, süt, deri ve yavru verimine çevirebilen geviş getirenler ailesinden hayvanlardır. Akbük, Didim Akbük, Aydın'ın Didim ilçesine bağlı bir mahalle. Didim ilçe merkezine 23 km, Aydın il merkezine 106 km uzaklıktadır. Tüm bölge, Mandalya körfezinin Akbük koyuna hakim bir şekilde 11 km'lik bir sahil şeridine sahiptir. ekonomisi balıkçılık ve turizme dayalıdır. 1 adet mavi bayraklı plajı vardır. Didim'e göre daha tepelik ve yüksek olduğu gibi, orman alanı ve yeşilliği daha fazladır. Akbük koyu, doğal liman özelliğine sahiptir. Civarında yat turizmi yapılmaktadır.Akbük körfezi balıkçılık için adeta bir cennettir. Balığı bol ve çeşitlidir. Hafta sonu olta balıkçılığı için de son derece uygundur.Akbük çok sayıda otel ve pansiyonun yanı sıra, dev yazlık siteler, kooperatiflerle çevrilmiştir. Emlak ve inşaat sektörü son derece canlıdır.2000 yılı nüfus sayımına göre nüfusu 2.997'dir. Ancak yaz ve kış nüfusu arasında büyük farklılık vardır. Yaz aylarında nüfus katlanmaktadır. 1922'de Rum nüfusun göçü nedeniyle nüfusu azalmış 1990'lardan itibaren turizm sektörünün gelişmesiyle eski canlılığına kavuşmuştur. Rumlardan kalan Tarihî Kilise hala sağlam olup her yıl yüzlerce turist tarafından gezilmektedir. Kilise restore edil
erek 2007 yılından itibaren kültür merkezi ve kütüphane olarak hizmet vermeye başlamıştır. Akbük'e Söke-Milas yolundan ulaşılabileceği gibi, Didim üzerinden de ulaşılabilir. Ayrıca Milas-Bodrum yolundan Kıyıkışlacık yönüne sapıldığında Akbük'e ulaşan bir orman yolu vardır. Bu yol ile Bodrum Havaalanına ulaşımı daha kolaydır. Cevad Prekazi Cevad Prekazi (Sırpça: "Џевад Прекази") (d. 18 Ağustos 1957, Mitroviça) orta saha mevkiinde görev almış Arnavut asıllı Kosovalı futbolcudur. Hem Sırp ve Türk vatandaşlığına sahiptir. Prekazi Mitroviça'da doğdu ve 6 çocuklu bir ailenin çocuğu olarak büyüdü. Sırbistan'da "Dzevad Prekazi" olarak adlandırılır. Ağabeyi Luan Prekazi'de Partizan'da oynadı. Cevat Prekazi, Kosovska Mitrovica "Remont" futbol kulübünde oynamaya başladı. 1976 yılında, Partizan takımındaki kariyerine başlamadan önce Trepča'nın genç takımında kısa bir zaman geçirdi ve büyük potansiyeli olan bir oyuncu olarak görüldü. Bu dönemde, 1977-1978 ve 1982-1983 yılında iki Yugoslav Şampiyonasını kazandı. Partizan ile Mitropa kupasını (1978) kazandı. Prekazi, Partizan takımında neredeyse on yıl geçirdi ve takımın yönetimi ile bir anlaşmazlık sonrasında Hajduk Split'e transfer oldu. Prekazi, UEFA Kupası'nda Tottenham Hotspur karşısında yarı finalinde oynayan Hajduk ekibinin bir parçası oldu. Split'te bir yıl geçirdikten sonra, Prekazi ABD'ye taşındı. Baltimore Blast takımı ile Jeff Prekazi ismi altında altı ay boyunca Halı saha futbolu oynadı. Böylece, Srboljub Stamenković ve Reşad Kunovac gibi diğer Sırp oyuncularla birlikte oynadı. O yıllarda, Amerika'da halı saha futbol (kapalı futbol) normal futboldan daha popülerdi. Zoran Simoviç'in davetlisi olarak Amerika'dan döndükten sonra, 1985-1986 sezonundan itibaren Galatasaray'da forma giymeye başladı. Özellikle, serbest vuruşlardaki ustalığı, asistleri ve sol ayağıyla vurduğu sert şutlarıyla tanınmıştır. 1988-1989 sezonunda Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yarı finale kadar çıkan Galatasaray'ın en önemli oyuncularındandı. 15 Mart 1989 tarihinde Köln'deki Monaco - Galatasaray maçının 61. dakikasında 37 metre mesafeden attığı inanılmaz serbest vuruş golü ile Galatasaray taraftarlarının hafızasına kazınmıştır. Tanju Çolak ve Mirsad Kovaceviç ikilisine yaptığı asistlerle sayısız golü hazırladı. 1987 ve 1988 yıllarında Galatasaray'da lig şampiyonlukları yaşadı. Galatasaray'da 174 lig maçında 40 gol attı. Cevad Prekazi, 1991 yılında Galatasaray'a veda etti. Kısa bir süre Altay'a transfer oldu. Galatasaray ile Altay arasındaki maç sırasında, Galatasaray taraftarları "Seni unutamam" isimli şarkı söyleyerek ona olan sevgi ve bağlılığını gösterdi. Bu olaydan sonra Prekazi gözyaşlarını gizleyemedi ve ağlayarak sahayı terk etti. Bakırköyspor'da futbol oynadıktan sonra ülkesine geri döndü. 1993 Yaz'ında Prekazi Yugoslavya'ya döndü ve 1993-1994 sezonunda FK Trudbenik Belgrad ile oynadı. Başarılı bir kariyerin ardından, Prekazi 2001/02 sezonunda Belgrad'ın FK Zeleznik takımını kısa süre çalıştırdı. Prekazi Belgrad'da yaşıyor ve halen OFK Beograd'ın genç takımını çalıştırmaktadır. Siyah alaca Siyah alaca. En önemli kültür ırkı süt sığırı olan Siyah Alacanın elde edilmiş olduğu ülke Hollanda'dır. Bu ırk "Bos taurus typicus" Primigenius yabani alt türünden geliştirilmiştir. Canlı ağırlığı, bakım ve besleme şartlarına bağlı olarakdeğişmekle birlikteergin ineklerde 500-700, boğalarda ise 800–1000 kg'dır. Vasat işletme koşullarında %3.5 yağlı 4 ton dolayında laktasyon verimine sahiptir. İnce, yumuşak ve elastiki bir deriye sahiptir. Baş uzun,dar ve kuru görünüşlüdür. Clive Barker Clive Barker (d. 1952, Liverpool), İngiliz yazar, yönetmen, ressam ve yapımcıdır. Barker gençlik yıllarında tiyatro oyunları yazmaya başladı. Liverpool'da bir tiyatro grubuyla iki yıl çalıştıktan sonra 21 yaşında Londra'ya taşındı ve sonraki sekiz yılını sosyal yardımla geçirdi. Her gün kendisi için yazıyor ve resim yapıyordu. Kendi tiyatro grubu için yazdığı oyunlarla adını duyurmaya başladı. Korku Edebiyatı ile ilgili hikâyelerinin toplandığı Kan Kitapları'nın ("Books of Blood") ilk üç cildini 8 aylık bir zaman dilimi boyunca akşamları ve haftasonları yazdı. Ardından, "Damnation Game" (Lanetleme Oyunu) romanını tamamladı. 1987'de Hellraiser'ın senaristliğini ve yönetmenliğini üstlendi. Barker, yönetmenliğe "Lord of Illusions" ile devam etti. Clive Barker'in romanlarının hepsi Epik Fantezi türünde yazılmış, bolca korku öğesiyle beslenmiştir. Başka Dünyalar'ı anlattığı romanlarında giderek korku türünün süslemelerinden kurtularak fantastik olarak adlandırılan kavrama yaklaşmıştır. Son romanlarında gizli boyut ve fiziksel dönüşüm temalarına olan düşkünlüğü ön plana çıkar. Ayrıca 2001 yılında Electronic Arts firmasının piyasaya sürdüğü Clive Barker's Undying ve 2006'da piyasaya sürdüğü Clive Barker's Jericho bilgisayar oyununlarının yazarlığını ve yönetmenliğini yapmıştır. Şu an Beverly Hills'te yaşamaktadır. Clive Barker, Livepool'un Merseyside bölgesinde doğmuştur. Annesi Ressam ve Okul Rehberlik Memuru Joan Ruby (Kızlık soyadı Revill) babas bir endüstri firmasında personel müdürü olan Leonard Barker'dir. Eğitim hayatına Dovedale ilk okulunda başlamış, Quarry Bank Lisesini tamamlayıp Liverpool üniversitesinde ingilizce ve felsefe okumuştur. Daha 4 yaşındayken Fransız paraşütçü Léo Valentin'in bir gösterisi sırasında ölümüne tanık oldu. Daha sonra yazdığı öykülerde Valentin'i tasvir etti. Emlâk Emlâk veya gayrimenkul; bina, arsa, bahçe gibi taşınmaz mal ve mülklerin ortak adı. Emlâk, güvenli bir yatırım aracı olarak görülür. Kur dalgalanmalarından ve ekonomik krizlerden çok fazla etkilenmeyen, uzun vadede genellikle büyüyen bir yatırımdır. Emlâk alım satımında kullanılan mortgage veya tut-sat yöntemi, emlâkların değerlerinin uluslararası kriterlere göre belirlenmesini sağlar. Böylece değeri belirlenmiş olan bir emlâk, emlâk borsasında alınıp satılabilir hale gelir. Emlâk piyasasının gelişmesi ile daha önce değeri bilinmeyen emlâklar piyasada arz talebe göre değer bulmaya başlar. Gayrimenkuller bir rant aracı olarak kullanılabilirler. İleride değerleneceği düşünülen arsa veya gayrimenkul, alınarak bekletilmeye başlamaktadır. Hızla gelişen şehir yaşamı, şehrin sınırlarını da büyütmektedir. Hiçbir değeri olmayan boş araziler ise bir anda değerlenmektedir. Toprak değeri çok az olan gayrimenkuller bu sayede çok yüksek bir fiyata satılabilmektedir. Günümüzde hızla gelişen internet sayesinde emlâk sektörü internet piyasasına da girmiştir. Özellikle farklı şehire taşınmak zorunda kalan insanlar, internet sayesinde o bölgedeki emlâk komisyoncuları ile rahatça iletişime geçerek ev veya iş bulma süreçlerini hızlandırmaktadır. Sivrisinek Sivrisinek, çift kanatlılar (Diptera) takımının Culicidae familyasından kan emici zararlı böceklerin ortak adı. Kan emmek için yaklaşırken vızıltılı sesleriyle kolayca tanınan, ince uzun bacaklı narin böceklerdir. Larvaları alt familyaya bağlı olarak farklıdır. Anophelinae türleri su yüzeyine paralel (yatay) durmaları ile su yüzeyine eğik olarak asılı Culicinae larvalarından kolayca ayrılır. Pupaların baş ve göğüs kısmı tek parça hâlinde birleşmiştir; abdomenin yarısı bir yapı olarak bu birliğe bağlanmıştır. Göz çiftleri oldukça büyüktür. Diğer böceklerdeki pupların aksine, sivrisinek pupları çok hareketlidir. Abdomenin vertikal hareketleri ile hızlı, fakat düz olmayan bir hareket meydana gelir. Su yüzeyinin hemen altında bulunurlar. Sivrisinekler tam başkalaşımlı böcekler olup 4 evreden geçerler: Suda geçen yumurta, larva, pupa evreleri ile karada geçen ve ergin evre. Sivrisinekler doğru bilinenin aksine kışın da hangi evrede olursa olsun yaşayabilir. Yumurtadan çıkan sivrisinek yavrularının (larva ve pupa), büyüme evrelerini tamamlayabilmeleri için küçük bir su birikintisine ihtiyaç duyar. Bu, çamurlu bir yağmur suyu, bataklık, çeltik, havuz suyu ya da teneke kapta birikmiş bir su olabilir. Ancak durgun sular sivrisineklerin tercih sebebidir. Çünkü bu sular, içerdikleri fotosentez yapabilen bitki öbekleri sayesinde, oksijence zengindirler. Sivrisinek yumurtaları su bulunan her ortamda gelişebilirler, ancak bazı şartların sağlanması gerekir: Yumurtadan çıkacak olan larva, yetişkin bir sinek oluncaya kadar farklı evreler geçirecektir. Her evrede de yavru sineğin farklı ihtiyaçları olacaktır. Kuraklık ve aşırı sıcak da yumurtaların gelişimini engelleyebilir. Bir sivrisineğin kan emmek için konukçusunu nasıl bulduğu tam olarak bilinememektedir. Kanda bulunan aminoasitlerin, eminlerin ve amonyağın karışımı cezbedicidir. En iyi cezbetme etkisinin nem ve sıcaklık olduğu bilinmektedir. Geceleri sivrisinekler çoğu zaman görülemezler ve yalnızca tipik vızıltılarıyla kendilerini belli ederler. Henüz uyuyamamış insanları kısa süreli rahatsız eden bu vızıltılar, sivrisineklerde yaşamın devamı için önemlidir. Erkeğin kafasından çıkan 2 tane küçük ve tüylü duyargada bulunan çok sayıda duyu hücresinden meydana gelmiş Johnston organı, ses dalgalarının titreşimlerini alır ve ayırt eder. Bu tüylü duyargalar yalnızca dik durumdayken ses titreşimlerine karşı duyarlıdırlar. Johnston organı, eşeylerin bulunmasında çok önemlidir. Dişinin çıkardığı titreşimler belli bir rakamdan sonra (100-8000 titreşim/saniye) erkeklerde çiftleşme isteği yaratır. Erkeklerin sürü oluşturduğu evrelerde bu vızıltılar en üst seviyeye çıkar. Larvaların besini algler, bir hücreliler ve detritusdur. "Megarhinus" larvaları kendi türlerine saldıracak kadar yırtıcıdır. Ergin dişi ve erkeklerin besini bitki ve meyve sularından aldıkları şeker ve proteinden oluşur. Dişiler, yumurta yapabilmek için kan emmek zorundadır. Laboratuvar ortamında bitkisel besinlerle uzun süre yaşatılabilirler fakat yumurta elde edilemez. Familya türlerinin hepsi kan emmez; tamamen bitkisel beslenenler de vardır. Sivrisinekler kan taşıdıkları için hastalık bulaştırma riskleri vardır. Örneğin sarı humma, fil hastalığı ya da sıtma gibi parazit hastalıklarını taşıyabilirler. AIDS'e sebep olan HIV ise bu canlılarda g
elişme ortamı bulamaz. Virüsler sivrisinekler tarafından taşınmaz. Pek çok doğal düşmanları vardır. Kurbağalar, balıklar, kertenkeleler, bukalemunlar, kuşlar, yarasalar ve böcek larvaları sivrisinek ve larvalarıyla beslenirler. Günümüzde sivrisineklerle mücadele için kimyasal ve fiziksel pek çok metot kullanılmaktadır. Ancak çok basit ve hızlı üremeleri nedeniyle etkin bir mücadele ile lokal temizliği mümkündür. Osman Bölükbaşı Osman Bölükbaşı (1913, Mucur - 6 Şubat 2002, Ankara), halk arasında "Anadolu Fırtınası" ve "T(I)RT Osman" lakaplarıyla tanınan Türk siyasetçi. 1950, 1954, 1957, 1961, 1965 ve 1969 Türkiye genel seçimlerinde milletvekili olarak meclise girmiştir. 1913 yılında O yıllarda Mucur, Kırşehir'e bağlı olan daha sonra Hacıbektaş, Nevşehir'e bağlanan Hasanlar köyünde doğdu. Orta öğrenimini İstanbul Erkek Lisesi'nde tamamladı. Yüksek öğrenimini Fransa'daki Nancy Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü'nde yaptı. Buradan 1937 yılında mezun oldu. 1938 yılında Türkiye'ye dönerek Kandilli Rasathanesi'nde asistan olarak çalışmaya başladı. 1940 yılında Haydarpaşa Lisesi'nde öğretmenlik yapmaya başladı. 1946 yılında Demokrat Parti'ye girdi ve parti genel müfettişliğine atandı. Ancak, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarına karşı sert bir politika izlenmesini isteyen bir grup ile birlikte 1947 yılında Demokrat Parti'den ayrıldı. Temmuz 1948'de Millet Partisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 1949 yılında İsmet İnönü ve Celâl Bayar'a komplo düzenlemek iddiasıyla tutuklandıysa da kısa bir süre sonra serbest bırakıldı. 1950 Türkiye genel seçimleri'nde Millet Partisi'nin tek milletvekili olarak Kırşehir'den TBMM'ye girdi. Partisi, laikliğe aykırı politika ürettiği gerekçesiyle 1953 yılında kapatıldı. Bunun üzerine Şubat 1954'te bir grup eski Millet Partisi üyesi ile birlikte Cumhuriyetçi Millet Partisi'ni kurdu ve genel başkanlığına seçildi. 1954 genel seçimlerinde bu ilin neredeyse bütün oylarını alarak yeniden Kırşehir milletvekili seçilince, Demokrat Parti hükûmeti Kırşehir'i ilçe yaptı ve Nevşehir'e bağladı. Kırşehir 3 yıl boyunca ilçe olarak kaldı. Bu dönemde hükûmete eleştiriler yöneltti. Temmuz 1957'de TBMM'ye hakaretten tutuklandı. Kırşehir, Haziran 1957'de yeniden il durumuna getirildi, ancak eski kazalarından Avanos, Kozaklı ve Hacıbektaş Nevşehir’de kaldı. Köyü Hasanlar köyü de yeniden il olan Kırşehir'e bağlanmayarak Nevşehir'e bırakıldı. Bu durumda, Ekim 1957 Türkiye genel seçimleri'nde, Cumhuriyetçi Millet Partisi'nden seçilen 4 milletvekilinin arasında yer aldı. Seçim günü hapiste olduğu için milletvekili yeminini Ankara Merkez Cezaevi 10. koğuşunda mahkûmların önünde yaptı. 1958 yılında DP'ye karşı güçbirliği oluşturmak amacıyla Cumhuriyetçi Millet Partisi ve Türkiye Köylü Partisi'nin ile birleşmesiyle kurulan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin Genel Başkanlığına seçildi. 1959 yılında 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. 27 Mayıs Darbesi'nden sonra 6 Ocak 1961 - 15 Ekim 1961 tarihleri arasında Kurucu Meclis Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Temsilciliği görevini yürüttü. 1961 genel seçimlerinden sonra uzlaşmaz bir tutum takınarak koalisyon hükûmetine katılmayı reddetti. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, Haziran 1962'de İsmet İnönü'nün kurduğu koalisyon hükûmetine katılınca, 28 milletvekiliyle birlikte partiden ayrılarak yeniden Millet Partisi'ni kurdu ve genel başkanlığına seçildi. Millet Partisi, Şubat 1965'te Suat Hayri Ürgüplü başkanlığındaki koalisyon hükûmetine katıldıysa da kendisi kabinede görev almadığı gibi hükûmete eleştiriler de yöneltti. Arkadaşlarıyla beraber kurduğu Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ise 1969 yılında Milliyetçi Hareket Partisi adını aldı. 1972 yılında Millet Partisi genel başkanlığından ayrıldı. Yerine eski Genelkurmay Başkanı Cemal Tural geçti. 9 Eylül 1973 tarihinde de, 1961 yılından beri seçildiği Ankara milletvekilliğinden istifa ederek aktif siyasetten çekildi. 6 Şubat 2002 tarihinde Ankara'da vefat etti. Emekli Büyükelçi ve eski MHP Ankara Milletvekili Deniz Bölükbaşı'nın babasıdır. Eski Açık Sarı Desene Eski Açık Sarı Desene, Galatasaray'ın profesyonel futbol takımının 2002-03 ve 2003-04 sezonunda oynadığı maçların arka plânlarını anlatan belgesel türündeki film. Yönetmenliğini Ömer Ali Kazma üstlenmiştir. Habib-i Neccar Camii Habib-i Neccar Camisi, Antakya'da bulunan tarihi cami. Roma dönemine ait bir pagan tapınağının üzerine 7. yüzyılda inşa edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki en eski camidir. Günümüzdeki cami Osmanlı döneminde yenilenmiştir, etrafı medrese odaları ile çevrilidir. Avlusunda 19.yy eseri bir şadırvan bulunur. Camiye büyük sivri sağır kemerli taç kapı ve ortasında kitabesi bulunan yuvarlak kemerli bir kapıdan girilir. Son cemaat mahalline bitişik, dikdörtgen kaideli poligonal gövdeli ve ahşap şerefeli, pabuçlu bir minaresi vardır. Minarenin sağında Habib Neccar, solunda Yahya (Barnabas) ve Yunus (Pavlos) türbeleri vardır. Antakya şehri, İslam Devleti'nin lideri Halife Ömer'in komutanlarından Ebu Ubeyde bin Cerrah tarafından 636 yılında fethedildiği dönemde fethin simgesi olarak, Habib-i Neccar ve İsa'nın iki havarisinin mezarının bulunduğu yerde, bir cami inşa edilmişti. 1098 yılında Haçlılar'ın eline geçen ve 1099'da Antakya Prensliği halini alan şehri Memluk Sultanı Melik Zahir Baybars fethedince camiyi yeniden yaptırmıştır. Caminin medrese duvarlarında üzerinde Baybars'ın adı olan bir kitabe bulunur. Depremlerden zarar gören cami ve minaresi birçok kez yenilenmiştir. Kur'an-ı Kerim'de Yasin Suresi'nin 13-32. ayetlerinde kendisine elçiler gönderilen bir şehir halkının (ashâbü'l-karye ifadesi kullanılır ) hikâyesi anlatılır. Sureye göre şehir halkının kendisine gönderilen iki elçiyi yalanlaması üzerine onları desteklemek üzere üçüncü bir elçinin gönderilmiş; halk elçileri uğursuzluk getirmekle suçlamış fakat şehrin en uzağından koşup gelen bir adam kavmine elçilere uymasını söylemiştir. Burada geçen kasabanın hangi kasaba olduğu belirtilmemiştir ancak sahabelerden gelen rivayetlere dayalı olarak tefsir yazarları bu kasabanın Antakya ve kişinin de Habib-i Neccar olduğunu yazmışlardır. Olayın devamında, şehrin kenarından gelip “siz bu elçilere neden uymuyorsunuz” diyen adamın bundan dolayı şehit edildiği anlatılır. Bunun üzerine, Allah’ın da bu topluluğa ilahi bir ceza verdiği ifade edilir. Yasin suresinde geçen Habib-i Neccar kıssası, havarilerin Antakya’da Hristiyanlığı şekillendirmeleri ile paralellik göstermektedir. İsa peygamberin çarmıha gerilmesinden kırk gün sonra Kudüs’te bir araya gelen 12 havari, İsa’nın mesajını yaymak için teşkilatlanmaya karar vermiş ve bölgenin en büyük şehri olan ve Roma İmparatorluğu’na bağlı özerk yönetim yapısına sahip Antakya şehrini İsa’nın mesajını yaymak için uygun bulmuştu. İncillerde ve tarih kitaplarında, Hristiyanlığa Antakya'da şekil veren havari Yahya (Barnabas) ve Yunus (Pavlos)'un ilk önce Kudüs'ten Antakya’ya geldiği ve daha sonra onlara destek olmak için havari Şem'un-u Sefa (Petrus)'nın da buraya geldiği yazılıdır. Ayrıca tarihçi İoannis Malalas, M.S. 37 yılında üç havarinin Antakya'da İsa'nın mesajını anlattıklarında burada bir depremin olduğunu yazmıştır. Deprem, Yasin suresinde anlatılan, Allah'ın şehir halkına ilahi bir ceza vermesi olayı ile benzerlik gösterir. Fermilab Fermilab, Amerika Birleşik Devletleri'nde Chicago kenti yakınlarında yer alan bir parçacık fiziği laboratuvarıdır. 1967'de National Accelerator Laboratory (Ulusal Hızlandırıcı Laboratuvarı) adıyla kurulmuş, 1974'de Nobel ödüllü fizikçi Enrico Fermi'nin anısına adı Fermi National Accelerator Laboratory olarak değiştirilmiştir. Fermilab'ın ev sahipliği yaptığı Tevatron parçacık hızlandırıcı 6,28 km'lik çevresiyle Avrupa Nükleer Araştırma Merkezinde (Cern) yer alan Büyük Hadron Çarpıştırıcısı'ndan sonraki en büyük parçacık hızlandırıcıdır. Bu parçacık hızlandırıcı 1995 yılında üst kuarkın keşfini sağlamıştır. Fermilab, yüksek enerjili çarpışma fiziği dışında MiniBooNE, SciBooNE ve MINOS gibi nötrino deneylerine de ev sahipliği yapmaktadır. Bir göktaşına laboratuvarın onuruna Fermilab ismi verilmiştir. Uygur (anlam ayrımı) Uygur, şu anlamlara gelebilir, Normalizasyon Normalizasyon (Ayrıştırma), veritabanlarında çok fazla sütun ve satırdan oluşan bir tabloyu tekrarlardan arındırmak için daha az satır ve sütun içeren alt kümelerine ayrıştırma işlemidir. Ünlü Fransız bilim adamı Hubert Francesci tarafından ortaya atılan 3 esnek kuralına uygun protonlar tarafından entegre edilen bir sisteme sahiptir. Satır başlarında yapılan tekrar veritabanında ayrıştırma işlemine tabii tutularak depolanır. Eğer bir ilişki belirli bir normal formda (3NF, BCNF, v.s.) ise, problemlerin bazıları oluşmaz, bu yüzden şemanın daha fazla ayrıştırılmasına gerek yoktur. Farzedelim ki R ilişkisi A1..,An niteliklerini içersin. R’nin ayrıştırılması R’yi bir ya da daha fazla ilişkiyle yer değiştirmektir. Öyle ki; R’nin ayrıştırılması ile ayrıştırmanın ürettiği ilişki şemalarının örnekleri depolanır. Eğer bir ilişki şeması R 3NF’da ise ve R’de bir fonksiyonel bağımlılık X --> A söz konusu ise; ya X , R’nin bir süperanahtarıdır ("superkey") ya da A, R'nin birincil niteliğidir ("prime attribute"). Birincil nitelik demekle anahtarı oluşturan niteliklerin her birini kastediyoruz. Bir R ilişkisinin 3NF ilişkilerine kayıpsız-birleştirme ("lossless-join") ve bağımlılıkların-korunması ("dependency-preserving") ayrıştırması her zaman mümkündür. "BCNF ("Boyce Codd Normal Form"):" Eğer bir ilişki şeması R’de bir fonksiyonel bağımlılık X --> A söz konusu olduğunda, X nitelikler kümesi R’nin süperanahtarı ya da A, R'nin birincil niteliği ise, bu ilişki şeması R BCNF’dadır. Normalizasyon için seviyelerin açıklandığı kaynaklar: ISO/IEC 8859 ISO 8859, yani resmi adıyla ISO/IEC 8859, ISO ve IEC tarafından belirlenmiş olan, bilgisayarlarda kullanılacak 8-bit karakterlerin standardıdır. Bu standard numaranın arkasına gelen numara takıları, farklı karakter kümelerini ifade eder. Şu anda 16 farklı
alt küme standardı vardır: Dereköy, Yenipazar, Bilecik Dereköy, Bilecik ilinin Yenipazar ilçesine bağlı bir köydür. Köyün adının nereden geldiği ve geçmişi hakkında bilgi yoktur. Köyün gelenek, görenek ve yemekleri hakkında bilgi yoktur. Bilecik il merkezine 80 km, Yenipazar ilçesine 10 km uzaklıktadır. Köyün iklimi, Marmara iklimi etki alanı içerisindedir. Köyün [[Türkiye ekonomisi|ekonomisi]] tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Köyde ilköğretim okulu yoktur. Köyün içme suyu şebekesi ve kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Köye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır. Gaziantep Arkeoloji Müzesi Gaziantep ili ve çevresinde bulunan arkeolojik eserlerin sergilendiği müzedir. 2005 yılından beri, Zeugma antik şehrinde bulunan villalardan çıkartılan mozaikler, bu müzede sergilenmektedir. Gaziantep Arkeoloji Müzesi, 1944 yılında cumhuriyet döneminin ilk arkeologlarından Sabahat Göğüş tarafından kurulmuştur. Başlangıçta Nuri Mehmet Paşa Camii’inde hizmet veren müze, 1969 yılında küçük bir kent müzesi niteliğindeki binasına taşınmıştır; 2005 yılında ise ek binası hizmete girmiştir. Ek binasında büyük kısmı Zeugma antik kentinden çıkarılan mozaik panolar, heykeller, steller sergilenmektedir. Müzenin içindeki etnografya bölümü, Hasan Süzer Etnografya Müzesi’ne taşınmıştır. Gaziantep Arkeoloji Müzesi 2011 yılında, 1700 metrekarelik mozaik ile Dünya'nın en büyük mozaik müzesi olma özelliğini taşıyan Zeugma Mozaik Müzesi'ne taşınmıştır. Cacık Cacık, yoğurt, su, salatalık ile yapılan soğuk bir Türk mezesidir. Soğan bitkisinin yeşil kısmı, Nane, sirke, dere otu, zeytinyağı ve sarımsak ile zenginleştirilebilir. İçine rendelenmiş havuç ve marul katılan cacığa ise kış cacığı denir. Kıbrıs'ta ise yoğurdu (genellikle koyun yoğurdu) bol miktarda zeytinyağıyla karıştırıp içine salatalık katılmasıyla yapılan mezeye "Talatur" denir. Caciki ya da tzatziki (Yunanca: Τζατζίκι), Yunan mutfağında çok kullanılan bir sos ve meze. Cacıktan esinlendiği açık olan Zatziki, daha yoğun hazırlanmakta ve hemen hemen her et yemeğinin yanına garnitür olarak eklenmektedir. İskilip'te dolma servisi ile beraber yapılan ayran kıvamında cacıktır. Yoğurt, su ile inceltildikten sonra içine salatalıklar doğranır. Yeteri kadar tuz ve sirke eklenerek servise hazır hale getirilir. Sirke salatasının en önemli özelliği hazmı kolaylaştırması ve şişkinliğin önüne geçmesidir. Sirke salatası İskilip dolması ile beraber servis edilir. Adana Arkeoloji Müzesi Adana Arkeoloji Müzesi, Adana ili ve çevresinde bulunan arkeolojik eserlerin sergilendiği müze. Adana Arkeoloji Müzesi, 1924 yılında kurulmuştur. Kurulduğu ilk yıllarda, Polis Dairesi’nde hizmet veren Adana Arkeoloji Müzesi, 1928 yılında Taşköprü başındaki günümüzde yıkılmış durumda olan Caferpaşa Camii Medresesi’ne, daha sonra Kuruköprü Rum Kilisesi'ne taşındı. 1935'te müzeye bir Etnografya Salonu eklendi. Müze, 1950 yılında günümüzdeki Etnografya Müzesi Binası’na taşındı. 1966 yılında ise Kültür Parkı'nda yeni bir müze binası yapımına başlandı. Günümüzde 1972’de taşındığı Reşatbey'deki binasına hizmet vermeye başladı. Alyanakzade Halil Kamil Bey ve Ali Rıza Yalman müzenin gelişimine büyük katkıda bulunmuş müze müdürleridir. Adana Arkeoloji Müzesi'nde, Tarsus-Gözlükule, Mersin-Yümüktepe, Milis, Karatepe, Soğuksutepe vb. höyük ve iskân yerlerinde yapılan arkeolojik kazılarda çıkan eserler ile Adana ve çevresinden derlenen eserler bulunuyor. Bunlar prehistorik (tarih öncesi), Hitit, Asur, Fenike, Frig, Helenistik, Roma ve Bizans devirlerine ait heykel, kitabe, lahit, stel, mimari parçalar gibi taş eserler, pişmiş topraktan yapılmış çanak, çömlek, çeşitli kaplar, silindirik ve magma mühürleri, madeni paralar ve diğer arkeolojik buluntulardır. Müzede ayrıca Selçuklu ve Osmanlı devirlerine ait islami eserler ile, giyim kuşama, halk sanatlarına ve elişlerine, yörük çadırlarına ve yörüklerce kullanılan eşyaya ait derlenmiş etnografya malzemesi de yer alır. Müzenin en değerli eserleri lahitlerdir. Bunlar arasında 3843 envanter sayılı lahit, 1958'de Tarsus'ta bulundu ve Adana Arkeoloji Müzesi'ne taşındı. Lahitin uzun yüzlerinden birinde Truva kahramanlarından Hektor'un ölüsünün fidye karşılığında kurtarılışı, sağda Kral Priamos'un Akhilleus'e yalvarışını, solda kralın arabasından inişini, arkada dragonları tasvir eden kabartmalar görülmektedir. Terör yönetimi teorisi Terör yönetimi teorisi; 1980’lerde Sheldon Solomon ve arkadaşları tarafından geliştirilen psikoloji kuramıdır. Solomon, bu kuramı geliştirirken Ernest Becker’in The Denial of Death (Ölümün İnkarı, 1973) adlı eserinden ve Sigmund Freud’un ölümü hatırlatan her şeyin insanlarda çeşitli mistik inançları canlandırdığı düşüncesinden esinlenmiştir. Terör Yönetimi Kuramı’na göre, insanın ölümlü olduğu düşüncesi her bir bireye varoluşsal bir kaygı vermektedir. Kültür, insanların yaşamına anlam, düzen ve süreklilik sağlayarak bu varoluşsal kaygıyı azaltmaktadır. Kişi, kültürel değerlere bağlandıkça ve yaşamını bu değerlere bağlı olarak ortaya çıkan normlara göre düzenledikçe kendini güvende hisseder. Bağlı olduğu kültürel değerlerin ve normların doğruluğuna ve haklılığına inanan bireyler, yaşamlarını anlamlı bulmaya başlarlar. Çevrelerindeki diğer insanların da aynı değerleri ve normları benimsemesi, bireylerin kendine güvenini ve yaşamlarının anlamlılığına olan inançlarını arttırır. Çevrelerindeki diğer insanların kendilerininkinden farklı inançlara sahip olması ise yaşamın anlamlı olduğu düşüncesini tehdit ederek bireylerin kendilerine güvenlerini düşürür. Bireyler, bu olumsuz duygudan kurtulmak için farklı yollar izlerler: Diğerlerinin inançlarını ve düşüncelerini reddedebilirler; bu inançları ve inançların sahiplerini küçümseyebilirler; ya da bu farklı inanç sahiplerini kendi inançlarına çekmeye çalışabilirler. Araştırmalar, kendilerine ölümlü oldukları hatırlatılan bireylerin kültürel dünya görüşlerine daha sıkı bağlandıklarını göstermiştir. Büyük travmalar (11 Eylül olayı gibi) yaşayan bireylerin ve toplulukların gelenekleri, kurulu düzeni, otoriter dünya görüşünü savunan liderlerden etkilenmeye daha eğilimli oldukları; dış tehdit potansiyeline karşı aşırı duyarlı oldukları ve kendilerini tehdit ettiğini düşündükleri unsurlara karşı verdikleri tepkilerin aşırı düşmanca olduğu ortaya konmuştur. 11 Eylül olayları ve ardından ABD’de George W. Bush’un, İngiltere’de Tony Blair’in ve Avusturya’da John Howard’ın yeniden başkan seçilmesi, Terör Yönetimi Kuramı’nın medyanın dikkatini çekmesine yol açmıştır. Bu teoriye getirilen başlıca eleştiri, üniversite öğrencilerinden veri toplanarak yapılan yaklaşık yüz elli küçük ölçekli çalışmanın sonuçlarına bağlı olarak geliştirilmiş olmasıdır. Bu çalışmalarda katılımcılar kendilerinin ölümlü oldukları üzerinde düşünmeye yönlendirilmiş, daha sonra dünya görüşlerini ve kendilerine güvenlerini korumalarını sağladığı varsayılan çeşitli inanç ve davranışlarındaki değişim gözlenerek ölçülmüştür. Sonuçlar, bir gün ölecekleri kendilerine hatırlatılan bireylerde özgüven kaybı ve kendi dünya görüşlerine bağlılıkta artış olduğunu göstermiştir. Ancak, bu değişimin öne sürüldüğü gibi bilinçaltı ölüm korkusunun dışavurumu olduğu henüz gösterilebilmiş değildir. FC Metz FC Metz, Fransa'nın köklü bir futbol takımıdır. Fransa liginde de 10 yıl içinde 1 şampiyonluğu vardır. 1932 yılında kurulmuş olan FC Metz, 1933 yılında Fransa'da Ligue 2'ye çıkmış, ardından 1935 yılında bu ligden Ligue 1'e çıkmaya hak kazanmıştır. II. Dünya Savaşı'ndan sonra 1950 yılında Ligue 1'den düşmüştür. Ligue 2'de Olympique Lyonnais'in arkasından 2. olmuştur ve tekrar Ligue 1'e dönmüştür. 1958 yılında sondan ikinci olarak tekrar Ligue 2'ye düşmüştür. 1961 yılında tekrar Ligue 1'e çıksa da aynı yıl yeniden düşmüştür. "10 Ocak 2015 itibarıyla" Sosyal biliş Sosyal biliş sosyal etkileşimde rol oynayan bilgiyi işleme, kodlama, depolama ve hatırlama gibi bilişsel süreçlerdir. İnsanların kendilerini kuşatan fiziksel, sosyal çevrelerini ve çevreleriyle olan ilişkilerini, diğer insanlar ve kendileri hakkında nasıl izlenim oluşturduklarını, nasıl hissettiklerini ve düşündüklerini ve bu türden bir düşünce biçiminin yargıları ve davranışları nasıl etkilediğini incelemektedir. Toplumsal bağlamdan etkilenen ve toplumsal bağlamı etkileyen bilişsel süreç ve yapıları incelemektedir  Ancak "sosyal biliş" terimi diğer psikoloji ve bilişsel sinirbilim alanlarında yaygın şekilde kullanılmaktadır. Bu alanlarda "sosyal biliş" terimi çoğunlukla otizm ve diğer bozukluklar nedeniyle kesintiye uğrayan çeşitli sosyal becerilere karşılık gelmektedir. Bilişsel sinirbilim alanında ise sosyal bilişin biyolojik temelleri araştırılmaktadır. Benzer şekilde Gelişim psikolojisi alanında da sosyal biliş becerileri gelişimsel perspektifle incelenmektedir. Sosyal psikoloji alanında sosyal biliş, sosyal psikolojik süreçlerin bilişsel psikoloji ve bilgi işleme kuramının önermelerine ve metotlarına bağlı olarak çalışıldığı bir yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre, sosyal biliş sosyal psikolojik olguyu altındaki bilişsel süreçleri araştırarak anlamayı amaçlayan bir analiz düzeyidir. Yaklaşımın temel inceleme alanları; sosyal uyaranların algılanması, muhakeme edilmesi ve bellekte depolanmasına dâhil olan süreçler, bilgi işleme sürecine sosyal ve duygusal faktörlerin etkileri ve bilişsel süreçlerin davranışsal ve kişiler arası sonuçlarıdır. Örneğin kişilerin toplumsal tutum ve davranışları; bu tutum ve davranışların dil ve yüz ifadeleri yoluyla aktarımı ve kişilerin aktarılan bu sosyal bilgileri seçme, yorumlama ve hatırlama yöntemleri sosyal bilişin inceleme alanlarıdır. Bu düzeyde bir analiz kişi içi, kişiler arası, grup içi, gruplar arası ve kolektif düzeyde  araştırma içeren sosyal psikoloji alanındaki her tür içerik alanına uygulanabilmektedir. İnsanı bilgi işleyici olarak ele almakta ve düşünme, karar verme süreçlerine odaklanmaktadır. İnsan bilgiyi nasıl işler,
nasıl karar alır gibi temel soruları cevaplama arayışındadır. Yaklaşım laboratuvar deneylerine ağırlık vermektedir. Metaforik modeller kullanarak zihinsel temsilleri incelemektedir. Zihinde bilgi işlemek üzere var olan bilişsel yapılar olduğu varsayılmaktadır. Bilişsel süreçler algısal temele dayalıdır. Araştırmalar bilgi işleme sürecinin birçok etmenden etkilendiğini ve her zaman rasyonel olmadığını göstermektedirler.   Sosyal biliş sosyal psikoloji alanında günümüzde en baskın perspektiftir. Sosyal içerikli bilgiyi nasıl işleyip depoladığımız ve bunun insanları algılama ve onlarla etkileşime girme biçimimizi nasıl etkilediğini açıklamada olumlu katkılar sunan bir yaklaşımdır. Sosyal psikoloji araştırmalarına yeni metot (tepki zamanı, bellek hataları gibi bilişsel organizasyona olan etkileri ortaya çıkarmak) ve yeni paradigmalar (beklenti doğrulama/davranışsal ve bilişsel doğrulama yoluyla sosyal gerçekliği ortaya çıkarmada inançların rolü) sağlayarak bilimsellik arayışına katkı sağlamıştır. Bilişsel yaklaşım daha sistematik bilgi sunarak bilim olma yolunda daha tutarlı bilgi sağlayan bir yöntem olarak görülmüştür. Yaklaşım insanların sosyal çevresini aktif olarak inşa ettiği realist bir çerçeve üzerinden hareket etmektedir. Bireylerden bağımsız bir gerçeklik söz konudur. Sosyal gerçeklik nesnel olarak algılanabilir. Algıya dayalı biliş, gerçek nesnelerin, olayların ve süreçlerin zihinsel temsilidir. Bilişin toplumsal davranışları nasıl etkilediği üzerinde ve onun daha geniş ve daha yakın toplumsal bağlamlar tarafından ne şekilde etkilendiği üzerinde yoğunlaşmaktadır Sosyal biliş 1960’lı yılların sonu ve 1970’lerin başlarında bilişsel psikoloji alanındaki gelişmelere bağlı olarak önem kazanmaya başlamıştır. Alanda biriken laboratuvar deneylerinin dış dünyadaki birçok olguyu açıklamakta yetersiz kalması nedeniyle 1970’li yıllarda ortaya çıkan güven bunalımının ardından oluşturulan alternatif kuramsal ve metodolojik çerçeveyi içermektedir. Günümüzde ana akım sosyal psikolojide kullanılan hâkim model ve yaklaşımdır. Sosyal biliş teorilerinde bilginin beyinde şemalar, atıflar ya da kalıp yargılar gibi bilişsel öğeler olarak temsil edildiği fikri hakimdir. Yaklaşımda genel olarak bilişsel öğelerin nasıl işlendiğine odaklanılmaktadır. Bu nedenle sosyal biliş akıl yürütme (temsil etme kestirme yolu, temel oran yanılgısı ve doğrulama yanlılığı), dikkat (otomatisite ve hazırlama) ve bellek (şemalar, öncelik ve sonralık etkileri) gibi bilişsel psikolojideki birçok tema, teori ve paradigmayı uygulamakta ve genişletmektedir. Psikoloji tarihi boyunca sosyal psikoloji genel psikoloji yaklaşımından daha bilişseldir. Ana akım psikoloji davranışçılık ekolünün hâkimiyetindeyken bile sosyal psikolojide inançlar ve arzular içsel zihinsel süreçleri tartışılmaktaydı. Sosyal biliş alanında insan kavrayışı psikolojinin tarihsel süreci içerisindeki altı farklı evre içinde incelenebilmektedir Günümüzde sosyal biliş alanında ağırlıklı olarak tutum, duygu, atıf, benlik, kimlik, kalıp yargı, ön yargı ve ideoloji konularında çalışmalar yapılmaktadır. Sosyal biliş alanındaki tüm çalışmalara temel sağlamasa da (örneğin, bkz. atıf kuramı) alandaki en önemli teorilerden biri sosyal şema teorisidir. Sosyal Kimlik Kuramı ve Sosyal Temsiller gibi sosyal psikoloji alanındaki diğer disiplinler büyük ölçüde sosyal biliş ile aynı olguları açıklama çabasındadır ve bu farklı disiplinler “tutarlı ve entegre bir bütün” içinde birleştirilebilir".  Eylem araştırmaları ile birlikte motor biliş, adı verilen yeni bir paradigma ortaya çıkmıştır. Bu paradigma da eylemin ve ilişkili süreçlerin temsilini anlama ile ilişkilidir. Sosyal şema teorisi bilişsel psikolojideki şema teorisine dayanmaktadır ve aynı terminolojiyi kullanmaktadır. Fikirlerin ya da kavramların beyinde nasıl temsil edildiği ve nasıl sınıflandığını tanımlamaktadır. Bu yaklaşıma göre bir kavramı gördüğümüzde ya da düşündüğümüzde, zihinsel temsil ya da "şema" çağrışım yoluyla orijinal kavram ile bağlantılı diğer bilgiyi zihne getirerek aktive olmaktadır ve bu aktivasyon büyük ölçüde otomatik olarak, bilinç dışında gerçekleşmektedir ve motivasyonel temeli vardır. Şemaların aktive edilmesinin sonucu olarak, şemanın uyandırdığı birçok çağrışım verilen bilginin dışında genişlediği için gerçekte ulaşılabilir olan bilginin ötesine giden yargı oluşur. Bu yargıların doğru olup olmamasından bağımsız şekilde sosyal bilişi ve davranışı etkileyebilir. Örneğin bir birey öğretmen olarak tanıtılırsa, ardından öğretmen şeması aktive olur.  Sonrasında biz bu kişiyi akıl, otorite ya da öğretmenler ile ilgili olarak hatırladığımız ve önemli olduğunu düşündüğümüz geçmiş deneyimler ile ilişkilendiririz. Şemalar içselleştirilmiş sosyal bilgilerdir. Şemalar deneyim ya da sosyalleşme sayesinde öğrenilmekte ve git gide genel beklentiler halini almaktadır.  Nihayetinde şemalar insanlara öngörü sağlayarak sosyal dünyanın kontrolünü sağlama şansı vermektedir. Sosyal bilgilerin işlenmesini kolaylaştırmaktadır. İnsanlar ve çevredeki olaylar hakkında beklenti ya da ön bilgi olmaksızın günlük hayatı idame ettirmek çok zor olabilirdi. Şemalar neye dikkat edileceği, neyin algılanacağı, neyin hatırlayacağını ve ne sonuç çıkarılacağına rehberlik eder. Şemalar, gerçekliği basitleştirmek için kullanılan zihinsel kısa yollardır. Yaklaşım sosyal algının gerçekliğinden ziyade sürecine odaklanmaktadır. Bir şema daha ulaşılabilir olursa bu daha kolay şekilde aktive olacağı anlamına gelir ve o belirli bir durum için kullanılabilir. belirginlik ve hazırlama bir şemanın ulaşılabilirliğini arttıran iki bilişsel süreçtir. Belirginlik, belirli bir bağlamdaki diğer nesnelerden bir sosyal nesnenin daha fazla şekilde dikkat çekici olmasıdır. Nesnenin belirginliği ne kadar yüksekse o nesnenin şeması o kadar ulaşılabilir olur. Örneğin bir gruptaki, 7 erkek arasında 1 kadın yer alıyorsa, kadın cinsiyet şeması daha ulaşılabilir olabilir ve kadın grup üyesine karşı grup düşüncesi ya da davranışını etkileyebilir. Hazırlama ise o durumdan hemen önce şemayı daha ulaşılabilir kılmaya neden olan bir durumun deneyimlenmesine karşılık gelmektedir. Örneğin gece geç vakitte korku filmi izlemek, korkutucu şemaların ulaşılabilirliğini arttırabilir. İnsanın gölge olarak algılanması ve arka plandaki seslerin potansiyel tehdit olarak algılanmasını arttırabilir. Sosyal biliş araştırmacıları yeni bilginin önceden edinilen şemalara nasıl bütünleştirildiğini, özellikle yeni bilginin var olan şema ile uyumsuz olduğu durumlarda, araştırmaktadırlar. Örneğin, bir öğrencinin tüm öğretmenlerin katı ve otoriter olduğuna dair bir şeması vardır. Bu öğrenci utangaç ve sessiz bir öğretmen ile karşılaştığında sosyal biliş araştırmacıları öğrencinin bu yeni bilgiyi var olan öğretmen şemasına nasıl bütünleşeceğini araştırmaktadır. İnsanlar seçici bir şekilde şemaları ile tutarlı bilgiye dikkat etme, şema ile tutarsız bilgiyi göz ardı etme eğilimindedirler ve bu nedenle önceden var olan şemalar dikkati yeni bilgiye yönlendirme eğilimindedir. Bu onaylama yanlılığına karşılık gelmektedir. Bazen tutarsız bilgi alt kategoriye dâhil edilir ve özel bir vaka olarak depolanır. Orijinal şema herhangi bir değişikliğe uğramadan aynı bırakılır. Sosyal biliş araştırmacıları aynı zamanda aktive olan şemaların düzenlemesi ile de ilgilenmektedirler. Şemaların bağlamsal aktivasyonunun otomatik olduğuna inanılmaktadır. Bu bireyin bilinçli kontrolünün dışında olduğu anlamına gelir. Ancak, birçok durumda aktive olan şema bilgisi durumun sosyal normları ile çatışma içinde olabilir. Bu durumlarda birey şematik bilginin düşünce ve sosyal davranış üzerindeki etkisini engellemeye motive olmuştur. Bireyin aktive olan şemayı uygulamasını başarılı şekilde düzenleyip düzenleyemeyeceği benlik düzenleme becerisindeki bireysel farklılıklara bağlıdır ve merkezi kontroldeki duruma bağlı bozulmaların varlığına bağlıdır. Yüksek öz-düzenleme becerisi ve yönetici işlevler üzerinde bağlama dayalı bozulmaların eksikliği bireylerin düşünceleri ve sosyal davranışlarında otomatik olarak aktive olan şemaların etkisini başarılı bir şekilde ketleme olasılığını arttırmaktadır.  Ancak, insanlar istenmeyen düşüncelerin etkisini baskılamayı durdurduklarında, düşüncenin aşırı ulaşılabilir olduğu rezonans etkisi oluşabilir. Sosyal psikologlar gün geçtikçe artan bir ilgiyle kültürün sosyal biliş üzerindeki etkisini araştırmaktadırlar.  Tüm kültürlerdeki insanlar dünyayı anlamak için şema kullanmasına rağmen, şemaların içeriğinin kültürel yetiştirilme tarzına bağlı olarak bireyler için farklılık gösterdiği bulunmuştur. Örneğin, İskoç yerlileri ile Svazilandlı Bantu çiftçileri arasında sığır şemalarının karşılaştırıldığı bir çalışmada Bantu çiftçilerinin yaşam tarzlarında sığırların önemli bir yeri olması nedeniyle Bantularda İskoçlara oranla daha kapsamlı şemalar olduğu görülmüştür. Bantu çiftçilerinin kendi sığırlarını birçok sığır arasından ayırt edebilme becerisi geliştirmişlerdi. Barlett insanların görüntü ve bilgileri anlamlı kalıplar olarak düzenlediği ve bu kalıpların da sonraki bellek geri çağırmalarını kolaylaştırdığını iddia etmekteydi. Çalışmalar kültürün sosyal bilişi farklı yollarla da etkileyebileceğini göstermektedirler. Kültürel etkilerin insanların çevrelerini otomatik bir şekilde algılama ve düşünmedeki temel yollarını şekillendirdiği görülmektedir. Örneğin; birçok çalışmada Çin ve Japonya gibi Doğu Asya kültürlerinde yetişen insanların “bütüncül” düşünce stili geliştirme eğiliminde oldukları bulunurken, Avustralya ve Amerika Birleşik Devletleri gibi Batı kültürlerinde yetişen bireylerin ise “analitik” düşünce stili geliştirme eğiliminde oldukları bulunmuştur. Tipik Doğu bütüncül düşünce tarzında insanlar bağlamın bütününe ve nesnelerin birbiri ile olan ilişkisine odaklanmaktadırlar. Örneğin, bir Doğuludan sınıf arkadaşının ne hissettiği ile ilgili karar vermesi istendiğinde, sınıftaki tüm arkadaşlarının yüzünü tarayacak ve o kişinin nasıl hissettiğine karar vermede o bilgiyi kullanacaktır.  Öte y
andan, tipik Batılı analitik düşünce tarzında insanların çevredeki bağlamı göz ardı ederek yalnızca tekil nesnelere odaklandıkları görülmektedir. Örneğin, bir Batılıdan sınıf arkadaşının nasıl hissettiğine karar vermesi istendiğinde yalnızca o kişinin yüzüne odaklanacaktır. Nisbett (2003) sosyal bilişte görülen kültürel farklılıkların Batılılar (Yunan felsefi geleneği-örn., Aristotales ve Platon) ve Doğulular (örn. Konfüçyüsçülük ve Budizm) arasındaki felsefi geleneklerden kaynaklanabileceğini ileri sürmektedir. Ancak, son araştırmalar, sosyal bilişteki farklılıkların iki kültürel çevrede oluşan fiziksel farklılıklardan kaynaklanabileceğini göstermektedirler. Bir çalışmada Japon şehirlerindeki manzaraların Amerika Birleşik Devletleri’ndeki manzaralardan daha yoğun olduğunu ve dikkati gerektirecek çok daha fazla nesne olduğunu gösterilmiştir. Bu çalışmada tüm bağlama odaklanan Doğulu düşünce tarzı Japonya’nın fiziksel çevresinin yoğun doğasına atfedilmiştir. 2000li yıllardan bu yana beyin yapısı ve işleyişine verilen önemin artmasıyla birlikte sosyal biliş ile beyin faaliyetleri arasındaki ilişkiyi gösteren çalışmalara ilgi artmıştır. Birtakım zihinsel rahatsızlıkları olanların da sosyal bilgiyi işleme şekillerinin normal insanlardan farklılık gösterdiği bilinmektedir. Özellikle beyin hasarı geçiren hastaların sosyal etkileşimde yaşadıkları sorunlar dikkat çekmektedir. Beyin işlevi ve sosyal biliş arasındaki ilişkiye dair bu ilgi erken dönemde incelenen vakalardan biri olan Phineas Gage vakasını da içermektedir. Daha yakın zamanlardaki nöropsikolojik çalışmalar beyin hasarı olan insanlarda sosyal bilişsel süreçlerin kesintiye uğradığını göstermektedir. Örneğin, frontal lob hasarı sosyal uyaranlara verilen duygusal tepkileri ve zihin kuramı görevlerindeki performansı etkilemektedir. Temporal lobdaki fusiform gyrus hasarı da benzer şekilde prosopagnosia (yüzleri tanıma becerisini yitirme) neden olmaktadır. Otizm psikoz,  , Williams sendromu, antisosyal kişilik bozukluğu, Fragile X ve Turner sendromu gibi psikolojik bozukluk sahibi insanlarda olmayan akranlarına oranla sosyal davranışta farklılıklar olduğu görülmektedir. Ebeveynlerinde travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) olanlarda sosyal bilişte bazı alanlarda (örn., ortak dikkat) bozulma görülmektedir. Bununla birlikte, sosyal bilişin alana özgü nöral mekanizmalar tarafından desteklenip desteklenmediği henüz incelenmeye açık bir konudur. Hangi koşulların sosyal etkileşime dahil olan bilişsel süreçlerde yanlılığa neden olduğu ya da tam tersi şekilde hangi türden yanlılıkların koşulla ilişkili semptomlara yol açtığını incelemek üzere genişleyen bir araştırma alanı oluşmaktadır. Bebeklerde ve çocuklarda sosyal bilişsel süreçlerin gelişimi yaygın bir şekilde araştırılmaktadır (bkz. gelişim psikolojisi). Örneğin, sosyal davranışlara katkıda bulunan psikolojik süreçlerin (örn., yüz tanıma gibi bazı yönlerinin doğuştan olabileceği ileri sürülmektedir. Benzer şekilde, çok küçük bebeklerin annesinin sesi, yüzü ve kokusu gibi sosyal uyaranları tanıdığı ve seçici şekilde tepki verebildiği bilinmektedir. Ancak sosyal bilişteki “sosyal” bugünkü hâkim anlayış içerisinde kelime anlamını kaybettiğine inanılmaktadır. Çalışma nesnesi insanlar, gruplar, olaylar ve ilişkiler olan sosyal bilişin merkezi modelleri yalnızca bireysel bilişsel süreçlere odaklanmaktadır. Birey dışındaki durum ve ilişkileri birey açısından ele alınır. Sözü edilen süreç ve yapılar sosyal bağlamdan etkilenmiyor gibi ele alınmaktadır. Bu bağlamda yaklaşım indirgemeci olarak görülmektedir. Sosyal değişkenlerden dil ve iletişimi ele almada başarısız olduğu düşünülmektedir. Aşırı bilişselleştiği ve bilişsel süreç ve yapıları üst düzey sosyal süreçlerle yeterince ilişkilendiremediği ve sonuç olarak sosyal psikolojiyi ilgilendiren birçok ana konuya değinmediği için eleştirilmektedir. Bilişsel süreçleri geniş ölçekli grup, toplum ve kişiler arası süreçlere genellemekte başarısızdır. Sosyal Biliş yaklaşımına getirilen eleştiriler Sosyal Kimlik Yaklaşımı, Sosyal Temsiller ve Söylemsel Psikoloji gibi alternatif üç yaklaşımın birbirine entegre edilmesiyle giderilebileceğine inanılmaktadır. Her yaklaşımın kavramsal, metodolojik ve epistemolojik açıdan üstün ya da zayıf olduğu yönler mevcuttur. Farklı analiz düzeylerinin bir araya getirildiği araştırma desenleri planlanarak sosyal psikolojideki “sosyal”in ortaya çıkarılabileceğine inanılmaktadır. Özgüven Özgüven, kişinin kendi değeri hakkındaki subjektif değerlendirmesi; kişinin kendi özelliklerinin ne ölçüde olumlu ya da olumsuz olduğu hakkındaki yorumu. Özgüven hem kişinin kendisine ilişkin düşünceleri (Örnek: Zekiyim, Sevilen bir insanım), hem bu düşüncelerin yol açtığı duyguları(Umutsuzluk, Utanç, Gurur), hem de bu duygu ve düşüncelerin ifadesi olan davranışları (Çekingenlik, Dikkat, İddiacılık) içerir. Özgüveni süreklilik gösteren bir kişilik özelliği olarak ve geçici bir psikolojik durum olarak düşünmek mümkündür. Son olarak, özgüven sınırlı bir alan için geçerli olabileceği gibi (Örnek: Zeytinyağlı sarmayı iyi yapabildiğimi düşünüyorum ve bu becerimle gurur duyuyorum), genel bir kavram olarak da düşünülebilir (Örnek: İyi bir insan olduğumu düşünüyorum ve bu nedenle kendimle her zaman gurur duyuyorum). Amprik araştırmalarda özgüven niceliksel bir sonuç üreten ölçekler ile ölçülür. Bu ölçeklerin kullanımından önce güvenirlilik ve geçerlilik çalışmaları yapılmış olmalıdır. Özgüvenin niteliği (güvenli ya da kırılgan oluşu) niceliğinden (yüksek ya da düşük) oluşundan ayrı bir özelliktir. Özgüven yüksek fakat aynı zamanda kırılgan olabilir (örnek: Narsisizm); düşük fakat aynı zamanda güvenli olması da mümkündür (örnek: alçakgönüllülük). Özgüveninin niteliği farklı şekillerde ölçülmeye çalışılmaktadır; zaman içindeki sürekliliği, çeşitli durumların ortaya çıkışına bağlı olup olmayışı. 1960'lardan 1990'lara kadar ABD’de kabul gören yaygın görüş, özgüvenin öğrencilerin okul başarısında, arkadaşları ile kurdukları ilişkilerde ve ilerdeki yaşamlarında gösterecekleri başarılarda önemli bir etken olduğuydu. Bu nedenle öğrencilerin özgüvenini güçlendirmeye yönelik pek çok program başlatıldı. 1990’lardan itibaren yapılan araştırmalar ise öğrencilerin özgüvenini yükseltmenin okul başarılarına olumlu bir katkısı olmadığı gibi, olumsuz etki yapabileceğini gösterdi. Saldırganlık - kabadayılık ile özgüven arasındaki ilişkiyi araştıran son çalışmalar da gençlerde özgüveni geliştirmenin faydası ile ilgili mitlerin yıkılmasına yol açmıştır. Önceleri, insan ilişkilerinde saldırganca davranışların kaynağının saldırgan bireylerdeki özgüven eksikliği olduğu düşünülmekteydi, ancak bu düşünceyi destekleyecek kontrollü deneyler bulunmamaktaydı. 2000'li yıllarda Baumeister ve arkadaşları tarafından yapılan psikolojik deneyler, saldırganlığın asıl kaynağının hak edilmemiş yüksek özgüven olduğunu göstermiştir. Saldırganca davranışlar sergilemiş suçluların çoğu kendilerini diğer insanlardan üstün kabul ederler ve saldırganlıklarının mazareti pek çok kez kendilerini hakarete uğramış, aşağılanmış hissetmeleridir. Sokak çetelerinin üyeleri genelde kendileri hakkında olumlu düşüncelere sahip olduklarını ifade ederler ve kendileri hakkındaki bu olumlu düşünceleri sarsacak şekilde davranan oldu mu saldırganlıkla karşılık verirler. Okullardaki zorba çocuklarların kendilerini diğerlerinden üstün gördükleri; düşük özgüvenli çocukların zorba olanlar değil, genellikle zorbalıklara kurban giden çocuklar oldukları bulunmuştur. Güzelbahçe Güzelbahçe, İzmir ilinin Yarımada denilen bölgesinde yer alan bir ilçesidir. İlçenin doğusunda Narlıdere, batısında Urla, güneyinde Seferihisar ilçeleri, kuzeyinde Ege Denizi bulunmaktadır. Sahil bandı Narlıdere ile Zeytinalanı arasında kalan bölümdür. Belediye başkanı merhum Ahmet Piriştina'nın ciddi emekleri sonucunda kıyı düzenlemesi yapılmış ve Güzelbahçe kıyısında plaj ve yürüyüş alanı düzenlenmiştir. Türkiye'deki dört askeri liseden olan Maltepe Askerî Lisesi ve lojmanları da Güzelbahçe'de bulunmaktadır. Bölge dahilinde oldukça büyük bir balık pazarı bulunmaktadır. Ayrıca ilçede ralli yarışları yapılıp paraşütle atlama gibi spor etkinlikleri de düzenlenmektedir. Yalı Mahallesi'nde balık lokantaları, Yelki Mahallesi'nde şarap tadım evi mevcuttur. Kavak Yelleri dizisinin lise çekimleri burada (İzmir 60. Yıl Anadolu Lisesi) yapılmıştır. En eski adı Kilizman olan Güzelbahçe 1936'da Kızılbahçe adını alarak Urla'ya bağlı bucak merkezi olmuş, 1954'te belediyeye kavuşmuş, 6 Temmuz 1957'de bugünkü adını almış ve Urla'dan ayrılarak Merkez ilçeye bağlı bucak merkezi olmuştur. 12 Eylül 1980 ihtilalinde belediyenin lağvedilerek, İzmir Belediyesine mahalle olarak bağlanması Güzelbahçe’nin gelişimini durdurmuştur. 26 Mart 1984 yılında oluşan 3030 sayılı yasa sonucu İzmir Büyükşehir Belediyesi kurulmuş, Güzelbahçe Büyükşehir’e bağlı Merkez İlçe Belediyesine dahil edilmiştir. 1988 yılında Merkez İlçe Belediyesi Konak İlçe Belediyesi olarak değişime uğramıştır. 1988-1992 yılları arasında Güzelbahçe Konak İlçe Belediyesine bağlı olarak kalmış; 3 Haziran 1992 tarih ve 3806 sayılı yasayla Narlıdere ile birleştirilerek Narlıbahçe adını almıştır. Daha sonra 27 Aralık 1993 gün ve 3949 sayılı yasa ile Narlıbahçe ilçesinin bölünmesiyle ilçe hüviyetini kazanmıştır. 29 Mart 2009 yerel seçimleri sonucunda ilçeye bağlı olan Yelki Beldesi kapatılmış; Yelki Mahallesi ve Mustafa Kemal Paşa Mahallesi olarak ilçe merkezine dahil edilmiştir. Cumhuriyet Halk Partisi adayı Mustafa İnce Güzelbahçe'nin yeni Belediye Başkanı olmuştur. Milli Eğitim Vakfı İzmir Özel Okulları, Yamanlar Koleji, Deniz Koleji, Piri Reis İlköğretim Okulu, Cengiz Topel Lisesi Güzelbahçe ilçesinde bulunmaktadır. Güzelbahçe ilçesine bağlı 3 köy (Çamlı, Payamlı, Küçükkaya) bulunmaktadır. Dereköy Belde adları: Köy ve mahalle adları: Dereköy, Efeler Dereköy, Aydın'ın Efeler ilçesine bağlı bir mahalle. Kardiça Kardiça veya Karditsa (Yunanca: Καρδίτσα / Karditsa), Yunanistan'da, Batı Tesalya'd
a bir kent ve aynı adı taşıyan ilin (nomos) merkezidir. 2001 rakamlarına göre kent nüfusu 32.000, il nüfusu 130.000'dir. Armalite AR-15 ArmaLite AR-15, Colt M16'nın atası sayılır. Otomatik bir silahtır, pek çok ülke Colt M16 ile birlikte Armalite AR-15'de kullanır. AR-15 bir Amerikan malı tüfek olup M16'nın ilk versiyonlarıdır. Hatta AR-15, M16'ya dönüşmüştür. Yasukuni Tapınağı İmparator Meiji'nin emri üzerine rejimin kuruluş savaşı olan Boshin Savaşı'nda ölenleri kutsayan mabet olarak ilkin Tōkyō Shōkonsha (東京招魂社) adını aldı, akabinde 1879 ismi Yasukuni Jinja olarak değiştirildi. Japonya'nın emperyalist savaşlarında şehit olan askerleri (ki bunlara Koreli ve Tayvanlı sömürge ordusunun neferleri de dahildir) törenlerle bu tapınakta anılırlar. II. Dünya Savaşı sonrası ABD işgal komutanlığı bu tapınağın ya laik bir devlet kuruluşuna ya da dini bağımsız bir kuruluşa dönüştürülmesini emretti. İmparatorun ilahi niteliklerini koruması için ikinci tercih zorunluydu. Bu tapınak Japon yayılmacı politikasının meşrulaştırıldığı bir siyasi mekân işlevi de görür. II. Dünya Savaşı sonrası Uzak Doğu savaş mahkemesi tarafından savaş suçlusu hükmü giydirilen 1000'den fazla kişi burada azizleştirilmiştir. Çin, Kore (Kuzey ve Güney), Tayvan gibi ülkeler başbakan Koizumi'nin son zamanlarda düzenli hala gelen tapınak ziyaretine sert tepki göstermektedir. Lorem Ipsum Lorem Ipsum, masaüstü yayıncılık ve basın yayın sektöründe kullanılan taklit yazı bloğu olarak tanımlanır. Lipsum, oluşturulacak şablon ve taslaklarda içerik yerine geçerek yazı bloğunu doldurmak için kullanılır. Lipsum, 1500'lerin başlarında bir matbaacının font model kitabı oluşturmak için, bir yazı tipi kütüphanesindeki harflerin sıralamasını bozarak yerleştirdiğinden bu yana endüstri standardı haline gelmiştir. Lorem Ipsum, 500 yıl boyunca varlığını sürdürmekle kalmamış ve günümüzde elektronik yazı tipinin gerektiği birçok konuda hazır bir araç olarak kullanılmaya başlanmıştır. Lipsum 1960'larda içinde Lorem Ipsum paragraflarının bulunduğu "letraset"lerin piyasaya çıkması ve 1990'larda Lorem Ipsum versiyonlarını içeren "Aldus Pagemaker" gibi programlarla beraber yaygın hale gelmiştir. Bilinenin aksine, Lipsum sadece rastgele dizilmiş harflerden oluşan paragraflardan ibaret değildir, tarihi MÖ 45 yıllarına dayanan bir klasik Latin edebiyatı eserine dayanır. Yaklaşık 2000 yıldan fazla bir geçmişi vardır. ABD Virjinya'daki Hampden-Sydney Üniversitesi'nden() Latin dili profesörü Richard McClintock, Lorem Ipsum paragraflarından birinde anlaşılması en güç Latince kelimelerden bir "consectetur" sözcüğüne rastlamış, klasik Latin edebiyatı eserlerinde de gördüğü bu kelimeden hareketle Lipsum’un aslında işe yarar bir kaynak olduğunu farketmiştir. Lorem Ipsum, Çiçero'nun MÖ 45 yılında yazdığı ""de Finibus Bonorum et Malorum – İyi ve Kötünün Uç Sınırları"" eserindeki 1.30.32 sayılı paragrafında yer alır. Bu eser Rönesans döneminde etik teorileri üzerine bilimsel inceleme konusu haline gelmiştir. Lorem Ipsum 1500'lü yıllardan itibaren aşağıdaki formuyla standartlaşmıştır: "Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipisicing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat. Duis aute irure dolor in reprehenderit in voluptate velit esse cillum dolore eu fugiat nulla pariatur. Excepteur sint occaecat cupidatat non proident, sunt in culpa qui officia deserunt mollit anim id est laborum." Uzun süren çözümlemeler sonrası anlaşılmıştır ki bir çalışma taslağı veya şablonuna bakarken taslağın barındığı içeriğin anlamının etkisiyle okuyucunun dikkati dağılır. Lorem Ipsum ise, "buraya içerik gelecek, buraya içerik gelecek" kısmının yerine konularak, bir düzen halinde sembolik içerik olarak yerleştirildiğinden gerçek içeriğe daha yakın bir sonuç verir. Günümüzde pek çok masaüstü yazılımı ve web tasarımcısı örnek yazı için Lorem Ipsum kullanmaktadır. Deliriyum tremens Deliriyum tremens veya kısaca DT, fizyolojik olarak alkol bağımlılığı gelişmiş bir kişide alkol yoksunluğuna bağlı olarak gelişebilen deliriyum halidir. Alkol dışında benzodiazepin ve barbitürat yoksunluğuna bağlı olarak da gelişebilir. Alkol yoksunluğuna bağlı deliriyum tremens genellikle uzun süre alkol kullanmış kişilerde görülür. Akut etanol yoksunluğu durumlarının %5'inde deliriyum tremens gelişir. Deliriyum tremens ölümcül olabilir. Tedavi edilmeyen vakalarda ölüm oranı %35 civarında olabilirken, erken tedavi uygulanırsa ölüm oranı %5 civarına düşebilir. Jiroskop Jiroskop veya Türkçe adıyla düzdöner, dönüş ekseninin kendi kendine herhangi bir yönü kabul etmekte özgür olduğu dönen bir çark veya disktir. Açısal hızın korumasına göre dönerken bu eksenin yönü devrilmeden veya dayanağın yönünden etkilenmez. Bundan dolayı jiroskoplar yönü ölçmek veya elde etmek için yararlıdır. Tüketici elektroniği cihazlarında bulunan elektronik mini yonga paketlenmiş MEMS jiroskopları , katı halde daire lazerler, fiber optik jiroskoplar ve aşırı duyarlı kuantum jiroskopu gibi diğer çalışma ilkelerine dayalı olan jiroskoplar da bulunmaktadır. Jiroskopların uygulamaları manyetik pusulaların çalışmadığı veya radyo kontrollü helikopterler ya da insansız hava araçları gibi uçan araçların ve dinlence amaçlı teknelerin ,ticari gemilerin sabitleşmesi için yeterince kesin olmadığı atalet gezinti sistemlerini kapsar. Onların netliğine bağlı olarak jiroskoplar tünel madenciliğinde yön bulmak için topaç teodolitlerde kullanılır. Jiroskoplar sabitlikte yardımcı olmak için manyetik pusulaları tamamlayan veya yerini alan topaç pusulaları yapmakta da kullanılabilir veya ataletli güdüm sisteminin parçası olarak kullanılabilir. Mekanik sistemlerde veya aletlerde geleneksel bir jiroskop yaklaşık bir eksen dönmeye günlüklenmiş bir çark , bir iç dengeleme halkası veya çemberinde birleştirilmiş çarkın jurnallerini içeren bir mekanizmadır ; iç dengeleme halkası iki halkanın toplamı için bir dış halkanın içinde salınım için günlüklenmiştir. Jiroskop çerçevesi olan dış dengeleme halkası veya çemberi destekle belirlenen kendi düzleminde yklaşık bir eksen dönmesi amacıyla birleştirilmiştir. Bu dış denge halkasının bir derece dönüş özgürlüğü vardır,ekseninin hiç yoktur. Sonraki iç denge halkası her zaman jiroskop çerçevesinin esas eksenine dikey olan kendi düzleminde yaklaşık bir eksen dönmesi için jiroskop çerçevesinde birleştirilmiştir.Bu iç denge halkasının iki derece dönüş özgürlüğü vardır. Dönen çarkın aksı dönüş eksenini belirler. Çark her zaman iç denge halkasının eksenine dikey olan bir eksen kadar dönmesi için jurnallenir. Bu yüzden çarkın üç , ekseninin iki derece dönüş özgürlüğü vardır. Çark çıktı ekseni hakkında bir tepki kuvveti tarafından girdi ekseni hakkında uygulanan bir kuvvete yanıt verir. Bir jiroskobun hareketi bir bisikletin ön tekerleğini düşünerek çok kolaylıkla anlaşılabilir. Eğer teker üstü sola dönebilsin diye dikeyden uzağa eğilirse , tekerin ileri jantı da sola döner.Diğer bir deyişle dönen tekerin bir eksendeki dönüşü üçüncü eksen dönüşünü üretir. Bir jiroskop çarkı yuvarlanacak veya çıktı dengeleme halkalarının özgür mü sabit mi bir yapıda olduğuna bağlı olarak çıktı ekseni konusunda direnecektir. Bazı özgür-çıktılı-dengeleme halkası cihazlarının örnekleri , alçalma yükselme açısını , bir uzay aracında veya uçaktaki rotadan çıkma durumu açılarını algılamak veya ölçmek için kullanılan konum referansı jiroskoplarıdır. Çarkın yer çekimi merkezi sabit bir pozisyonda olabilir. Çark kendiliğinden bir eksen kadar döner ve iki diğer eksen kadar sallanabilir ve böylece çark dönmesine bağlı olarak doğasında olan direnme haricinde sabit bir nokta etrafında herhangi bir yöne dönmekte özgürdür. Bazı jiroskopların bir veya daha fazla unsurun yerine mekanik eşdeğerleri vardır.Örneğin; dönen çark dengeleme halkaları içinde eksensel olarak birleştirilmek yerine bir sıvının içinde asılı bırakılabilir. Kontrol kuvvet jiroskobu uzay araçlarında istenilen bir konum açısını sürdürmek veya elde etmek için veya jiroskobik direnç kuvvetini kullanarak yön çevirmede kullanılan sabit-çıktı-dengeleme halkası cihazlarının bir örneğidir. Bazı özel durumlarda dış dengeleme halkası çarkın sadece iki özgürlük derecesi olsun diye çıkarılabilir. Diğer durumlarda çarkın yerçekimi merkezi salınım ekseninden dengelenebilir ve böylece çarkın yerçekimi merkezi ve çarkın asılım merkezi kesişmeyebilir. Özünde bir jiroskop bir çift dengeleme halkasıyla birleşik bir başlıktır. Başlıklar Klasik Yunanistan , Roma ve Çin’i kapsayan birçok farklı medeniyette icat edilmiştir. Bunların çoğundan alet olarak yararlanılmamaıştır. Bir jiroskoba benzeyen ilk bilinen aparat ( “Fırıl fırıl Yansıtaç” ya da “Serson’ın Yansıtacı”) 1743’te John Serson tarafından icat edildi. Sisli veya dumanlı koşullarda ufuğun yerini saptamak için kullanıldı. Daha çok asıl bir jiroskop gibi kullanılan ilk alet ilk kez 1817’de bununla ilgili yazan Alman Johann Bohnenberger tarafından yapıldı. İlk başta ona “Makine” dedi. Bohnenberger’in makinesi dönen iri bir küreye dayalıydı. 1832’de Amerikan Walter R.Johnson dönen bir diske dayalı benzer bir alet geliştirdi. Ecole Sanat Fen Okulu’nda çalışan Fransız matematikçi Pierre-Simon Laplace makineyi bir eğitim aracı olarak kullanmayı önerdi ve böylece Leon Foucault’un dikkatini çekti. 1852’de Foucault onu Dünya’nın dönüşünü ilgilendiren bir deneyde kullandı. Sürtünme dönen çarkı yavaşlatmadan önce 8- 10 dakika içinde görülebilen Dünya’nın dönüşünü görmek için bir deneyde cihaza modern adını veren Foucault’tu. 1860’larda elektrik motorların gelişi bir jiroskobun belirsizce dönmesini mümkün kıldı ; bu ilk model yön göstergelerine ve çok daha karmaşık bir alet olan topaç pusulaya yön verdi. İlk işlevsel topaç pusula 1904’te Alman mucit Hermann Anschütz-Kaempfe tarafından patentlendi. Amerikan Elmer Sperry o yıldan sonra kendi tasarımını takip etti ve diğer milletler kısa zamanda denizcilik kahramanlığ
ının en önemli askeri güç ölçüsü olduğu bir çağda icadın askeri önemini fark ettiler ve kendi jiroskop endüstrilerini yarattılar. Sperry Jiroskop Şirketi uzay aracı ve denizci stabilizörleri sağlamak için çabucak genişledi ve diğer jiroskop geliştirenler de aynı şeyi yaptılar. 1917’de Indianapolis’in Chandler(gemi levazımatçısı) Şirketi bir pistonlu ve tabanlı bir oyuncak jiroskop olan“ Chandler jiroskobu”nu yarattı. Chandler şirket 1982’de TEDCO tarafından satın alınana kadar oyuncağı üretmeye devam etti. Chandler oyuncağı bugün TEDCO tarafından hala üretilir. 20.yüzyılın ilk on yılında diğer mucitler (başarısız bir şekilde) jiroskopları kesin ivme ölçümlerinin uygulanabileceği sabit bir platform yaratarak eski kara kutu navigasyon sistemleri için temel olarak kullanmaya çalıştılar. Benzer ilkeler sonra balistik füzeler için atalet navigasyon sistemleri geliştirmede kullanıldı. 2.Dünya Savaşı boyunca jiroskop uzay aracı ve uçaksavar silah nişanları için başlıca bileşen oldu. Savaştan sonra güdümlü füzeleri ve silahları, navigasyon sistemlerini küçültme yarışı , 85 gramdan daha az ağırlığıkta, yaklaşık 1 inç çapı olan sözüm ona mini jiroskopların geliştirilmesi ve üretilmesiyle sonuçlandı. Bu minyatür jiroskopların bazıları 10 saniyeden daha az dakikada 24.000 devirlik hıza ulaştı. Üç eksenli MEMS’e dayalı jiroskoplar tabletler,akıllı telefonlar,akıllı saatler gibi portatif elektronik aletlerde de kullanılabiliyor. Bu aletlerin önceki kuşaklarında mevcut olan 3-eksenli ivme algılama yeteneğine ilave eder. Birlikte bu sensörler 6 bileşen hareket algılama ; X,Y ve Z hareketi için ivme ve uzayda dönme oranı ve miktarını hesaplamak için jiroskoplar sağlar. Bazı cihazlar ek olarak Dünya’nın manyetik alanı ile ilgili kesin açısal ölçümler sağlamak için bir mıknatısölçeri bünyesine alır. En yeni MEMS’e dayalı atalet ölçüm birimleri tek bir bütünleşmiş tur paketindeki algılamanın bütün dokuz aksını masrafsız ve geniş çapta mevcut olan hareket algılamayı sağlayarak dahil eder. Jirostat bir jiroskop türevidir.Katı bir kılıfta gizlenen iri bir çarktan oluşur. Onun çeşitli asılım modlarıyla veya destekle bir tezgahtaki hareketi ,hızlıca döndürülürken iç görülmez çarkın jirostatik hareketine bağlı olarak statik dengenin sıradan yasalarının ilginç tersine dönmesini örneklemeye hizmet eder. İlk jirostat Lord Kelvin tarafından yatay bir düzlemde gezinmekte yoldaki bir kasnak veya bisiklet gibi özgürken dönen bir cismin hareketinin daha karmaşık halini örneklemek için tasarlandı. Ayrıca Kelvin jirostatlardan maddenin ve havanın esnekliği mekanik teorilerini geliştirmek için jirostatlardan yararlandı; bu teoriler bugün sadece tarihi ilgidendir. Modern zamanlarda jirostat kavramı uzay araçlarını ve uyduları yörüngeye oturtmak için vaziyet kontrol sistemlerinin tasarımında kullanılır. Örneğin ; Mir uzay istasyonunun jiroplan veya kontrol kuvvet jiroları diye bilinen üç çift içten birleştirilmiş çarkları vardı. Fizikte dinamik denklemleri bir jirostatın hareketinin denklemlerini anımsatan birçok sistem var. Örnekler yapışkan olmayan,sıkıştırılamaz, homojen bir sıvıyla dolu bir oyuğu olan katı bir cismi , elastica teorisindeki gerilmiş elastik bir çubuğun statik denge biçimini , doğrusal olmayan bir araçla yayılan ışık atımının kutuplaşma dinamiğini, kaos teorisindeki Lorenz sistemini ve bir Penning tuzağı kütle görüngeölçerindeki bir iyonun hareketini kapsar. MEMS jiroskobu Foucault sarkacı fikrini alır ve MEMS (mikroelektromekanik sistem) diye bilinen bir titreme unsuru kullanır. MEMS’e dayalı jiro başlangıçta Systron Donner Inertial (SDI) tarafından pratik ve üretilebilir yapıldı. Bugün SDI, MEMS jiroskoplarının büyük bir üreticisidir. Fiber optik jiroskop mekanik dönmeyi saptamak için ışığın müdahalesini kullanan jiroskoptur. Alıcı , 5 km’nin üzerinde olabilecek bir bobin fiber optik kablodur. Düşük kayıplı tek modlu optik fiberin 1970’lerin başında haberleşme endüstrisi için geliştirilmesi Sagnac etkisi fiber optik jiroskoplarının geliştirilmesini sağladı. Sagnac etkisi RLG’ninkinde kullanıldığı gibi FOG’unkinde kullanılan aynı ilkedir. Yarıküresel yankılayıcı jiroskop, şarap bardağı jiroskobu veya mantar jiroskop diye de adlandırılır , kalın bir sapla saplanmış ince bir katı haldeki yarıküresel kabuğu kullanır. Bu kabuk kabuğu çevreleyen ayrı kaynaşık yapılar üzerine direkt bırakılan elektrotlar tarafından üretilen elektrostatik kuvvetler tarafından bükülgen bir yankılamaya sürüklenir. Jiroskobik etki bükülgen duran dalgaların atalet özelliğinden elde edilir. Titreşim yapılı bir jiroskop , Coriolis titreşen jiroskop da denir , farklı metalik alaşımlardan yapılmış bir yankılayıcı kullanır. Düşük doğruluk ve düşük maliyetli MEMSklığı azaltmak için jiroskop ve daha yüksek doğruluk ve daha yüksek maliyetli FOG arasında yer alır. Düşük iç bastırma materyalleri, yankılayıcı vakumlama ve sürüklenme ve kontrol sinyallerinin istikrarsızlığına bağlı sıcaklığı azaltmak için kullanarak doğruluk parametreleri arttı. Yüksek kalite şarap bardağı yankılayıcılar HRG veya CRG gibi kesin alıcılar için kullanılır. Dinamik olarak ayarlanmış jiroskop eğilme dayanaklarıyla evrensel bir eklem tarafından asılan bir çarktır. Eğilme kaynağı sertliği dönüş hızından bağımsızdır. Fakat dengeleme halkasından dinamik atalet dönüş hızının karesiyle orantılı olan negatif kaynak katılığını sağlar. Bu yüzden belirli bir hızda ,ayarlama hızı denir, iki kuvvet çarkı ideal bir jiroskop için gerekli konum olan burkulmadan özgür bırakarak birbirini iptal eder. Halka lazer jiroskop, bir ışık demetinin kayma müdahalesi modelini ölçerek d önmeyi ölçmek için Sagnac etkisine dayanır.Çünkü zıt yönlerdehalka etrafında hareket eder. Londra kuveti jiroskobu kuantum- mekanik olgusuna dayanır , onun vasıtasıyla dönen bir üstün iletkenin ekseninin jiroskobik çarkın dönme ekseniyle tam olarak eğilen manyetik bir alan üretir. Bir mıknatısölçer üretilen alanın yönelimini belirler , bu dönüş eksenini belirlemek için ara değer olarak eklenir. Bu tip jiroskoplar aşırı derecede doğru ve istikrarlıdır. Örneğin , Yerçekimi Araştırma B (GP-B) deneyinde kullanılanlar jiroskop dönme ekseni yöneliminde bir yıllık bir süreçte 1.4×10−7 dereceden daha iyiye değişiklikler ölçtüler. Bu bir insan saçının 32 km uzaktan görülen genişliğinde bir açısal ayrılığa eşdeğerdir. GB-B jirosu, niyobyum süper iletken maddesinin ince bir tabakası için yalıtkan madde desteği sağlayan kaynaşık kuvarzdan yapılmış , neredeyse kusursuz bir küresel döner kitleden oluşur. Geleneksel duruşlarda bulunan sürtünmeyi bertaraf etmek için çark montajı elektrik alanıyla altı elektrottan merkezlenir. Çarkı 4.000 RPM’e getiren bir helyum fışkırtmasıyla ilk dönmeden sonra cilalanan jiroskop kılıfı , çarktaki hava direncini azaltmak için ultra yüksek vakuma tahliye edilir. Eğer asılım elektroniği çalışıyor kalırsa aşırı dönüşlü simetri , aşınma eksikliği ve düşük hava direnci çarkın açısal hareketinin onun dönmesini yaklaşık 15.000 yıl boyunca sürdürmesine izin verecektir. Hassas bir DC SQUID bir kuantum kadar küçük değişiklikleri ayırt edebilir ve jiroskobu izlemek için kullanılır. Çarkın yönelimindeki bir devinim veya eğilme Londra kuvveti manyetik alanının kılıfa göre kaymasına sebep olur. Hareket eden alan kılıfa sabitlenen süper iletken bir pikap döngüsünün içinden geçer, ki bu küçük bir elektrik akımına neden olur. Akım bir mikroişlemci tarafından küresel kordinatlarına karar verilen şönt direncine karşı bir voltaj üretir. Sistem Lorentz bükülmesini en aza indirmek için tasarlanır. Pusulalarda , uzay aracında , bilgisayar işaret aygıtlarında kullanılmanın yanı sıra jiroskoplar tüketici elektroniğine tanıtılmaktadır. Jiroskop yönelim ve dönme hesaplanmasına izin verdiğinden beri tasarımcılar onları modern teknoloji bünyesine topladılar. Jiroskobun tamamlaması birtakım akıllı telefonlardaki önceki tek ivme ölçerden daha doğru hareket tanımaya 3 boyutlu boşlukta izin vermektedir. Tüketici elekroniğindeki jiroskoplar sıklıkla daha sağlam yön ve hareket algılama için ivme ölçerlerle birleştirilir. Böyle uygulamaların örnekleri Samsung Galaxy Note 4, HTC Titan, Nexus 5, iPhone 5s, Nokia 808 PureView ve Sony Xperia gibi akıllı telefonları, PlayStation 3 controller ve Wii Remote oyun konsolu çevresellerini ve Oculus Rift gibi asıl gerçeklik setlerini içerir. Nintendo bir jiroskobu Wii konsolunun Wii uzaktan kumandasına “Wii MotionPlus” denen donanımın bir ek parçasıyla birleştirdi.O 3D’lerde ve Wii GamePad’lerde dahil edilir , bu dönerken hareketi belirler. Gezinti yatları jiroskopları otomatik-bilardo masaları gibi harekete duyarlı aletleri kademelendirmek için kullanır. Bir bisiklet tekerleği içine yerleştirilen elektrikli bir çark jiroskobu destek tekerlek alternatifi olarak satılıyor. Santralistanbul Santralistanbul, İstanbul- Haliç'te Eylül 2007'de faaliyete geçmiş bir kültür, sanat ve eğitim merkezidir. Küçükçiftlik Park ile birlikte İstanbul'un en önemli konser mekanlarındandır. Merkezin odak noktası İstanbul Bilgi Üniversitesi tarafından Enerji Müzesi'ne ve Ana Galeri'ye dönüştürülen 118 dönüme yayılmış eski "Silahtarağa Elektrik Santrali" kompleksidir. santralistanbul ayrıca sanatçı atölyeleri, kamuya açık bir kütüphane, İstanbul Bilgi Üniversitesi'ne ait eğitim binaları gibi tesislere de ev sahipliği yapmaktadır. 1914-1983 yılları arasında İstanbul'a elektrik sağlayan ve Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk kent ölçekli elektrik santrali olan Silahtarağa Elektrik Santrali 2004 yılı Mayıs ayında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından İstanbul Bilgi Üniversitesi'ne tahsis edilmiştir. Elektrik santralinin kültür-sanat merkezine dönüşüm projesi İstanbul Bilgi Üniversitesi tarafından, Ciner ve Doğuş Grubu ile birlikte Kale Grubu ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin ana sponsorluğunda gerçekleşmiştir. "Ana galeri": Silahtarağa Elektrik Santrali'nin üretim faaliyetinin son bulmasının ardından yıkılan iki kazan dairesi yerine inşa edilmiştir. 7 bin metrekarelik yapıda, eski binaların formu korunmuştur.
Yapı, Emre Arolat tarafından tasarlanmıştır. "Enerji müzesi": Eski elektrik santralinin 1 ve 2 no'lu makine dairelerinin tesisin çalıştığı dönemdeki haliyle korunarak dönüştürülmesi sonucunda oluşturulmuştur. Binanın dönüşümüne yönelik mimari proje Han Tümertekin tarafından tasarlanmıştır. "Kütüphane ve Bilgi Merkezleri": Elektrik santralinin eski kazan daireleri, kütüphane ve bilgi merkezine dönüştürülmektedir. "Uluslararası rezidans": Elektrik Santrali’nin lojmanları, sanatçı, mimar, tasarımcı ve düşünürlerin değişen sürelerle ağırlanacağı rezidanslara dönüştürülmüştür. "Eğitim yapıları": İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin çeşitli lisans ve yüksek lisans programlarının yer alması için oluşturulan yapılardır. "Rekreasyon alanları": santralistanbul'da ziyaretçilerin dinlenme ve eğlence ihtiyaçlarına cevap veren bahçe ve kafeterya alanları yer almaktadır. South Park South Park, 1997 yılından itibaren yayınlanmakta olan ABD yapımı animasyon komedi dizisi. Yaratıcıları Trey Parker ve Matt Stone'dur. ABD'de Comedy Central kanalında oynamaktadır. En son 20. sezonu yayınlanmıştır. Dizinin 1999 yılında "" adlı uzun metraj sinema filmi gösterime girmiştir. Dizi, birçok alanda ödül kazanmıştır ve gelmiş geçmiş en popüler ve başarılı çizgi dizilerdendir. South Park, The Simpsons ve Arthur'dan sonra ABD'de en uzun süreli yayınlanan çizgi dizidir. Dizinin 2019 yılına kadar devam edeceği açıklanmıştır. Dizi, Colorado eyaletinin South Park adlı küçük bir kasabasında yaşayan Stan Marsh, Kyle Broflovski, Eric Cartman ve Kenny McCormick isimli dört çocuk merkez alınarak anlatılan bir takım gerçeküstü olayların da yer aldığı maceralardır. Alışılmamış olan çizgi dizinin yapım şeklidir. Figürler basık (2B) ve basit resmedilmişlerdir. Resimler sanki kâğıttan bir araya getirilmiş gibidir. Aslında bu, ilk animasyonlarda Parker ve Stone'un çizme kabiliyetlerinin fazla olmamasından kaynaklanmış bir durumdu. Yine de South Park karakterleri şu anda kendi tarzlarına ismini veren özgün bir çizim tekniğine sahiptir. "South Park karakteri oluşturma editörleri" bugün bazı internet sitelerinde bulunmaktadır. South Park'ın ilerleyen bölümlerinde animasyonlar bilgisayarda, "Software Power Animator" ile oluşmaya başladı. Nihayetinde de "Maya Software" kullanıldı. Animasyonlar ve detaylar zaman içinde belirgin bir şekilde gelişmesine rağmen, kâğıt görünümünden bir şey kaybetmedi. Gerçekte var olan şahısların yüzleri, genelde bir foto ile animasyona eklenmiştir. Bu fotoğraflarda ağız canlandırılarak, tıpkı Monty Python'ın animasyonları gibi resmin içine monte edilmiştir. Dizinin her bölümü, tüm karakter ve olayların kurgu olduğunu ve içeriğinden dolayı hiç kimse tarafından izlenmemesi gerektiğini belirten bir uyarıyla başlar. 9-10 yaşında çocukların başından geçen olayları anlatsa da içerdiği ağır şiddet, küfür ve cinsel espriler sebebiyle çocukların izlememesi tavsiye edilmektedir. South Park, birçok sosyal, kültürel, dinsel ve siyasi gönderme içeren ve hiç kimseden lafını esirgememesi sebebiyle birçok farklı gruptan tepki gören bir dizidir. South Park, yayınlanmaya başladığından beri çeşitli kesimlerin sert tepkisini çekmiştir. Dizinin bir bölümünde İslam peygamberi Muhammed'in ayı kostümü içinde gösterilmesi ABD ve dünya çapında tepki görmüştür. Bazı ABD'li Müslüman organizasyonlar şovun yapımcılarını tehdit etmişlerdir. Bunun üzerine ise ABD haber kanalları bu tehditleri kınamış ve Konuşma Özgürlüğü yasasını göstermişlerdir. En büyük tehdit ise yine New York eyaletinden ABD kökenli bir İslamist örgütten gelmiş, hatta yapımcıların ve ailelerinin hayatı tehdit edilmiştir. Sarkıt Sarkıt, (Genellikle damlataş mağaraları olarak da adlandırılan mağaralarda, mağara tavanından aşağıya doğru sarkan şekillere denir. Bu türlü sarkıtlar milyonlarca yıl boyunca yukarıdan sızan çoğunlukla kalker (kireç, kireç taşı) barındıran suların damla damla akarken ardında içinde bulundurduğu minerali (genellikle kalsiyum) bir halka şeklinde bırakması ile oluşmaktadır (sarkıtların şekilleri kış aylarında evlerin saçaklarında oluşan sivri buzlar gibidir). Yeterince zaman sonra bu sarkıtlar yukarıdan aşağıya doğru büyüyen dikitlerle birleşerek mağara içinde sütunlar oluştururlar. Trabzon İmparatorluğu Trabzon İmparatorluğu ya da Tzaniti (Lazistan) Krallığı, Ortaçağ'da Doğu Karadeniz'de kurulmuş yerel krallık. Genelde Trabzon İmparatorluğu olarak bilinen devletin sık kullanılan 3 ismi vardır: Caniti/Tzaniti: Tzan (Laz ulusal ismi) + iti (Lazca'da ülke, toprak belirten son ek) yani "Lazistan Krallığı" anlamına gelmektedir. Bazı kesimler tarafından Trabzon İmparatorluğu'na Trabzon "Rum" İmparatorluğu yakıştırması yapılmışsa da gerçekte ne imparatorluk kayıtlarında ne de diğer çağdaş kayıtlarda böyle bir adlandırma olmayıp bu söylem 20. yüzyılda siyasi amaçlar için kullanıldığı düşünülebilir. Trabzon İmparatorluğu sınırları en geniş olduğu zamanda batıda Karadeniz Ereğli'sinden doğuda Phasis'e doğru uzanan yaklaşık 1000 kmlik sahil şeridine yayılıyordu. Karadeniz'in kuzeyinde günümüzde Rusya dahilinde bulunan Kırım'daki Kherson ve Kerç toprakları da Trabzon kontrolündeydi. İmparatorluk toprakları geniş çaplı tarıma müsaade etmeyen dağlık bir yapıya sahipti. Fakat transit ticarette önemli bir konumda bulunan topraklar tarıma elverişli olmasa da dağlık ve ormanlık arazisinden dolayı savunma açısından avantajlıydı. Devletin kurucuları olan Komnenos Hanedanı, General İsaakios Komnenos zamanında Bizans İmparatoru VI. Mihail'e darbe yaparak tahtı ele geçirmiş, 100 yıldan uzun bir süre Bizans İmparatorluğu'nu yönetmişlerdir. Fakat İstanbul'un Haçlılar tarafından işgal edilmesinin ardından Komnenos Hanedanı'nın üyeleri Aleksios ile David, halaları Gürcü Kraliçesi Büyük Tamar'ın yardımıyla ata yurtları Karadeniz'e sığınmışlardır. Antik Kolkhis topraklarının doğu uzantısı olan Phasis'e sığınan kardeşler daha sonra Trabzon'a sahip çıkmışlardır. I. Aleksios, Gürcülerin desteğiyle 1204 yılının Nisan ayında Trabzon'da imparatorluğunu ilan etmiştir. Trabzon İmparatorluğu'nu kurduğunda 22 yaşında olan I. Aleksios burada kendisini "Roma İmparatoru" olarak tanımlamıştır. Trabzon Ordusu'nun başkomutanı olan Aleksios'in kardeşi David, Laz ve Gürcülerden oluşan ordusuyla Paflagonya'ya saldırmış böylece Karadeniz Ereğlisi ile Sinop arasındaki arazi de Trabzon topraklarına katılmıştır. Trabzon İmparatorluğu'nun batı yönündeki bu genişlemesi başta Bizans'ı, İznik İmparatoru'nu ve Selçuklu Türklerini rahatsız edince yeni savaşlar patlak vermiş Trabzon İmparatorluğu Sinop’un doğusuna geri çekilmek zorunda kalmıştır. Pek çok savaşta Trabzon Ordusu'na kumanda eden David bu savaşlarda henüz 20'li yaşlardayken can vermiştir. Sinop'ta bir ziyafet sırasında Selçuklular tarafından yakalanan ağabeyi Aleksios de, ya Sinop'tan çekilmek ya da ölmek arasında seçim yapmaya mecbur edilmiş, Sinoplular Trabzon'a bağlı kalmak istediklerinden Aleksios ölse bile Trabzon tahtının varisleri olduğunu öne sürerek Selçuklu hakimiyetine girmeye yanaşmamışlarsa da şehir 1214 yılında zorla ele geçirilmiştir. Trabzon İmparatorluğu'nun savunmasını güçlendirip, Trabzon ticaretini zenginleştiren I. Aleksios; 18 yıl hükümdarlık yaptıktan sonra 1222 tarihinde 40 yaşında ölmüştür. Cenazesi Trabzon'daki Eugene Kilisesi'ne defnedilmiştir. I. Aleksios'tan sonra tahta geçen I. Andronikos döneminde Selçuklularla şiddetli çarpışmalar yaşanmıştır. Selçuklular Trabzon'u kuşatmış fakat geri çekilmek zorunda kalmışlardır, müstahkem yerlerde kurulan Selçuklu kampları da Maçkalı ve Gümüşhaneli yerliler tarafından baskınlara uğratılmıştır. Trabzon İmparatoru Andronikos bu zaferler onuruna sütunlar diktirmiş ve kendi adına altın sikke bastırmıştır. Andronikos saltanatını takiben I. İoannis başa geçmiş onu da I. Manuil izlemiştir. Onun saltanatı sırasında -13. yüzyılın ortalarında- Moğollardan kaçan Türkmenler Anadolu'ya gelmeye başlamışlardır. I. Manuil Moğollarla iyi ilişkiler geliştirmiş Trabzon ticari önemini korumaya devam etmiştir. Trabzon Ayasofya Kilisesi onun döneminde inşa edilmiştir. Yine aynı yüzyılda Ceneviz ve Venedikli İtalyanlar Trabzon İmparatorluğu'ndaki ticari faaliyetlerini geliştirmeye başlamışlardır. Trabzon ile Selçuklu arasında sürekli olarak çatışmalara neden olan Sinop, İmparator Georgios tarafından da kuşatılmıştır. Georgios, Bizans karşıtı politikasıyla dikkat çekmiştir. 13. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul'daki Haçlı işgali bazı aşamalardan sonra yerini Paleologos Hanedanı'na bırakmıştır. Böylece işgalden kurtulan Bizans İmparatorluğu tahtına VIII. Mihail oturmuş kendisinin yeni Roma İmparatoru olduğunu Trabzon'dakilerin ise Laz Kralları oldukları beyanında bulunmuştur. Böylece Laz Kralı olarak nitelediği II. İoannis'i İstanbul'a davet eden VIII. Mihail, Trabzon İmparatoru'nu, kızı Eudokia ile evlendirmiştir. Ardından I. Manuil ile ikinci karısı Gürcü Prensesi Rusudan'ın kızı Theodora bir darbeyle Trabzon tahtına oturarak imparatoriçe olmuşsa da daha sonra II. İoannis tekrar tahta geçmiştir. Tüm bu karışıklıklar arasında da Türkmenler Gümüşhane'nin kuzeybatısına saldırmışlardır. Trabzon İmparatorluğu en parlak dönemini II. Aleksios döneminde yaşamıştır. Onun döneminde Giresun'a sızmaya çalışan Türkmenler bu bölgelerden çıkarılmışlardır. Ceneviz etkisini de kırmaya çalışan Aleksios, Venediklilerle anlaşmalar yaparak ticaretin Ceneviz tekeline girmesini engellemeye çalışmıştır. İmparatorluğun savunmasını da arttırarak gece-gündüz devriye atacak güvenlik kuvvetleri oluşturmuştur. Fakat II. Aleksios döneminde Tzanikhiti ve Kamakheni gibi köklü aileler de Trabzon İmparatorluğu'nun yönetimine karışmaya başlamışlardır. II. Aleksios'dan sonra tahta çıkan III. Andronikos döneminde ilk kez iç savaş ve Megadük İoannis önderliğinde isyan çıkmıştır. Bunun sebebi Andronikos'un tahta çıkar çıkmaz kardeşlerini öldürtmesidir. Halk bunu hoş karşılamayarak onun soyunu tahttan men etmiş yerine ise Gürcü lider Bekha'nın diğer torunu Basileus'u tahta çıkarılmıştır. Basileus döneminde merkezi otorite i
yice zayıflamış Samsonlar, Tzanikhitiler, Kamakheniler gibi yerli aileler kendi topraklarında özerk hareket etmeye başlamışlardır. Basileus, bu hareketlerin önünü alabilmek için Megadük Lekes Tzatzintza ile oğlu Trabzon Ordusu'nun başkomutanı Tzamba'ya suikast düzenletmiştir. Basileus'un yerel lordları öldürmesiyle gerginleşen ortama halkın hoş bakmadığı başka durumlar da eklenince bir Güneş tutulmasında halk imparatora başkaldırmıştır. Daha sonra Basileus'u zehirleyen ilk eşi Trabzon tahtına oturmuştur. Fakat o da Basileus'un kendisini bırakarak evlendiği ikinci eşi İrini'yi ülkeden kovunca tekrar iç savaş çıkmıştır. Karadenizli Komnenosların haricinde birinin, kendilerinden olmayan bu İstanbullu Kraliçenin tahtta oturmasından rahatsız olan yerlilerden Sebastian Tzanikhiti ve diğer yerli kabileler Aziz Eugene Kilisesi'ni ele geçirmişlerdir. Daha sonra İstanbul'dan gönderilen kuvvetler bu isyanı bastırıp ele başlarını idam ettirseler de Laz Lordlarından Anakhoutlu'nun torunu II. Aleksios'un kızı Anna, yerli askerlerin yardımıyla Trabzon tahtını ele geçirmiş, İstanbullu Kraliçeyi de İstanbul'a geri göndermiştir. Anna'nın tahta geçmesi yerlilerin güçlenmesi Roma'nın bölgedeki etkinliğini kaybetmesi demekti. Bu yüzden İstanbul, hemen Trabzon tahtına geçmesi için -ve Bizans taraftarı olması için- Mihail'i desteklemek üzere 3 gemi asker göndermiştir. Romalılar tarafından törenlerle yeni hükümdar ilan edilen Mihail'in hakimiyetine başta sessiz kalınır gibi görünse de hemen sabahına sarayı basan Lazlar, Mihail'i yaka paça dışarı atmış gemilerle gelen Bizanslıları da öldürmüşlerdir. Fakat daha sonra Ceneviz gemileriyle Trabzon'a gelen III. İoannis, İmparatoriçe Anna'yı boğdurarak başa geçmiştir. Trabzon İmparatorluğu 1340'larda büyük bir veba salgınıyla sarsılmıştır. Ardından İtalyanlar Giresun'u yağmalamışlardır. Bu olaylar üzerine Türkmenler de büyük bir orduyla gelerek imparatorluğu ele geçirmeye çalışmışlarsa da çok ciddi kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kalmışlardır. III. Aleksios iç çatışmalara bir son vermeyi amaçlamış ve bunu büyük ölçüde başarmıştır. Onun döneminde İoannis Tzanikhiti'nin, Gümüşhane'deki Tzantzak/Canca Kalesi’ni ele geçirmesi gibi küçük anlaşmazlıklar da yaşanmıştır. Tüm iç karışıklıklar, veba salgını, depremler, İtalyan ve Türkmenlerle girilen çatışmalar Trabzon İmparatorluğu'nu zayıf düşürmüş ve Panaret'in Kronik'inde "felaket" olarak adlandırılan Gürcistan'ın Timur tarafından işgali gerçekleşmiştir. 15. yüzyıla girerken de Osmanlı Devleti ile Trabzon İmparatorluğu artık sınır komşusu olmuşlardır. Aynı dönemde Türkmenler de Giresun'a girmişlerdir. Trabzon, Osmanlı tarafından ilk kez 1440'larda kuşatılmışsa da alınamamıştır. Yine akabinde Şeyh Cüneyd önderliğindeki Türkmenler, Trabzon'u kuşatmışlarsa da geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Son olarak Fatih Sultan Mehmed 1461 yılında 140.000 kişilik ordusuyla gelerek yaklaşık 1 aylık bir direnişten sonra şehri teslim almıştır. Trabzon, Osmanlı fethinden sonra da aşağı yukarı eski yönetim alanına göre eyalete çevrilmiş bu eyalete de Trabzon Eyaleti adı verilmiştir. 1800'lerde de daha çok kültür ve ekonomik yapısına göre yeniden organize edilen topraklar Canik(Samsun), Gümüşhane(Canca), Lazistan(Caneti) ve Merkez (Trabzon) sancakları olmak üzere 4 büyük idari bölümden oluşan Trabzon Vilayeti'ne dönüştürülmüştür. Böylece Trabzon İmparatorluğu'nun kuruluşundan cumhuriyetin ilanına dek varlığını koruyan idari yapıyla Trabzon şehri yüzlerce yıl boyunca Samsun, Ordu, Giresun, Gümüşhane, Rize, Artvin, Batum gibi illerin merkezi statüsünde olmuştur. İmparatorluk halkı öteden beri Ksenofon, Arrianus ve Prokopius gibi Antik Çağ'ın ünlü yazarları tarafından da aktarıldığı üzere antik Kolkhis Krallığı'na dek uzanan Tzanik kökenden gelmektedir. Trabzon İmparatorluğu'nda nüfusun büyük çoğunluğunu da kadim zamanlardan beri bölgede ikamet eden Kafkas kökenli Tzanlar(Lazlar) oluşturmaktadır. Bu durum imparatorlukla çağdaş tarihçilerin belgelerine de yansımış ve Trabzon İmparatorluğu "Tzaniti (Lazistan) Krallığı" olarak anılmıştır. Aynı durum Bizans İmparatorluğu'nun kendisi tarafından da onaylanmış ve Trabzon İmparatoru "Laz Hükümdarı" olarak tanımlanmıştır. Yine Tzanika/Canik (Samsun, Ordu, Giresun), Tzantzak/Canca (Gümüşhane), Tzaneti/Caneti (Rize, Artvin) gibi yer adlarında da Tzan izleri görülmektedir. Rum kelime anlamı itibarıyla "Romalı" demek olup çoğunlukla Bizans vatandaşlarını tanımlamaktadır. MÖ 1. yüzyılda Roma İmparatorluğu ile mücadeleye girişen Karadenizliler aynı yüzyılın ortasında yarım milyonun üzerinde insanın ölümüyle sonuçlanan savaşlar sonucunda 1300 yıl sürecek Roma hakimiyetine girmişlerdir. Roma bölgeyi ele geçirse de takip eden yüzyıllarda bölgede hakimiyetini tam olarak sağlayamamış 6. yüzyıla kadar çarpışmalar ara ara devam etmiş, Roma en elit lejyonlarından "Güneş Tanrısı'nın kulları" anlamına gelen "Apollinaris" adlı lejyonunu Doğu Karadeniz'de mevzilendirmiştir. I. Theodosius döneminde -halk arasında büyük bir kitleye yayılmasından da ötürü- Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul eden Roma, MS 4. yüzyılın sonunda Doğu ve Batı Roma İmparatorluğu olarak ikiye ayrılınca Doğu Karadeniz toprakları Bizans hakimiyetinde kalmıştır. Doğu Karadeniz'de tam bir Roma hakimiyeti sağlamak isteyen I. Justinianus, General Tzittas komutasında bir ordu hazırlayarak Tzan kabilelerinin üzerine göndermiştir. Tzanlar parça parça kabileler halinde ve kralsız yaşadıklarından birleşerek büyük bir güç oluşturamamış bu yüzden Bizans bölgede hakimiyetini kurmuştur. Ancak zaten önceden kimlik bakımından çatışan Tzanlar ile Romalılar bu kez inanç bakımından da karşı karşıya geleceklerinden Bizans'nın bölgeye Hıristiyanlığı aşılamaya başlaması bölgede Rumlaşma (Romalılaşma) sürecini başlatmıştır. Fakat halk Roma (Rum) vatandaşlığına asimile olsa bile "Tzan/Laz" gibi isimleriyle kendi kimliğini tanımlamaya devam etmiştir. Trabzon İmparatorluğu halkını tasvir eden bazı İtalyan gezginler ve Arap yazarlar bu halkın fertlerinin dış görünüşleri bakımından çok güzel olduklarını belirtmişlerdir. Tarihçiler de imparatorların dış güzelliklerini Kafkas kökenlerine borçlu olduklarını belirtmişlerdir. Trabzon İmparatorluğu toplumu gelenekçi ve feodal bir yapıya sahiptir. Yeni gelen din ile anadil değişse de ulus yapısının çok da değişmediği göze çarpmaktadır. Zira bağımsızlıklarına düşkün olan Tzan aile önderleri ve kabile şefleri bazen Trabzon İmparatorluğu'na bağlı hareket etseler de bazen de başlarına buyruk hareket etmişler hatta Trabzon Sarayı'nın idaresine karışmışlardır. (Bu ulusal yapı binlerce yıl boyunca böyle süregelmiş ve yabancılara karşı güçlü bir birliğin oluşturulmasına engel olmuştur.) İçlerinden en etkilileri "Büyük Düka" unvanına sahip yerel liderler ve ordu komutanları; "John(Yahya)", "Michael(Mihail)", "David(Davud)" gibi Hıristiyan isimlerine sahip olsalar da "Tzanikhiti, Kabaziti, Kamakheni.." gibi yerli soyadları alarak kimliklerini koruma uğruna sergiledikleri duruşlarını sürdürmeye devam etmişlerdir. Bu halkın savaşçılığını konu alan bazı tarihi kayıtlarda da yine İtalyanlar ve Araplar; savaş alanında sayıca az olsalar bile Trabzon İmparatorluğu halkının korkusuz, avının kaçmasına izin vermeyen ürkütücü aslanlar gibi savaştıklarını aktarmışlardır. 6. yüzyıla kadar Güneş merkezli Tzan inanışının hakim olduğu Doğu Karadeniz toprakları 6. yüzyılda Bizans hakimiyetiyle Hıristiyanlığa geçmeye başlamıştır. Kökleri Kolkhis Krallığı'na ve daha öncesine uzanan yerli Tzan inanışı Güneş merkezlidir. Antik dünyada Güneş'in Doğu Karadeniz topraklarından yükselmeye başladığına, Tzanların başına geçen kralın da Güneş'in oğlu olduğuna inanılmıştır. İnanç bu yönleriyle ünlü Altın Post Efsanesi'ne yansımıştır. Bu inançta aynı zamanda ağaçlar ve kuşlar da kutsaldır. Roma İmparatorluğu Karadenizlilerin bu inancını bildiğinden yörenin savaşçı halkına karşı kurnaz bir hamle yaparak "Apollinaris: Güneş Tanrısı'nın sadık kulları" adlı lejyonunu Tzantzak'ta (Gümüşhane) mevzilendirmiştir. Tzan inanışının 6. yüzyıldan itibaren yavaş yavaş terk edildiği bilinse de tam olarak ne zaman geri plana düştüğü bilinmemektedir. Ancak bazı yerlerde geç dönemlere dek gizli gizli bu inançların sürdürüldüğü tarihi kayıtlara yansımıştır. Karadeniz'de Germak'oçi, Karakoncoloz adıyla bilinen efsanevi korkunç yaratıklar ve suyla ilgili (bazen ıslatılma, yıkanma bazen de sudan kaçınma) gelenekler bu antik inanışın günümüze kalan izleridir. Tzan toplulukları ilk kez Lazika Krallığı döneminde 6. yüzyılda resmi olarak, eski dinlerinden Hıristiyanlığa geçmeye başlamışlardır. Aynı yüzyılda tüm Doğu Karadeniz'de yürütülen faaliyetler yerli kabileleri pagan inançlarından Hıristiyanlığa döndürmeye yöneliktir. Bizans bu politikasına yönelik bölgede pek çok kale ve kilise inşa ettirmiştir. Tzanların eski inançlarına ve izole yaşantılarına dönmelerini engellemek uğruna yol açtırmak için de ormanları kestirmeye başlamıştır. Böylece bölgede Hıristiyanlık yayılmaya başlamış ve bunun bir neticesi olarak 600 yıl sonra Ortodoks Hristiyan karakterli, yerel Trabzon İmparatorluğu kurulmuştur. Bahsi geçtiği üzere halk Slavlar, Yunanlar ve Gürcüler gibi Ortodoks Hristiyanlık mezhebine mensuptu. Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebinin merkezi İstanbul'daki Romalıların (Rum) Ortodoks Patrikhanesi olduğu için de bu mezhebe bağlı topraklar "Rum toprakları" olarak anılmıştır. Mihailoviç gibi tarihçilerin de Gürcistan'ı dahi "Rum ülkesi" olarak anmasının ve çoğunluğunu Slav kökenli etnik unsurların oluşturduğu Balkan topraklarının da "Rumeli" olarak adlandırılmasının sebebi budur. Bu adlandırmanın sebebi bahsi geçen yöre insanlarının çoğunun Ortodoks Hristiyanlık mezhebine bağlı ve önemli kesiminin Bizans hakimiyetinde olmasından kaynaklanmaktaydı. Yüzlerce yıllık bu Roma etkisi öylesine özdeşleşmişti ki Türklerin Anadolu'da kurduğu Anadolu Selçuklu Devleti bile "Rum Selçuklu Devleti" olarak da anılmıştır. Anadolu, Orta Doğu özellikle de Kafkasya'da etkili olan ve saygı duyulan Trabzon İmparatorları, Papa IV.
Nicolaus ve Papa XXII. İoannes tarafından Katolik mezhebine katılmaya davet edilseler de imparatorlar bunu reddetmiştir. Fakat Kafkas Piskoposlarının atanması konusunda İstanbul'un dahi yok sayılması dikkat çekicidir. Müslüman hükümdarlarla da evlilik bağı kuran Trabzon İmparatorları bu yüzden bazı Hristiyan çevrelerden tepki görmüşlerdir. 15. yüzyılda Trabzon'un fethiyle Osmanlı İmparatorluğu'na bağlanan halk bu tarihten sonra yavaş yavaş İslam'a girmeye başlamıştır. MS 6. yüzyılda Hıristiyanlığın yayılmasıyla Bizans İmparatorluğu'nun resmi dili Latince'den Yunanca'ya çevrilmiş, devlet ve ticaret diline egemen olan Yunanca kilise dili de olunca yeni yayılan dinle birlikte kutsal bir dil konumuna büründürülmüştür. "Tanrı'nın Evi" kabul edilen kiliselerde edilen dualarda Tanrı'ya ulaşılan dil olarak görülen Yunanca bölgede kök salıp yaygınlaşmış, Tzan Dili geri plana düşmüş neticede Yunanca karşısında erimiştir. Halk bu yeni gelen dile "Roma'nın Dili, Roma'ya ait olan dil" anlamına gelen "Romeika" adını vermiştir. Tzan Dili'nden pek çok sözcüğü de alarak yayılan bu yeni dil akademikleşmediği için doğal olarak bozuk bir Yunanca olarak kalmış ve bugün Kafkas gırtlağıyla konuşulan Türkçenin Karadeniz Şivesi gibi benzer bir aksağanla Yunanca'yı konuştukları için yöre halkı, Yunanlar tarafından her zaman "Tsannoi/Lazoi" yani Lazlar olarak tanımlanmışlar böylece şive asıl kökeni belirten bir işaret olarak iki topluluk arasındaki mesafeyi her zaman korumuştur. Bununla birlikte Bizans İmparatorluğu etkisinin daha az görüldüğü doğunun sarp kesimlerinde küçük topluluklar Tzan Dili'ni yaşatmaya devam etmiş neticede bugün Lazca olarak bilinen dil asimilasyondan kurtulup günümüze ulaşmayı başarmıştır. Komnene Hanedanı üyeleri 100 yıldan uzun bir süre Bizans İmparatorluğu'nu yönettiklerinden tekrar eski mevkilerine kavuşmayı planlayarak oturdukları Trabzon tahtında kendilerini "Tüm Rumların (Romalıların) Hükümdarı" olarak adlandırmışlardır. İstanbul'daki Haçlı işgalinin kalkmasının ardından Bizans tahtına oturan VIII. Mihail döneminde Trabzon İmparatorlarının bu tutumu eleştirilmiş ve Trabzon İmparatoru II. İoannis'in Rumların (Romalıların) İmparatoru falan olmadığı ancak Laz Kralı olduğu belirtilmiştir. Ortodoks Hristiyan inancı sebebiyle İstanbul'a bağlı olan devlet bu yüzden Bizans ile arasını iyi tutmaya çalışmıştır. Genel olarak Gürcülerle, Megrel (Kuzey Tzan) Lordlarıyla geç dönemlerde de Akkoyunlu Türkmenleriyle iyi ilişkiler geliştirmiş, özellikle Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı Trabzon İmparatorluğu'nun yanında yer almıştır. 14. yüzyılda Karadeniz ticaretine atılan İtalyanlarla karşı karşıya gelinmiş ve Trabzon İmparatorları Karadeniz ticaretinin Ceneviz tekeline girmesini engellemek için Venediklilere bazı imtiyazlar tanımışlardır. Bununla birlikte Trabzon İmparatorluğu'nun en önemli siyasi sorunu iç çatışmalardır. Devlet kendi içinde savaşmaktan yıpranmış bu da yabancı topluluklara toprak kaybedilmesine sebep olmuştur. Trabzon İmparatorluğu dış dünyayla ilişkisini artıran bir devlet olarak tarih sahnesine çıktığında etrafında olup bitenden yararlanarak bilim ve sanatta önemli adımlar atmış, astronomi dalında kayda değer çalışmalarda bulunmuş özellikle tarihi kayıtlarını tutmasıyla kendi geçmişine az çok ışık tutabilmiştir. Bağımsız olarak yönettikleri tüm devletlerde İran ile her zaman temasta olmuş olan Karadenizliler, Trabzon İmparatorluğu döneminde de İran ile iyi ilişkiler geliştirmiş ve astronomi alanındaki araştırmaları Trabzon'a taşıyarak geliştirmişlerdir. Bu duruma öncülük eden Trabzonlu Gregor, Buhari'den öğrendiği astronomi bilgileriyle döndüğü ülkesinde bir astronomi okulu kurmuştur. Bizans, burada geliştirilerek bir astronomi atlası haline getirilen bilgileri Trabzon'dan öğrenmiş buradan da Avrupa'ya yaymıştır. Trabzon İmparatorluğu'nu kendinden önceki üç güçlü yerel devletten ayıran en önemli özelliği bir Hıristiyan krallığı olmasının yanında kendi tarihi kayıtlarını da tutmaya başlamasıdır. Devlet tarihi III. Aleksios'un Başdanışmanı Michael Panaret isimli bir saray tarihçisi tarafından tutulmuştur. İmparator III. Aleks ile pek çok sefere katılan Panaret eserinde, 1426 yılına kadar tahta geçen hükümdarları, yapılan savaşları ve iç karışıklıkları konu almaktadır. Bazı tarihçiler Panaret'in kendinden önceki dönemler hakkında verdiği bilgilerin kronolojik düzenine bakarak Trabzon Sarayı'nda bir devlet arşivi bulunduğunu ve yazarın eserini kaleme alırken bu arşivden faydalandığını öne sürmüşlerdir. "Kronik" olarak adlandırılan bu eser Rusça, Fransızca ve Almanca gibi dillere çevrilerek yayımlanmıştır. Roma İmparatorluğu genelinde rağbet gören bir sanat olan mozaik-fresk sanatı özellikle Hıristiyanlık sonrası dini objelerin çizimiyle yaygınlık kazanmış, Trabzon İmparatorluğu genelinde inşa edilen kilise ve manastır gibi yapıların içleri fresklerle bezenmiştir. Islak sıvanın üzerine dini objelerin tasvir edildiği eserlerde İsa, Meryem, Adem ile Havva, melekler ve azizlerin yanı sıra imparatorların tasvirleri de yer almaktadır. Büyük ölçüde ticaret ve bu yolla kazandığı vergilerle ekonomisini güçlendiren devlet geniş çaplı tarım yapmasa da, dünya ticaretinde önemli bir yeri olan fındık ve üzüm yetiştiriciliğinde hatırlı bir üne sahiptir. Trabzon topraklarında Ortaçağ'da Tzanika/Canik adıyla anılan Samsun ili toprakları dışında geniş çaplı tarım yapılabilecek arazi yoktu. İmparatorluk arazisinin büyük bir bölümünü ormanlık alanlar oluşturmaktaydı. Günümüzün büyük tarım alanları da bu ormanlık arazilerin zaman içinde yer yer yok olmasıyla ekilmeye başlanmıştır. Bu yüzden günümüzde de yaygın olduğu üzere geniş çaplı yetiştiriciliği yapılan ürün fındıktır. Trabzon İmparatorluğu'nun en önemli ihraç ürünlerinden biri olan fındığın ihtiyaç fazlası devlet limanlarından ticari gemilere yüklenerek batılılara satılıyordu. İmparatorluğun 15. yüzyıldaki durumunu anlatan bir Alman da Lazia olarak bahsettiği Giresun'da bol miktarda şaraplık üzüm yetiştirildiğini bildirmiştir. Bunlarla birlikte ülkede geniş çaplı meyve üreticiliği yapıldığı bilinmektedir. 13. yüzyılda tüm Avrasya'da etkisini gösteren Moğol istilası dünya tarihinde pek çok şeyi değiştirmiştir. Merkez olarak İran'ın kuzeyindeki Tebriz'i seçen İlhanlılar, Karadeniz ticaretinin önem kazanmasını sağlamışlardır. Ve o çağda ticaretin önem kazanması öncelikle güvenliğe bağlı olduğundan Trabzon Devleti korunaklı yapısıyla bu ticaret yolu üzerinde kilit noktalardan biri haline gelmiştir. Tarihi İpek Yolu üzerinde böyle kritik bir öneme sahip bir coğrafi konumu olan Trabzon İmparatorluğu bu avantajıyla Karadeniz ticaretinde önemli bir paya sahip olmuştur. Ticari öneminin artmasıyla İtalyanlara karşı da avantajını iyi koruyan imparatorlar başlarda vergiyi yüksek tutarak büyük bir gelir sağlamış, devlet ihtiyaç fazlası ürünlerini de dışarıya ihraç etmiştir. Bu ürünlerin başlıcaları gümüş, demir, şap, kereste, şarap, kumaş ve fındıktır. Gümüş ve demir ustalığı kadim zamanlardan beri meşhur olan yöre, zengin ormanlık arazisi sayesinde kereste ihracını da önemli bir gelir kapısı olarak görmüştür. Ayrıca şap maddesini Anadolu'yu Karadenizlilerden aldıktan sonra öğrenen "Batı", Trabzon İmparatorluğu döneminde de Karadeniz'den şap ithal etmeye devam etmiştir. Doğu Karadeniz kıyılarında kurulan Kolkhis Krallığı, Pontus Krallığı ve Lazika Krallığı'nda olduğu gibi Trabzon İmparatorluğu da bir deniz devleti olması dolayısıyla imparatorluk ömrü boyunca Doğu Karadeniz sularında devriye atmak ve ordularını nakletmek için sürekli bir donanma bulundurmuştur. Bu donanmanın komutanı da Büyük Düka unvanını taşıyan soylulardan seçilmiştir. Deniz kuvvetleri komutanlığı görevi Karadenizlilerde çok önemliydi. Çok eski çağlardan beri denizcilikle uğraşan halkın Roma'yla giriştiği mücadelelerde de kilit rolü donanma komutanları hatta korsanlar üstlenmiştir. Karadeniz-Roma savaşlarının sembollerinden biri yine Trabzonlu Laz bir Amiral olan ve "Yenilmez" unvanı taşıyan Aniket'tir. İtalyanlara karşı girişilen mücadelelerde de Büyük Düka John Kabazit ve Tzanikhiti gibi önemli yerel liderler de Karadeniz'de can vermişler ve "Amiral" olarak anılmışlardır. İmparatorluk donanması çok büyük hantal gemiler yerine orta büyüklükte ve seri bir şekilde manevra yapabilecek gemilerden oluşuyordu. Bu gemi türleri genel olarak "griparon" ve "paraskalmion" olarak anılan ve Karadeniz'e has özellikler gösteren gemilerdir. Bununla birlikte Tzanların (Lazların) kendilerine has ve kökleri antik Kolkhis'e dayanan "meneksila" tipi teknelerinin Osmanlı döneminde çeşitli formlarda gelişerek varlığını sürdürdüğü düşünülürse Trabzon İmparatorluğu tarafından da kullanılması kuvvetle muhtemeldir. Metal işleme konusunda büyük bir üne sahip olan Karadeniz kabileleri, Antik Çağ'ın en ünlü destanlarından Altın Post Efsanesi'ne ve "Güneş'in özdeşleştirdiği Gümüş'ün diyarından gelenler" olarak anıldıkları "İlyada Destanı"na konu olmuşlardır. Karadeniz kabilelerinin bu yetenekleri Trabzon İmparatorluğu döneminde de devam etmiş, madencilik ülke ekonomisinde önemli bir yer tutmuştur. Fakat imparatorluğun zengin maden yataklarının bulunduğu Torul civarı Türkmenler tarafından ele geçirilince madencilik faaliyetleri sekteye uğramış, imparatorluğa bağlı Torul Lordu'nun Türkmenlere karşı verdiği mücadelelere rağmen büyük ölçüde durmuştur. Antik Çağ kaynaklarında genel olarak balta kullandıkları bilinen Karadeniz kabilelerinde Ortaçağ'da kılıç kullanımı yaygınlaşmıştır. Bizans İmparatorluğu hakimiyetinde gerek maden işletmeleri için kullanılan yakacak ihtiyacından dolayı ağaç kesimi yaygınlaşmış, gerekse Bizans'nın asimilasyon politikasından dolayı sistemli bir şekilde ormanlar katledilmiştir. Doğu Karadeniz'deki bu doğa tahribatı dolaylı olarak atlıların daha kolay hareket edebilecekleri araziler meydana getirmiş bu durum da süvari birliklerinin oluşturulmasına ortam hazırlamıştır. Okçu süvari ve mızraklı süvari birliklerinden oluşan Trabzon Ordusu'nu kılıçlı piyade birlikleri tamamlama
ktadır. Antik Karadeniz sikkeleriyle karşılaştırıldığında estetik özelliğini kaybettiği göze çarpan Trabzon sikkeleri genel olarak imparatorların silüetleri baz alınarak tasarlanmıştır. Para basımında başta gümüş temel alınsa da I. Andronik döneminde ilk Trabzon altın sikkesi basılmıştır. İlerleyen dönemlerde Gürcistan'da da yayılmaya başlayan Trabzon sikkeleri devletin güçlü ekonomisinin göstergelerinden biri olmuştur. Ev inşasında günümüz Doğu Karadeniz ev mimarisinin öncül formlarının kullanıldığı Trabzon İmparatorluğu döneminde, günümüzde önemli turistik merkezler haline gelen manastırlar, kiliseler ve kaleler inşa edilmiş, var olan yapılar da onarılıp geliştirilerek günümüzdeki görünümünü almıştır. Mimaride genel olarak Gürcü mimarisinden etkilenildiği göze çarpmaktadır. Başakşehir Başakşehir, İstanbul'un bir ilçesidir. 2008 yılında Küçükçekmece, Esenler ve Büyükçekmece ilçelerinden ayrılarak ilçe yapılmıştır. Başakşehir, kuzeyde Arnavutköy, kuzeydoğuda Sultangazi ve Eyüp, doğuda Esenler, güneyde Bağcılar, Küçükçekmece ve Avcılar ile batıda Esenyurt ilçeleriyle çevrilidir. Başakşehir 1. ve 2. etapları, Altınşehir merkezi, Güvercintepe, Şahintepe mahalleleri ve Kayabaşı köyü Küçükçekmece Belediyesi'ne, 4. etap ve 5. etap'ı Esenler Belediyesi'ne, Bahçeşehir ise Büyükçekmece ilçesine bağlı bir belde belediyesi durumundaydı. Fakat son yapılan düzenlemelerle bu semtler birleştirilerek Başakşehir ilçesi kuruldu. İlçenin kurulduğu bölgede Osmanlı döneminde devletin barut ihtiyacını karşılamak üzere Azatlı baruthanesi kurulmuş, bölge Azatlık adıyla anılmıştır. İlçede tarihi özelliği bulunan diğer yapılar, Resneli Niyazi Bey'e ait Resneli çiftliği ve İstanbul'daki bilinen ilk yerleşim yeri olan Yarımburgaz Mağarası ve baruthaneye su sağlamak için kurulmuş Şamlar bendi'dır. İlçede Devlete bağlı faaliyet gösteren, 1 adet Genel Lise (Düz Lise), 4 adet Anadolu Lisesi, 2 adet İmam Hatip Lisesi, 1 Adet Çok Programlı Lise ve 6 Adet Mesleki Teknik Eğitim Lisesi olmak üzere toplam 14 adet lise, 21 adet İlkokul, 18 adet Ortaokul, 2 adet İmam Hatip Ortaokulu, 5 adet anaokul (Okul Öncesi Eğitim Kurumu), 1 adet Rehberlik ve Araştırma Merkezi, 1 adet Halk Eğitimi Merkezi ve 1 adet Mesleki Eğitim Merkezi bulunmaktadır. 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu kapsamında faaliyet gösteren özel öğretim kurumları ise; 1 adet Anadolu Güzel Sanatlar ve Spor Lisesi, 1 adet Anadolu İletişim Meslek Lisesi, 2 adet Özel Anadolu Sağlık Meslek Lisesi, 3 adet Özel Meslek-Teknik Lise, 10 adet Anadolu Lisesi, 2 adet Fen Lisesi, 1 adet Fen ve Teknoloji Lisesi, 1 adet Özel Hazırlık Sınıfı Bulunan Anadolu Lisesi olmak üzere toplamda 21 adet Özel Lise, 12 adet Özel Türk İlkokulu, 10 Adet Özel Türk Ortaokulu, 55 adet Özel Türk Okul Öncesi Eğitim Kurumu (Anaokulu), 10 Adet Özel Çeşitli Kurs, 28 adet Özel Dershane, 14 adet Özel Motorlu Taşıt Sürücüleri Kursu, 10 adet Özel Öğrenci Etüt Eğitim Merkezi, 7 adet Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi ve 5 adet Özel Öğrenci Yurdu bulunmaktadır. Başakşehir 4. etapta 1 adet devlet hastanesi ve ilçe genelinde toplam 6 adet sağlık ocağı bulunur. İlçeye ulaşım TEM otoyolu ve demiryolu ile gerçekleştirilmektedir. İlçeye otobüs seferleri de bulunmaktadır. Demiryolu ile ulaşım Ispartakule'deki tren istasyonu ile sağlanmaktadır. 07 Temmuz 2013 tarihinde resmi açılışı yapılan M3 Kirazlı-Başakşehir-Olimpiyatköy Metro Hattı ile Atatürk Olimpiyat Stadyumu ve 5. Etap Metrokent'e kadar metro ulaşımı sağlanmıştır. Diğer raylı sistemlere entegre olan bu hat sayesinde Başakşehir'den Kartal'a kadar raylı sistemler ile ulaşım mümkün hale gelmiştir. İlçenin kuzeyi ormanlarla kaplıdır, kalan bitki örtüsü bozkır ve çalılıklardan oluşur. Resneli Çiftliği'nin içinde bulunduğu Sazlıdere vadisinde bitki çeşitliliği çok fazladır. İlçede Sazlıdere akarsuyu ve Ayamama deresi doğar, Ispartakule deresi ise içinden geçer. İlçede sosyal yaşam, Sular Vadisi ile Bahçeşehir'deki yapay gölet ve çevresindedir. Bahçeşehir'deki gölet, Türkiye'nin en büyük yapay göletidir. Bunun dışında Atatürk Olimpiyat Stadyumu ve Başakşehir Fatih Terim Stadyumu bu ilçede bulunmaktadır. TOKİ tarafından geliştirilen ve Türkiye’nin en büyük uydukent projesi olan 65.000 konutun planlandığı Kayaşehir projesi de bu ilçe sınırları içindedir. Son yapılan yerel seçimler sonucunda Başakşehir'in belediye başkanı, Adalet ve Kalkınma Partisi'nden seçilmiştir. Nebula Nebula ya da bulutsu uzayda bulunan ve geniş alanlara yayılmış olan gazlar, toz, Hidrojen, helyum ve diğer iyonize gazlardan oluşan bulutsu yapı. Eskiden galaksileri de kapsayacak şekilde yaygın gök cisimlerine verilen isim iken, astronominin ilerlemesi ile galaksi ile nebula farklı anlamlarda kullanılır olmaya başlamışlardır. Yıldızlar arasında bulunan boşluklarda yer alan ve yıldızların yaydıkları ışık enerjisi ile görünür hale gelen yoğun gaz ve toz bulutları, galaksilerin temel bileşenlerindendir. Bir Nebula oluşmadan önce bir yıldızdır. Bu yıldız büyüdükten sonra ya beyaz cüce ya nötron yıldızı ya da bir karadelik olur. Fakat bütün yıldızlar bunlardan biri olmadan önce kırmızı süperdev haline gelir. Bu yıldızlar çok büyük oldukları için içten gelen basınç ve yüksek (100.000.000 °C) sıcaklığın etkisiyle uzay boşluğuna gaz salarlar. Bu gaz püskürmeleri oldukça büyük ve hızlıdır. Daha sonraları bu gazlar yakınlaşarak bir gaz bulutu oluştururlar. Bu gaz bulutunun sıcaklığı 15.000 °C den fazladır. Bu sıcaklık ve çeşitli basınçlar oradaki gazlar (Hidrojen) ile birleşerek füzyon reaksiyonu başlatırlar. Bu füzyon reaksiyonu yeni bir yıldızın ilk temelleridir. Daha sonra o minik yıldızlar büyür ve anakol yıldızına dönüştüğü zaman ana yıldız kadar olmasa da gaz püskürtmesi yaparlar. Bu arada ana yıldız kahverengi veya beyaz cüce olup ömrünü demir ve karbon yığını olarak tamamlamıştır. Gökyüzüne birer gün arayla bakıldığında önceden görülmeyen çok parlak bir yıldız görülebilir. Bunun nedeni bir süpernova patlamasının olmasıdır. Süpernova patlamaları izlemeye değer olaylardır. En son kaydedilen patlama 1987 yılında olmuş ve kayıtlara 1987A olarak geçmiştir. *Eski Çağ* dönemlerinde Çin'de de izlenmiş bir süpernova patlaması vardır. Süpernova patlamalarında kırmızı süper devler patlayıp nötron yıldızı oluştururlar. Bazen karadelik oluşur. Karadelik oluşma ihtimali binde birdir. Karadelik oluştuğu zaman çevresindeki her şeyi çeker. Nötron yıldızı oluştuğu zaman çevresindekileri karadelik gibi çekmez. Nötron yıldızının madde yoğunluğu çok fazladır. Bazen yıldızlar süpernova geçirerek patlarlar. Bunun sonucunda çevrelerine yavaş yavaş gaz salmak yerine bir anda salmış olurlar. Bu arada bu gazlar çeşitlidir ve reaksiyona girerek çeşitliliği arttırırlar. Bu da çok renkli bir görüntü oluşturur. Bu bulutsular süpernova sonucu oluşmuş bulutsular diye adlandırılır. Süpernova sonucu oluşmuşlarda gazlar çeşitli etkiler sayesinde dağılırlar ve garip şekiller oluşur. Fakat gezegenimsi bulutsularda gazlar dağılmadığı için simetrikdir. Bir nebulanın gezegenimsi mi yoksa süpernova sonucumu oluştuğu buna bakarak anlaşılabilir. Sefarad Yahudileri Sefarad, (İbranice: ספרד, ' '; çoğ. ספרדים, ' '; İspanyolca '; Portekizce '). İbrani dilinde ""Sefarad"", İspanya anlamına gelmektedir. İspanya dışında Portekiz, İtalya, Kuzey Afrika, Türkiye, Ege Adaları ve Balkan Musevilerinin de büyük bölümü bu adla anılır. 16.yüzyılda bütün bu gruplar, Judeo-Espegnol veya ""Ladino"" denen ve İspanyolca'nın Kastilya lehçesine ilave edilmiş; Türkçe, İbranice hatta Rumcadan gelen kelimeler ve deyimler ile bezeli bir dil konuşuyorlardı. Bu dil bugünlerde unutulmaya başlanmıştır. 1492'de İspanya'dan kovulan Museviler, İspanya kökenli oldukları için kendilerine "Sefarad" adını koymuşlardır. Genişletilmiş anlamda ise bugün, Sefarad, Aşkenaz olmayan tüm Yahudilere verilen addır. Bugün Türkiye'de yaşayan 25.000 Yahudi'nin yaklaşık %96'sını oluşturan Sefaradlar'ın sayısı 24.000 civarındadır, %4'ü oluşturan Aşkenaz Museviler'in sayısı 1.000 civarındadır Bir Sefarad Yahudisi olan Can Bonomo, Türkiye'yi Eurovision 2012'de temsil etmiştir. "Sefarad" ifadesi, günümüz Yahudi Dünyası'nda Aşkenaz kökeninin dışında kalan tüm Yahudileri tanımlamak için kullanılmaktadır. İsrail'de her ne kadar çeşitli etnik grupları kendi bünyesinde asimile etme çabasında olmadığını belirten bir anayasaya sahip olsa da, ülkedeki Aşkenaz baskınlığı, "Sefarad" olarak tanımlanan diğer Yahudileri de etkilemektedir. Gerek yönetimde gerekse de toplumdaki üst sınıflar çoğunlukla Aşkenazlar tarafından oluşturulur. İsrail'deki dinsel Shas Partisi kendisini Sefaradların dinsel özelliklerinin koruyucusu olarak tanımlar. Aşkenazlar gibi Sefaradların da İsrail'de Başhahamları bulunmaktadır. Sefarad Başhahamı'na (Hahambaşı) Rişonletsion adı verilir. At the Gates At the Gates, İsveçli death metal grubu. İsveç death metal türünün yaratıcılarındandır. Gothenburg death metalinin ilk örneklerinden (In Flames ve Dark Tranquillity ile beraber) biridir. Grup 1996 yılında dağılmıştır. Son albümleri Slaughter of the Soul'dur. 2007 yılında grup yeniden bir araya gelmiştir.Grup 19 yıl sonra At War With Reality adlı albümünü 28 Ekim 2014'te piyasaya sürmüştür. Grubun şu anki üyeleri ise, vokal de Tomas Lindberg, gitarlar da Anders Björler ve Martin Larsson vardır. Bass gitarda ise Jonas Björler ve davul da daha önceden Cradle Of Filth'de de çalmış olan Adrian Erlandsson bulunur. Yem Yem, tarım işletmelerinde yetiştirilen hayvanların kendilerinden beklenen ürünü verebilmek için tüketmek zorunda oldukları tüm besin maddeleri,ya da ağız yoluyla tüketilebilen ve hayvanlara belirli sınırlarda verildiğinde zararlı etki yapmayan organik ve anorganik maddeler. Yemlerin sınıflandırılmasındaki en büyük zorluk sahip oldukları bazı özellikler nedeniyle başka bir grup yem içerisinde de değerlendirilebilmeleridir. Dan Brown Dan Brown (d. 22 Haziran 1964), ABD'li yazar. Amherst Koleji ve Philips Exeter Akademisi’nden mezun olduktan sonra bir süre eğitim gördüğü bu okullarda İngilizc
e öğretmenliği yaptı. Şifre çözme ve gizli hükümet örgütlerine duyduğu ilgi, 1996'da ilk romanı Dijital Kale'nin ortaya çıkmasını sağladı. Roman, yayımlanmasından hemen sonra Dan Brown bir anda elektronik kitap listelerinde 1 numaraya yükseldi. Amerika Ulusal Güvenlik Teşkilatı'nı (NSA) konu alan roman sivil halkın mahremiyeti ile ulusal güvenlik arasındaki ince çizgiyi irdeliyordu. Başkanlık Ödülü'nü kazanmış bir matematik profesörü ile ilahiyat müzisyeni bir annenin oğlu olan Dan Brown, bilim ve din gibi paradoksal felsefelerin egemen olduğu bir ortamda büyüdü. Bu birbirini tamamlayıcı görüşlerden aldığı esinle ünlü romanı Melekler ve Şeytanlar'ı 2000 yılında yazdı. Bu yapıt da bir İsviçre fizik laboratuvarı ile Vatikan kenti arasında geçen, bilim ve din odaklı bir gerilim romanıdır. Yazar 2001'de yazdığı tekno-gerilim türündeki ikinci romanın İhanet Noktası'nda da politikada ahlak, güvenlik ve gizli teknoloji konularını işledi. Dan Brown, büyükbabasının da mason olduğunu pek çok programda açıklamıştır. Evlerinde garip önlükler ve beyaz eldivenler bulduğunu söylemiştir. Kayıp Sembol adlı romanını da bu yüzden yazdığı düşünülmektedir. Kitabın konusu da masonluktur. Ayrıca, 2003 yılında çıkardığı ve tüm dünyada satış rekorları kıran Da Vinci Şifresi kitabının da yazarıdır. Da Vinci Şifresi, Melekler ve Şeytanlar ve Cehennem kitaplarının filmi de çekilmiştir. Sanat tarihçisi ve ressam olan eşi de araştırmalarına yardım etmekte ve eserlerine fon sağlamaktadır. Küratör Küratör (Latince: "curatus"; İngilizce: "curator"), bir müze, galeri, arşiv veya kütüphane koleksiyonunun yöneticisidir. Çağdaş sanat bağlamında küratör, sergi düzenleyicisi anlamında kullanılır. Bu anlamda küratörler, bir koleksiyonu arzuladıkları bir etkiyi yaratmak amacıyla düzenlerler. Serbest küratörler ("freelance curator") ise herhangi bir galeri veya müze adına çalışmayan, çağdaş sanatta nispeten yeni ortaya çıkmış kişilerdir. İsviçreli "Harald Szeemann" bu tür küratörlere verilebilecek örneklerdendir. Günümüzde, sanat kurumları, karşılarına çıkan finansal konulardan teknolojiyle ilgili uygulamalara kadar birçok sorun karşısında küratörlerin rolünü tekrar gözden geçirmek durumunda kalmışlardır. Bunun sonuçlarından birisi ABD ve İngiltere gibi ülkelerdeki üniversitelerde verilen küratörlük uygulamaları dersleridir. Bağımsız küratörler kendi özel yöntemleriyle sergiler oluşturmaları için veya ortak çalışma amacıyla galeri ve müzelerce davet edilebilmektedirler. Zeki Sezer Mehmet Zeki Sezer (d. 12 Nisan 1957, Eskişehir), Türk siyasetçi, kimya mühendisi, eski Demokratik Sol Parti genel başkanı, eski milletvekili ve eski devlet bakanı. 1988'de Demokratik Sol Parti'de aktif siyasete atıldı. 1991'de DSP Parti Meclisi üyesi oldu. 2001- 2004 yılları arasında DSP Genel Başkan Yardımcılığı görevinde bulundu. 1999 Türkiye genel seçimleri'nde Ankara Milletvekili seçildi ve 57. Hükümet'te 9 Temmuz 2002 - 18 Kasım 2002 tarihleri arasında devlet bakanı olarak görev yaptı. 2004 yılında gerçekleşen DSP genel kurulunda Bülent Ecevit'in de desteğiyle 576 oy alarak genel başkanlığa seçildi. 2007 Türkiye genel seçimleri'ne Merkez Sol'da güç birliği adına, genel başkanlığını yaptığı Demokratik Sol Parti katılmadı; bunun yerine DSP'nin 13 adayı Cumhuriyet Halk Partisi'nden listelerinden seçilerek Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne girdi. Zeki Sezer ise milletvekilliğine aday olmadı. 8 Nisan 2009 tarihinde yaptığı basın toplantısında, partisinin oylarını geçen seçimlere göre artırdığını ancak yine de bu oranı başarılı bulmadığını belirterek DSP genel başkanlığı görevinden istifa kararı aldığını açıkladı. Sezer 11 Nisan 2009 tarihinde yaptığı basın toplantısıyla DSP Genel Başkanlığı'ndan istifa etti. 1011 Ana Tamir Fabrikası'nda çalışırken tanıştığı Ülkenur Sezer (ö.2014) ile evliydi. Çocukları 1980 doğumlu Serkan Sezer ve 1987 doğumlu Selcan Sezer'dir. Devlet Bahçeli Devlet Bahçeli (d. 1 Ocak 1948, Osmaniye); Türk ekonomist, siyasetçi, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) genel başkanı ve eski Başbakan yardımcısı. Ülkü Ocakları'nın kurucularından olan Bahçeli, 6 Temmuz 1997 tarihinden beri MHP genel başkanlığı görevini sürdürmektedir. 1999 ve 2001 yılları arasında Bülent Ecevit tarafından kurulan Koalisyon hükümeti'nde başbakan yardımcısı olarak yer almıştır. 2002 Türkiye genel seçimleri hariç 1999 ve 2014 yılları arasında yapılan tüm genel seçimlerde MHP Osmaniye milletvekili olarak meclise girmiştir. Haziran 2015 ve Kasım 2015 Türkiye genel seçimlerinde tekrar MHP Osmaniye milletvekili olarak meclise girmiştir. Politikaya girmeden önce Türkiye ve Dünya Ekonomisi, Türk Tarihi ve Dış Politika konularıyla ilgilenen ve bu alanlarda çalışmalar yapan Bahçeli, Alparslan Türkeş'in vefat etmesinin ardından yapılan kongrede MHP Genel Başkanı seçilmiştir. İlk defa 1999 Türkiye genel seçimlerinde MHP Osmaniye milletvekili olarak meclise girmiştir. 2002 Türkiye genel seçimlerinde partisi baraj altında kalınca genel başkanlık görevinden istifa etmiştir fakat 2003 yılında yapılan kongrede genel başkanlığa tekrar seçilmiştir. MHP'nin Kasım 2015 Türkiye genel seçimlerinde %4,39 oy kaybederek %11,90'a gerilemesinin ardından 547 delege olağanüstü kurultay taleplerini MHP Genel Merkezine iletmiş fakat Bahçeli, kurultay çağrılarını reddetmiştir. Muhalifler partinin olağanüstü kurultaya götürülmesi talebiyle Ankara 12. Sulh Hukuk Mahkemesinde dava açmış, 19 Haziran 2016 tarihinde bir kurultay yapılmıştır ve parti tüzüğündeki ‘olağanüstü kurultaylarda genel başkan seçimi yapılmasını’ engelleyen madde değiştirilmiştir. Fakat Yargıtay'ın kararıyla yapılan bu değişiklikler durdurulmuştur. Devlet Bahçeli, 1 Ocak 1948 tarihinde Osmaniye'nin Bahçe ilçesinde doğdu. Babasının adı Salih, Osmaniye'nin tanınmış çiftçi ve tüccarlarındandır, ve annesinin adı Samiye'dir. Fettahoğulları olarak bilinen geniş ve köklü bir Türkmen ailesine mensup olan Bahçeli, ailenin 4 çocuğundan biriydi. Babasının ilk evliliğinden olan 2 kardeşi vardır. Sol ideolojiye sahip bir ailede yetişen Bahçeli'nin babası Cumhuriyet Halk Partili ve İsmet İnönü hayranıdır. İlk öğrenimini memleketi Osmaniye'de 7 Ocak İlkokulu'nda tamamladı. Ortaokulu kendisinden üç yaş büyük Servet adındaki abisiyle Adana'da Özel Çukurova Koleji'nde yatılı okudu. Lise eğitimi için İstanbul'a akrabalarının yanına gitti ve Emirgan Akgün Koleji'ne yazıldı. Lise ikinci sınıfta Etiler'deki Özel Ata Koleji’ne geçti ve lise diplomasını da yine bu okuldan aldı. 1967 yılında Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ni (şimdiki adıyla Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi) kazandı ve dış ticaret bölümünü 1971'de bitirerek mezun oldu. Mezun oluşunun ardından Bahçeli, 1972 yılında Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi ve bağlı yüksek okullarda İktisat Bölümü asistanı olarak görev aldı. Öğrencilerle yakından ilgilenen bir akademisyendi. Aynı zamanda Ülkücü Maliyeciler ve İktisatçılar Derneği'nin kurucularından, Üniversite Akademi ve Yüksekokullar Asistanları Derneği'nin (ÜMİD-BİR) kurucularından ve genel başkanlarındandır. Ayrıca kısaca ÜNAY denilen Üniversite Akademi ve Yüksekokulları asistanlığı kurdu ve başkanlık görevini üstlendi. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde iktisat doktorası yaptı ve aynı üniversitenin İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Politikasında Ana Bilim Dalı'nda 1987 yılına kadar öğretim üyeliği görevini sürdürdü. Dr. Bahçeli yine bu süre içerisinde Türkiye ve Dünya Ekonomisi, Türk Tarihi ve Dış Politika konularıyla ilgilendi ve bu alanlarda çalışmalar yaptı. Bahçeli, gençlik dönemlerinde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi genel başkanı Alparslan Türkeş'in seminerlerine gitmeye başladı. 1967 yılında Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinde öğrenci iken Ülkü Ocakları Kurucusu ve yöneticisi olarak görev aldı. 1970-1971 yıllarında Türkiye Millî Talebe Federasyonu Genel Sekreterliği görevlerinde bulundu. Bir yandan aktif olarak siyasi faaliyetleri yürütürken, diğer yandan da akademik çalışmalarını devam ettirdi. 1980 Darbesi'nden sonra cezaevine giren Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Ülkücü kuruluşların yöneticileri ile mensuplarının davalarının her platformda savunulmasına dair çalışmalarda bulundu. MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş tarafından göreve çağrılması üzerine, 17 Nisan 1987 tarihinde üniversitesindeki öğretim üyeliği görevinden istifa eden Bahçeli, 19 Nisan 1987 tarihinde yapılan Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) Büyük Kurultayı'nda parti yönetimine seçildi ve Genel Sekreterlik görevine getirildi. MÇP ve MHP'nin yönetim kadrolarındaki görevi uzun yıllardır sürdüren Bahçeli, çeşitli zamanlarda Genel Sekreterlik, Genel Başkan Yardımcılığı, Merkez Yürütme Kurulu Üyeliği, Merkez Karar Kurulu Üyeliği, Genel Başkan Başdanışmanlığı görevlerinde bulundu. Milliyetçi Hareket Partisi genel başkanı Alparslan Türkeş'in 4 Nisan 1997'de geçirdiği kalp krizi sonucu Ankara'da vefat etmesinin ardından Bahçeli, 18 Mayıs 1997 tarihinde gerçekleştirilen 1997 Milliyetçi Hareket Partisi Olağanüstü Kongresi'nde genel başkanlık için Alparslan Türkeş'in oğlu Tuğrul Türkeş ile yarıştı. İlk turda Türkeş 412, Bahçeli 359, Ramiz Ongun 231, Enis Öksüz 104, Muharrem Şemsek 80 ve İbrahim Çiftçi 13 oy aldı. Kurultayın ilerleyen saatlerinde Türkeş dışındaki tüm adaylar Bahçeli lehine çekildi ve ülkücüler arasında çıkan kavga sonucu kongre ertelendi. 6 Temmuz 1997 tarihinde gerçekleştirilen olağanüstü kongrede Türkeş ile Devlet Bahçeli arasında yapılan tercih yarışında Bahçeli 1193 delegeden 697 oy alarak yeni genel başkan seçildi. Türkeş 487 oy alarak ikinci sırada kaldı. Genel başkanlığı sırasında partisi 1999 Türkiye genel seçimlerinde %8,18 olan oy oranını %17,98 çıkararak tarihindeki en yüksek oy oranını aldı ve ikinci parti oldu. Seçimlerin ardından hiçbir partinin tek başına iktidar olmak için gereken sandalye sayısına ulaşamaması üzerine 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'den hükümet kurma görevi alan Bülent Ecevit başkanlığında DSP, MHP ve Anavatan Partisi (ANAP) ile 2
8 Mayıs 1999 tarihinde kurulan koalisyon hükümetinde Başbakan yardımcısı olarak yer aldı. Bu hükümetle, MHP 21 yıl sonra hükümete girdi. 5 Kasım 2000 tarihinde gerçekleştirilen Olağan Kongrede 1301 delegenin oy kullandığı kongrede 1283 oy alarak tekrar genel başkan seçildi. Başbakan yardımcılığı görevini 18 Kasım 2002 tarihine kadar sürdürdü.2002 Türkiye genel seçimleri için yapılan anketler MHP'nin baraj altında kalma tehlikesi olduğunu işaret etti. Bahçeli'nin 29 Kasım 2002 tarihinde Seçim Beyannamesi Tanıtım Toplantısında yapmış olduğu konuşmada seçim vaatlerinin arasında ekonomi alanında yaşanan sıkıntıların aşılması da yer aldı. Seçimlerde partisi MHP'nin oyu %9,62 oranında düşerek %8,36'ya geriledi ve baraj altında kaldı. Bahçeli, seçimlerin ardından yaptığı açıklamada "Başarısızlığın tek sorumlusuyum" açıklamasını yaparak genel başkanlık görevinden istifa etti. 12 Ekim 2003 tarihinde yapılan kongrede MHP genel başkanlığı için Ramiz Ongun, Koray Aydın ve Aytekin Yıldırım ile yarıştı. 1180 delegenin oy kullandığı kongrede 688 oy alarak yeniden genel başkan seçildi, Ramiz Ongun 300 oy alarak ikinci sırada kaldı. Bahçeli, 19 Kasım 2006 tarihinde yapılan kongrede 1139 delegenin oy kullandığı kongrede 1127 oy alarak yeniden MHP genel başkanı seçildi. 2007 Türkiye genel seçimlerinde partisi oyunu %5.91 oranında artırarak %14,27 oy aldı. 2011 Türkiye genel seçimleri için yapılan anketlerin çoğu MHP'nin oy oranının düşeceğini işaret etti. Bahçeli'nin seçim vaatleri arasında her yıl %7 büyüme olması ve seçim kanununun tekrar gözen geçirilmesi yer aldı. olaca Seçimde MHP'nin oy oranı %1,26 düşerek %13.01'e geriledi. Bahçeli 4 Kasım 2012 ve 21 Mart 2015 tarihlerindeki MHP Olağan Büyük Kongrelerinde tekrar Genel Başkan seçildi. Genel Başkanlığını yaptığı MHP'nin Haziran 2015 Türkiye genel seçimleri için kullandığı seçim kampanyasının sloganı “Bizimle yürü Türkiye” şeklinde oldu. Seçim vaatleri arasında asgari ücretin 1400 TL yapılacağı, emekliye yılda iki kez 1400 TL ikramiye verileceği ve terörün kökünün kazınacağına yer verildi. Seçimde partisi oyunu %3,28 oranında artırarak %16,29'a getirdi. Seçim sonrası yaptığı değerlendirmede şöyle konuştu: ""Birinci koalisyon, başlangıcından bu yana birliktelikleri devam eden AKP ile HDP arasında olması lazımdır. İkinci bir koalisyon modeli olarak AKP, CHP ve HDP'yi bir araya getirebilirsiniz. Böyle bir yapılanma içinde MHP, şerefi ve haysiyetiyle, ilkeli ve dürüst davranışıyla, politikalarıyla, çok güzel ve Meclis'te denetimi esas alan bir ana muhalefet partisi görevini üstlenmeye de hazırdır""MHP Kasım 2015 Türkiye genel seçimleri seçim kampanyası için "Sen bilirsin Türkiye" sloganını kullandı. Seçim vaatleri arasında Evi olmayan ailelere 250 lira kira yardımı yapılacağı ve Muhtaç ailelere hilal kart verileceğine yer verildi. MHP seçimde %4,39 oy kaybederek %11,90 oy oranına geriledi. Kasım 2015 Türkiye genel seçimlerinin ardından sosyal medya'da çeşitli hesaplar tarafından Bahçeli'nin genel başkanlık görevinden istifa edeceği iddiaları ortaya atıldı. Fakat Bahçeli'nin Medya ve İletişimden Sorumlu Baş Danışmanı Metin Özkan "Asla istifa yok, yola devam" sözleriyle istifa iddialarını yalanladı. Bahçeli yaptığı yazılı açıklamada istifa iddialarını değerlendirerek, "Partimizin tüm organları görevinin başındadır. MHP ilkelerinden ödün vermeden yolunda yürüyecektir" dedi. MHP'de 547 delege olağanüstü kurultay taleplerini MHP Genel Merkezi'ne iletti. MHP eski milletvekili Meral Akşener, Açtığı davayı kazanarak ihraç edildiği MHP'ye geri dönen Sinan Oğan ve Koray Aydın kurultay çağrısında bulundu ve genel başkan adayı olduklarını açıkladılar. Fakat Bahçeli kurultay çağrılarını reddederek kurultay tarihi olarak 18 Mart 2018 tarihini işaret etti. 547 imzayı MHP Genel Merkezi’ne teslim eden Muhaliflerin avukatları "Kurultay Çağrı Heyeti" oluşturularak, herhangi bir yanıt alamadığı için partinin olağanüstü kurultaya götürülmesi talebiyle Ankara 12. Sulh Hukuk Mahkemesinde dava açtı. Parti yönetimi imzalarla ilgili açılan davada karar vermek için Ankara 12. Sulh ceza mahkemesinden süre istedi. Ankara 12. Sulh Hukuk Mahkemesi MHP'de olağanüstü kongre kararı verdi ve Yargıtay bu kararı oy birliğiyle onadı.Bahçeli’ye karşı genel başkanlığını ilan eden 6 muhalif adayın katılımıyla 19 Haziran 2016 tarihinde MHP’nin 6.Olağanüstü Büyük Kongresi toplandı. Tüzük kurultayı olarak tanımlanan kongrede, genel merkez aksini iddia etse de kurultay toplanma sayısına ulaşıldığı noter huzurunda teyit edildi. Kongrede kabul edilen değişiklik önerileriyle parti tüzüğündeki 13 madde yenilendi. Değişikliklerle birlikte parti tüzüğündeki ‘olağanüstü kurultaylarda genel başkan seçimi yapılmasını’ engelleyen madde ‘seçim yapılabilir’ şeklinde değiştirildi. Fakat Yargıtay’ın kararıyla 19 Haziran’da yapılan tüzük kurultayının yürütmesi, 3. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından durduruldu. Yargıtay'ın bu kararı sonrasında Akşener, seçimli olağanüstü kongre talebinin reddedilmesi ile ilgili olarak 'tam kanunsuzluk' talebiyle Yüksek Seçim Kurulu'na (YSK) şikayette bulundu. Fakat YSK, Çankaya Seçim Kurulu'nun "MHP'de kongre yapılamaz" kararına Akşener'in yaptığı itirazı reddetti. MHP Genel Merkezinin, 10 Temmuz'da yapılacak kongreyi yapmaktan vazgeçtiğine dair dilekçesi nedeniyle bu kararın alındığı belirtildi. MHP'li muhalifler basına kapalı gerçekleşen toplantı sonrası yapılan açıklamada, 4 genel başkan adayı, ortak hareket edeceklerini, en kısa sürede kurultayı toplayacaklarını söyledi. Bahçeli ""10 Temmuz bizim için amaç ve anlamını yitirmiştir. Artık önümüze bakacağız, oyalanmayacağız. 18 Mart 2018’de Olağan Büyük Kurultayımızı kardeşlik ve ülküdaşlık hukuku içinde yapacağız"" açıklamasını yaptı. Devlet Bahçeli genel başkan seçilmesinden 2 yıl sonra yapılan 1999 Türkiye genel seçimlerinde Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Osmaniye milletvekili olarak meclise girdi. Sadece 2 partinin meclise girebildiği 2002 Türkiye genel seçimlerinde Osmaniye milletvekili adayı oldu fakat partisi baraj altında kalınca meclise giremedi. Devlet Bahçeli ilk defa 1999 Türkiye genel seçimlerinde MHP Osmaniye milletvekili olarak meclise girdi. 2002 Türkiye genel seçimlerinde partisi baraj altında kalınca meclise giremedi. 2007 Türkiye genel seçimlerinde MHP Osmaniye milletvekili olarak tekrar meclise girdi. 2011, Haziran 2015 ve Kasım 2015 Türkiye genel seçimlerinde de MHP Osmaniye milletvekili olarak tekrar meclise girdi. 6 Şubat 2010 tarihinde Recep Tayyip Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi tarafınca, TBMM genel kurulunda Erdoğan'a yönelik "kişilik hakları ile parti tüzel kişiliğine saldırıda bulunulduğu" iddiasıyla Bahçeli aleyhinde 50 bin TL'lik manevi tazminat davası açılmıştır. Dava dilekçesinde Bahçeli'nin; "Türkiye'yi bölmeye çalışmak, etnik bölücülük konusunda sicil sahibi olmak, Türkiye'yi ayrıştırma ve bölme projelerini İmralı, Kandil ve Barzani'nin desteğiyle hayata geçirmek için çalışmak, İmralı canisi ile rol paylaşmak, işbirliği içinde olmak, kol kola girmek, aynı çizgide olmak; kimliksiz ve kişiliksiz siyasetin temsilcisi olmak, hayasızlık, ahlaksızlık, namussuzluk, edepsizlik; çürümüş bir zihniyete sahip olarak, etrafa mide bulandıran koku yaymak, ahlak bunalımına girmek, ahlaki ve vicdani bütün ölçülerini kaybetmek, seviye ve seviyesizlik ölçüleriyle tarif edilemeyecek bir çukura düşmek, utanç verici bir kişi olmak, teröristleri kucaklamak, alçaklık, yalancılık, riyakarlık, yalanlarla Türk milletine hakaret etmek" gibi ifadeleri ve sözleriyle Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi'ni itham ettiği kaydedildi. Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde görülen davada, her davacı için 10 bin TL olmak üzere toplam 20 bin TL manevi tazminat cezasının ödenmesine karar verilmiştir. Bahçeli'nin 1999 yılında yayınlanan mal varlığında; 303 metrekare kagir mağaza, 100 metrekare kagir mağaza, Toplam 8659 metrekare 8 adet arsa, 15404 metrekare arsanın 1/3 hissesi, 1071 metrekare arsanın 1/3 hissesi, 375 dönüm tarlanın 1/3 hissesi, 8.000 metrekare arsanın 1/4 hissesi, 3435 metrekare arsa, 60 metrekare yazlık kooperatif evi, Toplam 6583 metrekare 4 adet arsa, 165 metrekare apartman dairesi ve 385 bin TL nakit paraya sahip olduğu açıklanmıştır. Bahçeli, aldığı milletvekili maaşını Mehmetçik Vakfı'na bağışlamaktadır. Bahçeli, başkanlık sistemi önerisi olması ve anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilmek istenmesi durumunda yeni anayasa hazırlığına olumlu bakmayacağını belirtmiştir. Devlet Bahçeli, partisinin parlamenter sistemden yana olduğunu fakat Başkanlık sisteminin referanduma götürülmesinde herhangi bir sakınca duymadığını bildirdi. Başbakan Binali Yıldırım, Türkiye'nin fiili durumu hukuki durum haline getirmek mecburiyetinde olduğunu ve Başkanlık sisteminini içeren anayasa teklifini kısa süre içerisinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne getireceklerini belirtti. 15-16 Temmuz 2016 tarihleri arasında kendilerini "Yurtta Sulh Konseyi" olarak adlandıran bir grup asker tarafından askeri darbe girişimi gerçekleştirildi. Darbe girişimi sırasında parti yöneticileri ile Genel Merkez Binasında olan Bahçeli, yaptığı ilk açıklamada bu girişimin kabul edilemez olduğunu bildirdi. Darbe girişiminin ardından olağanüstü toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı konuşmada millî iradenin çok ağır saldırı ve suikasta uğradığını ve hükümetin yanında olduğunu savunmuştur. Darbe girişiminin ardından Türkiye'de 3 ay süreyle Olağanüstü Hal kararını doğru bulduğunu ve desteklediğini açıkladı. 1915 Ermeni Kırımı konusunda Fransa'da yaptığı açıklamada soykırım iddialarının asılsız olduğunu ve böyle bir olayın asla yaşanmadığını söylemiştir. 2 Haziran 2016 tarihinde Almanya Federal Meclisi'nde Hristiyan Birlik Partileri, Sosyal Demokrat Parti ve Yeşiller Partisi tarafından hazırlanan ve meclise gelene kadar içeriği gizli tutulan 1915'te Ermenilere yönelik yapılan eylemleri "Soykırım" olarak tanımlayan tasarı önergesi oy çokluğuyla kabul edilmesi üzerine partisinin TBMM'de düzenlenen partisinin grup toplantısında şöyle konuşmuştur:""Sözde Erm
eni soykırım iddialarını kim gündeme getiriyorsa iyi niyetli değildir. Bize bu yaftayı kim vurmaya çalışıyorsa doğru konuşmuyordur. Merhametin, hoşgörünün, vicdanın ve insaniyetin burcu olan Türk milletini baskıyla köşeye sıkıştırmaya kim yelteniyorsa gerçekleri bastırma çabasındadır... Tehcir yerindedir, bugün olsa tekrar yaparız... sözde Ermeni Soykırımı kararı hükümsüzdür, bizim tarafımızdan kınanmıştır."" Gezi Parkı protestoları ile ilgili Merkez Yönetim Kurulu ve İl Başkanları toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada şiddet ve toplumsal başkaldırıyla hiçbir sorunun çözülemeyeceğini, Recep Tayyip Erdoğan'ın tepkileri fark edememiş ve rest çekerek vaziyeti kurtarmaya çalıştığını söylemiştir: ""Şiddet ve toplumsal başkaldırıyla hiçbir sorunumuz kalıcı şekilde çözülemeyecek, hiçbir meselenin üstesinden gelinemeyecektir. Ancak Başbakan Erdoğan hala gelişmeleri anlayamamış, tepkileri fark edememiş ve rest çekerek vaziyeti kurtarmaya yönelmiştir. Tunus'tan dönüşünde İstanbul Havalimanı'nda yaptığı konuşmada kullandığı üslup yine keskin, yine tehlikeli ve yine hoşgörüsüz olmuştur. Başbakan'ı karşılamaya giden kalabalıkların gece yarısı attığı sloganlar, yaptıkları tezahüratlar tam bir saflaşmanın ve düşman kamplarına ayrılmanın ürünüdür"" Bahçeli, 2011 Aralık ayının sonlarında gerçekleşen 35 kişinin hayatını kaybettiği Uludere olayı ile ilgili olarak hükümetin tatmin edici açıklama yapmadığını savunurken, ""Cenaze törenlerinin PKK şovuna çevrilmesi, örgüt paçavralarının tabutların üzerine serilmesi esasen olayın arkasındaki sisli yanları da kısmen netleştirmiştir"" ve ""Yüzde bir bile ihtimal olsa sınırlarımızdan kanun dışı yollardan girenlerin bir tek Mehmetçiğe, bir tek vatandaşımıza zarar vereceği hesap ediliyorsa ve bu bir tehdit olarak görülüyorsa devlet derhal gereğini yapmalıdır ve bu son olayda da yapmıştır"" açıklamalarını yapmıştır. Aleviliğin nitelikli eğitim ve kadro ihtiyacını karşılayacak, Türkiye Alevilik araştırmaları merkezi kurulması ve Alevi islam inancı önderlerinden ilahiyatçılardan oluşan özel ihtisas komisyonu kurulması gerektiğini belirten Bahçeli, Cemevleri'ne de devlet yardımı yapılması gerektiğini düşünmektedir. 2013 yılında yaptığı açıklama şöyledir: ""AKP'nin amacı mezhep eksenli mesaj vermek ve Türk milletini çok çetin bir muammaya gömmektir. Alevi İslam inancına mensup kardeşlerimizi dışlama ve incitme pahasına yapılan siyasi tercihlerin milletimizin kardeşliğini ve birliğini sakatlayacağı açıktır... Safevî Devleti, Şah İsmail öncülüğünde 16. yüzyılın başında İran'da kurulmuş bir Türk devletidir... Samimiyetle söylemek isterim ki Şah İsmail de en az Yavuz Sultan Selim kadar bizim için saygıdeğer ve yeri dolmayacak bir hünkarımızdır. 500 yıl önce Çaldıran'da dökülen kana ne kadar üzülsek de Türk'ün, Türkmen'in kanıdır. Biz ne Yavuz'dan ne de İsmail'den vazgeçeriz."" Diyanet İşleri Başkanlığı'nın siyasallaştığını söyleyen ve Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'i istifaya çağıran Bahçeli, Alevi İslam inancını da bünyesinde temsil edecek şekilde Diyanet İşleri Başkanlığında radikal düzenlemeye gidilmesi gerektiğini ve din kültürü derslerinin müfredatına doğru objektif bilgiler dahil edilmesi gerektiğini savunmuştur. Bahçeli, kadına uygulanan şiddetin tamamen yok edilmesi için başta siyasi sorumluluk sahipleri olmak üzere herkesin üzerine düşen bir görevin olduğunu ve herkesin bu görevi eksiksiz olarak yerine getirmesi gerektiğini savunmaktadır. Dünya Kadınlar Günü nedeniyle mesaj yayınlamıştır. Devlet Bahçeli'ye MHP genel başkanlığı görevine seçilmesinden itibaren çeşitli eleştiriler yapılmıştır. Devlet Bahçeli evli değildir. Herhangi bir sağlık sorunu bulunmayan Bahçeli, 2004 yılında Atatürk Araştırma ve Eğitim Hastanesi'nde kalp ameliyatı oldu ve 4 damarında müdahalede bulunuldu. 2016 yılında Kocaeli'nde özel bir hastanede tekrar kalp ameliyatı oldu. Bahçeli yaptığı bir konuşmada dini inancının İslam olduğunu şöyle belirtmiştir: ""Hamd olsun hepimiz Müslümanız. Dünyanın gelip geçiciliğini biliyoruz. Biz Müslüman olduğumuz kadar da Türküz. Değişmeyecek kaderimiz budur. Doğumdan ölüme kadar kim olduğumuzu sormaya gerek duymadık."" Demir oksit Demir oksit genellikle dağlık bölgelerde, kayaların arasından çıkan bir bileşiktir. Bu bileşiğe çıplak elle dokunulamaz çünkü bileşikteki oksit gazı havayla temas edince yanıcı bir madde açığa çıkar. Bu bileşik, Türkiye'de Doğu Anadolu'nun doğusunda Van ili sınırlarında bolca bulunmaktadır. Oliver Tobias Oliver Tobias (d. 1947, Zürih), İsviçre asıllı İngiliz tiyatro, sinema, televizyon oyuncusu ve yönetmeni. 1972'de BBC'de yayınlanan "Arthur of The Britons" adlı dizi filmdeki Arthur rolü ile İngiltere'de ünlü oldu. Londra'da "Hair" başta olmak üzere birçok önemli tiyatro oyununda ve müzikalde sahneye çıktı. 1978 yılında Joan Collins ile baş rolünü paylaştığı The Stud (Türkiye'de "Çivi" adıyla gösterildi) adlı erotik filmdeki patronunun karısıyla ilişki yaşayan, çapkın ve hırslı gece kulübü yöneticisi rolüyle bütün dünyada popüler oldu. 1970'lerin sonunda ve 1980'lerin başında sinemanın en yakışıklı ve en seksi erkeklerinden biri olarak anılmaya başlandı. Tobias önceleri seks sembolü olarak anılsa da ilerleyen yıllarda yüksek oyunculuk yeteneği ve karizmasıyla önemli tiyatro aktörlerinden biri olarak kabul görmüştür. Oda (anlam ayrımı) Geyikli, Şalpazarı Geyikli, Türkiye'nin Trabzon ili Şalpazarı ilçesine bağlı mahalledir. Fatih Sultan Mehmet Han, Trabzon'u fethedince Uzun Hasan ve diğer isteklilere karşı limanı korumak için, Trabzon'a bir günlük yol mesafedeki stratejik yerlere sağlam Türk Boylarını, Karamandan Alaaddin Keykubat'ın boylarından oymakları getirip yerleştirir ve bunlara tuğ verir. Geyikli yollara hakim bir yerdir. İşte buraya da Bursa Orhan Gazi bölgesinden Bayraktar Bey'i ve oymağını yerleştirir ve ona da tuğ verir. Tuğ halen Bayraktar sülalesi tarafından muhafaza edilmektedir. Bayraktarlar ve sonrasında Çepniler gelmişlerdir. Bayraktarlar veya Alemdarlar Karaman Türküdürler. Giresun, Bolu, Sakarya, Kocaeli İstanbul gibi illere dağılmışlardır. Bayraktarların toplantıları Kur'an ve şiirle başlar. Geyikli bölgede "Alagavur" olarak da bilinmektedir. Resmi adı 1960 yıllarda "Geyikli" olarak değiştirilmiştir. Alagavur adının nereden geldiğine ilişkin öne çıkan rivayet; bu ismin eskiden bölgede yaşayan ve yüzünde ala bulunan kalaycılık yapan bir Rum'dan geldiği şeklindedir. Trabzon'un Şalpazarı ilçesine bağlı bir yerleşimdir. Trabzon'un batı sınırını oluşturur. Üç derenin ağzına hakim güzel ve tarihi bir yerleşimdir. Sis Dağı'nın zirvesine yakın, aşağılara hükmeden bir yerdedir. Q faktörü Radyolar elektromanyetik tayfın belli bir aralığını dinlemek üzere dizayn edilir. Radyonun seçicilik ve hassaslık faktörlerine göre kalitesini değerlendirmek mümkündür buna Q faktörü denir. Bu frekans bandındaki radyo alıcıları kalite ve özelliklerine göre çok değişik modellere ayrılabilmektedir. Hassaslık ve seçicilik bu tür radyolarda kalite kıyaslama unsurudur Band (Metre) Frekans aralığı (kHz) Dernek Dernek, kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, en az yedi gerçek veya tüzel kişinin, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları tüzel bir kişiliğe sahip kişi topluluklarındandır. Türk Medeni Kanunu'na göre herkesin önceden izin almadan dernek kurma hakkı vardır. Fiil ehliyetine sahip her gerçek kişinin dernek kurma hakkı vardır. Ayrıca, hiç kimse dernek kurmaya veya derneğe üyeliğe zorlanamaz. Dernekler vakıflar gibi topluma yararlı bir hizmet gerçekleştirmek için kurulmuş yasal topluluklardandır. Derneklerin çalışma ve işleyiş hususlarını düzenleyen kanuna dernekler kanunu denir. Türkiye’de 2004 yılında yürürlüğe giren Avrupa Birliği uyum müktesebatları gereği yürürlüğe giren 5253 sayılı dernekler kanunu ile ülkemizdeki dernek, spor kulübü derneği, federasyon gibi sivil toplum kuruluşlarının sayısının ve niteliklerinin hızla artmasını sağlamıştır. Dernekler Dairesi Başkanlığı verilerinden derlenen bilgilere göre, Türkiye'de açık durumda bulunan dernek sayısı 100 bini aşmıştır. (Türkiye'de 100 bin 363 faal dernek bulunuyor.) Derneklerin yüzde 20'si İstanbul'da bulunur. Feshedilmiş dernek sayısı da 150 bin 419'dur. İstanbul iller sıralamasında en çok derneğin faaliyette olduğu kent olurken, İstanbul'u 9 bin 621 ile Ankara, 5 bin 588 ile İzmir, 4 bin 100 ile Bursa takip eder. Türkiye'de kamu yararına çalışan dernek sayısı ise 402. Akide (din) Akîde, Akâid veya İtîkâd (Arapça: عقيدة); İslam'da inanç olarak bağlanmayı gerekli kıldığına inanılan inanç esaslarının bütünü olarak bilinir. Akîde kelimesi Arapça "a-k-d" (عقد) kökünden gelip, "bağ", "bağlama/bağlanma", "düğümleme/düğümlenme" ve aynı zamanda "bağlılık" ve "sözleşme" anlamlarına da gelir. Terim olarak "inanç" ve "iman" anlamında kullanılmıştır. Benzer bir ifade olan kelam ise inançla ilgili felsefi tartışmalar için kullanılmıştır. Akaid, medreselerde İslam teolojisinin bir dalı olarak okutulmuştur. Akîde kelimesi kavram olarak Kur'an'da yer almaz. Akîde tanımı İslam İtikadi Mezhepleri tarafından, Kur'an'da bulunmayıp hadislerde geçen inanç konuları için söz konusu edilmiştir. Vahhabilerin kendilerini kamufle olarak kullandıkları oluşum olan Selefi'lik İslam İtikadi Mezhepleri dışında tutulmalıdır. Mezhep değildir bir oluşumdur. Sünni akaidinde imanın 6 şartı ve 5 adet farz gibi konular işlenir. Diğer konular İslam eskatolojisi ile ilgili konulardır. Şii akaidinde 5 temel esas bulunur; Tevhid, adalet, nübüvvet, imamet ve kıyamet. Yahudi İspanyolcası Yahudi İspanyolcası, (Djudeo-Espanyol - גודיאו-איספאנייול - ) ya da Ladino; Hint Avrupa dil grubunun Latin koluna bağlı Eski İspanyolcadan kökenlenmiş olan bir dildir. Yahudiler tarafından konuşulduğu için "Judeo- (Yahudi)" öntakısını almış olan dil, bazı filologlarca Standart İspanyolcanın, tarihi bir varyantı olarak da değerlendirilmektedir. Esasen, temel yapısı 15. yüzyıl İspanyolcasını ya
nsıtmaktadır. Ve de zamanla, Türkçeden, Fransızcadan, İbraniceden, Yunancadan, Arapça'dan, bazı balkan dillerinden ve de diğer iberik dillerden birçok sözcüğü bünyesine katarak zenginleşmiştir. Yahudi İspanyolcasını, yaklaşık 100.000 ila 200.000 kişinin konuştuğu düşünülmekle beraber tam sayısı bilinememektedir. Bunun sebebleri, bugün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olması, konuşanlarını genellikle 65 yaşının üstündekilerin oluşturması ve genç kuşaklara artık aktarılmaması, hiçbir ülkede resmi statüsünün bulunmaması ve ayrıca Modern İspanyolca tarafından asimile edilmesi olarak sayılabilir. Bugün, başta İsrail ve Türkiye olmak üzere birçok ülkede konuşulmaktadır. Guatemala Kızılderilileri ile İspanyolların melezi olan Ladinolar etnisitesiyle karıştırmamak gerekir. Temel olarak eski İspanyolcayı yansıttığı ve de İspanya kökenli olduğu için, 15. yüzyıldan beri, en yaygın ismi, Español (oku. Espanyol) yani İspanyolca olmuştur. Türkiye'de, Yahudi İspanyolcasını konuşanlar, dillerine en sık olarak "Espanyol" derler. Buna karşıt, Standart İspanyolcaya da "Kastilyano" (Kastilyaca), "Espanyol de Espanya" (İspanya İspanyolcası) veya Espanyol Halís (Halis İspanyolca) demektedirler. Türkiye'de varolan 19.000 Sefarad'ın sadece 8.000'inin Yahudi İspanyolcası konuştuğu düşünülmektedir, ve bunların çoğu 65 yaş üzerindedir. Ladino 65 yaşın altındaki Yahudiler tarafından anlaşılsa bile artık konuşulmamaktadır. Bu yüzden Ladino ciddi bir yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Yahudi İspanyolcası konuşan Yahudilerin çoğunluğu, tarih boyunca Osmanlı topraklarında bulunmuşlardır. Osmanlılar da bu dile "Yahudice" demişlerdir. Bu sözcüğü Yahudiler kendi dillerine çevirip, Yahudi İspanyolcasına, "Djudió" (oku. Cudyo) (Türkiye, Yunanistan) veya "Djidió" (oku. Cidyo) (Bulgaristan, diğer balkan ülkeleri) demişlerdir. Bugün, çoğunlukla İsrail'de, Türkiye'de, Amerika Birleşik Devletleri'nde, Fransa'da, Yunanistan'da, Brezilya'da, Birleşik Krallık'ta, Fas'ta, Bulgaristan'da ve İtalya'da, daha az miktarda da, Kanada'da, Meksika'da, Arjantin'de, Tunus'ta, Uruguay'da, Sırbistan'da, Bosna-Hersek'te, Makedonya'da, Belçika'da, El Salvador'da, ve Hollanda'da konuşulmaktadır. Bu ülkelerin dışında, Venezuela'da, Mısır'da, Cezayir'de, Guatemala'da, İspanya'da, Küba'da, Şili'de, Romanya'da, Surinam'da, Jamaika'da ve de Kolombiya'da da konuşulmakla beraber, bu ülkelerdeki konuşan sayısının 100 kişinin altına düştüğü düşünülmektedir. Bölgesel isimleri şöyledir: "(Türkçe yazılım ile)" Bütün konuşanlar arasında en çok kabul edilen ve en genel-geçer isim; "Espanyol" (İspanyolca) ve "Djudió"dur (Cudyo yani Yahudice). Bunun dışında, yaygın olarak "Ladino" ve "Sefaradi" isimleriyle de bilinir. Ancak, dünya çapında en geçerli olan ve de akademisyenlerin de kullandığı ismi "Djudeo-Espanyol" (oku. Cudeo Espanyol)'dur, yani Yahudi İspanyolcası ya da Musevi İspanyolcası'dır. Ayrıca Türkçede "Yahudice" ve "Musevice" isimleriyle de bilinir. Türkiye'de Türkiye Yahudileri tarafından çıkartılan Şalom gazetesinin sadece bir sayfası, Ladino dilinde basılmakta diğer sayfalarında ise Türkçe kullanılmaktadır. Ayrıca, iki haftada bir sadece Yahudi İspanyolcası bir ek, "El Amaneser"i çıkarmaktadır. I. yüzyıl ile VI. yüzyıl arasında Roma İmparatorluğu'nun farklı yerlerinden, çoğunlukla da Filistin'den göç eden Yahudiler, İspanya'ya yerleşmişlerdir. İspanya'da yaşayamaya başlayan Yahudiler, VII. yüzyılın başlarında, o zamanın İspanya'sında konuşulan antik İspanyolca'yı konuşmaya başlamışlardır. Ve de 1492 yılına kadar ana dilleri olarak eski İspanyolca'yı konuşmuşlardır. 711 yılında İspanya, Emeviler tarafından fethedilmiş, 1492 yılının başında da İspanyollar tarafından geri alınmıştır. Ülkede birlik adına Kastilya kraliçesi "Isabella" ile Aragonya kralı "Ferdinand" evlenip, diğer küçük krallıkları da boyunduruklarına alarak "Katolik İspanya Kraliyeti"ni oluşturmuşlar. Kral ve kraliçe, Ferdinand ve Isabella, ilk faaliyet olarak, 31 Mart 1492'de, ülkede yaşayan tüm Müslüman ve Yahudilerin din değiştirerek Katolik Hıristiyan olmalarını ya da dört ay içinde tüm mal ve mülklerini geride bırakarak ülkeyi terketmeleri yasası çıkarmışlardır. Bunun üzerine, dönemin Osmanlı padişahı II. Bayezid, İspanya topraklarında yaşayan Müslüman ve Yahudileri hem Kuzey Afrika hem de Akdeniz üzerinden kaçırarak Osmanlı topraklarına yerleştirmiştir. 4 aylık dönemin sonunda İspanya'daki Yahudilerin 150.000'i Osmanlılara, 50.000'i diğer ülkelere (Fransa ve Portekiz) göç etmişlerdir. Ülkede kalan Yahudi ve Müslüman'lar ya din değiştirmiş ya da aslanlara yedirilmiştir. 1497'de Portekiz Krallığı da aynı yasayı çıkartınca, oradaki Yahudilerin çoğu sözde din değiştirmiş, ancak uygulamada dinlerini korumuşlar, daha sonra da ülkeyi normal yollarla terk edip diğer Sefaradların bulunduğu yerlere veya Güney Amerika'ya yerleşmişlerdir. Sonuç olarak, 1492'de İspanya'dan kovulan Yahudiler Osmanlı İmparatorluğu'nda eski İspanyolcayı ya da Yahudi İspanyolcasını serbestçe kullanmışlar, kitap ve gazeteler yayımlamışlardır. Hatta Osmanlı'da uzunca bir dönem ticaret dili olarak Yahudi olmayanlar tarafından da kullanılmıştır. Dolayısıyla bütün bu yollarla ve de dilin aile içinde kulaktan kulağa, konservatif bir şekilde aktarılmasıyla da Yahudi İspanyolcası, İspanya'daki dil değişimlerinden etkilenmeyip, 15. yüzyıl İspanyolcasını neredeyse günümüze değin taşıyabilmişlerdir. Ancak bugün hem ciddi bir yok olma hem de modern İspanyolca tarafından asimile olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. 600'lü yılların başından 1492'ye kadar İspanyolca konuşan Yahudilerin dilleri, o dönemin İspanyolcasıyla neredeyse aynı idi. Sadece çok küçük üç fark barındırıyordu: 1492'ye kadar İspanya'da çoğunlukla Raşi (kitap yazısı) ve Solitreo (el yazısı) denen yazıları kullanıyorlardı. İspanya'dan çok farklı topraklara dağılan Sefaradlar çoğunlukla yine Raşi ve Solitreo alfabeleri ile yazmışlardır. Ancak birçok bölgede de yerleştiştikleri bölgelerin yazılarını almışlardır. Böylece Yahudi İspanyolcası 1850'lere kadar, Arap, Bulgar (Kiril), Raşi/Solitreo ve Yunan alfabeleriyle yazılmıştır. 1850'lerde Fransızca yolu ile ilk defa Latin harfleriyle tanışmışlardır. 1850'den bugüne kadar, Yahudi İspanyolcası; Arap, Bulgar (Kiril), Eski İspanyol (Latin), Fransız (Latin), İbrani, İspanyol (Latin), Raşi/Solitreo, Türk (Latin) ve Yunan alfabeleriyle yazılmıştır. Bugüne dek maalesef bir imla birliği sağlanamamıştır. 1940'lardan sonra artık Arap, Kiril harfleriyle yazan neredeyse hiç kimse kalmamış, Türkiye Yahudileri 1928'den sonra Türk alfabesi ile yazmaya başlamış, Raşi alfabesi unutulmuş ve de İsrail'in kurulmasından sonra İbrani alfabesiyle de yazılmaya başlanmıştır. Bugün konuşanların çoğu İsrail'de yaşadıklarından, çoğunlukla İbrani alfabesi kullanılır. Diğer bir çoğunluk Türkiye'de yaşadığından, Türk alfabesi de sıklıkla kullanılır. Bir diğer grup Fransız alfabesiyle yazmaya devam etmektedir. Yazıyı belli bir standarta oturtmak açısından, "Alliance Israelite Universelle", "Aki Yerushalayim" adlı, Latin harflerine dayalı bir imla geliştirmiştir. Var olan (hemen hemen) her sesi bir harfe karşılık getirmek yoluyla hazırlanmıştır. Bugün Şalom gazetesi ve El Amaneser eki, Yahudi İspanyolcasını bu imla ile yazmaktadır. Ancak her lehçe ve şivenin farklı sesletimleri mevcut olduğundan yine yazı birliği sağlanamamakta, daha kötüsü bugün süren yeniden canlandırma çalışmalarında, dili öğrenenlerin bir kelimeyi bir şive ile diğerini de başka bir şive ile telaffuz etmesine ve hatta böyle yazmasına yol açmaktadır. Yahudi İspanyolca'sının 2 ana variantı vardır: Doğu variantı (Levantina) ve Fas'ta konuşulan Batı variantı (Haketia) Doğu variantı: Fas, Cezayir ve Tunus dışındaki diğer tüm bölgelerde konuşulur. Bu doğu variantı da iki lehçeye ayrılır: "Batı Lehçesi (Occidental)" ve de "Doğu Lehçesi (Oriental)" Doğu lehçesi: Türkiye, Doğu Bulgaristan, Selanik ve de Rodos Adası'nda konuşulur. Batı lehçesi ise: Yunanistan'ın geri kalan bölgesi, Batı Bulgaristan, Makedonya, Bosna-Hersek, Sırbistan ve Romanya'da konuşulur. Bugün, dünyada en yaygın lehçe Doğu lehçesi, ve de özellikle bu lehçenin Türkiye şiveleridir. Çünkü diğer şive ve lehçeleri konuşanların çok büyük bir kısmı (160.000 civarı), Naziler tarafından öldürülmüşlerdir. 15 yüzyıl İspanyolcası olan Ladino'nun farkları gramer, kelimeler, telaffuz olarak ayrılabilir. Öncelikle Ladino, İspanyolcanın Ortaçağdaki formunu korumaktadır, dolayısıyla fiil çekimlerinde, yardımcı fiillerde bir takım eski unsurları halen içinde barındırmaktadır. Örneğin "Ser" (Olmak) fiilinin 2. Tekil Şahıs çekimi Modern İspanyolcada "eres" iken Ladino'da "sos" dur. "Nerede" kelimesi Modern İspanyolcada "Donde" şeklindeyken Ladino'da "Ande" şeklindedir. Dolayısıyla bir İspanyol "Nerelisin?" sorusunu "De donde eres?" şeklinde sorarken Ladino'da bu "D'ande sos?" şeklinde sorulur. Yine dile İbranice'den giren -im ve -ot çoğul ekleri, Ladinodaki İbranice kelimleri çoğul yaparken kullanılırlar. Örneğin İspanyol Yahudisi anlamına gelen Sefarad kelimesinin çoğulu "Sefaradim"dir. Ladino; İspanya İspanyolcası'nın ilk zamanlarından kalma kelimeleri hala muhafaza etmektedir amatar, ambezar, alungo, merkar, trokar gibi kelimeler artık İspanyolcada kullanılmazken, Ladino'da yaygın olarak kullanılmaktadır. İspanyolcada ise bu kelimlerin türevleri kullanılmaktadır. Örneğin "merkar" Eski İspanyolcada / Ladino'da satın almak demektir. Modern İspanyolcada bunun yerine "comprar" fiili kullanılır ancak alışveriş merkezine "mercado", süpermarkete de "supermercado" denilmektedir. 15. yüzyılda var olmayan kavramlar, Yahudiler tarafından Türkçe ve Yunancadan alınmıştır. Örneğin kuçara (kaşık) ve kuçiyo (bıçak) kelimeleri hem İspanyolcada hem de Ladino'da aynı iken, o zamanlar var olmayan çatal kavramını Yahudiler Rumlardan almışlardır (piron), İspanyollar ise "tutan" anlamında "tenedor" demişlerdir. Yine Yunancadan Ladinoya giren Bokal (Yunanca: Bukali = Şişe), Piron (Yunanca: Pironi = Çatal) kelimeleri Ladino'da kullanılır. D
ini terimlerin çoğu İbranice ve Aramice kökenlidir, Patur=Mübah, Kaşer=Helal, Mazal=Şans, Nes=Mucize Türkçeden girme kelimeler "Kuti = Kutu", "Buri=Boru", "Takum=Takım", "Furça=Fırça", "Bozear veya Bozdear=Bozmak", "Dolaşear=Dolaşmak" Bazı kelimeler Ladino'ya Endülüs zamanında Arapça'dan girmiştir "Haber", "Alkunya=Soyadı" Dinin etkisiyle Hıristiyanlığı çağrıştıracak bazı kelimeler değiştirilmiştir. Örneğin Tanrı'ya "Dios" değil "Dio" denir böylece çoğul anlaşılması engellenir. Pazar gününe Domingo "İsa'nın günü" yerine "Alhad" "Birinci gün" denir. Yine dini sebeplerden dolayı olumsuz konuşmamak için bazı kelimelere tam ters anlamlar yüklenmiştir. Kömür yerine Blankura=Beyazlık, gibi. Içinde "rd" sessizi geçen kelimeler "dr" ye dönüşür "Tarde=Tadre=Gün Batımı", "Verde=Vedre=Yeşil", "Sordo=Sodro=Sağır". Bazı durumlarda kelimenin içine ekstra bir "n" harfi girer "asi=ansi=böyle", "mucho=muncho=çok" vs. Bu ekstra "n" aslında sadece Ladino'da değil, İspanyolcanın birçok yerel lehçesinde de mevcuttur. Ayrıca İspanyolcada sonradan değişmiş kelimelerin orijinal halleri korunur. Lamber = Yalamak hem Eski İspanyolca, hem de Ladino'dur. İspanyolcada ise Lamer olmuştur. Aynı şekilde Palomba = Güvercin > Paloma. Yazısının Modern İspanyolcadan oldukça farklı olmasına rağmen, konuşma Modern İspanyolca'ya oldukça benzemektedir. Tonlama olarak daha çok güney Amerika İspanyolca'sını çağrıştırır. Yani konuşmada konuşmanın melodisi daha inişli çıkışlıdır, soru cümleleri çok daha vurguludur ve de peltek "s" kullanılmaz. Telaffuzdaki temel fark ""J" harfinin telaffuzudur: Bugünkü İspanyolcadaki "J" harfi, İspanya'da, gırtlaktan gelen bir h, güney Amerika'da ise normal bir H olarak okunur. Eski İspanyolcada 3 farklı sese tekabül gelen bu "J"nin orijinal okunuşunu Yahudiler korumuşlardır: "J", "C" veya "Ş". Ladino konuşulduğu ülkenin dilinden ödünç kelimeler aldığından bölgesel ufak farklılıklar görülmektedir ancak bu anlaşmaya engel olacak kadar büyük fark değildir. Örneğin İstanbul'da hamamböceğine "eskaravajo" denilirken İzmir'de "eskaravado" denir. Modern İspanyolca: Mi querido, yo te amo del corazón, pero no te puedo alcanzar. Mejor es morir más que sentir dolores de amor. Ni es liviano de dejar la vida, ni olvidarse el sufrimiento. İstanbul Şivesi: Mi kerido, yo te amo del korason, ma no te puedo alkansar. Mijor ez murir mas ke sintir dolores de amor. Ni ez liviano de deshar la vida, ni olvidarse la sufriensa. Edirne Şivesi: Mi kirido, yo te amo del korason, ma no te puedo alkansar. Mijor ez murir mas ke sintir dolores de amor. Ni ez liviano de deshar la vida, ni ulvidarse la sufriensa. Saray Bosna Şivesi: Mi kiridu, yu ti amu dil kurason, ma nun ti puedu alkansar. Mijor es murir mas ki sintir duloris di amor. Ni es livianu di dishar la vida, ni ulvidarsi la sufriensa. Kosova Şivesi: Mi kiridu, yu ti amu dil kurason, ma nun ti puedu alkansar. Mijor ez murir mas ki sintir duloris di amor. Ni ez livianu di dishar la vide, ni ulvidarsi le sufriense. Türkçesi: Aşkım, seni kalpten seviyorum ancak sana erişemiyorum. Aşk acısı çekmektense, ölmek yeğdir. Ne hayatı bırakmak ne de acıyı unutmak kolay değil. Apollo Projesi Apollo Projesi, NASA tarafından gerçekleştirilen insanlı Ay yolculuğu projesi. Gemini Projesi'nden sonraki proje olmakla birlikte Uzay Yarışı ve Soğuk Savaş, Apollo Projesi aşamasına gelinmesinde etkili olmuştur. Proje, Apollo uzay araçları ve Saturn V ile 1961 ile 1975 yılları arasına uygulandı. Apollo Projesi, adını Yunan tanrısı Apollon’dan almıştır. Apollo uzay gemileri 3 kişilik bir kabin, bir füze ve özitmeli bir kapsülden oluşuyordu. Füze, fırlatma ve manevra amaçlı; kapsül, uzay gemisi ile Ay yüzeyi arasındaki ilişkiyi sağlayabilme amaçlıydı. (Önce uzay gemisi fırlatılarak Ay yörüngesine yerleştirilir, sonra 3 astronottan ikisi kapsüle geçerek Ay yüzeyine bu kapsülün geri itmeli fren sistemi sayesinde Ay'a iner. Görevleri bitince de yörüngede bekleyen uzay gemisine geri dönerler.) NASA, Ay'a insanlı gemi göndermeden önce insansız Orbiter, Ranger ve Surveyor araçlarını gönderdi. Bunlar yardımı ile Ay'ın yüzeyinde Apollo'nun inişi için uygun yer arandı. Ay yüzeyine inmeden önce Apollo Projesi'nde görev alanların insan yaşamına gelecek zararı en aza indirgemek amacıyla planladığı bir dizi uçuş sırasında 4 ayrı plan düşünülmüştü: Doğrudan Yükseliş: Bu plana göre uzay gemisi doğrudan Ay’a fırlatılacaktı ve tüm uzay aracının yapacağı tek iş Ay’a önce inip sonra kalkmak olacaktı. Bu işlem için dönemin en güçlü roketi Nova roketinden daha güçlü bir rokete gereksinim vardı. Dünya Yörüngesinde Buluşma: Bu plan; biri uzay gemisini, öteki de yakıtı barındıran iki Saturn V roketinin fırlatma işlemini gerektiriyordu. Uzay gemisi Dünya yörüngesine yerleşecek ve yeterli yakıtla doldurularak Ay’a gidip gelecekti. Yeniden tüm uzay aracı Ay yüzeyine oturacaktı. Ay Yüzeyinde Buluşma: Bu plan ise, biri itici yakıtı taşıyan ve Ay’a iniş yapacak olan insansız araç ile onu bir süre sonra izleyecek olan insanlı iki uzay gemisinden oluşuyordu. İtici yakıt, insanlı araç Dünya’ya dönmeden insansız araçtan insanlı araca aktarılacaktı. Ay Yörüngesinde Buluşma: Bu plan seçilen plan olmuştur. Plana göre uzay aracı Komuta Modülü, Hizmet Modülü ve Ay Örümceği'nden oluşuyordu. Komuta Modülü ve Hizmet Modülü üç astronotun 5 günlük Ay yolculuğu için gerekli yaşamsal sistemleri ve araç atmosfere geri dönerken gerekecek olan ısı kalkanını barındırıyordu. Ay Örümceği, ana parçadan Ay yörüngesinde ayrılacak ve iki astronotu Ay yüzeyine iniş için taşıyacaktı. En sonda da Komuta Modülü ile Hizmet Modülü dönecekti. Atmosfere girerken Hizmet Modülü de terk edilecek ve böylelikle Dünya'ya geri dönen tek parça Komuta Modülü olacaktı. Tüm planları birbiriyle karşılaştırdığımızda Ay Yörüngesinde Buluşma planı uzay aracının yalnızca ufak bir bölümünün Ay’a inişi nedeniyle geri dönüş yolculuğu için fırlatılması gereken kütleyi en aza indiriyordu. Geri fırlatılacak kütle, iniş motoru ve iniş vitesinin de Ay yüzeyinde bırakılmasıyla daha da aza indirgenmiştir. Projenin uygulanışı boyunca elde edilen birçok başarıya karşın 2 büyük başarısızlık yaşandı. İlki Apollo 1’in fırlatılış provası sırasında 3 astronotun(Virgil Grissom, Edward Higgins White ve Roger Chaffee) ölümü, ikincisi ise Apollo 13’ün patlama geçirmesiydi. Bu felaket proje mühendislerinin, uçuş denetçilerinin ve ekip üyelerinin çabaları sayesinde astronotlara bir şey olmadan atlatıldı. İlk önemli adım 21 Aralık 1968'de fırlatılan Apollo 8'in Ay'ın yörüngesine oturtulması ve Ay çevresinde 10 kez dönmesiyle atıldı. 3 Mart 1969'da Apollo 9 ile Ay'a inmede kullanılacak Ay Örümceği denendi. Apollo'nun ana gövdesinden bir tünelle Ay Örümceği'ne geçilerek ilk kez araç dışına çıkmadan bir araçtan diğerine aktarma yapıldı. Apollo Projesi'nin en büyük başarısını Apollo 11 gerçekleştirdi. 16 Temmuz 1969'da Cape Kennedy uzay üssünden fırlatılan Apollo 11'in içindeki astronotlardan Neil Armstrong ve Edwin Aldrin 20 Temmuz'da Eagle adlı Ay Örümceği'ne geçtiler ve 21 Temmuz'da sabahın erken saatlerinde Ay'a ayak bastılar. 14 Kasım 1969'da fırlatılan Apollo 12 ile 19 Kasım'da Ay'a 2. kez insan indirme başarısı sağlandı. Apollo 13 Ay yolundayken bir patlama geçirdi ve aracın büyük bölümü parçalandı. Astronotlar güçlükle Dünya'ya geri dönebildiler ve böylece bir felaket atlatılmış oldu. Apollo 15 astronotları uzay aracı ile birlikte götürülen Ay Taşıtı ile Ay yüzeyinde dolaşarak geniş ölçüde örnek topladılar. Apollo 16, yaklaşık 100 kg ağırlığında bir Ay taşı getirdi. Apollo 17 ise 1972 yılının aralığında son Ay seferini gerçekleştirdi. Silaj Silaj, sığır, koyun ve keçi gibi gevişgetiren memeli hayvanların yem ihtiyacını karşılayan ve silolarda saklanan yüksek nem içeren fermente edilmiş yemlerdir. Suca zengin yemlerin oksijensiz ortamda bırakılarak süt asiti bakterilerinin etkisi ile fermantasyona uğratılması sonucu elde edilen yemdir ve kısaca yeşil yemlerin turşulaştırılmasıdır. Yeşil otun olmadığı kış aylarında yeşil, sulu ve ekonomik olarak verilebilecek tek kaba yemdir. Daha çok mısır, sorgum darısı ve diğer tahılların yeşil kısmından yapılır. Silaj yapmak için birim alandan en fazla yeşil kitle verebilen bitkilerden olduğu için özellikle mısır kullanılır ve bu mısırlara silajlık mısır adı verilir. En kaliteli silaj mısırdan yapılır. Silaj yapılarak değerlendirildiğinde bu bitkinin bütün toprak üstü aksamlarından yararlanılmış olur. Mısır çeşitleri içinde dane ve sap verimi yüksek herhangi biri silajlık olarak yetiştirilebilir. Mısır silajında Ekilen çeşidin hasat zamanında koçan bağlamış olması verim ve kalite bakımından çok önemlidir. Çünkü yapılan birçok çalışmada görülmüştürki mısırda yeşil aksam veriminin %50 si ve beslenme değerinin %70 i koçanlardan elde edilmektedir. Koçanın içermiş olduğu karbonhidrat miktarı fermantasyonun istenilen düzeyde olmasını sağlar aksi halde kalitesi düşük silo yemi elde edilmekte ve silo yeminden beklenen fayda sağlanamamaktadır. Eğer mısır erken biçilirse siloda sızıntı kayıpları yükselir siloda bol oksijen kalır. Oksijenli fermantasyon uzun süre devam eder. Mısır silajının kalitesini çeşit, hasat zamanı, koçan oranı, parça boyutu, silonun şekli, doldurma süresi, sıkıştırma derecesi gibi özellikler belirlemektedir. Bunların birinde meydana gelebilecek olumsuzluk ürünün kalitesini düşürecektir. Yemleri silolanarak saklanmaları kurutarak saklanmalarına kıyasla çok eski tarihlere dayanmaktadır.Eski Mısırlıların suca zengin bazı yemleri hava ile ilişkisi kesilmiş kaplarda sakladıkları,Jules Caesars'ında sefer öncesi geçiş yollarında çukurlar açtırarak içerisini yeşil yemle dolturtup,bunların üzerinide balçıkla kapattığı bildirilmektedir.İlk yeşil yem silolarının M.S 700'lü yıllarda İtalyan köylüleri tarafından yapıldığı zannedilmektedir.Avrupa ülkelerinde XVIII. yüzyıl başlarında silo yemi yapımının gelişmeye başladığı görülmüştür. Her türlü yeşil bitkiden silaj yapılabilir. Neticede silaj yapımı turşulaşmadır; Ancak iş
in ekonomisi göz önüne alındığında mısır silajı başı çekmektedir.Bunun yanında çeşitli bölgelerimizde arpa,yulaf gibi hasıl ürünlerinin de silajı ekonomik olarak yapılmaya başlanmıştır. Beyanname Beyanname, yazı ile yapılan bildirim. Beyanname, genellikle vergi borçlarının miktarını hesaplamak için mükellef veya vergi sorumluları tarafından, vergi kanunlarında belirtilen dönemlerde vergi dairelerine verilir. Vergi beyannamelerinde başlıca mükellefin adı, adresi, ailevi durumu ile vergi matrahına ve hesabına ilişkin bilgiler yer alır. Günümüzde, gelir, servet ve harcamalar üzerinden alınan vergilerde büyük ölçüde beyanname usulüne başvurulmaktadır. Beyan sisteminin başlıca faydası, vergi idaresi ile mükellef arasında işbirliğini ve verginin ödeme gücüne uygun alınmasını sağlamasıdır. Beyannamelerin doğruluğunun vergi idaresince kontrol güçlüğü, bu sistemin en önemli mahzurudur. Vergi beyannamelerinden başka, maliye dışındaki kamu idarelerine verilmesi gereken bildirimlerden de (beyannamelerden) söz edilebilir (sicilli ticaret, mühür ve imza beyannameleri gibi). Bu bildirimlerde imza sahibinin imzasının noterce tasdiki de gerekebilir. Lala Lala, Osmanlı İmparatorluğu zamanında sadrazamlar hakkında Atabey karşılığı olarak kullanılan bir tâbir olduğu gibi, şehzâdelerin mürebbilerine de bu ad verilirdi. Saraya alınan acemilerin terbiyesine memur edilenlere de denir. Eskiden büyük memurlarla zenginler de çocuklarının terbiyesine bakmak üzere "lâla" istihdam ederlerdi. Lâla, görünüşte hizmetkâr vaziyetde idiyse de, terbiyesi kendisine havale olunan çocuğa karşı âmir yerinde bulunur; esasen yaşlı ve kâmil insanlardan seçildikleri için çocuklar da kendisine bir mürebbi, bir hoca gibi tâzim ve hürmet ederlerdi.. Sultanlara dinî ve dünyevî ilimleri genellikle şehzadeliklerinde veren kişilerdir. Muallimler listesi "Sicill-i Osmani" adlı bibyoğrafiler kitabında şöyle verilmeşitir. Bu sultandan sonra II. Mahmut'a kadar gelen sultanların lala ve hocaları hakkında belge yoktur. Beyaz Saray Beyaz Saray (İngilizce: The White House), Amerika Birleşik Devletleri devlet başkanlarının Washington'da bulunan resmî ikametgâhıdır. İngilizce ismi 'White House' yani 'beyaz ev' olmasına rağmen, Türkçeye 'Beyaz Saray' diye tercüme edilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri'nin federal başkenti olan Washington'daki çok sayıda resmi binanın en önemlisidir. Amerika Birleşik Devletleri'nin ilk başkanı George Washington, başkentin yerini tespit edip planlar çizdirdi. Ancak yeni kurulan başkentte hiç oturamadan 1799 yılında öldü. Ölümünden bir sene sonra başkanlık binasının açılışı yapıldı. Bina baştan başa beyaza boyandı. John Adams'dan beri bütün ABD başkanları burada oturmuştur. Geniş bir park içinde yaklaşık altı hektar büyüklüğünde bir arazide bulunmaktadır. 52,5 metre uzunluğunda ve 25,5 metre genişliğinde 2,5 katlı bir binadır. Binanın merkezi ve orijinal kısmı Virjinya kum taşından inşa edilmiş olup, birçok değişikliğe rağmen 18. yüzyıldaki Georgian stilini muhafaza etmektedir. İlk banyo Beyaz Saray'a 1877'de ilave edilmiştir. 1814'te İngiliz kuvvetleri tarafından Washington, DC'deki bütün amme binaları yakılmıştı. Beyaz Saray da yakılan binalar arasındaydı. James Hoban'ın nezaretinde Beyaz Saray yeniden inşa edildi ve 1817'de kullanılmaya hazır hale geldi. Başkan James Monroe tarafından Fransa'dan ithal edilen mobilya ve mefruşatla imparatorluk stilinde yeniden döşendi. Binanın yanık dış duvarları beyaza boyandı. Bundan dolayı binaya "Beyaz Saray" dendiği yanlış bir kanı olarak yayıldı. Aslında bina ilk inşa edildiği andan itibaren bu isim ile anılmıştır. 1949'da Harry Truman döneminde ikâmet için emniyetsiz bulunarak yeniden inşası için bir plan hazırlandı. Dış duvarlar bırakılarak binanın bütün iç duvarları yıkıldı, çelik ve beton bir çerçeve üzerinde yeniden inşa edildi. Orijinal ahşap, mermer ve dekoratif alçı işleri gibi kısımların muhafazasına büyük ehemmiyet verildi. Orijinal kat planı korunmakla beraber modern tesisat ve yeni imkânlar ilave edildi. Beyaz çiçekli yalancı akasya Beyaz çiçekli yalancı akasya ("Robinia pseudoacacia"), baklagiller (Fabaceae) familyasından beyaz çiçekli bir yalancı akasya türü. Tomurcuklar sürgünlere almaşık olarak dizilmiş, ve sürgüne gömülmüştür. Yaprak sapı altında gizlenmiştir. Yaprak sapının her iki tarafında batıcı dikenler bulunur. Tek tüysü yaprakların kısa saplı yaprakçıkları karşılıklıdır. Kenarları tam, uç kısmı kertiklidir. Üst yüzü parlak koyu yeşil, alt yüzü soluk yeşildir. Her türlü toprakta yetiştiği zannedilmesine rağmen orta ve hafif bünyeli toprakları tercih eder. Hava kirliliğine karşı dayanıklıdır. Hızlı büyür. Işık ağacıdır. Kök ve kütük sürgünü verme özelliği vardır. Odunları oldukça dayanıklıdır, rutubetli topraklarda bile çürümez.İskele ve travers yapımında kullanılır. Uçucu yağ ve alkaloid (rebinin) ihtiva eder. Yatıştırıcı, kabız ve safra artırıcı etkileri vardır. Çiçeği haricinde ağacın bütün kısımlarının, özellikle de kabuğunun toksik olduğu düşünülmektedir. Bitkisini tüketen atlarda anoreksi, depresyon, ishal, halsizlik ve aritmi tarzı belirtiler görülmektedir. Semptomlar genellikle 1 saat sonra kendisini gösterir ve acil veteriner gözetimi gerektirir. Dalaman Dalaman, Muğla'nın 13 ilçesinden birisidir. Dalaman Havalimanı bu ilçe sınırları içerisindedir. Ortaca'nın da ilçe haline getirilmesinden sonra bağlı beldesi kalmamıştır. 26 mahallesi bulunmaktadır. Akdeniz Bölgesi’nde, Muğla İline bağlı bir ilçe olan Dalaman,aynı ilin Köyceğiz, Ortaca ve Fethiye ilçeleri ile Denizli ili Çameli ilçesi arasında yer almaktadır. Doğu,kuzey ve batı kesimleri dağlık,güneyi ovalıktır. İlçe topraklarını Gölgeli Dağlar (2.295 m.), Boncuk Dağı (2.265 m.) engebelendirmektedir. Fethiye Körfezi ’ne paralel uzanan bu dağların etekleri yapraklı, yüksek kesimleri de iğne yapraklı ağaçlardan oluşan ormanlarla kaplıdır. Dalaman Ovası, Muğla ilinin en verimli ovasıdır,Türkiye'nin ve dünyanın en verimli ovaları içerisindedir. İlçe topraklarını Dalaman Çayı sulamakta olup, Akdeniz ve Ege Bölgeleri geçiş noktasında bulunmaktadır. Dirmil yakınlarındaki Kocaş Dağından doğan, Dalaman Çayı Marmaris ve Fethiye arasında yer alır. Toplam uzunluğu 229 km.dir. Batı Toroslar’ın Göktepe ve Yaylacık Dağlarından inen kolların birleşmesiyle büyüyen çay, dar ve derin bir vadi içinde akarak, Ortaca’nın 8 km. güneyinden denize dökülür.Deniz seviyesinden yüksekliği 15 m.dir. Yüzölçümü 61.694 hektar olan ilçenin 2015 Yılı Genel Nüfus sayım sonuçlarına göre; toplam nüfusu 37.406’dır. Ayrıca Türkiye'nin 6.büyük barajı olan Akköprü Barajı ve Hidroelektrik Santrali de Dalaman ilçesi sınırları içinde yer almaktadır. İlçenin tarihiyle ilgili herhangi bir bilgi yeterli arkeoloji kazısı ve yüzey araştırması yapılmadığından dolayı bulunmamaktadır. Ancak Antik Karya bölgesi içerisinde olduğundan ilçe tarihinin çok eskilere dayandığı sanılmaktadır. Daha önce Köyceğiz İlçesine bağlı olan Atakent ve Dalaman beldelerinin birleşmesiyle tek bir Belediye olan Dalaman, 1983 ’te ilçe konumuna getirilmiştir. Euhippe antik kentinin Karia bölgesinin kuzeyinde, Dalaman’ın yanı başında Alaçatlı Köyü’nün (Alaca-atlı) bulunduğu yerde olduğu sanılmaktadır. = Dalaman Tren Garı = Acaba tek bir trenin bile hiçbir zaman uğramadığı, yolcuların veda etmek zorunda kalmadığı bir tren garı var mıdır? Bir tren garı var ki, bugüne kadar raylarına kavuşamamış. Gara en yakın raylar kilometrelerce uzaklıkta. Bu garın garip ve oldukça ilginç bir hikayesi var. 1893 yılında Abbas Hilmi Paşa padişah fermanı ile Mısır Hidivi olarak atanır. Abbas Hilmi Paşa, 1905 yılında “Nimetullah” isimli yatıyla Dalaman yakınlarındaki Sarsala Koyu’na gider. O yıllarda sahilde küçük bir yerleşim varken Dalaman verimli bir ovadan ibarettir. Av hayvanlarının özgürce dolaştığı bu yemyeşil ovayı gören av meraklısı Paşa bölgeye hayran kalır. İlk olarak, Sarsala Koyu’na bir iskele ve depo inşa ettiren Paşa, ardından da koydan Dalaman’a kadar uzanan bir yol yaptırır. Bölgedeki bataklıkları kurutur ve yolun her iki tarafına da Mısır’dan getirttiği okaliptüs ağaçlarını diktirir. Paşa, 1874’de mülkiyeti kendisine geçen Dalaman’ın da resmen sahibidir ve 1905 yılından itibaren de, buradaki arazilerinde çalışmak üzere Mısır ve Sudan'dan vatandaşlar getirmeye başlar. Abbas Hilmi Paşa, 1908 yılında artık bir çiftliğinin de bulunduğu ve çok sevdiği Dalaman’a bir av köşkü yaptırmaya karar verir. Aynı tarihlerde de valisi olduğu Mısır’ın İskenderiye kentine bir tren garı inşa ettirmeyi planlamaktadır. İnşaat işini Fransızlar’a verir. Fakat Fransız’lar hazırladıkları projeleri karıştırırlar. İstasyon Binası’nın malzemeleri ve projesi bulunan gemiyi Dalaman’a, Av Köşkünü’nün malzeme ve projelerini taşıyan gemiyi ise Mısır’a gönderirler. Gemi Dalaman yakınlarındaki Sarsala Koyu’na gelerek yükünü boşaltır. Paşa’nın Dalaman’daki işçileri, hemen işe koyulurlar ve karışıklığın farkına varmadan malzemeleri develere ve katırlara yükleyerek Dalaman’a, köşkün yapılacağı yere taşırlar. Gemiyle gelen inşaat işçilerinin de paşanın adamlarına katıldığı kalabalık bir ekip hep birlikte hızla inşaat işine girişirler. Bir an önce işlerini tamamlayarak Paşa’larını dönüşte güzel bir sürpriz ile karşılamak için var güçleriyle çalışırlar. Bu yoğun çalışmaların neticesinde ortaya çıkan sonuç gerçekten de tam bir sürpriz olur. Dalaman’da planlanan av köşkünün yerine bir Gar Binası, Mısır’a giden malzeme ve proje ile de İskenderiye’ye mükemmel bir av köşkü yapılmıştır. Duvarları özel yontulmuş taşlardan yapılan Dalaman’daki Gar Binası’nın yüksek kapıları ve eşkenar üçgen biçiminde özel olarak üretilmiş çatı kiremitleri, çatı katı ve sütunsuz merdivenleri bulunmaktadır. Kışın ılık, yazın serin ve havadar olacak şekilde havalandırma bacaları ile dizayn edilmiştir ve iki katlı binanın her katında yedişer oda bulunmaktadır. Tamamlanan binanın etrafına Mısır’dan getirilen palmiyeler ve hurma ağaçları dikilir. Artık Paşa’yı karşılamak için her şey hazırdır. Dalaman’a dönen Paşa görd
üğü manzara karşısında çok şaşırır. Tren yolunun bulunmadığı Dalaman’a Gar Binası yapılması Paşa’yı her ne kadar şaşırtsa da bu güzel binayı yıktırmaya kıyamaz ve yanına ilave olarak bir de cami inşa ettirir. Böylece Muğla’nın şirin ilçesi Dalaman; dünyada tren geçmeyen ilk tren garına sahip olmuş olur. İlçenin iklimi tipik Akdeniz iklimi olup, Subtropikal iklimi olarak tanımlanabilir. Bu iklim karakteristliğine uygun olarak, yöre kışları ılık ve yağışlı, yazları ise kurak ve sıcaktır. Yıllık ortalama yağış miktarı 1044.5 mm.dir. Dalaman'da 19 Temmuz 1973 te ölçülen 48,5 °C lik sıcaklık Türkiye'de Kahramanmaraş(48,8 °C) ve Şırnak Cizre (48,6 °C) den sonra ölçülen 3. en yüksek sıcaklıktır. İlçenin ekonomisi turizm, nakliyecilik, tarım ve kâğıt sanayiine dayalıdır. Yetiştirilen başlıca tarımsal ürünler, buğday, ayçiçeği, fiğ, yonca, pamuk ve mısırdır. Bunların yanı sıra narenciye üretilmekte olup, nar, incir ve avokado da üretilen ürünler arasındadır. Hayvancılıkta damızlık inek yetiştirilir. Buna bağlı süt üretimi yapılmaktadır. İlçede bulunan kuruluşların başında 1982’de işletmeye açılan Dalaman Havaalanı, TİGEM ve Seka Kağıt Fabrikası (şimdi Mopak Şirketi) ve Devlet Üretme Çiftliği gelmektedir. Dalaman da Özellikle Kağıt Fabrikası mamullerini ve yörenin tarımsal ürünlerini yurdun dört bir yanına taşıyan canlı bir ulaştırma sektörü vardır. Dalaman, Muğla’nın turistik yörelerine havaalanı vasıtası ile turist girişlerini, dolayısı ile ilçenin ekonomisini etkilemektedir. Dalaman Havalimanı 'nın artan yolcu trafiğini karşılamak amacı ile yeni tesisler yapılmıştır. Göcek koyları olarak bilinen Dalaman ilçe sınırları içerisinde kalan koylar yat turizmi için çok elverişlidir. Kurşunlu, Akbükü, Göbün, Boynuzbükü, ve Sarsala koyları bunların başlıcalarıdır. Ayrıca Dalaman Yat Limanı ve Deniz Otobüsü Yanaşma Yeri proje ihalesi tamamlanmış olup, yerin bir bölümü SİT, bir bölümü Özel Çevre Koruma Bölgesi içerisinde kalmaktadır. Havayolu ulaşımı Dalaman Uluslararası Havalimanı ile sağlanmaktadır. Dalaman ilçesi, Muğla ili'nde bulunan iki uluslararası havaalanından birine ev sahipliği yapmaktadır. Ayrıca İzmir'den Muğla ve Fethiye yönüne uzanan ana karayolu üzerindedir. Ortaca, Muğla Ortaca, Muğla'nın 13 ilçesinden birisidir. Ortaca, Muğla ilinin doğusunda yer alır. Batı ve kuzeyinde Köyceğiz, doğusunda Dalaman ve güneyinde Akdeniz bulunur. Muğla ile Fethiye arasındaki ana karayolu ilçenin kuzeyinden geçer. Önceleri Köyceğiz'e bağlı bir belde iken 1987 yılında ilçe haline getirilmiştir. Bir doğa harikası olan ve dünyaca meşhur Dalyan, Ortaca ilçesi sınırları içinde bir beldedir. İlçenin turistik açıdan önemli pek çok yeri bulunmaktadır. Ortaca, Muğla ilinin en güzel ilçelerinden biridir. Akdeniz ile Ege Bölgesi sınırında olan Ortaca, İzmir ve Antalya’ya eşit uzaklıktadır. Fethiye ve Marmaris arasının orta yerinde oluşuyla da; adından da anlaşılacağı gibi Ortaca ismini almıştır. Ortaca ticaretin, sanayinin, turizmin, tarım ve hayvancılığın, doğal ve tarihi güzelliğin tümünü bünyesinde kapsayan bir konuma sahiptir. 12 İlçenin bağlı olduğu Muğla İlinde Milas, Fethiye, Marmaris, Bodrum’ dan sonra Ortaca, Ticaret ve Sanayi dalında 5. sıradadır. İlçemizde okuma yazma oranı yüzde yüz olup, sosyal ve kültürel etkinliklerin yoğun olduğu bir yerdir. Gerek iklim gerek toprak yapısı nedeniylede son derece bereketli bir ovaya sahiptir. Ortaca şehir merkezinden 15 dakikada Sarıgerme Plajı, Aşı Koyu Plajı ve İztuzu Plajına ulaşılır. 30 dakikalık bir sürede de yaylalara ya da Dalaman Çayı üzerinde rafting yapılan merkeze ulaşılabilir. İsteyen hava yoluyla İstanbul Ankara’ ya; isteyen kara yoluyla İzmir ve Antalya’ya sabah gidip akşama dönebilir. Ortaca’ nın en belirgin özelliğinden biri de; diğer turistik yörelere göre İlçede yaşamın ucuz olmasıdır. Bu nedenle komşu İlçelerden ve Beldelerden alışveriş için insanlar Ortaca’ ya gelir. Hatta Ortaca dışında başka ilçe ve beldelerde çalışmakta olan işçi, memur, vatandaşlar, evlerini Ortaca’dan tercih etmekte ve burada oturmaktadırlar. Yatağan, Muğla Yatağan, Muğla'nın 13 ilçesinden birisidir. İlçedeki Yatağan Termik Santrali Yatağan halkı için önemli bir kanser kaynağıdır. Eski ve verimsiz yöntemlerle üretim yapmaya devam eden santral nedeniyle çocukların yüzde 95'inin kanındaki kurşun oranı normalin üzerinde olduğu tespit edilmiştir.. Santral, zaman zaman Yatağan havasını aşırı derecede kirletmiş ve kapatılmıştır. Yatağan Termik Santrali zaman zaman kara duman yaymaktadır. Nüfus seyrekleşmekte, ilçe büyük kentlere göç vermektedir. Son yıllarda mermer fabrikaları da çoğalmıştır. Yatağan'da sanayileşmeye örnek mermer fabrikaları bulunur. Ayrıca bu fabrikalarda üretilen mermerler mermer sektöründe ün kazanmıştır. Mermer fabrikalarının akarsulara bıraktıkları mermer tozu akarsulardaki canlı hayatını olumsuz yönde etkilemektedir. Ayrıca sanayisi gelişmekte olan Yatağan'a fabrikalarda çalışmak üzere dışarıdan birçok gurbetçi vatandaş gelmektedir. İlçeye bağlı Eskihisar, Yatağanmahallesi Kral Yolu'nun bittiği yerdir. Bölgede Roma döneminden kalma eserler vardır ve kazı çalışmaları hala devam etmektedir. Yörenin ilk çağlardaki adı “Karya” daha sonraları da “Menteşe” anılır. Bölgeye ilk yerleşenler Lelekler ve Karlardır. Tarihçi Herodot, Karyalılar MÖ 5. yüzyılda Anadolu’da yaşadıklarını söylemektedir. İç Karya’nın zengin maden yatakları, ormanları, verimli toprakları, sahil şeridinin liman kurmaya ve ulaşıma müsait olması, Karya üzerinden saldırıları yoğunlaştırır. Persler, Lidya kralını esir alırlar. İ:Ö. 387’deki “Kral Barışı” ile tüm Anadolu tekrar Perslerin yönetimi altına girer. MÖ 334 yılında Büyük İskender, önce Halikarnassos'u, sonra Muğla’yı Perslerden geri alır. Yöre 200 yıl Karya toprakları olarak kalır. Büyük İskender’in bölgeden çekilmesiyle Karya da karışık dönem başlar. Roma İmparatorluğu 395 yılında doğu ve batı Roma olmak üzere ikiye ayrılır. Karya, Doğu Roma sınırları içerisinde kalır. 800 yılına kadar süren Bizans egemenliği, Abbasi halifesi Harun-u Reşid’in gelmesiyle noktalanır. Yörede, ilk İslami etkiler yayılmaya başlar. Anadolu 1071 Malazgirt zaferinden sonra, hızlı bir Türkleşme sürecine girer. 1075 yılında Kutalmışoğlu Süleyman Şah İznik’i alarak Anadolu Selçuklu Devletini kurar. 1231 yılında Moğol imparatoru Cengiz Han’ın Harzem ülkesini istilası üzerine, burada yaşayan Türk boyları ülkelerini terk ederek Selçuklu hükümdarı I. Alaeddin Keykubad’a sığınırlar. I. Alaeddin Keykubad, Kuri Beyin oymağını, denizden gelecek saldırılara karşı koymak üzere Selçuklu sahil ordu komutanlığı emrinde, Milas sahillerine yerleştirir. Bu oymak burada hayvancılık ve tarımla uğraşır. Selçuklular Karya ve çevresini uç beyleriyle yönetmeye çalışırlar. Uç beyi olan Menteşe Bey, Oğuz Türkmen boylarındandır. Anadolu Selçuklu devleti, 1243 yılında Kösedağ Muharebesinde Moğollara yenik düşünce, Kuri Bey'in torunu Menteşe Bey bu karışıklıktan yararlanarak bağımsızlığını ilan eder. Menteşe Beyliği'ni kurar. Menteşe beyinin adına istinaden bölgeye bu ad verilir. Menteşe Bey, karadan ve denizden Batı Anadolu’yu kuşatarak, Karya bölgesini fetheder. Burası Batı Anadolu’da Türklerin eline geçen ilk bölgedir. Menteşe beyliği 1389 yılına kadar bağımsızlığını sürdürür. Daha sonra Osmanlı devletine bağlanır. 1402 Ankara Savaşı'ndan sonra, Ankara yöresindeki ahiler Moğol baskısından kurtulmak üzere Anadolu’nun çeşitli yörelerine dağılırlar. Ahi Ebubekir ve kardeşi Ahi Sinan cemaatiyle Menteşe bölgesine gelirler. Burada çoğalarak Ahiköy’ü kurarlar. 30 Ekim 1918 Antlaşmasıyla Osmanlı toprakları paylaşılır. Yöre İtalyanların işgaline uğrar. İtalyanlar 5 Temmuz 1921 ’de bölgeyi terk ederler. Ahiköy ya da şimdiki adıyla Yatağan 1848 yılına kadar, Bozüyük Bucağına bağlı mahallesi olarak kaldı. 1848-1864 te Ahiköy Bucak, Bozüyük'te ilçe oldu. Daha sonra İlçelik Bozüyük'ten alınıp Çine'ye nakledildi. Ahiköy, Bucak olarak kaldı. 2.6.1944 tarih ve 4662 sayılı kanunla Ahiköy ismi, Yatağan olarak değiştirildi. İlçe merkezi oldu. İlçe; Akyol, Konak olarak iki mahalle, Turgut, Kavaklıdere diye iki bucak ve 48 mahalleden oluştu. Yatağan İlçesi yeni yerleşim olmasına rağmen hızlı gelişme gösterdi. Gelişmesine en büyük etken, ilçenin ana yolların kesiştiği noktada bulunmasıdır. Yatağan isminin verilmesi ile ilgili birden fazla anlatım vardır. Şöyle ki; -Yatağan, 50-100 cm. uzunluğunda kabzasından ucuna doğru hafifçe kıvrılan Türk kılıcıdır. İlk olarak 14. yüzyıl başında kullanılmıştır. Gövdesi kaliteli çelikten, kabzası boynuzdan yapılı ve belde kalın bir kuşak içinde taşınırdı. Bu bıçağın yapıldığı yerler Yatağan ismini alırdı. Denizli Yatağan, bıçakçılığı devam ettirmektedir. Ataları, konar-göçer yörükleridir. Denizli yöresinden gelip buralara yerleşmişlerdir. Bıçakçılık gibi kesme aletlerini belirli bir süre yapmışlardır. Yatağan ismi, Yatıgan dağından almıştır. Yatağan dağı görünüş olarak ince uzun bıçağa andırır. Ahi Sinan'ın mezarı Yatağan dağının zirvesindedir. Orada yatana çağırışım yapacak şekilde "Yatan" denilmiştir. Daha sonra Yatağan olarak söylenmeye başlanmıştır. Halikarnas Balıkçısı, (Mavi Sürgün sayfa 152 de) "Ahiköy o zaman nahiyeydi, şimdi kaymakamlık oldu. Ben Bodrum'dayken Yatağan adlı bir kayığım vardı. Ahiköy'ün ilk kaymakamının karısı Bodrumluymuş. Yeni kaymakamlığa yeni bir ad takmak gerekince, oraya "Yatağan" diye kayığımın adını vermişler. "demiştir. Mihri Belli Mihri Belli, (Aralık 1915, Silivri, İstanbul - 16 Ağustos 2011, İstanbul), komünist siyasetçi ve yazar. Kurtuluş Savaşı yıllarında Trakya Müdaafası'nı yönetenlerden Urfalı Mahmut Hayrettin Bey'in oğludur. ‎Robert Kolej'in ardından ABD'de Mississippi Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitirdi. Marksist düşünce ve devrimci eylemle 1936'da iktisat okumaya gittiği Amerika'da tanıştı. Orada gençlik ve işçi hareketlerine katıldı. Bir süre Mississippi'de zenci yarıcılar arasında faaliyet gösterdi. 1940'ta Türkiye'ye döndü. TKP ile ilişkiye geçti. Türkiye o yıllarda tek parti (CHP) yönetimi altındaydı. II. D
ünya Savaşı'nın ilk yıllarında Alman zaferlerinin etkisi altında kalan CHP, Sovyet dostluğu politikasından ayrılmıştı. Türkiye’de tek muhalefet partisi gizli Türkiye Komünist Partisi (TKP) idi. Belli, yurda döner dönmez o sıralarda İstanbul il sekreteri olan ilkokul arkadaşı Davit Nae aracılığı ile yasa dışı Türkiye Komünist Partisi'yle ilişki kurdu. TKP saflarında faaliyet göstermeye başladı. 1942 yılı sonlarında TKP'nin Merkez Komite üyeliğine getirildi. 1943-1944 yıllarında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde Ordinaryüs Profesör Fritz Neumark’ın asistanlığını yaptı. Orada İlerici Gençler Birliği'nin kurucu ve örgütleyicilerinden biri oldu. 1944'te İlerici Gençler Birliği koğuşturmasında tutuklandı, iki yıl hapis ve sürgün cezasına çarptırıldı. 1946'da yurt dışına çıktı. Yunan İç Savaşına gerilla olarak katıldı. Demokratik Ordu saflarında tabur komutanlığına kadar yükseldi. Burada "Kapetan Kemal" olarak anılıyordu. Çatışmalarda iki kez yaralandı. Bulgaristan ve Sovyetler Birliği'nde tedavi gördü. 1950'de Türkiye'ye pasaportsuz girmekten ve tabanca bulundurmaktan tutuklandı ve kısa süre hapis yattı. Serbest bırakıldıktan sonra ertesi yıl, ünlü 1951 TKP tevkifatında tekrar tutuklandı. Yargılandı ve 7 yıl hapis ve iki yıl dört ay mecburî ikamet cezasına mahkûm edildi. Mihri Belli ilk kez 1960'larda yasal olarak, kendi adıyla konuşma ve yazma olanağını elde etti. “Türk Solu” ve “Aydınlık Sosyalist Dergi” adlı yayın organlarının yayınlanmasına yardımcı oldu. Bu dönemde de konuşma ve yazılarından dolayı iki kez tutuklandı, aylarca hapis yattı. Mihri Belli bu dönemde ünlü Millî Demokratik Devrim (MDD) tezlerini geliştirdi. Arkadaşlarıyla birlikte kitlesel bir nitelik kazanmaya başlayan gençlik hareketinin Deniz Gezmiş, Mahir Çayan gibi liderleriyle ilişkiye geçti. MDD kısa süre içinde solcu gençlik hareketi içinde önemli bir etkinlik sağladı ve Türkiye’de, 68 kuşağı gençlik hareketinin devrimci ve Marksist bir nitelik kazanmasında rol oynadı. Mihri Belli, 12 Mart 1971 muhtırasının ardından yakalanmamak için yurt dışına çıktı. Bir süre Filistin Kurtuluş Örgütü'nün konuğu oldu. Ardından Türkiye’ye giriş yaptı. Ama birkaç ay sonra tekrar yurtdışına çıkarak Batı Avrupa'ya geçti. Orada bir süre kalarak "Yurtsever" dergisinin yayınlanmasına yardımcı oldu. Ecevit’in önderliğindeki CHP’nin en büyük parti olarak çıktığı 1973 seçiminde Türkiye’deydi. 1974 Af Yasasından sonra arkadaşlarıyla birlikte 1975'te Türkiye Emekçi Partisi'ni kurdu. Parti kurulur kurulmaz Sıkıyönetim Mahkemesi savcılığı harekete geçti Program ve tüzükte Kürt sözcüğünün kaldırılmasını istedi. Aradan yıllar geçtikten sonra Anayasa Mahkemesi harekete geçti ve Partiyi Kürtlere eşit hakları savunduğu için TEP’i kapattı. 1979'da kendisine suikast girişiminde bulunuldu. Saldırıda ağır yaralandı. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra, 1981 sonlarına doğru yurt dışına çıktı. Bir süre Ortadoğu'da kaldı. “Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi”nin kuruluşuna katıldı. Oradan İsveç'e geçti. Tüm bu süreç boyunca Kürt hareketini yakından izledi. 1992'de Türkiye'ye döndü. 1997’de Abdullah Öcalan ile buluşarak Kürt sorunun fedarasyona gidilmeden de üniter devlet çatısı altında eşitlik temeli üzerinde gönüllü birliğin kurulabileceği konusunda görüş birliğine vardıkları uzun bir görüşme yaptılar. Bu görüşme sonradan kitap olarak yayınlandı. 1996'da ÖDP, 2002'de de SDP kurucusu oldu. 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde DEHAP’tan İstanbul birinci bölge adayı oldu. 2005'te 50 yıl önce hapiste yaptığı portreler, “Hapisaneden çizgiler” adı altında sergilendi. Kürt halkı özgür olmadan Türk halkının özgür olamayacağını savunmuştur. Türkiye'de en önemli temel ve birinci sorununun Kürt meselesi olduğunu belirtmiştir. Toplam 11 sene hapis, 18 sene zorunlu sürgün yaşadı. 2006 yılında 90. yaşı kutlandı. 29 Aralık 2007 tarihinde SDP'den istifa etti. 2008 Yılında Sosyalist Demokrasi Partisi'nden (SDP) ayrılanlarla birlikte İşçilerin Sosyalist Partisi'nin (Sosyalist Parti) kuruluşunda bulundu. Yazılarında İşçi Partisi'ni ve ÖDP'yi çok sert bir dille eleştirmiştir. 16 Ağustos 2011 tarihinde solunum yetmezliği nedeniyle İstanbul Göztepe’deki evinde yaşamını yitirmiştir. Feriköy mezarlığı'nda toprağa verilmiştir. İlahi Komedya İlahi Komedya (İtalyanca: Commedia, Divina Commedia), Dante tarafından 14. yüzyılın ilk yarısında yazılmış, İtalyan edebiyatının en meşhur epik şiiri ve dünya edebiyatının önemli bir başyapıtı. Komedya'da Dante, ölüm sonrası sırasıyla Cehennem, Araf ve Cennette geçen seyahati, hikâyenin kahramanı da olan kendisinin ağzından anlatır. Orta Çağda "Komedya", "tragedya'nın" aksine sonu iyi biten hikâye anlamına gelirdi. Burada eserin adındaki "komedya" kelimesi, öyküsünün güldürü unsurları taşıdığı anlamına gelmez. Orta Çağ ile Rönesans arasındaki geçiş döneminde yazılmış bu şiir, hayalgücü ve alegorik tasavvuru, ölüm sonrası hayatı anlattığı öyküsü ile Hıristiyan batı kiliseleri tarafından benimsendi. Eserin orijinal adı "Komedya" olmakla birlikte daha sonra, 1360 yılında Giovanni Boccaccio tarafından başına "İlahi" kelimesi eklenerek Hristiyanlaştırılmıştır. Toskana lehçesi ile yazılan eser, bu lehçenin modern İtalyan dili olarak gelişmesine yardım etmiştir. Dante, İlahi Komedya'yı İtalya'nın Ortaçağ ile Rönesans arasındaki geçiş döneminde yazdı. Komedya'da bu durum açıkça yansıtılır: Hem ortaçağ hem de klasik temalar kuvvetle ifade edilir. Dante'nin çalışması Hıristiyanlıkla ilgilidir ve yaşam sonrası kurgusal seyahatleri içerir. Dönemin Kuzey İtalya'sının Guelfo ve Ghibellinolar arasındaki siyasi mücadele ortamında Dante, "Kutsal Roma İmparatoru" karşısında Papalığı destekleyen Guelfler arasında yer alır. Floransalı Guelfler 1300 yıllarında iki hizbe bölünmüşlerdi: Papa VIII. Boniface tarafından yürütülen laik idareye muhalif ve Floransa'nın bağımsızlığını savunan Beyaz Guelfler ve Floransa'da Papanın egemen olmasını savunan Siyah Guelfler. Dante 1302 yılında, Siyahlar ile ittifak halinde olan Papa VIII Boniface'nin buyruğu ile Charles of Valois'nın kumandasındaki askeri birliklerin şehre girmesi ile Şehremini Lord Cante de' Gabrielli di Gubbio tarafından sürgün edilen Beyaz Guelfler arasında yer alıyordu. Papa eğer sürgünden dönerse Dante'nin kazığa bağlanıp yakılacağını söyledi. Dante'nin geri kalan hayatı boyunca süren bu sürgün, Komedya'nın birçok bölümünde Dante'nin sürgününün kehanetlerinden, Dante'nin siyasi görüşlerine ve bazı düşmanlarının sonsuza kadar lanetlenmesi şeklinde tesirini gösterir. Dante muhtemelen Komedya'sını sürgünde olduğu ve hiç geri dönemediği 1308 yılları ile öldüğü 1321 yılı arasında yazmıştı. Cehennem ve Arafta, Dante sırasıyla günah ve tövbekarlık içinde başından geçenleri anlatır. "İlahi Komedya", "Cehennem" (İtalyanca: inferno), "Araf" (İtalyanca: Purgatorio) ve "Cennet" (İtalyanca: Paradiso) isimlerindeki her biri 33 kıtadan (İtalyanca: Cantica-Kanto) müteşekkil 14,233 satırdan meydana gelir. Başlangıç kıtası şiire giriş bölümü olarak hizmet eder ve genellikle ilk bölüm içinde sayılmaz, böylece 33 kıtalık 3 bölüm ve bir ilave giriş kantosuyla toplam 100 kantodan oluşur. Eserde 3, 7, 22, 33 sayıları dikkat çeker, mesela şiirin bölümleri bu sayıların katları halinde kuruludur. Şiir Terza Rima nazmına göre yazılmıştır, mısra sonlarında kafiyeler aba, bcb, cdc, ded... şeklinde gider. Şiirin uyak yapısına uygun olarak Türkçeye aktarılmasının güçlüğü dolayısıyla uzun yıllar Türkçe çevirisi yayınlanamamıştır. Eserdeki terza rima örgülü uyağının örneği: İlahi Komedya'nın biçimi rastlantı eseri ortaya çıkmamıştır, diğer orta çağ çalışmaları gibi semboller ve sayılarla kuruludur. İlahi Komedya'daki her üç paragrafın son kelimesi "yıldızlar"'dır. Mısraların terza rima uyağıyla örülü olması ve 3 parça olması Hıristiyanlıktaki teslise, Kantoların 33 kıtadan oluşması İsa Peygamber'in öldüğü zamanki yaşına işaret eder. Giriş kantosuyla birlikte elde edilen 100 sayısı ise kutsal ve mükemmel sayı olarak bilinirdi. Luigi Valli gibi kimi araştırmacılara göre Fede Santa ya da Fedeli D’Amore (Aşk Sadıkları) adlı ezoterik örgütün bir üyesi olan ve “Tapınak Şövalyesi” ünvanını almış olan Dante'nin “İlahi Komedya” adlı yapıtı baştan aşağı ezoterik bilgilerin sembolizm içinde verildiği bir yapıttır. Dante sembolizmi tam anlamıyla çözülememiş yapıtının cehennem adlı bölümünde bunu kendisi şöyle dile getirmektedir: “Sağlıklı bir akla sahipseniz, şu tuhaf dizelerin arasında saklı öğretiyi kavrayınız.” Dante’nin yapıtındaki “cehenneme iniş” aslında inisiyasyonlarda yaşanan bir deneyimdir. İnisiyasyonlardaki ilk aşamanın sonunda yaşanan bir deneyimi ifade eder. Kimi inisiyasyonlarda bir tabutta geçirilen, tüm inisiyasyonlarda mevcut bu deneyimi yaşayan inisiye adayı, nefsani öğelerden ya da karmik tortulardan arınarak “ikinci doğuş” diye adlandırılan saf bilinç halini elde eder. Dante’nin göklerin kat kat olduğunu belirtmesi de pek çok tradisyonda rastlanan bir sembolizmdir. Kimilerine göre Dünyanın kozmik tabakalaşmasını, dünyanın esîrî maddelerinin gitgide süptillik göstermek üzere derecelenmesini simgelemektedir. Dantenin bu yapıtında kullandığı sayısal sembolizm incelendiğinde en çok kullandığı sayılar, profesör Rodolfo Benini’nin de saptadığı gibi 3, 7 ve 22’dir. Yani Dante “İlahi Komedya” adlı yapıtını 3, 7 ve özellikle 22 sayısını esas alan bir sistem üzerine kurmuştur. 22 sayısı Kabala’da, tarotta, ezoterizmde önem verilen bir üstad sayıdır. Bu yapıtta geçen, anlamı çözülememiş “Can Grande della Scala” sözüyle de kimilerine göre “Merdivenin Büyük Köpek Takımyıldızı” ya da “Merdivenin Büyük Kaanı” demek istemişti. Komedya, Floransa lehçesinde (Toskana lehçesi) ve İtalyan anadilinde yazılan ilk önemli edebi yapıttır. Dante'nin zamanında İtalya'da eserler çoğunlukla Latince yazılmaktaydı. Bu eser, Floransa lehçesinin standart İtalyanca olarak yerleşmesinde önemli rol oynamıştır. Bu durum hala geçerlidir ve standart İtalyanca Floransa lehçesindedir. Komedya'nın arz merkezli, Batlamyus tarzı evren görüşüne göre arz yarıküre üz
erine oturmuş bir küredir ve geri kalanı hemen hemen tamamen denizlerle kaplanmıştır. Kudüs yarı kürenin merkezindedir. Burada sunduğu tamamen Batlamyus modeline dayanan Evren Dizgesine göre, yer Evren'in merkezindedir ve hareketsizdir. Yer'in etrafında sırasıyla, Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter ve Satürn'ün küreleri bulunur. Satürn küresinden sonra, sabit yıldızlar küresi ve ondan sonra da ilk hareket ettirici küre gelir. Onuncu küre ise, en yüksek küre, yani Tanrının Evi'dir. Küreler, meleklerin yardımı ile hareket eder. Dante, Aristoteles'in etkisi ile ortakmerkezli küreler dizgesi'ni benimsemiş, dışmerkezli kürelerin olmadığını savunmuştur. İçinde yaşanılan dünyanın altında yer alan cehennem bir huni şekilli dehliz biçimindedir ve merkezinde isyankâr melek İblis bulunur. Bütün bunlar insan için yaratılmıştır. Arzın tam merkezinde bulunan İblis aynı zamanda kâinatın da merkezindedir. Burada sembolik olarak İblisin evrendeki en dünyevi ve gökyüzünden (yani cennetten) en uzaktaki yaratık olduğu anlatılmak istenir. Denizlerle çevrili yarı kürenin ortasında, dairesel olarak karşı tarafta Araf dağı arzın içinden cehennemin içinden çıkar. Araf dağının zirvesinden Adem ve Havva'nın kovulduğu cennet yer alır. Dante okuyucuyu ölüm sonrası bir seyahat macerasına davet eder. Seyahatin öyküsü 1300 yılının Paskalya haftasında geçer. İlk sahnede arzın derinliklerindeki cehenneme ("Inferno") doğru yol alır. Bu esnada mitolojik karakterler ile ve Toskano'nun tanınmış eski güçlü insanları ile karşılaşır. Sonra Araf'a ("Purgatorio") tırmanırken eski ileri gelen kişilerle konuşur. Bu kişiler cennete ("Paradiso") girmeden önce Araf'ta beklemektedirler. Şiir birinci şahsın ağzından yazılmıştır ve Dante'nin ölümün üç krallığında Hıristiyanlıkça Paskalyanın üç kutsal gününde (Easter Triduum) 1300 yılının ilkbaharında geçer. 1300 yılının 7 Nisan gecesi başlayan seyahat bir hafta sürer. İmparator Augustus döneminde yaşamış, Romalı şair Vergilius ona Cehennemde ve Arafta rehberlik ederken Arafın tepesinde Virgil bu görevini Dante'nin idealindeki kadın Beatrice'e bırakır. Dante'nin ilk eserlerinden La Vita Nova'daki "Beatrice Portinari" karakterinden esinlenen Beatrice, gençliğinde sadece iki kere karşılaştığı, unutamadığı ve uzaktan hayranlık duyduğu Floransalı kadındır. Beatrice Dante'ye rehberlik ederek onu semaya, ilahi ışığın kaynağına ulaştırır. 1300 yılının cuma günü Dante 35 yaşındadır. Dante, şiirde bunu "Yaşam yolumuzun yarısında" (Nel mezzo del cammin di Vita Nostra, kanto 1:1) mısrasıyla dile getirir. Derin kişisel bunalımın bir alegorisi olan ve muhtemelen 13. kantoda bir intihar girişimi olarak verilen karanlık ormanda yolunu kaybeder. Ormanda günahlarını sembolize eden vahşi hayvanların saldırısına uğrar. Burada şehveti simgeleyen leopar ve kötü hırs ve günahkar nefsi simgeleyen arslan ve dişi kurt ile karşılaşır. Vahşi hayvanların yani günahlarının ve nefsinin kötü isteklerinin elinden kaçmayı, doğru yola ulaşmayı, dağın arkasında parlayan güneş ile simgelenen "ilahi kurtuluşa" ermeyi murat eder. Vergilius tarafından kurtarılır (2. kanto) ve onunla birlikte yeraltına, güneşin erişemediği derin karanlığa doğru giderler ve cehenneme inerler. Cehennem 9 iç içe daireye bölünmüştür. Eşmerkezli daireler gittikçe artan günahkarlığı temsil eder. Her dairenin günahkarları işledikleri kötülükler gereğince ebediyete kadar cezalandırılır. Mesela hayattayken gelecekten haber verenler kafaları arkalarına dönük vaziyette dolaşırlar bu nedenle önlerini hiçbir zaman göremezler. Dış dairelerde şehvet ve nefislerinin kurbanı olan ve nefislerine söz geçiremeyen kimseler, merkeze doğru ise küfre sapanlar ve yalancılar vardır. Günah işleyen ama ölmeden önce tövbe edip af dileyen insanlar günahları nedeniyle çile çektikleri Arafta bulunurlar, cehenneme atılmazlar. En iç dairede arzın merkezinde Şeytan'ın buzların içinde hapsolduğu en son noktaya ulaşılır. Günümüzde cehennemde cezalandırma şekli ateşte yanma olarak bilinse de Ortaçağ'da cehennemde cezalandırmada ateşte yanma figürü daha nadirdir onun yerine buzun içinde acı çekme daha sıklıkla tanımlanır. Bu yüzden Dante de Şeytanı buzun içinde hapsolmuş şekilde resmetmiştir. Dante cehennemi çok politik bir tabiatta tasvir eder, çoğu siyasi hasmını ve hatta bazı Papaları ancak ayrıca aynı zamanda bazı dostlarını da cehenneme koyar. Acheron nehri kıyıları cehenneme girişin geçitindedir. Mitolojik kayıkçı Kharon tarafından ölü ruhlar cehenneme taşınır. Burada geçidin kıyısında hayattayken iyi ve kötü arasında bir seçim yapamamış bazı kimseler kalmıştır. Onlar hala gerçek bir cehennemde değildirler ancak bu bölgede sonuza kadar hapsolmuş olarak deliler gibi etrafta bir flamanın peşinde koşturan ve eşek arıları tarafından sokulan ve bazı kurtçuk ve böcekler tarafından kanları sürekli emilen kimselerdir. Dante, Vergilius'un rehberliğinde cehennemin kıyısındaki Acheron nehrinin kıyısına gelir. Kayığı kullanan Kharon, Dante'yi karşı kıyıya, cehenneme geçirmeyi kabul etmez. Cehennemdeki ilk daire limbus. Burada vaftiz edilmemiş eski erdemli ve günahkâr olmayan ama İsa'yı da tanımayan şair Vergilius gibi putperestler bulunur. Gerçekten cezalandırılmazlar ama "Tanrıdan" ayrı olarak ve bağışlanma ümidinden mahrum elem içinde kalırlar. Limbo ile Yunan mitolojisindeki Elysion çayırları ile ironik bir ilgi kurulmuştur. Suçsuz olup da İsa'yı tanımayanlar, şeytanlar tarafından eziyete uğramazlar ve kendilerine bir zarar verilmez ama lanetlenmiş olarak karanlıklar içinde kutsal ışıktan uzak bir şekilde yaşamaya mahkum kılınarak cezalandırılırlar. Limbus'da hem Cicero, Öklid (Euclides), Homeros gibi kişiler ve ayrıca İbn Rüşd ve İbn-i Sina gibi bazı Müslüman filozoflar ve hatta şaşırtıcı bir şekilde Selahaddin Eyyübi (VI. Kanto) bile vardır. Dante burada bulunan bir kalede Homeros, Horatius, Ovidius, Lucan gibi ünlü şairler ile ve Aristoteles ve Sokrates gibi filozoflar ile konuşur. Dante bütün meşhur tarihe malolmuş paganların kendilerini burada bulduklarını anlatmasına rağmen daha sonra ikisi ile Araf ve Cennette de karşılaşmıştır (Sato ve Utica). Dante, İlahi Komedya'da Limbus'u iki katlı olarak göstermektedir. Limbus'un bir alt, bir de üst katı bulunur. Üst kat karanlıktır. burada tarafsızlar bulunur. Yani yaşadıklarında kötülük yapmamışlardır ancak iyilik de yapmamışlardır zaten onun için buradadırlar. Limbusun bu bölümünde bir de yansız melekler vardır. Tanrı, Adem'i yarattıktan sonra meleklerine ve Lucifer'e (Şeytan) " Adem'in önünde eğilin" demiştir. Bunun üzerine Lucifer isyan etmiştir. İşte tam o sırada bazı melekler Lucifer'e destek çıkar, bazı melekler Adem'in önünde eğilir. Ancak az da olsa birkaç melek ise ne Adem'in önünde eğilmeyi kabul ederler, ne de Lucifer'e destek çıkmayı isterler. Bunun için bunlara yansız melekler denir. Alt Limbus ise aydınlıktır. Cehennemdeki tek aydınlık yer burasıdır. Burada bulunanlar insanlığa çok büyük faydası dokunmuş ancak Hristiyan olmadıkları için burada bulunan kişilerdir. Bunların Başlıcaları: Homeros, Horatius, Ovidius, Lucanus, Electra, Hektor, Salahattin Eyyubi, Sokrates, Platon, Diogenes, Tales, Herakleitos, Demokritos ve Zenon gibi şahsiyetler vardır Kral Minos ölü ruhları yargılar ve günahlarına göre cehennemin hangi dairesine konacağı hükmünü verir. Kral Minos, Yunan mitolojisinde de yeraltı dünyasında bulunan üç yargıçtan birisidir. Bu sonsuz dairede şehvet düşkünleri ve Francesca da Rimini, VII. Cleopatra ve Kartaca Kraliçesi Dido gibilerin de aralarında bulunduğu erotik arzularını kontrol edemeyen ruhlar, öfkeli bir şekilde esen ebedi bir fırtına altında cezalandırılır. Ebedi yağmurların yağdığı üçüncü dairede Kerberos tarafından gözetlenen ve işkence gören oburlar vardır (6. Kanto). Dördüncü çemberde maddiyata düşkünlükte ortalamadan sapmış açgözlüler cezalandırılır. Bu çemberde mitolojideki bolluğun kişileştirilmişi zenginlik tanrısı Plutos, cimriler, para ve maddiyat hırsı ile mal mülk toplayan veya savurganlık yapanlar gardiyanlık yapar. Bu gruptakiler birbirlerine doğru ağır bir yükü iterler yük parçalandığında tekrar başa dönüp aynı yükü birbirlerine doğru iterler. Segui il tuo corso, e lascia dir le genti (Türkçe: Sen kendi yolundan git; bırak diğerleri konuşsunlar), bu eserden bir replik olup Karl Marx'ın "Das Kapital" 'in birinci cildi bu sözle başlar. Visceral Games'in yapımını üstlendiği ve Electronic Arts tarafından dağıtılmış olan Dante's Inferno, İlahi Komedya'yı konu alarak hazırlanmıştır. PlayStation 3, Xbox 360 ve PSP platformları için geliştirilen oyun 5 Şubat 2010 tarihinde Avrupa'da piyasaya sürülmüştür. Musa Eroğlu Musa Eroğlu, (d. 1944, Kumaçukuru, Mut, Mersin), Alevi Türkmen Türk halk müziği sanatçısı. 1944 yılında Mersin'in Mut ilçesinin Kumaçukuru köyünde doğdu. Alevî Tahtacı Türkmenleri'ndendir. Ortaokulu yarım bıraktı. Mut Halkevi'nde halk oyunları oynadı. 1965'te TRT Ankara Radyosu'nda imtihana girdi fakat kazanamadı. 1969'da "İkimiz Toprağa Girelim Elif" adlı ilk plağını çıkardı. Piyasada görünmeye başlaması 1970-71 yıllarına denk gelmektedir. O yıllarda yeniden radyoda tar, kemane, koltuk davulu, bağlama, divan sazı çalgılarıyla sınava girdi ve sınavı kazandı. 1970'li yılların sonlarına doğru müzik yönetmenliği de yaptı. 1980'e radyoda kadar mahalli sanatçı olarak çalıştı. Arif Sağ ve Muhlis Akarsu ile birlikte başladığı, daha sonra Yavuz Top’un da katılımı ile genişleyen "Muhabbet" seri albüm çalışmaları, 1980 sonrasında Türk halk müziğinin geniş kitlelere yayılmasında önemli katkı sağlamıştır. Sözlerini Abdürrahim Karakoç'un yazdığı "Unutursun Mihriban'ım" ve "Mihriban" türkülerini seslendirdi. Karacaoğlan'ın şiirlerini besteledi. 1998'de Kültür Bakanlığı tarafından verilen Devlet Sanatçısı unvanını alan Eroğlu, müzik çalışmalarına devam etmekte ve Kültür Bakanlığı'nda Halk Kültürleri ve Oyunları konusunda uzman ve araştırmacı olarak görev yapmaktadır. Kendi adını taşıyan müzik okulunda 1982'den bu yana 5.000'den fazla öğrenci eğitim almıştır. 1966’da evlendiği eşiyle ikisi kız,
biri erkek üç çocuğu vardır. Imnos is tin Eleftherian Imnos is tin Eleftherian, (Yunanca: "Ύμνος εις την Ελευθερίαν", Türkçesi "Özgürlük Marşı") Dionysios Solomos’un 1821’de yazdığı 158 kıtalık şiirine dayanır. 1821’de Osmanlı Devleti’ne karşı giriştiği Yunan Ayaklanmasından ilham alınmıştır. Şiirin ilk iki kıtası marşı oluşturur. Bestesi Nikolaos Mantzaros’a aittir. İlk Yunan Kralı Otto, kraliyet marşını kullanmaya devam etmeyi uygun gördüğünden ancak Otto tahttan indirilip I. Yorgi kral olduktan sonra bu marş ulusal marş olarak kabul edilmiştir. Kıbrıs Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu, 16 Kasım 1966 tarihinde Yunan marşının müziğini ulusal marş olarak kabul etmiştir. Şirince Şirince, İzmir'in Selçuk ilçesine bağlı bir mahalledir. Özgün adı olan Kırkınca'nın efsanevi bir çağda dağlara vuran kırk kişiye atfen verildiği rivayet edilir. Rum telaffuzunda "Kirkice", "Kirkince" ve nihayet "Çirkince" gibi biçimler alan bu ad, Cumhuriyet'in ilk yıllarında dönemin İzmir valisi Kazım Dirik'in talimatıyla Şirince şeklinde resmîleştirilmiştir. 19. yüzyılda, özellikle ihracata yönelik incir üretimiyle ünlü, 1.800 haneli bir Rum kasabasıydı. 1923'te Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi sonucu Rumların ayrılmasıyla (çoğu Katerini'nin Nea Efesos köyüne yerleşmiştir), Kavala'nın Müştiyan (Moustheni) ve Somokol (Domatia) köylerinden gelen mübadillerle iskân edilmiştir. Mahalle içinde iki Rum kilisesi bulunmaktadır. Şirince' de hiçbir ev diğerinin manzarasını kapatmaz. Köyde şarap üretimi yüksek seviyede vardır. Mahalle, Maya takvimine göre 21 Aralık 2012'de kopacak olan kıyamette güvenli bölge olduğu gerekçesiyle gündeme gelmiştir. 21 Aralık 2012 günü yaklaşık 150 polis ve jandarma biriminin yanı sıra 270 basın mensubu bölgeye gelmiştir. Ziyaretçi sayısında beklenen artışın aksine düşüş bile gözlemlenmiştir. İzmir il merkezine 83 km, Selçuk ilçe merkezine 8 km uzaklıktadır. Himnusz Himnusz (Isten, áldd meg a magyart / "Macaristan Ulusal Marşı"), 1844'te, henüz ülke Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun bir parçası iken ulusal marş olarak kabul edilmiştir. Sözler Ferenc Kölcsey'e, beste Ferenc Erkel'e aittir. Sözleri 1823 yılında yazılmıştır ve ülkenin 17. yüzyılda üçe bölünmesini anlatır. Prunus Prunus, gülgiller (Rosaceae) familyasından kiraz, karayemiş, kayısı, şeftali, badem ve erik gibi meyve ağaçlarını içeren cins. Çiçekler genellikler pembe ile beyaz renkli, beş taç yaprak ve beş çanak yapraklıdır, tekli veya iki, altı ya da daha fazla salkımdan oluşan şemsiye çiçek kuruludur. Meyve bütün türlerde oldukça büyük bir çekirdekten oluşan drupadır. Yapraklar basit, genellikler mızraksı, lopsuz ve yaprak kenarı tamamen dişlidir. "Prunus" cins ismi ilk olarak Linnaeus'un "Species Plantarum" adlı eserinde kullanılmıştır. Linnaeus 1737 yılındaki çalışmasında modern "Prunus"'u 4 ayrı cinse ayırdı: "Amygdalus", "Cerasus", "Prunus" ve "Padus". fakat 1758 yılında "Amygdalus" ve "Prunus"'a indirgedi. Linnaeus'un o zamanlarda kullandığı cins adları bugünkü "Prunus" cinsinin birer alt cinsi olarak kabul edilmektedir. "Prunus"'un 48 türü üzerinde yapılan DNA çalışması tamamlanmıştır. "Prunus" monofiletiktir ve bazı Avrasyalı soylardan gelir. Modern sınıflandırmada bazı morfolojik farklılardan dolayı "Prunus" 6 alt cinse ayrılır. Alt cinsleri: Ticari meyve üretimi amacıyla badem, kayısı, kiraz, şeftali ve erik kültivarları geliştirilmiştir. Bademin yenebilir kısmı tohumdur; badem sert çekirdekli bir meyvedir, nuks değildir. Birkaç kültivar ve melez türü süs bitkisi olarak yetiştirilir, genellikle çiçekleri bazen de kabuk ve yaprakları için peyzaj çalışmalarında kullanılırlar. Niyasin Niyasin, Nikotinik asit veya B vitamini suda çözünür bir vitamindir. Türevleri olan NADH, NADPH, NAD ve NAD hücrelerde enerji metabolizması, nükleik asit, protein, yağ ve karbonhidrat metabolizmasında gereksinim duyulan zorunlu bir vitamindir. Vitamin B3 terimine niyasinamit de dahil edilir çünkü bu bileşik vücuda alındıktan sonra niyasine dönüşür. Niyasinin aşırı eksikliği insanlarda pellegra adı verilen ve sinir sisteminde fonksiyon bozukluğu, mide-bağırsak sistemi bozukluğu, ishal, zihin bulanıklığı, depresyon, ve ağır dermatit ve çeşitli cilt lezyonları ile karakterize bir hastalık oluşur. Niyasinin kısmî eksikliği ise metabolizma yavaşlamasına ve soğuğa dayanıksızlığa yol açar. Niyasinin aşırı miktrada kullanımı ölümcül olabilir. 36 saat zarfında 11 tane 500 mg'lık hap alan bir kişinin kustuğu, iki gün zarfında 5 hap alan bir diğer kişinin ise birkaç dakika boyunca tepkisiz olduğu kaydedilmiştir. Çok yüksek niyasin kullanımında niyasin makulopatisi denen makula ve retina kalınlaşması meydana gelir, bunun sonucunda bulanık görme ve körlük olur. Niyasinin önerilen günlük dozajı, çocuklarda 2–12 mg, kadınlarda 14, erkeklerde 16 mg, hamile ve emziren kadınlarda 18 mg'dır. Günde 20 mg'dan fazla niyasin ciltte kızarmalara neden olabilir. Bu kızarmalar yanma, kaşıntı ve ağrı ile beraber olabilir, yüz, kollar ve göğüse yayılır. Genellikle zararsızdır ve 20 dakika ile bir saat arasında kendiliğinden geçer. Bir bardak su içilmesi de yardımcı olacaktır. Niyasin kan dolaşımını düzenler, sağlıklı bir deri sağlar ve santral sinir sisteminin çalışmasına yardımcı olur. Beyin ve hafızanın ileri fonksiyonlarını denetlemesinden dolayı şizofreni ve diğer zihinsel hastalıklarda tedavi edici rol oynar. Son olarak yeterli B düzeyleri insülin ile östrojen, projesteron ve testosteron gibi cinsiyet hormonlarının sentezi için hayati rol oynamaktadır. Kan trigliseridini düşürebildiği için doktorlar tarafından antihiperlipidemik ilaç olarak kullanılmaktadır. Ancak niyasinin kullanımında doz ayarlaması mutlaka doktor tarafından yapılmalıdır. Gebelikte niyasin dikkatle kullanılmalıdır. Yüksek dozlarda saf nikotinik asit mide ülserleri, gut, glokom diyabet ve karaciğer hastalıklarında sağlık problemlerini arttırabilirler. Niyasinin keşfi, nikotinin yükseltgenmesi sonucu olmuştur. Ona verilecek ismin nikotini çağrıştırmaması amaçlandığı için nikotinik asit + vitamin 'den türetilmiştir. Eski metinlerde niyasin için vitamin PP adının (İngilizce "pellegra preventing" (pellegra önleyici) teriminden kısaltması) kullanıldığını görülebilir. Niyasın karaciğer tarafından triptofandan sentezlenir ama bu tepkime çok verimsizdir. Bir miligram niyasin elde etmek için 60 mg triptofan gerekir.. Kötü beslenme nedeniyle niyasin yetersizliği tek besin kaynağı olarak mısır yiyen ve mısır ununu hazırlarken alkali kullanmayan toplumlarda görülür. Bunun nedeni mısırin az niyasin içeren bir tahıl olmasıdır; mısır unu hazırlarken alkali kullanılmasının ise mısırda bulunan triptofanın salınmasını sağlayıp bağırsaklar tarafından emilerek niyasin yapımına takviye sağlar. Triptofanın beş karbonlu halkası kesilip, düzenlenip ve amino grubuyla tepkiyerek niyasinin altı karbonlu heterosiklik halkası oluşur. Niyasin çeşitli seks ve stres hormonlarının sentezinde önemli rol oynar, özellikle adrenal bezlerde üretilenlerde. Ayrıca toksik maddelerin vücuttan atılmasında rol oynar. Niyasin, yüksek dozda kullanılınca kandaki HDL ("iyi kolesterol") seviyesini yükseltir ve düşük HDL'si olup kalp krizi riski taşıyan hastalara önerilir. Abbot şirketi bu amaçla Niaspan ticarî isimli bir ilaç üretmektedir. Ayrıca niyasin (ama niyasinamid değil) hiperlipidemi tedavisinde kullanılır çünkü çok düşük yoğunluklu lipoproteinin (VLDL) karaciğerden salgılanmasını azaltır (VLDL "kötü kolesterol" olarak bilinen LDL'nin öncülüdür) ve kolesterol sentezini engeller eder. Niyasinin lipit bozukluğunu tedavi etmek amacıyla kullanımının başlıca sorunu, çok yüksek olmayan dozlarda dahi deride kızarmalara neden olmasıdır. Halen niyasinin yavaş salınımını sağlayacak formülasyonların geliştirilmesi için çalışmalar sürmektedir, niyasinin daha sık ve daha az rahatsızlık vererek kullanılabilmesini sağlamak için. Pantotenik asit Pantotenik asit (vitamin B), hem hayvansal hem de bitkisel kaynaklarda bulunabildiğinden dolayı yunanca "her yer" anlamına gelen "pantos" sözcüğünden kökenini almıştır. Vücutta depolanamayan ve suda eriyen bir vitamindir. Karbonhidrat, yağ ve protein metabolizması için gereklidir. Bu vitamin insan bağırsak florası tarafından sentez edildiği için eksikliğine pek sık rastlanmaz. Ancak eksikliğinde deride yaralar, saç dökülmesi, sinir sistemi bozuklukları gibi belirtiler görülebilir. Savaş esirlerinde gözlenen Burning Foot sendromu pantotenik asit eksikliğine bağlanmıştır. Aktif formu koenzim A ve ACP'dir (açil taşıyıcı protein). Asetil ve Açil gruplarının koenzim A ya taşınmasında rol oynar. Ayrıca eksikliğinde hayvanlarda sindirim kanalı bozukluğu görülmüştür. Kimyasal yapısı B-alanin-pentoik asittir. Yüksek doz vitamin B5 alımında yoğun olarak gastrointestinal sistem bozuklukları görülür. Doğal olarak vitamin B5 brokoli, mercimek, buğday, yumurta ve yeşil yapraklı sebzelerde bulunur. Özkan Altıntaş Özkan Altıntaş (d. 8 Haziran 1946), Türk gazetecidir. Vefa Lisesi'ni 1965 yılında bitirdikten sonra, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde okudu. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü ’nü bitirdi. Türk-İslam Sanatı konusunda 'Osmanlı Bimarhaneleri konulu yüksek lisans tezi bulunuyor. Osmanlıca, Latince ve Yeniçağ Tarihi konularında sertifika aldı. ‘Psikoloji-Pedagoji’ lisansı, ‘Kütüphanecilik Sertifikası’, ‘Eğitim Lisansı’ bulunuyor. Gazeteciliğe başladığı Hürriyet'te aralıksız 20 yıl adliye, polis, ekonomi, ulaştırma. turizm, politika başta olmak üzere çeşitli branşlarda muhabirlik, İstihbarat Şefi olarak çalıştıktan sonra aynı gazeteye bağlı Gazete Gazetesi'nde Haber Müdürlüğü yaptı. Daha sonra Milliyet’e bağlı Meydan gazetesine geçerek Yazı İşleri'nde görev aldı. Milliyet Gazetesi'nin tüm yayınlarının Promosyon Sorumluluğunu yürüttü. Türkiye Gazetesi, Flash TV, Star TV gibi çeşitli basın kuruluşlarında yönetici olarak görev yaptı. Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu, TRT'nin Müzik Kanalı'nda "Bestekar" adıyla yayınlanan "Türk Sanat Müziğ
i Külliyatı" adlı 13 bölümlük belgesel programı hazırladı ve sunuculuğunu yaptı. 1992 yılında sektör yayıncılığına başlayarak Erem Tanıtım’da Nalburiye, Oto Yedekparça, Kırtasiye dergilerinin genel yayın yönetmenliğini yaptı. Daha sonra kurduğu Market Press Uluslarararası Basın Ajansı Ltd. Şti. ile Yapı Market, Süpermarket, Turizm Market dergilerini yayınladı. Marmara Üniversitesi Deniz İşletme Mühendisliği Bölümü için Alesta adlı denizcilik dergisini yayınladı. Bu arada Energy FM, Metropol FM radyolarının haber ve program yönetmenliğini yaptı. Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) ve Unit Turizm Yatırımları A.Ş.’de basın müşavirliği yaptı. Cen Ajans Grey ve Elan Altavia ajanslarında Medya İlişkileri Sorumlusu olarak Çukurova Holding’e bağlı Enternasyonal Turizm A.Ş., Koç Holding, Has Holding, Cıngıllıoğlu Holging gibi kuruluşların basın kampanyalarını yürüttü. Amerika Birleşik Devletleri'nin Global Publication USA yayın kuruluşununTürkiye Temsilciliği görevlerinde bulundu. Yapı Endüstri Merkezi -YEM yayınlarında Yazı İşleri Müdürü olarak görev aldı. 2000-2006 yıllarında, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün lisanslı yayın organı olan Fenerbahçe Gazetesi’ni sahibi olduğu Market Press Uluslararası Basın Ajansı Ltd.Şti. ile yayınladı ve yazı işleri müdürlüğünü yaptı. 2003 yılındanberi Yapı Market, Süpermarket, Türkiye Turizm Market dergilerinin sahip ve yayıncılığını yapıyor. Message İletişim ve İmza Pr halkla ilişkiler şirketlerinde medya ilişkileri görevi yaptı. Türkiye'nin turizm haber sitesi turkiyeturizm.com haber portalinin editörlüğünü yapıyor. Evli iki çocuklu sürekli sarı basın kartı sahibidir. Kültürel psikoloji Kültürel psikoloji, psikolojinin alt dallarından biridir. Kültür ve zihin kavramlarının ayrılamaz olduğu, bu yüzden de zihnin nasıl çalıştığına yönelik evrensel kanunların olmadığı ve bir kültürde geliştirilen psikolojik kuramların geçerliliğinin yalnızca o kültürle sınırlı olduğu varsayımlarına dayanır. Sosyal psikoloji, gelişim psikolojisi, bilişsel psikoloji gibi psikoloji dalları kültürel psikolojiyi besler ve kültürel psikoloji ile zenginleşir. Kültürel psikoloji içersinde günümüzde en çok rağbet gören konular, Kuzey Amerika ve Uzak Doğu kültürlerinin dikkat, algı, biliş ve benlik açılarından farklılıklarıdır. Kurtkulağı, Ceyhan Kurtkulağı, Ceyhan ilçesine bağlı bir mahalledir. 1928 yılından beri yerleşim yerinin ismi Kurtkulağı'dır. 1974 yılına kadar köy iken çıkarılan bir yasayla belediye ilan edilmiştir. Kasaba orta çağ ve yakın çağın ticaret yolu olan İpekyolu üzerinde kurulmuştur. Kasabada günümüze kadar ayakta kalabilmiş olan bir kervansaray bulunmaktadır. Kasaba, Ceyhan ve çevresindeki en eski yerleşim birimlerinden biridir. Evliya Çelebi Seyahatnâmesinde Kurtkulağı Kasabası ve kervansarayından bahsetmektedir. Belde 6360 sayılı kanunla kapatılmıştır. Kasaba, Adana iline 55 km Ceyhan ilçesine ise 14 km uzaklıkta olup Ceyhan-Yumurtalık karayolu üzerinde 2 km kuzeydoğu yönündedir. 50 Cent Curtis James Jackson III (d. 6 Temmuz 1975), sahne adıyla 50 Cent, Amerikalı rapçi, aktör ve girişimci. "Get Rich or Die Tryin'" (2003) ve "The Massacre" (2005) albümleriyle şöhrete kavuştu. Büyük bir plak şirketinden çıkardığı ilk albümü, "Get Rich or Die Tryin", Amerika Birleşik Devletleri'nde sekiz kez platin plak kazandı. 50 Cent aynı zamanda hip hop grubu G-Unit'in "de facto" lideri olarak da tanındı. New York'un Queens bölgesindeki South Jamaica mahallesinde dünyaya gelen Jackson, 1980'lerde Amerika'daki "crack salgını" sırasında henüz 12 yaşındayken uyuşturucu satıcılığına başladı. Rap kariyeri yapmak için uyuşturucu satmayı bıraktı. 2000 senesindeki bir olayda dokuz kurşunla vuruldu. 2002'de "Guess Who's Back?" adlı ilk albümünü çıkardıktan sonra, Eminem tarafından keşfedildi ve Interscope Records ile albüm sözleşmesi yaptı. Eminem ve Dr. Dre'nin de yardımıyla yaptığı başarılı albümlerle Jackson, dünyada albümleri en çok satan rapçilerden biri oldu. 2003'te kendisine ait G-Unit Records plak şirketini kurdu ve bu şirket Young Buck, Lloyd Banks ve Tony Yayo gibi isimleri bünyesinde topladı. Jackson müzik kariyeri boyunca dünya çapında 30 milyonun üzerinde albüm sattı ve çok sayıda ödül kazandı. Bunların arasında bir Grammy Ödülü, 13 "Billboard" Müzik Ödülü, altı Dünya Müzik Ödülü, üç Amerikan Müzik Ödülü ve dört BET Ödülü yer aldı. Aynı zamanda oyunculuk kariyerini de sürdüren 50 Cent, 2005'te yarı otobiyografik "Get Rich or Die Tryin'", 2006'da Irak Savaşı'nı konu edinen "Home of the Brave" ve 2008'de "Orijinal Cinayetler" filmlerinde rol aldı. "Billboard" dergisi tarafından 2000'lerin en iyi altıncı sanatçısı ve en iyi rap sanatçısı seçildi. Aynı dergi, "Get Rich or Die Tryin" albümünü 2000'lerin en iyi 12. ve "The Massacre" albümünü en iyi 37. albümü seçti. 50 Cent, 2014'te yayınlanması planlanan beşinci albümü "Street King Immortal" üzerinde çalışmayı sürdürmektedir. Şubat 2014'te, 50 Cent'in Shady/Aftermath ve Interscope şirketlerinden ayrıldığı ve kariyerine bağımsız olarak devam edeceği ve gelecekte yayınlayacağı albümlerin dağıtımının Caroline, Capitol, UMG şirketleri tarafından yapılacağı duyuruldu. Luar na Lubre Luar na Lubre Galiçya (İspanya) kökenli etnik müzik grubu. ("Galicia, España") Kelt müziği yaparlar. ("música celta, celtic music") Galiçya'nın en ünlü gruplarından biridir. Mike Oldfield'in gruba destek olmasıyla birlikte dünya çapında üne kavuştular. Şarkıları genelde Galiçyaca'dır, İspanyolca ve Portekizce'ye benzer ve Galiçya (İspanya)'da konuşulur. Yonca Yonca ("Medicago sativa"), baklagiller (Fabaceae) familyasından uzun yıllar yaşayan, gerek yeşil ot gerekse kuru ot olarak değerlendirilebilen çok yıllık bir serin mevsim yem bitkisi türü. Uluslararası terminolojide alfalfa (kelime kökeni Arapça البرسيم veya الحجازي, halk dilinde "Şark yoncası" veya "Kaba yonca" şeklinde de anılır. Yonca çok yıllık otsu bir bitkidir. Boyu 50–80 santimetredir. Derin bir kök sistemi vardır. Uygun koşullarda 8-10 metre derine gider. Etkili kök derinliği 120–180 santimetredir. Bu nedenle, anavatanı olan Orta Doğu bölgesinin şartları ile birebir özelliklere sahip olup, kuraklığa dayanıklıdır. Yonca önemli bir yem bitkisidir. Otlatılmaya da oldukça dayanıklıdır. Bu nedenle meraların ıslahında diğer bitkilerle karışıma giren ve meranın kalitesini arttıran bir bitkidir. Ahır besiciliğinde et ve özellikle süt verimini % 30'lara kadar artıran ve yem bitkileri içerisinde en çok besleyicilik değeri olan yoncada, içerisinde 10 kadar vitamin de vardır. Tetraploid genetik yapıya sahip bir bitkidir. Genelde hasat edilerek hayvanlara yedirilir, daha ender olarak mera ortamında hayvanlara otlatılır. Köklerinde, diğer hayvan yemlerinde olduğu gibi, bitki bünyesindeki azot değerlerini artıran "rhizobia" gibi proteobakteriler bulunmaktadır. Bu bakteriler topraktaki azot miktarı ile sınırlı kalınmaksızın yüksek protein değerli bir besi kaynağı oluştururlar. Bu özellikleri nedeniyle etkin üretiminin bilimsel yöntemlerle geliştirilmesinde önemli ilerlemeler sağlanmış, üretiminde en yüksek verim düzeylerine ulaşılmıştır. Türkiye'de TÜİK verilerine göre 2004 yılında 320 bin hektar yonca ekilmiş ve 2 milyon 300 bin ton yeşil ot, 2 milyon ton kuru ot elde edilmiştir. Türkiye coğrafyası kökenli bir bitki olduğu ve ilk kez Tunç Çağı'nda Orta Asya bozkırlarından temin edilen atları besleme amacıyla bugünkü İran topraklarında tarımsal ortamda yetiştirildiği tahmin edilmektedir. Eski Yunan uygarlığı coğrafyasına Pers İmparatorluğu orduları ile birlikte at yemi olarak giriş yapmıştır. 17. yüzyıldan itibaren Avrupa'da düzenli olarak yetiştirilmeye başlanması Avrupa hayvancılığı açısından önemli bir ileri adım oluşturmuştur. 19. yüzyılda Amerika kıtasının özellikle iki ucunda (ABD ve Şili) geniş ölçekli olarak yetiştirilmeye başlanmıştır. ABD'de özellikle Wisconsin ve Kaliforniya eyaletlerinde yetiştirilmektedir. Kaliforniya'daki üretimin büyük bölümü özel sulama düzenlemesi (California Aqueduct) altyapısına sahip Mojave Çölü'nde yapılmaktadır. Günümüzde dünyanın neredeyse bütün bölgelerinde büyükbaş hayvan yemi olarak üretilmektedir. Yoncanın en iyi yetiştiği topraklar; tınlı, kumlu-tınlı, kumu çok fazla olmayan ve yeter derecede kireç içeren topraklardır. Taban suyu düşük ve pH'nın 6.5 dan aşağı olmaması gerekir. Yoncanın normal ürün verebilmesi için toprağın fosfor ve potas kapsamı bakımından iyi olması gerekir. İlkbaharda veya sonbaharda hasat edilebilir. Çok yüksek potas düzeylerine sahip, çoğu kez suni gübre kullanılarak zenginleştirilmiş toprağa ihtiyaç duyar. Üretiminde çoğu kez, toprağı yabancı otlardan arındırmak için bir ön ürün, örneğin yulaf veya arpa, ekilir veya herbisit kullanılır. Herbisitlere dayanıklılık sorunu genetik yapısı değiştirilmiş alfalfanın piyasaya sürülerek ekilmesini gündeme getirmiş olup, bu konunun biyogüvenlik açısından doğurduğu tartışmalar sürmektedir. Ototoksisite özelliği bulunan ender bitkilerdendir. Bu nedenle mevcut tarhları içinde yeni tohumları yetişmez. Yeni tohum ekmeden önce zeminin temizlenmesi gerekmektedir. Yoncanın derin köklü bir bitki olması nedeniyle sonbaharda derin işlenmesi gerekir. İlkbaharda ise kültivatör ve diskaro çekildikten sonra tapan geçirilerek iyi bir tohum yatağı hazırlanmalıdır. Nisan ayının ilk yarısında ve toprakta iyi bir tav mevcut iken ekim yapılmalıdır. Ekim elle serpme olarak yapılacak ise 5-5.5 kg/da, mibzerle ekim yapılacak ise 3.5–4 kg dekara tohum kullanılmalıdır. Elle serpme ekimde tohum ince elenmiş kumla 1/1 Kışların çok sert geçmediği bölgelerde sonbahar ekimi en uygun zamandır. Yoncaya ekimle birlikte 4 kg N ve 23 kg PO verilmelidir. Yani 15 kg %26'lık Amonyum nitrat veya 20 kg %21'lik Amonyum sülfat ile 50 kg %42-44'lük triple süper fosfat gübresi diskarfo çekilmeden önce toprağa serpme olarak atılır. Azotlu gübre yalnız ilk yıl verilir. Fosforlu gübre ise her yıl sıra arasına banta verilerek çapa ile toprağa karıştırılmalıdır. Bir yılda 6-8 kez biçim yapılabilmekte ve yıllık su tüke
timi sıcak yörelerde 2500 milimetreye kadar varmaktadır. Nisan, Mayıs ve Eylül aylarında 15 gün arayla, Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında ise 10 günde bir sulanmalıdır. Her sulamada toprağın 0–120 cm'si tarla kapasitesine getirilecek şekilde su verilmelidir. Yonca sulamasında dikkat edilecek önemli bir husus her biçimden sonra mutlaka sulanmalıdır. Sulamalar uzun tava veya yağmurlama metoduyla yapılmalıdır. Temiz bir yonca tarlasına sahip olmanın en doğru yolu temiz ve küskütsüz tohum ekmek ve tarlayı ekimden önce yabancı otlardan temizlemektir. İlk yıl yoncanın gelişmesi için gerektikçe çapa yapılmalıdır. Diğer yıllarda ise tarlanın yabancı otlardan temizlenmesine özen gösterilmelidir. Yoncanın en önemli hastalık etmeni virüstür. Virüsten sakınmak için en etkili önlem, sertifikalı tohum, daha önceden virüsle bulaşık olmayan toprak ve temiz sulama suyu kullanılmalıdır. Yoncanın en önemli iki zararlısı yaprak biti (Püseron) ve yonca hortumlu böceğidir. Yoncanın en büyük düşmanı küsküt otudur. Küsküt, ince sarı sülükleri ile yoncanın gövdesini sararak besinini alır, zayıf düşmesine yol açar. Küsküt görüldüğü zaman tohum bağlamadan yonca biraz dipten biçilmeli veya küsküt az ise elle toplanıp yakılmalıdır. Otu için yetiştirilen yoncanın en uygun biçim zamanı %10 çiçeklenme devresidir. Biçim yüksekliği 8–10 cm olmalıdır. Son biçim daha yüksekten yapılmalıdır. Biçimden sonra yoncanın hayvanlarda şişkinlik yapmaması için güneşte 1-2 gün soldurularak verilmesi gerekir. Yoncanın depolanıp saklanacak ise fazla kurutulmadan ve balyalanarak saklanmalıdır. Yonca fazla kurutulursa hem yaprakların dökülmesi hem de A vitamini kaybına yol açar. Yonca silajı da yapılabilir. %25-50 çiçeklenme döneminde biçilip depolanmalıdır. Kurutulmuş yonca yaprağı, kapsül, toz veya tisan şeklinde standardize edilmiş halde diyet katkı maddesi olarak yaygın surette kullanılmaktadır. Yüksek fiber düzeyi nedeniyle kolesterol düzeyleri üzerinde dengeleyici etki yaptığını, kötü kolesterolü düşürdüğünü gösterir bulgular bilimsel literatürde yer almaktadır. Baklagiller familyasındaki diğer bitkiler gibi protein, vitaminler ve mineraller açısından zengin bir kaynak oluşturan yüksek genel gıda değeri nedeniyle bünyede enerji eksikliğini önleyici, ayrıca içerdiği saponinler nedeniyle kanı ve karaciğeri temizleyici edici özellikleri bulunduğu üzerinde durulmaktadır. Besin değeri yüksek bir besin olduğu için kansızlık çekenlere faydalıdır. Özellikle ABD ve Avustralya mutfağında salatalarda yeri olan bir bitkidir. Bazı ülkelerde genç yaprakları çiğ olarak tüketilmektedir. Daha olgun yoncanın tüketimi çok yüksek diyet lifi içeriği nedeniyle kısıtlıdır. ESTIEM Avrupa Endüstri Mühendisliği ve İşletme Öğrencileri veya kısaca ESTIEM (European Students of Industrial Engineering and Management), Avrupa çapında Endüstri Mühendisliği ve İşletme alanında var olan tek organizasyon. Görevi Avrupa'daki öğrencilerin ve kurumların iletişim ve işbirliğini arttırmaktır. Endüstri Mühendisliği konsepti, teknoloji anlayışlarıyla işletme becerilerini birleştirmeye dayanmaktadır. Çalışmalar analitik düşünme yetisi, mühendislik bilgisi ve pratik işletme tecrübelerini sağlamaktadır. Bu durum teknolojik altyapıları özümsemiş EM öğrencilerine iş hayatında yer alma imkânı vermektedir. ESTIEM bugün 64 üniversite grubuyla beraber 26 ülkede 47.000 öğrenciyle temsil edilmektedir. 1990 yılında kurulan organizasyon, Endüstri Mühendisliği ve İşletme öğrencileri arasında uluslararası ilişkileri temin etmeyi ve yürütmeyi amaçlamıştır. Pek çok farklı ülke öğrencisinden oluşan proje takımları, tüm Avrupa'ya seslenen değişim programları, konferanslar, vaka analizi yarışmaları, seminerler ve etütler düzenlemektedirler. Tüm bu aktiviteler ESTIEM'i farklı kültürel geçmişlerden ve tecrübelerden insanları birbirine bağlayan özgün bir organizasyon haline getirmiştir. Türkiye'den Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Bilkent Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, İzmir Ekonomi Üniversitesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi, KKTC'den Doğu Akdeniz Üniversitesi topluluğun üyesidir. ESTIEM 1990 da farklı ülkelerden gelen Endüstri Mühendisliği ve İşletme öğrencileri tarafından Berlinde bulundu.İlk olarak 7 farklı ülkeden 14 farklı üniversiteyi içeriğinde kuruldu. 1995 te ESTIEM resmi bir öğrenci organizasyonu adını Eindhoven de Hollanda yasalarına uygun bir şekilde aldı. ESTIEM'in üyeleri Avrupa etrafına dağılmış yerel gruplardır. Yerel öğrenci kulüplerine bağlı olarak çalışılır. Hem yerel aktiviteler hem de Avrupa çapında ESTIEM aktiviteleri organize ederler. Tüm bu kulüplerin Endüstri Mühendisliği ve İşletme öğrencileriyle ilişkisi kuvvetlidir ve Endüstri Mühendisliği ve İşletme öğrencileri arasında sıkı bir iletiim kurmayı amaçlar. ESTIEM, Yönetim Kurulu tarafından koordine edilir. Yönetim Kurulu her Güz Dönemi Danışma Kurulu Toplantısındaki Genel Kurulda Yerel Grupların Delegeleri tarafından seçilir. ESTIEM'in Yönetim Kurulunda Başkan ve 5 Yardımcısı bulunur. Yönetim Kurulu 7 Komite lideri ve Proje Liderleri tarafından desteklenmektedir. ESTIEM Avrupa'da 28 ülkede bulunur: ESTIEM Aktiviteleri yerel grup değişimleri, konferanslar, vaka analizi yarışmaları, eğitimler, seminerler ve atölyelerden oluşmaktadır. Yönetim ve Mühendislik Becerileri Turnuvası (The Tournament In Management and Engineering Skills) bugün Avrupa'nın endüstri mühendisliği ve işletme öğrencileri için düzenlenen en büyük vaka analizi yarışması olarak değerlendirilmektedir. Bu prestijli, takdir edilen etkinlik Avrupa çapında bir öğrenci organizasyonu olan ESTIEM'in en büyük projesidir. Turnuvanın 2011 yılında 18.si başarıyla organize edilmiştir ve her yıl 250 civarında takımın ilgisini çekmektedir. Her sene Avrupa'nın farklı yerlerinde yapılan TIMES finalinde yer alabilmek için, iki aşamalı elemenin geçilmesi gerekmektedir. Sonuncu aşamaya ulaşmadan önce tüm katılımcılar kendi üniversitelerindeki yerel elemeye katılırlar. Kazanan takımlar Avrupa genelinde organize edilen 6 yarı finalden birine katılmaya hak kazanırlar. En sonunda, yarı finalleri kazanıp final etkinliğinde bir araya gelen takımlar Avrupa'nın "Yılın Endüstri Mühendisliği ve İşletme Öğrencileri" (IEM Students of the Year) olarak değerlendirilirler. Avrupa'ya özgü vaka yarışması TIMES 1994'te proje yöneticisi olarak ESTIEM'in aktivitelerden sorumlu başkan yardımcısı olan Andreas Swahn tarafından Londra Ekonomi Okulunu ve vaka analiz yarışması CHAMP'ı ziyaret ettikten sonra yaratıldı. İlk yarışmanın yarı finalleri Stockholm (İsveç), Braunschweig (Almanya), Lizbon (Portekiz) ve St. Petersburg (Rusya)'da organize edildi.Finali ise Eindhoven (Hollanda)'da yapıldı ve TIMES'ın ilk kazananı Stockholm takımı oldu.Tüm katılımcılar için ilk eleme vakası LKAB(maden firması) ve çelik üretim aşamalarıyla alakalıydı.Yarı final vakası ise Ericsson Mobile ile birlikte mobil direkler için yatırımları optimize etmekle alakalıydı. Finalde iki tane vaka bulunmaktaydı, ilki Rotterdam limanındandı. İkincisi vaka ise Phillips Electronics işbirliğiyle oluşturulmuştu. TIMES şu an 26 ülkede 64 üniversiteden 45000 kişiye ulaşabilmektedir. Her yıl 250 civarında takım "Yılın Endüstri Mühendisliği ve İşletme Öğrencileri" olmak için yarışmaktadır. Vision, öğrenciler ve destekleyenler arasında "IEM - Endüstri Mühendisliği ve İşletme" konuları ile ilgili belirli bir konuyu tartışmayı amaçlayan Avrupa çapında bir seminer dizisidir. Vision seminerleri; profesörler, işadamları ve diğer destekleyenler tarafından verilen konferanslar, atölyeler ve vaka çalışmaları sunar. Bunların yanında, seminer programında şirket ziyaretleri ve boş zaman aktiviteleri de bulunmakta. Ancak bu seminerler sadece akademik amaçta yoğunlaşmıyor. İkinci bir amaç; katılımcıların kültürel bilinçlerini arttırmak, yabancı şehirleri tanımak ve kültürlerarası ilişki kurmaktır. 2010/11 dönemi "Bağlılık Yoluyla Liderlik – Leadership through Engagement" konusuyla Vision, Helsinki'deki Aalto Üniversitesi’nden bir araştırma takımının yakın işbirliğiyle ile gerçekleştirildi. ESTIEM Yaz Akademisi son sınıf öğrencisi olan akademik bir liderin önderliğinde, uluslararası öğrencilere yaz tatili boyunca grup çalışmaları, tartışmalar ve bireysel çalışma ortamı sağlamak için kurulmuştur. Dünyanın her yerinden bir araya gelen katılımcılar konuşarak, çalışarak diğer öğrencilerle birlikte hem profesyonel hem de kültürel anlamda yeni fikirler ve bakış açıları kazanırlar. Bunun yanında 2 hafta süren yaz akademisinin sonunda tüm katılımcılar, kısa bir tez yazarlar. 2003 yılından bu yana yazılan bütün tezler yaz akademisini yöneten Prof. Dietrich Brandt tarafından toplandı ve yayınlandı. Bu tezler ESTIEM'in web sitesinden indirilebilir. Yaz akademisinin bir diğer destekleyicisi ise Cambridge Üniversitesinden Prof. Jim Platts'tır. ESTIEM Dergisi, yılda iki kez basılan, 10000 kopya ile endüstri mühendisliği ve işletme alanlarındaki temel konuların yanı sıra ESTIEM’in geçmiş ya da gelecekteki aktiviteleri hakkında da farklı makaleler içeren, ESTIEM’in yazılı organıdır. Öğrenciler, profesörler ve bilgilerini pratiğe dökebilmiş uzmanlar tarafından yazılan makaleleri içermektedir. Şirketler, endüstri ve isletme mühendisliği bağlantılı konuların içeriğini makalelerle bir araya getirerek, reklamlarını değişik şekilde yapma yoluyla kendilerini dergide temsil edebilirler. Bu dergi, her genel kurul sonrası tüm yerel gruplara dağıtılmaktadır. Öğrenci Rehberi, öğrencilere yurtdısındaki eğitimleri sırasında rehber olabilecek her türlü bilgiyi sağlamayı amaç deninmiş bir projedir ve bu amaç bir öğrencinin günlük yaşamındaki 3 temel yapıya odaklanılarak başarılmaktadır: Europe3D katılımcıların misafir olunan ülke hakkında temel bilgilere sahip olabildiği 5 günlük bir organizasyondur. Odak noktası ülkenin karakteristik özelliklerine dayanarak, o ülkenin politikası ve ekonomisidir. Avrupa düzeyindeki temel yerel parametreleri daha iyi anlamak için ülkenin kültürel yapısına da yer verilmektedir. Ekonomi, bi
lim ve politik konularda uzman kişiler tarafından verilen eğitimler/dersler katılımcılara teorik bir anlayış sağlamaktadir. Öte yandan, bir diğer amacı seminer sırasında katımcıların etkileşimlerini sağlamaktır. BrainTrainer katılımcıların liderlik, sunum yapma, iş hayatı ve kişisel yetenekler gibi konulardaki gelişimlerini 1-2 gün süren profesyonel eğitimlerle arttırmayı sağlayan bir proje olarak tasarlanmıştır. Amacı katılımcıları eğitmek ve katılımcıların çeşitli organizasyonlarda ve iş hayatlarında daha profesyonel ve daha başarılı olmalarını sağlamaktır. Genel olarak 6 ila 7 gün süren Brain Trainer, iletişim, sunum yapma, takım yönetme, iş iletişimi, vaka çözme, proje yönetimi gibi değişik konular üzerine yapılan 3-4 eğitim içermektedir. Eğitimler ya ESTIEM üyesi profesyonel eğitimcilerden ya da iş sahasının yüksek tecrübeli kişileri tarafından verilmektedir. Fiğ Fiğ ("Vicia sativa" ), baklagiller (Fabaceae) familyasından dane yemleri içerisinde önemli bir yere sahip olan tek yıllık bir serin mevsim yem bitkisi. Zayıf ve az derine giden bir kök sistemi vardır. Ancak yan kökler iyi gelişir. Ortama bağlı olarak ortalama 40–60 cm. boylanabilmektedir. Yapraklar 4-6 çifttarakçıktan meydana gelmiş olup, yaprakçık uçları sivridir. Meyvesi tipik bir fasulyedir; 3–5 cm. uzunluğunda olup, ortalama 5-6 dane bulunur. Adaptasyon yeteneği iyi bir bitkidir. Ancak fazla asitli toprakları sevmez. Kışı ılıman geçen bölgelerde sonbaharda erken ekilerek iyi bir şekilde yetiştirilebilir. Kışı soğuk geçen bölgelerde ilkbaharda ekilir. Ekimde 8-10 hatta 12 kg./da tohum kullanılır. 3–5 cm derinliğinde ekilir. Türkiye'de yetiştirilen fiğ miktarı TÜİK tarafından sağlanan 2004 yılı verilerine göre 540.000 ton yeşil ot ve 410.000 ton kuru ottur. Sürmene Sürmene, Trabzon'un bir ilçesi. Anadolu'nun ilk ticaret odası; denizcilik, deniz ticareti ve tersanecilik ve kesercilikten kaynaklanan zengin bir ticari alt yapıdan dolayı Sürmene ilçesinde 1903'te kurulmuştur. 1950'li yıllarla başlayan araba yollarının yapımı sürecinde Sürmene iç bölgelerin denize ve anayollara ulaşım üssü olamamıştır. Bu uzun solukta Sürmene'de ticaret hayatının gerilemesini beraberinde getirmiş ve eskiden Sürmene bölgenin bir ticaret merkezi iken bu özelliğini başta Araklı ilçesi olmak üzere bölgedeki başka yerleşim birimlerine kaptırmıştır. Bugün itibarıyla Sürmene'de ticaretin esas unsurunu hala bağlı köylerden gelen köylülerin yarattıkları iktisadi hareketlilik oluşturmaktadır. Ancak Sürmene ilçesine bağlı köylerde de tüm Türkiye'de yaşanan köyden kente göç olgusu sonucu nüfus azalması sonucu bugün Sürmene de ticaret hacmi önceki yılların son derece altına düşmüştür. İlçe; İstanbul, Samsun, Ankara, Aydın, İzmir, Antalya, Bursa, Eskişehir, Kocaeli, Düzce, Adapazarı gibi yerlere oldukça fazla göç vermiştir. İlçede asırlardır alışılagelmiş şekilde bıçak üretimi yapılmakta ve bu bıçaklar yurt içinde ve yurt dışında satılmaktadır. Sürmene ilçesi Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren birçok eğitim kurumuna sahip olmuştur. Bugün itibarıyla Sürmene'de bir fakülte (Karadeniz Teknik Üniversitesi Sürmene Deniz Bilimleri Fakültesi), bir tane Meslek Yüksek Okulu (Abdullah Kanca Meslek Yüksek Okulu) beş tane meslek lisesi, iki tane anadolu lisesi bulunmaktadır. Ayrıca ilçede birçok ilköğretim okulu da mevcuttur. Üniversite öğrencilerinin barınması için bir öğrenci yurdu da ilçede bulunmaktadır. Ayrıca ilçede bir kapalı spor salonu, biri sunî olmak üzere 2 adet çim futbol sahası bulunmaktadır. İlçenin spor kulübü olan Sürmenespor özellikle futbol branşında faaliyet göstermekte ayrıca ortaoğretim kurumlarının bünyesinde de çeşitli spor dallarında gençlerin kendini geliştirebilme olanağı mevcuttur. Sürmene sosyal yaşam yönünden uzun yıllar Doğu Karadeniz'in öncüsü olmayı başarabilmiş bir ilçedir. İlçe merkezinin nüfusunun onbine yeni ulaştığı dönemlerde bile Sürmene'de iki adet sinema salonu uzun yıllar hizmet verebilmiştir. Ayrıca Sürmene'de Karadeniz Sahil Yolu inşaatı yapılmadan önce özellikle yaz aylarında oldukça hareketli bir sosyal yaşam gözlemleniştir. Bu dönemde Sürmene ilçesinde sokaklardaki hareketlilik gece saat ikilere kadar uzayabilmekte ve ilçe oldukça hareketli bir turizm merkezi görünümü arz etmekteydi. 1995 yıllarında Sürmene merkezde başlayan ve bugün hala devam eden aşırı yapılaşma sonucu ilçe merkezi adeta büyük kentlerdeki plansızlıkla karşı karşıya kalmıştır. Ayrıca uzun süren inşaat dönemleri yazlıkçı olarak gurbetten gelen Sürmenelilerin yaz aylarında inşaatların gürültüsüne maruz kalmaları sonucu Sürmene'ye gelmekten vazgeçmeleri sonucu Sürmene'de turizm gelirleri oldukça düşmüştür. Bu bağlamda bugün itibarıyla 13000 olan ilçe merkezinin nüfusu yaz aylarında da önemli bir artış gösterememektedir. Sürmene'de çeşitli branşlarda faaliyette bulunan spor kulübü yanı sıra etkin bir folklor derneği ve Atatükçü Düşünce Derneği gibi sivil toplum kuruluşları etkinliklerde bulunmaktadır. Ayrıca Sürmene Yardımlaşma Vakfı ve Sürmene Kültür ve Turizm Derneği adlı İstanbul merkezli yerel amaçlı sivil toplum kuruluşlarının da Sürmene'de etkinlikleri vardır. Sürmene her ne kadar birçok ilk ve orta öğretim kurumuna sahipse de bu kurumların mezun ve mensupları arasında dayanışmayı ön plana çıkaran mezun dernekleri Sürmene'de yoktur. Sürmene bütün Karadeniz kentleri gibi yoğun bir şekilde göç hareketlerine sahne olmuştur. Bugün için Sürmene de yaşayan Sürmenelilerden daha fazlası başta İstanbul, Zonguldak ve Samsun olmak üzere Türkiye'nin ve dünyanın dört bir yanına yayılmıştır. Bu göç hareketleri sonrası bazı kişiler yaptıkları işlerde isim yapmıştır. Aşağıda bunlardan bir kısmı yer almaktadır. Ancak bu kişlerin Sürmenelilikle değil yaptıkları işlerle iyi veya kötü isim yaptıklarını unutmamak gerek. Ünlü tarihçi Xenophon, "On Binler" adlı eserinde Sürmene ve Sürmenelilerden bahsetmiştir. Sürmene yaklaşık olarak Trabzon ve Rize illerinin tam ortasında bulunur. Yani iki ile de yaklaşık olarak 35 km mesafededir. Türkiye'nin neredeyse her yerinden Sürmene'ye otobüs firmaları seyahat etmektedir. Sürmene Trabzon ilinden sonra yer aldığı için; şehirlearası otobüslerle Sürmene'ye gelmek için son durağı Trabzon değil de daha doğudaki bir il olan otobüse binilmesi aktarma yapmamak açısından daha uygun olur. Böyle bir otobüse bindiğinizde Trabzon Otogarından yaklaşık 30 dk (30 km) sonra Sürmene'de istediğiniz yerde inebilirsiniz.Eğer son durağı Trabzon olan bir otobüs ile seyahat ettiyseniz.Son durak olan Trabzon Şehirlerarası Terminalinden indikten sonra 5 dk. mesafedeki şehirlerarası yola çıkarak Sürmene Dolmuşlarına (yaklaşık 20 dk. da bir geçer) veya Trabzon Belediyesi Özel Otobüslerine (yaklaşık 40 dk. da bir geçer) binerek 30 dk. da Sürmene'ye ulaşabilirsiniz. Veya otogarda yer alan Otogar Taksi'de bulunan bir özel taksiyle 30 dk. da Sürmene'ye gelebilirsiniz. Sürmene merkezinden kalkan minibüsler ile Petekli Köyü (Magavla), Oylum (Vunit), Küçükdere (Ğorğor) ve Ormanseven (Seveho) gibi çevre yerleşimlere ulaşım imkânı mevcuttur. Trabzon ve bölge illerinde demiryolu taşımacılığı olanakları bulunmamaktadır. Türkiye'nin büyük kent merkezlerinden, Trabzon'a her gün uçak seferleri yapılmaktadır. Yeni firmaların hava piyasasına girmesiyle (Ankara/İstanbul-Trabzon) uçuş fiyatları oldukça düşmüştür. Hava yolu ile Trabzon Havalimanı'na indikten sonra. Havalimanında bulunan taksilerle veya 5 dk. mesafedeki şehirlerarası yola çıkarak Sürmene Dolmuşlarına (yaklaşık 20 dk. da bir geçer) veya Trabzon Belediyesi Özel Otobüslerine (yaklaşık 40 dk. da bir geçer) binerek 30 dk. da Sürmene'ye ulaşabilirsiniz. Sürmene'de liman bulunmaktadır. Fakat Sürmene ilçesine deniz ile toplu ulaşım mümkün değildir. Özel ve yük gemileri bu limanlara demirleyebilmektedirler. Sürmene'nin en önemli akarsuları Küçükdere ve Manahos çayıdır. Bunların dışında Sürmene'de dağların denize paralel olması ve yağışlı iklimden dolayı küçük çapta birçok dere ilçeyi bölerek denize kavuşur. Sürmene tipik Doğu Karadeniz kasabası özelliklerini coğrafyasında gösterir. Denizle, denizin hemen yanı başından bazen içinden yükselen dağlarla deniz arasında kurulu Sürmene'de Manahos çayının yanında bulunan ve bugün fabrikalar bölgesi olan Kavaklık ovasının dışında ova yoktur. Dağların kuş uçuşu çok kısa mesafede 2000'li metrelere ulaştığı Sürmene'de turistik tesisleri de barındıran Zarha Dağı (asıl adı Koyunyatağı Dağı) ve ilçenin en yüksek tepesi olan Madur Dağı (2742 m) bulunmaktadır. Türkiye'nin 2100 metrede dünya da nadir bulunan turfalığına sahiptir. Ağaçbaşı yaylasında yer alır. Endemik Türler: . Ligarba (Yaban Mersini) meyvesinin ormanda çalılıklarda yetişen ve yaylada otçul olan türleri de Sürmene'de yetişir. Ayrıca sonbahar ve ilkbahar kuş göç yolu için iki geçiş vadisi var. Karadere - Küçükdere Vadisinden geçerler. Doğu Karadeniz kıyı kuşağında yer alan Sürmene'de tipik bir Karadeniz iklim özellikleri yaşanır. Trabzon merkeze göre daha yağışlı olan Sürmene'de her mevsim bol yağışlı geçer.Kışları ılık yazları serin geçen ilçede en çok yağış sonbaharda, en az yağış ilkbaharda görülür. Yağış miktarı 1500 mm'yi bulur. Nem oranı oldukça fazladır. Buna bağlı olarak bitki örtüsü oldukça yoğundur. Kar yağışları azdır. Topoğrafik özellikler kısa mesafede sıcaklık ve yağış koşullarında değişmelere neden olur. Kirsten Dunst Kirsten Dunst (d. "30 Nisan 1982") Amerikalı oyuncu ve model. "Interview with the Vampire", "The Virgin Suicides", "Marie Antoinette", "Bring It On" ve "Örümcek Adam" film serisi gibi filmlerinde oynamıştır. Kirsten Dunst 30 Nisan 1982'de New Jersey'de dünyaya geldi. Babası tıbbi hizmetler yönetici olarak, annesi de bir uçuş görevlisi olarak Lufthansa'da çalışmıştır. Dunst'un babası Alman'dır ve aslen Hamburg'lu olup, annesi New Jersey'de doğmuştur. Kirsten Dunst, kendisine yapılan bir röportajda Almanca'yı biraz bildiğini belirtmiştir. 2011 yılında Alman vatandaşlığını kazandı ve günümüzde hem Almanya hem de Amerika Birleşik Devletleri'nin çifte vatandaşlığına sahiptir.
Kirsten Dunst'un hayatının büyük bölümünü kamera karşısında geçirdi. Daha üç yaşındayken bir Ford reklamı sayesinde kamerayla tanışan Dunst, 1989 yılına kadar modellik yapmayı ve reklam filmlerinde rol almayı sürdürdü. 1989'da Woody Allen'ın “New York Stories” filminde aldığı ufak rol sayesinde sinema dünyasına adım atan Dunst, bu rolü sayesinde 1990’da “Bonfire of the Vanities” isimli film için teklif aldı. Tom Hanks’le birlikte rol alan küçük aktris filmde Hanks’in kızını canlandırıyordu. 1993 yılında o zaman 11 yaşında olan Dunst’a “Interview with the Vampire”da Claudia’yı canlandırmak üzere elemelere katılması teklifi yapıldı. 5000’in üzerinde adayın katıldığı elemelerde, yönetmen Neil Jordan’ın tercihi Dunst’tan yana oldu. Bazı sinemaseverler, Dunst’un filmdeki abartılı performansından hoşlanmasalar da Dunst, Brad Pitt’le öpüşme sahnesi dışında rolünden son derece hoşnuttu. “Interview with the Vampire”la yakaladığı başarıya, aynı yıl rol aldığı “Little Women” filmindeki uçarı Amy rolündeki başarısı da eklenince aktris kendisini Hollywood’un önde gelen çocuk oyuncuları arasına kabul ettirdi. 1995 yılında, başrolünde Robin Williams’ın de yer aldığı fantastik macera filmi “Jumanji”de Judy Shepherd karakterini canlandıran aktris, pek çok çizgi filmde de seslendiricilik yaptı. Bunlar arasında 1997 yılı yapımı “Anastasia” da bulunuyordu. Aynı yıl Barry Levinson'ın başarılı filmi “Wag the Dog”da önemli bir rol üstlenen Dunst, 1998 yılında da “Small Soldiers” isimli aksiyon-bilim kurgu filminde Christy Fimple rolüyle kamera karşısına geçecekti. 1999 yılı, Dunst'un kariyerinde önemli bir dönüm noktası oldu. Çünkü artık çocuk rolleri yerine genç kadın rolleri için teklifler almaya başlamıştı. Michael Patrick Jann’ın yönettiği komedi filmi "Drop Dead Gorgeous"ta küçük bir kasabanın güzellik yarışmasına katılan Amber Atkins’i canlandırdıktan sonra, Michelle Williams ile birlikte rol aldığı "Dick"te Watergate Skandalını su yüzüne çıkaran genç kızlardan biri olarak rol aldı. 2000 yılı "Teen People’s" dergisinin "21’inin altında 21 ateşli güzel"i arasında gösterdiği Dunst’ın sinema kariyeri için önemli bir yıl oldu. Jeffrey Eugenides’ın bir öyküsünden Sofia Coppola tarafından beyaz perdeye aktarılan "The Virgin Suicides"daki Lux Lisbon performansı pek çok eleştirmenin dikkatini çeken Dunst, "Bring It On" (Gençlik Ateşi) filmindeki rolüyle de başarısını pekiştirdi. 2000 yılı Temmuz ayında Los Angeles’taki Notre Dame Lisesi’nden mezun olan aktris, 2001 yılında gösterime giren "Get Over It" (Herkes Onu İster) filminde terk edilmiş aşık Berke Landers'in derdine deva olan küçük kız kardeş Kelly Woods’u canlandırdı. Ardından John Stockwell’in yönettiği "Crazy/Beautiful" isimli romantik film ile Peter Bogdanovich’in "The Cat’s Meaw" isimli gerilim filminde rol alan aktris 2002 yılında Marvel Comic'in sevilen çizgi karakteri "Spider Man"in sinema uyarlamasında Örümcek Adam / Peter Parker'ın aşık olduğu Mary Jane Watson rolüyle kamera karşısına geçti. Sam Raimi'nin yönettiği filmde Tobey Maguire ve Willem Dafoe ile birlikte rol alan aktris 2004 yılında gösterime giren "Spider Man 2" de de aynı rolle hayranlarının karşısına çıktı. Sırasıyla 2004 yılında Wimbledon (film), Eternal Sunshine of the Spotless Mind, 2005 yılında Elizabethtown ve 2006 yılında Marie Antoinette (film) filmi ile hayranlarınınn karşısına çıkan Dunst; 2007 yılında gösterime giren "Spider Man 3" filminde de serinin ilk iki filminde olduğu gibi Mary Jane Watson rolüyle hayranlarının karşısına çıktı. Dunst, 2004 Amerika Birleşik Devletleri başkanlık seçimleri'nde Demokrat aday John Kerry'i destekledi. Dört yıl sonra, 2008 başkanlık seçimleri'nde de Demokrat Barack Obama'yı destekledi. Dunst, başkanlık kampanyasında, "başından itibaren" Obama'ya destek verdiğini ortaya koydu. Yakaköy, Bornova Yakaköy, İzmir'in Bornova ilçesine bağlı bir mahalle. İdari sınırlarına bakıldığında batısında Çiçekli mahallesi bulunur. Çiçekli, Bornova Çiçekli, İzmir'in Bornova ilçesine bağlı bir mahalle. İdari sınırlarına bakıldığında batısında Eğridere, doğusunda Yakaköy, kuzeyinde ise Karaçam bulunur. 93 Harbi muhaciri Boşnaklar tarafından kurulmuştur ve eski adı Hamidiye'dir. Bugün bir mesire yeridir. 2007 yılı Ağustos ayında bölgede 5 günde çıkan 6 yangının en büyüğünde ormanlık alanının büyük kısmını kaybetmiş ve evlerin bir kısmı zarar görmüştür. Celadet Ali Bedirhan Celadet Ali Bedirhan (Kürtçe: Mîr Celadet Alî Bedirxan) (1893, İstanbul - 15 Temmuz 1951, Şam), Osmanlı İmparatorluğu'nda ve Suriye'de faaliyet sürdürmüş Kürt milliyetçisi dilbilimci, yazar ve siyasetçi. Kürt milliyetçi örgütü Hoybun'un ilk başkanı. Celadet Ali Bedirhan 1893 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. Bedirhan Bey'in torunu Kürt aydınlarından Emir Ali Bedirhan'ın oğludur. İlk ve ortaöğrenimini İstanbul'da tamamladı. I. Dünya Savaşı sırasında, subay olarak Osmanlı ordusuna alındı ve Kafkasya Cephesi'nde bulundu. Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasından sonra Kürt aşiretlerinin birliğini sağlamak için çaba gösterdi, fakat başarılı olmadı. 1922 yılında kardeşi Kâmuran Bedirhan'la birlikte Almanya'ya gitti. Almanya'da öğrenimini sürdüren Celadet Ali, 1925'te önce Kahire'ye geçti, bir süre sonra da Fransız mandası altındaki Suriye'ye yerleşti. Suriye'de Haco Ağa ve önde gelen diğer Kürt aydınlarıyla birlikte Hoybun'un kuruluşunda aktif rol oynadı. 1930'lu yıllarla birlikte, siyasi çalışmalardan uzaklaşarak Kürtçe ile ilgili çalışmalarını yoğunlaştırdı. 15 Mayıs 1932 yılında "Hawar" dergisini çıkardı. "Hawar" Dergisi ile birlikte Arap karakterli Kürt alfabesinin yanında Latin karakterli Kürt alfabesi de kullanılmaya başlandı. İlk 23 sayısı hem Latin harfleri hem de Arap harfleriyle yayınlanan "Hawar", 24. sayıdan itibaren bütünüyle Latin harfleriyle yayımlandı. Günümüzde kullanılan Latin karakterli Kürt alfabesi ilk defa "Hawar" dergisinde uygulanan alfabedir. "Hawar" dergisinde çoğunlukla Kurmanci olmak üzere düzenli bir biçimde Sorani ve az sayıda da Zazaki yazılar yayınlandı. Osmanlı dönemi Kürt basınından ayrı olarak "Hawar" 'da Türkçe yazılara yer verilmemekle birlikte, dergide Fransızca bölümü vardı ve bazı Kürtçe yazılar Fransızca'ya da tercüme ediliyordu. Suriye'nin Fransızların mandası altında olmasının bunda etkili olduğu düşünülmektedir. "Hawar" dergisi hem Kürtçenin standartlaştırılması hem de Kürtçe yazan kadronun yetişmesi anlamında bir okul işlevi gördü. "Hawar"ın yazar kadrosu içinde Celadat Bedirhan dışında, kardeşi Kâmuran Bedirhan, Osman Sabri, Nureddin Zaza, Cegerxwin, Kadri Can gibi birçok kişi de düzenli olarak yazdı. Toplam 57 sayı yayımlanan "Hawar" 1943'de yayınına son verdi. 1942'de Şam'da "Hawar"ın yanı sıra "Ronahi" ismiyle resimli bir Kürtçe dergi çıkardı. Başta "Hawar"ın bir eki olarak çıkan "Ronahi", "Hawar"ın yayınına son vermesinden sonra bir süre yayınına bağımsız olarak devam etti. Sadece Kürtçenin Kurmanci lehçesiyle yayın yapan "Ronahi", Latin harfleriyle yayımlandı. Toplam 28 sayı yayınlanan "Ronahi", 1945 yılında yayınını sona erdirdi. "Ronahi"nin yazar kadrosu da çoğunlukla "Hawar" 'da yazan kişilerdi. Celadet Bedirhan, 15 Temmuz 1951'de Şam'da öldü. Mezarı Şam'dadır. Ölümünden sonra hayattayken yaptığı Kürtçe dil araştırmaları bir araya toplandı. Belkahve Geçidi Belkahve mevkii İzmir ili Bornova ilçesi sınırları içinde, Ankara karayolu üzerinde bir geçit ve tarihi önemi olan bir mesire yeridir. İzmir il merkezine 25 Km mesafededir. İzmir'in düşman işgalinden kurtarılmasından bir gün önce, Nif'de (sonradan Kemalpaşa) gecelediği 8 Eylül 1922 akşamı muzaffer orduların komutanı Mustafa Kemal Paşa'nın buraya çıkıldığında ayakların altında uzanan İzmir'i ilk gördüğü yerdir. (Mustafa Kemal bundan önce İzmir'e, sadece bir kez, Şam'dan döndüğü 1904'de vapur değiştirmek için birkaç saatliğine gelmişti.) Belkahve, Atatürk'ün doğumunun 100. yıldönümü vesilesiyle, düzenlemeden geçirilmiştir. Piknik yerine umumi vasıtalarla ulaşmak mümkündür. 3,5 hektar büyüklüğündeki saha kızılçam koru ormanı ile kaplıdır. Yazın sıcak günlerinde dahi serinliğini korumaktadır. Arazinin meyilli olmasından dolayı saha içinde otopark bulunmamakta sadece şahıs girişine izin verilmektedir. Ancak giriş kapısı önünden geçen Kavaklıdere köyü yolu boyunca araçlar park edebilmektedir. İçme ve kullanma suyu, WC, çeşmeler, kır büfesi ve piknik üniteleri bulunmaktadır. Nif'e (Kemalpaşa) geldiğimiz zaman akşam olmak üzereydi. Nif'te bize gösterilen eve girdik. Biraz istirahattan sonra Paşa, Nif'ten İzmir'e kaç kilometre mesafe olduğunu sordular. 30-35 kilometre kadar olduğu söylendi. Bunun üzerine Paşa 'bir yerden İzmir'i görmek kabil midir?' dediler. 10-15 kilometre kadar ileride Belkahve denilen yerden göründüğü söylendikten sonra Paşa derhal oraya gitmek istediler ve otomobile binerek Belkahve denen yere geldik. Orada 1. Ordu Komutanı Nurettin Paşa'yı bulduk. Bir büyük ağacın altında oturmuş, İzmir limanını seyir ve temaşa ediyordu. Bizim geldiğimizi görünce derhal Mustafa Kemal Paşa'nın yanlarına gelerek limandaki İngiliz, Fransız ve Yunan gemilerini gösterdi ve İzmir'in görünen bazı yerleri hakkında bilgi vermeye başladı. 'Şurası Kadifekale'dir, şu görünen Kordon'dur, bu taraf Karşıyaka'dır,' dedi." Modern Türkiye'nin Doğuşu Modern Türkiye'nin Doğuşu, Bernard Lewis tarafından yazılmış ve orijinal adı "The Emergence of Modern Turkey" olan kitabın adıdır. Türk Tarih Kurumu yayınlarından Türkçeye çevrilmiştir. I. BÖLÜM KISIM I DOĞUŞ EVRELERİ KISIM II DEĞİŞME VE ÇEHRELERİ Seçilmiş Bibliyografya Dizin Haritalar William Stoddart William Stoddart (d. 25 Haziran 1925, Carstairs, İskoçya) Perennial felsefenin önemli yazarlarından İngiliz tıp adamı ve yazarı. Din felsefesi alanında kitapları ve çok sayıda makalesinin yanı sıra Stoddart, Frithjof Schuon ve Titus Burckhardt'ın kitaplarını Fransızca ve Almanca'dan İngilizce'ye aktarmıştır. World Wisdom Books William Chittick William C. Chittick, New York Devlet Üniversitesi'nde, karşılaştırmalı araştırmalar bölümü prof
esörüdür. Milford, Connecticut'ta doğup büyüyen William C. Chittick lisansını Ohio Wooster Koleji'nde tarih alanında tamamladıktan sonra doktorasını 1974'te Tahran Üniversitesi'nde Fars edebiyatı alanında tamamladı. Tahran'da Aryamehr Teknik Üniversitesi'de beşeri bilimler bölümünde karşılaştırmalı dinler alanında hocalık yaptı. İran İslam Devrimi'nden önce İran Kraliyet Felsefe Akademisi'nde yardımcı doçentti. 1979'da Amerika Birleşik Devletleri'ne döndü ve dini araştırmalar alanında hocalığını sürdürdü. Yirmi beş kadar tercümesi ve İslam düşüncesi, tasavvuf, Şiilik ve Fars edebiyatı alanında çok sayıda makalesi olan ancak özellikle Muhyiddin Arabi ve Mevlana Celaleddin Rumi gibi sufi yazar ve şairlerinin yazılarını İngilizceye tercüme edip ve yorumladığı eserlerle tanınan Chittick, halen tasavvuf ve İslam felsefesi alanında çeşitli araştırma projelerinde çalışmakta ve İslam klasikleri, Hinduizm ve dini araştırmalar alanının diğer konularına dair dersler vermeye devam etmektedir. Alaca Alaca ismi Türkiye Cumhuriyeti'nde birçok yerleşim yerinin adıdır. Curali, Çayıralan Curali, Yozgat ilinin Çayıralan ilçesine bağlı olan küçük bir kasabadır. 1997'ye kadar «köy» statüsünde olan Curali, bu tarihten itibaren «kasaba» statüsüne geçmiştir. Edebiyat alanında önemli ürünler vermiş üç Yozgatlı yazardan Abbas Sayar Yozgat merkezinden, Yusuf Ziya Bahadınlı Yozgat'ın Bahadın Kasabasından, Vehbi Bardakçı ise bu köyden çıkmıştır. Edebiyatımıza, "Yarım Kalan Türkü", "Kapı Kapı", "Evrenin Gizli Boyutları", "İnsan Sevdikçe Güzelleşir", "Kelebek Vadisi", "Özgürlük", "Dünyanın En Güzel Kitabı", "Hasretim Derin Uykularda", "Ağlasın Gökyüzü", "Kırmızı Bahar" ve "Kerbela-Aşkın Kanadığı Yer" gibi eserler kazandıran Vehbi Bardakçı, o zamanlar «köy» statüsünde olan Curali'de doğmuş ve gençlik yıllarını da bu köyde geçirmiştir. 1979’da Kültür Bakanlığı ödülünü alan "Acılar Paylaşılmaz" adlı ilk öküsünde, o zamanlar «köy» statüsünde olan Curali’yi şöyle anlatır: Yazar, «Yarım Kalan Türkü» adlı kitabının son öyküsü «Önü Bahçeli Ev»de, uzun süre ayrı kaldığı köyüne ve insanlarına hasretini şöyle dile getirir: «Orda çocukluğum, gençliğim, hayallerim, kavgalarım, aşklarım... Orda babamın mezarı, anamın mezarı vardı. Önü bahçeli bir evimiz... O evde benim ne anılarım vardı biliyor musun? Ben Avrupa metropolünde yaşıyorum, her imkân mevcut, fakat ben Curali’nin tozlu yollarını, anamın patates böreğini özlüyorum. Ben köyümü çok seviyorum, on yıl boyunca hep aynı rüyayı gördüm. Curali on yıl boyunca rüyalarıma girdi, sıçrayarak uyandım yataklardan. Berlin’de olduğumu anlayınca hüzünlenip ağladım...» 1960'lara kadar geçim kaynağı bağcılık, tarımcılık ve ormancılık iken, 1960'lardan sonra Avrupa'ya emek göçünün başlamasıyla Türkiye'nin birçok kasaba ve köyleri gibi bu emek göçüne Curali de katılmış ve geçimini dışarıdan sağlamaya başlamıştır. Resmi kayıtlarda nüfusu 1000'dir. Eğitim, iş, sağlık gibi temel ihtiyaçları için yakın olması nedeniyle Yozgat'tan daha çok Kayseri ile bağlantılıdır. Belde, Yozgat il merkezine 120, Çayıralan ilçe merkezine 5 km mesafededir. Kürdistan Bölgesel Yönetimi Irak Kürt Bölgesel Yönetimi veya Irak Kürt Bölgesi yaklaşık 40.000 km² 'den oluşan; Batı’da Suriye’ye, Doğu’da İran’a ve Kuzey’de Türkiye’ye komşu olan Irak Federasyonu’na bağlı Anayasal düzeyde varlığı olan özerk bir bölgedir. Bölgesel Yönetiminin Başkenti Erbil’dir (yerel dilde Hewler). Bölgesel sınırlar içerisindeki güncel nüfus 5 milyonun üzerindedir. Resmî dilleri Kürtçe ve Arapçadır. Irak'ın kuzeyinde bulunan bölge 11 Mart 1970'te Saddam Hüseyin ve Mustafa Barzani arasında yapılan anlaşma üzerine kuruldu. Özerklik anlaşmasına göre Irak'ın kuzeyindeki üç il, yaklaşık 37 000 km²'lik bir bölge, Erbil'de kurulacak bir yerel parlamento tarafından yönetilecekti. Bunun yanı sıra Irak Meclisinde 5 bakan ve başbakan vekili Kürt olacaktı. Kürtçe, ülke genelinde Arapça'nın yanı sıra ikinci resmî dil olacaktı. İran-Irak Savaşı sırasında bu bölge, merkezî hükümetin kontrolünden çıkmış, İran saflarında Saddam Hüseyin'e karşı yer almıştı. Saddam Hüseyin savaştan önce anlaşmayı kaldırmış ve 1974'te Kürt bakanları meclisten çıkarmıştı. Bu durum üzerine Barzaniler isyan etmişlerdi. Bu durum Irak için çıkan savaşı kötü etkiledi, çünkü Saddam Hüseyin'e karşı Kuzey, İran ile ittifak etmiştir. Birinci Körfez Savaşı öncesi ve savaş sırasında Saddam Hüseyin'den kaçan on binlerce Kürt, Türkiye'ye sığındı. Türkiye tarafından kurulan kamplarda Kürt mültecilere sağlık, barınma ve giyim yardımları yapıldı. Saddam Hüseyin devrilip Kürt liderler yeni dönemde söz sahibi olana kadar yurt dışına Türk Pasaportu ile çıktılar. Birinci Körfez Savaşı'ndan sonra çıkarılan uçuş yasağından dolayı bölge bugüne kadar Bağdat'ın yönetimi altında değildir. Bölge Kürdistan Parlamentosu'nun kontrolü altındadır. Mesut Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokratik Partisi ile Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği'nin arasında çıkan anlaşmazlıklardan dolayı bölge ikiye bölünmüşse de, son yıllarda birleşme sürecine girilmiştir. Kürdistan Bölgesel Yönetimi başkanı Mesud Barzani 2016 yılı ocak ayında meclisteki parti temsilcileriyle bir araya geldiği toplantıda, bağımsızlık için referandum komisyonu kurulmasını kararlaştırdıklarını belirtti. Yapılacak referandumun 2016 Amerika Birleşik Devletleri başkanlık seçiminden önce yapılması planlanmaktaydı. Ancak IŞİD'in Musul ve Kerkük'e saldırıları, PKK'nin Sincar bölgesinde faaliyetlerde bulunması, PKK'nın bağımsızlık karşıtı olduğuna dair çıkan haberler, Goran Partisi ve bazı muahalefet partileriyle KDP arasındaki siyasi anlaşmazlıklar referandum sürecini erteletti. Gerek Kürdistan Bölgesi Güvenlik Konseyi Müsteşarı Mesrur Barzani'nin "Kürdistan'ın bağımsızlığı önünde artık bir engel kalmadı" şeklindeki açıklaması gerekse KYB ve GORAN'ın KDP ile görüşmelere sıcak baktıklarını açıklaması bağımsızlık sürecinin yakın zamanda yeniden ilerleyebileceğini gösterdi. Mesud Barzani, 25 Eylül 2017'de referandumun yapılacağını açıkladı. Bu açıklama sonrası Irak Başbakanı Haydar el-Abadi olası bir referandumda toprak bütünlüğünü korumak için askeri müdahaleye hazır olduklarını açıkladı. Türkiye Cumhuriyeti ise 27 Eylül 2017'de yapılması planlanan Millî Güvenlik Kurulu toplantısını 22 Eylül 2017'ye çekti. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Barzani'yi kast ederek "Kararımızı 22 Eylül'de görecek." dedi. Haziran 2014'te Irak ve Şam İslam Devleti'nin Musul'a saldırmasıyla fiili olarak Bölgesel Kürt yönetimi de savaşa girmiştir. İran ve Türkiye sınırı tarafında dağlık bir coğrafi yapısı hakimdir. Güneye doğru gidildikçe düzlük ve çöl bir arazi yapısı hakimdir. İran ve Türkiye sınırı boyunca uzanan kuzeydeki dağlık bölgeler, yoğun kar yağışı altındadır. Openstreetmap haritasındaki yeri. Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin iklim şartları, kuzeydeki topografik ve dağlık yapısı nedeniyle, bölgede bitki örtüsü olarak bozkır ve orman bulunur. Bölgenin kuzeyindeki dağlık bölgede ve tüm İran sınırında kavak, söğüt ve meşe, alıç, kiraz eriği, kuşburnu, dağ elması, ahlat, üvez vb. yabani ağaçlar ve çayır otları bulunur.. Güneyinde ise genelde çöl ağaçları olan hurma ve palmiye ağaçları vardır. Baraj %7´de olduğundan KDP 51 Koltuk, KYB 49 Koltuk mecliste hak etmiştir. KDP bir koltuk KYB'ye vermiştir. Böylece iki parti eşit düzeyde temsil hakkına sahip olmuştur. Türkmenler seçimlere katılmama kararı aldılar. Geri kalan koltuklar azınlıklara göre dağıtılmıştır. Peşmerge, silahlı Kürt militanlarının başvurduğu Kürtler tarafından kullanılan bir terimdir. Bazı kesimler tarafından "özgürlük savaşçılar"ı olarak tabir etmektedir. "Peşmerge kelimesi" "ölümle karşı karşıya olanlar" anlamını taşır. Kürdistan olarak bilinen bölgede hüküm sürmüş olan Osmanlı ve Kaçar Hanedanı'nın çöküşünün ardından, Kürdistan'daki Peşmerge kuvvetleri 1920'lerin başında Kürt bağımsızlık hareketinin çıkışından bu yana var olmuştur. Peşmerge, Irak'a "Özgürlük Operasyonu" sırasında ABD Ordusu ve koalisyon güçlerinin yanında savaştı. Daha sonraki yıllarda, Peşmerge, Kürdistan ve Irak'ın diğer bölgelerindeki güvenliğinde hayati bir rol oynadı. Peşmerge aynı zamanda anti-terör operasyonları için Bağdat ve Anbar illerinde de konuşlandırılmıştır. Kürdistan Bölgesi, Irak Anayasası'na göre kendi ordusuna sahiptir ve yasalara göre merkezi Irak ordusunun Kürdistan Bölgesine girmesine izin verilmez. Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Irak'ın dört ilini (, "Muhafaza"; , "Parêzga") kontrol altına almaktadır. Bu illerin her biri toplam 26 olmak üzere ilçelere ve ilçelerde bucaklara ayrılır. Irak Kürdistan Bölgesi, bu dört ilin yanı sıra, şu anda Irak merkezi hükümetinin hukuki bir parçası olan Ninova, Kerkük ve Diyala illeri üzerinde de hak iddia etmektedir. IŞİD'in Kuzey Irak Taarruzu sonrası ırak ordusunun çekilmesi üzerine Kerkük ve Diyala ilçelerinin kontrolü Kürdistan Bölgesel Yönetiminin Kontrolüne geçmiştir. Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin ekonomisini tarım, turizm, alışveriş ve petrol ihracatı oluşturmaktadır. Bölgede Erbil ve Süleymaniye kentlerinde olmak üzere iki adet uluslararası havalimanı vardır. Buradan Viyana, Frankfurt, Stockholm, Amsterdam, Dubai, Umman, Ankara ve İstanbul'a haftada 80'den fazla doğrudan uçak seferleri düzenlenmektedir. Bölge halkının çoğu Müslüman'dır ve Sünni mezhebindendir. Bölgede Katolik, Ortodoks, Süryani, Ermeni ve Keldani kiliselerine bağlı Hıristiyan azınlık ve sayıları on binlere ulaşan Yezidi ve Ehl-i Hak dini mensupları mevcuttur. Bölgede resmî düzeyde Kürtçe ve Arapçanın yanı sıra Kürtçenin farklı lehçeleri, Türkçe, Süryanice ve Ermenice dilleri de konuşulmaktadır. Bölgesel Yönetim sınırları içerisinde İngilizce ve Fransızca da yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Irak Kürdistan Bölgesi, artan kentsel nüfusa rağmen hala önemli bir kırsal nüfusa sahiptir. 2003 yılında Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinden bu yana, Irak Kürdistanı'nda özellikle Kürtler, Süryaniler, Ermeniler, Mandanlar, Şabaklar ve Romanlar'ın göçüne t
anıklık etti. Çünkü istikrar ve güvenlikten dolayı, Kürdistan'da Kürt olmayan Iraklılar yerlerini terk etmek zorunda kaldılar. Irak Kürdistanı ile Türkiye arasındaki yaygın ekonomik faaliyetler, Türklerin Irak Kürdistanı'nda iş aramasına fırsat verdi. 2009 yılında, Kürt başkentli merkezi bir Kürt gazetesi, yaklaşık 50.000 Türk'ün artık Kürdistan'da yaşadığının tahmin edildiğini bildirdi. Bangladeş, Hindistan ve Pakistan'dan gelen göçmenler hakkında da raporlar yayınlanmıştır. Kürdistan Bölgesel Hükümeti'nin kuruluşundan önce, ilköğretim ve ortaöğretim neredeyse tamamen Arapça olarak öğretildi. Yükseköğretim ise her zaman Arapça olarak öğretildi. Bu durum ancak Kürdistan özerk bölgesinin kurulması ile değişmiştir. İlk uluslararası okul olan Choueifat Uluslararası İngiliz Koleji, 2006 yılında Irak Kürdistanı'nda şubesini açmıştır. Diğer uluslararası okullar da açıldı ve Kürdistan'da İngiliz Uluslararası Okullar Eylül 2011'de Süleymaniye'de planlı bir şekilde açılmıştır. Bölgede yer alan üniversiteler: Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin kültürü Mezopotamya kültürü, İslam dini ve geleneksel Arap ve Kürt kültürü etrafında biçimlenmiştir. Buna karşın, Bölge çeşitlilikler içinde yüksek bir kozmopolit toplum ve canlı bir kültüre sahiptir. İslam etkisi Arap ve Kürt kültürünün mimari, müzik, giyim, mutfak ve yaşam tarzında görülebilmektedir. Arap ve Kürt mutfağı oldukça tutulmakta olup Bölgenin her yerinde döner lokantalarından Kürdistan Bölgesel Yönetimi otellerinin lüks lokantalarına kadar her yerde bulunabilmektedir. Hızlı yiyecekler, Arap, Kürt ve Batı mutfakları da oldukça popüler olup geniş miktarda bulunabilmektedir. Kürt mutfağı Araplarla binlerce yıllık etkileşimle günümüze gelmiş gayet zengin ve farklı bir mutfaktır. Mutfağın temel malzemeleri kuzu eti, yöresel baharatlardır, pirinç ve bulgurdur. Bu nedenle mutfağı ağır yemeklerden oluşur. Kürdistan Bölgesel Yönetimi'de giyim bakımından bir zorlayıcılık yoktur. İnsanlar istedikleri kıyafeti giyebilmektedirler örneğin: yöresel kıyafetler veya batı tarzı kıyafetler. Bölge'de insanların birçoğu yöresel Arap kıyafeti olan kandura ve Kürt kıyafeti giyerler. Bu giyim biçimleri, Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin çok sıcak ve nemli veya çok soğuk olan iklimine göre degişmektedir. Kürdistan Bölgesel Yönetimi millî futbol takımı (Kürtçe : Yekyetî Nawendî Topî-Pêy Kurdistan), Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ni temsil eden ulusal futbol takımıdır. millî takım Birleşmiş Milletler tarafından tanınmayan ve özerk olan ülkeler için spor organizasyonlara katılmaktadır. Ayrıca NF-Board tarafından düzenlenen FIFA üyesi olmayan takımların katıldığı VIVA Dünya Kupası'nda mücadele etmiştir. Palu (anlam ayrımı) Kenan Doğulu Kenan Cihan Doğulu (d. 31 Mayıs 1974; İstanbul), Türk şarkıcı, söz yazarı, besteci ve albüm yapımcısı. Yurdaer Doğulu'nun oğlu olan Kenan Doğulu'nun bugüne kadar on dört stüdyo albümü ve beş single çalışması yayınlanmıştır. Doğulu, 2007 Eurovision Şarkı Yarışması'nda Türkiye'yi temsil ederek yarışmayı dördüncü olarak tamamlamıştır. Kenan Cihan Doğulu, 31 Mayıs 1974 tarihinde Yurdaer ve Serpil Doğulu çiftinin ortanca çocuğu olarak İstanbul Cihangir'de dünyaya geldi. Aslen Gaziantepli'dir. Kendisi gibi müzisyen olan ağabeyi Ozan Doğulu ve moda-tasarım ile ilgilenen kız kardeşi Canan Doğulu'yla beraber üç kardeştir. Beş yaşındayken konservatuvarın piyano bölümüne birincilikle girdi. Altı sene piyano bölümünde eğitim aldı, hocası Erkan Alpay'dan flüt, Erdem Sökmen'den gitar dersleri aldı. Bu sırada tiyatro eğitimi, çocuk korosunda solistlik, ritmli sazlar öğrenimini de sürdürdü. Kültür Koleji'nde lise öğrenimini tamamladı. ABD'de, New Hampshire eyaletinde, Hesser College'da “Communication” sertifika programını bitirdi. Ardından L.A. Musicians Institute'da yüksek öğrenimine başladı. Daha sonra yüksek öğrenimine Türkiye'de, Bilgi Üniversitesi'nde devam etti.İlk albümünü 1993 yılında çıkaran ve iyi bir çıkış yakalayan sanatçı, kariyeri boyunca birçok başarı elde ederken çok sayıda ödülün de sahibi oldu.Çeşitli kurumların sosyal sorumluluk projelerinde yer aldı. Sanatçı aynı zamanda Galatasaray Spor Kulübü'nün Genel Kurul üyesidir. Sanatçının ilk albümü "Yaparım Bilirsin" 1993 yılının Eylül ayında, ikinci albümü "Sımsıkı Sıkı Sıkı" 1994 yılının Aralık ayında, "Kenan Doğulu III" albümü ise 1996 yılının Temmuz ayında piyasadaki yerini aldı. Aynı yıl Hiç Bana Sordun Mu? adlı bir dizide de oynadı. 10. Yıl Marşı, 29 Ekim 1997 yılında Kenan Doğulu tarafından yeniden düzenlendi. 10. Yıl Marşı'nın bu düzenlemesinin de yer aldığı "Kenan Doğulu 3.5" adlı tekli, 1997 yılının nisan ayında piyasaya sunuldu. 15 Mart 1999'da, Gençlik Marşı'nın yeni düzenlemesinin yer aldığı bir tekli hazırladı. Ağustos 1999 tarihinde "Ben Senin Herşeyinim" adlı albüm piyasaya sunuldu. Ardından iki yıl sessizliğe bürünen sanatçı 2 Ağustos 2001 yılında "Ex Aşkım" adlı albümü piyasaya çıkardı. 8 Ekim 2002 yılında unplugged bir albüm olan "Kenan Doğulu 5.5" piyasaya çıktı. 24 Haziran 2003'te "Demedi Deme" adlı albümü çıkardı. 14 Ağustos 2004'te da buçuklu albümlerine Kenan Doğulu 6.5 albümünü çıkararak bir yenisini daha ekledi. Son olarak 13 Haziran 2006 yılında da "Festival" adlı albümünü piyasaya sürdü. Albüm 285.000 satarak 2006 yılında satan en çok albümlerden biri oldu. 2007 yılının Ağustos ayında son buçuklu albüm olan 7,5'u yayımladı. 2008'de Turkcell sponsorluğunda "Hayal Kahramanım" adlı teklisini yayımladı. 2007 Eurovision Şarkı Yarışması'nda Türkiye'yi temsil etmek üzere Sezen Aksu, Ozan Doğulu gibi adlarla çalışmalarını sürdürmüştür. 9 Şubat 2007'de, Türkiye'yi 2007 Eurovision Şarkı Yarışması'nda temsil eden şarkının adı "Shake It Up Şekerim" olarak açıklandı ve 9 Mart 2007 günü şarkıyı kamuoyuna sundu. 10 Mayıs 2007 günü yapılan yarı finalde finale çıkmaya hak kazandı ve 12 Mayıs 2007 günü finalde yirmi ikinci sırada yarışarak Eurovision'u dördüncü sırada tamamladı. 31 Mayıs 2009'da çıkarmayı planladığı "Patron" adlı albümü ise 5 Haziran'da müzik marketlerdeki yerini aldı. Yeni albümünü ilk kez Beyaz Show'da tanıttı. 2009 yılında Müslüm Gürses'le bir konserinde kendisinin "Tutamıyorum Zamanı" adlı şarkısıyla düet yaptı. Bu şarkının seçilme amacı Gürses'in bu şarkıyı bir tekli olarak yayınlamış olmasıydı. 6 Temmuz 2012'de "Aşka Türlü Şeyler" adını verdiği son albümüyle yeniden sevenleriyle buluştu.27 Temmuz 2013'te sözleri Kenan Doğulu'ya, müziği ve düzenlemesi Ozan Doğulu'ya ait olan Kız Sana Hayran adlı şarkıyla single çıkardı.Sanatçı 2014 yılında ilk olarak Nisan ayında Manga Grubu'nun "Işıkları Söndürseler Bile" albümünde yer alan sözleri Ferman Akgül ve Kenan Doğulu'ya müziği Ferman Akgül & Yağmur Sarıgül & Kenan Doğulu'ya ait olan ve Ferman Akgül ile birlikte seslendirdiği "Bize Müsaade Ettim" şarkısı ile dinleyicisiyle buluştu.Daha sonra Mayıs ayında Kaan Gülsoy ve Romanya'nın ünlü müzik grubu Radio Killer ile düet yaptığı "Living It Up" adlı bir single çalışması çıkardı. 2014 Haziran ayında sözleri İsra Gülümser'e müziği ve aranjesi Ozan Doğulu'ya ait ve Ajda Pekkan vokal destekli "Harika" şarkısını çıkardı. "Harika" Ozan Doğulu'nun "130 Bpm Moderato" albümünde yer almaktadır.Bu şarkı ilk kez 22 Haziran 2014 gecesi Magnum Altın Kelebek Ödüllerinde Ozan Doğulu ft. Ajda Pekkan & Kenan Doğulu tarafından seslendirilmiştir. Sanatçı yine Ozan Doğulu'nun "130 Bpm Moderato" albümünde yer alan sözleri İsra Gülümser'e müziği ve aranjesi Ozan Doğulu'ya ait olan "Büyük Yürürüm" şarkısını da seslendirmiştir. Sanatçı 2011 yılında gösterime giren HOP adlı animasyon filminde (E.B.) karakterinin seslendirmesini yapmıştır. Daha sonra 2013 yılında gösterime giren Max Maceraları - Dinoterra adlı animasyon filminde (Gölgelerin Efendisi) karakterini seslendirmiştir. Kenan Doğulu, 2012'den beri oyuncu Beren Saat ile birliktedir. 23 Şubat 2014'te İstanbul'da nişanlanan çift, 29 Temmuz 2014'te Amerika Birleşik Devletleri'nin Los Angeles şehrinde evlendi. Eylemsizlik yarıçapı Bir cismin kendisi ile aynı eylemsizlik momentine ve aynı kütleye sahip sanal halkanın yarıçapına , eylemsizlik yarıçapı (atalet yarıçapı - jirasyon yarıçapı - dönül yarıçap) denir. Düzlemsel homojen yapıdaki bir cisim için aşagıdaki bağıntı ile hesaplanır , burada : r eylemsizlik yarıçapı , I eylemsizlik momenti , A ise cismin alanıdır. Aşağıdaki bağıntı ile homojen üç boyutlu bir cismin eylemsizlik yarıçapı k ise : şeklinde hesaplanır. Burada ; I kütlesel eylemsizlik momenti , m ise cismin kütlesidir. Courteney Cox Courteney Cox Arquette (d. 15 Haziran 1964, Birmingham), 10 yıl boyunca yayınlanan "Friends" adlı dizide ve ünlü Scream ("Çığlık") korku filmi dörtlemesinde oynayan Amerikalı kadın sinema ve dizi oyuncusudur. Courteney Cox, Richard Cox ve Courteney Copeland'ın 4. çocukları olarak dünyaya geldi ve Alabama'da büyüdü. Mountain Brook High School'dan mezun olduktan sonra, marangozluk okumak üzere Mount Vernon College'a gitti. Bir yılın sonunda Ford Modellik Ajansı'yla yaptığı anlaşma sonucunda okulu bıraktı ve modellik kariyerine devam edebilmek için New York City'e gitti. Modellik yaptığı dönemde aynı zamanda oyunculuk dersleri aldı ve böylece güney aksanından kurtuldu. 1984 yılında Bruce Springsteen'in "Dancing in the Dark" adlı şarkısının klibinde rol aldıktan sonra (sahnede Springsteen ile birlikte dans etti), içlerinde "Masters of the Universe" (1987), "" (1988) ve "Blue Desert" (1991) adlı filmlerinde bulunduğu birçok projede yer aldı. Kısa süren televizyon dizisi "Misfits of Science" (1985) ve daha sonra (1987 - 1989) yılları arasında gösterimde kalan televizyon dizisi "Family Ties"'da rol aldı. Courteney Cox Arquette en çok "Friends" dizisindeki (1994 - 2004) Monica Geller rolüyle tanınır. "Friends" dizisinin Emmy Ödülü'ne aday gösterilmeyen tek oyuncusudur. Ayrıca "" (1994), "Scream" (1996), "Scream 2" (1997), "Scream 3" (2000) ve "3000 Miles to Graceland" (2001) gibi birçok Hollywood filminde rol almıştır. "Scream" filminin setinde tanıştığı aktör David Arquette ile 12 Haziran 1999'da
evlendi. 13 Haziran 2004'te Coco Riley Arquette adlı bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Çift 2010 yılında ayrılma kararı aldı. 2007 yılında fox tarafından yayınlanan ve ülkemizdede e2 tarafından yayınlanan "Dirt" dizisinde oynadı. 2009 yılından itibaren "Cougar Town" adlı yeni bir komedi dizisinde oynamaktadır. Dizi 2010 yılında "Altın Küre Ödülleri"' ne aday gösterildi. Lisa Kudrow Lisa Marie Diane Kudrow (d. 30 Temmuz 1963, Kaliforniya), özellikle "Friends" dizisindeki Phoebe Buffay rolüyle tanınan Amerikalı oyuncu. Lee Kudrow ve Nedra Stern'in çocuğu olarak dünyaya geldi. Portola Middle School'dan mezun olduktan sonra Vassar College'de biyoloji bölümünü bitirdi. Komedi kariyerine The Groundlings'in bir üyesi olarak başladı. Televizyon dünyasındaki ilk büyük rolü, "Mad About You" dizisindeki garson Ursula Buffay karakteri oldu. Bu rol ona, Friends dizisinin başrol oyuncularından biri olma imkânını sağladı. Friends'de oynadığı Ursula'nın ikiz kardeşi Phoebe Buffay karakteri, ona 1998 yılında Emmy Ödülü kazandırdı. (Komedi Dalında En İyi Aktris). Friends setinde tanıştığı Michel Stern ile 25 Mayıs 1995'te evlendi ve 7 Mayıs 1998 tarihinde Julian Murray adında bir oğlu oldu. Şu an Web Therapy adlı dizide yer almaktadır Beyin göçü Beyin göçü, yetiştirilmesi için büyük kaynak gerektiren veya yetiştiği halde ilgisizlik ve olanaksızlık nedeniyle bilim insanı, hekim, mühendis gibi vasıflı insan gücünün daha gelişmiş bir ülkeye göç etmesi. Beyin göçünden bahsedilebilmesi için terk edilen ülke ile göç edilen ülke arasında gelişmişlik ve olanak açısından az da olsa bir fark bulunmalıdır. Beyin göçü temelde gelişmiş ülkelere yönelik bir kaynak aktarımı olarak değerlendirilebilir. "Yetişmiş insan gücü hareketi" olarak değerlendirilen beyin göçünün geçmişi çok eski devirlere dayanır. Çeşitli dini, siyasi, bilimsel nedenlere dayanan beyin göçü ilk ve ortaçağlarda bulunuyordu. II. Dünya Savaşından önce çok sayıda bilim insanı Hitler'den kaçıp ABD'ye yerleştiler. Bu gelişmelerde Amerika'nın gelişmesinde büyük ölçüde rol oynadı. Albert Einstein da Almanya'dan ABD'ye göç eden bilim insanlarından biridir. Konu ile ilgili Prof. Dr.Nurettin Uzunoğlu'nun "Beyin Göçü" ve "Beyin Göçünü Nasıl Tersine Çevirmeliyiz?" isimli iki farklı bilimsel çalışması vardır. Matt LeBlanc Matt LeBlanc (d. 25 Temmuz 1967, Massachusetts), televizyon dizisi Friends'teki Joey Tribbiani rolüyle tanınan ABD'li aktördür. Oyunculuk kariyerine başlamadan önce modellik yaptı. Sonra Levi's, Coca-Cola, Doritos und Heinz Ketchup gibi firmaların reklam filmlerinde oynayarak başarı sağladı. 1990'ların başında Married with Children dizisinde Cristina Applegate'in canlandırdığı Kelly Bundy karakterinin erkek arkadaşlarından birini oynadı. 1994'te başlayan ve 10 yıl süren Friends dizisindeki rolüyle, özellikle ABD olmak üzere tüm dünyada sevildi. LeBlanc aynı zamanda Lost in Space, Charlie's Angels ve Charlie's Angels: Full Throttle gibi Hollywood filmlerinde de rol aldı. Matt Le Blanc son olarak 2011 yılında başlayan Showtime kanalında yayınlanan Episodes dizisinde oynamaktadır. 2004 ile 2006 arasında Friends'deki karakterine dayanan "Joey" adlı kendi sitcom dizisinde rol almaktadır. LeBlanc, 3 Mayıs 2003'te uzun süredir birlikte olduğu kız arkadaşı Mellissa McKnight ile evlendi ve çiftin birlikte 8 Şubat 2004'te Marina Pearl LeBlanc ismini verdikleri bir kızları oldu. Çift 2006 yılında boşandı.Matt LeBlanc 2012 de Golden Globe ödülünü kazanmııştır Matthew Perry (oyuncu) Matthew Langford Perry (d. 19 Ağustos 1969; Massachusetts), "Friends" dizisindeki Chandler Bing karakteriyle tanınan, Emmy Ödülü adayı, Kanadalı-Amerikalı oyuncudur. Matthew perry  Williamstown, Massachusetts'da dünyaya geldi. Annesi Kanadalı gazeteci Suzanne Marie, babası Amerikalı ünlü aktör  John Bennett Perrydir. Ebeveynleri Perrynin ilk doğum gününde kısa bir süre önce boşanmıştır. Perry annesinin yanında  Ottawa, Ontario'da yetişmiştir.  Rockcliffe Park Public School veAshbury College okullarına gitmiştir. 15 yaşından sonra babası ile yaşamak için Amerikaya gelmiştir. Oyunuluğa ilgisi artan Perry küçük yaşlardan itibaren profesyonel olarak tenisle ilgilenmektedir Kürşat Başar Kürşat Başar, (d. 26 Ağustos 1963, İstanbul), Türk gazeteci, yazar, televizyoncu ve senarist. 1963 yılında İstanbul'da doğan Kürşat Başar; İstanbul, Ankara, Lefkoşa ve Ağrı, Doğubayazıt'ta tamamladığı ilk ve orta öğreniminin ardından İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünü bitirdi. Çeşitli basın kuruluşlarında çalıştı. 1989 yılında yayımladığı Kış İkindisinin Evinde adlı ilk kitabıyla Haldun Taner Öykü Ödülü'nü kazandı. Kürşat Başar gazeteciliğe üniversitede felsefe okurken cep harçlığını kazanmak için Hürriyet Gazetesi'nde çalışmaya başlamıştır. Gösteri adlı edebiyat dergisini 1985'lerde zirveye taşıyan grubun as elemanıdır. Kürşat Başar gazete ve dergi yöneticiliği de yapmıştır. Tempo dergisi'nin tiraj rekoru kırdığı yıllarda derginin genel yayın yönetmenidir. Yeni Yüzyıl, Star ve Akşam gazetelerinde yazıları arka kapaktan okuyucuyla buluşurdu. Yazıları mail ortamında gezmeye başlayan ilk gazetecilerdendir. 1990 yılında Konuştuğumuz Gibi Uzaklara, 1992'de Sen olsaydın yapmazdın, biliyorum, 1996'da Aşkı Bulmanın ve Korumanın Yolları adlı romanları yayımlandı. Yazı ve denemelerinin bir bölümünü İğreti Yaşamlar adlı kitabında topladı. 2003 yılında Başucumda Müzik, 2006 yılında da yine yazı ve denemelerinden oluşan Çok Güldük Ağlamayalım adlı kitabı yayınlanmıştır. NTV'de "Siyaset Hakkında Her Şey" adlı televizyon programını Çiğdem Anad ile birlikte hazırlayıp sunmuştur. Kanaltürk'te Kürşat Başar'la adlı televizyon programını sunmuş, sonraki yıllarda Cnn Türk ve Fox Tv'de benzer formatta programlar yapmıştır. 2014 yılında Turkmax Gurme kanalında her zamanki formatıyla program sunmaya başlamıştır. 2011-2013 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesi'nde "Hayal ve Gerçek" adlı köşesinde yazan Başar müziğe tutkusunu hobi olmaktan çıkarmış ve önemli müzisyenlerle konserler vermeye devam etmektedir. 2014 Haziran ayında 11 yıl aradan sonra yeni romanı "Yaz", Everest Yayınları'ndan çıkmıştır. Yıldız Kısa Film Festivali Yıldız Teknik Üniversitesi Sinema Kulübü tarafından yılda bir kez düzenlenen kısa film festivalidir. İlk olarak, 2003 yılında düzenlenmeye başlanmış bu festival, amatör olarak sinemaya gönül vermiş öğrencilerin katılımına açık bir kısa film yarışmasını, herkesin katılımına açık film gösterimlerinı, sinema hakkında söyleşi, atölye ve çeşitli aktivitelerle dolu bir haftayı kapsar. Yıldız Teknik Üniversitesi'nin Beşiktaş'ta bulunan Yıldız yerleşkesinde gerçekleştirilecek festivalin, bu sene 9.'su düzenlenecektir. Festivale son katılım tarihi 29 Nisan 2013 olarak belirlenirken, festival tarihi olarak 13-17 Mayıs haftası belirlenmiştir. Hafta içerisindeki gösterimler 50 kişilik Yıldız Teknik Üniversitesi Cep Sineması'nda gösterilirken, ödül töreni Yıldız Teknik Üniversitesi Oditoryumu'nda 17 Mayıs akşamı yapılacaktır. 12-16 Mayıs 2003 tarihleri arasında YTÜ Yıldız yerleşkesinde düzenlenmiştir.Festival jürisi şu isimlerden oluşmuştur: 10-14 Mayıs 2004 tarihleri arasında YTÜ Yıldız yerleşkesinde düzenlenmiştir.Festival jürisi şu isimlerden oluşmuştur: Festival esnasında düzenlenen etkinlik, atölye ve söyleşiler: Etkinlikler çerçevesinde ağırlanan konuklar: 6-10 Mart 2006 tarihleri arasında YTÜ Yıldız yerleşkesinde düzenlenmiştir.Festival jürisi şu isimlerden oluşmuştur: Bu festivalde dereceye girenlerin listesi şöyledir; 7-11 mayıs 2007 tarihleri arasında YTÜ Yıldız yerleşkesinde düzenlenmiştir.Festival jürisi şu isimlerden oluşmuştur: Bu festivalde dereceye girenlerin listesi şöyledir; 3o Mart - 4 Nisan 2008 tarihleri arasında YTÜ Yıldız yerleşkesinde düzenlenmiştir.Festival jürisi şu isimlerden oluşmuştur: Bu festivalde dereceye girenlerin listesi şöyledir; 13-17 Nisan 2009 tarihleri arasında YTÜ Yıldız yerleşkesinde düzenlenmiştir.Festival jürisi şu isimlerden oluşmuştur: Bu festivalde dereceye girenlerin listesi şöyledir; 3-7 Mayıs 2010 tarihleri arasında YTÜ Yıldız yerleşkesinde düzenlenmiştir.Festival jürisi şu isimlerden oluşmuştur: 2-6 Mayıs 2011 tarihleri arasında YTÜ Yıldız yerleşkesinde düzenlenmiştir.Festival jürisi şu isimlerden oluşmuştur: Bu festivaldeki diğer etkinlikler, olarak sıralanabilir.Ödül töreninde katılımcılara YTÜ Sinema Kulübü'nün ödülleri dışında sponsor firmalar tarafından da, 13-17 Mayıs 2013 tarihleri arasında YTÜ Yıldız yerleşkesinde düzenlenmiştir. Festival jürisi şu isimlerden oluşmuştur: Bu festivaldeki diğer etkinlikler, olarak sıralanabilir.Ödül töreninde katılımcılara YTÜ Sinema Kulübü'nün ödülleri dışında sponsor firmalar tarafından da, Kurmaca, Deneysel ve Canlandırma dallarında birinci gelen eser sahiplerine Digital Film Academy’den toplam 9000 TL tutarında Özel Eğitim Ödülü verilmiştir. Bu festivalde dereceye girenlerin listesi şöyledir; 22-26 Mayıs 2017 tarihleri arasında düzenlenmesi planlanmaktadır David Schwimmer David Schwimmer, (d. 2 Kasım 1966, Astoria, New York), Amerikan sinema oyuncusu, yönetmen ve prodüktördür. Oyunculuk kariyerine okul gösterisi olan Beverly Hills High School 'da başlamıştır. 1988'de Northwestern University den mezun oldu. Birçok televizyon dizilerin de rol aldı. 1989 da "A Deadly Silence". 1990 ların başlarında "L.A. Law", "The Wonder Years", "NYPD Blue", ve "Monty".Daha çok Friends dizisinde canlandırdığı "Ross Geller" karakteriyle tanınır. İlk başrol oynadığı film "The Pallbearer" (1996), bunu "Apt Pupil", ve "Picking Up the Pieces" (2000) rolleri takip etmiştir. Tv dizisi "Band of Brothers" 10 bölüm de oynamıştır. 2004 de Friends dizisinin sonlanmasıyla, Schwimmer 2005 de dram filmi olan "Duane Hopwood" rol almış. "Madagascar"da Melman'ı seslendirmiş. 2006 da karanlık komedi olan "Big Nothing", gerilim filmi olan "Nothing But the Truth" (2008). 2005 de"Some Girl(s)" Londra sahnesinde en önemli rolü üstlenmiştir. Oyuncu aktörlük ve senaryo yaz
arlığından sonra yönetmen olarak kariyer yapmaya karar verdi. Bir ara Friends'in kahramanlarından Joey'in ailesini anlatan TV dizisi Joey'in yönetmenliğini yaptı. İnsan mühendisliği İnsan mühendisliği 21. yüzyılda ortaya atılmış bir kavramdır. Buna göre, insan denilen varlığın öğrenme edim ve etiği planlanabilir, birey ve toplumların bilişsel ve duyuşsal yapıları tasarlanabilir. Özellikle İskandinav ülkelerinde insan mühendisliği adı altında disiplinlerarası çalışma alanları oluşturulmuştur. Amon Amarth Amon Amarth, 1992 yılında İsveç'in Tumba şehrinde kurulmuş olan melodik death metal grubudur. Grup adını J. R. R. Tolkien′in Orta Dünya'sında bulunan Hüküm Dağı'nın Sindarin dilindeki adından almıştır. Grubun şarkı sözleri genellikle Viking'lerin mitolojisi ve tarihi ile ilgilidir. Bu nedenle de Viking metal'in önde gelen gruplarından kabul edilmektedirler. Grubun üyeleri vokalist Johan Hegg, gitarist Olavi Mikkonen ve Johan Söderberg ve bassçı Ted Lundström'dür. Bugüne dek 10 stüdyo albümü, bir derleme albüm, bir EP, bir video albüm ve 10 müzik videosu yayımlayan grubun ilk stüdyo albümü 1998 yılında yayımlanan "Once Sent from the Golden Hall" dur. 2008 yılında İsveç müzik listelerinde 11, ABD "Billboard" 200'de 50. sıraya ulaşan "Twilight of the Thunder God" albümüne dek grup 4 albüm yayımlamıştır. Daha sonrasında ise 2011, 2013 ve 2016 yıllarında sırasıyla "Surtur Rising", "Deceiver of the Gods" ve "Jomsviking" yayımlanmıştır. Amon Amarth'ın kökeni 1988 yılında kurulan, vokalde Paul "Themgoroth" Mäkitalo (Dark Funeral), gitarda Olavi Mikkonen, davulda Nico Mehra (diğer adıyla Nico Kaukinen), bassda Petri Tarvainen ve gitarda Vesa Meriläinen'in bulunduğu Scum adlı gruba dayanmaktadır. 1991 yılında kaydettikleri demodan sonra Scum grubu dağılmıştır. Johan Hegg'in grubun diğer üyelerini değişikliğe ikna etmesi üzerine Amon Amarth 1992 yılında kurulmuştur. Vokale Mäkitalo yerine Hegg geçmiş, Anders Hansson gitarist olarak grubu katılmış ve bassa Tarvainen'in yerine Ted Lundström geçmiştir. Grup ilk demosu olan "Thor Arise" 'ı 1993 yılında kaydetmiştir. Ham ve dengeli olmayan ses ve icraya sahip demo düşük kalitede olması nedeniyle resmi olarak yayımlanmamıştır. Ancak grup aşırı metal hayranlarının dikkatini kendi "vahşi" tarzı sayesinde çekmiştir. 1994 yılında kaydettikleri "The Arrival of the Fimbul Winter" isimli demoyu 1.000 kopya olacak şekilde yayımlamışlardır. 1996 yılında 6.000 kopya satacak olan, MCD şeklinde yayımlanan, "Sorrow Throughout the Nine Worlds" albümü için Pulverised Records ile anlaşmışlardır. Grup, çıkış albümleri olan "Once Sent from the Golden Hall" için Metal Blade Records ile anlaşmıştır. "Buzzsaw riffler, melodik armoniler ve ruh parçalayan ritimlerin Hegg'in kalın black/death haykırışı ile vurgulandığı, İskandinav savaş ve ihanetlerinin işlendiği ilgi çekici bir birleşim" olarak tarif edilen albüm Amon Amarth'ın uluslararası popülaritesini artırmıştır. Allmusic'e göre albümde en akılda kalıcı şarkı "savaşın kaotik seslerini, ölüm çığlıklarını ve kılıç seslerini" içeren ve grup ile aynı ismi taşıyan şarkıdır. Grup bu albümden sonra birden fazla Kanada ve ABD turnesi, festival katılımları gerçekleştirmiş, sekiz müzik videosu yayımlamış ve 100'den fazla metal müzik dergisine konu olmuştur. 1998 yılının Haziran ayında Deicide, Six Feet Under ve Brutal Truth ile birlikte turne hazırlığındayken gitarist Anders Hansson gruptan ayrılmış ve yerine Johan Soderberg geçmiştir. Turne sonrasında Martin Lopez Opeth'e katılmak için ayrılmış ve Fredrik Andersson (eski grubu A Canorous Quintet) onun yerine gruba katılmıştır. Onunla birlikte grup 1999 yılının baharında ikinci albümleri "The Avenger" 'ı kaydedip yayımlamıştır. Albümün yayımı Morbid Angel'ın ana grup olduğu X-Mas Massacre Festivals Tour ile desteklenmiştir. 2001 yılında yayımladıkları "The Crusher" albümü grubun en sert albümü kabul edilmektedir. Bu albüm ile No Mercy Festival'da Marduk ve Vader grupları ile birlikte yer almıştır. 2001 yılının sonbaharı olarak planlanan ilk ABD turneleri 11 Eylül saldırıları nedeniyle iptal edilmek durumunda kalınmış ancak daha sonra Marduk grubu olmadan Amon Amarth ana grup olacak şekilde 2002 yılının Ocak ayında gerçekleştirilmiştir. 2002 yılının Nisan ayında grup Avrupa'yı Vomitory ile turlamış ve Ağustos'da Wacken Open Air'de 12.000 izleyicinin önünde konser vermiştir. Malmo'de bulunan Berno Studio'da "Versus The World" albümünü kaydedip yayıma hazırlayan grup, albümün Viking Versiyonu'nun ek CD'sinde "Thor Arise" ve "Arrival Of The Fimbul Winter" demolarına yer vermiştir. 2004 yılına kadar turneler devam etmiş ve yeni albüm üzerinde çalışan grup 6 Eylül 2004'de "Fate of Norns" 'u yayımlamıştır. 2006 tarihli bir sonraki albümleri "With Oden on Our Side" ile Amon Amarth, AllMusic'e göre, "Dünya death metal turnuvasının şampiyonları olmaya" devam etmiştir ve ABD En İyi Bağımsız Albüm listelerinde 26. sıraya dek yükselmiştir. Sonic Syndicate ve Himsa ile birlikte ABD ve Kanada turnelerini gerçekleştirdikten sonra grup 2008 yılının Ocak ayının başlarında Dimmu Borgir ile birlikte Avustralya ve Yeni Zelanda'da ilk turnesine çıkmıştır. Amon Amarth, Metal Blade Records ile olan sözleşmesini üç yeni albüm süresince uzattı. Sözleşme uzatımından sonra grup; Entombed'dan Lars Göran Petrov'un, Children of Bodom'dan Roope Latvala'nın ve cello metal grubu Apocalyptica'nın konuk sanatçı olarak yer aldığı "Twilight of the Thunder God" albümünü yayımladı. Albüm ile beraber Avrupa'daki dergilerde İskandinav mitolojisi ile ilgili sekiz sayfalık bant karikatürler de yayımlamıştır. Grup için dönüm noktası olarak adlandırılan "Twilight of the Thunder God" albümü ABD'de 50. sıraya, Almanya'da 6. sıraya, Finlandiya'da 10. sıraya, İsveç'te 11. sıraya, Avusturya'da 14. sıraya ve İsviçre'de 21. sıraya dek yükselmiştir. Revolver Magazine’in Yılın En İyi 20 Albümü Listesi'nde ise 7. sırada yer almıştır. 2008 yılının Ekim ayında grup; Ensiferum, Belphegor ve The Absence ile birlikte Kuzey Amerika turnesine çıkmıştır. 2009 yılında Goatwhore, Skeletonwitch ve Lazarus AD ile ve 2010 yılında Holy Grail ve Eluveitie ile ABD tunresi gerçekleştirmiştir. Bu süre içerisinde "Metal Hammer"ın Altın Tanrılar Ödülleri'nde "En Çığır Açıcı Hareket" ödülünü kazanmışlardır. Grup Unholy Alliance Chapter III Avrupa Turu'nda Slayer ile birlikte yer almıştır. Hindistan'daki ilk konserlerini ise Bangalore'da 5 Aralık 2009 tarihinde Deccan Rock Festival'da vermişlerdir. 30 Kasım 2010 tarihinde Amon Amarth, yeni albümleri "Surtur Rising"in 2011 yılının bahar aylarında yayımlanacağını duyurdu. Albümün davul kayıtları Park Studios'da, bass ve gitarlar ise Fascination Street Studios'da kaydedildi. 27 Ocak 2011'de Metal Blade Records yeni albümün ilk teklisi "War of the Gods"ı YouTube'da yayımladı. 29 mart 2011'de "Surtur Rising" kuzey Amerika'da yayımlandı. Albümün yayımlanması üzerine grup, Children Of Bodom ve Ensiferum'un da dahil olduğu gruplarla 4 aylık dünya turnesine çıktı. 2012 yılında Wacken Open Air'de, 2013'de Hellfest, Download Festival, Sweden Rock Festival ve Mayhem Festival'da konser verdiler. Amon Amarth dokuzuncu stüdyo albümü "Deceiver of the Gods"ı 25 Haziran 2013'de yayımladı. Albüm kapağı, gruba göre, Ragnarök'de Æsir tanrıları ve Loki arasındaki son savaşı betimlemektedir. Amon Amarth 19 Mart 2015'de Facebook sayfalarından 17 yıllık birlikte çalışma sonrasında davulcu Fredrik Andersson ile yollarını ayırdıklarını duyurdu. 25 Mart 2016'da 10. albümleri "Jomsviking"i yayımlanmıştır. Albümün tamamlanması için davulcu Tobias Gustafsson ile birlikte çalışmışlardır. Işın kılıcı Işın kılıcı, Yıldız Savaşları filmlerindeki Jediların ve Sith'lerin temel silahıdır. Temel olarak, kılıcı bir arada tutan dış iskelet, enerji sağlayan bir batarya, Kyber adında kristal ve ışını odaklayan bir lensten oluşur Işın kılıçları saf enerjiden oluşmakta ve temas ettikleri katı maddelerin neredeyse hepsini kesebilmektedir. 7 farklı kullanım tekniği ve değişik renkleri bulunur. Renklerin anlamları vardır ve Jediların karakterlerini simgeler. Jedi savaşçıları kendi ışın kılıçlarını kendileri yapmaktadır. Mace Windu mor ışın kılıcı; Yoda, Qui-Gon Jinn, Luke Skywalker yeşil ışın kılıcı ve Jedi'ların çoğunluğu ise mavi ışın kılıcı kullanmaktadır. Genelde Sith Lordları Illum gezegeninden gelen mor-eflatun kılıç kullanırlardı ama sonra cumhuriyet ve jedi ların yükselmesi ile kristal bulamayıp parlak kırmızı stydyuyentetik kristal kullanmaya başladılar ve sonradan bu renk usta öğrenci arasında bir gelenek oldu. George Lucas, film için asaletin ve kahramanlığın simgesi olan bir silah tasarlamalıydı. Birden aklına şövalyelerin kullandığı kılıçlar geldi ve ışın kılıcını tasarlayıp filmde kullandı. Bundan dolayı Jedi'ların diğer adı Jedi Şövalyesidir. Sarayönü Sarayönü, Konya iline bağlı bir ilçe. Şehir merkezine 52 km uzaklıktadır. Uçak gemisi 1900'lü yıllarda Wright kardeşlerin insanlı uçuşu keşfetmelerinden kısa bir süre sonra uçaklar gittikçe önem kazanmışlardır. Her yeni savaş aleti gibi başlangıçta hor görülen bu aletler, kullanışlılıkları kanıtlandıktan sonra sürekli daha fazla önem kazanmışlardır. Ancak uçakların inişi ve kalkışı için gereken pistlerin sadece karada olması kullanımlarını kısıtlıyor, komutanlar için sorun çıkartıyordu. Ayrıca uçaklar, gemiler için de bir sorundu. Hem uçakları taşıyabilmek hem de düşman gemilerine karşı kullanabilmek için uçak gemileri icad edildi. İlk uçak gemisi çalışmaları, I. Dünya Savaşı'ndan da eskiye dayanır. Çeşitli değişikliklere uğratılıp uçak gemisine dönüştürülen USS Pennsylvania'ya inen Eugene Ely böylelikle bir yeniliği gerçekleştirip tarihe geçiyordu (Kasım 1910). Ancak ilk uçak gemisi unvanı HMS Ark Royal'a bahşedilmişti. Aslen bir ticaret gemisi olan bu gemi, USS Pennsylvania'da olduğu gibi çeşitli değişikliklere uğratılarak üzerine uçakların iniş ve kalkışlarını yapabileceği bir pist eklenmiştir. 1914'te denize inen bu gemi, I. Dünya Savaşında Çanakkale Cephesind
e de bulunmuştur. Uçak gemileri, I. Dünya Savaşı'ndakinin aksine II. Dünya Savaşı'nda çok önemli bir rol oynamıştır. Genel kanıya göre uçak gemileri II. Dünya Savaşı'nın akışını tamamiyle değiştirmiştir. Şöyle ki, 1941 yılındaki sürpriz Japon baskını (Pearl Harbor Saldırısı olarak bilinir) 380 kadar uçağın saldırısı ile gerçekleşip Amerika Birleşik Devletleri'nin II. Dünya Savaşı'na müttefikler tarafında katılması ile güç dengesinin bir anda müttefikler tarafına doğru yönelmesine neden olmuştur. Pasifik Cephesi'nde Amerikan ordusu ile Japon ordusu savaşın sonuna kadar amansızca dövüşmüş, uçak gemileri ise şüphesiz en büyük rolü oynamıştır. II. Dünya Savaşı'nın bitimi ile dünya yeni daha önce olmamış bir şeyle, Soğuk Savaşla karşılaşmıştı. Nükleer enerjinin keşfi ile dünya denizlerinde yol alan gemilerin menzilleri 20-30 yıl boyunca hiç yakıt yenilemeden ilerleyebilecek kademeye getirilmişti. İlk nükleer uçak gemisi olan USS Enterprise, dünya denizlerinde Amerikan Donanması'nın göz bebeği olmuş, Sovyetler Birliği'ne karşı girişilen soğuk savaşta önemli bir psikolojik ve askeri üstünlük olarak yer almıştı Günümüzde uçak gemileri yeni bir kademeyle, Süper Uçak Gemileri kademesiyle denizlerde hakimiyetini sürdürmektedir. Başı çeken Amerika Birleşik Devletleri ile birlikte 9 ülke bugün çeşitli boyutlarda uçak gemilerine sahiptir. Amerika Birleşik Devletleri, birçok uçak gemisi filosunu dünyanın çeşitli denizlerinde konuşlandırmıştır (Bunlardan en bilineni Akdeniz'de 6. Filo olarak adlandırılan filodur) Çeşmelisebil, Sarayönü Çeşmelisebil , Konya'nın Sarayönü ilçesine bağlı bir kasabadır. Kasabanın belediye binası avlusunda dört adet mezar stili ve bir adet alınlık bulunmaktadır ve doğusunda yer alan höyükte Hellenistik, Roma ve Osmanlı dönemine ait keramikler bulunmuştur. Antik dönemdeki ismi Kıstanus idi. Konar göçer, yörük geleneğini devam ettiren Kara Tekeli, Karakoyunlu, Sarı Keçili, Bolacalı ve Honamlı yörük cemaatleri tarafından kurulmuştur. III. Murat (1575-1594) döneminde bu araziyi Zübeyir Bey’e orduya asker yetiştirmesi için tımar ve çiftlik olarak verdi. 19. yüzyılın ikinci yarısında Gözlü ve Kolukısa kasabalarının yaylası ve otlağı olarak kullanıldı. Bu dönemde konar göçer olarak hayatlarını devam ettiren, bu yüzden birçok maddi ve manevi problemlerle karşılaşan Aydınlı yörüklerinden Kara Tekeli cemaati Aydın, İzmir, Selçuk, Zeytin ovasındaki yurtlarında sinekten, sazlıktan rahatsız oldukları için Şam’a gitmeye karar verdiler. Şam’a giderken Çeşmelisebil’de bir süre konakladılar. Buradan Mersin, Adana, Ceyhan, Hatay yoluyla Şam, Selimiye kazası Tel Ada köyüne yerleştiler. Burada üç sene kaldılar. Kendilerine rahat vermeyen Ürdün Arapları’nın baskısıyla Adana’ya geldiler. Adana’dan da Niğde, Bor, Ereğli, Karapınar, Zıvarık, Karabağ üzerinden 1299/1883 yılında Çeşmelisebil’e gelip yerleştiler. Çeşmelisebil’e 1299/1883 yılında gelen yörük obaları burada kilise kalıntıları gördüler. Rumlardan kalma iki kilise vardı. Birisi belediye salonunun yerinde, diğeri de Karakoyunlu Yusuf Ünlü'nün nün evinde idi. Ayrıca Rumlardan kalma kuyular da bulunmaktadır. Bölge Kolukısa ve Gözlü Köylerinin yaylasıydı. 1299/1883 yılında buraya gelen aşiretler uzun dönem bu köylerle mücadele etmişlerdir. 1306/1890 yılında Saiteli (Kadınhanı) nahiyesine bağlandı. 1312/1896 yılında köyde 46 hane 102 nüfus yaşıyordu. 1920 yılında Kadınhanı ilçesi, İnevi(Cihanbeyli) nahiyesine bağlandı. Askerlik işlemleri Sille nahiyesinde görülürdü. Çeşmelisebil’deki yörük oymaklarının akrabalarla bağlantılı olduğu iller; Konya, Adana, Aydın,İzmir, Samsun, Adapazarı, Kırıkkale, Ankara, Antalya, Isparta, Afyon, Bilecik, Söğüt, Eskişehir, Şanlıurfa Suruç , Kahramanmaraş ve Suriye’ dir. Çeşmelisebil yol problemi sebebiyle 1963 yılında Sarayönü’ne bağlanmıştır. Sarayönü’ne 45 km , Cihanbeyli’ ye 35 km, Konya’ ya 96 km, Yunak’a 70 km uzaklıktadır. Daha önce Çeşmelizebir adını taşıyan kasaba Çeşmelisebil olarak değiştirilmiştir. Çeşmelisebil’in doğusunda Cihanbeyli ilçesine bağlı Hodoğlu köyü, Mermer yaylası, Karabağ Kasabası, kuzeyinde Uzunca, Kulmaç yaylası, Yeniköy (Kayıören), kuzeybatısında Kuyulusebil, Karabıyık, batısında Başhüyük kasabası, güneyinde Gözlü Kasabası, Gözlü Tarım İşletmesi Müdürlüğü ve Zengen (Özkent) kasabası yer alır. Kasabanın 138,483 dekar arazisi bulunmaktadır. Kasaba merkezinin yerleşim alanı doğudan batıya doğru bir elips şeklindedir. Güneyinde Acı ovası, doğusunda Koca Tepe, güneydoğuda Çatal Tepe, Kırkarşın, Kemer dağı bulunmaktadır. Plato düzlükleri arasında Karataş Düzlüğü, Kel Ağıl Düzlüğü, Tay Düşen düzlükleri vardır. YÖRÜK TÜRKMENLERİ kültür gelenek ve görenekleri yaşanmaktadır. Karasal iklim görülmektedir. Rıfkı Salim Burçak Rıfkı Salim Burçak (1913 – 1998) Türk akademisyen, siyasetçi. Erzurum’da doğdu. Mülkiye Mektebi’ni bitirdi ve aynı okuldan siyasal tarih kürsüsüne asistan, doçent ve profesör oldu. Daha sonra siyasi hayata atılarak Demokrat Parti’den Erzurum milletvekili seçildi. Partinin genel yönetim kurulunda görev aldı. II. Menderes Hükümeti'nde 9 Mart 1951 - 26 Ekim 1951 tarihleri arasında Gümrük ve Tekel bakanlığı, 8 Nisan 1953 - 17 Mayıs 1954 tarihleri arasında ise Milli Eğitim Bakanlığı görevlerinde bulundu. Demokratlar Kulübü derneğinin kurucuları arasında yer aldı. 27 Mayıs 1960’tan sonra Yassıada’da Yüksek adalet divanı tarafından yargılanarak mahkûm edildi. 1963 affından yararlandı. Gazi Terbiye Enstitüsü’nde devrim tarihi öğretim üyeliğine atandı. Ayrıca, İktisadi ve Ticari ilimler akademisinde ve Başkent Özel Gazetecilik Okulu’nda siyasal tarih dersleri de verdi. 1974’de emekliye ayrıldı. Erzurum’a önemli hizmetler vermiş, Atatürk Üniversitesi’nin kuruluşunda büyük emekleri olmuştur. Ayrıca 1984-1987 yılları arasında YÖK Genel Kurul üyeliği görevinde bulunan Burçak, Mehmet Ali Birand, Can Dündar ve Bülent Çaplı'nın hazırladığı Demirkırat belgeseline, Altan Öymen ile birlikte danışmanlık yapmıştır. 1998 yılında vefat etmiştir. Serpil Hamdi Tüzün Serpil Hamdi Tüzün, Beşiktaş'ın eski teknik direktörü ve eski altyapı antrenörüdür. 1939 yılında İstanbul'da doğan Tüzün, futbola 1953 yılında Bağlarbaşı Kulübü'nde başladı ve 15 yıl süreyle bu takımda oynadı. Yeşil sahalarla birlikteliğini Beşiktaş'ta antrenörlük yaparak sürdüren Tüzün, yurtiçi ve dışında çeşitli kurslara katıldı. Antalyaspor, Sivasspor ve Beşiktaş'ta teknik direktör olarak görev yaptı. Altyapıya büyük önem veren Tüzün, 1992 yılında Avrupa Şampiyonluğu'nu kazanan genç millî takımın da teknik direktörüydü. Beşiktaş Futbol Takımı'nın altın çagını yaşadığı dönemin tüm futbolcuları Serpil Hamdi Tüzün Hoca'nın öğrencileriydi. Kulübün zora düştüğü bir sezonda A takım hocalığı yapmışsa da asıl uzmanlığı genç yetenekleri keşfetmektir. Veli Kanık (müzisyen) Veli Kanık klarnet virtüözü, Türk klarnetçi, Armoni Orkestrası Şefi Musika-i Hümayun'da yetişmiş bir klarnet virtüozu, daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti'nin pek çok müzik kurumunun temelinde emeği geçmiş, ancak alçakgönüllü mizacı nedeniyle daha ziyade şair Orhan Veli Kanık'ın babası olarak anılır olmuş bir müzik adamıdır. Önce, İzmir Sanayi Bandosu'nda, ardından İstanbul'da Musika-i Hümayûn'da çalışmıştır. 1924'te Bandoyla birlikte Ankara'ya nakledilmiş, 1932'de Cumhurbaşkanlığı Bando Heyeti Şefliği'ne (Riyaseticumhur Musiki Heyeti) atanmıştır. O dönemde Musiki Müesseseleri Müdürü olan Osman Zeki Üngör ile birlikte, ülkedeki müzik kurumlarının yapılandırılması anlamında danışman olarak davet edilen ünlü Alman besteci Paul Hindemith'in hazırladığı raporlara önemli katkıda bulunmuştur. Musiki Muallim Mektebi'nin kurucuları ve ilk yöneticileri arasında yer almıştır. Yetiştirdiği birçok asker ve sivil öğrencisi Türkiye müzik hayatını şekillendirmiştir. Örneğin, İhsan Künçer’in Paris’e gidip eğitim görmesi için özel çaba sarf ederek ve dönüşünden sonra da kendisinin albay olmasına olanak sağlayarak (Veli Kanık 'yarbay' rütbesi taşımakta idi) ve şeflik görevini Künçer’e devrederek kendi isteği ile iki yıl boyunca idari işlerle uğraşmıştır. Atatürk’ün çok eski dönemlerden tanıyıp sevdiği bir kişi olduğundan, kendisine radyo müdürlüğü teklif edilmiş, mütevazı kişiliğiyle hep geri planda kalmayı yeğ tutmuştur. 1945'te emekliye ayrılmıştır. Emekliliğinden sonra bir süre Ankara Radyosu müdürlüğünü yürütmüştür. 1949'da İstanbul Radyosu'nda ses uzmanı (tonmayster) olarak çalışmaya başlamış, 1953'te ölmüştür. Orhan Veli'nin ünlü şiirinde ismi anılan Veli'dir. Dissosiyatif bozukluklar Disosiyatif bozukluklar, kişide kimlik, bellek, algı ve çevre ile ilgili duyumlar gibi normalde bir bütün halinde çalışan işlevlerin bütünlüğünün bozulmasıdır. Dissosiyasyon çoğunlukla travmaya karşı bir savunma düzeneği olarak ortaya çıkar. Hastalık bu şekilde travmadan kaçmayı sağlarken aynı zamanda travmanın kişinin yaşamı üzerindeki etkisini de geciktirir. Disosiyatif bozukluklar 5 alt grupta incelenir. En sık rastlanan dissosiyatif bozukluktur. Genellikle stresli ve travmatik olaylara eşlik eder. Aşırı psikososyal vakalardan sonra geliştiğinde bu tanıyı koymak doğru olur. Çünkü bu tür hafıza kayıpları beyinde oluşan organik bozukluklardan da kaynaklanır. Başlıca belirtileri; belirli bir olayın hatırlanamaması, kişinin tüm yaşamını hatırlayamaması veya belirli bir zaman aralığını hatırlayamaması ya da her şeyi unutması olarak bilinir. Amnezinin bir türü de sayılabilir. Oldukça nadir görülen bir durumdur. Kişinin geçmişini ve adı veya ailesi gibi önemli kimlik bilgilerini unutup, evinden ya da alışageldiği ortamdan ayrılmasıdır. Kısmen ya da tamamen yeni bir kimliğe bürünür. Çoğunlukla saatler veya günler sürer. İyileşme genelde kendiliğinde olur. İyileşme sonrasında kişi füg başlangıcı zamanı hatırlayabilir, ancak füg esnasında yaptıklarını hatırlamaz. Bu hastalık genellikle küçüklükten kalan travma gibi olaylara kişi dayanamadığı için beyin bunlara dayanabilecek kişilikler veya bir kişilik yaratır. Yaratılan bu kişiliklerde genellikle her zaman bir duygu veya eskiden ka
lan bir anı olur. Kimi kişilikler iyi iken, şiddet canlısı kişilikler de vardır veya bazen intihara meyilli kişilikte görülebilir.Bu hastalığa yakalanan erkeklerde kadın kişilikler ve bu hastalığa yakalanan kadınlarda ise de erkek kişilikler rahatça yaratılabilirler. Genellikle hastalarda en fazla 10 kişilik görülür ama bunun sayısı aslında kişiden kişiye değişebilir. Bu alt egolar bazen aşık olabilirler, ancak kişilik şiddet yanlısı ise karşıdan tepki alamayınca bu sevgi öfkeye dönüşebilir. Ancak sadece şiddet yanlısı kişilikte görülmez, bu iyi kişiliklerde de görülebilir, hatta kişilik takıntı haline getirebilir ve bu yüzden bu sevgilerini normal bir kişi gibi sevdikleri kişiye söyleyebilirler. Bu yüzden erkekseniz ve bir kadın kişiliğiniz ya da kadınsanız ve bir erkek kişiliğiniz varsa onlar da aşık olabilir ve bunu dile getirebilirler. Tedavi edilirken önce doktor tarafından bu kişiliklerin tanınması, nasıl bir kişilik olduğu ve nerden geldiği tespit edilmelidir. Ve tespitten sonra birleştirme (birleştirme tedavisi: kişilikleri yok edip asıl karakterin kalmasını sağlamak) tedavisi başlar. Ancak tedavi sırasında da yeni kişilikler bazen çıkabilir. Tedavide bu çıkan yeni kişilikler ya kişiye yardım eder diğer kişiliklerin yok olmasını sağlar ya da tedaviyi zorlaştırabilirler. Ancak bu hastalığa yakalananlar mutlaka psikoloğa gitmelidirler. Kişinin kendi gerçeklik duygusundan ya da bedeninden ayrıldığı hissinin olduğu ya da sanki bunları dışarıdan bir gözlemci gibi izlediği hissini yaşadığı, sürekli veya yineleyen yaşantıların olduğu bir bozukluktur. Bu yaşantısı sırasında kişinin gerçeği değerlendirmesi bozulmaz. Uzun süre ve yoğun şekilde beyin yıkama ve düşünce değiştirme gibi zorlayıcı ikna periyotlarına maruz kalan kişilerde belli derecelerde dissosiyasyon görülebilir. Dumlupınar Dumlupınar, Ege Bölgesi'nin doğusunda, Kütahya ilinin güneyinde yer alır. İl merkezine 80 km, Uşak'a ise 59 km Afyonkarahisar şehir merkezine 59 km mesafededir. Afyonkarahisar-Uşak-İzmir karayolu ile Afyon-Uşak-İzmir demiryolu üzerinde bir platoda kurulmuştur. Denizden yüksekliği 1222 m'dir. Yüzölçümü 305 km karedir. Eski ismi Dondupınar'dır. Eski Türkçede Dumlupınar Adı Soğukpınar anlamındadır. İç Batı Anadolu eşiğinde yer alan Dumlupınar'ın, iklimi geçiş iklimi karakteri gösterir. Yazları serin ve kurak, kışları soğuk ve özellikle kar yağışlıdır. Gece ile gündüz arasındaki ısı farkı oldukça fazladır.Dumlupınar İlçesinde 2013 yılında tamamlanan hükümet konağıyla Kütahya ilindeki en modern hükümet konağı ilçede bulunmaktadır. Ayrıca Y.Ö.K tarafından 2014 yılında ilçeye 3 Programlı Meslek Yüksek Okulu açılması için Dumlupınar Üniversitesi'ne izin verilmiştir. 2016 yılında eğitim-öğretime başlaması planlanmaktadır. Yerleşim tarihi çok eskiye giden Dumlupınar'da tespit edilen en eski yerleşim yerleri arasında; Kızılcaköy, Merkez, Ulualan, Yörük, Allıören, Ağaçköy, Arpalı gibi yerler bulunmaktadır. Allıören Höyüğün İlk Tunç çağında (MÖ 3000-MÖ 2500) yerleşim olarak kullanıldığı tespit edilmiştir. Yine bu bölgede Roma döneminden kalma Nekropol alanları bulunmaktadır. Dumlu eski Türkçede soğuk anlamına gelmektedir, Dumlupınar Soğuk pınar anlamındadır. Selçuklu devletinin akıncı beylerinden Cafer Gazinin Bizans üzerine akınlar yaptığı sırada şehit düştüğü, şu andaki Dumlupınar'daki Şehitliğin bulunduğu tepede yakın zamana kadar mezarının olduğu bilinmektedir. Kaçak kazılar sırasında bu mezar tahrip edilmiştir. Kurtuluş savaşında önemli bir merkez olmuş ve tarih sayfalarına Afyon-Dumlupınar Muharebeleri olarak geçmiştir.Cumhuriyet tarihimizde çok önemli konuma sahip olan Dumlupınarda 1987 yılına kadar önemli bir gelişme olmamıştır. 04/07/1987 tarihli resmi gazete de yayımlanan kanunla ilçe olmasıyla ilçede şu an bulunan tarihi doku oluşturulmaya başlanılmıştır. Halen Mili Park sınırları içinde yer alan bu bölge aynı zamanda tarihi sit alanı olarak tescillidir. Dumlupınar (anlam ayrımı) Dumlupınar şu anlamlara gelebilir: Buz Buz suyun donmuş haline verilen addır. Oda koşullarında 0 °C ve altında bulunur. Buzun yoğunluğu suyun yoğunluğundan az olduğu için su üstünde yüzebilir. Buz aynı zamanda eğlence için de kullanılabilmektedir. Buz pateni, tour skating, buz hokeyi, ice fishing, ice climbing, körling, broomball ve kızak yarışları olan bobsled, kızak ve skeleton gibi sporlarda buzlu bir alana ihtiyaç duyulur. Buzlu ortamlarda yapılan birçok farklı spor dalı, 4 yılda bir düzenlenen ve bu sporların uluslararası düzeyde temsilini sağlayan Kış Olimpiyat Oyunları'nda boy göstermektedir. Asena Asena veya Aşina (Çince: 阿史那, Pinyin: āshǐnà Wade-Giles: A-shih-na) Türk mitolojisinde önemli bir rol oynayan efsanevi bir dişi kurtun doğurduğu on erkek çocuğun biri. Türkiye'de ise dişi kurtun adı olduğu düşünülmektedir. Ziya Gökalp 1922 yılında Diyarbakır'da yayımlanmış "Küçük Mecmua" dergisine verdiği "Türk devletinin tekâmülü" adlı makalesinde "Bu da Çinlilere göre (Asena=Kurt) manasındadır" demektedir. Göktürk Kağanlığının Eski hükümdarlarının mensubu olduğu Aşina, "Zena", "Asen" veya "Şunnu" adı verilen sülale, efsaneye göre bu dişi kurttan türediği inanılır. Aslı "Açina" kelimesinden gelmektedir. Antik Çin kaynaklarından, Tü'küe halkının türeyişini anlatan Asena efsanesinin farklı şekillerine rastlanılır. Bulunan en eski şekli şöyledir: Bunun yanında efsanenin başka şekilleri de bulunmuştur. Ayrıca daha geç zamanlardan kalan, sonradan geliştirilmiş daha detaylı ya da daha kısa olan şekilleri de vardır. Dede Korkut Anadolu Lisesi Dede Korkut Anadolu Lisesi, Bahçelievler, Soğanlı'da bulunan bir Anadolu Lisesidir. Okul, ismini ünlü Dede Korkut'tan almıştır. 1996 yılında kurulmuştur. 1996-1997 yılında şu anda bulunduğu binada eğitim-öğretime başlamıştır. Birinci yabancı dili İngilizce, ikincisi Almanca'dır. Okul, 1000 m² bina alanı ve 13.000 m² bahçe alanıyla toplam 14.000 m²'lik alana kurulmuştur. Fizik laboratuvarı, kimya laboratuvarı, biyoloji laboratuvarı, bilgisayar sınıfı, kütüphane, kapalı spor salonu, konferans salonu, müzik odası, resim atölyesi, satranç odası, veli görüşme odası, 2 rehberlik odası, 1 öğretmenler odası, 1 İngilizce zümre odası ve toplam 25 derslikten oluşmaktadır. Okulda ilk olarak Recep Düzgün kurucu müdür olarak görev yapmıştır. Ardından 3 yıl Aydın Sancar müdür vekilliği yapmıştır. Daha sonra İlkay Aydoğdu müdür vekili olarak bir süre görev yapmıştır. Ardından Ergün Öztürk müdür vekilliği yapmıştır. 03.02.2010 itibarıyla de Onur Bekyürek okul müdürü olarak halen görevine devam etmektedir. Erkek basketbol ve voleybol takımlarının yanı sıra satranç ve masa tenisi takımları bulunmaktadır. 30 Nisan 2007 tarihinde Dede Korkut Anadolu Lisesi Mezunlar Derneği (DKALMED) kuruldu. Dernek, pilav günü ve iftar gibi etkinlikler düzenlemektedir. Mu Mu, Büyük Okyanus'ta yer aldığı ve 14 bin yıl önce batarak yok olduğu ileri sürülen, hakkında birçok kişinin araştırma yaptığı efsanevi kıta. Günümüzde bilim dünyasındaki fikir birliği, Mu kıtasının var olmuş olmasının fiziksel olarak mümkün olmadığı ve iddianın herhangi bir bilimsel dayanağı olmadığı yönündedir. İlk olarak İngiliz subay ve gezgin James Churchward'ın Tibet'te yaptığı araştırmalara dayanan ve bunlar hakkında yazdığı 5 adet kitabına konu edilmiştir. Churchward, Hindistan tapınaklarında bulduğu yazı tabletlerini oradaki rahiplerden on iki yılda öğrendiği Naga Maya dili ile tercüme ederek elde ettiğini açıkladığı efsaneye göre Büyük Okyanus'ta, Asya ve Amerika arasında ve Avustralya'dan birkaç misli büyüklükteydi, yüksek bir uygarlığa ulaştıktan sonra günümüzden yaklaşık 12.000 yıl önce bir deprem ya da tufan sonucu yok olmuştu. Meksika'daki Theotihuacan Palenk Mabedi Piramidi'nin duvarına kazınmış bir yazıda Mu'nun batışı şöyle anlatılıyordu: "6 Kaan yılı Zak ayı II Maluk günü başlayan korkunç yer sarsıntısı, 13 Şuen'e kadar devam etti. Mu kıtası felakete kurban gitti. Mu ülkesi iki kere kalktıktan sonra bir gece çöktü, üstünü sular kapladı. Toprak birkaç defa havaya kalktı ve oturdu. Felaket, 64 Milyon insanın ölümüne sebep oldu." Mu, Zak ayının 13. Cuma günü batmıştı. O günden sonra "13" insanoğlunun uğursuz rakamı oldu. Mu'nun izleri Amerika'dan Mısır'a, Orta Asya'dan Mezopatamya'ya kadar yayıldı. Tıpkı varlığı gibi yok oluşu da tüm dünyayı derinden sarstı. Bilim çevrelerinde levha tektoniği konusundaki bilgi birikimine dayanarak Mu'nun da Atlantis gibi bir efsane olduğu konusunda görüş birliği vardır. Levha tektoniğine göre kıtaları oluşturan SiAl (silisyum/alüminyum) kayalar, okyanus diplerini oluşturan SiMg (silisyum/magnezyum) kayalar üzerinde "yüzerler". Büyük Okyanus dibinde Mu kıtasını kanıtlayacak herhangi bir SiAl kayaya rastlanmamıştır. İlk kez James Churchward tarafından ortaya atılan, geçmişte üzerinde ileri bir uygarlığın bulunduğu, Pasifik Okyanusunda bir kıtanın varlığı konusundaki görüş, çeşitli belge ve bulgular mevcut olmakla birlikte, henüz arkeologlar arasında yaygınlık kazanmamış bir görüştür. Çin'e ve çevre adalara kaçanların kitabelerinde "Kıtamız battı, biz de buraya kaçtık" yazmaktadır. Bu yazılı kayalar 14 bin yıllıktır, c14 karbon testleriyle sabittir. Türkler'in de kökeninin Mu kıtasından geldiği söylentileri, Mustafa Kemal Atatürk'ün talimatıyla kurulan bir ekip tarafından araştırılmıştır. Churchward'ın iddia ettiğine göre Mu uygarlığını araştırmasına başlaması,Hindistan'da yaşanan kıtlık döneminde halka destek olmak için bir tapınak okulunun başrahibine yardım ederken, adını vermediği gizli bir tapınağın arşivlerinde bulunan, çok eski bir dilde yazılmış olan Naacal Tabletleri'ni okumasıyla başlamıştır. Söylediğine göre, bu tabletleri okuyabilme becerisini de yine o tapınakta bulunan bir Hint başrahipten öğrenmiştir. Churchward sonraki yıllarda, mineralog ve arkeolog olan Dr. William Niven tarafından Meksika'da ortaya çıkarılan tabletler üzerinde çalışmıştır. Çin'e, Hindistan'a, güney asya ülkelerine ve çevre adalara kaçanların kitabelerinde kıtamız battı, biz de buraya kaçtık yazmak
tadır. Bu yazılı kayalar 14 bin yıllıktır, c14 karbon testleriyle sabittir. Churchward'a göre, Mexico City yakınlarında 1921–1923 yılları arasındaki kazılarda keşfedilen bu 2600 tablet, Tibet'te öğrendiği Naga-maya dilinde yazılmıştı. Churchward'a göre bu tabletler Maya Uygarlığı'na aitti ve 12.000 yıldan daha eskiydi. James Churchward, yazmış olduğu Kayıp Kıta Mu isimli kitabında Mu'da yaradılışı şöyle açıklamaktadır.; ""İncil'deki Yaratılış hikayesi- yedi gün ve yedi gece efsanesi- ilk olarak Nil halklarından ya da Fırat Vadisi'nden değil, şu anda batık olan Mu kıtasından gelir."" ""Mu medeniyetinin kesinlikle Yunan, Kalde, Babil, Pers, Mısır ve Hindu medeniyetlerinden önce var olduğunu buldum. Bu kayıp kıtanın Hawaii'nin kuzeyinde bir yerlerden güneye Fiji ve Paskalya adalarına kadar uzandığını ve insanlığın yaşadığı ilk yer olduğunu hiç kuşku götürmeyecek bir biçimde keşfettim. Ülkenin 12.000 yıl önce büyük depremlerle battığını ve bir ateş ve su girdabında yok olduğunu öğrendim."" Yaklaşık 50 yıl boyunca 20’den fazla ülkeye giderek Mu uygarlığı hakkında veri toplayan James Churchward’un ve Mu varsayımını destekleyenlerin Mu uygarlığı hakkındaki görüşleri kısaca şöyle özetlenebilir: Genelde bu iddiaların herhangi birini destekleyecek arkeolojik veya antropolojik bulgu bulunmamaktadır. Mu dinine, kolonilerine (örneğin Uygur İmparatorluğu kolonisi fikri) ve Mu kıtasının nasıl battığına ilişkin iddialar Mu varsayımını savunanlar arasında da genel bir kabul görmemiştir. 1-Tanrı tektir. Her şey ondan varolmuştur ve ona dönecektir. 2-Ruh ile beden birbirinden ayrıdır. Beden ölür ve ayrışırken ruh ölmez. 3- Ruh, mükemmeliğe ulaşmak için değişik bedenlerde yeniden doğar. 4- Mükemmeliğe ulaşan ruh Tanrıya döner ve onunla birleşir. Churchward'un yararlandığı ve tezini desteklediğini ileri sürdüğü kaynaklar şöyledir: Çin'e, Hindistan'a, güney Asya ülkelerine ve çevre adalara kaçanların kitabelerinde "Kıtamız battı, biz de buraya kaçtık" yazmaktadır. Bu yazılı kayalar 14 bin yıllıktır, c14 karbon testleriyle sabittir.Auguste Le Plongeon ve Brasseur de Bourbourg adlı araştırmacılar da Churchward'la aynı dönemde Mu konusunda araştırmalarda bulunmuşlardır; kimilerine göre konuyu ilk kez Le Plongeon gündeme getirmiştir. Arkeolog Egisto Roggero, baron D’Espiard de Cologne, Hans S.Santesson, J.Churchward’dan sonra konuyla ilgilenen önemli araştırmacılar arasında sayılırlar. Mu araştırmacılarına göre, Büyük Okyanus'taki Mu kıtasından arta kalan, çoğu insanca meskûn olmayan adalardaki devasa kalıntıların da Mu varsayımını desteklediği iddia edilmektedir. Mu araştırmacılarına göre, Mu kıtasından her kıtaya göçler yapılmışsa da başlıca göçler Kuzey ve Güney Amerika'ya, Orta-Asya'ya, Mısır ve Anadolu'ya yapılmıştır. Churchward'a göre 70.000 yıl önce mevcut olan Uygur İmparatorluğu, Avrupa içlerine kadar uzanmaktaydı. Uygur İmparatorluğu birine Churchward'un manyetik felaket adını verdiği iki büyük doğal afetle -diğer afet dağların yükselmesidir- darbe yemiş ve sağ kalanlar aralarında Avrupa'nın birçok kavminin de bulunduğu çeşitli ari kavimleri oluşturmuşlardır. Kimilerine göre ,Mu ya da Orta-Asya kökenli bu kavimlerin hemen hemen hepsinde (yaklaşık 40 dilde) telaffuzları az çok ufak farklarla, "baba" anlamına gelen ata sözcüğü mevcuttur. Churchward Uygurlar'ın torunları olan bu kavimlerden bazıları olarak Keltler'i, Basklar'ı ve Asyalı İskitler'i sayar. Yine Churchward'a göre Osiris Mu kıtasında eğitilmiş, Atlantis'te reform yapmış, Atlantis'li bir bilge ya da peygamberdir; öğretisi sonradan "Osiris dini" adını almış olup Hermes Trismegistus tarafından Mısır'a getirilmiştir. ABD’de “uyuyan peygamber” lakabıyla anılmış Edgar Cayce’in “akaşik okumalar”ına göre, Atlantis gibi Mu kıtası'nın da batmasına neden olan etken, Atlantisliler'den satanik yol mensuplarının, ellerindeki nükleer güçleri yıkıcı amaçlarla kullanmaları yüzünden yerkabuğunun dengelerini bozmalarıydı. Tahsin Mayatepek, Türk Dilini Tetkik Cemiyeti Başkanı İbrahim Necmi Dilmen ile yazışmalarından sonra Atatürk'e raporlar göndermişti. Bugüne kadar 7. rapordan 13. rapora kadar ulaşılabilmiştir. Turan Dursun 1978 yılında 14. rapora ulaştığını açıklamış ve bununla ilgili bir inceleme yazmıştı. Mayatepek raporlarından 7 numaralı raporda Churchward'ın kitaplarından bahsedilir. 1. rapordan 5. rapora kadar bulunamamıştır. Başka rapor olup olmadığı bilinmemektedir. Tahsin Bey, Atatürk’ün isteğiyle 1935 yılında Türkiye'nin Meksika Elçiliği’ne atandı. Ancak Büyükelçi Tahsin Bey’in vazifesi çok daha farklıydı; Mustafa Kemal Atatürk Tahsin Bey’i Mu Kıtası, Mayalar ve Türkler arasındaki ilişkiyi araştırmakla görevlendirmişti. Mayatepek, 2 Mart 1936 tarihinde Churchward'ın kitapları ile ilgili 7. raporu kendisine sunduğunda Atatürk, Churchward'ın kitaplarını getirtmiş ve 60 çevirmene kısım kısım taksim ederek Türkçeye tercüme ettirmiştir. Mayatepek raporlarının geri kalanları Maya kültürü ve dili ile ilgilidir. Tahsin Mayakon, Meksika’da Maya kültürünü incelemiş, incelemeleri sonucunda çok sayıda sözcüğün Türk ve Maya dillerinde aynı olduğunu saptamıştı. Bu sözcüklerden biri de Türkçe’deki “tepe” sözcüğüydü (Maya dilindeki karşılığı “tepek” idi ve tepe anlamına geliyordu). Bunun üzerine Atatürk Tahsin Beyin soyadını “Mayatepek” olarak değiştirmiştir. Fakat Tahsin Mayatepek’in iki kültür arasında bulduğu ortak noktalar sözcüklerden ibaret değildi; her iki kültür arasında, Mayalar’ın ayyıldızlı davullarından, Şamanik kültüründen, kilim desenlerinden, sembollerinden tüy takma alışkanlıklarına kadar pek çok ortak nokta mevcuttu. Tahsin Mayatepek, çalışmalarını belge ve fotoğraflarla 3 ciltlik bir defter hâlinde toplayarak Atatürk'e gönderdi. Bunların ikisi 1970'lere kadar Türk Dil Kurumu kütüphanesinde bulunuyordu. Üçüncü defter kayıptır. Bu defterlerde dinî tören, ibadet ve tapınaklarda da benzerlikler bulunduğu belirtiliyordu. Ancak Tahsin Mayatepek, Mu dinini İslamiyet'le bağdaştırarak raporları amacı saptırdığından dolayı Atatürk'le arasında bir gerginlik olmuştur. Kimi araştırmacılara göre Türkçede "baba" anlamına gelen ata sözcüğünün az çok ufak söyleniş farklarıyla dünyanın farklı kıtalarında yaşayan kavimlerin dillerinde bulunması ve bunların hepsinde yine "baba" anlamına gelmesi, bütün bu kavimlerin geçmişte ortak bir kökeni olduğunu ortaya koymaktadır. Baba anlamına gelen birbirine yakın sözcüklerden ve kullanıldıkları dillerden bazıları 1936’daki Türk Dil Kurultayı’nda şöyle saptanmıştır: İlahi İlahi, Allah'ı veya çeşitli kutsal kişi ya da varlıkları övmek amacıyla bestelenen sözlü dinî şarkılar. "İlahi" kelimesi Arapça kökenli bir kelimedir ve "Ey Tanrım!" anlamına gelmektedir. İlahiler çok eski zamanlardan bu yana dinlerin ve inançların önemli bir parçasını oluşturmuştur. Her dinin ilahilere farklı bir bakışı vardır. Her dinin farklı ilahileri vardır. İlahiler bir dinin kutsal metinlerinin bir parçasını oluşturup, kutsi bir mahiyete sahip olabilir veya sadece o dine mensup kişilerin inandığı Tanrı veya tanrısal mefhumları övmek için inananlar tarafından yazılmış, kutsiyeti bulunmayan metinler de olabilirler. İlahiler çoğu dinde din eğitiminin önemli bir parçasıdır. Bazı dinlerde ve inançlarda ilahi söylemek bir tür ibadettir. Fakat, ilahi söylemek çoğu inançta belirli ibadetlerin sadece bir parçasını oluşturur. İlahiler, Allah'ı övmek, O'na dua etmek ve en büyük aşkın O'na aşk olduğunu belirtmek amacıyla yazılmış, bestelenip belirli makamlarla okunan dini/tasavvufi halk edebiyatı nazım şeklidir. Türk müziğinde ilahi formu, Klasik Türk müziği formlarından biridir. 7'li, 8'li ve 11'li hece ölçüsü ile yazılır. Dörtlük sayısı 3 ila 7 arasındadır. Fadıl Öztürk Fadıl Öztürk (d. 1955, Tunceli), Türk şair ve yazardır. 12 Eylül'de Dev-Yol Davasından yargılanıp müebbet hapis cezası aldı ve on yıl içeride kaldı. Edebi ve siyasi içerikli çalışmalarını sürdürmektedir. 8 Aralık 2004'te ""Türkiye'deki Kürtlerin talepleri"" başlığı altında Herald Turbine gazetesine ilan veren 198 kişi arasında yer aldı. 15 Eylül 2005'te bir sivil irade girişimi şeklinde kurulan Munzur Aydınlar Platformu'nun koordinasyon kurulu üyesidir. Aralık 2005'te 135 sanatçı ve kurum tarafından başlatılan Roj TV'ye destek kampanyası katılımcısıdır. -BESTELENMİŞ ŞİİRLERİ -Susarak Özlüyorum Seni -Kağlı bir kabiledir aşk -Gömülürsün gözlerime -Gördüğümde seni Jennifer Garner Jennifer Anne Garner (d. 17 Nisan 1972, Houston, Teksas) ABD'li oyuncu. Altın Küre sahibi Garner, Felicity adlı gençlik dizisinin setinde tanıştığı Scott Foley ile evlenmiş, ardından Alias'tan rol arkadaşı Michael Vartan ile birlikte olmuş, son olarak da Ben Affleck ile evlenmiştir. Keşke 30 Olsam ("13 Going On 30"), "Pearl Harbor", "Daredevil", "Elektra", "The Kingdom" ve "Juno" gibi yapımlarda rol almıştır. Marksist feminizm Marksist feminizm, marksizm ve feminizmin bileşimi olan bir feminist harekettir. Marksist feminizmde kadınlar sosyal haklar konusunda diğer konulara oranla daha kararlı çalışmalar yürütmüşlerdir. Burada asıl amaç kapitalist sistemin üstesinden gelebilmektir. Bu görüşü benimseyenlerin çoğu işçi sınıfındandır. Marksist feminizmin geleneksel Komünist Partisi ya da Sosyal Demokratların sol kanadına olan yakınlığı da bilinir. Marksist feminizmin bakış açısına göre kadın temel üretici fakat ikincil tüketicidir. Kadının özgürleşmesi için çocukların yetiştirilmesinden ve ev işlerinden kurtulması gerektiğini savunurlar. Bunun yolu ise, ev işlerinin sosyalleştirilmesinden geçmektedir. Ev-içi üretimin üretici bir faaliyet olmadığı görüşüne karşı çıkarlar. Bu görüşe göre, kadının üreticiliği, erkeğin üreticiliğinin temelidir. Sermaye birikiminin de temelinde kadının ev-içi üretiminin yattığını savunurlar. Kadının ücretli işçi haline getirilmesi projesi ile sınıfsız topluma geçiş için işçi sınıfına katılmak hedeflenmektedir. Ataerkil sisteme pek önem atfetmezler. Marksizmle feminizmin birlikteliği, kadının farklılığını sınıf üzerinden inşa ederek, kadını proleter ortak kimliği i
çinde tanımladığından ötürü, patriyarka gibi kadını ezen devasa bir sistemi ve baskı mekanizmalarını görmezden gelir. Heidi Hartmann ve Christine Delphy’ye göre kadınlar patriyarka altında ortak biçimde ezilirler ve bu ortak ezilmişlikleri kadınları bir sınıf haline getirir. Marksizmin katı cinsiyet-körü bakışını reddeden sosyalist feminizm, Marksist feminism ve radikal feminizm arasında bir köprü olma özelliği taşır. Marksist feminizm, Marksist düşüncenin toplumsal analiz, tarihsel diyalektik materyalizm yöntemini kullanır. Bu yöntemi feminist sorunların hizmetine koyarak, Juliet Mitchell ve Shulamith Firestone Marksist feminizm için yeni yönelimler önermişlerdir. Marksist teorinin diyalektik materyalizm yöntemini, feminist teori “bilinç yükseltme” olarak yorumlar. 60’ların sonu ve 70’lerde bilinç yükseltme grupları kurulur. Bu grupların en önemli misyonu, tarih boyunca susturulmuş kadınları dillendirmektir. Kadınlar bu gruplarda, cinselliklerine, ev ve aile yaşamlarına, anılarına, fantezilerine, deneyimlerine ve umutlarına varıncaya kadar her şeyi ifade etme fırsatı buldu. Edebiyat açısından bu bilinçlenme pratikleri, kadınlarca yazılan otobiyografik, biyografik ya da büyüme-bilinçlenme romanlarını ortaya çıkardı. Bu romanların feminist eleştiriye katkısı ise kadını edebî temsiliyetin nesnesi olmaktan çıkarıp, eserin öznesine ve yazarına dönüştürmesiydi. Emre Işık - Beden ve Toplum Kuramı, s.43 Öğüt, Hande, Edebiyatta feminizm ve feminist edebiyat eleştirisi T24. Erişim tarihi: 30.03.2017 Sıkı Dostlar Sıkı Dostlar şu anlamlara gelebilir: Ağırlık merkezi Bir cismin moleküllerine etki eden yerçekimi kuvvetlerinin bileşkesinin uygulama noktasına ağırlık merkezi denir. Fizikte ve mühendislik hesaplarında işlemlerin basitleştirilmesi için yaygın olarak kullanılır. Homojen yapılı ve simetrik cisimlerde ağırlık merkezi simetri eksenlerinin kesişme noktasındadır. Basit geometrik şekillerin veya basit geometrik şekillere bölünebilen cisimlerin ağırlık merkezleri çizim yolu ile kolaylıkla bulunabilir. Yandaki şekilde , bir dirkdörtgenin ağırlık merkezinin , birbirine dik iki kenarın ortalarını birleştirmek sureti ile çizilen doğruların kesişme noktalarının verdiği O noktası olduğu gösterilmiştir. Bu nokta aynı zamanda dikdörtgenin köşegenlerinin de kesişim noktasıdır. Yandaki şekillerde iki dikdörtgenden oluşan bir cismin ağırlık merkezinin çizim yoluyla bulunuşu gösterilmektedir. Herhangi n sayıda parçadan oluşan homojen düzlemsel bir cismin, seçilen bir eksen takımına göre ağırlık merkezi yeri olan (formula_1,formula_2) noktası aşağıdaki bağıntılar yardımıyla hesaplanabilir. Burada ; formula_3 parça alanı , formula_4 parçanın x koordinatı , formula_5 parçanın y koordinatıdır. formula_6, formula_7 Burada ayrica, formula_8 , formula_9 ya da integral biçimleriyle, formula_10, formula_11 büyüklükleri statik momentler olarak tanımlanır, statik momentin birimi cm'dür . Görüleceği üzere ağırlık merkezi koordinatları, ilgili eksen için statik momentin alana bölümüdür. Ağırlık merkezinin hesabının daha genel hali aşağıdaki biçimdedir. Karmaşık geometrik şekillerin ağırlık merkezleri bu integraller yardımıyla hesaplanır. formula_12 , formula_13 Katarevusa Katarevusa, (Yunanca Kαθαρεύουσα, "Katharevousa") Yunanistan'ın kuruluşundan 1976 yılına kadar Yunanistan'ın resmi dili Yunanca lehçesi. Yunanistan’ın kurulması aşamasında devletin resmi dilinin hangi diyalekt (lehçe) olacağına ilişkin çok hararetli tartışmalar yapılmıştır. Bir kısım aydın, halkın konuştuğu ve temellerini Koine'den (κοινή) alan Demotiki (δημοτική) diyalektinin resmi dil olmasını isterken bir kısmı da Attik dilin resmi dil olmasını istemekteydi. Attik dilin savunucuları, halkın konuştuğu dilin saflığını yitirdiği, önce Koine sayesinde Ortadoğu kökenli kelimelerin dile girdiğini, daha sonra da Türk yönetimi altında Türkçe kelimelerin Yunancaya girdiğini savunurken, halk dilinin savunucuları halkın artık anlayamadığı antik Attik diyalektinin Yunanistan'ın gündelik dili olamayacağını savunuyorlardı. Attik diyalekt oldukça zor bir gramere, artık hiç kullanılmayan farklı kelimelere sahip olduğu ve halkın neredeyse tamamınca anlaşılamadığı için Attik dilin daha basitleştirilmiş şekli olan Katarevusa (καθαρεύουσα) resmi dil ilan edildi. Katarevusa(Saf Dil) Bizans'ın resmi dili olan Attik diyalektin zamanla aşınarak ve basitleşerek günümüze kadar ulaşmış sadeleşmiş biçimiydi. Yunanistan devleti kurulurken buna ek olarak, Yunancaya yabancı dillerden giren kelimeler atılıp, yerine Attik Yunanca kelimelerin konuldu ya da eski köklerden yeni kelimelerin türetildi. Katarevusanın resmi dil olmasıyla okullarda yalnızca Katarevusa öğretildi. Mahkemelerde zabıtlar bu dil ile tutuldu, hatta birtakım gazeteler bu dil ile basıldı. Okullarda Halk Yunancası konuşulmadığı ve öğretilmediği için Demotikide birtakım bozulmalar olunca 1964'de okullarda Demotikinin de okutulmasına izin verildi. Bu çift dillilik 1976 yılına kadar devam etti. 1976'da Yunanistan’da çıkan bir kanun ile Katarevusa devletin resmi dili olmaktan çıkartıldı ve Demotiki resmi dil haline getirildi böylece okul, resmi daire ve evlerde konuşulan dilin aynı olması sağlandı. Katarevusanın öğrenimi Demotikiye göre oldukça zordu. Kathareuousa Attik Diyalektinin özelliklerini taşıyordu. Örneğin Modern Yunancada bugün kaybolmuş olan datif ("-e hali") Attik diyalektte olduğu gibi Katarevusada da muhafaza edilmiştir. Katarevusanın kullanımı kişiden kişiye göre değişiklikler gösteriyordu, bazıları onu Attik diyalekte yakın olacak kadar ağdalı (Αρχαΐζουσα "Arhaizousa") bazıları ise halk dili olan Demotikiye yakın basitlikte (Απλή καθαρεύουσα "Apli Kathareuousa") kullandı. Yunan halkı her zaman konuşma dilini resmi dile tercih etti ve ülkede iki dillilik oluştu. Bununla beraber Katarevusa ile önerilen bazı kelimeler tuttu ve halk Yunancasına da yerleşti. 1976'dan beri Yunanistanın resmi dili Demotiki olup, tüm resmi dairelerde, okullarda ve halk arasında sadece bu dil konuşulur. Lexus Lexus, Japon otomotiv üreticisi Toyota tarafından üretilen lüks otomobil markasıdır. Lexus marka otomobiller Kuzey Amerika, Avrupa, Asya, Orta Doğu, Okyanusya, Afrika ve Latin Amerika'da satılır. ABD'de Lexus en çok satan lüks otomobil markasıdır ve 2005 yılından itibaren Japonya'da satılmaya başlamıştır. 1989 yılında ilk çıktığından beri, Lexus dayanıklı ve sağlam otomobilleri ve yüksek kalitede sunduğu müşteri hizmetlinden dolayı bir itibar kazanmıştır. 2006 yılında JD Power and Associates Araçların Güvenilebilirlik Araştırmasına dayanarak Lexus markasını ABD'de en dayanıklı ve sağlam otomobil üreten marka seçti. Lexus bu ödülü 12 yıldır ardışık olarak kazanmıştır. Holly Marie Combs Holly Marie Combs, 3 Aralık 1973 San Diego, Kaliforniya doğumlu ABD'li oyuncu. Adını Charmed adlı televizyon dizisiyle duyurmuştur. 2001 yılından itibaren ise dizinin yapımcılığını üstlenmiştir. İlk evliliğini 1993-1997 yılları arasında Bryan Travis Smith ile yapan Combs 2004 yılında David Donoho ile evlenmiştir ve Finley Arthur Donoho, Riley Edward Donoho ve Kelley James Donoho adında üç çocuğa sahiptir. İlk çocuğa hamile kalana kadar sigara içme alışkanlığı vardı. 2011'de David Donoho'dan boşanmıştır. Hobileri arasında bahçecilik ve at biniciliği olan oyuncunun; Jake, Jezebel ve Jesse adında 3 tane atı, 4 balığı, Travis ve Lola adında 2 köpeği, Blue ve Selcena adında 2 kedisi ve Thumper ve Jack adında 2 tavşanı bulunmaktadır. Charmed dizisinin bitmesinin ardından dizi projesinde yer almayan Holly Marie Combs, 2009 yılında ABD'nin popüler gençlik dizisi Pretty Little Liars'ta Ella Montgomery rolünü canlandırmaktadır. Rose McGowan Rose Arianna McGowan (d. 5 Eylül 1973, Floransa, İtalya), ABD'li sinema oyuncusu. Rose'un 5 kardeşin ikincisi olarak doğdu. Çocukken fotomodel olarak para kazandı. 1980 yılı sonunda ABD'ye taşındılar. "Charmed" dizisi ile tanındı. Julian McMahon Julian Dana William McMahon (d. 27 Temmuz 1968, Sidney), daha önce modellik yapan, şimdilerde ise aktör olan, eski Avustralya başbakanı Sir William McMahon ile Sonia McMahon'un üç çocuğundan ikincisidir. Özel bir erkek okulu olan Sidney Gramer Okulu'nu bitirdikten sonra, kısa bir süreliğine Sidney Üniversitesi'nde önce hukuk ardından ekonomi eğitimi görmüş, ancak eğitimden sıkıldığı için başarılı modellik kariyerine başlamıştır. Bu nedenle, modanın başkentleri sayılan Milano, New York, Roma ve Paris'te tanınmıştır. Modelliğin yanı sıra, oyunculuk kariyerine de erken yaşlarda başlayan McMahon, Avustralya televizyonunda yayınlanan "Home and Away" isimli pembe dizide rol almıştır. Dannii Minogue'un klibi "This is It"'de yer almıştır. Amerikan televizyonlarında ilk kez "Another World" isimli pembe dizideki Ian Rain rolü ile görünmüştür. "Nip/Tuck" dizisindeki Christian Troy rolü ile, 2005 yılında Drama Televizyon Dizisi En İyi Aktör dalında Altın Küre'ye aday gösterilmiştir. 2005 tarihli "Fantastik Dörtlü" isimli filmde Doctor Doom karakterini canlandırmıştır. Rolündeki başarısı ile 2007 yılında gösterime girecek devam filminde aynı karakter için anlaşma imzalamıştır. 1996-2000 arasında NBC televizyon dizisi "Profiler"'ın 4 sezonunun tamamında Agent John Grant olarak rol almış, ayrıca doğaüstü olayların konu edildiği "Charmed" isimli dizinin 2000-2003 arasında iki sezonunu aşkın bölümünde Belthazor isimli bir iblis olan Cole Turner rolünü canlandırmıştır. James Bond serisinin son filmi "Casino Royale" de James Bond rolü için finale kalmış ancak, rolü Daniel Craig'e kaptırmıştır. İki kez evlenmiş ve boşanmıştır. İlk evliliğini Avustralyalı şarkıcı Dannii Minogue ile yapmıştır. Dannii Minogue, Kylie Minogue'ın kız kardeşidir. Daha sonra Amerikalı aktris Brooke Burns ile evlenmiş ve bu evliliğinden 2000 yılında, Madison Elizabeth McMahon isimli bir kız çocuğu olmuştur. Kalp pili Kalp pili, kalbin yeterli elektriksel uyarıyı oluşturamaması ve/veya tüm kalp dokusuna yeterli şekilde ulaştıramaması durumunda yeterli elektriksel
uyarıyı oluşturmak için kullanılan cihazlara verilen isimdir. Kalp pilinin amacı yeterli kalp atış hızını sağlamaktır. Modern kalp pilleri dışarıdan programlanabilir aletlerdir ve kardiyologlara optimum pacing modunu ayarlayabilme olanağı sağlar. Kalp kendi ürettiği elektriksel uyarılarla çalışan bir organdır. Normal bir kalpte elektriksel uyarılar sağ atriumda (sağ kulakçık) bulunan Sinoatriyal nod adı verilen bir bölgeden başlatılarak ileti sistemi aracılığı ile tüm kalp kası hücrelerine iletilmekte ve kalbin belirli hız sınırları içersinde ritmik kasılması sağlanmaktadır. Kalpteki bu elektriksel uyarıların üretiminde ve/veya iletiminde meydana gelecek herhangi bir bozulma normal kalp kasılmalarını engelleyerek hastalıklara - aritmilere neden olmaktadır. Meydana gelen hastalıklar sonucu kalp vücudun ihtiyacı olan kanı yeterli miktarda pompalayamaz ve bayılma, baş dönmesi, yorguluk, sersemlik hali, çarpıntı gibi şikayetler oluşur. Kalbin yeterli elektriksel uyarıyı oluşturamaması ve/veya tüm kalp dokusuna yeterli şekilde ulaştıramaması durumunda yeterli elektriksel uyarıyı oluşturmak için kullanılan cihazlara "Kalp pili" denilmektedir. Kalp Pilleri geçici ve kalıcı piller olarak ikiye ayrılmaktadırlar. "Geçici kalp pilleri" acil şartlarda kullanılmak için dizayn edilmişken "Kalıcı kalp pilleri" sürekli kullanım için tasarlanmışlardır. Kalp Pilleri elektriksel uyarı üretici bir jeneratör ve üretilen bu elektriksel uyarıyı kalp dokusuna iletilmesini sağlayan elektrot telden oluşmaktadırlar. Kalıcı Kalp Pillerinın uyarıyı üreten jeneratörleri günümüzde 12,5-15,5 gr ağırlığında olup Lityum içerikli bataryalar taşımaktadır. Bu bataryalar vücutta sağ veya sol göğüs duvarı içine, karın içine konulabilmektedir. Jeneratörde üretilen eletriksel uyarıyı kalp dokusuna taşıyan elektrot telin bir ucu jeneratöre bağlı olup diğer ucuda kan damarları içinden geçirilerek kalbin atriyumu veya ventrikülü içine yerleştirilmektedir. Girişim kolaylığı ve daha az travmatik olması nedeni ile elektrot kalbin sağ odacıklarına (düşük basınçlı kirli kan pompalayan odacıklar) yerleştirilir. Nadir de olsa bazı durumlarda elektrot cerrahi olarak doğrudan kalbin dış dokusuna (epikardiyum) dikilerek de kullanılabilir. Takılan Kalıcı Kalp Pilinin çalışma hızı hastanın ihtiyacına göre dışarıdan ayarlanabilmektedir. Kalıcı kalp pillerinin hızının sabit olduğu tiplerinden başka özellikle çocuk ya da aktif yaşam süren hastalarda, hastanın metabolik gereksinime bağlı olarak hızını kendiliğinden artırıp azaltan Rate Adaptive olarak adlandırılan tipleri de vardır. Kas aktivitesi, minute ventilation gibi, aktivite ile doğrudan ilişkili parametreleri ölçebilen sensörleri olan bu piller, belli bir algoritmaya göre bu veriyi kullanarak kalp hızını değiştirirler. Kalp içinde bulunan odacıklardan esas olarak pompa görevini gören odacıklar karıncıklar (ventrikül) dır. Bu nedenle elektrot öncelikle karıncığa yerleştirilir. Ancak kulakçıkların (atrium) toplam kan akımına olan yaklaşık olarak %25-30 luk katkıdan da yararlanmak , sinoatrial node'u izleyerek buna göre sıralı olarak karıncıklar da uyarılmak istenirse, hem karıncık hem de kulakçıklara elektrotlar yerleştirilir. Bu tür piller de Dual chamber (çift odacıklı) kalp pili olarak adlandırılır. Hastanın kalp piline ne kadar gereksinim duyduğuna, hastalığına, pilin özellikleri ve çevresel faktörlere bağlı değişmekle birlikte pillerin ortalama ömrü 5-10 yıl arasında değişmektedir, jeneratör içindeki elektronik sistem sayesinde belli aralıklarla yapılan pil kontrolleri sırasında cihaz ortalama ne kadar ömrünün kaldığını göstermekte ve bu şekilde zamanında jeneratör değişimi yapılmaktadır. Günümüzde yılda yaklaşık olarak 6.000.000 hastaya kalıcı kalp pili takılmaktadır. Ahmet Ahmet, Türkçede özel isim olarak kullanılan bir kelimedir. Ahmet aşağıdaki anlamlara gelebilir: Raşi Yazısı Raşi Yazısı ya da Raşi Karakterleri, İbranicede din kitaplarındaki kutsal olmayan metinlerin ya da kutsal metinlerin hahamlarca yapılan yorumlarını yazmakta kullanılan İbrani harfleridir. Adını (22 Şubat 1040 – 17 Temmuz 1105) yılları arasında yaşamış olan Musevi Din adamı Raşi'den almıştır. Raşi kelimesi Rabi Şlomo Yitsaki olan bu hahamın ismini ilk harflerinden oluşmuş bir kısaltmadır. Genel olarak bir metin içererisinde metne dahil olmayan bölümlerin belirtilmesinde tıpkı Türkçedeki İtalik Yazının kullanıldığı yerlerde kullanılır. Bununla beraber bu Raşi Karakterleri Ladino'nun yazılmasında da sıklıkla kullanılmış bu yazı karakteriyle birçok Ladino kitap basılmıştır. Bu Alfabede İbranice'de bulunmayan ama İspanyolca'nın yazılmasında gerekli olan "Ç", "C", "J" harfleri "Tsadik", "Gimel" ve "Zayin" harflerinin üzerlerine eklenen ufak işaretlerle belirgin hale getirilmiştir. Temel olarak İbranice, Aramice ve Ladino yazılmasında kullanılmakla beraber; Osmanlı İmparatorluğu zamanında Türkçe ama Raşi Yazısıyla basılmış gazeteler yayınlanmıştır. 1853 yılında yayınlanmaya başlanan Or İsrael ve 1855-1858 yılları arasında yayınlanan El Mana Dero Ladino ile ve Raşi Alfabesi ile basılmış gazetelerdendir. Tersine ayrımcılık Tersine Ayrımcılık, tarihi ve sosyopolitik bakımdan hakim gruplardan ziyade hakim olmayan grupların (azınlıklar tipiktir) yararına olan ayırımcı politika ve eylemleri tanımlamakta kullanılan bir terimdir. "Tersine ayrımcılık" bazen müsbet eylem ve pozitif ayrımcılık terimleriyle eş anlamlı kullanılmaktadır. Birleşik Krallık gibi bazı ülkelerde "tersine ayrımcılık" terimi "müspet eylem" şeklinde adlandırılan politikaları tanımlamakta kullanılmaktadır. Koroner arter hastalığı Koroner arter hastalığı, koroner arterlerin duvarlarında oluşan plaklardan ötürü ortaya çıkan bir hastalıktır. Koroner kalp hastalığı veya kısaca CHD ("Coronary Heart Disease") olarak da adlandırılır. "Koroner Arterler" Aort damarından sağ ve sol ana korenerler olarak çıkan kalp dokusuna temiz kan taşıyan damarlardır. Kalbin epikardiyal bölgesinde seyrederler ve bu anadallardan çıkan daha küçük damarlarla kalp hücrelerine ulaşırlar. Sağ koroner arter bir tek anadal olarak seyrederken sol ana koroner arter aortadan çıktıktan yaklaşık 2 cm sonra sol ön inen arter ve sirkümfleks arter olarak ikiye ayrılmaktadır. Sol ön inen arter sol ventrikülün ön yüzünde seyrederken sirkümfleks arter kalbin arkasında seyretmektedir. Koroner Arterler arasında kollateral arter olarak isimlendirilen ara bağlantılarda bulunmaktadır. Koroner arterler ana atar damar olan aortadan aldıkları oksijenden zengin temiz kanı kalp hüçrelerine taşımakla görevldirler. Koroner damarlarda kan akımı esas olarak diastol dönemi denilen kalbin gevşeme döneminde olmaktadır. Koroner damarlar da diğer damarlar gibi intima, musküler tabaka ve adventisyadan oluşan üç tabakadan meydana gelmektedir. "Ateroskleroz" damar duvarında lipid parçacıkların birikimi ile oluşan ve damarların lümenini (boşluğunu) tıkayarak normal kan akımını engelleyen patolojik bir süreçtir. Aterosklerozun koroner arterlerde meydana gelmesi ile oluşan hastalığa koroner arter hastalığı denilmektedir. Koroner ateroskleroz yıllar boyu süren bir süreç olup bebeklik döneminden itibaren başlamaktadır. Hastalık boyutuna genelde dördüncü onyıldan sonra gelmektedir. Ateroskleroz gelişiminde kişisel ve çevresel faktörler rol oynamakta olup kişisel faktörler birinci derece akrabalarda koroner arter hastalığı olması, hipertansiyon, kolesterol yüksekliği, şeker hastalığı olması, yaş ve açıklığa kavuşturulamamış genetik faktörlerdir. Çevresel veya sonradan edinilen risk faktörleri ise sigara kullanımı, yüksek kolesterol içerikli beslenme, stresli ve pasif yaşam şeklidir. Zamanla koroner arterler içerisinde gelişen lipid birikimleri damarlardaki kan akımını engelleyerek kalp kasının beslenmesini bozarak hastanın şikayetleri başlatmaktadır. Şikayetleri ilk önce yokuş çıkmak, koşmak, stresli anlar gibi kalbin kan ihtiyacının arttığı durumlarda oluşmaktadır, darlığın ilerlemesi ve yeterli kan akımın sağlanamaması ile ilerleyen dönemde istirahat anında bile şikayetler oluşmaktadır. En fazla görülen şikayet göğüs ağrısıdır, bunun dışında göğüste daralma, sıkışma, yanma da oluşturabilmektedir. Koroner arterdeki daralma ani şekilde oluşur ve kan akımı başka bir yerden sağlanamazsa (miyokard enfarktüsü) oluşmaktadır. Koroner Arter hastalığının tanısında hastanın hikâyesi, EKG, efor Testi, nükleer tıp tetkikleri, radyolojik tetkikler ve koroner anjiyografi kullanılmaktadır. Tıkanmanın yerini ve miktarını belirlemede ve kesin tanıda en etkili tetkik koroner anjiyografidir. Tedavisinde ilaçlar, cerrahi (By Pass) ve perkütan müdahaleler (balon, stent) kullanılmaktadır. Hangisinin uygulanacağına koroner anjiyografide tespit edilen darlığın yeri ve miktarı, hastanın durumu ve hasta ile doktorun alacağı karara göre belirlenmektedir. Hangi tedavi şekli seçilirse seçilsin ömür boyu tedavi gerektiren bir hastalıktır. Dünyada şu an en fazla ölüme neden olan hastalık koroner arter hastalığıdır. Marn Marn, kil ve kalsiyum karbonattan, değişik oranlarda tabii olarak meydana gelmiş karışımdır. Kalsiyum karbonat, kile göre daha fazla ise buna kalker denir. Genel olarak sığ göllerde, bataklıklarda bulunur. Kalsiyum karbonat, muhtevasından dolayı Portland çimentosu imalatında ve asidik toprağı nötrleştirmek için zırai gayeyle, toprak ıslahında kullanılır. Marmara Gölü Marmara Gölü, Manisa'nın ilçesi Gölmarmara'nın güneyindeki bir Alüvyal set gölüdür. Ege bölgesinde yer alır. Gölün bulunduğu saha çukur olup, batı ve kuzeyi tepelerle çevrilidir. Doğu kısmı Gediz Ovasına, kuzeybatı kısmı Akhisar Ovasına açık olup, buralardan alüvyon setleriyle ayrılır. Bu durum, Marmara Gölüne set gölü karakterini verir. Gediz çöküntü havzası içinde bulunan gölün seviyesi, Gediz Ovasının seviyesinden daha alçaktır. Derinliği az olan gölün yüzölçümü 44,5 km²dir. Gediz Nehri ile Demrek Deresinden ve kuzeydeki Kum Çayı'ndan göle kanallar açılmıştır. Bu kanallar bilhassa ilkbahar sonlarında kabarık olan akarsuların sularını göle taşı
rlar. Göl kapalı bir çukurda olup, suları tuzludur. Göl rezervuara dönüştürülmeden önce kapalı havza konumundaydı, dışa akışı yoktu. Çünkü göl alanı çevresinden, özellikle Gediz Nehri'ndan daha alçaktadır. Göl, yağış suları, Akpınar kaynakları, Şeyh Abbas deresi ile beslenmekteydi. Marmara Gölü, mevcut tabii bir depresyonun 1938-1945 yılları arasında doğu ve güneydoğusunun 5750 m uzunluğunda ve 5.54 m yüksekliğindeki yapı ile seddelenmesi suretiyle Gediz Havzası Sulamaları’na su vermek için rezervuar haline getirilmiştir. Marmara Gölü Rezervuarı’nda su biriktirmek amacıyla; Bununla birlikte rezervuara aktarılarak biriktirilmiş olan suların kontrolü ve kullanımı amacıyla; Görüldüğü üzere Marmara Gölü, üç derivasyon yapısı ile beslenen, gövde inşası ve su alma yapısı ile sulamada kullanılan suyu depolayan, göl yüzey alanı doğal durumuna göre yaklaşık iki kat büyüklüğe erişerek 71 km² ye, maksimum derinliği 7.20 m’ye ve hacmi 320 hm³ kapasiteye ulaşmış olan, hacmi itibarıyla aynı bölgedeki Seferhisar Barajı (29.1 hm³), Avşar Barajı (69.0 hm³), Sevişler barajı (127.0 hm³),Güzelhisar Barajı (158.0 hm³)vs. Barajlardan daha büyük olma özelliği taşıyan ve Gediz sulamalarının ana su kaynağı olarak teknik ve idari bakımdan bir rezervuar (gölet) olarak kabul edilmektedir. Gölde Gediz ve Batı Anadolu'ya ait endemik türler; Capoeta bergamae, Chondrostoma holmwoodii, Cobitis fahirae, Knipowitschia mermere, göle ait endemik tür Ladigesocypris mermere yaşamaktadır. göl 1992 yılında kuruyarak balık popülasyunu kaybetmiştir. Göl barındırdığı 144 tür su kuşu ile uluslararası önemli su alanı listesinde yer alır. Küçük karabatak, tepeli pelikan, küçük balaban, angıt, büyük akbalıkçıl, fiyu, pasbaş pakta, elmabaş pakta, bıyıklı sumru ve mahmuzlu kızkuşu alanda üreyen önemli türlerdir. Özellikle; kılıçgaga, dikkuyruk küçük karabatak, tepeli pelikan, angıt, fiyu, büyük akbalıkçıl, pasbaş pakta, elmabaş pakta kış mevsimini gölde geçirir. Bahri, küçük ak balıkçıl, gri balıkçıl, kara boyunlu batağan, gece balıkçılı, kaşıkçı, erguvani balıkçıl, boz kaz, kuğu, yeşilbaş, boz ördek, elmabaş patka, çıkrıkçın, uzunbacak ve sakarmeke yörede üreyen diğer türlerdir. Paul Samuelson Paul Anthony Samuelson, (d. 15 Mayıs 1915, Gary, Indiana ABD - ö. 13 Aralık 2009 Belmont, Massachusetts), Amerikalı iktisatçı. 1970'te Nobel Ekonomi Ödülü'nü alan Samuelson, siyaset alanında da tanınmıştır. Şikago Üniversitesi'nde iktisat tahsili yaparak, 1935'te buradan, 1941'de de Harvard Üniversitesi'nden diploma aldı. 1940'tan sonra Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'de ekonomi öğretmenliği yaptı. 1947'de Amerikan Ekonomik Derneğinin ilk olarak verdiği Bates Clark Madalyasını kazandı. 1951'de Amerikan Ekonometri Derneğinin başkanlığına ve bu derneğin yayımladığı Ekonometri dergisinin editörlüğüne seçildi. Bu tarihten sonra yazdığı makalelerle, ortaya çıkan ekonomik problemlerin çözüm yollarına işaret etti. Devletin, bilgisine, yol göstericiliğine önem verdiği bir kişi oldu. Samuelson'un ilk çalışmaları, "Foundations of Economics Analysis (Ekonomik Analizin Temelleri)" adlı kitabında toplanmıştı. Bu kitapta, ekonomi hakkında bazı anafikirler ileri sürerek genel iktisat konularına temas etmiştir. 1954'te yayınladığı bültenlerle doğrusal programlama, mevduat temayülü, çarpan-hızlandıran bağlantısı ve ekonometriyle alakalı problemlere çözüm yolları gösterdi. Daha sonra çeşitli yayın organlarında neşredilen makalelerinde, serbest ticaret şartları ve üretim konularında bazı tavsiyelerde bulundu. İngiliz iktisatçısı John Maynard Keynes'in fikirleri üzerinde çalışma yapanların en önemlilerinden olan Samuelson, ekonomik stabilizasyon sahasında da makaleler yazmıştır. Yıldız Savaşları: Bölüm II - Klonların Saldırısı Yıldız Savaşları: Bölüm II - Klonların Saldırısı, Star Wars (Yıldız Savaşları) serisine ait, 2002 yılı yapımı bir bilim kurgu filmidir. Yönetmenliğini George Lucas yapmış ve senaryoyu da "Jonathan Hales" ile beraber yazmıştır. Film serinin yapım sırasına göre beşinci, hikâyenin kronolojik sıralamasına göre ikinci filmidir. 16 Mayıs 2002 tarihinde vizyona çıkmıştır. Film, 2003 MTV Film Ödülleri'nde Yoda ve Kont Dooku arasındaki dövüş sahnesiyle "En İyi Dövüş Sahnesi" ödülünü kazanmıştır. Jedi Ustası Qui-Gon Jinn'in ölümünden 10 yıl geçmiştir. Cumhuriyet senatosunda Şansölye Palpatine'in hakimiyeti altındadır. 10 yıl önce Naboo kraliçesi olan Padme Amidala, yeni kraliçenin öneri ve isteğiyle üzerine senatör olmuştur. Yapılacak önemli bir oylama için geldiği sırada kendisine karşı bir suikast girişimi gerçekleştirilir. Gemisi infilak eder ve dublörü Cordé ölür. Hayli sarsılmış görünen Padme, Palpatine ve Jedi konseyinden Usta Yoda , Usta Windu ve yine bir senatör olan Bail Organa ile bir araya gelir. Palpatine saldırının ardında yatan gizemi çözmek ve her şeyden önemlisi Amidala'nın güvenliğini sağlamak için kraliçenin de kendisini rahat hissedecegini düşündüğü Obi-wan Kenobi'yi koruma olarak önerir. Yoda O'nun Konsey'e buyurgan tavrından rahatsız gözükse de herhangi bir tepki göstermez. Usta Windu Obi-wan'ın bir görevden henüz döndüğünü, dolayısıyla bunun mümkün olabileceğini söyler. Qui-Gon'un çırağı şimdi jedi Ustası olan Obi-wan Kenobi Padawan öğrencisi Anakin ile beraber Amidala'nın yerleştiği konuta gelir. Aradan geçen on yıla rağmen fütursuzluk derecesinde cesur, Amidala'ya bağlı ve aşık olan Anakin Skywalker için Padme'nin tehlike içinde olması rahatsız edicidir ve çoğu zaman Usta'sına karşı gelecek ölçüde tavırlara girer. Sıradan bir koruma görevinin çok daha ötesinde olayı çözmeye niyetlidir. Obi-wan'ın sert ve itaate zorlayan tavırları -genç-ergen- Anakin'i rahatsız eder. Ama ustasına karşı gelmez. Obi-Wan ile Anakin'in geldiği gece Padme ikinci bir suikast girişimiyle daha karşı karşıya kalır. İkili kelle avcısını izler. Anakin'in ısrarlı takibi sonuç verir ve değişken türdeki kadını yaklarlar. Fakat gökyüzünden gelen bir ok kelle avcısını öldürür. Obi-wan okun nerede yapıldığını araştırır. Eski arkadaşı Dexter Jettster'den klon üreten Kamino gezegeni yapımı bir ok olduğunu öğrenir. Kamino gezegenini bulmak için Jedi arşivlerinde yaptığı araştırma sonuç vermez. Usta Yoda'ya içerisinde sonsuz bilgi bulunan Jedi arşiv kayıtlarında böyle bir gezegenin yer almadığını söylediğinde Yoda, olması gereken yere gitmesi gerektiği cevabını alır. Kamino arşiv kayıtlarından biri tarafından silinmiştir. Bunu yapabilecek kişinin sadece Jedi olabileceği gerçeği Yoda'yı rahatsız eder. Obi-wan okun sahibini bulmak için Kamino'ya giderken Jedi konseyinin verdiği görev üzerine Anakin de senatörle birlikte Naboo gezegenine gider. Obi-wan sularla kaplı Kamino gezegenini Yoda'nın söylediği üzere olası gerektiği yerde bulur. Kamino, Obi-wan'ı büyük bir ilgi ile karşılayıp eski bir jedi olan Usta Sifo Dyas tarafından siparişi verilen klon ordusunun hazır olan kısımlarını ve yapım aşamalarını gösterirler. Aslında ordu hakkında Jedi konseyinin bilgisi yoktur ve Sifo Dyas çok uzun zaman önce ölmüştür. Obi-wan tüm askerlerin klonlandığı verici kişiyi sorduğunda onu Jango Fett ile tanıştırırlar. Obi-wan, Jango Fett'in hareketlerinden ve yanına istediği özellikleri değiştirilmemiş saf bir klonunun oluşundan şüphelenip onu takip etmeye başlar. Fett gezegenden kaçmadan önce onun aradığı kelle avcısı olduğunu anlar ve Fett ile yaptıkları duello sırasında gemisine bir verici yerleştirmeyi başarırır. Fakat Fett kaçar. Obi-wan Kenobi de onu izlemek için Geonosis adlı gezegene gider. Naboo'da Anakin Padme'ye hislerini belli eder. Ancak bulundukları konum (Anakin Jedi konseyine bağlılık yemini etmiştir. Jediların aşık olması veya birine bağlanması yasaktır.) aralarındaki aşkı zaten imkânsız kılmaktadır. Her ne kadar aralarındaki inkar edilemez çekime rağmen Padme açıkça reddetse de gizliden gizliye Anakin'e benzer duygular beslemektedir. Aynı sıralar bir süreden beri Anakin annesi ile ilgili kabuslar görmeye devam etmekte ve O'nun acı içinde olduğunu hissetmektedir. Padme'ye gitmek zorunda olduğunu anlatır. Padme O'nunla geleceğini söyler. Beraber annesini bulmak için doğduğu gezegen Tatooine giden Anakin Skywalker annesinin artık bir köle olmadığını ve Clieg Lars adlı bir çiftçi ile evlendiğini öğrenir. Lars çiftliğine gittiğinde annesinin Tusken Akıncıları tarafından kaçırıldığını öğrenir. O'nu bulmak için gizlice Tusken'lerin kampına girer ve annesini ölmek üzere ve perişan bir halde bulur. Birkaç dakika konuşabilen Shimi oğlunun kollarında -onu son kez görebildiği için mutlu- ölür. İntikam ateşiyle içi nefret dolan Anakin Jedi düşüncesinin çok uzağında bir davranış gösterir ve annesini öldüren Tusken'ları katleder. Bu sırada Obi-wan Geonosis gezegeninde ayrılıkçıların bir droid ordusu kurmak için gerekli droidleri üretmek için bir fabrika kurduklarını keşfeder. Bu bilgiyi Coruscant'taki Jedi konseyine bilgi vermek için mesaj göndermeye çalışır. Fakat sistemindeki sorun yüzünden mesajı daha yakında olan Anakin'e ulaştırmayı başarır. Anakin mesajı Jedi konseyine ulaştırır ve Padme Amidala'yı koruma emrini alır. Fakat Padme, Obi-wan'a yardım etmek için Geonosis'e gitmeye Anakin'i ikna eder. Bu sırada Obi-wan, Sith olduğundan şüphe ettiği Kont Dooku adlı jedi düzeninden kendi isteği ile ayrılmış eski bir jedi tarafından tuzağa düşürülerek hapsedilir. Kont Dooku Cumhuriyetin ve senatonun karanlık bir sith lordu olan Darth Sidious'un etkisi altında olduğunu ve eğer ona katılırsa bu Sith'i yenebileceklerini söyler. Fakat Obi-wan bunu kabul etmez. Bu sırada Anakin ve Padme yanlarında C-3PO ve R2-D2 ile birlikte Geonosis'e gelirler. Padme ölmek üzereyken R2-D2 tarafından kurtarılır. Fakat burada tuzağa düşürülürler. Ölmeleri için hazırlanan bir arenada 3 adet yaratığın (Acklay, Nexu, Reek) önüne atılırlar. Obi-wan ve Padme yaratıklarla savaşırken Anakin Jedi güçlerini kullanarak Reeki sakinleştirir ve arkadaşlarını da kurtarır. Bu sırada Mace Windu yanında 200 kadar jedi ile arenaya yardıma gelir ve Droid ordularının içeri girmesi ile çok sayıda Jedi ölür. Bu sıra
da Kamino da orduları teftiş etmeye giden Usta Yoda, Klon orduları ile arenaya inerek kalan Jedi'lara yardım eder ve ayrılıkçıların Droid orduları ile Cumhuriyetin Klon orduları arasında "Klon Savaşları" başlamış olur. Bu sırada Kont Dooku kaçmaya başlar onları Obi-wan ve Anakin onu izler ve gemisine binmeden yakalarlar. Büyük bir ışın kılıcı düellosu başlar. Anakin sabırsızlığı ile ustasını yalnız bırakır. Dooku, Obi-wan'ı öldüreceği sırada Anakin kendine gelerek hocasını kurtarır Obi-wan'ın kılıcınıda alarak çift ışın kılıcı ile Dooku ile savaşır, fakat Dooku karanlık tarafın büyük gücü ile Anakin'in bir kolunu keserek Obi-wan'ın yanına atar. Bu sırada Usta Yoda içeri girer ve eski Padawan'ı ile bir düello yapar. Fakat Kont Dooku büyük bir kolonu Obi-wan ve Anakin üzerine yıkmaya çalışınca Usta Yoda onları kurtarmak için Kont Dookunun kaçmasına göz yumar. Kont Dooku'nun bir sith olduğu anlaşılmıştır. Bölüm 1 vizyona girdiğinde çoğu fan'ın beklentilerinin aksine, yeterince doyurucu olmamış ve çoğu kesimi hayal kırıklığına uğratmıştı, oysa bu kez bir önceki bölümün aksine, olağanüstü bir devam filmi, bir önceki bölüm ve sonraki üçlemeyi tamamlayan, muhteşem bir görsel ve özellikle işitsel bir şölene merhaba diyoruz. George Lucas kendi yaratıcılığının sınırlarını her Star Wars filminde olduğu gibi, bu filmde de zorlayarak yine teknolojik anlamda birçok ilk'e imza atmayı başarmış. Filmden notlara baktığımızda, ilk kez Klonların Saldırısı'nda kullanılan Sony-Panavision ortak yapımı Dijital Kameralar ile çekildiğini görüyoruz. Bu kameraların dijital çekim özelliğinin yanı sıra, yüksek ısı ve zor koşullarda çalışmaya uygun olarak hazırlanmış olması da ilginç notlar arasında. Çekimler bir önceki bölümde olduğu gibi bu kez de Avustralya, İngiltere, Tunus ve İspanya'da hazırlanan özel setlerde yapıldı. Filmin gösterime gireceği ülkelerdeki tüm dublaj sanatçılarının seçimi, Lucas'ın sağ kolu Rick Mc Allum tarafından yapıldı. Diğer bölümlerde olduğu gibi bu bölümde de binlerce kostüm tasarlandı ve yüzlercesi dikildi, Pad Me rolündeki Natalie Portman'ın üzerinde göreceğimiz sayısız kostümün yanı sıra Anakin rolünde izleyeceğimiz Hayden Christensen içinse özellikle uzun pelerinli, koyu ve kimi zaman deri ağırlıklı kostümler hazırlandı özellikle film içinde arkadan görülen sahnelerde Anakin, bu kostümlerle Darth Vader'i anımsatıyor. Ve Jedi Ustası Yoda ilk kez bu filmde kukla yerine dijital karakterle canlandırıldı. Çekimler tamamlandıktan sonra işe koyulan Lucas'ın özel efekt firması Industrial Light & Magic aylarca süren çalışmalardan sonra, filmin son görüntü efektini Nisan ayının ilk haftası tamamlayarak filmi teslim etti. Bugüne dek casting (Oyuncu Seçimi) konusunda kusursuz davranan Lucas ve ekibi bu kez de boş geçmemiş görünüyor, özellikle Anakin'in büyümüş halini oynayacak Hayden Christensen hakkında yapılan spekülasyonlara bu film iyi bir yanıt olacak gibi görünüyor. Konu hakkında Lucas'ın bir röportajdaki açıklaması şu şekilde "Çoğu adayı Natalie ile birlikte oynatarak denedim ve onun kalitesini ve ufkunu böylece keşfettik. Aslında genç aktörlerle uğraşmak kolay bir iş değil, ama neredeyse bütün filmlerimde onlarla birlikte olduğumdan, bu konudaki seçimi diğerlerine göre daha iyi yaptığımı düşünüyorum. Hayden çok yetenekli bir aktör ve harika bir iş çıkardı. İlerde gerçekten çok iyi bir aktör olacağı kanısındayım." Ünlü yönetmenin herkesin nasıl bir performans göstereceğini merak ettiği Christopher Lee hakkındaki görüşleri de şu şekilde; "Bu filmde o farklı bir rol üstlenecek. Bütün bir yaklaşıma yansıyacak bir fark bu. İlk Yıldız Savaşları filmimdeki aktör karakter ikilisine dönmeye çalıştım, Peter Cushing gibi. Christopher Lee ise kusursuz, çünkü o bir centilmen ve seçkin biri, tam da rolünün gerektirdiği gibi." Filmin müzikleri ise yine muhteşem ve yine John Williams'a ait, filmin ana tema müziği "Across the Stars"'ın videosu televizyonlarda gösterilmeye başlandı bile. Filmde kullanılan ses efektleri ise seyircilere kelimenin tam anlamıyla olağanüstü bir deneyim yaşatıyor, bu sebepten dolayı Lucas'ın kriterlerine uymayan sinemalara gösterim izni vermemesi, sizce de doğal değil mi? Film gişede bir başarı olmasına rağmen eleştirmenlerden birinci film gibi kötü notlar aldı. Eleştirmenlerin ortak bir fikre vardığı iki noktadan biri, Padme ve Anakin arasındaki diyalog ve aşkın kötülüğüydü. Hayden Christensen, eleştirmenler tarafından eleştiri oklarına tutuldu, ve sektörün en kötülerine verilen Razzie ödülünü de evine götürdü. Diğer nokta ise aksiyon sahnelerinin kalitesiydi. Yoda ile Dooku arasındaki düello bir efsaneye dönüşürken Geonosis Savaşı'nda bir Genişletilmiş Evren karakterinin (Aayla Secura) gözükmesi G.E. hayranlarını sevindirdi. İlk filmdeki Jar Jar karakterine gelen tepki üzerine bu filmde Jar Jar'ın rolünün gözle görülür ölçüde düşmesi bir başka anektod. StarWarsTurk.com Efeler Efeler, Aydın ilinin en büyük ve merkez olarak kabul edilen ilçesidir. 12 Kasım 2012'de TBMM'de kabul edilen 6360 sayılı kanun ile Aydın merkez ilçesinin kaldırılması sonucu kurulmuştur. İlçede Atatürk Kent Meydanı ve Aydın Büyükşehir Belediye binası bulunur. Ayrıca ilçede Forum Aydın ve Kipa Extra olmak üzere iki tane alışveriş merkezi yer alır. Richard Nixon Richard Milhous Nixon (d. 9 Ocak 1913 - ö. 22 Nisan 1994), 1969-1974 yılları arasında görev yapan 37. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı. Aynı zamanda, Dwight D. Eisenhower'ın başkanlığı sırasında 36. başkan yardımcısı (1953-1961). İki dönem başkan yardımcılığı (1953-61) ve iki dönem de başkanlık (1969-74) yapan Nixon, görevinden istifa ederek ayrılan tek ABD Başkanıdır. İstifası, Watergate skandalının ortaya çıkışından sonra olmuştur. Yorba Linda, Kaliforniya'da dünyaya gelen Nixon, ailesinin beş çocuğundan ikincisiydi. Durham'daki Duke Üniversitesi'nde hukuk öğrenimi gördükten sonra Whittier'da avukatlık yapmaya başladı. II. Dünya Savaşı'nın başlamasından hemen sonra, kısa bir süre için Washington D.C.'deki Fiyat Denetim Dairesi'nde çalıştı. Ağustos 1942'de donanmaya katıldı ve Pasifik Cephesi'nde görev yaptı. Terhis olduktan sonra Cumhuriyetçi Parti'nin adayı olarak katıldığı 1947 seçimlerini kazanarak Temsilciler Meclisi'ne California temsilcisi olarak girdi ve bu görevini 1950'ye değin sürdürdü. Aşırı bir anti-komünist olan Nixon, çok geçmeden McCarthyciliğe varan "cadı avı" akımına katıldı ve New Deal Amerikası ile liberalizmin simgesi Alger Hiss'in mahkûm edilmesini sağlayarak en önemli başarılarından birini kazandı (1948). 1950-52 arasında California Senatörlüğü yaptı. Cumhuriyetçi Parti sağ kanadının gözde adamı durumuna gelen Nixon, bu kanadın baskısıyla başkan adayı Dwight D. Eisenhower ile aynı listeye girmeyi başardı. Eisenhower'ın başkan seçildiği 1952 seçimlerinin sonunda başkan yardımcısı oldu. 1953-61 arasında yürüttüğü başkan yardımcılığı görevi, Demokratik Parti adayı John F. Kennedy karşısında kıl payı yitirdiği 1960 başkanlık seçimlerinden sonra Nixon'a bir devlet adamı kimliği kazandırdı. 1960 başkanlık seçimlerinde yenilgiye uğraması ve 1962'deki Kaliforniya valilik seçimlerini kaybetmesi üzerine siyasetten çekildiğini açıklayarak avukatlık yapmak üzere New York kenti'ne yerleşti. 1968'de Cumhuriyetçi Parti'nin adayı olarak başkanlık seçimlerine katılarak yeniden siyasete atıldı. Demokratik rakibi Hubert H. Humphrey'yi yenilgiye uğratarak başkan seçildi. ABD Başkanı olduğunda, ülke Vietnam Savaşı'na gömülmüş bulunuyordu ve kentlerdeki gettolarda yaşayan siyahların çıkardıkları ayaklanmalardan daha yeni çıkmıştı. Bir bakıma, yurttaşlarının barış ve asgari toplumsal uzlaşma isteğini temsil ediyordu. Nitekim kasım 1972'de George McGovern karşısında hiç zorlanmadan yeniden başkanlığa seçildi. Ocak 1969'da göreve başladıktan hemen sonra yabancı ülkelerdeki ABD birliklerinin sayısını azaltıp, bunun yerine küçük devletlere yapılan ekonomik ve askeri yardımları arttırmayı öngören Nixon Doktrini'ni açıkladı. 1969 Temmuz ayında ilan ettiği ve kendi adıyla anılacak bu doktrine göre ABD gelecekte Vietnam gibi bağlantılara girmeyecek ve yerel savaşlara savaşçı askerlerle katılmaktansa ekonomik ve askeri yardım verecekti. Dış politikada Henry Kissinger'dan destek gördü. Dört yıl daha Vietnamlı Komünistlerle savaştıktan, milyonlarca ton bomba yağdırdıktan ve Kampuçya'yı istilayı kararlaştırdıktan sonra, Nixon Doktrini uyarınca bir süre sonra Vietnam'daki ABD askerlerini geri çekmeye başlayarak ülkesini Çinhindi batağından çıkarmayı başardı. Paris antlaşmaları Ocak 1973'te imzalandı. Antikomünist kişiliğine rağmen, Sovyetler Birliği ile tatminkar ilişkiler sürdürdü, aynı zamanda bu ülkeyi ziyaret eden ilk ABD başkanı oldu. Mayıs 1972'de yapılan bu ziyaretin sonunda, ABD ile Sovyetler Birliği arasında nükleer silahların üretiminin sınırlandırılmasını öngören bir antlaşma imzalandı. Şubat 1972'de Pekin'i ziyaret ederek 21 yıl aradan sonra Çin ile ABD arasındaki diplomatik ilişkileri yeniden başlattı. Kendinden önceki Başkan Lyndon B. Johnson'un ihmal ettiği Batı Avrupa ile ilişkilere her zaman önem verdi. 1973 yılında Yom Kippur Savaşı patlak verdiğinde, Kissinger'ın giriştiği görüşmeler çatışmaların durmasına, sonra da İsrail ve Mısır arasında görüşmelerin başlamasına olanak verdi. İç politikada aynı başarıyı gösteremedi. Karşı karşıya kaldığı en önemli sorun enflasyon oldu. Ağustos 1971'de enflasyonu denetim altına almak amacıyla uygulamaya koyacağı yeni ekonomik politikaları açıkladı. Fiyat ve ücretlerin sıkı bir biçimde denetlenmesini öngören bu politikaların yanı sıra Amerikan dolarının altına çevrilebilirliğini (konvertibiletisini) durdurmak zorunda kaldı. ABD Doları'nın iki kez devalüe edilmesi ve devlet harcamalarının kısılmaya çalışılmasına rağmen, enflasyon denetim altına alınamadı ve bütçe açıkları ABD tarihindeki en yüksek düzeye ulaştı. Bu iktisadi güçlükler (özellikle de artan enflasyon) ve ülkede gelişen toplumsal çalkantı karşısında muhafazakar güçlere ve artık sokakta karışıklık istemeyen, siyahlara ve öbür etnik azınlıkl
ara geçmişteki haksızlıklar yüzünden ödün verilmesine yanaşmayan ve "yoksulluğa karşı" mücadeleye karşı çıkan "sessiz çoğunluk"a dayandı. 18 Aralık 1971 tarihinde imzaladığı Alaska Yerli Talepleri Çözümleme Yasası da dönemindeki en önemli ekonomik ve toplumsal olaylardan biridir. 1972'de rakibi Senatör George S. McGovern'ı yenilgiye uğratarak yeniden başkan seçilen Nixon'ın ikinci başkanlık döneminin en önemli olayı Watergate Skandalı oldu. Başkanın Yeniden Seçilmesi Komitesi (CRP) tarafından kiralanmış beş kişinin Demokratik Parti'nin Watergate adlı binadaki genel merkezinde yakalanmasıyla başlayan bu skandal olayların araştırılması sırasında büyüdü. Olayı meydana çıkaran "Washington Post", Cumhuriyetçi Parti'yi, ocak 1973'ten itibaren de Başkanın çevresini ve bizzat kendisini suçlamaya başladı. Suçlamalar karşısında Nixon, hem Senato ile işbirliği yapmayı, hem ilk zamanlarda olayla ilgili görüşmeleri kaydettiği teyp bantlarını adalete teslim etmeyi reddetti. Bunun üzerine Kongre, bir Impeachment (yargı yoluyla görevden alma) davası açmayı kararlaştırdı. Nisan 1974'te, Nixon'ın nihayet izin vermesi üzerine kayıtların yayımlanması, kendi sonunu getirdi. Başkanın yakın çalışma arkadaşlarından bazıları da olayla ilgili suçlu bulunup mahkûm olunca, Temsilciler Meclisi Adalet Komisyonu, Temmuz 1974'te Nixon'ın yargılanmasına karar verdi. Mahkeme üyelerinin çoğunun kendisine karşı oy kullanacağını anlayan Nixon, 4 Ağustos'ta Watergate olayının gizlenmesi için çaba gösterdiği ve olaydan sonraki birkaç günde içinde, FBI'nin (Federal Soruşturma Bürosu) olayı araştırmasını önlediğini itiraf etti. Bu açıklama nedeniyle hem Kongre, hem de parti içindeki desteğini yitirince, 8 Ağustos akşamı başkanlıktan çekildiğini açıkladı. Yardımcısı Gerald R. Ford 9 Ağustos'ta başkanlığı devraldı. Ford'un Eylül 1974'te Nixon'ı bağışladığını açıklaması kamuoyunda sert tepkilere yolaçtı. 1993 yılında eşi Pat Nixon'ı akciğer kanseri nedeniyle kaybeden Nixon, geçirdiği beyin kanaması nedeniyle yatırıldığı hastanede 22 Nisan 1994 tarihinde yaşamını yitirdi. Doğum yeri olan California eyaletinin Yorba Linda şehrinde eşi Pat Nixon'ın yanında toprağa verildi. All The President's Men(1976) tarihli filmde Watergate skandalının ortaya çıkarılışı etraflıca işlenmiştir. Samuelson Tarsus Amerikan Koleji Tarsus Amerikan Koleji Mersin'in Tarsus ilçesinde 1888 yılında kurulmuş bir eğitim kurumudur. Okulun kuruluş amacı, "Türkiye için liderler, dünya için liderlik" sloganından da anlaşılabileceği gibi eğitilmiş lider adayları yetiştirmektir. Dünyada ve Türkiye'de TAC mezunu birçok önemli isim mevcuttur. (Bkz: TAC Mezunu Önemli İsimler) Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı'nca onaylanan ismi Özel Tarsus Amerikan Lisesi olmasına rağmen, Tarsus Amerikan Koleji olarak bilinir. Günlük konuşmada İngilizcesi "Tarsus American College" 'in baş harflerinden oluşan TAC ismi ile anılır. Kısaltmanın okunuşu "te-a-ce" şeklindedir. Okul Türkiye'de kurulmuş ilk Hristiyan misyoner okullarından biridir. Başlangıçta adı Hristiyan din büyüklerinden Aziz Paul'ün adına "St. Paul's Institute at Tarsus" olan okul sonraları günümüzdeki adını almıştır. Zaman içinde misyonerliği kaybolan okul, 1928 yılında lise unvanını almış ve Millî Eğitim Bakanlığı müfredatı harici tüm dini eğitimi bırakmıştır. Tarsus Amerikan Koleji Amerikan sistemine uygun bir şekilde yabancı eğitimcilerle yönetilir, fakat Türk eğitimci ve idarecilerinin çoğunlukta olduğu bir kurumdur. Buna rağmen günümüzdeki haliyle pek çok kez misyonerlikle suçlanmıştır. Yurtdışı eğitimi almak isteyen öğrencilere doğru rehberlik eğitimini sunmaktan ve öğrencilerini sadece Amerika'dan değil, Kanada, İngiltere ve Almanya gibi çeşitli ülkelerden tanıştırır. TAC'nin akademik başarısı eski zamanlara göre azalmış olmasına rağmen son dönemlerde bu durum olumlu yönde gelişen bir eğilim göstermekte ve Tarsus Amerikan Koleji hem sporda hem de eğitimde eski günlerine ulaşmak için ilerleme göstermektedir. 1986 yılında kaldırılan yatılılığın 2002 yılında geri getirilmesi, özellikle spor dalında yapılan yatırımlar, IB programı ve ECIS akreditasyonu bu çabanın birer parçasıdır. TAC Mezunlar Derneği 15 Haziran 2006 tarihinde bir bağış kampanyası başlatmıştır. Kampanyanın amacı "başarılı fakat maddi gücü olmayan öğrencilerin de çağdaş eğitim fırsatı yakalayabilmeleri için sadece getirisi kullanılacak 2 milyon dolarlık sabit bir burs fonu yaratmaktır". Kampanya Alex Tew tarafından yaratılan The Million Dollar Homepage konseptinin eğitim alanına uygulamış halidir. Gelirler okulun en eski ve en sembolik binası olan Stickler'ın resminin binanın ön yüzü ve Atatürk büstü açıkta kalacak şekilde on bin parçaya bölünmesi ve her parçanın bağış karşılığında satılmasıyla elde edilir. Bölünmüş her parça resmin ufak bir parçası olduğu için "tuğla" olarak adlandırılmıştır. Tarsus Amerikan koleji 2010 yılında 5 yıllık IB programını tamamlayarak ilk IB öğrencilerini mezun etmiştir.2005 ylından başlayan IB diploma sistemi günümüzde halen devam etmektedir. TAC'de cuma günleri törenden sonra okunan marşlar TAC'nin ilk yıllarından beri devam etmektedir. Günümüzün marşlarından biri olan "Bom" marşı en eğlenceli marşlardan bir tanesidir. ""Bom Bom bom bom bom bombalaki bombalaki bom bom bom tarsus tarsus zım zım zım kolej kolej kolej"" Tarsus Amerikan Koleji Sağlık Eğitim Vakfı'na bağlı bir okuldur. SEV çatısı altındaki kardeş okulları İzmir Amerikan Lisesi ve Üsküdar Amerikan Lisesidir. Her sene üç okul arasında Fen fuarı, Sosyal bilimler fuarı, Spor festivali ve Liderlik gezisi aktiviteleri düzenlenir. Ayrıca 2008 yılındaki Mevlana'yı anma organizasyonunda da üç okul birlikte çalışmıştır. TAC Mezunlar Derneği 15 Haziran 2006 tarihinde bir bağış kampanyası başlatmıştır. Kampanyanın amacı "başarılı fakat maddi gücü olmayan öğrencilerin de çağdaş eğitim fırsatı yakalayabilmeleri için sadece getirisi kullanılacak 2 milyon dolarlık sabit bir burs fonu yaratmaktır". Kampanya Alex Tew tarafından yaratılan The Million Dollar Homepage konseptinin eğitim alanına uygulamış halidir. Gelirler okulun en eski ve en sembolik binası olan Stickler'ın resminin binanın ön yüzü ve Atatürk büstü açıkta kalacak şekilde on bin parçaya bölünmesi ve her parçanın bağış karşılığında satılmasıyla elde edilir. Bölünmüş her parça resmin ufak bir parçası olduğu için "tuğla" olarak adlandırılmıştır. Bremen Bremen, Almanya Federal Cumhuriyeti'nde büyük, işlek bir liman ve sanayi şehridir. Kuzey Denizi'nden 77 km içeride Weser Irmağı kıyısındaki bu şehir, Bremen eyaleti'nin başkentidir. Bremen ve Kuzey Denizi'nden yalnızca 16 km içeride olan Bremerhaven, ülkenin Hamburg'dan sonraki önde gelen limanlarıdır. Bremerhaven limanı, Bremen'e ulaşmak için Weser Irmağı'ndan geçemeyecek kadar büyük gemiler için 1827'den sonra yapılmıştır. Her ay bu limana yüzlerce gemi yanaşır ve bu gemilerdeki yükler mavnalarla Bremen'e taşınır. Tersane ve atölye ve havuzlar kilometrelerce yer tutar. Demir yolları şehri Almanya'nın belli başlı sanayi şehirlerine bağlar. Bremen'e ilk olarak 787'de, Şarlman'ın yönetimi sırasında yerleşildi. Şehrin Weser Irmağı'nın sağ kıyısındaki bölümü iş merkezidir. Dolambaçlı parke sokaklarda sivri çatıları ve kafesi pencereleriyle 500 yıllık tuğla evler, yeni antrepler ve işyerleri yan yanadır. Şehir, Rönesans Dönemi'nden kalma belediye binası, 800 yıllık St. Peter Katedrali ve eski "Schütting" ya da tüccarlar eviyle meşhurdur. Şehrin banliyölerinde, mesela Weser Irmağı'nın sol kıyısındaki yeni şehirde şirin ve güzel evler vardır. Üç şeritli bulvarları ve çiçek tarhlarıyla bu kesim "Avrupa'nın bahçe şehri" olarak anılır. Dış ülkelere sattığı belli başlı ürünler pamuk, yün, pirinç, tütün, kömür, tahıl ve şaraptır. Bremen, Kuzey Avrupa'nın en önemli sanayi şehirlerinden biridir. Bremen şehrinin nüfusu 557.464 (2015), Bremenhaven'inki ise 116.970'dur (2005). [[Kategori:Bremen (şehir)| ]] [[Kategori:Hansa Birliği üyeleri]] [[Kategori:Özgür imparatorluk şehirleri]] Renanya-Palatina Renanya-Palatina ya da Rheinland-Pfalz, Almanya'nın batısında yer alan bir eyalettir. Eyaletin başkenti Mainz'dır. Toplam nüfusu 3.991.000 (31.08.2013). Şistli Ren Sıradağlarının merkezinde yer alır. Kuzeyinde Nordrhein-Westfalen eyaleti, doğusunda Hessen eyaleti, güneydoğusunda Baden-Württemberg eyaleti, güneyinde Saarland eyaleti ve Fransa, batısında ise Lüksemburg ve Belçika bulunmaktadır. Rheinland-Pfalz eyaletinin başkenti Mainz'dır. Mainz dışında bu eyalette bulunan diğer önemli şehirler şöyledir. Renanya-Palatina bir yandan şarapçılığın merkezidir (Alman üzüm ürününün üçte ikisi burada yetişir) ve önemli bir kereste üreticisidir, öte yandan büyük kimya sanayii merkezi ve otomobil sanayiinin parça üreticisidir. Ludwigshafen kentinde bulunan ünlü Anilin ve Soda Fabrikası BASF, Avrupa'nın en büyük kimya fabrikası ve aynı zamanda Renanya-Palatina’nın en büyük üretim işletmesidir. Burada Idar-Oberstein’deki değerli taşlar sanayii, Westerwald'deki seramik ve cam üretimi ile Hunsrück ve Palatina’nın deri sanayii de önemli rol oynar. Renanya Palatina'da 1815 - 2005 yılları itibarıyla nüfus verileri: Renanya-Palatina Eyâleti'nde bulunan hayvanat bahçeleri, doğal yaşamı koruma ve dinlenme parkları: Renanya-Palatina Eyâleti'nde bulunan üniversite ve yüksek okullar Renanya-Palatina'nın partner olduğu eyalet ve bölgeler EU Serhan Yücel Mustafa Serhan Yücel (d. 1967, Kütahya), siyasetçi. İlkokulu Kütahya’da ortaokul ve liseyi Edremit, Balıkesir'de tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. 1987’den itibaren Genel ve Yerel Seçimlerde seçim kampanyaları yönetti. 1992-1995 yılları arasında Demokrat Parti Genel Başkan Özel Kalem Müdürlüğü yaptı. 1996 yılında haftalık Ülke Dergisi’nin Ankara Temsilciliği’ni üstlendi. Aynı yıl Botaş’ta göreve başladı. 1997 yılından itibaren üç yıl süreyle Cumhurbaşkanlığı’nda Siyasî Tarih Danışmanlığı yaptı. 2002 yılında Doğru Yol Partisi Genel İdare Kurulu’na seçilen ve DYP Gene
l Sekreterliği görevine gelen Yücel, 28 Mart 2004 tarihinde yapılan Yerel Seçimlerde DYP Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı oldu. “Demokrat Parti” ve “Türkiye'nin Siyasal Partileri 1859-2006” isimli kitaplarının yanı sıra Siyasal Partilerin tüzük ve programları, Seçim Sistemleri ile Çevre Sorunları - Kentleşme Politikaları üzerine araştırma ve makaleleri bulunmaktadır.Şu anda,Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi'nde Öğretim görevlisidir. Çankaya'dan Beştepe'ye Türkiye’de Cumhurbaşkanı Seçimleri Türkiye'nin Siyasal partileri (1859-2005) Demokrat Parti Kale (satranç) Kale (♖ ♜), satranç oyununda kullanılan satranç taşlarından biridir. Bu taş satranç tahtası üzerinde uygun dizilişte en sağ ve en solda yer almak üzere bir oyuncuda iki tanedir (siyahta 2, beyazda 2 tane). Kale ileri, geri, sağa ve sola gidebilir. Kale kendi taşları veya rakip taşlarının üzerinden atlayamaz. Ancak rok denilen hamlelerde sadece şahın üzerinden atlar. Malta haçı (mekanizma) Malta Haçı veya "Cenevre tahrik" mekanizması, Cenevreli bir saatçi tarafından saat yayının aşırı kurulmasını önlemek için icat edilmiş bir mekanizmadır. Günümüzde kesikli hareket elde etmek için kullanılan yaygın bir mekanizmadır. Dönen bir pim üç veya daha fazla kanalı olan haç biçiminde bir mekanik parçaya girip çıkarak bu parçanın bağlı olduğu mekanik sisteme kesikli bir hareket verir. http://www.mekanizmalar.com/genova401.html Microsoft Dynamics AX Axapta veya Microsoft Dynamics AX, Microsoft tarafından üretilen, Microsoft Dynamics ailesinden bir KKP yazılımı. Axapta yazılımı, Danimarka lı Damgaard kardeşlerin firması olan Damgaard tarafından üretilmiş ve ilk olarak Mart 1998'de Danimarka ve ABD pazarında satışa sunulmuştur. Damgaard Data 2002 yılında bir başka yazılım üreticisi olan Navision Software ile birleşerek önce NavisionDamgaard daha sonra da Navision adını almıştır. Axapta, Navision'un 2003 yılında Microsoft tarafından satınalınması ile Microsoft Business Solutions ürün ailesine dahil olan yazılım günümüzde 45 dili desteklemekte ve alanında yaygın olarak kullanılmaktadır. Microsoft Business Solutions ürün grubu 2006 yılında Microsoft Dynamics olarak isim değiştirmiştir. Axapta nın ismi bu andan itibaren Dynamics AX olmuştur. Dynamics Ax ın temel özelliği açık kaynak kodlu bir ERP olmasıdır. Microsoft Dynamics AX Ürün Bilgilendirme Microsoft® Business Solutions—Axapta® müşterileriniz, iş ortaklarınız, personeliniz ve tedarikçileriniz ile başarılı işbirlikleri kurabilmeniz için gereksinim duyacağınız güçlü bir sistemin temelini oluşturur. Önerilen çözüm yeni stratejileri uluslararası boyutlarda hayata geçirmenize ve iş yeteneklerinizi artan iş olanaklarınıza paralel olarak sürekli geliştirebilmenize olanak sağlayan geniş fonksiyonalite ve esneklik özellikleriyle donatılmıştır. Temel Avantajlar: - Kolaylıkla uyarlanabilir ve yüksek düzeyde ölçeklenebilir olması - Müşteriler, satıcılar, iş ortakları ve çalışanların birbirleriyle etkin bağlantı kurabilmelerinin desteklenmesi - Tek kaynaktan sağlanan güçlü ve kapsamlı fonksiyonalite - Çeşitli ülkelerde, iş yerlerinde, dillerde ve para birimlerinde yürütülebilecek operasyonların desteklenmesi Temel Özellikler: Axapta işinizi tüm yönleri ile desteklerken aşağıda belirtilen çeşitli modüller arasından uygun seçimleri yapmanıza olanak sağlar: - Üretim - Dağıtım - Tedarik Zinciri Yönetimi - Proje Yönetimi - Finansal Yönetim - Müşteri İlişkileri Yönetimi - İnsan Kaynakları Yönetimi - İş Analizi - Enterprise Portal - Commerce Gateway Microsoft Business Solutions–Axapta, iş dünyası ile aranızdaki bağlantıları en verimli şekilde kurabilmenizi ve önemli rekabet avantajlarını en süratlı ve etkin bir biçimde elde etmenizi destekleyen uyarlanabilir, ölçeklenebilir ve global bir Kurumsal Kaynak Planlaması (ERP) çözümüdür. İşinizi dilediğiniz biçimde yürütün Uygulamaların uyarlanması Microsoft Axapta ile artık çok kolaylaşmıştır. “ Paket “ halinde sunulan çeşitli fonksiyonlar ve yetenekler, sistemin makul maliyetlerle iş süreçlerinizin tümünü kapsamasını ve güncel gereksinimlere adapte edilebilmesine olanak veren bir tasarıma sahiptir. Microsoft Axapta’nın içerdiği esneklik sayesinde işinizi bir ERP çözümünün dikte ettirdiği iş yapış biçimleri yerine kendi gereksinimlerinizi karşılayacak bir biçimde yürütebilirsiniz. Modüllerin gereksinimlerinize uygun bir biçimde artırılması ve genişletilmesi kararı tümüyle size aittir. Finans ve Ticaret gibi en temel işlevlerden başlayabilir, daha sonar değişen ve artan iş ihtiyaçlarınıza gore Üretim ve Müşteri İlişkileri Yönetimi modüllerini ekleyebilirsiniz. Artan iş hacminiz gelişmiş teknoloji ile desteklenir Microsoft Axapta artan iş ihtiyaçlarınıza gore kolaylıkla ölçeklenebilecek şekilde tasarlanmıştır. Sisteme yeni kullanıcılar, ilave yerleşim birimleri (stok yerleri ve iş yerleri) ve geliştirilmiş bir dizi yetenek kazandırılması olanaklıdır. Microsoft Axapta’da yük dengelemesine ve süratli ölçeklenebilirliğe izin veren Axapta Nesne Sunucuları kullanılmıştır. Kapasiteyi artırmak istediğinizde yapacağınız tek şey sunucu kümesindeki sunucu sayısını artırmaktır. Tüm kullanıcılar, yerleşim birimleri ve süreçlerin tek veri tabanı üzerinde çalıştırılması sayesinde bakım ve yükseltim işleri dağıtık sistemlere gore çok daha basit ve düşük maliyetli bir biçimde gerçekleştirilebilmektedir. Microsoft Axapta kümelemeyi (clustering) desteklediğinden tek bir veri tabanının kullanılması farklı ülkelerde birden çok iş yeri ile çalışılması durumunda dahi yüksek performans sağlayabilmektedir. Global bir çözüm Çözümünüzü farklı ülke, dil ve para birimleriyle çalışacak şekilde kurabilirsiniz. Bu sizin değişikliklere çok daha çabuk yanıt verebilmenizi ve yeni pazar fırsatları yakalamanızı sağlayacaktır. Müşteriler ve iş ortaklarınızla kendi dillerinde iletişim kurabilirsiniz—Microsoft Axapta sisteme eklemlenmiş çoklu dil yeteneklerine sahiptir. Buna gore örneğin Axapta kurulumunuz hangi dili tanıyor olursa olsun müşteri faturalarınızı müşterinin tercih ettiği dille düzenleme ve gönderme olanağınız vardır. Hatta farklı ülkelerdeki müşteriler ve satıcılar için farklı para birimleri tanımlayabilir, parasal değerlerde meydana gelen dalgalanmalara ilişkin muhasebe mutabakatlarını otomatik olarak alabilirsiniz. Microsoft Axapta bu anlamda gerçek bir uluslararası çözümdür. Çoklu-iş yeri operasyonları için tek bir çözüm Farklı iş yerleri ve stok yerlerinden oluşan işinizle ilgili gerçek-zamanlı bağlantıları ortak veri tabanı üzerinden başarıyla yürütebilirsiniz. İster bir sokak boyunca dizilmiş ister dünyanın çeşitli köşelerine yayılmış olsun, bu iş yerleri ile ilgili tüm satınalma siparişlerini, satış siparişlerini, finansal verileri ve diğer bilgileri gerçek-zamanlı olarak yaratabilir, güncelleyebilir ve paylaşabilirsiniz. Bağlantı ve etkileşim kolaylığı Microsoft Axapta iş süreçlerinizi internet ortamına taşıdığından hangi coğrafi bölgede olursa olsun tüm müşteri, satıcı ve uzak noktalardaki elemanlarınızla kolaylıkla bağlantı kurabilirsiniz. Bu bir yandan iletişimin hızını ve sizin için ifade ettiği değeri artırırken diğer yandan da işlem maliyetlerinde firmanız ve müşterileriniz açısından büyük tasarruflar yapılabilmesine yardımcı olacaktır. Internet üzerinden bilgi ve uygulama erişimi sağlamak için rol-bazlı kişisel Web portallarını kolaylıkla oluşturabilirsiniz. Web portalları bireyler ve firmalar arasındaki iletişimi basitleştirirken aynı zamanda verimsiz manüel işlemler nedeniyle harcanan süreleri ve olası insan hatalarını en aza indirirler. Microsoft Axapta sahip olduğu XML yeteneği sayesinde iş ortaklarınız ile aranızdaki bilgi ve işlemleri iş ortaklarınızın kullandığı sistem ya da iletişim tercihlerinden (örneğin Elektronik Veri Transferi (EDI) sistemleri) bağımsız olarak elektronik ortamda aktarabilmekte, tedarik zinciri ilişkileri açısından yeni verimlilik unsurları kazandırmaktadır. Microsoft Axapta’da diğer uygulamalarla kesintisiz bağlantı sağlamak amacıyla kullanılan Component Object Model (COM) sayesinde Microsoft Office ya da üçüncü parti ürünleri gibi COM-odaklı uygulamalardan erişilebilecek bilgi ve fonksiyonlardan da yararlanabilirsiniz. Hepsi tek kaynakta Microsoft Axapta gerçek anlamda tek-kaynaklı bir sistemdir. Kurumunuzun iç ve dış bağlantılarını kurabilmeniz ve doğabilecek yeni fırsatları avantaja dönüştürebilmeniz için tek bir iş mantığına, bir kod tabanına, bir veri tabanına ve bir araç kutusuna dayalı olarak çalışır. İşletme bünyesinde yürütülen tüm işlemleri kolay ve çabuk bir biçimde tanımlayabilmeniz mümkündür. Herhangi bir yerleşim birimindeki bilgilerde meydana gelen değişiklikler eş-zamanlı olarak uzak ya da yakın uygulama çözümü kapsamındaki tüm iş yerlerine yansıtılacaktır. Güncellemelerin tek uygulamada yaşama geçirilebiliyor olması ürün yükseltimlerini basitleştirmiş ve hızlandırmıştır. Microsoft Business Solutions Bir Microsoft bölümü olan Microsoft Business Solutions, küçük, orta ve büyük ölçekli kuruluşların müşterileri çalışanları, iş ortakları ve tedarikçileri ile daha etkin iş bağlantıları kurabilmelerine odaklanmış çeşitli bütünleşik ve uçtan-uca uygulama ve servis seçeneklerini sunmaktadır. Uygulama kapsamındaki iş süreçleri mali yönetim, analiz, insan kaynakları yönetimi, proje yönetimi, müşteri ilişkileri yönetimi, saha servis yönetimi, tedarik zinciri yönetimi, e-ticaret, imalat ve perakende yönetimi gibi önemli foksiyonlardan oluşmaktadır. Bu uygulamaların amacı işletmeleri başarıya taşımak ve hedefleri tutturmalarına yardımcı olmaktır. Esen Püsküllü Esen Püsküllü (d.16 Temmuz 1946, İstanbul) Türk sinema oyuncusu. 16 Temmuz 1946 yılında İstanbul Beşiktaş'ta doğdu. Genç yaşta Ses dergisi'nin sinema yıldızı yarışmasında ikinciliği kazandı ve sinema oyunculuğuna başladı. 1960'lı ve 1970'li yıllarda döneminin en ünlü yıldız oyuncularından biriydi. Erol Büyükburç (Öp Beni, Berduş), Zeki Müren (Rüya Gibi) ve Sadri Alışık (Ah Müjgan Ah) ile çevirdiği filmler en çok hatırda kalanlar oldu. Sarı saçları ve yeşi
l-mavi gözleriyle döneminin en güzel yüzlü kadın oyuncularından biri olarak kabul edilmektedir. 1975 yılında Bak Yeşil Yeşil ve Küçük Bey adlı filmlerin senaryosunu yazmıştır. 1980'li yıllarda sinemayı bıraktı. Bremen Mızıkacıları Grimm Kardeşler (Jacob Grimm-Wilhelm Grimm)'in yazdığı masallardan biridir. Fabl uslübunda yazılmıştır. Sahiplerinin kendilerine olan kötü tutumundan dolayı evden kaçan bir eşek, bir köpek, bir kedi ve bir horozun Bremen'e gidip orada müzisyenlik yapma düşleri ana temadır. Yola çıkarak iyi arkadaş olurlar. bir kız ve annenin evine giren hırsızlar girdiği bir evin önünde dururken bir canavar silüetini andırmaları "(eşek üstünde köpek, onun üstünde kedi, onun üstünde de horoz)" ve hepsinin bağırması sonucu ortaya çıkan kakofoni hırsızları korkutur. Bu canavar silüetinden korkan hırsızlar bir daha asla geri dönmezler. Dört kafadar da bu evde yaşarlar. Hayvancılık Hayvansal üretim ya da yaygın adı ile hayvancılık; ürünleri ve güçleri ile insanlara yararlı evcil hayvanların bakımı, beslenmesi, üretimi ve yetiştirilmesini kapsayan tarım koludur. Hayvansal üretim, hayvansal üretime yönelik temel bilimler, hayvan yetiştirme, hayvan besleme, hayvan ıslahı, hayvancılıkta mekanizasyon, ekonomi ve istatistik, biyoteknoloji, hayvansal ürünler ve işleme teknolojisi, pazarlama gibi konuları kapsar. Hayvansal üretimin, tarımı yapılan hayvan sınıfına göre 5 ana üretim kolu bulunur. Büyükbaş hayvancılık; sığırcılık, mandacılık, at, eşek ve katır yetiştiriciliğini kapsayan hayvancılık dalı. Süt ve besi sığırcılığı çeşitli ürünleri ile gerek insan beslenmesi ve sağlığı gerekse çeşitli endüstrilerini temin etmesiyle ülke ekonomilerinde önemli rol alır. Mandacılık, eski önemini kaybetmektedir ve hayvan sayısı giderek azalmaktadır. İşgücünden yararlanılan at, eşek, katırın, motorlu araçların gelişimiyle önemi ve hayvan sayıları azalmıştır. Küçükbaş hayvancılığı; koyunculuk, keçicilik, tavşan ve kürk hayvanı yetiştiriciliğini kapsayan hayvancılık dalıdır. Su ürünleri yetiştiriciliği; avcılık faaliyetinden ayrı olarak, tatlı ve tuzlu suların ayrılmış bir bölümünde veya oluşturulan gölet ve havuzlarında, balık ve diğer deniz hayvanlarının yetiştiriciliğini kapsayan hayvancılık dalı. Tatlı su hayvancılığında sazan ve alabalık başta gelmektedir. Kümes hayvancılığı; tavukçuluk, hindicilik, kaz ve ördek yetiştiriciliği, bıldırcın yetiştiriciliği, deve kuşu yetiştiriciliği gibi kanatlı hayvanların yetiştiriciliğini kapsayan hayvancılık dalı. Süs kuşu yetiştiriciliği, bir tarım faaliyeti sayılmadığı için bu grupta yer almaz. Kümes hayvancılığı, hayvancılık sektörünün en gelişmiş ve teknolojiye en açık olanıdır. Aynı zamanda hayvansal protein açığının kapatılmasında dünyanın elindeki en büyük kozudur. Üretiminin kolay ve hızlı olmasının yanında maliyetinin de düşük olması başlıca üstünlüklerindendir. Kümes hayvancılığı içinde tavukçuluk; üretim miktarı ve potansiyeliyle başta gelmektedir. Kümes hayvancılığı elde edilen ürüne göre iki ana gruba ayrılır: Kanatlı hayvanlardan et üretmek amacı ile yapılan faaliyetlerin bütününe verilen ad. Kanatlı eti üreticiliği, günümüzde büyük bir sektör olmuştur. Özellikle 1990 yıllarda, artan tüketimle beraber hızlı bir gelişim göstermiştir.Bu gelişim sektörde çalışan şirketlerin entegreleşmeleriyle sonuçlanmıştır. Entegre şirketler, bünyelerinde damızlık, kuluçka,yem üretim,kesimhane ve pazarlama ünitelerini barındırırlar. Bu durumlarıyla oldukça büyük organizasyonu oluştururlar. Entegre şirketlerde sadece kümesler entegre bünyesinde değildir. Etlik kümes sahipleriyle, entegreler arasında fason üretim anlaşmalarıyla çalışma yapılır.Kümes sahipleri, genellikle küçük veya orta ölçekli çiftçilerdir. İpek böcekçiliği; ipek böceğinden ipek ipliği üretmek amacı ile yapılan yetiştiriciliğe verilen ad. Özgür Masonlar Büyük Locası Özgür Masonlar Büyük Locası, tüm dünyada 1875 Lozan Konvanı ile, Gelenekçi Kesim ve Özgür Kesim olarak ikiye bölünen Masonluk'un Türkiye'deki Özgür Kesim temsilcisidir. Günümüzde 55 locası, 7 kente dağılmış toplam 9 hizmet binası ile çalışmalarını sürdürmektedir. Armalarında ortasında G harfi bulunan gönye ve pergelden oluşan işareti kullanırlar. G harfinin neyi simgelediğine ilişkin çeşitli yorumlar vardır. Bu yorumlardan biri; İngilizce "Tanrı" anlamına gelen "God" kelimesinin baş harfi olduğu, bir diğeri "Geometri" kelimesinin baş harfini simgelediğidir. 1860’lara kadar Osmanlı topraklarında kurulan mason locaları yabancı obediyanslara bağlıdır. Bunların arasında Fransa, İtalya, İspanya ve İngiltere önceliklidir. 1861’de kurulan Süprem Konsey, Fransa’dan alınan patentlerle kurulmuştur.(Mısır Prensi Halim Paşaya verilen Halim Patentleri.) Tüm dünyada masonluk, 1875 Lozan Konvanı ile, Gelenekçi Kesim ve Özgür Kesim olarak ikiye bölünmüş ve her ülkede bu yolda ayrışmalar yaşanmıştır. (Bugün, İngiltere ve Amerika’da Gelenekçi Masonluk, Kıta Avrupası’nda ise Özgür Masonluk ağırlıklı olarak varlığını sürdürmektedir.) II. Abdülhamid döneminde uykuya giren ulusal masonluk 1909’da uyanmış ve Büyük Doğu kurulmuştur. Yine Fransa’dan alınan patente ek olarak Belçika, Lüksemburg ve Yunanistan’dan da patent alınmıştır. Tüm bu ülkeler ve patent ilişkileri, Türk Ulusal Masonluğu’nun “Özgür Masonluk” uyarınca oluşup çalıştığının açık kanıtlarıdır. 1932 A.M.I. İstanbul Konvanı’na katılan 28 ülkenin yetkilileri Özgür Masonluk ailesindendir. 1960’lı yılların ortasına kadar, tüm patent ilişkileri Türkiye’de Özgür Masonluğun varlığını kanıtlamaktadır. 1960’lı yılların ortalarında, bazı yöneticilerin de görev aldığı ve dinsel gelenekler uyarınca yapılan Konsekrasyon (kutsama) töreni ile Anglosakson Masonluğu benimsenmiş ve Türk Masonluğu Gelenekçi Kesim’e kaydırılmıştır. 1966’daki ayrılmanın özü, o tarihteki pek çok kardeş farkında olmasa da, bu iki somut ayrımdır. 1967’de Fransa Büyük Locası’ndan patent alan Özgür Masonlar Büyük Locası, 1989 tarihinde de Fransa Büyük Doğusu’ndan bir ikinci patent almıştır. Bunların her ikisi de Özgür Masonluk doğrultusundadır. Her iki patent de hiçbir kurumsal bağlılık ya da yönetsel bağımlılık içermemektedir. Özgür Masonlar Büyük Locası, üçlü kararname gereği almış olduğu yasal izinle, yaklaşık 15 yıldır yurt dışı ilişkilerini, CLIPSAS bünyesinde yer alan 52 Özgür Mason obediyansıyla sürdürmektedir. Batı Avrupa’nın önde gelen mason kuruluşlarının yer aldığı ve tüm dünyadaki özgür mason topluluklarının katıldığı bu platformda, ulusal ve kurumsal bağımsızlık mutlak olarak kabul edilmekte, sadece masonluğun gelişimi ve bunun sonuçlarının insanlığa yansıması için genel görüş paylaşımında bulunulmaktadır. Bir başka görüş paylaşım ortamı olan Avrupa Mason Topluluğu’nda ise, Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde nicelik ve nitelik olarak ağırlıklı olan, toplam 32 mason kuruluşu yer almaktadır. PDF PDF (Portable Document Format; "Taşınabilir Belge Biçimi"), platformlar arası taşınabilir ve yazdırılabilir belgeler oluşturmak amacıyla üretilmiş sayısal bir dosya biçimidir. Birçok platform için bedava görüntüleyicinin olması dolayısıyla PDF yazdırılabilir ve düzenlenmesi beklenmeyen belgelerin dağıtımı için tercih edilir. Dosya biçimi açıktır ve ISO standardı olma aşamasındadır. PDF dosyaları, PostScript'in kısıtlı bir altkümesine karşılık gelen bir sayfa betimleme dilinde betimlenmiş grafiğin yanı sıra grafik elemanları veya belge ile ilişkilendirilmiş link, e-imza, anahtar kelime gibi metadatadan oluşur. Uygun bir yazılım ile belge içeriğinin şifrelenmesi veya elektronik imzalanması mümkündür. Belgenin yazdırılması, düzenlenmesi veya içeriğinin kopyalanması kısıtlanabilir. PDF belgelerine formlar koyarak doldurulabilir ve Internet üstünden (POST/GET ile) gönderilebilir formlar yerleştirilebilir. (1993) – PDF 1.0 / Acrobat 1.0 (1994) – PDF 1.1 / Acrobat 2.0 (1996) – PDF 1.2 / Acrobat 3.0 (1999) – PDF 1.3 / Acrobat 4.0 (2001) – PDF 1.4 / Acrobat 5.0 (2003) – PDF 1.5 / Acrobat 6.0 (2005) – PDF 1.6 / Acrobat 7.0 (2006) – PDF 1.7 / Acrobat 8.0 (2008) – PDF 1.7, Adobe Extension Level 3 / Acrobat 9.0 (2009) – PDF 1.7, Adobe Extension Level 5 / Acrobat 9.1 Foxit PDF Reader, Adobe Acrobat Reader, Evince, Okular ve Ghostscript tabanlı xpdf gibi uygulamalarla PDF içeriği görüntülemek mümkündür. Gösterici uygulamalar ücretsiz olarak edinilebilir. PDF Creator, Foxit PDF Creator, Adobe Acrobat Distiller ve PDF995 gibi sanal yazıcı uygulamalarıyla herhangi diğer bir uygulamanın yazıcıya gönderdiği içerikten PDF dosyaları üretmek mümkündür. Bazı gerçek yazıcılar da doğrudan PDF'den baskı alma olanağı sunmaktadır. Bunun yanı sıra LibreOffice ve Microsoft Office 2007 PDF biçiminde dışa aktarım yeteneğine sahiptirler. Ayrıca LibreOffice Draw'ın mevcut PDF belgelerini içe aktarma desteği vardır. Foxit Phantom PDF Suite, Foxit PDF Editor, Adobe Acrobat ve Adobe Illustrator gibi uygulamalarla da oluşturulmuş PDF içerik üzerinde değişiklik yapmak mümkün olmaktadır. Yalıkavak Yalıkavak, Muğla ilinin Bodrum ilçesine bağlı bir mahalledir. 2012 yılına kadar Bodrum ilçesine bağlı bir köyken, 2012 yılında Muğla'nın büyükşehir olmasıyla bu ilçeye bağlı bir mahalle statüsünü almıştır. Yalıkavak Bodrum'a 18 km uzaklıktadır. Yarımadanın kuzey batısında yer alır. Bodrum'dan Yalıkavak'a yapılan bir yolculukta sizi önce bir sıra yel değirmeni, daha sonra Yalıkavağın o eşsiz manzarası karşılar. Başlangıçta bir Süngerci mahallesi olan ve yarımadanın en ünlü süngercilerinin doğduğu yer olan Yalıkavak, günümüzde çok önemli bir turizm beldesine dönüşmüştür. Tepelerde ve sahilde yer alan yel değirmenleri, güzel koyları, günabatımları ve son yılarda açılan turizm tesisleri ile ön plana çıkar. Yalıkavak körfezi, Bodrum yarımadası'nın kuzey-batı köşesinde yer alır. Körfezin kuzey bölgesi, kuzeye dönük bir L harfi şeklindeki bir yarımadadır. Birkaç kayalık, sarp tepe dışında yükselti yoktur. Körfezin doğu ve güney bölümü ise nispeten yüksek tepelerin etekleridir. Körfezin kuzey bölgesi, denizden gelen sert rüzgarlara açıktır. Genel bitki
örtüsü, kısa boylu, dikenli çalılıklardan oluşur. Ayrıca çok sayıda mandalina ve limon ağacıda bulunmaktadır. Yalıkavak körfezinde bugüne kadarki arkeolojik buluntularda, belirli bir yerleşim yeri saptanmamıştır. Arkeolojik buluntular, yerleşim yerinden çok, yaygın bir yapılanma gösterir. Bağımsız, tekil arkeolojik buluntular görülür. Yapılan araştırmalardan, Yalıkavak'ın tarihinin MÖ 2000 yıllarına kadar indiği ve buranın ilk sakinlerinin Lelegler olduğu anlaşılır. Gündoğan, Bodrum Tarihi adı Farilya olan Gündoğan beldesi ilçe merkezine 25 km uzaklıkta, Bodrum yarımadasının kuzey kıyısında, Yalıkavak ve Göltürkbükü beldelerinin arasında yer alır. MÖ 4. yüzyıldan itibaren yerleşim izlerine rastlanan beldede tarih turizmi unsurları olarak kaya mezarları, kiliseler ve yel değirmenleri öne çıkarken, yaz aylarında surf turizmi de yoğun olarak sürdürülmektedir. Deniz yoluyla 15 dakikalık bir yolculukla ulaşılan Küçük Tavşan (St. Apostol olarak da bilinmektedir) adasında bulunan Apostol kilisesi ve çevresinde İtalya-Türkiye ortaklığı ile koruma çalışmaları sürdürülmektedir. Göltürkbükü, Bodrum Göltürkbükü, Ege Bölgesi'nde Muğla ilinin Bodrum ilçesinin bir mahallesidir. Gölköy ve Türkbükü'nün birleşmesinden oluşmuştur. Gümüşlük, Bodrum Gümüşlük, Muğla ilinin Bodrum ilçesine bağlı bir mahalledir. 2012 yılına kadar Bodrum ilçesine bağlı bir köyken, 2012 yılında Muğla'nın büyükşehir olmasıyla bu ilçeye bağlı bir mahalle statüsünü almıştır. Balık restoranları meşhurdur. 1999 yılından beri faaliyet gösteren Gümüşlük Belediyesi 2015 Şubat ayı itibarıyla Bodrum Belediyesi'ne bağlandığı için kapatılmıştır. Turgutreis Turgutreis (1972'ye kadarki adıyla Karatoprak), Ege Bölgesi'nde Muğla ilinin Bodrum ilçesinin bir mahallesidir. Adını aldığı Amiral Turgut Reis'in 1485 yılında Turgutreis’in Karabağ mahallesinde dünyaya geldiği iddia edilir. 1960'ların sonlarına kadar ulaşım şartlarının elverişsizliğinden dolayı kapalı bir iktisadi yapıya sahip olan Turgutreis, Bodrum Yarımadası'ndaki turizm potansiyelinin fark edilmesiyle hızla değişmeye başladı. Turgutreis Belediyesi 1968'de kurulmuştur. 30 bin'i geçen nüfusuyla ilçe merkezinden sonra Bodrum Yarımadası'ndaki ikinci büyük yerleşim yeridir. Akyarlar (Kefaluka), Fener Burnu, Karaincir Plajı, Aspat (Aspartos), Kadıkalesi ve Bağla çevredeki önemli turistik noktalardan bazılarıdır. Bodrum Yarımdası'nın batı ucunda yer alan Turgutreis, 2003 yılında açılan D-Marin ile ününü daha da arttırdı. Sabancı Parkı ve sahilleri gezilebilecek yerlerdir. Cumartesi günleri bölgede pazar kurulmaktadır. Dünya harikası bir gün batımı manzarasına sahiptir. Turgutreis, Bodrum'a 18 km, Akyarlar'a 8 km, Gümüşlük'e 6,5 km, Milas-Bodrum Havalimanı'a 50 km ve Muğla'ya 124 km mesafededir. "Ana madde: Kardak Krizi" Ocak 1996'da Yunanistan ile Türkiye arasında, bir Türk gemisinin karaya oturması sonucu meydana gelen olaylar yüzünden iki ülke savaşın eşiğine geldiğinde Turgutreis'te bulunan sahil güvenlik botu ilk müdahaleyi yapmıştır. Türk savaş gemileri de Turgutreis açıklarına bu olay nedeniyle demirlemiştir. Bitez, Bodrum Bitez, Muğla ilinin Bodrum ilçesine bağlı bir mahalledir. 2012 yılına kadar Bodrum ilçesine bağlı bir köyken, 2012 yılında Muğla'nın büyükşehir olmasıyla bu ilçeye bağlı bir mahalle statüsünü almıştır. Bodrum'a 8 km uzaklıkta yer alır. Bodrum hava alanına 45 km, İzmir hava alanına 220 km, Dalaman hava alanına 200 km uzaklıktadır.En iyi korunmuş yeşil alanlara sahiptir. Bitez plajı mavi bayraklıdır. Günümüzde sörf merkezlerinden biri haline gelmiştir. Bitez sakin bir tatil geçirmek isteyenlerin yeridir. Barları ile tanınan Gümbet Biteze yürüme mesafesindedir. Konacık, Bodrum Konacık, Ege Bölgesi'nde Muğla ilinin Bodrum ilçesine bağlı bir mahalledir. Konacık, Muğla iline 111, Bodrum ilçe merkezine 5 km mesafededir. Mumcular, Bodrum Mumcular, Ege Bölgesi'nde Muğla ilinin Bodrum ilçesinin bir belde belediyesi iken 6360 Sayılı On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hakkında Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile tüzel kişiliği kaldırılmış ve Bodrum Belediyesi'ne bağlı bir mahalleye dönüşmüştür. Bodrum Belediyesi'nin çalışmaları neticesinde de Mumcular Mahallesi, Karaova Mahallesi ve Gölbaşı Mahallesi olarak üç mahalleye bölünmüştür. Mumcular, Karaova ve Gölbaşı mahallelerinin yaklaşık olarak toplam nüfusu 5000' dir. Kasabanın arkası orman ve makilere, önü ise Karaova'ya bakar. Karaova oldukça verimli bir ovadır. Ovada daha çok zeytin ve sebze yetiştirilir. Mumcular'ın arkasındaki dağ kızılçam ormanları ve zeytin bahçeleri ile kaplıdır, zeytincilik gelişmiştir. Belde de okuma yazma oranı oldukça yüksektir. Mumcular yerleşiminin küçük bir meydanı vardır. Burada kahve, eczane, meyhane, beyaz eşya dükkânı, doktor, internet kafe, birkaç lokanta ve birkaç bakkal dükkânı bulunmaktadır. Parti binaları ve üç tane park da burada bulunur. Bu parklar yaz ayında ve bahar aylarında oldukça yeşil ve güzel, canlı olarak görülür. Bölgede Akdeniz iklimi hakimdir. Kışlar oldukça ılımandır kar çok nadir yağar. Kış aylarında ve ilkbaharın başlarında çok yağış alır. Kış aylarında mahallenin arkasındaki Mazı Dağını aşıp gelen denizin dalga sesleri duyulur. Yaz mevsiminde ise gündüzler oldukça sıcak, sabah ve akşamüzeri vakitlerinde ise, Mazı dağının etkisi ve ovanın önündeki denizin etkisi ile köye serin rüzgarlar vurur. Yaz aylarında bölgedeki en büyük sorun zehirli hayvan ve böceklerdir. Arkadaki ormanın Mumcular halkı için önemi büyüktür. Kış ve bahar aylarında yağmurlardan sonra insanlar mantar toplamaya çıkarlar. Bölgede en çok bulunun mantar türü çıntardır. Onun dışında kültür mantarına yakın olan çimen mantarı da bulunur. Ayrıca bölge halkı büyüklerinden öğrendikleri bazı orman bitkilerini toplayıp bunları yemeklerinde kullanırlar. Ormanda günü birlik geziler yapılabilir ancak ormanda gezmek için en uygun olan zaman kış ve bahar başıdır. Orman bir iki kere yangın geçirdiği için büyük kısmı 13-14 yıl önce dikilmiş ağaçlardan oluşmaktadır. Buna rağmen ormanlar işlenecek boya gelmiş bir kısmı ise hiç etkilememiş çok yüksek kızılçam ağaçlarından oluşur. (Önemli not: Bu bölgedeki ormanların büyük bir bölümü Ağustos 2006 da çıkan yangında yok olmuştur-Yaklaşık 700 Hektar ) Dağ ve tepelerden gelen küçük derelerden yararlanılarak mahallede sulama amaçlı baraj yapılmıştır. Bu barajdan elde edilen su Karaova'ya kanallarla taşınır ve Karaova'da özellikle yaz kuraklığının yaşandığı dönemlerde kullanılır. Yerleşim biriminde genelde beyaz, sıvalı ve taş evler vardır. Ancak günümüzdeki betonarme yapılaşma bu bölge de de görülür. Taş evlerin ise çoğu yıkılmıştır. Bugün taş evlerin çoğu iskelet halindedir. Yerleşim birimideki bazı evlerde kiremit varken bazıları Bodrum evlerinde olduğu gibi çatısızdır. Ortakent Yahşi, Bodrum Ortakent Yahşi, Muğla ilinin Bodrum ilçesine bağlı bir mahalledir. 2012 yılına kadar Bodrum ilçesine bağlı bir köyken, 2012 yılında Muğla'nın büyükşehir olmasıyla bu ilçeye bağlı bir mahalle statüsünü almıştır. Ortakent'in eski adı Müskebi veya yörede telaffuz edilen şekliyle "Müsgebi" 'dir. 1999 yılında Ortakent ve Yahşi köylerinin birleşmesiyle belde statüsüne geçmiştir. Ortakent-Yahşi Belediyesi 1999 yılında kurulmuştur. Ortakent'in eski adı Müskebi'dir. Rivayete göre Ortakent'e bu isimi veren yöredeki mandalina ağaçlarının çiçekleridir. Bölge özellikle bahar aylarında inanılmaz güzel koktuğu için mis gibi derlermiş ve bir zaman sonra Müskebi adı kalmış. Sonraları Yarımada'nın tam ortasındaki konumu sebebiyle Ortakent adını almıştır. İlk ve tek belediye Başkanı 2000 yılından beri Mehmet Kocadon'dur. Yatağan Türkiye'de judo Türkiye'de judo, 1960'lı yıllarda tanınmaya başlamıştır. 1962 yılında, güreş antrenörü Halil Yüceses Japonya'da judo eğitimi aldıktan sonra dönüşünde Eminönü Denizcilik Lokali ve Fatih Güreş Kulübü'nde Olcay Şen'le ilk judo çalışmasını başlattı. Daha sonra Üsküdar Anadolu Kulübü'nde Halil Yüceses ile birlikte Namık Ekin, Olcay Şen bu çalışmalara devam etti. Judo sporu 1964 yılında önce Güreş Federasyonuna bağlandı, 1966 yılında ise bağımsız bir federasyon oldu. Judo Federasyonunun kurulmasının, ilk başkanlığına da Hakkı Isıgöllü'nün atanmasının ardından 1967'de ilk Türkiye Şampiyonası düzenlendi. 1969-1979 yılları arasında Judo ve Tekvando, 1980-1990 arasında ise Judo ve Karate Federasyonu olarak faaliyetlerini yürüten federasyon, 1990 yılından itibaren Judo Federasyonu adı altında hizmet verdi. Cihat Uskan bu federasyonların başkanlığını yaptı. 1968 yılında Fransız Michel Novovitch'in Türkiye'ye antrenör olarak gelmesiyle modern judo başladı. 1969 yılında Japon Kültür Derneği'nin girişimiyle Vaseda Üniversitesi'nden Yoşimura Türkiye'ye gelerek, Kokokan'ın stilinin benimsenmesine yardımcı oldu. 1968'de Federasyon Başkanı Cihat Uskan yönetiminde Türkiye'de judo temel teknikleri üzerine ilk eserler Namık Ekin, milli takım elemanları ve "Tercüman" yazarı Kaya Muzaffer Ilıcak ile hazırlandı. Judonun gelişmesinde rol oynayan judo posterleri federasyon tarafından hazırlanarak ülke çapında dağıtıldı. Bu dönemde İstanbul başta olmak üzere birçok ilde judo kulüpleri açılmaya başlandı. Ahmet Berkol Ökten, İstanbul Kadıköy'de ilk judo salonunu (Dojo Samurai) açtı. Akabinde Feridun Yenisey İstanbul Üniversitesi bünyesinde (Mediko-Sosyal), Mehmet Emin Sebik Beylerbeyi'nde, Namık Ekin Fındıkzade'de (Dojo Bushido), İbrahim Çabıtkan Karagümrük'te (Altınay Güreş Kulübü), Gündüz Atik ise Beyoğlu'nda, Taksim-Şişli Spor Kulübü Salonu'nda (Dojo Kenji Kai) judo öğretilerini başlattılar. Gündüz Atik ve Gürbüz Tansever, Sultanahmet Amerikan Dersanesi'nde (YMCA) ve ilk kez olarak Trakya'da (Ömer Erol'la beraber) Kumburgaz ve Silivri'de judo çalışmaları yürüttü. Süheyl Yeşilnur ve Cüneyt Yeşilnur kardeşler ise Fatih'te judo çalışmalarında bulundu. 27/28 Mart 1970 tarihlerinde Avusturya'nın Linz kentinde yapılan Leonding Turnuvası'na katılmak için oluşturulan ilk milli
takımda aşağıdaki sporcular yer aldı: Süt humması Süt humması veya hipokalsemi, kan kalsiyum seviyesini düzenleyen paratiroid hormonunun doğum sonrası işlev gösterememesi sonucunda oluşur. Doğum felci daha çok yüksek süt verimli sığırlarda doğum sonrası görülen metabolik bir hastalıktır. Hayvan doğum yaptıktan sonra sağıldığı için sütle birlikte vücuttan fazla miktarda kalsiyum dışarı verilmektedir. Bu hastalığın en önemli çıkış sebebi kandaki iyonize kalsiyumun doğumdan hemen sonra ilk süt verimiyle beraber azalmasıdır. Genetik yatkınlık, doğum öncesinde hayvanların yanlış beslenmeleri, yüksek süt verimi, kalsiyumca zengin yemlerle fazla beslenme, mera ve rasyonun magnezyum miktarı hastalık oluşumunda önemli etmenlerdir. Doğum haricinde hipoprotidemi, renal yetmezlik, hipoparatiroidi, pankreatit, malabsorbsiyon sendromu gibi durumlarda da görülebilir. Doğuma 6-8 hafta kala kuruya çıkarılan hayvanlar bu süre boyunca hiç sağılmadığından kan kalsiyum seviyesi yüksektir ve paratroid hormonunun salıverilmesine vücut tarafından ihtiyaç duyulmamaktadır. Böylece git gide paratroid hormonu tam bir dinlenme dönemine girerek doğum sonrası işlevlerini gösterememektedir. Hayvan doğum yaptıktan sonra sağıldığı için sütle birlikte vücuttan fazla miktarda kalsiyum dışarı verilmektedir. Kan kalsiyum seviyesini ayarlamak için o an paratiroid hormonu devreye giremez ve süt humması da dediğimiz doğum felci gerçekleşir. Bu yüzden gebe hayvanlar kalsiyumca fakir fosforca zengin yemlerle beslenmelidir. Sağaltım semptomatiktir. Hermione Granger Hermione Jean Granger, (d. 19 Eylül 1979), J.K. Rowling tarafından yazılmış Harry Potter serisinin kurgusal karakterlerindendir. Serideki ilk görünüşü Harry Potter ve Felsefe Taşı kitabında büyü okuluna gelen yeni bir öğrenci olarak olmuştur. Kumral saçlı, kahverengi gözlü zeki bir kızdır. Bu özelliği onda çok dikkat çeker çünkü yaşıtlarına göre çok daha zekidir. Belli etmek istemese de Ronald Weasley' den hoşlanır. Son görünüşü Harry Potter ve Ölüm Yadigarları kitabında olmuştur. Harry Potter filmlerinde Hermione' yi Emma Watson canlandırmıştır. Hermione Jean Granger, 19 Eylül 1979 yılında doğmuştur. Bir Muggle doğumludur. Harry ve Ron'un en yakın arkadaşıdır. Kabul etmese de, Ron'dan hoşlanmaktadır. H Ev cinlerine takıntısı vardır. Onların da büyücülerle eşit haklara sahip olmaları için E.R.İ.T. (Evcini Refahını İlerletme Topluluğu) adında bir grup kurmuştur. Hogwarts Savaşı'ndayken Ron ev cinlerini kurtarmaları gerektiğini söyleyince Hermione'den bir öpücük kazanmıştır. Hermione çok zeki ve akademik başarısı yüksek bir öğrencidir. Sınıf birincisidir. Zekasıyla ve olaylardaki bütün ayrıntıları yakalamasıyla Harry'ye çok yardımcı olmuştur. Çok zeki bir cadı olmasına rağmen Severus Snape tarafından hiç sevilmemiştir çünkü Snape zekasından dolayı onun Lily'nin dersler hakkındaki şöhretini geçeceğinden korkuyordur. Anne ve babası dişçidir. Crookshanks adında sarmal, çarpık bacaklı bir kedisi vardır. Patronusu su samurudur (J.K. Rowling'in favori hayvanı). Binası Gryffindor'dur. Ancak Seçmen Şapka kendisini yerleştirmede Ravenclaw ile Gryffindor arasında kalmıştır. Dumbledore'un Ordusu fikri Hermione'den çıkmıştır. Harry'yi ikna edip D.O.'yu kurmuşlardır. Hortkuluklardan Hufflepuff'ın Kupası'nı yok etmiştir. J.K. Rowling bir röportajında seriyi ilk yazdığında Hermione ile Harry'yi kapı komşusu olarak düşündüğünü, hatta Voldemort'un annesini ve babasını öldürdüğü gece evin yıkılmasından sonra Hermione'nin babası Harry'yi enkazdan çıkarmış, Harry ve Hermione de ilk tanıştıkları zaman bunu hatırlamışlardır. Ayrıca J.K. Rowling, ilk önce Hermione'nin küçük bir kız kardeşi olduğunu düşünmüş, ama sonra bundan vazgeçmiştir. Hermione ismi Yunanca'dan gelmektedir ve anlamı "dünyevi"dir. Rowling'e göre Hermione Kelid Aynası'na bakınca kendini Harry ve Ron ile birlikte görüyor, Voldemort'un işi bitmiş ve onlar bu işten sağ salim kurtulmuşlar. Hermione'nin asası asma ağacından yapılmaktadır ve çekirdeği ejderha yürek telidir. Hermione Harry Potter ve Felsefe Taşı'nda ilk olarak Hogwarts Ekspresi'nde görülür. İlk başta her şeyi bilirliği Ron ve Harry'yi oldukça rahatsız eder ve Hermione'yi oldukça kibirli bulurlar. Özellikle Hermione Ron'un havaya yükseltme büyüsünü eleştirince Ron onun çok küstah olduğunu düşünmeye başlar. Ancak daha sonra onu bir ifritten kurtarırlar, Hermione de onları ceza almaktan kurtarmak için Profesör McGonagall'a yalan söyler böylece arkadaşlıkları başlamış olur. Hermione'nin büyü konusundaki marifeti onlara Felsefe Taşı'na ulaşma konusunda oldukça yardımcı olur, özellikle Hermione Şeytan Kapanı'ndan kurtulmalarına çok yardım eder. Daha sonra son engelde yani Snape'in engelinde de doğru iksiri bularak Harry'nin Felsefe Taşı'na ulaşmasını sağlar. Rowling bir röportajında İfrit sahnesi hakkında şöyle konuşmuştur: "Hermione kitabın ilk başlarında oldukça rahatsız ediciydi. Ben de onu Harry ve Ron ile arkadaş edecek bir yol bulmaya ihtiyacım olduğunu hissettim." Gryffindor Quidditch takımı antrenmanı sırasında Slytherin takımı da antrenman yapmak isteyince iki takım arasında bir tartışma çıkar. Slytherin takımının yeni Arayıcısı olan Draco Malfoy, tartışma sırasında Hermione'ye "bulanık" der. Bulanık, safkan büyücüler tarafından kullanılan ve hiç de kibar olmayan bir Muggle doğumlu lakabıdır. Bu kelimenin anlamını bilen Ron, çok sinirlenir ve Malfoy'a bir büyü yapmaya çalışır, ancak asası kırık olduğu için büyüsü geri teper. Üçlü, duvarda gördükleri "Sırlar Odası açıldı. Varisin düşmanları kendinizi kollayın." yazısına bir anlam bulmaya çalışırken, Slytherin'in varisi olarak akıllarına ilk Malfoy gelir. Ancak Filch'in kedisi taşlaştığında sadece Harry'nin orada olması ve aksi bir şekilde ne zaman bir saldırı olsa Harry'nin orada bulunması, okulda söylentilere sebep olmuştur. Üç arkadaş varisin kim olduğunu öğrenmek için Çok Özlü İksir hazırlar. Böylece Malfoy'dan bilgi alabileceklerdir. Ancak Hermione'nin iksire Millicent Bulstrode'un saçı zannederek attığı şey, aslında Millicent'ın kedisinin tüyüdür. Her tarafı tüyle kaplı olan Hermione, haftalarca hastanede kalır. Hermione Sırlar Odası'nın içindeki canavarın ne olduğunu tahmin edebiliyordur, bu yüzden araştırma yapmak için kütüphaneye gittiğinde yanında Basilisk'i görebileceği bir ayna taşır. Aynadan Basilisk'in yansımasını gördüğü için bu onu öldürmez, sadece taşlaştırır. Ron ve Harry ancak hastane kanadında onu ziyaret ettiklerinde Hermione'nin elindeki kâğıt sayesinde yaratığın ne olduğunu ve okulun içinde nasıl dolaştığını öğrenirler. Hermione 3. senesinin başında Profesör McGonagall'dan Zaman Döndürücü alır,bu şekilde oldukça yoğun olan ders programının altından kalkabilmektedir. Bu sene Hermione ile en iyi dostları arasında küçük kavgalar yaşanır. Harry Hermione'ye, ona bir Ateşoku geldiğini Profesör McGonagall'a söyleyip McGonagall'ın süpürgesini almasından dolayı kızmıştır. Ron ise Hermione'nin kedisi Crookshanks'in faresi Scabbers'ı yediğini sanmaktadır. Hermione Snape'in kurtadamlarla ilgili bir ödev vermesiyle Remus Lupin'in kurtadam olduğunu anlar. Ama o zamanlarda Harry ve Ron ile kavgalı olduklarından bunu onlra söyleyemez. Scabbers'ın aslında Peter Pettigrew olduğunu öğrendikleri gece, Harry ve Hermione Zaman Döndürücü'yü kullanarak geçmişe gider ve Şahgaga ile Sirius Black'in kaçmasını sağlarlar. Hermione 4. senesinde ev cinleri için Ev Cini Refahını İlerletme Topluluğu (E.R.İ.T)'i kurar. Noel Balosu'na Ron ona hiç kimse ile gidemediği için baloya birlikte gitme teklifi ettiği için sinirlenmiş bu yüzden baloya Ünlü Bulgar Arayıcı Viktor Krum'la gitmiştir Ancak balodan sonra Ron ile tartışmış ve ağlamıştır. Harry'ye Üç Büyücü Turnuvası boyunca her konuda yardımcı olmuştur ve onu sonuna kadar desteklemiştir. 2. görevde Viktor Krum tarafından kurtarılması için Denizhalkı Hermione'yi esir alır. Hermione kitabın sonunda başbelası gazeteci Rita Skeeter'ın sırrını ortaya çıkarır. Rita Bakanlık'tan izin almamış bir Animagus'tur, böceğe dönüşebilmektedir. Hermione, bu kozla Rita Skeeter'ın onlara çektirdiklerinin öcünü almıştır. Hermione 5. senesinde Ron ile birlikte Gryffindor sınıf başkanı olmaya hak kazanır. Editörü Luna Lovegood'un babası olan Dırdırcı dergisini bir "saçmalık" olarak nitelendiren Hermione, Luna'yla oldukça zıt fikirlidir. Luna'nın varolduğunu iddia ettiği yaratıkların hiç birine de inanmamaktadır. Hermione, Lavender Brown ile de senenin başında Harry'ye inanmaması konusunda tartışır. Okulun çoğu Harry'ye inanmamaktadır gerçi, bu yüzden Hermione Harry'ye destek olmaya çalışır. Ron ve Hermione sene boyunca evli çiftler gibi sürekli didişmeye devam ederler, ancak Harry onların sürekli tartışmasından bıktığını söyleyince buna biraz ara verirler. Hermione, Dolores Umbridge'in ders yöntemlerini hiç uygun bulmamaktadır. Bu yüzden Karanlık Sanatlara Karşı Savunma'yı doğru düzgün öğrenecekleri bir grup kurma fikrini ortaya atar. Uzun uğraşlardan sonra Harry'yi ikna eder ve Dumbledore'un Ordusu'nu kurarlar. Hermione, Esrar Dairesi'ndeki savaşta da Harry ile birlikte savaşmıştır.Bu savaşta Antonin Dolohov'un yolladığı bir lanete hedef olur. Söz konusu lanet iç organlara zarar vermektedir. Fakat Antonin Dolohov laneti sözsüz yaptığı için etkisi daha az olmuştur. Yeni iksir öğretmeni Horace Slughorn, Hermione'yi Slug kulübüne davet eder. Hermione Quidditch seçmelerinde Cormac Mclaggen'a Şaşırtma Büyüsü yollar ve Ron'un kazanmasını sağlar. Hermione Ron'a karşı olan hisleri gittikçe büyümektedir. Ancak Ron, Ginny'den, Hermione'nin Viktor Krum'ı öptüğünü duyunca Hermione'ye sinirlenir ve onu kıskandırmak için Lavender Brown'la çıkmaya başlar. Bu Hermione'yi çok kızdırır, Ron'a bir kuş sürüsü gönderir, ikisi kavga eder ve 3 ay konuşmazlar. Ron ile Lavender'i birlikte görmek Hermione'yi çok üzer. O da Ron'u kıskandırmak için Slug Kulübü'nün Noel Balosu'na Cormac Mclaggen ile gider. Hermione Melez Prens'in iksir kitabı sayesinde bir anda iksir dersinde sınıf birincisi olan Harry'y
i biraz kıskanmaya da başlamıştır. Üçlünün içinden Cisimlenme sınavını geçen tek kişidir (Ron az bir farkla kalmıştır, Harry ise 17 yaşına girmemiştir). Dumbledore'un ölümü herkesi sarstığı kadar onu da sarsar. Dumbledore'un cenazesinde Ron ile yakınlaşır. Hermione, Ron ile birlikte Harry'ye hortkulukları arama konusunda yardım etmeye söz verir. Hermione, Harry'ye Voldemort'un hortkuluklarını arama konusunda yardım edecektir. Günler öncesinden hazırlıklara başlar. Annesinin ve babasının güvenliğini sağlamak için onların hafızalarını değiştirir ve onları Avustralya'ya gönderir. Dumbledore vasiyetinde ona Ozan Beedle'ın Hikayeleri kitabını bırakır. Saptanamaz Genişletme Büyüsü ile çantasının içine onlara hortkuluk avında yardımcı olacak her şeyi koyar. Hermione Harry'ye çok yardımcı olur, Gryffindor'un kılıcının hortkulukları yok edebileceğini keşfeder. Ancak Ron'un onları terk etmesi Hermione'yi çok üzer. Sürekli Ron'un geri geleceğini umar ve her gün ağlar. Harry'le çok az konuşur. Harry ile birlikte Godric's Hollow'a gittiklerinde, Harry'yi Nagini'den kurtarır.Fakat bu sırada Harry'nin asasını kırar. Ron geri geldiğinde Hermione çok sinirlenir ancak geri döndüğü için mutludur da. Kapkaçırcılar tarafından yakalandıklarında Harry'ye tanınmaması için Sokma Büyüsü yapar. Kapkaçırcılar onları Malfoy Malikanesi'ne götürür. Bellatrix Gryffindor'un kılıcını görünce onların Gringotts'taki kasasına girdiklerini düşünür. Bu yüzden Hermione'ye işkence eder, Cruciatus Laneti uygular. Hermione lanet altında bile hemen bir çözüm bulur ve kılıcın sahte olduğunu söyler. Harry ve Ron daha sonra onu kurtarmaya gelince Bellatrix Hermione'nin boğazına bıçak dayar, biraz batırır, Hermione'nin boğazında kan damlaları görülür. Daha sonra Dobby gelir ve hepsini kurtarır. Hermione son savaşta Ron ile birlikte Sırlar Odası'na gider. Orada hortkuluklardan Helga Hufflepuff'ın kupasını yok eder. Filme göre, hortkuluk yok olduktan sonra sırlar odası su içinde kalır ve Ron ile öpüşürler. Kitaba göre ise, Basilisk'in dişlerini alıp Harry'nin yanına giderler. Ron ev cinlerini kurtarmaları gerektiğini söyler, Hermione Ron'a sarılır ve öpüşürler. Hermione savaşta Ginny ve Luna'ya Bellatrix'le düello ederlerken yardım eder. Harry Voldemort'u öldürdükten sonra, üçlü Dumbledore'un odasına gider ve Harry Mürver Asa'yı Dumbledore'un portresinin arkasına bırakır. 19 yıl sonra Ron Weasley ile evlenir. İki çocukları olur, Rose Weasley ve Hugo Weasley. Savaştan sonra Hermione Avustralya'ya gider ve ailesini bulup hafızalarını geri getirir. Hermione daha sonra 7. senesini okumak ve F.Y.B.S.'lerini almak için tekrar Hogwarts'a döner. Sihir Bakanlığı'nda Sihirbaz Bürosu'nda çalışmaya başlar. Bu karakteri Harry Potter filminin serilerinde Emma Watson canlandırmıştır Vadeye Kadar Getiri Vadeye Kadar Getiri, sabit gelirli menkul kıymetlerin, çoğunlukla bononun, vadesine kadar elde tutulduğunda nakit akışlarındaki iç getiri oranıdır. Bu, bononun getirisinin bir ölçüsüdür. Teorideki bu teknik, yatırımcıların farklı finansal araçların değerlerini doğru hesaplamalarını sağlar. Turgut, Yatağan Turgut, Muğla'nın Yatağan ilçesine bağlı bir mahalledir. Yakınındaki Karya uygarlığı döneminden kalma Lagina Antik kenti'nin adı zamanla değişime uğrayarak Leyne olmuştur.Bugün Turgut'a Muğla ve Yatağan çevresinde yerel ağızla Leyne denmesinin sebebi budur.Turgut Beldesi daha önce nahiye idi ve çevresindeki köyler idari yönetim olarak ona bağlıydı. Nahiyenin merkez mahallesinin adı ise yine Leyne idi. Leyne halen halk tarafından yaygın olarak kullanılır. Lagina antik kentinin yerel halk tarafından adlandırılış şekli Kapıtaş'tır.Bu ismi antik kentin girişinde bulunan yüksekce taş bir kapıdan almaktadır. Büyük Türk ressamı Osman Hamdi Bey 1891-1893 yılları arasında antik Lagina Kenti'nde yaptığı kazı çalışmaları sırasında 2 yıl boyunca sürekli kaldığı Turgut yöresini çok sevmiştir. Turgut, Uluçam mevkii Değirmendere sokağında Osmanlı tarzında bir konak yaptırarak 17 yıllık bir süre boyunca aralıklarla Turgut'a uğramıştır. ' Zeybek Pusuda ', ' Zeybekler Oynuyor' gibi ünlü tablolarını burada yapmıştır. Kapıtaş'ta yaptığı kazılar sırasında oturmak için yaptırdığı ev müze olarak yeniden yapılandırılmış, aslı değil bazı resimleri ve kasabalıların bağışları da dahil, yöreden toplanmış çeşitli eski ev eşyaları, el işleri, el işi ve tarım araç gereçleri sergilenmekte ve ziyarete açıktır. Beldede ayrıca kiliseden çevrildiği rivayet edilen tarihi bir cami bulunmaktadır. Bu caminin altından çıkan su kasabanın içme ve sulama suyuna mevsimine göre yetmektedir.Bu suyun yanı sıra kasaba sınırları içerisinde sulama ve içme suyu olarak kullanılan kaynaklara sıkça rastlanmaktadır. Beldenin geçim kaynakları tarım (özellikle zeytincilik)ve hayvancılıktır. Bunların yanı sıra beldede Yatağan Termik Santrali, Muğla Üniversitesi,Marmaris Aksaz Deniz Üs Komutanlığı'nda çalışanların sayısı da fazladır. Kasabada ve çevre köylerde yetişen zeytinlerin yağa dönüştürülmesi için mevsimlik olarak çalışan zeytin fabrikaları sanayi kuruluşlarıdır. Cuma günleri kasabada çevre köylerden ve devamlı pazarcılardan oluşan bir pazar kurulur. Beldede kültürel etkinlik olarak her sene Eylül ayının başında Lagina Kültür Ve Sanat Festivali düzenlenmektedir. Muğla-Bodrum karayolu üzerindeki termik santral yanından ayrılan yolu 10 km boyunca izlerseniz Turgut'a karayoluyla ulaşabilirsiniz.Ayrıca belediye araçları Yatağan garajından her saat hareket etmektedir. Muhasebe Muhasebe işletmelerin varlık ve kaynaklarının hareketlerini kayıt, sınıflandırma, özetleme, analiz etme ve yorumlama gibi fonksiyonlar ile takip eden bilimsel bir sistemdir. Türkiye'de muhasebe cumhuriyetin ilanından sonra 1932 yılında kanunlara girmiş, uzun yıllar ve uğraşlar sonucunda AB standartları kalitesine getirilmiştir. Muhasebeye neden gerek duyulduğu, ve hangi ihtiyaçlara çözüm olarak getirildiği şöyle sıralanabilir: Muhasebede amaç, işletme veya kuruluşun finansal (veya para ile ifade edilebilen) faaliyetlerine esas olan bilgi ve belgelerin girilmesi, düzenlenmesi, raporlanması ve kullanışlı şekilde bilgi kullanıcılarına aktarılmasıdır. Muhasebenin birçok yararı olmakla birlikte en önde gelenleri şunlardır: Muhasebenin temel kavramları şunlardır: Bu kavram, muhasebenin işlevini yerine getirme hususundaki sorumluluğunu belirtmekte ve muhasebenin kapsamını, anlamını, yerini ve amacını göstermektedir. Sosyal sorumluluk kavramı; muhasebenin organizasyonunda, muhasebe uygulamalarının yürütülmesinde ve mali tabloların düzenlenmesi ve sunulmasında; belli kişi veya grupların değil, tüm toplumun çıkarlarının gözetilmesi ve dolayısıyla bilgi üretiminde gerçeğe uygun, tarafsız ve dürüst davranılması gereğini ifade eder.kar eden şirket müdürün isteği üzerine zarar etmiş bir şirket haline gelemez. Bu kavram; işletmenin sahip veya sahiplerinden, yöneticilerinden, personelinden ve diğer ilgililerden ayrı bir kişiliğe sahip olduğunu ve o işletmenin muhasebe işlemlerinin sadece bu kişilik adına yürütülmesi gerektiğini öngörür. örneğin: işletme sahibinin kendisine ait bir elektrik faturasını işletmenin bir gideriymiş gibi kaydedemez. işletme gerçek kişilerden ayrı bir kişiliktir, bu kişilik ise tüzel kişiliktir. Bu kavram, işletmelerin faaliyetlerini bir süreye bağlı olmaksızın sürdüreceğini ifade eder. Bu nedenle işletme sahiplerinin ya da hissedarlarının yaşam süreleriyle bağlı değildir. İşletmenin sürekliliği kavramı maliyet esasının temelini oluşturur. Bu kavramın, işletmeler açısından geçerliliğinin bulunmadığı veya ortadan kalktığı durumlarda ise, bu husus mali tabloların dipnotlarında açıklanır. Dönemsellik kavramı; işletmenin sürekliliği kavramı uyarınca sınırsız kabul edilen ömrünün, belli dönemlere bölünmesi ve her dönemin faaliyet sonuçlarının diğer dönemlerden bağımsız olarak saptanmasıdır. Gelir ve giderlerin tahakkuk esasına göre muhasebeleştirilmesi, hasılat, gelir ve kârların aynı döneme ait maliyet, gider ve zararlarla karşılaştırılması bu kavramın gereğidir Bu kavramın, işletmeler açısından geçerliliğinin bulunmadığı veya ortadan kalktığı durumlarda ise, bu husus mali tabloların dipnotlarında açıklanır. Parayla ölçülme kavramı, parayla ölçülebilen iktisadi olay ve işlemlerin muhasebeye ortak bir ölçü olarak para birimiyle yansıtılmasını ifade eder. Muhasebe işlemleri ulusal para birimine göre yapılır. Maliyet esası kavramı; para mevcudu, alacaklar ve maliyetinin belirlenmesi mümkün veya uygun olmayan diğer kalemler hariç, işletme tarafından edinilen varlık ve hizmetlerin muhasebeleştirilmesinde, bunların elde edilme maliyetlerinin esas alınması gereğini ifade eder. Bu kavram, muhasebe kayıtlarının gerçek durumu yansıtan ve usulüne uygun olarak düzenlenmiş objektif belgelere dayandırılması ve muhasebe kayıtlarına esas alınacak yöntemlerin seçilmesinde tarafsız ve ön yargısız davranılması gereğini ifade eder. Tutarlılık kavramı; muhasebe uygulamaları için seçilen muhasebe politikalarının, birbirini izleyen dönemlerde değiştirilmeden uygulanması gereğini ifade eder. İşletmelerin mali durumunun, faaliyet sonuçlarının ve bunlara ilişkin yorumların karşılaştırılabilir olması bu kavramın amacını oluşturur. Tutarlılık kavramı, benzer olay ve işlemlerde, kayıt düzenleri ile değerleme ölçülerinin değişmezliğini ve mali tablolarda biçim ve içerik yönünden tek düzeni öngörür. Geçerli nedenlerin bulunduğu durumlarda, işletmeler, uyguladıkları muhasebe politikalarını değiştirebilirler. Ancak bu değişikliklerin ve bunların parasal etkilerinin mali tabloların dipnotlarında açıklanması zorunludur. Tam açıklama kavramı; mali tabloların bu tablolardan yararlanacak kişi ve kuruluşların doğru karar vermelerine yardımcı olacak ölçüde yeterli, açık ve anlaşılır olmasını ifade eder. Mali tablolarda finansal bilgilerin tam olarak açıklanması yanında, mali tablo kalemleri kapsamında yer almayan ancak alınacak kararları etkileyebilecek, gerçekleşmesi muhtemel olaylara da yer verilmesi bu kavramın gereğidir. Bu kavram muh
asebe olaylarında temkinli davranılması ve işletmenin karşılaşabileceği risklerin göz önüne alınması gereğini ifade eder. Örneğin, ileri bir tarihte bedeli tahsil edilmek üzere bir mal veya hizmet satılırsa hemen gelir olarak kaydedilmemeli, tahsilât yapıldıktan sonra kaydedilmelidir. Aynı şekilde bir gider veya zarar kesinleşmese bile ortaya çıktığında bunun için karşılık ayrılmalıdır. Önemlilik kavramı, bir hesap kalemi veya mâli bir olayın nispî ağırlık ve değerinin mali tablolara dayanılarak yapılacak değerlemeleri veya alınacak kararları etkileyebilecek düzeyde olmasını ifade eder. Önemli hesap kalemleri, finansal olaylar ve diğer hususların mali tablolarda yer alması zorunludur. Özün Önceliği kavramı, işlemlerin muhasebeye yansıtılması ve değerlendirmelerinin yapılmasında biçimlerinden çok özlerinin dikkate alınması gerektiğini belirtir. İşlemlerin biçimleri ile özleri paraleldir, bazı durumlarda farklılıklar ortaya çıkabilir. Bu durumda, özün biçime önceliği esastır. Ayşe Nur Tekmen Ayşe Nur Tekmen (d. 1972, Çorlu), 1989 yılında Edirne Anadolu Lisesi'ni bitirdikten sonra aynı yıl Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Japon Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalında öğrenimine başladı. 1993 yılında lisans, 1997 yılında Yüksek Lisans, 2002 yılında doktora öğrenimini tamamlayarak Edebiyat Doktoru unvanını aldı. Haziran 2006 yılında Doçent unvanı almıştır. 1999-2001 yılları arasında Tokyo Üniversitesi, Dilbilim bölümünde araştırmalarda bulundu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Japon Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalında Öğretim Üyesi olarak çalışmakta ve Anabilim Dalı Başkanlığı görevini yürütmektedir. Ufa Ufa (Rusça: Уфа, "Ufa"; Başkurtça: Өфө, "Öfö"), Başkurdistan'ın başkenti ve en büyük şehridir. 1,1 milyon nüfusa sahiptir. 1574 yılında bu şehir bir kale ile kuruldu. Ufa şehirinde 4 üniversite bulunmaktadır. Ünlü Daşka Taşı Ufa şehrinin yakınlarında Rus bilimadamları tarafından bulundu. Rus Devlet İstiatistik Kurumu (ROSSTAT)'nun 2005 raporuna göre Moskova'dan sonra Ufa, Rusya Federasyonu içinde ikinci yüksek yaşam kalite ve gelir rakamına sahiptir. Ankara ile kardeş şehir antlaşmaları mevcuttur. Ufa Belaya Nehri'nin kıyısında, kuzeyden güneye yaklaşık 30 km'lik alanı kapsar. Doğudan batıya ortalama 7 km'dir. Grease (film) Grease, yönetmenliğini Randal Kleiser'in yaptığı, başrollerini John Travolta, Olivia Newton-John ve Stockard Channing'in paylaştığı 1978 ABD yapımı 110 dakikalık film. Türü müzikal romantik komedidir. Aynı isimli Broadway müzikalinden sinemaya uyarlanmıştır. Film için eleştirmenlerin birçoğu "zamanın ötesinde" tanımını kullanırken bir kısmı "1950'lerin sonu 60'ların başını anlatan, 70'ler yapımı bir 90'lar filmi" tanımlamasını tercih etmektedirler. Filmin soundtrackinde yer alan "Hopelessly Devoted to You" parçası 1979 yılında "En İyi Film Müziği" dalında Oscar'a aday olmuştur. 1982 yılında Grease 2 bir devam filmi niteliğinde çekildiyse de Grease'in elde ettiği başarıyı yakalayamamıştır. Grease, çekilişinin 20. yıl kutlamaları nedeniyle 1998 yılında dijital olarak yenilenmiş bir şekilde yeniden gösterime girmiş ve yeniden haftalarca gösterimde kalmıştır. Film Türkiye sinemalarında ilk kez 1980 ardından da 1998 yılında gösterilmiştir. 1958 yazında Danny Zuko (John Travolta) ve Sandra Olsson (Olivia Newton-John) bir yaz aşkı yaşamıştır. Yaz biterken Sandy Danny'e Avustralya'da okula devam edeceğini söyler ve çift ayrılmak zorunda kalır. Danny, okuduğu okul olan Rydell Lisesi'deki ilk gününde, deri ceketli serseri çetesi T-Birds'ün başına yeniden geçer. En yakın arkadaşları Kencikie, Doody, Sonny ve Putzie ile yaz tatilinde ne kadar eğlendiğini ve çapkınlığını anlatırken, Avustralya'ya gitmeyen ve tesadüfen aynı okula kaydolmuş olan Sandy ile karşılaşır. Sandy, Betty Rizzo'nun (Channing) başını çektiği Pink Ladies'e katılmıştır. Danny, Sandy'e deli gibi aşık olsa da tavırlarından vazgeçmeyecektir. Danny, okuldaki popülaritesini yitirmekten korkmaktadır. Sandy ve Danny aşkları sayesinde tekrar bir araya gelirler. Bu arada Betty de Kenickie (Jeff Conaway) ile çıkmaya başlar. Sistemik lupus eritematozus Sistemik Lupus Eritematozus (SLE)(Systemical Lupus Erythematosus) ya da Yaygın Lupus Kızarıklığı, Sistemik Lupus Eritematozus (SLE, doktorlar arasında Lupus olarak da adlandırılır), sebebi bilinmeyen cilt, eklem, böbrek, kalp zarı (perikard), akciğer zarı (plevra) gibi birçok doku ve organ iltihabına bağlı çok sayıda bulgularla giden, değişik seyir gösteren ve bağışıklık sisteminin bozuk çalışması sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Lupus sözcüğü, latincede “kurt” anlamında olup ciltte çıkan yaraların tahrip edici özelliğini ifade eder. 1872 yılında Kaposi, hastalığın sadece cildi değil vücudun değişik organlarını etkileyen bir hastalık olduğunu fark etmiştir. SLE’nin başlamasında ve devam etmesinde genetik olarak yatkın bireylerde çevresel faktörlerin rolü olduğu düşünülmektedir. Siyah ırkta, uzak doğuda ve Amerikan yerlilerinde, bazı ailelerde SLE sıklığında artma olduğu gösterilmiştir. Eğer bir aile bireyinde SLE varsa, tek yumurta ikizlerinde SLE gelişme riski yaklaşık %30 ve diğer birinci derece akrabalar için %5 artmıştır. Çevresel faktörlerin genetik yatkınlığı olan bireylerde tetikleyici rol oynadığı düşüncesi ağır basmaktadır. Bu faktörler içerisinde özellikle viruslar, ultraviyole ışığı ve ilaçlar sayılabilir. SLE gelişmesinde kadın cinsiyeti de önemli bir risk faktörüdür. Hastalığın temel nedeni akut faz reaktanı denen ve immun sistemi inflamasyon durumuna geçmesini uyaran maddelerin fonksiyon bozukluğudur. Bu akut faz reaktanlarından hastalıkta en önemli oluşturucu etken CRP(C reaktif protein)'dir. CRP fonksiyon olarak vucudumuzdaki inflamatuar olaylarda hasarlanıp yıkılabilen "insan dokusu" hücrelerinin "DNA histonu,hücre zarı glikoproteinleri" gibi insana özgü yıkım artıklarına yapışır ve kompleman yolunu uyarır.Bununla birlikte bölgeye gelen makrofajlar ve lenfositler, doku yıkım artıklarına yapışmış CRP'leri tanıyarak CRP sayesinde kendi vucuduna ait olan antijenleri tanımış olurlar.Kendi antijenlerini tanıyan bu immun sistem hücreleri kendi antijenlerine karşı tolerans geliştirir böylece herhangi bir otoimmun durum oluşmaz. Sıklıkla genç kadınlarda klinik semptomlar başlamadan önce dramatik olarak serum CRP miktarı çok çok azalır; bu nedenle vücutta her an olan inflamatuar durumlarda hasarlanan insan doku hücre antijenleri CRP ile işaretlenemez; bu nedenle bölgeye gelen immun sistem hücreleri kendi vücut antijenlerini özellikle İnsan Kromozomunun DNA histon proteinlerini yabancı bir antijen olarak algılar ve DNA proteinlerine karşı otoimmun saldırıya neden olacak Antinükleerotoantikor(ANA)'ları üretir. ANA antikorları otoantikor görevi görerek sağlıklı insan hücrelerinin çekirdeğindeki kromozom proteinlerine bağlanır bu durum kromozomu hasarladığı için doku hasarına bozunumuna yol açan patolojik süreçleri başlatır. Vücudumuzda sürekli subklinik bir inflamasyon mevcuttur.İnflamasyonda immun sistem hücrelerinden salınan IL-1,IL-6, TNF-alfa gibi sitokinler Karaciğer hücrelerini(hepatositler) uyararak CRP,Serum Amiloid proteinleri gibi akut faz reaktanlarının üretilip kana verilmesine yol açar. Fakat, SLE'de ağır bir inflamatuar süreç olmasına karşın CRP ve diğer akut faz reaktanlarının serum düzeyi sıklıkla normal veya göreceli olarak azalmıştır. Oysa SLE dışındaki Romatoid artrit gibi inflamatuar romatizmal hastalıklarda CRP ve diğer akut faz reaktanları serum düzeyi normalin kat kat üstünde değerlerdedir. Bu durum aşağıdaki iki nedenden ötürü SLE'nin oluşum mekanizmasını açıklar: Bunun gibi hipotezlerde olduğu öne sürülmüş problemler serum CRP ve akut faz reaktanı miktarını göreceli olarak düşürür. Patolojik süreçlerde; Sık hasarlanan doku genelde böbrek tübül hücreleridir. Bunun yanında klasik romatolojik hastalık kuralına bağlı olarak eklemler(artrit), kan damarları(Reynaud fenomeni), deride (kelebek tarzında yüz döküntüsü,fotosensivite),gastrointestinal sistemde(bulantı,kusma,malabsorbsiyon) gibi bulgular verir. Her romatolojik hastalıkta olduğu gibi belli miktar periton ve perikard, pleura gibi bağ doku kılıflarında da doku harabiyeti olur. Klinik bulgular bu patofizyolojik süreçler üzerinden şekillenir. Türkiye'de SLE'nin hangi sıklıkla görüldüğü araştırılmamıştır. Bu tür araştırmaların yapıldığı ülkelerde 100.000 kişide 40 ila 100 kişide görülür. Her yaşta ortaya çıkabilirse de, en sık 13-40 yaşları arasında görülür. Hastaların %90’ı doğurganlık yaşındaki kadınlardır. Kadın/Erkek oranı 9/1dir. SLE, çocuklarda ve yaşlılarda da görülür. Kız çocuklarında erkek çocuklarına oranla üç katı fazladır. Hastalığın başlangıcında hastalarda yorgunluk ve eklem şişmesi gibi bir veya iki yakınma olur. Sonra SLE’nin diğer özellikleri gelişebilir. Tutulan organlara göre hastalığın şiddeti hastadan hastaya değişir. Lupus hastalığı tamamen ortadan kalkmayan ancak alevlenen ve sönen, belli dönemlerde ilaçlarla yatıştırılması gereken bir hastalıktır. Tanı konduğunda çoğu hastada yorgunluk, ateş ve kilo kaybı gibi yakınmalar görülür . SLE’li hastaların yaklaşık %90’ında ilk yakınma eklem iltihabı (artritis) veya eklem ağrısıdır (artralji). Lupus’a bağlı eklem iltihabı çoğunlukla eklemlerde kalıcı hasar ya da şekil bozukluğuna neden olmaz. Deri, saç ve vücudun ıslak yüzeylerinde (mukoza) görülen bozukluklar SLE’nin ikinci en sık görülen belirtileridir (Hastaların %85’inde). SLE’de birçok değişik tipte deri belirtileri görülebilir. Her iki yanak ve burun köprüsünü kaplayan, burun ve dudak arası oluklarda görülmeyen, karşıdan bakınca gövdesi burun olan bir kelebekmiş gibi görünen kırmızımsı döküntü (malar döküntü) olabilir. Ayrıca kurdeşen, sivilce, çıban benzeri yaralar, harita tarzı görünüm, cilt altı yağ dokusu iltihabı(inflamasyon'u), saç dökülmesi gibi diğer deri belirtileri de görülebilir. Bazen ağız ya da burun içinde zaman zaman acı verebilen yaralar çıkabilir. Raynaud belirtisi görülebilir (“reyno” okun
ur, soğukta el veya ayakta ortaya çıkan beyazlaşma, morarma ardında kızarma anlamına gelir). Hastaların %50-60’ında fotosensitivite (ışık duyarlılığı) bulunur.Güneş ışınları ile cilt yakınmaları artabilir ayrıca genel olarak hastalıkta da alevlenme görülebilir. Yaklaşık %50 hastada klinik olarak belirgin böbrek tutulumu olur. Böbrek yetmezliği SLE hastalarında önemli bir ölüm nedenidir. SLE’de akciğer, kalp veya karın zarı iltihabı ortaya çıkabilir. Nefes almakla,öksürmekle artan yan ağrısına neden olabilir. Buna rağmen akciğer filmlerinde bozukluk görülmeyebilir. SLE kalbin tüm tabakalarında iltihaplanmaya neden olabilir. Libman sacks endokarditi (kalbin iç tabakasının iltihabı) SLE’nin tipik kalp bulgusudur. Lupusta kalp kapakçığı hastalığı da görülebilir. Damar bulgusu bulgu olarak da hastaların %10’unda daha çok bacaklarda damar içi pıhtılaşma gelişir. Sinir sistemi belirtiler de bu hastalarda oldukça değişiktir. Hastalarda psikoz, depresyon gibi bulgular yanında sara nöbetleri, beyin kanaması, geçici felçler görülebilir. Psikiyatrik bulgulardan depresyon, psikoz kortizon kullanımına da bağlı olabilir. Bu durumda ilacı kesmek gerekir. Hastaların %50’ sinde mide barsak sistemi bulguları saptanır. İştahsızlık, bulantı, kusma en sık olanlarıdır. Bu bulgular karın zarı iltihabına, bağırsağın damarsal hastalığına veya ilaç tedavilerine bağlı olabilir. Mide barsak tutulumu, yemek borusuna ait bulgular, barsağı besleyen damarların iltihabı, iltihabi bağırsak hastalıkları, pankreas iltihabı veya karaciger hastalığı şeklinde kendini gösterir. Hafif veya orta derecede dalak büyüklüğü hastaların %20’sinde saptanır. Klinik olarak hastalığın aktif olduğu dönemlerde, hastaların yarısında boyun, koltukaltı ve kasıkta bezeler (lenf bezleri) ortaya çıkabilir.. Hastaların küçük bir kısmında önemli derecede kan hücre yıkımı görülür. Bunu dışında diğer kan hücrelerinde de anormallikler ve azalmalar görülebilir. Eklem ağrıları ile birlikte vücudun birden fazla sistemini etkileyen hastalığı olan kişilerde SLE’den şüphelenilmelidir. Tanı için ilk önce AntiNükleer antikor (ANA) testi yapılmalı ve pozitif çıkan bu test sonrasında anti-dsDNA ve anti-ENA testleri gerçekleştirilmelidir. Tanı bu testlerin sonuçlarına göre verilmelidir. ANA'nın (antinükleer antikor) pozitif çıkma durumu, sadece SLE hastalarında görülen bir durum değildir. Bu pozitiflik SLE düşündürmesine karşın nihai tanı için yeterli değildir. Aynı aileden anti-DNA adı verilen bir tahlil ise daha çok Lupus’a özgüdür. Hastaların yaklaşık üçte ikisinde bulunur. SLE iyileşme ve alevlenme dönemleriyle seyreden bir hastalıktır. Alevlenme dönemlerinde kortizon dışı antiromatizmal ilaçlar, sıtma ilaçları, kortizon ve immunsupresif (bağışıklı sistemini baskılayıcı) ilaçlar kullanılabilir.tedavide en çok kullanılan ilaç kortikosteroidlerdir. Kortizonun kullanılmaya başlanmasından önce ölümcül olabilen bu hastalıkta bağışıklık sistemini düzenleyen tedaviler sayesinde hastalık kontrol altında tutulabilmektedir. Sistemik tam olarak ortadan kaldırılabilen bir hastalık değildir. (4 ve üzeri tanı kriteri taşıyanların yüksek olasılıkla lupus hastası olduğu düşünülür. Sınıflama kriterleri günlük uygulamada tanı koymaktan çok, klinik çalışmalara alınan hastaların yüksek olasılıkla sözü edilen hastalığı taşıdığından emin olmak için kullanılır.) Qatsi Üçlemesi Qatsi üçlemesi, yapımcılığını Godfrey Reggio'nun üstlendiği ve müziklerini Philip Glass'ın bestelediği üç filmlik bir seriye verilen ve resmi olmayan bir addır. Yapım tarihlerine göre filmler şunlardır: Üç filmin de ismi Hopi kabilesinin dilinden alınmış sözcüklerdir. Şehremini Şehremini, Osmanlı Devleti ve Cumhuriyet öncesi Türkiyesinde belediyelerin işlevlerini gören "şehremaneti" idaresinin başı. Şehremanetleri 16 Ağustos 1854 tarihli bir fermanla, Fransız komün idareleri örnek alınarak kurulmuştur. Cumhuriyet döneminde ise uzun bir süre vali aynı zamanda belediye başkanlığı görevini de üstlenmiştir. İstanbul şehremaneti İstanbul'daki saraylar ve devlete ait yapıların bakım ve onarımıyla da ilgilenirdi. Grease Bar Bar şu anlamlara gelebilir: Anglosaksonlar Anglosaksonlar, 5. yüzyıldan itibaren günümüzde İngiltere olarak adlandırılan bölgeyi istila eden ve 1066'daki Norman İstilası'na kadar yöneten Cermen halkı. Angluslar, Saksonlar ve Jütlerden oluşur. Anglosakson sözcüğü kıta Avrupası yazarları tarafından ilk kez 8. yüzyılda kullanılmaya başlandı. Bede "Antiqui Saxons" (Eski Saksonlar) tabirini kullanıyordu. Norman İstilası'ndan sonra Anglosakson sözcüğü İngiliz anlamında kullanılmaya başlandı. Anglosakson tabiri günümüzde İngiliz soyundan gelen beyaz ırkları tanımlamakta kullanılır. İngiliz sözcüğü, Anglus (İngilizce: "Angle") sözcüğünden gelir. Bede'ye göre Angluslar, Saksonlar ve Jütilerden oluşan Cermen halkları 5. ve 6. yüzyıllardan itibaren Almanya'dan göç ederek İngiltere'nin çeşitli bölgelerine yerleştiler ve ayrı ayrı krallıklar kurdular. Bu halklar Britanyalı kabile şefi Vortigern'in davetiyle, Pikt ve İrlandalı işgalcilere karşı Vortigern'in topraklarını savunmak için gelmişlerdi. İlk gruplar Romalıların Britanya'dan çekildiği 410 yılından önce geldiler. İngiltere'deki Anglosakson yerleşkeler ve kuran halklar şunlardır: Essex, Sussex ve Wessex (Saksonlar); East Anglia, Middle Anglia, Mercia ve Northumbria (Angluslar) ve Kent (Jütiler). Bu yedi topluluk ortak yönetim anlamında bir heterarşi oluştururlar ancak IX. yüzyıldan itibaren adaya başlayan Dan akınlarını durduramazlar. Sonunda 871 yılında Dan'ları mağlup etmeyi başaran Wessex kralı Büyük Alfred olur ve Güney İngiltere'nin kralı haline gelir. 878 yılında Alfred ile anlaşan Dan'lar, Wessex'ten çekilmeyi kabul ederler. Alfred'den sonra gelen krallar bir süre Dan'ları engellemeyi başarsalar da Dan'lara yüklü miktarda vergi ödemeyi kabul etmek zorunda kalırlar.Hatta Danimarka kralı Sveyn Forkbeard (986-1014) ve ardılı Knud (986.1014) İngiltere kısa bir süre Danimarka Krallığının parçası haline gelir. Nihayet Norman Prensi I. William tarafından (1066) adaların istilasıyla son bulmuştur. Norman istilası, aynı zamanda İngiltere'nin son istilasıdır Bu döneme ait arkeolojik buluntuların çoğu Suffolk eyaletindeki Woodbridge yakınlarındaki Sutton Hoo höyüğünde bulunmuştur. Wessex'lerin kurduğu bu hükûmetin esası Germen örf ve adetlerine dayanmakta, halk; asilzadeler, hür çiftçiler, yarı hür olanlar ve kölelerden meydana gelmekteydi. Daha sonra aristokrat bir zümre gelişerek hakimiyeti ele geçirmiştir. Anglosaksonlar önceleri putperestken VI. yüzyılın sonlarında Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir. Normanlar; Anglosaksonların dil, edebiyat, hukuk ve çeşitli adetlerine tesir etmişlerdir. Tayf Tayf renklerin, seslerin, elektromanyetik dalgaların ya da diğer fiziksel gerçeklerin, belli bir değer kümesi ile sınırlanmadan birbiri ardına süreklilik içinde sonsuz değişmesi durumudur. Dalga tayfı çeşitli dalgaboylarındaki sinyallerin ve bunların kuvvetlerinin tanımlanmasıdır. Tayf genelde dikey düzlemde genlik ve yatay düzlemde frekans bulunacak şekilde bir grafik olarak verilir. Ses dalgalari için, ses tayfı terimi kullanilir. Ses tayfı seste oluşan yüksek ve alçak tonları gösterir. Görünür ışık için ( dalgaboyu 380 nm ile 800 nm arası) tayf ışıkta beliren renkleri verir. Görünür ışık aslında gamma ışımasından radyo dalgalarına kadar uzanan elektromanyetik ışıma tayfının (bkz. elektromanyetik tayf) küçük bir bölümünü oluşturur. Platin Platin, Periyodik cetvelde Pt simgesi ile gösterilen kimyasal bir element olup atom numarası 78'dir. Ağır, dövülebilir, sünek, grimsi beyaz renkli, geçiş metalleri grubunda, kıymetli metallerdendir.Altından sonraki en kıymetli metaldir. Korozyona dayanıklı olup bazı bakır ve nikel cevherlerinde bulunur. Kuyumculukta, laboratuvar cihazlarında, elektrik kontaktlarında, diş hekimliğinde ve otomobil egzoz kontrol cihazlarında kullanılır. Simyacıların platin için kullandıkları simge, altın ve gümüşün simgelerinin bir araya getirilmiş şeklidir. Platin saf hâldeyken gümüşümsü beyaz renklidir. Korozyona dayanıklıdır. Platin grubu metallerin altı üyesinin de (rutenyum, rodyum, paladyum, osmiyum, iridyum, ve platin) katalitik özellikleri çok üstündür. Bu nedenle platin, otomobillerin egzoz sistemlerindeki katalitik dönüştürücülerde ve bujilerin uçlarında kullanılır. Platin, yüksek aşınma ve kararma direncinden ötürü ideal bir hassas kuyumculuk metalidir. Platin altından daha kıymetlidir. Platin fiyatları, piyasadaki arz-talep dengesine göre değişmekle birlikte normalde altının iki mislidir. Dünya'da bilinen en değerli 2. maden olduğu bilinmektedir. 18. yüzyılda platinin nadir bulunur oluşu, Kral XV. Louis'nin onu, "krallara layık tek metal" olarak tanımlamasına neden olmuştur. Göze çarpan diğer özellikleri arasında; kimyasallara karşı direnç, çok üstün yüksek sıcaklık özellikleri, ve kararlı elektriksel özellikler sayılabilir. Platin havada hiçbir sıcaklıkta korozyona uğramaz, ancak siyanür, halojenler, kükürt, ve alkaliler tarafından korozyona uğratılır. Hidroklorik asit (HCl) ve nitrik asit (HNO) içerisinde çözünmez fakat kral suyu (aqua regia) olarak bilinen karışımda kloro-platinik asit oluşturarak çözünür. Bilinen oksidasyon kademeleri +2, +3, ve +4'tür. Laboratuvar kaplarının, bozunmaya dayanıklı gereçlerin, tellerin ve ısıluçların yapımında, kuyumculukta, diş hekimliğinde ve elektrik kontaklarında kullanılır. Platin-kobalt alaşımları güçlü manyetik özellik gösterir. Platin rezistans telleri, çok yüksek sıcaklıklarda çalışan elektrikli fırınların yapımında kullanılır. Arabalarda hava kirliliğini önleyici donanımların yapımında, füzelerin uç konilerinin ve jet motorlarının ağızlıklarının kaplamasında, büyük gemilerin, denizaltı boru hatlarının ve çelik desteklerin katodik koruma sistemlerinde de platinden yararlanılır. Sülfürik asit eldesinde ve petrol ürünlerinin işlenmesinde katalizör olarak platin kullanılmaktadır. Platin dirençli termometreler, elektrolizde kullanılan elektrotlarda da y
er alıyor. Platin bileşiklerininse daha da yaygın kullanım alanları bulunur. Örneğin sisplatin, karboplatin ve okzaliplatinin DNA yapısı arasına girme özelliklerinden dolayı kanser tedavisinde kemoterapi sırasında kullanılabiliyor. Hekza kloroplatin asitse fotoğrafçılık, aynalar, mürekkep, porselen renklendirmesi, çinkonun aşındırılmasında kullanılmaktadır. Doğal hâlde bulunan platin ve platin alaşımlarının varlığı uzun zamandan beri bilinmektedir. Platin, Kristof Kolomb öncesi Amerikan yerlileri tarafından kullanılmışsa da Avrupalıların bu metalden ilk defa söz etmeleri 1557 yılına rastlar: bir İtalyan hümanisti olan Julius Sezar Skaliger (1484-1558), Panama ve Meksika arasındaki bir Orta Amerika madeninde bulunan bu gizemli metalden bahsederken onu, "şimdiye dek bilinen hiçbir İspanyol sanatıyla ergitilemeyen" olarak tanımlamıştır. İspanyollar metali ilk olarak Kolombiya'da bulduklarında ona "platina" veya "küçük gümüş" adını vermişlerdir. Platini gümüş cevherleri içerisinde istenmeyen bir empürite olarak görmüşler ve çoğunlukla da atmışlardır. Platin ilk olarak Antonio de Ulloa ve Don Jorge Juan y Santacilia adlı iki astronom tarafından keşfedilmiştir. Her ikisi de İspanya Kralı V. Felipe tarafından 1735-1745 arasında Peru'daki bir keşif gezisi için görevlendirilmişti. Ulloa, platina"yı, New Granada'da (Kolombiya) altınla birlikte bulunan ve işlenemeyen metal olarak tanımladı. Ulloa'nın gemisine dönüş yolculuğunda İngilizler tarafından el konuldu ve İngiltere'ye götürüldü. Kendisine iyi davranıldı, hatta Royal Society'ye üye bile yapıldı. Ancak bu bilinmeyen metalden bahsetmesi, hakkında yayın yapması 1748'e kadar yasaklandı. Oysa Charles Wood bu gelişmelerden bağımsız olarak 1741'de metali ayrıştırmıştı. Uzun yıllar boyunca uzunluk ölçüsü birimi "metre"nin tanımı, Sevr'deki (Fransa) Bureau International des Poids et Mesures'de bulunan platin-iridyum alaşımından yapılmış bir çubuk üzerindeki iki işaret arasındaki mesafe olarak tanımlanmıştır. Yine aynı şekilde platin-iridyum alaşımından yapılmış bir silindir de kilogram standardı olarak aynı yerde bulunmaktadır. Platin, standard hidrojen elektrodunun tanımında da kullanılmaktadır. Platin genellikle saf ya da iridyum ile alaşım halinde bulunur. Platin arsenik (sperilit minerali (PtAs)), Kanada'daki Sudbury cevher yataklarında nikel cevherleriyle bir arada bulunan ana platin kaynağıdır. Daha nadir bulunan sülfürlü minerali kuperit ((Pt,Pd,Ni)S) ise platini, paladyum ve nikel ile birlikte içerir. Kuperit'e genellikle Transvaal'de (Güney Afrika) rastlanır. Platin daha çok diğer platin grubu metallerle (PGM) birlikte ve Witwatersrand (Güney Afrika), Kolombiya, Ontario, Ural Dağları, ve bazı batı Amerika eyaletlerindeki alüvyal plasiyer cevher yataklarında bulunur. Platin ticari anlamda Sudbury cevher yataklarındaki nikel cevherlerinin işlenmesi sırasında yan ürün olarak elde edilir. Bu cevherlerde platinin yalnızca 0,5 ppm (1 ppm = milyonda bir) mertebesinde bulunması bile platinin ne kadar kıymetli ve işlenmeye değer olduğunun bir göstergesidir. Platinin beş adet kararlı izotopu ve bir de yarılanma ömrü 6 milyar yıl olan radyo-izotopu vardır: Pt-190. Platinin başka radyo-izotopları da vardır ve bunlardan en kararsızı yarılanma ömrü 50 yıl olan Pt-193'tür. Platin reaktif bir metal olmadığından herhangi bir sağlık problemi yaratmaz. Bazı platin kompleksleri (cis-platin), anti-tümör aktivitelerinden dolayı kemoterapi alanında kullanılmakta iseler de böbreklerde geri dönüşümü olmayan tahribata yol açarlar. Lee Harvey Oswald Lee Harvey Oswald (18 Ekim 1939 – 24 Kasım 1963), dört hükümet soruşturmasına göre Amerika Birleşik Devletleri 35. başkanı John F. Kennedy'ye 22 Kasım 1963'te Dallas, Teksas'ta suikast düzenlediği varsayılan keskin nişancı. New Orleans (ABD) doğumlu olup 1956-1959 yılları arasında deniz piyadesi olarak görev yapmış. Sosyalizmden etkilenen Oswald Rusça eğitimi alıp ordudan ayrılır. Sovyetler Birliği'ne iltica başvurusu yapar. Sovyetler Birliği'nde bir fabrikada işçi olarak çalışmaya başlar fakat 2 yıl yaşadıktan sonra Kaliforniya eyaletine taşınır. Orada ABD'nin Küba politikasının eleştiren bir dernek kurar. Sokakta Amerika aleyhine broşürler dağıtır. Bu yüzden sokakta insanlarla birçok defa tartışmış ve kavga etmiştir. Oswald 1962 yılında Pentagon'da göreve başlamış ancak KGB ajanı olduğu söylentileri üzerine işine son verilmiştir. ABD başkanı John F. Kennedy'ye suikast düzenlediği iddia edilerek tutuklanan Oswald 24 Kasım 1963 günü olaydan iki gün sonra Dallas Emniyet Müdürlüğü binası çıkışında Jack Ruby tarafından öldürülmüştür. Oswald üç el ateş etmiştir ve bunların sadece ikisi isabet etmiştir (Biri sırtına diğeri ise başına) ama başkan John F. Kennedy'nin vücudunda 8 yara izi bulunmuştur. 1964 Warren, 1975 Rockefeller ve Yahudi asıllı senatör Frank Churc'ün oluşturduğu komisyonlar Oswald'ın bu suikastı tek başına gerçekleştirdiği sonucuna varmışlardır. Bazı Balistik uzmanları ise; Oswald'ın suikast için seçtiği silahın eski yapısından dolayı böylesine büyük küresel bir etki yaratacak olay için uygun olmadığını ve eski bir asker olan Oswald'ın bunu bilmesi gerektiğini savunurlar. Bu gün Oswald'ın hayatı pek çok kitaba, belgesele, dizi ve filme konu olmuştur.Bunların içlerinden en meşhuru Oliver Stone'un yönettiği 1991 yapımlı "JFK" filmidir. Filmde Oswald, Gary Oldman tarafından canlandırılmıştır. 2016 yapımı "11.22.63" dizisinde ise Oswald'ı Daniel Webber canlandırmıştır. Kartal Demirağ Kartal Demirağ (1956, Afyon, Dazkırı), Türk suikastçi. Demirağ gençliğinde Alparslan Türkeş tarafından kurulan ve içerisinde MHP'li gençlere silahlı eğitim dahil birçok alanda eğitim verilen komando kamplarına katıldı. Dazkırı Kaymakamı Tuncer Ergüler'e silahlı olarak saldırarak yaralanmasına yol açtı. 18 Haziran 1988 yılında dönemin Başbakan'ı Turgut Özal'a ANAP kongresinde tabanca ile iki el ateş ederek suikast girişiminde bulunan suikastçi 27 Ocak 1989'da 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Sonradan Cumhurbaşkanı seçilen Özal tarafından affedilerek 16 Nisan 1992'de şartlı tahliye yasasından yararlanarak salıverilmiştir. İfadesinde Emlakbank'ı 90 milyar TL. dolandıran Kemal Horzum ve bazı kişilerin af çıkarmadığı ve Emlakbank davasıyla ilgilendiği için Turgut Özal'a karşı kin beslediklerini beyan etmiştir. çek ve senet sahtekarlığı suçundan Denizli Cezaevinde tutuklanmıştır. Özal suikastinin savcısı Uğur Tönük yaptığı araştırmalarda Demirağ'ın kontrgerilla bağlantılarını tespit etse de soruşturmaya devam edememiştir. Polat Alemdar Polat Alemdar, "Kurtlar Vadisi", "Kurtlar Vadisi Terör" ve "Kurtlar Vadisi Pusu" dizilerinin ve "Kurtlar Vadisi Irak", "Kurtlar Vadisi Filistin" ve "Kurtlar Vadisi Vatan" filmlerinin ana karakteridir. Necati Şaşmaz tarafından canlandırılıp, Umut Tabak tarafından seslendirilir. Polat Alemdar; Mehmet Karahanlı ile Nergis Karahanlı'nın öz oğludur. Mehmet Karahanlı, devlete birçok hizmette bulunmuş bir istihbaratçıydı. Özellikle Aslan Akbey'le birçok başarılı operasyon yapmıştı. Ancak en son ki görevlerinde gözünü para ve güç bürümüş olan Karahanlı; İsrail'e, Filistinlilerin kaldığı bir mülteci kampında silahların saklandığına ihbar ederek ihanet etmiştir. Bunun üzerine İsrail kampı bombalamıştır. O sırada kampta olan Aslan Akbey'in kardeşi ve gelini de ölmüştür. Aslan Bey ya da kod adıyla Amca, bunun öcünü almak için Karahanlı'nın oğlu Efe Yakup Karahanlı'yı kaçırmış ve Çocuk Esirgeme Kurumu'na vermiştir. Ömer Candan ve Nazife Candan isimli bir çift, Çocuk Esirgeme Kurumu'ndan bir evlatlık almak istiyordu. Amca, Efe Yakup'un bu çifte evlatlık olarak verilmesini sağlamıştır. Amca'nın amacı; Efe Yakup'un tanınmayan bir ailede saklanarak tekrar öz annesi ve babası tarafından bulunmasını engellemekti. Ömer ve Nazife Candan çiftiyse, Efe Yakup'a Ali ismini verdi. Böylece Mehmet Karahanlı'nın oğlu Efe Yakup Karahanlı, Ali Candan oldu. Ali Candan büyüyünce Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirerek bir diplomat oldu. Ali Candan, diplomat gibi görünse de bir istihbaratçıydı ve Aslan Akbey'e hizmet ediyordu. Ali Candan, birçok Avrupa ülkesinde başarılı operasyonlarda bulunmuştur. En son Kosova'da iken Aslan Akbey, onu yurda çağırmıştır ve en zor görev olan Kurtlar Vadisi Operasyonu görevini vermiştir. Ali Candan bunun için ailesi ve sevgilisi Elif Eylül ile vedalaştıktan sonra estetik bir ameliyat olmuştur ve yüzü değiştirilmiştir. Kendisine yeni kimlik olarak Polat Alemdar kimliği verilmiştir ve Ali Candan, trafik kazasında öldü olarak gösterilmiştir. Böylece Ali Candan, Polat Alemdar olmuştur. Kurtlar Vadisi Operasyonu'nda amaç, mafyanın en tepesindeki güç olan Kurtlar Konseyi'nin çökertilmesiydi. Bu görev çok zordu ve Kurtlar Konseyi çok güçlüydü. Öyle ki konsey Türkiye Cumhuriyeti'nin yıllık millî gelirinin yarısı kadar bir parayı kontrol ediyordu. Polat Alemdar, Duran Şatıroğlu'nun yeğeni olarak gösterilmişti. Aslan Akbey, durumu Duran Emmi'ye anlatmıştır. Bunun üzerine Duran Emmi, kendilerine yardımcı olmayı kabul etmiştir. Böylece Polat Alemdar, Duran Emmi'nin kıraathanesinde durmaya başlamıştır. Buradayken ileride en çok sevdiği insanlardan olan Seyfo Dayı ve Süleyman Çakır ile tanışacaktır. Seyfo Dayı, Duran Emmi'nin sağkoluydu ve Emmi'nin ölümümden sonra her zaman Polat'a yardımcı olmuştur. Süleyman Çakır geçmişte hapisteyken, kendisine Duran Emmi'yi öldürmesi karşılığında çok büyük para verileceği söylenmesi üzerine Duran Emmi'yi abdest alırken öldürecekti ki kendi babasınında kendisine abdest alırken öldürüldüğünü hatırlayınca onu öldürememiştir. Bu olaydan sonra Süleyman Çakır ile Duran Emmi'nin yolu hiç ayrılmamıştır. Duran Emmi, Çakır'a birçok yardımda bulunmuş hatta Çakır'ın kardeşi Derya Çakır'ı okutarak onun bir mimar olmasını sağlamıştır. Süleyman Çakır, aynı zamanda Kurtlar Konseyi'ne bağlıydı ve Testere Necmi'nin hiyerarşisindeydi. Çakır, birgün Duran Emmi'yi ziyarete geldiğinde Polat ile tanışmıştır. Bu tanışmadan sonra, Çakır'la arası açık olan Kurtlar Konseyi'nin İstanbul Sefiri Ş
evko, bir suikast ile Emmi ile Çakır'ı öldürmek istemiştir. Emmi ile Çakır kıraathaneden çıkarken, Şevko'nun adamları arabadan çıkarak onları öldürmeye çalışmış fakat Polat, Emmi ile Çakır'ı yeri yatırarak canlarını kurtarmıştır. Bundan sonra Polat ile Çakır can dostu oldular. Çakır ile Şevko arasındaki husumetin sebebi, kumarhane açma hakkının Şevko yerine Çakır'a verilmesiydi. Çakır'ın Şevko ile arası açılınca Konsey araya girerek bir barış sağlamış fakat bu barış çok kısa sürmüştür. Şevko'nun Duran Emmi ile de arası açıktı çünkü Şevko, Kanlıca Sırtların'daki evleri zorla zapt ederek oraya yeni binalar dikmek istiyordu ama Kanlıca sakinleri bunu reddediyordu. Evi Kanlıca'da bulunan Polat'ın çok sevdiği ve sonra dan üvey babası olduğunu öğrendiği Ömer Candan, bu yüzden Duran Emmi'den yardım istemiştir. Bunun üzerine Emmi, Şevko'nun yazanesine gitmiş ve ona Kanlıca işinden vazgeçmesine söylemiştir. Şevko bundan dolayı Duran Emmi'ye düşman olmuştu. Şevko, Konsey'in üyesi olanTombalacı Mehmet'in liderliğinde kurulan sehemde yer almış ve Tombalacı'dan başka sınır kapılarını kontrolü altında tutan Tuncay Kantarcı ve çok büyük miktarda parası olan İplikçi Nedim ile işbirliği yapmıştır. Bu sehemde amaç, İsrail'den gelecek olan uçaksavar mermilerini Irak'a ulaştırmaktır. Ancak bunu öğrenen Aslan Akbey, uçaksavar mermilerini taşıyan tırları Cizre'de durdurdu ve bu mermilerin ileride kullanılmak üzere gömülmesini emretti. Bu işte de başarısız olan Şevko, bir gazeteciye mektup yazarak herşeyi anlatacağını, amacının sadece kendisini aklamak olduğunu söylemiştir. Bundan haberdar olan Tombalacı, Şevko'yu öldürtmek için Şevko'nun saklandığı hastaneye adamlarını göndermiş ayrıca Çakır ile Polat'da, Şevko'yu sehem konusunda konuşturmak için hastaneye gitmişlerdir. Ancak Aslan Akbey, herkesten erken davranarak Şevko'yu konuşturdu ve sehemi Tombalacı'nın kurduğunu öğrendi ve Şevko'yu pencereden atarak öldürdü. Daha sonra Tombalacı Mehmet, Çakır'ın açtığı kumarhaneyi kendisine vermesini istedi ancak Çakır bunu kabul etmeyince kumarhaneyi tarattı ve birçok kişinin ölümüne ve yaralanmasına sebep oldu. Ölenlerden biri de Çakır'ın kızkardeşi Derya idi. Gene Polat ile Elif'te yaralanmıştı hatta Elif, omuriliğine mermi isabet etmesinden dolayı felç olmuştu ancak ileride fizik tedavi ile iyileşmiştir. Tombalacı, Çakır'ı öldüremeyince, birçok kez daha Çakır'ı öldürmek istemiş fakat hepsinde başarısız olmuştur. Çakır, iyileşince mahkemede yargılandı ve kumarhane işletmekten dolayı mahkum edilerek hapse gönderildi. Daha sonra, Elif, Polat, Memati ve Seyfo Dayı'nın çabalarıyla kurtuldu. Karahanlı, Tombalacı ile Çakır arasındaki meseleyi sona erdirmek için Tombalacı'yı yurtdışını göndermeye karar verdi. Karahanlı'nın sağ kolu ve Konsey üyesi Kılıç, Çakır ile görüşürken bunu Çakır'a bildirmiş ve Tombalacı'nın nereden hangi yatla gideceğini de Çakır'a söylemiştir. Çakır ve Polat, Tombalacı gelmeden önce yata baskın yaptılar ve kaptanla mürettebatın elini kolunu bağladılar. Böylece Tombalacı gelince onu pusuya düşürdüler ve yakaladılar. Tombalacı'yı, tarattığı kumarhaneyi getirdiler ve onu bir masaya bağladılar. Çakır, beyzbol sopasıyla Tombalacı'nın bütün kemiklerini kırdı ve Polat, Tombalacı'nın kafasına sıktı. Böylece Tombalacı'dan hesap sorulmuş oldu. Süleyman Çakır, Şevko'nun ölümümden sonra bir süre boş kalan İstanbul Sefirliği'ne getirildi. Çakır, sefir olunca İstanbul'daki tüm küçük mafyaları mekanına davet etti. Ancak Cerrahpaşalılar sorun çıkarsalar da Cerrahpaşalı Metin, Çakır'ın mekanına geldi. Çakır, bu mafyalardan kendisine biat etmelerini istedi. Cerrahpaşalı Metin, sorun çıkarınca Polat, ona biat etmesini söyledi. Polat, Metin'den "Sen kimsin lan racon kesiyorsun?" şeklinde bir cevap aldı. Bunun üzerine Polat, "Racon kesmiyorum, kafa kesiyorum"diyerek Cerrahpaşalı Metin'in kafasını kesti. Diğer mafyalarda biat ettiler. Ancak Cerrahpaşalı meselesi burada bitmedi. Konsey'in bir üyesi olan ve Konsey'in suikast işlerini yürüten Testere Necmi, Cerrahpaşalılar'dan yana oldu. Cerrahpaşalı Metin'in abisi Cerrahpaşalı Halit, intikam için yanıp tutuşuyordu. Çakır'a biat eden mafyalarda biatlarından döndüler ve Halit'den yana oldular. Testere Necmi, Çakır'ın karısı Nesrin'in kızkardeşi olan Meral'i kaçırdı ve bir eve hapsetti. Halit'de o eve saklandı. Çakır, evi bulunca eve girdi ve Meral'in yanına giderken Halit tarafından pusuya düşürüldü. Bunun sonucunda ağır yaralandı. Polat, Çakır'dan sonra eve gelince Meral'in ellerini ve ayaklarını bağlayan iplerini çözdü. Daha sonra Çakır'ı alarak hastaneye götürdüler. Fakat Çakır tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı ve öldü. Polat Alemdar, biatlarından dönen mafya babalarının hepsini Çakır'ın ölümüyle aynı gece öldürdü. Gene aynı gece, Cerrahpaşalı Halit'in evini bastı ve Memati, Halit'i boğarak öldürdü. Böylece Polat, Çakır'ın hesabını sordu ve başta Memati Baş olmak üzere Çakır'ın tüm adamları Polat'ın adamı oldular. Aslan Akbey, başına buyruk istihbaratçılardan olan Pala ve ekibi tarafından öldürüldü. Daha sonra da Seyfo Dayı'yı da aynı şekilde öldürdüler. Bunun üzerine Polat, Pala'yı yakaladı ve Aslan Akbey'i kimin emriyle öldürdüğünü sordu ve Kirve cevabını aldı. Daha sonra Pala, Polat tarafından öldürüldü ve bir çukura atılarak üstüne beton döküldü. Seyfullah Yördem'in namı diğer Seyfo Dayı'nın cenazesi sırasında Kirve, Polat ve Laz Ziya ile Kılıç'a, mezarı göstererek hepinizin geleceği yer burasıdır dedi. Bundan sonra Polat, Konsey üyelerinden Laz Ziya ile bir olarak Kirve'yi yakaladılar. Daha sonra Kirve'yi, Halo Dayı'ya teslim ettiler. Halo, Kirve'nin vaktiyle zulüm edip delirttiği Deli Mesut'u akıl hastanesinden aldı ve bir odaya aldı. Daha sonra Kirve'yi de o odaya attı. Mesut, bir gözlük camıyla Kirve'yi paramparça etti. Polat'ın öz babası Mehmet Karahanlı'nın amacı, dizide pek çok insanın bildiğinin aksine bizzat Dünya'nın düzenini değiştirmeyi planlayan bir amacı olan Tapınak Şövalyeleri'ni bertaraf edip dünyada hâkim bir güç haline gelmekti ancak zaafı onu ele verdi. Tek zaafı yıllar önce Aslan Akbey tarafından kaçırılan oğlu Efe Yakup Karahanlı, (Polat Alemdar veya Ali Candan)'dır. Oğluna karşı olan zaafı onu bitirmiştir. Mehmet Karahanlı, Tapınakçılar tarafından öldürüldü. Karahanlı'nın ölümünden sonra KGT'nin (Kamu Güvenliği Teşkilatı) kurucusu olan Doğu Eşrefoğlu, Polat'a gerçekleri anlatarak kendisinin Mehmet Karahanlı'nın oğlu olduğunu söylemiştir. Böylece Polat geçmişini öğrenmiştir. Polat, kendisinin aslında Ali Candan olduğunu, görev amacıyla Polat olduğunu ailesine anlatmıştır ve ailesine büyük bir sevinç vermiştir. Mehmet Karahanlı'nın ölümüyle iyice güç kaybeden Kurtlar Konseyi'ne rakip olarak, İbrahim Ahıskalı'nın lideri olduğu Rus Konseyi Türkiye'ye gelmiştir. Ancak bu Konsey'in üyelerinin tamamı, gene bu Konsey'in üyesi olan Akrep Bekir'in ihanetiyle Memati tarafından helikopterden taranarak öldürüldü. Kongrenski adlı örgütün lideri ve eski bir KGB ajanı olan Tilki Andrei, Rus Konseyi'ni denetlemeye, inisiyatifine bağlı olarak da öldürmek için Türkiye'ye gelmişti. Fakat Polat'ın bu konseyi ortadan kaldırması üzerine Tilki, ilk önce Konsey'e ihanet eden Akrep Bekir'in yatağına bir akrep koyarak Akrep Bekir'i öldürdü. Tilki Andrei, daha sonra Polat'ın dört adamını kaçırdı ve Polat'tan Samuel Vanunu'nun kellesini istedi. Fakat verdiği süre dolmadan Polat'ın adamlarını öldürdü ve Rusya'ya geri döndü. Polat Alemdar, bizzat Mehmet Karahanlı tarafından yazılan Kripteks adındaki belgeleri ele geçirmiştir. Fakat Kripteks'i açamamıştır. Çünkü Kripteks'in anahtarı Karahanlı'nın sağkolu Kılıç'ın çakısıydı. Kurtlar Konseyi'nin üyesi ve Karahanlı'nın avukatı olan Nizamettin Güvenç, tek başına Türkiye'ye hakim olmak istedi. Bunun sonucunda Konsey'in son kalan üyelerinden Laz Ziyayı hapishanede şişletti ve Kılıçı, çakısını kalbine saplayarak öldürdü. Böylece Kripteks'in anahtarı Nizamettin'in eline geçti. Ancak Nizamettin çok geçmeden Polat Alemdar tarafından yakalandı ve asılarak öldürüldü. Kılıç'ın çakısıyla Kripteks'i açan Polat, bundaki bilgileri aldı. Kripteks, daha sonra Polat'ın adamı Nevzat tarafından, Elif Eylül'ün defni sırasında Elif'in mezarına atıldı ve böylece burada gizlendi. Elif Eylül, Polat'ın Ali olduğuna öğrenince şoka girmişti ve bir trafik kazası geçirerek ağır yaralanmıştı. Daha sonra hastanede ölmüştü. Polat Alemdar, tüm bu olaylardan sonra, Los Angeles'a giderek Tapınakçılar'ın Dünya Baronu Amon ile görüştü. Amon, Polat'tan, Kripteks'i istedi. Polat Kripteks'i vermedi ve Amon ile bir anlaşma yaparak Türkiye'ye geri döndü. Türkiye'de, faaliyetlerinden dolayı mahkemede yargılanan Polat, serbest bırakıldı. En yakın dostu Süleyman Çakır'dan kalan adamlarıyla birlikte ülkeyi ele geçirmeye çalışan İskender Büyük adındaki emekli bir generalle savaştı. İskender Büyük'ün ortaya çıkması, İhtiyarlar adı verilen Türk derin devletinin Polat Alemdar ile temasa geçmesini sağlamıştır. Bu yüzleşmenin gerçekleşmesini istemeyen İskender Büyük'ün tüm engellemelerine karşın, Polat Alemdar buluşmayı gerçekleştirmiştir. Bu buluşma neticesinde ülke hakkındaki en net bilgileri edinmiş ve İhtiyarların desteği ile hareket rotasını belirlemiştir. Annesinin kalp krizi geçirmesi yüzünden Ebru Duru ile evlenmiştir. Kayınpederi Ercüment Duru'nun İskender Büyük'ün adamı olduğu ortaya çıkarmıştır. İskender Büyük ve yapılanması ile savaşmıştır. Başbakana yapılması planlanan suikastı engellemeye çalışırken başbakanın koruması tarafından vurulmuş ve ağır yaralanmıştır. En nihayetinde İskender Büyük, Davut Tataroğlu, İstihbaratlar ve Müsteşarlar gibi birçok üst düzey kişi ve makamı belirli bir amaç doğrultusunda, belirli sürelerde kullanan en büyük ve derin yapılanmayı, yani Gladio'yu keşfetmiş. Bu oluşumun Türkiye sorumlusu Aron Feller ile yüzleşmiş ve onunla mücadeleye girişmiştir. Gladio, Polat Alemdar'ın en yakın adamlarından birisi olan Abdülhey Çoban'ı kaçırıp konuşturmayı denemiş fakat kullandıkları yöntemler sonucu Abdülhey'in hafızasının son 10 yılı silinmiştir. Polat Alemdar A
bdülhey'in kayıp hafızasını geri getirmeyi başarmıştır. Peşindeki Gladio yapılanmasını atlatmaya çabalamaktadır. 2 kez Türkiye başbakanını suikasttan kurtarmıştır. İstanbul'da bir nükleer bombanın patlamasına engel olmuştur. İskender Büyük, en büyük düşmanı Polat Alemdar'ı yok etmek için karısını öldürüp kızını kaçırarak Aron Feller'e teslim etmiş, ancak bu davranışının bedelini canıyla ödemiştir. Polat Alemdar ilerleyen bölümlerde yaptığı operasyonda başarısız olduğundan KGT başkanlığı görevinden alınmış, yerine Ünsal Kemal Alnıaçık getirilmiştir. Devlet ile yolları artık ayrılmış olan Polat Alemdar, amacına ulaşmak için yöntem değiştirmiş; Şeref Zazaoğlu, Zülfikar Ağa, Baba Memduh ile iş birliği içine girip, mafya yapılanmasına tekrar dönmüştür. Sonraki bölümlerde bunun İhtiyarlar tarafından oynanmış bir oyun olduğu ortaya çıkmış ve Polat Alemdar KGT başkanlığı görevine tekrar dönmüştür. İlerleyen zamanlarda sağ kolu olan Memati Baş suikasta uğramış ve hayatını kaybetmiştir. Bu Polat Alemdar'ı psikolojik travma sürecine sokmuştur. Eski İhtiyarlar Başkanı ise suikast sonucu öldürülmüştür, yerine gelen yeni İhtiyarlar Başkanı Adil Eşrefoğlu (Doğu Eşrefoğlu'nun kardeşi), Polat Alemdar'ı KGT görevinden alıp yerine Mete Aymar ve Mete Ağır getirilmiştir. İhtiyarlar Başkanı Adil Bey, Polat Alemdar'a sonu ölüm olan bir görev vermiştir. Burada Polat'ın görevi örgütü çökertmek ve başkanı öldürmektir. Bunu başaramaz. Çıkan çatışmada ağır yaralanır ama bir müddet öldü zannedilir ve kayıtlara öldü olarak geçirilir. Artık Polat Alemdar'ın kimliği yoktur. Polat, belli bir süre yaşadığını herkesten saklamış, maske takarak görevine devam etmiştir. İlerleyen bölümlerde İhtiyarlar Heyetinin yeni başkanı olan Aksaçlı Adil Bey, kötü bir oyun ile makamından edilmiş ve yerine yeni gelen Sencer Bey, devletin bölgesel güç olma stratejisinden çıkararak NATO'nun emrine sokmaya çalışmaktadır. Memati'nin ölümü, Polat'ın Suriye'de zarar görmesi Sencer Bey'in oyunudur. Birçok devlet kurumu, Mete Ağır ve başta KGT, bu oluşumu ve değişime erken uyanıp Maskeli daha sonra dan öğrendikleri Polat Alemdar'la birlikte hareket etmiştir. Sencer ise Poyraz adında hainlik etmiş eski bir istihbaratçıyı operasyonal işleri yapması için Özbekistan'dan çağırır. Poyraz, Polat Alemdar ve ekibini yok etmek için uğraşacaktır. Alemdar'ın ailesine de zarar verir. Polat Alemdar Poyraz'ın en yakın adamını yakalayıp öldürmüştür. Poyraz, Kara ve Abdülhey'i tam öldürecekken onu engellemiştir. Polat, Sencer Bey'i deşifre ederek heyeti kurtarır. Ancak kendisi tehlikeye düşer. Poyraz'a esir olan Polat, Poyraz'ı Tapınakçılar'a gönderir. Poyraz, Tapınakçı olur. İlk görevi İhtiyarlar Heyeti'ni yıkmaktır. Bunu başarır, heyet deşifre olur. Polat, deşifre olan eski heyeti yok ederek yeni heyeti oluşturmak için "Soy Kitabı" na ulaşarak yeni heyet üyelerini göreve çağırır. Heyet eskisi gibi güvenli ve tehlikesiz bir biçimde yeni üyeleriyle hükmüne devam eder. Yeni ak saçlı ise "Hoca" dır. Sırrı bilen tek kişi olan Polat Alemdar kendisi hakkında infaz kararı çıkarır ancak KGT Lideri Akif tarafından boğulurken İhtiyarlar Heyeti tarafından ölümü engellenir ve Aksaçlı seçilir. Polat Alemdar, dağılan ekibini toparlamak ister. Polat, Aksaçlı olduktan sonra naip görevine getirdiği Abdülhey ile temas kurmuş ancak Abdülhey, Polat yaşadığını sakladığı için kırgınlık duyduğundan Polat'ın tekliflerini kabul etmemiştir. Polat'ın öldüğünü sanan Cahit'in intikam almak için içine sızdığı Tapınakçılar adında oluşum ile mücadeleye giren Polat, Kara'ya bir görev verir. Tapınakçılar'ın İhtiyarlar Heyeti'ne zarar vermek amacıyla Türkiye'ye getirdiği Armageddon Timi'ne karşı tüm dünyada mücadele edecek olan Siyah Sancak Timi kurulacaktır. Abdülhey Çoban'ın ölümüyle Memati Baş'ın ölümünde yaşadıklarının bir benzerini yaşayacaktır. "Ben bu oyunu bitirmeye ant içtim, Dünyanızı başınıza yıkacağım." diyerek sahalara geri dönmüştür. Fakat kısa bir süre sonra Kara Irak'ta ŞEDİD'e esir düşmüştür. ŞEDİD Komutanı Sagir ve Mr.Key Kara'ya ebola enjekte eder. Bunun sonucu Kara: "Onların pisliğiyle öleceğimi kendi askerimin kurşunuyla ölürüm." diyerekten kendisini Siyah Sancak elemanlarına öldürtmüştür ve Polat için ağır bir kayıp olmuştur. Yeni ekibi Cahit Kaya, Güllü Erhan, Timur ve Yasin'den oluşmaktadır. 2014'te babasıyla birlikte sabah namazını eda ederken babası secdedeyken dünyaya gözlerini yumdu. Böylece en büyük kayıplarından birini yaşadı. Abdülhey Çoban, ölünce bardak taşmış ve Polat'ın, 2005 yılında Tapınakçılar'ın Dünya Baronu Amon ile yaptığı anlaşma Amon tarafından bozulmuştur. Polat Alemdar, 2005 yılında Elif Eylül'ün defni sırasından eski adamı Nevzat tarafından Elif'in mezarına atılan ve orada saklanan Kripteks'deki belgeleri kopyalayarak CIA, MOSSAD, Beyaz Saray gibi önemli kurumlara gönderdi. Böylece Tapınakçılar'ın tüm pislikleri ortaya döküldü ve Tapınakçılar'a karşı tüm dünyada Piramit Operasyonu başlatıldı. Böylece Tapınakçılar birçok zarara uğrayarak ağır kayıplar verdiler. Polat, anlaşmanın bozulmasından dolayı Amon'u Türkiye'ye davet etmiştir. Bunun üzerine Amon, İstanbul'a gelmiş ve Polat ile Ayasofya'da görüşmüştür. Amon bundan sonra Armageddon Timi'ni Türkiye'den çekmiştir. Böylece İngilizler, kendilerine Türkiye'de meydan bularak daha rahat hareket etmeye başladılar. İngiliz-İsrail ortaklığıyla Brandon tarafından kurulan Lion Timi Türkiye'ye geldi ve Siyah Sancak ile çatışmaya başladı. Bu timin komutanı olan ve eski Armageddon Timi lideri olan Mr.Key, Akif tarafından öldürülünce timin başına Juliet geçti. Coğrafi Keşifler ile birlikte güçlenen hanedanlar, çok uzun zamandan beridir vardılar ancak Coğrafi Keşifler ile birlikte güçlenince kendilerini iyice belli etmeye başladılar. Bu güçler Coğrafi Keşifler'den önce dünyanın %9'na hakimken keşiflerle dünyanın %82'sine hakim oldular. 1914-1918 yılları arasında gerçekleşen I. Dünya Savaşı'nda sonra bu hanedanların tarihe karıştığına herkes inanmıştı. Ancak sadece bu savaşta yenilen devletlerin hanedanları tarihe karışmıştı. I. Dünya Savaşı'ndan galip çıkan devletlerin hanedanları ise bu yolla kendilerini gizlemişlerdir. Polat Alemdar'ın, Kripteks'deki bilgileri açıklaması sonucu başlayan Piramit Operasyonu ile bu güçler bir araya geldiler ve Tapınakçılar aracılığıyla Polat Alemdar'a karşı büyük bir savaşa girdiler. Polat Alemdar, Brandon'un kendisiyle ilgili yalan videolar yayınlaması üzerine INTERPOL, Polat hakkında yakalama kararı çıkarmıştır. Polat, uzun bir kovalamaca sonrası yeni KGT Ofisi'nin bulunduğu dağdaki sığınağa kaçmıştır. Bu sığınağa Aksaçlı olan Hoca ve Siyah Sancak tarafından Lion Timi'nin elinden kurtarılan Süha Tarık'nda gelmesiyle Ömer Baba'nın gizli vasiyeti açıklanmıştır. Bu vasiyete göre Ömer Baba, kendisinin bu ocakların sır katibi olduğunun Polat'a bildirilmesini ve bu Ocaklar'ın liderliğinin Polat Alemdar'a verilmesini istemiştir. Bu Ocaklar Osmanlı döneminde kurulmuştu. Çünkü I. Dünya Savaşı başlayınca Osmanlı Devleti, daha iyi bir savunma yapabilmek için merkez olan İstanbul'u güçlü tutmuştur ve Rumeli ile Arap Yarımadası'ndaki topraklarda yeni devletler kurulmuştur. Osmanlı Devleti, bu devletlerde kurulan, toplam sayıları 52 olan ocaklar aracılığıyla gene bu devletlere hakim olmuştur. Bu ocaklar, Anadolu'daki Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında çok büyük rol oynamıştır. Bu ocaklar, Cumhuriyet Dönemi'nde de varlıklarını korumuşlardır ve günümüze kadar gelmişlerdir. Polat, Süha Tarık sayesinde öğrendiği bu vasiyette Ömer Baba'nın, kendisinden istediği Ocaklar'ın başına geçmeyi kabul etmiştir. Polat Alemdar İngilizce, Fransızca, Arapça, Rusça ve Kürtçe'yi çok iyi konuşur. Her tür silah ve dövüş konusunda uzmanlaşmıştır. Polat Alemdar, Dünya Baronu tarafından Baronluğa kadar yükseltilmiş, hatta masonik bir örgüt tarafından Lübnan başbakanı Fuad Sinyora'ya zorla suikast düzenlemesi için Suriye'ye dahi gönderilmiştir. Polat Alemdar Irak'ta girdiği operasyonda Türk askerlerinin kafasına çuval geçiren Amerikalı komutan Sam William Marshall'ı başa baş bir kavganın sonunda bıçaklayarak öldürmüştür. Kurtlar Vadisi dizisinin popülerleşmesiyle birlikte toplumda özellikle gençler arasında Polat Alemdar rol modeli olarak görülmeye başlanmıştır. "Uluslararası Politik ve Strateji Araştırmalar Merkezi'nin 17 ilde 2010 lise öğrencisi arasında yaptığı ankette “Kendinize yetişkin olarak kimi örnek alırsınız” sorusunda Polat Alemdar birinci sıraya oturmuştur. Polat Alemdar'ın şu anda yaşamasında aslında biraz da Laz Ziya'nın payı vardır. Konsey de Polat Alemdar'ın kalemi kırılacağı anda Laz Ziya araya girip kızım ile Polat Alemdar nişanlanacak. diyerek konsey baronu olan Mehmet Karahanlı'nın kalemi kırmasını engellemiştir. Polat Alemdar Suriye'ye gönderilmeden önce Masonlar onu öldürdü ve adrenalin iğnesi ile tekrar canlandırıp kendi taraflarına çekmek için konuşma yaptılar. Polat Alemdar onlardan olmayı kabul etmeyince tekrar bayıltıp Suriye'ye gönderdiler. Suriye de zorla da olsa operasyonu yaptırdılar. Çeşme Çeşme, borularla gelen suyun bir oluk ya da musluktan aktığı düzenek. Evin mutfak, banyo, tuvalet gibi kısımlarında bulunduğu gibi umumi çeşmeler de vardır. Genellikle yol kenarlarında herkesin yararlanması için yapılan çeşmelerin yanı sıra bazen mahalle, köy meydanı, yayla gibi ortak yaşam alanlarında da bulunur. Farsça kökenli gözyaşı anlamına gelen çeşm kelimesinden türemiştir. Osmanlı kentinin fiziki yapısında çeşmeler önemli bir yere sahiptir. Kentte hemen her mahallede en az bir çeşmenin bulunması gerekiyordu. Mahalle dokusunun oluşumunda ve gelişiminde çeşmeler belirleyici unsurlardan birisidir. Çoğunlukla düz kenar ve saçak silmeleriyle kuşatılan çeşme cepheleri, sâde görünümlü, düz-masif tasarımlara sahiptir. Sokak çeşmeleri tek, iki ve üç cepheli tasarımlar sergilerler. Mevcut çeşmeler arasında; bağımsız, bir duvarın yüzeyine ya da iki sokağın kesiştiği köşeye yerleştirilmiş örnekler bulunmaktadır. Çeşmelerin büyük bir bölümünde su haznesi bulunmaktadır. Selçuklu ve Osmanlı devri yapı
larında; taş, mermer, tuğla, kiremit, kerpiç, alçı, harç, ahşap, demir ve kurşun türündeki yapı malzemeleri kullanılmıştır. Günümüzde ise daha çok demir, paslanmaz çelik, pirinç ve daha değişik metaller kullanılmaktadır. Kulplu, kulpsuz gibi farklı tasarımları mevcuttur. Çoban çeşmeleri yerleşim alanlarından uzakta bulunan ve gelen geçen yolcuların, çobanların ve hayvanların su içmeleri için yapılmış basit yapılardır. Anadolu'nun köylerinde bir simge haline gelmiş çeşmeler birçok olaya da özellikle de efsaneleşmiş sevda hikâyelerinde ve şiirlerde geçmektedir. Genellikle su akan, ve suyu biriktiren iki kısımdan oluşan bu yapılarda: su akan kısımı genelde taş yapı, suyu biriktiren ve hayvanların sulanmasına yarayan yalak kısmı ise beton veya gövdesi oyulmuş tomruk'tan yapılmıştır. Faruk Nafiz Çamlıbel'in "Çoban çeşmesi" adlı bir şiiri de vardır. Bu şiir bestelenmiş ve şarkı yapılmıştır. Mannheim Mannheim yaklaşık 313.000´lik nüfusu ile Stuttgart´tan sonra Baden-Württemberg eyaletinin ikinci büyük şehridir. Hessen, Rheinland-Pfalz ve Baden-Württemberg eyaletlerinin kesiştiği noktadadır. Bugün, Avrupa Metropol bölgelerinden Ren-Neckar Üçgeni´nin ("Rhein-Neckar-Dreieck") ekonomik ve kültürel merkezini oluşturur. Bulunduğu bölge 1800´li yıllara kadar tarihî Kurpfalz beyliği olarak bilinmiştir ve bugünkü Baden-Württemberg, Rheinland-Pfalz, Hessen, Bavyera, Saarland ve Alsace´ın bulunduğu (Almanca: Elsass, bugün: Fransa´ya aittir) yerleşim bölgelerinin büyük bir kısmına hâkim olmuştur. 1720-1778 arası bu beyliğin hatta konak şehri olup çok büyük oranda kültürel ve ekonomik açıdan faydalanmıştır. Rheinland-Pfalz eyaletine bağlı olan Ludwigshafen´i (nüfus 160.000) ve Baden-Württemberg eyaletine bağlı olan Mannheim´ı Ren Nehri, idari açıdan birbirinden ayırır. 1896´da Büyükşehir olmuştur. Kuzeyinde Frankfurt (70 km uzak) ve güneydoğusundae Stuttgart (95 km uzak) ticaret merkezleri bulunduğundan, bu iki bölgenin arasında ulaşımcılıkta merkezî önem taşır. Yüksek kapasiteli ulaşımını, karayollarında, otoyollar ve diğer yollar, demiryollarında yolcu ve yük taşımacılığı, karasuyollarında Ren ve Neckar nehirleri sağlar. Triyaj garı Almanya´nın ikinci büyüğüdür ve mevcut içlimanı Avrupa´nın en önemlilerinden biridir. Dünyada yapılan önemli icatlardan bazıları Mannheim´da veya Mannheim´lılar tarafından edilmiştir: 1817 ´de Karl Drais ilk gidonlu bisikleti, 1886´da Carl Benz ilk benzinli otomobili, 1921´de Heinrich Lanz traktörü ve 1929 Julius Hatry ilk roket uçağını RAK 1 ve RAK 2 icat etmişlerdir. Mannheim, Ren ve Neckar nehirlerinin kesiştiği Yukarı Ren Bölgesinde ("Oberrheingebiet") konuşlandırılmıştır. Mahalleleri Ren nehrinin sadece sağında ama Neckar nehrinin sağ ve sol tarafındadır. Yukarıda belirtildiği gibi Mannheim, Avrupa Metropol bölgelerinden Ren-Neckar Üçgeni´ni ("Rhein-Neckar-Dreieck") oluşturur ve 2,35 milyon nüfuslu bölgenin en kalabalık merkezî kentidir. Ren-Neckar Üçgeni Hessen eyaletinin güneyini, Rheinland-Pfalz eyaletinin "Vorderpfalz"´ını, Baden-Württemberg eyaletinin Mannheim ve Heidelberg şehirlerini ve Rein-Neckar-Idari ("Rhein-Neckar-Kreis") bölgesinin güneyini kapsar. Frankfurt am Main, Mannheim'in yaklaşık 70 km kuzeyinde, Stuttgart ise yaklaşık 95 km güneydoğusundadır. Mannheim şehri 17 adet mahallelere ("Stadtbezirke") bölünüp, 6 iç ve 11 adet dış mahallelerden oluşur. Her mahallede bir mahalle muhtarlığı ("Bezirksbeirat") vardır. Mahalle muhtarlığını o mahallenin 12 sakini oluşturur. Bir mahalleyi etkileyecek her konuda, Mannheim şehir yönetiminin söz konusu olan mahallenin görüş ve fikirlerini almak ve değerlendirmeyle mükelleftir. Verilecek veya uygulanacak hükümlerde ama en son söz ve mesuliyet gene Mannheim şehir yönetimine ("Rat der Stadt Mannheim") aittir. Innenstadt/Jungbusch, Lindenhof, Neckarstadt-Ost/Wohlgelegen, Neckarstadt-West, Neuostheim/Neuhermsheim, Schwetzingerstadt/Oststadt Feudenheim, Friedrichsfeld, Käfertal, Neckarau, Rheinau, Sandhofen, Seckenheim, Schönau, Vogelstang, Waldhof ve Wallstadt; Mannheim şehrinin dış mahallelerini oluşturmaktadır. Belediye Başkanları halk seçimi sayesinde 8 yıllık görev süresi için seçilirler. 1983 ile 2007 tarihleri arası bu görevi Gerhard Widder (SPD) üstlenmiştir. 17 Haziran 2007´de gerçkleştirilen Belediye Başkanı seçimlerinde tekrar aday olmayan Gerhard Widder´i, %50,53 oyla Peter Kurz (SPD) takip etmiştir. Seçim katılım oranı ise bu sefer %36,64 oranla oldukça düşük olmuştur. Peter Kurz 4 Ağustos 2007´de yeni görevi başına geçecektir. 1810´dan itibaren Mannheim Belediye Başkanları: Mannheim´ın özelliklerinden biri de, şehir merkezinin ("Innenstadt") olağanüstü planlandırılmış mimarisidir. Her türlü yapılar ve inşaatlar kareler şeklinde imar edilmiştir. Genel yapısı bir nevi ters "U" harfine benzer ve bu harfin başlangıç ve bitiş noktalarını Bismarck Caddesi ("Bismarckstraße") birbirine bağlar. Caddenin ortasında Mannheim Şatosu ("Mannheimer Schloss") bulunur. 1720-1760 yılları arasında inşa edilen bu mimari yapı, 18. yüzyılın Kurpfalz hükümdarları Karl Philipp ve Carl Theodor'a kadar dayanır. Innenstadt´ta iki büyük cadde 90 derece açıda kesişir, isimleri "Breite Straße" ve "Mannheimer Planken"´dir. Bu caddelerde otomobiller trafikten men edilmişlerdir. Diğer caddeler bu karelerin etrafında tek yön istikametli olarak trafiği sağlarlar. Bir başka özellik ise, dünyada eşi bulunmayan cadde isimleridir. Yukarıda belirtilen iki ana cadde ismi haricinde burada "bütün cadde ve ev numaraları" bir harf ve bir rakamdan oluşur. Misal: E 5, 3; K 5, 17 veya D 4, 1-6 Mannheim 1896 senesinde 100.000 sınırını geçerek bir Büyükşehir olmuştur. 1905´de 160.000, 1961´de 320.000 ve 1970´de 333.000 ile en kalabalık yılı olmuştur. 31 Aralık 2005 senesinin Baden-Württemberg Eyaleti İstatistik Kurumu´nun resmî rakamlarına göre 307.900 nüfusu vardı. %22,5'ini yabancılar (sadece tek yabancı vatandaşlığı olanlar) oluşturmuştur. Türk (19.831), İtalyan (8.324), Sırp (3.550), Polonyalı (3.389), Hırvat (2.780) ve Yunan (2.777). Mayıs 2007 tarihli Mannheim Yabancılar Kurumunun bildirgisine göre 31 Aralık 2006´da tam 62.727 kişi ve 161 ayrı ülke vatandaşı yaşamıştır. Bu nüfusun %19,3´ünü teşkil eder ve bu 62.727 kişiden 21.171´i diğer Avrupa Topluluğu'ndan gelmiştir. Almanya'da 2000 senesinden sonra doğan çocuklar, diğer ülkelerden Alman uyruklu olup gelerek (özellikle Rusya ve Türk Cumhuriyetleri) ve sırf Alman vatandaşlığına geçen insanlarla yaklaşık 96.000 insan yabancı uyruklu olarak tespit edilmiştir. Türk (19.609), İtalyan (8.205), Polonyalı (3.906), Sırp (3.279), Yunan (2.751), Hırvat (2.724), İspanyol (1.331), Boşnak (1.326) Ve böylelikle sırf Mannheim şehrinde yaşayan Türk (uyruklu) nüfus sayısı tam 39.440´dır. Mannheim´da ayriyeten II. Dünya Savaşı´ndan bugüne kadar birçok Amerika Birleşik Devletleri Silahlı Kuvvetleri askeri ve birlikleri konuşlandırılmıştır, bunlar: 2004 senesinde Mannheim'de mevcut sigortalı işçi gücünden %34,6'sı üretim sektöründe, %22,8'i ticaret ve ulaşım sektöründe ve %42,2'si hizmet sektöründe çalışmıştır. Temmuz 2007 itibarıyla işsizlik oranı ise %8,2'dir. 1970´lerden bu yana ticarette sektörel değişme yaşanmıştır, sanayi oranı düşüp hizmet oranı çıkmıştır. Ama her şeye rağmen metal ve kimya sanayii halen yüksek seviyede mevcuttur. En önemli ticaret kuruluşları şunlardır: Temelleri 1763 yılında Karl Theodor tarafından kurulmuş olan Kurpfalz Bilimler Akademisi'ne dayandırılan Mannheim Üniversitesi (Almanca: "Universität Mannheim"), 1967 yılında kurulmuştur ve Almanya'nın en genç üniversitelerinden birisidir. Yerleşkesinin büyük bölümü Mannheim Şatosu'nda bulunmaktadır. İşletme Fakültesi, Edebiyat Fakültesi, Hukuk ve İktisat Fakültesi, Sosyal Bilimler Fakültesi ile İktisadî Bilişim ve İktisadî Matematik Fakültesi olmak üzere beş fakülteden oluşmaktadır. Lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde öğretim sunulan üniversite; İşletme, İktisat, Siyaset Bilimi ve Sosyoloji gibi klasik alanların yanı sıra sunduğu disiplinlerarası öğrenim olanaklarıyla bilinmektedir. Sosyal bilimler, hukuk gibi çoğu alan; anadalın yanı sıra bir yandal öğrenimine olanak sunmaktadır. Mannheim ve Ludwigshafen şehirleri tam 6 (+1) otoyolla çevrilmiştir. Bunlar: Ayriyeten diğer karayolları mevcuttur.: Mannheim, Ren ve Neckar nehirlerinin kesişleşmesinden yüksek derecede faydalanır. Bir içliman olan konteyner limanı Avrupa'nın en önemlilerinden birisidir. Toplam işsahası 1.131 hektar olup yaklaşık 500 ticari kuruluşlarla 20.000 işçisi vardır. Mannheim´da bir askeri havaalanı (Sandhofen´de) yanı sıra bir de ufak çapta sivil City-Airport Mannheim (IATA-Code: MHG, ICAO-Code: EDFM), havaalanı mevcuttur ve günlük Berlin, Hamburg ve Saarbrücken´e uçuş sağlar. Frankfurt Havaalanı gerek otomobil gerek ICE hızlı treni ile 30 ile 45 dakikada ulaşılabilinir. Konstanz Konstanz, Almanya'nın İsviçre sınırında, Baden-Württemberg eyaletinde ve Konstanz Gölü kıyısında yer alan, 80.000 nüfuslu bir şehirdir. Şehirde iki yüksek okul ve Konstanz Üniversitesi vardır. Bu üniversitelerde okuyan yaklaşık 12.000 öğrenci, şehrin nüfusunu etkilemiştir. Konstanz Almanya'nın sevilen turistik bir şehri olmaktan çıkmış ve genç kültürel bir öğrenci şehri olmuştur. Şehrin tarihi Romalılar zamanına kadar dayanmaktadır.şehirde birde müze bulunmaktadır. Konstanz'da ulaşım hizmetleri büyük demiryollar ile batıda Singen'e ve Almanya'nın bütün kısımları ile bağlanır. Güneyde İsviçre içinde Weinfelden'de büyük yönlere bağlanır. Hizmetler, Deutsche Bahn AG tarafından ve ayrıca İsvicre Thurbo şirketi ve onun Alman bayisi tarafından temin edilir. En yakın havaalanı Friedrichshafen'de olup buraya gölde çalışan hızlı feribotlarla ulaşılabilir ve Konstanz'ı göl kıyısındaki kasabalara bağlar. Havaalanı esas olarak iç hatlarda hizmet verir, fakat İstanbul Atatürk Havalimanı ve Londra Stansted Havaalanı'na tarifeli uçuşlarla ulaşım mümkündür. En yakın uluslararası havaalanları Stuttgart, Basel ve Zürih olup, Konstanz'dan direkt tren seferlerine sahiptir. Şehir içindeki o
tobüs seferleri SüdbadenBus GmbH tarafından verilir. İlave olarak Konstanz ve Friedrichshafen 2005 yılından beri "Constance" ve "Fridolin" adlı iki katamaran ile bağlanmaktadır. Konstanz Gölü Konstanz Gölü (Almanca: "Bodensee"); Almanya, İsviçre ve Avusturya arasında bir göldür. Konstanz gölü Ön Alp Dağlarına dayanır. Gölün 273 km uzunluğunda sahili vardır ve 536 km²'lik yüz ölçümü ile Macaristan'daki Balaton (594 km²) ve İsviçre'deki Cenevre gölünden (582 km²) sonra Orta Avrupa'nın üçüncü geniş gölüdür. İçerdiği 48 km³'lük su miktarı ile 89 km³'lik Cenevre Gölünden sonra Orta Avrupa'nın da ikinci büyük gölüdür. Göl üç kısımdan oluşur: "Obersee" (Yukarı göl), "Untersee" (Aşağı göl) ve Ren ile bağlantıyı sağlayan "Seerhein" (Ren gölü). Göl'ün çevresinde Almanya'daki Bavyera ve Baden-Württemberg eyaletleri, Avusturya'daki Vorarlberg eyaleti ve İsviçre'deki Thurgau, St. Gallen ve Schaffhausen kantonları bulunur. Yaklaşık 10.000 yıl önce, son buzul çağının da bitmesinden sonra Obersee ve Untersee birbirine bağlandı. Yukarı Ren'in aşırı derecede erozyona tabii kalmasıyla göl seviyesi giderek alçaldı ve Konstanz çukuru ortaya çıktı. Her iki göl antik çağlarda farklı isimlerle anılırdı, daha sonra bilinmeyen nedenlerle ortak bir isim kullanılmaya başlandı. Romalı coğrafyacı Pomponius Mela, gölden bahseden ilk kaynaktır, MÖ 43'te Obersse "Lacus Venetus", Untersee ise "Lacus Acronius" adıyla anılmaktadır. Doğa araştırmacısı Gaius Plinius Secundus MÖ 75'te tüm Konstanz gölünü "Lacus Raetiae Brigantinus" adıyla anar. Gölün çevresinde o dönemdeki en önemli merkez "Brigantium" (Bregenz)'dur ve kentin kökeni burada yerleşen kelt kabilesi Brigantilere dayanmaktadır. Ammianus Marcellinus'de ise göl için "Lacus Brigantiae" adı kullanılır. Gölün Almanca adı olarak kullanılan "Bodensee" sözcüğü ise bir yer adı olan Bodman'dan gelmektedir. Bodman Eski Yüksek Almanca'da "Bodamon" biçiminde söylenirdi. Gölün batıdaki ucunda bulunan bu bölgede erken Ortaçağ'da Franklara ait bir kraliyet sarayı vardı, Alamanlara ait bir dük bölgesi idi ve ayrıca bir darphanesi bulunuyordu. Böylece gölün Almanca adını vermeyi başardı. 15. yüzyılda Konstanz Konsülü'nün oluşmasından sonra göl için yeni bir ad daha kullanılmaya başlandı: "Lacus Constantinus." Şehire adını veren Konstantin, İstanbul'a adını veren I. Konstantin değil, onun babası olan Konstantius Chlorus'dur. Bazı dillerde "Bodensee" adı kullanılmış (nl. "Bodenmeer", dän. "Bodensøen", norw. "Bodensjøen", schw. "Bodensjön", isl. "Bodenvatn", finn. "Bodenjärvi", estn. "Bodeni järv", lit. "Bodeno ežeras", lett. "Bodenezers", russ. "Боденское озеро", poln. "Jezioro Bodeńskie", tschech. "Bodamské jezero", slowak. "Bodamské jazero", ung. "Bodeni-tó", bulg. "Боденско езеро", ukr. "Боденське озеро", kroat. "Bodensko jezero", alban. "Liqeni i Bodenit". aserbaidschan. "Boden gölü", tatarisch "Боден күле", marathi बोडन से "Bōdana sē", mandarin 波登湖 / 博登湖, "Bódēng-hú", kor. 보덴 호 "Boden-ho", jap. ボーデン湖 "Bōden-ko".), bazı dillerde ise "Konstanz gölü" adı tercih edilmiştir. ( frz. "Lac de Constance", ital. "Lago di Costanza", port. "Lago de Constança", span. "Lago de Constanza", rumän. "Lacul Constanța", griech. "Λίμνη της Κωνσταντίας - Limni tis Konstantias," arab. بحيرة كونستانس "buħaira Konstans," türk. "Konstanz gölü") Ayrıca Tacitus gibi bazı antik yazarların göl için "Svabya gölü" adı kullandığı da görülür. Ancak bu bazı karışıklıklara da neden olur. Romalılar Svabya adını Konstanz Gölü için değil, Baltık Denizi için "Mare Suebicum" biçiminde kullanırlardı. Bunun nedeni ise bir Cermen kabilesi olan Süevlerin Baltık denizi kıyılarına yerleşmiş olmalarıydı. Göl civarında Eski Taş Çağı 'ndan kalma hiçbir yerleşim izine rastlanmamıştır, zira bu dönem boyunca göl civarı tümüyle Ren buzulu ile kaplıydı. Ele geçen buluntular Orta Taş Devri'nde (MÖ 8000-5500) avcı ve toplayıcı toplulukların buralarda dolaştıklarını, ancak yerleşmediklerini göstermektedir. Sadece kamp izlerine rastlanmıştır. Cilalı Taş Devri'nin orta ve geç dönemlerinde ise göl kenarında yerleşimler ve kazık temelli evler ortaya çıkmaya başlar. Bu kalıntılara özellikle Überlinger See, Konstanzer Bucht ve Obersee'de rastlanmıştır. Unteruhldingen'de kazık temelli evlerden oluşan bir köz yeniden inşa edilmiş ve bugün müze olarak kullanılmaktadır. Hallstatt kültürü'ne ait Demir çağından kalma buluntular, çoğu ormanlık alanın altında kaldığı için korunabilmiştir. Demir çağının sonlarından itibaren Keltlerin göl kıyılarına yerleştikleri anlaşılır. MÖ 450'den itibaren La Tene kültürüne ait izler az da olsa görülür. Bu dönemin sonuna doğru göl bölgesi hakkında yazılı belgeler ortaya çıkmaya başlar. Buna göra gölün sakinleri güneyde Helvetler, Ren vadisinde Raetialılar, Kuzetdoğuda ise Vindeliklerdir. Göl etrafındaki en önemli yerleşimler ise Bregenz (keltçe "Brigantion") ve bugünkü Konstanz'dır. Augustus ve Tiberius döneminde Alpleri ele geçirmek için MÖ 15/25 yıllarında düzenlenen seferler sayesinde göl Roma'ya bağlandı. Bu seferlerde MÖ 15'te küçük bir göl savaşı da gerçekleşti. Romalılar döneminde en önemli yerleşim yeri Bregenz'di ve burada bir deniz filosu oluşturuldu. Romalılar aynı zamanda Lindau'ya da yerleştiler, ancak sahiller bataklık halinde olduğundan sadece çevredeki tepelikleri kullandılar. Diğer önemli Roma şehirleri Constantia (Konstanz) ve Arbor Felix (Arbon) idi. Romalıların 3. yüzyılda Ren sınırlarından çekilmesinden sonra Alemanlar yavaş yavaş, önce gölün kuzeyine, sonra güneyine yerleştiler. Hristiyanlaştırma döneminden sonra, özellikle Reichenau manastırının kurulması ve Konstanz'ın piskoposluk olması ile birlikte bölgenin kültürel önemi arttı. Hohenstaufen hanedanı döneminde Konstanz gölünde değişik Reichstag'lar (Kutsal Roma Cermen imparatorluğunda imparatorluk toplantılarına katılma hakkı olan yönetim merkezleri) oluştu. 1183'de bu hanedandan olan I. Friedrich ile Lombard Birliği arasındaki barış anlaşması Konstanz'da imzalandı. 30 yıl savaşları sırasında 1632-1648 arasında Konstanz gölü yine deniz savaşlarına sahne oldu. Bu sefer gölün kuzeyindeki protestanlar ile güneyindeki katolikler arası çeşitli çatışmalar yaşandı. Fransız devriminden sonra olan Koalisyon savaşlarının (1789-1802) ardından, Konstanz gölü çevresi yeni bir statüye kavuştu. Konstanz Gölü Ön Alplerde yer alır. Kıyı şeridi 273 km uzunluğundadır. Bunun 173 km'si Almanya'da (115 km Baden-Württemberg, 18 km Bayern), 72 km'si İsviçre ve 28 km'si Avusturya'dadır. Göl, büyüklüğü açısından(536 km²) Macaristan'daki Balaton Gölü (594 km²) ve Cenevre Gölü'nden (580 km²) sonra Avrupa'nın en büyük üçüncü gölü, taşıdığı su hacmi bakımından (48,5 km³) ise Cenevre gölünden (89 km³) sonra en büyük ikinci gölüdür. Bir ucundaki Bregenz'den diğer ucundaki Stein am Rhein'e kadar 69,2 km uzunluktadır. Göl yatağı 11.500 km² genişliğindedir. Gölün büyük kısmını oluşturan Obersee 473 km²'dir ve Bregenz'den Bodman-Ludwigshafen'e kadar 63,3 km uzunluğunda ve Friedrichshafen'den Romanshorn'a kadar 14 km genişliğindedir. En derin yerinde 251 metre derinliğe ulaşır. Avusturya Vorarlberg bölgesinde üç küçük koy bulunur: Bregenz kıyılarında Bregenz koyu, Hard ve Fußach kıyısında Fußach koyu ve daha batıda Wetterwinkel. Daha da batıda, İsviçre sınırını geçince Rorschach koyu bulunur. Kuzeyde, Almanya'da ise Bavyera bölgesinde, Lindau adasının doğusunda Reutin koyu yer alır. Anakaraya Lindau adasının iki ucundan bağlanan iki yol (birisi demiryolu diğeri karayolu için) ile gölden ayrılan küçük bir gölet parçası oluşur ki, buraya da "Kleinen See" ("Küçük Göl") adı verilir. Gölün (Obersee)'nin kuzeyinde bir işaret parmağı gibi uzanan kısım Überlingen gölü olarak adlandırılır. Konstanz'ın güneyinde ise Konstanz koyu bulunur. Gölün Obersee ve Untersee bölümleri Seerhein nehri tarafından birbirine bağlanır. Calw Calw, Almanya'nın Baden-Württemberg eyaletinde bulunan bir kenttir. Kuzey Kara Ormanların (Schwarzwald) içinde yer alır. Ünlü Alman yazar Hermann Hesse burada doğmuştur. Alias (dizi) Alias, Ajan Sydney Bristow'un yaşadığı maceraları konu alan ve Türkiye'de Digiturk digital platformu 5. kanal DiziMax ile D-Smart digital platformu 19. kanal Dizi Smart'ta yayınlanan bir dizidir. Daha önce ""Kod Adı"" adıyla Kanal D'de de yayınlanmıştır. Sydney Bristow babası tarafından çocukluk yıllarında bilinçaltına girilmek sureti ile ajan olarak eğitilmiştir. Sydney, normalin üstünde zeka seviyesine sahiptir, 7 dil bilir, yetenekleri ve IQ'su üst seviyededir. 7 yıl boyunca CIA'in bir parçası sandığı SD-6'in aslında kötü taraf olduğunu öğrenince CIA için çalışmaya başlar, ve babası Jack'in yardımıyla SD-6'i çökertir. Ancak daha sonra da SD-6'dan daha güçlü olan bir örgütle, Mutabakat'la uğraşmaya başlar. Fakat bu sırada, Sydney 2 yıl boyunca Muatabakat tarafından kaçırılır ve beyni yıkanır. Bu iki yılın sonunda Sydney hiçbir şey hatırlamadan, ölü sanılmasına rağmen ortaya çıkar ve kaybettiği yıllarını arar. Ancak buldukları, onu bambaşka bir kimliğe götürür. Geçmişinde birçok örgüt ve devlet kurumunda ajan olarak çalışmıştır. Ancak iyi tarafa çalıştığı kesin olarak bilinmekte, ve kızı Sydney'i korumak için her şeye hazır bir babadır. Laura Bristow ile evliliğinin yalan olduğunu öğrenince Sydney'den kendini uzaklaştıran Jack, ikisinin de ajan olduğu ortaya çıkınca, onunla ilişkilerini düzeltmeye başlar. SD-6'de Sloane'un en yakın dostu gibi davranıp, kilit bilgileri elde eden Jack, SD-6 çökertildikten sonra tekrar CIA'e, operasyon merkezine döner. Sydney'nin ölmediğini bilmekte, ve onu aramaktadır, geri döndüğünde de kızının kayıp 2 yılda neler yaptığını arar. Irina'yla ilişkisine her zaman devam ediyor.Ancak bir yanlış anlaşılma sonucu Irina'nın Sydney'i öldürmeye çalıştığını öğrendiğinde teknik olarak hala evli olduğu karısını öldürmekten de çekinmiyor.Sonradan Irina'nın ölmediği ortaya çıkıyor ancak Sydney Arvin'le Horizon için mücadele eder ve inatlaşırken, Arvin'in onu Sydney'e bir göz dağı olarak vurmasının sonucu yaralanıyor.Sydney'e annesini durdurması için onu b
ırakıp gitmesi gerektiğini söylüyor ve kızı gittiğinde her ne kadar artık Arvin'in öldürülemeyeceğini bilse de onun durdurulması gerektiğini düşünüyor ve onun yaralı olmasına rağmen kendini zorlayıp,onun yanına gidip ikisini birden havaya uçuruyor.Jack her zamanki gibi doğrular için ölüyor ve böylece Arvin ölümsüz hayatının tamamını bir mezarlığın harabesinde taşların altında kalarak geçirmek zorunda kalıyor.Yıllar sonra Sydney oğluna babasının adını veriyor. Babası Irina Derevko tarafından öldürülen, ve CIA'de çalışmaya başlayan Vaughn'un en önemli görevi, önceleri iki tarafa da çalışan Sydney'e aracılık etmekti. Onun görevlerini belirlemek, sırrını korumak, ve tüm sorularına cevap vermek. Ancak bundan fazlası olur, ve Vaughn yasak olmasına rağmen Syd'e aşık olduğunda işler büyür. İlk önce aracılık olan sıfatı sonradan arkadaşlığa, sd-6'in yıkımıyla sevgililiğe ve ortaklığa dönüşür. Ancak Sydney'in kaybolduğu iki yılı sırasında Vaughn hayatının en önemli hatasını yapar: Lauren'la evlenir. Bundan sonraki tüm olaylarda bu hata baş roldeydi. Daha sonra yaralarını sarmaya çalışır. Aradan birkaç zaman geçtikten sonra Sydney ile aralarındaki sorunlar halledilir ve tekrar sevgili olurlar. Milo Rambaldinin kehanetinin gerçekleşmesinin beklendiği gün Sydney Vaughn dan evlenme teklifi alır.Operasyon başarılı bir şekilde tamamlandıktan sonra birlikte Santa Barbara ya giderlerken yolda bir araba çarpar ve kaza gerçekleşir. Tam bir operasyon sırasında Sydney hamile olduğunu haber alır. Vaughn da Sydney de bir bebek sahibi olacakları için çok mutludurlar. Fakat üzerinde çalıştıkları operasyon sürecinde Vaughn öldürülür. O sırada Sydney yardımına yetişemez olay yeri ile aralarından tren geçmektedir. Vaughn hastaneye kaldırılır ameliyat olur fakat iç organları çok fazla zarar görmüştür. Herkes öldüğünü düşünürken ileriki bölümlerde Nepal'de tadavi görmüş ve geri dönmüştür.Sydney ile birlikte Kahin Beş'i yokeden Slone ile mücadeleye devam eder.Finalde Sydney ve çocukları ile birlikte sakin bir hayatı seçmiştir. KGB ajanı olan Irina'nın görevi, CIA ajanı olan Jack Bristow'la evlenmek, ve ondan gerekli bilgileri çalmaktı. Laura takma adıyla görevine başlayan Irina'nın beklemediği şey Jack'e aşık olmak, ve sürpriz bir şekilde, bir kız çocuğu dünyaya getirmekti. Sydney 6 yaşına geldiğinde KGB, Irina'ya görevini terk etmesi, yoksa ailesini öldürecekleri ultimatomunu verince, Irina çaresiz, ölüm fermanını imzalar, ve sahte bir kazayla, Laura Bristow'u tüm dünyaya öldü gösterip, yıllarca kötülerin arasında kaçak olarak yaşar ve kendine büyük bir yer edinir. Ancak, Sydney ve Jack'in onun yaşadığını öğrenmeleri işleri değiştirir, ve Irina CIA'e teslim olarak, yaptığı ve bildiği her şeyin Jack ve Sydney'i korumak amaçlı olduğunu ispatlar. İşi bittiğinde CIA'den kaçar, ve şu anda kayıp. Jack ve Sydney'e gerektiği zaman yardımda bulunur.Ancak 5.kehanet adlı eski örgüt ortaya çıkıp bir Rambaldi eseri olan Horizon yarışına girildiğinde Sydney'e gücü veya aileyi seçmesi gerekeceğini, kendisinin bunu çoktan yaptığını ve gücü seçtiğini ama kızını her zaman sevdiğini ve ona gitmesi için birden fazla şans verdiğini söylüyor ve son birkez daha git diyor ama Sydney reddediyor ve dövüşmeye başlıyorlar.Onlar dövüşürken yuvarlak bir şekil olan Horizon altında birkaç kat olan ince camdan bir mermerin üstüne düşüyor.Sydeny Irina'ya camın onu taşımayacağını, vazgeçmesini söylüyor ancak o dinlemiyor ve Horizon'unu peşinden camın üstüne çıkıyor.Sydney'nin dediği oluyor ve cam parçelanıyor.Irina'da birkaç kat aşağıya düşerek Rambaldi'nin ölümsüzlük sırrı için ölüyor. Jack'le çocukluktan beri devam eden arkadaşlıkları sd-6'in açılmasıyla aslında son buldu. Ancak Arvin Sloane bundan habersizdi. Sydney'i hep takip etti, ve 20 yaşına geldiğinde onu sd-6'e alarak ajanlık sıfatını kendisine verdi, tüm gizli işlerinde onu kullandı, Sydney nişanlısı Danny'e ajan olduğunu söylediğinde Danny'i öldürttü, ve en büyük hatasına imza attı. Bu noktadan sonra Sydney gerçekleri öğrendi, ve Sloane'ın bilmediği, baş düşmanı oldu. SD-6'in yıkımından sonra, CIA'e istenen bilgileri vermesi karşılığında, özgürlüğünü satın aldı. Mutabakat ile, CIA izninde çift taraflı çalışıyor, ve Irina ile geçmişte yaşanan tek gecelik bir ilişkisinden Nadia adında, yine ajan olan bir kızı var.Rambaldi'nin 47.sayfasındaki gizli metni çözmeye çalışırken kızı Nadia'yı öldürür.Rambaldi arzusu bitmeyen slone sonunda Rambaldinin kehaneti gerçekleştirir ve ölümsüzlük elde eder.Fakat jack kendini ve slone ile birlikte patlatır.Slone bir enkazın altında sıkışmıştır ve ona yardım edecek ve varlığını bilen kimse olmadığından o şekilde kalmıştır. İngiliz olan Sark, yakın zamana kadar babasının kim olduğunu bilmiyor, ve zevk için, kötülerin yanında çalışıyordu. Irina, Sloane, ve Mutabakat'ın yetkili kişilerinin yanında, en güvendikleri eleman olarak çalışan Sark, CIA tarafından yakalandığında da bilgi vermekten çekinmeyen bir kişilik. Sydney'e karşı gizlemediği bir ilgisi olan Sark, Vaughn'dan nefret ederken, onun karısı olan Lauren'la de bir ilişki yaşadı. Irina'nın dostlarından biri olan Lazarey'in babası olduğunu, ve ondan kalan 800 milyon doları öğrendiğinde, bu parayı Mutabakat'a harcayarak, en üst seviyeye çıktı. Yüksek zekası, ve kıvrak düşünüş tarzıyla dikkat çeken Sark, tehlikeyi sezdiğinde kendi kabuğuna çekildi. Yıllarca, SD-6'in iyiliğine inanmış, ve vatanı için çalıştığını düşünen Dixon, gerçekleri öğrendiğinde yaşadığı travmadan sonra, CIA'e katılmaya karar verdi. Sydney'i tanıması, ve yıllarca onunla ortaklık yapmış olması, Dixon'a CIA'de bir rahatlık sağlarken, Sydney'nin Vaughn'dan sonra ikinci ortaklığı sıfatını aldı. Birçok dili bilmesi, operasyon sahasındaki keskin ve zeki kararları, onu Sydney'nin kayıp iki yılı içerisinde, Operasyon Merkezinin şefi durumununa getirdi, ve başkanlığı başarıyla yürütmekte. Bir operasyonda Sloane'ın karısı Emily'i vurması yüzünden, Sloane'ın, intikam olarak onun karısını öldürmesi sonucunda, 2 çocuğuna yalnız ebeveynlik yapmakta CIA'in dahisi. Marshall yaklaşık 7-8 dil bilen, teknoloji konusunda uzman, fotografik hafızaya sahip bir deha. Çabuk hatırlama özelliği ve uzmanlaştığı patlayıcılar, elektrik akımları, bilgisayar ağ bağlantıları ve uydu sistemleri sayesinde operasyon merkezinin gözbebeği. Her operasyona gerekli alet edevatı yaratmak konusunda uzman. Kendisi SD-6'de çalışırken, sd-6 çökünce otomatik olarak CIA'e transfer edildi. Biraz renkli bir kişilik olan Marshall, başka bir ajan olan Carrie ile evlendi, ve bir erkek bebeği var. Sark ve Sloane'dan ödü kopan Marshall, Sloane korkusunu birazcık yense de, Sark'tan delicesine korkmaya devam ediyor. Sydney ve Vaughn en yakın arkadaşları. Bir zamanlar ona aşık olsa da, aslında Sydney'nin en yakın arkadaşı olan Will, gazeteci. Sydney'nin nişanlısı Danny'nin öldürülmesinin arkasındaki gizemi ararken kendini sd-6'in belasında bulan Will, nerdeyse hayatını kaybederek ve gazeteciliği bırakarak bunu ödedi. Sydney, Jack ve Vaughn'nun ajan olduğunu öğrenmesi sonucunda Sydney'nin daha yakın arkadaşı oldu, onun yokluğunda gerekli hikâyeleri uydurdu. Francie/Allison olayından sonra tanık koruma programına alınan Will, Vancouver'da yeni bir yaşam kurarken Sydney'nin yaşadığı haberini aldığında hem dostluğunu tazelemek, hem de bitmemiş hesapları görmek üzere geri döndü. İşler hallolduktan sonra iki dost/ajan, tekrar görüşmek üzere ayrıldılar. Kendisi hala Vancouver'da, yaşamını kurmaya devam ediyor. Başından beri CIA'de çalışan Weiss, Vaughn'un en yakın arkadaşı. Sydney/Vaughn aşkını en önce, hatta ikiliden bile önce gören, ilk başta kızan, ama sonra da birleşmelerini sağlayan şahıs. Sydney'i çok seven Weiss, onunla kurduğu sağlam arkadaşlığı, Sydney kayıp iki yılından sonra geri döndüğünde de kanıtlayarak, hem onun ortağı, hem de yeni yaşamında yol göstericisi oldu. Lauren/Vaughn evliliğine karşı çıkmasa da Vaughn'un mutlu olmadığını düşünen Weiss, doğruların adamı. İyi bir CIA ajanı olan Weiss, operasyonların hem başarısı, hem de neşe kaynağı. Kendisi Sydney'nin kardeşi Nadia'la bir süre çıktı ancak Nadia komaya girince Washington'dan bir iş teklifi geldi ve gitmeyi tercih etti. Şimdiyse yalnız, ama mutlu, yaşamını sürdürmeye devam ediyor ve Syd ve Vaughn'a her zaman yardım ediyor. Sydney'nin iyi arkadaşlarından olan Francie, Sydney'nin ajan olduğunu hiçbir zaman bilmedi. Tek arzusu minik bir restaurant açmaktı, ve bunu başardı, ancak klonlama yöntemine benzer bir teknoloji karşısında kendisinden bir tane daha yaratılan Francie, öldürülerek, yerine Allison geçtiğinde, bunu kimse anlamadı. Allison Sydney'nin tüm sırlarını çalarken, covenant'a bilgi veriyordu. Allison'un sırrını ortaya çıkaran Will ise, bunu vurularak öderken, Sydney büyük bir çatışma sonunda, Allison'u vurdu. Ancak Rambaldi sırlarından biriyle iyileştirilen Allison ölmediğini ispatladı, ancak Will geri döndüğünde yaşanan çatışmada yine vuruldu. Allison hala kayıpken, Francie 2.sezonda öldü. Sydney'nin kayıp iki yılı sırasında Vaughn'la evlenir ancak aslında Pakt için çalışan gizli bir ajandır ve Vaughn'la ondan bilgi sızdırmak amacıyla evlenmiştir.Kendisi FBI'da çalışır ve babası çok ünlü ve zengin bir senatördür.Babası onun ajanlıkla ilgisi olmamasını istemiştir fakat annesi onu özel olarak eğitip Pakt'a almış, FBI ajanı görüntüsü vermiş ve sonradan Lauren babasını öldürmeyi başaramadığı için kendi kocasını öldürüp kaçmıştır.Bu olay senatörle olan evliliğinin tıpkı kızınınki gibi sahte olduğunu ortaya çıkarmıştır.Lauren Vaughn'un Sydney'le çok fazla vakit geçirdiğini görünce Sark'la beraber olmaya başlar.Sonradan kimliği açığa çıkar ve Sydney'i vurmak üzereyken kocası Vaughn tarafından vurularak öldürülür. Ludwigsburg Ludwigsburg, Almanya'nın Baden-Württemberg eyaletinde bir kenttir. Stuttgart'ın 14 km kadar kuzeyinde yer alır. Barok stilinde inşa edilmiş pek çok saray bu kentte bulunmaktadır. Bu nedenle Saraylar Kenti (Stadt der Schlösser) olarak da anılır. Ludwigsburg kentinin basketbol takımının birinci lige kadar çıkıp başarı
lı olmasından ötürü tüm Almanya'da sadece saraylarıyla değil artık spor bakımından da gençler arasında tanınmış duruma gelmiştir. ENBW Ludwigsburg bu kentin birinci ligde oynayan takımıdır, buna ayriyeten ikinci takım ise bölgesel ligde ter dökmektedir. Basketboldaki genc yıldız ve de küçük takımların çok iyi olması, çoğu amatör küçük basketbolseverleri, oyuncuları Ludwigsburg'a çekmektedir. Ludwigsburg'un genç ve yıldız takımları çok defa Almanya şampiyonasına katılmıştır ve de çoğu kez bölge Şampiyonu olmuştur. En son 2006 yılında Ludwigsburg'un 20 yaş altı takımı Almanya sampiyonu olmuştur ve de genç takımı bölge şampiyonu olup Almanya'nın en iyi 8 takımı arasına girmiştir. Genç takımının ilk 5'inde bir Türk oyuncu bulunmaktadır. Ludwigsburg ayrıca aynı adlı ilçenin merkezidir. Alias Alias aşağıdaki anlamlara gelebilir: Kayı boyu Kayı boyu, Oğuz Kağan Destanı'na göre Oğuzların 24 boyundan, Kaşgarlı Mahmud'un "Divân-ı Lügati't-Türk" adlı eserine göre ise yirmi iki Oğuz boyundan ikincisi. "Divân-ı Lügati't-Türk"te belgeleri; olarak tanımlanmaktadır. Oğuzların Bozok kolundan bir boydur. Osmanlı Hanedanı bu boydan gelmiştir. Reşidüddin'nin listesinde sembolleri şahin, yani şahinlerin en büyüğü olan akdoğan'dır. Oğuzlar'ın en kudretli boylarındandır. Kayı kelime anlamı olarak güç, kuvvet ve kudret sahibi demektir. Kayı boyunun damgası, iki ok ve bir yaydan oluşur. Babası Gün Han ve dedesi Oğuz Han olan Kayı Han bu boyun ilk atasıdır. Anadolu'ya gelen boylardan biri olmakla beraber önce Ahlat bölgesine yerleşmişlerdir. Anadolu Selçuklu sultanı I. Alâeddin Keykubad bu sırada göçebe hayatını yaşayan Kayıları; Viranşehir, Halep ve Karacadağ yöresine yerleştirmiştir. Ertuğrul Bey ile Dündar beyler Söğüt ve Domaniç yörelerine yerleşmişlerdir. Söğüt'ü kışlak, Domaniç'i yaylak olarak kullanmışlardır. Ertuğrul Bey, bu tarihlerde Türkiye Selçukluları Devleti’nin batı sınırında bir ”uçbeyi’ idi.Uçbeylerinin görevi sınırları korumaktı.Ertuğrul Bey, çok ileri bir yaşta Söğüt’te vefat etti (1281). Kayı Boyu, Osmanlının kuruluş dönemlerinde Evrenos Gazi ve Hacı İlbey gibi beyleri ile balkanların fethinde büyük yararlılık göstermiş, Vardar ovası ve Kaza-i Cuma yöresine yerleşmişlerdir. Evrenos Gazi ve Hacı İlbey'in aileleri bugün bile bilinmektedir. Osman Gazi'nin ağabeyi olan Gündüz Alp (Gündüz Bey) soyundan gelen Amuca Kabilesi (Amucalar), halen Yozgat kadışehri örencik köyü, Kırklareli ve Tekirdağ'ın çeşitli köylerinde, Güneydoğu Bulgaristan'da, Balıkesir'in Ertuğrul köyünde ve Eskişehir Mihalıççık ilçesinde varlıklarını sürdürmektedirler. Esslingen am Neckar Esslingen am Neckar. Almanya'nın Baden-Württemberg eyaletinin bir şehridir. Stuttgart'ın biraz doğusunda yer alır. Şarap bağları ile ünlüdür ve Neckar Nehri şehrin içinden geçer. Coğrafi koordinatları 48°45′N 9°19′E olup, nüfusu 2002 sayımlarına göre 91.239'dur. Kuyucak (anlam ayrımı) Diğer Zeytindağı Lindsay Lohan Lindsay Dee Lohan (d. 2 Temmuz 1986, New York), Amerikalı oyuncu, model ve pop şarkıcısı, söz yazarı. Kariyerine çocuk model olarak başlamıştır. 11 yaşında ilk Disney 1998 Parent Trap filmi oldu. Lohan, 2003 ve 2005 yılları arasında filmlerinde başrollerde oynayarak ünlülüğünü artırdı. Çılgın Cuma, Kötü Kızlar ve sonradan dahil bağımsız filmin Robert Altman'la A Prairie Home Companion ve Emilio Estevez, Boddy Kariyerinde 2007 yılında iki gibi kesildi. 2008 yılında kariyerine devam etti, 2008 yapımı Ugly Betty adlı televizyon dizisinde oynamıştır. 2009 yılında Robert Rodriguez'in Machete filminde oynamıştır. Lohan, 2 Temmuz 1986 tarihinde doğmuş ve çocukluğunu New York'da geçirmiştir. Babası "Michael Lohan" ve üç küçük kardeşi "Aliana ("Ali")" ve "Dakota ("Cody")". Lohan'ın ailesinin karmaşık bir geçmişi vardır. 1985 yılında ayrılıp yeniden bir araya gelmiştir. Annesi ve babası, 2005 yılında yine ayrılmış ve 2007 yılında boşanma ile evliliklerini sonuçlandırmıştır. Lohan kendine yeni bir hayat seçerek iş hayatına başladı.Henüz üç yaşındayken çocuk modelliği yapmaya başladı. 1998'de gösterime giren film iyi bir gişe başarısı sağladı, ve Lohan'ın oyunculuğu sinema eleştirmenlerince beğenildi. 2000 ve 2002 yıllarında Life-Size ve Get a Clue adlı iki televizyon filminde rol aldı. Son zamanlarda magazin basınında adından neredeyse her gün söz edilmektedir.Lohan, modellik kariyerine 3 yaşında Ford Model Ajansı'na kaydolarak başladı.60 dan fazla reklam filminde yer aldı. Onu çekici ve farklı kılan en büyük özelliği çilleri ve kızıl saçlarıydı. Kızıl saçları sayesinde küçük yaşta Abercrombie Kids, ve Calvin Klein gibi büyük markaların yüzü oldu. En büyük çıkışlarından birini 1998 yılında yani henüz 12 yaşındayken oynadığı The Parent Trap filminde ikiz kızkardeşleri canlandırarak yaptı. Sonradan,ikinci ismi olan Dee'yi Morgan olarak değiştirmiştir. Pop Müziğin sevilen isimlerindendir.2003 yılına kadar sessizliğini koruyan Lohan,o sene Freaky Friday adlı filmde 160 milyon $ gibi iyi bir gişe başarısı yakaladı.O zamanlar "Aaron Carter" adlı ünlü müzisyeni birlikte olduğu Hilary Duff'ın elinden 2003 yılının sonlarına doğru almasının ardından,Lindsay ve Hilary arasında bitmez bir savaş başladı.Lindsay, Aaron ve Hilary üçlüsü o senenin en çok konuşulan isimleri oldular. 2004 yılında babasının hapise girmesiyle hayatına yeni bir sayfa açan Lindsay, "That's 70's Show"'un karizmatik sunucusu Wilmer Valderrama ile anıldı.2004'te başarısını Mean Girls ve Confessions of a Teenage Drama Queen ile sürdürdü. Lindsay'in en son 2005 yılında oynadığı Disney filmi dır.Aynı sene anne ve babasının boşanmasının ardından zor bir dönemden geçirerek blumia hastalığına yakalandı ve 10 kilo verdi,plastik bebek üreticisi olan Mattel'dan oyuncak bebeği piyasaya sürüldü. "Vanity Fair" dergisine verdiği röportajda sonradan inkar etse de kısa bir dönem uyuşturucu kullandığını söyleyerek ilgi odağı oldu.2005 yılından itibaren onu ünlü yapan Disney filmlerinde oynamayacağını belirterek başta Speak olmak üzere 2 albüm çıkardı. Albüm yapma fikri, Tommy Mottola'dan çıktı. Mottola, Lindsay'in Freaky Friday de şarkı söyleyip gitar çaldığı sahnelerden çok etkilendiğini söyleyerek ona teklifi kabul ettirdi.Speak albümü Billboard 200 listesine 4. numaradan girdi. İlk single "Rumors",MTV Video Music Awards'da "En İyi Pop Single" ödülünü kazandı.2005 yılının sonlarında 2. albümü A Little More Personal (RAW) listelere 20. numaradan girdi. İlk single ise Linday'in babasına adadığı Dauther To Father oldu.Klipte Lindsay'in 1994 doğumlu kardeşi Aliana da rol aldı. Lindsay bu konuyla ilgili son olarak yeni albümün 2007 yazında geleceğini duyurdu. 2009 Yılında Kate Moss ve Johnny Depp’in 90’larda çekilmiş fotoğrafları Lindsay Lohan tarafından tekrarlandı.Dergide Lohan’ın ve arkadaşlarının 18 adet fotoğrafı yayınlandı. Petey Wright adlı erkek modelle görüntülenen Lohan’a bazı karelerde Madonna’nın dansçısı Sofia Boutelia da katılıyor.2010 yılında Machete filmine aday gösterilen Lohan, Machete"nin senaryosunu Lindsay Lohan'a da gönderdiğini belirten Rodriguez, güzel yıldızı filminde görmeyi çok arzu ettiğini söyledi, ve Lohan çok geçmeden teklifi kabul etti. Bugüne kadar çekilmiş en sert porno filmlerden biri olarak bilinen, Deep Throatta filminin başrol oyuncusu, feminizmin koyu bir savunucusu, fuhuş, uyuşturucu müptelalığı ve porno endüstrisi arasında geçen yaşamıyla Linda Lovelace’in hayatı film oluyor. Lovelace’in hayatını kimin oynayacağı yılan hikâyesine dönen filmde, önce Courtney Love’un ardından Rose Mcgowan’ın ismi geçti. Geçtiğimiz günlerde de isminde kesin karar verildi. Uzun süredir kamera karşısına geçmeyen ve moda tasarımcılığı yapan Lindsay Lohan, İnferno filminde efsanevi Deep Throat filminin başrol oyuncusu Linda Lovelace'i canlandıracak.2 aydır tedavi gören Lohan filmi ihlal ettiği için setten çıkarıldı yerine Malin Akerman alındı. 2006 yılının başlarında New York'un en şanslı kadını olan Ashley'i canlandırdığı "Just My Luck" vizyona girdi.Bu film,Lindsay'in ilk defa Disney firması dışında başka bir film şirketiyle anlaşılarak vizyona sokulan filmidir 2006 yılında,oynadığı filmlerden çok katıldığı partiler ve özel hayatı ile konuşuldu.2006 yılından itibaren aralarında bağımsız yapımların da bulunduğu pek çok proje için anlaştı.2007 yılında katıldığı partilerde alkol duvarını aşmış görüntüleriyle objektiflere takıldı.2007 Nisan ayında kokain kullanırken yakalandı, 2007 Mayıs ayında alkollü araba kullanmaktan gözaltına alındı ve yeni filmi "I Know Who Killed Me"de striptiz yaptığı sahnelerle konuşuldu. Yaptığı alkollü sürüşlerden ve uyuşturucu skandallarından sonra rehabilitasyon merkezine gitmesi gerektiğne karar verildi. Fakat çıkış tarihi de önceden kararlaştırılınca herkes tarafından "reklam amaçlı" rehabilitasyona gitmekten suçlandı.Lindsay ise kendini 21. yaşına gireceği 2 Temmuz 2007'deki partisinin hazırlıklarını bahane göstererek savundu.Babası Michael Lohan,kızına tekrar rehabilitasyona gideceğinden dolayı destek çıktı.Fakat halk tarafından babasının küs olduğu kızıyla aniden barışmak istemesinin nedeni olarak Lindsay'in servetinden yararlanmak olduğu söylendi. Son olarak Haziran 2007'de rehabilitasyon merkezindeyken bolca uyuşturucu aldıktan sonra elinde bıçakla kendine zarar vermeye çalışırken çekilen fotoğrafları yayımlandı.2007 Mayıs'ında Hilary Duff'la barıştılar. Hatta gece eğlendikleri kulüpten beraber çıktıkları görüntülendi.Ayrıca Mary-Kate AShley Olsen ile dalga geçmiştir.ayrıca biseksüel olabileceğini belirtmiştir.2010 yılına damga vurucak filmin afişi ise geçtiğimiz gün yayımlandı. Böylece Lohan’ın bir fahişeyi canlandıracağı filmin ilk fotoğrafı çıkmış oldu.3 yıl önceki bir uyuşturucu davası nedeniyle göz hapsinde tutulan Lindsay Lohan yükümlülüklerini yerine getirmeyince özgürlüğünü kaybetti.90 gün hapis cezası alan ve rehabilitasyon programına katılma zorunluğu getirilen Lohan'ın 20 Temmuz günü tutuklanacağı açıklandı.Lohan'ın ayağına bu süre içinde bir alkol monitörü takılacak.Lohan'ın normalde bir ay olan cezası kural
lara uymadığı için artırılırken oyuncunun hapiste sorun çıkarmaması durumunda 1 ay içinde serbest bırakılabileceği açıklanmıştır. 2005 senesinde film hikâyeleri Altında Lindsay Lohan adlı filmle sinema kariyerine kaldığı yerden Devam eden Loaded, Filmin soundtrack' ine Speak albümünde yer alan tür adli parçasıyla katıldı. 2005 senesinin sonunda A Little More (Raw) adli 2 Personal. albümünü piyasaya Süren""Lindsay Lohan"" 20 numara olabildi listelerinde albümle Amerika bir araya geldi. BİR önceki albümünde olduğu hazırsındır albümde de pop soundunu sürdüren Lohan, albümüyle müzik eleştirmenlerinden olumsuz Notlar topladı bir araya geldi. A Confessions Broken Heart Daughter Babadan Albümden çıkan uç Tek a bir video klip çeken sanatçı video klibiyle MTV 'nin TL programından ilgi görmeyi başardı araya geldi. Lindsay Lohan, uyuşturucu alıp araba kullandığı için hakkında tutuklama kararı alınmıştı ve 90 gün hapis cezası almıştı. Fakat sonradan cezası 13 güne düşürülen Lohan geri kalan günlerini rehabilitasyon yaparak bitirmişti. Ancak kanında uyuşturucu tespit edilmesi nedeniyle tekrar hapis cezasına çarptırıldı.Hapse girmeden önce tam 300 bin dolar ödeyerek tekrar özgürlüğe kavuştu. Süt sığırlarında kondüsyon skoru Süt sığırlarının vücut yapılarının 1 ve 5 arasındaki kategoride, zayıf veya aşırı yağlı oluşlarının değerlendirilmesidir. Kondisyon skorunun düzenli olarak takip edilmesi; sağlıklı ve verimli bir sürünün elde tutulmasını sağlar. Hayvanların çok zayıf veya çok şişman oluşu beslenme yetersizlikleri, sağlık sorunları ve sevk idaresinin yerinde olup olmadığını anlamamıza yardım eder. Damızlık düvelerin kondisyonunun izlenerek besleme programları hazırlanması yeterli canlı ağırlık ve yaşta ilk kızgınlık göstererek gebe kalmalarını sağlar. Aşırı yağlı düvelerde görülen infertilite, güç doğumlar ve düşük süt verimi olasılıkları kontrol altına alınır. 1, çok zayıf 5, çok şişman + , - veya .5 figürleri eklenebilir (2+ veya 2.5) Skor 1 Skor 2 Skor 3 Skor 4 Skor 5 Yüreğir (anlam ayrımı) Süreç sanatı Süreç sanatı "(process art)", yaratım sürecinin saklı olmadığı, tam aksine eserin temel niteliklerinden birisi olduğu; hatta kimi zaman eserin tüm konusunu kapsadığı sanat türüne denir. Özellikle 1960'ların sonunda ve 70'lerde yaygınlaşmış olup kökleri soyut dışavurumcu ressam Jackson Pollock'a kadar gider. Pollock sonrası; resimlerinde boyayı dökme sürecinin açıkça görüldüğü Morris Louis, çalıştığı odanın köşelerine eritilmiş kurşun fırlatan Richard Serra, uzun keçe parçaları üzerinde kesikler açarak duvara çivileyen veya yerde bırakan ve keçenin kendi özellikleri, dış etkenler ve sanatçının hareketleri arasındaki etkileşimi baskın kılan Robert Morris örnekleri sayılabilir. Dalyan, Ortaca Dalyan, Muğla ilinin Ortaca ilçesine bağlı bir mahalledir. Köyceğiz Gölü dalyanı (Türkiye genelinde, kısaca Dalyan denir) bu beldede yer alır. Dalyan, Köyceğiz Gölü ile Akdeniz'i birleştiren ana kanal üzerinde bulunur. Dalyan kanalının denize ulaştığı yer olan İztuzu plajı deniz kaplumbağaları olan Caretta Caretta'ların yumurtalarını bıraktıkları kumsallardan biridir. Kaunos antik kenti de Dalyan'dadır. Beldenin 8.000 dolayında nüfusu vardır. Pek çok ünlü turizm merkezine yakın olmasına rağmen turistik açıdan nispeten daha az gelişmiştir. Bunun sebebi, Dalyan'ın ana yoldan 12 km içeride bulunmasıdır. Adından anlaşılabileceği gibi geçmişte Dalyan'ın önemli geliri balıkçılıktı, pamukçuluk ikinci sırada yer alıyordu. Günümüzde en önemli iktisadi faaliyet turizmdir. Dalyan'da 100'ün üzerinde konaklama yeri, 20'nin üzerinde lokanta, birçok seyahat acentesi ve alışveriş yerleri bulunur. Mavi yengeci meşhurdur. Dalyan'ın iklimi birçok Akdeniz kentinde olduğu gibi ılıman olduğu için belde ilkbahar, yaz ve kış aylarında ziyaret edilebilir. Ancak yine de Dalyan'a turistik bir ziyarette bulunmak için en iyi mevsim Caretta Caretta'ların yumurtlama mevsimi olan Haziran-Temmuz aylarıdır. Bu aylar şehrin popülasyonunda yaşanan canlanma nedeniyle turizm açısından daha eğlenceli geçmektedir. Aramiler Aramiler (Aramice: ܐܪ̈ܡܝܐ‎ veya ארמיא: "Aramiye"), MÖ 11. yüzyıl ve MÖ 8. yüzyıl arasında Kuzey Suriye, Mezopotamya, Doğu Akdeniz kıyıları ve Güneydoğu Anadolu'da yaşamış, bölgede bazı devletler ve şehirler kurmuş halk. Aramilerin erken dönemi hakkındaki bilgiler çok azdır. Ancak MÖ 3. binyılın sonları ile MÖ 2. binyılın başlarına ait çivi yazılı metinlerde Aram ismine rastlanmaktadır. MÖ 13. yüzyıl ve MÖ 12. yüzyıl arasında gerçekleşmiş olan Ege Göçleri (Deniz Kavimleri Göçü) ile yakın doğuda siyasi, ekonomik ve sosyal yapısında meydana gelen değişiklikler Suriye Mezopotamya'da yeni etnik grupların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Aramiler de bu kargaşadan yararlanıp, Suriye çöllerinden çıkıp, Mezopotamya ve diğer kültür merkezlerine doğru hareket etmişlerdir. Aramiler adı yazılı kaynaklarda ilk Asur kralı I. Tiglat-Pileser (MÖ 1114-1074) döneminde, Asur yıllıklarında "Ahlame-Aḫlamū" adıyla geçmektedir. Bu yıllıklarda I. Tiglat-Pileser'in Aramilere karşı yaptığı seferleri ve Aramileri takip etmek için yılda iki kere olmak üzere toplamda 28 kere Fırat'ı geçtiğinden bahseder. I. Tiglat-Pileser bu seferlerde Aramiler üzerinde zafer kazandığını ve kazandığı ganimetleri Asur'a getirdiğini söyler. [[I. Tiglat-Pileser]]'in anlattığı zaferlere rağmen, Aramiler, Asur'da büyük bir kargaşaya neden olmuş, haberleşmeyi kesmiş ve köylere sızmışlar, köylü halklar Aramilerden kurtulmak için Arbela'nın doğusundaki dağlara kaçmıştır. Daha sonra Aramiler Ninive'ye doğru ilerlemiş ve I. Tiglat-Pileser, Musul'un doğusundaki dağlara çekilmek zorunda kalmıştır. II. Assur-dan (MÖ 934-912) ve II. Assur-rabi iktidarları döneminde (MÖ 1013-973), Aramiler'in Asur ve Babil arasında yer alan bölgeyi işgal etmiş oldukları Asur kitabelerinde geçmektedir. Aramiler, Eski Ahitte İbranilerle aynı soydan gelen ve yaklaşık MÖ 16. yüzyıldan sonra Harran (Urfa) dolaylarında yaşayan bir topluluk olarak tanıtılır. Asur kayıtlarında da, Ahlamlar adlı başka bir halkla birlikte sık sık soyguncu olarak söz edilir. Aramiler, MÖ 11. yüzyıldan itibaren Kuzey Suriye'de ve Fırat'ın iki yakası boyunca uzanan topraklarda Bit-Adini Devleti'ni kurmuş ve zamanla Şam (Dimaşk=Damaskos) civarı başta olmak üzere çevre bölgelerde hakimiyet kurmuşlardır. Aramiler, doğuya doğru da yayıldılar ve zamanla Babil'den Filistin'e kadar uzanan sahra bölgesi, Kitabı Mukaddes'in Keldaniler adını verdiği Arami kabilelerin eline geçti. Batıdaki Arami krallıkları dönemi Asurlular tarafından sona erdirildi. Doğudaki Aramiler ise bağımsızlıklarını korudular. Bir Keldani komutanı MÖ 626'da kendini Babil kralı ilan etti. Aramiler, Sami dillerinin Kuzey Merkez öbeğine bağlı bir dil olan Aramice'yi (Aramca) konuşurlardı. Aramice MÖ 7. yüzyıl ve MÖ 6. yüzyıllardan itibaren Orta Doğu'da yaşayan kavimlerin ortak dili haline geldi. Daha önce aynı işlevi gören Akadca'nın yerini alan Aramice, bu özelliğini, MS 7. yüzyılda Arapça'nın Orta Doğu'da etkili olmasına değin sürdürmüştür. Bugün Türkiye'nin Güneydoğusunda yaşayan Süryanilerin dili Aramice kökenlidir. Mardin bölgesinde hala Hristiyan dinine mensup Süryaniler yaşamaktadırlar. Bunlar Aramice'nin Doğu Aramice kolundan Süryanice'nin modern lehçesi olan Turoyo lehçesini konuşurlar. Yine Aramice'nin Süryanice kolunun doğu kolundan olan Kedanice ve Asurca'nın modern biçimi olan Surit ve Aturaya konuşan Nasturiler ve Keldani Hristiyanlar Türkiye, Irak ve İran'da yaşamaktadırlar. Aramiler genellikle Kenan, Babil ve Asur tanrılarına taparlardı. Kendi tanrıları arasında en önemlileri Hadad veya Raman, en önemli tanrıçaları ise Atargatis idi. Eğirdir Eğirdir, Isparta iline bağlı Eğirdir Gölü kıyısında bir ilçe. Isparta'ya 34 km uzaklıktadır. Eğirdir ve çevresinin Arvaza Kırallığı (M.Ö.2000-1200) döneminden beri meskun olduğu kayıtlardan anlaşılmaktadır.Eğirdir Gölü güney ucu merkez olmak üzere Burdur Gölü'ne kadar olan bölgeye İlkçağ'da Askania adının verildiği sanılmaktadır. Bu yöreye Luwi uygarlığı çağında Askawana,yani 'Ada Ülkesi' adı verilmiştir.Yöre,Arzava Krallığından sonra M.Ö. 1200 yıllarında Friglerin egemenliğini girmiştir.Daha sonra M.Ö. 687-547 yılları arasında Lidyalılar tarafından işgal edilmiştir. 'Eğirdir kentinin Lidya'nın son hükümdarı Kroisos (MÖ 560-MÖ 547) tarafından kurulduğu ve ilk adının da "Krozos" olduğu sanılmaktadır. Şehrin iç kalesi de Lidyalılar tarafından yaptırılmıştır. M.Ö. 540 yılında Pers İmparatorluğu tarafından işgal edilmiş,yaklaşık 200 sene Pers imparatorluğu egemenliğinde kalmış,daha sonra Seleukos egemenliği altına girmiştir.Yöre Seleukoslar tarafından M.Ö. 188 yılında Apamea (Dinar) antlaşmasıyla Romalılara bırakılmıştır.Romalılar döneminde ilçe Prostanna diye anılmıştır. Eğirdir ve çevresi 395 tarihinde Bizans egemenliğine girilmesinden sonra Akritur olarak isimlendirilmiştir. Yörede ilk Türk yerleşiminin 1071'den birkaç yıl sonra gerçekleştiği sanılmaktadır. Anadolu Selçuklu hükümdarı III. Kılıçaslan 1204 yılında çevredeki şehirler ile birlikte, Eğirdir'i de Selçuklu egemenliği altına almıştır. Selçuklular, sayfiye yeri olarak kullandıkları Eğirdir'e doğal güzelliklerinden dolayı Cennetâbad ismini vermişlerdir. Anadolu Selçuklu Devleti yıkılınca 1280 yılında günümüz Isparta, Burdur ve Antalya illerini hakimiyetine alan Hamitoğulları Beyliği kurulmuştur. Eğirdir uzun yıllar boyunca bu beyliğe başkentlik yapmıştır. Bu süre zarfı içerisinde Eğirdir gelişmiş ve bayındır hale gelmiştir. Bu gelişmelerden dolayı Eğirdir'e "Felekâbât", Isparta'ya ise "Hamit Eli" denmeye ve farklı iki merkez olarak ele alınmaya başlanmıştır. Eğirdir'in beylik başkenti olması sebebiyle; Hamitoğulları Beyliği'nin ikinci beyi olan Dündar Bey tarafından yaptırılan "Dündar Bey Medresesi" bu beyliğin en önemli mimari eserlerindendir. Eğirdir'in merkezinde yer alan bu tarihi taş medrese günümüzde kapalı çarşı olarak kullanılmaya devam etmektedir. 1391'de Eğirdir ve yöresi Osmanlı Devleti egemenliğine girmiştir.Osmanlıların ilk e
gemenlik dönemi çok kısa sürmüş,Timur Ankara Savaşından sonra Anadolu'yu istilası sırasında Eğirdir'de kendisine boyun eğmeyen şehri ve halkın sığındığı Nis Adası'nı kuşatarak zapt etmiş ve bölgeyi 1402 yılında ve Karamanoğlu 2. Mehmet Bey idaresine bırakmıştır. Eğirdir, Sultan II. Murat zamanında 1423'te tam olarak Osmanlı topraklarına katılmıştır. Osmanlı egemenliği döneminde yörenin devlet sınırlarından uzak kalması savunma ihtiyacını ortadan kaldırmıştır.Bu yüzden şehrin surları onarım görmemiş,beylik dönemindeki canlı hayat sönmeye başlamıştır." Bu dönemde Eğirdir,Hamid Sancağının kazaları arasında görülmektedir. Bu dönemde Eğirdir,Hamit ilinin kalesinde 'Hisar Erleri' bulunan,surlarla çevrili tek şehirdi.Bu surlar, 17. yüzyılda Fransız seyyah Paul Lucas'ın belirttiğine göre hala sağlamdı.Osmanlı İmparatorluğunda Hamideli Sancağı'nın merkezi olan Eğirdir, Tanzimat'tan sonra ise Konya Vilayeti Hamit Sancağına bağlı bir kaza olmuştur. Cumhuriyetin kurulmasından sonra da Eğirdir, ilçe statüsünü korumuştur. Eğirdir, Sevr Antlaşmasıyla İtilaf Devletleri tarafından bölüşülen Anadolu'da işgale uğramamış bölgelerimizden birisidir. Eğirdir halkı işgale karşı protestolara yeni bir boyut getirerek, 22 Mayıs 1915 tarihinde Yunanlara karşı Talayzade Salih Bey önderliğinde 700 kişilik bir silahlı kuvvet oluşturmuş, bu sayede Isparta Sancağında Milli Mücadele için ilk milis kuvvet kurulmuştur. İşgalci Yunan ve İtalyan kuvvetlerine karşı caydırıcı güç teşvik etmiştir. Bu milis güç, Isparta'da işgallere karşı Hafız İbrahim Demiralay önderliğinde kurulan daha sonra "Demir Alay" ismiyle anılan Kuva-yi Milliye birliğinin öncülü ve katılımcısı olmuştur. Böylece işgalci İtalyan kuvvetleri Antalya'dan yukarı iç kesimlere rahatça ilerleyememiştir. Yunan işgal kuvvetlerine karşı ise Denizli dolaylarında başarılı savunmalar yapılmıştır. Böylece Isparta ve Eğirdir'in işgal görmesi engellenmiştir. M.Ö. 4. yüzyılın başında Lidya Kralı Krezus tarafından yaptırılmıştır.Yapı tarzı bakımından Lidya mimarisinin özelliklerini yansıtan kalenin yapımında taşlar arasında boydan boya ardıç ağacından hatıllar atılmıştır.Duvar yapımında taş bloklar kullanılmış,iç kısmında ise moloztaş dolgu maddesinden yararlanılmıştır. İlçede göle doğru uzanan yarımada üzerinde iç ve dış kale bulunmaktadır.Yarımadayı ve bugünkü Kale Mahallesini kuzey-güney doğrultusunda kesen ve günümüze kadar varlığını koruyan İç Kale özellikle gölden ve karadan (Sivri Dağı'ndan) gelebilecek saldırılara karşı korunmak amacıyla üç tarafı su ile çevrili yarımadanın en güvenli bir yerinde yapılmıştır. Dış kale ise,temel kalıntıları bulunan Demir Kapı Mahallesine kadar ulaşmaktadır. Eğirdir'de bulunan camilerin en büyüğü olup,duvarları kagir ve üstü toprak dam olarak Hızır Bey tarafından yaptırılmıştır.Kesin tarihi bilinmemekle birlikte 13. yüzyılda 2.Gıyasettin Keyhüsrev tarafından yaptırılmış olabileceği belirtilmektedir.1327'de Hızır Bey tarafından geniş çaplı onarım ve tamir görerek genişletilmiş olan bu eser in ismi Hızırbey Camii olagelmiştir. Camii'nin doğu cephesinde sur duvarlarından iç kaleye açılan bir kapı ve yol bulunmaktadır.İç Kaleye açılan kapı kemerinin 4,5–5 m üzerine Camii'nin zarif mimarisi inşa edilmiştir. Kemerli minare Anadolu Türk'lerinin sanat anlayışını yansıtmakta ve Türk-İslam Dünyası'nın ender yapıtlarından biri olarak kabul edilir. İlçenin en merkezi yerinde bulunan ve taş medrese adıyla da anılan bina,1237 yılında Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında han olarak yapılmıştır.Daha sonra 1301 yılında Hamidoğlu Dündar Bey tarafından medrese haline getirilmiştir.Medrese 2 katlı olup,ortada avlu yer alır ve 30 hücresi vardır. Medresenin girişinde büyük bir taç kapı vardır.Kapının etrafında Selçuklu karakterinde geometrik şekille süslenmiştir.Yapının malzemeleri yakındaki Kervansaray'dan sökülerek getirilmiştir.Medrese bugün kapalıçarşı olarak kullanılmaktadır. İlçe iklim bakımından Akdeniz ve İç Anadolu iklimleri arasında bir geçiş alanında yer almaktadır. İlçede, ne Akdeniz’in yağışlı ne de İç Anadolu’nun kurak iklimi söz konusudur. Yağışlar genelde kış ve ilkbahar aylarında olup yıllık yağış ortalaması 705 mm civarındadır. Hakim rüzgarların lodos ve poyrazdan estiği ilçede, ortalama sıcaklık 11,9 °C dereceyi bulmaktadır.. İlçe bağlısı olarak, merkez hariç olmak üzere, ilçe merkezine bağlı; 1 belde ve 28 köy oluşmaktadır. Eğirdir'in yerli halk arasında "Bağlar" olarak anılan bölgesinde tarım önemli yer tutmaktadır. Başlıca üretilen tarım ürünleri şunlardır: Elma, üzüm, ayva, muşmula ve az da olsa ceviz. Ancak en önemli bölgesel çaptaki tarımsal üretimi elmadır. Elması ile meşhurdur. Birçok çeşit elma üretimi yapılmaktadır. Fujı, Golden, Starking, Gala, Topaz, Pink Lady, Braeburn ve Grany Smith bunlardan bazılarıdır. Elmaları renk açısından genelde sarı, yeşil, pembe ve kırmızı renkte olmaktadır. Ayrıca tat ve şeker miktarı bakımından çoklu seçeneğe sahiptir. Örnek: Mayhoş, tatlı, ekşi. En çok Akdeniz Bölgesi'nde beslenen keçi olan Kıl Keçisi; Eğirdir'in başlıca küçükbaş hayvancılığını oluşturur. Hayvancılık yaygın olmamakla birlikte dağlık kesimlerde rastlanmaktadır. Eğirdir'de balıkçılık faaliyeti önemlidir. Kılçıksız göl levreği, siraz, eğrez ve kerevit avı önemli balıkçılık faaliyetleridir. Eğirdir Gölü 1980 öncesinde 10 çesitten fazla balık türü (bazıları endemik tür) barındırırken göl ekolojisine yanlış beşeri müdahaleler ve bazı balık hastalıkları yüzünden günümüzde bu sayı giderek azalmaktadır. Ayrıca ihracatta önemli bir ekonomik değere sahip olan kerevitten (su istakozu) 2005-2013 yılları arası popülasyonu önemli ölçüde azaldığı için faydalanılamamıştır. Son ekolojik sayım ve raporlarda 2014 yılından itibaren kerevit popülasyonun toparlanıp yeniden ekonomik değer kazanacağı öngörülmektedir. İlçe, turizm potansiyeli açısından oldukça zengin bir içeriğe sahiptir. Özellikle "Altınkum Mahallesi"nde ve "Bedre Koyu"nda yaz turizmi önemli yer tutar. Buralarda yer alan plajlar; gölde yüzme aktivitesi ve kamping imkanı vermektedir. "Altınkum Plajı" ve Bedre Plajı" orta ölçekte yerli ve yabancı turist misafir etmektedir. Bu çok amaçlı plajlardan Altınkum'un içerisinde yer alan bungalovlarda veya bireysel çadır kurma imkanıyla konaklama yapılabilmektedir. "Bedre Plajı" ise Çadır kurma ve karavan park alanıyla konaklama imkanı sunarken içerisinde bulunan su kaydırakları ile çocukların vakit geçirebilecekleri alanlara sahiptir. Bunların dışında plaja yakın oteller ve pansiyonlar da yer almaktadır. Yaz turizminin yanında kültür, tarih ve doğa turizmi potansiyelleri fazladır. Süleyman Demirel Üniversitesi'ne bağlı Turizm ve Otelcilik Yüksek Okulu, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu ve Eğirdir Meslek Yüksek Okulu burada bulunmaktadır. Eğirdir halkı tarafından Atatürk'e verilen Can Adası, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Dağ Komando Okulu, ender rastlanan Kasnak Meşesi ve Sığla Ormanları, Türkiye'nin en önde gelen Kemik Hastalıkları Hastanesi, elması ve sadece Eğirdir'de görülen Apollon Kelebeği ile tarih ve doğa zengini bir ilçedir. Yerli halk arasında adı "Sivri Dağ" olarak geçen dağı, Türkiye'nin en büyük 2. (ikinci) tatlı su gölü olan Eğirdir Gölü ve iki yarımadası (Can Ada ve Yeşil Ada) önemli doğal güzellikleridir. İlçe merkezinde yer alan, Lidyalılar döneminden kalan "Eğirdir Kalesi" ve Hamitoğulları Beyliği'nden kalan "Dündar Bey Taş Medresesi" önemli tarihi yapılarıdır. Ayrıca "Poyraz Mahallesi" ve civarında yer alan çoğunda hâlâ ikamet edilen taş ve ahşap yapılı evleri ilçenin tarihi ve mimari özelliği yansıtmaktadır. Adalarının yer aldığı bölüm yerli halk tarafından "Nis" adıyla anılmaktadır. "Can Ada" (Küçük Ada) ve Yeşil Ada (Büyük Ada) ; Eğirdir Gölü üzerinde yer alan, doğal oluşumlu, yan yana iki adadır. Adalar, merkez karaya yakın olması dolayısıyla doldurma yol ile hem birbirine hem de merkez karaya bağlanmıştır. Böylece her iki ada da yarımada özelliği kazanmıştır. Yeşil Ada ya da diğer adıyla Büyük Ada üzerinde restore edilmiş ancak kullanılmayan tarihi bir Rum kilisesi yer almaktadır. Ayrıca bu ada deniz mahsulleri restoranları ve konaklama tesisleri açısından oldukça gelişmiştir. Ardan Zentürk Ardan Zentürk Star Gazetesi yazarı. Türk özel televizyon haberciliğinin, 1993-97 yılları arasında yürüttüğü Star TV Haber Genel Yayın Yönetmenliği nedeniyle kurucu duayenlerinden biri olarak tanınır. 1955 yılında İstanbul, Üsküdar'da doğdu. Babası, Dr.Neşet Adnan Zentürk, doktorluk mesleğinin yanı sıra, dönemin önde gelen gazete ve dergilerinde yazardı. Şu anda Star Gazetesi'nde köşe yazarlığının yanında kendisine ait Zentürk Yapım Yayın adlı bir şirketi vardır. Şirket TRT ekranlarına Sınırlar ve İnsanlar adlı bir program hazırlamaktadır. İlk öğrenimini Marmara Koleji (İstanbul), Orta ve lise öğrenimini Eskişehir Maarif Koleji ’nde tamamladı. Marmara Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi Kürsüsü Dış Politika Bölümü’nden 1979 yılında mezun oldu, İstanbul Üniversitesi, Siyaset Bilimi Kürsüsü’nde bir yıl master yaptı. Meslek içi eğitiminin önemli bir bölümünü, Drake Üniversitesi’nde aldığı TV yöneticiliği kursu ile tamamladı. Bu arada, Georgetown Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, Oxford Üniversitesi Orta Asya Araştırmaları Ensitütüsü gibi kuruluşlarda mesleği ile ilgili kısa süreli kurslara katıldı. H. Canan Zentürk ile evli. A.Özgür Zentürk ve S.Ege Zentürk adlarında iki oğlu var. Çok iyi derecede İngilizce bilir. Gazeteciliğe 1976 yılında, İstanbul Ticaret Odası’nın resmi yayın organı olan İstanbul Ticaret gazetesinde başladı. Şu anda Anadolu Bil Meslek Yüksek okulunda öğretim görevlisi olarak öğrenciler ile deneyimlerini paylaşmaktadır. 1977 yılında Hürriyet Gazetesi’te yazıişlerine bağlı sayfa düzeltmeni oldu. Devamında şu gazetelerde görev yaptı. Tercüman Gazetesi, Güneş Gazetesi, Sabah Gazetesi, Günaydın Gazetesi. Tercüman, Güneş, Sabah ve Günaydın gazetelerinde Dış Haberler Editörlüğü, Güneş’te yazıişleri müdürlüğü, Günaydın’da da Ankara Temsilciliği görevlerini gerçekleştirdi. 1999-2000 yılları ara
sında da Türkiye Gazetesi Genel Koordinatörlüğü’nü yaptı. Meslek yaşamı süresince Tercüman, Güneş ve Günaydın gazetelerinde dış haber ağırlıklı yorumculuk, Dünya gazetesi “Politika Terası” köşesi siyasi yorumculuğu, Türkiye gazetesi Avrasya-Strateji sayfası yazarlığını yürüttü. 2005 yılından bu yana Star gazetesinde haftanın dört günü yazıları yayınlanmaktadır. Televizyonculuğa HBB'nin Ankara Haber Müdürü olarak 1992 yılında geçti. 1993 yılında Star TV'nin Ankara Temsilcisi, 1994'te de Genel yayın Yönetmeni oldu. 1995 yılında Kanal D genel yayın yönetmenliği görevini yaptı. 1997 yılında Kanal 6 Genel Koordinatörlüğü’ne getirildi. 2002-2003 yılları arasında da Star Haber 24 haber kanalının genel koordinatörlüğünü yürüttü. Türkiye’nin en eski savunma sektörü dergisi M5 Savunma ve Strateji ’nin 2001 yılında yeniden yapılanmasını sağlayan genel yayın müdürü oldu, bu sektördeki çalışmalarını şu anda MSI Savunma Dergisi nde yürütüyor. "Nokta Dergisi"nin Genel Yayın Yönetmenliği’ni yaptı. (2005) Meslek yaşamı boyunca, İran-Irak Savaşı (1984-86), Dağlık Karabağ (1988-91), Bosna-Hersek Savaşı(1992-93) çatışma bölgelerini takip etti. Kuzey Irak ’a dönük TSK operasyonlarını izledi. Türkiye ziyaretleri nedeniyle, ABD eski başkanları Jimmy Carter ve Richard Nixon, SSCB son Devlet Başkanı Mikhail Gorbaçov ile söyleşiler yaptı. Diğer önemli söyleşileri: Henry Kissinger, Genadi Gerasimov, Andreas Papandreu, İlham Aliyev, Aliya İzzet Begoviç, Ebulfez Elçibey, Gulbeddin Hikmetyar, Yaser Arafat, Rauf Denktaş, İslam Kerimov, Saparmurat Türkmenbaşı,Hüsnü Mübarek, Şimon Perez, Benyamin Netanyahu gibi dünya olaylarına yön veren isimler ile çalıştığı gazete, dergi veya televizyonlar adına görüşmeler gerçekleştirdi. Kanal D Kanal D, Demirören Holding'in Türkiye'de yayın yapan ulusal televizyon kanallarından biridir. Tüm Türkiye'ye yayın yapan ulusal kanal, genelde dizi filmleriyle ön plana çıkmıştır ve 84 yerli ve 13 yabancı dizi ile, 93 yerli ve 9 yabancı dizi yayınlamış Show TV'den sonra en çok sayıda televizyon dizisi yayınlamış Türk televizyon kanalıdır. 2009 yılı itibarıyla Türkiye'de en çok izlenen kanal unvanını elde etmiştir. Kanalın spor müdürü İlker Yasin'dir. Ayhan Şahenk ve Aydın Doğan tarafından ortak kurulmuştur. 16 Eylül 1993'te test yayınına ve 19 Aralık 1993'te başlamıştır. Kanalın hisseleri 16 Ekim 1994 tarihinde Aydın Doğan'a emanet verildi ve kanalın logosu değişerek bugünkü hâlini almıştır. 2004 yılında, "analog yayın"ın yanı sıra "sayısal yayın" yapmaya da başlamıştır. Diğer tüm Avrupa ülkelerine Türkçe yayın yapan Almanya merkezli Euro D kanalın Türkiye dışındaki şubesidir. Kanal D, ayrıca Türkiye'de "yüksek çözünürlük"le (HD) yayın yapan ilk ulusal televizyon kanalı olan Kanal D HD'yi yayına sokmuştur. Kanal D'de yayınlanan birçok program, bu kanaldan yüksek çözünürlükle izlenebilmektedir. 5 Eylül 2005'ten 16 Ocak 2013'e kadar Kanal D Ana Haber Bülteni'ni hafta içi Mehmet Ali Birand sunmuştur. 3 Kasım 2014'ten beri Kanal D Ana Haber Bülteni'ni hafta içi Cüneyt Özdemir, hafta sonu ise Serdar Cebe sunmaktadır. Spor Gündemi'ni Hafta İçi Emre Tilev, Hafta sonu ise Gökhan Telkenar sunmaktadır. 32. Gün programını her Perşembe gecesi Mehmet Ali Birand sunmuştur. Sihirli Annem, Yaprak Dökümü, Fatmagül'ün Suçu Ne?, Kuzey Güney, İntikam, Kavak Yelleri, Aşk-ı Memnu, Hanımın Çiftliği, Öyle Bir Geçer Zaman ki gibi Kanal D'nin en çok beğenilen dizileri arasında yer almıştır. Kanal D 2005 yılından itibaren her yıl Türkiye'nin en çok izlenilen kanalı durumundadır. Kanal, 20 Nisan 2011'de logosunu üç boyutlu yapmış ve logonun ortasındaki daire dönen bir küre olmuştur. Mayıs 2013'ten itibaren Kanal D dizileri engelsiz.kanald.com.tr adresinde görme engelliler için sesli betimleniyor, işitme engelliler için işaret dili ile anlatılıyor. Ayrıca altyazılarla destekleniyor. Kanal D, 1 Temmuz 2013'te (geniş ekran) yayına geçti. 21 Mart 2018 tarihi itibarıyla Demirören grubuna satılmıştır. Kanal D, 1 Ekim 2006'da DHDTV adıyla yüksek çözünürlüklü yayınına başlamıştır. Türkiye'nin ilk ulusal yüksek çözünürlüklü televizyon kanalıdır. Kısa bir süre yayınlarını durdurduktan sonra, 1 Eylül 2008 tarihinden itibaren D-Smart platformunda Kanal D HD adıyla tekrar yayına başlamıştır. Kanal D HD, 18 Eylül 2014 tarihine kadar sadece D-Smart'ta 22. kanal'da yayın yapmaktaydı. Fakat 18 Eylül 2014'te D-Smart'taki yayınını devam ettirerek Digiturk'te 324. kanal, Filbox'ta 21. kanala ve de Türksat 4A'da 12245 H 27500 5/6 frekansına şifresiz ve ücretsiz olarak eklenmişti. Fakat 1 Ekim 2014'te Türksat 4A uydusundaki şifresiz ve ücretsiz yayını ile Filbox'taki yayınını sonlandırmıştır. Kanal D HD, sadece D-Smart'ta 22. kanal'dan ve de Digiturk'te 324. kanaldan izlenebilmekteydi. 6 Kasım 2015 tarihinde Türksat 4A'da şifresiz ve ücretsiz olmuştur. Kanal D HD şu anda D-Smart 22. kanal, Digiturk 324. kanal, Teledünya 25. kanal, Türksat TKGS 3. kanal, Türksat 4A 12245 H 27500 5/6 frekansından, Filbox 21. kanal ve Tivibu 319. kanaldan yayın yapmaktadır. 28 Eylül 2015'te HD yazısını kaldırılmıştır. Euro D, Avrupa'daki Türkler'e yönelik yayın yapmak amacıyla kurulan televizyon kanalı. Eski ismi Kanal D Fun olan kanal 7 Mart 2001 tarihinde adını Euro D olarak değiştirmiştir. Ağırlıklı olarak Kanal D'nin dizileri, film ve programları yayınlamaktadır. 1 Temmuz 2013'te 16:9 geniş ekran yayına geçmiştir. Kanal D, Romanya için Doğan Yayın Holding tarafından 15 Şubat 2007 tarihinde kurulan televizyon kanalı. Doğan Yayın Holding'in yüzde 75, İsviçreli Ringier Grubu'nun yüzde 25 ortaklığıyla kurulan kanal, Kanal D Türkiye'de yayınlanan dizileri yayınlamaktadır. Türk dizileri Rumenceye çevrilerek yayına girmektedir. Kanal D Romanya ayrıca Romanya Liga 1 maçlarının yayın haklarına sahip kanaldır. Shannen Doherty Shannen Marie Doherty (d. 12 Nisan 1971; Memphis, ABD), ABD'li oyuncu. Adını Evimiz Hollywood'da (Beverly Hills, 90210) adlı diziyle duyurmuştur. Bu diziden de Playboy (dergi)sine verdiği pozlar yüzünden atılmıştır. Daha sonra da Charmed adlı diziyle çıkışını sürdürmüş fakat bu diziden de başrolünü birlikte paylaştığı Alyssa Milano ile anlaşamadığı için ayrılmıştır. Ferizli Ferizli, Sakarya il merkezini 10 metropol ilçesinden biridir. Adını, yörede eski çağlardan itibaren çıkarıldığı bilinen demir madeninin Latince ismi olan Ferissium'dan alır. Osmanlı zamanında Firuzlu olarak kullanılan isim zamanla günümüzdeki şeklini almıştır. Ferizli ilçesi Adapazarı Ovası'nın (Ak Ova) kuzeyinde, Kocaeli plato'sunun dogusunda ve Batı karadeniz dağ uzantılarının batısında bulunur. Arazi yapısı genel olarak kuzeye doğru düşük rakımlı tepelerden ve ovalardan oluşmaktadır. İlçe merkezi Sakarya Nehri ile Göksu'nun (Çark Suyu) çatağında bulunur. İlçe merkezi Adapazarı'na 22 km mesafededir. 650 nolu Karadeniz-Akdeniz yolu devlet yolu üzerindedir. İlçe sınırları içindeki en büyük göl, Gölkent kasabasın kıyısında bulunduğu, bir kısmı Karasu sınırlarında kalan Akgöl'dür. Ferizli Karadeniz iklimi etki alanındadır. Doğal birki örtüsünü kışın yaprağını döken nemcil türler oluşturur. Kayın, gürgen, meşe, çevre ormanlarda yoğun olarak bulunur. Yer yer saf meşe koruluklarına rastlanır. Kireçtaşları üzerinde maki (Psödomaki) türleri görülür. Sakarya nehri kenarında, verimli ovalarda bulunması nedeniyle Ferizli'de yerleşme MÖ 600'lü yıllara kadar inmektedir. MÖ 13. yüzyıllarda bölgenin adı Bebrika olarak anılan bölge, MÖ 9. yüzyılda Bitinya topraklarına katılır. MÖ 6. yüzyılda Lidya hakimiyeti, yerini Makedon hakimiyetine bırakır. MÖ 3. yüzyılda başlayan Bitinya idaresi MÖ 1. yüzyılda Roma İmparatorluğu işgaliyle son buldu. 1072 yılında Artuk Bey Bizanslıları yenmesiyle yöre Türk hakimiyetine girer. Yeniden Bizansa geçen bölge 1097 yılında Haçlıların, sonra sırasıyla Danişmentlilerin, Anadolu Selçukluların, Nikia İmparatorluğunun denetimine geçti. 1324 yılında Osman Beyin komutanlarından Konur Alp ve Akça Koca Bey tarafından fethedilerek Osmanlı hakimiyeti başlatıldı. Cumhuriyet öncesine kadar Ferizli'de Ermeniler ikamet etmekteydi. Halen Ermeni evleri kalıntıları mevcuttur. Cumhuriyet kurulduktan sonra Balkanlardan gelen göçmenler yöreye yerleştirilerek 130 haneli Ferizli köyü oluşturuldu. 1965 yılına gelindiğinde 140 haneye ulaşan Ferizli, Karasu çevresinden göç almaya başlamıştır. 1970 yıllardan sonra Doğu Karadeniz'den göç almaya başlamıştır. 1973 yılında nüfusu 2000'i aşmasıyla Belediye teşkilatı kurulmuştur. Ferizli köy iken Adapazarı merkeze bağlı kasaba haline gelmiştir. 1990'da nüfusu 5.000'i aşan belde 3644 sayılı kanun ile ilçe merkezi haline getirilmiştir. 06.03.2000 gün ve 23985 sayılı R.G. yayımlanan 593 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile sonradan Sakarya Büyükşehir Belediyesi adını alan Adapazarı Büyükşehir Belediyesine dahil edilmiştir. Böylece Ferizli metropol belediye haline gelmiştir. İlçenin gelir kaynağı genel olarak tarıma dayanır. Fındık, Mısır, Şeker Pancarı, Buğday ve sebze, meyve başlıca tarım ürünleridir. Kavak yetiştiriciliği de yapılır. Hayvancılık açısından da önemli bir yere sahiptir. genelde büyükbaş hayvan yetiştiriciliği yapılmaktadır. Daha çok Çimento hammmaddesi olarak kullanılan demir madeni; Türkiye'nin önemli 2. yatağıdır. Ferizli ilçesinin doğal kaynakları arasında siyah mermer de vardır. Fakat küçük işletmeler halindedir. Ayrıca Sakarya Nehri'nden kum da çıkarılır. Öteden beri yol üstünde önemli bir ticaret merkezi olan Ferizli; son yıllarda hayvan pazarının kapanması ve köy otobüslerinin şehre sokulmaması nedeniyle yol üstünde olma özelliğini fiilen yitirmiş ve ticarette nisbi bir gerileme olmuştur. 1980'li yıllardan sonra eğitim hızla gelişmiştir. Bir lise, bir Anadolu Lisesi (Ferizli Fikret-İsmet Aktekin Anadolu Lisesi), Bir Anadolu Teknik End. mes. lis. ve teknik lise ve Sakarya Üniversitesi meslek yüksek okulu vardır. Ayrıca Sakarya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu ilçe sınırlarında yer alır. 1989 yılında Todor Jivkov'un Bulgaristan Türklerine baskıları sonucu Türkiye'ye göç etmek zorunda kaldılar. Gel
en yaklaşık 320.000 Türkten bir kısmı Ferizli'de devlet eliyle yapılan konutlara yerleştirildi. 1999 Marmara depremi sonrası yeni konutların zemini sağlam alanlara yapılması kararı alındı. Seçilen yerlerden biri de Ferizli oldu ve Ferizli'de yapılan deprem konutlarıyla önemli miktarda nüfus artışı oldu. Happening Happening, teatral doğası olup senaryo dahilinde olmadan, doğaçlama yoluyla yapılan bir çeşit sanatsal etkinliktir. Terim olarak ilk defa Allan Kaprow'un "6 Bölümlük 18 Happening" "(18 Happenings in 6 Parts)" isimli eserinde kullanılmış ve yaygınlaşmıştır. Slayt gösterileri, dans, koku ve tat gibi hislere hitap eden etkinliklerin sahnelenmesi ve tecrübe edilmesi ön plana çıkar. Birçok örneğinde izleyici katılımı önemlidir ve ortaya çıkan estetik etki, tecrübe edilen etkinliklerin bileşimidir. Claes Oldenburg'un "Dükkân" "(Store)" (1961), "Oto-bedenler" "(Autobodies)" (1963), ve "Yıkamalar" "(Washes)" (1965); Robert Rauschenberg'ün "Harita Odası II" "(Map Room II)" (1965); Robert Whitman'ın "Amerikan Ayı" ("The American Moon)" (1960); ve Kaprow'un "Çağrı" "(Calling)" (1965) isimli eserleri önemli happening'ler arasında sayılabilir. Kaynaklar Abomasum deplasmanı Abomasum deplasmanı veya abomasum kayması, ineklerde ana karnında büyüyen yavrunun baskısıyla dördüncü midenin normal yerinden sağa veya sola doğru bükülmesi (yer değiştirmesi). Doğumu takip eden iki-üç hafta içinde meydana gelir. "Kesif yem - kaba yem" dengesizliği, kaliteli "kaba yem" eksikliği ve geçiş dönemi besleme hataları bu yer değiştirmeye zemin hazırlar. Abomasum çoğunlukla sola doğru yer değiştirir. genellikle 1.laktasyonda görülür. Hastalığın görülme sıklığındaki artışı bilim insanları kültür ırklarının ıslahına bağlamaktadır.Yapılan ıslah çalışmaları sonucu ırkların cüsseleri artmış ve buna bağlı olarak karın içi basınç da artmıştır.Bu de deplasman riskini artırır. Abomasum deplasmanı; organım deplase olduğu bölgeye göre iki ye ayrılır. Sola deplasman (LDA) ve sağa deplasman (RDA-RTA) Deplasmanlar içerisinde sola deplasmanın (LDA) sağa deplasmanlardan (RDA) daha sık görüldüğü belirtilmiştir.Abomasum deplasmanları genellikle yüksek süt verimli ve cüsseli kültür ırkı ineklerde, erken laktasyon döneminde tanımlanmaktadırlar. Yaş arttıkça abomasum deplasmanlarının şekillenme riskinin de arttığı, Guernsey’lerin Holstein’lara göre; dişilerin de erkeklere göre deplasmanlara daha duyarlı oldukları bildirilmiştir. Abomasum deplasmanların ortaya çıkışında mastitis, metritis, retensiyo sekundinarum, hipokalsemi ve ketozis gibi hastalıkların predispozisyon hazırladığı bilinmektedir. LDA (Left displaced abomasi) olgularında abomasum normal bulunduğu pozisyondan (regio xiphoidea'nın caudali) kayarak sol karın duvarı ile rumen arasına sıkışır. Abomasopeksie veya omentopeksie adlı cerrahi yöntemlerle organ normal konumuna getirilir. RDA-RTA (Right displaced abomasi-Right torsio abomasi) olgularında abomasum sağ tarafa doğru kendi ekseni etrafında 90 dereceden 360 dereceye varan oranlarda döner. 180 derece ve daha fazla bir dönmede olgu RTA adını alır. Çünkü pylorus-duodenum sınırı burulmuştur. Operasyonda sağ abomasopeksie yöntemi uygulanır. Abomasumun deplase olmasını takiben, rumen içeriğinin ince barsaklara geçememesi nedeniyle özellikle RDA olgularında metabolik alkalozla birlikte hipokloremi, hiponatremi ve hipokalemi şekillenmektedir. Abomasumda atoni şekillenmesi ve hastalığın uzun süre devam etmesi nedeniyle ülserleşmeler gözlenebilir. Bu durum klinik olarak dışkı renginin değişimi ile izlenebilmektedir. İştahsızlık, süt veriminde düşme, hafif düzeyde kalp frekansı artışı, yüzlek solunum, dışkı miktarı ve rumen hareketkerinde azalma ile birlikte sol açlık çukurluğunda (fossa paralumbalis sinistra) genişleme belirlenmektedir. Deplase olunan bölgenin oskülte edilmesiyle tipik pink sesi alınabilmektedir. Klinik bulgulara ek olarak rektal muayene ile deplase olan abomasumun sol ya da sağ tarafta palpe edilmesi tanı aşamasında katkı sağlamaktadır. Ruminal timpani, pneumoperitoneum ve rumen atonosi gibi sol tarafta; sekal dilatasyon, spiral kolonda gaz birikimi, pneumorektum ve fizometra (uterusta gaz birikimi) gibi sağ tarafta dilatasyon ve pink sesine yol açan hastalıklardan abomasum deplasmanlarının ayırt edilmesi gerekmektedir. Biyokimyasal analizlerde serum elektrolitleri ve asit-baz dengesinde değişimler belirlenmekte; HCl’nin ruminoretiküler refluksu nedeniyle ruminal asidoz şekillenmektedir. Kan pH’sı ve bikarbonat düzeyi yükselirken, hipoglisemi ile birlikte hipokloremi ve hipokalemi de meydana gelmektedir. Serum kalsiyum düzeyinin alınım ve emilimindeki azalmadan dolayı düşebileceği belirtilmektedir. AST, GGT, total protein, albumin ve globulin gibi parametrelerin belirlenmesiyle karaciğer fonksiyonları değerlendirilmelidir. Zira deplasmanların karaciğer yağlanması ile ilgili olabileceği yapılan çalışmalarla ortaya konmuştur. Farklı yöntemler uygulanarak opere edilen abomasum deplasmanı olgularında farklı araştırmacılar tarafından değişen oranlarda başarılı sonuçlar alınmıştır. Normal değerlere göre albumin konsantrasyonunun düşük, globulin konsantrasyonunun yüksek olması; deplasman olgularında karaciğer ile birlikte böbreklerin etkilenim derecesine ve akut faz proteinlerinin üretilmesine bağlanabilir. LDA olgularında prognoz iyidir.Zira hastalık birkaç hafta içerisinde ortaya çıkar ve hafif seyreder. Müdahale edilmezse ölüm yaklaşık 4 haftada şekillenir. RDA olgularında ise prognoz şüpheli-kötüdür.Çünkü hem organ timpanik bir hal almaya başlamıştır hem de burulmanın şiddetine göre organda iskemik nekroz ve bunu izleyen süreçte perforasyon görülür. Müdahale edilmezse 1 hafta içinde ölüm şekillenir. RTA olgularında ise prognoz kötüdür. Vakit kaybetmeden hayvan kesime sevkedilir. Müdahale edilmediği takdirde 2-3 gün içinde ölüm şekillenir. Geishauser ve arkadaşları subklinik ketozisin de abomasum deplasmanları için risk oluşturduğunu; Massy ve arkadaşları da hipokalsemi geçiren ineklerde LDA şekillenme riskinin 4.8 kat arttığını tespit etmişlerdir. Yine Retensiyo sekundinarum gibi toksemik olgularda endotoksin ya da endojen pirojenlerin (interleukin-1) etkisi ile gastrik motilitenin azalıp abomasum deplasmanına yol açabileceği bildirilmiştir. Yapılan çalışmalarda deplasmanların gelişiminde insulin ve gastrin sekresyonlarındaki artışların da etkili olabileceği bildirilmiştir. Abomasum deplasmanlarının, yapılan çalışmalarla karaciğer yağlanması ile ilgili olabileceği tespit edilmiştir. Geishauner ve arkadaşları yaptıkları çalışmalarda yüksek AST aktivitesinin abomasum deplasmanlarında, özellikle LDA olgularının tanımlanmasında önemli olduğunu vurgulamışlardır. blood and rumen fluid analyses. Acta Vet Scand., 42(2): 219-228. Ketozis Ketozis, hiperketonemi veya asetonemi lipid metabolizmasına ilişkin kanda keton cisimciklerinin (aseton, aseto-asetik asit, beta hidroksi bütirik asit) birikmesi sonucu gelişen bir metabolik hastalıktır. Yüksek süt verimli ineklerde dogumdan sonraki ilk iki ay içerisinde karbonhidrat ve lipid metabolizmasının bozulması sonucu şekillenir. Hastalık doğumdan sonraki ilk üç ayda ve özellikle 2-4. haftalar arasında da görülebilir. Primer ketozis genellikle bu dönemlerde görülmesine rağmen, sekonder ketozis laktasyonun hemen her döneminde gelişebilir.Bazen doğum öncesi de görülebilir. Hastalığın ortaya çıkışında diğer bir neden de çeşitli akut ve kronik seyirli hastalıklardır. Bu beslenme ve hastalıkların etkisi sonrasında oluşan ketozis olguları, dört formda incelenebilir: Laktasyonun erken dönemi (ilk 4 hafta) inekler için ketozis riskini oluşturur. Buzağılamadan sonraki üç haftalık periyot ketozis için en önemli kritik dönemdir. Yüksek verimli süt ineklerinde laktasyonun 2-6. haftaları arasında dokulardaki fonksiyonların fizyolojik düzeyde devam ettirilmesi ve süt üretimi için gerekli olan enerji miktarı; rasyondan alınan enerji miktarından fazla olduğunda enerji açıgı sekillenmektedir.Yani negatif enerji dengesi. Negatif enerji açığı geliştiğinde, serum glikoz düzeyi düşer ve gerekli olan enerjiyi sağlamak amacıyla vücut yağ dokularındaki trigliseridler mobilize olur. Trigliseridler yag asitlerine ve gliserine parçalanırken, gliserin ise direkt glikoz sentezinde görev alır. Yağ asitleri ise albumin ile birleşerek serbest yağ asitlerini olusturur. Şekillenen serbest yağ asitleri mitokondrilere taşınarak Beta oksidasyon şeklinde parçalanır ve sonuçta Asetil koenzim A’lar (Asetil CoA) oluşur. Enerji yetersizliğinde ortamda yeterli okzalasetat bulunmadığından (hastalığın anahtar mekanizması budur) asetil koenzim A’lar trikarboksilik asit (TCA) siklusuna giremezler ve fazla miktarda keton cisimcikleri oluşur. İnsülin ve tiroid hormonları, süt veriminin düzenlenmesinde rol oynarlar ve enerji açığı gibi durumlar sekillendiğinde bu hormonların düzeyleri degişim gösterir. Hastalık başlıca 2 form gösterir.Bunlar; sindirim formu ve sinir formudur. Sindirim formunda iştah ve süt veriminde belirgin bir azalma, belirgin derecede zayıflama, rumen hareketlerinde ve dışkı miktarında azalma görülürken; Sinirsel formda hipereksitasyon, diş gıcırdatma, boş çigneme hareketleri ve yemlige saldırma gibi anormal davranışlara ilişkin bulgular tespit edilir. Negatif enerji dengesi ve rasyondaki yetersiz karbonhidrat oranına bağlı olarak serum glikoz düzeyi düşüktür. LAboratuvar bulguları bağlamında ise, kanda keton cisimcikleri artar (ketonemi).İdrarda ise 30–40 mg’dan 200–250 mg/l’ye kadar (ketonüri), ayrıca sütte (ketolakti) ve solunum havasında da keton cisimciklerine rastlanır. Kan pH’sı, glikoz ve glikojen düzeylerinde azalma gözlenir. Serbest yağ asitleri miktarı yaklaşık 3 ile 5 kat arasında artar.Serum AST, GLDH ve SDH düzeyleri artar. İdrar ve sütte keton cisimciklerinin tespiti ticari testlerle belirlenir.Serumda Betahidroksi bütirik asit (BHBA) düzeyinde artış; Subklinik olgularda BHBA >1.0 mmol/lt, Klinik olgularda ise 1.5-2.0 mmol/lt'den büyüktür. Karaciğerde yağlanma hastalığın ö
nemli komplikasyonlarından biridir. Tedavide üç seçenek esastır.Bunlar: Kan glikoz düzeyini yükseltmek için damar içi yolla %30’luk glikoz (500–1000 cc) solüsyonu, ağız yoluyla yolla gliserin (500 gr günde iki kez, 5 gün süreyle) veya propilen glikol 225 gr civarında, Günde 2 kez, 2 gün; 3 veya 4. günler 100 gram verilebilir. Glikoneogenezis'i desteklemek amacı ile tedavide ACTH veya Glukokortikoidler kullanılır. Kullanılabilecek glukokortikoidler; Dexamethasone (0,1-0,3 mg/kg) Prednisolon (125–200 mg dozda ve günde, 3 gün süreyle), Depo ACTH ( Cortrophine-Z; Cortrosyn depot:50–100 IU, insülin (0,5 ünite/kg’a deri altı ya da kas içi enjeksiyonla), methionine verilebilir. Kloralhidrat ( ilk gün 30 gr Sonraki günlerde 7’şer gr birkaç gün ağız yoluyla) B vitaminleri ve sodyumfosfat gibi maddeler kullanılır. Ayrıca hayvanlara vitamin B, kobalt ve nikotinik asit gibi ilaçlarda verilebilir. Ketozise bağlı asidoz şekillenmişse 240 gr Sodyum bikarbonat (NaHCO) 1 lt distile suda çözülerek damar içi uygulanabilir. Ancak kloralhidratla birlikte kullanımı kontrendikedir. Tüm tedavilerde sonuç 3-4 gün sonra alınır. Türkiye (gazete) Türkiye Gazetesi, Enver Ören tarafından 22 Nisan 1970 tarihinde "Hakikat" adıyla yayımlanmaya başlanan günlük gazete. İhlas Holding'in bir parçasıdır ve holdingin ilk kurumudur. 29 Mart 1972 tarihinde "Türkiye" adını aldı. Dr. Enver Ören'in 1978'de Japonya'da katıldığı FIEJ Kongresinde tanıştığı ve "dünyanın en çok satan ikinci gazetesi" olan Asahi Shimbun gazetesinin "elden dağıtım sistemini" uygulamaya geçiren Türkiye Gazetesi, 1980'e kadar akşam gazetesi olarak yayımlandı. İhlas Haber Ajansı (İHA)'nın hizmet verdiği Türkiye Gazetesi, sağ kamuoyuna seslenen en etkili gazetelerden biridir. Türkiye'yi ilk kez abonelik sistemiyle tanıştıran gazete; 10 Aralık 1989 tarihinde ulaştığı 1.424.350 adet günlük satış rakamıyla hâlen kırılamamış olan tiraj rekorunu elinde bulundurmaktadır. Gazete 16 Eylül 2013 günü yıllardan beri kullandığı logosunu değiştirmiştir. Logo değişiminde “Türkiye” yazısı sadeleştirilmiş, ‘T’ harfi beyazla yazılıp, kırmızı yuvarlağın içine alınmıştır. İsmail Karakurt İsmail Karakurt (d. 1964), şair, edebiyat öğretmeni. Yozgat Sarıkaya Emirbey Köyü doğumlu. İlk ve orta öğrenimini Yozgat ve Kayseri'de tamamladı. Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümünden 1989'da mezun oldu. Yazmaya üniversitede okuduğu yıllarda başladı. Şiir ve yazıları Aylık Dergi, Al­batros, Araf, Argos, Dergah, Hece, Kanat, Kayıtlar, Kırağı, Kum Yazıları, Milli Eğitim, Palandöken, Yalnızardıç, Yedi İklim’de yayımlandı. Şiirlerinde varlığın ve hayatın anlamı üzerinde yoğunlaşarak, coşkulu bir edayla; aşkı, ölümü, çocukluğu, bozkır saflığı ve dinginliğini, kendi kültürümüzün klasik ve taşralı katmanlarından devşirdiği unsurlarla yoğurarak, köklü bir ses, yeni bir hazla işledi. Temiz, yumuşak, masalsı bir dili var. Yazılarında ise hayat, aşk, şiir, şiirin metafizik tartımları, şiirin sorunları, çocukluk üzerine açılımlar, içsel söyleşiler yapan, bir başka deyişle, kendisiyle birlikte okuru, yaşamak ve yürek zarı arasında gezindirdi. Ege’nin bir kasabasında uzayıp giden ovaya, uzayıp giden gökyüzüne bakarak sincabın peşi sıra ağaçlarla arkadaşlık etti, onlarla söyleşti... İlk şiir kitabı Simurg (MEB 1992) ile Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 1992 yılı şiir ödülüne lâyık bulundu. İkinci şiir kitabı Mahrem Mecazlar (1999 Ankara) Hece Yayınları arasında çıktı. Çocukluğum Bir Çocuk (MEB 2005), şairin üçüncü şiir kitabı. Ayrıca Çürük Yeşil (şiir), Şifalı Otlar Dükkânı (şiir), Pörçük Meşkler (deneme), Ağaçlar Kitabı (deneme), İpek Böceği (Masal) adlı dosyaları ise yayıma hazır. Halen İstanbul Dr. Vasıf Topçu Fen Lisesi'nde çalışmakta ve harflerle yolculuğuna devam etmektedir. Evli, Mevlâna Yusuf ve Selçuk Eren adında iki oğlu var. Engelleme terapisi Engelleme terapisi ya da aversiyon terapisi; bir davranış terapisi türüdür ve istenmediği halde tekrarlı olarak yapılan bir davranış biçimini engellemeyi kapsar. En basit şekliyle, yaramazlık eden bir çocuğu cezalandırmak bir engelleme terapisi sayılabilir. Fakat psikolojik öğrenme ve Pavlov şartlama deneylerinin sonucunda bu teknikler son derece ayrıntılı bir hale getirilmiştir; en önemlisi hastanın engellenmesi istenen davranışlarda bulunduğu zaman rahatsız edici durumlara maruz bırakılması tekniğidir. Tırnak yiyen insanların ellerine sürülen acı tatlı cila bu tekniğin örneklerindendir. Engelleme terapisi çoğu zaman alkolizmde ve cinsel davranış bozukluklarında uygulanır. Ayrıca uyuşturucu madde bağımlılıkları, pedofili ve egzibisyonizm (teşhircilik)de denenmiştir. Eskiden başvurulan ve alkoliklerin içki içmeleri üzerine bulantı ve/veya kusma yaratan apomorfin enjeksiyonları tekniğinin yerini, kesin zaman ayarlaması yapılabilen elektrik şoku teknikleri almıştır. Aversion terapiler toplumun dışladığı, kabul etmek istemediği kişileri kendi bakış açısına göre, "topluma uydurmaya" çalıştığı, psikolojik işkence sistemleridir. "Toplum kurallarına uymayan" insanları, ki bu kurallar da insanlar tarafından belirlenir, suçlu, ayıplı olarak gören anlayışın ürünüdür. Ellilerden beri uygulanan bu terapinin insanlarda değişim yaratmaktan çok, psikolojik olarak yıpratan bir uygulama olduğu görülmüştür. Engelleme terapisi 1932'de başlamıştır. Bu terapi, American Society of Addiction Medicine tarafından 2003'te yazılan "Principles of Addiction Medicine, "makalesinde tartışılmıştır. Engelleme terapisi öncelikli olarak uyuşturucu ve alkolün görüntüsünün, tadının, kokusunun uyandırdığı pozitif duyguları değiştirmek amacıyla yapılmıştır. İnsanlar üzerinde yapılan 6 ila 12 aylık deneyler sonucunda engelleme terapisi olumlu sonuç vermiştir fakat buna rağmen ilaç tedavisi popülerliğini yitirmemiştir. Ayrıca bu terapi, daha az zararlı davranış bozukluklarının bireysel tedavilerinde de kullanılmıştır. Tedavi için bileğe lastik bir bant bağlanması yeterlidir. Zararlı düşünce veya davranışın kontrol edilemez hale gelmesi durumunda birey bu bandı ısırarak kendini bu düşünce veya davranıştan arındırır. 1967'de kimyasal veya şok etkisiyle yapılan tiksindirme yöntemleri yerini, covert sensitization adı verilen soyut tiksindirme yöntemlerine bırakmıştır. Engelleme terapisi homoseksüelliğin "tedavisi"nde kullanılmış ancak 1994'te American Psychological Association (APA) bunun tehlikeli ve işe yaramayan bir uygulama olduğunu açıklamıştır. 2006 yılında, engelleme terapisinin homoseksüelliğin "tedavi"sinde kullanılmasının, APA ve American Psychiatric Association'ın yürütme yasa ve yönergesinin ihlali olduğu belirtilmiştir. Bazı ülkeler bu uygulamayı tamamen yasaklamıştır. Avrupa ve Amerika'daki psikolojik terapiler cinsel yönelimini kabullenme(gay affirmative psychotherapy). yönündedir. Bu terapinin yönergesi APA'da bulunmaktadır. Psikolog Martin E.P. Seligman, bu konudaki çalışmaların tartışmalı olduğunu söylemiştir. Özellikle 1966'da yapılan deneylerin %50'si homoseksüel dürtülerin kaybolmasıyla sonuçlanmasından sonra Seligman homoseksüelliğin değişmesi için gösterilen yeterli gayret ve şevk terapi sınırlarını yıkabileceğini iddia etmiştir. Fakat daha sonra bu sonuçların hatalı olduğu, homoseksüellik duygusunun kaybolduğu zannedilen insanların aslında biseksüel oldukları ortaya çıkmıştır. Yani Seligman'ın deneyleri de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Dr. Robert Card, elektro şok tedavisini yürürlüğe sokmuş ve hastanın kişiliğinden homoseksüelliğin ayrılabileceğini savunan yazılar yayımlamıştır. Bu yöntemlerin birinde gönüllü homoseksüel deneklerin cinsel bölgelerine elektrodlar yerleştirilmiş ve homoseksüel porno filmi izletilmiştir. Film devam ederken vücutlarına emetic ilaçlar verilmştir. Daha sonra ilaçlar ve elektro şok kesilmiş ve heteroseksüel porno filmi gösterilmiştir. Süreç boyunca denek suistimal edilmemşitir. 1970'lerde birçok üniversitede engelleme terapisine dair araştırmalar yapılmıştır. Elektro şokla yapılan engelleme terapileri deneklerin akıl sağlıklarını kaybetmeleri veya intihar etmeleriyle sonuçlanmıştır . Atipik fasiyal ağrı Yüz nevraljileri grubu içinde, semptom bakımından hiçbir bilinen nevralji tablosuna uymayan bazı hastalıklara da rastlanmıştır. Ağrı anatomik sahalarda belirmez; değişken, atipik, can sıkıcı ve zonklayıcıdır. Analjeziklere cevap vermez. Bu gibi ağrıların «depressif kökenli semptomlar» (bkz.) olduğunun anlaşılması çok yararlı olmuştur. Çünkü bu ağrılar antidepresan tedavisi veya ECT'ye (elektrokonvülsif terapi) cevap vermektedir. Direnç gösteren bazı durumlarda ise sonunda lökotomi gerekmiştir. Ataksi-Telanjiektazi Ataksi-Telanjiektazi, bu sendrom akıl anormalliği, serebellar ataksi veya koreoatetosis ve en çok konjonktivada görülen, fakat vücudun başka yerlerinde de belirebilen telanjiektaz'ları (kılcal damarların genişlemesi) kapsar. Genetik kalıtım muhtemelen otosomal resesiftir. Bu sendromda sık rastlanan başka bir semptom da hipogammaglobulinemi'dir. Ataxia,kasların birbiriyle ilşkisiz çalışması sonucu istemli hareketlerin düzensiz seyretmesi hali,vücut hareketlerinde uyumsuzluk. Aşırı aktivite Aktivite artışı veya aşırı aktivite, birkaç durumda psikiyatrik anlam taşıyabilir. Oldukça ani başlayan bir aktivite artışının yanı sıra iyimserlik, coşkunluk, fevri davranışlar ve uyku ihtiyacında azalma, manik hastalıklarda tipiktir. Demanslı, özellikle Alzheimer hastalığından mustarip kişilerde bazen karakteristik bir amaçsız aşırı aktivite görülür. Örneğin, bir bavulu yerleştirip sonra boşaltmak, yahut tekrar tekrar aynı eşyanın tozunu almak gibi. Ama bu hastalarda genellikle hafıza bozukluğu ve gittikçe artan bir beceriksizlik de belirgindir. Ajitasyonda da amaçsız bir aşırı aktivite mevcuttur, ama bu hastanın gerilim ve korku duygularına sekonderdir. Asomatognozi Asomatognozi, Lobus parietalis'in arka kısmındaki fonksiyon bozukluğu nedeniyle kişinin sözel veya davranışsal olarak vücudunun parçalarını tasdik etmemesi veya tanımamasıdır. Asılma Fetişi Asılma
Fetişi, kişinin tekrarlı kısmi boğulma yaratmak amacıyla kendisini iplerle bağlayarak cinsel zevk elde etmesidir. Kazayla ölüm sonucunda, cinayetten şüphe edilebilir. Bu fetiş genellikle sadomazohizmle ilgilidir. Asetilkolinesteraz Asetilkolinesteraz, sinaptik fissürdeki (aralıktaki) asetilkolini inaktive eden enzimdir. Stratonikeia, Karya Stratonikeia, Muğla'daki bir antik şehir Stratonikea Muğla'nın Yatağan ilçesi'nin 6–7 km. batısında, Yatağan-Milas karayolu çıkışında 1 kilometre mesafede yer alan Eskihisar mahallesi ile iç içe bir antik kenttir. Kent, MÖ 3. yüzyıl da kurulmuştur. Bu tarihte Suriye kralı I. Selevkos eşi Stratonike'yi oğlu Antiokhos'a vermiş, Antiokhos da önce üvey annesi sonra eşi olan Stratonike adına Stratonikea kentini kurmuştur. Antik çağ coğrafyacısı ve gezgini Strabon'a göre kent, çok güzel yapılarla donatılmıştı. Yapılan kazılarda ele geçirilen sikkelerden, Stratonikeia sikkelerinin kentin Rodos'tan bağımsızlığını kazandığı MÖ 167'den itibaren basılmaya başlandığı ve Gallienus (253-268) zamanına kadar devam ettiği anlaşılıyor. Kentin akropol ü güneydeki dağın tepesindedir. Bu tepenin çevresi bir surla çevrilmiştir. Kuzeyinde, yamaç üzerindeki bir teras üzerinde şimdiki karayolunun hemen altındaki, bir yazıtta imparator için yapılmış küçük bir tapınağın kalıntıları göze çarpar. Bunun aşağısında da büyük bir tiyatro vardır. Burada cavea, merdivenlerle 9 cuneus a bölünmüştür ve tek bir diazoma vardır. Sahne binasının kalıntıları, yapılan kazılarda büyük ölçüde ortaya çıkarılmıştır. Antik kent üzerinde, Yatağan Termik Santralı'nın kullandığı linyit yatakları üzerinde bulunmasından dolayı günümüzde boşaltılmış bulunan Eskihisar mahallesi bulunmaktadır. Kent surlarla çevrilmiş olup, bugün kent surlarının yalnızca önemsiz uzantıları görülmektedir. Yerleşim alanının kuzeydoğu köşesinde, büyük kesme taşlar ile kireç harçtan örülmüş güçlü bir kalenin yıkıntıları vardır. Yapı, büyük kesme taşlar ile kireçli harçtan örülmüştür. Yapının onarım gördüğü diğer yapılardan alınma yazıtlı taşlar ve sütun gövdelerinden anlaşılmaktadır. Kentin kuzey kenarındaki ana giriş kapısı büyük bloklardan oluşmaktadır. Geniş ve ince taş duvarcılığı ile örülmüştür. Bu kapının üzerinde kemer olduğu kalıntılardan anlaşılmaktadır. Kapı iki girişlidir. İki kapı girişi arasında bir nymphaion vardır. Kapıdan sonra sütunlu bir alanın ve yolun varlığı görülmektedir. Kentin tam ortasında, en çok göze çarpan yapısı, kent meclisinin toplandığı bouleuterion bulunmaktadır. Bouleuterion tiyatro benzeri küçük bir yapıdır. Bu yapının hemen batısındaki tek başına duran kapı bu alanın giriş kapısıdır. Bunun Serapis Tapınağı olduğu ileri sürülmüştür; ancak kazılarda bulunan yazıtlar bu görüşün yanlış olduğunu göstermiştir. Bouleuterionun kuzeye bakan dış duvarında Diocletianus'un fiyat listesi ve bunun uygulanmasına ilişkin giriş kısmı Latince yazılmıştır. Bu yapının alttaki oturma sıraları korunmuştur. Kentin batısında, Antik Yunan ve Roma'da gençlerin düşünsel ve bedensel yönden eğitildikleri, öğrenim gördükleri, spor etkinliklerinde bulundukları gymnasion denilen yapı bulunmaktadır. Kente giriş kapısının önündeki kutsal yolun kenarında oda mezarlar yer almaktadır. Giriş kapısından başlayan kutsal yol nekropolden geçmekte ve Lagina'daki Hekate kutsal alanına ulaşmaktadır. Söz konusu nekropol sahası günümüzde kömür ocakları havzası altında kalarak yok olmuştur. Ayrıca birde Mysia Stratonikeia'sı vardır Özel Kuvvetler Komutanlığı Özel Kuvvetler Komutanlığı ya da halk arasındaki adıyla Bordo Bereliler ve eski adıyla Özel Harp Dairesi, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin değişik sınıf ve rütbelerdeki subay, astsubay ve uzman erbaşlardan oluşan, iç ve dış tehditlerin bertaraf edilmesine karşı her türlü arazi ve iklim şartlarında görev yapabilecek nitelikte üst düzey eğitime tabi tutularak yetiştirilmiş özel askerlere verilen isimdir. Türkiye'deki önemli kara kuvvetlerindendir. En son Fırat Kalkanı Harekâtı'nda etkin olarak görev yapmıştır. 1992 yılında Tugay seviyesinde kurulmuş ve daha sonra tümen, ardından 2006 Yüksek Askerî Şûra kararı ile Kolordu, 2010 Yüksek Askerî Şûra kararı ile tekrar Tümen ve 2015 Yüksek Askerî Şûra kararı ile tekrar Kolordu yapıldı. 2017 Yaş kararlarıyla tekrar tugay seviyesine getirildi. Hiçbir kuvvet komutanlığına bağlı olmaksızın doğrudan Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı olarak görev yaparlar. Söz konusu birlik, Bordo Bereliler doğrudan Özel Kuvvetlerin emrinden görev yapmaktadır. Burada görev yapan askerler özel olarak seçilmiş, 2004 yılında Almanya'da yapılan Dünya Özel Kuvvetler Şampiyonası'nda, yirmi altı özel kuvvet birliği arasında birinci oldu. Bordo Bereliler aynı zamanda devlet büyüklerinin yakın koruma görevini de yerine getirirler. Başta genelkurmay başkanı olmak üzere kuvvet komutanlarının ve yüksek rütbeli generallerin koruma ve güvenlik görevlerini üstlenirler. Abdullah Öcalan'ın yakalanma ve Türkiye'ye getirilmesi görevinde bulunan komutanlığın asli görevleri; olası bir savaş durumunda halkı örgütlemek ve yetiştirmektir. Oğlak Dönencesi Oğlak Dönencesi, yeryüzünün güney yarım küresinde Ekvator'un 23° 27' güneyinden geçtiği varsayılan enlemdir. 21 Aralık'ta güneş ışınları Oğlak Dönencesi ne dik gelir. Buna bağlı olarak: Oğlak Dönencesi'nin üzerinden geçtiği ülkeler, doğudan batıya sırasıyla, Brezilya, Arjantin, Paraguay, Şili, Polinezya, Melanezya, Avustralya, Madagaskar, Mozambik, Güney Afrika, Botsvana ile Namibya'dır. DirectX DirectX, Microsoft'un video oyunları başta olmak üzere çoklu ortam yazılımlarını rahat, hızlı ve uyumlu şekilde hazırlayabilmek için yarattığı bir API yazılım programlama arayüzüdür. Şu andaki en güncel resmi sürüm DirectX 12'dir. İçerdiği bileşenlerden bazıları şu şekilde özetlenebilir: Windows 95 ile birlikte oyun programcılarını DOS'tan Windows'a doğru çekmek için yaratılmış olan bu arabirim, ancak 5.0 sürümünden itibaren beklenen ilgiyi görmeye başlayabilmiştir. Windows 2000'in çıkışıyla birlikte gerçek kip oyunlarının sonu gelmiş olduğundan, Windows altında vazgeçilmez oyun arayüzü haline gelmiştir. XBox'ta da DirectX'in kullanılıyor olması, arabirimin popülaritesini artırmada etkili olmuştur. Buna ek olarak, son zamanlarda DirectX Managed (.NET tabanlı) modülü sayesinde çok hızlı bir şekilde kolayca, karmaşık DirectX uygulamaları yazmak mümkün hale gelmiştir fakat yönetimli DirectX bileşenleri C ve C++ programlama için geliştirilmiş DirectX Kütüphaneleri kadar performans gösteremezler. Yönetimli bileşenlerin kullanılmasıyla geliştirilen programlar, DirectX kütüphanelerinin kullanılmasıyla geliştirilen programlar kadar hızlı olamazlar. Bu nedenle profesyonel video oyun programlamada halen DirectX kütüphaneleri kullanılmaktadır. Sanılanın aksine, Linux altında DirectX bileşenlerinin büyük çoğunluğunun kullanılması Cadega sayesinde mümkündür. Bu yazılım, Direct3D'yi OpenGL, DirectSound'u ise OSS (Open Sound System - Açık Ses Sistemi) kullanarak çalıştırır. DirectX 1.0; Windows platformunda video oyunu yapımı için ilk geliştirilmiş API'dir. 1995 yılında Windows 95 için geliştirilmiştir. İlk DirectX, geliştiriciler tarafından beklenen ilgiyi toplayamamıştır. DirectX 1.0 sürümüne bazı destek özellikleri sunulmuştur. 1996 yılında son kullanıcıya sunulmuştur. Bu sürüm ile çoklu oyun oynamaya olanak sağlanmış ve 3D ses özelliği eklenmiştir. 1996 yılında son kullanıcıya sunulmuştur. Bu DirectX versiyonunda optimizasyona (eniyilemeye) önem verilmiştir. 1999 yılında son kullanıcıya sunulmuştur. Bağlantı noktaları (vertexler) ve pixel shader ile görüntü işleme teknolojisi geliştirilmiştir. 2000 yılında son kullanıcıya sunulmuştur. Bu sürümde bazı ekran kartları ile uyumsuzluklar giderilmiş, performans üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Windows Vista Service Pack 1 ile gelmektedir ve hem Nvidia hem ATI kartları tarafından desteklenmektedir Bu sürümde bazı ekran kartları ile uyumsuzluklar giderilmiş, performans üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Windows Vista Service Pack 1 ile gelmektedir ve hem Nvidia hem ATI kartları tarafından desteklenmektedir. Windows 7 ile gelen ve Windows Vista'ya da kurulabilen DirectX sürümüdür. Üstün ve gerçeğe çok yakın grafik kalitesi sağlar. Tesselation gibi poligon çoğaltma ve işleme tekniğini destekler. Sadece destekleyen AMD RADEON HD 5xxx, ve NVIDIA GT4xx serisi kartlar ile kullanılabilir.r 2009 sonu satışa sunuldu. Windows 10 ile gelmiştir. Asıl amacı ek sürücü yükünü azaltmaktır. AMD'nin Mantle teknolojisine benzer. Max McMullen'e göre amaç "konsol düzeyinde verim" sağlamaktır. NVIDIA'nın tüm Fermi modellerinde ve daha sonraki ekran kartı modellerinde, AMD'nin GNC tabanlı chipleriyle Intel'in Hawellve daha sonraki grafik ünitelerinde desteklenecek. SIGGRAPH 2014 etkinliğinde Intel, bilgisayarda oluşturulan bir astoreit çalışma alanını gösteren, DirectX 12'nin rendering hızı ve CPU güç tüketimi konusunda önceki sürüme göre %50 ile %70 daha verimli olduğunu iddia eden bir demo yayınlamıştı. Oktay Arayıcı Oktay Arayıcı (12 Şubat 1936, Rize - 21 Ocak 1985, İstanbul) Türk oyun ve senaryo yazarı. Türk tiyatrosunun toplumcu gerçekçi çizgideki önemli oyun yazarlarındandır. Oyunları defalarca sahnelenmiş ve ödül almıştır. İlk ve orta öğretimini Rize ve Malatya’da tamamlayan Arayıcı, 1956 yılında İstanbul Üniversitesi’ne girer. 1959 yılında ilk senaryosunu yazar. Sansüre takılan "Gel Nişanlanalım" adlı bu senaryonun ardından, ertesi yıl "Dışarda Yağmur Var" adlı ilk oyununu yazar ve sahneler. Arayıcı’nın bundan sonraki tiyatro yaşantısı hareketli, bol ödüllü ve siyasi açıdan faal geçer. 1964’te İzmit’te Good-Year lastik fabrikasındaki grevi konu aldığı "Kondulu Hayriye" adlı oyunu valilikçe yasaklanır. 1969 yılında yazdığı "Seferi Ramazan Beyin Nafile Dünyası" (Nafile Dünya) adlı oyunu 1971’de AST’ta sahnelenir ve yasaklanır. Bir oyun yazarı olarak artık dikkat çekmeyi başarmış olan Arayıcı, 1974–1976 yılları arasında "Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi" adlı, kendisinin önde gele
n eserlerinden biri sayılan oyunu yazar. Bu oyunla Türk Dil Kurumu ve Avni Dilligil ödüllerini kazanır. 1977’de yine en bilinen oyunlarından olan Rumuz Goncagül’ü yazar; Rutkay Aziz’in rejisiyle sahnelenen oyun 1981–1982 tiyatro sezonunda "Yılın Oyunu" ödülünü alır. Bu oyun daha sonra İrfan Tözüm’ün yönetmenliğinde sinemaya da aktarılır. 1978’de TRT için "At Gözlüğü" adlı senaryoyu yazar. Film TRT Muhabirleri Derneği tarafından yılın en başarılı yerli yapımı seçilir. 1978–1979 yılında "Geçit (Tanilli Dosyası)" adlı oyununu yazar. Oyunda Server Tanilli’nin hayatı ekseninde, bir dönemin irdelemesi yapılmaktadır. Nafile Dünya Nafile Dünya, yazar Oktay Arayıcı’nın 1969 yılında yazdığı tiyatro oyunu. 1971'de Ankara Sanat Tiyatrosu'nda sahnelenmiş ve yasaklanmıştır. 2013 yılında, Duru Tiyatro tarafından yeniden sahnelenmiştir. Ramazan gerçeklerin iç yüzünü fark edemeyen, biraz Bekçi Murtaza’yı andıran bir polis komiseridir. Arayıcı’nın tipik bir statükocu olarak sahneye taşıdığı Ramazan, oyunun başında çomak sokmaması gereken yasadışı bir işi, kanun yoluyla halletmeye kalkar ve İstanbul’a tayin edilir. Yine bu karakolda yaptığı “işgüzarlıklar”, onun bu sefer bir sınır karakoluna sürgün edilmesiyle sonuçlanır. Burada İstanbul’dakinden daha tehlikeli işlere bulaşır, kendi başına yola koymaya çalışır; oyunun sonunda Ramazan bıçaklanarak öldürülür. Oyunun yapısı Epik tiyatrodan da geleneksel tiyatrodan da izler taşır. Arayıcı tarafından episodik olarak tasarlanan oyun, kimi yerlerde seyirciyle arasına mesafe koyabilmek için şarkı kullanır. Oyunun karşı kahramanlarından biri olan Ali Cemali Abdülcemali, aynı anda üç kişiyi birden canlandırır ve oyunun anlatıcısıdır da. Sahnedekinin bir oyun olduğunu seyirciye hatırlatma düşüncesi, oyuncuların oyun başlar başlamaz oynadıkları karakteri tanıtmalarıyla sahneye yansır. Geleneksel tiyatroda da görülen bu göstermeci üslup, oyunun sonunda da kendini gösterir. Arayıcı’nın amacı ülkenin geldiği duruma bir ayna tutmak ve varolan düzenin iyileştirilmesi yoluyla bir kurtuluş çaresinin bulunup bulunamayacağını sorgulamaktır. Ancak oyunun ulaştığı nokta, epik tiyatronun sunduğu sınıfsal bakıştan uzak, eleştirel gerçekçi bir eksende hareket etmeye çalışan, merak öğesinin alt edilemediği, epik tiyatro öğelerinin biçimsel olarak birbiri ardına sıralandığı bir tekdüzeliktir. Oyun sıkı dokunmuş bir neden sonuç ilişkisinden uzak olmaya çalışırken, giderek dağılan, uzayan bir yapıya bürünür. Arayıcı’nın oyunlarını değerlendirirken başarısını ve başarısızlığını epik tiyatro çerçevesinden değerlendirmek pek doğru değilmiş gibi gözükse de, Bertolt Brecht’in kuramının birbirine sıkı sıkıya bağlı öğelerini birbirinden ayırarak, kullanmak genellikle başarısız sonuçlar vermektedir. Robert Ludlum Robert Ludlum (d. 25 Mayıs 1927, New York City – ö. 12 Mart 2001, Naples, Florida), Amerikalı roman yazarı. Yazmış olduğu 29 kitabı, 210 milyon adetten fazla basılmış ve 32 farklı dile çevrilmiştir. 2001'de vefat eden yazar, rivayete göre, arkasında, fason yazarlar marifeti ile yayımlanacak olan, birçok el yazması ve kaba taslak bırakmıştır. Genelde yazmış olduğu kitap türleri gizli servis ve ajan kahramanları üzerine kurulmuştur. Bu, yazarın popülaritesinin devamı için bir ahittir. 2001 yılında vefatından sonra Ludlum Vakfı, yazarın en ünlü eserlerinden biri olan "Bourne" serisini devam ettirme kararı almıştır ve yakın arkadaşlarından "Eric Van" "Lustbader" bu seriyi hala devam ettirmektedir. Şu ana kadar Bourne Legancy, Bourne Betrayel, Bourne Imperative, Bourne Dominion, Bourne Objective, Bourne Deception, Bourne Sanction olmak üzere 7 devam kitabının 4'ü Türkçeye çevrilmiştir. Efor Testi Efor Testi; kalp-damar hastalıklarının tanı ve takibinde yaygın olarak kullanılan bir testtir. Efor Testi, kişiye belli kriterlere uygun şekilde egzersiz yaptırılarak kalp iş yükünün arttırılması ve bu yüklenme esnasında kalp kasının beslenmesinde yetersizliğe yol açabilecek bir kalp damar hastalığının olup olmadığının araştırılmasıdır. Belli yaş ve kilo için girilen verilere dayanarak hastanın kalbinin hesaplanan hıza ulaşabilmesi ve beklenen süreler içerisinde normale dönmesinin test edilmesi şeklinde özetlenebilir. Tekerleme (anlam ayrımı) Tekerleme sözcüğü ile şunlardan biri kastedilmiş olabilir: Altın Küre Ödülleri Altın Küre Ödülleri, her yıl resmi bir yemek töreniyle film ve televizyon dizilerine verilen Amerikan ödülleridir. Hollywood Yabancı Basın Birliği (Hollywood Foreign Press Association) tarafından 1944'ten beri verilen ödüller film endüstrisi için verilen önemli ödüllerdendir. Ödüller özellikle 1996'tan sonra önem kazanmıştır, bunun nedeni de HFPA'nın NBC adlı televizyon kanalıyla yaptığı anlaşmadır. Oscar ve Grammy'den sonra üçüncü en çok izlenen ödül törenidir. Ödüller aynı zamanda film, dizi ya da aktris ve aktörler için iyi bir referans olarak kabul edilir. Ödüller, 86 film eleştirmenin oylarına göre verilir. Tekerleme Tekerleme, genellikle ölçülü ve kafiyeli, basmakalıp söz. Masal, hikâye, bilmece, halk tiyatrosu gibi bazı edebi türler içinde ve çocuk oyunlarında tekerlemelere rastlanır. Türk edebiyatında ilk yazılı tekerleme örneklerine 11. yüzyıldan itibaren rastlanır. Divanü Lügati’t Türk’te bazı tekerlemeler yer alır. Çocuk folklorunda hoşça vakit geçirmek, konuşma kabiliyetini geliştirmek, oyunlarda eş ve ebe seçmek için tekerlemelere sıklıkla başvurulur. Kullanıldığı yere bağlı olarak masal tekerlemesi, oyun tekerlemesi gibi farklı adlar alabilir. Tekerlemeler çocuk oyunlarında ve masalların baş, orta ve sonunda söylenir. Yöreye göre değişik isimler alabilir. Örneğin Doğu Anadolu’da "döşeme", Güney Anadolu’da "sayışma" sözcükleri tekerleme anlamında kullanılır. Masalların başında ve bazen de sonunda tekerlemeler yer alabilir. Bunlar genellikle fazla anlam taşımaz ancak dinleyiciyi gerçek dünyadan koparıp masala hazırlar. Örnek: Bazı sözlü çocuk oyunlarının tamamı tekerleme söyleyerek oynanır. Örnek: Benzer seslerin sıkça kullanıldığı, dilin zor döndüğü (söylenmesi zor) tekerlemelere çocuk oyunlarında rastlanır. Bunlar genellikle karşılıklı yarışma veya oyunda ebe seçme amacıyla kullanılır. Örnek: Sayışma tekerlemeleri genellikle oyunlarda ebe seçmek veya bir takıma oyuncu seçmek için kullanılır. Sayan kişi, sayışma boyunca parmağı ile oyuncuları, sıra ile tek tek işaret eder. Sayışma bittiğinde parmağı hangi oyuncuyu gösteriyorsa o oyuncu seçilmiş olur. Örnek: Bazı bilmeceler tekerleme hâlinde sorulur: Âşık fasıllarında, saz şairlerinin yaptıkları şiir yarışmaları. Halk dilinde tekerleme, âşıklar arasında tekellüm olarak adlandırılır. Bu tür şiirler ya söylenmesi zor sözcüklerden meydana getirilir ya da darayak şeklindedir. Ayak daraldıkça kafiye bulmak zorlaşır. Âşıklardan biri fasal aralarında tekerlemeye başlar ve yeni bir ayak açar. Karagöz ve ortaoyunundaki tekerlemeler "muhavere" olarak bilinir. Nefes (edebiyat) Nefes, Türk Edebiyatı'nda, İslami temellere bağlı Âşık Halk Edebiyatı nazım şekillerinden ilahilerin Alevi-Bektaşi aşıklarınca yazılanlarına denir. Konusu genellikle tasavvuftaki vahdet-i vücud, Alevi-Bektaşi ilkeleri, tarikat kurallarıyla ilgilidir. Dili sade bir Türkçe olan nefesler biçim olarak koşmaya benzer. Bununla beraber şekil ve içerik olarak ilahiye benzer. Bu sebeple nefeslere "İlahinin Bektaşilerdeki karşılığı" denir. Dörtlükler halinde hece ölçüsünün 7, 8, 11'li kalıpları ile ya da az da olsa aruz ölçüsü ile de yazılanlara rastlanılmaktadır. Dörtlük sayısı 3-7 arasında değişir. Fazla da olabilir. Bektaşi şairlerinin yazdığı tasavvufi-ahlaki şiirlerdir. DEMEDİM Mİ? Güzel âşık cevrimizi, Çekemezsin demedim mi? Bu bir rıza lokmasıdır, Yiyemezsin demedim mi? Yemeyenler kalır naçar, Gözlerinden kanlar saçar. Bu bir demdir, gelir geçer, Duyamazsın demedim mi? Bak şu aşıkın haline, Ne gelse söyler diline. Can ü başı Hakk yoluna, Koyamazsın demedim mi? Aşıklar harabat olur, Hakk yanında hürmet bulur. Muhabbet baldan tatlı olur, Doyamazsın demedim mi? Girelim Ali serine, Çıkalım meydan yerine. Küfrümüz iman yerine, Sayamazsın demedim mi? Dervişlik ulu dernektir, Görene büyük örnektir. Yensiz yakasız gömlektir, Giyemezsin demedim mi? Pir Sultan, Ali şahımız, Hakk'a ulaşır ahımız. On iki imam katarımız, Uyamazsın demedim mi? URUM ABDALLARIYIZ Biz Urum Abdallarıyız Maksadımız yârdır bizim Geçtik ziynet kabâsından Gencinemiz erdir bizim Dâim kılarız biz zârı Harceyleriz elden var, Dost yoluna verdik seri Mürkirimiz hârdır bizim Aşk bülbülüyüz öteriz Râh-i Hakka yüz tutarız Mânâ gevherin satarız Mürşidimiz vardır bizim İstivâyı gözler gözüm Seb’almesanidir yüzüm Ene’l Hakk’ı söyler sözüm Mi’râcımız dârdır bizim Haber aldık mahkemâttan Geçmeyiz zâttan sıfattan Balım nihan söyler Haktan İrşâdımız sırdır bizim Bugatti Veyron Bugatti Veyron EB, Alman Volkswagen Grubu tarafından tasarlanıp geliştirilen ve Fransız otomobil üreticisi Bugatti tarafından üretilen, ortadan motorlu bir spor otomobildir. Adını, Bugatti'nin efsanevi yarış pilotu olan Pierre Veyron'dan alır. Bugatti EB 110'un halefi, Bugatti Chiron'un selefidir. Bugatti Veyron'da sürüş hakimiyeti üç farklı aşama ile sağlanmaktadır: "Standart", "Hakimiyet" ve "Maksimum Hız". Standart: 180 km/s'e kadar optimum aerodinamik sağlanması açısından standart mod devrededir. Otomobilin ön ve arka yüksekliği 115 mm'dir. Bu sayede Veyron, 0'dan 100'e 2.6 saniyede ulaşabilmektedir. Hakimiyet: 180 km/s'den, 375 km/s'e kadar, aracın yere basma kuvvetinin arttırılması için hakimiyet modu devreye girer. Otomobilin ön sürüş yüksekliği 90 mm, arka sürüş yüksekliği 102 mm'dir. Aynı zamanda, difüzörlerdeki hava kanalları 8° açıyla aktif hale gelir. Ek olarak, arkada yer alan kanatlardan üstteki 16°, alttaki 27° açıya konumlanır. Bu sayede, maksimum yere basma kuvvetine erişilir. Maksimum Hız: 375 km/s'in üzerinde, son hıza erişmek için maksimum hız modu devreye girer. Otomobilin ön sürüş yüksekliği 65 mm, arka sürüş yüksekliği 70 mm
'dir. Difüzörler ve alt arka kanat kapanır. Üst arka kanat ise, yalnızca 3°'lik açıyla açık kalır. Bu modun aktif edilmesi için, aracın "Maksimum Hız Anahtarı" ile çalıştırılması gerekir. Veyron, "Döner Şasi" adı verilen üç farklı bölümden oluşur: Ön uç, monokok (kabuk) ve arka şasi. Ön uç yapısının ana işlevi, sayısız araç bileşeni barındırmanın yanı sıra çarpmaya karşı optimum koruma özelliklerini sağlar. Bir çarpışma durumunda monokokun deforme olması neredeyse imkansız olduğu için, tüm çarpışma enerjisi ön uçta dağılır. Neredeyse deforme olamayan bir yolcu bölmesi ile birlikte; ekstrüzyon yapılmış alüminyum çok odacıklı profiller, kasıtlı olarak deforme olabilecek şekilde bal peteği formunda tasarlanmıştır. Ön aks ise, ön uç ve monokoç bölümleri arasında yer alır. Ön transvers bağ bağlantıları, dengeleyici ve direksiyon dişlisi bu bölümüne takılmıştır. Ön uç; havadan-sıvıya soğutucular, marş aküsü, bagaj bölmesi, ön aks diferansiyeli ve direksiyon sistemini barındırır. Ön çerçeve, tüm bu parçaları barındıran ön ucun yapısal elemanıdır. "Monokok" terimi, tek parça halinde üretilen tek bir büyük gövdeye karşılık gelir. Veyron'da prepreglı karbon fiber monokok kullanılmıştır. "Prepreg" terimi ise, üretim işlemi sırasında herhangi bir ilave reçinenin eklenmesini gerektirmeyecek şekilde, reçine ile önceden emprenye edilmiş karbon elyaf levhalarının kullanıldığı anlamını taşır. Monokok, alüminyum bal peteği çekirdeği ve karbon elyaf levhalarla her iki tarafı kaplı, sandvice benzer bir yapıya sahiptir. Ana bileşenleri; yakıt sistemi (depo doldurma kısmı hariç), refakatçi yakıt deposu (monokokluğun arka tarafına takılıdır), arka travers bağlantıları, kontrol paneli dahil kiriş, direksiyon kolonu, fren servoları ve pedalları ile ana fren silindiri ve klima sisteminden oluşur. Arka karbon fiber yapı ve arka metal yapı olmak üzere iki farklı kısımdan meydana gelir. Arka karbon fiber yapının amacı, monokokun son derece yüksek burulma rijitliğini, arka süspansiyon çubuklarının bağlandığı noktaya kadar tam olarak korumaktır. Arka metal yapıda da, öndeki gibi çarpmaya karşı optimum özellikler sağlar. Turbo şarj ve egzoz sisteminden dolayı, arka şasinin alt kısmında çok sıcak bir ortamda son derece yüksek dayanıklılık gerekli görüldüğünden bu kısma, üçgen formunda iki uzunlamasına çerçeve ve kutu şeklindeki arka aks taşıyıcı çerçeve için havacılık sınıfı paslanmaz çelik tercih edilmiştir. Paslanmaz çelik bileşenler Veyron'un çapraz bağlantıları ile aynı malzemeden yapılmış ve havacılık endüstrisi standartlarına göre özel olarak eğitilmiş ve sertifikalandırılmış çalışanlar tarafından birbirine kaynaklanmıştır. Arka şasi bölümü; motor, vites kutusu ve egzoz sisteminin yanı sıra yakıt sistemi bileşenleri: motor ve dişli yağı çeviricileri, merkezi hidrolikler, depo doldurma kısmı ve karbon yakıt deposundan oluşur. Bugatti tarafından "Veyron'un kalbi ve ruhu" olarak nitelendirilir. Standart ve Grand Sport modellerinde 1000 HP, Super Sport ve Grand Sport Vitesse modellerinde ise 1184 HP'lik, dört turboşarjlı 8.0 W16 motor kullanılmıştır. Motorda yer alan 2 hava kanallı hava giriş sistemi, her biri iki turboşarj sağlayan iki hava filtresine hava akışı yönlendirir. Her turbo şarj, iki ara soğutucu ve gaz kelebeği vasıtasıyla iki giriş manifoldunu beslemeden önce havayı sıkıştırır. Egzoz gazı, dört turbo şarjı güçlendirir ve katalizörlerden geçerek 68 litrelik titanyum egzoz sisteminin içine aktarılır. Buradan egzoz gazı, dört egzoz borusu vasıtasıyla açık havaya verilir (ikisi aracın arkasında görünür ve ikisi arka difüzörde gizlenir). W16 konfigürasyonuna sahip olan bu motorun her silindirinde dört valf mevcuttur. Dört valften ikisi hava girişi, diğer ikisi ise egzoz gazını dışarı atmak içindir. Bugatti, DSG'nin yedi vitesli bir varyantını kullanan ilk üreticidir. Bu şanzıman, 1500 Nm'ye kadar olan motor torkunu yol yüzeyine aktarır. 2-4-6 ve geri vitesler uzun bir şaftla çift kavramaya bağlanırken, 1-3-5 ve yedinci vites ise kısa, koaksiyel boşluklu şaft ile çift kavramaya bağlanır. Bugatti, Veyron için klasik +/- polarize pompalardan farklı olarak, sabit bir basınç altında motora gerekli miktarda yakıtı sürekli olarak tedarik edebilen üç fazlı enjeksiyon pompası icat etmiştir. Uyarlamalı artırma basıncı, yakıt enjeksiyon sistemi giriş basıncını sürekli olarak izler. Optimum atomizasyon ve karbürasyon sağlamak ve minimum yakıtla maksimum gücü elde etmek için yakıtları yanma odalarına sürekli olarak aşırı basınç seviyesinde enjekte eder. Ön aksta 400 mm ve 38 mm kalınlığında, arka tarafında 380 mm ve 36 mm kalınlıkta seramik diskler mevcuttur. Frenleme esnasında 0.4 saniye gibi bir sürede üst arka kanat 55°, alt kanat ise 27°'lik açıya kavuşur. Yavaşlama esnasında 2G'den daha yüksek bir kuvvet açığa çıkar. Bu sayede yavaşlama çok çabuk meydana gelir ve kontrol kaybı yaşanmaz. ESP sistemi 385 km/s'e ulaşana dek sürekli aktiftir. Tüm bu veriler, Bugatti tarafından ABD'de yer alan Black Rock Çölü Tuz Gölü'nde yapılan testlerde elde edilmiştir. Veyron'un 10 farklı radyatörüne yeterli soğutma havası sağlamak ve araç tasarımından ödün vermeden sıcak havayı çıkarmak için kilit önem taşıyan hava akışı modelleri geliştirildi. Yanma sırasında, 1200 HP'lik her bir tahrik gücü için yaklaşık 2400 HP ek ısı üretilir. Bununla başa çıkabilmek için, Bugatti motorunun iki su devresi vardır. Büyük devre, motoru çalışma sıcaklığında tutmak için aracın ön bölümündeki üç soğutucuda 40 litre su ihtiva eder. Bugatti Veyron Super Sport, 2010 yılında Alman Teknik İnceleme Birliği (TÜV) ve Guinness temsilcileri tarafından belirlenen 431,072 km/s'lik ortalama azami hıza ulaşarak "The Fastest Street-Legal Production Car In The world"' (Kamu Yollarında Kullanılması Yasal Olan En Hızlı Araç) unvanını elde etmiştir. Bugatti Veyron Bernar Venet, Bugatti ile Fransız ressam Bernar Venet arasında yapılan işbirliğiyle tasarlanmıştır. Matematik formülleri ve bilimsel kuramlara duyduğu tutkuya sahip Bernar Venet, Bugatti motorunun gücünü hesaplamak için kullanılan teknik formüllerden ilham alıp otomobilin tasarımına uygulamıştır. Bernar Venet tarafından tasarlanan bu otomobil 2012 yılında Art Basel Miami Beach'deki Rubell Aile Koleksiyonunda ortaya çıkmıştır. Bugatti Veyron 16.4 Grand Sport L’Or Blanc, Bugatti ile Berlin'de yer alan Royal Porselen Fabrikası arasında yapılan işbirliğiyle tasarlanmıştır. İlk kez bir otomobilin dış ve iç mekanında yüksek kaliteli porselen kullanılmıştır. Bu, Bugatti'nin kurucusu Ettore Bugatti'nin geleneğine de sadık kalınarak yapılmış olan bir tasarımdır. Ettore Bugatti de, otomobillerde kullanılmayan yeni materyalleri denemekten hoşlanan biridir. Tasarımda, Rembrandt Bugatti'nin ünlü dans eden filinden yola çıkılmıştır. Bugatti Veyron 16.4 Grand Sport Sang Bleu, özel Bugatti modelleri serisinin sonuncusudur. Şirketin 100. yıl imzası niteliğindedir. Sang Bleu adı, markanın imza renginin bir başka yorumunu temsil eder. Bu otomobil ise, Bugatti'nin karakteristik iki tonlu tasarım ilkesinin yenilikçi bir uygulamasını temsil eder. Önceki modellerde iki farklı yüzey kaplaması birleştirilmiştir. Bu modelde ise karbon fiber ve alüminyum olmak üzere iki yüksek kaliteli materyal, ilk kez birlikte kullanılmıştır. Bugatti Veyron 16.4 Villa d’Este, dört farklı Veyron'dan oluşur. 2009 yılının Eylül ayında, şirketin 100. yıldönümü için Bugatti, Villa d'Este Concorso d'Eleganza'da dört adet 16.4 Veyron'un özel modelini açıkladı. Bu modeller, geleneksel markanın prestijli yarış tarihi hatırlatarak en başarılı modellerinden biri olan Tip 35'i kutlamak amacıyla yapıldı. Ettore Bugatti'nin gününde olduğu gibi dört otomobil de o dönemde motorsporlarında yarışan ülkelerin yarış renklerinde sunuldu: Fransa için mavi, İtalya için kırmızı, İngiltere için yeşil ve Almanya için beyaz. Dört modelin her biri, tarihi Grand Prix Bugatti üzerinde modellendi. Bu dört tarihi yarış otomobili, dünyaca ünlü yarış sürücüleriyle birlikte 1920'li ve 30'lu yıllarda sayısız zafere ulaştı. Bahsedilen dört farklı Bugatti modelinin mavisi "Jean-Pierre Wimille", kırmızısı "Achille Varzi", yeşili "Malcolm Campbell" ve beyazı "Hermann zu Leiningen" olarak dönemin dünyaca ünlü dört yarışçısının adıyla anıldı. Bugatti Veyron Fbg par Hermès, ünlü Parisli lüks marka Hermès ile yapılan işbirliğinin bir ürünüdür. Bu modelin adı, Paris'in sekizinci Bölgesindeki Rue du Faubourg Saint-Honoré'deki ana Hermès mağazasına atıfta bulunmaktadır. "Fbg", "Faubourg" anlamına gelir. Bugatti Veyron Fbg par Hermès, Émile Hermès ve Ettore Bugatti'nin teknik ve estetik inceliklerinin mükemmel bir karışımını temsil eder. Hermès zanaatkarlarıyla birlikte tasarımcı Gabriele Pezzini, bu gem otomobil mühendisliğinin eskisinden daha da parıltılı olmasını sağlayan Hermès stiliyle Veyron'u işledi. Veyron 16.4'ün bu özel modeli dört otomobil ile sınırlıydı. Daha sonra aynı konfigürasyonda bir Veyron 16.4 Grand Sport daha üretildi. EB 16.4 Veyron Sang Noir, Bugatti'nin Veyron'da daha koyu renk tonları ve tonaliteleri denemesiyle oluşmuştur. Veyron Sang Noir, Vincent Van Gogh'un "Bana öyle geliyor ki, gece gündüzden daha canlı ve daha zengin renkli." sözüne yürekten inanır. Bu özel modelin tarihi versiyonu, aynı ilginç güzellikleri olan, kuş yemini andıran, markanın geçmişi boyunca yürümüş olan ve şimdi Sang Noir'da yeniden canlanan Type 57S Atlantik'tir. Her iki model de Bugatti'nin geçmişiyle günümüz arasındaki yakın ilişkiyi kuvvetle göstermektedir. EB 16.4 Veyron Sang Noir sadece 12 adet üretilmiştir. Veyron Bleu Centenaire, Bugatti markasının yüzüncü yılını kutlamak için geliştirilmiştir. Bu özel model, geleneksel iki tonlu Bugatti tasarımını, mavinin iki tonunu kullanarak yorumluyor: "Sprint Blue Matte" (Mat Mavi) ve "Sprint Blue Gloss" (Parlak Mavi). Motorun parçaları da bu geleneksel Bugatti renginde üretilmiştir. Özellikle bu araba için yaratılmış olan amblem, iki Bugatti efsanesinin taslağını gösteren soyut bir çizime, Type 41 Royale ve Veyron 16.4'e sahiptir. Daha yakından bakılırsa,
çizimin "0-100" yazısını da içerdiği görülebilir. Bu, markanın kuruluşundan bu yana geçen 100 yılı temsil eder. Veyron Pur Sang, Veyron'un sınırlı sayıda üretilen modeli niteliğindedir. Veyron'un DNA'sını tanımlamak ve en saf halini ortaya koymak amacıyla, 2007 yılında sadece 5 adet üretilmiştir. Şükûfe Nihal Başar Şükûfe Nihal Başar (d. 1896, İstanbul - ö. 24 Eylül 1973, İstanbul), Türk şair, öğretmen, eylemci. Türkiye’nin önemli toplumsal değişmeler geçirdiği bir dönem olan 1919-1960 yılları arasında şiir, öykü ve romanlar yayımlamış bir edebiyatçıdır. 1919’da Darülfünun’un Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü’nü bitirerek “"Türkiye’de Darülfünun’dan mezun ilk kadın"” unvanının sahibi olmuştur. Birçok kadın derneğinde aktif görev alan sanatçı; Türkiye’de kadın özgürlüğünün ilk temsilcileri ve savunucularından birisidir. 1896 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Miralay Ahmet Bey, annesi Nazire Hanım’dır. Eğitimine özel hocalardan ders alarak başladı. Babasının memuriyeti nedeniyle ilk ve orta öğrenimine Osmanlı İmparatorluğu'nun değişik şehirlerinde devam etti. Ortaokulu Şam’da okudu, Selanik’te özel bir okula gitti. Arapça, Farsça, Fransızca öğrendi. Babasınn evde düzenlediği toplantılarda tanıdığı devlet adamları, şairler, yazarlardan aldığı ilhamla memleket meselelerin küçük yaşta ilgi duyduç Şiir yazmaya da çok küçük yaşlarda başladı. İlk yazısı 13 yaşında iken "Mehasin" gazetesinde yayınlandı. 1912’de ailesinin etkisiyle Mithat Sadullah Bey ile evlendi. 1916’da İnas Darülfünunu’na (Kadın Üniversitesi) girdi. Darülfünun’da eğitimi devam etmekte iken ilk eşi ile birlikte “"Mekteb-i Ümit"” adında bir okul kurdu ve eğitimciliğe başladı. Mithat Sadullah Bey ile evliliğinden bir oğlu oldu. Oğlunun dünyaya gelişinden kısa bir süre sonra eşinden ayrıldı. İnas Darülfünunu'nda üç yıl edebiyat şubesine devam ettikten sonra son sınıfı coğrafya şubesinde okudu. Son sınıf öğrencisi oluğu 1919’da İnas Darülfünunu ile Zükur Darülfünunu’nun (Erkek Üniversitesi) birleşmesi gündeme gelmiş; kadınlara eğitimlerini isterlerse İnas Darülfünunu sınavlarına girerek tamamlama ya da erkeklerin aldığı ek dersleri vererek Zükur Darülfünunu mezunu sayılma imkanı verilmişti. Öğrencilerin çoğu İnas Darülfünun’u olmayı seçerken Şükûfe Nihal Hanım, o sene bölüm değiştirmiş olmasına rağmen erkeklerin aldığı ek derslerin sınavlarını da verdi. Böylece “"Darülfünun mezunu ilk kadın"” unvanını elde etti. Mezun olduğu yıl ilk şiir kitabı “"Yıldızlar ve Gölgeler"” yayımlandı. Kitapta yer alan şiirleri Servet-i Fünun etkisinde, aruz vezninde idi. Son sınıfta iken tanıştığı Coğrafya bölümünde okuyan politikacı Ahmet Hamdi Bey (Başar) ile ikinci evliliğini yaptı. Bu evlilikten bir kızı dünyaya geldi. Kurtuluş Savaşı sırasında eşi ile birlikte Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin önde gelen isimlerinden birisi oldu. Evinde yaptığı toplantılarda kadınları millî mücadeleye destek olmaları için teşvik etti; Sultanahmet mitingi’nde Halide Edip Hanım’ın yanında durdu, Fatih mitingi’nde konuşmasıyla kalabalığı ateşledi. Cumhuriyetin ilanından sonra, kadınların siyasi haklarını kazanması için mücadele eden Türk Kadınlar Birliği’nin kurucuları arasında yer aldı. 1924’te kurulan dernek, 1935’te kendini feshedene kadar faaliyetlerini sürdürdü. Şükûfe Nihal Hanım, 1953’e kadar İstanbul’da çeşitli okullarda çalıştı; Darülmuallimat'ta, Bezmiâalem İnas Sultanisi'nde ve Sultanisi'nde coğrafya öğretmenliği ve Nişantaşı, Kandilli ve Kadıköy Kız liselerinde edebiyat öğretmenliği görevlerini sürdürdü. Bir yandan da edebî yaşamı devam eden Şükûfe Hanım; 1927’de yayımladığı “"Hazan Rüzgarları"”ndaki şiirlerinde aruz veznini bırakıp hece ölçüsünü kullandı. Kadın, yurt sorunları ve aşk konularını işledi. Şiirlerinin yanı sıra öyküler ve romanlar kaleme aldı. 1928 yılında “"Tevekkülün Cezası"” adlı öykü kitabı ve ilk romanı “"Renksiz Istırap"” yayımlandı. Bunları, “"Çöl Güneşi"”(1933) adlı romanı izledi. 1935 yılında “"Finlandiya"” gezi notları yayımlandı. Faruk Nafiz Çamlıbel ile olan aşkını anlattığı düşünülen“"Yalnız Dönüyorum"” adlı romanı, 1938'de yayımlandı. 1946’da yayımlanan “"Domaniç Dağlarının Yolcusu"” adlı gezi notları Şakir Sırmalı tarafından “"Sır"” adıyla filme çekildi. Son olarak “"Çölde Sabah Oluyor"” adlı romanını yayımlandı. 1960’ta sayısı yediye ulaşan şiir kitaplarında cumhuriyetin “aydın” kadınlarından biri olarak Anadolu’nun geri kalmışlık sorunu üzerine şiirler yazdı. Yıllar boyunca onu besleyen en önemli kaynak, evinde düzenlediği ve devrin önemli edebiyatçılarını bir araya getiren toplantılar oldu. Bu arda devrin şairlerinin aşkları ile tanındı.. Ona aşık edebiyatçılar arasında Nâzım Hikmet, Ahmet Kutsi Tecer ve Faruk Nafiz Çamlıbel’in adları sayılmaktadır. Ayrıca Servet-i Fünun'un ünlü öğretici metin yazarı Cenap Şahabettin'in kardeşi şair Osman Fahri Şukufe Nihal'e aşık olan sanatçılar arasındaydı. Aşkına karşılık bulamadığı için intihar eden Osman Fahri aşağıdaki dizeleri Şükûfe Nihal için yazmıştır;"Sen benim hem-dem-i hayalatım, Ben senin yar-ı tesellikárın Olacakken; fakat, nedense, Nihal Sen benim gözlerimde dert aradın.." Devrinin neredeyse tüm önde gelen gazete ve dergilerinde şiirlerini ve özellikle kadın sorunları üzerine makaleler yayımladı. Hayatının son yıllarına kadar "Türk Kadını" dergisinin yazarları arasında yer aldı. 1950’lerin sonlarında eşinden boşandı 1962’de İstanbul’da geçirdiği bir kaza sonucu sol ayağı sakat kaldı. 1965’te bir huzurevine yerleşti. Kızının ölümü, dostlarının uzaklaşması sonucunda konuşmamaya başladı ve suskunluğunu hayatının sonuna kadar sürdürdü. 24 Eylül 1973'te İstanbul'da yaşamını yitirdi. 26 Eylül 1973 günü Rumelihisarı Aşiyan Mezarlığı'na gömüldü. Bacillus Bacillus, çubuk ya da çomak şekilli, gram pozitif ve sporlu bir bakteri cinsidir. Bacilli sınıfı bakterilere dahildir. Sporları ısıya dayanıklıdır. Havada suda tozlarda dışkıda ve genellikle toprakta bulunur Cinsi tanımlayan ""Bacillus"" ve sınıfı tanımlayan "Bacilli" bilimsel ve Latince özel adlardır ve gerek İngilizce, gerekse Türkçe metinlerde baş harfleri büyük olarak yazılırlar. Ayrıca, cinsi ve o cinse ait türleri tanımlayan tüm diğer terimlerde olduğu gibi, ""Bacillus"" da "italik" yazılır. Mikrobiyoloji ile ilgili İngilizce metinlerdeki cümleler içinde "bacillus" ("italik" değil, baş harfi küçük) ve "bacilli" (baş harfi küçük) sözcüklerinin yer aldığı görülür: ""Bacillus"" adının Türkçedeki okunuşu "basillus" şeklindedir. Kalenderî Handan Sultan zafer Kalenderî, Halk şairleri tarafından aruzun mef’ûlü mefâ’îlü kalıbıyla gazel, murabba, muhammes, müseddes biçiminde söylenen şiire denir. Özel bir ezgiyle okunur. Ezgisi bakımından düz kalenderî, Acem kalenderisi, Emrah kalenderisi gibi çeşitlere ayrılır. Kafiye düzeni divan ve semai ile aynıdır. Bu tür şiirler 3+4+3+4 veya 7+7 şeklinde on dört heceli iken, sonradan yerine aruz vezninin geçtiğini ileri sürenler vardır. İçtin mi a cânım yine mestâne durursun Gamzen gibi âşıklara bîgâne durursun Kimden söz işittin ki celâ hakkına dâir Böyle güzelim hâtırı vîrâne durursun Geç şâhım otur başımın üstünde yerin var El bağlı efendim kime divâne durursun Bir çift idiniz vuslat-ı devlette geçen gün Nettin eşini ey peri bir dâne durursun Sen al ile başımdan alıp aklımı şimdi Ey rind-i felek-meşreb edibane durursun Öldürmek ise Nûri kulun kasdına böyle Çek hançeri öldür a paşam ne durursun Tokatlı Nurî Koçaklama Koçaklama, konusu savaş, yiğitlik ve kahramanlık olan Türk halk edebiyatı şiirlerine verilen ad. Koçaklama bir genel bir tür kavramından çok, yiğitlik ve meydan okuma içerikli şiirlere verilen addır. Yani koçaklama semaiye veya koşmaya özgü bir tür değildir; genel ve anlamsal bir kategoridir. Örneğin halk destanları da bir koçaklamadır. Kısacası koçaklamalar bir nevi epik kavramının halk şiirindeki yansımasıdır. Bunu TDK'nın tanımından da anlayabiliriz: Genel olarak Türk edebiyatına baktığımız zaman, yiğitlik belirten söylemlerin azımsanamayacak düzeyde olduğunu görürüz. Battalname gibi Divan edebiyatı geleneğinden beslenen ürünler dahil, bugün dahi hamasi bir anlayışla yazılan birçok modern şiire rastlamak mümkündür. Türk halk edebiyatına baktığımız zaman ise karşımıza iki tür koçaklama anlayışı çıkar. Bunlardan ilki "duygusal koçaklama", ikincisi ise "coşkun koçaklama"dır. Duygusal koçaklama, olayın psikolojik bir analize tabii tutularak kahramanlık yönlerinin yanında trajik yönlerinin de ön plana çıkarıldığı koçaklama türüdür. Bu tür eserlerde çoşkun bir yiğitlik teminin ardında duygu gizlidir. Birçok kahramanlık bildiren halk destanı bu ulamda incelenir. Kayıkçı Kul Mustafa'ya ait olan Genç Osman Destanı bu tür koçaklamaların güzel bir örneğidir. Eserde yalnızca hamasi duygular yoktur; Genç Osman'ın ölümünden sonraki asker ve padişah nazarında yaşanan üzüntü hali de tahlil edilmiştir. Duygusal koçaklamalar halk tarafından çok sevilen bir türü oluşturur, bunun için bu eserler genellikle halk hikâyesi oluşum sürecinin bir parçası haline gelir. Örneğin Genç Osman Destanı halk öyküsü oluşum süreci bakımından incelenen ilk eserlerden biridir. Coşkun koçaklama, en yaygın koçaklama türüdür. Bu tür koçaklamalarda ozanın korkusuz ve meydan okuyan bir söyleyişi vardır. Gerek savaş meydanındaki kahramanlıklar gerekse mevcut düzene karşı yapılan başkaldırı bu yolla ifade edilir. Otoriteler tarafından çoşkun koçaklamaların en güzel örnekleri Köroğlu ve Dadaloğlu ait koçaklamalar olarak kabul edilir. Köroğlu'nun bir koçaklamasını örnek olarak incelersek; görüldüğü gibi coşkun koçaklamalarda psikolojik bir sentezden çok bir meydan okuma ve korkusuz söylem üzerinde durulur. Akis (edebiyat) Bir cümlede, bir dizede iki sözcüğün ya da sözcük topluluklarının yerleri değiştirilerek yapılan söz sanatına akis veya aks denir. Cümle ya da dizede bir sözcük diğerinin önüne ya da arkasına getirilerek cümle ya da dize tekrarlanır. Tard ü aks veya aks ü tebdil de denir. Aks-i tam (tam akis) aks-i nakıs (eksik akis) olmak üzere iki türü vardır. Aks-i tam, cüml
e ya da dizenin anlamlı iki parçası kalıp halinde yer değiştirir, ekleme ve çıkarma yapılmaz. Örnek Mümkün değil Hudâyı bilmek de bilmemek de Mâtem görünür şâdi şâdi görünür mâtem Aks-i nakıs, Cümle ya da dizelerde anlamlı sözcük topluluklarının yerlerinin bazı ekleme ve çıkarmalar yaparak değiştirilmesi yöntemidir. Örnek Hayran oluyor kudretine, sun’una insan Hayran oluyor kudretine, sun’una hayran İsmail Safa Gelse der-gâhına ikrâm görürler küremâ Kürema dergehine gelse görürler ikrâm Ziya Paşa Diego Rivera Diego Rivera (d. 8 Aralık 1886 - ö. 24 Kasım 1957) özellikle duvar resimleriyle ünlü Meksikalı ressam. Meksikalı ressam Frida Kahlo'nun kocası. Rivera, ana tarafından Katolik Kilisesi'nden dönme Yahudi, baba tarafındansa İspanyol kökenlidir. Meksiko'daki San Carlos Academy'sinde eğitim görmüştür. Latin Amerika'da ve ABD'de fresk sanatını yeniden canlandırdı. Duvar resmi yapmaya genç yaşta başlayan Rivera, Meksiko'da San Carlos Güzel Sanatlar Akademisi öğrencisiyken bir öğrenci eylemine katıldığı için okuldan atıldı. Öğrenimini sürdürmek için İspanya'ya giden Rivera, daha sonra Paris'e yerleşti. Orada Pablo Picasso ve Amedeo Modigliani gibi sanatçılarla dost oldu. 1920'de Rönesans dönemi fresklerini incelemek üzere İtalya'ya geziye çıktı.İtalya'da gördüklerinden çok etkilenen Rivera, ülkesinde uygulamak için taslaklarını çizdi. 1921'de Reform yanlısı Alvero Obregon'un devlet başkanı seçilmesi üzerine Meksika'ya döndü. Yakın geçmişteki Meksika Devrimi'nin umutlarını ve eylemlerini dile getiren siyasi ve toplumsal içerikli bir dizi duvar resmi yaptı. ABD'de Detroit'te Detroit Sanat Enstitüsü ve New York kentindeki Rockefeller Merkezi için de duvar resimleri yapan Rivera'nın resimleri o günlerde siyasi içeriklerinden dolayı yoğun tartışmalarla karşılaştı. Fresklerin çarpıcı renkleri, cesur, yalın ve anıtsal üslubu ABD'de ve Latin Amerika'da fresk sanatının yeniden canlanmasına yol açtı. Thor Thor; babası Odin'den (başka bir deyişle 'Óðinn') sonra İskandinav mitolojisinin en güçlü tanrısıdır.Cermen Mitolojisinde Donar, Donner ve Thunraz, Anglo Sakson mitolojisindeyse Thunor olarak bilinir. Thor - veya Donnar - İskandinav mitolojisinde en güçlü tanrılardan biridir. Gücü babası Odin tarafından teslim edilmiş iki sihirli nesneye dayanmaktadır. Bu nesnelerden biri Mjöllnir'dir. "Miyölnir" diye okunur. Mjöllnir, adının anlamı "parçalayıcı" olan kocaman bir çekiçtir. Çekici Brokk ve Eitri isimli iki cüce kardeş yapmışlardır. Çekiç yapılırken Loki sinek kılığına girip cüceleri ısırarak rahatsız edince bir kaza olmuş, çekicin sapı kısalmıştır. Bu iki cüce ayrıca bu çekice birçok farklı özellik vermiştir. Çekiç, Thor'un onu kolayca saklayabilmesi için küçülebilir. Ayrıca bir bumerang gibi, bir düşmana atılınca düşmana tüm gücüyle çarpar ve sahibinin ellerine geri döner. Thor kılık değiştireceği zaman çekici ile kendi yörüngesinde hızlıca döner. Fırtınaları çekici ile kontrol eder, yağmurları onunla yağdırır. Çekici ile evlilikleri ve nesneleri de kutsayabilir. Onun güçlü olmasını sağlayan bir diğer sihirli nesne de altın Megingjord adlı kemerdir. Bu kemer Thor'un gücünü 2 kat arttırır. Ayrıca Thor'un iki tane keçisi vardır. Bu keçilerden birinin adı Tanngniost (Diş Çatırdatan), diğerinin adı da Tanngrisnir (Diş Gıcırdatan)dır. Bu keçilerin çektiği arabası yerde de gökte de gidebilir.Perşembe gününün adı (Thursday) ondan gelmektedir Marvel Comics 1960'larda Thor'u yeni bir kahraman olarak çizgi romanlarına eklemiştir.Thor (Marvel Comics) Ayrıca zaman zaman DC Comics çizgi romanlarında da yer almıştır. Thor, Odin ve Frigg'in oğludur. Odin'den sonra gelen en önemli tanrı olarak kabul edilir. "Altın saçlı tanrıça" Sif ile evlidir. İskandinav tanrıları arasında en kurnaz, en kötü tanrı Loki'dir. Loki, Sif'e onu sevdiğini ve evlenmek istediğini söyler. Fakat Sif onun teklifini kabul etmez. Reddedilen Loki çok sinirlenir ve bir gece Sif uyurken kılık değiştirerek onun yanına gider, Sif'e güzelliğini veren uzun saçlarını keser ve kestiği saçlarını da yakar. Artık Sif kısa saçlarıyla hiç çekici değildir. Thor da uyanınca bunu görür. Ancak Sif'ten boşanmak yerine onun intikamını almaya karar verir. Bu işi ancak Loki yapar diye düşünür ve Loki'nin peşine düşer. İskandinav tanrıları tamamen ölümsüz olmadıklarından dolayı Loki Thor'un kendini öldürmesinden korkarak özür diler ve cüce İvaldi'nin oğullarına gider. Bu ünlü cüce demirciler, Sif için altından saç telleri yaparlar. Loki de özrünü kabul etmesi için bu saçları bizzat Thor'a kendi eliyle verir. Thor altın saçları eşine takınca, "Altın saçlı tanrıça" lakabı da bu olaydan sonra başlamıştır, onun daha da çekici olduğunu düşünür ve onunla birlikte olur. Bu birleşmeden sonra da Thrud adlı bir kızı, Lorride adlı da bir oğlu olur, dördü beraber Thrudheim'deki 540 odalı Bilskirnir isimli saraylarında yaşarlar. Bir efsaneye göre; tanrıların evlerini yapan dev Thrym, aşk tanrıçası Freyja'yı çok beğenir ve ona evlenme teklif eder. Freyja bu teklifi sert bir şekilde reddedince Thrym Thor'un Mjöllnir'ini kaçırır, fidye olarak da Freyja'yı ister. Thor çekicini geri almak için bir plan yapıp tanrılara açıklar. Gelinlik giyip Freyja'nın mücevherlerini takar ve devler ülkesine gider. Thrym onu görür görmez çekici bir yana koyup Freyja sandığı Thor'a koşar. Thor da hemen çekicini kapıp Thrym'in üstüne indirir. Diğer bir efsaneye göre; Thor yoksul köylülere yardım etmek için bir köye iner ve iki keçisini onlar için kesip pişirir. Eğer keçilerin postları güzel yüzülürse ve bütün kemikleri bu postların içine doldurulursa Mjöllnir'in kerameti ile keçiler canlanır. Bu nedenle köylüler ziyafet çekerken hiçbir kemiğe zarar vermemeye dikkat ederler. Bir delikanlı, kemiklere dikkat edilmesi gerektiği uyarısını duymaz ve bir incik kemiğini parçalayıp iliğini emmeye başlar. Tam bu sırada Thor onu görür ve kırık kemiği onun elinden alıp bütün kemikleri toplar ve keçileri canlandırır. Fakat keçilerden biri kırık kemiği olduğu için topallamaktadır. Bunun üzerine Thor, delikanlıyı kendine köle yapmak şartı ile o ailenin kökünü kurutmamaya karar verdiğini söyler, aile de delikanlıyı seve seve Thor'a verir. Bunlar sadece akıllarda kalan birkaç hikâyesidir. Thor için; "Hiç kimse ama hiç kimse, onun büyük kahramanlıklarını aklında tutup ezbere söyleyecek kadar bilge değildir." denir. Midgard'daki korkunç yılan Jörmungand, Odin'in kardeşi olmayı başarır. Thor onunla mücadele eder ve onu öldürür. Ancak yılan suya devrilmeden önce kuyruğunu Thor'a vurarak zehirinin ona bulaşmasını sağlar ve Jormungand ile Thor beraber ölürler. Fakat Ragnarok'un ardından mjolnir çekici ve Odin'in asasının gücü ile bütün tanrılar yeniden dirilmiş, ve bütün evrende kibir ve kötülük yok olmuştur. Mjöllnir Mjollnir; İskandinav mitolojisindeki Tanrı Thor'un savaş çekicidir. Mjöllnir, adının anlamı "Parçalayıcı" olan kocaman bir "Çekiç"tir. Çekici Brokk ve Eitri isimli iki cüce kardeş yapmışlardır. Çekiç yapılırken Loki sinek kılığına girip cüceleri ısırarak rahatsız edince bir kaza olmuş, çekicin sapı kısa kalmıştır. Çekici yalnızca Thor, herkesin babası olarak kabul edilen Odin ve layık olanlar kaldırabilir. Bumerang tarzı bir sihri olan Mjöllnir Thor onu her fırlattığında kendisine yeniden geri döner ve düşmanlarına çok büyük zarar verebilir. Çekiç her atıldıktan sonra muhakkak Thor'a geri döner. Reşad Halife Reşad Halife (19 Kasım 1935 – 31 Ocak 1990) Kur'an'da 19 Mucizesi olarak bilinen ve İslâm dünyasında tartışmalara yola açan "matematiksel sistemi" 1974 yılında ortaya atan reformist din adamı. Mısır'da doğdu. ABD'de biyokimya dalında doktora yaptı. Bir süre Birleşmiş Milletler'de bilim danışmanı olarak çalıştı. Uluslararası bilimsel dergilerde yayımlanmış iki düzine makalesi bulunmaktadır. 1974 yılında Kur'an'da 19 sayısı ve katları üzerine kurulu bir matematiksel sistemin mevcut olduğunu ve Kur'an'daki 9:128-129 ayetlerinin bu matematiksel sistemi bozduğunu iddia ederek bu ayetlerin Allah'a ait olmadığını öne sürdü ve bu ayetleri içermeyen Kur'an nüshasını çevirisi ile beraber 1989 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde yayımladı. Allah'ın Kur'an'daki 3:81, 33:7, 46:9-11 ve 72:26-28 ayetlerinde haber verilen elçisi olduğunu iddia etmesi ile İslâm dünyasının tüm tepkilerini üzerine çekti. Reşad Halife, hadis ve sünnetin "şeytanî öğretiler" olduğunu, hadislerin peygamber Muhammed adına uydurulmuş, kitleleri dinden ve Allah'tan uzaklaştıran palavralar olduğunu, sadece Kur'an'nın dînî kaynak alınması gerektiğini savundu. 19 Mart 1989 tarihinde toplanan ve aralarında Şeyh Abdülaziz Bin Baz ile Yusuf Kardâvî'nin de bulunduğu 38 kişilik "Dünya İslâm Fıkıh Konseyi" tarafından Salman Rüşdi ile birlikte ölüme mahkûm edildi. Kendisi hakkındaki ölüm fetvası ve tehditlerine rağmen her gün sabah gün doğmadan önce Tucson Camisi'ne gitmeyi rutin haline getiren Reşad Halife, bu davranışının bedelini hayatı ile ödedi. Camiye saklanan iki kişininin saldırısına uğrayan Reşad Halife, yirminin üzerinde yerinden bıçaklanarak 31 Ocak 1990 tarihinde öldürüldü. Cinayetin El-Kaide örgütünde "The Manager" olarak bilinen ve iki yüzün üzerinde kişinin öldüğü Amerika Birleşik Devletleri'nin Tanzanya ve Kenya elçiliklerinin bombalanması olayına karışan, 1998'de yakalanarak ömür boyu hapis cezasına çarptırılan Wadih el-Hage tarafından organize edildiği anlaşıldı. 19 yıl boyunca sürekli sahte isimler kullanan ve yer değiştiren diğer katili Glen Cusford Francis ise 2009 yılında Kanada'da yakalanarak Amerika Birleşik Devletleri'ne iade edildi. Aralarında Filipin İslâmî Araştırmalar Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Cesar Adib Majul (ö. 2003) ile Dr. Edip Yüksel'in de bulunduğu bazı yakın arkadaşları, başta Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada olmak üzere Dünya'nın çeşitli ülkelerine yayılmıştır. Farenjit Farenjit, "Pharyngitis" yutağın (farenks) iltihaplanmasına (enflamasyon) yani yutak ve boğaz iltihaplanma verilen bir hastalıktır. Yutağın bazen mikrobik, bazen metabolik, bazen de çalışılan ortamın ı
sısına, tozuna bağlı olarak reaksiyon göstermesi olan farenjit sıklıkla "boğaz ağrısı" veya "boğaz yangısı" olarak anılır. Bademciklerin enfeksiyonu, tonsilit, de eş zamanlı olarak görülebilir. Özellikle 4-7 yaş arasında sıklıkla rastlanan farenjit, bir yaşın altındakilerde nadiren görülürken, semptomatik belirtileri hastalığın sebebine göre değişir. Yaklaşık %90'ı viral (parainfluenza, rhinovirüs, adenovirüs, Herpes simpleks gibi) olan enfeksiyonun, kalan kısmı genellikle bakteriyel nadir olarak "oral kandidiyaz" sebeplidir. Ayrıca bazı farenjit vakaları çeşitli ajanların sebep olduğu tahriş sonucudur. Semptomlar hastalığın sebebinin belirlenmesi açısından, kesin bir şekilde olmasa da (tıbbî literatürde bu tartışmalıdır), belirli bir oranda yardımcı olabilir. Örneğin bakteriyel sebepli farenjitlerde semptomlar genellikle daha ağırdır; bakteriyel sebepli faranjitte ateş 40 °C'ye kadar çıkabilirken, viral sebepli farenjitte ateş genellikle çok yüksek seviyelere çıkmaz. Vakaların büyük çoğunluğu hasta bir kişiyle yakın temas sonucu bulaşan enfeksiyonlardan kaynaklanır ve kirli yerler,hava kirliliğinin fazla olduğu yerlerde,hastalıklı insanlara yakın olmakta nedenler arasında yer alır. Enfeksiyon kaynaklı vakaların %40-80’İ virüslerle ortaya çıkmaktadır. Adenovirüs en sık görülen viral nedendir. Orta seviyede lenf nodu şişmesi görülebilir çok ağrılı olmasına rağmen boğaz çok kızarık görülmemektedir. İnfluenza virüsü de yine yüksek ateş baş ağrısı genel yorgunluk ve ağrı hissiyle birlikte boğaz ağrısının eşlik ettiği farenjit tablosuna yol açabilir. Enfeksiyöz mononükleoz EBV (Ebstein Barr Virüsü) tarafından ortaya çıkarılır. Bademciklerde Beta enfeksiyonuyla karıştırılacak kadar şişme ve beyaz eksüdalar görülebilir. Basit soğuk algınlığına neden olan rinovirüs, coranavirüs, respiratori sinsisyal virüs(RSV) ve parainfluenza virüsü gibi birçok virüs boğazda enfeksiyona, ayrıca komşuluk yoluyla kulak enfeksiyonuna ve daha aşağı bölgelrde akciğer enfeksiyonuna da yol açabilir. A grubu beta hemolitik streptokoklar bakteriyel farenjitin en sık nedenidir. Ancak bunu dışında birçok bakteri insanlarda boğaz enfeksiyonuna yol açabilir. Streptococcus pneumoniae,Haemophilus influenzae, Bordetella pertussis,Bacillus anthracis, Corynebacterium diphtheriae,Neisseria gonorrhoeae, Chlamydophila pneumoniae, and Mycoplasma pneumoniae. Bakteriyel farenjitlerin en sık nedenidir. Bakteriyel farenjitlerin %15-30'u A grubu beta hemolitik streptokoklar tarafından oluşturulur.Ateş, boğaz ağrısı ve boyundaki lenf bezlerinin şişmesi en sık görülen belirtilerdir .Oldukça bulaşıcı bir enfeksiyondur. Hasta kişiyle yakın temas sonucu bulaşır kesin tanı boğaz kültürüyle konmaktadır. Antibiyotik tedavisi komplikasyonları önlemek ve daha hızlı iyileşmeyi sağlamak amacıyla uygulanır. Daha çok larenjite yol açan ve potansiyel olarak hayatı tehdit eden ağır bir üst solunum yolu enfeksiyonudur. Corinebakterium Diphteria tarafından oluşturulur. Gelişmiş ülkelerde yaygın aşılama sonucu artık neredeyse görülmemektedir ancak 3. Dünya ülkelerinde ve bazı Doğu Avrupa ülkelerinde hala görülebilir. Difteride antibiyotik kullanımı erken evrelerde etkilidir, ancak iyileşme genellikle çok yavaştır. Bazı farenjitler de Candida Albicans türü mantar enfeksiyonları tarafından oluşturulur. Farenjit soğuk hava,sıcak içecek, mide asidi reflüsü(geri kaçma) gibi, termal, kimyasal veya mekanik iritasyonla da ortaya çıkabilmektedir. Enfeksiyonun bulunduğu bölgeye göre farklı farklı belirtiler olabilir. Ancak en sık görülen belirtiler boğazda yanma hissi, özellikle yutkunurken ağrı, eğer nazofarinks bölgesi etkilendiyse birlikte burun akıntısı, geri akıntıya bağlı olarak öksürük dahi olabilir. Larenjit dediğimiz ses tellerinin etkilendiği bir enfeksiyonda köpek havlaması gibi sesli boğuk bir öksürük de olabilir. Nefes alırken stridor dediğimiz ötme, bazen nefes zorluğu, hatta nefes durması bile olabilir. Bazı boğaz enfeksiyonları sırasında ateş, kusma, karın ağrısı gibi genel belirtiler de olabilir. Bulunduğu anatomik bölgeye göre enfeksiyon farklı bir isim alır. Nazofarnejit: Genelde basit nezledir, -nazo kökü burnu, farinks yutak bölgesini ifade eder. Yani bu burun arkasındaki geniz boşluğuyla, yutağın birleştiği bademcik öncesindeki boğaz bölgesinin enfeksiyonudur. Kızarık olması burada iltihap olduğu ve antibioitk kullanılması gerektiği anlamına gelmez. Boğazımızı açıp sağlıklıyken de baktığımızda zaten pembe-kırmızı arası bir renk görürüz. İltihaplı diyebilmek için çok yoğun kırmızı, hatta üzerinde beyaz iltihapların görülmesi gerekir ki, bu durum genellikle bu bölgede olacak bir şey değildir. Ancak bazen geniz etinin iltihaplanması veya varolan sinüzite bağlı olarak bu bölgeden geriye yeşil-sarı renkli iltihaplı bir akıntı görülürse o zaman bakteriyel bir nazofarenjit veya sinüzit olabileceği için antibiyotik kullanmak gerekecektir. Tonsillit: Tonsil bademcik demektir, bu bademciklerin iltihabını ifade eder, sadece hafif kızarık olması yine bir anlam taşımaz. Üzerinde beyaz iltihap varsa, bu durum sıklıkla Beta enfeksiyonundan kaynaklanır, beta testi pozitifse 10 gün antibiyotik mutlaka şarttır. Ancak sık tekrarlayan beyaz iltihap+ateş tablosu enfeksiyon değil, periyodik ateş yapan hastalıklardan PFAPA sendromundan da kaynaklanıyor olabilir. Halk arasında öpücük hastalığı adı da verilen Epstein-Barr virsü (EBV) enfeksiyonları da Betaya benzer şekilde beyaz iltihap yapabilir, antibiyotikten 3 gün sonra düzelmiyorsa şüphelenilebilir, bazı özel kan testleri ve kanın mikroskopta incelenmesiyle tanı konabilir. Larenjit: Larinsks dediğimiz ses tellerinin enfeksiyonudur, çoğu zaman viraldir, sıklıkla gece yarısı aniden köpek havlaması gibi tipik sesli öksürüğüyle tanı konur. Bu enfeksiyona krup, psödokrup, veya yalancı difteri gibi çeşitli isimler de verilmektedir. Viral olduğu için çoğu zaman antibiyotik vermeden, soğuk ilaçlı buharlarla, bazen de kortizon türü ilaçlar verilerek tedavi edilir. Yemek yerken nefes borusunun kapanmasını sağlayan epiglot kapağı da iltihaplanırsa genelde ateş de olur, bu kruptan çok daha ağır bir enfeksiyondur. Sonuç olarak gruplara ateş eşlik ediyorsa epiglottit olabileceği endişesiyle antibiyotik başlanmalıdır. Larenjit(krup) ve epiglottit doktorların standart boğaz muayenesinde gözle görülmeyen enfeksiyonlardır, tipik sesli öksürük duyularak tanı konur, daha ileri değerlendirme gerektiğinde nadiren kulak burun boğaz doktorlarından konsültasyon istemek gerekebilir. Genellikle viral veya bakteriyal ayrımını yapmak sadece belirtilere bakarak zordur, sıklıkla bakteriyel nedeni dışlayabilmek için bir boğaz kültürü ve/veya hızlı testlerin yapılması önerilebilir. Genellikle semptomatik tedavi dediğimiz belirtilerin hafifletilmesine yönelik tedavi yeterlidir. Ateş ve ağrı için ağrı kesici-ateş düşürücü parasetamol gibi ilçalardan faydalanılabilir. (Önemli not:Özellikle İnfluenza ihtimali yüzünden, Reye sendromu riskinden dolayı aspirin kesinlikle kullanılmamalıdır) Boğaz ağrısı için bol sıvı, özellikle ıhlamur tarzı bitki çayları, bol meyve tüketimi önerilir. Çok şiddetli boğaz ağrısı varsa lokal anestetik(uyuşturucu) ve antienflamatuar(yangı giderici) maddeler içeren pastil ve spreylerden de faydalanılabilir. Spesifik tedavi sadece bakteriyel, mantar ve virüslerden Herpes simpleks olduğunda etkilidir. Araştırmalara göre üst solunum yolu enfeksiyonlarının %80’i viraldir, yani antibiyotik gerekmez, ancak hasta baskısı, doktor endişesi gibi çeşitli nedenlerle %80’ine antibyotik verilir. Bir kişinin üst solunum yolu enfeksiyonu varken antibiyotik alması için bazı kriterler gerekir: Kontrollü denemelerde boğaz ağrısı için 22 tane antibiyotiksiz yöntem denenmiştir. Kullanılabilecek birçok basit yöntem olsa da, analjezikler en etkililerdendir. Yem bitkileri Yem bitkisi:; yaprak ve filizlerini üzerinde bulunduran, genellikle otlatılarak veya biçilerek hayvanlara yedirilen tüm bitkilere verilen isim. Yemler içerisinde yeşil yemler olarak adlandırılırlar. İstanbul Maden ve Metaller İhracatçı Birlikleri İMMİB, İstanbul Maden ve Metaller İhracatçı Birlikleri'nin kısaltılmış adıdır. Kamu kurumu niteliğinde olmasına karşın, yönetim kurulu ve yöneticileri üyesi olan şirketler tarafından seçilir. Maden ve metal ihracatını desteklemek ve kamu adına gereken denetimleri ve uygulamaları yürütmek üzere kurulmuştur. Ülkemizin ihracatının yoğunlaştığı bölge ve şehirlerde Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın bağlı kuruluşları olarak faaliyetlerini sürdüren İhracatçı Birlikleri, ihracatçıları bünyesinde toplayan mesleki kuruluşlardır. Temel amaçları; ihracatçıların mesleki ahlak ve dayanışmasını korumak ve ihracatın arttırılması, ihraç ürünlerinin çeşitlendirilmesi ve ürünlere rekabet gücü kazandırılması için çalışmalarda bulunmak, ihracatçıların çalışmalarına yardımcı olmak, üyelerinin menfaatlerini korumaktır. Birlikler, ihracatın arttırılması çalışmaları çerçevesinde, bilimsel inceleme ve araştırmalar, yayınlar, ihracatçılarımızın yurt dışında tanıtılmaları, fuar organizasyonları, bilimsel toplantılar düzenlenmesi ile diğer ilgili meslek kuruluşları gibi temsil ettikleri sektörün gelişmesine yönelik çalışmalarda bulunmaktadır. İhracata konu olan maddeler bazında örgütlenen bu kuruluşlardan birisi olan İstanbul Maden ve Metaller İhracatçı Birlikleri Genel Sekreterliği, bünyesinde topladığı altı birliğin çalışma konularına giren ürünlerde, Türkiye'nin kalkınmasında öncelikli hedef olarak saptanan ihracatımızın arttırılması çalışmalarında bulunmaktadır. Hayvan hastalıkları listesi Sincan Güdül (anlam ayrımı) Güdül aşağıdaki anlamlara gelebilir: Küçükyalı, Maltepe Küçükyalı, İstanbul'un Anadolu yakasında Maltepe ilçesine bağlı Marmara Denizi'nde kıyısı olan bir semttir. 12 Eylül 1980 darbesi öncesi belediyesi olan semtin belediyeliği ihtilal döneminde elinden alınmış ve Kartal'a ait bir semt haline getirilmiştir. 1992 yılında ise Maltepe'nin ilçe olması üzerine Maltepe'ye bağlanmıştır. İstanbul T