article
stringlengths
7.34k
10k
tir. Granada Ventures şirketinin 2005'te hazırladığı bir rapora göre; Arsenal, tahmini olarak 27 milyon taraftarıyla bu klasmanda dünya üçüncüsü konumundadır. Arsenal'in en uzun ve en önemli rekabeti, en yakın komşuları olan Tottenham'ladır. Birbirleriyle oynadıkları maçlara Kuzey Londra Derbisi denilmektedir. Londra'nın diğer ekipleri olan Chelsea, West Ham United ve Fulham diğer önemli rakipleridir. Ayrıca, Arsenal ile Manchester United arasında, 1980'li yıllardan bu yana zorlu maçlar oynanmaktadır. Son zamanlarda iyice şiddetlenen bu rekabette, her iki takımda Premier League şampiyonluğuna ulaşmak için mücadele etmektedirler. Öyle ki, 2003 yılında Football Fans Central Ltd şirketi tarafından internet ortamında yapılan "Football Fans Census" (Futbol Taraftarları Anketi) listesinde, Arsenal-Manchester United rekabeti birinci sırada yer almıştır. Arsenal'in, Tottenham ile Chelsea rekabetleri de bu çekişmeyi takip etmektedir. 2008'de yapılan ankete göre ise Tottenham-Arsenal rekabetinin daha önemli bir hal aldığı görülmektedir. Arsenal Futbol Kulübü, "Arsenal Holdings plc." adlı şirkete âittir. Bu şirket, kulübü sınırlı olarak halka açık hâle getirdi. Bu nedenle kulübün mülkiyeti, diğer futbol kulüplerine nazaran oldukça farklıdır. Şirket hisselerinin sadece % 62'lik bir kısmı halka açıktır. Ancak bu hisseler , FTSE ya da AIM şirketleri gibi devamlı bir değiş-tokuş işlemi görmemektedir. Diğerlerine nispeten, daha seyrek işlem görmektedir. 25 Ağustos 2009 itibarıyla, Arsenal'in tek bir hisse senedinin değeri, ortalama olarak £7,150 oldu. Bu da, kulübün market cap değerinin yaklaşık olarak £444.9m olduğu anlamına geliyordu. Kulüp, 31 Mayıs 2008 tarihinde sona eren sezonla birlikte vergi öncesi yapılan £223.0m değerindeki işlemlerden £36.7m (oyuncu transferleri hariç) kâr elde etmiştir. Arsenal, iş dünyası yayınlarından Forbes dergisinin Nisan 2008 sayısına göre, 1.2 milyar dolarlık değeriyle (£605m), Manchester United ve Real Madrid'den sonra dünyanın en değerli (borçlar hariç) üçüncü futbol takımıdır. 2007-2008 sezonundaki £209.3m'luk geliriyle, Deloitte Touche Tohmatsu şirketinin muhasebecilerinin, dünyadaki tüm futbol kulüpleriyle oluşturduğu Deloitte Football Money League 2009 listesinde ise altıncı sırada yer aldı. Arsenal Yönetim Kurulu, kulübün %45.2 oranındaki hissesini elinde bulundurmaktadır. En büyük hisse sahibi ise; 2007 yılında kulüp için teklif sunup, Mayıs 2009 itibarıyla 17,613 (%28.3) hisse senedinin sahibi olan, Amerikan iş adamı Stan Kroenke'dir. Diğer yöneticilerden, değerli holdinglerin sahibi Danny Fiszman, 10,025 (16.1%) hisse senedinin, kulüp başkanı Peter Hill-Wood ise 500 (%0.8) hisse senedinin sahibi olmakla birlikte, diğer yöneticilerde daha düşük miktarlarda hisse sahibidirler. Eski yöneticilerden Nina Bracewell-Smith'de halen 9,893 (%15.9) hisse senedini elinde bulundurmaktadır. Rus milyarder Alisher Usmanov ve Londra'da yaşayan finansör Farhad Moshiri'nin ortak sahibi oldukları Red & White Securities firması, kulübe teklif vererek Kroenke'ye rakip olmuştur. Red & White, Ağustos 2007'de teklifini açıklamıştır. Arsenal'in eski başkan yardımcısı David Dein, sahip olduğu 15,555 (%25.0) hisse senedini, Şubat 2009 itibarıyla Red & White firmasına satmıştır. Bu satış sonrası, Kroenke ve Usmanov arasında, basın tarafından kişisel savaş spekülasyonları ortaya atılmıştır. Neticede, en az Eylül 2009 tarihine kadar, kulübün %29.9'dan fazla hissesinin satın alınamayacağı, Kroenke tarafından kabul etmiştir. Ayrıca yönetim, yönetici hisselerinin satışı durumunda, Ekim 2012'ye kadar ilk olarak satın alma hakkına sahiptir. Birinci ve üçüncü formalarda Dreamcast, ikinci formada Sega yazısı vardı. Arsenal, İngiltere'nin en ünlü takımlarından biridir. Britanya futbolunun tasvirinde sık sık karşımıza çıkan takım, medya tarafından ilklerin takımı olarak gösterilmektedir. 22 Ocak 1927'de Highbury'de Sheffield United'a karşı oynadıkları maç, İngiltere Ligleri'nde radyodan canlı yayınlanan ilk maç olmuştur. On yıl sonra, 16 Eylül 1937 tarihinde Arsenal'ın A takımıyla, rezerv takımının karşı karşıya geldiği gösteri maçı, televizyondan canlı yayınlanan ilk futbol maçı olarak tarihe geçiyordu. Arsenal, 22 Ağustos 1964'te Anfield'da oynadığı Liverpool FC maçıyla, bu kez de BBC'de yayınlanan "Match of the Day" programının ilk yayın konusu olmuştur. Arsenal, 1939 yılında çekilen "The Arsenal Stadium Mystery" adlı futbolla ilgili ilk filmin arkaplanına konu olmuştur. Film, Arsenal'ın bir amatör takımla yaptığı hazırlık maçını anlatıyordu. Maçın oynandığı sırada oyunculardan birinin zehirlenişi ve bu olay etrafında gelişen durumlar gösteriliyordu. Oyunculardan bazılarının ve teknik direktör George Allison'ın da rol aldığı filmde ayrıca George Allison'ın ufak bir konuşması da yer alıyordu. Daha sonraları, yazar Nick Hornby'nin otobiyografik türde kaleme aldığı "Fever Pitch" adlı kitabında, kendi hayatından, futbolla olan ilişkisinden ve özellikle de Arsenal'den bahsediyordu. Bu kitap ilk olarak 1992'de yayımlandı ve 1990'lar boyunca Britanya toplumunda futbol kültürünün yeniden canlanmasının ve iyileşmesinin bir parçası oldu. Sonrasında kitap iki filme uyarlanmıştır. İlki, Arsenal'in 1988-1989 şampiyonluğunu anlatan bir İngiliz filmi, ikincisi ise A.B.D. Ulusal Beyzbol Ligi'nde mücadele veren Boston Red Sox takımının taraftarlarını anlatan bir Amerikan filmiydi. Arsenal, özellikle 1970'li ve 1980'li yıllar boyunca klasikleşmiş olarak, defansif ve sıkıcı bir oyun yapısına sahipti. Bazı komedyenler, Arsenal'in bu sıkıcı oyunuyla ve harcamalarıyla dalga geçen şakalar yapıyorlardı. Bu tema, 1997'de çekilen "The Full Monty" filminde bir kez daha işlendi. Filmin bir sahnesinde, aktörler bir sıra halinde elleri havada hareket ediyorlardı. Striptiz hareketlerine benzeyen bu sahnede, aslında Arsenal defansının ofsayt taktiklerini taklit ediyorlardı. Bir başka benzer film olan "Plunkett & Macleane" filminde de yine Arsenal defansı yer alıyordu. Filmde yer alan iki karakterin adları, Arsenal'in sağ bek oyuncusu Lee Dixon ve sol bek oyuncusu Nigel Winterburn'e atıfta bulunarak; Dixon ve Winterburn idi. Arsenal LFC, Arsenal'e bağlı bayan futbol takımıdır. 1987 yılında kurulan takım, 2002 yılında yarı-profesyonel olmuştur. Takımın teknik direktörü Tony Gervaise'dir. Arsenal LFC, İngiliz bayan futbolunun en başarılı takımıdır. 2008-2009 sezonunda mücadele ettikleri üç kupada da mutlu sona ulaşarak; FA Bayanlar Premier Ligi'ni, FA Bayanlar Kupası'nı ve FA Bayanlar Lig Kupası'nı kazandılar. UEFA Kadınlar Şampiyonlar Ligi'ni de kazanan tek İngiliz ekibidirler. 2006-2007 sezonunda kazandıkları bu kupa, benzersiz başarılarının bir parçasıdır. Ayrıca, bayan ve erkek takımları usulen ayrı olmalarına rağmen fiilen ayrı değillerdir. Arsenal bayan futbol takımı, bir sezon boyunca maçlarını Emirates Stadyumu'nda oynamıştır. Genel olarak ise iç saha maçlarını Boreham Wood'da oynarlar. 1985 yılında, kulübün önde gelenlerinin tertiplemesiyle "Arsenal in the Community", yani "Arsenal camiâsı" kuruldu. Kuruluş; sportif ve sosyal etkinlikler, eğitim ve yardım projeleri gerçekleştirir. Ayrıca taraftarlar tarafından, doğrudan doğruya yardım amacıyla, 1992 yılında "The Arsenal Charitable" adlı sosyal yardımlaşma kuruluşu kuruldu. Yardımlar için 2 Milyon sterlinden fazla para toplanmıştır. Takımın eski oyuncuları da yardım için bağış yaptı. David O'Leary, 1975 ile 1993 yılları arasında, Arsenal formasını 722 maçta giyerek en çok forma giyen oyuncu rekorunu elinde bulundurmaktadır. Takımın eski kaptanı ve defans oyuncusu Tony Adams, 669 maçla ikinci sırada yer almaktadır. Üçüncü sıra ise 563 maçla eski kaleci David Seaman'a aittir. Thierry Henry, takımda yer aldığı 1999 ile 2007 yılları arasında 226 gol atarak, takımın en golcü oyuncusu konumuna ulaşmıştır. Ekim 2005'te 185 golle eski rekorun sahibi Ian Wright'ı geçmeyi başarmıştır. Ian Wright ise bu rekoru Eylül 1997'de, 178 golle 1939'dan beri rekorun sahibi olan Cliff Bastin'i geçerek kırmıştır. Henry, ayrıca ligde attığı 174 golle bu alandaki rekorunda sahibidir. Bu rekoru da Şubat 2006'da, Cliff Bastin'i geçerek kırmıştır. Arsenal'in seyirci rekoru, 25 Kasım 1998'de 73,707 seyirci ile Wembley Stadyumu'nda kırılmıştır. Bir Şampiyonlar Ligi maçı olan bu karşılaşmada, Arsenal RC Lens'a karşı mücadele etmiştir. Arsenal, maçlarını normalde, kapasitesi Wembley'e oranla daha az olan Highbury'de oynadığından 73,707 seyirci sayısına ulaşamamıştır. Highbury rekoru 9 Mart 1935'te, 73,295 seyirciyle, 0-0 biten bir Sunderland maçında kırılmıştır. Arsenal'in yeni stadyumu olan Emirates Stadyumu'nun rekoru ise 3 Kasım 2007'de, 60,161 seyirciyle kırılmıştır. Arsenal, bu maçta Manchester United ile 2-2 berabere kalmıştır. Arsenal, İngiliz futbolunda da bazı rekorlara sahiptir. En çok dikkat çeken rekor, art arda 82 sezon ligin ilk sırasına çıkabilmesidir. Mayıs 2003 ile Ekim 2004 tarihleri arasında çıktıkları 49 lig maçında da yenilgi yüzü görmemişlerdir. Şampiyon oldukları 2003-2004 sezonundaki 38 maçta bu rekora dahildir. Bugüne kadar Arsenal dışında, sadece Preston North End 1888-1889 sezonunda (toplamda 22 maç oynanmaktaydı) hiç yenilmeden şampiyon olabilmişlerdir. Arsenal, 2005-2006 sezonunda, Şampiyonlar Ligi'nde art arda 10 maç kalesinde hiç gol görmeyerek, AC Milan'a ait olan 7 maç gol yememe rekorunu kırmıştır. FC Barcelona ile oynanan 2006 UEFA Şampiyonlar Ligi Finali maçının 76. dakikasında Samuel Eto'o'nun attığı gole kadar, 995 dakika boyunca rakiplerinden hiç gol yememişlerdir. Arsenal'de, 18'i daimi ve 5'i geçici olmak üzere 23 profesyonel teknik direktör göreve gelmiştir. Thomas Mitchell, Arsenal'in lk profesyonel teknik direktörü olarak, 1897 yılında göreve gelmiştir. George Allison (1934-1947), zamanın şartlarından dolayı en uzun süre görev yapan teknik direktördür. Oynanan maç sayısına göre ise halen görevde bulunan Arsène Wenger (1996-) en uzun süre görev yapan teknik direktördür. Arsène Wenger, Arsenal'in Birleşik Krallık ve İrlanda dışından ilk teknik direktörüdür ve %57.3
6 (11 Mayıs 2008 itibarıyla) maç kazanma oranıyla, Arsenal'in en başarılı teknik direktörüdür. En başarısız teknik direktör ise 34.46% maç kazanma oranıyla, Leslie Knighton'dır (1919-1925). Arsenal'in iki teknik direktörü (Herbert Chapman ve Tom Whittaker), görevleri sırasında vefat etmişlerdir. Arsenal, kazandığı 13 Lig Şampiyonluğu ile İngiliz futbolunda Manchester United ve Liverpool'dan sonra en çok şampiyon olan üçüncü ekiptir. Aynı zamanda, kazandığı 10 FA Kupası ile birlikte Manchester United'ın ardından bu kupayı en çok kazanan ikinci takım konumundadır. Arsenal'ın başarılarında, aynı sezonda hem Lig Şampiyonluğunu hem de FA Cup'ı 3 kere (1971, 1998, 2002) kazanma rekoruda bulunmaktadır. Takım, yine 3 kez bunu başaran Manchester United ile bu başarıyı paylaşmaktadır. Arsenal, ayrıca 1993 yılında, İngiliz futbolunda ilk kez gerçekleşen bir olayla, aynı sezonda hem FA Kupası'nı hem de Lig Kupası'nı kazanarak tarihe geçmiştir. 2006 yılında ise Şampiyonlar Ligi Finaline çıkarak, bunu başaran ilk Londra ekibi olmuşlardır. Arsenal, ligde en iyi başarıyı gösteren ekip olarak ligi sadece 7 kere 14. sıranın altında bitirmiştir. 1900 ile 1999 yılları arasındaki sezonlarda, en iyi ortalamayı tutturdular ve bu yıllarda, ligi 8,5 ortalama sırayla bitirdiler. Ayrıca, 2002 ve 2003 yıllarında art arda iki kere FA Cup'ı kazanarak, bunu başaran 5. takım oldular. Burgaz Burgaz (, trl: "Burgas"), Bulgaristan'ın Karadeniz kıyı şeridinin güneyinde yer alan ve Türkiye sınırında Kırklareli ile komşu olan Burgaz ilinin idari merkezi olan şehirdir. Etimolojik kökeni EYun pýrgos: burç, burgaz'dan gelir. Burgaz şehrinin 2011 nüfusu 197.301'tir. Bulgaristan'ın Varna'dan sonra ikinci büyük sahil kenti ve ülke genelinde ise dördüncü büyük kentidir. 2001 Bulgaristan Nüfus Sayımı'na göre Burgaz eyaleti nüfusu 423.500'dür. Bu nüfus içinde 63.000 kişilik bir kesim anadilinin Türkçe olduğunu, 58.000 kişilik bir kesim ise Pomakça beyan etmiştir. Dini aidiyet bazında Müslüman olduğunu beyan edenler 64.500 kişidir (bu bazda beyanda bulunmamış olanlar 14.500'dür. Anadil bazında 16.500 kişi, etnik aidiyet bazında ise 19.500 kişi Çingene olduğunu beyan etmiştir. Burgaz vilayetinde diğer etnik gruplara mensup veya başkaca bir anadili olan 3.700 ila 4.000 arası bir nüfus bulunduğu görülmektedir. Kalan nüfus Bulgardır. Bulgaristan'ın en önemli turistik merkezleri Burgaz eyaletindedir. Burgaz merkezinde bir uluslararası havaalanı ve çok sayıda sanayi tesisi bulunmaktadır. 1367 yılında Doğu Roma İmparatorluğu'ndan alınan Burgaz Kalesi 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'na kadar Türk egemenliğinde kaldı. 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması ile teşkil edilen özerk ve Osmanlı Devleti'ne bağlı Doğu Rumeli eyaletine bağlanan şehir, 1885 yılında anılan eyaletin Bulgaristan Prensliği tarafından ilhak edilmesiyle fiilen Türk denetiminden ayrıldı. Anılan ülkenin 1908 yılında bağımsızlığını ilan etmesiyle hukuken Osmanlı Devleti'nin elinden çıktı. Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti'nin Sofya Büyükelçiliği'ne bağlı olarak çalışan Burgaz Başkonsolosluğu bulunmaktadır. Blind Guardian Blind Guardian (ilk adıyla Lucifer's Heritage), 1984 yılında Almanya'nın Krefeld şehrinde kurulmuş bir power metal grubudur. Son çalışmaları senfonik power metal türünün örnekleri arasına girmiştir. Grup, "Blind Guardian" ismini almadan önce, 1986 ve 1987 yıllarında Lucifer's Heritage ismiyle iki demo yayınlamıştır. İlk albümlerinden başlamak üzere, tüm albümlerinde J.R.R. Tolkien ve diğer fantastik edebiyat yazarlarının etkisi görülmektedir. Bununla birlikte şarkı sözlerinde mitolojik unsurlar ve efsanelere de bolca rastlanmaktadır. İlk albümleri Battalions of Fear ile Follow the Blind daha çok speed metal etkisindeyken, 1992 çıkışlı Somewhere Far Beyond albümleriyle birlikte power metal tarzına kaymıştır. Beşinci albümleri Imaginations From The Other Side ile birlikte müzikleri daha karışık bir hal almıştır. Bunda da kuşkusuz şarkılarında geniş yer verdikleri koro ve orkestral düzenlemelerin payı büyüktür. Grubun dünya çapında üne kavuşmasıysa, Avrupa ve Japonya turnelerinden sonra olmuştur. And Then There Was Silence isimli tek şarkılık çıkışı 14 dakikalık uzunluğuna rağmen İspanya listelerinde 1. Kanada listelerinde yedinciliğe kadar yükselmiştir. Özellikle solistleri Hansi Kürsch, metal müzik alanında en iyi vokalistlerden biri olarak görülmektedir. Kendisinin operatik vokalleri, Blind Guardian'ın başarısında büyük paya sahiptir. Grubun solisti Hansi Kürsch, Jon Schafferle birlikte Demons and Wizards adlı projeyi gerçekleştirmiştir. Grubun kurulmasından sonra 2005 yılına kadar geçen 20 yıllık süreç boyunca, çizgilerini değiştirmemişlerdir. Fakat grup içinde oluşan bazı anlaşmazlıklar sonucu davulcu Thomen Stauch gruptan ayrılmıştır. Yerine Temmuz 2005'te Frederik Ehmke gruba katılmıştır. 2006 yılında çıkması beklenen A Twist In The Myth albümünün kayıtları bitmiştir. Albüm hakkında fikir veren single Fly ise birkaç ay önce piyasaya sürülmüştür. Albümün promosyon kaydı ise internete sızmıştır. Albümün çıkış tarihi olarak Eylül 2006 verilmiştir. Grup en son 2015 yılında "Beyond the Red Mirror" albümünü piyasaya sürdü. Grup Munzur Grup Munzur, İzmir'de kurulan protest müzik grubudur. Kurulduğundan bugüne, muhalif siyasi kimliklerini müzik yoluyla topluma duyurmaya çalışmış, bu sebeple grup üyeleri çeşitli davalardan yargılanmıştır. Grup, bu süreç içerisinde 7 albüm çıkarmış, sayısız konser vermiştir. Türkçe, Zazaca, Kürtçe ve Lazca gibi pek çok dilde parçaları seslendiren grup her sene Munzur Doğa ve Kültür Festivali'ne katılmaktadır. Grup, sanat faaliyetine 1992 yılında dört kişi ile İzmir’de başladı. Çeşitli etkinlikler ve konserlerden sonra 1993’te İstanbul’a gelen grup, düzenli çalışmalar için uygun bir mekânın olmaması nedeniyle, çalışma yeri olarak dernek ve sendikalara yöneldi. Özellikle muhalif kimlikli müzik gruplarının karşılaştığı en büyük sorunlardan biri olan çalışma mekânı sorunu o dönem zorluklarla da olsa aşılmış oldu. Grup Munzur çalışmalarına, 1994 yılından bugüne değin Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi’nde devam etmektedir. 24 Temmuz 1994’te, yabancılaşmaya, yozlaşmaya, çürümeye ve gericileşmeye karşı halkın kültür, sanat ve edebiyat alanında gelişip yaygınlaşması için; geçmişi bugüne, bugünü yarınlara taşıma coşkusuyla “yüz çiçek açsın” şiarıyla yola çıkan Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi 1994 yılından itibaren Grup Munzur’un evi oldu. Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi’nin bir birimi olarak çalışmalarını sürdüren Grup Munzur, halkla birlikte yaşayarak, onların acılarından, sevinçlerinden, özlemlerinden, umutlarından, isyanından öğrenerek halkın sanatını yapmayı amaç edindi. Grup Munzur, alternatif kültür merkezlerine ve muhalif kimliklerinden ödün vermeyen müzik gruplarına yönelik tüm baskılara, yasaklara ve sindirme politikalarına rağmen, halktan aldığı güçle müzik çalışmalarını sürdürmektedir. Grup Munzur’un beslendiği kaynak halkın yaşantısı, acıları, mutlulukları elbette umutları ve onların yüzyıllardır yarattığı kültürel mirastır. Müzikal üretimlerinde halkların ezgilerini kullanırken özellikle onların dillerini kullanarak bu kültürel mirastan bir zenginlik olarak faydalanmaktadır. Grup Munzur, toplumsal yaşam içerisinde, geniş halk yığınlarının üretimlerinden-emeklerinden gelen gücünün farkındadır ve dünyayı eşit, özgür, sömürüsüz bir hale getirmek için yürütülen mücadelenin türküsünü yapar. Grup Munzur sanatı daha güzel bir dünyanın yaratılması savaşında bir araç olarak kullanır. Grup Munzur’un ilk albümü, “Babanın Türküsü/Onların Kavgası” İstanbul’a ilk geldiği dönemlerde çalışma mekânı sorununun olduğu bir dönemde çıkmış olan bir albümdür. Bu koşulların beraberinde getirdiği aksaklıklarla, ilk albüm olmasının getirdiği kimi eksikliklere rağmen, yüzü ileriye dönük ürünlerin bir arada toplandığı bir albümdür. 1995 Eylül’ünde ikinci albümleri “Hep Birlikte”yi çıkardılar. Sisteme karşı gelişen toplumsal muhalefetin kültür ve sanat cephesinden bir karşı duruşu temsil eden albüm, halka dayatılan, onu yozlaştıran kültürel ürünlerin karşısına, alternatif kültürel ürünlerin niteliği taşımaktadır. Grup Munzur 1997 yılında ilk iki albüm deneyimlerinden yola çıkarak daha öz ve titiz bir çalışmayla “Tutuşturun Geceleri” adlı üçüncü albümüyle dinleyicileriyle buluştu. Aşık Veysel’den geleneksel Kürt, Ermeni ezgilerinden ve kendi besteleriyle geniş bir çerçeve içerisinde değerlendirilebilecek ürünleri bu albümünde topladı. 2000 yılına gelindiğinde her türlü umarsızlığa ve karamsarlığa geçit vermemenin adı olan “Beklenen Uzak Değil” adlı albümünü gerçekleştirdi. Çok sesli koro ve şiir ağırlıklı bu çalışmada anonim türkülerin yanı sıra Pir Sultan Abdal ve Tufani gibi halk ozanlarımızın türküleriyle zengin repertuar ve farklı bir sentez oluşturdu. 2003 yılında “Bahara Çağrı” adını taşıyan yeni bir albümle dinleyicilerine seslenen Grup Munzur; Türkçe, Zazaca, Kürtçe ve Lazca dillerinden oluşan repertuvarıyla ve enstrümantal bir çalışmaya da yer verdi. Beş yıl aradan sonra Grup Munzur “baskının ve elbette direnişin olduğu yerde bizimde söyleyecek sözümüz vardı. Çeşitli dillerde anlattık, kendi ellerimizle yaşanacak bir dünyayı yaratma özlemimizi” diyerek “Kızıl Anka” albümüyle dinleyicileriyle buluştu. Kızıl Anka albümünden sonra çalışmalarına devam eden Grup Munzur 2010 yılında, farklı dillerin ve ezgilerin bir araya geldiği “Haykırış”la, halkların kardeşliği şiarını ısrarla haykırdı. 13 eserden oluşan “Haykırış”la dinleyicileriyle buluşan Grup Munzur; Kürt edebiyatının büyük şairlerinden Cigerxwîn’in bir şiirini melodilerle yeniden nefes almaya iterken, Yunanistan’dan Thanasis Papakonstantinou ve Türkiye'de güçlü yorumuyla tanınan Azeri sanatçı Cavit Murtezaoğlu’nun eserlerini de kendi düzenlemeleriyle, kendi renkleriyle “Haykırış”la dinleyicilerini buluşturdu. Grup Munzur bugüne kadar 8 stüdyo albümü oluşturmuştur. Türk dilleri alfabeleri Türk dilleri alfabeleri veya çağdaş Türk yazı dilleri alfabeleri çağdaş dönem Türk ya
zı dilleri için kullanılan çeşitli alfabelerdir. Uzun tarihî dönemler içinde kullanılmış olan Türk yazı sistemlerinin sonrasında, bazılarının terki, bazılarının devamı ile günümüzde kullanımda olmuşlardır. Türklerin en geniş ölçüde kullandığı yazı sistemleri Göktürk, Uygur, Arap, Latin ve Kiril alfabesidir. Türk dilinin tarihi sürecinde ticari, kültürel, dinî vb. sebeplerle bu dilin yazımında Göktürk, Mani, Soğut, Uygur, Brahmi, Tibet, Süryani, İbrani, Grek, Arap, Kiril, Latin asıllı alfabeler Türk diline çeşitli düzeyde uyarlanmış varyantlarıyla kullanılmıştır. 1926'da Bakü'de toplanan Türkoloji Kongresi, tüm Türk dillerinin Latin alfabesi ile yazılması konusunda karar almıştır. 1929'lu yıllarda geliştirilen Ortak Türk Alfabesi, ufak farklılıklarla 1930'lu yıllarda Sovyetler Birliği'ndeki Türk halkları tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Ancak, Türk cumhuriyetlerinin kullandıkları bu Latin esaslı alfabeler, 1938-40 yılları arasında yerlerini, Sovyet idaresinin baskısı ile Kiril alfabesinden geliştirilmiş olan ve her Türk yazı dilini birbirinden ayıran farklı alfabelere bırakmak zorunda kalmıştır. Bundan önce Türk halkları ortak alfabeleri ile birbirlerine yaklaşabilmişken, her Türk halkına diğerlerinden farklı bir Kiril alfabesi geliştirilmesi ile, aslında birbirlerine yakın olan bu dillerin zamanla farklılaşmaları sağlanmıştır. Türkiye'de Yeni Türk alfabesi, Latin harfleri temel alınarak, 1 Kasım 1928 gün ve 1353 sayılı yasayla tespit ve kabul edilmiştir. Bu kanuna göre, Yeni Türk alfabesinde 29 harf bulunur. Alfabeyi oluşturan büyük ve küçük harfler, sırasıyla aşağıdaki biçimde yazılır. 1989 yılında Sovyetler birliğinin yıkılmasından sonra 1991 yılında Azerbaycan'da Latin alfabesine dönülmesine karar verilmiştir. Azerbaycan'da kullanıma giren bu yeni alfabe Türkiye'deki Latin alfabesinde bulunmayan ə (/e/ benzeri), x (hırıltılı /h/) ve q (kalın /g/) harflerini içerir. Bu ek harfler Azerbaycan Türkçesine has olan sesleri yazmak için geliştirilmiştir. 30 Ekim 1992 tarihinde Ankara'da Orta Asya Türk Cumhuriyetleri Toplantısı yapılmıştır. Bu toplantıda Türk cumhuriyetlerinin Türkiye'de kullanılan Türk alfabesine uyum sağlamaları kararı alınmıştır. Ayrıca Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Özbekistan'ın 2005 yılına kadar kendi resmî Türk dilleri için bir Türkçe Latin alfabesi kullanmaya başlayacakları konusunda anlaşılmıştır. Azınlık olarak yabancı yönetim altında yaşayan Türk halklarının (özellikle Suriye, Irak, İran ve Rusya'da) Türk-Latin alfabesine geçişleri için 2010 yılına kadar bir süre verilmiştir. Aynı yılda, Aralık ayının 22'sinde Azerbaycan devleti Türkçeyi tek resmî dil olarak ve Latin alfabesini kabul etmiştir. Azerbaycan'da kullanılan bu Latin alfabesi İran'da yaşayan milyonlarca Azerbaycan Türkü tarafından da kullanılmaya başlanmıştır. Böylece (resmî olmayarak) İran'da da Türkçe artık Latin alfabesi ile yazılmaya başlamıştır. İran devletinin aslında rahatsız olduğu ama önleyemediği bu gelişme, daha da ilerlemektedir; mesela "Varlık" gazetesi 1994'ten beri "Ortak Türk Alfabesi" ile basılır. Bu alfabe Türkiye'de "Öz alfabe" olarak adlandırılır. Orta Asya'da geliştirilmiş olan bütün Latin alfabeleri bu alfabeden kaynaklanır. Özbekistan ve Türkmenistan da alfabelerini bundan türetmişler; ama Türkiye'nin Orta Asya'da nüfuzunun artmasına engel olmak amacıyla sonradan apayrı alfabeler geliştirmişlerdir. 2000 yılında Rus parlamentosu, Rusya Federasyonu içerisinde Kiril alfabesinden başka bir alfabe kullanılmayacağını açıklayınca, buna tepki olarak Tataristan Özerk Cumhuriyeti'nde hemen bir Türkçe Latin alfabesi kullanıma alınmıştır. "Türk Cumhuriyetleri Alfabeleri", eski Sovyetler Birliği içindeki Türk topluluklarının Kiril alfabesi ve diğer bazı Türk topluluklarının (örneğin Uygurların, İran Türklerinin) kullandığı Arap alfabesi ve bunun dışında genel olarak pek çok Türk devletinde ve özerk cumhuriyetinde (örneğin Gagavuzlarda) kullanılan Latin alfabelerini ifade etmek için kullanılan bir tabirdir. Günümüzde alfabe çalışmaları dikkate alındığında Türk cumhuriyetlerinde Latin esaslı alfabeye geçiş yönünde gelişmeler yaşanmaktadır. Örneğin Azerbaycan, Türkiye'deki Türk alfabesini temel alan bir sistemi kabul etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti alfabesinin üzerine üç tane harf (yeni ses değerleri) ekleyerek kendi alfabelerini oluşturmuşlardır. Türk Keneşi, Türk cumhuriyetlerinin alfabelerine Q, X, W, Ň, Ä harflerinin eklenmesini ortak karar olarak kabul etmiştir. Bu karar uygulandığı takdirde (inceltme ve vurgu işaretli harfler hariç) 34 harfli bir alfabe Türk dünyasının önemli bir bölümünde en azından protokolde yürürlüğe girmiş olacaktır. Latinizasyon (Romanizasyon) tabiri genel olarak Latin alfabesi dışındaki ses sitemlerinin Latin alfabesine çevrilmesini ifade eder. Günümüzde var olan alfabelerden yararlanılarak belirli bir seviyede ayrıntılar tespit edilebilmiştir. Türkiye'de ve diğer Türk devletlerinde kullanılan harflerden başlıcaları şu şekildedir: Orta-Çizgili harfler el yazısında zaman zaman kullanılmakla beraber bunların aslında ses değerleri açısından herhangi bir işlevi yoktur ve genellikle eşsesli kelimeleri ayırt etmekte veya bir el alışkanlığı olarak kullanılmaktadır. Çoğu zaman vurgulu ve kalın bir söyleyişi göstermeye yarar. Diğer Örnekler: "Ƀağ" (bahçe) ve "Bağ" (düğüm), "Ҟurt" (yırtıcı) ve "Kurt" (larva), "Ᵽas" (oksitlenme) ve "Pas" (iletme), "Roman" (kitap) ve "Ɍoman" (millet adı) farkları... Belli başlı Türk yazı dillerini yazmak için günümüzde kullanımda olan alfabelerdeki her harfin, diğer bazı yazı dilinde dengi yoktur. Hiçbir şekilde dengi bulunmayan harf, ilgili yazı dilinde o harfi karşılayan sesin kullanımda olmadığını gösterebilir. Ayrıca, bazı sesler bütün yazı dillerinde olsa da, onları yansıtan harfler çeşitli sebeplerle farklı kurulmuş olabilir. Aşağıdaki tabloda Latin, Arap ve Kiril temelli çeşitli alfabelerdeki harflerinin karşılaştırılması mümkündür. Alfabe tablosunda, Türkiye Türkçesinde bulunmayan harflere de yer verilmiştir. Bu sesler ve onları gösteren harfler daha çok başka topluluklarla iç içe yaşayan Türk halkları tarafından kullanılmaktadır. Örneğin İran Azerileri Arapça "Ayın (Ayn)" harfini veya Gagavuzlar Slavik "Tse" harfini yoğun biçimde kullanırlar. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir. Dolayısıyla alfabenin bazı kısımları yalnızca bazı topluluklar tarafından kullanılmaktadır. Bütün Türk yazı dilleri gibi Türkiye Türkçesi de ünlü bakımından (Arapçanın aksine) zengin bir dildir. Bu sebeple Arapça alıntı kelimelerin ünlüleri, Türkiye Türkçesinde telaffuzla artmıştır; a > a, e; u > u, ü, o, ö gibi genişlemeler görülmüştür. Arapça uzun ünlüler Türkçenin imlâsında bazen gösterilmez ("bk." Yazım Kılavuzu). Ulanlı Ulanlı (Oğlanlı veya Rumeli şivesinde Uğlanlı; ), Bulgaristan'ın Burgaz iline bağlı, 2005 nüfusu 2.500 olan, etnik yapısı Türk ağırlıklı bir köydür. İlin iç kuzey kısmındadır. Küçük bir yerleşim merkezi olmakla birlikte aynı adı taşıyan ilçenin (obştina) merkezidir. Ulanlı ilçesi toplamda 39 köy ile nüfusu 35.500 kişidir. Belediye başkanı İsmail Osman'dır. Tales from the Twilight World Tales from the Twilight World, Blind Guardian grubunun 1990'da çıkardığı albümdür. Perspektif Perspektif, nesnelerin görünümünü 3 boyutlu olarak düz bir yüzeyde, yani 2 boyuta indirgeyerek, göstermeye yarayan bir iz düşüm tekniğidir. Yani, teknik bir çizimdir. Perspektif çizimde, nesnenin gözlemciye göre olan pozisyonunun ve uzaklığının etkileri esas alınarak çizim yapılır. Söz konusu çizimler gözlemcide, biçim ve orantı bakımından, renklerden bağımsız olarak, 3 boyutlu bir gerçeklik izlenimi oluşturur. Perspektif çizimde dikkat edilmesi gerekenler: Bu dönüşüm stili, perspektif, çok ve çeşitli olacağına göre, bunları şu şekilde ayırt edebiliriz: O halde bir nesnenin perspektif görünümünü çizmek için birçok yöntem vardır. Belirli bir tekniği izleyerek yapılan perspektif çizimi kolaylaştırmak içinse, Orta Çağdan beri varolan taslak aletlerine perspektograf denir. Buna rağmen, fotograf tekniğinin icadı perspektifin çizim tekniği olarak kullanılması açısından pek bir şey değiştirmez. Çünkü burada mevzu doğayı taklit etmek değildir. Bu grafiksel ifade tekniği için birçok yöntem bir arada bulunur : kaçış çizgili perspektif, kaçış noktalı perspektif, ters perspektif, paralel perspektif... Bazı çizimler aynı perspektif yöntemlerini sadece hayali dünyayı değil, gerçeküstü alanları göstermek için de kullanır. Karacaören Pösteki mantarı Pösteki mantarı ("Coprinus comatus"), Coprinaceae ailesinden, olan yenebilen bir mantar türüdür. Adını, koyun postu gibi görüntüsüne dayanılarak Farsça kökenli "pösteki" (koyun ya da keçi postu) sözünden alır. Diğer adları "mürekkep mantarı" ve "söbelem"'dir. Şapkası 4–15 cm uzunlukta silindirik şekildedir. Beyaz renkli ve yüzeyi pürüzlüdür, zamanla alttan başlayarak siyah mürekkepsi bir yapıya bozunur. Genelde çayırlık alanlarda küçük gruplar şeklinde görülür. Spor baskısı siyahtır, sporları 7-9 mikron büyüklükte, eliptiktir. Tadı oldukça iyidir, genç örnekler daha lezzetlidir, yaşlı örnekler çok fazla su içerir. Ender durumlarda alkolle beraber alındığı zaman rahatsızlık verebildiği rapor edilmiştir. Besarabya Besarabya ("Bessarabia") bugünkü Moldova'nın tarihteki adıdır. Prut ve Dinyester nehirlerinin arasında yer alır. Besarabya terimi bölgeyi yöneten Eflaklı Basarab ailesinden gelir. Bu terimi ilk kullananlar 15. yüzyılda Eflak ve Boğdan'ı ele geçirmiş olan Osmanlılardı. Besarabya Osmanlılar zamanında Boğdan vilayetinin bir parçasıydı. 1812 yılında Rusya bu bölgeyi egemenliğinin altına alınca Besarabya adını kullanmaya başladı. Besarabya 1918 yılında Rusya'dan ayrılarak Romanya'ya katıldı. Fakat 1945 yılında SSCB Besarabya'yı tekrar ele geçirdi ve Moldova Cumhuriyeti haline getirdi. 1991 yılında Moldova Cumhuriyeti SSCB'den bağımsızlığını kazandı. Bell Aerospace Bell, Lawrence Dale Bell tarafından New York eyaletinin Buffalo kentinde, “Bell Aircraft Corporation
” adı ile 10 Temmuz 1935 tarihinde kurulmuş bir havacılık şirketidir. Dünya Posta Birliği Dünya Posta Birliği, ("Union postale universelle", "Universal Postal Union" - UPU) Dünya çapında posta sistemine ek olarak, posta politikaları konusunda üye ülkeler arasında koordinasyonu sağlayan Birleşmiş Milletler ajansıdır. DPB Kongresi, İdare Konseyi (CA), Posta İşletme Konseyi (POC) ve Uluslararası Büro (IB) olmak üzere dört kuruldan oluşur. Fransızca UPU'nun resmi dilidir. İngilizce 1994 yılında çalışma dili olarak eklenmiştir. UPU, 9 Ekim 1874'te 22 ülke tarafından imzalanan ve Bern Anlaşması olarak da bilinen Genel Posta Birliği Anlaşması ile kuruldu. Anlaşma, 1 Ocak 1875'te (Fransa 1 Ocak 1976'da) yürürlüğe girdi. 1878'de Birliğin adı, bugünkü adı olan "Dünya Posta Birliği" ile değiştirildi. UPU, Birleşmiş Milletlerin 1 Temmuz 1948'den beri İhtisas Birimleri'nden biridir. DPB Anayasası (Genel Tüzüğü, Anlaşmayı ve Ayrıntılı Kuralları içerir) her üye ülkenin yetkili makamlarınca onaylanmış bir diplomatik anlaşmadır. Dünya Posta Birliği Anlaşması'nı kabul eden ülkeler mektup ve diğer posta çeşitlerinin değişiminde tek bir posta sınırı olarak hareket ederler. Ulaşım özgürlüğü bu sınırlar içerisinde garanti altına alınır. Anayasa'ya göre Birliğin amaçları; posta hizmetlerinin gelişmesini ve örgütlenmesini sağlamak, insanlar arasındaki iletişimin geliştirilmesine etkin posta hizmetleri ile katkıda bulunmak; sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda uluslararası iş birliğine katkıda bulunmak, üye ülkelerin talebi üzerine teknik yardımda bulunmaktır. UPU, 1963 yılından beri; sonradan BM ile Birleşmiş Milletler Kalkınma programını kurmak üzere birleşen, Birleşmiş Milletler Genişletilmiş Teknik Yardım Programına (UNDP) katılmaktadır. 1989 UPU Washington Kongresi, UPU yardımlarının BM Kalkınma Stratejisi Genel Çerçevesi’nde birleştirilmesi için tavsiye kararı almıştır. Uygulamada UPU'nun kendi kaynakları ile yaptığı yardımlar UPU ve alıcı ülkelerle yapılan kalkınma anlaşmaları ile birlikte çok yıllı entegre projelere bağış şeklinde olmaktadır. UPU'nun yardımları tüm posta sektörlerini kapsayan teknik iş birliği sorunlarıyla ilgilidir. UPU teknik yardım faaliyetlerinin ana finansman kaynağı UNDP'dir. Dünya Posta Kongresi (olağan olarak 5 yılda bir toplanır), UPU'nun en yetkili karar mercidir. Kongre tüm üye ülkeleri temsilcilerinden oluşmaktadır. Yıllık olarak toplanan İdare Konsey (CA), 1947 Paris Kongresi tarafından kurulan Yürütme Konseyi'nin yerine, 1994 Seul Kongresi tarafından kurulmuştur. Konsey, Kongre tarafından seçilen 41 üyeden oluşmaktadır. Konsey, Kongrelerin devamını sağlamaktan, kısmen Kongrelerde alınan kararların Kongreler toplana kadar geçen sürede uygunluğunu denetlemekten, çeşitli hükümetlerin posta politikaları konusundaki sorunlarını, uluslararası gelişmeleri de hesaba katarak değerlendirmekten, zorunlu hizmetlerde genel ilke ve politikaların uygulanmasını ve geliştirilmesini idare etmek, Kongreler arasında stratejik plan değişikliklerini onaylamak, teknik iş birliğinin hükümetlerarası yönünden, hizmetlerin kalitesini (politika ve ilke olarak) yükseltmekten, dağıtım hizmetleri endüstrisini bir bütün olarak etkileyen uluslararası teknik standartlar anlaşmalarından, bütçeyi onaylanmaktan, Kongreler arasında anlaşmalardaki hükümleri değiştiren tekliflerin onaylanmasını takip etmekten, Uluslararası Büro'nun faaliyetlerinin kontrol edilmesinden, uluslararası ajanslarla ve diğer organlarla yapılan anlaşmalarla ilgili kararlar almaktan sorumludur. İdari Konsey şu bölümlerden oluşmaktadır: Posta İşlemleri Konseyi (POC) 1994 Seül Kongresinde, 1957 Ottawa Kongresi nde kurulan Posta İncelemeleri Danışma Konseyi'nin (CCPS) yerine kurulmuştur. POC tüm CCPS faaliyetlerinden de sorumlu olacaktır. Kongre tarafından seçilen 40 üyeden oluşmaktadır. Tüm üye ülkelerdeki posta idarelerini ilgilendiren önemli işlemsel, teknik, ticari, ekonomik ve teknik iş birliği sorunları ile ilgilenmektedir. POC temelde aşağıdaki konularla ilgilenmektedir: Uluslararası Büro, sekreterlik olarak hizmet vermekte ve Birliğin organlarına (Kongre, CA ve POC) idari destek sağlamaktadır. Pasifizm Pasifizm, uyuşmazlıkların çözümü ya da çıkar sağlama aracı olarak savaşa ve şiddete karşı olmak demektir. Pasifizm, uluslararası uyuşmazlıklara barışçıl yollarla çözüm bulunabileceği ve bulunması gerektiği inancından; askeri ve savaş kurumlarının ortadan kaldırılmasına yönelik çağrılara; toplumun herhangi bir şekilde devlet gücü aracılığıyla örgütlenmesine karşı olmaya (anarşist ya da liberteryen pasifizm); politik, ekonomik ya da toplumsal amaçlara ulaşmak için fiziksel şiddet kullanılmasının reddedilmesine; barış davasını savunmak için mutlaka gerekli durumlar dışında güç kullanılmasının mahkûm edilmesine (pasifisizm); kendini ve başkalarını savunmak dahil, her türlü koşul altında şiddete karşı olmaya dek uzanan, geniş bir düşünce yelpazesini kapsar. Pasifizmin dayanağı ahlaki ilkeler (deontolojik bir görüş) ya da pragmatizm (nedensel bir görüş) olabilir. İlkesel pasifizm, savaş ile bireylerarası fiziksel şiddet arasındaki yelpazenin bir noktasında şiddetin ahlaken yanlış hale geldiğini ileri sürer. Pragmatik pasifizm, savaşın ve bireylerarası şiddetin bedellerinin çok fazla olması nedeniyle uyuşmazlıkların çözümü için daha iyi yollar bulunması gerektiğini ileri sürer. Genel olarak pasifistler, Haklı Savaş teorilerini reddederler. Pasifistler şiddetsizlik ilkelerini izleyip, şiddetsiz eylemin ahlaki olarak üstünlüğe sahip olduğuna ve/ya da pragmatik olarak en etkili yol olduğuna inanırlar. Ancak, bazı pasifistler, kendi ya da başkaları için acil savunma adına fiziksel şiddet kullanımını desteklerler. Diğerleri, böylesi acil durumlarda ya da askerlik şubelerinin önüne temsili kan olarak kırmızı boya dökmek ya da hava üslerine girip askeri uçaklara çekiç vurmak gibi sembolik eylemlerde bulunmak için mülke zarar verilmesini desteklerler. Ancak, tutuklanmayı kabullenip mahkemede yargılanmayı savaşa ve şiddetin diğer biçimlerine karşı muhalefetin tanıtımı için kullanarak kendi hareketlerinin sorumluluğunu üstlenmek, pasifist inanç sisteminin bir parçasını oluşturur. Güvercin ya da barış güvercini, gayri resmi olarak, özellikle politika alanında, savaştan kaçınılmasını ya da savaşın son çare olarak düşünülmesini tercih eden kişiler için kullanılan terimlerdir. Bu terimler, güvercinin barış ve kurtuluş umudunu simgelediği Nuh'un Gemisi öyküsünden kaynaklanmaktadır. Benzer şekilde, genel deyişte, güvercinin karşıtı olarak şahin ya da savaş şahini terimleri kullanılır. Pasifizm savunusu tarihte ve edebiyatta çok eski zamanlardan beri görülebilir. Mahavira (MÖ 599–527) tarafından kurulan Jainizmin merkezinde insan hayatına ve diğer tüm hayat biçimlerine saygı yer alır. Bu doktrin insan hayatına aydınlanmaya ulaşmak için eşsiz bir fırsat olarak değer verir ve ne suç işlemiş olursa olsun herhangi bir kişinin öldürülmesini akıl almaz bir iğrençlik sayar. Ancak, Antik Yunanistan'da bireyler arasında şiddete karşı genel bir ahlak kuralı dışında bir pasifizmin mevcut olmadığı görülür. Devletler arasında şiddeti ya da şiddetin tüm biçimlerini reddeden hiçbir felsefi program olmadığı görülür. Aristofanes tarafından MÖ 431–404 yıllarındaki Peloponez Savaşı sırasında Atinalı kadınların savaşa karşı seks grevi yaptıkları şeklinde bir senaryo yaratılan Lisistrata adlı tiyatro oyunu savaş karşıtı bir mesajı olmasından dolayı uluslararası ün kazanmıştır. Bununla birlikte, bu oyun hem kurmaca hem komedidir, ve savaşın yıkıcılığına pragmatik bir karşı çıkışta bulunmasına rağmen, mesajının şiddete ya da savaşa karşı felsefi bir konum almaktan çok (o sıralarda yirminci yılında olan) mevcut çatışmadan usanmış olmaktan kaynaklandığı görülür. Aynı şekilde, Taşöz'lü Hegetorides'in şiddetsiz protestosu da bir kurmacadır. Tarih boyunca Nazaretli İsa birçok kişi tarafından Dağdaki Vaazına dayanarak pasifist olarak düşünülmüştür (bkz. Hıristiyan pasifizmi). Bu vaazda İsa "kötüye karşı direnmemek" gerektiğini belirterek öteki yanağını çevirmek felsefesini savunmuştur. "Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin; ve size karşı davacı olup mintanınızı almak isteyene abanızı da verin... Düşmanlarınızı sevin, sizden nefret edenlere iyilik yapın, size lanet edenler için iyilik dileyin, size hakaret edenler için dua edin." öğütlerinde bulunmuştur. Yeni Ahit'te İsa'nın bu sözleri telkin etmesinin yanı sıra, kendisini öldürmeye niyetli düşmana öylece teslim olup kendisini izleyenlerin onu savunmalarına karşı çıktığı anlatılır. Ancak, İsa'nın pasifist olduğunu reddeden, onun asla savaşmamalısınız demediğini söyleyen ve Yeni Ahit'ten bütünüyle pasifist bir İsa ile tezat oluşturan örnekler verenler de bulunur. Böylesi bir olayda, öfkeli İsa, düzenbaz pazarcıları tapınaktan kırbaçla dışarı atar, ancak İsa'nın kırbacı insanlara karşı kullandığına gösteren ilahiyat verileri bulunmamaktadır. Luka 22:36 sık alıntılanan bir pasajdır: “O da onlara, ‘Şimdi ise kesesi olan da, torbası olan da yanına alsın. Kılıcı olmayan, abasını satıp bir kılıç alsın.’ dedi.” Başkaları ise Yeni Ahit'teki pasifizmle uyuşmayan ifadeleri mecazi anlamda yorumlayıp İsa'nın hiçbir zaman kan dökmediğini ve başkalarını kan dökmeye çağırmadığını belirtirler. İlk Hıristiyan kilisesi İsa'nın pasifist öğretilerini oldukça harfi harfine uyguladı. Ancak, Roma imparatoru I. Konstantin ile başlayarak kilise, iktidar ve otorite konumları kazanmak dahil, toplumun diğer kesimleriyle bütünleşmeye başladı. Hıristiyanlar kötülük ve haksızlıkla karşılaşıldığında iktidar gücünü kullanabilecek duruma geldiği zaman, pasifizmin katı bir şekilde uygulanılmasının pratik olmadığı ve hatta sorumsuzluk olduğu düşünülmeye başladı. Augustin gibi ilk kilise liderleri ve daha sonra Thomas Aquinas tarafından, saldırı ve haksızlıklara karşı masum hayatların korunması için son çare olarak silah kullanımı haklı sayıldı ki buna günümüzde genellikle Haklı Savaş Teorisi adı verilir. Tarihi barış kiliseleri, “Religious So
ciety of Friends” (Quaker'lar), Amiş toplumu, Mennonistler ve “Church of the Brethren” yüzyıllardır pasifisttir. ABD'nin Pensilvanya eyaletinde sömürge döneminde Quaker'ların denetiminde pasifist, anti-militarist bir kamu politikası uygulanmıştır. Bu sömürge vilayeti 1681 ile 1756 yılları arasında 75 yıl boyunca esas olarak silahsız olup, bu dönem içerisinde hemen hiç savaş yamamıştır. Batıda 19. yüzyılda savaş karşıtı duygular güçlüydü. Bu yüzyılda birçok sosyalist gruplar ve hareketler anti-militarist olup, savaşın asla ön saflarda acı çekmeyen politik ve ekonomik güç sahiplerinin buyruklarıyla kendilerine hiçbir yararı olmayan savaşlarda savaşmak ve ölmek zorunda kalan işçi sınıfı üzerinde devletin uyguladığı bir tür zorlama olduğunu ileri sürüyorlardı. Fransız sosyalist lider Jean Jaurès'in 31 Temmuz 1914 tarihinde öldürülmesinin ardından İkinci Enternasyonal'in şovenizm ve militarizme kayması ve I. Dünya Savaşına karşı koymayı başaramaması sosyalist hareketin en büyük başarısızlıklarından biri olarak görülür. Tolstoy pasifizmin bir başka ateşli savunucusuydu. Son çalışmalarından biri olan Tanrı’nın Hükümdarlığı Kendi İçimizdedir'de Tolstoy pasifizmin ayrıntılı bir tarihini, muhasebesini ve savunmasını sunar. Bu kitabın Mohandas K. Gandi (1869–1948) üzerinde daha ilk başlarda büyük etkisi oldu ve ikisi Gandi'nin Güney Afrika'da aktif olduğu sıralarda düzenli olarak mektuplaştılar. 19. yüzyılın ikinci yarısında Britanyalılar Aotearoa/Yeni Zelanda'da Māori'lerden toprak almak için savaş dahil birçok taktikler denediler. Bir defasında bir Māori lideri savaşçılar arasında o kadar büyük bir ilham gücüne sahipti ki onları silahlarını kullanmaksızın haklarını savunmaya ikna edebildi; önceki yıllarda benzer savaşçıların karşı kuvvetleri yendiği koşullarda Te Whiti-o-Rongomai 2000 kişiyi savaşlarda bilenmiş askerleri köylerine kabul etmeye ve hatta onlara yiyecek ve içecek ikram etmeye ikna etti. Bu aynı, barışçı lider kendisinin ve halkının tutuklanmasına karşı direniş göstermedi. Gandi, Hindistan'ın ve Hint bağımsızlık hareketinin büyük bir politik ve ruhani lideriydi. Onun öncülük ettiği Satyagraha hareketi, Ahimsa (mutlak şiddetsizlik) ilkelerini güçlü bir şekilde temel alan kitlesel sivil itaatsizlik aracılığıyla tiranlığa karşı bir direniş olarak Hindistan'ın bağımsızlığa kavuşmasına yol açmanın yanı sıra, tüm dünya çapında temel hak ve özgürlükler uğrundaki hareketlere ilham verdi. I. Dünya Savaşı ardından Batının büyük bölümünde savaşa büyük tepki duyuluyordu, ve pasifist doktrinler birçok yeni taraftar kazandı. Ancak, pasifist yayınlar ve savaş karşıtı ideallerin açıkça savunulması Mussolini yönetimi altındaki İtalya, Sovyetler Birliği, ve Hitler'in iktidara gelmesinden sonra Almanya gibi bazı ülkelerde yasaklanmıştı. Bu ülkelerde pasifizm korkaklık olarak kınanıyordu. II. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla pasifist duygular azaldı. Bertrand Russell, Hitler'i yenilgiye uğratmak gerektiğini ve bunun savaşın olası kötülükler arasında en kötü seçenek olmadığı benzersiz bir durum oluşturduğunu iddia etti; bu konumunu ise "göreceli pasifizm" olarak tanımladı. I. Dünya Savaşına son veren ateşkesin ardından Britanyalıların savaştan çektiklerinin Almanya'ya teslim olunmasından daha fazla olduğunu iddia eden H. G. Wells 1941 yılında Hitler'e ve Nazizme karşı savaşmak için Britanya'nın Avrupa anakarasında büyük çaplı bir saldırıya geçmesini savundu. II. Dünya Savaşı döneminde ender görülen bir pasifizm örneği olarak, Katolik İşçi Hareketi liderlerinden Dorothy Day genç Amerikalıları orduya katılmamaya çağırdı. Pasifist duygular bir kuşak sonra 1960'larda tekrar yükseldi. Bunun önde gelen bir örneği olarak Baptist bir papaz olan Martin Luther King, Jr (1929 - 1968) Amerikan temel haklar hareketinin lideri sayılıyordu. 1960 yılında Thich Nhat Hanh ABD'ye Princeton Üniversitesi'nde karşılaştırmalı din okumak üzere gelip, daha sonra Columbia Üniversitesi'nde Budizm okutmanı olarak görevlendirilmişti. Thich Nhat Hanh 1965 yılında Martin Luther King'e “İnsanın Düşmanını Aramak” başlıklı bir mektup yazmıştı ve Thich Nhat Hanh ABD'de 1966 yılında bulunduğu sırada Martin Luther King ile görüşerek onu Vietnam Savaşını açıkça kınamaya çağırmıştı. Dr. King 1967 yılında New York Şehrindeki Riverside Kilisesinde ABD'nin Vietnam'a müdahalesini ilk kez açıkça sorguladığı ünlü konuşmasını yaptı. Hüseyin Cevahir (sosyalist) Hüseyin Cevahir (1946; Yeldeğen, Mazgirt, Tunceli - 1 Haziran 1971; Maltepe, İstanbul), Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi'nin önde gelenleri arasında yer alan ve THKP'nin iki kere düzenlenen Genel Komitesi'nde yer alan sosyalist militandır. Yüksek öğrenim için Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne girdi. Bu dönemde sosyalist hareket içerisinde yer alan Cevahir, SBF Fikir Kulübü'ne katıldı. Fikir Kulüpleri Federasyonu'nun Dev-Genç'e dönüşüm sürecinde Mahir Çayan ile birlikte hareket etti. Ardından aynı ekiple birlikte THKP-C'nin oluşumunda yer aldı. THKP-C'nin 1971 yılında başlattığı silahlı mücadeleye geçiş evresinde etkin rol aldı. Mahir Çayan ile birlikte Ankara'dan İstanbul'a geçerek burada eylemlerine devam etti. Bunların arasında Kadir Has'ın evinden alınarak fidye karşılığı serbest bırakılması ile İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom'un öldürülmesi eylemleri vardır. 29 Mayıs 1971'de İstanbul-Maltepe'de Mahir Çayan ile birlikte saklandıkları ve Sibel Erkan isimli bir genç kızı rehin aldıkları evde kuşatıldılar. Üç gün süren kuşatma 1 Haziran sabahı keskin nişancı, deniz binbaşı Cihangir Erdeniz'in perde arkasında nöbet tutan Hüseyin Cevahir'i vurması ile son buldu. Evden ölü olarak çıkartıldığında vücudunda 25 kurşun vardı. Çayan ise yaralı olarak ele geçirildi. Mahir Çayan olay sonrası yaptığı açıklamada şöyle demiştir: "" Biz İçerideyken İlkay Demir'den benim tipimi sormuşlar. O da, tam aksine olarak esmer, hafif saçları dökülmüş tarzında kasten yanlış bilgiyi polislere vermiş. Bu tarifler maalesef Hüseyin'in tarifine uyuyor ve bu yüzden Hüseyin'i ben zannıyla benim her zaman nöbet tuttuğum yerde öldürmüşlerdir. Hüseyin'den 25 kurşun çıkmış. Bu bir cinayettir! " (Kaynak: Turhan Feyizoğlu, Mahir : On'ların Öyküsü) Sanat ve kültür üzerine yayınlanmış çeşitli yazıları yanında, Küba Devrimi üzerine de bir yazısı bulunmaktadır. Psikedelik müzik Psikedelik müzik ya da psikedelik rock, 1960'lardaki yaygın madde (çoğunlukla LSD) kullanımından etkilenerek pop kültürüne de yansıyan müzik türü, bu yıllarda en yaygın dönemini yaşadı. The Beatles, Jimi Hendrix, Eric Clapton, Led Zeppelin, Pink Floyd, The Doors, Rolling Stones, Jefferson Airplane, The Grateful Dead, The Who, The Pierces ve Selda Bağcan gibi dönemin ünlü birçok sanatçısı, bu türde şarkılar yazmışlardır. Tayfun Akgül Tayfun Akgül (d. 1963 - İstanbul), karikatürist, akademisyen. 1980'li yıllardan beri karikatür çiziyor. Çizgileri; yurtiçinde Cumhuriyet, Bilim Teknik, Homur ve Matematik Dünyası'nda, yurtdışında "The IEEE Engineering in Medicine and Biology" adlı uluslararası dergi ile "The IEEE Region 8 Newsletter"'da Et Cetera (vesaire) adını verdiği karikatür köşesinde yayımlanmaktadır. Prof. Dr. Ali Nesin'in yazdığı Matematik ve Doğa, Matematik ve Oyun, Matematik ve Sonsuz ile Develerle Eşekler adlı kitaplar ile Fenni Yazar Piref. H. Ökkeş'in yazdığı Dörtköşe Yazılar ve Dörtköşe Mektuplar adlı kitaplarda desen ve karikatürleri yayımlandı. Haziran 2000'de İstanbul'da gerçekleştirilen uluslararası bir konferans kapsamında uluslararası bilimsel karikatür yarışması düzenledi. Karikatürleri ABD'de Pittnews, In Pittsburgh, Journal of Irreproducible Results adlı dergilerde de yayımlandı. 1 Nisan 1998, 1999 ve 2000 tarihlerinde Drexel Üniversitesi'nde (ABD) "Şaka Konferansıarı" düzenledi. 2009 yılında İTÜ Açıkhava Karikatür Sergisi'ni düzenlemiştir. "Wittworld" adlı uluslararası karikatür grubunun Türkiye temsilcisidir. Halen İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik - Elektronik Fakültesi'nde öğretim üyesi olan Prof. Dr. Tayfun Akgül, çeşitli dönemlerde TÜBİTAK, Çukurova Üniversitesi, Pittsburgh Üniversitesi ve Drexel Üniversitesi'nde görev yaptı. Jennifer Lopez Jennifer Lynn López (24 Temmuz 1969, New York), Amerikalı oyuncu, şarkıcı, moda tasarımcısı, hayırsever, iş kadını, dansçı ve yapımcı. Gösteri dünyasına katılmaya 1986'da oynadığı "My Little Girl" filminde aldığı küçük bir rolden sonra karar verdi. Lopez 1993'te oyuncu olmaya karar verinceye kadar kaldığı "In Living Color"'da Fly Girl dansçısı olarak 1991'de ilk büyük işini elde etmiştir. Lopez'in ilk başrol filmi 1997'de oynadığı Selena adlı biyografik bir filmdir. Gelecek yılda Lopez "Out of Sight" filmiyle 1 milyon $ üzerinde kazanan ilk Latin oyuncusu olmuştur. 1999'da ilk stüdyo albümü On the 6'le müzik kariyerine giriş yapmıştı. 2001'de ikinci stüdyo albümü J. Lo ve filmi "The Wedding Planner"'ın aynı anda yayınlanmasıyla Lopez aynı haftada albümü ve filmi 1 numaralı olan ilk kişidir. 2002'deki remix albümü J to tha L–O! The Remixes tarihte ilk kez US Billboard 200'e 1 numaradan giriş yaparken 2007'deki beşinci stüdyo albümü Como Ama una Mujer Amerika'daki İspanyolca bir albüm için ilk haftada en yüksek satış rakamlarına sahip olmuştur. Lopez kendini film ve müzik endüstrilerinde önemli bir kişi olarak belirler. 75 milyon albüm satışlarıyla ve giderek artan 2 milyar $ film satışıyla Lopez Amerika'daki en etkili Latin sanatçı olmasının yanında aynı zamanda en çok para kazanan Latin oyuncudur. Lopez'in halk imajı ve özel hayatı dünya basınının dikkatini çeker. Lopez'in en çok dikkat çeken ilk ilişkisi 2000 Grammy Ödülleri'nde eşilk ona eden Sean Combs'tur. Daha sonra This Is Me... Then üçüncü stüdyo albümünde ona esin kaynağı olan Ben Affleck ile ikinci kocası Chris Judd ile evliyken ilişkisi olmuştur. Lopez uzun süredir arkadaşı olan Marc Anthony ile 2004'te evlenmiştir ve 2008 yılında Emme ve Maximilian adlı ikizleri dünyaya gelmiştir. 2016'da Lopez'in net serveti 300 milyon $ olarak belirlenmiştir. Jennifer Lopez Latin müziğin kadın öncüsü olup Latin
müziğin patlama yapmasını sağlamıştır. 2000'li yılların en başarılı 3. kadın sanatçısıdır, 2000’li yılların en çok radyoda dinlenen 8. kadın sanatçısıdır, 2000'li yılların en başarılı 8. dans/club sanatçısıdır, "Ain't It Funny (Murder Remix)" şarkısı 2000'li yılların en popüler 2. şarkısı, en iyi 2. pop şarkısı ve en iyi 3. R&B şarkısı seçilmiştir. 2010 yılında Dünya Müzik Ödülleri'nde sanata üstün katkılarından dolayı efsane ödülünü kazanmıştır. 2013 yılında müziğe katkılarından dolayı Hollywood Bulvarı'ndaki Şöhret Yolu'nda 2500. yıldıza sahip olmuştur. Jennifer Lynn Lopez 24 Temmuz 1969'da Bronx, New York'ta doğdu. Porto Rikolu ebeveynlerin Guadalupe Rodriguez ve David Lopez'in ortanca çocuğudur. Ablası Leslie ve kardeşi Lynda'dır. Lopez doğduğu sırada ailesi küçük bir apartman dairesinde yaşıyordu. Birkaç yıl sonra ailesi para biriktirip iki katlı bir eve taşındılar. Beş yaşındayken Lopez şan ve dans dersleri aldı. Yedi yaşındayken okuluyla birlikte New York'ta turneye gittiler. Lopez akademik kariyerinde Katolik okullara gitti. Okulda Lopez jimnastik, atletizm ve beyzbol sporlarını yaptı. 1984'te 15 yaşındayken ilk erkek arkadaşı David Cruz'la çıkmaya başladı. Lise son sınıftayken Lopez bir film şirketinin küçük roller için birçok genç kızı aradığını öğrendi. Ve böylece "My Little Girl" filminin seçmelerine katıldı. Filmde Lopez Myra'yı canlandırdı. Filmden sonra Lopez ünlü bir film yıldızı olmak istediğini anladı. Lopez ailesine hayalinin bir film yıldızı olmak istediğini söyledi fakat onlar bunun aptalca bir fikir olduğunu ve hiçbir Latin'in bunu yapmadığını söylediler. Fikir ayrılıkları nedeniyle Lopez ailesinin yanından Manhattan'a taşındı Bu sürede Lopez bölgesel müzikallerde Jesus Christ, Superstar! ve Oklahoma'da rol aldı. Buradan Golden Musicals of Broadway korosunda işe alındı ve 5 ay boyunca Avrupa'da turneye gittiler. Rolünden memnun değildi çünkü koro üyeleri içinde solo performansı olmayan tek kişiydi. Daha sonra Japonya'da dansçı, şarkıcı ve koreograf olarak Synchronicity şovunda işe girdi. Lopez 1991'de "New Kids on the Block" için arka dansçı seçildi ve Amerikan Müzik Ödülleri'nde "Games" performansıyla onlarla birlikte dans etti. Kısa bir süre sonra, "In Living Color" televizyon programında "Fly Girl" olarak ilk büyük çıkışını yapmış oldu. Ekipten bir üyenin şova devam edemeyeceğini öğrendikten sonra işe başvurdu. 2.000 başvurunun arasından Lopez finallere kalmayı başardı. İkinci olmuştu ama kazanan işi kabul edemeyince işi Lopez aldı. Şov için Cruz'la birlikte Los Angeles'a taşındı ve 1993'e kadar şovda görev aldı. Şovdan ayrılmasının sebebi oyuncu olmak istemesiydi. Şovdan ayrılmasının asıl sebebi ise kısa süreliğine Janet Jackson'ın dansçısı olmasıydı. 1993 sonlarında Lopez, Jackson'la birlikte dünya turnesine çıktı fakat "kendi şeyini" yapmak istediği için işini bıraktı. Lopez ilk profesyonel oyunculuk teklifini "Lost in the Wild" (1993) filmiyle aldı. 1993 sonlarında CBS ile başrolünde oynayacağı "Second Chances" dizisi için anlaşma imzaladı. 1994 Northridge Depremi sete zarar verdiği için dizi 6 bölüm gösterildikten sonra iptal edildi. Aynı yıl "Hotel Malibu" adlı uyarlama dizisinin çekimleri başladı. Ayrıca çok kısa bir zamanda çekilen dizi "Second Chances" gibi olumsuz eleştiriler aldı. Lopez ilk büyük sinema rolünü "Young Maria"'yı canlandırdığı Gregory Nava'nın 1995 drama filmi "My Family" ile aldı. Ayrıca Esai Morales, Jimmy Smits ve Edward James Olmos'ın da oynadığı film son derece beğenildi. Filmin rol listesinde adı geçmemesine rağmen Lopez "Independent Spirit Award En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu" ödülünü aldı. Kasım'da Lopez Wesley Snipes ve Woody Harrelson ile "Para Treni" adlı filmde rol aldı. Film olumsuz eleştiriler aldı ve 68 milyon $ bütçesiyle istediği başarıyı yakalayamadı. Filmin dünya çapında gişe hasılatı 77 milyon $ olmuştur. 1996 Ağustos'ta Lopez "Jack" adlı komedi filminde yardımcı oyuncu olarak rol almıştır. 45 milyon $ bütçesiyle yurt içinde filmin hasılatı 59 milyon $ olmuştur. Film genellikle olumsuz eleştiriler almıştır. Şubat 1997'de Lopez Jack Nicholson ve Stephen Dorff ile birlikte "Blood and Wine" filminde rol aldı. Filmin yeteri kadar reklamını yapamadıkları için 26 milyon $ bütçeye sahip film yurt içinde 1 milyon $ gişe hasılatı yaptı. Fakat film eleştirmenlerden olumlu eleştiriler aldı. Mart'ta Lopez Selena adlı biyografik filmde rol aldı. Filmin yönetmeniyle daha önce "My Family" filminde çalışmasına rağmen Lopez filmde görev almadan önce yoğun bir ses geliştirici programına tabi tutuldu. 20 milyon $ bütçeyle, yurt içinde toplam 35 milyon $ hasılat yaptı. "Selena" çekildikten sonra Lopez "gerçekten Latin kökünü" hissetti ve demo olarak İspanyolca şarkı kaydetti. Lopez'in menajeri "Vivir Sin Ti" (Sensiz Yaşıyorum) başlıklı şarkıyı Lopez'e ilgi duyan Sony Music Entertainment'ın Work Group'una yolladı. Nisan'da Ice Cube ve Jon Voight ile "Anaconda" adlı korku filminde rol aldı. 45 milyon $ bütçesiyle, film dünya çapında 137 milyon $ hasılat yaptı. Daha sonra Ekim'de Lopez Sean Penn ve Billy Bob Thornton ile "U Turn" adlı suç filminde rol aldı. John Ridley'in "Stray Dogs" romanından baz alınan film genellikle olumlu eleştiriler aldı. Temmuz'da Lopez George Clooney ile "Out of Sight" filminde rol aldı. Lopez filmdeki performansından dolayı övgü dolu eleştiriler aldı ve bir rol için 1 milyon $ üzerinde kazanan ilk Latin aktris oldu. 48 milyon $ bütçeyle, dünya çapında 78 milyon $ hasılat yaptı. Ekim'de Lopez "Antz" animasyon filminde Azteca'ya ses verdi. 105 milyon $ bütçeyle, dünya çapında 172 milyon $ hasılat yaptı. Lopez'in ilk çıkış şarkısı If You Had My Love Mayıs 1999'da yayınlandı. Lopez çıkış şarkısıyla "Billboard" Hot 100'de birinci olan ilk şarkıcı olmuştur. On the 6 çıkış albümünün yapımı sırasında Lopez albüm kayıt sözleşmesini yaptığını ve daha önceden eğlence endüstrisinde bir isim oluşturduğunun farkındaydı, müzikal yeteneğini geliştirmek istiyordu. "On The 6"'in üçüncü teklisi Waiting for Tonight Lopez'in en iyi şarkısı olarak düşünüldü. Şarkı sık sık festival marşı olarak kullanıldı. Lopez'in müzikal başarısı eleştirmenleri şaşkına uğrattı; müzik kariyerinin başlangıcı "popüler oyuncuyu daha da popüler" yaptı. 1999'un sonunda Lopez başarılı bir şekilde kendini bir film yıldızından bir pop yıldızına dönüştürdü. Bunu başaran azınlıktan biri oldu. Almanya'da 2000 yılında, Uluslararası yılın gelecek vaadedeni(Newcomer des Jahres international) ödülüne Jennifer Lopez aday gösterildi, diğer üç aday Tarkan, Britney Spears ve Bloodhound Gang idi. Lopez 2000 Grammy Ödüllerine giydiği yeşil Versace elbisesiyle katıldı. Giydiği bu elbise medyanın ilgisini çekti ve törenden sonra 24 saat içinde Grammy'nin internet sitesinde yarım milyon kere tıklandı. Lopez bu ilgiden dolayı çok şaşırdı ve "elbisenin bu kadar olay olacağını bilmiyordum" dedi. Lopez Ağustos'ta Vincent D'Onofrio ile oynadığı psikolojik gerilim filmi "The Cell" ile sinemaya geri döndü. 33 milyon $ bütçesiyle, film dünya çapında 104 milyon $ hasılat yaptı. İkinci albümünü yaratma sürecinde Lopez imajını biraz değiştirmeye karar verdi. Çünkü bir seks sembolüne dönüşüyordu. Sahne ismini fanları tarafından verilen "J.Lo" ismiyle değiştirdi. Akabinde 22 Ocak 2001'de çıkan albümünün adını J. Lo koydu. Albümün çıkışıyla birlikte ABD'de "Billboard 200" 'de bir numara oldu. Aynı haftada Matthew McConaughey ile birlikte oynadığı romantik komedi filmi "The Wedding Planner" gişede bir numara oldu. Bu Lopez'i aynı anda albümü ve filmi 1 numarada olan ilk sanatçı yaptı. Albümden çıkan hit tekliler Love Don't Cost a Thing ve Play (şarkı)'dir. Nisan 2001'de Lopez "J.Lo by Jennifer Lopez" adlı kendi giyim markasını yarattı. Mayıs'ta gişede hayal kırıklığı yaratan romantik komedi "Angel Eyes"'ta rol aldı. Temmuz'da I'm Real/I'm Real (Murder Remix) şarkısını Ja Rule ile birlikte remiksini yaptı. Bu remiks Billboard Hot 100'de bir numaraya ulaştı. 11 Eylül saldırılarından sonra Lopez yardım aktivitelerinde daha fazla yer aldı. Diğer şarkıcıların katılımıyla "What's Going On" ve "El Ultimo Adios" (Son Elveda) yardım şarkılarında şarkı söylemiştir. 5 Şubat 2002'de J to tha L–O! The Remixes albümü yayınlandı. İlk çıkış teklisi Ja Rule'la düet yaptığı ve ABD'de bir numaraya yerleşen Ain't It Funny (Murder Remix) şarkısıdır. Remiks albümü çıktığı zaman Billboard 200'de bir numara olmuş ve ilk defa bir remiks albümü birinci olmuştur. ABD'de 1,5 milyon satışıyla tarihte en çok satan 3. remiks albüm olmuştur. Albümden çıkan diğer tekliler I'm Gonna Be Alright ve Alive'dır. Nisan 2002'de Lopez kendi restoranı "Madrè's"'i açtı. Mayıs 2002'de Lopez gerilim filmi "Enough" 'ta rol aldı. Olumsuz eleştirilere rağmen film gişede 52 milyon $ hasılat yaptı. Eylül'de Lopez "Glow by J.Lo" isimli ilk parfümünü çıkardı. Başarısız olması tahmin edilen parfüm Amerika'da en çok satılan parfümler arasına girdi. Ben Affleck'le nişanlandığı ay This Is Me... Then albümü yayınlandı. Lopez albümü nişanlısına ithaf etti. Dünya çapında başarılı olan teklileri Jenny from the Block ve All I Have oldu. Albümün içinde bulunan aşk temalı şarkılarıyla ve güçlü yorumlarıyla ABD'de 2,5 milyon satış rakamına ulaştı. Aralık 2002'de Ralph Fiennes'la romantik komedi filmi "Maid in Manhattan"'da rol aldı. Film 55 milyon $ bütçeyle dünya çapında 155 milyon $ hasılat yaptı. Ağustos 2003'te Lopez Ben Affleck'le romantik komedi filmi Gigli'de rol aldı. 54 milyon $ bütçesiyle film dünya çapında toplam 7 milyon $ hasılat yaptı. Film evrensel olarak olumsuz eleştiriler aldı. "Gigli" ayrıca tüm zamanların en kötü filmleri arasındadır. Mart 2004'te Ben Affleck'le birlikte "Jersey Girl" filminde ufak bir rol aldı. 35 milyon $ bütçesiyle film toplamda 36 milyon $ hasılat yaptı. Fakat film genel olarak olumlu eleştiriler aldı. Ekim'de Richard Gere ile birlikte drama filmi "Shall We Dance?"'de rol aldı. 50 milyon $ bütçesiyle film dünya çapında 170 milyon $ hasılat yaptı. Film genel olarak olumlu eleştiriler aldı. 2004'te "Children's Hospital Los A
ngeles" 'ta gösterişten uzak ziyaretinde Lopez 11 yaşında kanser hastası olan Paige Patterson'la arkadaş oldu. Patterson hastane için yapılan "Noche de Niños" açılış galasına katıldı. Ayrıca Lopez de o gecede ödül aldı. Fakat galadan sonraki sabah Patterson daha da hastalandı ve Kasım 2004'te öldü. Lopez "Patterson'ın ölümü bana hayır işinin ne kadar önemli olduğunu fark ettirdi" dedi. Lopez dördüncü stüdyo albümü "Rebirth" 'ü Patterson'a ithaf etti. Mayıs'ta Jane Fonda ile birlikte Vay Kaynanam Vay filminde rol aldı. Lopez, Charlie rolü için 15 milyon $ aldı. 43 milyon $ bütçesiyle film dünya çapında 155 milyon $ hasılat yaptı. Fakat film genellikle olumsuz eleştiriler aldı. Ağustos'ta Lopez Robert Redford ve Morgan Freeman'la birlikte "An Unfinished Life"'ta rol aldı. 30 milyon $ bütçesiyle film dünya çapında 18 milyon $ hasılat yaptı. Lopez'in prodüktörlüğünü yaptığı ve oynadığı "Bordertown" 18 Mayıs 2006'da Cannes Film Festivali'nde filmin galası yapıldı. Film Avrupa'da belirli sinemalarda gösterime girdi ve bazı ülkelerde Amerika'da dahil sinemalarda gösterime girmeden CD şeklinde piyasaya sürüldü. 21 milyon $ bütçesiyle film dünya çapında 8 milyon $ hasılat yaptı. Albümün prodüktörü Estéfano'ya göre Lopez'in beşinci stüdyo albümü Como Ama una Mujer "büyük şarkılar iyi bir ses gerektirir" diyen eleştirilerin yanlış olduğunu kanıtlayacaktı. Bu söz Lopez'in "sınırlı bir ses aralığı var" diyen eleştirilere cevap niteliğindeydi. Como Ama una Mujer İspanyolca bir albüm için en yüksek bir haftalık satış rakamını ve en yüksek dijital satış rakamını elde etti. Lopez ve Marc Anthony 28 Eylül'de Güney Amerika'da turneye çıktılar. Turne tahmini olarak 10 milyon $ hasılat yaptı. Lopez'in altıncı stüdyo albümü "Brave" Ekim'de yayınlandı. Lopez'in dünya çapında en az satan albümü olmuştur. Lopez Şubat 2010'da Epic Records'la yollarını ayırdı ve yedinci stüdyo albümü Love?'ı Island Records etiketi altında çıkardı. Nisan'da Lopez 3 yıl aradan sonra romantik komedi "The Back-up Plan" filminde rol aldı. Film dünya çapında 77 milyon $ hasılat yaptı. Eleştirmenler tarafından Lopez'in rolü övülmesine rağmen film olumsuz eleştiriler aldı. Eylül ayında Lopez'in "American Idol" 'ın 10. sezonuna jüri üyesi olarak katılacağı duyuruldu. Çoğu medya kuruluşu Lopez'i bu konuda destekledi. Ekim'de Lopez 14. parfümü "Love and Glamour"'ı çıkardı. Parfüm Lopez'in "sahneye geri dönüşü" ilham alınarak tasarlandı. L'Oréal Paris Lopez'i yeni Global Temsilci ve markanın yüzü olarak seçti. 2011'in ilk aylarında Lopez'in EverSleek reklamı, Love? albümü ve "American Idol"'e jüri olması onun sahnelere geri dönüşüydü. Onun bir sonraki geri dönüşü ise "Venus" markasının yeni Global Temsilcisi olmasıydı. Lopez'in geri dönüş teklisi On The Floor daha sonra aynı ayda yayınlandı. Şarkı dünya çapında 1 numara oldu ve yılın en başarılı şarkısı seçildi. Şarkı ayrıca Jenny from the Block'tan beri radyolarda en çok çalınan hit olmuştur. "Love?" albümünü Mayıs'ta yayınlandı. Lopez'in bir sonraki parfümü "Love and Light" Lopez'in en başarılı parfümü olmuştur ve 2.9 milyon $ üzerinde satmıştır. Ocak 2012'de Lopez "American Idol" 'ın 11. sezonuna jüri olarak geri döndü ve 20 milyon $ aldı. Aynı ayın sonunda Lopez Simon Fuller tarafından tasarlanan yeni yetenek şovu "¡Q'Viva! The Chosen"'a katıldı. Lopez, Anthony ve yönetmen-koreograf Jamie King ile birlikte Las Vegas şovu için yeni yetenek bulmak için 21 Latin Amerika ülkesini dolaştı. 18 Mayıs'ta Lopez Cameron Diaz, Elizabeth Banks, Matthew Morrison ve Dennis Quaid ile birlikte oynadığı "What to Expect When You're Expecting" filminde rol aldı. Olmusuz eleştirilere rağmen film 84 milyon $ hasılat yaptı. Mayıs'ın sonlarında Lopez "Glowing by JLo" parfümünü satışa sundu. 14 Haziran'da Lopez Dance Again World Tour adını verdiği dünya turnesine çıktı. Lopez animasyon filmi için "Shira" isimli karaktere ses verdi. Film ABD gişesinde 1 numaradan giriş yaptı ve ayrıca film ilk haftasında 46 milyon $ hasılat yaptı. 95 milyon $ bütçesiyle film dünya çapında 877 milyon $ hasılat yaptı. Lopez'in ilk toplama albümü "Dance Again... the Hits" 24 Haziran 2012'de yayınlandı. Albümün hit parçaları Dance Again ve Goin' In "Billboard" Hot Dance Club Songs listesinde 1 numaraya ulaştı. Böylece Lopez aynı listede 13 kere 1. olmuş oldu. Ocak 2013'te Jason Statham'la birlikte "Parker" filminde rol aldı. Lopez'in performansı olumlu eleştiriler aldı. Fakat gişede film beklenilen sonucu alamadı. Bir sonraki ay Grammy Ödülleri'nde giydiği sağ bacağının tamamını açıkta bırakan siyah elbise olumsuz eleştiriler aldı. Mayıs'ta Lopez nunoTV'nin baş yapımcısı olduğunu duyurdu. Yakın zamanda ölen eş cinsel teyzesinden ilham alarak evli lezbiyen çift ve onların beraber yetiştirdikleri biyolojik ve evlatlık çocuklarının anlatıldığı The Fosters dizisinin baş yapımcısı oldu. Lopez "Human Rights Campaign" tarafından "Ally for Equality" ödülüne layık görüldü. Haziran ayında Lopez Türkmenistan Cumhurbaşkanı Kurbankulu Berdimuhammedov'un doğum günü için konser verdi. Verdiği konser tepki çekti. Daha sonra Lopez'in medya sözcüsü özür diledi. Lopez'in gelecek birçok projesi var. RedOne 8. stüdyo albümünün yapımcısı ve albüm birçok tarzı içinde bulunduracak. Albüm Capitol Records ve RedOne'nın "2101 Records" şirketi adı altında 2014'ün ilk aylarında çıkması bekleniyor. Albümün ilk teklisi Pitbull'la düet yaptığı Live It Up şarkısıdır. Lopez 20. parfümü "JLove by JLo"'yu satışa sundu. Lopez jüri olarak "American Idol" 'ın 13. sezonunda geri döndü ve 17.5 milyon $ aldı. 2015'te yayınlanacak düşük bütçeli "The Boy Next Door" ve "Lila and Eve" adlı filmde rol aldı. Aralık 2013'te bir sonraki albümü için "Same Girl" adlı şarkısına Castle Hill'de klip çekti. 8. stüdyo albümünde yayınlanacak iki şarkısı Girls'ü 22 Ocak ve Same Girl'ü 30 Ocak'ta yayınladı. Martta yayınlanacak olan yeni albümünün ilk teklisi olan ve French Montana'yla düet yaptığı I Luh Ya Papi adlı şarkısını yayınladı. Nisanda 2014 FIFA Dünya Kupası için Pitbull ve Claudia Leitte ile seslendirdiği We Are One (Ole Ola) şarkısını yayınladı. Lopez 2014 Billboard Müzik Ödülleri'nde "İkon Ödülü" verildi. Böylece bu ödülü alan ilk kadın sanatçı olmuş oldu. Lopez'in sesi 2.2 oktavdır. Klasik soubrettedir.G3-G5 genişliğindeki bir ses aralığına sahiptir. Lopez kariyeri boyunca birçok müzik türünde şarkı söylemiştir. Bunlar Latin pop, R&B, hip hop, rock, funk, house ve salsadır. Lopez çocukken Latin pop müzik türlerinden salsadan bachataya kadar hepsinin etkisinde kalmıştır fakat 1979'da "The Sugarhill Gang" grubunun "Rapper's Delight" şarkısı hayatını değiştirmiştir. Bu yüzden müzik kariyeri başlarken büyüdüğü Latin müziği ile sevdiği hip hop'ı harmanlamıştır. İlk iki albümünde funk, dans ve urban müziğin yanında duygusal baladlar ve İspanyolca şarkılar yer almıştır. "This Is Me... Then" albümü 70'lerin müziğinden ilham alınarak hazırlanmıştır. "Rebirth" albümünde daha çok hip hop ve pop rock kullanıldı. 6. ve 7. stüdyo albümlerinde "Brave" ve "Love?"'da ise geleceğin dans müziği yönünü değiştirmiştir. Bazen şarkılarına kendi kişisel tecrübelerini aktarmıştır. Ben Affleck'le olan ilişkisini "Dear Ben" ve "He'll Be Back" şarkılarıyla anlatmıştır. "Love?" albümünde ise "Until It Beats No More" ve "One Love" şarkısı da Lopez'in hayatını anlatan şarkılardır. Lopez Tina Turner, James Brown, Michael Jackson, Madonna, Barbra Streisand gibi sanatçılardan etkilenmiştir. Lopez çocukluğundan beri dansla arasında güçlü bir bağ vardı. Daha sonraki yıllarında bale, flamenko ve jazz dans türlerinde uzmanlaştı. Onun kariyeri komedi dizisi "In Living Colour"'la başladı. Lopez kısa süreliğine Janet Jackson'ın dansçısı oldu ve onun koreografisinde büyük ölçüde etkisi oldu. Lopez "Shall We Dance?" filmi için salon dansını öğrendi. Lopez sahnede enerjik dolu olmasıyla ve koreografileriyle tanınmıştır. Bazen performanslarında tek parça streç giysisi "(bodysuit)" giymektedir. Müzik kariyerinin ilk yıllarında playback yapmasıyla tanınmış olmasına rağmen Dance Again World Tour turnesinde canlı performans sergilemiştir. Lopez seks sembolü oldu ve ""dünyada en çok arzulanan kadın""lardan biri olmuştur. Buna rağmen Lopez krav magaya çalıştı ve profesyonel boksör seviyesine gelmesi için çalıştırıldı. Lopez ayrıca kıvrımlı hatlarından dolayı da medya tarafından büyük bir ün sahibi olmuştur. Lopez'in seksapelliği kadınlarda kıvrımlı hatların kabul olunabileceğini gösterdi. "Details" dergisi tarafından Lopez 1998'de "Yılın En Seksi Kadını" seçilmiştir ve FHM dergisinin "En Seksi 100 Kadın" listesinde iki kez 1. olmuştur. 2011'de "People" dergisi tarafından "Dünyanın En Güzel Kadını" seçilmiştir. 2012'de "Complex" dergisi "Tüm Zamanların En Ateşli 100 Kadın Sanatçısı" listesinde 2. olmuştur. Bir sonraki yıl VH1 "100 Seksi Sanatçı" listesinde Lopez'i 4. sıraya koymuştur. Lopez modaya olan ilgisiyle bilinir ve kariyeri boyunca görüntüsünü birçok kez değiştirmiştir. Fakat kıyafetlerinde kürk kullandığı için hayvan hakları örgütü PETA tarafından eleştirilmektedir. Medya bazen Jennifer Lopez ve aktris Elizabeth Taylor'ı başarısız ilişkilerinden dolayı birbirine benzetir. Lopez'e medya tarafından "Günümüzün Liz Taylor'ı" ismi verilmiştir. 22 yıldır Lopez'in özel hayatı medyanın dikkatini çekmiştir. 22 Şubat 1997'den Ocak 1998'e kadar Kübalı garson Ojani Noa'yla evli kaldı. Noa'yla ilgili hukuki problemler olması nedeniyle evlilikleri kısa sürdü. Lopez Noa'nın evlilikleri hakkında bir kitap yayınlamasını önlemek için Nisan 2006'da dava açtı. Bir sonraki yıl Lopez davadan 545.000 $ kazandı. Ayrıca Noa kitap hakkındaki tüm materyalleri Lopez veya avukatına göndermek zorunda kaldı. İlk albümü "On The 6" üzerinde çalışırken yapımcı ve rapçi Sean Combs'la çıkmaya başladı. 27 Aralık 1999'da New York'ta bir kulüpte gerçekleşen silah saldırısıyla bağlantısı olduğu için Lopez ve Combs tutuklandı. Daha sonra Lopez bu olaydan temize çıktı. Fakat Combs bu suçlamalardan kurtulamadı. Combs'tan ayrıldıktan sonra dansçısı Chris Judd'la çıkmay
a başladı. Judd'la 29 Eylül 2001'den Haziran 2002'ye kadar evli kaldı. İkinci boşanmasından sonra oyuncu ve yönetmen Ben Affleck'le çıkmaya başladı ve Kasım 2002'e nişanlandılar. Medya onları "Bennifer" olarak anmaya başladı ve medyada ve popüler kültürde öne çıkan muhteşem çift oldular. "Bennifer" popüler bir terim haline geldi ve konuşma diline ve yeni kelime sözlüğüne girdi. Böylece diğer ünlü çiftlerin adlarının baş harfi alınarak isim kombinasyonu yapma trendi başladı. Eylül 2003'teki düğünden önceki gün çift düğünü erteledi. Affleck'le Ocak 2004'teki ayrılığından sonra Lopez uzun süredir arkadaşı olan Marc Anthony ile çıkmaya başladı. Çift o Haziran evlendi. 7 Kasım 2007'de çift ilk bebeklerini beklediğini açıkladı. 22 Şubat 2008'de New York Long Island'da Maximilian David ve Emme Maribel ismini verdikleri ikizlerini doğurdu. "People" dergisi 6 milyon $ karşılığında ikizlerin fotoğrafını çekti ve bu fotoğraf o zamana kadar "çekilen en pahalı ünlü fotoğrafı" oldu. 3 yıl sonra Haziran 2011'de çift ayrıldıklarını açıkladılar ve Nisan 2012'de boşandılar. Ekim 2011'den beri ilişkisi olan dansçısı Casper Smart'la ayrıldı. Eksiklik teoremi Kurt Gödel'in 1931 yılında doktorasında verdiği "Principia Mathematica Gibi Dizgelerin Biçimsel Olarak Karar Verilemeyen Önermeleri Üzerine" başlıklı makalesinde 4. önerme olarak geçer. Sezgisel olarak matematikte belitlere (aksiyom) dayanan her sistemin tutarlı olması dahilinde eksik olması gerektiğini bildirir. Gödel'in ifadesiyle: "Her formula_1-tutarlı yinelgen tamdeyimler sınıfı K'ya öyle yinelgen r sınıf-imleri tekabül eder ki, bu durumda, ne vGnr ne de ~(vGnr), Flg(K)'ya ait olur (Burada v, r'nin bağsız değişken idir)." Daha Türkçe bir anlatımla: "Sayı kuramının bütün tutarlı ilksavlı formülasyonları karar verilemeyen önermeler içerir." Bu önermeyi biraz açacak olursak, tutarlı biçimsel bir dizge (sistem) kurallara ve belitlere dayanıyorsa bu dizge kesinlikle karar verilemeyen (ne doğru ne de yanlış olduğu kanıtlanabilen) önermeler içerecektir. Gödel'in ikinci teoremi, her biçimsel dizgenin sayılar kuramına eşbiçimli (izomorfik) olduğunu söyler. Bu durumda bu teoremle, "sayı kuramı"nın her formülasyonunun eksik olması gerektiği kanıtlanmıştır. Bu karar verilemeyen önermeler için en çok bilinen örnekler; (sayılar kuramında) Seçim Beliti, (geometride) Pararlellik Beliti, (mantıkta) Eubulides Paradoksu, vs... En çarpıcı ve yalın olanı Eublides Paradoksu'dur. "Bu önerme yanlıştır" önermesi karar verilemez bir önermedir. Önerme yanlış olduğu varsayılırsa doğru olduğunu ama doğru olduğu varsayılırsa yanlış olduğunu gösteriyor. Bu tür kendi hakkında konuşan önermelere "kendine-göndergeli önerme" terimi ilk Douglas R. Hofstadter 1989'da Türkiye'de Kabalcı yayınlarından çıkan "Gödel, Escher, Bach" kitabında kullanmıştır. Pek açık olmayan bir örnek ise Paralellik Belitidir. Euclides (Öklit) M.Ö. 300'de yazmış olduğu ve hala geçerli olan geometri kitabı Elementlerde tüm geometriyi sezgisel olarak 5 belite dayandırır. Bu 5 belitten sonuncusunun diğer dördünden farklı olduğu göze çarpmış ve matematikçiler bu beliti kanıtlamak için çok uğraşlar vermişlerdir ama kimse başaramamıştır. Daha sonra Lobachevsky, Bolyai ve gizlice Gauss birbirlerinden habersiz bu beş belitin tersinin alınarak da başka bir geometriye ulaşılabileceğini gösterdiler. Belit Playfair'in versiyonuyla "Bir doğrunun dışındaki bir noktadan geçen ve o doğruya paralel olan sadece ve sadece bir doğru bulunur." önermesidir. Bu önermenin tersi olan "... en az iki doğru bulunur" önermesi Hiperbolik geometri (ya da Lobachevsky-Bolyai-Gauss Geometrisi) diye yeni bir geometriye kapı açmıştır. Bu örnekle Gödel'in bu teoreminin aslında matematikte dizgeleri (sistemleri) dallara ayırarak yeni kapılar araladığı görülebilir. Gödel, bu teoremle Hilbert'in programı'nda sorduğu "Matematik tam mıdır?" sorusuna hayır yanıtını verir. Hilbert, matematiği paradokslardan ve tutarsızlıklardan kurtarmak amacıyla, sınırlı ve tam bir aksiyomlar kümesi ile tüm mevcut teoremlere sağlam bir zemin kurmayı amaçlamış ve "gerçel analiz" gibi karmaşık sistemlerin bu zemin üzerine oturmuş daha basit sistemler ile kanıtlanabileceğini önermişti. Tüm matematiğin tutarlılığını basit aritmetiğe indirgemeyi amaçlayan bu çaba, eksiklik teoremi ile boşa çıkmıştır. Tim Burton Timothy Walter "Tim" Burton (d. 25 Ağustos 1958), Amerikalı bir yönetmen. Sıra dışı ve tuhaf tarzı ile bilinen Tim Burton'un özellikle stop-motion animasyon tekniği ile çekilen filmlerinde karakterlerinin abartılı olmalarına rağmen insani değerlerini kaybetmemeleri dikkat çekmektedir. Sıra dışı olan filmlerinde Gotik betimlemeler kullanır. 1989'da aktris Lena Gieseke ile evlenmiştir. Batman Returns'ün ardından eşinden ayrılan Tim Burton, Lisa Marie ile 1992-2001 arasında nişanlı kalmıştır. 2001'den 2014'e kadar Helena Bonham Carter ile nişanlı olan yönetmenin bu birliktelikten 2003 yılında Billy-Ray Burton adlı bir oğlu ve 2007 yılının sonunda Nell Burton adında bir kızı olmuştur. Yönetmenin favori oyuncuları Johnny Depp ve Helena Bonham Carter'dır. Johnny Depp'in yakın arkadaşıdır. Ayrıca eski nişanlısı Helena Bonham Carter'dan olan oğlu Billy-Ray'in vaftiz babası Johnny Depp'tir. Tim Burton 25 ağustos 1958 tarihinde Kaliforniya, Burbank'ta doğdu. Jean Burton (kızlık soyadı: Erikcson) ve Billy Burton'un ilk oğullarıydı. Annesi hediyelik eşya dükkânı işletiyordu ve babası Burbank Park'ta çalışıyordu. Tim Burton içine kapanık bir çocuktu. 12 yaşındayken ailesinin yanında yaşayamayacağını düşünerek babaannesinin yanına yerleşti. Diğer çocukların aksine o karikatür çizip düşük bütçeli korku filmleri izliyordu. Vincent Price onu en çok etkileyen karakterlerden biri olmuştur. Film çekmeye de küçük yaşlarda başlamıştı. Stop-motion tekniği ile ya da 8 mm'ye sessiz filmler çekmekteydi. 13 yaşında çektiği The Island of Doctor Agor ilk filmi olarak bilinir. Burbank Lisesi'nde okudu. Fazla iyi bir öğrenci olduğu söylenemezdi. 9. sınıfta çevre kirliliğine karşı düzenlenen yarışma için çizdiği poster ona ilk başarısını getirdi. Posteri 1 yıl boyunca sokaklarda yer aldı. Lise yıllarında California Institue of Arts'a gitmek için Disney'den burs kazandı. California Institue'deki sınıf arkadaşlarından bazıları Brad Bird, John Muster, Henry Selick oldu (Selick ile The Nightmare Before Christmas ve James and the Giant Peach adlı filmlerde birlikte çalıştılar). Burton bu okulda Stalk of the Celery Monster ve King of Octopus adında iki kısa film çekti. Burada 3 yıl boyunca eğitim aldıktan sonra animatör çırağı olarak Disney stüdyolarına girmeyi başardı. Projesinde çalıştığı ilk film bir Ralph Bakshi uyarlaması olan "The Lord of the Rings" idi ancak yapımda adı geçmedi. Sonrasında, o zamanlarda çok da istemediği bir yönde "The Fox and the Hound" için çizimler yaptı. Film karakterlerinin genel sevimli yapısının dışında olması nedeniyle Burton'ın çizimleri Disney tarafından reddedildi. Tim Burton, Disney'de bulunduğu günlerde pek mutlu değildi ancak ileride ünlü olacak "The Nightmare Before Christmas"ın temelini oluşturan şiir ve ilüstrasyonlarını burada olduğu dönemde yaptı. Vincent animasyonu ile birçok ödül alan Tim Burton, sonraki yıllarda yönettiği Luau (1982) ve Hansel ve Gretel (1982) ile çok fazla başarı sağlayamadı. Bunu Barret Oliver, Daniel Stern ve Shelley Duvall'ın rol aldığı "Frankenweenie" (1984) adlı kısa film takip etti. Siyah-beyaz çekilen ve James Whale'in "Frankenstein"ından ilham alınarak yapılan bu film, köpeği bir araba kazasında öldükten sonra onu yeniden canlandıran bir çocuk hakkındaydı. Festivallerde övgü kazanmasına rağmen, Disney bu filmi, çocuklar için fazlasıyla korkutucu bularak, rafa kaldırdı. Bu olaydan sonra Disney ile Burtonun yollarını ayırması uzun sürmedi. Ancak Frankenweenie 1992 yılında video olarak gösterime sunuldu. Frankenweenie, 2012'nin Ekim'inde uzun metrajlı ve siyah-beyaz olarak Walt Disney Pictures tarafından 3D, stop motion, bilim kurgu, aile filmi olarak yeniden Tim Burton yönetmenliğinde vizyona girdi ve olumlu eleştiriler aldı. Mosyoloji Mobilite'nin ve kablosuz mobil teknolojilerin, yaşam şeklimizi, iletişimimizi, düşünce ve iş yapış şeklimizi yani hayatımızı nasıl değiştirdiği anlamına geliyor. Yani Mosyoloji (Mociology) mobilitenin bize etkisi, Mosyolojist (mociologist) ise bu değişimden etkilenen kişiler yani her bir cep telefonu kullanıcısı... Johnny Depp John Christopher "Johnny" Depp II (d. 9 Haziran 1963) Amerikalı oyuncu, yapımcı ve müzisyendir. En İyi Erkek Oyuncu dalında bir Altın Küre ve bir SAG ödülü sahibidir. 1980'lerin televizyon dizisi "21 Jump Street" ile öne çıkarak gençlik idolü oldu. 1986'da Oliver Stone'un Vietnam Savaşı filmi "Müfreze"de yardımcı bir rol ile başlayıp devamında romantik-kara fantezi türlerindeki "Makas Eller"de (1990) ana karakteri oynayan Depp, "gerçek hayatta rastlanamayacak" rolleri canlandırmayı üstlenmektedir. Daha sonra fantastik gerilim filmi "Hayalet Süvari" (1999), fantastik macera filmi "" (2003) ve devam filmleri, fantastik film "Charlie'nin Çikolata Fabrikası" (2005), fantastik film "Alis Harikalar Diyarında" (2010) ve animasyon, aksiyon, western, komedi türlerindeki "Rango"da (2011) ana karakterleri canlandırarak gişe başarısı yakaladı. Yönetmen, yapımcı ve aynı zamanda arkadaşı olan Tim Burton'la birlikte dokuz filmde işbirliği yaptı. Depp, dünyanın en büyük film yıldızlarından biri olarak görülmektedir. "Ed Wood", "Donnie Brasco", "Vegas'ta Korku ve Nefret", "Düşler Ülkesi", "Halk Düşmanları" ve "Kara Düzen" filmlerinde gerçekleştirdiği başarılı performanslarıyla geniş çapta tanındı. Depp'in yer aldığı filmler Birleşik Devletler gişelerinde 3.1 milyar doların üzerinde ve dünya çapında 7.6 milyar doların üstünde hasılat elde etti. En başarılı filmleri 3 milyar dolardan fazla hasılat yapan Karayip Korsanları filmleri, 1 milyar dolardan fazla hasılat yapan "Alis Harikalar Diyarında", 474 milyon dolar hasılat yapan "Charlie'nin Çikolata Fabrikası" ve 278 milyon do
lar hasılat elde eden "Turist"tir. Depp, En İyi Erkek Oyuncu dalında Akademi Ödülü'ne üç kez aday olmak üzere birçok oyunculuk ödülüne aday gösterildi. "" filmindeki performansı sayesinde Müzikal veya Komedi dalında En İyi Erkek Oyuncu Altın Küre ödülünü, "" filmindeki performansı sayesinde En İyi Erkek Oyuncu SAG ödülünü kazandı. 75 milyon dolarlık kazancıyla 2012 Guinness Dünya Rekorları'nda en çok para alan oyuncu olarak listeye alındı. 2015 yılında Disney Efsanesi olarak kabul edildi. Annesinin 12 yaşında hediye ettiği gitarla "garage rock" türü müzikler çalmaya başladı. 15 yaşında bir rock müzisyeni olmak umuduyla okulu bıraktı. Aynı sene anne ve babası boşanmış, bu durum kendisine zarar vermeye başlamıştı. The Kids adlı müzik grubuyla çalmaya başladı. Grubun basçı ve vokalistinin kız kardeşi Lori Anne Allison ile 24 Aralık 1983'te evlendi. "Six Gun Method" adını almış grup Depp'in evliliği ile ilgili sorunları nedeniyle stüdyoya giremeden dağıldı. Los Angeles'da eşinin yardımıyla Nicolas Cage ile tanıştı ve ilk filmi Elm Sokağı Kâbusu'nda 1984 yılında oynama şansı buldu. 7 Mart 1986 yılında ise Lori Anne Allison'dan boşandı. İlk evliliğinden sonra Kate Moss ve Winona Ryder gibi ünlü isimlerle beraber olmuştur. Sevgilisi Winona Ryder'ın adını koluna "Winona Forever" olarak dövme yaptıran sanatçı dövmeyi ayrıldıklarında "sonsuza kadar şarapçı" anlamına gelen "Wino Forever" haline getirdi. 14 Haziran 1998 tarihinde Vanessa Paradis ile ilişkisi başlamıştır. Çift, 2012 yılında ayrıldıklarını açıklamıştır. 1986 yılında Oliver Stone'un Platoon filminde ufak bir rol almasının ardından 1987 yılında 21 Jump Street adlı diziye başladı. Dizi başarı kazanmıştı ancak aktörün istediği şey bu değildi. Johnny Depp'in kariyeri için önemli bir nokta Tim Burton ile tanışmasıdır. Burton'ın yönetmenliğini ve yapımcılığını yaptığı pek çok filmde rol aldı. Çoğu kez Tim Burton'ın eşi Helena Bonham Carter'da filmlerde rol aldı. Ayrıca Depp, Tim Burton'un oğlu Billy Ray Burton'ın vaftiz babasıdır. Depp'in bugüne kadarki doruk noktası filminde olmuş ve bu film sayesinde 2003 yılında Akademi Ödülleri'nde "En iyi Erkek Oyuncu" dalına aday gösterilmiştir. Bu sayede ilk, bir Disney projesinde yer alıp Oscar'a aday gösterilen aktör olmuştur. Filmdeki Kaptan Jack Sparrow rolü önce yapımcılar tarafından beğenilmemiştir; ancak film yayınlandıktan sonra film bu karakterin üstünde yükselmiştir. Depp daha önceden yaratılmış karakterin en son halini Rolling Stones gitaristi Keith Richards'tan esinlenerek yaratmıştır. Filmin ikinci ve üçüncü bölümleri de birçok rekor kırarak, sinemaseverler tarafından beğenilmişti. Beyazperde ' de Johnny Depp Johnny Depp Eleştirisi ve Fotoğrafları Aktüel Sinema'da Johnny Depp ! colspan="3" style="background: #DAA520;" | Screen Actors Guild Award ! colspan="3" style="background: #DAA520;" | Altın Küre Ödülleri Rudolf Diesel Rudolf Christian Karl Diesel (18 Mart 1858, Paris - 29 Eylül 1913, Manş Denizi), dizel motorun mucidi Alman makine mühendisi. Buhar motorlarına uyguladığı birtakım mekanik değişiklikler sonrası, %10 performans kazancı sağladı. Bir gün Diesel bazı şeylerin normal olmadığını düşündü: Kav parçalarını ufak bir cam tüpe koydu. Bir piston yardımı ile, havayı tüpe sıkıştırdı ve kavın yanmasını sağladı. Bu deney sonucu alınan başarılı sonuç, onu daha da hareketlendirmişti. 1885'te Paris'te bir laboratuvar açtı, 1892'de ilk patentini aldı. 1893'ün Ağustos ayında Almanya'nın Augsburg kasabasına geldi, MAN A.G. (Maschinenfabrik Augsburg-Nürnberg)'de 3 metrelik demir silindirli, pistonlu bir düzenteker oluşturdu. Buhar motoru yavaş yavaş yerini termodinamik motora bırakmaya başlıyordu. Diesel buna Atmosferik Gaz Motoru adını verdi. 1896'da yeni motor sistemini gururla tanıttı. Teoride %75.6 fazla verim alınabilecekti, ancak tabii ki bu değere ulaşılamadı. Tek yanmalı motoru, geçmiş yüzyılın en heyecan veren buluşlarından biri olmuştu. Rudolf Diesel'in hayali, ana sanayi üreticileri ile bilgisini paylaşmaktı. Bu hayaline ulaşması fazla uzun sürmedi. Diesel'in motorlarına tüm dünyadan talep gelmeye başlamıştı. Onun motorları artık gemilerin, elektrik santrallerinin, pompaların ve rafinerilerin standart motorları haline gelmişti. 1908'de Diesel ve Saurer firmasından İsviçreli bir teknisyen 800 devir/dakika hızla çalışan motoru çalıştırdılar. Ancak otomobil endüstrisi Diesel'in motorlarına adapte olmakta zorlandığı için tercih edilmiyordu. MAN bu konuda ilk olarak 1924'de, ürettiği bir kamyonda direkt enjeksiyonlu dizel bir motoru kullanan ilk üretici oluyordu. Ardından Alman Benz & Cie. şirketi, bu motorları kullanmaya başladı. İlk dizel Mercedes-Benz 1936'da yollara çıktı. Rudolph Diesel, 1913'te İngiltere'ye gitmek için Hamburg limanında bindiği Dresden vapurunda intihar etti. Ölüm tarihini, bir gün öncesinden günlüğüne yazmıştı. Karşılaştırmalı edebiyat Karşılaştırmalı edebiyat, birkaç dilin edebiyatıyla aynı anda ilgilenen eleştirel bir bilim dalıdır. Bu alandaki akademisyenler ve öğrenciler genellikle birkaç dilde yetkin ve o dillerin edebiyatlarında ileri düzeyde bilgilidirler. Bölüm, Batı'da 1960'lardan önce sadece belirli Avrupa dilleri ve edebiyatlarıyla, genelde İngilizce, Almanca, Fransızca, nadiren İtalyanca, Flamanca ve İspanyolca, ilgilenmesine rağmen bugün Çin edebiyatından Fars edebiyatına kadar çok geniş bir alanda çalışılmaktadır. Bölüm öğrencileri çoğunlukla 4-5 dil bilmektedir. Cinnet (film, 1980) The Shining, 1980 yapımı Stanley Kubrick'in Stephen King'in aynı adlı romanından uyarladığı filmdir. Filmin başrolünde yazar Jack Torrance'ı canlandıran Jack Nicholson vardır. Torrance'ın karısı rolünü ise Shelley Duval canlandırmıştır. Uzun ve detaylı takip sahnelerinin çekimi için steadicam'in bu kadar uzun süre kullanıldığı ilk film The Shining'dir. 19 milyon dolara malolan film ABD'de toplam 44.017.374 $ hasılat yapmıştır. En fazla çekim tekrarı yapılan filmdir. Jack Nicholson'ın banyoya baltayla girmeye çalıştığı sahnede; Kubrick, tam 127 tekrar almıştır.. Leonard Cohen Leonard Norman Cohen (21 Eylül 1934, Montreal, Quebec - 7 Kasım 2016, Los Angeles, ABD), Kanadalı yazar, şair, söz yazarı ve müzisyen. İlk şiir kitabını Montreal'de 1956'da, ilk romanını ise 1963'te yayımlayan Cohen'in erken dönem şarkıları müzikal olarak Avrupa pop müziğine dayanır ve çoğunluğu 1967 yılında çıkan "Songs of Leonard Cohen" albümünde yer alır. 70'lerde pop, kabare ve dünya müziği üzerine çalışmalar yapan Cohen'in, 80'lerden itibaren tipik olarak bas bariton tonda söylediği şarkılarına kadın vokalistler ve elektronik bireştiriciler eşlik etmiş, çalışmalarında genellikle din, yalnızlık, cinsellik ve kişiler arası karışık ilişkileri konu edinmiştir. Yine Cohen'in şarkıları ve şiirleri pek çok başka şarkıcı ve şarkı yazarını etkiledi. Eserleri binden fazla başka sanatçılarca yorumlandı ve kaydedildi. "Canadian Music Hall of Fame" ve "Canadian Songwriters Hall of Fame"e kabul edilen Cohen, ayrıca ülkenin en büyük sivil şeref madalyası olan "Companion of the Order of Canada" ile ödüllendirildi. 10 Mart 2008'de Lou Reed'in yaptığı bir konuşma sonrası "Rock and Roll Hall of Fame"e kabul edilen Cohen böylece en güçlü ve etkileyici şarkı yazarları arasındaki yerini belgeledi. Cohen 1934 yılında Montreal, Quebec'te Polonya-Litvanya kökenli orta sınıf bir Yahudi ailesinin çocuğu olarak doğdu. Westmount'ta büyüyen sanatçının babası, Nathan Cohen Montreal'in büyük giysi mağazalarından birinin sahibiydi ve Leonard 9 yaşındayken öldü. İsimleri Cohen, Katz, Kagan vs. olan diğer birçok Yahudi ailesi gibi Cohen'in ailesi de Kohanim'in soyundan geldiklerini iddia ediyorlardı. Cohen 1967'de Richard Goldstein'a "Mesihsel bir çocukluk geçirdim. Harun'un torunlarından biri olduğum söylendi." dedi. Ergenlik döneminde gitar çalmayı öğrenen Cohen, Buckskin Boys isimli bir folk grubu da kurdu. Babasının ona bıraktığı vasiyeti ile Leonard edebi hırslarının peşine daha rahat düşebildi. 1951'de McGill Üniversitesi'ne giren Cohen orada McGill Müzakere Grubu'nun başkanlığını da yaptı. İlk şiir kitabı olan Let Us Compare Mythologies 1956 yılında Cohen hala öğrenciyken çıktı. 1961'de yayınladığı The Spice-Box of Earth onu şiir dünyasında özellikle de kendi ülkesi Kanada'da bilinen bir isim haline getirdi. Mezuniyetten sonra bir yılını McGill'in hukuk fakültesinde bir yılını ise (1956-1957) terk ettiği Columbia Üniversitesi'nde geçirdi. Cohen gençlik yıllarında edebi hırslarına çok ciddi bir iş ahlakı ile yaklaştı. 1960'ların çoğunu şiir ve roman yazarak geçirdi ve yarı münzevi bir hayat yaşamayı tercih etti. Bir Yunan Adası olan Hydra'ya taşındıktan sonra "Flowers of Hitler" (1964), "Gözde Oyun" (1963), "Görkemli Kaybedenler" (1963) isimli kitaplarını yayınladı. "Gözde Oyun" genç bir adamın edebiyattaki kimliğini arayışını konu alan otobiyografik bir romandır. 1960'larda Hydra'da kalırken İskandinavyalı romancılar Axel Jensen ve Göran Tunström ile arkadaş olan Cohen, Axel ve eşi Marianne Jensen ayrıldıktan sonra, Marianne ile ilişki yaşamaya başladı. Sanatçı, "So long, Marianne" şarkısını da Jensen'e yazdı. Uzun yıllar boyunca Axel Jensen'in "Joacim" (1961) isimli romanındaki Lorenzo karakterinin Cohen olduğuna inanılmasına rağmen, Axel bu karakterde Tunström'den esinlendiğini açıkladı. Her ne kadar Leonard Cohen cesaretsizlik ve korkusunun resmen evlenmesine engel olduğunu söylese de, biyografi yazarı ve film yapımcısı Harry Rasky'e göre, müzisyen 1970'lerde çok derin bir ilişki yaşadığı Suzanne Elrod ile evlendi. Sanatçının Elrod'dan 1972'de Adam isimli bir erkek, 1974'te ise ismini Federico Garcia Lorca'dan alan Lorca isimli bir kız çocuğu oldu. Adam Cohen, şarkıcı/şarkı yazarı olarak 1990'ların ortasında başladığı müzik kariyerine Low Millions isimli bir grubun solisti olarak devam ediyor. Suzanne Elrod, Cohen'in Live Songs isimli albümünün kapak fotoğrafını çekti ve Death of a Ladies' Man albümünün kapağında yer aldı. Cohen ve Elrod 1979'da ayrıldılar. Sanılanın aksine Cohen, en bilinen şar
kılarından biri olan Suzanne'i Elrod için değil, yakın arkadaşı heykeltıraş Armand Vaillancourt'un eski eşi Suzanne Verdal için yazdı. 1990'da oyuncu Rebecca De Mornay ile birlikte olmaya başlayan Cohen, Anjani Thomas ile hem bir ilişki yaşadı, hem de birlikte çalıştı. 1967'de Cohen, bir folk müzik şarkıcısı/şarkı yazarı olarak kariyer edinmek üzere Amerika Birleşik Devletleri'ne yerleşti. O günlerde Suzanne isimli şarkısının Judy Collins yorumu parlamıştı. Bazı folk festivallerinde sahneye çıkan Cohen, Columbia Records'un temsilcilerinden John H. Hammond'ın (Bob Dylan, Bruce Springsteen, Billie Holiday gibi isimlerle de anlaşma yapmış bir isim) ilgisini çekti. Leonard Cohen'in ilk albümü "Songs of Leonard Cohen" ticari bir başarı kazanmak için çok karanlık bir albümdü fakat yine de folk müzik dünyasında yankı uyandırdı. Albüm özellikle Britanya'nın albüm listelerinde 1 seneden fazla kaldı ve Cohen kült bir isim haline geldi. Bu albümü 1969'da "Songs from a Room", 1971'de "Songs of Love and Hate", 1973'te "Live Songs" ve 1974'te "New Skin for the Old Ceremony" izledi. 1971'de Cohen'in müziği, Robert Altman'ın "McCabe & Mrs. Miller" filminin müziği olarak kullanıldı. Şarkılar daha önce yazılmış olmasına rağmen, filmin hikâyesine o kadar uyuyordu ki pek çok kişi Cohen'in film için müzik yaptığını düşündü. Sanatçı, 60'ların sonu, 70'lerin başında ABD, Kanada ve Avrupa'da tura çıktı. 1973'te ise Yom Kippur Savaşı sürerken İsrail'e gidip orada askerlere konser verdi. 1974'ün başlarında piyanist John Lissauer ile yaptığı canlı müzik olumlu eleştiriler alsa da bu çalışmaları hiç kaydedilmedi. Aynı günlerde, Cohen turlarında vokalist olarak Jennifer Warnes ile çalışıyordu. Warnes, Cohen'in ileriki albümlerinde de onunla çalışmaya devam etti ve 1987'de Cohen şarkılarını seslendirdiği Famous Blue Raincoat isimli bir albüm çıkardı. 1977'de Cohen, Death of a Ladies' Man'i yayınladı (Bundan 1 sene sonra 1978'de ise aynı isimli şiir kitabını çıkardı). Albüm "Ses Duvarı" olarak bilinen tekniği de bulan Phil Spector imzasını taşıyordu ve Cohen'in her zamanki minimalist tarzından uzaktı. Albümün kaydedilmesi sırasında pek çok zorluk yaşandı. Söylentilere göre Spector albümü gizli stüdyo oturumlarında hazırladı ve Leonard Cohen'in dediğine göre Spector bir keresinde sanatçıya tatar yayı ile saldırdı. Cohen sonucun acayip fakat aynı zamanda usta işi olduğunu düşünüyor. 1979'da Cohen hayranlarının karşısına geleneksel Cohen tarzındaki "Recent Songs" albümü ile çıktı. Prodüktörlüğü kendisinin ve Joni Mitchell'in ses mühendisi olan Henry Lewy'nin üstlendiği albümde ud, mandolin gibi oryantalist enstrümanlar da kullanıldı. 2001 yılında Cohen, 1979'da albümün tanıtımı için çıktığı turda canlı kaydedilen şarkılarından oluşan "Field Commander Cohen: Tour of 1979" albümünü çıkarttı. 1984'de Cohen, içinde pek çok müzisyen tarafından tekrar yorumlanan Hallelujah'ı barındıran, son derece ruhani bir albüm olan Various Positions'ı çıkarttı. Sanatçının plak firması olan Columbia, sanatçının popülerliği kaybolmaya başladığı için albümü ABD'de yayınlamayı reddetti. Kariyeri boyunca, Cohen'in müziği Avrupa ve Kanada'da ABD'de olduğundan çok daha iyi sattı. Bir keresinde Cohen, Amerikan şirketinin promosyon konusundaki alçakgönüllüğünden ne kadar etkilendiğini ince bir alayla belirtmişti. 1986'da Miami Vice dizisinin French Twist isimli bölümüne konuk oyuncu olarak katılması ve 1987'de Jennifer Warnes'ın albümü Famous Blue Raincoat Cohen'in ABD'deki kariyerini tekrar sağlamlaştırmasını sağladı. Ertesi sene müziğinde sert değişimler olduğunu dinleyicilere gösteren I'm your man'i çıkardı. Bu albümdeki şarkı sözlerinde Cohen'in toplumsal konularda yaptığı yorumlara ve kara mizaha rastlanır. Songs of Leonard Cohen'den sonra sanatçının en çok alkışlandığı ve popüler olduğu dönem I'm Your Man'ı çıkardığı dönemdi. Bu albümde özellikle First We Take Manhattan ve I'm Your Man parçaları çok tuttu. 1990'da Pump Up the Volume isimli filmde Cohen'in Everybody Knows isimli şarkısının kullanılması sanatçını genç dinleyiciler tarafından tanınmasını sağladı. 1992'de yayınladığı The Future'daki 3 parça -"Waiting for the Miracle", "The Future" ve "Anthem"- Oliver Stone'un tartışmalara yol açan, şiddet içeren filmi Natural Born Killers'ın film müziklerinde yer aldı. Albümle aynı ismi taşıyan parçada, Cohen "Geleceği görüyorum kardeşim: Cinayet var (I've seen the future, brother: It's murder)." diyerek politik ve sosyal çöküntüyle ilgili yakın geleceğe dair bir kehanette bulundu. Aynı albümde bulunan "Democracy" isimli şarkıda ABD'yi eleştirdi fakat aynı zamanda ülkeyi sevdiğini eklemeyi de unutmadı: "Bu ülkeyi seviyorum fakat ülkedeki manzaraya dayanamıyorum(I love the country but I can't stand the scene)". Aynı şarkıda Amerikan halkının politikaya olan ilgisizliğini ve televizyon bağımlılığını da "Solda ya da sağda değilim//Umutsuz küçük ekranda kaybolmak için/Bu gece sadece evdeyim(I'm neither left or right/I'm just staying home tonight/getting lost in that hopeless little screen)" sözleri ile iğneledi. Nanni Moretti'nin 1993 yapımı filmi "Caro Diario"'da Cohen'in I'm Your Man isimli parçası, Moretti Roma sokaklarında Vespa'sı ile dolaşırken çalındı. 1994'te The Future'ın tanıtım turunda iken, Cohen, Los Angeles yakınlarındaki Mount Baldy Zen Merkezi'nde 5 yıllık bir inzivaya çekildi. 1996'da, Cohen'e Rinzai Zen Budist Rahibi unvanı verildi ve sanatçı "sessizlik" manasına gelen Jikhan ismini aldı. Cohen, Mount Baldy'den 1999'da ayrıldı. Cohen, Baldy Dağı Zen Merkezi'nde zen budist rahibi olarak inzivaya çekildiği 5 senenin ardından, 2001'de yapımcılığını Sharon Robinson'un üstlendiği "Ten New Songs" isimli albümü ile müziğe döndü. Bu albümde Cohen, "The Future"'ın dışa dönük ve iyimser havasının tersine, yaklaşan ölüm, kaybedilen aşklar gibi romantik ve ilahi kişisel kayıpların yasını tutmaya yöneldi. "Ten New Songs" albümü, Cohen'in albümlerinde "Recent Songs"'dan beri pek görülmeyen bağdaşık yapısını, Robinson'un katkısına borçludur. Albümde yer alan ""Alexandra Leaving"" isimli şarkı, Kavafis'in ""Tanrının Antonius'u Bırakmasıdır"" şiirinin çarpıcı bir uyarlamasıdır. Bu albüm Cohen'in en keskin olmasa da en melankolik albümüdür. Ekim 2004'te Cohen, aynı zamanda sevgilisi olan jazz şarkıcısı Anjani Thomas'ın işbirliği ile hazırladığı "Dear Heather" albümünü yayınladı. Sharon Robinson da, birinde Cohen ile düet yaptığı üç şarkı ile albüme katkıda bulundu. Önceki albümü ne kadar karanlıksa, "Dear Heather" da o derece aydınlık bir albümdü ve Cohen'in ruh halindeki değişimin bir yansımasıydı. Cohen de birkaç röportajında, yaşlanmaya bağlı nörolojik değişiklikler sebebiyle depresif ruh halinin hafiflediğini açıklamıştı. "Dear Heather" Cohen'in belki de en az bağdaşık, en deneysel ve oyunsu albümüdür. Başta albüme isim veren olmak üzere şarkılardaki bu üslup Cohen'in pek çok hayranının tepkisini çekti. "Canadian Songwriters' Hall of Fame"'e kabülünün ardından verdiği bir röportajda Cohen; bu albümün aslında tematik bir not defteri ya da karalama defteri sayılması gerektiğini, albümün piyasaya çıkışının hemen ardından daha düzgün şekilde bir kez daha kaydedilmesinin planlandığını, ancak eski bir menajeri ile yaşadığı yasal sorunlar sebebiyle bu planın gerçekleştirilemediğini açıkladı. 8 Ekim 2005'te Cohen, uzun süre birlikte çalıştığı eski menajeri Kelley Lynch'in, emeklilik hesabındaki 5 milyon dolar ile şarkılarının yayın haklarını zimmetine geçirdiğini, kendisine de sadece 150.000 dolar bıraktığını öne sürdü. Bunun karşılığında bazı eski iş arkadaşları da Cohen'e dava açtı. Bu olaylar onu ilgi odağı haline getirdi. Kanada'da yayınlanan "Maclean's Magazine"'de, Cohen hakkında "Devastated!" (harap olmuş) başlıklı kapak haberi yer aldı. Los Angeles bölgesi üst mahkemesinde görülen dava Mart 2006'da sonuçlandı ve Cohen 9 milyon dolarlık tazminata hak kazandı. Ancak Lynch bu kararı umursamadı ve finansal kayıtlarını mahkemeye bildirmesi için gelen celbi yanıtlamadı. Sonuçta Cohen'in bu parayı hiçbir zaman tahsil edememe durumu ortaya çıktı. Cohen ve Anjani'nin birlikte yazdıkları şarkılardan oluşan "Blue Alert" albümü, 23 Mayıs 2006'da yayınlandı ve olumlu tepkiler aldı. Bu albümdeki tüm şarkıları söyleyen Anjani, bir eleştirmene göre ""Cohen'in kadın olarak yeniden doğmuş"" haliydi ve ""tek bir nota bile seslendirmemiş olsa da Cohen'in sesi, albüme bir sis gibi sinmişti."" Cohen'in 1961 tarihli şiir kitabı "The Spice-Box of Earth"'te yer alan "As the mist leaves no scar" isimli şiirinden, "True Love Leaves No Traces" adıyla Spector tarafından bestelenmiş ve "Death of a Ladies' Man"'de yer almış olan şarkı, yeniden düzenlenerek bu albüme dahil edildi. Cohen'in şiir ve çizimlerden oluşan kitabı "Book of Longing" Mayıs 2006'da yayınlandı. Mart ayında, Toronto'da kurulu bir firma, ön sipariş yoluyla satın alınacak ilk 1500 kopyanın Cohen tarafından imzalanacağını duyurdu ve kitaplar birkaç saat içinde tükendi. Kitap kısa sürede Kanada'daki çok satanlar listesinde birinci sıraya yükseldi. Cohen 13 Mayıs 2006'da, on üç yıl sonra ilk defa toplum içine çıktı ve Toronto'daki bir kitapçıda düzenlenen tanıtım toplantısına katıldı. Toplantıya katılmak isteyen yaklaşık 3000 kişinin kitapçının önünde toplanması sebebiyle civardaki caddeler trafiğe kapatıldı. Cohen toplantıda, Barenaked Ladies ve Ron Sexsmith ile birlikte, eski ve tanınmış iki şarkısı olan "So Long, Marianne" ve "Hey, That's No Way To Say Goodbye"'ı seslendirdi. Toplantıya ayrıca yeni albümünü tanıtan Anjani de katıldı. Cohen, 13 Ocak 2008'de hayranlarının uzun süredir beklemekte olduğu dünya turunu başlatacağını açıkladı. Cohen'in son 15 yıldaki ilk turu olan bu turne Mayıs 2008'de başlayacak ve Kanada ile Avrupa'yı kapsayacak. Cohen tur çerçevesinde "The Big Chill" Festivali'ne ve 29 Haziran 2008'de de "Glastonbury Festivali'ne katılacak. Mart 2008'de Cohen, ""en esin verici bestecilerden biri"" olduğu için "American Rock and Roll Hall of Fame"'e kabul edildi. Aşk, seks, din, psikolojik depresyo
n ve müziğin kendisi Cohen’in eserlerinde en çok görülen temalardır. Diğer temalar kadar olmasa da şarkılarında politikaya da rastlanır. Aşk ve cinsellik popüler müziğin ortak konusu olmasına rağmen sanatçının romancı ve şair altyapısı sayesinde Cohen’in işlerinde bu temalar daha karanlık ve derin bir hal alır. Örneğin "Suzanne" ve "Joan of Arc" dinsel bir meditasyona sahip özlem dolu aşk şarkılarıdır. Evliliği en yakın arkadaşının karısıyla birlikte olması sonucu bitmiş bir erkeğin arkadaşına yazdığı mektup olan "Famous Blue Raincoat"’ta şöyle seslenir adam eski en yakın dostuna: “Sanırım seni özledim/Sanırım seni affettim...”. "Everybody Knows"'un bir bölümünde ise AIDS'in sert yüzüne "... Çıplak adam ve kadın/Geçmişin parlayan sanat eserleri" diyerek dokunur. "Sisters of Mercy" 'de Cohen, Edmontonlı iki kadına rastlamasının ardından bir otel odasında gerçek sevgiyi bulmasını anlattı. İddialara göre "Chealse Hotel #2"'da ise Janis Joplin ile yaşadığı tek gecelik ilişki sonrası, bu duygulardan uzak gecenin yarattığı gerçek bir aşktan daha karışık duyguları anlattı. Cohen'in Yahudi geçmişi kendini en çok "Story of Isaac" ve sözleri ve melodisi bir 11. yüzyıl şiri olan Unetaneh Tokef'i andıran "Who by Fire" isimli şarkılarında gösterir. "Various Positions" albümünde Yahudi-Hıristiyan temalar daha geniş yer bulmuştur. Müziğin ikinci planda kaldığı "Hallelujah" şarkısı, Davud'un "Tanrı'yı mutlu edecek" bir şarkı besteleyişini hatırlatarak başlar, Bathsheba ve Samson'a referanslarla devam eder. Kariyerinin başlarında, henüz bir roman yazarıyken, "Görkemli Kaybedenler" isimli romanında katolik ve aynı zamanda bir Amerikan yerlisi olan Catherine Tekakwitha üzerine yazdı. Cohen, ayrıca budizm ile 1970'ten beri ilgili ve 1996 yılında budist rahibi unvanını aldı. Her şeye rağmen, sanatçı kendisini bir Yahudi olarak kabul ediyor ve "Yeni bir din aramıyorum. Eskisi ile (Musevilik) mutluyum." diyor. Cohen hayatının büyük bir bölümünde depresyon çektiği için, özellikle ilk eserlerinde depresyon ve intihar temaları önemli yer tutar. "Beautiful Losers"'taki kahramanın karısı kanlı bir şekilde intihar eder, "Seems So Long Ago, Nancy" intihar hakkındadır, kara komedi unsurları içeren "One of Us Cannot Be Wrong"'da intihardan bahsedilir, "Dress Rehearsal Rag"'de ise son dakikada vargeçilen bir intihar anlatılır. "Please Don't Pass Me By" ve "Tonight Will Be Fine" gibi şarkılarda genel bir depresif hava vardır. Yukarıda bahsedilen "Hallelujah"'ın yanı sıra "Tower of Song", "A Singer Must Die" ve "Jazz Police" gibi pek çok şarkıda ise, müziğin kendisi bir tema olarak yer alır. Özellikle son dönem albümleri kültürel olarak son derece muhafazakar unsurlar içerse de Cohen, bu albümlerinde, solcu politikaların izahı için sosyal adaleti sık sık konu etti. Örneğin "Democracy" isimli şarkısında "Kargaşaya karşı savaşlar/... gece ve gündüz sirenler/...evsizlerin ateşleri/...gaylerin külleri" diyerek huzursuzluğunu dile getirdi ve şarkıyı Amerika Birleşik Devletleri'nde demokrasi olmadığını söyleyerek bitirdi. Bu şarkıdaki klasik sol duruşun bir benzeri "Tower of Song"'daki "Zenginlerin kanalları var fakirlerin yatak odasında/Kudretli bir yargılama yaklaşıyor onlara" sözlerinde de görüldü. "The Future" 'da "Yükselen ve düşen milletler görüyorum/.../Fakat sevgi hayatta kalmak için tek motor" diyerek kehanetini barışçı bir şekilde dile getirdi. "Anthem"'de "Yüksek mevkilerdeki, dualarını bağırarak okuyan katiller/... benden duyacaklar." dedi. "The Land of Plenty" 'de ise Birleşik Devletleri (belki de varlıklı batı ülkelerinin tamamını) şu sözleri ile anlattı: "Bolluklar ülkesindeki ışıklar bir gün gerçeği parlatabilirler". Eserlerindeki sürekli temalardan biri olan savaş konusunda Cohen'in fikirleri erken dönem eserlerinde - ve hayatının ilk dönemlerinde - görüldüğü üzere çelişiktir. 1961'deki ABD-Küba gerginliği sırasında Küba'da yaşamış ve söylentilere göre Che Guevara tarzı sakal bırakmış olan Cohen, "Field Commander Cohen" şarkısında kendini Fidel Castro ile sohbet eden bir asker/ajan olarak hayal eder. Bu şarkı, Cohen'in bir cephe görevinde İsrail hava kuvvetlerine katılışının hemen ardından yazıldı. Bu görevin izleri ise "Night Comes On" şarkısındaki "Mısır'da savaşıyorduk" sözlerinde görüldü. 1973'teki Yom Kippur Savaşı'nda İsrail tarafında yer almak için Kudüs'e giden Cohen silah altına alınmadı ancak Sina Yarımadası'ndaki cephelerde bulunan tank mevzileri için düzenlenen bir moral turunda görevlendirildi. Bu mevzilerden birinde ateş altında kaldı. Ayrıca kendisine olan hayranlığını açıklayan ve o sırada henüz general olan Ariel Sharon ile konyak içti. Yaralı ve ölü İsrailli askerleri gördükçe hayal kırıklığına uğradı ve İsrail'e destek vermek için, "Bu sana bir kalkan olsun, düşmana karşı bir kalkan" sözleriyle sona eren "Lover Lover Lover" isimli şarkıyı yazdı. Cohen kendi eserlerine benzemeyen Irving Berlin'in "Always" 'i ya da Marlena Shaw'un az tanınan soul şarkısı "Be for Real" gibi aşk şarkıları da kaydetti. Son zamanlardaki politik görüşlerinde ezilenlerin, ""görkemli kaybedenlerin"" tarafında oldu. Gerek Anna Marly ve Emmanuel d'Astier tarafından yazılmış bir Fransız Direnişi şarkısı olan "The Partisan"'ı seslendirmesi, gerekse yenilmiş bir kral yanlısının bakış açısıyla "The Old Revolution" şarkısını yazması, kariyeri boyunca ezilenlere karşı duyduğu sempatinin ve verdiği desteğin göstergesidir. Cohen savaşa yanlısı gözükse de, en "militan" albümü sayılabilecek olan "New Skin for the Old Ceremony"'de olduğu gibi savaş, aslında genelde kültürel ve kişisel sorunlara ilişkin bir metafordur. Cohen, politik ve kültürel konulardaki kötümser fikirlerini eserlerinde mizah ile harmandı. Nüktedanlığı ile keskin gözlem gücünü bir arada kullanarak sözel oyunlarla dolu ve hatta neşeli şarkılar yazdı. Örneğin "Tower of Song"'da, kalın sesiyle bilinen cohen ironik biçimde "altın bir ses yeteneğiyle doğduğunu" söyler. Karamsar bir şarkı olan "Is This What You Wanted?"'da "sen Babil bayramının fahişesiydin / ben ise Rin Tin Tin" mısraları yer alır. Konserlerinde ise zaman zaman şarkılarının sözleriyle oynar ve bir şarkıyı başka bir şarkısından ya da şiirinden bölümler kullanarak anons eder. Cohen'in şarkıları Doğu Avrupa'da çok uzun süre yasaklı kaldı. Bu ülkelerdeki komunist devlet yapısının ve bu yapının sansür anlayışının çökmesinden sonra bazı Doğu Avrupa ülkelerinde (çok azında) Cohen'in şarkıları başarılı bir şekilde kendi dillerine çevrildi. Yine de eski Doğu Bloğu ülkelerinden sanatçının şarkılarını karşı koyulmaz bir şekilde tanıyan ve coşku ile karşılayan Macaristan oldu. Bu durumun sebebi, güçlü ve sözü geçen Budapeşteli sanatçı ve müzisyenlerin büyük çoğunluğunun İkinci Dünya Savaşı sonrası (1946-1949) dünyaya gelmiş Yahudi kökenliler olmasıydı. Örneğin Macaristan'daki çok popüler sanatçılardan biri olan komedyen, şarkıcı, aktör ve film yapımcısı András Kern (1948- ) önemli Cohen yorumcularından biridir. Kern, 1998'te, yine Macaristan'ın tanınmış şarkı ve şarkı sözü yazarlarından Péter Fábri ile birlikte, bir düzineden fazla Cohen şarkısının Macar versiyonlarından oluşan "Engem Vársz (Beni Bekliyorsun)" isimli bir albüm çıkardı. Leonard Cohen ile ilgili, Donald Brittain ve Don Owen tarafından yönetilmiş, yapımcılığını the National Film Board of Canada'nın üstlendiği 1965 yapımı "Ladies and Gentlemen... Mr. Leonard Cohen" isimli bir belgesel çekildi. Bu belgeselden 31 yıl sonra 2006 yılında ise "Leonard Cohen: I'm Your Man" gösterime girdi. Film, 2005'te Sidney Opera Binası'nda çeşitli sanatçıların görev aldığı "Came So Far For Beauty" isimli Cohen'e saygı konseri sırasında çekildi. Lian Lunson tarafından yönetilen filmde Nick Cave, Beth Orton, Antony and the Johnsons'un Antony'si, Rufus ve Martha Wainwright yer aldı. Aynı filmde Cohen ve U2'nun "Tower of Song" yorumuna da yer verildi. Sanatçıların Cohen şarkı yorumları ve Cohen hakkındaki fikirlerinin yanı sıra sanatçının yaşamındaki ve kariyerindeki önemli kısımlarla ilgili bizzat Cohen'in yorumlarına da yer verildi. 2003 yılında Kanada'da "Gözde Oyun" isimli romanı filme çekildi. Ayrıca Cohen, "The Tibetan Book of the Dead: A Way of Life" isimli bir belgeselde anlatıcılık da yaptı. 1985'te ise Lewis Furey ile ortak yazdıkları ve müziklerini de yaptığı "Night Magic" isimli bir film çalışması yaptı. Cohen'in bütün albümleri Columbia Records'tan çıktı. Cohen'in şarkılarına pek çok filmde rastlanabilir. Cohen'in pek çok şarkısı ve şiiri (bazen başka dillere de çevrilerek) yorumlandı. Cohen'in başka sanatçılar tarafından kaydedilmiş bazı şarkıları şunlar: Sanatçıya gönderme yapılan ya da adının geçtiğinin pek çok eser vardır. Nautilus (anlam ayrımı) "Nautilus" ifadesinin diğer olası anlam ve kullanımları şunlardır: Hafize Ana Hafize Ana, Rıfat Ilgaz'ın roman serisi "Hababam Sınıfı"ndaki ana karakterlerden biridir. Kitaba dayanılarak yapılan film uyarlamalarında Adile Naşit tarafından canlandırılmıştır. Hafize Ana, okulun hademesi, temizlikçisi ve aşçısıdır. Öğrencilere çok yakın bir karakterdir. Onları kollar ve korur. Her anlamda yardımcı olmaya çalışır. Okul müdürü ve öğrenciler arasında oluşan kızgınlıkları gidermeye ve öğrencileri korumaya çalışan iyi niyetli biridir. Roald Dahl Roald Dahl (13 Eylül 1916 – 23 Kasım 1990), Galli roman ve kısa öykü yazarıdır. Norveçli bir ailenin çocuğu olarak Llandaff, Cardiff, Galler'de doğan Dahl, 1940'lı yıllarda yazdığı özellikle çocuklara yönelik kitaplarla en çok satan yazarlar arasına girmiştir. "Charlie'nin Çikolata Fabrikası" adlı kitabı ödül kazanmıştır. Bu ödüller toplamda dört tanedir. "Charlie'nin Çikolata Fabrikası" adlı kitabından sonra "Charlie'nin Büyük Cam Asansörü" adlı kitabını yazmıştır. Serinin üçüncü kitabını da yazmak istemiştir fakat bitirememiştir. 1916'da Galler'ın Llandaff kentinde doğdu. 1932'de İngiltere'nin tanınmış özel okullarından birini bitirdikten sonra, üniversiteye gitmek yerine Kanada'daki Newfoundland'e yapılan bir keşif yolculuğuna katıldı. Afrika'da Shell
Petrol Firması için çalıştı. II. Dünya Savaşı'nda savaş sırasında tanıştığı romancı C.S.Forester'ın özendirmesiyle, orduda çalıştığı yıllarda başından geçen olayları yazmaya başladı. Daha sonra RAF savaş uçaklarında pilotluk yaparken, başından aldığı ağır bir darbe sonucu ordudan ayrıldı. Bu olay onun ilk kısa öyküsüne konu oldu: "Shot Down Over Libya". İlk kitabı, Walt Disney için yazdığı "Gremlins" oldu. Çocuk kitaplarının yanı sıra büyükler için yazdığı kitapları ve oyunları vardır. Dahl 23 Kasım 1990 tarihinde Oxford, Oxfordshire, İngiltere'de 74 yaşında myelodsiplastik sendrom nedeniyle vefat etti. Kuralları hiçe sayan ama zekice yazılmış çocuk kitapları ve büyüklere yönelik korku öyküleriyle çok sevilen bir yazardır. Onun kitapları ve öykülerinin çoğu film haline getirilmiştir ve tüm dünyada gösterilmiştir. Onun en popüler kitapları arasında "Charlie'nin Çikolata Fabrikası", "Charlie'nin Büyük Cam Asansörü"," Dev Şeftali"," Matilda", "Cadılar"," BFG" ve" Kiss Kiss" vardır. 1953 yılında Patricia Neal ile evlendi ve 1983 yılında boşandı. Beş çocukları oldu. Aynı yıl Felicity Ann d'Abreu Crosland ile evlendi ve ölene kadar evli kaldı. Model ve yazar Sophie Dahl, Roald Dahl'ın torunudur. Kendi yazdığı otobiyografisi "Boy", Roald Dahl'ın çocukluğunu anlatmaktadır. Bir başka kitabı "Going Solo"da ise Dahl'ın savaş içindeki anıları ve deneyimleri yazmaktadır. Ayrıca Great Missenden'de bir Roald Dahl Müzesi ve Öykü Merkezi bulunmaktadır. Bu merkez Dahl'ın çalışmalarını göstermektedir. Notilus Notilus, kafadan bacaklılar (Cephalopoda) sınıfına dahil familyalardan Nautilidae'nin üyesi olan deniz canlılarının, Türkçeye Latincedeki "nautilus" sözcüğünden geçmiş ortak adıdır. Nautilus ise Yunancada "denizci" anlamına gelen "nautilos" sözcüğünün Latinceye geçmiş halidir. Nautilina alt takımının içindeki tek familya olan Nautilidae, toplam 6 türü barındıran 2 cinsten oluşur ve tipik cinsi de Nautilus'tur (bakınız: Ayrıntılı sınıflandırma). Bu familyanın herhangi bir türü için "odacıklı notilus "(chambered nautilus)"" terimi de kullanılabiliyorsa da bu terim daha çok "Nautilus pompilius" türüne özeldir. Notilus, Güney Pasifik'in derin sularında yaşar. Kabuklarına Malayi Adaları sahillerinde bol rastlanır. Helezon şekilli kabukları odacıklıdır. Bölümler ince çeperlerle ayrılmıştır. Hayvan en büyük olan son bölümde yerleşir. Diğer odalar salgıladığı bir gaz ile doludur. Arka kısmından uzanan ince bir şerit bölmelerden geçerek en son odacığa kadar ulaşır. İki çift solungaçları vardır. Ağız etrafında doksan kadar kola sahiptir. Odacıklardaki gaz su basıncını dengeleyerek hayvanın su içinde yüzmesini ve alçalıp yükselmesini ayarlar. Bütün kafadan bacaklılar ayrı eşeylidir. Döllenme, dişinin manto boşluğunda gerçekleşir. Dişi, döllenmiş kapsüllü yumurtalarını tek tek veya mukusla örtülü kümeler halinde sabit cisimlere yapıştırır. Nadir hallerde serbest olarak suya bırakır. Metamorfoz (başkalaşım) yoktur. Yumurtalardan ergine benzer yavrular çıkar. Üreme dönemlerinde ahtapot veya mürekkep balıklarındaki gibi eşler birbirine sarılmış olarak saatlerce suda sürüklenirler. Hepsi solungaç solunumu yapan yırtıcı etçil hayvanlardır. Nautilidae familyasının cins, tür ve alt türleri içeren ayrıntılı sınıflandırılması aşağıda sunulmuştur: Ziya Keskiner Ziya Keskiner, (d. 1910, İstanbul - ö. 10 Temmuz 1982) Türk tiyatro oyuncusu ve yönetmenidir. Yönettiği tiyatro oyunları arasında "Sülüman Bacanak" ve "Maymun Gözünü Açtı", rol aldığı oyunlar arasında "Bu Kız Böyle Düştü (1952)" ve "İstanbul Geceleri" (1950) yer alır. Ünlü oyuncu Adile Naşit'in ilk eşidir. 1982'de kalp krizi sonucu öldü. İstanbul Karacaahmet Mezarlığı'nda oğlu Ahmet Keskiner (1951-1966) ile birlikte yatmaktadır. Karısı Adile Naşit ise Feriköy Mezarlığı'ndadır. Richard Linklater Richard Linklater, (d. 30 Temmuz 1960), Amerikalı yönetmen, film yapımcısı, senarist ve oyuncu. Yönettiği filmler içerisinde daha çok komedi gençlik filmi "Dazed and Confused" (1993), romatik drama üçlemesi "Before Sunrise" (1995), "Before Sunset" (2004), "Before Midnight" (2013), müzik temalı "School of Rock" (2003) ve rotoskop tekniğiyle çektiği "Waking Life" (2001), "A Scanner Darkly" (2006) filmleriyle tanındı. 2002 yılından 2014 yılına kadar çektiği "Boyhood" (2014) filmiyle olumlu eleştiriler aldı. Ayrıca aralarında Altın Küre ve BAFTA'nın da olduğu birçok organizasyondan en iyi yönetmen ödülüne lâyık görüldü. Filmlerinde genel olarak kullandığı yapısal anlatı tarzıyla dikkatleri topladı. Projelerinden "Before..." filmleri ile on yılı aşkın bir süre boyunca aynı oyuncularla yönettiği "Boyhood" da bu şekildedir. Linklater, birçok filminde Ethan Hawke ve Matthew McConaughey gibi oyuncularla çalışmıştır. Linklater Sam Houston State University'de ders veren Diane Margaret ile Charles W. Linklater, III çiftinin çocukları olarak 1960'ta Teksas'ın Houston şehrinde doğdu. Liseyi Huntsville'deki "Huntsville High School"’da okuyup, son sınıfı Bellaire'deki "Bellaire High School"’da tamamladı. Sam Houston State University'de edebiyat ve drama alanında lisans eğitimi görmesine karşın bir süre sonra okulu bırakarak Meksika Körfezi'ndeki bir petrol sondaj platformunda çalışmaya başladı. Ardından Super-8 kamera, projektör ve kurgu malzemeleri alarak Austin'e taşındı. 1984 yılının sonlarına doğru sinema eğitimi için "Austin Community College"’den kaydoldu. 1985'te arkadaşı Lee Daniel ile birlikte Austin Film Society'i kurdu. Linklater, gençliğinde Martin Scorsese, Robert Bresson, Yasujiro Ozu, Rainer Werner Fassbinder, Josef von Sternberg ve Carl Theodor Dreyer gibi yönetmenlerden etkilendi. Sıcak çikolata Sıcak çikolata veya sıcak kakao, genellikle eritilmiş çikolata veya toz kakao, sıcak süt veya su ve şeker içeren sıcak içecek. İlk çikolata içeceğinin yaklaşık 2000 sene önce, Mayalar tarafından yapıldığı düşünülmektedir. 1400'lere kadar kakao içecekleri, Aztek kültürünün önemli bir parçası olmuştu. Yeni Dünya'daki Meksika'dan Avrupa'ya getirildiği zaman Avrupa'da popüler olan içecek, o tarihlerden beri çeşitli değişikliklere uğradı. 19. yüzyıla kadar sıcak çikolata, karın ağrıları gibi birtakım rahatsızlıkların tıbbî tedavilerinde dahi kullanıldı. Günümüzde ise sıcak çikolata bütün dünyada tüketilmekte olup, İtalya'da hazırlanan çok koyu kıvamlı "cioccolata densa" veya genellikle Amerika Birleşik Devletleri'nde içilen daha sulu bir kıvama sahip olan sıcak çikolata gibi farklı şekillerde servis edilmektedir. Guatemala'daki Río Azul arkeolojik bölgesinde yer alan, Erken Klasik döneme (460-480) ait bir Maya mezarında; üzerlerinde Maya diliyle kakao yazan ve çikolata içeceğinin kalıntıları nı içeren bir kap bulundu. Mayalar, soğuk olarak servis ettikleri çikolata içeceğini yapmak için kakao tohumlarını toz haline getirir ve su, mısır unu, kırmızı biber ve diğer malzemelerle karıştırırlardı. Sonrasında bu içeceği, köpürünceye kadar bir fincana bir kaba aktarırlardı. Bu içecek, sınıf farkı gözetmeksizin tüm Maya halkının ortak içeceği konumundaydı. Sıcak çikolatanın genellikle keyif için tüketilmesiyle birlikte sıcak çikolata içmek ile ilişkin sağlık açısından birçok fayda var. Araştırmalara göre sıcak çikolata, sağlığa faydalı olabilen büyük oranda antioksidan bulunmaktadır. 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar sıcak çikolata, hem bir içecek hem de bir ilaç olarak değeri vardı. Kâşif Francisco Hernández, çikolata içecekleri yüksek ateşi ve karaciğer hastalığının tedavisinde yardım ettiğini yazmıştır. Diğer bir kâşif Santiago de Valverde Turices, büyük oranda sıcak çikolata göğüs rahatsızlıklarını, ve daha küçük oranlarda mide düzensizliklerinin tedavi edilmeleri için yardımcı olduğunu inanmıştır. 17. yüzyılda çikolata Fransızlara tanıtıldığı zaman "sinir nöbetleri ve kötü ruh hâlleri"ni tedavi etmek için kullanılmıştır; bu çikolatanın fenetilamin içermesine ilişkin olabilir. Günümüzde sıcak çikolata tıpdan çok keyif için kullanılmaktadır, fakat yeni araştırmalara göre içeceğin sağlık açısından diğer faydaları olabilir. Öte yandan, sıcak çikolata içmenin birçok olumsuz etkisi de var. Sıcak çikolatanın yüksek oranda kalorisi, katı yağı ve şekeri var. Sıcak çikolatayı yapmak için kullanılan kakaonun içindeki kafein de sağlık için olumsuz etkileri de olabilir. Araştırmalara göre sıcak çikolatanın tüketilmesi sağlık için olumlu olabilir. Cornell Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre sıcak çikolata, şarap ve çaydan daha çok antioksidan içermektedir, böylece kalp hastalığı riskini azaltıyor. Bir porsiyon sıcak çikolatada araştırmacılar 611 miligram galik asit ekivalanı (GAE) ve 564 miligram epikateşin ekivalanı (ECE) bulunmuştur; bununla karşılaştırılınca kırmızı şarapta 340 miligram GAE ve 163 miligram ECE, yeşil çayda ise 165 miligram GAE ve 47 miligram ECE bulunmuştur. Cornell'de araştırmayı düzenleyen profesör Chang Yong Lee, içecek ısıtıldığı zaman daha çok antioksidanın yayınlandığını açıkladı. Kakaoda bulunan flavonoidler de atardamar sağlığı için olumlu etkiler vardır. National Institutes of Health tarafından yapılan bir araştırmaya göre yüksek oranda flavanol içeren bir kakao içeceğinin içilmesinden sonra kan dolaşımı yüksek bir seviyede iyileşti. Bu araştırmada kullanılan denekler (18 ve 72 yaşları arasında 27 kişi) her gün 900 miligram flavonol içeren kakao içeceği içmişler, ve bunun sonucu kan akımında ve kan damarları örten endotelyum hücrelerinin fonksiyonunda iyileşme idi. Brigham and Women's Hospital ve Harvard Tıp Okulu tıp profesörü Dr. Norman K. Hollenberg tarafından yapılan ek araştırmalara göre flavonollar da damarların genişletmesinde yardımcıdır ve damar duvarlarında trombositlerin yığılmasını engelliyor. Sıcak çikolatada bulunan flavonoidler, esasen kan damarı duvarlarını serbest radikallardan koruduğu için sağlık açısından faydalıdır. Flavanoller de kan trombositlerin yoğunlaşmasını azaltıyor ve kardiyovasküler sağlığı için faydalı olabilen eikosanoid oranlarını dengeliyor. Sıcak çikolata içmenin birçok olumsuz etkisi var. Sağlık riski tür
leri ve ciddiyeti sıcak çikolata türlerine göre değişiyor. Sıcak çikolatanın olumsuz etkileri çoğunlukla bazı türlerindeki yüksek yağ ve şeker oranları içermeleri nedeniyle oluşur. Yüksek kalori, katı yağ ve şeker oranları nedeniyle obezite ve diş problemleri sağlık riskleridir. Sıcak çikolatada bulunan katı yağların ana kaynağı, kakao pudrasının yerine doğrudan çikolatadan yapılan türlerinde bulunan kakao yağından kaynaklanır. Sütten yapılan sıcak çikolata da çok daha yağ ve şeker içermektedir. İşlenmiş kakao pudrası, işlenmesinde kakao yağın çıkarılmasına karşın genellikle katılmış şeker içermektedir. Sıcak kakaonun beslenme değeri, demerara gibi arıtılmamış şekerin kullanılmasıyla iyileşebilir. Kakaoda bulunan kafein de sağlık problemlerine neden olabilir. Kahveye karşılaştırılırsa sıcak çikolatanın çok az kafeini var; tipik bir sekiz ons bardak sıcak çikolata dokuz miligram kafein içermektedir, fakat bir sekiz ons bardak kahve markaya dayanarak 133 miligrama kadar kafein içerebilir. Bu itibarla kafein, sıcak çikolatayla ilişkin büyük bir sağlık sorunu değildir. Soğutma çevrimi Bir soğutma çevrimi, soğutucu bir akışkanın ısıyı emmesi ve daha sonra yayması ile oluşan değişikliklerin tanımlandığı, bir soğutucu içinde gerçekleşen çevrimdir. "Çevrim döngüsü şu şekildedir:" Kompresör tarafından alçak basınçtaki soğutucu akışkan yüksek basınca çıkartılarak buradan kondensere yollanır kondenserde yoğuşma oluşturulur ve genleşme valfinden geçerek alçak basınç sıvı hale dönüştürülür ve buradan evaparator vasıtası ile soğutma gerçekleştirilir Uygulamada, ısının düşük sıcaklıktaki kaynaktan, yüksek sıcaklıktaki ortama pompalanması ile depolama hacmi ya da yaşam alanı soğutulur. Isı normalde bunun tersi yönde bir hareket izlemektedir (yüksek sıcaklıktan, düşük sıcaklığa doğru). Uygulamada yalıtımın önemide çok büyüktür. Bu nedenle düşük ısı iletim katsayısına sahip yalıtım malzemeleri kullanılır. Günümüz sistemlerinde sıkça kullanılanlarından başında Poliüretan gelir. Yalıtım, soğutulmuş alandaki düşük sıcaklığı korumak ve düşük sıcaklığa ulaşmak için gerekli enerji ve gücü düşürmek için kullanılır. Soğutma çevriminin çalışma prensibi, matematik olarak Sadi Carnot tarafından 1824'de bir ısı makinesi ile tanımlanmıştır. Bir soğutucu tersinir çalışan bir ısı makinesidir. En genel haldeki soğutucu sistemler, faz değişimli ısı pompasını temel alan çevrimi kullanır, bununla beraber absorbeli (soğurmalı) ısı pompaları da uygulamaların birçoğunda kullanılır. Walter Benjamin Walter Benedix Schönflies Benjamin, (15 Temmuz 1892, Berlin - 26 Eylül 1940, Portbou İspanya), Alman edebiyat eleştirmeni, düşünür, kültür tarihçisi ve estetik kuramcısı. Asimile olmuş bir Yahudi ailesinden gelmektedir. Antika ve sanat galericisi babası Emil Benjamin ve annesi Pauline (Schönflies), Berlin-Charlottenburg doğumludur. Walter Benjamin, aynı zamanda Doğu Almanya’nın 1950’li yıllarda adalet bakanlığını yapmış Hilde Benjamin’in eniştesi ve Gertrud Kolmar ile Günther Anders’in kuzenidir. Çocukluğunu Berlin’de geçirmiştir. Lirik ve felsefik bir dille yazdığı “Berliner Kindheit um Neunzehnhundert“ (Bin Dokuz Yüzlerin Başında Berlin'de Çocukluk) adlı eseri onun bir anlamda otobiyografidir. 1905-1907 yılları arasında Thüringen’de reformist bir okulda okudu. Burada kendisini derinden etkileyen ve öğrenci hareketlerine katılmasını sağlayan öğretmeni Gustav Wyneken ile tanıştı. 1912’de liseyi bitirdi ve Freiburg (Breisgau)’da, Albert Ludwigs Üniversitesi’nde felsefe, Alman Dili ve Edebiyatı (Germanistik) ve sanat tarihi okudu. Ardından şair Christoph Friedrich Heinle ile sıkı bir arkadaş oldu. 1912-1913 kış sömestirinden itibaren üniversite öğrenimine Berlin’de devam etti. 8 Ağustos 1914’de arkadaşı Christoph Friedrich Heinle’nin intihar etmesi Benjamin’i büyük bir şoka sokmuştu. Üzüntüsünü hafifletmek isteminden dolayı kendini Heinle’nin bıraktığı eserlerini yayımlamak amacıyla bir yayınevi aramaya vermişti. Wyneken’in giderek artan savaş heyecanı Benjamin’in öğretmeni ile olan ilişkisinin 1915’den itibaren bozulmasına neden olmuştur. Aynı yıl üniversitede matematik öğrenimi gören kendisinden beş yıl genç Gershom Scholem ile tanıştı ve yaşamı boyunca onunla olan dostluğu devam etti. 1917'de İsviçre Bern Üniversitesi'nden "Alman Romantizminde Sanat Eleştirisi Kavramı" teziyle doktora yaptı. Aynı yıl Dora Kellner ile evlendi. Evliliği 13 yıl sürdü. 1918’de dünyaya gelen oğlu Stefan Rafael, 1972’de de ölmüştür. Benjamin, Berlin’e döndüğünde serbest gazeteci ve yazar olarak çalışmaya başladı. 1921’den itibaren Baudelaire’nin hikâyelerinin çevirilerini yaptı. Eseri “Die Aufgabe des Übersetzers (Çevirmenlerin Sorumlulukları)“ adı altında yayımlandı. Yine 1921’deki “Zur Kritik der Gewalt (Şiddetin Kritiğine Dair)“ adlı eseri büyük dikkat çekti. Paul Klees’in Angelus Novus adlı resminden yola çıkarak Angelus Novus adında bir dergi çıkarmak isteyen Benjamin, bu girişiminde başarısız olunca 1924’de doçentlik yapmak üzere Frankfurt’a gitti. Bu dönemde Theodor W. Adorno ve Siegfried Kracauer ile tanıştı. Doçentlik için Almanların yas törenlerinin kaynağı üzerine 1925’de yazdığı tez çalışmasının akademik dünyadaki ortodokslar bağlamında resmi olarak geri çevrileceğini tahmin ettiğinden kurula girmekten vazgeçti. 1926-1927 yıllarını Paris’te geçirdi. Franz Hessel ile birlikte Marcel Proust’un çevirilerini yaptı. Özellikle kaybolan, yitirilen zamanın arayışı üzerine. Komünizme olan ilgisi onu 1927 kışında Moskova^ya taşır. Ve burada kız arkadaşı Asja Lacis’i ziyaret eder. 1930’lu yılların başlangıcında Bertolt Brecht ile beraber radyo yayınları planlar. 1932’de “Berliner Kindheit um Neunzehnhundert“ adlı kitabını yazmaya başlar. 1932 ve 1933 yılları arasında İspanya’nın Balearen Adası’nda yaz mevsimini geçirir. Jean Selz ile tanışması onun uyuşturucuyla tanışması olur. Aynı zamanda Hollandalı ressam Anna Maria Blaupot ten Cate’ye aşık olur. İbiza ve Balearen arasında geçen bu zamanı yazar. Nasyonal sosyalistlerin yaptırımı Benjamin’in Eylül 1933’de Paris’e sürgün olarak gitmesinin nedenidir. Burada kendisine destek olan Hannah Arendt ile buluşmuştur. Finansal olarak kısmen New York’daki göçmen Max Horkheimer uzantılı Frankfurt Okulu’ndan gelen parayla geçimini sağlıyordu. Ernst Bloch, Theodor W. Adorno ve Bertolt Brecht’in etkisiyle 1930’larda giderek Marksizm’e yakınlaşan Benjamin, 1933’te nasyonal sosyalistlerin baskısıyla Almanya’yı terk ederek sürgün hayatı yaşadığı diyebileceğimiz Paris’e yerleşti. Burada edebiyat dergilerine ve New York’ta Adorno ile Horkheimer tarafından yayımlanan "Zeitschrift für Sozialforschung"’a (Sosyal Araştırmalar Dergisi) eleştiri ve denemeler yazdı. Geri döndüğünde kendisine ait olan son çalışması olan "Die Thesen über den Begriff der Geschichte" (Tarih Kavramı Üzerine Tezler)'i yayımladı. 1939 yılında, Alman mülteciler tarafından yayımlanan bir dergide çıkan yazısı nedeniyle Alman vatandaşlığından çıkarıldı. Almanların Fransa’yı işgal etmesi ve Paris’teki evini Gestapo’nun basması üzerine 1940’ta Fransa’nın güneyindeki Portbou kentine kaçtı; burada polis tarafından Gestapo’ya teslim edileceğini öğrenince aşırı derecede morfin alarak intihar etti. İntiharı üzerindeki spekülatif söylentiler vardır. Kendisinin şizoid olduğu ve bu yüzden intihar ettiğine dair tek kaynak Theodor W. Adorno'ya verilmek üzere Henny Gurland'a dikte ettirdiği veda mektubudur. Öte yandan Stalin'in ajanları tarafından morfin verilerek öldürülmüş olduğu da diğer bir başka söylentidir. Son dönemin yaşamış en büyük Marksist ideologlarından bir tanesidir. Her ne kadar Karl Marx'ı kendi okuma listesinin son sırasına bıraksa da, getirmiş olduğu eleştiriler Marksist kuram açısından çok önemlidir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Adorno ve Scholem, Benjamin’in yazdıklarını büyük oranda yeniden düzenlediler ve her şeyden önce 1970-1989 arası geniş kapsamlı olarak yayımlattıkları Gesammelten Schriften “Toplu Yazılar”, Benjamin’in yaşadığı yıllarda yazın dünyasında başarısız gibi görünen ortamı ters yüz etti. Oysa doktora tezi neredeyse hiç dikkate alınmamıştı. Doçentliğine dair yazdıkları hatta, Frankfurt Üniversitesi’nce kismen reddedilmişti. Ancak ölümünden sonra Benjamin’in bıraktıkları, sosyologların ve toplum bilimcilerin başvurduğu önemli bir kaynak olarak hâlâ tazeliğini korumaktadır. Sıcak çikolata (anlam ayrımı) "Sıcak çikolata", aşağıdaki anlamlara gelebilir: Kim Ki-duk Kim Ki-Duk, (김기덕, "Kim Ki-dŏk", d. 20 Aralık 1960 Bonghwa Güney Koreli yönetmen, senarist ve yapımcı. Kim Ki-Duk, 20 Aralık 1960 'da Güney Kore Bonghwa'da Kyungsang'ın kuzeyindeki bir taşra köyünde doğdu. Oldukça yaramaz bir çocuk olan Kim, 9 yaşına geldiğinde ailesiyle birlikte Seoul'e taşındı. Burada tarım eğitimi veren bir okula göderildi. Fakat maddi yetersizlikler yüzünden okuldan ayrılıp fabrikalarda işçi olarak çalışmaya başladı. 20 yaşına geldiğinde deniz kuvvetlerine katıldı. Askeri hayata çok çabuk uyum sağlayan Kim, 5 yıl çavuş olarak görev yaptı. Bu askeri tecrübeleri ona insan ilişkileri ve karakter analizi açısından zengin bir birikim sağladı. 1990 ' da bir uçak bileti alabilecek kadar para biriktirip, sanat eğitimi almak için Fransa'ya taşındı. Geçimini, kendi resimlerini satarak kazanıyordu. 1993'de tekrar Kore'ye dönen yönetmen, film senaryosu yazmaya başladı ve bir yarışmada iki senaryosu birden ödül kazandı. Kim Ki-Duk'un film kariyeri diğer yönetmenlerinkinden farklı başladı. Hiçbir zaman sinema eğitimi almadı ve hiçbir zaman başka bir yönetmenin yanında asistanlık yapmadı. Hiç kimsede görülmeyen bakış açısı ve kendine has hikâye anlatma tekniği buradan gelmektedir Kim, 1996 yılında küçük bütçeli Timsah adlı filmiyle ilk sinema deneyimine başladı. Hiçbir sinema eğitimi almayan Kim bu filmi ile Koreli film eleştrimenlerinden ağır eleştiriler aldı. 2004 yılında Fedakar Kız film ile Berlin Uluslararası Film Festivali'nde, Boş Ev filmi ile de Venedik Film Festivali'nde En iyi yönetmen ödüllerini aldı. 2011 yılında Arirang film ile Cannes F
ilm Festivali'nin Un Certain Ödülleri bölümünde en iyi film ödülünü aldı. Atılım Üniversitesi Atılım Üniversitesi, 1996 yılında Ankara'da Atılım Vakfı tarafından kurulmuş, kamu tüzel kişiliğine haiz bir vakıf üniversitesidir. Atılım Üniversitesi kampüsü; şehir merkezine 20 km, çevre yoluna 7 km mesafededir. Tek kampüsü olan MOG yerleşkesinde kuruludur. LYS puanlarına göre başarı ve sporcu bursları sağlamaktadır. Kampüse, Ankara'nın çeşitli bölgelerinden kalkmakta olan servislerle , EGO belediye otobüsleri ve minibüsler ile ulaşılabilmektedir. Atılım Üniversitesi yabancı dille öğretim olanağı sunmaktadır. Eğitim dili İngilizcedir. Uluslararası standartlara (ABET 2000 gibi...) uygun eğitim programları uygulamaktadır. 431 akademik, 182 idari personel toplam 613 kişilik yetkin kadrosu bulunmaktadır. Atılım Üniversitesi "Kardeş Üniversite" olan "University of the Incarnate Word" 'de (San Antonio TEKSAS’ ta) ve "The Hauge School of European Studies (HEBO)(Hollanda)" 'de Değişim Programı’ na göre istenildiğinde öğrenim görebilme fırsatı sunmaktadır. Beykent Üniversitesi Beykent Üniversitesi, 1997 yılında İstanbul'da kurulmuş bir vakıf üniversitesidir. Beykent Üniversitesi, Adem Çelik-Beykent Eğitim Vakfı tarafından 1997 yılında 09.07.1997 tarih ve 4282 sayılı kanunla kurulmuş, kamu tüzel kişiliğine sahip bir vakıf üniversitesidir. Beykent Üniversitesi'nde; 64 lisans, 72 ön lisans, 55 lisansüstü programı; 8 Fakülte, 1 Meslek Yüksekokulu, 4 Yüksekokul bulunmaktadır. 2015 itibarıyla 29.401 öğrencisi, 30.048 mezunu bulunmaktadır. Başbakan Ahmet Davutoğlu 1999-2004 yılları arasında Profesör unvanı ile üniversite yönetim kurulu üyeliği, senato üyeliği ve uluslararası İlişkiler bölümü başkanlığı görevlerinde; 75. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer , 1999-2003 yılları arasında Rektör Yardımcılığı, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanlığı ve Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü görevlerinde bulunmuştur. 25. Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, Stratejik Araştırmalar Merkezi (BÜSAM)'da danışmanlık yapmaktadır. Beykent İleri Eğitim Kurumu bir İngiliz üniversitesidir. Liverpool John Moores Üniversitesi ile Beykent İleri Eğitim Kurumu arasında imzalanan “franchise” anlaşması iki yıl sürmüştür: 1995-1997. 17 Ekim 2006 tarihli Hürriyet Gazetesi röportajında Adem Çelik şöyle anlatmaktadır: "Liverpool John Moores Üniversitesi’nin bir şubesini Beykent’te açtık. Kayıt, müfredat, denetim ve hocaların büyük bölümü oradan geliyordu. Beykent’te çok güzel bir sistem kurdular. İlk yıl 300’den fazla öğrencimiz vardı. 1995-96’da da şube olarak devam ettik. 1996’da vakıf kurduk ve 1997’den itibaren Vakıf Üniversitesi olarak devam ettik." Vakıf; Beykent Üniversitesi'nin kurulması amacıyla 1996 yılında Adem Çelik tarafından, 500.000.000 TL nakit kuruluş varlıkla kurulmuş, 20.014.000.000 TL teminat mektubu, bağışlanan ve kullanıma tahsis edilen gayrimenkuller ile yine Adem Çelik'e ait Beykent Özel Eğitim ve Spor Tesisleri A.Ş. tarafından, üniversitenin bir yıllık cari giderlerinin %20'sini karşılayacak 20.600.000.000 TL'nin bağış şeklinde her yıl vakfa verilmesiyle desteklenmiştir. Üniversite, 09.07.1997 tarih ve 4282 sayılı kanunla kamu tüzel kişiliğine haiz bir Vakıf Üniversitesi olarak kurulmuş, kuruluşu 15 Temmuz 1997 tarihli mükerrer 23050 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. Ayazağa, Maslak Yerleşkesi, Şişli ilçesine bağlı iken, 2012'de alınınan belediyeler birliği kararnamesiyle Sarıyer'e bağlanmıştır. Yerleşke 35.000 metrekarelik kapalı alana sahip ve 10.000 öğrenci kapasitelidir. 2005-2006 Eğitim-Öğretim yılında hizmete açılmıştır. Kampüs içinde Türk Ekonomi Bankası ve Simit Sarayı'nın şubeleri bulunmaktadır. 41E, 41AT, 41M, 41Y ve 41C İETT hatları ve Ayazağa minibüsleri; Beykent Üniversitesi durağından geçmektedir. Beykent Yerleşkesi, Beykent, Büyükçekmece sınırları içerisinde yer almaktadır. 16.000 metrekare kapalı alana sahiptir. Kampüste, Simit Sarayı şubesi bulunmaktadır. 34B, 34BZ ve 34C metrobüs hatları Hadımköy veya Beylikdüzü Son Durak'ta inilerek; 400A, 76C, 76G, 145M İETT hatları ve Beykent minibüsleri kullanılarak Beykent Yerleşkesine ulaşım sağlanabilir. Taksim Yerleşkesi, Beyoğlu sınırları içerisinde yer almaktadır. Sıraselviler Caddesi üzerinde bulunmaktadır, 5000 metrekare kapalı alana sahiptir ve 2004 yılında hizmete açılmıştır. M2 hattı ile yerleşkeye ulaşım sağlanabilir. Beykent Avalon Yerleşkesi Beykent, Büyükçekmece sınırları içerisinde yer almaktadır. 60 milyon dolarlık yatırımla hayata geçirilen Beykent Avalon'un içerisinde otel, alışveriş merkezi, hastane, sinema, restoran, kafe, konferans salonu ve üniversite bulunmaktadır. Otelin kapalı alan büyüklüğü 10 bin metrekare, Üniversite 15 bin, restoran ve kafe 3 bin, hastane 12 bin, konferans salonu 3 bin ve alışveriş merkezi de 30 bin metrekare kapalı alana sahiptir. 6 bloktan oluşan Beykent Avalon içerisinde; A blok otel, B, C ve D bloklar alışveriş merkezi, E blok hastane, F blok Üniversite olacak. Otelde, 220 oda, restaurant, spa merkezi, fitness, hamam, yüzme havuzu ile kapalı garaj ve yeşil alan, Beykent Üniversitesi Hastanesi kısmında 260 yatak ve helikopter pisti, alışveriş merkezi kısmında mağazalar, eğlence alanları, yeme-içme alanları, hipermarket alanı, elektronik market alanı, fitness kulübü ve sinema salonları, Üniversite kısmında ise 44 amfi ve 111 sınıf yer alacak. Binanın inşaatı ve kapasite arttırım işlemleri devam etmektedir. 34B, 34BZ ve 34C metrobüs hatları Hadımköy veya Beylikdüzü Son Durak'ta inilerek; 400A, 76C, 76G, 145M İETT hatları ve Beykent minibüsleri kullanılarak Beykent Avalon Yerleşkesine ulaşım sağlanabilir. Ayazağa, Beylikdüzü ve Taksim yerleşkelerinde olmak üzere üç kütüphanesi bulunmaktadır. Kütüphanelerin üçü de herkese açıktır. Kütüphaneler; Beykent Konukevi, 84 bağımsız daireden oluşmaktadır. Fitness Salonu, TV Salonu, etüt odası, oyun odası ve çamaşırhane ortak kullanım alanı olarak düzenlenmiştir. Her daire 3 oda, Amerikan mutfaklı salon ve banyodan oluşmaktadır. Daireler 3 kişilik , odalar ise tek kişilik olarak düzenlenmiştir. Tek kişinin konaklayabildiği 1+1 daireler de mevcuttur. Buzdolabı, aspiratör, set üstü ocak, mikrodalga fırın, tv, koltuk takımı, sehpa, yemek masası ve sandalyeleri, mutfak dolabı, elbise dolabı, çalışma masası, kitaplık, çalışma masası sandalyesi, komidin, ayakkabılık, bazalı yatak, yastık, yorgan, nevresim takımı, çarşaf, yastık kılıfı, telefon, modem cihazı gibi eşyalar hazır olarak bulunmaktadır. Beykent ve Beykent Avalon Yerleşkesi'ne yürüme mesafesindedir. Sarıyer - Ayazağa Yerleşkesi konukevi, 2008-2009 eğitim öğretim yılında hizmete açılmıştır. 6000 m² kapalı alana sahip, yerleşkeye yürüme mesafesindedir. Beykent Üniversitesi öğrencileri ve akademisyenleri, misafir akademisyenler ve idari personel uzun dönemli olarak konaklayabilmektedir. Ayrıca kapasitenin elvermesi durumunda diğer üniversitelerin barınma sıkıntısı yaşayan öğrenciler de gerekli koşulları yerine getirmek suretiyle konukevinde kalabilmektedir. Konukevi 121 odadan oluşmakta, arttırılabilir 242 kişilik kapasiteye sahiptir. Tek kişilik ve ikişer kişilik oda seçenekleri bulunmakta, odalarda; buzdolabı, televizyon, telefon ve banyo ve 24 saat internet erişimi mevcuttur. %25, %50 ve Tam burslu programlarına yerleşen öğrencilere sağlanan burslar karşılıksız olup, başarı durumuna bakılmaksızın öğrenim hayatı boyunca devam eder ve varsa zorunlu yabancı dil hazırlık programında geçirilecek 1 yıl süreyi de kapsar. Burslu öğrenciler bir başka bölüme yatay geçiş koşullarını taşıdıkları takdirde burslu olarak geçebilirler. Hazırlık sınıfı ile tam burslu eğitim alan öğrenciler dışında, lisans bölümlerinde 1, 2 ve 3. sınıfların sınıf birincilerine; ön lisans programlarında ise 1. sınıfların program birincilerine verilmektedir. %50 oranında eğitim-öğretim ücretinden indirilmek üzere burs verilir. Uluslararası Bakalorya diplomasına sahip olup Beykent Üniversitesi'ni tercih eden ve kesin kayıt yaptıran öğrencilere, Bakalorya derecesine göre; 40 ve üstü olanlara %100, 35 - 40 arası olanlara %75, 30 - 35 arası olanlara %60, 24 - 30 arası olanlara %25, 23 ve altında olanlara %10 oranında eğitim - öğretim ücretinden indirilmek üzere burs verilmektedir. Üniversite bünyesinde yürütülen branşlar dahilinde aşağıdaki koşulları taşıyan öğrencilere verilir: Sanat Bursu; Üniversite bünyesindeki tüm sanat dallarından birinde uluslararası düzeyde ilk üç dereceye girerek başarı sağlayan öğrencilere verilir. Her yıl spor ve sanat dallarında bursa başvuran öğrencilerin durumu, Burs Komisyonu tarafından değerlendirilerek Rektörlüğe sunulur. Spor ve Sanat Bursları yabancı dil hazırlık öğrencilerini de kapsar. Beykent Eğitim Kurumları'ndan mezun olarak Beykent Üniversitesi'nde eğitim - öğretim gören öğrencilerden üniversite öncesi Beykent Eğitim Kurumlarında 3 tam yıl okuyanlara %10; 6 tam yıl okuyanlara %20 ve 8 tam yıl okuyanlara %25 oranında eğitim - öğretim ücretlerinden indirilmek üzere burs verilir. (Bu burstan lisans öğrencileri faydalanabilir.) Kafkasya Üniversiteler Birliği'nin üyesidir. Dobriç (anlam ayrımı) Hamse Hamse, bir şâirin beş mesnevisinin bir araya getirilmesiyle oluşturulan yapıttır. Hamse yazarı şâirler "hamse şâiri" ya da "hamsenüvis" diye bilinir. Türk edebiyatında 16. yüzyılda gelişmeye başlamıştır. İlk hamseyi Çağatay şâiri Ali Şir Nevai yazmıştır. Divan edebiyatının ilk hamsesini yazan şair de Nizami Gencevi’dir. Hamse türüne düzyazının girişi ise 17. yüzyılda gerçekleşti. Nergisi, hamseye düzyazıyı sokan ilk yazardır. Çoğunlukla hüzünlü aşkların konu edinildiği hamselerde soyut kavramları işleyen mesnevilere de yer verilir. Hamse sahibi divan yazarları edebi çevrelerde büyük saygı görürdü. Hamse sahibi olan sanatçılar: Nizami Gencevi, Ali Şîr Nevaî, Taşlıcalı Yahya Bey, Hamdullah Hamdi, Nevizade Atayi, Lâmiî Çelebi ve Nergisi'dir. Bahçe nanesi Bahçe nanesi ("Mentha × piperita"), ballıbabagiller (Lamiaceae) familyasından tıbbi faydaları en fazla olan bir nane türü
. Su nanesi ("Mentha aquatica") ve kıvırcık nanenin ("Mentha spicata") melezi olan bahçe nanesinin Dünya'nın her yerinde tarımı yapılır. Yaprakları ve çiçekli uç kısmı kullanılır. %1-3 oranında mentol, menton, flavonoidler, fenoller, triperten ve tanen içeren uçucu yağ taşır. Nane sindirim sistemi için iyi bir bitkidir. Safra ve mide sekresyonunu uyarır, hazımsızlık ve gaz şikayetlerini hafifletir. Mide bulantısını önler. Antispazmodik özelliği sayesinde mide ağrıları ve gazdan doğan barsak kramplarında etkilidir. Kabızlık ve ishal şikayetlerinde de bu etkisini gösterir. İyi bir sindirim için yemeklerden sonra bir fincan nane çayı alınması önerilir. İçerdiği esansiyel yağlar antiseptik ve mantarları öldürücü özellik taşırlar. Bu özelliği gastroenteritlerde etkili olmasının bir başka sebebidir. Birkaç damlası ile bronşitli hastalarda göğüse, farenjitli hastalarda boğaza ve sinüzitli hastalarda sinüslerin üstüne yapılacak masaj etkili olur. (Bu masaj geceleri yapılırsa uyumayı engelleyebileceğinden sabahları yapılması tavsiye edilir.) Uyarıcı özelliği vardır. Deriye uygulanmasıyla ağrı kesici özelliği vardır. Baş ağrılarında suyla karıştırılmış nane yağının 10 dakikalık uygulaması yeterlidir. Burkulmalarda da nane yağı ile masaj faydalı olur. Bahariye (edebiyat) Divan Edebiyatı'nda bir şiir türüdür. Baharın gelişini, doğadaki değişimleri, çiçeklerin açmasını, kelebeklerin uçmasını konu edinen kasidelerdir. Dönemlerindeki büyük kişilere sunulup ödüllendirilmek için yazılırlar. Hemen her divanda bir bahariye bulunması geleneği vardır. Hemen her divan şairinin de bir bahariyesi vardır. Bahariye Musammat Musammat, ayrı bir nazım biçimi olmamakla birlikte gazel ve bazı kasidelere uygulanan bir divan edebiyatı tekniğidir. Bendlerden kurulu nazım biçimlerine (murabba, muhammes, müseddes, müsebba, müsemmem, mütessa, muaşşer, terbi, tahmis, taşdir, tesdis, tesbi, tesmin, tes-i, taşir, terkib-i bend ve terci-i bend) verilen genel addır. İlk bende geçen dize ya da beyitlerin, öbür bendlerin sonunda aynen yinelenmesiyle düzenlenen musammatlara mütekerrir musammat denir. İlk benddeki dize ya da beyitlerin, öbür bendlerin sonundaki dize ve beyitlerle yalnızca uyak bakımından uyuşması durumunda musammat, müzdevic musammat adını alır. TAHMÎS Hirâs-ı fitne saldun dehre ey bî-dâd n’eylersün Kopardun yer yer âşûb-ı kıyâmet-zâd n’eylürsün Perîşânlıklar etdün nev-be-nev icâd n’eylersün Dağıtdun hâb-ı nâz-ı yârı ey feryâd n’eylersün Edüb fitneyle dünyâyı harâb-âbâd n’eylersün Vücûdun eylemiş hikmet-şinâs-ı âlem-i bâlâ Aristâlis-i asr u nakd-ı vakt-ı Bû Alî Sînâ Benânun hall-i râz-ı müşkilât-ı nabz edüb hakkaa Edersün gerçi her derde tabîbim bir devâ ammâ Cünûn-ı ehl-i ışk olunca mâder-zâd n’eylersün Nihândır bû-yı fitne târ-ı anber-fâm-ı zülfünde Nice subh-ı kıyâmet muhtfîdir şâm-ı zülfünde Dimağ-âşüftedir cân ârzû-yı kâm-ı zülfünde Dil-i mecrûhuma rahm eyle kalsun dâm-ı zülfünde Şikeste-bâl olan murgı edüp âzâd n’eylersün Zemîn nat-ı siyâset-gâh-ı dil seyf-i kazâ mübrem Zebân hâmûş-ı hayret sîne sûzân dîdeler pür-nem Hevâ-yı ışk şûr-efgen mahabbet gaalib ü muhkem Şehîd-i tîg-ı ışk-ı yârdır ser-cümle-i âlem Urub şemşîre dest ey gamze-i cellâd n’eylersün Bulub pervâza ruhsat rûzgâra işveler satdun Perîşân etmeğe cem’iyyet-i uşşâkı can atdun Ne âl etdünse etdün murg-ı cânı dâma uğratdun Varub gîsû-yı zülf-i yârı biri birine katdun Yine bir fitne tahrîk eyledün ey bâd n’eylersün Ne sûret kim çekersün can bağışlarsun Mesîh-âsâ Olur hayrân-ı kârun mû-şikâfân-ı yed-i beyzâ Bu san’atde ne Erjeng ü ne Mânîdür sana hemtâ Güzel tasvîr edersün hatt u hâl-i dil-beri ammâ Füsûn u fitneye geldükçe ey Bihzâd n’eylersün Olursun Nâilî-veş gördüğün mahbûba efgende Meta’-ı sabrunı tâlân eder her tıfl-ı nâz-ende Mahabbet gam-fezâ esbâb-ı cem’iyyet perâkende Bahâyî-veş değülsün kaabil-i feyz-i safâ sen de Tekellüf ber-taraf ey hâtır-ı nâ-şâd n’eylersün Nâilî Teşbih Teşbih, "benzetmek" manasına gelir. İfadeyi kuvvetlendirmek için aralarında benzerlik bulunan iki kavramdan zayıf olanın güçlüye benzetilmesidir. Dinî kavramlarda ise Teşbîh, Tanrı'nın şeklen insana benzetilmesi mânâsına gelmektedir. Bir teşbihte dört öğe bulunur: Örneğin "yol yılan gibi kıvrılıyor" dendiğinde, "yol" benzeyen, "yılan" kendisine benzetilen, "kıvrılıyor" benzetme yönü, "gibi" ise benzetme edatıdır. Teşbih, bu öğelerden bir ya da birkaçının kullanılıp kullanılmamasına göre dörde ayrılır: Mecâz-ı mürsel Ad aktarması ya da mecâz-ı mürsel, bir söz sanatı türü. Ad aktarması yapılırken herhangi bir nesne ya da varlık anlatılmak istendiğinde doğrudan o nesne ya da varlığı söylemek yerine, o nesnenin bir parçasının ya da o nesne ile ilgili bir özelliği söyleyerek nesneyi aktarma işine ad aktarması denir. Ad aktarması yapılırken çeşitli kelime ilişkileri kullanılarak ad aktarması yapılır. Örneğin; parça bütün ilişkisi, iç-dış ilişkisi, eser-yazar ilişkisi gibi ilişkilerle ad aktarması yapılır. Telmih Telmih, bir edebi sanat türüdür. Hatırlatma sanatı olarak da geçer. Halk edebiyatında sıklıkla kullanılmakla birlikte daha çok divan edebiyatı şair ve yazarları tarafından tercih edilmiştir. Günümüzde de kullanılmaktadır. Bilinen bir hadise, kişi, nükte, fıkra, atasözünü dolaylı biçimde anlatma sanatıdır. Telmihin başarılı olması için okuyucunun dolaylı anlatıma konu olan düşünceyi kolayca anlayabilmesi gerekir. Divan edebiyatında özellikle dini hikâyeler, din büyükleri ile kahramanları, Kur’anı Kerim ayetleri ve mesnevi kahramanları telmih konusu olmuştur. Söz arasında, bilinen bir olaya, tarihten veya mitolojiden bir kahramana, bir atasözüne işaret edip onu hatırlatma sanatıdır. Birinci dizede geçen "Leyla" ve "Mecnun" herkesin bildiği "Leyla ile Mecnun" hikâyesinin kahramanlarıdır. Birinci dizede geçen "taht-ı Süleyman", Süleyman Peygamber'in havada uçtuğuna inanılan tahtıdır. İlk dizede geçen "Afrodit", Yunan mitolojisinde aşk ve güzellik tanrıçasıdır. Dağlık Karabağ Dağlık Karabağ (, ), Güney Kafkasya'da hukuken Azerbaycan Cumhuriyeti'ne bağlı tarihi bölge. Günümüzde, Ermenistan Silahlı Kuvvetlerinin işgali sonucunda hiçbir ülke veya uluslararası kuruluş tarafından tanınmayan de facto Dağlık Karabağ Cumhuriyeti'nin egemenliği altındadır. Azerbaycan'ın resmî tarih anlayışı, Dağlık Karabağ'ın eski çağlardaki adı "Albanya" olup bölgede yaşamış olan Kafkas Albanyalılarının Azerilerin atalarından olduğu savunmaktadır. Ermenistan, Dağlık Karabağ'ın Ermenilerin ataları olan antik bir Hıristiyan krallığının parçası olduğunu savunmaktadır. Buna kanıt olarak da bölgedeki kiliseler gösterilir. Azeri tarihçiler ise bahsi geçen kiliselerin Hristiyan Albanyalılara ait olduğunu iddia ederler. Bölgeye İslamiyet yaklaşık bin sene önce gelmiştir. 1578 Osmanlı-Safevi seferinden sonra Osmanlı hakimiyeti altına girdi ve Berda, Hacın, Ahıstâbâd, Dizak, Hakâri ve Varand sancaklarından oluşan “Vilâyet-i Gence Karabağ” kuruldu. Ancak bir süre sonra Safevîlerin hakimiyeti altına girdi. 1722-1724’da Rus İmparatorluğunun bölgeye girmesiyle gerginlik yaratıldı. Osmanlı Azerbaycan’ı alarak Rusların Kafkasya'ya inmesini önlemeye çalıştı ve 1724 Antlaşmasında Karabağ Osmanlı’ya verildi. 1731’den başlayan Osmanlı-Safevi savaşı neticesinde 1736’da Nadir Şah İmperiyası'na bağlandı. 18. yüzyıldan sonra Karabağ Hanlığı’nın sınırları içinde yer alıyordu. Hanlığın hükümdarı İbrahim Halil Han idi. 19 Mayıs 1783'te Knez G. A. Potyomkin II. Katerina'ya yazdığı mektupta: ""Fırsat bulunca Karabağ'ı hemen ermenilerin kontrolüne vermek ve böylece Asya'da bir Hristiyan devlet kurmaktan"" bahsetmekteydi. 1813 yılında imzalanan Gülistan Antlaşması ile Dağlık Karabağ Rus İmparatorluğu'na verildi. 1822 yılında Karabağ Hanlığı ortadan kaldırıldı. Bölgenin Rusya'ya geçişi sonrası 1823'de Karabağ'da ahalinin sayısı ve milli terkibi aşağıda gösterildiği gibidir: 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı ve 1804 - 1813 İran - Rus Savaşı sırasında bu bölgeye Anadolu'dan ve İran’dan Ermeni göçü yaşandı. Kaçar yönetimindeki topraklardan 1825-1826 tarihlerinde 18.000, 1828'de 50.000, 1829 Osmanlı-Rus Edirne Antlaşması ile 84.000 Ermeni Karabağ ve civar bölgelere aktarılmıştır. Dönemin Rus tarihçilerine göre, bu süreç boyunca Anadolu'dan ve şu anki İran topraklarından en az 1.000.000 Ermeni Kafkasya'ya göç etmiş veya ettirilmişti.. Bu göçler sonucunda I. Nikolay, Revan ve Nahçivan hanlıklarının üzerinde bir Ermeni bölgesi kurmuştu. 1832 yılı Rus Çarlığı resmi nüfus sayımında Karabağ bölgesinin %64.4'ü Müslüman, %34.8'i Ermeni olarak kayda gemiştir. 1917 Ekim Devriminden sonra Ermeniler ile Azeriler arasında çatışma başladı. Eylül 1918’de Enver Paşa tarafından gönderilen Nuri Paşa komutasındaki Kafkas İslam Ordusu bölgeye girdi. Mondros Mütarekesinin ardından İngilizler tarafından geçici olarak işgal edildikten sonra 1919’da Azerbaycan’a bağlanmıştır. Anastas Mikoyan da bölgenin Bakü'ye bağlanmasını istedi. Azerbaycan Komünist Partisi’nin kurduğu üç kişilik araştırma heyetinin sunduğu rapora dayanarak 30 Haziran 1921’de Özerk Bölgesi’nin kuruluşu kararlaştırıldı ve 24 Temmuz 1923’te Özerk Bölgesi ilan edilmiş ve kararı uygulamaya konulmuştur. 1989 yılında Azerbaycan meclis kararıyla bölgenin özerkliği kaldırıldı. 1990’ların başlarında bölgede etnik çatışmalar başladı. Ermenistan’ın Karabağ’ı kendi sınırlarına katma isteğini açıklamasının ardından bu çatışma Ermenistan ve Azerbaycan arasında savaşa dönüştü. 1991 yılında Kafkasya'da yeni cumhuriyetlerin birbiri ardına bağımsızlıklarını ilan ettiği dönemde Rusya tarafından boşaltılan üslerden elde edilen ağır silahlar, savaşta dengenin Ermenistan'dan yana ağır basmasına neden oldu. 1991-1993 yıllarında, Ermenistan Silahlı Kuvvetleri tarafından işgal edilmiş olup bu işgal günümüzde de sürmektedir. Dağlık Karabağ bölgesi tamamen Azerbaycan toprakları içinde kalmasına rağmen Ermeni ayrılıkçılar Dağlık Karabağ ile Ermenistan arasındaki Azerbaycan'a ait bölgeyi de işgal ederek bir tampon bölge oluşturmayı başarmışlar ve Dağlık Karabağ ile
Ermenistan arasında bağlantı kurmuşlardır. Ermenistan, Dağlık Karabağ bölgesini ve bu bölgenin çevresindeki yedi ilçeyi (rayon) işgal etti. Dağlık Karabağ ayrılıkçı yönetimi bu arada, 1991 yılında bağımsızlığını ilan etti. Ancak bu bağımsızlık ve kurulan Dağlık Karabağ Cumhuriyeti, Ermenistan Cumhuriyeti dahil hiçbir ülke tarafından tanınmamaktadır. Bu savaşı sona erdiren ateşkes anlaşması 1994 yılında Bişkek kentinde imzalandı. İstanbul Okan Üniversitesi İstanbul Okan Üniversitesi, İstanbul'un Tuzla Akfırat'ta bulunan bir vakıf üniversitesidir. 1999 yılında kurulmuştur ve 2003-2004 akademik yılında eğitim-öğretime başlamıştır . Kısas-ı enbiyâ Kısas-ı enbiya, peygamberlerle ilgili kıssaları içeren yapıtların genel adıdır. Türkçede genelde divan edebiyatı döneminde kullanılmıştır. İlk kısas-ı enbiya Kısai’nin 9. yüzyılda yazdığı Kitabü Kısasi’l-Enbiya adlı eseridir. Türkçe kısas-ı enbiya kitapları arasında Rabguzi’nin 1310’da Çağatay Hanı Termaşir’in emiri Nasuriddin Tokboğa’nın emriyle yazdığı Kısasü’l-Enbiya ve Ahmet Cevdet Paşa’nın Kısas-ı-Enbiya ile Tevarih-i Hulefa adlı eserleri sayılabilir. Musa'nın Hükmü Musa'nın Hükmü, Michelangelo tarafından yapılan ve II. Julius'un mezarının merkezindeki yer alan ana heykeldir. Heykelde tasvir edilen kişi Musa peygamberdir. İnsan üstü boyutta ve oturan adam şeklinde tasarlanan heykelin sağında ve solunda, dışa dönük canlı bir yaşamla içe dönüklüğü temsil eden Lea ve Rahel heykelleri bulunmaktadır. Musa tanrısal on emri halkına bildirmek için Sina Dağına çıkar ve orada kırk gün kırk gece bekler. Şehre döndüğünde, halkının altından yaptıkları bir buzağı heykeline taptıklarını görür. Bu, onda büyük bir kızgınlık ve hiddet yaratır. Michelangelo’nun Musa’sı, bu anı temsil eder. Peygamber öfkeli, fakat henüz kendisine hakim görünür. Başı sola çevrili, üzerinde on emrin yazılı bulunduğu levha koltuğunun altında, sağ eli asabi bir hareketle sakalını karıştırır. Davud heykelinde olduğu gibi, burada da zapt olunan hareket,yahut biraz sonra harekete geçecek olan sükun ifade edilir. Heykel Musa peygamberin az sonra ayağa kalkarak levhayı yere çalacağı izlenimini yaratır. JavaServer Faces JavaServer Faces (JSF), Java tabanlı web uygulamalarını kolaylaştırmak için Model-View-Controller (MVC) yapısına uygun olarak geliştirilmiş bir şartnamedir (framework). MVC örüntüsünün uygulanmasının event mekanizması ile mantığı üzerine kurulmuş bir API'dir. JavaServer Faces güçlü ve dinamik web uygulamaları geliştirmeyi kolaylaştıran web tabanlı ara yüzler hazırlamak için tasarlanmıştır. JSF Swing gibi bir takım standart bileşenler (butonlar, linkler, secim kutuları gibi) ya da özelleştirilmiş bileşenler oluşturmak için model sunmasının yanı sıra istemci taraflı olayların (event) işlenmesi için yöntemler sunar. Java için birçok web ara yüz uygulama çatısı bulunmasına karşın JavaServer Faces Java API olması ile öne çıkmaktadır. JSF “Java community” standardıdır. JavaBean bileşenleri paradigmasının, web arayüz tasarımında kullanılmasına olanak verir. Ancak JSF'in doğrudan HTML kodlarının kullanımına getirdiği kısıt çözülmesi zor ekran problemlerine yol açmaktadır. JSF bir diğer olumsuz yanı ise hızlıca kullanılamamasıdır. Bir projede tam anlamıyla kullanılabilmesi için oldukça uzun süreçli bir eğitim sürecini gerektirmektedir. JavaServer Faces teknolojisinin farklı uygulamaları bulunmaktadır. Bunlar: Atv (Türkiye) atv, Turkuvaz Medya Grubu bünyesinde Türkiye'de yayın yapan ulusal televizyon kanallarından biridir. Tüm Türkiye'ye yayın yapan ulusal kanal, genelde dizi filmleriyle ön plana çıkmıştır. Kanalın genel yayın yönetmeni Metin Ergen'dir. Türkiye'de 90'lı yıllar da "devlet televizyonu" tekelinin Turgut Özal'ın girişimiyle kırılması ile devlete ait televizyon alanın özel kesime açılması sonrası birçok kanallı birlikte 9 Eylül 1992'de Satel (Sabah Televizyonu) adıyla Dinç Bilgin tarafından kurulmuş, şirket ismini Sabah ve Televizyon kelimesinden almıştır. Kanalın ilk anchorman'i Güneri Civaoğlu olmuştur. 12 Temmuz 1993 itibarıyla atv adıyla şimdiki ismiyle yayın yapmaktadır. atv, 90'lı yıllarda TRT, Star TV, Show TV ve Kanal D'den sonra yayınladığı Süper Baba, İkinci Bahar, Çiçek Taksi, Tatlı Kaçıklar, Mahallenin Muhtarları, İlişkiler, Gurbetçiler, Sıcak Saatler, Baba Evi, Böyle Mi Olacaktı, Affet Bizi Hocam gibi yerli dizileriyle de büyük seyirci kitlesine sahip olmuştur. Prima TV, Kiss TV, Yeni TV, Sabah, Yeni Asır, Bugün, Asabi, Ateş, Yeni Yüzyıl, Takvim ve Fotomaç gazeteleri, Kiss FM, Yeni Radyo, Romantik Radyo, Şık FM, Radyo Sport, Aktüel, Şamdan, Para, Sinema ve birçok dergileri ile Merkez Medya Grubu'nu oluşturuldu. Tartışma programlarında çığır açan Siyaset Meydanı'nda 1994 yılında yayınlanan ilk sezonu atv'ye çok büyük reyting sağlamıştır. Mayıs 2005 yılında Ciner Grubu tarafından satın alındı. 1 Nisan 2007'de tarihi içlerinde Kanal 1 ve Sabah Gazetesi'nin de bulunduğu birçok televizyon kanalı ve gazeteye Merkez Medya Grubu iştirakleri dahil TMSF tarafından el konuldu. 2007 yılında gerçekleştirilen ihale sonucu atv ve Sabah Gazetesi'nin sahibi Merkez Yayıncılık, Çalık Holding'in sahibi olduğu Turkuvaz A.Ş.'ye satılmıştır. Halen Turkuvaz Medya Grubu'na bağlı olarak yayınlarını sürdürmektedir. 2013 Aralık ayında Kalyon İnşaat sahibi olduğu Zirve Holding patronu Orhan Cemal Kalyoncu tarafından satıldı. Halen a2, a Haber, a Spor, a News, minikaGO, a Para, Radyo Turkuvaz, Vav Radyo, Sabah Gazetesi, Yeni Asır Gazetesi, Takvim Gazetesi ve Fotomaç Gazetesi bünyesinde bulunmaktadır. atv, 4 Eylül 2013'ten itibaren 16:9 geniş ekran formatına geçmiştir. atv HD, 24 Nisan 2011'de kurulan, atv ile eş zamanlı yayın yapan atv'nin yüksek çözünürlüklü kanalıdır. Kanal Türksat 4A 12054 H 27500 5/6 frekansından, D-Smart 25. kanaldan, Digiturk 25. kanaldan, Filbox 24. kanaldan, Türksat TKGS 2. kanaldan, KabloTV 23. kanaldan ve Tivibu 314. kanaldan izlenebilmektedir. atv Ana Haber Bülteni'ni ilk HD yayınlayan ulusal kanaldır. Atv Haber, 12 Temmuz 1993'de yayına başlayan ve 10 Ağustos 2009'dan beri Cem Öğretir tarafından sunulan ana haber bültenidir. A Haber kanalı ile ortak yayınlanmaktadır. Geçmişte, hafta içi haberleri şu kişiler tarafından sunulmuştur: a2, 16 Kasım 2016 tarihinde yayın ilk sinyallerini verip test yayına başlamıştır. Asıl yayınına 28 Kasım 2016 Pazartesi günü başlamıştır. İlk kanalın yayına geçeceğinin duyulduğu tarih 11 Kasım 2016'dır. Kanalın ilk EPG rehberi bilgisi 25 Kasım 2016'da Akşam saatleri yayınlanmaya başlanmıştır. Kanal dizi, eğlence ve sporun olduğu tematik bir kanaldır. atv'deki yayınlanan maçlar dizileri meşgul ettiğinden maçlar bu kanalda yayınlanmaktadır. atv ailesinin asıl kanalı atv'nin eski efsaneleşen zamanda yüksek reyting alan dizilerini ve günümüzdeki dizilerin gece tekrarlarını yayınlamaktadır. Kanalın ilk testten çıkıp yayınlanan dizisi 28 Kasım 2016 saat 06:00'da yayınlanan Mahallenin Muhtarları'dır. Kanal gece saatlerinde atv'nin güncel dizilerinin tekrarları yayınlanmaktadır. a2 Aralık 2016 ortasında jeneriklerinin müziğini değiştirmiştir. a2 3 Nisan 2017'de HD yayına geçmiştir. Frekansı 11999 V 11666 3/4'dür. atv Avrupa, 16 Ekim 1997'de kurulan atv'nin Avrupa'daki Türklere yönelik yayın yapan televizyon kanalıdır. Haber, yerli filmler, atv'nin dizileri, yaşam ve magazin programları, yarışmalar ile yayın akışını sürdürmektedir. İlk adı atv İnt'dir. Avrupa saatine göre yayın yapmaktadır. 4 Eylül 2013'ten itibaren 16:9 geniş ekran formatına geçmiştir. Frekansı 11883 V 4800 5/6'dır. İspir İspir, (Gürcüce: სპერი "Speri"; Ermenice: Սպեր "Sber veya Sper") Erzurum ilinin bir ilçesidir. Yerleşim, Herodotos tarafından "Saspeir", Ksenophon’da "Hesperit", Bizanslı Fastus tarafından ise "Sber/Sper" diye adlandırılmıştır. Şehrin adının, Çoruh nehri kıyısına yerleşmiş bir Saka toplumunun adından geldiği de ileri sürülmektedir. İspir ve çevresi, Doğu Anadolu’yu Doğu Karadeniz kıyılarına ve Kafkaslara bağlayan, tarihin çeşitli dönemlerinde askeri ve ticari amaç ile kullanılan doğal ve tarihi yollar üzerindedir. Özellikle Serçeme Boğazı-ispir güzergahında bulunan çok sayıdaki kale ve garnizon, burasının eskiden beri kullanılan bir anayol olduğunu göstermektedir. Bunun yanı sıra İspir, tarım ve hayvancılıkla elverişli olmasından dolayı çevresinden göç almıştır. Adını Saka Türklerinin Sasper Boyu’ndan aldığı iddia edilen İspir; Hurri, Urartu, Saka (İskit), Med, Pers, Roma, Bizans, Sasani, Emevi, Abbasi, Selçuklu, İlhanlı, Karakoyunlu, Timurlu, Akkoyunlu, Gürcü Krallığı ve Osmanlı medeniyetlerinin yerleşim alanı olmuştur. İspir ve çevresi Urartular'a ait çivi yazılı belgelerde Kulka (Qulha) adıyla geçmektedir. Bizans egemenliğinde Sper adıyla anılan yerleşim, Bizans-Gürcü mücadelesine sahne olmuştur. 1048'de Selçuklu kuvvetlerince ele geçirilen İspir ve çevresi Malazgirt Meydan Muharebesi'ne kadar Bizans ve Selçuklu arasında sıklıkla el değiştirmiştir. Alp Arslan tarafından Ebû’l- Kasım Saltuk'a verilen bölgeyle birlikte İspir'de 1072 yılında kurulan Saltuklu Beyliği'nin hakimiyetine girdi. 1202 yılında beyliğin yıkılmasından sonra II. Süleyman Şah tarafından kardeşi Mugis ed-Din Tugrul Şah'a Erzurum ve çevresiyle birlikte bırakıldı. Erzurum Selçukluları olarak da adlandırılan kısa dönem sonrasında 1230 yılında Anadolu Selçuklu Devleti'nin hakimiyeti olan bölgeyi 1242 yılında Moğollar ele geçirdi. Daha sonra İspir ve çevresi İlhanlılar, Eretna Beyliği, Karakoyunlu, Timurlular ve Akkoyunlu hakimiyetinde kalmıştır. 1499'da İspir kalesi Osmanlı güçlerince ele geçirilmekle birlikte kısa süre içerisine Gürcü kuvvetlerince geri alındı. 1514 Çaldıran Seferi sonrasında Osmanlı hakimiyetine giren ve 1515 tarihinde sancak olan İspir, aynı yıl içerisinde yeni kurulan Diyarbakır Beylerbeyiliğine, 1520 yılında da Rum Eyaleti' ne bağlanmıştır. 1535 yılında yeni kurulan Erzurum Vilayetine' ne bağlı bir sancak olmuştur. 1642 Tarihli Avarız Defterinde İspir kazasında 12 Müslüman hane, 17 Gayrimüslim hane, 139 asker ile 10 d
in görevlisi bulunmaktaydı. İspir kazası toplamında ise 531 Müslüman ile 286 Gayrimüslim hane bulunuyordu. 1835 tarihli nüfus yoklama defterine göre İspir' de kaza merkezi ile birlikte 152 yerleşim alanı bulunmaktadır. Bu sayımda İspir kaza merkezi ve köylerinde yaşayan toplam erkek sayısı 11.308 kişi olup, bunun 10.691'i Müslüman erkek geri kalan 617 erkekte gayrimüslim nüfusu oluşturmaktaydı 1839 tarihli kaynaklarda İspir nahiye olarak kayıtlara geçmiştir. 1880 yılına kadar Erzurum merkez sancağına bağlı kaza olan İspir, bu tarihte yeni sancak yapılan Bayburt’a bağlanmıştır. Bayburt' un kaza statüsüne düşürülmesi üzerine İspir 1888 yılında yeniden Erzurum merkez sancağının bir kazası oldu. 1892-1898 yıllarında İspir 143 köyü olan kaza konumundaydı. 1895-1896 yıllarında yerleşime telgraf hattı gelmiştir. 1900 yılında Bayburt-İspir arası posta sürücülüğü hizmete geçmiştir. Gene 1900 yılında yeni "Hükumet Konağı" hizmete açılmıştır. İspir ve çevresi 1916–1918 yılları arasında Rus egemenliğinde kaldıktan sonra 25 Şubat 1918’de Kazım Karabekir komutasındaki 1. Kafkas Kolordusuna bağlı birliklerce geri alındı. İspir ilçesi Erzurum il merkezinin 143 km kuzeyinde yer almaktadır. İlçenin yüzölçümü 2244 km²'dir. İlçe sınırları içerisinde 2400 ile 3900 metre arasında yükseklikte irili ufaklı çok sayıda dağ bulunmaktadır. Kaçkar, Mescit Dağı 3240 m, Deve Dağı 3363 m, Bozan Dağı 2924 m, Sandık Dağı 3186 m, Yassı Dağ 2500 m, Kazancık Dağı 2750 m, Korga Dağı 2364 m Ayazöldüren Dağı 2500 m, Asniyar Dağı 3040 m, Dilek Dağı 3549 m, Hasan Dağı 2900 m ve Nevse Dağı 3114 m bu dağlardan önemli olanlardır. Dünyanın en hızlı akan nehirlerinden birisi olan Çoruh Nehri İspir' den doğrak İspir ilçesinden geçmektedir. Su sporları, özellikle rafting için ilçede çok uygun alanlar vardır. 2014 yılı verilerine göre İspir, sahip olduğu 76.865 hektar orman arazisi ile Erzurum ilindeki en fazla orman arazisine sahip ilçe durumundadır İspir tarihsel yapısı ve önemli bir geçit noktası olduğundan kültürel anlamda zengin bir coğrafyadır. Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinin geçiş noktasında bulunan ispir birçok kültürü bir arada barındır.Erzurum ve Doğu kültürü mevcuttur. İspir'de Horon ve Bar oyunları geleneksel halk danslarını oluşturur. Tulum yörede ağırlıklı olarak çalınan Enstürmandır, bununla bereber Davul ve zurna'da kullanılmaktaktadır. Yöre halkı Türk ve Hemşinli nüfus'tan oluşmaktadır. 1990'lı yıllardan itibaren İspir nüfusu özellikle Türkiye'nin batısındaki kentlere göç vermeye başlamıştır. İlçe meyve ve sebze bakımından zengindir. Dut ve dut mamülleri (pestil, kuru dut, pekmez, köme vs.) en önemli geçim kaynaklarından biridir. Bölgede fasulye yetiştiriciliği yaygındır ve "İspir Fasulyesi" yurt genelinde meşhurdur. Tarıma elverişli alanların dar ve az olması nedeniyle bölge halkı iş bulmak amacıyla gurbet işçiliğine çıkmaktadır. Genelde fırıncılık işi yaparlar. Son yıllarda seracılık ve özellikle arıcılıktan da ilçe ekonomisine girdi sağlanmaktadır. İlçede birkaç yerde suni balıkçılık yapılmaktadır. İlçe ve yöresinde yeraltı zenginlik kaynakları bakımından işletilmeyi bekleyen kömür, bakır ve altın maden yataklarının bulunur ve bu maden yataklarının işletilmesiyle ülke ekonomisine önemli bir girdi kazandırılacağı düşünülmektedir. Bölgede zengin altın yatakları bulunmaktadır. Ayrıca ilçe sınırlarında muhtelif yerlerde zamana zaman degerli tarihi eser ve hazineler bulunmuştur. Halen toprak altında gömülü kalmış pek çok hazine olduğu tahmin edilmektedir. İspir İlçesi, Kuzey Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz bölgesinin kesiştiği alanda bulunur. Ayrıca İlçenin kuzey ve güneyi çok yüksek dağlarla çevrilidir. İlçede karasal iklim ve deniz iklimi arası bir geçiş yeri olup, ağırlıkla karasal iklim özellikleri görülmektedir. Bu nedenle ilçeye hakim iklim, karasal iklim ile deniz iklimi arasında bir geçiş iklimidir. Bu iklim özeliği İlçede aynı anda farklı iklimlerin oluşmasına yol açmaktadır. Erzurum'un diğer ilçelerine nazaran İspir’in iklimi kışları daha ılıman geçmektedir. Ancak kış ve yaz ile gece ve gündüz sıcaklık farkları hayli fazladır. İspir ilçesi sınırları içinden vadi ve havza oluşturarak geçen Çoruh nehri boyunca İklim özellikleri daha da farklılıklar göstermektedir. Bu vadide Yusufeli ilçesine doğru gidildikçe mikroklima iklim özellikleri hakim olmaya başlar. İşte bu mikroklima yapı hayvansal ve bitkisel çeşitliliği de çoğaltmıştır. Ve vadinin bir kısım yerlerinde özellikle ; Çamlıkaya nahiyesinden Yusufeli İlçesine doğru pirinç, çeltik ve nar gibi sıcak iklim özelliklerinde yetişebilen bitkilerin buralarda yetiştirilmesi, bu geçiş ikliminin özelliğini göstermesidir. Ayrıca bu vadi iklimsel olarak göçmen kuşların tercih ettiği göç yolları üzerindedir ve kuş türleri buralarda yerleşme ve barınma imkanları bulmaktadır. Ancak son yıllarda Çoruh vadisi boyunca kurulmakta olan (HES) Hidroelektrik santral'leri ve baraj'ların tamamlanmasıyla, bu vadinin ekosistemi ile İspir İlçesinin iklim özellikleri tamamiyle değişikliğe uğrayacaktır. (HES) 102.620 (ha) tarım arazisini su altında bırakacak ve bu yörede son derece çeşitlilik taşıyan hayvansal, bitkisel ve flora çeşitliliği başkalaşacaktır. Resmi kurumlardan , , , alınan bilgilere göre 1975-2011 yılları arasındaki 35 yıllık iklim ortalamaları aşağıdadır. Bu duruma göre, İspir İlçesinin yıllık yağış ortalaması, 437,4 (mm). Yıllık sıcaklık ortalaması, +10,3 °C. En yüksek sıcaklık, +42,6 °C. (Temmuz-1989) En düşük sıcaklık derecesi -32,5 °C uzun yıllar ortalaması (mart ayı), Ortalama Açık günler sayısı 100,3 dür. I. Justinianus I. Justinianus (Latince: Flavius Petrus Sabbatius Iustinianus, Grekçe: Φλάβιος Πέτρος Σαββάτιος Ἰουστινιανός Flábios Pétros Sabbátios Ioustinianos, d. yak 482, Tauresium (modern Gradište, Makedonya) - ö. 14 Kasım 565, Konstantinopolis (modern İstanbul)) Jüstinyen olarak da bilinir. 1 Ağustos 527-14 Kasım 565 döneminde Doğu Roma İmparatorluğu'nun imparatoru. Bazı tarih yazarları tarafından kendisine "büyük" unvanı yakıştırılmaktadır. Saltanat döneminde imparatorluğun eski büyüklüğünü tekrar geri getirmeye ve tarihsel Roma İmparatorluğu'nun elden çıkmış olan Batı kısımlarını kendi topraklarına katmak için büyük gayretler sarf etmiştir. Klasik antik çağlar sonlarının en önemli kişilerinin başında gelmektedir ve zamanı Bizans imparatorluğunun en parlak dönemlerinden biri olmuştur. Latinceyi anadili olarak konuşan son Doğu Roma İmparatoru olmuştur. Justinianus'un saltanat yılları Roma İmparatorluğu'nun doğuda Bizans olarak devam eden yıllarında çok önemli bir çağ olarak kabul edilmektedir. İmparatorluk yönetiminin etkileri ve kendi yaşadığı zaman ve içinde yaşadığı ülkenin sınırlarını büyük bir ölçüde aşmıştır. Justinianus'un saltanatı dönemindeki gelişmelerin temel taşı "Antik Roma İmparatorluğu'nun restorasyonu" ("renovatio imperii") tutkunluğu idi; ama bu ancak kısmen başarmıştır. Justinianus'un bu "imparatorluk restorasyon" ("renovatio imperii") tutkunluğu dolayısıyla Justinianus'u modern tarihçiler "son Roma imparatoru" olarak anılmaktadır. Justinianus'un bu tutkunluğu yaptığı savaşlarla eski Batı Roma İmparatorluğu yönetimi altında bulunmuş olan batıdaki arazileri çoğunu kendi imparatorluğu sınırları içine alması ile gerçekleşmiştir. Generali olan Belisarius Vandallar Savaşı) ile kuzey Afrika; General Belisarius ve General Narses'in Gotlar Savaşı (535-554) ile Dalmaçya, İtalya ve vali Liberius'un İber Savaşı ve Hispania Fethi ile güney İberik yarımadası bölgelerini almaları ve Fas Savaşı ile Kuzey Afrika’ya eline alması bu tutkunluk gerçekleşmiştir. Bu askeri kampanyalar Doğu Roma İmparatorluğu'nun batı Akdeniz bölgesinde kontrolünü sağlamıştır. Yine aynı fetihler Doğu Roma İmparatorluğu mali vergilerin yıllık hasılatını 1 milyon solidus altını artırmıştır. Justınianus'un hala Batı Avrupa’da ve diğer ülkelerde en etkili kalan katkısı; bugün modern devletlerde özel hukukun temeli olan Roma Hukuku, Justinianus'un emirleri ile o zaman Doğu Roma ülkesinde yürürlükte olan ama çok değişik dönemlerde ortaya koyulmuş kaideler ve kanunlara dayanan özel hukukun, tüm imparatorluk alanında tek düzen olarak bütün eski saf haliyle uygulanmasını sağlamak amacıyla yapılan çalışmalar olmuştur. I. Justinianus'un emri ile başlayan kanunlaştırma hareketi olan bu çalışmalar sonucu o zamana kadar uygulanan özel Roma Hukuku "Corpus Iuris Civilis" adı verilen bir kanunlar külliyatı içinde toplanmıştır. Bu çalışma genellikle "Questor" (Sayıştay benzeri Roma merkezi devlet dairesi reisi olarak görevli Romalı devlet memuru) olan Tribonianus çabaları ile mümkün olmuştur. Justinianus döneminde Doğu Roma İmparatorluk arazilerinde birçok önemli mimari yapı yapılmıştır. Hiç şüphesiz bunlardan en önemlisi birçok yüzyıl Konstantinopolis'e gelen herkesin güzelliğine ve yüksek ve geniş kubbesinin haşmetli eşsizliğine hayran kaldığı Doğu Ortodoks Hristiyan mezhebinin merkez kilisesi olarak yapılan Ayasofya olmuştur. Justinianus döneminde imparatorluğun başına büyük felaketler de gelmiştir. 532'de iki at yarışı için taraf tutucu grup olarak görünen ama gerçekte iki siyasi parti olan "Maviler" ve "Yeşiller"'in Konstantinopolis'te Hipodrom'da İmparatora ve devlete karşı birleşip "Nika!, Nika!" diye bağırıp alkış tutmalarından adlandırılan Nika ayaklanması sırasında isyancı halk güruhu şehri yakıp yıkmış, Doğu Roma devletini kökünden sarsmıştır ama sonunda ancak gayet kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Justinianus'un İtalya'yı tekrar Doğu İmparatorluğu'na katma amacı ile açtığı ve bu süreçte Ostrogot Krallığıni yıkılması ve Ostrogotların İtalya'dan atılmalarına neden olan Gotik Savaşı İtalya'nın yıkılıp yakılmasına neden olmuştur. Daha sonra 540'li yılların başlarında ülkede başlayan ve Justinianus Veba Salgını adı verilen büyük "veba salgını" ortaya çıkmıştır. Bu veba salgını başkent Konstantinopolis'in ve ülkenin tümünün nüfusunu kırıp geçirmiştir. Bu salgından büyük nüfus kaybeden Doğu Roma İmparatorluğu ekonomisi ve sosyal hayatı büyük bir gerileme içine girmiştir; bu geril
eme ülkenin de arazi kaybetmesine neden olmuş ve gerileme ancak 9. yüzyıl başında durdurabilmiştir. Prokopius Justinianus'un saltanat yıllarında yaşamış bir kronikçi-tarihçi olarak bu dönem için birincil kaynaktır. Aynı dönemde yaşamış ve klasik Süryanice kronik-tarih yazmış olan "Efesli İoannes"'in tarih eseri günümüze kadar gelmemiştir ama yazma nüshaları kaybolmadan önce daha sonraki kronikçi-tarihçiler için birçok ek ayrıntı sağladığı için Justinianus dönemi için önemli bir kaynak olmuştur. Hem Propocius hem de Efesli İoannes, Justinianus ve karısı imparatoriçesi Theodora hakkında gittikçe acı tenkitçi olmuşlardır. Prokopius hazırlamış olduğu ve Justinianus'un başarılarını göklere çıkarttığı "Savaşlar" ile Justinianus'a övgüler için yazdığı özel methiye eseri yanında ona gayet düşman ve alaycı görüşle (sonradan "Gizli Tarih" olarak anılan) "Anekdota" adlı eser de yazmış ve bu ölümünden sonra yazma eser popüler olarak yayımlanmıştır. Bu eserde Justinianus gaddar, kendini beğenmiş ve becerisiz bir yönetici olarak gösterilmiştir. Justinianus dönemi için diğer birincil tarih kaynakları "Agathias Tarihi", "Menander Protector Tarihi", "İohannes Malalas Tarihi", "Paschal Kronikleri", "Marcellinus Comes Kronikleri" ve "Tunnunalı Victor Kronikleri"dir Justinianus Doğu Ortodoks Hristiyan Kilisesi tarafından bir "aziz" olarak kabul edilmektedir ve "aziz yortu günü" ölüm günü olan 14 Kasım'dır. Justinianus 482 yılında Makedonya'da Tauresium adlı bir köyde dünyaya gelmiştir. Ailesi köylü olup babasının ismi Sabbatius ve annesinin ismini Vigilante oldugu bilinmektedir. Aielsei içinde o tarihten 100 kadar sonra kaybolan "Trakyaca" dili konuşulduğu iddia edilmiştir. Ama aynı zamanda bu aile içinde Latince de konuşulduğu Trakyalı-Romalı veya İliryalı-Romalı asıllı olduğu kabul edilmektedir. Justinianus hazırladığı kanunlarda birkaç kere anadilinin Latince] olduğunu belirtmiştir. Böyle olunca Doğu Roma İmparatorluğu imparatoru olan son anadili Latince olan imparator olmaktadır. İmparator olmadan önceki ismi Flavius'du. "Iustinianus" olarak bilinen adi (yani Cognomeni) sonradan almıştır. Bu ad dayısı olan imparator Justinus tarafından evlat olarak kabul edildiğini göstermektedir. Saltanatı sırasında günümüzde güney-doğu Sırbistan'da bulunan doğum köyü yerine "Justiniana Prima" adlı bir şehir kurdurmuştur. Annesi Vigilante sonradan imparator olan Justin'ın kız kardeşi idi. Justinianus imparator olmadan imparatorun özel muhafız birliği ("Excubitores") mensubu idi. Justinianus yeğenini Konstantinopolis'e yanına getirtmişti. Onun iyi bir eğitim almasına özen vermişti. Bu nedenle Justinianus hukuk, ilahiyat ve Roma tarihi konularında çok iyi eğitim almıştı. Justinianus eğitimden sonra bir zaman için imparatorluk özel muhafız birliğinde görev yapmıştır. Ama gençliğindeki yaptığı işlerin detaylı olarak bilinememektedir. Justinianus'un saltanat yıllarında yaşamış olan kronik tarihçi "İohannes Malalas" yazdığı tarihinde onu görünüşünü kısa boylu, beyaz tenli, kıvırcık saçlı, yuvarlak yüzlü ve yakışıklı olarak tasvir etmiştir. Diğer bir kronikçi-tarihçi Prokopius Justinianus'un görünüşünü Roma İmparatorluğu yapıp tiran olarak bilinen Domitian'a benzediğini yazmıştır. Ama bunun bir benzetmenin Justinianus'u küçük düşürmek için bir iftira olması çok muhtemeldir. İmparator I. Anastasius 518'de öldüğü zaman, Justın Doğu Roma İmparatoru olmuştu ve bunda yeğeni Justinianus'dan aldığı çok emeği geçmişti. Justin'ın saltanat döneminde Justinianus dayısının en yakın sırdaşı olmuştu. Justinianus gayet devlet idaresine büyük bir yeteneklik göstermiştir ve (elimizde kesin belgeler bulunmamakla beraber Justin onu 1 Nisan 527'de ortak imparator yaptığı zaman Justinianus bir sanal imparatorluk taht naipi gibi görev yapmakta idi. Justin yaşlandıkça ve saltanatının son yıllarını yaşamakta iken bunaklaşmaya başlamıştı ve Justinianus imparatorluğun gerçek "de facto" hükümdarı olmuştu. 521'de Justinianus "Roma Konsülü" görevine getirildi; ve sonra da doğudaki imparatorluk orduların başkomutanı olarak görevlendirildi. Bu ordu başkomutanlığı görevi ismendi; çünkü Justinianus'un herhangi bir askerlik tecrübesi bulunmamaktaydı. Justinianus 1 Ağustos 527'de öldüğü zaman o vakte kadar ortak imparator olan Justinianus tek egemen imparator olarak kaldı. Justinyen, memleketi imar etmek ve eski Roma İmparatorluğunu canlandırmak isteğindeydi. Bu amaç için çok çabaladı. Hükümdar olarak Justinianus görevinde gayet yüksek enerji sarf etmesi ile tanınmıştı. "Hiçbir zaman uyumaz İmparator" cümlesi onun çalışma alışkanlığı ve stilini nitelendirmekteydi. Yüksek unvan ve rütbesine rağmen Prokopius tarafından Justinianus her zaman yaklaşılabilir ve dostane tavırlarla konuşulabilir karakterli kişi olarak tavsif edilmiştir. 525'te o zaman metresi olan aşağı sınıftan bir bar sahibinin kızı olan ve bir bar kadını olarak kabul edilen Theodora ile evlendi. O zamana kadar yürürlükte olan Roma kanunlarına göre senatör sınıfından olan birini böyle alçak sınıftan olan bir kadınla evlenmesi, yani sosyal sınıflar arası evlilik, yasaklanmıştı. Justinianus'un bu evliği yapmasına dayısının karısı itiraz etmekte idi. Fakat o ölünce dayısı olan İmparator I. Justinus yeni bir kanun çıkartarak sosyal sınıflar arasında yapılacak evlenmeleri hukuksal olduğunu kabul etti. Böylece Justinianus ile Theodora'nın resmen evlenebilmesi mümkün oldu. Evlenme ayin törenleri eski Ayasofya Kilisesi'nde Patrik tarafından yapıldı. Karısı Theodora ile birlikte ülkeye düzen ve birlik getirdi. 532 yılında çıkan Nika ayaklanmasını bastırdı. Adam seçmek, görevlendirmek konusunda çok ustaydı. Narses ve Belisarius gibi yetenekli komutanları orduların başına geçirdi. Belisarius Balkanları ve İtalya'yı, Narses Kuzey Afrika'yı fethetmek suretiyle imparatorluğun sınırlarına dahil etti. Justinianus imparatorluğun her tarafını kiliseler, kaleler ve hastanelerle donattı. Bunlar arasında en muhteşem eser Ayasofya kilisesidir. Justinyen ayrıca eski Roma kanunlarını 12 ciltlik bir kitap halinde toplatmıştır. Bunun ardından imparatorluk özel hukuk kanununu hazırlattı. İmparatorluğu döneminde en önemli restorasyon çalışmalarından biri de II. Theodosius döneminde yapılan Ayasofya 'nın 532 yılında yıkılışından sonra tekrar yapılmaya başlanmasıdır. 532 yılında yapımına başlanan Ayasofya 5 sene gibi kısa bir sürede bitirilerek şu an bile unvanını koruyan 'Dünya'nın en hızlı inşa edilen katedrali' unvanına sahip olmuştur. Justinyen tüm bu iyileştirmeleri yaparken halktan ağır vergiler aldı. 565 yılında öldüğü zaman gücünün doruğunda bir imparatorluk, ancak aç bir ülke bırakmıştı. Afrika Praetorluk Valiği Fas Savaşı A Night at the Opera (Blind Guardian albümü) AIPAC Amerikan İsrail Kamu İşleri Komitesi ("American Israel Public Affairs Committee", AIPAC), 55.000 üyesi bulunan, ABD ile İsrail Devleti ilişkilerini düzen AIPAC, ABD-İsrail ticaret ilişkilerinin derinleştirilmesine, ortak askeri programların gerçekleştirilmesinde önemli bir etkiye sahip bir kuruluştur. 1951'de kurulmuştur. Bütçesi 65 milyon dolardır. AIPAC, askeri yardımlarda da çok etkindir. Örneğin,1986'da ABD Dışişleri Bakanı Shultz'un AIPAC'a bizzat yazıyla başvurarak, İsrail'e yollanacak silah türleri ve yardım paketleri konusunda görüş istemesi örgütün gücünü gösteriyor. İsrail'e yapılan yardımlar, 1985'den sonra, AIPAC sayesinde, karşılıksız hale gelmiştir. Bayrak Bayrak, bir ülkeyi veya kurumu temsil eden renkli kumaş. Genellikle uzun bir sopa veya direğin ucunda salınırlar. Her ülkenin bağımsızlığını simgeleyen bir bayrağı vardır. Birkaç istisna dışında genellikle diktörtgen şeklindedir Bayrak sözcüğünün aslı Türkçede mızrak anlamına gelen "batrak"tır. Oğuzların batrak şeklinde kullandığı kelime Uygurlarda ise batırmak, saplamak fiilleri manasında kullanılan "batruk" idi. Eski Türklerde toprağa saplanan, batırılan mızrağın üzerine hanedanlığı temsil eden renklerde kumaşlar, ipler asılırdı. Mızrağın ucuna da altın veya değerli madenlerden kurt başı gibi kağanlık alameti takılırdı. "Toprağa batırılan mızrak" anlamındaki bayrak sözcüğünün anlamı, zamanla "dalgalanan millî simge"ye kaymıştır. Antik çağlarda kullanılan savaş bayrakları "bayrağımsı" ("vexilloid") olarak sınıflandırılabilir. Bunun örnekleri arasında Ahameniş İmparatorluğu'nun savaş bayrağı Derafş Kaviani ve Roma lejyon standartları bulunmaktadır. Orta Çağ'ın ortalarında bayraklar savaşlarında asilzadelerin kendilerini belli etmek için kullandıkları semboller halinde geldi. Bayrak taşıyan bir şövalyeyi ayırt etmek kalkanında arma bulunan bir şövalyeyi ayırt etmekten daha kolaydı. Geç Orta Çağ'da Eski İsviçre Konfederasyonu gibi devletler de savaşlarda bayrak kullanmaya başladı. Erken Modern Dönem'de askeri birimlerin kendi bayraklarının olması yaygın hale geldi. 17. yüzyılın ortalarındaki Yelken Çağı'nın zirve dönemlerinde gemiler geleneksel olarak (daha sonraları bu yasal bir zorunluluğa da dönüştü) tabiiyetlerini belli eden bayraklar taşıyordu. Bu bayraklar zaman içerisinde günümüzün ulusal bayraklarına ve denizcilik bayraklarına dönüştü. Bayraklar aynı zamanda denizcilikte bir iletişim yolu haline de geldi. Bayrakların askeri veya denizle ilgili amaçlar dışında kullanılması milliyetçiliğin yükseldiği 18. yüzyıl sonlarına rastlar. 19. yüzyıl sırasında egemen devletlerin bayrak sahibi olması standart hale geldi. Hıncal Uluç Hıncal Uluç (d. 1 Kasım 1939, Kilis, Türkiye), Türk gazeteci, yazar. Subay olan babası Fuat Uluç'un, II. Dünya Savaşı sırasında Alman tanklarının manevra yaptığı Bulgar sınırında görevli olması nedeniyle, üç yaşına kadar anneanne ve teyzesi tarafından büyütülmüştür. Sonra, babası Çaldıran'a tayin olduğunda aile tekrar birleşmiştir. Ardından tayinler nedeniyle ilkokula Bandırma'da başlamış, sonra 1950 yılında Kilis'te bitirmiştir. 1952 yılında Antakya'da ortaokula başlamış, geri kalan eğitimini de Ankara Kurtuluş Lisesi'nde tamamlamıştır. 1980 yılına kadar Ankara'da kalmıştır. Önce İngilizce'yi öğrenme hevesi yüzünden İstanbul Üniver
sitesi Edebiyat Fakültesi'ne yazılmıştır. Bir sömestr sonunda tekrar Ankara'ya dönmüştür. Bir sene sonra da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni kazanmıştır. Bu arada Demokrat Parti'den ayrılmış bir grubun kurduğu Hürriyet Partisi, "Yenigün" adıyla bir yayın organı kurmuş, başına da Cihat Baban'ı getirmiştir. Mehmet Ali Kışlalı desteği ile 17 yaşında, sıkıyönetim gereği altı sayfa çıkan gazetenin spor sayfasını hazırlamaya başlamıştır. Böylece gazeteciliğe adım atmıştır. Oktay Kurtböke, Güneş Tecelli, Başkurt Okaygün, Kurthan Fişek, Güngör Sayarı, Ercan Tan gibi isimlerle beraber çalışır. 1964 yılında Kutlu Aktaş, Burhan Özfatura gibi arkadaşlarıyla beraber mezun olmuştur. Bir yıl sonra da Mamak Muhabere Okulu'nda iki yıl askerlik yapmıştır. Askerden döndüğü 1967 yılında, Mehmet Ali Kışlalı başta olmak üzere eski "Yenigün" ekibinin çıkardığı "Yankı"da çalışmaya başlamıştır. Oktay Kurtböke de "Cumhuriyet" gazetesinin yayın yönetmeni olduğu için Uluç "Yankı" ile paralel iş yürüterek burada haftada iki gün spor yazıları yazmaya başlamıştır, TRT kurulunca pazartesi günleri yine "Cumhuriyet"e tam sayfa TV sayfası yapmıştır. 1980 senesinde Gelişim Yayınları'nın sahibi Ercan Arıklı ile bir dergi çıkarmak üzere İstanbul'a gelmiştir. Ardından Zafer Mutlu'nun daveti ile 1990 senesinde "Sabah"ta yazmaya başlamıştır. 1994 yılında uğradığı silahlı saldırı sonucu topuğundan vurulmuştur. 2004 yılında Antalya Valisi Alaaddin Yüksel hakkında yazdığı yazı nedeniyle, 2008 yılında 1 ay hapis ve 898 YTL cezaya çarptırılmıştır. Halen "Sabah"ta yazarlık ve a Haber'de yayınlanan 90'a programında yorumculuk yapmaktadır. Hıncal Uluç, Defne Joy Foster'ın ölümünden sonra 'Bu nasıl bir mahalle baskısıdır?..' isimli yazısı üzerine tazminat davası açıldı ve tazminata mahkûm edildi. Hıncal Uluç, kendi seçtiği şarkılardan oluşan iki müzik albümü yayınlamıştır. 2008'de "Hıncal'ın Seçtikleri" ve 22 Ocak 2009'da "Hıncal'ın Seçtikleri 2" albümü yayınlanmıştır. Türk pop müziğinin güçlü seslerinden Lale Akat, 1973 yılında Ali Kocatepe'nin kurduğu 1 Numara Plak şirketinden ilk plağını çıkardığında, 45'liğin B yüzünde yer alan Jose Feliciano'nun "Once There Was A Love" adlı şarkısının Türkçe sözlerini Hıncal Uluç yazmıştı. Şarkının Türkçe adı ise "Aşkımızdı O" olmuştu. Plağın A yüzünde ise Donna Hightower'ın "The World Today Is A Mess" adlı şarkısının Türkçe aranjmanı olan "Biz Böyleyiz" yer alıyordu. Onun Türkçe sözlerini ise Ali Kocatepe yazmıştı.1985 yılında ise Özdemir Erdoğan ve Sezen Aksu düeti olan "Bir küçük aşk masalı" şarkısının söz yazarlığını Sezen Aksu ile beraber yapmıştır. Boylam Boylam, başlangıç meridyeninin doğusundaki veya batısındaki herhangi bir noktanın açısal mesafesi. Boylamlar, doğu ve batı boylamları olmak üzere ikiye ayrılır; derece, dakika ve saniye cinsinden ifade edilir. Dünya üzerindeki aynı boylama sahip noktaların birleşmesi ile oluşan yarım daire şeklindeki varsayımsal yaylara ise meridyen denir. Meridyenler bir kutuptan diğerine uzanır ve Dünya'yı portakal dilimi gibi dilimlere ayırır. Meridyenler, Ekvator'a dik açı yapacak şekilde yerküreyi 360 eşit parçaya bölen ve uçları kutuplarda birleşen, yay şeklindeki varsayımsal çizgilerdir. Her meridyen, bir büyük çemberin yarısıdır ve tüm meridyenler aynı uzunluktadır. Zaman zaman meridyen kavramı herhangi bir boylamdan ve kutuplardan geçen "tam" çember anlamında kullanılır. Karışıklıkları önlemek açısından bu yazıda meridyen sözcüğü her zaman yarım çember anlamında kullanılacaktır. İngiltere'nin Greenwich gözlemevinden geçen meridyen, başlangıç meridyeni kabul edilir ve 0 derece olarak gösterilir. Doğusunda kalan yerlere doğu yarımküre, batısında kalan yerlere batı yarımküre denir. Başlangıç meridyeninin 179 doğusunda, 179 batısında ve tam karşısında (180. meridyen) olmak üzere toplam 360 meridyen yayı vardır. 0 (Greenwich) ve 180 derece meridyenleri karşı karşıyadır ve birbirini daireye tamamlar. Bu nedenle 180. meridyene "antimeridyen" de denir. Meridyenler "üzerindeki" (iki paralel arasındaki) her 1 dakikalık açı 1 deniz miline (1 852 m) eşittir. Herhangi bir harita üzerinde iki nokta arasındaki mesafe ölçülürken, harita projeksiyonlardan kaynaklanan hataları minimum düzeye indirmek için, iki nokta arasındaki doğrunun uzunluğu, ortasından geçen bir meridyen üzerindeki açılar ile kıyaslanır. Örneğin iki nokta arasındaki mesafe bir pergel ile ölçülüp doğru üzerindeki bir meridyenle (mümkünse tam ortadaki) kıyaslandığında 10 dakikalık açıya denk geliyorsa, o iki nokta arasındaki gerçek mesafe yaklaşık olarak 10 deniz milidir.(18 520 m) Paraleller üzerindeki dakika aralıkları -ekvator haricinde- meridyenler ile aynı olmadığından mesafe hesaplaması için kullanılmaz. Edebiyat-Koop Edebiyat-Koop 2003 yılında, yazar ve okurları bir araya getirmek amacı ile oluşturulan bir kurum olup mevsimlik olarak aynı adı taşıyan bir dergi çıkartmaktadır. Aynı zamanda, kooperatif ortaklarının eserlerinin basımı da yapılmaktadır. İstanbul Beyoğlu’nda bulunan lokallerinde edebiyata dair etkinlikler yürütmektedirler. 2008 yılının ikinci yarısında birçok e-posta adresine, altında Edebiyat Koop'un iletişim bilgileri bulunan "Edebiyat Koop'da bu hafta" ve benzeri konulu spam mesajları gönderilmeye başlanmıştır. XOOPS XOOPS (eXtensible Object Oriented Portal System yani "Nesne Yönelimli Genişleyebilir Portal Sistemi"), hem nesnel hem de genişleyen birimleri bir arada taşıyabilen bir yazılım sistemdir. Zuups diye telaffuz edilir. XOOPS esas itibarıyla bir CMS’dir. XOOPS, PHP ve MySQL kullanılarak yazılmış bir sistemler bütünüdür. Bu sistem içerisinde bir portalda olması gereken her şey bulunmaktadır. Forum, linkler, download, anket gibi birçok CMSde neredeyse standart olarak verilen bu bileşenler XOOPS’ta gelişmiş bir halde yer alır. Sistem içerisinde bulunan modül ve temaların kurulumu, işlevsel hale getirilmesi kolaydır. XOOPS kurabilmek için Apache ve IIS (sistemin üzerinde çalışabileceği bir sanal sunucu), PHP ve MySQL dil ve veritabanı programlarına ihtiyaç vardır. Yerel bilgisayarda sistemin PHP, MySQL’den anlaması için PhpTriad, EasyPHP gibi programlar kullanılarak çalışılabilir. XOOPS, temel yapı olarak modüllerden oluşur. Modül sistem üzerinde belli işler yapan ve bunu hem ziyaretçiye bildiren, ziyaretçiden tepki alan, admine bunları ulaştıran kodlar bütünüdür. Örneğin forum, haberler, bağlantılar bunların hepsi sistem üzerinde kullanılan modullerdir. XOOPS, açık kaynak kodludur. Bu sayede XOOPS sistemi birçok modül script ve tema kazanmıştır. Deniz şeytanı Deniz şeytanı veya manta vatozu ("Manta birostris"), kanatlarının ("pektoral yüzgeç" ya da "göğüs yüzgeci") 6,7 metreye ve ağırlığının da 1350 kilograma kadar ulaşabilir. Vatozların en büyüğüdür. Yüzgeçlerini daha hızlı yüzmek için kanat şeklinde kullanır. Deniz şeytanları tropikal sularda özellikle mercan resifleri çevresinde yaşar. Deniz suyunu yayvan ağzı sayesinde süzerek içindeki küçük canlılara ulaşır. Plankton küçük balıklar ve larvalarla beslenir. Kesin olmamakla birlikte ortalama 25 yıl yaşadıkları tahmin edilmektedir. Yaşadıkları süre boyunca en fazla 12 yavru bırakırlar. Saldırgan değillerdir, beyinleri vücutlarına göre büyük olduğundan meraklı davranışlar sergilerler. Ancak dokunulduğunda, derileri üzerindeki mukus zarar göreceğinden, derilerinde lezyonlar oluşabilir. En büyük düşmanı köpek balıkları ve orkalardır. Son derece sakin, suda sanki uçuyormuş gibi yüzen estetik hayvanlardır. Maalesef deniz kirliliğinden dolayı deniz şeytanının nesli tükenmektedir. Manta Manta : Dıştan yanmalı motor Dıştan yanmalı motor, yakıtın yanması ile sistemde çalışacak olan farklı bir akışkanı ısıtarak o akışkan aracılığı ile enerji dönüşümünü yapan bir motordur (örneğin buhar makinesi ve Stirling motoru). Dıştan yanmalı motorlar, içten yanmalı motorlardan daha düşük güçte ve daha çok yer kaplayan bir yapıdadır, fakat bazen daha verimli ve yanma sonucu daha az zararlı partikül içeren durumlarda olabilirler. Düşük yanma sıcaklığı ve basınçları nedeni ile daha az zararlı egzoz gazı çıkarması nedeni ile daha çevreci olmaya meyillidirler. Mekanik enerji ile ısı enerjisi birbiri ile bağlantılıdırlar. Örneğin, makinenin hareketli parçaları arasındaki sürtünme ile mekanik enerji, ısı enerjisine dönüşür. Isı enerjisi de, ısı motorları ile mekanik enerjiye dönüşebilir. Isı motorları iki gruba ayrılır; Dıştan yanmalı motorlarda yanma ile oluşan sıcak gazlardaki ısı enerjisini başka bir akışkana transfer ederler ve bu akışkandaki ısı enerjisi mekanik enerjiye dönüşür. Bu motorlar gaz ve buhar türbinleri içerirler. İçten yanmalı motorlarda yanma ile oluşan sıcak gazların ısı enerjisi doğrudan mekanik enerjiye dönüşür. Bir buhar türbini, dıştan yanmalı motorlara iyi bir örnek oluşturabilir. Yakıtın yanmasından veya nükleer reaktörden gelen ısı, suyu bir kaynatıcı ile buhara çevirir. Borular buharı bir mile tutturulmuş kanatçıkları olan türbinin içine taşır. Yüksek sıcaklıktaki buhar genleşerek türbin boyunca sıkıştırma yaparak kanatçıkları iter ve milin dönmesine sebep olur. Dönen mil, bir elektrik jeneratörü, bir gemi pervanesi veya başka bir iş için güç sağlayabilir. Diritromisin Diritromisin makrolid grubundan geniş spektrumlu bir antibiyotiktir. Diritromisin protein sentezine müdahale eder. Bakteri ribozomunun 50S alt ünitesine bağlanarak protein sentezini inhibe eder (engeller). Diritromisin oral yolla (ağız yoluyla) alındıktan sonra hızla absorbe edilir (emilir), non-enzimatik yolla hidroliz olarak mikrobiyolojik aktif olan eritromisilamin'e dönüşür. Eritromisilamin proteinlere %15-30 oranında bağlanır ve vücutta çok geniş bir alana yayılır. Yayılımı sırasında çeşitli dokularda kandaki yoğunluğunun (konsantrasyonunun) çok üstünde bulunur. Diritromisin (eritromisilamin) karaciğerde metabolize edilir. Alınan dozun büyük çoğunluğu fekal (dışkı) yolla, çok az bir kısmı ise idrarla elimine edilmektedir. Diritromisinin eliminasyon yarı ömrü 30-44 saattir. Po
stantibiyotik etkiye sahiptir. Diritromisin alt ve üst solunum yolları ile deri ve yumuşak doku enfeksiyonlarının tedavilerinde kullanılır. Diritromisin birçok gram-pozitif aerob, gram-negatif aerob ile "Mycoplasma pneumoniae" ve "Chlamydia pneumoniae" gibi atipik bakterilere karşı etkilidir. Diritromisin makrolid antibiyotiklere karşı duyarlı kişilerde kullanılmamalıdır. Ayrıca bebeklerde ve 12 yaşın altındaki çocuklarda da kullanılmamalıdır. Gebelerde sadece ciddi durumlarda kullanılmalıdır. Diritromisin vücuttan öncelikle karaciğer yoluyla uzaklaştırıldığından, şiddetli karaciğer yetmezliği olan hastalarda dozajın azaltılması veya doz aralığının uzatılması gerekebilir. Genelde rastlanan yan etkiler: karın ağrısı, ishal, bulantı, kusma, dispepsi, gaz şikayetleri ve iştahsızlıktır. Bunların dışında deri döküntüleri, baş ağrısı, baş dönmesi ve uykusuzluk gibi yan etkilere de yol açabilir. Ulvî Alacakaptan Ulvi Alacakaptan (d.1949), Türk sinema ve tiyatro oyuncusu. İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi Şişli Yüksek Okulu İşletmecilik bölümü'nü bitirdi ve ilk kez 2.sınıfta bir skece çıktı. 1960'ta İstanbul Radyosu Çocuk bölümüne seçildi ve 1967'ye kadar İstanbul Radyosu'nda çalıştı. Ve aynı yıllar arasında oyunlar yönetti ve oynadı. 1969-1971 yılları arasında Dostlar Tiyatrosu sınavını kazandı ve iki yıl eğitim gördü. 1969-1978 yıllarında Dostlar Tiyatrosu’nda Soruşturma Alpagut Olayı Abdülcanbaz Azizname , Sili’de Av Kerem Gibi Havana Duruşması Ortak, Ezenler, Ezilenler, Baş kaldıranlar Düşmanlar , Bitmeyen Kavga Sabotaj Oyunu Devrik Süleyman, İkili Oyun gibi oyunlarda oyunculuk, yönetmen yardımcılığı ve dramaturgluk yaptı. 1978-1980 İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’na konuk oyuncu olarak Ayak Bacak Fabrikası'nın başrolüyle katıldı. Ertesi yıl Beş Para Etmez Oyun’da rol aldı, Mahmut Gökgöz’le kurdukları Gönüllü Çocuk Oyunları Kolu için Sakarca’yı yönetti ve başrolünü oynadı. 1980-1984 Ferhan Şensoy’la Ortaoyuncular’ın kuruluşuna katıldı. İlk oyun Şahları da Vururlar’da Şah rolünü belirli aralıklarla dört yıl oynadı. Yine Şensoy'un Şensoy’un "Fırıncı Şükrü", "Deli Vahap Nuri" ve "Ötekiler" adlı sahne yazısında görev aldı. Kısa bir süre Tuncay Özinel Tiyatrosu’nda Ferhan Bizim Sınıfın'da başrolü üstlendi. 1981-1983 Egemen Bostancı’nın Uluslararası Sanat Gösterileri’nde çalıştı. Gol Kralı Sait Hopşait, Sezen Aksu Aile Gazinosu, Hababam Sınıfı Müzikali Emel Sayın Neşe-i Muhabbet , Neşeli Kuklalar gibi gösterilerde yer aldı. Çatal Matal Kaç Çatal isimli çocuk şenliğinde sahneyi Adile Naşit, Altan Erbulak, Barış Manço gibi isimlerle paylaştı ve gösterinin yönetmenliğini üstlendi. 1985'de değiştirdiği yaşam biçimine uygun olarak Çağrı Sahnesi’ni kurdu ve İbrahim Sadri’nin Aykırı Gece Karşılamaları adlı ilk oyunun ismini İnsanlar ve Soytarılar olarak değiştirerek sahneye koydu. 1986 Sanat Manata Karşı’da oyuncu,yazar ve yönetmen oldu. 1987 Birlik Sanat Ürünleri A.S, Yönetim Kurulu Başkanı oldu. 1987-2000 Birlik Sanat A.Ş ye bağlı Birlik Sahnesi’nde... Efendi Hayrettin Süperstar Başkasının Ölümü Dünya Hali Kara Geceler Efendim Garip Ama Türkiye İşte Meydan İşte Şeytan Kanal 900 Günümüz Güldürümüz Meddah ve yardakçıları Kara Gecelerin intikamı Heybe Ceberrut Kaynana , Çalamikrofon isimli oyunları yönetti, oynadı2000-2007 TV ağırlıklı çalıştı 2003 2006 Hayat Bilgisi 2007 Hayatım Sana Feda Derman dizileri 27 Mayıs 2006 da Başkasının Ölümü Versiyon 4 ü sahneledi. Aynı yıl "Son Tahlilde" adlı oyununu sahneledi. 2007-2014 Bağcılar Belediyesi Tiyatro Okulu'nu kurdu ve Genel Sanat Yönetmenliğini üstlendi. Bu okulda hisarın Üstünde Sakarca Antik Tiyatroda Günbatımı Fetih Çanakkale bir Bedel Ödemek Törebe Dilek Taşları Sen Gara Değilsin Yanlış Anlama Yani Hocali Kiralık Konak Efelerin Efesi adlı oyunlarda yönetmen Süpervizör ve oyuncu olarak görev aldı 1994-1997 İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı’na Gösteri Sanatları Merkezi isimli bir tiyatro okulu kurdu, Genel Sanat Yönetmenliği ve Politik Tiyatro hocalığını üstlendi. GSM de Fetih/Bir Gül Macerası ve N.F. Kısakürek’in Ahşap Konak isimli oyunlarının yönetmenliğini yaptı. Esiktekiler Tiyatro Alaturka ve Büyük Hakikat oyunlarında süpervizör oldu. 1980 yılında ilk sinema hayatına başladı. İlk olarak Talihli Amele filminde oynayan Alacakaptan, bunla yetinmedi ve sinema hayatını daha da ilerleterek, Postacı (1982), Sahibini Arayan Madalya (1987) ve Minyeli Abdullah (1990) filmlerinde oynadı. Ayrıca TV filmlerinden Adadakiler, Üç İstanbul, Mimar Sinan, Kuruluş, Ahmet Hamdi Tanpınar filmlerinde oynadı. Ayrıca Hababam Sınıfı Müzikali'nde de yer aldı. Ufuk Uyanık Ufuk Uyanık, 1963, Ankara doğumlu Türk karikatüristtir. Gırgır'da çizdi. İngiltere'de yaşıyor. Karikatürleri dünyanın 30 ülkesinde yayımlanıyor. Halihazırda yeni mizah dergisi Küstah'ta çiziyor. Akkuş, Ordu Akkuş, Ordu ilinin bir ilçesidir. Yüzölçümü 636 km²'dir. Kuzeyinde Ünye ve Samsun, güneyinde Niksar ve Tokat ile çevrili bir alanda yer almaktadır. Akkuş topraklarının tarihi MÖ yıllara kadar uzanmaktadır. Bölge ve çevresi MÖ 1200-700 yılları arasında Frigler, daha sonra Kimmerler, Lidyalılar, M.Ö 585'te Pers Krallığı ile Mö 291'de kurulan Pontus Krallığının, daha sonraki dönemlerde de Roma İmparatorluğu'nun hakimiyetine girmiştir. Malazgirt (1071) zaferiyle birlikte, Selçuklu sultanı Melikşah'ın emirlerinden Danişmend tarafından Anadolu'da kurulan ilk Türk devletlerinden biri olan Danişmendliler'in idaresine girmiştir. Daha sonra Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan tarafından Selçuklu topraklarına dahil edilmiştir. Akkuş topraklarında çağlar içinde Tibaren ve Khalip kavimlerinin yaşadığı, sonraki dönemlerde Pontus Krallığı'nın egemen olduğu bilinmektedir. Danişmendliler ve Hacıemiroğlu Beyliği'nin yönetiminde de kalan Akkuş, 15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı egemenliğine alınmıştır. Akkuş (o zamanki ismiyle Karakuş) 1864 yılına kadar evvela Sivas Vilayetine bağlı Niksar'ın nahiyesi, daha sonra doğrudan Sivas'a bağlı kaza yapılmıştır. Bu devire ait bazı köylerin nüfus defterleri mevcuttur. 1864 yılında Canik Sancağına bağlı Ünye'nin sancak yapılmasıyla Akkuş Ünye'ye bağlanmış ve 1954 yılına kadar Ünye'ye bağlı bir nahiye olarak kalmıştır (Ünye 1867'de tekrar kaza yapılarak Canik'e bağlanmıştır). Karakuş nahiyesinin ilk merkezi ilçeye bağlı Akpınar kasabası, 1884 yılından sonra Çaldere köyü olmuştur (bugünkü kaza merkezi). 1920'de Ordu kazası Trabzon sancağından ayrılıp müstakil bir sancak yapılınca, Ünye ve bununla beraber Akkuş Orduya bağlandılar. 1954 yılına kadar Karakuş adıyla bilinen Akkuş ilçesine dönemin başbakanı Adnan Menderes tarafından Akkuş adının bu ilçeye daha münasip olacağını düşünerek değiştirilmesine karar vermiştir. İlçe Orta Karadeniz'in iç kesimlerinde Canik sıradağları üzerinde Argan tepesi eteklerinde kurulmuştur. Ünye-Niksar karayolu üzerinde Ünye'ye 62 kilometre mesafede yer almaktadır. İlçenin denizden yüksekliği 1340 metredir. 40.79 derece Doğu boylamı, 39.01 Derece Kuzey enlemi koordinatlarında bulunmaktadır. İlçenin iki önemli akarsuyu Tifi ve Karakuş çaylarıdır. Tifi çayı, irili ufaklı derelerin birleşmesi ile oluşmuştur ve Yeşilırmak'la birleşmektedir. İklim yaylaların tipik karakteristikleri ile uyumludur. İlçe yılın 4-5 ayı karlar altındadır. Yılın kalan aylarında sis ve yağmur dönüşümlü olarak ilçenin iklim yapısını şekillendirmektedir. Yaz aylarında nadiren yüzünü gösteren güneşli günlerde ilçenin sık gürgen ve çam ormanlarından kaynaklanan temiz havasına ve tabiat güzelliklerinin seyrine doyum olmaz. Akkuş halkının başlıca geçim kaynağı tarım (şeker, fasulye, fındık, kara lahana, mısır, mahlep vb.), orman, hayvancılık, el sanatları ve ticarettir. Halıcılık son yıllarda büyük gelişme göstermiştir. Yayla ve kış turizmi için çok uygun koşullara sahiptir. İlçe makus kaderinin değişebilmesi için bu koşulları değerlendirebilecek yatırımcı ve girişimcileri beklemektedir. İlçe bağlısı olarak merkez hariç olmak üzere ilçe merkezine bağlı 42 mahalleden oluşmaktadır. Akkuş ilçesinde kültürel yapı Orduya bağlı olsa da Tokat'a yakın olduğundan benzerlikleri vardır. İlçede halk oyunları, giyim-kuşam, yemekler (Tokat kebabı, mısır ekmeği vs.) ve diğer unsurlar Tokatla benzemektedir. Bu kültür benzerlikleri sadece coğrafi sebeplerden dolayı değil, tarihi sebeplerden de dolayıdır, zira yöre 1864 yılına kadar Sivas ve Niksara bağlı kalmıştır. Aybastı Aybastı Ordu'nun denizden uzak iç kısmındaki (güneyindeki) bir ilçesidir. Halkın önemli bir bölümünü Türkmen olan Çepniler oluşturur. İsminin nereden geldiği kesin olarak bilinmemekle birlikte Göktürkler ve Oğuzlar için kutsal olan Ay, Güneş, duman gibi kavramlardan veya Ay tutulmasından geldiği sanılmaktadır. Eski dönemde adı ibasti olarak bilinmektedir. Tarih öncesi devirlere ait mağara yapıtlarının mevcut olması dolayısıyla bazı kaynaklara göre ilçenin tarihi milattan önceki yıllara dayandırılmaktadır. İkinci milenyumun başında Türklerin akınlarıyla Türkleşmiş ve bugün de Türkiye sınırları dahilindedir. İlçenin adının Phacisane (Fatsa), Hapsamina (Hapsamana- Gölköy), Oinoie (Ünye) gibi aynı tür isimlere benzer şekilde ve bu isimlerle aynı devirlerde (Pontus Krallığı dönemi) verildiği muhtemeldir. Çünkü ilçe topraklarında bu devirlere ait yaşam izleri mevcuttur. Aybastı’nın verimli ve sağlıklı yaşama elverişli toprakları her devirde insan topluluklarının ilgisini çekmiştir. Yunan kaynaklarına göre Aybastı’yı da içine alan bölgede egemenlik sürmüş ilk halklar Kalipler, Kolk, Kokonlar ve Tibarenlerdir. Bu kavimler uzun bir süre Hitit, Pers, Med ve Pontus devletlerine bağlı olarak yörede egemen oldular ve demircilikle uğraştılar. MS 70’li yıllarda bölge Peçenek ve Uz Türkleri’nin akınarıyla işgal edildi. Dillerini ve geleneklerini unutmayan bu Türk boyları daha sonra gelen Türk Boyları ile bütünleşmişlerdir. Roma İmparatorluğu’na bağlı unsurların Anadolu’yu ele geçirmeleri sonucu Aybastı çevresindeki yerleşim yerleriyle beraber önce Sivas Dukalığı’na
daha sonra da Trabzon Eyaleti’ne bağlandı. Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesi sonucu MS 395 Aybastı Doğu Roma İmparatorluğu’nun topraklarında kaldı. Orta Asya'dan kopup gelen Türk Boyları İran toprakları üzerinde kurdukları Büyük Selçuklu Devleti'yle Bizans İmparatorluğu'na komşu büyük bir imparatorluk kurarak Anadolu'ya akınlar düzenlediler. 1054'te Van Gölü civarına gelen Sultan Tuğrul Bey ordularını üç bölüme ayırarak bir kolunu Kafkas Dağları, Erzincan Yöresi ve Canik Ormanlarına yöneltti. Bu akınlara, 1071'de Malazgirt Meydan Muharebesi'nin kazanılmasıyla geriden gelen Türk kuvvetleri destek verdiler. Selçuklu sultanı Alpaslan'ın komutanlarından Artuk Bey, Afşin, Kutalmış Oğlu Süleyman Şah gibi komutanlar yöreyi de içine geniş bir alanda fetih hareketlerine başladılar. Kutalmış oğlu Süleyman fethettiği toprakları kendine bağlayarak Anadolu Selçuklu Devleti'ni kurdu. Bu sırada Süleyman Şah'ın dayısı Danışmend Taylı Beyin oğlu Gümüştekin Ahmet Gazi Orta Anadolu’da Sivas, Amasya, Tokat ve Niksar yörelerini fethederek Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlı Danişmentli Beyliği’ni kurdu. Selçukluların taht mücadelelerinden yararlanarak bağımsızlığını ilan etti. Selçuklular ile birlikte Haçlılar’a ve Anadolu Selçuklu Devleti’ne karşı çetin mücadeleler verdiler. Daha önce Sivas olan başkentlerini güvenlik nedeniyle Niksar’a taşıdılar. Ahmet Gazi’nin yerine geçen oğlu Melik Emir Gazi Beyliği’nin sınırlarını bilhassa sahile doğru genişletmek amacıyla Canik denilen bölgeye seferler düzenledi. İlk etapta doğuda Mesudiye, İskefsür ve Aybastı; Batı'da ise Ünye, Fatsa bölgeleri Danişmentlilerin eline geçti. Aybastı, Canik diye bilinen yörenin Niksar’a göre ilk bölümlerinden olması nedeniyle Türklerin eline geçen ilk yerlerdendir. Daha sonraki yıllarda bazı yerlerin Bizans’a geçmesi üzerine Danışmentli Melik Muhammed yöreye bir sefer daha düzenleyerek daha etkin hakimiyet sağladı. Danişmentli Hükümdarı Emir Nizamettin Yagıbasan 1157'de Ünye üzerine bir sefer düzenleyerek Ünye’den itibaren Bafra’ya kadar tüm sahili ele geçirdi, bir yıl sonra bu yerler antlaşma ile vergi karşılığı Bizans‘a terk edildi. 1175'te Emir Muhammed’in ölümü üzerine başlayan taht kavgalarına As Devleti Sultanı Kılıçaslan Danişmentli Beyliği’ne son vererek bölgeyi topraklarına kattı. İlçenin toprakları üzerinde, Kutlu Doğmuş Evliyası, Kümbet Evliyası etraflarında Danişmentliler devrinde yapılan savaşlarda şehit düşmüş asker ve komutanların mezarlarına rastlanmaktadır. Osmanlı Devleti'nin egemenliğine girdiği dönemlerde, 1485 Yılı Tahrir Defterlerinde ilçenin adı Bölük-i Fidâverende'dir. Fidâverende’nin merkezi belli olmamakla birlikte Elbey Köyü olma ihtimali üzerinde durulmaktadır. İbassa ise Fidaverende’ye bağlı köyler envanterinde 1455’te 49 haneli bir köydür. Köy Yörgüç Paşa’nın Gulâmı (temsilcisi) Togan’ın tımarıdır. Köyde cami vardır. Seydi Ali Fakih imamlık Dervişoğlu Akdoğan Zaviyedarlık yapar. Köyde dervişler yaşar. Kızılot Karyesi’nde (Köyünde) 3 adet Derbentçi vardır. İbastı bu tarihlerde İskefsur kazası Şebinkarahisar Sancağı, Erzincan Eyaleti’ne bağlı bir nahiyedir. İlçemiz Tokat, İskefsur , Niksar yöresini sahile Fatsa Limanı’na bağlayan en kısa ve emniyetli yol üzerinde olması nedeniyle çok önemlidir. İlçemiz topraklarında çok eski tarihlerde kullanılan bir ipek yoluna ait kalıntılar mevcuttur. Prof. Bahaettin YEDİYILDIZ Hocamızın eserine göre Fidâverende’nin nüfusu hane olarak komşu nahiyelerden daha fazladır. (İbassa 626 hane, Hapsamana 346 hanedir. İlçemiz 1485’te 643, 1520’de 1006, 1547’de 1590, 1613’te ise 1745 hane nüfusa sahiptir. Buradan harekele ilçemizde aşırı bir nüfus artışı olduğu göze çarpar.) Aybastı Osmanlı Padişahları’nın Doğu’ya düzenledikleri seferlerin yakınından geçmesi nedeniyle doğrudan etkilenmiştir. (Yavuz Sultan Selim’in Selemen Yaylası’nda konakladığı bilinmektedir.) Yöremizin idari merkeze uzaklığı ve ormanlık oluşu her devirde kanun ve asker kaçaklarının barınağı haline gelmiş. Yerli beyler her zaman problem çıkarmışlar, bu yüzden Osmanlı Devleti yöremizde her zaman fazla askeri kuvvet bulundurmuştur. III. Mehmet Döneminde Sancak Beyliği elinden alındığı iddiasıyla isyan çıkarıp devleti hayli uğraştıran ünlü Celali, Karayazıcı devlet kuvvetlerinden kaçarak Canik Dağları’nda Perşembe Yaylası’na sığınmış ve burada ölmüştür. (1603) İlçemizle ilgili daha net bilgileri Kudret EMİROĞLU’nun yeni yazıya çevirdiği 1869-1870-1871-1872-1873 ve 1874 tarihli Trabzon Eyaleti Salnameleri’nde rastlamaktayız. Sefalık’ta tarihî bir fırın Bu kayıtlara göre bu yıllarda Aybastı Ordu kazasına bağlı nahiye idi. Nahiyede 143 hane Rum 983 hane Türk nüfus yaşar. Nahiyede 13 cami, 10 hatip, 5 adet Kilise, 7 adet Rahip, 11 adet Müslüman mektebi, 2 Rum mektebi, 1 adet medrese, 1 adet de müderris bulunmaktadır. Ayrıca nahiyede belediye teşkilatının mevcut olduğu reisin İbrahim Ağa Azanın da Abdulkadir Ağa olduğu kayıtlarından anlaşılmaktadır. 1870 yılında nahiyedeki nüfus toplamı 1126 hane = 4307 kişidir. Nahiye müdürü Necip Ağa, Katibi Süleyman Efendi’dir. 1874 yılında ise Aybastı, Görele, Vakfıkebir ve Sürmene ile padişah iradesi ile kaza yapılmış olup, Kaymakamı Ali Ağa Katibi Ahmet Efendi’dir. 1872 yılı Salnamesinde o devirlerde kullanılan takvimde 31 Mayıs’ta Perşembe Panayırı kaydına rastlanmıştır. Aynı eserde “Aybastı Nahiyesinde tul ve arzları birer buçuk saat mesafeli beş altı adet orman olup bu ormanlarda yalnız gürgen ağaçları vardır. Hasıl olan kereste yalnız derun-i nahiye ebniyasına sarf olunarak yolları gayet sa’bel- mürur olduğundan ahir mahalle nakil edilememektedir.”ifadeleri yer almaktadır. Aybastı nahiyesinin kaza ve vilayete olan uzaklıkları yaya olarak belirlenmiştir. Buna göre Aybastı’nın Ordu Kazasına uzaklığı 18 saattir. Trabzon’a uzaklığı ise 63 saat olarak tespit edilmiştir. İlçede o yıllarla ilgili nahiyede tüfenk, tabanca, çakmak imal edilir. Nahiye dahilinde sarf edilir. Ayrıca Kuzköy’de Şeyh Halil, Şıhlı’da Şeyh Kutlu Doğmuş, Akfatma’da Şeyh Hasan adlı veliler metfundur. denilmektedir. 1874 yılında kaza yapıldığını gördüğümüz Aybastı’nın merkezinin belli bir yerde değil yöre ileri gelenlerinin merkezi idareye baskı ve etkileri sonucu Sefalık Köyü (Konak yanı) ile Esenli Köyü (Cami yanı) arasında yer değiştirdiği görülmüştür. Merkez bir ara 1854 yılında gelerek Sefalık’a yerleşen Hazinedar Oğulları’nın bulunduğu Sefalık’a geçmiş (burada halen mevcut olan tarihi hamamlar, fırınlar bu devirde yapılmıştır) Daha sonraki yıllarda (1900) ilçe ya da nahiye merkezi Esenli ağalarının etkinlikleri sonucu eski yerine geçmiş. İlçe merkezinin bugünkü yere kurulmasında Remzi Efendi ve Rüştü Efendi adlı kişiler önderlik etmişlerdir. Bugünkü Merkez Camii o yıllarda yapılmıştır. Aybastı, 1945 yılında ilçe olan Gölköy’e bağlı bir nahiye olarak bağlanmış, şehrin hızla gelişmesi sonucu 1957 yılında ilçe olma hazırlıkları başlatılmış, 1959'da da ilçe olmuştur. Bu yıllarda Belediye Teşkilatı geliştirilmiş sonra İbrahim Gökalioğlu ilk Belediye Başkanı seçilmiştir. Daha sonraki yıllarda kurulan Esenli Köyü Kalkınma Kooperatifi sayesinde ilçeden Almanya’ya çok sayıda işçi gönderilerek ilçenin yaşam düzeyi geliştirilmiştir. Aybastı'nın Ordu merkeze uzaklığı 105 km'dir. Sahil yolu Fatsa'ya uzaklığı 52 km'dir. Bu yol Otomobille 120 dakikada alınmaktadır. Virajları keskin ve çok fazla olduğundan araçlar az hızla bu yolu almaktadır. Güzergahta trafik akış şeridini, bazı yerler hariç tek saymada fayda vardır. Yolun asfalt kalitesi düşüktür. Yolun çoğu kısımlarına bir araç ancak sığmakta, bu da bu yoldaki seyrin çok dikkatli olmasını gerektirmektedir. İlçenin tüm köy ve mahallelerine ulaşım mümkündür. Aybastı - Gölköy arası 39 km olup asfalt yol vardır. Bu yol da 2009'da tamamlanmışır. Aybastı - Niksar arası 70 km'dir. Aybastı - Korgan arası ise 45 km'dir. Ayrıca Fatsa Aybastı yol yapım çalışmaları devam etmektedir,büyük oranda tamamlanmıştır. Aybastı'nın Niksar, Reşadiye, Gölköy, Korgan ve Mesudiye ile bağlantıları vardır. Sözü edilen yerlerde asfalt mevcuttur. Aybastı - Reşadiye arası 57 km olup bu yol Aybastı- Fatsa arasına nispeten biraz daha az virajlıdır. Ne var ki kış aylarındaki hava muhalefeti ulaşımı kesmekte ya da zorlaştırmaktadır. Sahilden 52 km uzakta bulunan Aybastı, 21 mahalleden oluşur. Köylerde ilkbahar, yaz mevsimlerinde hareketlilik vardır. İlçe merkezinde her gün canlılık vardır. Cumartesi günleri pazar kurulur. Canlı bir pazara sahiptir. Evlenme yaşı 15 ila 22'dir. Evlilikler çoğu kez görücü usulü ile yapılır. Aybastı’da inançlara büyük önem verilir. Baba ailenin reisidir. Aile büyüklerine hürmet fazladır. Evde aile büyüklerinin sözü geçerlidir. Babadan ayrı bir evde yaşansa bile ona danışmadan herhangi bir iş yapılmaz. Nüfusun %99’u okur-yazardır. Genel olarak kadınlar ev hanımı vazifesini yaparlar. Resmi dairelerde çalışan kadın sayısı çok azdır. Yaz mevsiminde kadınlar tarla ve bahçelerde çalışır. Ev hanımları Halk Eğitimi Merkezinin açtığı kurslara giderler. Aybastı'da nüfus hızlı bir artış göstermektedir. Merkezde buna paralel olarak hızlı bir kentleşme söz konusudur. Merkezde binalar genelde 4 ve daha çok katlı olarak inşa edilmiştir. Yurt dışında çalışan işçilerin arsalara gereğinden fazla para vermeleri nedeniyle arsa fiyatları çok yüksektir. Sağlık, eğitim, ulaşım konularında ciddi aksaklıklar meydana gelmektedir. Okullarda her yıl öğretmen değişikliği ya da öğretmen yetersizliği öğrenci başarısını düşürmektedir. Yine ulaşımın iyi olmaması sağlık yönünden ciddi sorunlar meydana getirmektedir. Aybastı Belediyesince yapılan su arıtma tesisleri bitirilmiştir. Devlet Hastanesi hizmete girmiştir. Özellikle İstanbul, Ankara'ya sosyal ve ekonomik nedenlerle göçenlerin sayısı oldukça fazladır. İşsizlik nedeniyle yurt dışında çalışma imkânları doğunca 1960 yılından itibaren İlk önce Almanya’ya başlayan işçi akımı Fransa, Avusturya ile devam etmiştir. 1996 yılından itibaren de işçilerin Türkî Cumhuriyetlere ve İsrail’e gittikleri görülmüştür. Orta Karadeniz Bölgesi’nde Canik Dağları’nın Kuzey yamacında ku
rulmuş olan ilçemiz, Fatsa’nın Güneyi’nde kıyıdan 52 km² içerdedir. Doğusu’nda Gölköy, Batısı’nda Korgan, Kuzeyi’nde Fatsa ve Güneyi’nde Reşadiye ilçeleri yer alır. Yüzölçümü 359 km²'dir. Rakım 730 metredir. Derinliği 27 km, genişliği 14 km'dir. Bu saha içerisindeki belediye alanlarımız ise 78 km² kadardır. Bu alan içerisinde 9 mahalle ve yayları bulunmaktadır. Km²'ye düşen kişi sayısı 90'dır. Engebeli bir arazi yapısına sahip olmasına rağmen ilçemiz belediyesi dahilinde sarp yamaçlara ve kayalıklara rastlanmaz. İklim ve bitki örtüsü Orta Karadeniz iklimine benzer. yüksek kısımları ise kısmen İç Anadolu Bölgesi’nin iklimi hüküm sürer. Bitki örtüsü olarak Karadeniz bitki örtüsüne sahiptir. Tarıma elverişli alan 192 Km², Çayır, mera 116 Km² Bağ, bahçe 30 km²'dir. Sıcaklık bakımından aylık ortalamalar incelendiği zaman en soğuk ay ortalama sıcaklığının 6 ile 7 derece arasında değiştiği görülür. En sıcak ay ortalaması ise 23 derecedir. Karadeniz Kıyılarındaki nem oranı fazla hissedilmez. Hava rüzgarlı olduğu zamanlarda soğuk daha fazla hissedilmektedir. Sıcaklık yazları 35 dereceye kadar yükselmektedir. Kışlar soğuk olur. Perşembe Yaylasında kar kalınlığı 1,5 metreye kadar çıkmaktadır. En yağışlı mevsim ilkbahardır. Büyük ırmakları yoktur. Armutlu ve Aybastı çayları mevcuttur Yine eski adı “Ağuderya” yeni adı Bolaman olan bir çayı vardır. Her iki çay da Fatsa’dan Karadeniz’e dökülmektedir... Halk geçimini en çok tarım ve hayvancılıkla sağlamaktadır.İlçede fındık, patates ve mısır yetiştirilmektedir.Fındık ürünü Aybastı ekonomisinin can damarını oluşturmaktadır.İlçede alabalık tesisleri vardık.Aybastı ilçesi hayvancılığın yoğun olarak yapıldığı ilçelerdendir. Yörede üretilen sütün değerlendirilmesine yönelik süt işletme tesisi bulunmaktadır. Aybastı patatesi çok rağbet gören ürünlerindendir. Aybastı ilçesi ve köylerinde kara ve su avcılığı yapılmaktadır. Yörede avcılığa karşı yoğun olmasa da belli bir çevrenin ilgisi vardır. Irmaklarda alabalık sazan ve ırmağa özgü balıklar bulunmaktadır. Perşembe yaylasında bulunan gölete balık tutmak için çevre il ve ilçelerden insanlar gelmektedir. Gölette sazan, alabalık ve çeşitli balık türleri bulunmaktadır. Kara avcılığı olarak ise keklik ve karatavuk avcılığı yapılmaktadır. Ayrıca devlet izniyle yaban domuzu avcılığı da yapılmaktadır. Bölgenin en önemli turistik yerlerinden bir tanesi olup ilçe merkezine 17 km. uzaklıktadır. İlkbaharda karların erimeye başlamasıyla hayatın ve canlılığın başladığı Perşembe Yaylası'nda mevsimin ilk karının yağmasına kadar hayat devam eder. Yeşille kaplı olan yaylanın merkezinde şehir türü bir yapılanma vardır. Perşembe Yaylası'nda yerleşim ve yaşamanın, Türklerin Anadolu'ya ayak basmalarından bu yana devam ettiğini kabul edebiliriz. Çünkü, ünlü seyyah Evliya Çelebi, seyahatnamesinde, Perşembe Yaylası'ndan ve Perşembe Panayırı'ndan bahsetmektedir. Yine, 1876 Trabzon Salnamesi'nde Perşembe Yaylası ve panayırından söz edilmektedir. Bu yazılı kaynaklara dayanarak, Perşembe Yaylası'nın çok eski bir yerleşim yeri olduğunu anlıyoruz. Yayla şenlikleri de insanların bu yaylaya yerleşmeleriyle birlikte Perşembe Panayırı olarak başlamıştır. O dönemlerde yurdun çeşitli yerlerinden gelen satıcıların eğlence araçlarının, çadır tiyatrolarının buluşup birleştiği muhteşem bir görünüm içerisinde başlayan ve bir hafta devam eden eğlence, alışveriş ağırlıklı bir şenlikmiş. Bu şenliklerin en büyük ağırlığını, yağlı pehlivan güreşleri oluşturmaktadır. Geçmiş dönemlerde yaşayanların Perşembe Yaylası Panayırı hakkında anlattıkları bilgilere göre o dönemlerde panayıra yurdun çeşitli yörelerinden satıcılar, ip cambazları, sihirbazlar, sirk türü çadırlar, falcılar gelirler ve bir ay boyunca yaylada kalırlarmış. Başladığı günden bu yana Temmuz ayının son haftasında yapılma özelliğini yitirmeyen panayır, son haftada yağlı pehlivan güreşleri, at yarışları, insan yarışları gibi çeşitli sportif faaliyetlere devam edermiş. Yazılı kaynaklardan edinilen bilgiye göre; Perşembe Panayırı, Kırkpınar Şenliklerinden daha eski bir tarihe sahiptir. Ancak, bu zamana kadar tanıtımı yapılamadığı için gerekli yeri alamamış, Kıkpınar güreşlerinin rövanşının yapıldığı bir panayır olarak kalmıştır. Başladığı günden bu yana hiçbir kesintiye uğramadan devam eden Perşembe Panayırı'na Kırkpınar'da kispet giyen pehlivanların % 80'i (o yılın Kırkpınar başpehlivanı dahil) mücadele etmektedir. Perşembe Yaylasında her yıl Haziran ayında Fatsa, Giresun, Amasya, Tokat, Sinop, Ordu, Gölköy, Kumru, Korgan, Ünye gibi il ve ilçelerden yaklaşık 20 Off-Road kulübünün katılımıyla cip şenlikleri düzenlenmektedir. Çatalpınar (anlam ayrımı) Çaybaşı (anlam ayrımı) Fatsa Fatsa, Türkiye'de Orta Karadeniz bölgesinde yer alan, Ordu ilinin bir ilçesidir. Konumu itibarıyla, Ordu il merkezinin 40,2 km batısında, Samsun ilinin ise 110 km doğusunda yer almaktadır. Bölge ekonomisine yön veren önemli ticari merkezlerdendir. Fındık üretiminin yaygın olması ile tanınan ilçe, bu özelliği ile Türkiye'nin dünyada en fazla organik üretim alanına sahip 30. ülke olmasına önemli derecede katkıda bulunmuştur. Fatsa coğrafi konumu nedeniyle tarih boyunca idari ve ticari bir merkez olmuştur. Özellikle ekonomisinin tarıma dayalı olması, bu özelliği kazandıran unsurlardan biridir. Tarihte "Fanise, Phadsane, Pytane" ve "Facha" olarak adlandırılan bölgelerde bulunmaktadır. Türkler tarafından kesin olarak 1380 yılında alınmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, ilçedeki ticaretin hareketli olması, imparatorluğun ekonomi bakımından ilerleme kaydetmesini sağlamıştı. İpekyolu'nun ilçeye yakın olması, Fatsa'ya uzunca bir süre parasal bakımdan kazanç sağlamıştır. Fakat, coğrafi keşifler sonucunda, bu yolun fazla işlev görmemesi nedeniyle, ekonomik hareketlilikte duraklamalar meydana gelmiştir. Şehrin ilk çağ tarihi ile ilgili bilgiler yeteri kadar bulunmamaktadır. Tarihi eserlerinin tahribi, o dönemlere ait kaynak yetersizliği, arkeolojik araştırmalara yeteri kadar önem verilmemesi, şehir hakkında az bilgilere ulaşılmasına neden olmuştur. MÖ 400 yılında Fatsa ve çevresinde Kolhlar, Driller, Halipler, Mossinoikler ve Tibarenler gibi Yunan asıllı olmayan yerli kabileler yaşamıştır. Döneme ait önemli buluntulara Yapraklı mahallesi mevkisinde Çıngırt Kaya ve çevresinde rastlanmıştır. MÖ 675 yılından itibaren sırası ile Kimmerler, Persler, MÖ 547 yılında, Makedonyalı imparator Büyük İskender, MÖ 334 yılında, komutanları ise MÖ 312 - 208 yılları arasında, Fatsa ve çevresine hakim olmuştur. Fatsa'da ilk çağ dönemlerinden en dikkat çekeni ise Pontus Krallığı devridir. Pontus Krallığı hakimiyeti dönemi, "Side" olarak anılan yörenin daha da güçlenmesine neden olmuştur. Fatsa'nın tarih sahnesinde önemli bir yer alması MS 1. yüzyıl'da başlamıştır. "Mitridat"ın ölümünden sonra "II. Farnak", MÖ 65-42 yılları arasında Roma'ya bağlı bir krallık olan "Pontus Krallığı"'nın başına geçmiştir. II.Farnak, bugünkü Fatsa'nın bulunduğu yerde hükümdarlığını sürdürürken, Roma'nın iç karışıklıklarından faydalanarak hem bağımsızlığını kazanmak hem de idaresini genişletmek için çalışmış fakat başarılı olamamıştır. II. Farnak kızı "Fanizan" adına bir şato inşa ettirmiştir. Bu şatodan dolayı kasabaya Fanizan adı verilmiştir. Sonraki yüzyıllarda "Fanise", "Phadsane", "Pytane" ve "Faça" adları ile anılan kasaba son olarak Fatsa adını almıştır. Fatsa Pontus Krallığı'nın sınırları içerisinde yer almaktaydı. Kasaba, Şarl Teksiye'de, "Fatizan şatosu", vilayet yıllıklarında ise Vadisane olarak adlandırılmaktadır. II. Farnak'tan sonra bölgeye ayrı bir sülaleden gelen "Polemon" hükümdarlık yapmıştır. MS 63 yılında Polemoniakos yönetimi, Roma İmparatorluğu tarafından ortadan kaldırılmış, MS 395 yılında ise bu topraklar Roma İmparatorluğu tarafından, Bizans İmparatorluğu'na devredilmiştir. MS 391 yılından itibaren Anadolu'ya giren Peçenek ve Kuman Türklerinin akınları sonucu, Fatsa'ya ilk Türkler giriş yapmıştır. Türklerin Fatsa yöresine kesin olarak yerleşmeleri, 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi sonrası meydana gelen akınlar sonucu sağlamıştır. Danişmend Gazi'nin beylerinden "Sevli Bey", Ladik yöresinden harekete geçerek kısa sürede; Samsun, Ünye, Fatsa ve Giresun bölgelerini fethedip, Trabzon'a kadar ilerlemeyi başarmıştır. Bu olaylardan sonra yerleşen oymaklar sayesinde Türkleşme ve İslamlaşma süreci başlamıştır. Bu oymaklardan en önemlisi Çepni'lerdir. Çepniler bu alt yapıyı sağladıktan sonra 1380 yılında "Hacı Emiroğulları" adlı bir Türk Beyliğinin hakimiyet dönemi başlamıştır. 1427-1428 yılları arasında Yörgüç Paşa'nın "Canik seferi" ile Fatsa, Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içerisinde dahil edilmiştir. Hacı Emiroğulları dönemi Fatsa'daki Türk nüfusunun temelini oluşturmuştur. 13. ve 14. yüzyıllarda, kıyı kesiminde Ceneviz kolonilerinin etkileri görülmekteydi. Sahildeki tabya, Cenevizliler tarafından depo olarak kullanılmıştır. Bu zaman dilimi içerisinde Fatsa, Karadeniz'in önemli ticaret merkezlerinden biri olmuştur. Cenevizlilerin Karadeniz hakimiyetleri, II. Mehmet döneminde sona erdiği için Fatsa'yı bu dönem içerisinde terk etmişlerdir. Fatsa'da Türk hakimiyeti dönemi 1380 yılında Hacı Emiroğulları beyliği ile, Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise 1427-1428 yılları arasında başlamıştır. Fatsa idari olarak "Canik Sancağı"na bağlıydı. Osmanlı İmparatorluğu kayıtlarında Fatsa yöresinin adı "Satılmış - ı Mezid Bey" veya "Nahiye-i Satılmış-ı Ferid Bey" olarak geçmekteydi. 15. yüzyıl kayıtlarında Nahiye statüsündeki Satılmış, 16. ve 17. yüzyıl kayıtlarında ise kaza olarak geçmektedir. Yörede 15. yüzyıl'da tek bir kaza bulunurken 1642 yılında altı kaza ortaya çıkmıştır. Tapu defterine göre kazaların adları; "Satılmış", "Cevizderesi", "Çöreği", "Meydan", "Sergis" ve "Keşdere" idi. Katip Çelebi, bu kazalara Fatsa ve "Vona" bölgesini de eklemiştir. 1851 yılından 1856 yılına kadar kaza statüsünde olan Fatsa kasabası, 1869 yılından 1872 yılına kadar Ünye kazasına bağlı bir nahiye olmuştur. Kasaba 1878 yılında ise yeniden kaza yapılmıştır. Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nde ("o zamanki adıyla Büyük Millet Meclisi") 30 Kasım 1920 tarihinde başlayan Ordu ve Giresun sancaklarının oluşumu hakkındaki kanun ile ilgili yapılan görüşmeler sonucunda 4 Aralık 1920 tarihinde Ordu ve Giresun sancakları kurulmuştur. Merkezi, Ordu olmak üzere Canik sancağına bağlı Fatsa ve Ünye kazalarının bağlanması ile Ordu sancağı kurulmuştur. Fatsa ve Ünye halkı bu karara karşı çıkmış, ayrıca Ünye sancağı'nın kurulması yönünde tekliflerde bulunmuşlardır. Ancak bu teklifler reddedilmiştir. Böylelikle Fatsa, 4 Aralık 1920 tarihinde Ordu'ya bağlı bir kaza haline getirilmiştir. Etniklik ayrım kriterleri, Osmanlı İmparatorluğu toplumunda din ve kültür olarak benimsendiği için Fatsa da toplum yapısı iki grup altında incelenmektedir. Bunlar; Müslümanlar ve Gayrımüslim'lerdir. Malazgirt Meydan Muharebesi'nden sonra Türkler, kademeli bir şekilde Karadeniz Bölgesi'ne yerleşmeye başladı. Danişmend Gazi' nin beylerinden olan "Sevli Bey" tarafından yönetilen Türkmen akımları sonunda Orta Asya ve Azerbaycan yörelerinden getirilen "Karlı" ve "Karaöylü" oymağının bir bölümü de Fatsa'ya yerleşmiştir. Bununla birlikte Fatsa'daki Müslüman Türk nüfusunun esasını Çepniler oluşturmaktadır. Çepniler, kendilerine ait beylikler kurmuşlardır. Tacettinoğulları ve "Hacı Emiroğulları" sayesinde "Canik bölgesi", Türk ve Müslüman kimliğine sahip olmuştur. 1427-1428 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'na dahil olan Fatsa'nın 15. ve 16. yüzyıllarında, Müslüman nüfus oranı %90 oranındaydı. 1914 yılında yapılan son Osmanlı nüfus sayımına göre, Rum ve Ermenilerden olan Hırıstiyan halkı, toplam sayısı 40,339 olan Fatsa nüfusunun yaklaşik %12'sini oluşturmaktaydı. 1919 da, Fatsa'da cemaati olan ve 9 papaz tarafından yürtülen 8 kilise bulunmaktaydı. 19. yüzyılın son çeyreğinde Kafkas muhacirleri, Rusya'nın baskısıyla Karadeniz Bölgesi'ne, ağırlıklı olarak Trabzon Vilayeti'ne göç etmiştir. Yapılan araştırmalarda Çerkes göçmenlerinin 1864 yılında Canik sancağına kayıt edildiği tespit edilmiştir. İskan edilen Çerkes gruplarının bir kısmı Fatsa'ya yerleştirilmiş , 1870 ve 1871 tarihli, "Trabzon Vilayet Salnameleri"nde nüfusları 901 kişi olarak belirtilmiştir. 1 Temmuz 1878 tarihinde Canik sancağına göç etmiş çok sayıda Abaza göçmenlerinin bir bölümü Fatsa'ya bağlı "Çokdeğirmen" ve "Nefs-i Meydan Abaza" köylerine yerleştirilmişlerdir. 1878 yılından sonra hızla artan göçmen kitlesi 1880 ve 1887 tarihlerinde Fatsa'ya yerleştirilmiştir. "Batum muhacirleri" adı verilen bu göçmenlerin yerleştikleri yerler "Fatsa Muhacir Tapu Sicil kayıt defterinden" çıkartılmıştır. Lozan Antlaşması gereğince mübadele söz konusu olunca, Türkiye'deki Rum kökenli nüfus İstanbul hariç, Yunanistan'a , Yunanistan'daki Türk nüfusun ise Batı Trakya hariç, Türkiye'ye göç ve iskanları sağlanmıştır. Mübadil adı verilen bu göçmenlerin yerleştirildikleri yerler arasında Fatsa kazası da vardır. Fatsa'ya yerleştirilen mübadillerin sayısı 801 kişidir. Onların soyundan gelip mübadele konusunda düzenli ve sağlıklı bilgi toplayan tek bir kişi vardır. Bu tek kişi ise "Yusuf Bul"'dur. Mübadiller, 1923 senesinin Mayıs ayı içerisinde Selanik'in Serez Kazası'ndan hareketle Kavala Limanı'ndan "Gül Cemal Vapuru" ile İstanbul'a gelmişlerdir. İstanbul'daki "Veli Ağa Çayırı"'nda bir hafta dinlendikten sonra bir başka gemi ile Fatsa'ya gelmişlerdir. Fatsa'ya gelen hane sayısı 770'tir. Fakat bu haneler normal hane değil bir veya iki kişiden oluşan hanelerdir. Mübadiller geldiklerinde içlerinde 15 yaşını doldurmuş iki erkek ile 55 yaşının üzerinde ihtiyarlar ve özellikle kadın ve çocuklar vardı. Bu insanlar şehre uyum sağlayamamışlardır. Çünkü buğday ve tütün yetiştiriciliğine alışkın olan mübadiller, mısır ve kendir üretimine alışamamışlardır. Büyük bir bölümü Samsun'a gitmiş, burada yer bulamadıklarından Amasya ve Tokat'a göç etmişlerdir. Yolculukları sırasında "eşkıyalar" tarafından soyulmuşlardır. Perşembe Yaylası'ndan hareket ederek tekrar Fatsa'ya gelmişler, bu yol esnasında çiçek hastalığı ve veba hastalığına yakalanmışlardır. Bir süre sonra, bu mübadillerin beşte biri hayatını kaybetmiştir. Fatsa'ya geldiklerinde ise iskan haklarını kaybettiklerini öğrenmişler, bunun yanında kendilerine ayrılan yerler talan olmuştur. Samsun'a gitmeyip Fatsa'da kalanlar ise ("Ömer Hoca ve Horoz Osman") merkez mahallede çok iyi yerlerde ikamet etmişlerdir. 770 hanenin 60 tanesi şehre yerleşmiş, diğerleri ise yüksek köylere çıkmışlardır. Yerleştikleri köylerin adları ise: "Kumru", "Derbent" ("şimdiki adıyla Kaya Mahallesi"), "Yaylacık", "Kiremitli", "Çokdeğirmen", "Kayabaşı" , "Alanköy" ve "Gebekse"dir. Mübadiller, Rumların bıraktıkları el sanatlarını devam ettirmişlerdir. Mobilyacılık, kalaycılık, bakırcılık , terzilik ve otelcilik meslekleriyle uğraşmışlardır. Mübadillerin ancak %30'u Fatsa'da kalmıştır. Bunun nedeni ise toprağın yetersizliği ve nüfusun her geçen gün artması olmuştur. Ordu iline bağlı Fatsa kazası'nın 1928 yılında merkez ve Kumru adlarında iki nahiyesi bulunmaktaydı. Fatsa, 12 Eylül askeri darbesi öncesinde, sosyalist Dev-Yol fraksiyonuna mensup kimselerin etkili oldukları bir yerdi. Belediye başkanı seçilen terzi Fikri Sönmez, Fatsa’da müstakil, özerk bir yapılanma gerçekleştirilmesine öncülük etmişti. O zamanlar, Fatsa "Kurtarılmış Bölge" idi. Yani, o dönemin kendine ait karmaşası içinde, belli grupların hakimiyet kurdukları ve kendi anlayışları çerçevesinde düzenledikleri yerlerden biriydi. Askerlerin ve polislerin giremediği ya da denetleyemediği, devlet kurumlarına alternatiflerin üretildiğinin iddia edildiği bir yerdi. Zamanın başbakanı Süleyman Demirel, Fatsa’daki duruma müdahale edilmesinden yanaydı. Millî Güvenlik Kurulu’nda "Fatsa Cumhuriyeti" tabirini kullanmıştı. Karadeniz Bölgesi'nde yer alan Fatsa'nın, doğusunda Altınordu, batısında Ünye, güneyinde Korgan, Çamaş, Çatalpınar ve Kumru ilçeleri, kuzeyinde ise Karadeniz yer almaktadır. Şehrin yüzölçümü, 552 km²'dir. Coğrafi bakımdan dağlık ve engebeli bir bölgede yer almaktadır. Rakım 10 metreden 550 metreye kadar çıkmaktadır. Kuzeyinde denize paralel olarak uzanan "Canik Dağları", sahile kadar kademeli bir şekilde alçalmaktadır. İlçenin iki önemli akarsuyu olan Bolaman ve Elekçi derelerinin sahile yakın civarlarında düz araziler bulunmaktadır. İlçenin 10 km. güneydoğusunda bulunan yassıtaş mahallesinin sınırları içinde, Aybastı yolu üzerinde Gaga Gölü bulunmaktadır. İlçe kısmen sahildeki alüvyon üzerinde, gerideki yamaçta yerleşmiş bulunmaktadır. Çevrede yapılan inşaat hafriyatlarından edinilen bilgiye göre yamaçtaki iskan bölgelerinde yer altı suyu mevcut değildir. İlçenin düzlük kısımları ince kum ve killi zeminden oluşmuş olup, yer altı suyu çıkmaktadır Yamaçlarda ise üst tabaka 1,5 - 2 metreye kadar kil ve nebati örtü, taban ise çatlaklı mavi kalkerdir. Dere ve dere yatakları çevresinde oluşan taban arazileri vasıflı, yani birinci ve üçüncü sınıf topraktan oluşmuştur. Vasıfsız tarım alanlarıda mevcuttur. Tarıma elverişli arazilerin % 80'inde fındık tarımı yapılmaktadır. Daha yüksek yamaçlarda ise ormanlık alanlar ortaya çıkmaktadır. Topoğrafyanın, kıyının gerisinde hemen yükselmesinden ve meyilinin fazla olmasından dolayı, ormanların yok edilerek tarım arazisine dönüştürülmesi olayına pek rastlanmamaktadır. İlçede tipik Türkiye'de Karadeniz iklimi hakim olup, yaz mevsimleri ılık, kış mevsimleri ise serin geçmektedir. Isı farkları oldukça azdır. Yaz mevsimlerinde bunaltıcı sıcaklar görülmez. Ukrayna tarafından gelen soğuklar, kışların orta seviyede karlı geçmesini sağlamaktadır. 1918 yılında yapılan nüfus Sayımında Fatsa'nın toplam nüfusu 43.980'dü. Bu nüfusun 39.046' sı Müslüman halktan oluşmaktaydı. 1927 yılı nüfus sayımında nüfusun düşmesini tetikleyen bazı nedenler vardı. Bunların başlıcaları; Gayrımüslim nüfusun çeşitli nedenlerle göç etmesi ve uzun süren I.Dünya Savaşı ile Kurtuluş Savaşı sırasında çok sayıda yurttaşın hayatını kaybetmesidir. Buna rağmen fazla nüfus kaybı olmamıştır. Bu nedeni sağlayan ise, yüksek doğum oranıdır. 1990 yılına kadar köy nüfusunun, kent nüfusuna göre fazla olduğu görülmektedir. 1990 yılından sonra ise köy nüfusu ile kent nüfusu denkleşmeye başlamıştır. 1960'ta köy nüfusunun azalmasının nedeni ise, Kumru ve Korgan ilçelerinin kurulup Fatsa'dan ayrılmasıdır. 1990 yılındada belirgin olarak, köy nüfusunun azaldığı görülmektedir. Bunu nedeni de köylerden şehir merkezine yapılan göçtür. Genel olarak; köydeki geçim sıkıntıları, nüfusun artması, üretimin azalıp tüketimin artması, öğretim amaçlı yer değiştirmeler zorlamıştır. 1927 yılında, % 90 oranı geçen köy nüfusu 1997 yılında, % 50 oranına düşmüştür. İlçenin; Bolaman, Ilıca, Yalıköy, Hatipli, İslamdağ, Kösebucağı, Geyikçeli ve Aslancami olmak üzere yedi beldesi bulunmakta, bu beldeler yerel yönetimlerce yönetilmektedir. Fatsa ilçesinde belediye teşkilatı ilk kez 1923 yılında cumhuriyet ile birlikte kurulmuştur. 19. yüzyılın son çeyreğinde, Anadolu kentlerinin ekonomik yapısı, Fatsa'da da görülmektedir. Geleneksel üretim ilişkileri henüz değişmemiş, denize kıyısı olan bir kent olması nedeniyle, gelişmenin dış ticaretle elde edilen başarıdan kaynaklandığı kaydedilmiştir. İlçe kasaba iken, Ünye ve Ordu kazaları ile ulaşım sağlayan bir karayolu mevcut değildi. Bu nedenle Fatsa'da çok erken dönemlerden itibaren "deniz taşımacılığı sektörü" gelişmiştir. Sektör ileriki zamanlarda oldukça gelişmiştir. Kısa bir süre sonra, 1834 yılında, Fatsa gemi tezgâhlarında bir savaş gemisi inşa edilmiştir. "Çapar" adı verilen kayıklar ise ulaşımda büyük bir rağbet görmüşlerdir. 1900 yılı itibarıyla, kasabada 10 balıkçı kayığı ve 18 küçük gemi bulunmaktaydı. 1902 yılında ise küçük gemi sayısı 38'e çıkmıştır. Denizcilik ve denizciliğe bağlı alanların kasabada gelişmesini hazırlayan başlıca faktörler şunlardı: Kasaba İskelesi'nde görev yapan veya iskeleye uğrayan acenteler, ticaretin gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. "Şevki Efendi" ve "İsmail Efendi"'ye ait acenteler, kasabaya sık sık uğrarken, iskelede özel idare ("veya İ
dare - i Mahsusa") acentesinin temsilciliği kurulmuştur. İskeleye yerli, yabancı devletlere ait yelkenli gemi ve vapurlar gelmekteydi. 1902 yılında, Osmanlı Devleti'ne ait 828 yelken gemisi ve 88 vapur, İngiltere'nin 8, Fransa ve Yunanistan'ın 4, Rusya ve Avusturya'nın 1 ve İtalya'nın 2 vapuru Fatsa iskelesine gelmişlerdir. Fatsa'da yer altı zenginliklerinin ekonomiye katkısıda büyüktü. O zamanlarda soba ve kasaların yapımında ham madde olan demir, deniz sahilinde çıkarılıp "Ordu Curuf"a gönderilir ve orada işlenirdi. Bunun yanı sıra, "Eski Ordu" köyünde ve Arpalık köyüne bağlı "Apar Dağı"'nda demir madeni bulunmuştur. Sapmalı kurşun, Eski Ordu köyünde, kömür ise "Efroz" köyünde bulunmaktadır. Manganez, "Eski Ordu", "Bucaklı" ve "Meşebükü" köylerinde vardır. Eski Ordu köyündeki manganez madeni, "Anadolu Parzılı" adlı bir şirket tarafından çıkartılırken, Bucaklı ve Meşebükü'ndeki madenlerin kullanımı için aynı şirket, 24 Haziran 1886 tarihinde hükümete başvurmuştur. Fatsa'nın 180.202 dönümlük arazisi tarladır. Başlıca yetiştirilen ürünler; mısır, fındık, çavdar, pirinç, fasulye, patates, kivi, alaf, şiar, bakla ve siyaz' dır. Mısır, Karadeniz insanının temel gıda maddesi olmasının yanında 1901 tarihli "Trabzon Vilayet salnamesi"nde ilin zirai kazançları arasında sayılır. Fatsa kazasında 1878 yılında 280.000 kilo olan mısır üretimi, 1879 yılında ise 234.930 kiloya düşmüştür. Mısır, fındıkçılığın ortaya çıkmasıyla beraber, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren değerini kaybetmeye başlamıştır. Fındıktan sonra, 1348 hektarlık alanıyla en çok yetiştirilen üründür. Fındık bölgenin en önemli tarım ürünüdür. 21.663 hektarlık arazide halkın %80'i fındık tarımı ile geçimini sağlamaktadır. Dünyada fındığın en çok üretimi yapıldığı bölge Fatsa'dır. Hatta, Fiskobirlik'in merkez binasının buraya kurulması düşünülmüştür. Fakat, çıkan bazı problemler sonrası, Giresun'a kurulması kararlaştırılmıştır. Üretilen fındığın % 98’i pazarlanmaktadır. Özellikle son yıllarda, üretilen fındığın bir kısmı "Ordu Soya Sanayisi"nde yağlık olarak kullanılmaktadır ve kalanı ihraç edilmektedir. Fındık genellikle, fındık kırma fabrikalarında, iç fındık haline getirilerek ihraç edilmektedir. Fındık üretimi, tarım sektörü içinde önemli bir yere sahip olmasının ötesinde fındığa bağlı sanayi kollarının da gelişmesini sağladığından önemli ölçüde istihdam yaratmakta ve kent ekonomisi içinde ciddi bir pay teşkil etmektedir. Çikolata sanayi ve fındık kırma sanayi, başlıca fındığa bağlı sanayi kolları olarak öne çıkmaktadır. İhraç edilen fındık yurtdışında daha çok çikolata sanayinde kullanıldığından, belli cins ve fiyat aralığındaki fındıklar tercih edilmekte bu durumda tersinden sanayi sektörünün tarım sektörüne etkisi olarak değerlendirilmektedir. Fındığın, ilçenin ekonomisinde önemli bir yer alması, Cumhuriyet'in kuruluş yıllarına dayanmaktadır. 20 hektarlık arazide patates ekimi yapılmakta olup son yıllarda kivi yetiştiriciliği de hızla artmaktadır. 1990 yılından sonra Fatsa İlçe Müdürlüğünün'de desteği ile kivi yetiştiriciliği; arazi yapısının işlemeli tarıma uygun olmadığı ilçede, değişen fındık politikaları ile birlikte fındığa alternatif ürün olarak düşünülmüş ve yörenin çiftçileri tarafından da kabul görmüştür. 32 hektarlık alanda sera tipi kivi bahçesi tesis edilmiş olup 2010 yılı üretiminin 152 ton olacağı tahmin edilmektedir. Ancak üretilen kivinin pazarlama süresini uzatmak ve fiyat miktarı sağlayabilmek açısından, ilçede soğuk hava deposuna gereksinim duyulmaktadır. Sahil kısmı bataklık olan Fatsa'da pirinç üretimi de yaygındır. 1901 tarihli "Trabzon Vilayet Salnamesine" göre pirincin en fazla yetiştiği yerler Terme ve Fatsa'dır. 1878'de, kazanın pirinç üretimi rekoltesi 31.654 kilo'dur. Bataklıkların kurutulmaya başlanmasıyla Pirinç üretimi süresiz olarak askıya alınmıştır. Hayvancılık, genellikle aile işletmeciliği olarak yapılmakta olup; 8517 adet büyükbaş, 2820 adet küçükbaş hayvan mevcudu vardır. Toplam sığır varlığının %11’i yerli, %80’i kültür melezi, %9’u ise saf kültür ırkıdır. İlçede daha çok süt sığırı yetiştiriciliği tercih edilmekle beraber, besicilikte de gelişmeler olmuştur. Ancak 10 baş ve üzeri 144 adet besi ahırından 21 adeti faal durumdadır. İlçede arıcılık da, bölge ve ülke ekonomisi açısından önemli bir potansiyel teşkil etmektedir. İlçe genelinde 19331 adet arı kovanından 483 ton bal üretilmektedir. İlçede 8 adet yumurta tavukçuluğu işletmesi mevcut olup bu çiftliklerde günlük 35-40 bin civarında yumurta üretilmektedir. Balıkçılık, ilçenin 2. önemli geçim kaynağıdır. 4 adet üretim tesisinde alabalık üretimi yapılmakta olup, üretilen balık ilçede oldukça yüksek seviyede tüketilmektedir. İlçenin ekonomik yapısında balıkçılığında önemli bir yeri vardır. Özellikle sahilde yaşayan halkın önemli bir kısmı direk veya dolaylı olarak bu sektörün içinde yer almaktadır. Balığın denizde avlanmasından tüketimine kadar geçen süreçte pek çok kişiye iş imkânı sağlanmaktadır. İlçede kaynak sularının değerlendirilip ekonomiye kazandırılması için 3 adet alabalık çiftliği, 1 adet sazan balığı çiftliği kurulmuştur. En çok rağbet gören balık türü ise hamsidir. Ayrıca Fatsa'da, "Et-Balık Kurumu" bulunmaktadır. Yıllık üretim 9 tondur. İlçede faaliyet gösteren tekstil, su ürünleri, gıda, hayvancılık, şekerleme ve inşaat gibi büyük ölçekli 30 işletme ve 936 kişi istihdam edilmektedir. Daha çok; taşıt, doğrama ve parça üzerine hizmet vermekte olan büyük ve küçük iki adet sanayi sitesi bulunmaktadır. Büyük sanayi sitesinde 262, küçük sanayi sitesi 120 esnaf ve sanatkar faaliyet göstermektedir. Altyapısı tamamlanmış ve 500.000 metrekarelik alan üzerinde kurulan "Organize Sanayi Bölgesi", gıda, ağaç, tekstil, metal gibi iş kollarında faaliyet göstermektedir. Fatsa'da 354 öğrencinin eğitim gördüğü bir tek okul öncesi eğitim kurumu bulunmaktadır. İlçe merkezinde; 11 ilköğretim okulu, 1 özel ilköğretim okulu, 10 ortaöğretim okulu bulunmaktadır. Köylerde ise 12 ilköğretim okulu bulunmaktadır. 2006'da kurulan Ordu Üniversitesi'ne bağlı Fatsa Deniz Bilimleri Fakültesi ve Fatsa Meslek Yüksekokulu bu ilçede bulunmaktadır. Ordu Üniversitesi'ne bağlı Fatsa Deniz Bilimleri Fakültesi, şehirde eğitim veren tek üst düzey eğitim kurumudur. Şehirde ayrıca altyapı ve ekonominin gelişmesi ile dershaneler, özel kurslar faaliyete geçirilmiştir. İlçede ilk defa kütüphane teşkilatı 1963 yılında kurulmuştur. Bu tarihten 1978 yılına kadar çocuk kütüphanesi olarak faaliyet göstermiş, pek az okuyucu yararlanma imkânına sahip olmuştur. Kütüphane, 1978 yılında Kültür Bakanlığı'na bağlanarak, Fatsa İlçe Halk Kütüphanesi'ne dönüştürülmüş, mevcut yayın ve eserlerin sayısı çoğaltılarak daha fazla okuyucuya hizmet verme imkânına ulaşmıştır. Daha önceki yıllarda müsait bir yer bulunamadığından pek çok güçlüklerle karşılaşılmış, hizmet istenilen şekilde okuyucuya götürülememiştir. Ancak daha sonra devlet yatırım yoluyla 10 Ekim 1990 tarihinde yapımına başlanan Fatsa'da, Dumlupınar Mahallesindeki modern hizmet binasına 1993 yılında taşınarak yer problemi halledilmiştir. Kütüphanede kayıtlara göre 17790 adet kitap mevcuttur. Kayıtlı üye sayısı ise 1850 kişi olup, 2005 yılında 9328 adet kitap evlere ödünç olarak verilmiştir. Kütüphaneye bakanlık tarafından 2005 yılında abone ettirilen süreli yayın sayısı 42 adettir. Kütüphaneden, 2005 yılı istatistiklerine göre, 57.203 kişi yararlanmıştır. Türk kültürünün pek çok özelliklerinin bulunduğu yörede, özellikle halk oyunları dikkat çekicidir. 'Ordu Karşılaması' en çok rağbet gören folklor oyunudur. Fakat Fatsa ilçesi birçok halk oyunlarını da bölgeye katmıstır. Fatsa'da geleneksel olarak her yıl Mayıs ayının 20'sine denk gelen günde mayıs yedisi tabir edilen bir etkinlik vardır. Günümüzde hâlen devam eden bu etkinlikte köylerde yaşayan heryaştan insanlar o gün fatsaya gelerek deniz kenarına giderler ve dizlerine kadar suya girerek dilek tutarlar. Tutulan dileğin kabul olması için deniz dalgasında en az 7 dalga kendilerine gelinceye kadar beklemeleri gerekir. 7 dalgadan geçmek olarak tabir edilen bu gelenek günümüzde devam etmektedir. Fatsa'daki ilk büyük festival, "1.Çınar Festivali" olmuştur. 21-22 Temmuz 2000 tarihlerinde düzenlenen festivalde; "Çınar Güzeli Seçimi", "Satranç turnuvası", "Aşıklar Atışması", "En Çirkin Adam Yarışması", "Kitap Fuarı", "100 metre koşusu", "100 metre Yüzme Yarışması", "Plaj voleybolu", "Yöresel Yemek Yarışması" ve "Sünnet şöleni" gibi birçok etkinlik düzenlenmiştir. 1935 yılından 1943 yılına kadar her yıl 1 Temmuz tarihlerinde, Kabotaj Bayramı Fatsa'da kutlanırdı. Daha sonraları Yalıköy'de sürekli kutlanmaya başlandı ve "Yalıköy Deniz ve Balık Şenliği" haline getirildi. Ayrıca Jip Şenliği ve Yat Yarışları da düzenlenenen diğer etkinliklerdendir. İlçenin turizm açısından görülecek ve gezilecek çok yeri bulunmaktadır. "Çıngırt Tepesi ve Kayalıkları", Fatsa’nın 5 km batısında, Kavaklar deresinin doğusunda bulunan tepenin üzerinde, zamanında bir kalenin kurulduğu bugünkü kalıntılardan anlaşılmaktadır. Kalenin üzerinden, Kavaklar Deresine 45 derecelik eğimle inen 120 basamaklı bir tünel vardır. Hatta bu tünelin Fatsa’nın 1,5 mil kuzeyinde Karadeniz içerisinde yer alan adaya gittiği bilinmektedir. Dibi asırlarca atılan taşlarla dolan bu tünelin temizlenerek bu bölge üzerinde kurulacak tesislerle bu yörenin yerli ve yabancı turizme açılması, ilçeye büyük katkı sağlayacaktır. "Fatsa Adası", Fatsa sahiline 1,5 mil uzaklıkta olup, yaklaşık bir dönüm büyüklüğündedir. Eski çağlarda Fatsa’dan adaya karayolu bulunduğu ve adanın altında bir yer altı şehrinin olduğu söylenmektedir. 2001 yılında, ada çevresinde dalgıçlar tarafından fok balığı araştırması yapılmıştır. Adaya ileriki zamanlarda bir tesis kurulacaktır. Böylece ilçeden adaya yapılan tekne gezilerinden daha fazla gelir elde edilmesi amaçlanmaktadır. Gaga Gölü, Fatsa ilçesinin 10 km. güneydoğusunda, "Meşebükü", "Yassıtaş" ve "Sefaköy" köylerinin sınırları içinde bulunmaktadır. 15.000-20.000 metrekarelik bir alanı bulunmaktadır. Çevresi ağaçlar v
e fındık bahçeleriyle kapalı olan göl Fatsa-Aybastı devlet karayolu kenarındadır. Gölün tam ortasında "Kilise Adası" olarak adlandırılan küçük bir adacık vardır. Burada bir kilisenin varlığı ileri sürülmekte ise de, sonuçta bir söylentiden ileri gidilmemiştir. Gaga Gölü, "Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulunca" sit alanı olarak ilan edilmiştir. Gölün çevresinde bulunan özel şahıslara ait gayrimenkullar kamulaştırılarak, turistik tesislerin yapılması planlanmaktadır. Bu mekanların yanı sıra, "Bolaman Konağı", "Terzioğlu Tepesi", "Sarmaşık Kaplıcası" ve "Dolunay Çamlık Mesire Alanı" gibi turistik mekanlarda bulunmaktadır. Gölköy (anlam ayrımı) Gölköy şu anlamlara gelebilir: Ulubey Mazul Kemeri Halkalı Sularını şehre taşıyan Mahmutbey ile Atışalanı arasında geçişi sağlayan su kemeridir, askeri bölge içerisinde kaldığından gecekondulaşmanın yol açtığı tahribattan kurtulabilmiş ve bu güne kadar ayakta kalabilmiştir. Demokles Damokles, M.Ö. 4. yüzyılda Sirakuza'da hükümdar olan Dionysios'un sarayında yaşamış ve dünyaca ünlü "Damokles'in kılıcı" deyiminin zamanımıza kadar gelmesine sebep olmuş kişidir. Efsaneye göre Damokles "Kral Dionysios"'un yakın dostu olduğu için, daima kralla sohbet ederdi. Konuşmalarında çoğu defa krala krallığın bahşettiği mutluluktan bahseder dururdu. Bu durumdan usanan kral, bir gün Damokles'e dönerek; "Bu mutluluğu senin de tatmanı arzu ediyorum!" demişti. Büyük bir ziyafet hazırlatarak tacını ve tahtını kralın güç ve imkânlarına özenen Damokles'e bırakmıştı. Damokles de sevinçle krallık elbiselerini ve tacını giyip tahta oturmuştu. Ziyafetin ortalarına doğru tam başının üstünde bir şeyin sallanmakta olduğunu gören Damokles, dikkatle bakınca bunun at kılına bağlı keskin bir kılıç olduğunu görmüştü. Damokles bunun ne manaya geldiğini düşünüp, Kral Dionysios'un böyle yapmakla, kendisine krallığın sadece krala ait güç ve zenginliklerden ibaret olmayıp, aksine insanın canını daima tehlikelere sokabilecek bir mevki olduğunu idrak ettirmek istediğini anlamıştı. Bu eski Yunan efsanesinden kaynaklanan "Damokles'in kılıcı gibi" deyimi, günümüzde de büyük görev ve mesuliyetlerin aynı zamanda büyük tehlike ve sıkıntıları da beraberinde getireceğini vurgulamak amacıyla kullanılmaktadır. Ayrıca Kral Dionysios'un krallığı süresince büyük tehlikeler ve korkular yaşadığını da ifade etmektedir. ""Damokles'in kılıcı gibi"" deyimi halen günlük diyaloglarda kullanılır ve bu deyime edebi eserlerde, makalelerde rastlanır. Damokles'in kılıcı İkizce (anlam ayrımı) Kabataş Kabataş, Ordu ilinin bir ilçesidir. Kabataş İlçesinin bağlı bulunduğu Ordu bölgesi 1380'li yıllarda fethedilmiş ve Hacıemiroğulları adında bir beylik kurulmuştur. Kabataş’ın eski ismi Karay Köyüdür. 1928 yılında Ordu iline bağlanarak Kabataş adını almıştır. Daha sonra Gölköy ilçesine 1959 yılında ise Aybastı ilçesine bağlanmıştır. 1971 yılında belediye teşkilatı kurularak kasaba halini almıştır. 20 Mayıs 1990 tarih ve 3644 sayılı kanunla İlçe kurulmuş olup 14 Ağustos 1991 tarihinde faaliyete başlamıştır. Kabataş'a bağlı Alankent isimli birbelde vardır. İlçenin iklim özellikleri Karadeniz ve Karasal iklim arasında bir geçiş teşkil eder. Her mevsim yağış alır. Kış ayları sahil bölgelerine göre daha sert geçer. Her mevsim yağışlı olması nedeniyle bitki örtüsünü çoğunlukla ormanlar oluşturmaktadır. İlçe ekonomisi tarım, hayvancılık ve küçük ticarete dayalıdır. Yetiştirilen başlıca tarım ürünleri fındık, patates ve mısır'dır Az miktarda da arpa, buğday, fasulye yetiştirilir. Bunun yanında meyve ve sebze de yetiştirilmektedir. Hayvancılık ve arıcılık da son yıllarda gelişme göstermiştir. İlçe merkezi Ordu iline 72 km, Fatsa İlçesine 40 km uzaklıktadır.Kabataş ilçesi Orta Karadeniz Bölgesinde Canik dağlarının kuzey yamacında ve kıyıdan 40 km içeridedir. Rakımı 530 metredir. Doğusunda Gölköy, Batısında Korgan, Kuzeyinde Çatalpınar, Kuzeydoğusunda Gürgentepe, Güneyinde Aybastı ile çevrilidir. İklim olarak Karadeniz ve Karasal iklim arasında geçiş alanı teşkil eder. Başlıca Akarsuları Bolaman ve Armutludur. Kışlar genellikle kar yağışlı geçer. 2014 yılındaki Mart ayında yağan şiddetli kar yüzünden bölgede fındık donmuştur.Sahil kıyılarına fazla etki etmeyen bu kar yağışı rakımı sahile göre daha yüksek olan yerlerde fındıkları dondurmuştur. Yıllık nüfus artış hızı 15.3 olmakla beraber bu artış hızı il genelinin altında kalmaktadır.Bunun en büyük sebeplerinden biri İstanbul, Kocaeli, Ankara Antalya gibi ekonomik açıdan gelişmiş ve iş olanaklarının daha fazla olduğu illere olan göçlerin aşırı hız kazanmasıdır.İlçeye ait bir belde ve iki köy bulunmaktadır.Fakat Ordu Belediyesi'nin alınan Bakanlar Kurulu kararıyla Ordu Büyükşehir Belediyesi olmasına istinaden küçük belde ve bazı köylerin ilçe belediyelerine bağlanmasına karar verilmiştir.Bu sebeple Alankent Belediyesi ve İlçeye bağlı olan Beylerli ve Kuzköy köyleri tüzel kişilikleri fesh edilip Kabataş Belediyesi'ne bağlanmıştır. Aybastı sınırları içerisinde yeralan Perşembe Yaylası, Kabataş ve Aybastı ileçelerinin hem tarımsal hem de kültürel turuizm açısından ortak kullanım alanıdır. İlçe sınırları içerisindeki Taşarası Mahallesin'de bulunan Şifasuyu isimli su; kalp,damar,böbrek taşı vb. birçok hastalığa iyi gelmektedir..Değirmendere'deki şifalı su ise el ve ayak ekzemalarına iyi gelir. Alankent Acısuyu ise şifa abidesidir ve aynı zamanda gezilmesi gereken bir yerdir.Dini boyuttan bakılacak olursa Kabataş ilçe sınırları içerisinde bulunan Gülbahçe ve Kuzköy Mevkilerinde yaşamış olan 2 evliya olduğu kayıtlar altına geçen bilgilerdendir.Bu evliyaların Kabataş'ı bir dini merkez haline getirdiği söylenebilir.Ayrıca rivayet olunan bazı bilgilere göre 'Akiki' adlı bir divan şairi Kabataş'ta yaşamını sürdürmüştür.Bu divan şairi vasıtası ile Kabataş beyin göçü alan bir merkez haline gelmiştir.Bu şairimizin 15.yy dolaylarında yaşadığı bilinmektedir. İlçe ekonomisi tarım, hayvancılık ve ticarete dayanmaktadır. Yörede en çok fındık, mısır ve patates üretilmektedir. Fındık ilçenin en önemli gelir kaynağıdır.74 km² yüzölçümü alanı i vardır. Km2 düşen kişi sayısı 147 kişidir. Tarımsal üretimin düşmesiyle, okur yazar oranının artmasıyla aşırı göç veren ilçe daha ziyade İstanbula göç vermiştir. İstanbul'da özellikle Bahçelievler, Şirinevler mahallesi, Bağcılar Göztepe Mahallesi ve Esenyurt, Kıraç Mahallelerinde çok sayıda Kabataşlının oturduğu ve oralarda dernekler kurdukları bilinmektedir. Yaz aylarında okulların kapanmasıyla birlikte yöre halkının yeniden ilçeye fındık toplamak üzere döndüğü ve yoğun bir nüfus hareketliliğinin olduğu gözlemlenmektedir. 9 Mahallesi ve 1 kasabası mevcuttur.3774 aile 46.6km2 fındık bahçesi ile fındık üretimi yapmaktadır. Ayrıca 67 dekar alanda 12.000 kg ceviz üretimi yapılmaktadır.Ayrıca armut ve elmanın da çeşitleri üretilmektedir.Fakat bunlar daha çok ticaret amacıyla değil şahsi tüketim amacıyla üretilmektedir. İlçede hayvancılık ve arıcılık da son yıllarda gelişme göstermiştir. Daha çok büyükbaş hayvancılık yapılmaktadır. Bunun yanı sıra küçük baş hayvancılıkla uğraşan kesim de mevcutttur. 5.878 Sığır, 48 Manda, 6500 koyun ve 5 keçi olarak büyük baş, 36.512 arı ile 1.041.000 kg bal olarak hayvansal üretim gerçekleştirilmektedir. Ayrıca ile de 1 adet peynir üretim tesisi olup, ilçe dışına pazarlama yapmaktadır.(2014,Ordu Tarım il Müdürlüğü verileri)Arıcılık ilçe dolaylarında yapılsada daha çok vatandaşlar Doğu bölgelerine giderek balcılık ile uğraşmaktadırlar. İlçenin turizminin gelişmesi için önemli kurul ve kuruluşların desteğiyle çeşitli seminerler düzenlenmiştir. Bu seminerler ve toplantılarda asıl amaç bölgeyi nasıl daha ileriye taşıyacağımız ve mevcut imkanlarla kalkınmayı nasıl gerçekleştirebileceğimizdir.Bunun yanında bayan vatandaşlarımızın bilgilendirilmesi ve hayvan besleme,süt sağımı,temel bitki bilgisi gibi başucu konumudaki konularda eğitim alması için Halk Eğitim Merkezi'nde çeşitli organizasyonlar tertip edilip, düzenlenmektedir.Aybastı-Kabataş Kurultayı her sene düzenlenmektedir.En son 14.'sü düzenlenen kurultayda önemli kararlar alınarak bölgenin iktisadi ve idari açıdan gelişmesi amaçlanmıştır. Korgan (anlam ayrımı) Korgan, Ordu iline bağlı bir ilçedir. Korgan şu anlamlara da gelebilir: Mesudiye (anlam ayrımı) Mesudiye şu anlamlara gelebilir: Perşembe, Ordu Perşembe, eski ismi Vona, Ordu ilinin bir ilçesi, Vona Yarımadasında yer alır. Perşembe, uzun zaman Roma ve Bizans hakimiyetinde kalmıştır. 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet'in Trabzon İmparatorluğu'nu ortadan kaldırmasından sonra Vona Osmanlı İmparatorluğu'nun hakimiyetine girmiştir. 1945 yılında ise ilçe olmuştur. Ordu-Samsun devlet karayolu üzerinde Vona tabii liman koyunda kordon tepesi eteğinde kurulmuştur. Kuzeyinde Karadeniz, doğusunda Ordu, batısında Fatsa, güneyinde Ordu-Ulubey ve Fatsa İlçeleri ile sınırlıdır. İl Merkezine 13 km uzaklıktadır. Dünyanın sayılı sakin şehirleri arasında gösterilmektedir. Perşembe sahili boyunca daha çok devlet karayolunun deniz kısmında birçok yeme içme ve dinlenme mekanları bulunur. Perşembe, kumsalları ile ünlüdür. Çaka doğal plajı, bunların en tanınmışıdır. Bu plaj ileri düzeyde turistik hale getirilmesi için Perşembe Kaymakamlığı, Belediyesi ve İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Valiliğimizin öncülüğünde ve himayesinde ortaklaşa olarak çalışmalarını yürütmektedir. Perşembe, tam bir dinlenme ve tatil yeridir. Sakindir,havası hoştur. Gürültü ve görüntü kirliliğinden tümüyle uzaktır. Önümüzdeki birkaç yıl içinde Perşembe bir turizm cazibe merkezi olacaktır. Perşembeli bir büyük iş adamı,turizm yatırımları için,ciddi çalışmalar yapmaktadırlar. Kıyılar, son derece güzel manzaralara sahiptir. Kıyı boyunca Çeşmeönü, Aktaş, Çerli Köyü, Mersin, Çaytepe Yason burnu Yarımadası, Çatı. Büyükağız, Okçulu Koyu, Mederesönü, Efirli köyü başlı başına birer dinlenme,gezi ve spor beldeleridir. Açık mimari Açık mimari, herkesin kısmen veya tamamen kullanabileceği spesifikasyonları olan yazılım veya donanım mimarisidir
. Açık mimariye kısaca yayımlanmış spesifikasyonları olan tasarım da denebilir. Aslında, Açık Mimariler hem çeşitli standartlarca veya ticaret örgütlerince onaylanan mimarileri hem de spesifikasyonları sahibince yayımlanmış bağımsız tasarımları olan mimarileri de kapsar. Sonuçta, farklı sistemlerin beraberce çalışabilmesine olanak veren mimarilerdir. Ons Ons (sembol oz), bir kütle birimidir. Genellikle yaygın olan""Avoirdupois Onsunu"" belirtmek için kullanılır fakat başka ons çeşitleride vardır. 1 Avoirdupois Onsu tam olarak 28,349523125 gram'a eşittir. Orta Çağ Avrupa'sının önemli ticaret şehirlerinden biri olan Fransa'nın Troyes kentinde kullanılan Troy Ağırlık Sistemi'ne ait ölçü birimidir. Genellikle gümüş, altın ve platin gibi kıymetli metallerin veya elmas, yakut gibi değerli taşların kütlelerinin ölçülmesi için kullanılır.Avoirdupois onsunda %9,7 daha ağırdır. 1 Troya onsu; tam olarak 31,1034768 gram'a eşittir, ancak bu saf altında olup normal olarak 1 ons = 28,3495231 grama eşittir. B vitaminleri B vitaminleri ya da B kompleks vitaminleri: Not: b vitamini sınıflandırmasında bazı numaraların (4, 8, 10 ,11) bulunmamasının sebebi önceden vitamin sanılarak eklenmiş olmalarına rağmen sonradan vücut için esansiyel olmadıklarının keşfedilmesidir. Çamlıyayla Çamlıyayla, Mersin ilinin bir ilçesidir. Halk arasındaki diğer bir adı Namrun'dur. Merkez nüfusu kışın 5-6 bin, yazın ise 70-80 bin arasında değişir. Yaylalık bir alan olduğu için yazın çok hareketlidir. Adana, Mersin ve Tarsus'un yerlileri yaylaya buraya çıkarlar. Tarsus'tan ayrılarak 1991'de ilçe olmuştur. Doğası ve çamlıklarıyla ünlüdür. 2700 metredeki Çiniligöl ve Yazıgöl, baştepe, Papazın bahçesi, Cehennemdere kadıncık ırmağı ve daha birçok yeri görmeye değerdir. Ana ardıç da bu ilçededir. bandırma karsambaç ve iğne oyasıyla ünlüdür. Çamlıyayla da ayrıca türkiyede ender bulunan patentli yerli domates yetiştirilmektedir İlçede, yaz aylarında yayla turizmine yönelik hareketlenmeler görülür. Çevre il ve ilçelerden gelen yerli ve yabancı turistler ile yayla evlerine göç eden vatandaşlar, yaz aylarını burada geçirmektedirler. Yazı ilçede geçiren vatandaşların yaptırdıkları yayla evleri geleneksel Türk evlerinin güzel birer örneğidir. Bunların büyük bir kısmı kış aylarında kapalıdır, yerli halkın oturduğu evlerse yaz kış kullanılmaktadır. Namrun Kalesi ve Sinap kalesi ilçenin eski tarihlerden kalan kaleleridir. Namrun Kalesi: Ilçe merkezinin kuzeyinde ve en yüksek yerinde bulunan, asırlarca pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış olan tarihi Namrun Kalesi 1045 yılında, bölgeyi dışarıdan gelebilecek tehlikelerden koruyabilmek maksadıyla savunma kalesi olarak yapılmıştır. Cehennemdere Cocakdere yaban keçisi koruma ve üretme sahası olarak ayrılmıştır. Çamlıyayla’da bir de Yaban Keçisi Üretme Yeri kurulmuştur. Cehennemdere avlağı, 1989 yılından itibaren yerli ve yabancı av turizmine de açılmıştır. Yörede yaban domuzu,tavşan,keklik ve yırtıcı kuşlardan kartal bulunmaktadır. Ayrıca Cehennemdere Irmağı boyunca da alabalık avlanmaktadır. Çamlıyayla ayrıca trekking, dağ ve su sporları için zengin bir bölgedir İlçe merkezinin yerleşim alanı 634 hektar, yüzölçümü 8110 km²’dir. Denizden yüksekliği şehir merkezinde 1200 metredir. İlçe kuzeyden Ulukışla Niğde, doğu ve güneyden Tarsus, kuzeybatıdan Ereğli Konya, batıdan ise Mersin il merkeziyle çevrili olup,Toroslar’ın zirvesine yakın yayla iklimine sahip bir yerleşim birimidir. Bolkarlar'da kış yerleşim alanlarının içine kadar ormanla kaplı olan Toroslar’ın ağaç sınırının üstündeki haşin çıplak tepelerine kadar uzanmakta olan Çamlıyayla ilçesi, bir tarafından Cehennemdere, bir tarafından Kadıncık Vadisi ile eşine az rastlanan doğal güzelliklere sahiptir. Çamlıyayla sınırları içerisinde yer alan ormanlarda çam, karaçam, kızılçam, fıstık çamı, ardıç, dişbudak, selvi, meşe türleri, çınar, akasya ve defne ağacı bulunmaktadır. Ayrıca aromatik bitki örtüsünde sıklamen, sahlep, kekik, nane ve defne yetişmektedir. Koruma altına alınan ve 9.5 m çevresi bulunan 1100 yaşlarındaki Anıt Ardıç (Ana Ardıç) ile Cocakdere’deki 670 yaşlarında olan Koçsedir (Kocakatran ) görülmeye değer anıtsal ağaçlardandır. Ana ardıç Türkiye'nin en yaşlı ardıcıdır. kaynak (Milli Parklar Genel Müdürlüğü) Hitit kaynaklarında adı illibru diye geçmektedir. İlçeye adını veren Namrun Kalesi, Haçlıların bu bölgeye geldikleri devirlerde ve Selçuklular zamanından başlayarak uzun süre Ermeniler'in elinde kalmıştır. Bu dönemde Namrun Senyörü olarak tanınan Oşin’in burada hüküm sürdüğüne dair bilgiler vardır. Oşin 1081 tarihinde askerleriyle birlikte Bizans imparatoru Alaksios’un kumandanı durumundayken bölge Selçuklulara ve daha sonra diğer Müslüman devletlere geçmiştir. 1309/10 yıllarında, Kıbrıs Kralı Lusignan, Namrun Kalesinde esir tutulmuştur. Çamlıyayla Mersin’in Tarsus ilçesine bağlı Namrun adı altında bir beldeyken 3644 sayılı kanunla Tarsus ilçesinden ayrılarak, 27 Ağustos 1991 tarihinde ilçe olmuştur. Tarsus ile bağlantısını sağlayan Tarsus çamlıyayla 58 km ulaşım yolu tamamı 2017 de bitecek çalışmalar ile yol genişletilecek ve ve şu an keskin virajlara sahip Tarsus-Çamlıyayla yolu daha rahat ulaşılır bir duruma gelecektir. 2012 yılında 1. Yeni yol ve, 2014 yılında 2. Yeni yol yapılarak toplam ulaşım süresi 1 saat 15 dakika olan Çamlıyayla, şu an 50-55 dakikaya inmiştir. 2017'de bitecek çalışmalar ile ulaşım süresi 35-40 dakika'ya indirilmesi hedefleniyor. Ayrıca ilçeye Özellikle Ankara ve Adanadan gelenler karageçit mevkini kullanmakta olup bu yol uzun süre köy yolu statüsünde oldugu için bozuk ve çukurlu idi tekrar karayolları ağına alınan yolda düzeltme çalışmaları başlamış ve 2014 yılında başarılı bir şekilde bitmiştir. Adana-Çamlıyayla yolu, Eski Ankara Yolu'nun Çamtepe gişelerinden 15–25 km ilerisindedir. Eski Ankara Yoluna (eğer Tarsustan geliyorsanız) Şelale mevkisinden ulaşabilirsiniz. Bağçatağı, Belçınar, Cumayakası, Çayırekinliği, Darıpınarı, Fakılar, Giden, Kale, Kisecik, Korucak, Körmenlik, Sarıkavak, Sarıkoyak, Sebil, Doktor (tıp) Doktor, hekim veya tabip, tıp alanında çalışan profesyoneldir. Doktor kelimesi, Türkçeye Avrupa kökenli dillerden (İngilizce veya Fransızca etkisi ile) girmiştir. Kelime aslı itibarıyla Latince kökenlidir ve aynı şekilde okunan "docēre" kelimesinden gelmektedir ve anlamı "öğretmek"tir. Tıp alanında uzmanlık veya doktora çalışmalarını tamamlamış hekimlere (tabiplere) verilen unvandır. Kısaca "Dr." olarak isimlerin önünde de kullanılabilir. Fransadaki ilk üniversitelerden bu yana, bin yılı aşkın bir süredir, akademik bir unvan olarak kullanılmıştır. Üniversitedeki kullanılan anlamı, üniversitede öğreten kişidir (hoca). Amerika kıtasındaki kolonilerin yayılması ile ve geç dönem Avrupa etkisi ile "Dr." olarak kısaltılmış hali, kişi isimlerinin önünde unvan olarak kullanılmaya başlamıştır. Özellikle rönesans hareketi ile akademik hayatta, avrupa ve daha sonraları amerika kıtalarının hakimiyeti ile, dünya üzerindeki pek çok ülkede köade doktora derecesi almış kişilere verilen unvandır. Doktor unvanı, akademik bir seviyeyi ve akademideki çalışmaların getirmiş olduğu saygınlığı ifade etmektedir. Latince kökeninde de "öğreten kişi" anlamının taşıdığı gibi, üniversitelerde uzun süreli çalışmalar sırasında, kişilerin yapmış olduğu eğitim faaliyetlerinin kazandırdığı bir unvandır. Orta Çağ avrupasındaki anlamıyla, hayatını öğrenmeye, öğretmeye ve hikmeti (knowledge) yaymaya adamış kişi anlamındadır. Avrupa ve amerikan ekolünde kullanılan doktor unvanını günümüzde de Ph.D. (kelimesi kelimesine : philosophy of doctorate ancak okunuşu Doctor of Philosophy yani felsefe'nin doktoru) olarak kısaltılmaktadır ve bu unvan ilk kez 19. yüzyılda, Berlindeki Friedrich Wilheliıotiıizm University tarafından verilmiştir. Doktor kelimesinin felsefe üzerine kurgulanmasının sebebi, ilk dönem üniversitelerinin genel yapılanması 3 ana alan üzerinden kurgulanmış eotkemtolmasıdır. Buna göre üniversitedeki bir kişi, hukuk, din (teoloji) veya ilaç alanlarında çalışabilirdi ve bu üç alan da o zamanlar felsefe'nin çalışma alanları olarak kabul ediliyordu. Günümüzde ise unvanın taşıdığı anlamlardan birisi de yapılan işin (çalışma alanının) felsefesine hakim olmaktır. Türkiye'de tıp doktoru unvanı, altı yıllık tıp fakültesi eğitiminin preklinik ve klinik dönemlerini bitirerek başarıyla mezun olanlara verilmektedir. Tıp doktoru unvanı bir yüksek lisans derecesidir. Türkiye'de verilen tıp doktoru unvanının bir benzeri Fransız tıp eğitimi sisteminde bulunmaktadır. Aynı şekilde Fransa'da da altı yıllık eğitim sonunda "docteur en médecine" unvanı verilmektedir. Doktor kelimesi, Türkçeye avrupa ve amerika kaynaklarından ve eğitim sisteminden girdiği için, terimin Türkiyedeki kullanımlarında da bazı hatalar ve sorunlar olmaktadır. Türkiye'de sık yapılan bir hata, uzmanlık/doktora eğitimini tamamlamamış hekimlere de doktor olarak hitap edilmesidir. Sadece lisans seviyesinde tıp eğitimi almış hekimlere "pratisyen hekim" unvanı verilmekte olup doktor unvanını kullanmaları akademik teamüller gereği doğru değildir. Bu hassasiyet sağlık kurumları, hastaneler ve sağlık bakanlığı tarafından da gözetilmekte olup hiçbir kanun, yönetmelik, genelge, tebliğ veya tüzükte doktora veya uzmanlık unvanı bulunmayan hekim için doktor ifadesi kullanılmamıştır. Ayrıca MD kısaltması da Türkçeye hatalı olarak "Tıp Doktoru" şeklinde çevrilmiştir. İngilizce "medical doctor" açılımı gibi tercüme edilmeye çalışan terim de hatalıdır. Bu terim İngilizce MD kısaltmasının Türkçeye yanlış tercümesinden kaynaklanmakta olup MD kısaltması aslında "Doctorate of Medicine" teriminin kısaltmasıdır ve orta çağ avrupasındaki ilk üniversite çalışmalarını teşkil eden 3 alandan (hukuk, din ve ilaç alanlarından) ilaç alanındaki çalışmalara ihtisaslaşmış (uzmanlaşmış) kişilere verilen ve günümüzde de yine aynı şekilde devam eden unvandır. Bu unvan, yine doktora çalışmasını tamamlamış kişilere verilmektedir. Türkçeye "Tıp Doktoru" olarak çevrilmeye çalışılan if
ade aslında İngilizce "Physician" olarak geçmekte olup uzmanlığı / doktora derecesi bulunmayan ve sağlık sektöründe çalışan, genel amaçlı muayene, teşhis ve tedavi ile uğraşan kişileri ifade eder. Türkçede bunun yerine 'pratisyen hekim' veya sadece 'tabip' veya 'hekim' ifadesi kullanılmaktadır. Sağlık sektöründeki unvanların nasıl kullanılacağı ile ilgili olarak Dünya Sağlık Örgütü tarafından 2010 yılında Cenova'da alınan karar gereği, bu şekilde uzmanlığı / doktora mezuniyeti bulunmayan kişilere tam olarak "genel pratisyen" (general practitioner) unvanının kullanılması tavsiye edilmiştir. Avusturya Lisesi Sankt Georg Avusturya Lisesi ve Ticaret Okulu (Almanca "Österreichisches Sankt Georgs-Kolleg"), İstanbul'un Karaköy semtinde bulunan bir özel yabancı lisedir. İdarî kadrosunun ve öğretmenlerinin çoğunluğu Avusturyalı'dır ve derslerde öğretim dili Almanca'dır. Türkiye Coğrafyası, Türk Tarihi, Türk Kültürü ve Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri Türkçe verilir. Ayrıca 5 yıl zorunlu İngilizce ve 4 yıl süreli seçmeli Fransızca eğitimi verilmektedir. Bununla beraber, 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu çerçevesinde, ders programı dahil okulla ilgili tüm faaliyetler Millî Eğitim Bakanlığı kanunlarına tabidir ve mezun olan öğrencilere Türk lise diploması verilir. 1995-96 öğretim yılında başlatılan bir uygulama ile, Türk öğrencilere Türk lise diplomasının yanı sıra Avusturya lise diploması ("Matura") alma imkânı da tanınmıştır. Bu diplomayı almak isteyen öğrencilerin, okul bünyesinde gerçekleştirilen "olgunluk sınavları"nı başarıyla geçmeleri gerekir. "Matura" diploması alan öğrenciler, Avusturya Yüksek Öğretim Kanunu ve ilgili yönetmelikler uyarınca, Avusturya'da (ve diğer Avrupa Birliği ülkelerinde) diledikleri üniversitede okuyabilirler. İstanbul'un yanı sıra Prag, Budapeşte, Guatemala ve Papua Yeni Gine'de de birer Avusturya Lisesi bulunur. 1882 yılında Avusturyalı bir Lazarist cemaati tarafından kurulan okul, önce Almanca konuşan Katolik çocuklar için ilkokul ve yetimhane olarak düşünülmüş, daha sonra orta ve lise kısımlarının eklenmesiyle 1913'te ilk lise mezunlarını vermiştir. I. Dünya Savaşı yıllarında Fransa ve İtalya, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı savaştıklarından Türkiye'deki Fransızlara ve İtalyanlara ait dinsel, eğitsel kurumlar kapatılmış; ancak Avusturya Lisesi bu durumdan etkilenmemiştir. Hatta Avusturyalı rahipler, boşaltılan binalara yerleşmişlerdir. Örneğin Karaköy'de Fransız Lazaristlerin yönetiminde olan Saint Benoit Fransız Lisesi binasındaki kilise, Avusturya Lisesi'nde görev yapmakta olan Avusturyalı rahiplerce savaş sona erene dek koruma altına alınmıştır. I. Dünya Savaşı sonrasında ise durum tam tersine dönmüş, bu kez sürgün edilme sırası Avusturyalılara gelmiştir. İstanbul'daki işgal kuvvetlerine bağlı bir Fransız komutanı, okul çalışanlarına Osmanlı Devleti'ni terk etme emri verince okul 1919'da kapatılmış, ancak 1923'te Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra tekrar açılabilmiştir. 1938'de Nazi Almanya'sı Avusturya'yı ilhak edince okulun adı St. Georg Alman Lisesi olarak değiştirilmiş, 1944'te Türkiye-Almanya ilişkilerinin kopması üzerine okul ikinci kez kapatılmıştır. Üç yıl kapalı kalan okul, 1947'de Avusturya Lisesi adıyla tekrar açılmıştır. 1995'te okulun kız ve erkek bölümleri birleştirilmiş, 1997'de yürürlüğe giren "sekiz yıllık kesintisiz ilköğretim" reformu sonucunda da okulun sekiz yıllık öğrenim süresi (Hazırlık + Orta 1-3 + Lise 1-4) beş yıla indirilmiştir (Hazırlık + Lise 1-4). Avusturya Lisesi, bugün yaklaşık 577 öğrenci, 45 Avusturya Vatandaşı ve 25 Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı öğretmen ile eğitime devam etmektedir. Avusturya Lisesi'nde öğretim dili Almanca ve Türkçedir. Türk dili ve kültürüyle ilgili dersler (Türk Dili ve Edebiyatı, Tarih, Coğrafya, Millî Güvenlik, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi) Türkçe dilinde, diğer dersler ise Almanca dilinde işlenir. Ayrıca okulda İngilizce (zorunlu) ve Fransızca (seçmeli) dersleri verilmektedir. 1988 yılında okul içinde bulunan küçük kütüphaneler birleştirilerek büyük bir bilgi merkezi oluşturulmuş, 1996 yazında kütüphanedeki tüm kitap ve malzemelerin bilgisi "Littera" adlı programla bilgisayar ortamında dosyalanmaya başlamıştır. Bugün kütüphanede yaklaşık 16.000 kitap, çeşitli dillerde 20 adet dergi aboneliği ve eğitim amaçlı çok sayıda CD ve DVD bulunmaktadır. Yeni alımlar büyük ölçüde okulun kendi bütçesinden karşılanmakta, bunun yanı sıra Avusturya'daki kütüphanelerden, Avusturya Eğitim, Sanat ve Kültür Bakanlığı'ndan, İstanbul'daki Avusturya Kültür Ofisi'nden ve bazı başka firma ve kurumlardan da destek alınmaktadır. Avusturya Lisesi dostları, öğretmenler, mezunlar ve öğrenciler kullanmadıkları kitapları kütüphaneye iletmektedirler. İyi ve güncel durumda olanlar kütüphanede kullanıma sunulmakta, bunun dışındakiler ise, özellikle birden fazla olanlar, öğrencilere karşılıksız olarak verilmektedir. 1900 yılında eğitime başlayan Ticaret bölümü ("Handelsakademie"), 1999-2000 öğretim sezonunda meslek liselerinin puan katsayı sorunları yüzünden kapatılmış ve 2003-04 öğretim yılında tekrar eğitim vermeye başlamıştır. Okulda her yıl gösteriler sunan Türkçe ve Almanca tiyatro gruplarının yanı sıra, bir de dans kulübü vardır. Hem Tiyatro Kulüpleri hem de Dans Kulübü, yıl boyunca gösterilerini hem Türkiye'deki hem de Avusturya başta olmak üzere Avrupa'daki çeşitli kentlerde sergilerler. Okulda ayrıca Sosyal Yardım Kulübü de aktif kulüplerin başında gelmektedir. Yalova'daki kardeş okula yapılan yardımlar ve daha birçok sosyal yardımlar ile öğrencilere yardımlaşma ve sevgiyi aşılamaktadır. Arkeoloji Kulübü de yıl içinde İstanbul içinde birçok arkeolojik ve tarihi geziler düzenler, ayrıca her yıl sonu okulların son haftasında, o yılki konusuna bağlı olarak (Frigya, Hititler vs.) Anadolu'ya gezi düzenler. Ayrıca Gezi Kulübü de yıl boyunca öğrencilere keyifli ve güzel anlar yaşatan yurtiçi ve yurtdışı geziler düzenlemektedir. Geçtiğimiz yıllarda; Prag, Roma gibi yurtdışı geziler ile Batı Anadolu, Kapadokya, Güneydoğu Anadolu gibi yurtiçi geziler düzenlemiştir. Okul ayrıca, 2004-05 öğretim yılında özellikle yurtdışı üniversitelere kabulü kolaylaştıran Uluslararası Gençlik Ödülü programını uygulamaya başlamıştır. 2008 yılında Avusturya Lisesi mezunu gençlerimiz, Uluslararası Gençlik Ödülleri'ni İngiltere Kraliçesi Elizabeth'in elinden alma onuruna erişmişlerdir. Okulun voleybol, basketbol, masatenisi ve satranç, kayak ve snowboard takımları ise çeşitli müsabakalarda birçok ödül almıştır. Genç erkek voleybol takımı 1987-88 ve 1988-89 sezonlarında İstanbul, 1988-89 sezonunda Türkiye şampiyonu oldu. Yıldız erkek voleybol takımı ise, 1982-83, 1983-84, 1993-94, 1994-95, 1995-96, 1996-97, 1999-2000 ve 2000-01 sezonlarında İstanbul, 1982-83, 1985-86 ve 1988-89 sezonlarında ise Türkiye şampiyonluğuna ulaştı; 1994-95, 1995-96, 1996-97 ve 1998-99 sezonlarında ise Türkiye ikincisi oldu . 1980'li yıllarda birçok kez İstanbul ve Türkiye şampiyonu olan masatenisi takımı 2005-06 sezonunda İstanbul üçüncüsü, 2006-07 İstanbul ikincisi oldu. Avusturya Lisesi mezunları her yılın Nisan ayının son haftasında okulda "Strudeltag" denilen mezunlar gününde bir araya gelirler. Bir diğer mezunlar günü de Mayıs ayında Viyana'da düzenlenir. Arzu Film Arzu Film, genellikle Ertem Eğilmez'in ve Kartal Tibet'in yönetmenliğini üstlendiği filmlerin yapımevidir. MITS MITS (Micro Instrumentation and Telemetry Systems), 1968 yılında Albuquerque, New Mexico'da Ed Roberts tarafından kurulan bilgisayar şirketidir. Texas Instruments firmasının piyasaya hakim olduğu 1972 yılına kadar hesap makinası üretiyordu. Ayrıca, model roket ve radyo kontrollü araçlar için cihazlar üretti. MITS, ev bilgisayarı sektörünü başlattığı düşünülen Altair 8800 ürünü ile daha çok tanınmıştır. MITS, düşen hesap makinası satışları yüzünden 1970'li yılların başlarında iflasın eşiğine gelmiştir. 1973 yılında bilgisayar hobisi olanlara yönelik ilk bilgisayarlardan sayılan Altair 8800'ü üretmiş, 1974 yılında Intel 8080 işlemcisini kullanarak dar boğazdan kurtulmayı başarmıştır. Hatta bu ürünü ile Popular Electronics dergisinin Ocak 1975 sayısına kapak olmuştur. Bill Gates ve Paul Allen Altair 8800 için BASIC yorumlayıcısını yazdıkları dönemde kısa bir süre için MITS'de çalıştılar. Daha sonra bu ikili 1975'de Microsoft'u kurdular. MITS aşırı talebi karşılamakta zorlandı ve hafıza kartlarındaki problemler ile eleştirildi. Altair 8800 piyasaya çıktıktan kısa bir süre sonra benzer ürünlerin sayısı hızla arttı. Mayıs 1977 tarihinde Pertec firmasına 6.5 milyon Amerikan Doları karşılığında satılarak kendi başlattığı sektör içinde boğulan ilk firmalardan oldu. Kara Ali Acar Spor Salonu Kara Ali Acar Spor Salonu, Banvit Basketbol Klubü'nün spor salonudur. Bandırma'da bulunan salon 3.000 kişi kapasitesine sahiptir. Pertec Pertec Computer Corporation (PCC), floppy sürücüleri, bant sürücüleri, kontrol cihazları gibi bigisayar için çevrebirimleri ve çeşitli donanımlar üreten Kaliforniya'daki bir bilgisayar şirketiydi. Mayıs 1977 tarihinde MITS firmasını 6,5 milyon Amerikan Doları karşılığında satın almıştır. Pertec birkaç yıl sonra iflas etmiştir. Manowar Manowar, 1980 yılının sonunda Auburn, New York'ta kurulmuş olan bir heavy metal grubudur. Grup, adını kurucu üye Joey DeMaio'nun bir röportajda dediği üzere; hayatın her gün sürüp giden bir savaş olmasından esinlenerek "man of war" şeklinde belirlemişlerdir. Manowar ayrıca bir tür savaş gemisidir. Manowar daha çok inandıkları mitolojik tanrılar ile ilgili şarkılar yazmakta ve heavy metal kültürünü yansıtan besteler yapmaktadır. Manowar'ın savaştan bu kadar çok bahsetmeleri ve şarkılarının aşırı sert olmaları bazı dedikodulara sebep olmaktadır. Örneğin Manowar'ın şarkıları aşırı motive edici olduğundan Amerikalı askerlere dinletilmektedir. Bunun üzerine Manowar hakkında faşist söylemleri dolaşmış ancak Manowar şarkıları askerlere dinletilmesi için yazmadıklarını söylemişlerdir. Bu dedikodu Türkiye'de de çok dol
aşmış ve 25 yıl boyunca gelmemeleri de buna bağlanmıştır. Ancak Manowar 6 Ağustos 2005'teki İstanbul Yedikule Zindanları konserinde bütün bu söylentileri sonlandırmıştır. Aradan beş yıl geçtikten sonra Sonisphere 2010 İstanbul ayağında, üç gün süren festivalin ikinci günü olan 26 Haziran 2010'da sahne almışlardır. Fakat bu defa sahneye beş sene önceki gibi "headliner"(posterlerde adı ilk yazılan ve sahneye en son çıkan grup) olarak çıkmamışlardır; (Bu festivale kadar Manowar, 30 yıllık tarihinde, sahne aldığı konserlerde sadece 15 kez headliner olarak çıkmamışlardı) bunun üzerine grubun bass gitaristi ve kurucularından Joey DeMaio, sahnedeyken bu duruma "gücendiklerini" Türkçe olarak ifade eden bir konuşma yapmıştır. Konuşmasını Türkçe yapması grubun Türk hayranları arasında sempati toplamıştır. Grubun şarkı sözleri çoğunlukla fantastik ve mitolojik konuları, özellikle İskandinav mitolojisini temel alır. Ama ""Triumph of the Steel"" albümünün tamamı Truva savaşını konu almıştır. 1984'te grup daha önce birkaç kez kırmayı denediği "en yüksek sesli performans" rekorunu 139 desibel ile kırarak Guinness Rekorlar Kitabı'na girmiştir. Tam bir Black Sabbath hayranı olan Joey DeMaio, okul grubunda bass gitar çalardı. Black Sabbath'ın "Heaven and Hell" turnesinde bass teknisyeni olarak görev alan Joey DeMaio, okul arkadaşı olan Eric Adams ile Manowar'un temellerini attı. Black Sabbath'ın turnesinde alt grup olarak çıkan Shaking Street'in gitaristi Ross Friedman ile tanışan Joey, Onu Manowar'a katılmaya ikna etti. Davulcu için gazeteye ilan veren grup ilk olarak Karl Kennedy ile çalıştı. Fakat bir yıl sonra Karl'ın yerine Donnie Hamzik gruba katıldı ve grup ilk albümün hazırlıklarına başladı. İlk albüm olan Battle Hymns'te Manowar ile çalışan Donnie, gruptan ayrıldı ve yerine -Joey'un bir kız arkadaşının tavsiyesi üzerine- o sıralar New York'ta musluk tamirciliği ile uğraşan Scott Columbus geçti. Manowar ilk çıkarttıkları single şarkılarda bekledikleri ilgiyi ve ciddiyeti bulamadılar. Ancak albümle aynı adı taşıyan şarkıları "Batlle Hynms" ile büyük yankı yarattılar ve bu yüzden ilk albümlerine bu adı verdiler. Sonra da ne kadar ciddi olduklarını kanıtlamak için ilk albüm sözleşmelerini kanları ile imzaladılar. Grup bu kadroyla Into Glory Ride, Hail to England, Sign of the Hammer, Fighting the World ve Kings of Metal isimli(hayranları onlara aynı adlı lakabı vermiştir) albümleri yayınladı. Ayrıca grubun Dark Avenger (Battle Hymns) ve Defender (Fighting the World) isimli şarkılarına ünlü yönetmen ve aktör Orson Welles, konuk vokalist olarak katıldı. 1980 yıllarındaki bu dönem Manowar'ın altın çağıydı. Bütün dünyada bir Manowar çılgınlığı vardı ve en iyi 2-3 heavy metal grubu arasında gösteriliyorlardı. 1988 yılında Kings of Metal'ın yayınlanmasının ardından Ross Friedman (Ross the boss), artık Blues türünde çalacağını belirterek gruptan ayrıldı ve çalışmalarına The Pack grubunda devam etti. Ancak bu ayrılık göz ardı edildi çünkü çıkartılan Kings Of Metal albümü öyle patlamıştı ki Manowar'ın ününe ün katmış ve hayranları tarafından bütün dünyanın kabul ettiği bir lakap ile çağrılmışlardı. Artık grup bu albümleri ile aynı isimle anılıyordu: "Kings Of Metal" Eric ve Joey'ın Chicago'da Kings of Metal'ı hazırlarken tanıştıkları David Shankle ise Ross'un yerine gruba katıldı. Oğlunun hastalığı yüzünden müziğe kısa bir ara veren Scott Columbus'un yerine de Rhino gruba katılınca grup Triumph of Steel albümünün hazırlıklarına başladı ve 1992 yılında bu albüm yayınlandı. Bu albümün ardından Manowar, Hell of Steel isimli bir best of yayınladı. Sadece Kings of Metal, Fighting the World ve Triumph of Steel albümlerinden parçalar içeriyordu bu albüm. Albümün yayınlanmasından sonra Scott davul görevini tekrar devraldı ve David Shankle'ın yerine de Karl Logan gruba katıldı. Karl'ın gruba katılması ise gerçekten ilginçtir: Joey motosiklet sürerken motoru arızalanır ve motoru bir sokak yukarıdaki tamirciye çekerken, başka biri Joey'a motoruyla çarpacak gibi olur. İkisi tartışırken, diğer elemanlar da olay yerine gelir ve burada şans eseri Joey'ın tartıştığı adamla yani Karl ile tanışırlar. "Karl Logan" gruba dahil olduktan sonra çabuk uyum sağlar. Özellikle hızlı elektro sololoları Manowar'ın "speed metal" anlayışıyla örtüşmektedir. Karl ile ilk albüm 1996 yılında "Louder Than Hell" ismiyle çıkar. Manowar iki tane daha best of albüm yayınladıktan sonra 2002'de büyük ses getirecek ve Manowar efsanesini yeniden herkese hatırlatacak olan "Warriors Of The World" albümüyle hayranlarının beklentilerini karşılar. 2003 yılında "Down Of Battle" adlı bir single yayınlayan grup 2007 yılında da "Gods of War" isimli bir albüm yayınlar. 2009'da yayımlanan Thunder in the Sky adlı EP'de ise grup, "Father" adlı parçayı, Türkçenin de dahil olduğu 15 farklı dilde seslendirdi. Grubun davulcusu Scott Columbus, 1 Haziran 2010'da Classic Rock dergisinde yayımlanan röportajında Nisan 2008'den beri grupla birlikte çalışmadığını ve gruptan ayrıldığını açıkladı. 15 Ekim 2010'da Joey DeMaio, 26 yıllık bir aranın ardından Donnie Hamzik'in yeniden davulcu olarak gruba katıldığını açıkladı. Scott Columbus 4 Nisan 2011'de öldü. Ölüm nedeni net olarak açıklanmadı. Manowar, 26 Kasım 2010'da, 1982 tarihli ilk abümleri olan Battle Hymns'in yeniden kaydı olan Battle Hymns MMXI'i yayımladı. Bu albüme Sir Christopher Lee de anlatımlarıyla katkıda bulundu. Grubun sonraki stüdyo albümü The Lord of Steel, 16 Haziran 2012'de iTunes'da ve grubun resmi çevrimiçi mağazasında satışa sunuldu. Ardından grup, Şubat 2014'te, 1988 tarihli Kings of Metal albümünün yeniden kaydı olan Kings of Metal MMXIV'ü yayımladı. Manowar, 26 Mayıs 2016'da yaptığı duyuruyla, "The Final Battle" (Son Muharebe) adını verdiği son dünya turnesinden sonra grubun dağılacağını açıkladı. türkiye konserinde türkçe konuşması: http://www.youtube.com/watch?v=OJfbRiUYpx4 Jeotermal enerji Jeotermal (jeo-yerküre, termal-ısı anlamına gelir) yerkabuğunun çeşitli derinliklerinde birikmiş ısının oluşturduğu, kimyasallar içeren sıcak su, buhar ve gazlardır. Jeotermal enerji de bu jeotermal kaynaklardan ve bunların oluşturduğu enerjiden doğrudan veya dolaylı yollardan faydalanmayı kapsamaktadır. Jeotermal enerji yeni, yenilenebilir, sürdürülebilir, tükenmez, ucuz, güvenilir, çevre dostu, yerli ve yeşil bir birincil enerji kaynağıdır. İçinde su bulunmayan "sıcak kuru kayalar" da jeotermal enerji kaynağıdır. Jeotermal kaynaklar ile; gibi uygulama ve değerlendirme alanlarında kullanımlar gerçekleştirilmektedir. Yenilenebilir, sürdürülebilir, tükenmez bir enerji kaynağı olması; Türkiye gibi jeotermal enerji açısından şanslı ülkeler için bir özkaynak teşkil etmesi; temiz ve çevre dostu olması; yanma teknolojisi kullanılmadığı için sıfıra yakın emisyona sebebiyet vermesi; konutlarda, tarımda, endüstride, sera ısıtmasında ve benzeri alanlarda çok amaçlı ısıtma uygulamaları için ideal şartlar sunması; rüzgar, yağmur, güneş gibi meteoroloji şartlarından bağımsız olması; kullanıma hazır niteliği; fosil enerji veya diğer enerji kaynaklarına göre çok daha ucuz olması; arama kuyularının doğrudan üretim tesislerine ve bazen de reenjeksiyon alanlarına dönüştürülebilmesi; yangın, patlama, zehirleme gibi risk faktörleri taşımadığından güvenilir olması; % 95'in üzerinde verimlilik sağlaması; diğer enerji türleri üretiminin (hidroelektrik, güneş, rüzgar, fosil enerji) aksine tesis alanı ihtiyacının asgari düzeylerde kalması; yerel niteliği nedeniyle ithalinin ve ihracının uluslararası konjonktür, krizler, savaşlar gibi faktörlerden etkilenmemesi; konutlara fuel-oil, mazot, kömür, odun taşınması gibi problematikler içermediği için yerleşim alanlarında kullanımının rahatlığı; gibi nedenlerle büyük avantajlar sağlamaktadır. Yağmur, kar, deniz ve magma sularının yeraltındaki gözenekli ve çatlaklı kayaç kütlelerini besleyerek oluşturdukları jeotermal rezervleri, yeraltı ve reenjeksiyon koşulları devam ettiği müddetçe yenilenebilir ve sürdürülebilir özelliklerini korurlar. Kısa süreli atmosfer koşullarından etkilenmezler. Reenjeksiyon, jeotermal rezervuarlardan yapılan sondajlı üretimlerde jeotermal akışkanın çevreye atılmaması ve rezervuarı beslemesi bakımından, işlevi tamamlandıktan sonra tekrar yeraltına gönderilmesi işlemidir. Reenjeksiyon birçok ülkede yasalarla zorunlu hale getirilmiştir. İtalya'da Larderello sahasında 1904 yılından beri, Kaliforniya'da Geyser sahasından 48 yıldır jeotermal elektrik üretilmektedir. 1890’dan beri Boise, Idaho’da (ABD) ve 1934’den bu yana Reykjavik'de (İzlanda başkenti) jeotermal kaynaklı merkezi ısıtma sistemi bulunmaktadır. Ayrıca, Paris banliyölerinde 85.000 konut jeotermal enerji ile ısıtılmaktadır. Kaplıca ve jeotermal ısı kullanımında dünyada ilk beş ülke şunlardır: Amerika Birleşik Devletleri, İsveç, Çin, İzlanda, Türkiye. Jeotermal elektrik üretiminde dünya sıralamasında ilk beş ülke ise şunlardır: ABD, Filipinler, Meksika, Endonezya, İtalya. Türkiye'de jeotermal enerji tespitine ve bu enerjinin kullanımına dönük çalışmalar özellikle İzmir ve Ege Bölgesi'nin bazı diğer noktalarında ilerlemiştir. İzmir'in Balçova ve Narlıdere ilçelerinde halen yaklaşık 15 bin konut jeotermal enerji ile ısıtılmaktadır. Seferihisar, Dikili, Bergama, Çeşme, Aliağa, Urla, Güzelbahçe, Bayındır, Menderes, Kemalpaşa ve Kozaklı ilçelerinde de varlığı bilinen jeotermal kaynaklarının kullanılması halinde, sadece İzmir Büyükşehir Belediyesi sınırları içinde 220 bin konutu ısıtabilecek kapasiteye ulaşılabileceği hesaplanmaktadır. Ancak atılan adımlar (İzmir Jeotermal A.Ş. gibi) doğalgaz dağıtım çalışmalarına kıyasla daha yavaş yürümekte, resmi enerji politikalarının zorlayıcı etki yaratan düzenlemeleri de devreye girdiğinde, jeotermal enerji altyapı çalışmalarını caydırıcı unsurlar giderek belirginleşmektedir. Dış etkenlere bağımlılıkla eşdeğer doğalgaz kullanımını asgariye indirerek, teknolojisi ve insan kaynakları halihazırda mevcut yerli jeotermal enerjinin ön plana çıkarılmasına yönelik çabalar pek çok
ilgili çevre tarafından ısrarla sürdürülmektedir. Bu bağlamda, yıllardır Jeotermal Yasası (Teklif) çıkarılmasına uğraşılmış ve bu yasa yönetmeliği ile birlikte 13.06.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Diğer ülkelere oranla daha şanslı bir konumda olan Türkiye'nin jeotermal potansiyeli gelişen jeofizik yöntemlerle ortaya çıkarılmış olacaktır. Türkiye'de çalışmakta olan toplam 32 adet jeotermal enerji santrali bulunur. Santrallerin kurulu olduğu iller ve santral sayıları şöyledir: Aydın (20), Denizli(5), Manisa(5), Çanakkale (2). Ayrıca; Aydın'da 4, Manisa'da 2, Denizli'de 1 adet jeotermal santral kurma çalışmaları devam etmektedir. 820,86 MW kurulu gücündeki santraller Türkiye'nin toplam kurulu gücünün %1,58'ini oluşturur. Clive Staples Lewis Clive Staples Lewis (29 Kasım 1898, Belfast, İrlanda - 22 Kasım 1963, Oxford, İngiltere), İrlandalı yazar ve öğretim görevlisi. Clive Staples Lewis 1898'de Belfast'ta doğdu. Yazar, eleştirmen ve temelde eğitmendi. Magdelen College, Oxford'da öğretim üyeliği yaptı ve nihayetinde Cambridge'da Orta Çağ ve Rönesans İngilizcesi Profesörü oldu. Oxford'dayken Charles Williams ve J. R. R. Tolkien'le birlikte çalıştı ve her biri Hristiyan ahlakçısı olan bu üç adam alegori ve fanteziye duydukları büyük ilgi çerçevesinde bir cemiyet oluşturdular. Toplantı boyunca birbirlerine hazırlamakta oldukları işleri okudular ve ister istemez birbirlerini etkilediler. Lewis, Narnia krallığını anlattığı uzun serisiyle elliler edebiyatına damgasını vurdu. Bilim kurgu alanına asıl katkısı ise "Kozmik Üçleme" (ya da "Ransom Üçlemesi") olarak bilinen eseridir. 1938'de "Sessiz Gezegenin Dışında" ile başlayan bu üçleme dil bilimci Dr. Ransom'u merkezine alır. Ransom insanoğlunun kurtuluşu için önerilen bir fidye -ransom- olan İsa gibidir. Üçlemeye Orta Çağ mitolojisi damgasını vurur. O güne kadar yapılmış en iyi tasvirlerle tanıtılan gezegenler koruyucu bir töze sahip, iyi ve güvenilir sığınaklar gibidir, çürümüş ve yitik Dünya'nın aksine. Hikâyelere iyinin ve kötünün savaşı damgasını vurur. Lewis 1963 yılında öldüğünde ardında yepyeni bir anlatım ve anlatı biçimi bırakmış, onlarca hikâye ve derlemeyle yüzyıl edebiyatına damgasını vurmuştur. Bazı eserlerinde N. W. Clerk, Clive Hamilton takma adlarını kullanmıştır. Narnia Narnia, C.S. Lewis'in "Narnia Günlükleri" adlı kitabında adı geçen kurgusal bir ülkedir. Narnia, (güneyindeki Archenland'dan ayıran) sıradağlar ile çorak arazi ve fundalıklar (kuzey sınırı) arasında uzanan bir ülkedir. Narnia'nın doğusunda deniz, batısında ise sarp dağlar ve kayalıklar vardır. Ülkenin bir ucunan bir ucuna akan Büyük Nehir bu kayalıklardan, çalkalanan ve köpüren suyla dolu derin bir çukur olan Kazan Kuyusu'na dökülür ve yolunun büyük bir bölümü boyunca dik ve genellikle kayalık kıyılar arasında akar. Nehrin Fener Çorağı'ndan doğan bir kolu, kilometreler boyunca derin bir koyaktan aştıktan sonra, Kunduzbarajı'nda nehre karışır. Büyük Nehir çayırlardan, kayalardan, fundalık ve ormanlık gibi farklı arazilerden geçer, sonunda da geniş bir vadiye girer ve hayli sığlaşır. En sığ olduğu kısımda, aynı adı taşıyan sığ geçitlerin yanında sularla çevrili, kırmızı çatılı Beruna şehri yer alır. Büyük Nehir, Beruna'nın aşağısında Azgın Nehir ile birleşir ve Narnia'nın başşehri Cair Paravel'de denize ulaşmadan önce geniş ormanlarda menderesler çizer. Ülkenin kıyı hattının büyük bölümü ormanlıktır, ancak kuzeydoğu taraflarında kıyı ormanları çok geçmeden yerlerini, sayısız küçük adaları ve su kanalları olan geniş, ağaçsız bataklık araziye bırakır. Buzdan dağların fonu önündeki yüksek tepelerle yer yer kesilmiş sıradağlardan oluşan ve uzakta her zaman görülebilen Batı Yabanı'nın üzerinde, batıdaki büyük dağlar heybetle yükselir. Narnia diyarı, dünyanın sonunun ötesindeki bir ülkeden gelen büyük bir aslan olan Aslan tarafından kurulmuştur. Aslan, Narnia'nın esrarengiz hakimi Denizin-Ötesindeki-Büyük-İmparator'un oğludur. Aslan'ı fiilen görmüş az sayıda ayrıcalıklı kişi, onun yelesinden ve gözlerinden, ayrıca muazzam bir fiziksel güç ile büyük bir nezaketi ve bilgeliği birleştirme tarzından çok etkilenmişlerdir. Ama en etkileyici olanı, Efsaneye göre yaradılış şarkısının sözleri yoktur, melodisi de yok sayılırdı ama duyulmuş duyulacak en güzel şarkıydı; yıldızların, takımyıldızlarının ve gezegenlerin karanlığın içinden birden görünmelerine yol açmıştı. Aslan şarkısını söylerken kara gökyüzü, yükselen güneş gibi önce griye, sonra da beyazdan pembeye, pembeden altın sarısına döndü. Narnia vadisi yoktan var oldu ve Aslan daha da kıvrak yeni bir şarkı söyleyerek bir aşağı bir yukarı yürümeye başlayınca, toprakta çimenler yeşerip süratle vadiyi ve yukarıdaki tepeleri kapladı. Ağaçlar büyümeye başladı, şarkı daha da çılgın bir hal aldı, çimenli toprak kabarıp hörgüçler halinde şişmeye başladı; şişler büyüdükçe büyüdü ve sonunda patladı, her bir hörgüçten tamamen oluşmuş ve faal halde birer hayvan çıktı. Yeni yaratılmış canlılar derhal kendi doğal işlerini yapmaya koyuldular; kuşlar şarkı söyledi, arılar çiçek polenleriyle beslendi, kurbağalar nehre sıçradı, panterlerle leoparlar yıkandı ve ağaç gövdelerinde tırnaklarını bilediler. Ve Aslan sesiyle, ormanın yabanıl insanlarını da aynı şekilde oluşmasını sağladı: yarı keçi yarı insan biçiminde yaratıklar, satirler ve cüceler. Yaradılışın bu günlerinde Narnia'daki her şey yetişti; bir metal parçası hemencecik bir sokak lambasına, altın ve gümüş madeni paralar ise altın ve gümüş ağaçlara dönüştü. A Night at the Opera A Night at the Opera aşağıdaki anlamlara gelebilir: Nihat Ali Özcan Dr. Nihat Ali Özcan (d. 1958, Şalpazarı, Trabzon) evli ve bir çocukludur. 1979 yılında Kara Harp Okulundan teğmen olarak mezun olmuştur. Mezuniyetinden sonra orduda değişik yerlerde ve rutbelerde görev almıştır. Subay olarak görev aldığı dönemde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirmiştir. Dokuz Eylül Üniversitesi'nde "1919-1922 Yılları arasında Türkiye'de Milli Ordu, konulu tezi ile 1994 yılında yüksek lisans eğitimini bitirmiştir. Özcan; 1998 yılında keni isteği ile ordudan emekli olmuştur. Aynı Üniversiteden 1999 yılında doktora derecesini almıştır. Doktora tezi, PKK konusunda yapılan ilk akademik çalışmadır. Doktora tezi daha sonra (PKK Tarihi, İdeolojisi ve Yöntemi) ismiyle yayınlanmıştır. Bir süre serbest avukatlık yapmış, 1999-2002 arasında ASAM'da (Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi) terörizm konusunda çalışmıştır. TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesidir. Halen Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV)'da araştırmacı olarak çalışmaktadır. Narnia Günlükleri Narnia Günlükleri C. S. Lewis tarafından çocuklar için yazılmış yedi kitaplık bir fantastik roman serisidir. Narnia Günlükleri klasik çocuk kitapları olarak dikkate alınır ve yazarının en bilinen çalışmasıdır, dünya çapında 41 dile çevrilmiş ve 100 milyondan fazla satmıştır. C. S. Lewis tarafından 1949 ve 1954 yılları arasında yazılmış olup, resimleri Pauline Baynes tarafından yapılmıştır. "Narnia Günlükleri" birçok kez radyo, televizyon, tiyatro ve sinema gibi sektörlerde eser olarak kullanılmıştır. Buna ilaveten seride birçok Hıristiyanlık ögesi bulunmaktadır. Karakterlerde ve fikirlerde Yunan Mitolojisi ve Roma Mitolojisi'nden ve bir o kadar da klasik İngiliz ve İrlanda peri masallarından esinlenilmiştir. "Narnia Günlükleri" kurgusal bir yer olan Narnia'da, yani hayvanların konuşabildiği, sihrin bulunduğu ve iyi ve kötü birbirleriyle savaştığı bir dünyadaki ufak çocukların maceralarını anlatıyor. Her kitapta bizim dünyamızdan bir şekilde Narnia'ya teleport olan kahraman çocuklar bulunmakta. Serinin hayranlarına göre kitapların sıralanışı hakkında daha doğru bir görüşleri var. Kitaplar yayımlandığında, numaralandırılmadılar. İlk Amerikalı yayınlayıcı, Macmillan, kitapları basılış sırasına göre numaralandırdı. HarperCollins 1994'te seriyi aldığında, kitaplar tıpkı Lewis'in üvey oğlu Douglas Gresham'ın da düşündüğü gibi içeriğine göre tekrar numaralandırdı. Çünkü bazılarına göre basılış sırası C. S. Lewis'in kitapları yazış sırasına göre ayarlanmıştı.Ama sizin için şaşırtıcı ve güzel olması için içerik değil basılış sırasına göre okuyunuz 2005 senesinde ilk basılan ve seride ikinci kitap olan , Andrew Adamson yönetmenliğinde sinemaya uyarlandı. 2008 senesinde ise ikinci sırada basılan ve seride dördüncü kitap olan yönetmenliğini yine Andrew Adamson yaptığı oldu. 2011 senesinde ise üçüncü sırada basılan ve seride beşinci kitap olan sinemaya aktırıldı ve bu kez yönetmenliği Michael Apted oldu. Douglas Gresham Douglas Gresham (d. Kasım 1945), İngiliz biyografi yazarı ve film yapımcısı. Joy Gresham'ın oğlu ve İrlandalı yazar C.S. Lewis'in üvey oğludur. Lewis, Gresham'ı 1956 yılında evlat edinmiştir. Gresham, "Narnia Günlükleri: Aslan, Dolap ve Cadı" filminin yapımcılarındandır. Çocukluğundan orta yaşına kadar olan hayatını anlatan "Lenten Lands" adında bir otobiyografisi ve C.S. Lewis'in hayatını anlatan "Jack's Life" adlı bir biyografisi vardır. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Kuzey Kıbrıs Kampusu Orta Doğu Teknik Üniversitesi Kuzey Kıbrıs Kampüsü ya da kısaca ODTÜ KKK (İngilizce: "Middle East Technical University Northern Cyprus Campus", or "METU NCC"), Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Güzelyurt bölgesinde kurulan ODTÜ kampüsüdür. Kampüs, mühendislik, idarî ve sosyal bilimlerde uluslararası düzeyde kabul edilmiş lisans programları sunmaktadır. Eğitim dili İngilizcedir. Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devletleri tarafından Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin eğitim adasına dönüşümü dahilinde uluslararası bir kampüs kurmak için davet edilmiştir. ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü projesi, 27 Mart 2000 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti hükümeti ve ODTÜ Rektörlüğü arasında imzalanan protokol ile başlatılmış ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi, yurtdışında kampüs kuran ilk Türk üniversitesi olmuştur. Anlaşma, dö
nemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Bülent Ecevit ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş tarafından imzalanmıştır. Bu çerçeve protokol, 27 Haziran 2001 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 4695 sayılı kanunla onaylanmıştır. Orta Doğu Teknik Üniversitesi, 50 yıllık birikimini ve tüm olanaklarını ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü'nün başarısı için seferber etmiştir. ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü'nde uygulanan tüm eğitim programları, ODTÜ Senatosu tarafından onaylanmaktadır. ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü'nda ders veren öğretim elemanları, ODTÜ Senatosu ve ODTÜ Yönetim Kurulu'nun Ankara yerleşkesi için kabul ettiği standartlarla işe alınan öğretim elemanlarıdır. Orta Doğu Teknik Üniversitesi, ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü'nde verilen eğitimin kalitesini garanti etmekte ve mezunlarına uluslararası düzeyde kabul gören ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü diploması vermektedir. ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü'nde eğitim dili İngilizcedir. ODTÜ'de akademik yıl iki yarıyıldan oluşmaktadır. Akademik yılın birinci dönemi genellikle eylül ayının son haftasında başlamakta ve ocak ayının ortasında tamamlanmaktadır. İkinci dönem, şubat ayının ortasında başlamakta ve haziran ayının ortasında sona ermektedir. Üniversitede dönem derslerini içeren yaz okulu da bulunmaktadır. Kampüs, başkent Lefkoşa'nın 50 km batısında, 12.000 nüfuslu Güzelyurt kentinin 6 km kuzeyinde yer alan Kalkanlı bölgesinde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti tarafından tahsis edilen 3385 dönümlük bir arazi üzerinde kurulmuştur. ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü yüksek teknolojiye dayalı altyapısı, modern eğitim binaları ve laboratuvarları, zengin yaşamı, spor ve kültürel tesisleri, yeşil alanları ve özgün mimarisi ile nitelikli bir eğitim-öğrenim ortamı için her türlü olanağı sağlamaktadır. Kuruluş aşamasında dahi mimari ödüller kazanan kampüs, engelli öğrencilere potansiyellerini kullanabilecekleri bütün imkânları sağlayacak şekilde tasarlanmıştır. ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü'nde 2010-2011 akademik yılı itibarıyla toplam dört ayrı yurt bulunmaktadır. Birinci Yurt bloklarında iki veya dört öğrencinin paylaştığı, yatma, çalışma ve banyo bölümlerinden oluşan odalar bulunmaktadır. Bütün odalarda klima, geniş-bant Internet bağlantısı, TV yayını, blokta birer mutfak ve çalışma salonları yer almaktadır. Ayrıca birinci yurt tekerlekli iskemle ile dolaşmaya elverişlidir ve fiziksel özrü bulunan öğrencileri barındırabilecek şekilde inşa edilmiştir. İkinci Yurt blokları, tek kişilik odalarda kalan üç öğrencinin banyo ve çalışma-yaşam alanını ortaklara kullandığı "süit" düzeninde inşa edilmiştir. 2 bağımsız bloktan oluşur ve bir blok kız, bir blok erkek öğrenciler için ayrılmıştır. İkinci yurt binasında da birinci yurt binasında sunulan servis ve olanaklar mevcuttur. Üçüncü Yurt blokları iki veya dört kişinin paylaştığı, 2 veya 2 + 2 kişinin kalabileceği yatak odaları ile çalışma bölümleri şeklinde düzenlenmiştir. Yurtta ortalama 26-28 kişiye düşen WC & banyo + mutfak ortak kullanımdadır. Ayrıca katlarda çalışma odaları bulunmaktadır. Birinci ve ikinci yurtta bulunan geniş bant internet bağlantısı, çamaşırhane, kantin, lobi gibi olanaklar bu yurtta da mevcuttur. EBİ yurdu, üç blok ve toplam 2 kattan oluşmaktadır. A Blok, toplam 12 oda ve 40 yatak kapasiteli olup, tamamı erkek öğrenciler için düzenlenmiştir. Her katta 2+2 ve 1+1 suit şeklinde daire üniteleri mevcuttur. C Blok,1.katı 11 oda ve 40 yatak kapasiteli olup kız öğrenciler için, 2.katı 12 oda ve 44 yatak kapasiteli, erkek öğrenciler için 2+2 ve 1+1 suit daire şeklinde düzenlenmiştir. B Blokta ise çalışma salonu, bilgisayar odası, lobi ve kafeterya yer almaktadır. Diğer yurtlarda bulunan geniş bant internet bağlantısı, çamaşırhane gibi olanaklar bu yurtta da mevcuttur. Kültür İşleri Müdürlüğüne Bağlı Öğrenci Topluluklarının Listesi: Spor Müdürlüğüne bağlı öğrenci toplulukları: Fredrik Ljungberg Karl Fredrik Ljungberg (d. 16 Nisan 1977, Vittsjo, İsveç), orta saha mevkiinde oynamış eski futbolcudur. 17 Eylül 1998 tarihinden itibaren Premier League takımlarından olan Arsenal'de oynamıştır. Daha önce İsveç kulübü Halmstads formasını giymiştir. 2014 yılında ise Hindistan Süper Ligi ekibi Mumbai City FC ile futbola dönmüştür. Ljunberg özellikle hırslı ve süratli futboluyla dikkat çekmiştir. Son sezonda Arsène Wenger'in genç futbolculara yer vermesiyle ilk 11 şansı azalmıştır. 2007-08 sezonu başında West Ham United takımına transfer olmuştur. 2007-2008 sezonu sonrası kontratı karşılıklı olarak feshedilmiştir. En İyi 100 Kurgu Karakteri (Book dergisi) 1900'den İtibaren En İyi 100 Kurgu Karakteri listesi, Amerikan "Book" dergisinin Mart/Nisan 2002 sayısında yayımlandı. Aralarında yazar, editör, yayınevi sorumlusu ve oyuncuların da bulunduğu 55 kişilik bir ekip, 1900 yılından itibaren edebiyattaki en iyi 100 karakteri seçmek için bir araya geldi. Listedeki 100 kitaptan 55'i Amerikan edebiyatına, 29'u İngiltere ve İrlanda edebiyatına, geriye kalan 16 kitap da diğer ülkelerin edebiyatlarına aittir. Kitapların listesi ve kitaplardaki karakterler aşağıdaki gibidir. Augustus (anlam ayrımı) J. K. Rowling Joanne Kathleen "Jo" Rowling veya bilinen adıyla J. K. Rowling (d. 31 Temmuz 1965, İngiltere), Harry Potter adlı fantastik roman serisinin İngiliz yazarı. Kathleen, kendisine verilen bir ad olmamasına rağmen, büyükannesinin onuruna bu adı almıştır. Joanne Rowling, 31 Temmuz 1965'te Chipping Sodburry, İngiltere'de doğdu. Ailesiyle birlikte Bristol'e, daha sonra da Chepstow'a taşındı. Liseyi Wyedean Comprehensive'de okuduktan sonra Exeter Üniversitesinde Fransız Dili ve Edebiyatı eğitimini tamamladı ve Londra'ya yerleşerek araştırmacı ve iki dil bilen bir sekreter olarak İnsan Hakları Örgütünde çalışmaya başladı. Harry Potter serisinin dışında dört romanı daha yayımlanan Rowling, polisiye türündeki üç eserini Robert Galbraith mahlasıyla yazmıştır. İlk eseriyse 6 yaşındayken yazdığı "Tavşan" adlı hikâyesidir. Adını "J. K. Rowling" şeklinde kısaltmasında ilk kitabın yayımcısı Bloomsbury'nin etkisi vardır. Yayınevi, erkek okuyucuların, kadın bir yazarı okumaktan çekinebileceğini düşünerek yazarın erkek olduğu izlenimi uyandırmak için adının "J. K. Rowling" şeklinde yazılmasını tercih etmiştir. Londra'dan sonra İngilizce öğretmenliği yapmak üzere Portekiz'e taşınan Rowling, 16 Ekim 1992'de Portekizli televizyon muhabiri Jorge Arantes'le evlendi ve 27 Temmuz 1993'te ilk çocuğu Jessica Rowling Arantes'i dünyaya getirdi. Çift 1995 yılında boşandı. Aralık 1994'te Rowling ve kızı, kız kardeşine daha yakın olmak için Edinburgh'a taşındı. Tek geçim kaynağı işsizlik maaşı olan Rowling, ilk kitabını burada şimdi bir Çin lokantası olan Nicolson's Café'de tamamladı. Rowling yine bu dönemde Edinburgh Üniversitesi'nde yüksek lisans yaptı ve 1996 yılında mezun oldu. Rowling'in Harry Potter serisi tüm dünyada 400 milyon kopya satarak hem kitabı hem de yazarını büyük bir üne kavuşturdu. Türkiye'de basımı Yapı Kredi Yayınları tarafından yapılmıştır. Serinin ilk kitabı olan "Harry Potter ve Felsefe Taşı" Ülkü Tamer tarafından, ikinci kitap "Harry Potter ve Sırlar Odası," Sevin Okyay tarafından, üçüncü kitap ve sonrası ise Sevin Okyay ve Kutlukhan Kutlu çevirisiyle kazandırılmıştır. Romanlar, son derece büyük bir ilgiyle okundu ve bir anda çok satan kitapların başına yükseldi. Rowling ise kitap yazarak dolar milyarderi olan ilk yazar ve Birleşik Krallık'ın en zengin kadını ünvanlarını elde etti. Servetiyle Uluslararası PEN Kulübü gibi kurumlara ve Birleşik Krallık İşçi Partisi'ne yüklü miktarda bağışlar yapmıştır. 26 Aralık 2001'de Rowling, Pertshire'daki evinde küçük bir törenle Neil Murray adında bir doktorla evlendi. Rowling, 23 Mart 2003'te David Gordon Rowling Murray adını verdiği ikinci çocuğunu dünyaya getirdi. "Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı" kitabını kocası Niel'la çocukları Jessica ve David'e ithaf etti. 23 Ocak 2005'te Rowling, Mackenzie Jean Rowling Murray adını verdiği üçüncü çocuğunu dünyaya getirerek üç çocuk sahibi olma hayalini gerçekleştirdi. Rowling, Harry Potter serisinin altıncı kitabı "Harry Potter ve Melez Prens" adlı kitabıysa kızı Mackenzie'ye ithaf etti. Ekim 2015'te Rowling, sekizinci Harry Potter hikâyesi ve Harry Potter'ın en küçük oğlu Albus'u konu alan, oyun yazarları Jack Thorne ve John Tiffany ile birlikte yazdığı iki sahnelik oyun "Harry Potter and the Cursed Child"ı "Pottermore" aracılığıyla duyurdu. 28 Ekim 2015 tarihinde biletler ilk kez satışa sunuldu ve birkaç saat içinde tükendi. Boş Koltuk, Rowling'in yetişkinler için yazmış olduğu ilk kitaptır. Doğan Kitap tarafından Dost Körpe çevirisiyle Türkçeye kazandırılmıştır. Bundan bir yıl sonra Robert Galbraith mahlasıyla yayımlanan Guguk Kuşu adlı eserin de aslında Rowling'e ait olduğu The Sunday Times Gazetesi tarafından ortaya çıkartılmıştır. "Cormoran Strike" adlı dedektifin maceralarını konu alan ve İpek Böceği romanıyla devam eden polisiye seri Pegasus Yayınları tarafından Zeynep Heyzen Ateş çevirisiyle Türkçeye kazandırılmıştır. Albendazol Albendazol, birçok parazitik enfeksiyonun tedavisinde kullanılan bir ilaçtır. Nematodların sebep olduğu tek veya mültipl intestinal helmintiasis tedavisi için ("Ascaris lumbricoides", Oxyuris (enterobius) vermicularis, "Necator americanus", "Ancylostoma duodenale", "Trichuris trichiura"): Bir defada alınmak üzere 400 mg albendazol. "Taenia saginata", "Taenia solium" ve "Hymenolepis nana"'nın sebep olduğu intestinal sestod enfeksiyonlarında ve "Strongyloides stercoralis"'e bağlı intestinal helmintiasis tedavisi için günde 1 defa 400 mg albendazol 3 gün art arda alınır. Tedaviden 3 hafta sonra yapılan kontrolde dışkıda parazit veya yumurtaları görülüyorsa tedavi tekrarlanabilir. Taeniasis'de 3 ay sonra ikinci bir kontrol yapılmalıdır. Albendazol tedavisi sırasında özel bir rejim uygulamaya veya müshil kullanmaya gerek yoktur. İlacın yemeklerden önce veya sonra veya yemek arasında alınması sonucu etkilemez. Echinococcus granulosus tarafından yapılan kist hidatik hastal
ığının tedavisi için albendazol 400 mg sabah, 400 mg akşam olmak üzere günde 800 mg dozda 30 gün süreyle uygulanır. Veya günde 10 mg/kg albendazol ikiye bölünerek 5 mg/kg sabah, 5 mg/kg akşam verilir. 30 günlük tedaviden sonra 15 günlük bir ara verilerek gerekirse kür tekrarlanır. Akciğer, karaciğer ve periton kistlerinde tedaviye iyileşme görülene kadar devam edilir. İyileşme için gerekli, 15 gün aralarla yapılan 30 günlük kürlerin sayısı bu kistlerde ortalama 6'dır. Kemik kistlerinin tedaviye cevabı sınırlı olduğundan hastanın daha fazla iyileşmeyeceği anlaşılınca tedavi kesilmelidir. Albendazol insanlarda nematodların ("Ascaris lumbricoides", "Oxyuris vermicularis", "Enterobius vermicularis", Uncinariasis, "Ankylostoma duodenale", "Necator americanus", "Trichuris trichiura", "Strongyloides stercoralis") ve sestodların (Taeniasis, "Taenia saginata", "Taenia solium", "Hymenolepis nana", Multipl intestinal helmintiasis) sebep olduğu intestinal barsak helmintiasis enfeksiyonlarının tedavisinde endikedir. "Echinococcus granulosus"'un neden olduğu hidatid hastalığın (kist hidatik) tedavisi primer olarak cerrahidir. Ancak ameliyata kontrendikasyon varsa, hasta cerrahi müdahaleyi red ediyorsa, ameliyattan sonra nüks oluşmuşsa, ameliyat sırasında kist sıvısı saçılmışsa, kist sayısı çok olup müdahale zorsa Albendazol sekonder tedavi ajanı olarak endikedir. Albendazol gebelik süresince kontrendikedir. Bu maddeye karşı aşırı duyarlılığı olanlarda kullanılmamalıdır. Emziren bayanlarda ve 2 yaşından küçük çocuklarda kullanılmamalıdır. Albendazol karaciğerde metabolize olarak böbreklerde itrah edildiğinden karaciğer, böbrek ve hematopoetik fonksiyonları bozuk hastalarda dikkatle kullanılmalı, tedaviden önce ve tedavi sırasında bu fonksiyonlar izlenmelidir. Bazı hastalarda albendazol alındıktan sonra baş dönmesi, başta sersemlik, uyuklama gibi yan etkiler görülebileceğinden, hastalar araç veya makine kullanma konusunda uyarılmalıdır. Bulantı, kusma, karın ağrısı, diyare, anoreksi, konstipasyon, baş ağrısı, baş dönmesi, letarji görülen yan etkilerdir. Seyrek olarak yüksek dozda albendazol alanlarda hipersensitivite reaksiyonu (ateş, deri döküntüsü veya kaşıntı), nötropeni ve SGOT, SPGT yükselmesi bildirilmiştir. Bu reaksiyonlar reversibl olup ilacın kesilmesi ile düzelir. Teofillin: Albendazol hepatik sitokrom p450 1A sisteminde endüksiyon yaptığından, beraber kullanıldığında teofilinin plazma konsantrasyonları monitör edilmelidir. Deksametason: Albendazolün plazma sabit durum (steady-state) doz öncesi konsantrasyonlarında artış gözlenir. Prazikuvantel: Albendazolün ortalama maksimum plazma konsantrasyonlarını ve eğrinin altındaki alanını (EAA) arttırır. Doruğa erişme ortalama süresi (tmax) ve plazma eliminasyon yarı ömrü ise değişmez. Simetidin: 10 mg/kg/gün dozunda verildiğinde safra ve hidatid kist sıvısındaki albendazol konsantrasyonlarını bir kat (%100) arttırır. Metimazol, albendazol sülfoksidaz enziminin kuvvetli bir inhibitörüdür. Plazmada albendazol sülfoksit seviyelerinin düşmesine yol açabilir. Klorpromazin ve fenbendazol aynı enzimle metabolize olduklarından plazmada albendazol sülfoksit konsantrasyonunun düşmesine sebep olabilirler. Kloramfenikol, eritromisin, hekzobarbital, nalidiksik asit sitokrom p450 sistemini inhibe ettiklerinden albendazol metabolizmasını olumsuz yönde etkileyip aktif metabolit olan albendazol sülfoksit yapımını engelleyebilir. Serum alanin aminotransferaz (ALT, AGPT) veya serum aspartat aminotransferaz (AST, SGOT) değerlerinde geçici yükselme, nötrofil sayısında geçici azalma olabilir. Tori Amos Tori Amos (22 Ağustos 1963), ABD'li kadın şarkıcı ve şarkı sözü yazarı. Asıl adı Myra Ellen Amos'tur. İngiliz ses teknisyeni Mark Hawley'le evlidir ve 5 Eylül 2000'de dünyaya gelmiş Natashya Lorien Hawley adında bir kızları vardır. Amos, şarkı sözlerinde cinsellik, din, ataerkillik ve kişisel trajedi gibi konuları işler. Büyük başarı kazanmış şarkıları arasında "Crucify", "Silent All These Years", "Me and a Gun", "Cornflake Girl","Caught a Lite Sneeze", "A Sorta Fairytale", "Professional Widow" ve "Spark" vardır. Amos 1990'ların başlarında kadın vokalistler içinde önde gelenlerindendi ve kariyerinin kayda değer gelişimini ender piyano müzisyenlerinden birisi olarak yaptı. Rev. Dr. Edison ve Mary Ellen Amos'un 3. çocukları olarak Newton, Kuzey Caroline'da; Georgetown (Washington D.C.)'dan Kuzey Caroline'a seyahat sırasında Newton'daki Old Catawba Hastanesinde dünyaya gelir. İki yaşındayken, ailesi Baltimore Maryland'a (piyano çalmaya başladığı yerdir.) taşınır. Beş yaş civarında piyanoda enstrümantal parçalar bestelemeye başlar. Dokuzunda ise bu parçalara artık söz eklemeye başlar. 1968'de Rockville'deki Maryland'de yaşarken, Peadbody Konservatuvarı'nda müzik bölümünde burs kazanır. Beş yaşında bu bursu kazanmış olması okula kabul edilmiş en genç öğrenci yapar onu. On bir yaşında bursu kesilir ve okulu bırakır. Amos bursu kaybetme sebebini, rock ve popüler müziğin birleşimine olan ilgisine ve kâğıt üzerinden verilen müzik eğitime olan tepkisine bağlar. Ayrıca parçaları kulaktan çalmada başarılıyken solfejde başarısızlık sergilemektedir. İki yıl sonra Montgomery College'de çalışmaya başlar. Babasının yardımıyla bazı gece kulüplerinde ve kiliselerde çalmaktadır. Bir yandan da reklamlarda oynar, pembe dizilerde figuranlık yapar. Bir bar çalışması sonrası, eve giderken bir hayranının davetini kabul eder. Bu hayranı tarafından tecavüze uğrar. Bu kötü deneyim sonraki yıllarda çoğu şarkısına yansıyacaktır (özellikle "Me and a Gun" adlı parçasına). Bir arkadaşının, görünümünün Tori ismine daha çok yakıştığını söylemesi üzerine adını "Tori" olarak değiştirir. Müzikle bağı kopmamıştır. Yeteneğini keşfeden Atlantic Records ile plak anlaşması yapar. "Y Kant Tori Read" adlı bir grup kurar. Grubun adı, Tori'nin nota okuyamamasından esinlenilmiştir. Ayrıca grubunda, daha sonra çalışmaya devam edeceği gitarist Steve Caton da bulunmaktadır. 1988'de grupla aynı adı paylaşan, pop rock tarzda bir albüm yayınlarlar. Fakat Tori, o dönemin modasına ve ekonomik kaygılarına uyarak yanlış bir imajla çıkmıştır. Albüm hiç satmaz, Tori depresyona girer. Grupla yolları ayrılır. Tekrar piyanist şarkıcı özüne geri dönmek ister fakat şirket, ABD'de böyle bir konseptin para etmeyeceğini söyleyerek Tori'yi Birleşik Krallık'a gönderir. İlk albümünün köklerini bu dönemde oluşturur (1991). Başından geçen kötü olayı anlattığı "Me and a Gun" ve Nirvana'dan cover'ladığı "Smells like Teen Spirit" adlı parçasıyla her yeri dolaşarak küçük barlarda çalar, kendi hayranlarını yavaş yavaş yaratır. O sırada yakın arkadaş olduğu Kurt Cobain, kendi şarkısının Tori versiyonunun eşliğinde Tori ile dans ettiklerini belirtir. Gazete Gazete, haber, bilgi, bulmaca ve reklam içeren, genellikle düşük maliyetli kâğıt kullanılarak basılan ve dağıtımı yapılan bir yayım olup, halka güncel olaylara ilişkin bilgi verme amacı gütmektedir . Genel olarak yayınlandığı gibi, özel bir konu üzerinde de yayınlanabilir ve genellikle günlük ya da haftalık olarak yayınlanır. İlk haber toplama ve dağıtma gazetesi, MÖ 59 yılında 2.000 kopya olarak Roma Senatosu'nca çıkarılıp imparatorluğun değişik köşelerine dağıtılan Acta Diurna'dır. Fethedilen toprakları, siyasi gelişmeleri, toplumsal olayları ve gladyatör dövüşlerinin sonuçlarını içeren Acta Duirna'yı; okuma bilen Roma vatandaşları yüksek sesle okuyarak okuma bilmeyenlere duyururdu. Çin'de Tang Hanedanı döneminde dağıtılmaya başlayan Kai Yuan Za Bao adlı saray genelgesi de mandarinlerin başarıları konusunda haberlere yer verdiği için bu yönüyle bir gazete sayılabilir. 15. yüzyılda matbaanın keşfi gazete ve dergilerin hızla gelişmesine yol açmıştır. 16. yüzyılda Avrupa'da savaşlara tanıklık etmiş kimselerin birinci elden aktardığı birkaç sayfalık savaş haberleri yayımlandıktan sonra, süreli yayımlanan ilk gazeteler ise 17. yüzyılın başlarında Almanya'nın bazı kentlerinde ve Belçika'nın Anvers şehrinde basılmıştır. Johann Carolus’un 1605 yılında yayınladığı aller Fürnemmen und gedenckwürdigen Historie adlı gazetesi kâğıt üzerine basılan ilk gazete kabul edilmektedir. İlk İngilizce gazete, 1622 yılında İngiltere'de yayımlanan Nathaniel Butter; ilk Türkçe gazete ise 1828'de Kahire'de yayınlanmaya başlayan Vekdyi-i Misriye'dir. Sanayi devrimi ile gelişmiş matbaa makinelerinin icat edilmesi gazetelerin tiraj ve maliyetlerini olumlu ölçüde etkileyerek gazete okuma alışkanlığının yaygınlaşmasına neden olmuştur. Londra'da yayımlanan The Times gazetesi; 1814 yılında yeni matbaa aletlerini edinince, dakikada 1.100 baskı yapabilecek kapasiteye ulaşmıştır. Gazeteler yayım saati, yayım süresi, konuları ve dağıtıldıkları bölgelere göre gruplandırılabilirler. Muhabirlerin ilettiği ve terminaller aracılığı ile doğrudan gazetenin ana bilgisayarına giren haberler, burada sayısal kodlar biçiminde depolanır. Gazetede yer alacak yazılar insan eli değmeksizin, bilgisayardan fotodizgi (elektrodizgi) makinelerine aktarılarak filme çekilebilir. Günümüzde bu filmden baskı kalıbı hazırlanması da otomatik makinelerde yapılabilmektedir. Elektronik tarama ile renkli fotoğraf ve resimlerin renk ayrımını yapabilen laserin ortaya çıkmasıyla maliyetler düşmüş ve gazeteler sayfalarında daha fazla renk kullanma olanağına kavuşmuştur. Teknolojinin sağladığı olanaklar yurt çapında yayımlanan gazetelerin dağıtımında da yardımcı oldu. Baskı için hazırlanmış sayfaların tıpkı basımları, faksimile kullanılarak uydu ya da yer hatları aracılığıyla ülkenin çeşitli yerlerine gönderilebilmekte ve gazeteden aynı anda birden çok yerde basılması saglanabilmektedir. Bu büyük teknolojik değişimler gazetenin hazırlanmasından basılmasına kadar geçen birçok aşamada eskiden insanların yaptığı çok sayıda işi ortadan kaldırmıştır. Ofset yöntemlerde ise basımı yapılacak malzemenin filmleri alınır. Kimyasal bazı işlemlerden geçirilen bu filmlerden baskı kalıpları hazırlanır. Birçok gazete saatte on binlerce gazete basabilen rotatif baskı makineleri ile ba
sılır. Baskıda kullanılan kalıpları hazırlamanın başlıca iki yöntemi vardır. Artık terk edilmeye başlanan eski yöntemde, kalıplar linotip makinelerinde, harflerin kurşun alaşımından dökülerek satırlar biçiminde dizilmesiyle hazırlanır. Tan Sağtürk Tan Sağtürk (d. 14 Temmuz 1969, İzmir), Türk balet ve dizi oyuncusu. Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı Yüksek Bale Bölümü mezunudur. Fransız Genç Balesi Le Jeune Ballet De France, Fransız Devlet Balesi Ballet National De France Baş dansçısı, İstanbul Devlet Opera ve Balesi baş dansçılığı, Diyarbakır, Mardin, Gaziantep, Kayseri, İstanbul, Ankara, İzmir, Kıbrıs Bale ve Dans okulları kurucusudur. Tan Sağtürk Bale ve Dans Eğitim Merkezi’ni açarak baleyi geniş kitlelere sevdirdi. Fransız Devlet Balesine yapılmış Soude-ve Je ne Regrette Rien (Edit Piaf) adlı yapıtı bulunmaktadır. Antalya ve İzmir Devlet Opera ve Balesinde koreografisini yaptığı "Kalp Sesi Projesi" adlı yapıtı sahnelendirdi. Fox TV'de Bez Bebek adlı dizide Hakan karakterini canlandırdı ve TV reklamlarında rol almıştır. Aynı zamanda Göztepe taraftarıdır. Ağrı kesici Analjezik ya da ağrı kesici, ağrı dindirmek ve "analjeziye" (acı yitimine) yol açmak için kullanılan her türlü ilaca verilen isim. Yunanca "an-" (olmadan) ve "-algia" (ağrı) kelimelerinden türemiştir. Analjezik ilaçlar periferik ve merkezi sinir sistemine etki eder. Tarihin en eski ve üzerinde en fazla çalışılmış problemlerinden biri ilaç kullanarak ağrıdan kurtulmaktır. Merkezi sinir sistemine etki eden ve ağrıyı dindirmekte kullanılan ilaçlar genel olarak analjezikler diye isimlendirilir. İnsanlar en eski medeniyet çağlarından beri ağrıyı dindirmek için bitkilerden elde ettikleri maddeleri kullanıyorlardı. En çok kullanılan doğal ağrı dindirici maddeler arasında afyon da yer alır. Afyon, haşhaşın ("Papaver somniferum") henüz olgunlaşmamış meyvelerinin bıçakla çizilmesiyle sızan ve güneşin tesiriyle kapsül üzerinde kuruyup sertleşen bir özsuyudur. Ham afyonda yaklaşık 23 çeşit alkaloid bulunmaktadır. Alkaloidler genel olarak heterosiklik bir yapıya sahiptir ve fizyolojik tesir gösterir. Afyonun uyuşturucu tesiri de içindeki alkaloidlerden ileri gelmektedir. Bunlara genel olarak afyon alkaloidleri denir. Alkaloidler ya elde edildiği bitkiye göre (afyon alkaloidleri, kına kına alkaloidleri, vb.) ya da kimyasal yapılarına göre (fenantren sınıfı alkaloidler, vb.) adlandırılır. Afyon alkaloidleri kimyasal yapılarına göre ikiye ayrılır: Analjeziklerin parasetamol, uyuşturucu ilaçlar (morfin gibi), uyuşturucu etkisi olan sentetik ilaçlar (tramadol gibi), NSAID'ler ("non-steroidal anti-enflamatuvar") gibi birçok farklı çeşidi vardır. Nöropatik ağrı sendromlarının tedavisinde kullanılan bazı ilaç grupları analjeziklere dahil değildir. Antikonvülzanlar ve trisiklik antidepresanlar bu tip ilaçlara örnek olarak verilebilir. Rahim sarkması Rahim sarkması, rahmin tutunduğu bağlardan kopması veya rahimin hazneye veya makata doğru yer değiştirmesidir. Bant genişliği Bant genişliği, bir iletim ortamının ya da haberleşme kanalının kapasitesini ifade etmek için kullanılır. Başka bir deyişle bir kanal üzerinde taşınabilecek en fazla frekansa sahip sinyal, kanalın band genişliğidir. Bant genişliği ne kadar büyükse, belli bir süre içinde aktarılabilecek verinin hacmi de o kadar büyük olur. Bilgisayar bilimlerinde; bant genişliği veya dijital bant genişliği kullanılan veya kullanılabilen veri iletişim kaynaklarındaki veri oranının bit/saniye cinsinden ölçülmesine denir. Haberleşme kanalının kapasitesi, analog sinyal kullanılıyorsa Hertz(Hz), sayısal sinyal kullanılıyorsa bps (bit per second) ile ifade edilir. Ayrıca veri aktarımı, dijital haberleşme ve kablosuz haberleşme, elektronik vs. kitaplarında bant genişliği anolog sinyalin hertz cinsinden ölçümüne de denir. Bazı bilgisayar ağı uzmanları karışıklıkları önlemek için bit/saniye deki veri genişliği yerine bitrate, kanal kapasitesi,debi gibi daha yüzeysel terimler seçerler. Bant genişliği temelde salt teknik bir konu değildir; iletişim altyapısının niteliğini belirler, dolayısıyla politik ve ekonomik önem de taşır. İnternetin yaygınlaşmasıyla küçük çaplı devletlerin yayıncıların problemlerinden bir tanesi haline gelmektedir. İnternetin en büyük sorunlarından biridir. Özellikle büyük siteler büyük bant genişliği kullanırlar. Bu bant genişliğini verimli kullanabilmek ve belli trafik türlerine öncelik verebilmek için geliştirilmiş teknolojiler mevcuttur (QoS). Nöropatik ağrı Nöropatik ağrı sinir sistemindeki sinirlerin doğrudan hasar görmesinde ortaya çıkan ağrıdır. Çevresel veya merkezi sinir sistemindeki sinirlerin hasar görmesi sonucu ortaya çıkan nöropatik ağrı süreğendir. Nöropatik ağrıya neden olan birçok farklı durum vardır; alkolizm, kanser, bazı nörolojik hastalıklar, damar hastalıkları, sinir sıkışması, bazı enfeksiyon hastalıkları (zona gibi), böbrek yetmezliği ve şeker hastalığı gibi. Nöropatik ağrıya neden olan durumun tedavi edilmesi gerekir. Örneğin, eğer nöropatik ağrıya neden olan şeker hastalığı ise hastanın kan şekerinin kontrol altında tutulması önemlidir. Nöropatik ağrı tedavisi zor olabilir, birçok analjezik ağrıları dindirmekte yetersiz kalabilir. Analjezik olarak sınıflandırılmamış bazı ilaç grupları nöropatik ağrı tedavisinde kullanılabilir. Bunlara trisiklik antidepresanlar (amitriptilin gibi), antikonvülzanlar (Pregabalin ve gabapentin gibi) ve serotonin noradrenalin geri alım inhibitörleri (venlafaksin gibi) örnek olarak verilebilir. Trigeminal nevralji, post herpetik nevralji Yapı Kredi Bankası Yapı Kredi (tam adıyla Yapı ve Kredi Bankası A.Ş.), 1944 yılında Türkiye'de bireylerin daha uygun şartlarda konut sahibi olmalarını sağlamak amacıyla Kazım Taşkent tarafından kurulan Türkiye'nin ilk özel bankasıdır. Günümüzde 925 şubeye, 4000'den fazla ATM'ye ve 18.000'i aşkın çalışana sahiptir. Bağlı bulunduğu Çukurova Holding'in TMSF'ye olan borçları nedeniyle holding tarafından %51'lik hissesi Koç Holding bünyesindeki Koç Finansal Hizmetler'e satılmıştır. Yapı Kredi Bankası, 223,8 milyar TL aktif büyüklüğü ile Türkiye'deki en büyük 4. özel bankadır. Bankanın 10,9 milyon müşterisi vardır. Koç Finansal Hizmetler A.Ş. Koç Grubu ve UniCredit’in eşit ortaklığı sayesinde bankanın %81,80’lik kısmına sahiptir. %18,20’lik hisse ise halka arz edilmiştir. TV5 (Türkiye) TV5 uydudan, D-Smart ve internet üzerinden yayın yapmaktadır. TV5, Necmettin Erbakan'ın lideri olduğu Milli Görüş adlı siyasi ve toplumsal harekete yakınlığıyla bilinmektedir. İlk kurulduğunda genel yayın yönetmenliğini iletişimci akademisyen ve yazar Yusuf Kaplan yapmıştır. Bu ilk dönemde kanal, nitelikli ve kaliteli pek çok program hazırlamıştır. Yusuf Kaplan, kanal sahiplerinin beklediği şekilde siyasi propagandaya yer vermediği gerekçesiyle yayın yönetmenliğinden alınmıştır. Kanal, İlk dönemde kullandığı logosunu değiştirmiş ve halen kullanılan logoya geçmiştir. TV5'in binası ve stüdyoları Sefaköy Milsan Tesislerinde yer almaktadır. Son 13 yıldır TV5 Genel Koordinatörü olan Mustafa Geçer'den sonra "1 Mart 2017" tarihi itibarıyla Millî Gazete ile yönetimleri birleşti. Yeni yayın dönemi Millî Gazete yönetiminde devam ediyor. Samanyolu TV Samanyolu TV (kısaca STV), 13 Ocak 1993 tarihinde yayın hayatına başlamış bir televizyon kanalıydı. Bilhassa İslami ve kültürel konuları işlemesi ile bilinen kanal, Gülen hareketi ile ilişkiliydi. En büyük başarısını "Sırlar Dünyası (Eski adıyla Sır Kapısı), Büyük Buluşma, Beşinci Boyut, Tek Türkiye, Kollama, Şefkat Tepe", "Küçük Gelin, Çınarın Gölgesinde, Nizama Adanmış Ruhlar Ekip-1", "Sungurlar" ve "Ötesiz İnsanlar" dizileri ile yakalamıştı. Samanyolu TV, ilk olarak 25 Eylül 1996 yılında Türksat 1C uydusunun hizmete girmesiyle Orta Asya'daki Türk cumhuriyetlerine yayınlarını ulaştırdı. 17 Haziran 1999'da ise Eutelsat-2 uydusu ile Avrupa ve Kuzey Afrika ülkelerine ulaştı. 11 Ocak 2000'de Hazar Denizi çevresinde ve Azerbaycan'da kendi stüdyolarında STV Hazar ile yayına başladı. 27 Kasım 2000'de Samanyolu TV'nin yayınları, Amerika kıtasına ulaştı. 1 Mayıs 2004 itibarıyla Samanyolu TV, Türksat 2A uydusundan dijital olarak yayınlarını sunmaktaydı. 18 Eylül 2014 tarihinde Samanyolu TV'nin yayınları Türksat 4A uydusuna, Samanyolu Avrupa TV'nın yayınları ise Türksat 4A uydusu üzerine taşınmıştı. Samanyolu Yayın Grubu'nun toplamda 8 televizyon kanalı, 3 radyo kanalı vardı. Televizyon kanalları şunlardı: Kültür ve din üzerine yayın yapan Mehtap TV, habercilik ve kültür üzerine yayın yapan Samanyolu Haber TV, İngilizce yayın yapan Ebru TV, çocuklar için Yumurcak TV ve genel bir içerik üzerine yayın yapan Samanyolu Avrupa TV, Samanyolu US ve Samanyolu TV. Samanyolu TV, 12 Ağustos 2014'te 16:9 geniş ekran formatına, 18 Eylül 2014'te HD yayına geçti fakat 2016 yılında HD yayını sonlandı. Haziran 2015 tarihinde Azerspace ile anlaşma imzalamadığı için Azerbaycan'daki yayını durduruldu. Samanyolu TV'nin Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) propagandaları yaptığı gerekçesiyle, Tivibu platformu üzerindeki yayınları 27 Eylül 2015; Turkcell TV+ platformu üzerindeki yayınlarını 03 Ekim 2015; Digiturk platformu üzerindeki yayınları 08 Ekim 2015 ve Teledünya ile Kablo TV platformu üzerindeki yayınları 12 Ekim 2015 tarihinde sonlandırıldı. Samanyolu grubunun Türksat ile 2024 yılına kadar anlaşması bulunmasına rağmen Samanyolu grubuna ait Samanyolu TV, Samanyolu Haber TV, Mehtap TV, Yumurcak TV ve Dünya TV'nin de aralarında bulunduğu 13 televizyon ve radyo kanalının yayını 15 Kasım 2015 tarihinde kesildi. Bu nedenle Samanyolu TV'deki bazı çalışanlar ayrıldı. Yayın ekipmanları ise onların olduğu evlerine taşındı. Samanyolu TV, aynı zamanda Ankara'daki binalarını sattı ve Çamlıca'daki binalarından ayrılıp Almanya'da stüdyo kiraladı. Samanyolu TV ve Samanyolu Avrupa kanalları, Astra ve Hotbird uyduları üzerinden de izlenilebilmekteydi. Diğer kanallar ise bazı uygulamalar ve İnternet üzerinden izlenebilmekteydi. Kanal 30 Nisan 2016 gecesi yayın haya
tına son verdi. Samanyolu TV'nin, 1996 yıllarında gizemli ve sırlı olayları anlatan Sır Kapısı programı ile bilinirliği artmış ve Türkiye'nin gündemine oturmuştur. Sır Kapısı daha sonra 2004 yılında dizi ismini Sırlar Dünyası olarak değiştirmiş ve 2007 yılında yayından kaldırılmıştır. Hayat Dersi ve Boşanmak İstemiyorum isimli iki programı birleştirilerek Aile Mahkemesi adını aldı. Daha sonra Kasım 2010 ayında programı ismi Gereği Düşünüldü olarak değiştirilmiştir. 2007 yılında başlayan Hakkını Helal Et adlı dizisinin bazı kesimler tarafından Amerikan komedi dizisi My Name is Earl'nin çalıntısı olduğu iddia edilmiştir. Hakkını Helal Et dizisinin yapımcısı Melih Sezgin bu dizide karakterin ve senaryonun Fudayl bin İyaz'ın hayatı ile oluşturulduğunu söylemiş, hiçbir şekilde çalıntı olmadığını belirtmiştir. 2008 yılına geldiğinde ise Türkiye'nin Güneydoğu bölgesinde görev yapan bir doktorun hayatının anlatıldığı Tek Türkiye adlı dizisi ile reytinglerde ön plana çıkmaya başlamıştı. Dizi Samanyolu TV'nin en çok izlenen programı olmuştu. Samanyolu TV, bunun yanı sıra, günlük yayın yapan İki Dünya Arasında adlı dizi ve haftalık olarak yayın yapan Sungurlar ve Küçük Gelin adlı dizileriyle adını duyurmuştu. Kanal, 2016 Türkiye askerî darbe girişimi sonrasında çıkartılan OHAL yasası kapsamında kapatılmıştır. 7 Aralık 2011'de kurulan bir televizyon kanalıdır. Astra 4A uydusu üzerinden yayın yapmıştır. Samanyolu Amerika, Merkezi Amerika Birleşik Devletleri, New Jersey'de bulunan bir televizyon kanalıdır. Amerika'daki Türklere hitap eder. Yayınları Samanyolu TV'den ve Amerika'ya özel olarak hazırlanan programlardan oluşmaktadır. Samanyolu Amerika'da merkez binası Ebru TV'nin de bulunduğu New Jersey'dedir. Samanyolu Avrupa, Samanyolu TV'nin Avrupa'ya yönelik yayın yapan televizyon kanalı. 15 Kasım 2015 tarihinde 16 televizyon ve radyo kanallarıyla beraber uydu yayını kesildi. FOX (Türkiye) FOX, News Corporation'ın Türkiye'de yayın yapan televizyon kanalı. 22 Nisan 1993'te yayın hayatına başlayan İhlas Holding'in yayın kuruluşu olan TGRT'nin yayın haklarının devredilmesinden sonra aynı frekans üzerine 24 Şubat 2007 tarihinde kurulmuştur. İlk olarak TGRT, İhlas Holding'e bağlı olan Huzur Radyo TV AŞ'ye aitti. Satış işlemi 15 Kasım 2006 tarihinde gerçekleştirilerek borsaya İhlas Holding tarafından bildirildi. Bu satış ile birlikte şirketin %56,5'i devredilmiş oldu. TGRT'yi satın alan ABD'li medya grubu News Corporation'ın sahibi Rupert Keith Murdoch'dır. News Corporation daha sonra bu şirketin diğer hissedarlarıyla da anlaşarak şirketin tümünü satın aldı. Smackdown ile Raw bu kanalda yayımlanmış, daha sonra Smart Spor HD kanalına geçmiştir. İki şovun da spikerleri Bülent Ülgen ve Ali Aydın yapmıştır. Bu satış işlemi, İhlas Yayın Holding AŞ'nin bağlı ortaklığı olan TGRT Haber TV AŞ ve bu şirketin bünyesinde bulunan TGRT Haber ve TGRT FM radyosunu kapsamamaktadır. News Corporation, bu işlemi Ahmet Ertegün ile birlikte gerçekleştirdi. Ahmet Ertegün'ün Atlantic Records şirketiyle anılan şirket Şubat 2007'den beri içerisinde FOX adıyla kiralanan eskiden Et ve Balık Kurumu'na ait olan binadan yayın yapmaktadır. 18 Kasım 2008'de ise FOX, yıllardan beri TRT'nin yayınını gerçekleştirdiği, 2016 Yaz Olimpiyatları ve 2020 Yaz Olimpiyatları'nın yayın haklarını, Uluslararası Olimpiyat Komitesi'nden (IOC) satın aldı ve iptal etti. 19 Mayıs 2009'da FOX, yeni grafikler ve jeneriklere geçmiştir. Ayrıca 2010'da İtalya Ligi Serie-A yayın haklarını almışır.Ancak ayda sadece 1 veya 2 maç yayınlanmaktadır. FOX'da yayınlanan Beşiktaş-Fenerbahçe karşılaşmasında, 70 markanın 201 reklamı, 35 dakika boyunca ekranda yer bulmuştur. Medya Takip Merkezi’nin (MTM) reklam ölçüm raporuna göre, yayınlanan 35 dakikalık reklamın, 14 dakikası bant ve çerçeve reklamlardan, geriye kalanı ise kuşak reklamlardan oluşmuştur. Maçın çok önemli anlarını, o anda yayınlanan reklamlar nedeniyle izlemekte zorlanan taraftarların rahatsızlığına köşe yazarları da tercüman oldu. FOX’un uyguladığı reklam stratejisi, ulusal gazetelerde yazan yedi köşe yazarı tarafından sert eleştirilere hedef olmuştur. Fox Ana Haber'i Hafta İçi Nazlı Tolga sunmuştur. 2 Eylül 2013'ten beri FOX Ana Haber'i hafta içi Fatih Portakal, hafta sonu ise Gülbin Tosun sunmaktadır. 11 Ağustos 2010'da logosunu saydam beyazdan üç boyutlu beyaz logoya çevirmiş; fakat daha sonra 1 Temmuz 2012'de yeniden yarı saydam logoya dönüş yapmıştır. Bununla birlikte jeneriklerini de yenileyerek, 16:9 görüntü formatına geçmiştir. 2017 yılında diğer 21st Century Fox kanalları ile birlikte The Walt Disney Company tarafından 52,4 milyar dolar karşılığında satın alınmıştır. FOX HD, 1 Temmuz 2012'de kurulan, FOX ile eş zamanlı yayın yapan FOX'un yüksek çözünürlüklü kanalıdır. Türksat 4A 12329 H 6666 2/3 frekansından, D-Smart 29. kanaldan, KabloTV 28. kanaldan, Digiturk 326. kanaldan, Filbox 12329 H 666 2/3 frekansından ve Türksat TKGS 9. kanaldan izlenebilmektedir. Beşikdağ, Beşikdüzü Şimdiki adı Beşikdağ Mahallesi olarak anılan mahallenin bir önceki adı, Beşikdüzü Merkez Mahallesi'dir. Mahalle isminin Beşikdağ olarak değiştirilmesi mahalle sakinleri tarafından bilinmemekle birlikte adını, eteğinde kurulu olduğu Beşikdağ'ından aldığı sanılmaktadır. Beşikdağ Mahallesi, coğrafi konumu bakımından dört yerleşim kümelenmesi sergilemektedir. Bu kümeler; eski adlarıyla Salta, Hudala,Bulanasa ve Alt mahalle mevkileridir. Beşikdüzü bucağı zamanında bucağın gelişimi ve örnek bir ilçe altyapısının oluşturulmasında büyük emek sahibi olan Ahmet Yardım ve Mehmet Gözaçan bu mahallenin temsilcileri olarak yadsınamayacak hizmetler sunmuşturlar. Ayrıca mahalle muhtarlıklarında sırasıyla; Miktat Çoban, Hasanali Akdeniz, Kemal Civelek ve halen Mahmut Velioğlu görev yapmaktadır. Temel geçim kaynağı fındık tarımı olan mahallenin, çözümlenmeyi bekleyen önemli altyapı sorunları vardır. Ayşe Tütüncü Ayşe Tütüncü (d. 1960), piyanist, müzisyen. 1983'te kurulan ve dört albüm yapan Mozaik grubunun üyesi. Sumru Ağıryürüyen ile birlikte “kadın şarkıları” söylediği bir konser programı da yapan Tütüncü, Bülent Ortaçgil, Yeni Türkü, Ezginin Günlüğü, Mehmet Güreli ve Bulutsuzluk Özlemi gibi grup ve müzisyenlerin albümlerinde yer aldı. 1995'ten itibaren şarkı yazarı-gitarist Bülent Somay’ın grubuyla çaldı. Çeşitli kısa film müzikleri dışında Mehmet Güreli ile Vapurlar (1986), Serdar Ateşer ile Atıf Yılmaz'ın Bekle Dedim Gölgeye (1991) filmlerinin müziklerini yaptı. Ümit Kıvanç ve Bülent Ortaçgil ile Ordaaa Bir Şehir Var Uzak müzikalini (1994) hazırladı ve çeşitli oyun müziklerinden sonra Kumpanya Tiyatrosu için Kerem Kurdoğlu’nun "Sahte Kimlikler 5/Asrın Entrikası" oyununun müziğini (2000) yazdı. 1995'te kurduğu Piyano Perküsyon Grubu ile 1999'da Çeşitlemeler albümünü çıkardı ve bugüne değin yurtiçi ve yurtdışında çeşitli uluslararası festivallere katıldı. 1999 yılında Lawrence “Butch” Morris’in Conducting Improvisation Orchestra’sında (Yönetilen Doğaçlama Ork.) çaldı. 2002'de Donovan Mixon ile, Akın Eldes ile sahneye çıktı. 2004’ten bu yana Piyano Perküsyon Grubu’nun yanı sıra yeni kurduğu Üçlü’süyle özellikle “iki nefesli ve bir piyano” için düzenlediği yeni bestelerini çalıyor. 2004’te Bodrum Hadigari Festivali ve Alanya Caz Günleri’ne katılan Üçlü 2005’te Panayır (EMI / Blue Note) albümünü çıkardı ve Prag Caz Açık Festivali’nde çaldı. Ayşe Tütüncü özellikle yazılı müzik ile emprovize müzik arasındaki gerilimi dengeleyebilmek ve ikisine de uzanabilmek için ortada durmayı tercih eden bir çalışmayı tercih ediyor. 1995’ten bu yana sürdürdüğü “Piyano Perküsyon” projesinde doğaçlamaya açık serbest bölümleri olan besteler, uyarlamalar, çeşitlemeler yapıyor. Erime noktası Erime noktası, kristal ve saf olan bir maddenin katı halden sıvı hale geçtiği belirli bir sıcaklıktır. Bu sıcaklığa o maddenin donma noktası denir. Bütün kristal yapıya sahip saf maddelerin erime noktasında, yani katı halden sıvı hale geçene kadar, sıcaklığı sabit kalır. Ancak tamamen sıvı hale geçtikten sonra sıcaklığı yükselir. Saf kristal cisimlerin erime noktası ile donma noktası arasında sıcaklık farkı yoktur. Mesela saf su, 0 °C de donar. Fakat saf olmayan maddelerin, yani karışımların donma ve erime noktaları farklıdır. Erime ısısı cisme ve sıcaklığa bağlıdır. Mesela buzun 0 °C'deki erime ısısı, 79,8 cal/g'dır. Bir gram sıvı donduğu zaman erime ısısı kadar ısıyı çevreye verir. Bazı hallerde erimiş madde, donma noktasına kadar soğuduğu halde donmaz. İşte bu duruma aşırı soğuma ve donmada gecikme denir. Bu haldeki sıvıya kendi cinsinden küçük bir katı billur atılırsa sıvı maddenin birdenbire donduğu görülür. Buna "aşı billuru" (kristali) denir. Erime ve donma noktası üzerine basıncın etkisi vardır. Normal erime noktasından söz edilirken, basınç bir atmosfer kabul edilir. Erime noktası, saf maddeler için karakteristik fiziksel bir sabittir. Doku (anlam ayrımı) Doku, Doku Doku, bitki, hayvan ve insan organlarını meydana getiren, şekil ve yapı bakımından benzer olup, aynı vazifeyi gören, birbirleriyle sıkı alâkaları olan aynı kökten gelen hücrelerin topluluğu. İlkel canlılar bütün hayatları boyunca bir tek hücre olarak kaldıkları halde yüksek organizmalar çok sayıda hücrelerin bir araya gelmesi ile meydana gelmiştir. Bitkisel organizmaları meydana getiren çok sayıdaki hücrelerin protoplastları birbirinden cansız hücre çeperleriyle ayrılmış olmakla beraber aralarında sıkı bir ilişki göstermektedir. Böyle hücre çeperi içinde bulunan, birbiriyle sıkı ilişki gösteren, aynı kökenden gelmiş protoplast topluluklarına doku, dokuların özelliklerini konu eden morfoloji biliminin dalına da histoloji (doku bilimi) denir. Dokuyu meydana getiren hücreler genellikle aynı ödevi görmekteyseler de doku tarifinde ön görülen temel düşünce fizyolojik olmaktan çok morfolojikseldir. Eğer fizyolojiksel bakımdan dokunun tarifi yapılacak olursa, kökenleri ayrı olsa bile aynı ödevi gören hücre toplulukları olarak yapılabilir ki, böyle daha geniş anlamda hücre top
luluklarına doku sistemi denilmektedir. Doku hücre bölünmesi sonucu meydana gelir. Tek hücreli organizmalarda bölünen hücreler birbirinden ayrılarak yeni birer birey vücuda getirdikleri halde, çok hücreli organizmalarda bölünen hücrelerden meydana gelen hücrelerin birbirinden ayrılmaması, geçit ve plasmodesma (plasmatik köprüler) gibi madde ve uyartı iletimini kolaylaştıran yapılar ile proplastları arasında sıkı ilişki kurulan hücre toplulukları bireyi meydana getirmektedir. Bazı tek hücreliler bölündükten sonra çevrelerinde meydana getirdikleri müsilaj bir kın ile bir arada tutulan hücre grupları ve bazı mantarlardaki zengin dallanma gösteren ipliksi hücrelerin bir örgü meydana getirmek üzere sık sık kümeler halinde olmaları, dış görünüş bakımından dokuyu andırsalar bile gerçek doku değil, yalancı dokulardır. Dokular bitkisel ve hayvansal dokular olmak üzere ikiye ayrılarak incelenmektedir. Bitkilerin yapısını meydana getiren dokulara bitkisel dokular denir. İleri bitkilerin hücrelerinde dokular halinde organize olarak farklılaşmışlardır. İki temel grup halinde toplanabilirler: Meristem hücreleri, çekirdekleri büyük hücre arası boşlukları olmayan, genellikle çok küçük ve çok sayıda vakuole malik hücrelerden yapılmıştır. Bu hücrelerin esas özelliği sık sık bölünerek(mitoz bölünmeyle) yeni hücreler meydana getirmesidir. Meydana gelen hücreler farklılaşarak sürekli doku hücreleri halini alır. Meristemler bulundukları yerlere göre isim alırlar. Kök, gövde veya bunların yan organlarının uçlarında bulunan meristem dokuları apiteal meristem adını alır. Kök veya gövdenin uzanmasını sağlarlar. İnterkalar meristemler ise sürekli dokular arasında kalan meristemlerdir. İnterkalar meristemin de görevi organın boyuna büyümesini sağlamaktır. Çevreye paralel bölünmelerle organın enine büyümesini sağlayan meristematik doku ve kambiyumdaki meristem lateral meristemdir. Herhangi bir bitkide meristem bölgesi kesilirse yerine ara meristemler görev alır.Meristemlerin salgıladığı madde olan oksin hormonu karanlık ortamda çalışarak bitkinin uzayıp gelişmesini sağlar. Bitkinin tüm yaşamı süresince bölünme yeteneğini devam ettiren meristemlerdir. Bunlar kök ve gövde uçları ile yanal organlarının uç kısımlarında bulunmaktadır. Bu meristemin bulunduğu bölgelere "büyüme noktaları" veya "vegetasyon bölgeleri" adı verilmektedir. Kök ve gövde de büyüme noktalarında dıştan içe doğru üç bölge ayırt edilmektedir. Bu bölgeler ise sürekli dokulardan epidermisi oluşturan "dermatogen", korteksi oluşturan "periblem", merkezi silindiri verecek olan "pleurom"dur. Sürekli doku haline dönüşmüş hücrelerin yeniden bölünme yeteneği kazanması ile sekonder meristemler oluşur. Bunların etkenliği ile de yeni hücre ve dokular meydana gelir. Örneğin ağaç gövdelerini örten mantar kambiyumu bu tip meristemlerden birisidir. Bitkilerde bulunuş yerlerine göre 3 çeşit meristem gözlenir. "Apikal meristemler": Bunlar kök ve gövde ile bunların yanal organlarının uç kısımlarında bulunan meristemlerdir. Apikal meristemlerin bulunduğu bölgelere "büyüme noktaları" adı verilmektedir. "İnterkalar meristemler": Sürekli dokular arasında kalan ve bu dokuların arasında bölünme gösteren hücrelerin oluşturduğu meristemlerdir. Bu meristemler tipik olarak at kuyrukları ve buğdaygillerin yapraklarının çıktığı bölgelerde bulunurlar. NOT: Apikal ve interkalar meristemler bulundukları organın boyca uzamalarını sağlarlar. "Lateral meristemler": bu meristemler yalnızca çevreye paralel bölünme gösterdiklerinden bulundukları organın çapça artışını (kalınlaşmasını) sağlamaktadır. Bölünme özelliği göstermeyen sürekli doku hücreleri meristem hücrelerinden geniş vakuollere malik olup, daha az protoplazma taşımaları, hatta bazen büsbütün protoplastlarını kaybedip ölü hale getirmeleriyle ayrılırlar. Çeperleri kalın olup, farklı dokularda kalınlıkları ve kimyasal yapıları farklıdır. Sürekli doku, morfolojik ve fizyolojik özellikleri göz önüne alınarak sınıflandırılırsa beş kısımda incelenebilir. Organların dışında bulunan ve iç kısımdaki dokuları her bakımdan, mesela; kuraklığa, çok fazla su kaybına, dış tesirlere karşı koruyan dokudur. Bu dokuyu teşkil eden hücreler genellikle tabakalar halinde organların üstünü kaplamaktadır. Yapraklardaki epiderma, kök ve gövdelerin mantar tabakaları koruyucu dokuya misal olarak gösterilir. Yapraklardaki epiderma üzerinde kütin denilen mumsu bir tabaka vardır. Yaprak yüzeyinden su kaybını azaltır, ayrıca dış ortamdaki gazlar ile epiderma altındaki hücre arası boşluklarında bitkinin fizyolojik faaliyeti sonucu toplanan bazı gaz ve su buharının alışverişini sağlamak gayesiyle epidermada stoma adı verilen gözenekler bulunur. Yine epiderma üzerinde epidermanın dışa doğru meydana getirdiği tüy, kabartı gibi çıkıntılar bulunur. Asıl dokular olup, bitki bünyesinin büyük bir kısmını kaplayan, ince çeperli canlı hücrelerdir. Besin maddesi bakımından zengin özsuyu ile dolu vakuoller ihtiva ederler.Bitkinin tüm bölümlerinde bulunduğu için bu ismi almıştır. Vazifelerine göre farklı isimler alırlar: Bataklık bitkilerinde bulunur. Bitkiler hem kendi ağırlıklarına, hem de dış tesirlere karşı özelliklerini koruyabilmek, dayanıklı olabilmek için bazı doku elementlerini gerekli bölgelere koyarak direnç, destek ve esneklik sağlarlar. Çeperleri fazla kalınlaşmış böyle dayanıklı hücrelerden meydana gelmiş dokuya destek doku denir. Sklerankima ve kollenkima olmak üzere iki kısımda incelenir. Sklerankimayı meydana getiren hücreler olgunlukta hücre çeperleri hem kalın hem de çoğunluk odunlaşmıştır. Protoplastlarını kaybetmiş ölü hücrelerdir. Uzaması sona ermiş organlarda bulunur. Kollenkima ise çeperleri selülozdan yapılmış olduğundan esnek, canlı hücrelerden ibaret olduğu için uzamakta olan organlarda, özellikle genç gövdelerde, yaprakların orta damarlarında, çiçek ve yaprak saplarında bulunur. Köşe kollenkiması, levha kollenkiması gibi çeşitleri vardır... Kara hayatına uymuş yüksek bitkilerde topraktaki su ve suda erimiş maddelerin topraktan uzak bulunan organlara asimileme (özümleme) organlarında meydana gelen organik maddelerin de kullanılmaya veya depo edilmek üzere organik madde yapma yeteneğinde olmayan, organlara iletimini sağlayan dokudur. Bitkilerde birbirinden farklı yapı ve vazifede iki tip iletken doku vardır. Bu iki dokudan biri topraktan aldığı su ve suda erimiş inorganik maddeleri topraktan uzak organlara ileten hücrelere sahip ksilem'dir. Diğeri özümleme organlarında meydana gelen organik bileşikleri harcanacakları ve saklanacakları organlara ileten hücrelerin bulunduğu floem'dir. Ksilem aşağıdan yukarı, floem yukarıdan aşağı doğru iletimin vukua geldiği dokulardır. Ksilem su ileten borular, ksilem (lif) leri ve ksilem parankimasından yapılmıştır. Floem, kalburlu borular, arkadaş hücreleri, floem sklerankiması ve floem parankiması olmak üzere farklı doku elementlerinden meydana gelir. Bitkilerde metabolizma sonunda meydana gelip tekrar metabolizmaya girmeyen maddeler salgı maddeleridir. Salgı maddeleri sıvı veya katı haldedir. Salgı maddeleri arasında su, ferment, alkaloit, glikozit, balözü, müsilaj, lateks, reçine, eterik yağ ve kristaller sayılabilir. Bu maddeler her ne kadar metabolizma artığı iseler de, bitki için değişik yönlerde fayda sağlamakta rol oynarlar. Salgı maddeleri ya hücre içinde depo edilir. Böyle salgıya hücre içi salgı denir. Ya da hücreden dışarı atılır. Böyle salgı ise hücre dışı salgıyı teşkil eder. Salgı hücreleri ve bu hücrelerin bir araya gelerek meydana getirdikleri salgı bezlerinin belli bir kökeni yoktur. Bitkinin herhangi bir organında, herhangi bir doku içinde bulunabilirler. Hayvansal dokular beş grupta sınıflandırılarak incelenebilir: Vücut yüzeyini örten ve vücut içindeki boşlukları sınırlayan devamlı bir tabaka ve örtüyü yapan hücrelerden meydana gelir. Koruma, emme, salgı ve duyu gibi ödevleri görürler. Vücudun epitel tabakası, alttaki hücreleri mekanik zarardan, zararlı kimyasal maddelerden, bakterilerden ve kurumadan korurlar. Diğer epiteller artık ürünler olarak çok çeşitli maddeler salgılarlar veya bu salgılar vücudun diğer bir yerinde kullanılır. Epitel dokular biçim ve fonksiyonlarına göre alt sınıflara ayrılır: Mezenşimal kökenli bir doku olan bağ dokusu, tüm dokuları birbirine bağlar. Beslenmelerini, korunmalarını, dokular arası alanların dolumunu, yağın depolanmasını, kan hücrelerinin üretimini, enfeksiyonlara karşı korunmayı ve doku onarımını sağlar. Bağ dokusu zemin maddesi, hücreler ve fibrillerden oluşur. Alt sınıflara ayrılarak incelenir. Kan kırmızı ve beyaz kan hücrelerini ve kanın hücresel olmayan sıvı kısmını içine alır. Bu sıvıya plazma denir. Bazen bu doku bağ doku içinde de sınıflandırılır çünkü benzer hücrelerden köken alır. Kan atardamar toplardamar ve kılcal damardan oluşan damar agının içende dolaşan akıcı plazma ve hücrelerden meydana gelmiş kırmızı renkli bir hayati sıvıdır. Plazmadaki fibrinojen çıkarıldığında serum kalır. Kanı santifrüjlediğimizde en altta alyuvar sonra akyuvar en üctte biraz kan pulcukları kalır ve sonra plazma kalır. Kan ile ilgili tıbbi terimler genellikle hemo ve hemoto sözcükleri ile başlar. Bu sözcükler eski Yunanca'da kan sözcügünü karşılıyan haimoden türetilmiştir. Nöron denen hücrelerden yapılmıştır. Bunlar, elektrokimyasal sinir impulslarını iletmek için özelleşmişlerdir. Her hücre çekirdeği ihtiva eden genişlemiş bir hücre gövdesine ve hücreden uzanan saça benzer bir veya daha çok ince sinir liflerine sahiptir. Sinir lifleri stoplazma (hücre plazması)dan yapılmış ve plazma zarıyla örtülmüştür. Bu zarın kalınlığı 30-40 mikron, uzunluğu ise 1-2 milimetreden 1 metreye kadar uzunluklarda değişebilir. İnsanda omurilikten kola veya bacağa uzananlar 1 metre veya daha uzun olabilirler. İki tip sinir lifi vardır: "akson" ve "dendritler". Bunlar sinir impulsunu normal olarak ilettikleri yöne dayanılarak ayırt edilir. Aksonlar sinir impulslarını hücre vücudundan uzağa, dendritler hücre vücuduna doğru iletirler. Bir nöronun aksonu ile ötekinin dendritinin ke
siştiği yere sinaps denilir. Sinaps impulsün geriye akışını önleyen bir valf olarak hizmet görür. Sinir hücrelerinin gövdeleri MSS de gri cevher ve çekirdeklerde PSS de ganglionlarda yerleşiktir.Sinir hücrelerinin uzantıları ise ak cevheri oluşturur... Dişilerde yumurta hücreleri ve erkeklerde spermleri üretmek üzere değişime uğramış hücrelerden meydana gelen dokuya denir. Yumurta hücreleri çoğunluk yuvarlak veya oval ve hareketsizdirler. Sperm hücreleri yumurta hücrelerinden daha küçüktür. Stoplazmalarının çoğunu kaybetmiş olup bir kuyruk geliştirmişlerdir ki bununla hareket sağlanır. Otlukbeli Otlukbeli ilçesi eski ismiyle Karakulak, Erzincan'a bağlı olan 9 ilçeden biridir. Otlukbeli ilçesi, Bayburt ve Erzincan illeri arasında bulunmaktadır. Otlukbeli'nin bilinen tarihi MÖ 2000 yıllarında başlar. O yıllarda Hurriler, Erzincan ve yöresine hakimken daha sonraları hükümranlıklarım güneye kaydırdıklarından bu yöreye Ümtizililer ve Alkuşiler egemen olmuşlardır. Yöre, MÖ 900'lü yıllarda Urartu Devleti'nin sınırları içinde kalmış ve daha sonraları MÖ 600'lü yıllarda Urartu Devleti'nin yıkılmasıyla 30 yıl kadar İskitler'in egemenliği altında kalmıştır. İskitler'den sonra Medler, MÖ 550 yılında ise Persler yörede 200 yıl kadar hüküm sürmüşlerdir. MÖ 334 yılında İskender'in Persler'i yenmesiyle yöreyi İskender idare etmeye başlamıştır. MÖ 515'ten itibaren Sabarlar, yöreye akınlar düzenleyerek yöreyi Ankara'ya kadar işgal etmişlerdir. 7. yüzyılın yıllarına kadar Erzincan ve yöresinin zaman zaman Bizans zaman zaman da Sasaniler'ce yönetildiği kayıtlar arasındadır. 636 yılında ise Kafkaslardan Doğu Anadolu'ya akın eden Türk boyları yöreyi ele geçirmiş ve üç buçuk asırdan fazla bir zaman yöreye hakim olmuşlardır; ancak sık sık Arap akınlarına maruz kaldıklarından köklü bir yapı oluşturamamışlardır. 10. yüzyıldan itibaren ise Oğuz boyları Anadolu'ya gelerek Otlukbeli'ni ve Doğu Anadolu'yu yurt edinmişlerdir. Daha sonra 1071 Malazgirt Zaferi ile Oğuz Türkleri'nin eline geçen yöre, Anadolu Selçuklu İmparatorluğunu teşkil eden 3 beylikten biri olan Mengücekler'in egemenliğine girmiştir. 1228'de Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından Mengüç Beyliği ortadan kaldırılınca yöre, Selçuklu Tabeyleri'nce yönetilmeye başlamıştır. 1243'te ise Moğollar, Selçukluları Kösedağ Savaşı'nda yenerek yöreye hakim olmuşlardır. 1343'de ise Eretna Beyliği, yöreye egemen olmuştur. Eretna Beyliği, Timur'un Anadolu'ya gelmesiyle kendisine tabi olmuştur.Bundan sonraki dönemlerde Kadı Burhaneddin, Akkoyunlular ve Karakoyunlular arasında hakimiyet yarışı sürerken 1410 yılında Karakoyunlu hükümdarı Kara Yusuf Erzincan'a egemen olmuştur. 1422 yılında ise Erzincan ve yöresi Akkoyunlu hükümdarı Kara Yülüg Osman Bey tarafından alınmış, daha sonra bir kez daha Karakoyunluların eline geçmiştir. Son olarak, 1457 yılında Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın idaresine girmesiyle Akkoyunlu-Karakoyunlu mücadelesi de son bulmuştur. Otlukbeli Anadolu tarihi ve Anadolu birlik ve bütünlük için önemli bir muharebe meydanı olmaktadir. Bu savaş neticesinde, Fırat nehrinin batısı kesin olarak Osmanlı hakimiyetine geçti. Batılılar, Osmanlı Devleti'ni mağlup edip, İstanbul’a tekrar hakim olamayacaklarını kesin olarak anladılar Otlukbeli’nde, 11 Ağustos 1473 tarihinde meydana gelen muharebe gününde, bir tarafta Fatih Sultan Mehmed, Rumeli Beylerbeyi Has Murad Paşa, Karaman Valisi Şehzâde Mustafa Çelebi, Amasya Valisi Şehzâde Bayezid ile 100 000 çıkan Osmanlı ordusu ve diğer tarafta Akkoyunlu Uzun Hasan, oğulları Zeynel Mirza,Uğurlu Mehmed Mirza, Uzun Hasan safında olan Karakoyunlular ve Karamanlılar ve yardımcı Gürcü kuvvetleri Otlukbeli’nin tepeleri, Akkoyunlular ve 70 000 asker tarafından tutulduğundan, Osmanlı ordusu Üçağızlı mevkiinde savaş düzeni aldı. Osmanlıların, Uzun Hasan’ın merkez kuvvetlerini şiddetli top ve tüfek atışlarıyla ateş altında tutması, Akkoyunlu kuvvetlerini iyice bozdu. Akkoyunlu ülkesinde bu savaş muharebesi sonrasından taht mücadelesi başlayıp, hanedan parçalandı. Karamanlı ülkesi, Osmanlı hakimiyetine geçti. Otlukbeli Zaferi öncesi ve sonrası, tecavüzlerini arttıran Haçlı korsanlarının Akdeniz ve Ege sahillerindeki saldırıları da neticesiz kaldı. Venedikliler de anlaşma istemek zorunda kaldı. İlçe, 254 km²'lik alana sahiptir. Kuzeyinde Bayburt ili (52 km) ve Demirözü ilçesi (40 km), doğusunda Aşkale (100 km) ve Tercan (67 km) ilçeleri, güneyinde Çayırlı ilçesi (37 km), batısında ise Demirözü ve Çayırlı ilçeleri ile çevrilmiştir. Erzincan'a 148 km, Trabzon'a 240 km, Erzurum'a 158 km ve Gümüşhane'ye 140 km'dir. İlçe içinden ulaşım, karayoluyla gerçekleşmektedir. Tüm köyleri asfalt kaplama yola ve içme suyuna sahiptir. Refahiye Refahiye. Erzincan ilçelerinden biridir. Köy sayısı 119'dur. İlçeye, Erzincan Mutasarrıfı Şefik Paşa tarafından bolluk anlamına gelen Refahiye adı verilmiştir. İlçe, batısındaki çam ormanları ve İlçe merkezine 10 km. mesafede Soğukgöze ve Karaçam mevkiileri arasında yer alan, yüksekliği 2000 m olan Dumanlı yaylaları, soğuk su kaynakları, göleti, piknik alanları ve kayak imkânları ile yaz ve kış turizmi açısından önem taşımaktadır. Her yıl Ağustos ayında, bal festivali düzenlenen ilçede, kablo fabrikası bulunmaktadır. Ayrıca Başbakan Binali Yıldırım da Refahiyelidir. Ayrıca ilçe sürekli göç vermektedir. 1566-1871 yılları arasında Kemah Sancağına bağlı olan diğer dört nahiyeyle birlikte, Erzincan Sancağına bağlı olarak Gercanis, 1882 'de ilçe merkezi ( Refahiye ) yapılarak, Orta İl, Vadivank, Orçol, Diğinlu ve Dinasor nahiyeleri, bu nahiyelere bağlı köyler ile birlikte Gercanis'e bağlanmıştır. XVII. yy. seyyahı Evliya Çelebi'nin eserinde ( Seyahatname, II, s. 617 ), Kercas( Gercanis) hakkında bilgi verilirken, yörenin idari ve ekonomik durumu hakkında da bilgi verilmektedir. Buradan anlaşıldığına göre, Refahiye ve çevresi özellikle hayvancılık ve buna bağlı ürünleriyle ünlüdür. Erzincan mutasarrıfı Şerif Paşa, Gercanis adının yabancı bir kelime olmasından dolayı, bu ismin değiştirilmesinin daha uygun olması düşüncesiyle, suyu ve havası güzel olmasından, etrafının ormanlarla kaplı olmasından dolayı, " Refah " bir yer anlamında 1884'te "Refahiye" olarak değiştirmiştir. Anadolunun birçok yerinde görüldüğü gibi, Refahiye'de de Ermeni faaliyetleri sıkça görülmüştür. Ermenilerin Refahiye'deki katliamlarını önlemek için, Çardaklı Boğazında bulundurulan süvari muhafızları 3 Kasım 1891 tarihinde Refahiye 'ye gönderilip bölgede meydana gelen Ermeni mezalimini önlemek için görevlendirilmiştir. ( Başbakanlık Arşivi, Y.A. HUS., 252/115. ) Erzincan'a 69 km uzaklıkta, 1744 km² yüzölçümüne sahiptir. Ayrıca şehir 1939 ve 1992 depremlerinde oldukça zarar görmüştür. İlçede ekonomi, toprak ve tarım ürünlerine dayanmaktaydı. Çavdar, buğday, bakliyat, ceviz, kavun ve karpuz yetiştirilirdi. Ancak son 20 yıl içerisinde göç arttığı için nüfus azalmış, gelir kaynakları kısıtlanmıştır. Tarımla uğraşan çok az sayıda köy dışında temel gelir kaynakları hayvancılık, mandıracılık ve bal üretimidir. Refahiye, ekseriyetle dağlık bir araziye sahip olup hayvancılık için oldukça uygun bir coğrafyaya sahiptir. Batı'da Sivas'ın İmranlı ilçesi ile doğal bir sınır oluşturan Kızıldağ yer almaktadır. Kızıldağ oldukça heybetli görünümüyle Refahiye-Kemah ilçe sınırındaki dağ köylerinden dahi çıplak gözle seçilebilmektedir ki bu mesafe yaklaşık olarak 50 kilometredir. Doğu'da ilçeyi Erzincan'a bağlayan ve uluslararası bir yol olan E-80 karayolunun da geçtiği ve yaklaşık 2100 metre rakıma sahip olan Sakaltutan Geçiti bulunmaktadır. İlçenin güneydeki Kemah sınırında doğu-batı ekseninde uzanan Gülendağı bulunmaktadır. Gülendağı gerek geniş orman örtüsü ve gerekse de zengin flora ve faunası ile tanınmaktadır. Buradaki ormanlar önemli miktarda sarıçam ("Pinus sylvestris") popülasyonunu barındırır. İlçe merkezi ve E-80 karayolunun genel olarak kuzeyinde kalan köylerde Karadeniz bölgesinin özellikleri hüküm sürmesine rağmen,ilçenin güney yönündeki köyleri Doğu Anadolu Bölgesinde bulunmaktadır ve buralarda tipik Doğu Anadolu karasal ikliminin özellikleri gözlemlenmektedir. Buralarda önemli miktarda dut, kayısı ve üzüm üretimi yapılabilmektedir. Tabi yükseltisi fazla olduğundan dolayı iklim serttir. Kışlar çok soğuk ve uzun yazlar ise kısa ve serin geçer. Tercan Tercan, Erzincan ilinin dokuz ilçesinden biri. İlçede üç belde, yetmiş iki köy ve on yedi mahalle bulunmaktadır. Önceden Erzurum'a bağlı olan ilçe, 11 Mayıs 1938'de kabul edilen 3383 sayılı kanun ile Erzincan'a bağlandı. Yüz ölçümü 1.614 km olan ilçe, il merkezine 88 km uzaklıktadır. Ahmed Cevad Paşa Kabaağaçlızade Ahmed Cevad Paşa (d. 1851, Şam- ö. 10 Ağustos 1900, İstanbul) (kısaca Ahmed Cevad Paşa veya ailesi, Şakir Paşa ailesi olarak bilindiğinden Cevad Şakir Paşa şeklinde de anılır) Osmanlı Devleti'nin 19. yüzyıl kumandan ve sadrazamlarındandır. II. Abdülhamit saltanatında 4 Eylül 1891 - 9 Haziran 1895 tarihleri arasında sadrazamlık yaptı; devrin en önemli konusu olan Ermeni sorunu ile ilgilendi. Askerlik ve devlet adamlığının yanı sıra devrinin bir aydını olarak tarih yazarlığı yapan ve çeşitli bilimsel konularda eserler veren Ahmet Cevat Paşa'nın en önemli eseri ""Tarih-i Askeri Osmani"" (Osmanlı İmparatorluğu Askeri Tarihi)’dir. Şakir Paşa ailesi olarak anılagelen ve sanat alanında pek çok tanınmış kişiyi yetiştirmiş ailenin bir ferdi; Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın amcasıdır. Şûra-yı Askeri üyesi Afyonlu Kabaağaçlızade Mustafa Asım Bey ile Suriye Türkmenleri’nin ileri gelen ailelerinden Hattatzade Huseyin Efendi’nin kızı Zehra Hanım'in oğludur. Anne ve babasını henüz 12 yaşında iken kaybetti. Daha sonra şeyhülislamlık görevinde de bulunan aile dostları Rumeli kazaskeri Atıfzade Ömer Hüsamettin Efendi tarafından himaye edildi. İlk öğrenimini Bursa ve İstanbul'da yaptıktan sonra Harbiye'ye girdi. Çok başarılı bir öğrenciydi. Mekteb-i Harbiye'den 1869 yılında mezuniyetinden sonra Mekteb-i Erkân-ı Harbiye'ye alındı ve 1871 yılında birincilikle mezun oldu. 1871
yılında Kolağası rütbesine terfi etti. Askeri görevlerinin yanı sıra "El-Ma’lûmâtü’l-Kâfiye fî Ahvâl-il-Memâlik-il-Osmâniyye" adlı bir eser yazarak Sultan Abdülaziz'e sundu ve bu çalışmasından ötürü binbaşı rütbesine terfi ettirildi. 93 Harbi nde Tuna ordusunda görev aldı. Cephedeki başarıları nedeniyle çeşitli nişanlarla ödüllendirildi ve Şubat 1878'de miralay rütbesine terfi ettirildi. 1880 yılında Erkan-ı Harbiye Dairesi Altıncı Muhaberat-ı Umumiye şubesinde göreve başladı. Resmi ordu gazetesi olan Ceride-i Askeriye'nin yazı işleri müdürlüğünü yaptı; dergide kendi yazıları da yayımlandı. Bir yandan da Ekim 1879 tarihinden itibaren "Yadigâr" isimli bir dergiyi yayınlamaya başladı. On beş günde bir çıkarılan bu dergi; fen, sanayi, coğrafya, tarih, ahlak gibi konularda yazılar yayımlamaktaydı. 1881 yılında yazı işleri müdürlüğü görevine ek olarak; 93 Harbi sonrasında imzalanan Berlin Antlaşması gereği Osmanlı Devleti ile Yunanistan, Sırbistan, Rusya arasındaki sınırları belirlemek için oluşturulan komisyonlarda görev aldı. 93 Harbi'nden sonra Berlin Antlaşması ile bağımsızlığını elde eden Karadağ'a 1884 yılında elçi olarak tayin edildi ve bu göreve giderken Mirliva rütbesine terfi etti ve Paşa oldu. Burada iki yıl kalan Paşa, ülke içinde çeşitli seyahatler yaptı ve gözlemlerini seyahatnamesinde anlattı. Görevi sırasında rahatsızlanması sebebiyle Viyana'ya gitmek için izin istedi ise de, yeni bir göreve atanmak üzere İstanbul'a gelmesi çağrıldı. Sultan II. Abdülhamid'in dikkatini çeken ve takdirini kazandı, dönüşünden sonra İstanbul'da Teftiş-i Askerî Komisyonu üyeliğine getirildi. Girit'teki karışıklıklar üzerine Girit fevkalade kumandanlık ve vali vekilliğine tayin edildi. Göreve geldiğinde adanın tarihi, coğrafi, sosyal durumu hakkında bir layiha hazırlayarak padişah II. Abdülhamid'e sundu, isyanın sebebi olarak Hristiyan halka aşırı imtiyazlar tanınmasını gösterdi. İki yıl süren valiliği sırasında Adadaki Müslüman ve Hristiyan halk arasında huzur ortamı oluşturmak için yoğun çaba harcadı. Buradaki başarısına karşılık 40 yaşında Müşir rütbesine yükseltildi. Girit valiliğinde gösterdiği başarı üzerine 1891 yılında da sadrazam olarak atandı ve bu görevi dört yıl sürdürdü. 3 yılı aşkın sadrazamlığı esnasında takip ettiği siyaset, iç ve dış barışı korumak oldu. Sadrazamlığı sırasında daha çok Ermeni olayları ve bu olayların yarattığı diplomatik sorunlar ile uğraştı. Kendi kararlarının kabul edilmesi konusunda aşırı ısrarcı olan Paşa, 1894 yılında sadrazamlıktan azledilerek Nişantaşı'ndaki evinde ikamete mecbur edildi. Girit'te yeniden karışıklıkların çıkması üzerine, "Girit Fırka-i Askerîye" kumandanlığına atanarak 1897 yılında adaya gönderildi. Girit'te Avrupa devletleri tarafından özel bir yönetim tarzının empoze edileceği anlaşılıp, bu arada da Almanya İmparatoru Kayzer II. Wilhelm'in nun Suriye ve Filistin'e seyahat yapması kesinleşince, Cevat Şakir Paşa Kayzer'in mihmandarlığına getirildi; yerine Ferik Osman Nuri Paşa atandı. İstanbul'a gelip Kudüs'e kadar uzanan bir seyahat yapacak olan İmparator II. Wilhelm'im seyahatinin güvenliği için gerekli önlemleri almakla görevlendirildi. Bu görevi başarılı bir şekilde yerine getirdi; İmparator 16 Kasım 1898 tarihinde seyahatini tamamladı. Görevinin ardından İstanbul'a dönmesine izin verilmedi ve 5. Ordu Komutanı olarak görevlendirildi. 5. Ordu Komutanı olarak görev yaptığı Şam'da rahatsızlandı. Doktorların verdiği raporla İstanbul'a geldi ve 1900 yılında vefat etti. Fatih'te anne ve babasının mezarlarının bulunduğu Emir Buhari Camii haziresine defnedildi. 1901 yılında Mimar Kemaleddin tarafından mezarının bulunduğu yere bir türbe inşa edildi. Sadrazamlığı esnasında Babıali bahçesine memurların boş zamanlarında kitap okumaları için yaptırdığı kütüphane bugün de “"Cevat Paşa Kütüphanesi"" adı ile anılmakta olup, Başbakanlık Osmanlı Arşivleri'nin bir deposudur. Sadrazamlğı sırasında Arkeoloji Müzesi’ne hediye ettiği kişisel kitaplığı müze kütüphanesinin çok değerli bir koleksyonunu oluşturur Ahmed Cevad Paşa iki defa evlenmiş, ikinci evliliğini Çerkez kökenli Nimet Hanım ile yapmıştır ve Tek bir kızı Fehime Hanım dünyada gelmiş.. Üzümlü Üzümlü, Erzincan'ın 9 ilçesinden biri. Eski adı "Cimin"dir. Nüfus, 2000'li yılların başından itibaren göç alan değil göç veren pozisyonundadır. İlçeye bağlı Altınbaşak, Bayırbağ ve Karakaya beldeleri bulunmaktadır. Toplam köy sayısı 24'tür. Doğusunda Erzincan Merkez ilçesi, batısında Tercan, kuzeyinde Çayırlı, güneyinde ise Tunceli iline bağlı Pülümür ilçesi yer alır. İlçede Urartular döneminden kalma Altıntepe kalesi bulunmaktadır. Kendine has hoş kokulu siyah üzümü ile meşhurdur. Ve bu üzüm dünyada eşi benzeri olmayan bir üzümdür. Dünya'nın ilk ve tek patentli üzümü olan Cimin Üzümü'ne sahiptir. Üzümlü yakınlarındaki Altıntepe Kalesinde 2003 yılından beri Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Prof.Dr. Mehmet Karaosmanoğlu başkanlığında yapılan kazılar sürdürülmektedir. Kale Urartu, Pers, Bizans ve Anadolu Selçuklu dönemlerinde kullanılmıştır. Kalede Urartu Dönemine (M.Ö. 850-600) ait bir tapınak, kabul salonu/Apadana, Açık Hava Tapınağı, yeraltına taşlarla örülmüş 3 oda mezar ile sur duvarları ve giriş kapısının taş temellerine ait kalıntılar görülebilir. Bizans döneminden bir kilise yapısı ve sur duvarları bulunmaktadır. Üzümlü Belediyesi 1924 yılında kurulmuştur. Seçildikleri yıllara ve oy oranlarına göre belediye başkanları: 2014 Ahmet Sazlı Cevat Paşa Fil Açılışı Fil Açılışı hamleleriyle başlayan bir satranç açılışıdır. Fil Açılışı bilinen en eski açılışlardan biridir. İlk olarak Lucena ve Ruy Lopez tarafından çözümlenen bu açılış Philidor tarafından sıkça uygulanmıştır. Larsen da bu açılışı kullanan büyükustalardandır. Bugün pek kullanılmayan açılış son dönem oyuncularından Kasparov tarafından uygulanmıştır. Nunn bu açılışı Petrov Savunması'ndan kaçınmak amacıyla kullanır.. Açılış, 2007 Dünya Şampiyonası'nda Lékó tarafından Kramnik'e karşı da kullanılmıştır. Beyaz, siyahın f7 karesine saldırır ve siyahın d sütunundaki piyonunun d5 karesine ilerlemesini engeller. Başlangıç kuralı "atları fillerden önce geliştir"i göz ardı eden beyaz, f sütunundaki piyonunu olası bir f2-f4 hamlesine hazır durumda bekletir. Bu, Fil Açılışı'nın Şah Gambiti ve Viyana Oyunu'yla benzerlik gösterdiği bir durumdur. Aslında bu açılış Şah Gambiti, Viyana Oyunu, Giuoco Piano ya da İki At Savunması'na dönüşebilir. Beyaz, oyunu kazanca götürecek bir Şah Gambiti'ne dönüştürmeyi amaçlayabilir ancak siyah iyi bir oyunla bu taktiği boşa çıkarabilir. Weaver W. Adams, klasik yapıtı "Beyaz Oynar ve Kazanır"'da Fil Açılışı'nın beyazı ikinci hamleden sonra kazanca götürdüğünü iddia etmektedir. Ne var ki, Adams bu iddiasını kendisinden güçlü oyuncuları yenemeyerek askıda bırakmıştır. Büyükusta Larry Evans'ın "satrancın radikal sağı"na üye olduğunu düşündüğü Adams, Fil Açılışı'nı bırakarak Viyana Oyunu'nu uygulamaya başlamıştır. Adams bu tercih değişikliğini bu yöntemin beyazı kazanca götürdüğü iddiasına dayandırmaktadır. Büyükusta Nick de Firmian "Çağdaş Satranç Açılışları"'nın 14. sayısında yer alan bir makalesinde Fil Açılışı'nın iki tarafın en iyi oyunlarını oynaması durumunda beraberlikle sonuçlanacağını öngörmüş ve iddiasını şöyle desteklemiştir: "Çağdaş satranççılardan yalnızca Bent Larsen bu açılışı uyguladı. Kasparov bile bu yönteme değer vermedi." Beyazın ikinci hamlesinin etkili bir tehdit oluşturmaması siyahın ikinci hamlesi için birçok seçeneğe sahip olmasını sağlar. Aşağıda da gösterildiği gibi Fil Açılışı birçok açık oyuna dönüşebilir. Siyahın 1.e4 e5 2.Fc4 hamlelerinin ardından yapacağı hamle üç alt öbekte incelenebilir. Siyahın en sık karşılaşılan ikinci hamlesi beyazı e sütunundaki piyonunu nasıl koruyacağını düşünmeye zorlayan 2...Af6'dır. 3.d3 hamlesinin ardından siyah, Bozulmuş Şah Gambiti'nin yol açtığı dezavantajlı varyantlara karşı dikkatli olmalıdır. Bu tuzağa düşmeyen bir hamle dizisi 2...Af6 3.d3 c6 4.Af3 d5 5.Fb3 Fd6'dır. Bir diğer seçenek 3...d6 4.f4 exf4 5.Fxf4 Fe6! oynamaktır. Beyaz, Fil Açılışı'nı Petrov Savunması'na girmeden Giuoco Piano'ya dönüştürmek amacıyla da kullanabilir. Örneğin, 2...Af6 3.d3 Ac6 4.Af3 Fc5 hamle dizisi sessiz Giuoco Pianissimo'ya girer. Urusov Gambiti Rus prensi Sergey Semyonovich Urusov'a atfedilmiştir (3 Ağustos 1848). Bu gambit hakkındaki ilk çözümleme İngiliz satranç oyuncusu ve yazar Samuel Boden tarafından 1851 yılında yayımlanmıştır. Açılış teorisyenleri beyazın 2...Af6 3.Af3 Axe4 4.Ac3 Axc3 5.dxc3 f6'nın ardından gelen akınının bir piyon kazancına değmediğini düşünmektedirler. Oyun 6.0-0 Ac6 7.Ah4 g6 8.f4 f5 9.Af3 (9.Axf5? d5!) e4 10.Ag5 (10.Ae5 Ve7!) Fc5+ hamle dizisiyle sürer. Siyahın şah kanadında rok yapamaması uzun vadede çeşitli sorunlar yaratır. Siyah için daha güvenli olan yol 5...c6 6.Axe5 d5 ile piyonları eşitlemektir. Oyun 4...Ac6!? (4...Axc3 yerine) 5.0-0 (5.Axe4 d5) Axc3 6.dxc3 Ve7! şeklinde sürerse beyaz, piyonunu geri kazanamaz. Siyah 3...Ac6 oynayarak İki At Savunması'na da girebilir ancak 4.Ag5'ten sonra oyun onun belirleyeceği bir gambitle sürecektir. Beyaz bu durumda Boden-Kieseritzky Gambiti'nin bir kolu olan 4.0-0 Axe4 5.Ac3 oynamak isteyebilir. Düzensiz hamle dizileri 2.Ac3 (Viyana) Af6 3.Fc4 Axe4 4.Af3 ve 2.Af3 Af6 (Rus ya da Petrov Savunması) 3.Fc4 Axe4 4.Af3'tür. Klasik Savunma siyahın simetrik hamlesi 2...Fc5'tir. Bu durumda beyaz 3.Ac3 oynayarak Viyana Oyunu'na ya da 3.Af3 oynayarak Giuoco Piano'ya girmek isteyebilir. Beyaz, Fil Açılışı'nda kalmak isterse 3.b4 (Kanat Gambiti) ya da 3.c3 (Philidor Varyantı) oynayabilir. Philidor Varyantı'nın ana hattı şu şekildedir: 3. c3 Af6 4. d4 exd4 5. e5 d5! 6. exf6 dxc4 7. Vh5 0-0 8. Vxc5 Ke8+ 9. Ae2 d3 10.Fe3 3.d3 hamlesinin ardından Bozulmuş Şah Gambiti ya da Giuoco Piano'ya girme olanağı da mevcuttur. Kanat Gambiti sonuçlandığı konumlar bakımından Evans Gambiti ile benzerlik gösterir. Örneğin, bu gambit 3.b4 Fxb4 4.c3 Fa5 5.Af3 Ac6 ile Evans Gam
biti'ne dönüşür. Siyahın Philidor Varyantı'na verebileceği en güçlü tepki Lewis Karşıgambiti'dir (3.c3 d5). Bu gambit ilk kez İngiliz satranç oyuncusu ve yazar William Lewis (1787–1870) tarafından 1834 yılında çözümlenmiştir. 3.Vf3 ve 3.Vh5 hamleleri amatör oyuncular tarafından hala kullanılmaktadır. Bunun nedeni bu hamlelerin çoban matına giden yolu açmalarıdır. Ne var ki, siyahın bu taktiği boşa çıkarması beyazın gelişim olanaklarının kısıtlanmasına ve uzun vadede tempo kaybına neden olur. Siyahın bu hamleleri çok az kullanılmaktadır. Siyahın 2...Fe7? ile Macar Savunması'na girmek istemesi durumunda beyaz, 3.Vh5 ile bir piyon kazanır. Calabrian Karşıgambiti (2...f5?!), adını Greco'nun doğup büyüdüğü yer olan Calabria'dan almıştır. Bu hamle kesinlikle önerilmez çünkü Carl Jaenisch'in önerdiği hat (3.d3 Af6 4.f4 d6 5.Af3) beyaza avantaj sağlar. İnsanlar (İbrahim Tatlıses albümü) İnsanlar, İbrahim Tatlıses'in 1989 yılında Emre Plak tarafından piyasaya sürülen albümünün adıdır. Hüseyin Emre'nin prodüktörlüğünü yaptığı ve müzik yönetmenliğini Yavuz Taner'in gerçekleştirdiği albümün kapağında İbrahim Tatlıses imzası ile ""Bu yapıtımda okuduğum uzun havada yaptığı açılışla, bize kişiliğinden, anlayışından ve genel kültüründen hiçbirini esirgemeyen büyük usta ARİF SAĞ'a sonsuz teşekkürler ederim"" ibaresi yer almaktadır. Lehçe (anlam ayrımı) Lehçe şu anlamlara gelebilir: Lehçe (dilbilim) Lehçe ya da diyalekt, bir dilin belli bir coğrafî bölgedeki insanlar tarafından konuşulan çeşididir. Lehçe, kendi kelime dağarcığı ve grameri olan sözel (sözlü veya işaretli olan; ama mutlaka yazılı olmayabilen) bir iletişim sistemidir. Diyalektle uğraşan bilim kolu ise "diyalektoloji" olarak adlandırılır. Lehçeyi konuşan kişilerin sayısı ve bölgenin büyüklüğü değişir. Bu yüzden geniş bir bölgede pek çok lehçe olabileceği gibi o lehçelerin konuşulduğu daha küçük bölgelerde de başka lehçeler olabilir. Lehçe kavramı aşağıdaki ilgili kavramlardan ayrı tutulur: Bir dilin çeşitleri sadece gramer ve kelime hazineleri ile birbirinden ayrılmaz, ritim ve ahenk de dahil olmak üzere telaffuz ile de farklılık gösterebilir. Eğer farklılıklar telaffuz ve seslendirmeden ibaretse "lehçe" veya "çeşit" terimlerinden ziyade "şive" terimi kullanılır. Sınırlı olmasından dolayı, tarihte yüzyıllarca dar bir bölgede konuşulan ağzın, mensup olduğu yazı dilinden ayrılıklar göstermesi olağandır. Çünkü "yazı dili" bir milletin kültürünün muhafazası için gelişmiş, başka dillerle münasebette bulunmuş, kendi kaideleri içinde yeni dil unsurları yaratmış, başka dillerden aldığı yabancı kelimeleri kanunlarına uydurmuş ve kendisine mensup ağızlarda hâkim olarak varlığını sürdürmüştür. "Ağızların" mensubu bulunduğu dille ayrıldığı noktaları takip etmek, yazılı mahallî metinler varsa mümkün olur. Ağızdaki gelişme, hep sözde kalması sebebiyle yazı diline nispetle daha hızlıdır. Bu yüzden bazen bir ağız ile mensubu bulunduğu kültür, yani yazı dili arasında büyük ayrılıklar ortaya çıkabilir. Günümüzde Rusya ve Türki cumhuriyetlerde her bölgede ayrı bir alfabe kullanılmaktadır. Böyle durumlarda aradaki ufak farklardan hareket edilerek zamanla aynı dilin başka iki şekli ortaya çıkar. Ağzın zamana ve tekniğe tahammülü yoktur. Teknik, bir ağızın tespitinde ne kadar fayda sağlarsa, girdiği bölgenin ağzını da kaçınılmaz biçimde değiştirir. Bilhassa radyo, televizyon ve videonun girdiği yerlerde konuşma değişikliğe uğrar ve kültür, yani yazı dilinin bu vasıtalarla ağza tesiri bölge diyalektine hâkim olur. Böylece "ağız", mensubu bulunduğu yazı diline katılmış olur. Bunun yanında bölgenin dışarıyla temas eden insanlarıyla, dar coğrafyada hayat süren insanları arasında da ağız yönünden farklar görülür. Dışarı gidenler bölge ağzına yabancı dil unsurları getirirler. Aynı durum, okuma yazma bilen ve bilmeyen insanlar için de söz konusudur. Okumuş yazmış insanların ağızlarında yazı dilinin tesiri çok fazladır. Okuma yazma bilmeyen kişiler ise ağızlarını muhafaza ederler. Ağız, mensubu bulunduğu kültür dili ile aynı dile bağlı lehçe ve şiveler konusunda ipuçlarına sahiptir. Ayrıca bir dilin tarihteki gelişimi, diğer lehçe ve şivelerle mukayese imkânı da verir. Bunun yanında yazı dilinin beslenmesi ve geliştirilmesinde diyalektlerin, yani ağızların oynadığı rol büyüktür. Türkçenin diyalektleri henüz yeterince tespit edilmiş değildir, yaşayan ağızlar için bir arşivden de mahrumdur. Bazı Batı dillerinde bu ağızları takip etmek amacıyla dil atlasları hazırlanmıştır. Almanya'da diyalekt çalışmaları 19. asırda başlamış olmasına rağmen temeli daha eskilere dayanır. Örneğin Luther halk dili kullanmıştır. Ama ülkedeki asıl diyalekt çalışmaları Jacob Grimm ile başlamıştır. J. Grimm tarihi dil araştırmalarıyla Alman diyalekt araştırmalarını sağlam bir yola sokmuştur. Almanya'da diyalekt araştırmalarına daha çok romantizmin dayandığı millî ve tarihi varlığa duyulan arzu sebep olmuştur. Böylece millî düşüncenin temeli sayılan dil üzerine Jacob Grimm, Franz Bopp ve Wilhelm von Humboldt çalışmalara başlamışlardır. Bavyeralı Johann Andreas Schmeller (1785-1852) de bölgesinin ağızlarını gramer bakımından incelemiş ve diyalektoloji (ağız çalışmaları)nin kurucusu olmuştur. Schmeller ağızları fonetik ve morfolojik (ses ve yapı) bakımından dilin eski çağlarını aydınlatan bir vasıta olarak kabul etmiştir. Bu bilginden sonra Almanya'da ağız incelemeleri ve araştırmalarının önde gelen hedefi ağızların tasnifini yapmak olmuştur. 1876 yılından sonra sesi esas alan gramerciler ortaya çıkmıştır. Bütün bu çalışmalar mahalli ağızların ses ve yapısı ile kelime servetini ve cümle yapısını ihtiva eden tasvirî gramerlerin yazılmasını sağlarken ağızlara has fonograf arşivlerinin meydana getirilmesi ve neticede Georg Wenker'in gayretleri ile Alman Devleti Dil Atlası'nın yapılması ile sonuçlanmıştır. Buna paralel olarak Fransa'da da diyalekt çalışmaları yapılmış ve Fransa Dil Atlası ortaya konmuştur. Fransa'da bu işi başlatanlar Tourtoulon ve Bringuier olmuş; Jules Gilliéron ile öğrencisi E. Edmond da kurumsal hale getirmişlerdir. Son iki bilgin işe başlarken Almanya'daki çalışma ve tecrübelerden faydalanmış, ama vasıtasız bir metod takip etmiştir. Fransa'da 639 yer seçerek dil malzemesi derlemiş, ayrıca ağızlardaki kelime servetini toplamayı da ihmal etmemişlerdir. Neticede 1903 yılında Gilliéron ve Edmond Fransız Dil Atlası'nın elli ciltlik haritasını yayına muvaffak oldular. Eser milyondan fazla dil şeklini ihtiva ediyor ve 1920 haritadan meydana geliyordu. Türkçe için bu araştırmalar, daha 11. asırda büyük Türk dilcisi ve Türkçe müdafii Kaşgarlı Mahmud'la başlamıştır. Kaşgarlı külliyatı, devrine göre bütün Türk lehçe ve şivelerini içine alır mahiyettedir. Türk diyalekti çalışmaları, Kaşgarlı'dan bu yana ele geçmemiş eserler hariç tutulursa Türkolog Wilhelm Radloff'a kadar durmuştur. Kaşgarlı Mahmud'un yolundan giden Radloff bilhassa Türkiye dışı Türklerinin ağız malzemelerini toplayarak bu alanda Türkolojinin önde gelen hadimi olmuştur. 10 cilt tutan "Proben" çeşitli Türk şivelerine ait diyalekt malzemesini ihtiva eder. Proben'in Türkiye ağızlarına ayrılan 7. cildinin toplamasını Macar Kunoş yapmıştır. Dil Kurumu'nun kurulmasıyle halk ağzına açılış başlamış, bir yandan bu kurum diğer yandan da üniversiteler olmak üzere diyalekt malzemeleri toplanmış, bu malzemelerin bir kısmı incelenerek Derleme dergisi adı altında on iki cilt olarak neşredilmiştir. Ancak Türk dilindeki uydurmacılık ve tasfiyecilik akımları, ağızlardan gelen kelime servetinin kültür dilinin içinde yeterince yer alamaması, girenlerin de çoğunlukla yanlış kullanılmasıyla sonuçlanmıştır. Anadolu ağızlarıyla ilgili Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu'nun 8 ciltlik bir derlemesi vardır. Çeşitli üniversitelerde ağızlar üzerine doktora tezleri hazırlanmaktadır. Prof. Dr. Zeynep Korkmaz, Prof. Dr. Sadettin Buluç ve Anadolu ve Rumeli Ağızları Bibliyografyası ile Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, Prof. Dr. Ali Akar bu konuda çalışmalar yapan bilim insanlarıdır. Anadolu ağızlarının sınıflandırılması ise kapsamlı biçimde ilk defa Prof. Dr. Leyla Karahan tarafından yapılmıştır. "Standart lehçe" (veya "standartlaştırılmış lehçe" veya "standart dil") kurumlar tarafından desteklenen bir lehçedir. Devlet tarafından tanınmak veya seçilmiş olmak, okullarda bir dilin "doğru" biçimi olarak sunulmak, "doğru" yazım ve telaffuzu belirten basılı dilbilgisi kitapları, sözlükler ve okul kitaplarının varlığı ve bu lehçeyi kullanan yaygın bir edebiyatın bulunması, standart lehçenin gördüğü desteğin örnekleri olarak sayılabilir. Örneğin Standart Amerikan İngilizcesi, Standart Britanya İngilizcesi ve Standart Hint İngilizcesi İngilizce dilinin standart lehçelerinden sayılabilir. Standart olmayan bir lehçe tam bir kelime hazinesi, gramer yapısı ve sentaksa sahip olsa da kurumsal desteğe sahip değildir. Dilleri lehçelerden ayırt edici herkesçe kabul görmüş kıstaslar olmamakla beraber bu yönde kullanılan bazı düşünce sistemleri (paradigmalar) oluşmuştur. Bunlar bazen birbiriyle uyumsuz sonuçlar da doğurabilirler, kullanıcının bakış açısına bağlı olarak bu konuda tam bir ayrım yapmak subjektif olabilir. Farklı diller çoğu zaman bazı nedenlerle "dil" değil "lehçe" olarak sınıflandırılır: Bazı dilbilimciler bu ayrım konusunda bir seçime bağlanmak istemedikleri zaman "idiom" terimini kullanırlar. Antropolog dilbilimciler lehçeyi bir dilin belli bir "'dil topluluğu" tarafından kullanılan şekli olur tanımlarlar. Bir başka deyişle, dil ile lehçe arasındaki fark, genel ve soyut ile, özel ve somut arasındaki farktır. Bu bakış açısına göre o dili kimse konuşmaz, herkes o dilin bir lehçesini konuşur. Belli bir lehçeyi "standart" veya "doğru" olarak kabul edenler aslında bu terimleri kullanarak sosyal bir ayrımı ifade ederler. Çoğu zaman standart dil bir toplumun seçkin sınıfının dilidir. Prestijin o kadar önemli olmadığı toplumlarda "lehçe", bölgesel dil kullanım farklılıklarına işaret ederek yabancı birisinin geldiği yeri anlamaya yarar. Dilbilimciler bu anlamıyla leh
çeden bahsederken genelde birbirini anlayabilen, "aynı şekilde" konuştuğunu düşünen geniş bir topluluk içinde ufak çeşitlilikleri kastederler. Günümüz dilbilimcileri, bir dilin sosyal statüsünün sadece dilbilim kıstaslarıyla benimsenmediğini, tarihsel ve siyasî gelişmelerden de etkilendiğini bilirler. İsviçrede konuşulan Romanç dili yazılı bir dil olmasına ve dolayısıyla lehçe değil dil olarak sayılmasına rağmen, İtalyanca'nın Alp dağlarındaki Lombardik lehçelerine çok benzer. Bunun zıddı bir örnek ise Çince için verilebilir, bu dilin çeşitlerini kullananlar konuşarak birbirlerini anlayamasalar da ortak bir edebi gelenek ve yazım standardına sahip oldukları için konuştukları ağızlar lehçe sayılır. Siyasî gerçekler ve ideolojilere bağlı olarak konuşma çeşitlerinin lehçe veya dil olarak sınıflandırılması ve diğer konuşma türleriyle olan ilişkileri tartışmalı olabilir ve bu konuda yapılan sınıflamalar tutarsız olabilir. İngilizce ile Sırp-Hırvatça bu durumu örneklerler. İngilizce ve Sırp-Hırvatça'nın ikişer ana çeşidi (Britanya İngilizcesi ve Amerikan İngilizcesi ile Sırpça ve Hırvatça sırasıyla) vardır. Politik nedenlerden, bu çeşitlerin lehçe mi dil mi olduğu konusunda farklı görüşler vardır. Müttefik ülkelerde kullanılan Britanya ve Amerikan İngilizceleri hemen herkesçe tek bir dilin lehçeleri sayılırken Sırbistan ve Hırvatistan'ın standart dilleri, birbirlerinden İngilizcenin lehçeleri kadar farklı olmalarına karşın, özellikle bölgenin pek çok dilbilimcisi tarafından farklı diller sayılırlar. Bunun nedeni büyük ölçüde bu iki ülkenin dostlukla düşmanlık arasında gidip gelmesidir. "Sırp-Hırvatça maddesi bu konuya daha ayrıntılı olarak değinmektedir." Buna paralel örnekler çoktur. Makedonca, Bulgarca bilenler tarafından anlaşılabilir olması ve Bulgarcanın bir lehçesi sayılmasına rağmen Makedonya Cumhuriyeti'nde kendi başına bir dil ilân edilmiştir. Lübnan'da ise ülkenin Arap dünyası ile yakınlaşmasına karşı çıkan milliyetçi (ve Hristiyan) sağcı Sedir Bekçileri Partisi "Lübnanca" adlı bir dilin tanınmasını istemektedir ve hatta Arap alfabesi yerine antik Fenike alfabesinin kullanılmasını savunur. Buna karşın Han Çincesinin konuşulan dilleri, Çin'de millî birliği sağlamak amacıyla Çince'nin lehceleri sayılırlar. "Dil nedir?" sorusunun cevaplanmasına etki eden siyasi faktörler o kadar çoktur ki, sosyo-kültürel bir yaklaşıma gitmeden, sadece dilbilimci bir tanım kullanmak imkânsız görünmektedir. Bu bağlamda Yidiş dilbilimci Max Weinreich "Dil, ordusu ve donanması olan bir lehçedir" (""A shprakh iz a dialekt mit an armey un flot"" , "אַ שפראַך איז אַ דיאַלעקט מיט אַן אַרמײ און פֿלאָט", Yivo-bleter 25.1, 1945, sf. 13), diyerek dillerin asimilasyon yoluyla oluştuğunu ifade etmiştir. (Weinrich bu deyimin kendisine ait olmadığını belirtmiştir ama asıl kaynak bilinmemektedir.) Çoğu tarihçi dilbilimci, her konuşma biçimini içinde geliştiği iletişim ortamının bir lehçesi olarak görür. Bu bakış açısına göre modern Romans dilleri Latincenin lehçeleridir, modern Yunanca antik Yunancanın bir lehçesidir. Bu paradigma sorunlu olabilir, çünkü kalıtsal ilişkileri birinci derecede önemli saymaktadır; oysa bir dilin lehçeleri karşılıklı olarak anlaşamayabilir. Ayrıca bir ana dil çeşitli lehçeler doğurunca bunlardan bazıları diğerlerinden daha hızlı gelişebilir. Bu durumda bir dilden türemiş üç lehçeden tarihsel olarak birbirinden uzak olan ikisi, yapısal olarak birbirine daha yakın olabilir. Modern Romans dillerinde bu örnek açıkça mevcuttur; İtalyanca ve İspanyolca karşılıklı anlaşabilir ama her iki dil de Fransızca ile anlaşamaz; oysa her iki dilin Fransızcaya olan kalıtsal yakınlığı birbirlerine olan kalıtsal yakınlıktan daha fazladır. Fransızca, İspanyolca ve İtalyancadan daha hızlı gelişmiştir. Türkçede lehçe kavramını savunanlar da Tarihçi dilbilim bakış açısının etkisindedirler. Bu bakış açısına göre modern Türk dilleri, Göktürkçe'nin lehçeleridirler. Bu yüzden Çuvaşça, Yakutça ve Dolganca hariç diğerleri lehçedir. Bazı uzmanlar lehçeleri dillerden ayırt etmek için lehçelerin karşılıklı anlaşabildiğini ama dillerin anlaşamadığını öne sürmüşlerdir. Bu fikir ilk göründüğü kadar bariz değildir. İtalyanca ve İspanyolca konuşanlar birbirlerini büyük ölçüde anlayabilmelerine rağmen İtalyancanın iki lehçesini konuşan Lombardlılar ve Sicilyalılar'ın birbirini anlaması çok daha zordur. Kürtçe'nin lehçeleri olan Kurmanci, Sorani, Kelhuri arasında da böyle bir sorun mevcuttur. Bu konuda bir diğer sorun, bir toplumda birbiriyle yakından ilişkili, ama iki farklı sınıf tarafından konuşulan diller olması durumudur. Bunlardan biri genelde devlet dili, öbürü daha az prestijli halk dilidir. Lehçe sürekliliği ("continuum") coğrafî olarak yakın lehçelerin birbiriyle anlaşabilip, uzaklık arttıkça anlaşmanın azaldığı bir lehçeler grubudur. Bunun iyi bilinen bir örneği Afrikaansca-Felemenkçe-Frisian-Almanca sürekliliğidir. Burada dört tane kabul görmüş edebî standarda ilaveten bu dilleri birbirine bağlayan çok sayıda lehçe vardır. Standart Hollandaca ve Almanca konuşanlar karşılıklı anlaşamasa da bu iki dili birbirine bağlayan bir lehçeler zinciri üzerinde coğrafî olarak komşu olan iki lehçe arasında bir anlaşma kopukluğu yoktur. Benzer bir lehçeler ağı doğu Slav dilleri arasında görülür. Bunların arasında Rusça, Belarusça ve Ukrayna dili edebî standartlı dillerdir. Sırp-Hırvatça da dört ana lehçe ve üç edebi standartın bir ağı olarak görülebilir. Romans dilleri (Portekizce, Kastilya İspanyolcası, Katalanca, Galisyaca, Provensal, Fransızca, Oksitanca, Korsikaca, Sardinyaca, Sicilyaca, Romanç, Friulianca ve diğer İtalyan lehçeleri, Rumence ve diğerleri de başka lehçe sürekliliği oluştururlar. "Diasistem" iki veya daha fazla standart hali olan tek bir dile denir. Bunun bir örneği Hindu-Urdu veya Hindustani dilidir; Urdu ve Hindi olmak üzere iki standart çeşit içerir. Çokmerkezli bir dil birkaç standart çeşidi olan bir dildir, İngilizce, Almanca veya Çince gibi. Avrupa dilbilimcileri arasında yaygın olup Anglosakson ülkelerde pek bilinmeyen bu yaklaşım, yukarda belirtilen dil-lehçe ikilemini aşma amacıyla geliştirilmiştir. Konuşma çeşitlerini sınıflandırırken "dil" ve "lehçe" gibi yüklü sözcükleri kullanmak yerine (henüz) siyasi, kültürel veya duygusal çağrışımları olmayan Ausbausprache - Abstandsprache - Dachsprache sözcükleri kullanarak konuşma çeşitleri sınıflandırılmaktadır. Bu deyimler tartışmalı konulara taze bakış açısıyla bakılmasına fırsat verebilir. Kara Zindan Kara Zindan, İbrahim Tatlıses'in Tatlıses Plak (İdobay Müzik) tarafından 1988 yılında piyasaya sürülen albümünün adıdır. O yıl İzmir Fuarı'nda bir polis memuruna hakaret ettiği iddiası ile tutuklanan ve 16 gün Buca Cezaevi'nde kalan Tatlıses, bestelediği "Kara Zindan" şarkısı ile başından geçen bu olaya gönderme yapmıştır. Prodüktörlüğünü İbrahim Tatlıses'in yapmış olduğu albümün, müzik yönetmenleri ise Yavuz Taner ve Mustafa Özhan.Albüm daha sonra Emre Plak tarafından yayınlandı. Bu albüm aynı zamanda Türkiye baskısı kara zindan parçasında bağlama; Almanya baskısında ise zurna ile söylenmiştir. Mavi Mavi Mavi Mavi, İbrahim Tatlıses'in 1985 yılında satışa sunulan albümünün adıdır. Bayar Müzik etiketiyle çıkan albümün arabesk parçaları içeren A yüzünün müzik yönetmenliğini Burhan Bayar; Türk Halk Müziği parçaları içeren B yüzünün müzik yönetmenliğini ise Arif Sağ üstlenmiştir. Resmi rakamlara göre 3,1 milyon satan albüm Türkiye'nin en çok satan albümüdür. Şu şarkını, "İlahe" adlı şarkıcı, Türkceden alıp Fars dilindede söylemişti. Suat Hayri Ürgüplü Suat Hayri Ürgüplü (13 Ağustos 1903, Şam - 26 Aralık 1981, İstanbul), Türk siyasetçi. I. Dünya Savaşı'na katılma fetvasını veren Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Efendi'nin oğludur. Lâle Devri Sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın soyundandır. Galatasaray Lisesi'nden sonra 1926 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Çeşitli devlet hizmetlerinde bulundu. Türkiye-Yunanistan 1924 Nüfus Mübadelesi mahkemelerinde çalıştı. Galatasaray Spor Kulübü'nde atletizm yaptı. 1929-1932 yılları arasında İstanbul Ticaret Mahkemesi yargıçlığında bulundu. 1939 ve 1943 yıllarında Kayseri Milletvekili seçildi. 2. Şükrü Saraçoğlu kabinesinde Gümrük ve Tekel Bakanı oldu. Bakanlığında kahve ithalatı konusunda yolsuzluklar olduğu yolunda dedikodular çıkınca örnek bir davranışta bulundu: Daha sonra Yüce Divan'da yapılan yargılama sonucunda beraat etti. Bu olay halen bazı okullarda idare hukuku dersinde okutulmaktadır. 1950 yılında tekrar TBMM'ye dõndü. 1952 yılına kadar Demokrat Parti Kayseri Milletvekilliği yaptı. Avrupa İstişari Meclisi'nde başkan yardımcılığı görevinde bulundu. 1952 yılında TBMM'den ayrılarak Bonn Büyükelçiliğine getirildi. 1955 yılında Londra, 1959 yılında Washington, DC, 1960 yılında Madrid Büyükelçiliğine atandı. 1961 seçimlerine katılarak Adalet Partisi Kayseri Senatörü seçildi. Cumhuriyet Senatosu'nun ilk başkanı oldu. Bu görevi tamamladıktan sonra 1965 yılında İsmet İnönü'nün başbakanlıktan istifa ettiği 5 Şubat tarihinden 10 Ekim 1965 genel seçimleri sonrasına kadar Adalet Partisi'nin öncülüğündeki koalisyon hükumetinin başkanlığını yaptı. 1966 yılında kontenjan senatörü seçildi. 1972 yılına kadar bu görevde kaldı. Nihat Erim hükümetinin 17 Nisan 1972 de istifasından sonra, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay yeni hükümeti kurma görevini önce Suat Hayri Ürgüplü'ye verdi. Ancak daha sonra - büyük olasılıkla 12 Mart darbesini yapan komutanların, eski DP ve AP geçmişi nedeniyle uygun bulmamaları nedeniyle - Ürgüplü'nün kabinesini onaylamadı ve yeni hükümeti kurma görevini Ferit Melen'e verdi. 26 Aralık 1981 tarihinde, 13 yıldır muzdarip olduğu kalp hastalığından dolayı vefat etti. Mezarı Edirnekapı Şehitliği'ndedir. Suat Hayri Ürgüplü'nün babası Hayri Efendi Osmanlı Devleti'nin son döneminde Şeyhülislamlık yapmış bir din adamıydı. Eşi Nigar Hanım ile 1933 yılında evlenen Ürgüplü'nün bu evlilikten Hayri Suat adında bir oğlu vardı. Hayri Suat Ürgüplü ise 1966 yılında Eski Irak Kralı Faysal'ın
nişanlısı ve aynı zamanda son Osmanlı Padişahı Vahdettin'in torunu Prenses Hanzade'nin kızı Prenses Fazıla ile evliydi. Bu evlilikten iki torunu bulunmaktaydı. Kardeşi Münip Hayri Ürgüplü de milletvekilliği yaptı. Alüminyum Alüminyum (veya aluminyum, Simgesi Al). Gümüş renkte sünek bir metaldir. Atom numarası 13 tür. Doğada genellikle boksit cevheri halinde bulunur ve oksidasyona karşı üstün direnci ile tanınır. Bu direncin temelinde pasivasyon özelliği yatar. Endüstrinin pek çok kolunda milyonlarca farklı ürünün yapımında kullanılmakta olup dünya ekonomisi içinde çok önemli bir yeri vardır. Alüminyumdan üretilmiş yapısal bileşenler uzay ve havacılık sanayii için vazgeçilmezdir. Hafiflik ve yüksek dayanım özellikleri gerektiren taşımacılık ve inşaat sanayiinde geniş kullanım alanı bulur. Alüminyum,yumuşak ve hafif bir metal olup mat gümüşümsü renktedir. Bu renk, havaya maruz kaldığında üzerinde oluşan ince oksit tabakasından ileri gelir. Alüminyum, zehirleyici ve manyetik değildir. Kıvılcım çıkarmaz. Saf alüminyumun çekme dayanımı yaklaşık 49 megapascal (MPa) iken alaşımlandırıldığında bu değer 700 MPa'a çıkar. Yoğunluğu, çeliğin veya bakırın yaklaşık üçte biri kadardır. Kolaylıkla dövülebilir, makinede işlenebilir ve dökülebilir. Çok üstün korozyon özelliklerine sahip olması, üzerinde oluşan oksit tabakasının koruyucu olmasındandır. Elektrik iletkenliği %64,94 IACS'dir (saf Al, 2 °C'de). Eski Yunanlar ve Romalılar, alüminyum(æljʊˈmɪniəm)un tuzlarını, boyaların renklerini sabitleştirmede ve kan durdurucu olarak kullanmışlardır. Alum günümüz tıbbında hala kan durdurucu ve damar büzücü olarak kullanılmaktadır. Friedrich Wöhler'in, alüminyumu, 1827'de, susuz alüminyum klorürü potasyum ile karıştırarak ayrıştıran ilk kişi olduğu bilinirse de metal, o tarihten iki sene kadar önce, Danimarkalı bir fizikçi ve kimyacı olan Hans Christian Øersted tarafından saf olmayan bir formda üretilmiştir. Dolayısıyla almanaklarda ve kimya literatüründe Øersted'in adı alüminyumu bulan kişi olarak geçer. Fransız Henri Saint-Claire Deville, 1846'da, Wöhler'in metodunu, daha pahalı olan potasyum yerine sodyum kullanarak geliştirmiştir. Amerikalı Charles Martin Hall 1886'da, alüminyumun elektrolitik bir işlemle eldesine ilişkin bir patent başvurusunda (patent no: 400655) bulunmuş, aynı yıl, Hall'un bu buluşundan tamamen habersiz olmak üzere Fransız Paul Héroult da aynı tekniği Avrupa'da geliştirmiştir. Bu nedenle iki bilim adamının adı verilen Hall-Heroult işlemi, günümüzde alüminyumun cevherinden eldesinde bütün dünyada kullanılan temel yöntemdir. ABD'deki Washington anıtının zirvesinin yapımında alüminyum kullanılması kararlaştırılmış ve o tarihte alüminyumun yaklaşık 30 gramının maliyeti bu projede çalışan bir işçinin yevmiyesinin iki katına eşdeğer olmuştur. Adolf Hitler'in yönetime gelişinden hemen sonraki yıllarda Almanya, alüminyum üretiminde dünya lideri olmuştur. Ancak 1942'de, ABD'de yeni hidroelektrik santral projelerinin (örneğin, Grand Coulee Barajı) devreye alınması, ABD'ye Nazi Almanya'sının başedemeyeceği bir üstünlük vermiştir. Bu üstünlük, dört yıl içinde 60 bin savaş uçağı yapmaya yetecek kadar alüminyum üretimi şeklinde ortaya çıkmıştır. Yerkabuğunda bol miktarda (%7,5-8,1) bulunmasına rağmen serbest halde çok nadir bulunur ve bu nedenle bir zamanlar altından bile daha kıymetli görülmüştür. Alüminyumun ticari olarak üretiminin tarihi 100 yıldan biraz fazladır. Alüminyum ilk keşfedildiği yıllarda cevherinden ayrıştırılması çok zor olan bir metal idi. Alüminyum rafine edilmesi en zor metallerden biridir. Bunun nedeni, çok hızlı oksitlenmesi, oluşan bu oksit tabakasının çok kararlı oluşu ve demirdeki pasın aksine yüzeyden sıyrılmayışıdır. Alüminyumun hurdalardan geri kazanımı, günümüz alüminyum endüstrisinin önemli bir bileşeni haline gelmiştir. Geri kazanım işlemi, metalin basitçe tekrar eritilmesi esasına dayanır, ki bu yöntem metalin cevherinden üretimine nazaran çok daha ekonomiktir. Alüminyum rafinasyonu çok yüksek miktarlarda elektrik enerjisi gerektirir, buna karşılık geri kazanım işlemi, üretiminde kulanılan enerjinin %5'ini harcar. Geri kazanım işlemi 1900'lü yılların başlarından beri uygulanmakta olup yeni değildir. 1960'lı yılların sonlarına kadar düşük profilli bir faaliyet olarak devam eden geri kazanım olgusu, bu tarihte içecek kutularının alüminyumdan yapılmaya başlanması ile gündeme daha yoğun şekilde gelmiştir. Diğer geri döndürülen alüminyum kaynakları arasında otomobil parçaları, pencere ve kapılar, cihazlar ve konteynerler sayılabilir. Alüminyum reaktif bir metal olup cevherinden (alüminyum oksit, AlO) kazanımı çok zordur. Üretim 2 yöntem ile gerçekleşir. İlki diğeri ise karbonla doğrudan redüksiyondur. Alüminyum oksitin ergime sıcaklığı yaklaşık 2000 °C olduğundan ekonomik olmaktan uzaktır. Dolayısıyla, alüminyum elektroliz yöntemiyle kazanılır. Bu yöntemde alüminyum oksit, ergimiş kriyolit içinde çözündürülür ve daha sonra saf metale redüklenir. Bu yöntemde redüksiyon hücrelerinin çalışma sıcaklığı 950-980 °C civarındadır. Kriyolit, Grönland adasında bulunan doğal bir mineraldir fakat alüminyum üretimi için sentetik olarak yapılır. Kriyolit, alüminyum ve sodyumun florürlerinin bir karışımı olup formülü NaAlF şeklindedir. Alüminyum oksit (beyaz toz), yaklaşık %30-40 demir içerdiği için kırmızı renkli olan boksitin rafinasyonu ile üretilir. Bu işlemin adı Bayer işlemidir ve daha önceleri kullanılmakta olan Deville işleminin yerini almıştır. Wöhler işleminin yerini alan elektroliz yönteminde her iki elektrot da karbondan yapılmıştır. Cevher bir kez ergimiş hale geldikten sonra iyonlar serbestçe dolaşmaya başlarlar. Negatif elektrotta (katot) gerçekleşen reaksiyon: olup alüminyum iyonunun elektron alarak redüklendiğini gösterir. Alüminyum metali daha sonra hücrenin tabanına sıvı halde çöker ve buradan sifonlanarak dışarı alınır. Öte yandan, pozitif elektrotta (anot) oksijen gazı oluşur: Anot karbonu bu oksijen ile oksitlenerek tükenir ve dolayısıyla düzenli aralıklarla yenilenmesi gerekir: Katotlar elektroliz işlemi sırasında, anotların tersine, tükenmezler çünkü katotta oksijen çıkışı olmaz. Katodun karbonu, hücre içinde sıvı alüminyum ile örtülmüş olduğu için korunmalıdır. Öte yandan katotlar, elektrokimyasal işlemler gereği erozyona uğrarlar. Elektrolizde uygulanan akıma bağlı olarak, hücrelerin 5-10 yılda bir tümüyle yenilenmesi gerekir. Hall-Héroult işlemiyle alüminyum elektrolizi çok fazla elektrik enerjisi tüketirse de, alternatif yöntemler gerek ekonomik gerekse ekolojik olarak uygulanabilirlikten uzaktırlar. Dünya genelinde, ortalama spesifik enerji tüketimi, kg Al başına yaklaşık 15±0.5 kilowatt saat dir (52-56 MJ/kg). Modern tesislerde bu rakam yaklaşık 12.8 kW·h/kg (46.1 MJ/kg) civarındadır. Redüksiyon hattının taşıdığı elektrik akımı, eski teknolojilerde 100-200 kA iken bu değer, modern tesislerde 350 kA'e kadar çıkmış olup 500 kA'lik hücrelerde deneme çalışmaları yapıldığı bilinmektedir. Alüminyum üretim maliyetinin %20-40'ını, tesisin bulunduğu yere göre değişmek üzere, elektrik enerjisi oluşturmaktadır. Bu nedenle alüminyum üreticisi işletmeler, Güney Afrika, Yeni Zelanda'nın Güney Adası, Avustralya, Çin, Orta Doğu, Rusya, İzlanda, Kanada'da Quebec gibi elektrik enerjisinin bol ve ucuz olduğu bölgelere yakın olmak eğilimindedirler. Çin 2004 itibarıyla, alüminyum üretiminde dünya lideridir. Alüminyumun canlı hücreler üzerinde yararlı bir işleve sahip olduğu gözlemlenmemiştir. Bazı kişilerde, alüminyumun herhangi bir formundan kaynaklanabilen temas dermatiti (deri iltihabı), stiptik (kan durdurucu) veya ter önleyici ürünler kullanımıyla birlikte ortaya çıkan kaşıntılı kızarıklık, alüminyum tencerelerde pişen yemeklerin yenmesiyle ortaya çıkan sindirim bozuklukları ve besinlerin emiliminin durması, ve Rolaids, Amphojel, ve Maalox gibi antasit (asit giderici) ilaçların kullanımıyla ortaya çıkan kusma gibi zehirlenme belirtileri şeklinde alerjik reaksiyonlar yaratabilir. Diğer kişilerde alüminyum, ağır metaller kadar zehirli olmasa da ve alüminyumdan yapılmış mutfak gereçleri kullanımının (yüksek korozyon direnci ve iyi ısı iletkenliği nedeniyle tercih edilir), genelde alüminyum zehirlenmesine yol açtığı kanıtlanmamış olsa da, yüksek dozlarda alındığında zehirlenme belirtileri gösterebilir. Alüminyum bileşikleri içeren antasitlerin aşırı dozda tüketimi ve alüminyum içeren ter önleyicilerin aşırı miktarda kullanımı zehirlenme nedeni olabilir. Alüminyumun Alzheimer hastalığına yol açtığı iddia edilmişse de o araştırma, tam tersine, Alzeimer hastalığının neden olduğu tahribatın, vücutta alüminyum birikimine yol açtığı şeklinde çürütülmüştür. Özetle, eğer alüminyum zehirlenmesi varsa bunun oldukça spesifik bir mekanizma ile gerçekleşmesi gerekir. Zira insanın yaşamı boyunca, toprakta doğal kil mineralinin içindeki alüminyum ile olan teması zaten yeterince yüksektir. Alüminyumun, onun hızla korozyona uğramasına neden olan bazı kimyasallarla temas etmesinden kaçınmak gerekir. Örneğin, bir parça alüminyumun yüzeyine damlatılan çok küçük bir miktar civa, koruyucu alüminyum oksit tabakasını kolayca deler ve birkaç saat içinde devasa yapı kirişleri bile önemli derecede zayıflayabilir. Bu nedenle, pek çok havayolu şirketi, uçakların yapısal iskeletinde alüminyum önemli bir yer tuttuğu için civalı termometrelere izin vermemektedir. Alüminyum kolay soğuyup ısıyı emen bir metal olması nedeniyle soğutma sanayinde geniş bir yer bulur. Bakırdan daha ucuz olması ve daha çok bulunması, işlenmesinin kolay olması ve yumuşak olması nedeniyle birçok sektörde kullanılan bir metaldir. Alüminyum genel manada soğutucu yapımında, spot ışıklarda, mutfak gereçleri yapımında, hafiflik esas olan araçların yapımında (uçak, bisiklet, otomobil motorları, motosikletler vb.) kullanılır. Bunun yanında sanayide önemli bir madde olan alüminyum günlük hayatta her zaman karşımıza çıkan bir metaldir. Alüminyumun diğer bir kullanım alanı ise . Saf alüminyum (~%99.7 Al) yöntemi ile asenkron motorların r
otor üretiminde kullanılır. Bakıra göre hafifliği, ucuzluğu ve göreceli olarak iyi elektriksel iletkenliğe sahip olması (~%59-60 IACS) alüminyumun asenkron motor endüstrisinde geniş bir yer almasını sağlamaktadır. İngilizce konuşulan ülkelerde, adının hem "aluminium" hem de "aluminum" şeklinde yazılması ve uygun tarzda okunması yaygındır. ABD'de "aluminium" pek bilinmemekte ve daha çok "aluminum" kullanılmaktadır. ABD'nin dışındaki diğer ülkelerde ise durum tam tersine olup "aluminium" şeklinde yazılış tarzı daha iyi bilinmektedir. Ancak Kanada'da her iki yazılış tarzı da yaygındır. İngilizcenin hakimiyeti dışındaki ülkelerde ise "ium" şeklindeki yazılış daha yaygındır. Hem Almanca hem de Fransızcada sözcük "aluminium" şeklindedir. "International Union of Pure and Applied Chemistry" (IUPAC) organizasyonu 1990'da "aluminium" kullanımını, dünya standardı olarak onaylamıştır. Ancak üç yıl sonra "aluminum" sözcüğünü de kabul edilebilir bir terim olarak tasdik etmiştir. Patentler Adi diferansiyel denklemler Matematikte adi diferansiyel denklem (İngilizce ODE - Ordinary Differential Equation), tek değişkenli fonksiyonların türevlerini ilişkilendiren diferansiyel denklem çeşididir. Adi diferansiyel denklemler adı daha yaygındır. Kapalı olarak formula_1 şeklinde gösterilirler. Bu ifadede formula_2 denklemin derecesini gosterir. Bu denklem türüne basit bir örnek Newton'un ikinci yasası olan hareketin diferansiyel eşitliği şöyledir; "m" kütle parçasının hareketi için "F " kuvveti "x(t)" parçasının "t" anındaki fonksiyonu olan "x(t)" eşitliğin her iki tarafında diferansiyel denklen uygulanarak "F"("x"("t")) elde edilir. Adi diferansiyel denklemler birkaç bağımsız değişken içerebilen Kısmi diferansiyel denklemlerden ayırt edilmelidir. Kısmi diferansiyel denklemler birçok farklı içeriği olan geometrik, mekanik, astronomik gibi alanları içerir. Newton, Leibniz, Bernoulli, Riccati, Clairaut, d'Alembert ve Euler gibi birçok tanınmış matematikçi bu alanlara katkıda bulunmak için diferansiyel denklemler üzerinde çalışmalar yaptı. Çalışmaların çoğu kısmi diferansiyel denklemlerin çözümü için yapıldı. Bunun sonucunda lineer eşitlikler analitik metotlarla çözülebildi. Günümüzde mevcut olan diferansiyel denklemlerin çoğu lineer olmayandır ve birkaç özel metotla çözümü tam olarak mümkün değildir. Yaklaşık çözümlere bilgisayar yaklaşımları kullanılarak ulaşılır. (bkz. numerik adi diferansiyel denklemler). Denklemler yapılarına göre doğrusal veya doğrusal olmayan şeklinde sınıflandırılabilirler. Eğer f(x) sıfıra eşitse, homojen diferansiyel denklem, değilse homojen olmayan difransiyel denklem olarak ikiye ayrılırlar. Bir diferansiyel denklemin çözümü sonsuz sayıdadır, ancak başlangıç koşulları veya sınır değerleri verilerek çözümde teklik sağlanır. Yortanlı Barajı Yortanlı Barajı İzmir'in Bergama ilçesi merkezinin 18 km. kuzeydoğusunda Yortanlı Deresi üzerinde yer alır. Yapımı tamamlanmış olmakla birlikte, baraj su toplama alanı içinde yer alan Allianoi antik kalıntılarının kurtarılabilmesi için süren polemikler nedeniyle devreye girmemiştir. Toprak gövde dolgu tipi olan barajın gövde hacmi 2.400.000 m³, akarsu yatağından yüksekliği 53,00 m., normal su kotunda göl hacmi 67,25 hm³, normal su kotunda göl alanı 4,25 km²'dir. Baraj 7.356 hektarlık bir alana sulama hizmeti verecektir. 1963 yılında Kınık Ovası’nın sulanması amaçlı ilk proje Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından Kuzey Ege Havzası Araştırma Raporu içinde Paşaköy Barajı olarak önerilmiştir. 1970 yılında D.S.İ.'nin yaptırdığı Bakırçay Havzası Master Plan Raporu içinde Yortanlı Barajı ve Çaltıkoru Barajı'nın bugünkü yerlerinde inşa edilmeleri ve Kınık Ovası'nın kanaletli bir şebeke ile sulanması öngörülmüştür. 1981 yılında Bakırçay Kınık Projesi Planlama Raporu başlığı altında tekrar detaylı olarak ele alınmış ve her iki barajın yapımı uygun bulunmuştur. Kesin projeler Yortanlı Barajı için 1985'de, Çaltıkoru Barajı için 1986'da, Kınık Ovası sulaması için ise 1988 yılında, D.S.İ. tarafından hazırlanmıştır. Bakırçay-Kınık Projesi 1986 yılında uygulama programına girmiştir. Yortanlı ve Çaltıkoru Barajı ile Kınık Sol Sahil Sulama inşaatlarına 1993 yılında başlanılmıştır. Yortanlı barajı 17 107 hektarlık Kınık sulamasının % 43’ü olan 7 356 hektar tarım arazisine yılda ortalama 37 milyon m³ sulama suyu verecektir. Yortanlı barajı akarsu tabanından itibaren 53 m yüksekliğinde toprak dolgu tipinde bir barajdır. Yortanlı barajı potansiyeli itibarıyla Bakırçay-Kınık Projesinin anahtar tesisi durumundadır. Yortanlı barajının bir bütün olarak fiziki gerçekleşme oranı % 95 dır. Halen devam eden baraj inşaatında, ana su tutucu yapı olan baraj gövdesinde toprak dolgu çalışmalarına devam edilmektedir. Çevirme tüneli ve dolusavak inşaatı tamamlanmıştır. Baraj gölü altında kalacak olan Bergama-İvrindi devlet yolunun güzergahında değişiklik yapılmış olup yeni yol inşaatı büyük ölçüde tamamlanmıştır. Bakırçay-Kınık projesi sulama alanı içinde bulunan 5 600 çiftçi ailesinin sulama ile artan ürün verimi sonucu gelirleri artacaktır. Proje ile ayrıca 6 000 kişiye yeni iş olanağı sağlanacaktır. Kınık ilçesi kırsal nüfusu 2000 nüfus sayımına göre 18 973 kişi olup proje ile yaratılan yeni iş olanakları kırsal nüfusun %32’sine eşdeğerdir. Bakırçay-Kınık projesinin 17 107 hektarlık sulama alanında yılda 52.5 milyon TL’lik net gelir artışı sağlanacaktır. Yortanlı barajı sulama alanında geçimini tarım yaparak sağlayan ortalama bir çiftçi ailesinin yıllık gelirinde normal gelirine ek olarak 8 600 TL’lik bir artış olacaktır. Bakırçay-Kınık projesinin gerçekleşmesiyle sulama alanı içinde kalan tarımsal arazilerde pamuk üretiminin 26 bin ton’a, domates üretiminin 450 bin ton’a, hububatın 8 bin ton’a sebze üretiminin 107 bin ton’a ve patates üretiminin 29 bin ton’a ulaşması beklenmektedir. Türkiye sanayi domatesi üretiminde ABD ve İtalya’dan sonra dünyada 3.sıradadır. Türkiye’de mevcut sanayi domatesi üretiminin % 40 Kınık ovasındaki tarım alanlarında yapılmaktadır. Yortanlı barajının aks yerinde ve göl alanında varlığı bilinen ve bulunması olası eski eserlerin kurtarma kazıları yapılarak belgelenmeleri ve kurtarılmalarını sağlamak üzere, baraj inşaatı ihalesinin hemen sonrasında DSİ, Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile bir protokol imzalamıştır. 4 Mayıs 1994 tarihinde imzalanan protokola göre kurtarma kazıları için ilk ödenek derhal sağlanmış ve kazılara 17 Ekim 1994 tarihinde Bergama Müze Müdürlüğünce başlanılmıştır. Yortanlı barajı inşaatının Türkiye yatırım programlarındaki parasal kısıtlamalar nedeniyle ihtiyaç duyulan ödenek miktarını alamamasına karşın, DSİ, Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğünce istenilen kurtarma kazısı ödeneklerini öncelikle ve hiçbir eksiltmeye gitmeksizin tümüyle karşılamıştır. Tarihi eserlere büyük değer veren ve kurtarılmalarını daima ön planda tutan Genel Müdürlüğümüz yaklaşımının bir sonucu olarak, Yortanlı barajı kurtarma kazılarına 1994 ile 2005 yılları arasındaki 12 yıllık dönemde 2007 yılı fiyatlarıyla toplam 3,17 milyon TL ödenek ayrılmış ve DSİ’ce Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğüne aktarılmıştır. Bu miktar Yortanlı barajı inşaatı için devletçe verilen ödeneğin % 10 ’dur. Ayrıca nakdi katkının dışında kazı çalışmaları sırasında ihtiyaç duyulan araç, gereç, makine, su pompası gibi çok çeşitli donanım Devlet Su İşleri tarafından sağlanmıştır. Paşaılıcası arkeolojik kazı alanının kış aylarında olası taşkınlara karşı korunması amacıyla da kazı alanına komşu Yortanlı Deresinde ıslah çalışmaları Devlet Su İşlerince gerçekleştirilmiştir. DSİ tarafından hazırlanan koruma projesi İzmir II Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından uygun görülmüştür. Bilim Kurulunun görüşünün bildirilmesini müteakip barajda su tutulma işlemlerine başlanacaktır. İslam felsefesi İslam felsefesi, İslam dinine mensup kişilerce gerçekleştirilen felsefe etkinliğidir. Müslüman felsefesi ve Arapça felsefe olarak da adlandırılır. İslam felsefesi adlandırması sadece İslam'a dair bir felsefe olarak anlaşıldığından tartışmaya açıktır. İslam dünyası felsefeyle 8. yüzyıldan itibaren sistematik hale gelen Bağdat merkezli tercüme hareketiyle tanışmıştır. 3. yüzyılda Plotinos'un öncülük ettiği, Yeni Platonculuk adlı felsefi akımın Platon ve Aristoteles'i uzlaştırma çabaları İslam dünyasına aktarılan felsefenin temeli olmuştur. Müslüman filozoflar bu iki filozofun eserlerini şerh etme yoluna gitmişlerdir. İslam dünyasında felsefenin Orta çağ batı dünyasından çok daha müsamahalı karşılandığı düşünülür. Bunun nedeni hakim anlayışın İslam dininin temel esasları dışında ferdi düşünceye serbestlik tanıması, imani esasları alenen zedelememek şartıyla düşünceye verdiği özgürlük, diğer bir nedeni de akli ilimlerin gerek siyasi otoriteler gerekse dini otoriteler tarafından sürekli desteklenmiş olmasıdır. Bu sayede İslam coğrafyasında ve özellikle Arap dünyasında felsefe gelişmiş, gelişen felsefe de formel, doğa ve insani bilimlere katkılar sağlamıştır. İslam dünyasında felsefenin üstün konumu 14. yüzyılın sonlarına kadar devam etmiştir. Müslümanlar, modern anlamdaki felsefeyi teşkil eden Yunan felsefesi ile ilk defa Emevî bilgini Halid bin Yezid ile Cafer Sâdık aracılığıyla temasa geçmişlerdir. O zamanlar uğraşı alanları "gizli bilgiler" denilen sihirli ve sırlı bilgilerdi. Yine de felsefî çalışmaların başlamasına ve bu sahadaki eserlerin tanınmasına sebep oldular. Emevîler zamanında bu şekilde başlayan felsefî çalışmalar ağır da olsa devam etti. Abbasîler zamanında ise Yunan felsefesini çeviri ve yakından tanıma işi hızlandı. 832 yılında Halife Me'mûn tarafından kurulan Dâru'l hikme (Felsefe Akademisi) bu sahada önemli görevler ve hizmetler ifa etti. 5 ve 6. yüzyıllarda İskenderiye'de geliştirilmeye başlayan Aristoteles araştırmaları İslam'ın buraya yayılması ile Yeni Platoncu çalışmalara katılmış ve uzlaştırmacı bir felsefe anlayışı sürdürülmüştür. İlk aşamada Yunanca, Süryanice ve Arapça bilen Hristiyanlar felsefenin İsla
m dünyasına aktarılmasında önemli bir rol oynamış, Yahudi mütercimler de buna destek vermiştir. Tarih boyunca felsefenin konusu olan insanın kendisi, başkaları ve kainatla olan ilişkisini, ve doğaüstü güçlerin varlığı/yokluğunu, İslamın temel esaslarını zedelemeden, yahut onlardan yola çıkarak akli delillerle sistemli bir şekilde yorumlama ve izah etme temelinde gelişmiş İslam düşünce akımlarına "İslami felsefe" denilebilir. İslami felsefe tarihi süreç içerisinde pek çok dal ve okullara ayrılmıştır. İslam dininin itikadi esaslarının akıl temelinde ele alınarak incelenmesi, değerlendirilmesi ve izahı İslami felsefenin önemli bir rüknünü oluşturur ki bunun sistemli hale getirilmiş haline ilm-i kelam denilmektedir. İtikada ait meselelerin akıl perspektifinde değerlendirilmesinde farklı okullar oluşmuştur. Bunlara itikadi mezhepler denilmektedir. Başlıcaları: olarak sıralanabilir. İslam felsefesinde daha çok tasavvufi konuların ele alındığı ve değerlendirildiği saha, yer yer tasavvuf felsefesi olarak isimlendirilmişse de, tasavvufun tanımı gereği bu tabirin genel kabul gördüğü söylenemez. İslamiyet'in Hicri 1. asırda hızla gelişmesi ve yayılması ile birlikte önceden müslümanların kendilerine yabancı olan kültürlerle etkileşimi artmıştır. İslamiyet'in akla verdiği önem ve serbesti, bu yeni kültürlerde mevcut felsefi birikimin tercümeler vasıtası ile hızla müslüman ilim adamları arasında yaygınlaşmasını da beraberinde getirmiştir. Henüz sistematik felsefe kültürü gelişmemiş olan Müslüman Arapların Yunan felsefesi ile bu ilk tanışıklıkları daha ziyade edilgen nitelikte ve etkilenme şeklinde olmuştur denebilir. Her ne kadar, farklı bir kültürde yeni gelişen bu felsefenin içerdiği ekoller İslami temel esaslardan uzaklaşmamaya çalışmış olsalar da, Yunan felsefesi etkili olmuş ve itikadi esaslarla çelişen çeşitli ekoller de ortaya çıkmıştır. Fakat bu ekoller İslami esasları kabul eden ekollere göre azınlıktadırlar. İslam filozofları Yunan felsefesinde özellikle Platon ve Aristo gibi düşünürlerin görüşlerini benimsemişler ve bunu İslam düşüncesiyle birleştirmişlerdir. Geneli itibarıyla bu sistemi kuran 2. Öğretmen de denilen "Farabi" dir. Farabi'den sonra İslam'ın Tanrı anlayışıyla rasyonalizmi diğer İslam filozofları da birleştirmişlerdir. İslami felsefe ile kelam bir süre birlikte yürümüş. Daha sonra genel olarak felsefe ekolü ile kelam ekolü arasında önemli görüş ayrılıkları çıkmış ve İslami ilimlerde felsefeden ayrı bir yere sahip olmuştur. İtikadi konularda felsefe ekolü ile kelam ekolü arasında görüş ayrılıkları mevcuttur. Her ne kadar bu iki farklı grubun düşünceleri diğer grup ve mezheplere oranla daha akli bir bazda olsa da, kelam felsefeye oranla klasik dini itikada ve nakile daha yakındır. İslam filozofları ve felsefi ekoller ise itikadi konularda daha çok aklı baz alırlar ve akıl ile naklin çeliştiği yerlerde aklı tercih eder, çoğu kez nakli tevil ederler. İslam dunyasında ortaya çıkan felsefi yaklaşımlar ve pek çok hususiyetleri ve ozellikle dine bakışları açısından farklılık arzederler. Fakat Maddeciler hariç tüm ekoller İslam'ın tevhit anlayışı esaslarına çok yakınlardır. Bu ekoller geneli itibarıyla Tanrı, ruh, vahiy, peygamber, kutsal kitap vb. dinsel varlık ve kavramları kabul ederler. Başlıcaları: Ayrıca İslam felsefesi tarihinde ekol kurmamış ve bir ekole de bağlanmamış birçok önemli filozof ve felsefe vardır, buna İbn Haldun'un tarih felsefesini ve Razi'nin felsefesini örnek olarak verebiliriz. Kelâm Kelâm (Arapça: الكلام); İslam dininin inanç/akaid konularını irdeleyen ve tarihsel olarak bu çerçevede gelişen dini-felsefi kuram ve teorilerle ilgilenen ilim dalına İlm-î Kelâm denir. Bu anlamda kelâm imanla ilgili konu ve sorulara izâh ve ispat getirme amacıyla geliştirilen teolojik felsefenin adıdır. İtikadi mezhep imamlarına göre Kelâm ilmi metodları farklılık gösterdiği gibi konulara getirilen açıklamalar ve sorulara verilen cevaplarda farklılık göstermektedir. Başlangıçta fıkıh içerisinde mütalaa edilen kelâm, daha sonra "ilm-i tevhid" olarak adlandırılmıştır. Fıkıh; âmelî meseleler üzerinde, kelâm ise itîkâdî meseleler üzerinde yoğunlaşmıştır. Muhammed peygamberin zamanında nispeten dar ve aksiyona dayalı islam toplumunda fazlaca dini-felsefi tartışma görülmez. Örneğin hicri birinci yüzyılın son çeyreğinde kader konusu bir inanç konusu olarak ele alınarak tartışılmaya başlanmıştır. Başlangıç itibarıyla Kelâm, imanın esası olan Allah'a iman, Allah'ın sıfatları ile ilgilenmişse de, özellikle Gazali'den sonra bütün imanî meseleleri kapsayacak genişlikte değerlendirilmeye başlanmıştır. Burada Gazali'nin Yunan felsefesinin tesirlerine karşı aldığı tavır, önemli bir parametre olarak gözükmektedir. İmam Maturidi ve Mutezile mezhebi kelamcıları akılcı-nakilci tartışmalarında aklı esas alan yaklaşımları ile öne çıkmışlardır. Sünni itikad mezheb imamlarından Ebü'l Hasan Eş'arî Sünni kelam ilminin kurucularından sayılır; akıl ve nakili birlikte kullanır. Tarihte kelam tartışmalarında taraflar sıklıkla birbirlerini dinden çıkmış mürted veya sapkın olarak nitelendirmişlerdir. Birçok sufi ve İslam alimi bu tartışmalara girmeyi de sapkınlık olarak değerlendirmiş ve kendi bağlılarına yasaklanmıştır. Kelamcılar inancı ilgilendiren birçok sorular sormuşlar veya sorulan sorulara akli cevaplar aramışlardır. Kelam tartışmalarında ortaya çıkan itikadi mezhepler'in bazıları: Millî Kalkınma Partisi Millî Kalkınma Partisi (kısaca MKP), Türkiye'nin çok partili rejimdeki ilk muhalefet partisidir. Nuri Demirağ tarafından kurulmuştur. II. Dünya Savaşı'nın son yıllarında başlayan liberalleşme süreciyle birlikte yeni partilerin kurulması yolu açıldı. Bu doğrultuda 18 Temmuz 1945'te gerekli başvuruyu yapan ve çalışmalarına resmen 5 Eylül'de başlayan MKP'nin kurucuları arasında Birinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (1920-23) muhalefet grubu olan İkinci grubun önderi Hüseyin Avni Ulaş, Cevat Rıfat Atilhan gibi kişiler yer alıyordu. Partinin ilk genel başkanı da Nuri Demirağ'dı. Genel olarak liberal bir eğilimi yansıtan parti programında devletçilik uygulamaları eleştiriliyor, seçimlerin tek dereceli ve nispi temsil sistemine göre yapılması,iki meclisli yasama organı, cumhurbaşkanının yalnızca tek dönem için ve halk tarafından seçilmesi gibi yenilikler öneriliyordu. Programda ayrıca, belediye başkanlarının da halk tarafından seçilmesi isteniyordu. MKP 1946'da belediye seçimlerinde, gene 1946 ve 1950'de genel seçimlere katıldıysa da bir varlık gösteremedi. Başkan Nuri Demirağ 1954 genel seçimlerine Demokrat Parti listesinden bağımsız aday olarak katıldı ve Sivas'tan milletvekili seçildi. Demirağ'ın 1957'de ölümünden sonra belirgin bir siyasal etkinlikte bulunmayan MKP, son genel kurulunu toplamadığı için 28 Mayıs 1958'de kendiliğinden fesholdu. İnsanlar İnsanlar şu anlamlara gelebilir: Antiemetik Antiemetik, kusma sinir merkezlerini etkileyen ilaçlardır. Sinir merkezleri üzerindeki etkilerinden dolayı bazıları ayrıca baş dönmesini önleyici ya da nöroleptik etki gösterirler. Antiemetiklerin çoğunun uyutucu yan etkileri vardır. Yazılım sanatı Yazılım sanatı ('software art'), sanatçılar tarafından sanat eseri olarak sergilenmek amacıyla oluşturulmuş yazılım uygulamaları gibi, yazılımın veya yazılımla ilgili kavramların önemli rol oynadığı sanat biçimlerine denir. Yazılım sanatı 1990'ların sonlarından itibaren sanatsal bir disiplin olarak yer edinmeye başlamıştır. Yayımlanması ve tartışılması sık sık WWW üzerinden yapıldığı için internet sanatı ile de yakından bağlantılıdır. World Wide Web'deki bilgiye alternatif sunumlar getiren "tarayıcı sanatı" ('browser art'), hem internet hem de yazılım sanatı kapsamına sokulabilecek bir örnektir. 2000 yılından sonra yazılım sanatına verilen önem artmış, "Transmediale" (Berlin), "Prix Ars Electronica" (Linz) ve "readme" (Helsinki) gibi uluslararası sanat festivallerinde kendine önemli bir yer bulmuştur. Böylelikle daha geniş bir eleştirmen ve akademisyen kitlesine ulaşmıştır. Bu gelişmelerin yanı sıra, henüz çok yeni olması nedeniyle, yazılım sanatının ayrı bir sanat dalı olarak geçici bir akım olup olmadığı tartışma konusudur. Antienflamatuvar Antienflamatuvar ("'antienflamatuar", "antiinflamatuar"), iltihapla savaşan ilaçlar daha doğru bir tanımlama ile, yangı önleyici anlamına gelir. Herhangi bir maddenin iltihap azaltıcı özelliğine binaen verilebilecek isim olarak da tanımlanabilir.Herhangi bir maddenin iltihap üzerindeki deprese edici özelliğine binaen verilebilecek isim olarak da tanımlanabilir. Analjeziklerin neredeyse yarısını oluşturan antienflamatuarlar enflamasyon yani iltihaplanmayı azaltarak ağrıyı azaltırlar. İltihap, fiziksel, kimyasal ya da biyolojik herhangi bir saldırıya karşı dokuların gösterdiği özgül tepkidir. Bu durum, kullanılmakta olan antienflamatuar maddelerinin sayıca çokluğunu çeşitliliğini açıkladığı gibi, bunların etki tarzları arasındaki farklılıkları da açıklar.Genel olarak Antienflamatuar etkili bileşikler çeşitli yolaklarla enflamasyonu  meydana getiren enzimin inaktivasyonu veya çeşitli mediyatörlerin salınımının engellenmesi ile etkili olurlar. Kortizonlu antienflamatuarlar önce damar tonusunu artırırlar, sonra lökosit istilasını yavaşlatır ve özellikle fibroblast ve granülasyon dokusunun oluşumunu kösteklerler. Salisilatlı olanlar iltihabın başlangıç devresinde etkilidirler. Ödem üstündeki etkilerine bir de ağrı kesici etkileri eklenir. Bilim insanlarının son çalışmaları, anti-inflamatuar ilaçların ağrı gidermesinin yanında, hasarlı dokuya lökosit göçünü ve bu dokuda granülom oluşmasını engelledikleri için iyileşmeyi geciktirdiği ya da güçleştirdiği yönündedir.Zira bu ilaçların temel mekanizması prostoglandin sentezinin inhibisyonudur.Bu inhibisyon temel olarak hem yangısal cevabı hafifletir hem de ağrı oluşumu azaltır. Antikoagülan Antikoagülan, kanın pıhtılaşmasını önleyen maddeler. Heparin doğal bir antikoagülan olduğu gibi klinik amaçla en çok Sodyum ve Potasyum sitrat, EDTA (Et
ilen di Amin Tetra Asetikasit), kumadin kullanılmaktadır. Antipiretik Antipiretikler (ateş düşürücüler), ateşli durumlarda vücut sıcaklığını düşüren ilaçlardır. Ancak, ateşi olmayan bir kimse tarafından alındıkları takdirde vücut sıcaklığına herhangi bir etkide bulunmazlar. Antipiretiklerin çoğu farklı amaçlar için de kullanılabilir. Örneğin, en yaygın kullanılan antipiretiklerden biri olan Aspirin, ağrı dindirici olarak da kullanılır. Antipiretik ilaçlar vücuttaki ısı kaybını artırarak vücut ısısını düşürür. Bu sınıftan bazı ilaçların antiromatizmal etkileri de vardır. Vücut ısısı orta beynin ön kısmında bulunan termoregulator merkez tarafından düzenlenir. Bu merkez bir termostat görevi yaparak vücuttaki ısı üretimi ile ısı kaybı arasında denge sağlar. Antipiretikler hipotalamusun, interlökinin yol açtığı ısıdaki yükselişe duyarsız kalmasını sağlar; böylece vücut ısıyı düşürmek için çalışmaya başlar ve sonuçta kişinin ateşi düşer. Bazı antipiretikler ise ateşi yükselten nedeni de etkiler. Ateş aslında bağışıklık sisteminin enfeksiyona karşı verdiği bir yanıt olduğu için antipiretiklerin kullanımı üzerine tartışmalar mevcuttur. Mecklenburg-Vorpommern Mecklenburg-Vorpommern, Almanya'nın kuzeydoğusunda bulunan bir eyalet. Bu “"Bin Göl Ülkesi"” genelde tarımın damgasını taşır. Bölgenin en önemli özelliği, tabiatın burada bozulmamış olmasıdır. eyalet, çeşitli görünümlü kıyıları, yumuşak eğilimli tepeleri, göz alabildiğince uzanan tarlalar, çayırlar ve ormanları ile zengin değişiklikler gösteren bir bölge sergiler. Bu sebeple burada tarım, hâlâ diğer federe eyaletlerde olduğundan daha büyük bir önem taşımaktadır. Öncelikle hububat, yağlı tohumlu bitkiler (kolza) ve patates üretilir. Tarıma elverişli 13 milyon hektar arazinin % 80’i beş yüz hektardan büyük işletmeler tarafından işletilir. Mecklenburg-Vorpommern, ekonomisinin yeniden yapılanarak güdümlü plân ekonomisinden piyasa ekonomisine geçişi çok iyi ilerlemiştir. Burada en önemli ekonomi dalları gemi yapımı, yiyecek ve keyif maddeleri sanayii, inşaat, makine yapımı, inşaat malzemesi ve kereste sanayiidir. Deniz limanları eskiden olduğu gibi şimdi de ekonomik bakımdan gerçekten büyük önem taşımaktadır. Mecklenburg-Vorpommern için önemli bir ekonomi sektörü turizmdir. En çok turist çeken yer, Almanya’nın en büyük adası olan Rügen’dir. eyalet, giderek artan turizmin çevreye fazla zarar vermemesi için büyük çaba harcamaktadır. Nitekim bölgede mevcut 283 tabiat koruma bölgesi, 110 çevre koruma bölgesi, üç millî park ve iki biyosfer koruma bölgesi Mecklenburg-Vorpommern Eyaleti'nde tabiata verilen önemin kanıtlarıdır. eyalet, büyüleyici sarayları, malikâneler ve yaz ayları müzik festivalleri ile pek çok turist çeker. eyaletin şehirleri de görülmeye değer. 60.663 nüfuslu Stralsund, geç Gotik dönemden klâsik döneme kadar uzanan çeşitli yapılarıyla Rügen Adası, ziyaret için ideal bir giriş noktasıdır. 200.506 nüfuslu Rostock, önemli bir liman kenti ve aynı zamanda Mecklenburg Vorpommern’de en önemli ekonomi bölgesinin merkezidir. Şehrin 1419 yılında kurulmuş olan üniversitesi, Kuzey Avrupa’nın en eski üniversitesidir. 2012 Olimpiyat Oyunları için Leipzig’in müracaatı başarılı olduğu takdirde yarışmalar, Baltık Denizi’nde Mecklenburg kıyıları önünde Rostock yakınlarındaki yelken bölgesinde yapılacaktır. eyaletin 101.267 nüfuslu başkenti Schwerin, Mecklenburg göller platosunun kenarında yer alır ve federe eyaletin ikinci büyük şehri olarak çok güzel restore edilmiş eski merkezi ve Schwerin Gölü’ndeki bir ada üzerindeki 19. yüzyılda tadil edilmiş olan sarayı ile pek çok ziyaretçi çeker. Mecklenburg-Vorpommern’in doğusunda bir ekonomik ve kültürel merkez olan 79.041 nüfuslu Neubrandenburg’un orta çağdan kalma surları ve dört kent kapısı tamamen muhafaza edilmiştir. Hessen Hessen bir eyalet olarak Federal Almanya Cumhuriyetin ortasının güney batısında yer almaktadır. Cumhuriyetin en yoğun yerleşim ve en kuvvetli ekonomik bölgesini oluşturmaktadır. Eyalet başkenti Wiesbaden'dir. Nüfusu en büyük şehri Frankfurt am Main'dır. Bugünkü eyalet 19 Eylül 1945'te Büyük-Hessen olarak kuruldu. İlk kurulan eyalet olarak bir demokratik bazlı anayasaya sahiptir. Geçmişte Halkdevleti Hessen,Prusya kazaları olarak ve 1944'te de Hür-eyalet Prusya dan ayrılan Hessen-Nassau kazası olarak oluşmuştur. Hessen isminin resmi ve geçerli bir açıklaması yoktur. Nüfusu 6 milyon civarında ise de yaşlanan alman halkı ve eyalete dışarıdan göçme yoğunluğunun sürekli düşmesi sonucu 2050 de 5 milyonun altına inmesi tahmin edilmektedir. Halkın %40 ı protestan kilisesine, %25 i Roma-Katolik kilisesine az bir bölümüde diğer hristiyan kilisesine ve diğer dinler mensubtur. Müslüman topluluğu ise %10 la temsil edilmektedir. Hessen eyaleti 21.115 km² alana sahiptir. Coğrafi merkezi Vogelsberkreis kazasında Flensungen dadır. Almanya nın ortasında bulunan Hessen eyaletinin komşu eyaletleri ise Kuzey-Ren Westfalya, Aşağı Saksonya, Türingen, Bavyera, Badem-Würtemberg ve Rheinland-Pfalz dır. Hessen nin ortasında Ortabölge dağlarında en yüksek rakım 950 m dir. Eyaletin tipik coğrafi yapısı genelde büyük tepeler ve dağlardan oluşmaktadır. Eyaletin bütün alanları yerleşim ve sanayi bölgeli haricinde tamamı tarıma ve ormancılığa açılmıştır. Eyaleti güneyden kuzeye doğru Tabiat Parkları ile tanımlanmış ormanlarla kaplıdır. Bunlar arasında odenwald, Taunus, Westerwald, Siegerland sıralanabilir. Kara iklimlidir. Geniş ormanları, ırmakları ve gölleri sayesinde yılın büyük bölümü yağmurlu geçer. İklim değişimi ile birlikte ülkede Akdeniz ikliminin başgösterdiği tespit edilmiştir. Ren nehri yamaçlarında güneşli günlerinin sık olması sebebi ile meşhur şarap üzüm bağlarına sahiptir. Hessen eyaletinden başta Ren nehri olmak üzere Main, Weser, Lahn, Fulda, Dill ırmakları geçmektedir. Nehirler genelde kanallaştırılma çabalarından sonra gemi ile yük taşımacılığına açılmıştır. Eyalette büyük çapta göller olmasa da baraj ve yapay göllere sahiptir. Hessen eyaleti halkının büyük çoğunluğu 2. dünya savaşı sonrası sonradan doğu bloku diye tanımlanan ülkelerden göçen Alman'lardan oluşmaktadır. Almanca dili genelde kırsal bölgelere mahsus şivelerle konuşulsa da eyalete mahsus bir Almanca şivesi yoktur. Ama bölgesel şivelerin toplamına Hessence diye sıfatlandırılmaktadır. Bugün eyalet sınırları içerisinde çeşitli derebeylikler ve kazalar kurulmadan önce uzun bir zaman diliminde Roma imparatorluğunun sınırları korumayla görevli sancak idi. Romalılar imparatorluk sınırlarını German halkına karşı koruyabilmek için sınır boyunca Limes adında kütük kazıklı ve gözetleme kuleleriyle donatmışlar. Orta çağdan itibaren bölgenin önemliliği sonucu zenginleşen derebeylerin, toprak ağalarının yönetimlerinde kalmış, sonra şehir devletcikleri oluşmuş. Şehir devletcikleri daha sonra Kutsal German Krallığının altında birleştirilmişler. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Ren'in batısındaki Hessen toprakları yine Fransa tarafından işgal edilirken, geri kalan bölge ABD işgal bölgesinin bir parçasıydı. Fransızlar, Hessen'in bir kısmını bölgenin geri kalanından ayırdı ve yeni kurulan Rheinland-Pfalz eyaleti (Rheinland-Pfalz) içine dahil etti. Öte yandan Birleşik Devletler, 19 Eylül 1945'te Büyük Hesse (Groß-Hessen) eyaletini, Hesse-Darmstadt ve eski Prusya Hessen-Nassau eyaletinin birçoğundan ilan etti. 4 Aralık 1946'da Groß-Hessen olan ismi, resmi olarak Hessen olarak değiştirildi. 2. Dünya savaşından sonra Amerikan işgal yönetiminin telkinleri ile 19. eylül 1945 de eyalet olarak tanımlanıp, 1946 da halk oylaması sonra eyalet anayasının kabulü ile birlikte Eyalet Hessen resmen ilan edildi. Eyalet sayısı zengin, saygın ve köklü eğitim kurumları ile meşhurdur. Bunların en başlıcaları: Müzeleri ile zengin olan eyalette, pleantolik çağlar müzeleri, Roma ve German imparatorluk müzeleri, yerel folklorik müzeler, teknoloji müzeleri, kültür ve tabiat müzeleri, modern sanat müzeleri olarak sayılabilmektedirler. Eyaletin birçok spor dalında Federal Lig (Bundesliga) lerinde mücadele veren kulüplere sahiptir. Hatta çeşitli jimnastik dallarında dünya şampiyonu olan kulüp ve sporcular bu eyalettendirler. Her türlü yaz ve kış sporları tesisleri ile zengindir. Anayasaya dayalı parlemetolu demokratik yönetemidir. Yüzde 5 barajını aşabilen siyasi partiler eyalet parlamentosuna beş seneliğine seçilebilmektedirler. Yönetim bir eyalet başbakını ve bakanlarından oluşan kabineden oluşur. Eyalet yüksek mahkemesi çıkarılacak yasaları anayasa uygunluğunu denetleyen ve parlamento üyesi 11 azadan oluşur. Başbakan eyaleti temsil eder. 1918 senesine kadar herhangi bir yönetimlerde yer almış alman krallık ailesine ait mensuplar parlamento üyesi olamazlar. Eyalet aslında Sosyal Demokrat Partisinin kalesi olarak görülmete idi. 1999 dan itibaren muhafazakar Demokrat Hristiyan Partisi ile Hür Demokratlar Partisinin koalisyonu ile yönetilmektedir. 2008 eyalet seçimlerinde hiçbir parti çoğul sağlayamadığı için şimdiki başbakan Kock, yönetim işlerini halen vekaleten yönetmektedir. Hessen 21 ilçeye (Landkreise) ve 5 bağımsız şehre (Kreisfreie Städte), ayrıca her biri Darmstadt, Gießen ve Kassel olmak üzere 3 Yönetimsel Bölgede "Regierungsbezirk") gruplanır. İlçe, otomobil plakası ve idari merkez: Bağımsız sehirler ve otomobil plakası: Eyaletin yerleşme yoğunluğu güney de bulunanan Frankfurt metropolünü barındıran Rhein-Main bölgesinden kuzeyde eyalet yönetim dairelerinin yerleştirildiği Kassel şehrine doğru eğilim bulunmaktadır. Başlıca önemli endustri ve finanz merkezi Frankfurt metrolü eyaletin belkemiğidir. Eyaletin dinlenme ve geziye dayalı turistik bölgeriyle kaplıdır. Kaplıca ve kumarhaneleri ile ünlü Wiesbaden, Bad-Vilbel, Bad Ems meşhurdur. Ren nehri kıyısındaki tarihi şehirlerle, nehir boyunca manzaralı ve tarihi kaleleri ve şatolarının ünü dünyaca meşhurdur. Orta çağdan daha da önce tarihi dokularına sahip şehirlerin krallık (Marburg), başpikaposluk (Limburg), derebeylik (Nassau) gibi tarihi dokulara sahiptirler. Eyalet, Avrupa'nın en büyük ve ö
nemli havaalanlarından (Frakfurt am Main) birini barındırmaktadır. Devasa havaalanı dışında nehir yük ve gezi gemiciliğine sahip Ren ve Main nehirlerini bulundurmaktadır. Eyaletin en derin kırsal bölgerine kadar ulaşan mükemmel asfalt yolları yanında Frankfur - Köln metropollerini birbirine bağlayan otoyolu (A3-Autobahn) yanında Avrupa'nın belkemiği sayılan A5 otoyoluda buradadır. Hızlı tren güzergahına (Intercity) sahiptir. Frankfurt şehrinde tren garı yanında en modern havaalanı tren garına sahiptir. Şehir otobüs ağı yanında metro ve trambay hat ağları mükemmeldir. Eyalette işlek ve yoğun trafiğe sahip otobanları da bulunmaktadır. Eyalet, haritalandırılmış gezi amaçlı mükemmel bisiklet tur yolları (tren ve otobüs bağlantılı) ile baştan başa kaplıdır. Eyaletin üçte bir (1/3) alanı tarım için kullanılmaktadır. Avrupanın 3. büyük havaalanı Fraport AG(Frakfurt am Main) dir. Almanya nın başlıca ekonomisi ve endüstrisi (kimya, teknoloji, finans ve oto üretim) Frankfurt metroplolünde nehir ve hava taşıma avantajları bu havzadadır. Avrupa topluluğunun Merkez bankası Frankfurt'tadır. Frankfurt gene Almanya'nın finans merkezidir. Opel AG'in 15 bin kişi çalıştıran Avrupa üretim AR-GE merkezi Rüsselsheim'dadır. Eyalette bir atom enerji santrali (Biblis) bulunmaktadır. Lufthansa AG, Alman demiryolu, Alman Posta Grubu, ReWe Grubu, Frankfurt Havaalanı, Telekom AG, Opel, Volkswagen vs. Hessen eyaletinin Neu-Isenburg şehri Almanya nın bir nevi matbaa merkezidir. Türkçe yayımlarda (günlük gazeteler ve mecbualar) da burada basılmaktadır. En başlıca yerli ve yabancı yayımlar burada basılmaktadır. Eyaletin özel ve resmi, bölgesel ye eyalet çapında yayın yapan bir çpok televizyon ve radyoları vardır. Metropol FM adlı Berlin merkezli radyo Frankfurt ve Wiesbaden şehirlerinde Türkçe yayın yapmaktadır. Halkın %80 den fazlası internet kullanmakta. Hemen hemen her hanenin telefonu bulunmakta. Kablo TV ve İnternet kullanımı yüksek. Hızlı İnternet (VDSL, 16-32Mbit) kullanımı yoğun. GSM kapsam alanı neredeyse %99 dur. Her hane başına istatistik 1,5 adet binek taşıt araçı düşmektedir. İşşizlik oranı %4,5 iken bu oran göçmenlerde %10 u geçmektedir. Diplomasız gençlerin sayısı göçmenlerde %20 üzerinde, Almanlarda ise %6'nın altındadır. Schleswig-Holstein Schleswig-Holstein (Frizce: Slaswik-Holstiinj, Danca: Slesvig-Holsten), Almanya'nın en kuzeydeki eyaletidir. Güneyde Hamburg eyaletinden, kuzeyde Danimarka'ya kadar uzanır ve Jutland Yarımadasının güney yarısını kaplar. Yüzölçümü 15.729 km'dir. Doğuda Baltık Denizi, batıda Kuzey Denizi, güneydoğuda da Mecklenburg-Vorpommern eyaleti ile çevrilidir. Yönetim merkezi Kiel'dir. Schleswig ve Holstein tarih boyunca Danimarka, İsveç, Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu, Prusya ve Avusturya arasında anlaşmazlık konusu oldu ve bölgede zaman zaman iç çatışmalar yaşandı. 12. yüzyılda düklük olan Schleswig, 1864'e değin Danimarka'ya bağlı kaldı. Daha bağımsız bir gelişme gösteren Holstein ise önce kontluk, 1474'ten sonra da düklük olarak Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu'na bağlandı ve 1815'ten sonra yeni kurulan Alman Konfederasyonu'na katıldı. 1840'larda bölgedeki ulusal azınlıkların hakları, Danimarka krallık ailesinin veraset hakları ve Danimarka'nın iki düklükteki çıkarları gibi sorunlar nedeniyle bu iki bölge, Almanya'da önderliği ele geçirmek isteyen Prusya'yla Avusturya arasında çekişme konusu oldu. Prag Antlaşması'yla (1866) tek bir eyalet olarak Prusya'ya bağlandı. Ama bölgede yaşayan Almanlar ayrı bir Alman devleti kurmak istediğinden, birleşme çeşitli sorunlara yol açtı. Versailles Antlaşması uyarınca 1920'de yapılan halk oylamasıyla, farklı ulusların yaşadığı bölgelere uygun düşen sınırlar çizildi ve Schleswig bölgesinin kuzeyi (şimdi Danimarka'nın Güney Jutland ili) Danimarka'ya bağlandı. Schleswig-Holstein II. Dünya Savaşı'ndan sonra eyalet statüsü kazandı ve ilk eyalet meclisi 1947'de göreve başladı. Eyalet yüzey şekilleri bakımından doğu, orta ve batı olmak üzere üç bölgeye ayrılabilir. Genç buzultaşlarından oluşan doğudaki tepelerde, çok sayıda göl vardır. Bu yöre, kil, mil ve kum karışımı toprağıyla Almanya'nın en verimli bölgesidir. Eyaletin ortasındaki eski buzultaşlarından oluşan dağlık bölge ise ancak iki yüzyıldan beri işlenebilen verimsiz topraklarla kaplıdır. Schleswig-Holstein, Gulf Stream'in etkisinde olduğundan kışlar ve yazlar ılık geçer. Ortalama yıllık sıcaklık 8 °C'dir. Nem ve yağış oranının (yılda ortalama 76 mm) yüksekliği, bitkilerin gelişmesine elverişli bir ortam yaratmıştır. Buna karşılık sert rüzgârlar, toprağın üst tabakasının aşınmasına ve kurumasına neden olmaktadır. Schleswig-Holstein 11 ilçe ve 4 büyük sehirdan oluşmaktadır. Halkın çoğu kentlerde yaşar. En kalabalık kentler, eyaletin yönetim ve sanayi merkezi olan Kiel ile Lübeck, Neumünster ve Flensburg'dur. II. Dünya Savaşı'nın sonunda ordu birliklerinin bölgeden çekilmesi, 1 milyonun üzerinde insanın buraya yerleştirilmesi ve çoğu doğudan gelen göçmenler toplumsal sorunlara ve nüfusun savaş öncesine göre yaklaşık iki kat artmasına neden olmuştur. Nüfus, 30 Temmuz 2005 itibarıyla 2.828.986'dir. Aşağı Almancanın Holstein lehçesi bölgede hâlâ konuşulmaktadır. Eyaletin kuzeyindeki Danca konuşan azınlığın kendi okulları vardır. 2000 yılı tarihli istatistiklere göre eyalet nüfusunun yüzde 63,8'i Protestan, yüzde 6,1'i ise Katolik Kilisesi'ne mensuptur. Resmi verilere göre eyalette yaşayan Müslüman sayısı 25.000'dir. Başlıca tarımsal ürünler buğday, şekerkamışı ve patatestir. Hayvancılık ve mandıracılık eyalete bitkisel ürünlerden daha fazla gelir sağlar. Eyaletteki orman varlığı çok zengin olmamakla birlikte, başka bölgelerdeki ormanları oluşturan fidanların çoğu burada yetiştirildiğinden, Schleswig-Holstein "Alman ormanlarının beşiği" olarak anılır. Sanayinin eyalet ekonomisindeki payı gitgide artmaktadır. Başlıca sanayi dalları makine, elektrikli eşya, kâğıt, dokuma ve giyim eşyası üretimi ile gemi yapımıdır. Turizm gelişme yolundadır. Uzun kıyı şeridi ve stratejik konumu nedeniyle eyalet yüzyıllar boyunca deniz trafiği açısından önem taşımıştır. Baltık kıyısındaki fiyortlarda eyaletin büyük liman kentleri olan Kiel, Lübeck ve Flensburg yer alır. Eyaleti boydan boya geçen Kiel Kanalı Kuzey Deniziyle Baltık Denizini birleştirir. Hamburg yakınlarındaki Kaltenkirchen'de sesüstü uçakların inebileceği büyük bir havaalanı yapılmaktadır. Eğitim düzeyinin çok yüksek olduğu eyaletteki başlıca yükseköğretim kurumu Kiel Üniversitesi'dir (1665). 1964'te Lübeck'te bir tıp fakültesi açılmıştır. Eyalette ayrıca iki öğretmen okulu ile çeşitli yükseköğretim kurumları vardır. Yetişkinlerin eğitimine ve kütüphanelere eskiden beri büyük önem verilmektedir. Eyalette yaklaşık 50 müze bulunur. Avrupa'nın en eski ekonomik araştırma merkezlerinden biri olan Kiel'deki Dünya Ekonomi Enstitüsü'nün siyasal iktisat alanında çok büyük bir kütüphanesi vardır. Türingiya Türingiya ("Thüringen"), Orta Almanya'da yer alan eyalettir. Başkenti Erfurt'tur. 16.171 km²'lik bir alana ve 2.290.000 kişilik bir nüfusa sahiptir. Almanya'nın 16 eyaleti arasında alana göre altıncı, nüfusa göre beşinci en küçük eyalettir. Türingiya 17 ilçeye (Landkreise) ve 6 bağımsız şehre (Kreisfreie Städte) bölünür. İlçe, otomobil plakası ve idari merkez: Bağımsız sehirler ve otomobil plakası: Toronto Raptors Toronto Raptors, Toronto, Ontario, Kanada'da bulunan profesyonel bir basketbol takımıdır. ABD Profesyonel Basketbol Ligi (NBA)'ndeki Doğu Konferansı'nın Atlantik Grubu'nun parçasıdırlar. Takım NBA'nın Kanada'ya ilerlemesinin parçası olarak Vancouver Grizzlies ile beraber 1995 yılında kurulmuştur. Grizzlies, 2001 yılında Memphis, Tennessee'ye taşındığı zaman NBA'daki tek Kanadalı takım olmuştur. 1999 yılında "Air Canada Centre"ye taşınmadan önce aslen SkyDome'da ev oyunlarını oynamışlardır. En çok da ilerleme takımları gibi Raptors, daha ilk yıllarında basketbol sahalarında mücadele etmeye başlamıştır. 1998 NBA Seçmeleri sayesinde Vince Carter kazancından sonra takım liglere katılım kayıtları düzenlemiştir ve 2000, 2001 ve 2002'ndaki NBA Spor Ligi Finallerini yapmıştır. Carter, takımı 2001 yılında kazanılan, Doğu Konferansı Yarı Finalleri'ne ilerledikleri ilk NBA spor ligi final serisine götürmek bakımından etkili olmuştur. 2002–2003 ve 2003–04 sezonları boyunca önemli ilerleme sağlamayı başaramamışlardır ve New Jersey Nets'e 2004'te takas edilmiştir. Logosu 2015 yılında şu anki haline değiştirilmiştir. Wilt Chamberlain Wilton Norman "Wilt" Chamberlain (21 Ağustos 1936 - 12 Ekim 1999); lakabı Wilt the Stilt, The Big Dipper ve Chairman of the Boards olan Amerikalı profesyonel basketbolcudur. NBA takımlarından Philadelphia/San Francisco Warriors, Philadelphia 76ers ve Los Angeles Lakers'ın yanı sıra Harlem Globetrotters'da da forma giymiştir. 2,16 boyundaki oyuncu, çaylak sezonunda 114 kg iken, önce 125 kg.'a, son olarak da Lakers'da oynadığı dönemde 135 kg'ın üzerine çıkmış, oynadığı pivot pozisyonunda NBA tarihinin en dominant ve başarılı oyuncularından biri olarak kabul edilmiştir. Chamberlain; skor, rebound ve dayanıklılığa bağlı kategorilerde pek çok NBA rekorunun resmi olarak sahibidir. Bunların en önemlilerinden, NBA tarihinde bir sezonda ortalama maç başına 40 ve 50 sayının üzerinde ortalama yakalamak ve bir maçta 100 sayı atmak gelir. Ayrıca ligi yedi kez en çok sayı atma istatiğinde, dokuz kez en yüksek iç saha şut oranında ve on bir kez en çok rebound alma istatiğinde lider kapattı.Uzun seriler halinde profesyonel kayıplar yaşamasına rağmen, Chamberlain kariyerini oldukça başarılı şekilde tamamladı. İki kez NBA şampiyonluğu, dört kez normal sezonda Most Valuable Player ödülü, bir kez NBA Finalleri MVP ödülü kazandı. 13 kez All-Star seçildi ve on kez All-NBA kadrolarına seçildi. Chamberlain bunların yanında 1978 yılında Basketball Hall of Fame'e girdi, 1980 yılında NBA'in 35. yılı anısına seçilen kadroya, 1996 yılında ise "NBA tarihinin en başarılı 50 oyuncusu" arasına seçildi. Basketbol kariyerinden sonra,
Chamberlain kısa süreli olarak "Uluslararası Voleybol Birliği"nde voleybol oynadı. Bu organizasyonun başkanlığını yaptı ve katılımından dolayı "IVA Hall of Fame" seçildi. Spor yaşantısının yanında Chamberlain başarılı bir iş adamıydı, kitaplar yazdı ve Conan the Destroyer adlı filmde rol aldı. Ömrü boyunca bekar olan Chamberlain, 20,000 kadınla beraber olduğunu açıklaması ile oldukça tartışıldı ve bu popüler kültüre ait bir açıklama oldu. 1955'te Chamberlain; Kansas Üniversitesi'ndeki ilk senesinde basketbol takımında oynayacağını söyledi. Ama NCAA kuralları; üniversitede oynayan birinci sınıf öğrencilerini yasakladığı için Chamberlain Kansas'da "birinci sınıf öğrencisi" takımına konuldu. Chameberlain'in ilk savaşı üniversiteye karşı olmuştu ki üniversite o yıllarda şampiyonluk için favori gösteriliyordu. 3 Aralık 1965'te Chamberlain; Jayhawks ile Northwestern'e karşı ilk sınavına çıktı. 87-59 kazandıkları maçta 52 sayı attı ve okul rekorunu kırdı. Kansas'dayken; North Carolina'ya karşı oynadığı şampiyonluk maçında takımını sırtlamıştı. Bu maçta North Carolina; Kansas'ı 1 sayı farkla 3. uzatmada yemiş olmasına rağmen Chamberlain; turnuvada en fazla göze çarpan oyuncuydu. Bundan sonraki yılda Chamberlain; All-Conference ve All-America takımlarına seçildi. "Big Eight track and field Championship"‘i kazanarak atletik yeteneğini ispatladı. Kansas'da oynarken profesyonel olmak istedi ama NBA'in sınıfını bitiremeyen oyuncular hakkındaki bir kuralı yüzünden profesyonel olması bir sene gecikti. Bu yüzden Wilt Chamberlain'de 1958-59 yıllarında Harlem Globetrotters'da oynadı. Bu yılda; 50,000$ gibi o zamana göre astronomik bir para aldı. 1955'te NBA özel bir draft kuralı başlattı. Bu kurala göre; NBA takımları kendi yöresinde olan kolejden bir oyuncuyu draft etme hakkına sahipti. Bu kuralla Chamberlain, Kansas'da bir takıma draft edilecekti. Ama NBA'in kurucularından ve Philadelphia Warriors'un sahibi Eddie Gottlieb, Chamberlain'in Philadelphia'da büyüdüğünü ve lise yıllarında üne kavuştuğunu, bu yüzden Philadelphia'ya ait olduğunu söyledi. Bu konuda NBA de Gottlieb'i haklı buldu ve Chamberlain, NBA tarihindeki ilk liseyi geçirdiği yerdeki bir takıma draft edilen oyuncu oldu. 1959-60 NBA sezonunda Chamberlain, Philadelphia formasıyla sahaya çıktı. İlk maçta, Knicks'e karşı 43 sayı attı ve 28 ribaund aldı. Çaylak sezonunda Wilt Chamberlain; 37,6 sayı ve 27,0 ribaund ortalamasıyla bu sezonda NBA Yılın Çaylağı Ödülü'nü, All-Star MVP Ödülü'nü, ve sezonun MVP Ödülü'nü kazandı. Ayrıca All-NBA İlk beşine seçildi. Bu ödüllerin aynısını Wes Unseld de 1968-69 sezonunda alabildi. Chamberlain ile Warriors, finale kadar yükseldi ve sonunda 1960 NBA Finali'nde Boston Celtics ile karşılaştı. Russel ile büyük çekişme içinde geçen bu seride Chamberlain, Bill Russell'den 81 sayı fazla atmasına rağmen Celtics seriyi 4-2 kazandı. Chamberlain'in en yetersiz sezonu ona pahalıya patlamıştı. Boston maçları sonrası fanlarını üzen bir açıklama yaptı ve basketbolu bırakacağını belirtti. Çünkü rakipleri tarafından çok fazla yıpratılıyordu, çok fazla darbe alıyordu. Eğer bir sezon daha böyle olursa o da kendisine yapılan hareketlere karşılık vereceğini düşünüyordu ve bu istediği bir şey değildi. 1960-61 sezonunu 38,4 sayı ve 27,2 ribaund ortalamasıyla tamamladı. Bundan sonraki sezonda ise istatistiklerinde büyük bir artış oldu. Sezon ortalaması 50,4 sayıydı ve bir sezonda 4000 sayı atan tek oyuncu unvanına sahip oldu. 2 Mart 1962'de Chamberlain, New York Knicks'e karşı 100 sayı attı. Warriors maçı 169-147 kazandı. Oldukça başarılı bir maç çıkaran Chamberlain sezon istatistiği 0,506 iken 32 serbest atışın 28'ini sayıya çevirdi. Chamberlain bu maçta, 63 şutta 36 isabet buldu. 1962'de Chamberlain San Francisco'ya gitti. 1962-63, 1963-64 sezonlarında da sayı liderliğini elinde tuttu. Warriors, finallerde Celtics'e karşı 5 maçta kaybetti. Chamberlain sezonun ortasında yuvaya yani Philadelphia'ya geri döndü. All-Star maçından 2 gün sonra (Bu maçta Chamberlain 20 sayı kaydetti ve 16 ribaund aldı.); 76ers'a takas edildi. Takas; Connie Dierkin, Lee Shaffer, Paul Neumann ve 150,000$ karşılığında gerçekleşti. Takastan sonra; Chamberlain'lı 76ers'ın kadrosunda Hal Greer, Larry Costello, Chet Walker ve Luke Jackson bulunuyordu. 1965-66 sezonunda Philadelphia 55-25 ile ligdeki en yüksek başarıyı elde etti ama doğu finallerinde Boston ile karşı karşıya geldi ve kaybetti. Yeni sezon başlangıcında kadrosuna Billy Cunningham'ı da katan 76ers, ilk 49 maçın 45'ini kazandı ve 68-13 ile lig tarihinin en iyi başarısını elde etti. Lig finalleri öncesinde 76ers Cincinnati'yi serbest bıraktı. Lig finalleri 76ers ile Boston Celtics'i tekrar karşı karşıya getirdi. Hayal kırıklığı olan yıllardan sonra Chamberlain ve 76ers; Celtics'in 8 yıldır elde ettiği şampiyonluğa son verdi. 76ers 6 maçta Finali kazanarak şampiyon oldu. 1961-62'deki yaptığı yüksek skorlardan sonra, Chamberlain'in ortalaması; 1967-68 sezonuna kadar yavaşça düştü. Bu sezonda 24,3 sayı ortalaması ile oynuyordu. Önceki sezonda ise 24,1 ile oynamıştı. Kariyerinin ilk yedi yılında Chamberlain; 39,4 sayı ortalaması ile oynuyordu ki ligde sayı krallığı da ona aitti. Bundan sonraki 7 yılında ise ortalama 20,7 sayı ile oynadı. Acaba bu düşüşün sebebi Chamberlain'in ilerleyen yaşı mıydı? Chamberlain öyle düşünmüyordu. Konu hakkında Philadelphia News'e açıklaması şuydu: "Geçmişe baktığımda görüyorum ki; geçirdiğim ilk 7 yıl ile son 7 yıl arasında, sayı atmam anlamında şaka gibi bir fark var. Şut atmayı kestim. Çünkü koçlar bana şut atmamamı söyledi. Ben de atmadım. Bazen kendime ‘acaba yanlış mı yaptım?' diye soruyorum." Koçların ona "daha az şut at" demesinin sebebi, daha çok maç kazanmaya çalışmalarıydı. Çünkü Chamberlain'in 14 yıllık kariyeri boyunca ancak 2 kere NBA'in üst sıralarına çıkmışlardı. 1966-67 sezonunda; 76ers Koçu Alex Hannum; Chamberlain'den daha çok pas vermesini ve daha agresif bir savunma oyunu ortaya koymasını istedi. Bu taktik işe yaramıştı ama kariyerinde ilk defa sayı krallığını kaçırmıştı (24,1 sayı ortalaması ile) ama sezonun en yüksek yüzdeli atan oyuncusu olmuştu (0,683). En fazla ribaund alan oyuncu da oydu (24,2) ve en fazla asist yapan 3. oyuncuydu (7,8). Chamberlain yeni rolüne çok ciddi hazırlanmıştı, bu yüzden gelecek sezonda asist kralı oldu. 1967-68'de "All NBA first team" e 7. defa seçildi. Aynı zamanda 4. ve son defa ligin MVP'si de olmuştu. Doğu ligini kazandıktan sonra 76ers; 4 yılda 3. kez, kıta finallerinde Boston'a elendi. Bundan sonra da Chamberlain; Jerry Chambers, Archie Clark ve Darrall Imhoff karşılığında Lakers'e takas edildi. Son 5 yılını Lakers'ta geçirdi. Lakers'ın 5 sezonda 4 kez NBA finallerine katılmasına yardım etti. Onun en enteresan sezonu 1971-72 sezonuydu. Bu sezonda sadece 14,8 sayı ortalamasıyla oynadı fakat bu; onun diğer istatistiklerinin gelişmesine katkı sağladı. 35 yaşında 19,2 ribaund ortalamasıyla oynadı ve "All NBA Defansive team" e seçildi. Chamberlain mükemmel bir takım oyuncusu olmuştu. Gardları Jerry West, Gail Goodrich ve forvetleri Happy Hairston, Jim McMillian'ın tamamlayıcısı olmuştu. 1971-72 sezonunda 33 maç üst üste kazanarak NBA tarihine geçtiler. Bu sezonu 69-13 ile bitirerek NBA tarihine adlarını yazdırdılar. Bu istatistik 76ers'dakinden daha iyiydi ama Jordan ve Chicago Bulls; 1995-96'da 72-10'la onların bu rekorunu geride bırakmıştı. 1972-73 sezonunda emekliye ayrıldı. Diğer oyuncular gibi; 1 yılını koçluk yaparak geçirdi. Amerikan Basketbol Derneği'nin San Diego Conquistadors takımına koçluk yaptı. San Diego onun Oyuncu-Koç olmasını istedi fakat yasalar buna engel oldu. Chamberlain koçluktan sıkılmaya başladı. 1984'te Conan the Barbarian filminde oynadı. 1978'de Chamberlain; Naismith Memorial Basketball Hall of Fame'e layık görüldü ve 1996-97'de NBA 50th "Anniversary All-time Team" e seçildi. Wilt Chamberlain, 12 Ekim 1999'da 63 yaşını geçtikten sonra; evinde Ursa Major denilen bir kalp rahatsızlığına yakalanarak öldü. Wilt Chamberlain ilk olarak Philadelphia forması giymiş ve burada başarılar yakalamıştır. Bunun sayesinde L.A. Lakers'a gelerek şampiyonluklar yaşamıştır. Wilt'in kariyeri boyunca tek rakibi Boston'ın efsanevi pivotu Bill Russell olmuştur. Wilt, Russell'dan çok daha iyi istatistiklere sahip olmasına karşın, Bill NBA'de oynadığı 13 sezonda 11 şampiyonluk kazanmıştır. Wilt sayısız rekorlar kırarken Bill Russell şampiyonluklar kazanmıştır. Wilt, Bill'in 11 yüzüğüne sadece 2 yüzükle cevap vermiştir. Wilt Chamberlain ve Bill Russell arasındaki yarış hala NBA'deki en büyük çekişmelerden biri olarak gösterilir. 20.000 sayı barajını geçen ilk oyuncudur. Kariyeri boyunca 30.1 sayı, 22.9 ribaund ve 4.4 asist ortalamaları ile oynamıştır.Ancak bu başarısını Play-off'larda gösterememiştir. Bill Russell kadar şampiyonluk yaşayamamasının sebebi de budur. Ayrıca çok iyi bir savunmacıdır ancak o zamanlar blok istatistiği tutulmadığı için resmi olarak bir rekoru yoktur.Barbar Conan filminde oynamıştır.Ama en etkileyici rekorları sayı yapma istatistiklerinde. En fazla maçta (118 maç) elliden fazla sayı yapma rekoru, en fazla maçta (32 maç) altmışın üzerinde sayı yapma rekoru, art arda (14 maç) kırkın üzerinde sayı yapılan maç rekoru, art arda (65 maç) otuzun üzerinde sayı yapılan maç rekoru, art arda (126 maç) yirminin üzerinde sayı yapılan maç rekoru,( en fazla sayı atan çaylak rekoru (maç başına 37,6 sayı ile), en fazla bir sezonda basket yapma oranını (.727.) elinde tutuyor ve bu rekorların hepsinde ikinci sırada olan oyunculara fark atmış durumdadır. Kariyeri boyunca, Wilt Chamberlain'ın gösterdiği başarılar birçok kuralın değişimini hızlandırdı. Değişen kurallar arasında; çizgilerin genişletilmesi, ofansif goaltending'in kaldırılması, faul atışlarındaki kuralların değiştirilmesi bulunuyor. Chamberlain; gücünü, kolej ve profesyonel oyunculuk zamanında geliştirmişti. Kolejdeki bir resminde, Chamberlain; zayıf, sıska, atik bir oyuncu gibi gözüküyordu ki o zamanlar 2.13 boyundaydı. Kolejde; Philadelphia'nın Overbo
ok High sezonunda, takımını rekorlara geçirdi. (19-2,19-0,18-1). O zamanki takım koçu; Chamberlain'in bütün nimetlerinden yararlanıyordu. Antrenmanlarda; takım oyuncuları; "Serbest atış kaçırma" antrenmanı yapıyorlardı! Çünkü onların kaçırdığı serbest atışları Chamberlain tamamlayıp, iki sayıya çeviriyordu. Goaltending'in yasak olmadığı zamanlarda; Chamberlain, bazen takım arkadaşlarının; potaya girecek olan şutlarını; onları sinirlendirmek için çeliyordu. Hazırlık yıllarında, kendi yetenekleriyle kazandığı maçlarda; 90, 74, 71 sayı atıyordu. Bu yıllarda toplam 2,206 sayısı vardı. on yıllarında ortalama 44,5 sayıyla oynuyordu. 90 sayı attığı maçta; attığı onca sayının altmışını; ikinci yarıda 12 dakikada atmıştı. Bundan sonra Chamberlain; 1991'de Philadelphia Inquirer'a: "Benim yaptığım hiçbir şey değil. Hele karşı takımın topu dondurmaya çalıştığını düşünürseniz; önemli bir şey yapmadığımı anlarsınız" şeklinde bir açıklama yaptı. Onun lakaplarından birisi olan "The Stilt"; bir gazeteci tarafından koyulmuştu. Chamberlain bu isimden nefret ediyordu. "Goliah" gibi diğer lakaplar onun boyu ile ilgiliydi. "Dippy" ve "Dipper" ise onun akıl erdiremediği lakaplardı. Bu lakapların sonraki versiyonu "Big Dipper" ise şu şekilde oluştu. Chamberlain kapılardan geçerken sürekli kafasını eğiyordu. Bu yüzden yakın arkadaşları ona bu ismi verdi ve bu isim böyle kaldı. Düsseldorf Düsseldorf, Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin başkentidir. Ayrıca Düsseldorf Vilayeti´nin (Regierungsbezirk)´de merkezidir. Ren Nehri kıyısında kurulmuş moda ve fuar kentidir. Kuzeyinde Ruhr Bölgesi, güneyinde ise Köln bulunmaktadır. Kente adını Düssel deresi verir. Düsseldorf kent merkezinde yer alan meyhane ve birahaneleriyle ünlü Altstadt Semti, halk arasında dünyanın en uzun barı (Die längste Theke der Welt) olarak anılmaktadır. Nüfusu 600.000 civarındadır. Şehir dünyaca ünlü sanayi fuarlarıyla tanınmıştır. Dünya sanayisine yön veren fuarlar düzenlenmekte olup çeşitli sektörlere hizmet etmektedir. Eyaletin en büyük havalimanı Düsseldorf Uluslararası Havalimanı (Kodu: DUS) bu kenttedir. 10-12 ve 14 Mayıs 2011 tarihlerinde düzenlenen Eurovision Şarkı Yarışması'na Düsseldorf ev sahipliği yapmıştır. Şehrin en önemli kulüpleri, futbol dalında "Fortuna Düsseldorf", buz hokeyi dalında "DEG", Amerikan futbolu dalında "Düsseldorf Rhein Fire"'dır. Yıllarca futbol dalında Bundesliga'da yer alan Fortuna Düsseldorf, 1997-1998 futbol sezonunda küme düştü ve tekrar 2012-2013 futbol sezonunda Bundesliga'ya çıktı. Buz hokeyi dalında mücadele eden "DEG", Metro adlı şirketin sponsor olmasıyla ismini "DEG Metrostars" olarak değiştirdi. Alman 1. Ligi DEL'de 8 şampiyonluğu bulunan takım, 1992 senesinde Avrupa ikincisi olmuştur. "Rhein Fire", Avrupalı kulüplerin kendi aralarında NFL ortaklığıyla düzenledikleri "Amerikan Futbol Ligi-Avrupa" (NFL-Europe)'da 1998'de turnuvayı şampiyon olarak tamamladılar. Kulüp şu anda NFL'den kaynaklanan bazı sebeplerden dolayı faal değil. Heidelberg Heidelberg, Güneybatı Almanya'da yer alan bir şehirdir. 1386'da kurulup Almanya'nın en eski üniversitesi olma vasfını taşıyan Heidelberg Üniversitesi bu şehirdedir. Şehri ikiye bölen Neckar nehri ve sarayı ile birlikte tablo güzelliğinde olan kent aynı zamanda Almanya'nın en romantik kenti (Wege der Romantik) diye de anılmaktadır. Bugün şehir nüfusunun çoğunluğunu öğrenciler oluşturmaktadır. Heidelberg, Mannheim'dan yaklaşık 15 dakika kadar bir uzaklıkta yer alır. Aynı zamanda kentin adıyla da anılan matbaa ve baskı makineleri ünlüdür. Almanya'nın güneybatısında Baden-Württemberg eyâletinde yer almaktadır. Ren ve Neckar nehirlerinin arasında kalan vadide yer alır (Rhein-Neckar Kreis). Heidelberg, Mannheim'dan yaklaşık 20dk. kadar bir uzaklıkta yer alır. Heidelberg genel olarak dağlık bir şehirdir,en yüksek yerleri arasında Königstuhl (568m) ve Gaiberg (375m) dir. şehirden Neckar Nehri geçer. Odenwald Ormanın içinde yer alır. Heidelberg konum itibarıyla Almanya'nın ılıman bölgesinde yer aldığından, kentte çok sayıda incir ve badem ağaçları yetişmektedir. Kenttin tarihi antikçağ Roma İmparatorluğu dönemlerine dayanmaktadır. Özellikle şehrin bugünkü Neuenheim bölgesinde Romalıların izlerine rastlanılabilir.Ortaçağ döneminde şehir daha çok etrafında bulunan kentlerin Manastırlarına bağımlı kalmıştır. 1225 yılından yeniçağ başlangıcına kadar kralliyetin yerleşim yeri olmuştur. Dolayısıyla bu bölgeye Kurpfalz denmektedir. Üniversite bu zamanlarda 1386'da kurulmuştur ve Almanya'nın en eski üniversitesidir. 1600'lü yılların ikinci yarısının sonlarına doğru kent Fransızların saldırlarına uğramış hatta bazı yerleri ele geçirilmiş, o dönemde eski şehir (Altstadt) ve Saray tahribata uğramıştır. 1840'larda döşenen Mannheim-Heidelberg arasındaki tren yolu, Baden bölgesinin ilk tren yolu olma özelliğinide taşımaktadır. 1930 Üniversitenin yeni binasının inşaatına başlanmıştır. 1930'larda Nazilerin iktidara gelmelerinden sonra, özellikle Heidelberg Üniversitesi çok sayıda yahudi öğrencisini ve profesörünü kaybetmiştir. II. Dünya Savaşın'dan sonra, Almanya'nın savaştan yıkılmadan kalmış olan ender kentlerinden biridir. ABD Ordusu (3. Piyade, 7. Ordu) sivil nüfus direnişi olmadan 30 Mart 1945 tarihinde kasabaya girdi. Savaş sonrasında Amerikan işgal bölgesinde kalan şehir, uzun yıllar Amerikan Ordusu tarafından askeri üs olarak kullanılmıştır. Bugün özellikle kentin eski şehir (Altstadt) ve Sarayı, Unesco tarafından dünya insanlık mirası listesinde bulunmaktadır. Yüzyillar boyunca "aklın başkenti" (Almanca: "Residenz des Geistes") olarak ün kazanan Heidelberg, bugün de dahil olmak üzere bir üniversite şehri olarak Rhein-Neckar-Kreis Bölgesinde hizmet sektörünün ve bilimin merkezidir. 2007 istatistiklerine göre, çalisan nüfusun 79,6’sı hizmet sektöründe, 19,9’u üretim sektöründe çalişmaktadır. Toplam çalısanların yüzde 69’u iş yerlerine başka şehirlerden gelmektedir. İşsizlik orani 2010 itibarı ile 6,3’dür. . Heidelberg’deki en büyük işveren Hastane’yi de içinde barındıran Heidelberg Ruprecht Karls Üniversitesi’dir. (Almanca: "Ruprecht-Karls-Universität Heidelberg"). Üniversite 15.000 kişiye iş imkani sunmaktadır. ABB Stotz-Kontakt, Heidelberger Druckmaschinen, HeidelbergCement, Henkel (Konzern)|Henkel-Teroson, Lamy (Unternehmen)|Lamy,SAP ve SAS Institute gibi uluslararası firmalar bu şehirde bulunmaktadır. Alman istatistik enstitüsü'nün 2007 rakamlarına göre Heidelberg Baden-Württemberg eyaletinin kişi başına en çok doktorun düştügü şehridir. Heidelberg’de 272 kişiye bir doktor düşerken, eyalet ortalaması 646 kişidir. Rhein-Neckar Bölgesi'nin günlük gazetesi (Rhein-Neckar Zeitung) burada basılmaktadır. Heidelberg üniversitesi ile dünyaca ünlü bir kenttir. 1386'da kurulmuş olan üniversitenin tam adı Ruprecht-Karls Universität Heidelberg'dir. Üniversite 2 kampüsten oluşmaktadır ve şehrin 2 yakasına ayrılmıştır. Eski şehir tarafında kalan kampüsünde daha çok sosyal ve sanat ağırlıklı bölümler bulunurken,yeni kampüste Doğa Bilimleri ve Tıp fakültesi bulunmaktadır. Şehirde ayrıca Kanser Araştırma Merkezi (DKFZ), Max-Planck Enstitisü (MPIMF, MPI-HD), Avrupa Moleküler Biyoloji Laboratuvarı (EMBL) bulunmaktır. Şehrin en önemli tarihi yapısı Saray'dır. Saray günümüzde çoğu bölümü yıkılmış olarak bulunmaktadır. Sarayın içinde Alman Eczane Müzesi (Deutsches Apothekes Museum) ve eski, büyük bir de fıçı (Grosses Fass) bulunmaktadır. Neckar üzerinde bulunan ve 1248'de inşa edilmiş olan, halk arasında eski köprü (Alte Brücke) diye anılan köprünün asıl adı Carl-Theodor Brücke'dir. Eski şehrin tam ortasında yer alan Heiligegeistkirche, şehrin en ünlü kilisesidir. Şehrin kalbinin attığı en meşhur caddesi olan Hauptstrasse, Neckar Nehri ile görkemli kalesi arasında kalıyor. 1,5 km’lik bir uzunluğuyla, Avrupa’nın sadece yayalar için ayrılmış olan en uzun caddesi unvanına sahiptir. 1717-19 yıllarında arasında yapılmış ve meydanın kale tarafındaki iki önemli yapısından biri olan Büyük Dük Sarayı, 1805’ten sonra Baden mahkemesi tarafından kullanılmıştır. 1920’den bu yana ise Heidelberg Bilimler Akademisi olarak kullanılmaktadır. Şehrin görülmesi gereken yerleri ve bazı müzeleri : Pau Gasol Pau Gasol (d. 6 Temmuz 1980, Barselona) İspanyol basketbolcudur. NBA'deki en etkili uzun forvetlerden birisidir. NBA'e 2001 yılında adım atmıştır. Draftlarda 3. sıradan seçilmiştir. 2 metre 15 santim boyunda 116 kilogram ağırlığındadır. Oynadığı takım San Antonio Spurs'tur. Mevkisi power forvet olan Gasol, Avrupa'nın gelmiş geçmiş en iyi uzunlarından biri olarak gösterilir. 2002 yılında NBA'de yılın çaylağı ödülünü almıştır. NBA'e gelmeden önce İspanya'nın Barselona takımında oynamaktaydı. Forma numarası 16'dır. 2006 yılında Japonya da yapılan Dünya Basketbol Şampiyonasında final maçında (İspanya-Yunanistan)-sakat olduğu için oynamamasına rağmen MVP ödülünü almıştır. Ardından Polonya'daki 2009 Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda İspanya'nın şampiyon olmasını sağlarken aynı zamanda MVP seçilmiştir. 2016 Temmuz'uda San Antonio Spurs takımına geçti. Pau Gasol, basketbol hayatına 1998 yılında henüz 18 yasında iken Barcelona'da basladı. Fakat kendisini fark ettirmesi çok da uzun sürmedi. 1999'da 19 yaş altı Dünya Sampiyonası'nı kazanan takım içinde yer alırken, İspanya'nın Amerika'yı 94-87 yendiği maça damgasını vurmustu. Euro Basket 2001'in en merak edilen oyuncularından bir tanesiydi. 2001 Yılında İspanya liginde gösterdiği 11.4 sayı, 5.2 ribaunt ortalamasıyla kendini gösterdi fakat asıl parlayışı yine aynı yıl Euroleague‘de yakaladığı 18.5 sayı, 6 ribaunt ortalama ile oldu. Ve beklediği an geldi, NBA'e ilk adımını attı. 2.15 boyuna rağmen 3 ve 4 numara oynayabilen, şut atabilen basketbolcu Barcelona'da oynuyordu, 2001 senesinde nba draftinda ilk tur 3. sırada Atlanta'ya draft edilerek; bir Avrupalı oyuncunun en genç draft edilme rekorunu da kazanmış oldu. Ancak Atlanta Hawks Gasol'u direkt Olarak Memphis Grizzlies'a takas etti. 3. sıradan Atlanta tarafından draft edildiği halde Atlanta Shareef Abdur-Rahim için Gaso
l'u Memphis ile takas etti. Oldukça uzun boyuna rağmen çok da yapılı olmaması, sert gözükmemesi akıllarda soru isareti bırakmıstı. Çoğu kisi 5 numara da oynayabilecek kapasiteye sahip olmadığını düsünüyordu. Fakat o ilk sezonunda, 17,6 sayı ve 8,9 ribaund ortalama ile tutturarak muhtesem bir basarıya imza attı. O sene 126 adet ilk tur oyun 117'sini alarak çok büyük farkla, Yılın Çaylağı seçildi ve NBA tarihinde yılın çaylağı seçilen ilk Avrupalı basketbolcu oldu. Bir sonraki sene, Los Angeles Lakers maçında Shaq'a karsı 5 numara oynatılması Gasol için pek iyi olmadı. Shaquille O'neal karsısında hem psikolojik hem de fiziksel olarak ezildi ve belki de hayatının en kötü maçlarından birini oynadı. Bu kafalarda onun 5 numara oynayamayacağını göstermisti bir bakıma. Her sene kendini geliştirmeye devam etti ve yavas yavas vücudunu da istenilen seviyeye getirdi. Sonraki 2 sene, 19.0 ve 17.7 sayı ortalaması yakalayarak istikrarlı bir oyuncu olduğunu gösterdi.2003 Avrupa Basketbol Sampiyonasında ise, finale kadar takımını taşıyarak en iyi beşe seçildi. Finalde 36 sayı üretmesine rağmen Litvanya'ya yenilmekten kurtulamadılar. Gasol, 2004'de ilk kez play-offlara katıldı. Fakat takımını San Antonio Spurs tarafından süpürülmekten kurtaramadı. Uzun boyu ve oyun yapısına, oynadığı yere rağmen Gasol'un yüzünde bir saflık vardı. Bebeksi bir yüze sahip olan Gasol, sert durmuyor aksine yumuşak duruyordu. 2005/2006 sezonunun başında bıraktığı sakal, bu görünümü yok etmek amacı taşımakta idi, belki de işe yaramıştır. Daha sonraki sezon Gasol, takımını çok daha fazla sırtladı ve NBA kariyerindeki en yüksek istatistiklere ulastı. Bu sezonki Seattle Supersonics maçında attığı 44 sayıyla kendi kariyer rekorunu kırdı, ve yine aynı maçta yaptığı 12 asist -ki bu onun yerinde oynayan biri için çok yüksek bir rakam- ve 4 top çalma yine kariyer rekoru kırmasına yetti. Bu kadar basarılı bir sezon geçirirken kariyerinde ilk defa bu sene yedeklerden all-star oldu. Esasında Mehmet Okur çok basarılı bir dönem geçirmisti ve adı NBA All-Star için geçmeye başlamıştı, kendisi Yao Ming ve sakat Camby'den sonra en fazla oy aldı. Fakat sakat olan oyuncunun yerine geçecek oyuncuyu David Stern seçtiği için, Gasol'u NBA All-Star kadrosuna dahil etti. All-star maçında 14 dakika görev alabilmesine rağmen hiç sayı bulamadı fakat 12 ribaund ve 1 asist ile oynadı. Aynı sezon yine play-offlara kalmalarına rağmen, Dallas Mavericks karsısında bazı maçlarda kazanmaya çok yakın olsalar da hiçbir maçı kazanamadılar ve 4-0 ile elendiler. Seride Gasol, 3 maçta takımının en skorer oyuncusu oldu ama yetmedi. Gasol'un oyun yapısı itibarı ile en basarılı olduğu yer -3 veya 5 numara da oynayabilmesine rağmen- 4 numara yani PF(Power Forvet ) pozisyonudur. NBA' e gitmeden önce oynadığı Avrupa sampiyonasında herkesi hayran bırakan top tekniği ve yumusak bileği ile kolayca sayı üretebiliyor. Uzun boyuna rağmen tüm sahayı çok iyi kosuyor. Orta mesafe sutlarında da isabet oranı gayet iyi. Kendinden daha iri basketbolcuların üzerinden dahi smaç basabiliyor. Orlando Magic maçında Kelvin Cato'nun üzerinden smaç bulması, akıllarda unutulmayacak bir iz bıraktı. Sayı üretmesinin yanı sıra ribauntlarda oldukça basarılı olması Gasol'u çok avantajlı kılıyor. Çok önemli diğer bir özelliği ise asist yapabilmesi. Gasol güzel paslarıyla, atmasının yanı sıra attırtıyor da, özellikle Seattle maçında attığı 44 sayının yanında yaptığı 12 asist bunu kanıtlıyor gibi. Her geçen sene kendini gelistirmesi de, ileride Gasol'un çok daha iyi belki de NBA de unutulmayacak bir oyuncu olabilmesi yolunda bir işarettir. Elde ettiği basarılara rağmen Gasol Memphis'i playofflar da üst turlara tasıyamamasından olsa gerek gerekli saygıyı görmüyordu. Gasol'un, Los Angeles takasından sonra, aslında Memphis Grizzlies'ın durumunu en iyi özetleyen isim Hakim Warrick oldu. Yapılan takasın çılgınca olduğunu belirten Warrick, "Liderimizi kaybettik. Artık Gasol'u takımda görememek oldukça tuhaf olacak. Tek bildiğimiz onun artık geri dönmeyeceği. Artık başka bir takımda. Bundan sonra da Grizzlies forması giymek oldukça garip geliyor. Bundan sonra işimiz daha da zor olacak" diye konuştu. Los Angeles Lakers bombayı patlattı ve birçok takımın da gözdesi arasında yer alan İspanyol yıldız Pau Gasol'u kadrosuna kattı. Basketbol severlerin Pau Gasol karşılığında verilen 3 oyuncu ve 2 draft hakkına "Memphis ne yapıyor böyle diyeceği kesin. Los Angeles Lakers taraftarları da şampiyonluk için en azından biraz daha umutlandı. Pau Gasol karşılığında Los Angeles Lakers'ın, Memphis'e neler verdiğine de değinilmesi gerekir. Bir türlü NBA'de istenileni veremeyen Kwame Brown, çaylak oyuncu Jaravis Crittenton, Pau'nun kardeşi Marc Gasol ve Aaron McKie. Bu 3 isim yanında Memphis, Lakers'ın 2008 ve 2010 yıllarındaki draft haklarını da aldı. Öte yandan Damon Stoudemire ile yollarını daha önce ayıran Grizzlies, Stromile Swift'i de Jason Collins karşılığında New Jersey Nets'e gönderdi. Memphis Grizzlies antrenörü Marc Iavaroni'nin takas sonrasında çok da olumlu açıklamalar yaptığını söyleyemeyiz. Iavaroni, Gasol'a yeni takımında başarılar dilerken, yıldızın hayali olan NBA şampiyonluğunu elde etmesini umduğunu söyledi. Bunlar dışında söylediği "Artık yeni ve esnek bir takımız" demeci ise şu aşamada çok da önem arz etmiyor. Los Angeles Lakers'ta oynadığı ilk maçındaki üstün performansından sonra, uzmanlar Lakers takımının final oynayacagını rakiplerinin de büyük olasılıkla Boston Celtics olacagından söz ediyordu. Pau Gasol Los Angeles Lakers'ta çok üst düzey performansıyla ve Kobe Bryant ile çok başarılı oyunlar çıkararak Lakers'a Batı Şampiyonluğunu tattırdı. 2009 yılında Lakers ile kariyerinin ilk NBA şampiyonluğunu kazanmıştır. Henüz Barcelona Forması giyerken İspanya millî takımına cağırılan 16 numaralı dev adam Gasol İspanya'nın Amerika'yı 94-87 yendiği maça damgasını vurdu. 2003 Avrupa Basketbol Şampiyonasında ise İspanya'yı sırtlayan Power Forward oyuncusu dev Gasol takımını finale kadar getirdi, finale kadar takımını tasıyarak en iyi 5 seçilen Pau. Finalde 36 sayı üretmesine rağmen Litvanya'ya yenilmekten kurtulamadı. 2004 Atina Olimpiyatlarında gerçekten başarılı işler yaptı. 22.4 sayı, 7,3 ribaund ortalaması ile En İyi 5 seçildi ve sayı kralı oldu. 2006 Dünya Basketbol Şampiyonasında ise NBA‘de oynaması ve çok basarılı bir performans göstererek All-star dahi olmasına rağmen "yorgunum, dinlenmem gerek, sakatlanabilirim" bahanesine sığınmayarak takımına dahil oldu ve takımını sırtladı. Türkiye'nin de 6. olduğu 2006 Dünya Basketbol Şampiyonasında, maç basına 21,3 sayı üreterek turnuvanın en skorer 3. oyuncusu oldu. Ulaştığı bu yüksek rakamın yanında, 9.4 ribaund, 1.4 asist ortalama ile bu yönden de katkı sağladı. İspanya muhtesem bir savunma ve kontrollü hücum ile gerçekten çok iyi bir oyun sergiliyordu, takımın en iyisi Gasol olduğundan hiç kimsenin süphesi yoktu fakat takım olarak hepsi iyiydi, hepsi birer yıldızdı. Yarı finalde karsılastıkları Arjantin, turnuvanın belki de en büyük favorisiydi ama Arjantin'i muhtesem bir oyunla tek sayı fark ile geçerken Gasol bu maçta 19 sayı da kalarak, Garbajosa ile takımının en skorer oyuncusu oldu. Fakat Gasol sakatlandı ve final maçında yer alamadı. Rüya Takım Amerika'yı yenerek finale kalan Yunanistan, Gasol'un da yokluğunda şampiyon olarak gösteriliyordu. Maçı kenardan izlemesine rağmen, bir an bile takımı desteklemeyi bırakmadı. Finalde farkla kazanan ve şampiyon olan İspanya idi. Sanki arkadaşlarının motivasyonu onun yokluğunda daha da yüksek olmuştu. Gasol, MVP seçildi. Final maçında oynamamasına rağmen finale ve sampiyonaya damgasını vuran bir kahraman olmustu. 2009 Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda ise turnuvaya kötü başlayan İspanya ilk tur gruplardan 3. olarak çıktı. Sırbistan mağlubiyetinin ardından Türkiye'ye de ikinci tur grubu ilk maçında mağlup olması İspanya'yı olumsuz yönde etkilemedi. Bu mağlubiyet sonra sırayla bütün maçlardan galip olarak çıkan İspanya turnuvayı Sırbistan ile oynadığı final maçı sonrası kazandı. Bu turnuvada da takımını şaha kaldıran Pau Gasol MVP seçildi. Ferman Ferman, hükümdarın tuğrasını taşıyan yazılı emir Farsça buyurmak, emretmek anlamına gelen "fermān" ( ) kelimesinden türemiştir. İlhanlılar, Karakoyunlu ile Akkoyunlu devletleri, Altınordu ve Kırım Hanlıklarında "yarlığ" kelimesi, Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları'nda "pervane", Memluklerde "mevkii" kelimesi kullanılmakta idi. Ferman kelimesi, İlhanlılar tarafından, İslamiyeti kabul etmelerinden sonra kullanılmış, daha sonra da Osmanlılara geçerek yerleşmiştir. Orhan Gazi'nin 1324 tarihli vakfiyesi ilk Osmanlı fermanı, 1922 tarihli VI. Mehmet'inki ise sonuncu Osmanlı fermanı kabul edilir. Osmanlılarda Ferman, yedi esas üzerine yazılırdı: Osmanlılarda iki çeşit fermana rastlanmaktadır. Fermanlardan birisi, doğrudan doğruya divandan, maliyeden yazılarak üzerine hükümdarın tuğrası çekilerek, gönderilen emr-i şerif idi. Diğeri ise tuğralı bir fermanın üzerine ve baş tarafına padişahın kendi el yazısıyla fermanda yazılanı teyid eden iradedir. "Hatt-ı Hümayûnla Muvaşşah", yani padişahın el yazısıyla tezyin edilmiş olan ikinci çeşit ferman, işin ehemmiyetini göstermek, hakkında teveccüh gösterilen zata, yahut da tehdid edici olarak bir vali veya serasker vesaireye gönderilirdi. Ferman şekil olarak, divani hat denilen girift keşideli yazıyla yazılırdı. Korkut Eken Korkut Eken, (d. 1945, Ankara) Türk asker. 1963 yılında Kara Harp Okulu'na girdi. Türkiye'nin 20 Temmuz 1974 tarihinde yaptığı Kıbrıs Harekâtı'na katıldı. Gösterdiği cesaret ve yaptığı hizmetlerden dolayı "Şerit Rozet beratı" ile ödüllendirildi. 1978 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Özel Harp Dairesinde, "Özel Kuvvetler Komutanlığı" ve 1982 yılında rehine kurtarmaya yönelik 40 kişilik özel eğitimli bir timin yetiştirilmesini sağladı. 1984 yılında PKK ile mücadelenin başlamasından sonra Eruh ve Sason bölgelerinde görevlendirildi. 1987 yılında kendi isteğiyle askerlikten emekliye ayrıldı. Akabinde Millî İst
ihbarat Teşkilatı'de Güvenlik Dairesi Başkan Yardımcısı olarak göreve başladı. Ertesi yıl görevinden ayrıldı. 1993-1996 yılları arası Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde "Polis Özel Harekât Timleri"'nin teşkili, donatım ve eğitiminde görev yaptı. Aynı dönemde PKK ile mücadelede Güneydoğu'daki bazı nüfuzlu aşiretleri silahlandırıp örgütledi. Gerek askerliği gerekse emekli olduktan sonra Millî İstihbarat Teşkilatı'nda (MİT) görevli olduğu dönemlerde PKK ile verdiği mücadelelerden dolayı "Efsane yarbay" olarak bilinmektedir. Yaptığı başarılı çalışmalardan dolayı Türk Silahlı Kuvvetleri'nin TSK Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası ve birçok takdirname ile ödüllendirildi. Daha sonraları adı Susurluk Skandalı'na karıştı. Açılan davada mahkûm oldu ve bir süre hapis yattı. Evli olup, 3 çocuk babasıdır. Mehmet Ağar Mehmet Kemal Ağar (d. 30 Ekim 1951, Çankaya, Ankara), Türk emniyet mensubu, siyasetçi ve devlet adamı. Emniyet Genel Müdürü, Adalet ve İçişleri Bakanı olarak görev yapmış, 2002 ile 2008 arasında Doğru Yol Partisi ve Demokrat Parti genel başkanlıklarını yürütmüş ve 22 Temmuz 2007 seçimlerinde barajı geçemeyen partisinden istifa etmiştir. Ağar, 30 Ekim 1951'de Ankara'da babasının görev yaptığı Çankaya Köşkü'nde doğdu. Emniyet Müdürü olan babasının memuriyeti dolayısıyla 1957 yılında Urfa'da başladığı ilkokulu, Gümüşhane, Bolu, Adana, Ankara ve Erzincan'da; Erzincan'da başladığı ortaokulu, Kayseri, Diyarbakır ve Uşak'ta bitirdi. Liseye Ankara'da başladı ve 1968 yılında Haydarpaşa Lisesi'nden mezun oldu. Aynı yıl girdiği Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Emniyet Genel Müdürlüğü bursu ile okudu ve 1973 yılında Maliye bölümünden mezun oldu. İlk devlet memuriyeti Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Dairesi'nde ve ardından Cumhurbaşkanlığı Koruma Müdürlüğü'nde Komiserlik yaptı. Mehmet Ağar, 1974 yılında Emel Ağar'la evlendi, bu evlilikten Tolga Ağar ve Yasemin Ağar isimli iki çocuğu oldu. 1976'da Ankara vilayeti kaymakam adayı olarak İçişleri Bakanlığı'nda göreve başladı. İznik ve Selçuk ilçelerinde kaymakam vekili olarak, Torul ve Delice ilçelerinde kaymakam olarak görev yaptı. 1980 ocak ayında İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele şube müdür muavini, 1981 mayıs ayında asayiş şube müdürü oldu. 1984-88 arasında terör ve asayişten sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı olarak çalıştı. 1988'de Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne 1990'da İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne, 1992'de Erzurum Valiliği'ne, 1993 temmuz ayında Emniyet Genel Müdürlüğüne, atandı. Erzurum Valisi iken, o dönem firarda olan Bahçelievler katliamı sorumlularından Haluk Kırcı'nın nikâh şahitliğini yaptı. 1993 yılında Hizbullah ile ilgili olarak "Hizbullah devlet aleyhine eylemlerden kaçınmaktadır. Örgüt üyelerini yakalamak fayda sağlamaz" demiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde Özel Harekat Dairesi’nin kurulmasını ve PKK'ya karşı polisin de kırsal alanda Jandarma ile birlikte operasyonlara katılmasını sağladığı için "polisin genel kurmay başkanı" diye anılan Ağar, 24 Aralık 1995 genel seçimlerinde Doğru Yol Partisi'nden Elâzığ milletvekili oldu. 1996'da 53. Hükümet'te Adalet Bakanı, 54. Hükümet (Refah-Yol Koalisyonu) bünyesinde ise İçişleri Bakanı olarak görevinde bulundu. Başbakan Necmettin Erbakan’ın Libya gezisini onaylamayan Ağar, 8 Kasım 1996 tarihinde görevinden istifa etti. Ağar 18 Nisan 1999 seçimlerinde Elazığ’dan 68.540 oy alarak bağımsız milletvekili seçildi. Aldığı oy Türkiye'de bir bağımsız adaya verilen en yüksek oy olarak tarihe geçti. Emniyet Genel Müdürü, Adalet Bakanı ve İçişleri Bakanı olarak görev yaptığı yıllar, terörle mücadelenin yoğun olduğu dönemlerdi. 14-15 Aralık 2002 tarihleri arasında yapılan DYP 7. Olağan Kongresi’nde ilk turda salt çoğunluğu sağlayarak Doğru Yol Partisi'nin genel başkanı seçildi. 14-15 Mayıs 2005 tarihlerinde yapılan 8. Olağan Büyük Kongre'de 1071 oyla tekrar genel başkanlığa seçildi. 22 Temmuz 2007 Türkiye genel seçimleri sonuçları açıklanmaya başladıktan az sonra saat 19:30 sularında partisinin barajı geçemeyeceği anlaşılınca genel başkanlıktan istifa ettiğini, basın danışmanı aracılığıyla duyurdu. Ancak daha sonra resmi olarak istifa etmediğinden yeni genel başkan seçmek için partinin kongre yapamadığı ve kendisinden yazılı istifa mektubu beklendiği ifade edildi. 27 Aralık 1996'da ANAP Lideri Mesut Yılmaz, uyuşturucu kaçakçılığından Türkiye tarafından aranan, ve yatmakta olduğu Hollanda'daki cezaevinden salıverilen Hüseyin Baybaşin'e ait 90'ar dakikalık iki video kasetle ses bantlarının Meclis Araştırma Komisyonu'na vereceği belgeler arasında olduğunu söyledi. İddialara göre bantlarda Baybaşin, Hollanda'da kendisiyle görüşenlere yaptığı itiraflarda, 1980'den itibaren, Şükrü Balcı ve eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar'ın kendisine verdiğini öne sürdüğü polis kimlikleriyle, polise ait silahlarla ve yeşil pasaportlarla nasıl rahat dolaştığını anlatıyordu. 21 Ocak 1997'de Frankfurt Eyalet Mahkemesi 17. Ceza Dairesi Başkanı Yargıç Rolf Schwalbe, üç eroin kaçakçısının davasında sunulan delillere dayanılarak mahkemenin "Türkiye cumhuriyeti devleti ve eroin kaçakçıları arasında yakın bağların var olduğunu" bulduğunu belirtti. Yargıç Rolf Schwalbe, basında yer alan demeçlerinde Türkiye'den eroin geçiren iki Kürt aşireti üyelerinin "Türkiye cumhuriyeti devleti ile harika ilişkiler içerisinde olduğunu" ve "devletteki bir bayan bakan ile kişisel iletişimlerinin olduğunu" söyledi. Daha sonra Türkiye'den gelen baskılar üzerine yargıç bu bayanın Tansu Çiller olduğunu açıkladı. 26 Ocak 1997'de İngiltere'de kaçakçılıktan sorumlu içişleri bakan yardımcısı Tom Sackville Türkiye'yi son zamanlarda eroinin en önemli geçiş noktası olarak belirlediklerini, ellerinde Türk hükümeti ve polisinden bazı kişilerin uyuşturucu isine karıştığı yolunda iddia ve bulgular olduğunu söyledi. 20 Mart 1997 tarihinde mülkiye müfettişlerine verdiği yazılı ifadesinde kayıp silahlar olarak adlandırılan silahların nerede ve hangi amaçla kullanılacağını bildiğini ve bu konuda Korkut Eken’e yazılı bir emir verdiğini ancak konunun devlet sırrı kapsamında olduğunu ve bu nedenle daha fazla açıklama yapamayacağını belirtti. İstanbul DGM Başsavcılığı Ağar hakkında, Sedat Edip Bucak ile birlikte ‘cürüm işlemek için çete kurmak, hakkında yakalama ve tevkif müzakeresi bulunan kişileri yetkili mercilere haber vermemek ve görevi kötüye kullanmak’ iddiasıyla 6 yıldan 12 yıla kadar ağır hapis cezasıyla dava açtı. 11 Aralık 1997’de dokunulmazlığı kaldırılan Mehmet Ağar, Anayasa Mahkemesinin itirazını reddetmesinden sonra, 10 Ocak 1998’de DGM’de üç saat süreyle sanık sıfatıyla ifade verdi. Ağar ifadesinde, kayıp silahlar konusunun devlet sırrı olduğunu ileri sürdü ve olayların meydana geldiği tarihte bakanlık görevini sürdürdüğü ve bu nedenle de ancak Yüce Divan tarafından yargılanabileceğini söyledi. DGM önce ‘görevsizlik’ ve 9 Temmuz tarihinde Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin kararı bozma kararından sonra da ‘yargılanmanın durdurulması’ kararlarını aldı. Ağar, 15 Haziran 2000 tarihinde ise "Suç işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak" iddiasıyla hakkında oluşturulan Meclis Soruşturma Komisyonu tarafından 8’e karşı 6 oyla Yüce Divan’a sevkine gerek olmadığına karar verilerek aklandı. DGM ve TBMM Susurluk Kazası Araştırma Komisyonu’nda verdiği ifadelerinde sürekli olarak devlet sırrı olduğu için açıklama yapamayacağını söyledi. Mehmet Ağar Kasım 2008'de tekrar yargılanmaya başlandı. İlk duruşmaya sağlık sorunları nedeniyle katılamayan Ağar hakkında görevsizlik kararı verildi. Hakkındaki suçlamalarsa şöyle: 1993-1996 arasında 15 Eylül 2011 günü; Ankara Özel Yetkili 11'inci Ağır Ceza Mahkemesi, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, parti liderliği, Valilik ve Emniyet Genel Müdürlüğü yapan Mehmet Ağar'ın "suç örgütü yöneticisi" olduğuna karar verdi ve Susurluk davasında 5 yıl hapse mahkûm etti. 5 yıllık cezanın 3 yılını infaz yasası nedeniyle yatmış gibi kabul edilen Ağar geriye kalan iki yıl cezasını yatmak üzere Aydın iline bağlı Yenipazar ilçe cezaevini seçmişti. İki yıllık cezasının bitmesine henüz bir yıl kalan Ağar kamuoyunda 3. Yargı paketi olarak bilinen yasada yer alan denetimli serbestlik hakkında yararlanarak cezasının bitmesinden 361 gün önce tahliye edildi. Ağar cezasını yasalar uyarınca kısmen çektiği Yenipazar ilçesindeki cezaevi kendisi cezaevine teslim olmadan önce boyama bahanesiyle boşaltılmıştı ve Ağar mahkûmiyeti süresince İlçe cezaevinde üç mahkûmdan ayrı koğuşta kalarak çekti. Abdullah Çatlı Abdullah Çatlı (1 Haziran 1956, Nevşehir - 3 Kasım 1996; Susurluk, Balıkesir), derin devlet ajanı ve kontrgerilla mensubu. Türkiye'de çeşitli cinayetlerden yargılandı. 12 Eylül'den sonra yurtdışına kaçtı, uyuşturucu kaçakçılığı nedeniyle yargılandı. Kaldığı hapishaneden kaçtı. 1996'da Susurluk Kazası'nda öldü. 1977'de Ülkü Ocakları Ankara İl Başkanlığına, 25 Mayıs 1978'te de Ülkücü Gençlik Derneği Genel Başkan Yardımcılığı'na seçildi. 11 Temmuz 1978'de Ankara'da Hacettepe Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Bedrettin Cömert'in öldürülmesi olayının faili olarak Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesi'nce hakkında gıyabi tevkif kararı verildi. 23 Ağustos 1978'de Sakarya ilinde yakalandı ve gözaltına alındı. Abdullah Çatlı'nın, 9 Ekim 1978'de de Ankara ili Bahçelievler semtindeki 7 TİP'linin öldürülmesi olayının planlayıcısı ve baş sorumlusu olduğu iddialarına ilişkin tutuklama kararı olayın üzerinden 4 yıl, 4 ay geçmesinden sonra gerçekleştirilebildi. Çatlı, 12 Eylül Darbesi'ni izleyen aylarda yurt dışına çıktı. Bulgaristan ve Viyana'da bir süre kaldı. 22 Şubat 1982'de, İsviçre'de Mehmet Özbay adına düzenlenmiş pasaport ile yakalandı, ancak serbest bırakıldı. 22 Ekim 1983'de Paris'te Millî İstihbarat Teşkilatı ile ilişkiye geçtiği ve ASALA'ya karşı 5 eylemde kullanıldığı MİT resmi belgelerinde yer aldı. İstihbaratçı Korkut Eken de Abdullah Çatlı'nın 1980'li yılların başlarında MİT ile ilişkisi olduğu ifade etmiştir. 22 Ekim 1984'de Paris'te yakalandığında üzerinde Hasan Kurtoğlu adına düzenlenmiş bir pasaport vardı. Çat
lı, Fransa'da 7 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 16 Eylül 1985'de Papa Suikasti davasında tanık olarak konuştu. Oral Çelik'in suikast ile ilgisi olmadığını, Mehmet Ali Ağca'nın Bulgar ajanı olabileceğini iddia etti. Çatlı, kısa bir süre sonra Fransa tarafından 7 yıl ceza aldığı İsviçre'ye iade edildi. 21 Mart 1990'da Bostadel Cezaevi'nden kaçtı. 1993'de Türkiye'ye gelen ve taşıdığı Şahin Ekli adına düzenlenmiş pasaport ile gözaltına alınan Çatlı, aynı tarihte serbest bırakıldı. Çatlı'nın 26 Nisan 1996'da Ömer Lütfü Topal ile aynı uçakta Kıbrıs'a gittiği ve aynı otelde kaldıktan sonra 1 Mayıs 1996'da geri döndüğü de kayıtlardan ortaya çıktı. 3 Kasım 1996'da Balıkesir'in Susurluk ilçesi yakınlarında tarihe Susurluk kazası olarak geçen trafik kazasında öldü. Kaza sırasında Çatlı'nın yanında, arka sol tarafta oturan Gonca Us ve arabayı kullanan İstanbul eski emniyet müdür yardımcısı Hüseyin Kocadağ da ölmüştür. Aracın içindeki dört kişiden yalnızca dönemin DYP milletvekili Sedat Edip Bucak kurtulabilmiştir. Nevşehir'de yapılan cenaze töreninde, Türk bayrağına sarılı tabutu Nevşehir Kaldırım Mezarlığına defnedildi. Ölümü hakkında komplo teorileri mevcuttur. Kaza yapan aracın fren sisteminin bozulması ve kazadan sonra boynu kırılarak öldürüldüğünü bunların başında gelmektedir. Abdullah Çatlı'nın kızı Gökçen Çatlı bir röportajından Kurtlar Vadisi adlı televizyon dizinin baş kahramanı Polat Alemdar'ın babasına çok benzediğini belirtmiştir. Abdullah Çatlı'nın erkek kardeşi Zeki Çatlı bir köşe yazarına Kurtlar Vadisi dizisi başlamadan önce dizinin konsept danışmanı Soner Yalçın'in kendisi ile ağabeyi hakkında görüştüğünü ve sohbet ettiklerini belirtti. Zeki Çatlı sohbette abisinin anıları, kullandığı sözlerinin konuşulduğunu daha sonra ağabeyine ait sözlerin Kurtlar Vadisi dizinde gördüğünü söyledi. Zeki Çatlı, ağabeyinin Şeyh Şamil'e ait "Sonunu düşünen kahraman olamaz" sözünü çok kullandığını ve bunu Soner Yalçın'a anlattığını belirterek Kurtlar Vadisinde fenomen olan bu sözün kullanılmasına dikkat çekti. Zeki Çatlı, bir gün ağabeyi Abdullah Çatlı'nın kendisini aradığını ve "Yarın burada bir tren kazası haberi duyar ve ölmüş birinin üzerinde kimliğim çıkarsa inanmayın ama rolünüzü iyi oynayın." dediğini ve bu anıyı da Soner Yalçın'a anlattığını, dizide ise Ali Candan adlı karakterin bir kaza sonucu öldüğü haberinin yayılması ve estetik ameliyat ile yüzünün değiştirilmesi olayının bu anıya hitaben kurgulanmış olabileceğinden bahsetti. Bazı köşe yazarları tarafından, Polat Alemdar adlı karakterin mafya lideri olması ve devlet adına bazı eylemlerde bulunması sebebiyle Abdullah Çatlı'yı temsil ettiğini iddia etmiştir. Dizinin yapımcıları bu iddiayı ne reddetmiş ne de kabul etmiştir. Bursa'nın ilçeleri Bursa ilinde bulunan ilçeler şunlardır: Bursa İl Nüfusu: 2.936.803(2017 sonu). İlin yüzölçümü 10.813 km²'dir. İlde km²'ye 272 kişi düşmektedir. (Yoğunluğun en fazla olduğu ilçe: 5887 kişi ile Yıldırım’dır) İlde yıllık nüfus artış oranı %1,22 olmuştur. 2017 yılında TÜİK verilerine göre 17 İlçe ve belediye, bu belediyelerde toplam 1060 mahalle bulunmaktadır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Kestel (%5,02)- Keles (-%3,71) *Metropol ilçelerin merkeze uzaklıkları, kaymakamlık ile valilik arasındaki uzaklıktır. Antianjinal Antianjinal, koroner kalp hastalığının bir semptomu olan anjina pektorisin tedavisinde kullanılan ilaçlara verilen isimdir. Antianjinal ilaçlara örnek olarak bazı nitratlar (nitrogliserin ve isosorbit dinitrat gibi), kalsiyum kanal blokerleri (verapamil, nifedipin ve diltiazem gibi), beta blokerler (metoprolol ve propranolol gibi) verilebilir. Fesleğen Fesleğen ("Ocimum basilicum"), ballıbabagiller (Lamiaceae) familyasından tek yıllık ve genellikle ılıman bölgelerde yetişen bir bitki türü. Yemeklerde kullanılmak üzere tarımı yapılan fesleğenin kökeni Asya'nın dönenceler arasında kalan bölgelerine dayansa da, günümüzde yeryüzünün öteki ılıman bölgelerine de yayılmıştır. Yetişkin fesleğenlerin boyları genellikle 20 ile 60 cm arasında değişir. Renkleri açık yeşilden koyu yeşile kadar değişen yaprakları yumuşak olup, 1–5 cm arasında uzunlukta ve 1–3 cm arasında genişlikte olurlar. Soğuğa karşı çok duyarlı olan fesleğen bitkisi, en çok sıcak ve kuru ortamları sever. Bitkinin kullanılan kısımları, taze çiçekli dallari ve tohumlarıdır. Uçucu yağ taşımaktadır. Bu yağ içinde estragol, linalol, cineol ve pinen vardır. Fesleğen bitkisi, yerli bir Anadolu bitkisi değildir. Anavatanı olan İran dolaylarından gelmiştir. Akşamları açıkta yenilen yemeklerde masaların fesleğen ile süslenmesi, bebeklerin yanına fesleğen konulması, yaz aylarında evlerin açık camlarının önünde fesleğen saksılarının olmasının sebebi fesleğenin yaydığı güzel kokunun yanında sinekleri kovucu özelliği olmasıdır. Hem taze, hem de kurutularak kullanılan fesleğen, pişirilerek ya da çiğ yenilen yemeklerde yaygın olarak kullanılır. Pişirildiğinde tadını çabuk yitirdiği için, genellikle yemeklere son anda katılır. Türk yemeklerinde ve salatalarda baharat olarak yaygın bir şekilde kullanılan fesleğen, öteki Akdeniz ülkelerinin ve kökeninin dayandığı güney, güneydoğu Asya ülkelerinin (özellikle de Tayland) yemeklerinde de önemli yer tutar. Reyhan Narkotin Narkotin (noskapin), Papaveraceae familyasına mensup bitkilerden elde edilen önemli bir analjezik etki göstermeyen bir opioit alkaloiddir. Tıpta öksürük dindirici ve sedatif olarak kullanılır. Antitussif etkileri nedeniyle ilaç olarak kullanılır. Kodein kadar olmasa da öksürük dindirici etkisi vardır; tahriş edici, kuru ve balgam söktürmeyen öksürüklerin dindirilmesinde kullanılmaktadır. Antikanser etki gösterdiğine işaret edilmektedir. Afyonda %10 oranında bulunur. İlk defa 1817 yılında Robiquet tarafından elde edilmiştir. Sulu çözeltide hidroliz olur. Bu özelliğinden ekstraksiyonda yararlanılır. Malazgirt (anlam ayrımı) Yenişehir, Bursa Yenişehir, Bursa ilinin bir ilçesidir. Bursa'nın doğusunda ve Bursa şehir merkezine uzaklığı 52 km'dir. Bursa'nın uluslararası havaalanı Yenişehir sınırları içindedir. Bu yüzden Havaalanı 'Yenişehir Havaalanı' olarak anılmaktadır. İlçe ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanmakla birlikte 2004 yılında Yenişehir Belediyesi tarafından kurulan YOSAB (Yenişehir Organize Sanayi Bölgesi) ile sanayileşme canlanmaya başlamıştır. Özellikle tarımsal ürün ihracatında Bursa'nın ilk sırada gelen ilçesidir. Domates ve biber yetiştiriciliği Dünyaca ünlüdür. Bölgede ılıman Marmara iklimi görülür. İnegöl ve İznik'e yakın bir mesafede bulunmaktadır. Yenişehir halkının bir kısmı çalışmak için Bursa ve İnegöl 'e gitmektedir. Yenişehir; Batı'da Kestel, Güney'de İnegöl, Kuzey'de İznik, Kuzeybatı'da Orhangazi ve Doğu'da Bilecik ile komşudur. İlçe'nin toplam nüfusu 52.200 civarındadır. Osmanlıların Beylik döneminde çadır hayatından ilk defa kalıcı evler yapılarak kurulan Yenişehir, sulak alanı ve geniş ovası dolayısıyla Osmanlı Ordusu'nun Anadolu ve Orta Doğu seferlerinde kullandığı bir üs olmuştur. Osman Gazi tarafından kurulan şehirde ilk defa adına hutbe okunmuş, sikke basılmış, vergi alınmış, düzenli ordu kurulmaya başlanılmış ve ilk kanun (ferman) burada buyrulmuştur. Ardından kısa bir süre için (29 yıl) başkent olmuştur ve Bursa'nın alınmasıyla bu görevi devretmiştir. Bursa ilinin gelişmekte olan ilçelerinin başında gelmektedir. Yenişehir'in bilinen tarihi 14. yüzyıl başlarına kadar uzanır. O dönemde Bilecik'in merkez olduğu Ertuğrul sancağına bağlanmış ve bu konumunu 1926'ya kadar sürdürmüştür. 1926-1930 arasında İznik, buraya bağlı bucak merkeziydi. Osmanlının beylikten devlet haline geçtiği yıllarda Köprühisar ve Yarhisar’ın zapt edilmesinden sonra Yenişehir ovasına da topraklarına katan Osman Bey bu bölgeyi gazilerine kılıç hakkı olarak yurt edinmeleri için vermiştir. Yenişehir ilk defa o zaman iskâna açıldığı için bu isim ile bilinir olmuştur. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın "Osmanlı Tarihi" adlı kitabında da "“Ovada bir Türk şehri kurulmuş ve harp sahasına yakın olması dolayısıyla karargâh yapılmıştır”" ifadesine yer verilmiştir. Bu bilgiler ışığında Yenişehir'in bir Türk şehri olarak kurulduğu ve ikamete açıldığı anlaşılmaktadır. 680 yıllık bir Türk şehri olan Yenişehir 27 Ekim 1920 ile 6 Eylül 1922 tarihleri arasında Yunan işgaline uğramış, 6 Eylül 1922 tarihin de işgalden kurtarılmıştır. Köylerin kuruluşu ise daha eskiye dayanmaktadır, örneğin Yarhisar mahallesinin Bizans döneminde Tekfur Kışlası olduğu bilinmektedir. Aynı şekilde Akbıyık ve Süleymaniye köylerinde Bizans döneminden kalma tarihi kalıntılara (kale) rastlanmıştır. Osmanlılar şehirde birçok tarihi eser inşa etmişlerdir. Günümüze kadar gelen eserlerden ilçe merkezindeki 17 camiden 10 tanesi Osmanlı dönemine aittir. Yine köylerde de yapılan camilerin ve hamamların bir kısmı Osmanlı döneminde yapılmıştır. İlçedeki diğer tarihi eserler Babasultan Zaviyesi, Sinanpaşa Camii ve Kervansarayı, Çiftehamamlar, Süleymanpaşa Camii ve Türbesi, Saray Hamamı, Şemaki Evi. Yenişehir tarihi anlatılırken Osmanlı İmparatorluğunun kurucusu Osman Bey'in çocukluğunun Yarhisar mahallesinde geçtiği, Koyunhisar ovasında Bizanslılara karşı büyük zaferler kazandığı, Osmanlıların batıya doğru ilerlemelerini kolaylaştırmıştır. Yapılan bu savaşlarda Osman Bey'in kardeşi Aydoğdu Bey şehit düşmüştür, mezarı halen Koyunhisar Mahalleninde bulunmaktadır. Bursa'nın 52 km doğusunda yer alan ve Osman Gazi döneminde Osmanlı topraklarına katılan ilçe, Osman Gazi tarafından gazilerine kılıç hakkı adıyla yurtluk olarak verilmiştir. İskana açılan yerde kurulan kent Yenişehir adını almıştır. Osmanlı döneminden kalan zengin tarihi eserlere sahiptir. Yenişehir'de Osman Gazi' nin yaptırdığı saraydan arda kalan Saray Hamamı, I. Murad döneminden kalma Postinpuş Baba Zaviyesi. 14. yüzyılda inşa edilen Voyvoda Cami (Çınarlı Cami), 16. yüzyılda yapılmış olan Koca Sinan Paşa Külliyesi, Bali Bey Cami. Orhan Bey tarafından yaptırılan Ulu Cami, Süleyman Paşa Külliyesi, 1645'de Yenişehirli Hüseyin Paşanı
n yaptırdığı Çifte Hamam, Yarhisar Köyü Orhan Cami ve Saat Kulesi görülmeye değer tarihi yapılardır. Ayrıca Yenişehir'e bağlı Barcın Mahalleninde tarihi höyükler bulunmaktadır. İlçenin ana gelir kaynağı tarımdır. Toplam nüfusun %78,7 si tarım ile geçinmektedir. Tüm köyler tarımsal üretim ile geçimini sağlamakta olup bunun yanında ilçe merkezi nüfusunun da 10.789 kişisi tarımsal üretim ile geçimini sağlamaktadır. Arazisinin yaklaşık % 65'inde tarım yapılabilen ilçede sanayileşme de gelişme göstermeye başlamıştır. Özellikle 2004 yılında tüzel kişiliğini kazanan ve toplam 173,5 ha alanı olan Organize Sanayi Bölgesi’nde Türkiye Şişe Cam Fabrikaları A.Ş. tarafından, Anadolu Cam Yenişehir A.Ş. ve Trakya Cam Yenişehir A.Ş. olarak cam ambalaj ve düz cam alanında faaliyet gösteren iki fabrika kurulmuştur. Her iki fabrikada çalışan toplam işçi sayısı 1.064'tür. Ayrıca ilçede 2 adet sıvı yağ fabrikası, 3 adet un fabrikası, 1 adet süt ürünleri fabrikası, 3 adet süt ürünleri imalathanesi,1 adet oto yedek parça, kalıp üretimi fabrikası faaliyet göstermekte olup bu tesislerde toplam 343 kişi istihdam edilmektedir. İran'ın Şemah kasabasından Anadolu'ya gelerek Yenişehir'e yerleşen Şemaki ailesi tarafından tahminen 18.yüzyılda yapılmıştır. İki katlı evin zemin katında taşlık, sağında mutfak ve kiler, solunda iki kışlık oda bulunmaktadır. Mutfak duvarına bitişik ahşap merdivenlerle üst kata çıkılır. Bahçeye bakan ön cephe revak şeklinde kemerli bölümlerle dışa açılmaktadır. Solda eyvanlı sofaya açılan bir başoda, sağda biri büyük, diğeri küçük iki oda bulunmaktadır. Evi süsleyen nebati motifli ve manzara dekorlu kalem işleri 19. yüzyıla aittir. Bahçede bulunduğu söylenen hamam kısmı bugün yoktur. Yenişehir Şemaki Evi Müzesi Pazartesi dışında her gün mesai saatlerinde ziyarete açıktır. İlçenin ana gelir kaynağı tarımdır. Toplam nüfusun %78,7 si tarım ile geçinmektedir. Tüm köylerimiz tarımsal üretim ile geçimini sağlamakta olup bunun yanında ilçe merkezi nüfusunun da 10.789 kişisi tarımsal üretim ile geçimini sağlamaktadır. Yenişehir, kuzeyindeki İznik ilçesinden 25 km, güneyindeki İnegöl ilçesinden 27 km, doğusundaki Bilecik ilinden 45 km ve batısındaki Bursa ilinden 52 km uzaklıktadır. Her dört şehirden de Yenişehir'e tarifeli otobüs seferleri yapılmaktadır. Bursa Yenişehir Havalimanı'nda sivil havacılık tarifeli uçak seferleri ve kargo taşımacılığı yapılabilmektedir. Bir dönem Yenişehir TV (Yörem TV) görsel medya hizmeti verilmiştir. Ayrıca yerel bazda yayın yapan Radyo Sırdaş adında FM bandında yayın yapan bir radyo yayınevi de bulunmaktaydı. Günümüzde ilçede aktif bir radyo ve televizyon kanalı bulunmamaktadır. Ulusal ve bölgesel haber ajanslarının, medya kuruluşlarının temsilcilikleri ilçede bulunmaktadır. İlçede faaliyet gösteren bazı sivil toplum kuruluşları şunlardır: Marmara Marmara, aşağıdaki anlamlara gelebilir: Pentotal Pentotal (Sodyum tiyopental), kısa etkili anestezik etki sağlayan bir barbitürat türevi ilaç etken maddesidir. Preperat suda çözünür. %2,5'luk solüsyonunun pH'ı 10,5'dur. Buzdolabında 1-2 hafta stabil kalır. İnhibitör nörotransmiter GABA'nın reseptörlerinden ayrılma hızını yavaşlatır ve retiküler aktive edici sistemi deprese eder. İntravenöz bolus sonrası kısa etki süresi (5-10 dk); yüksek yağda erirlik ve ilacın beyinden inaktif dokulara redistribüsyonuna bağlıdır. İndüksiyon dozları kan basıncında bir düşme ve taşikardiye neden olur. Medüller solunum merkezi üzerinde yaptığı depresyon hiperkapni ve hipoksiye yol açar ve solunum yanıtını azaltır. Beyin kan damarlarında vazokontrüksiyon, beyin kan akımında ve kafa içi basıncında azalma oluşturur. Renal kan akımını ve glomerüler filtrasyon hızını azaltır. Karaciğer kan akımını azaltır. Barbitüratlar akut intermittan porfiri, variegate porfiri ve herediter koproporfiride kontraendikedir. Sadece intravenöz yolla uygulanır. Kişilerin ilaca verdiği yanıt çok değişken olduğundan belli bir dozu yoktur. İlacın dozu yaş, cinsiyet ve vücut ağırlığı göz önüne alınarak hastanın gereksinimlerine göre tayin edilmelidir. Genç hastalar, orta yaşta ve yaşlı hastalara göre daha yüksek dozlara gereksinim duyarlar; yaşlı hastalarda ilaç daha yavaş metabolize olur. Buluğ öncesi dönemdeki hastaların doz gereksinmeleri her iki cinsiyet için aynıdır, fakat erişkin kadınlar erişkin erkeklerden daha az doza gereksinim duyarlar. Doz genellikle vücut ağırlığı ile orantılıdır ve aşırı kilolu hastalar aynı ağırlıktaki nispeten yağsız kişilerden daha yüksek doza gereksinim duyarlar. Premedikasyon: Premedikasyon genellikle vagal refleksleri bastırmak ve salgılamayı önlemek için atropin ve skopolamin verilerek yapılır. Ek olarak sıklıkla bir barbitürat ya da opiat da verilir. Pentobarbital sodyum enjeksiyonu önerilir. İdeal olarak bu ilaç uygulamasının doruk etkisine indüksiyon zamanından hemen önce ulaşılmalıdır. Anestezide Kullanımı: Hastanın göstereceği reaksiyona bağlı olarak 20-40 saniyelik aralıklarla 50–75 mg enjekte edilerek ortalama erişkinlerde oldukça yavaş indüksiyon sağlanabilir. Anestezi bir kere sağlandıktan sonra hastanın her kımıldanışında 25–50 mg'lık ilave enjeksiyonlar verilebilir. Solunum depresyonu ve aşırı doz olasılığını mümkün olduğu kadar azaltmak için yavaş enjeksiyon önerilir. Başlangıç dozu olarak, ortalama bir erişkinde hızlı indüksiyon için genellikle 3–4 mg/kg gereklidir. Tek başına anestezik ajan olarak kullanılacağı zaman, anestezi seviyesi gerek duyuldukça tekrarlanan küçük dozların enjeksiyonuyla ya da %0.2-0.4'lük konsantrasyonlarda sürekli intravenöz damla yoluyla sağlanabilir (Hemoliz görülebileceğinden dolayı, bu konsantrasyonlarda seyreltici olarak steril su kullanılmamalıdır). Sürekli intravenöz damla yoluyla anestezi derinliği, infüzyonun hızı ayarlanarak kontrol edilebilir. Konvülsif Durumlarda Kullanımı: Anestezinin (inhalasyon veya lokal) ya da diğer nedenlerin ardından oluşan konvülsif durumların kontrolü için, konvülsiyon başladıktan sonra mümkün olan en kısa zamanda 75–125 mg verilmesi gerekir. Bir lokal anesteziğin verilmesinin ardından oluşan konvülsiyonlar, 10 dakikalık bir periyotla verilen 125–250 mg'lık Pental Sodyum dozunu gerektirebilir. Eğer konvülsiyona bir lokal anestezik neden olduysa, gerekli olan doz lokal anesteziğin miktarına ve konvülsan özelliklerine bağlı olacaktır. Artmış İntrakraniyal Basıncı Olan Sinir Sistemi Cerrahisi Uygulanacak Hastalarda Kullanımı: Sinir sistemi cerrahisi uygulanacak hastalarda, eğer yeterli ventilasyon sağlanmışsa, intrakraniyal basıncın intraoperatif yükselmelerini azaltmak için 1.5-3.5 mg/kg'lık enjeksiyonları belli aralıklarla verilebilir. Psikiyatrik Rahatsızlıklarda Kullanımı: Psikiyatrik rahatsızlıklarda narkoanaliz ve narkosentez için, antikolinerjik bir ajanla premedikasyon Pental Sodyum verilmesinden önce uygulanabilir. Test dozundan sonra, hastaya 100'den geriye doğru saydırılırken Pental Sodyum 100 mg/dak'lık yavaş bir hızla enjekte edilir. Hastanın sayması karışmaya başladıktan sonra fakat gerçek uyku oluşmadan önce enjeksiyon kesilir. Hasta konuşabilecek yarı uykulu duruma gelene kadar kendi halinebırakılır. Kısa operasyonlarda (15 dakikalık) tek anestezik ajan olarak, diğer anestezik ajanların uygulanmasından önce anestezinin başlatılmasında, bölgesel anestezinin tamamlanmasında, analjezi veya kas gevşemesi için, diğer ajanlarla anestezinin dengelendiği sırada hipnozun sağlanmasında, inhalasyon anestezisi ve lokal anestezi esnasında veya sonrasında ya da diğer sebeplerle oluşan konvülsif durumların kontrol altına alınmasında, eğer yeterli ventilasyon sağlanmışsa intrakraniyal basıncı artmış sinir sistemi cerrahisi hastalarında, psikiyatrik rahatsızlıklarda narkoanaliz ve narkosentezde kullanılır. İntravenöz uygulama için uygun venlerin olmaması, barbitüratlara karşı aşırı duyarlık (alerji), Status asthmaticus (süregen astım) ve porfiri veya belli aralıklarla görülen akut porfiride mutlak kontrendikedir. Ciddi kardiyovasküler rahatsızlık, hipotansiyon ya da şok, hipnotik etkinin uzayabileceği ya da artabileceği durumlarda (aşırı premedikasyon), Addison hastalığı, karaciğer ya da böbrek fonksiyon bozukluğu, miksödem, kanda üre seviyesinin artması, şiddetli anemi ve myasthenia gravisde nispi kontrendikedir. Hayata döndürücü ve endotrakeal entübasyon aletler ile oksijen her zaman hazır bulundurulmalıdır. Her zaman solunum yolunun açık olması sağlanmalıdır. Bu ilaç sadece intravenöz anesteziklerin kullanımında uzman kişiler tarafından uygulanmalıdır. Venleri çatlatmaktan veya arter içine enjeksiyondan kaçınılmalıdır. Bağımlılık yapabilir. Hazırlanmasında ve uygulanmasında her zaman aseptik şartlara uyulmalıdır. Eğer nispi kontrendikasyonu olarak bildirilen durumlarda uygulanacak olursa, doz azaltılmalı ve ilaç yavaş uygulanmalıdır. İleri derecede kalp rahatsızlığı olan, intrakraniyal basıncı artmış, oftalmoplejisi ve bunun yanı sıra astım, myasthenia gravis ve endokrin yetmezliği (hipofiz, tiroid, adrenal, pankreas) olan hastalara ilaç verilirken dikkat edilmelidir. Sodyum tiyopental, plasenta bariyerini kolaylıkla geçer ve yüksek dozların uygulanmasının ardından sütte az miktarlarda bulunabilir. Hamile bir kadına uygulandığı zaman fetal zarara neden olup olmayacağı veya üreme kapasitesini etkileyip etkileyemeyeceği de bilinmemektedir. Eğer gerçekten gerekli ise sodyum tiyopental hamile bir kadına uygulanabilir. Solunum depresyonu, miyokardiyal depresyon, kardiyak aritmileri, uykulu halin ve uyanışın uzaması, aksırma, öksürme, bronkospazm, larengospazm ve titreme. Tiyopentale karşı anafilaktik ve anafilaktoid reaksiyonlar bildirilmiştir. Semptomlar, örneğin ürtiker, bronkospazm vazodilasyon ve ödem, konvansiyonel tarzda giderilmelidir. Ender olarak, böbrek yetmezliği ve radyal sinir felci ile beraber immün hemolitik anemi bildirilmiştir. Probenesid ile sodyum tiyopentalin etkisi uzar, diazoksid ile hipotansiyon etkisi görülür, opiyat analjezikler antinosiseptif etkisini azaltırır, aminofilin ve zimelidn tiyopentalin etkisini azaltır, midazolamla s
inerjist etki görülür. Öksürük ilacı Öksürük ilacı öksürük ve öksürükle ilgili durumların tedavisinde kullanılan ilaçlara verilen isimdir. Öksürük ilaçları ikiye ayırılabilir: kuru öksürüklerin tedavisinde kullanılan öksürük dindirici antitussifler ve balgam üreten öksürüklerin tedavisinde kullanılan ekspektoranlar. Aslında koruyucu bir refleks olan öksürük, sık ve şiddetli olduğu durumlarda akciğerlerde tahrişe neden olabilir. Öksürük refleksi çok güçlüdür ve tamamiyle bastırılması mümkün değildir. Bununla beraber, kuru öksürük (balgam üretmeyen) veya çok sık öksürük antitussifler ile tedavi edilmelidir. Antitussifler öksürüğü hafifletir veya ortadan kaldırırlar. Genellikle sık ve şiddetli kuru öksürüğün olduğu durumlarda kullanılırlar. Bunu merkezi (beyin üzerine) veya lokal (solunum yolu üzerine) bir şekilde etki ederek öksürük refleksini bastırırlar. Dekstrometorfan, noskapin, etil morfin ve kodein merkezi etki eden antitussiflerdendir. Narkotik olmayan antitussif ilaçlarla teskin edilemeyen öksürük durumlarında güçlü antitussif etkisi olan metadon ve onun türevi olan normetadon kullanılabilir. Lokal (periferik - çevresel) etki eden antitussiflere lokal anestezikler ve özofagusu (yemek borusunu) kaplayan bazı yatıştırıcılar örnek olarak verilebilir. Ekspektoran, trakeal veya bronşiyal mukusun "ekspektorasyon" (göğüs atımı) veya öksürük şeklinde dışarı atımını arttıran ilaçlara veya şifalı bitkilere verilen isimdir. Ekspektoranlar balgam üreten öksürüklerin tedavisinde kullanılır. Bazı bitkisel ekspektoranlar: Öksürük Öksürük, havanın akciğerlerden spazmodik (spazmı andıran) bir şekilde çıkmasıdır. Üst solunum yollarının irritasyonu (tahriş) veya enflamasyonu sonucu olabileceği gibi, alt solunum yolları ile ilgili de olabilir (derin öksürük). Kronik öksürüğe en çok neden olan üç etmen reflü, astım ve post-nazal akıntıdır. Balıkesir'in ilçeleri Balıkesir'in ilçeleri şunlardır: Aydın İl Nüfusu: 1.204.824(2017 sonu). İlin yüzölçümü 14,583 km²'dir. İlde km²'ye 83 kişi düşmektedir. (Yoğunluğun en fazla olduğu ilçe: 256 kişi ile Karesi’dir) İlde yıllık nüfus artış oranı %0,72 olmuştur. 2017 yılında TÜİK verilerine göre 20 İlçe ve belediye, bu belediyelerde toplam 1129 mahalle bulunmaktadır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Edremit (%2,31)- Dursunbey (-% 2,97) Sabiha Gökçen Havalimanı Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı (IATA: SAW,ICAO:LTFJ) Pendik ilçesi sınırlarında inşa edilen İstanbul'un 2. havalimanı. Havalimanı ismini, dünyanın ilk kadın savaş pilotu ve Türkiye'nin ilk kadın pilotu olan Sabiha Gökçen'den almıştır. Havalimanının temeli Şubat 1998 tarihinde atılmış, Ocak 2001 tarihinde bitirilen havalimanı toplam 550 milyon USD'ye mal olmuştur. Havalimanı, Malaysia Airports tarafından işletilmektedir. Yer hizmetleri, operasyon, kargo ve güvenlik işlemleri kısa adı ISG olan İstanbul Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı Yatırım Yapım ve İşletme A.Ş. tarafından yürütülmektedir. 2017 yılında 31.385.841 yolcu, 219.656 uçak ve 50.868 ton kargo trafiğine ev sahipliği yapan Sabiha Gökçen Havalimanı, ülkenin en işlek ikinci havalimanıdır. Yeni terminal binası yıllık 25 milyon yolcu kapasitesine sahiptir, yurt içi ve yurt dışı uçuşları aynı çatı altında yapılmaktadır. İstanbul Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı’nın terminali ve eklerinde: Hava limanı içinde Thy Teknik A.Ş. Mytechnic ve Turkish Engine Center (TEC) şirketlerinin yer aldığı bir Havacılık Bakım Onarım ve Modifikasyon(HABOM)bölgesi bulunmaktadır. Üçbin metre uzunluğunda bir piste sahip bulunan havalimanının 55 uçak kapasiteli park alanında aynı anda 22 uçağa beş bin metreküplük akaryakıt deposundan borular yardımıyla yakıt verilebilmektedir. Açılacak yeni pistin uzunluğu işletme tarafından 3.500 metre ve genişliği 60 metre olarak açıklanmıştır. Bu pist Türkiye'de Airbus A380'in inebileceği tek pisttir. Tüm birimleri olağanüstü durumlar için erken uyarı sistemleri ile donatılmıştır. Güvenlik için 42 adet nöbetçi kulübesiyle çevrelenmiş terminal binalarındaki bütün girişler akıllı kart sistemiyle denetlenmektedir. Havalimanının iç ve dış mekanlarını sürekli gözetim altında tutan 137 hareketli kameranın çektiği görüntüler ise 60 ekran tarafından izlenmektedir. Yangın, yetkisiz kart kullanımı gibi olağandışı durumlarda söz konusu noktaya yönelen kameralar görüntüyü aynı anda dijital ortamda kaydetmektedir. Havalimanı güvenlik sistemi içinde ayrıca fiziki temasa ve harekete karşı duyarlı çift sarılımlı çit sistemi ve yeni nesil x-ray cihazları da mevcuttur. Uyuşturucudan plastik patlayıcıya, konvansiyonel silahlardan tarihi eserlere birçok maddeyi ayırmaya yetenekli bu cihazlar, yolcunun bagajını check-in bankosuna tesliminden sonra devreye girer ve sakıncalı cismin tespitinde operatörü doğrudan uyarır. Terminallerin temelinde bulunan 300 sismik izolatör ile havalimanı, dünyanın sismik izolasyon yapılmış en büyük yapılarından biridir. Sabiha Gökçen Havalimanı Kadıköy'e 30 km, Taksim'e 40 km ve Gebze'ye 30 km uzaklıktadır. Havalimanından Kozyatağı, Kadıköy, Levent ve Bostancı'ya belediye otobüsleriyle, İzmit, Kadıköy, Kozyatağı ve Taksim'e de havalimanı yolcu servisleriyle toplu ulaşım sağlanmaktadır. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından karşılıklı olarak her saat başı 250 nolu hat ile seferler düzenlenmektedir. Marmaray'a Pendik'te, Kadıköy-Kartal Metrosu'na Tavşantepe durağında, Sürat Demiryolu Projesi'ne ise Kurtköy istasyonunda entegre olacak şekilde raylı sistem çalışmalarına başlanmış olup, yakın zamanda Atatürk Havalimanı'ndan Sabiha Gökçen Havalimanı'na sadece raylı sistemle kesintisiz olarak yolculuk yapılabilecek. Türkiye Yazarlar Birliği Türkiye Yazarlar Birliği (TYB), yazarlar arasındaki mesleki dayanışmayı geliştirmek ve Türkiye'nin kültür hayatına yazarların katılımını sağlamak amacıyla 7 Ağustos 1978’de “Yazarlar Birliği” adıyla kuruldu. 1985'te Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye Yazarlar Birliği adını aldı. 1991’de ise “Kamu yararına çalışan kuruluş” sayıldı. Türkiye Yazarlar Birliği’nin şair, yazar ve kültür adamı olarak 1000'i aşkın üyesi bulunmaktadır. Genel Merkezi Ankara'da bulunan Türkiye Yazarlar Birliği'nin halen Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Konya, Trabzon, Kahramanmaraş, Kayseri, Şanlıurfa, Erzurum, Sakarya, Gaziantep ve Adıyaman’da olmak üzere toplam 13 şubesi vardır. Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 1981’den beri her yıl “Kültür Sanat Ödülleri” verilmektedir. Yıl içinde belirlenen “Yazar, Fikir Adamı ve Sanatçılar" Ocak ayının ilk gününde kamuoyuna açıklanıyor. Türkiye Yazarlar Birliği Kurucuları: D. Mehmet Doğan, Mehmet Cemal Çiftçigüzeli, Necmettin Turinay, Alper Aksoy, Saadettin Elibol, Ahmed Günbay Yıldız, Yahya Akengin, Yavuz Bülent Bakiler, Mustafa Yazgan, Beşir Ayvazoğlu, Zeki Ceyhan, Hasan Kayıhan, Erdem Bayazıt ve Hüsnü Aktaş. Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkanlığını güncel olarak Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan yürütmektedir. Maçka, Beşiktaş Maçka, İstanbul'un Beşiktaş ilçesinde semt. Trabzon'un fethinin ardından (1461) Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'a gönderdiği Trabzon şehir merkezi halkı (toplam nüfusun 1/3ü) tarafından konulmuş olmalıdır. İTÜ Maçka Yerleşkesi, Maçka Parkı ve Swissotel buradadır. Maçka Maçka ("Rumca: Matsuka", "Lazca: Maçxa"), Trabzon iline bağlı bir ilçedir. Gümüşhane karayolu üzerinde ve Trabzon'a 29 km uzaklıktadır. Denizden yüksekliği 365 metre olan ilçenin yüzölçümü 1000 km²'dir. 2009 Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi göre ilçe nüfusu 25.723 kişidir. Ladin ormanlarının ağırlıkta olduğu vadilerin ortasındaki bir dere yatağına kurulmuş olan ilçe merkezi, doğal güzellikler bakımından Trabzon'un en zengin yerlerindendir. İlçenin 17 km kadar güneyindeki Sümela Manastırı (Meryem Ana), Trabzon ili ve Maçka ilçesinin turizm gelirleri bakımından önem arz etmektedir. Tamamıyla yüksek dağlardan oluşan Maçka arazisi, 2000 metreye kadar ormanlarla, daha yükseklerde ise otlaklar ve dağ bitkileri ile kaplıdır. Yayla denilen bu yüksek yerler manzarası, temiz havası ve kaynak suları ile doğal güzellikler yönünden eşsizdir. Meşhur Zigana Geçidi de buradadır. Ünlü ve Trabzon ilinin turizm potansiyeli en yüksek yörelerinden biri olan Şolma Yaylası, turizm merkezi olarak ilan edilmiştir. İlçenin Şolma Yaylası; merkeze 22 km uzaklıkta çam ormanları ile çevrilmiş, soğuk suyu düz çimenleri ve çeşitli kokulu çiçekleri ile görülmeye değer bir yayla konumundadır. Maçka ilçesinde turistik değerlere sahip görülmeye değer birçok yayla vardır. Bunlardan bazıları; Kiraz Yaylası, Labazen Yaylası, Kulindağı Yaylası, Mağura Yaylası (her yıl Ağustos ayının ilk pazarı Mağura Yayla Şenliği olarak kutlanmaktadır), Figanoy Yaylası ve Lişer Yaylası'dır. Ocaklı-İspela'da yer alan Lişer Yaylası'nda her yıl 7 Temmuz günü çevre yaylalar ve köylerden gelen insanlarla "Soğuksu Şenlikleri" kutlanmaktadır. Turizm bakımından Doğu Karadeniz'in ve Trabzon'un en önemli ilçelerinden olan Maçka'da birçok tarihi eser bulunuyor. İlçede bulunan tarihi eserler ise şunlardır: İlk olarak 4. yüzyıl'da Atinalı iki keşiş tarafından mevcut bir mağarayı genişleterek yapılan kilise, 6. ve 13. yüzyıllarda da genişletilmiştir. Meryem Ana'ya ithaf edilen manastır, bir iddiaya göre ismini Rumcadaki "Panaghia sou Mela" dan (Karadağın Bakiresi) almaktadır. 1461 yılında bölgenin Osmanlı egemenliğine girmesinden sonra da faaliyetlerine devam etmiştir. Su kemerleri, kilise ayazma, mutfak, öğrenci odaları, kütüphane, erzak depoları ve mahzenler bulunan manastırdaki frensklerin bir bölümü tahrip edilmiştir. Trabzona 47 kilometre, Maçka'ya 17 kilometre uzaklıkta Altındere Milli Parkı içinde bulunan manastıra, Trabzon Maçka Sümela arası çalışan minibüslerle kolay, güvenli ve ucuz bir şekilde yaz, kış istediğiniz an gidebilmeniz mümkün.Bu araçlar, Trabzon Liman'ı karşısında bulunan Çömlekçi Minibüs Duraklarından her 15 dakikada bir hareket etmektedir. Maçka'ya 8 kilometre uzaklıkta Gümüşhane karayolu üzerinde Kiremitli Köyü'nün çam ormanları arasında yer almaktadır. Manastırın
ilk kurucusu ve yapım tarihi bilinmemektedir.Bununla birlikte bazı araştırmacılar MS 270 ve MS 317 tarihleri arasında kurulduğunu belirtiyorlar. Günümüze oldukça büyük değişiklerle gelebilen manastırı, imparotor I. Justinianus onartmıştır. Bugünkü görünümünde manastırın sağır duvarlı birinci katına batısına merdivenle çıkılmakta ve buradan da küçük bir hole ulaşılmaktadır. Bu girişin iki yanındaki koridorlar ve çevresinde üçerden altı oda yer almaktadır. Son derece harap ve perişan durumdaki manastırda yalnızca yapı kalıntıları vardır. Manastır 1923 yılında terkedilmiştir. Tüm bunlara rağmen hâlen eski ihtişamının izlerini taşımaktadır. Vadi boyunca akan ırmakta kültür balıkçılıği manastıra yakın bir alanda yetiştirilmektedir. Manastıra günü birlik turlar acentelar tarafından düzenlenmektedir. Maçka'nın Atasu (Galyan) Beldesi Kostoulantôn (Şimşirli) Köyü'nde bulunan manastır, vadiye hakim bir tepe üzerinde kurulmuştur. Diğer manastırlar kadar tanınmış olmamakla birlikte gelen yabancı turistlerin büyük ilgisini çekmektedir. Pegasus Pegasus, (Yunanca: Πήγασος, Pegasos) Yunan mitolojisi'nde kanatlı at. Deniz tanrısı; Poseidon ile yılan saçlı Gorgon Medusa'nın oğlu ve dev Chrysaor'un kardeşi olduğuna inanılır. Ayrıca Zeus'un oğlu Herkül'ün kardeşi olarak da bilinir. Perseus tarafından kafası kesilerek öldürülen Medusa'nın kafasından ya da toprağa sıçrayan kanlarından doğduğu gibi iki değişik söylence bulunur. Rengi tamamen beyazdır ve uçmasına olanak veren iki büyük kanadı vardır. Uçarken havada koşan at gibi görünür. Pegasus doğar doğmaz yeryüzünden ayrılmış ve tanrıların diyarına uçmuştur. Zeus'un yıldırımlarını getirme görevini üstlenmiştir. Helicon Dağında bulunan ve Musalar'a (veya "Müzler") ilham verdiği sanılan Hippocrene pınarının Pegasus'un ayağıyla yere vurması sonucu ortaya çıktığına inanılır ve Pegasus "şiirsel ilham" ile özdeşleştirilir. Daha sonraları Bellerophontes tarafından Athena'nın ona verdiği altın dizgin yardımıyla yakalandığı, Kimera ve Amazonlarla olan çarpışmalarında da ona yardım ettiği söylenir. Aşırı hırsın, zararlı olduğunun sembolü olarak gösterilen Bellerophontes Olimpos dağına çıkıp ölümsüzlerin arasına karışmak isteyince onu üzerinden atan Pegasus tek başına Olimpos dağına dönerek eski görevlerine devam etmiştir. Pegasus'un Bellerophon'u üzerinden atmasına sebep olarak Zeus tarafından gönderilen dev bir at sineğinin ısırmasından ürkmesi de söylenceler arasındadır. Daha sonraları kendine eş olarak Euippe (ya da Ocyrrhoe)'yi aldığı ve kanatlı atların soyunu başlattığı söylenir. Kanatlı at Pegasus'un Türk mitolojisindeki adı Tulpar'dır. Niğde'nin ilçeleri Niğde iline bağlı 1'i il merkezi olmak üzere 6 ilçe bulunmaktadır. Niğde ili nüfusu: 352.727'dir. Bu nüfusun % 77,42'si şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 7.234 km²'dir. İlde km²'ye 49 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkezde  97’dir.) İlde yıllık nüfus artışı % 0,36 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 6 İlçe, 29 belediye, bu belediyelerde 138 mahalle ve ayrıca 132 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Merkez (% 1,65)- Ulukışla (-% 3,73). Karabük'ün ilçeleri Karabük ilinin ilçeleri şunlardır: Karabük ili nüfusu: 244.453'dür. Bu nüfusun % 77,16'sı şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 4.142 km'dir. İlde km'ye 59 kişi düşmektedir. (Bu sayı Merkezde  170’dir.) İlde yıllık nüfus artış oranı % 0,87 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 6 İlçe, 7 belediye, bu belediyelerde 78 mahalle ve ayrıca 278 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Safranbolu (% 2,17)- Eflâni (-% 2,67). Bartın'ın ilçeleri Bartın ilinin ilçeleri, Bartın ili nüfusu: 193.577'dir. Bu nüfusun %50,1'i şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 2.330 km²'dir. İlde km²'ye 83 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 139’dur.) İlde yıllık nüfus artış oranı  % 0,62 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 4 İlçe, 8 belediye, bu belediyelerde 48 mahalle ve ayrıca 265 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Merkez(% 1,12)- Kurucaşile (-% 2,32). Aksaray'ın ilçeleri Aksaray ilinin ilçeleri şunlardır: Aksaray ili nüfusu: 402.404'dür. Bu nüfusun %79,5'u şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 7.659 km²'dir. İlde km²'ye 53 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkez ilçede 82’dir.) İlde yıllık nüfus artış oranı  % 1.44 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 8 İlçe, 22 belediye, bu belediyelerde 153 mahalle ve ayrıca 178 köy vardır. 2017 yılı içinde yeni bir ilçe (Sultanhanı) kurulduğundan, nüfus artış oranları tam verilememiştir. Kurucaşile Kurucaşile, Bartın ilinin Amasra ve Ulus ile birlikte 3 ilçesinden biridir. Bartın şehir merkezine 52 km uzaklıkta Karadeniz kıyısında bulunan bir ilçedir. Bölgede ilk olarak Hititler döneminde yaşayan Pala ve Kaşkaların yaşadığı, sonraları Fenikeliler, Karyalılar ve Akalardır. MÖ 306 yılında Kurucaşile ilçe merkezine yaklaşık 8 km uzaklıktaki Tekkeönü'nde Kromna medeniyeti yer alır. Kromna Anadolu'nun Paflagonya bölgesinde, Karadeniz'in kıyısında kurulmuş,bir antik çağ kentidir. Kromna Luvi ve Hitit dillerinde, "baş" anlamına gelen "kar" sözcüğünün çeşitlemerinden olan "kro" kökü ve insan, halk anlamında "umna" takısını almasıyla "Kromna" sözcüğü türetilmiştir. "Uç halkı" anlamı verilebilir. Kromna şehrinin yer aldığı Paflagonya bölgesi batıda Filyos (Billaios) Çayı, doğuda Halys (Kızılırmak) Irmağı, güneyde Frigya (Galatia) ülkesi, kuzeyde ise Pontus Eukseinos (Karadeniz) ile sınırlıdır. Kabaca bugünkü Sinop, Kastamonu, Bartın, Zonguldak ve Çankırı illerini içine almaktadır. Kromna gibi Paflagonya sahillerinde kurulmuş başlıca şehirler şunlardır: Teion veya Teios (Hisarönü), Sesamos veya Amastris (Amasra), Erithnoi (Çakraz), Kytoros (Gideros), Aigialos (Aydos), İonopolis (İnebolu), Sinope (Sinop). Bölgenin ilk halklarının Hititler döneminde yaşayan ve Paflagon soyundan gelen Pala ve Kaşkalar olduğu sanılmaktadır. Bundan sonra bölgede Fenikeliler, Kayralar ve Akalar görülmektedir. Bu toplulukların amacı Anadolu ve Kafkasya kıyılarındaki bakır, demir ve altın madenlerini işletmek, ton balığı avlamak, kara avcılığı, buğday ve esir ticareti yapmaktı. 3.000 yıllık bir tarihi olan ilçenin, İlk Çağ'da Fenikeliler başta olmak üzere, Miletoslu ve Megaralı gemiciler tarafından kurulan Kromna adında bir site olduğu çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. Roma, Bizans ve Ceneviz hakimiyetinden sonra yörede görülen ilk Türk komutanı Kutalmışoğlu Süleyman Bey'in komutasındaki Kara Tiğin'dir. Yıldırım Beyazıt 1395’de bu bölgeyi Candaroğullarından alarak Osmanlı hakimiyetine katmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilanı'ndan 1957 yılına kadar Bartın ilçesine bağlı nahiye olarak kalan Kurucaşile, 27 Haziran 1957 tarih ve 9644 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan 19 Haziran 1957 tarih ve 7033 sayılı kanunla ilçe olmuş ve Zonguldak iline bağlanmıştır. 1991 yılında Bartın’ın il yapılmasıyla beraber Bartın’ın ilçesi olmuştur. Kurucaşile, Bartın'ın 62 km kuzeydoğusunda, Zeytin ve Sandal burunlarıyla sınırlanan bir kasabadır. Batı Karadeniz sahilinde 1965 yılında Devlet Kara Yolları tarafından yaptırılan ve 1974 yılında asfalt ile kaplanan, 010 nolu karayolu üzerinde, zengin doğa güzelliklerine sahip bir kıyı kasaba görünümündedir. Kuzeyinde Karadeniz, güneyinde Bartın ili, doğusunda Cide ve batısında Amasra ilçeleri bulunmaktadır. İlçenin rakımı deniz seviyesinden 1500 metreye kadar çıkmaktadır. İlçenin güneyi Küre dağlarının bir uzantısı olan Karadağ, Kayaardı ve Karsaduran dağları ile çevrilidir. 159 km²’lik yüzölçümünün %40’ı ormanlarla çevrili olan ilçede tarım alanı yok denecek kadar azdır. İlçede tipik Türkiye'de Karadeniz iklimi hakim bulunmaktadır. Buna göre kışları soğuk ve yağışlı yazları ise ılık ve yağışlı geçmektedir. Kapısuyu Plajı: Kurucaşile ilçe merkezine 3 km uzaklıktaki Kapısu Köyü'nde bulunan bu plaj yaklaşık 1 kilometrelik doğal kumsalıyla Kurucaşileliler kadar çevre il ve ilçelerden gelen insanlar tarafından da rağbet edilmektedir . Yüzme için güvenli sığ bölümleri de olan Kapısuyu plajında kalmak isteyenler için iki adet pansiyon ve bir de lokanta bulunmaktadır. Karaman Plajı: Batın Kurucaşile yol güzergahında ve Bartın’a 45, Kurucaşile merkezine 17 km uzaklıkta bulunan Karaman plajı 200 metrelik kumsalı, köy olma konuma ve sığ denizi dolayısı ile çevredeki vatandaşların yaz aylarında yoğun olarak denize girdikleri plajlardan biridir. Liman Mevkii: İlçe merkezinde Liman mevkiinde bulunan iki küçük plaj özellikle ilçe merkezinde denize girmek isteyenlerin ihtiyaçlarını karşılamaktadır.Fakat genellikle ilçe halkı limanda bulunan fenerin etrafında denize girmeyi tercih etmektedir. Yeraltı Plajı: İlçe merkezine 4 km uzaklıkta ve Cide ilçesi sınırları içerisindeki bu plaja ancak tekne ile gidilmektedir. Gökçekale Koyu: Kurucaşile-Cide yolu güzergahında bulunan bu köy ilçe merkezine 7 km uzaklıktadır.Cide ilçesinin mülki sınırlarında kalmakla beraber gerek sığ ve güvenli denizi ve gerekse olta balıkçığına uygun olması dolayısıyla Kurucaşilelier tarafından yoğun olarak kullanılmaktadır. Tekkeönü Plajı: Ovatekkeönü sınırları içerisinde bulunan plaj yaklaşık 300 metre doğal sığ kumsalı ile yaz aylarında yoğun rağbet gören plajlardan biridir. Çambu yalısı: Hisar köyünde mevcut kalenin batı bölümün de yer alan bu şirin köy 200 metrelik çok güzel bir kumsala sahiptir. Başta çevre köylerden gelen insanlar olmak üzere yaz aylarında yoğun talep gören kumsallarından biridir. Gölderesi Şelalesi: Kurucaşile ilçe merkezine 18 km.uzaklıkta bulunan bu şelaleye kanatlı köyünden 3 kilometrelik orman yolu katedilerek gidilebilmektedir. Kapısu Deresi: Kapısuyu deresi Kurucaşile ve Cide İlçesi ile beraber Bartın ve Kastamonu il sınırını oluşturmaktadır. Başköy köyüne kadar kenarında piknik yapılabilecek alanlarda bulunan bu dere tracking sporu içinde de son derece uygundur. İlçe merkezinden geçen 010 no
'lu karayolu 1965 yılında yapılmış olup 1974 yılında asfalt kaplaması bitirilmiştir. İlçeyi Bartın il merkezine bağlayan 52 km'lik bu yol aşırı virajlı, dar ve iniş-çıkışlıdır. Aynı zamanda 11 köy bu yol güzergahındadır. İlçeye en yakın hava alanı Zonguldak Havalimanı'dır. İlçe merkezi ve hisar köyünde 2 balıkçı barınağı bulunmaktadır. İlçede telefonu olmayan köy bulunmamaktadır. Merkez ve köylerde santral kapasiteleri yeterli olup talepler hemen karşılanabilmektedir. İlçe merkezinin mevcut elektrik şebekesi düzenli olarak çalışmakta olup önemli bir sorun bulunmamaktadır. Köylerin elektrik şebekeleri büyük ölçüde yeterlidir. Nevşehir'in ilçeleri Nevşehir ilinin ilçeleri şunlardır: Nevşehir ili nüfusu: 292.365'dir. Bu nüfusun % 78,03'ü şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 5.485 km²'dir. İlde km²'ye 53 kişi düşmektedir. (Bu sayı merkezde  237’dir.) İlde yıllık nüfus artışı % 0,51 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 8 İlçe, 23 belediye, bu belediyelerde 125 mahalle ve ayrıca 153 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Merkez (% 2,37)- Hacıbektaş (-% 2,09). Altunhisar Altunhisar, Niğde ilinin bir ilçesidir. Kasaba ve köyleri genelde (Kayı Boyu) Türkmen yörükleri tarafından kurulmuştur. Son yıllarda TOKİ konutları, Şehirlerarası otobüs terminali ve Engelliler Eğitim Merkezi'nin yapılmasıyla ilçede büyük bir gelişme başlamıştır. Niğde'yi Aksaray ve Ankara'ya bağlayan yol Altunhisar'dan geçmekte olup bu yol 2011'de duble yol haline getirilmiştir. Niğde'nin batısında yeralan Altunhisar önemli tarım alanlarına sahiptir. İlçe Kapadokya bölgesi sınırları içerisindedir. Eski adı Ortaköy olarak bilinir. MÖ 1500-1300 yıllarında bölgenin adı Anduğı olarak geçmektedir. Osmanlı zamanında Ortaköy adını almıştır. Altunhisar, Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesinde yer almaktadır. 2010 yılında Çiftlik ilçesi ile Altunhisar ilçesi arasına bu ilçeleri birbirine bağlayan asfalt yol yapılmıştır. Bu yolun Altunhisar'dan çıkışından itibaren 1 km ilerisinden sağa girildiğinde burada muhteşem kayaların oyulmasıyla oluşturulmuş ve tarihi milattan öncelere kadar giden Bayatönü Kayaevi Yerleşimleri bulunmaktadır. Bakımsızdır ama 3 katlı mağara evleri görülmeye değerdir. 2005-2006 yılarında Orman Bakanlığı tarafından Altunhisar'ın yayla yolu kısmına 500 hektar büyüklüğünde orman kurulmuş olup, yeni dikilen fidanların yetişmesinden sonra, Altunhisar ikliminde değişiklikler beklenmektedir. Çömlekçi, Karakapı, Keçikalesi, Ulukışla, Yakacık, Yeşilyurt Akçaören, Uluören Yuva, Aksaray Yuva, Aksaray'a 23 kilometredir. Aksaray ovasina hakim yüksek bir tepenin yüzeyine kurulmustur. Çamardı Çamardı Niğde ilinin ilçesidir. Niğde’nin biri merkez olmak üzere altı ilçesi vardır. Merkez bucağına bağlı 20 köyü vardır. Yüzölçümü 1204 km² olup, nüfus yoğunluğu 14’dür. İlçe toprakları dağlıktır. Orta Torosların uzantısı olan Aladağlar ilçe topraklarının tamamını kaplar. En yüksek noktası Demirkazık Tepesi olup 3756 metredir. Başlıca akarsuyu Ecemiş Çayıdır. İlçede düzlükler yok denecek kadar azdır. Ekonomisi hayvancılığa dayanır. tarım sınırlı ölçüde yapılır. Başlıca tarım ürünleri tahıl ve baklagillerdir. Meyvecilik yaygın olarak yapılır, en çok elma yetiştirilir. İlçe topraklarında demir, çinko, kurşunlu çinko, antimon yatakları vardır. Bu mâdenler özel ve kamu kuruluşları tarafından işletilir. Ayrıca Demirkazık Tepesi turistlerin ilgi odağıdır ve dağcılık gelişmiştir. Tepenin eteklerinde turistlere hizmet veren bir dağ oteli mevcuttur İlçe merkezi, Demirkazık Tepesi'nin eteklerinde dar bir vâdide kurulmuştur. İl merkezine 69 km mesâfededir. Denizden yüksekliği 1250 metredir. Halk yazın havası çok güzel olan Üç Kapılı Yaylasına çıkar. Eski ismi "Bereketli Maden"’dir. 1948’de ilçe olan Çamardı’nın belediyesi 1927’de kurulmuştur. M.Ö. 3000-2000 yıllarını kapsayan eski Tunç Devri’nde Çamardı ve çevresinin önemli bir yerleşim bölgesi olduğu Celaller Köyü civarında Göltepe Kestel ören yerinde yapılan arkeolojik kazılar sonunda anlaşılmıştır. Orta Anadolu’da Hitit Dönemi olarak bilinen M.Ö.2000-700 yıllarında Niğde ve civarında dolayısıyla Çamardı’nda Hititler’in hüküm sürdüğü bilinmektedir. Daha sonra sırasıyla Roma İmparatorluğu ve Bizans İmparatorluğu (Doğu Roma) hakimiyetine giren İlçenin Türklerle ilk teması Melikşah zamanındadır. Bölgenin Selçuklular tarafından fethedilmesi (1166) bunu takip eden yıllarda II. Kılıçarslan Dönemi’ne rastlar. 1243 yılından sonra İlhanlıların himayesine giren İlçe daha sonra Eratna Beyliği ve Karamanoğulları Beyliği himayesine girmiştir. Osmanlı Devleti’nin bölgeyle ilgili ilk teması Yıldırım Beyazıt dönemindedir. Beyazıt savaşmaksızın aldığı Konya-Niğde civarını tekrar Karamanoğulları’na vermiştir. İlçemizin de bulunduğu bölgeler kesin olarak 1471 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır.1869 Konya Vilayeti salnamelerinde Niğde Merkez kazasına bağlı halen Çamardı İlçesi’nin mahalleleri olan Bereketli ve Maden Karyelerinden bahsedilmektedir. Çamardı 1910 yılından 1948 yılına kadar mülki taksimata göre bucak teşkilatı olarak kalmış, Vilayet merkezine olan uzaklığı ve kış aylarında yolun kapanması gibi nedenlerle hizmet götürmede güçlüklerle karşılaşıldığı için İlçe Teşkilatı kurulmasına gerek görülmüş, 11 Haziran 1947 tarihinde Bakanlar Kurulu kararı ile İlçe yapılmıştır. İlçenin halen kullanılan ÇAMARDI ismi tarihte bazen Şamardı, bazen Maden ve Bereketli olarak kullanılmıştır. İlçe yerleşim yerinin dağlık ve ormanlık bölgede kurulu olması Çamardı adını almasında etkili olduğu rivayet edilmiştir. Çamardı İlçesi, Niğde İlinin güneydoğusunda Toros Dağlarının eteklerinde kurulmuştur. Niğde Merkez İlçe, Bor, Ulukışla ve Adana İli hudutları ile çevrilidir. 1204 Km.² yüzölçümüne sahip İlçenin rakım ortalaması 1600 m dir. İlçe merkezinin rakımı ise 1250 m.dir. İlçenin yüzey şekilleri coğrafi açıdan oldukça engebeli ve 2/3’ü dağlıktır. Torosların en yüksek zirvesi olan Demirkazık 3756 m. yüksekliğinde ve İlçe sınırları dahilindedir. Arazinin 1/3’ü yayladır. İlçenin belli başlı su kaynakları Merkez Karapınar Mevkii’nden çıkan dere ile Ecemiş Çayı’dır. Bu kaynaklar İlçenin güneyinde birleşerek Adana topraklarında Seyhan Nehri’ne katılmaktadır. İklim itibarıyla İç Anadolu Bölgesi’nin karakteristiği olan karasal iklim hakimdir. Yaz sıcaklığı 20-28 derece dolaylarında; kışın ise eksi 5 ile 10 derece dolaylarında olmaktadır. Kış mevsiminde kar kalınlığı zaman zaman 40–50 cm.’ye yaklaşmaktadır. Kar ve yağmur olarak yağışın en fazla olduğu aylar Aralık-Mart-Nisan ve Mayıs Aylarıdır. Metrekareye düşen yağış miktarı 1 kg. ve 1,6 kg. arasında değişmektedir. İlçeye bağlı 19 köyün yüzölçümleri toplamı 879.411 m².dir. Çukurbağ Köyü Emli Boğazı, Elekgölü ve Yelatan Köyleri ile Demirkazık Dağ ve Kayakevi civarında bir miktar ağaçlandırma çalışması yapılmıştır. İlçe sınırları içinde geniş ağaç dikim alanları bulunmaktadır Çiftlik, Niğde Çiftlik, Niğde ilinin bir ilçesidir. İlçenin adı eski bir sığır çiftliğinden kaynaklanır. Bölge Melendiz (Malandusa) olarak da bilinir. Bazı kaynaklarda ise Melendiz isminin Malazgirt savaşındaki bir akıncı beyinin ismi olduğu zikredilmekterdir. Melendiz bey Konya ve Göller bölgesi civarına akınlar düzenlemiştir. Bu bölgeye de Melendiz Bey'in isminin verildiği bazı kaynaklarda yer almaktadır. Bölgeye daha sonra gelen Türkmenlerin yerleştiği asıl geliş bölgelerinin ise Taşkent civarı olduğu dil özellikleri bakımından benzerlikler taşıdığı Prof.Dr. Sadi Maksudi Arsal tarafından belirtilmiştir. Çiftlik ilçesi Niğde Merkeze 67, Aksaray'a ise 65 km mesafededir. Niğde merkeze 32 km mesafede dağ yolu diye bilinen bir yol daha mevcut olup yolun stabilize olması ve kış aylarında yoğun kar nedeni ile kapanması ulaşımı engellemektedir. Bu yol üzerinde çalışmalar devam etmektedir. Çiftlik ilçesine bağlı 3 kasaba (Azatlı, Bozköy, Divarlı ) ve 9 köy (Sultanpınarı, Ovalıbağ, Çardak, Mahmutlu, Kulaköy, Şeyhler,Çınarlı,Murtaza,) vardır. Yakınlardaki Tepecik – Çiftlik Höyüğü'nde bol bol tarihi eser bulunmakla beraber Çiftlik'te obsidyen taşları boldur. İlçe toprakları orta yükseklikteki dalgalı düzlüklerden meydana gelir. Güneyinde Melendiz Dağı, güneybatısında Hasan Dağı yer alır. Başlıca akarsuyu melendiz çayıdır. Melendiz Çayının çıkışı 3 koldan olup hepsi ovanın aşağısında ovalıbağ mevkiinde birleşir. Çayın kolları Azatlı-Ramat-Divarlı Asmaız ve Kula çayı olarak isimlendirilir. ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri elma, fasulye, buğday, arpa, üzüm ve patatestir.Özellikle patates çok üretilir.Oranın yerel şivesi ile patatese pates ve tomeste denir. Hayvancılık gelişmiştir. En çok koyun beslenir. Sepicilik, dokumacılık, keçecilik, halıcılık başlıca el sanatlarıdır. İlçe merkezi Beyazsu Deresi kıyısında kurulmuştur. Merkez ilçeye bağlı bucakken 9 Mayıs 1990’da 3644 sayılı kanunla ilçe oldu. Helvadere, Aksaray Helvadere, Aksaray ilinin Merkez ilçesine bağlı bir beldedir. Belde sınırları içerisinde, Hasandağı'nın eteklerinde bulunan Nora, Mokissos, Viranşehir olarak adlandırılan antik şehrin kalıntıları bulunmaktadır. Yerleşim 1968 yılında belediye olmuştur. Belde sınırları içerisinde Kara Han ve Kasaba içerisinde Yeni Cami leri mevcuttur. Yerleşim Aksaray'ın 28 km güneydoğusunda, Hasandağı'nın kuzey eteklerinde kuruludur. Yerleşimin hemen kuzeyinde Helvadere göleti bulunmaktadır. Belde ekonomisi genel olarak tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Yerleşimden çalışmak için yurtdışına ve yurtiçine oldukça fazla göç verilmektedir. Belde de geçimini yer yer turizm faaliyetleri ile sağlayanlar da vardır. Ayrıca Aksaray da nadir olarak bulunan ve birçok misafirin ağırlandığı alabalık tesisleri de mevcuttur. Hıbır Hıbır, 1989-1995 ve HBR Maymun olarak 1995-1998 yılları arasında yayınlanan Türk mizah dergisidir. Hıbır Dergisi, dönemin popüler ve çok satan mizah dergisi Gırgır'ın en popüler yazar ve çizerlerinden Hasan Kaçan, Ergün Gündüz, Latif Demirci ve Atilla Atalay önderliğ
indeki bir grubun 1989'da Gırgır'dan ayrılmasıyla kuruldu. İlk yayınlandığı dönemlerde Gırgır'la hemen hemen aynı satış rakamlarına ulaştı. Sadece sarı ve siyah renklerle basılan Gırgır'a karşı tam renkli kapağı ve büyük ölçüde renkli içeriği ile görsel kalitesini üst düzeyde tutmaya çalıştı. 1990'da Gırgır'ın Oğuz Aral ve ekibinin yönetiminden alınarak Ertuğrul Akbay'a satılması sonrası bütün mizah dergilerinin satışlarının hızla düştüğü dönemde Hıbır'ın satışı da bir hayli düştü. Düşen satışların üzerine, bağlı bulunduğu Asil Nadir'in sahip olduğu İnterpress yayın grubunun içine düştüğü parasal sıkıntılar da binince, çizerler gruptan ayrılarak kendi kurdukları yayınevinden Hıbr'ı HBR Maymun adı ile yayımlanmaya devam ettiler. Satışların düşmeye devam etmesi sonucu HBR Maymun da 1998'de kapandı. Hıbır dergisi HBR Maymun adını alarak bağımsız bir yayınevine dönüştükten sonra pek çok çizgi roman dergisi çıkartarak çizgi roman dünyasına katkıda bulundu. Hıbır ekibi değişik dönemlerde değişik çizerlerden oluştu. Kurucu ekip sabit kalmakla birlikte başlangıç kadrosu ile kapanış kadrosu büyük ölçüde farklıdır. Kastamonu'nun ilçeleri Kastamonu ilinin ilçeleri şunlardır: Kastamonu ili nüfusu: 372.373'dür. Bu nüfusun % 62,79'u şehirlerde yaşamaktadır (2017 sonu). İlin yüzölçümü 13.064 km2'dir. İlde km2'ye 29 kişi düşmektedir. (Bu sayı Abana'da  142’dir.) İlde yıllık nüfus % 1,21 azalmıştır. 2018 yılında TÜİK verilerine göre merkez ilçeyle beraber 20 İlçe, 20 belediye, bu belediyelerde 162 mahalle ve ayrıca 1.065 köy vardır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Hanönü (% 1,45)- İhsangazi (-% 6,09). Fajans kuralı Fajans kuralı, İnorganik kimyada kullanılan bir kuraldır. Kasimir Fajans tarafından biçimlendirilmiştir. Bir bileşiğin elementleri arasındaki kimyasal bağın kovalent bağ ya da iyonik bağ olup olmadığının tahminine yarar. Katyonun elektriksel yüküne ve ayrıca katyon ve anyonun göreceli boyutlarına bağlıdır. Aşağıda görülen tablodaki gibi özetlenebilir: Dolayısıyla örneğin, sodyum klorür (düşük pozitif yüklü (+1), oldukça büyük katyon ve küçük anyon) iyonik, oysa aluminyum iyodür (Al"I") (yüksek pozitif yük (+3) ve büyük bir anyon) kovalenttir. Haramiler Haramiler, 1966'da Uğur Dikmen tarafından kurulmuş olan rock müzik grubudur. 1968'de Altın Mikrofon yarışmasında ikinci olmuştur. Kısa bir süre sonra dağılmıştır. 1990'lı yılların ortalarında başka kişilerce aynı isimle, eski grubun kurucularından izin alınarak kurulmuştur. Grup, Eskişehir çıkışlı bir rock müzik grubudur. Grup üyeleri Eskişehir Osmangazi Üniversitesi mezunudur. Şimdiye kadar yayınlanan iki albümü bulunan grup, albümlerinde özellikle Anadolu ezgilerini yoğun olarak kulanmıştır. Solistleri Ayhan Yener ile 2006 yılında vizyona giren "Keloğlan Kara Prens'e Karşı" isimli filmin soundtrack çalışmasını yapmışlardır. 1960'lı yıllardaki ilk Haramiler grubunun kurucu üyesi Uğur Dikmen'in de destek vermesiyle yine Haramiler adında bir grup genç üyeler tarafından 1991 yılında Eskişehir de kurulur. İlk Haramiler grubu gibi Anadolu Rock tarzında müzik yapmaktadırlar. İlk albümleri "Alın Yazısı" 1998'de Ada Müzik etiketiyle çıktı. Albümün en ilgi gören parçası olan Mavi Duvar'a video klip çekildi. Drama Köprüsü, Alın Yazısı, Balıkçının Öyküsü, Camdan Küre gibi güzel parçaların bulunduğu albümüyle Anadolu Rock müziğini bize yeniden yaşatan Haramiler cover parçalardan oluşan 2. albümünü 2002 yılında piyasaya sürer. Grup bu albümünde Dadaloğlu, Fabrika Kızı, Leylim Ley gibi klasikleşmiş parçaları bize yeniden sunmuştur. Kasimir Fajans Kazimierz Fajans ("Kasimir" veya "Casimir" olarak da anılır) (d. 27 Mayıs 1887, Varşova – ö. 18 Mayıs 1975, Ann Arbor-Michigan). Polonya asıllı Amerikalı kimyacı. Kimyasal bağ yapısı, radyoaktivite ve izotoplar üzerine çalışmaları vardır. Leipzig, Heidelberg, Zürih ve Manchester'de eğitim almıştır. 1911'den 1935'e kadar Almanya'da çalışmış ve Münih Üniversitesi'nin Fiziksel Kimya Enstitüsünün yöneticiliğini yapmıştır. İnorganik kimya alanında, sonraları Fajans kuralı olarak bilinecek olan, kovalent ve iyonik bağların oluşmasındaki kuralları ortaya koyan formülü geliştirmiştir. 1913'te Frederick Soddy'den bağımsız fakat eş zamanlı olarak, izotoplar teorisini geliştirmiş ve bu teoriyi Uranyum-238 in radyoaktif bozunumunu açıklamada kullanmıştır. Yine aynı yıl, Otto H. Göhring ile birlikte Protaktinyum elementini tanımlamıştır. Radyoaktiviteyi kullanarak minerallerin yaşını hesaplama yöntemlerini geliştirmiştir. Rus biçimciliği Rus biçimciliği Victor Shklovsky, Yuri Tynianov, Boris Eichenbaum, Roman Jakobson, Grigory Vinokur gibi Sovyet yazarları tarafından 1915-1930 yılları arasında geliştirilmiş bir edebiyat eleştirisidir. Şiir dilinin ve edebiyatın özerkliğini savunur. Mikhail Bakhtin ve Yuri Lotman gibi yazarları etkilemiş ve yapısalcılığın oluşmasına da zemin hazırlamıştır. Roman Jacobson, daha sonra Çekoslovakya'ya giderek Prag dil bilim topluluğunu kuranlara katılır ve biçimciliğin Avrupa'da yayılmasına etkin olmuştur. 19. yüzyıl roman eleştirisi esere dönük değildi. Romanı anlamak için sanat eseri yerine sanatçının kendisine yönelirdi. Eserin sanat dışını anlattığı, sanatın işlevinin duygu anlatımı olduğu düşünülüyordu. Edebiyatı anlamak için tarihe, sosyolojiye, politikaya bakılıyordu. Fakat Rus biçimciler eserden hareket ederek, eseri anlamak için onun biçimsel özelliğinin, bir başka deyişle yazınsallığının ne olduğunun olduğunu sorguluyorlardı. Şiirin okura söyleyebileceği çok şey olabilir. Şairin okura hangisini anlatmak istediği anlaşılamaz.Bu noktada da dilin önemi ortaya çıkar.Gerçeklik yerine dil daha önemli bir kavram olarak belirir.Yazınsallık da bu dilin nasıl kullanılıcağı ile ilgili bir kavramdır.Standart dilin dışında , şiir dili vardır. Şiir dili standart dilden farklıdır ,standart dilden sapmadır.Standart dilin kurallarını yıkan bir dildir.Bu standart dilin de sapması 3 şekilde sağlanır. Bu değişiklikler ile şiir dili standart dilden farklılaşır.Ve bu şekilde şiir "defamiliarisation" yani "alışkankanlık kırma" ile bizde bir farkındalık yaratır. Dış dünyaya ,nesnelere ,davranış ve düşünüş biçimlerine baka baka bunları kanıksarız.Fakat şiir bu olağan kanıksamamızı kendine özgü diliyle kırar ve onları yeniden taze bir bakış açısıyla anlamamızı sağlar.Sanat dünyayı algılamamızda yeni bir yol getirir.bu standart ve şiir dilinin ayrılması ve şiir dilinin standardı yıkmasından sonra oluşan yenilikler de zamanla klişeleşir.Fakat eskinin yeni ile değişmesi geleneği her zaman yeniliği getirir.Dış dünya ,duygular, düşünceler ise ancak şiirin malzemesidir Bundan ötürüdür ki Rus Biçimcileri edebiyatın yalnız biçimsel nitelikleri üzerinde durdular çünkü yazınsallığı sağlayan yalnızca bunlardı. Rus biçimciler arasında dilbilime daha çok önem veren ve yapısalcılığa geçişin temeli olan Roman Jacobson, dilin şiirsel işlevi ile diğer işlevlerden ayırarak, bu konuyu en iyi işleyen kuramcı olmuştur. Jacobson bir iletişim eyleminde altı öge olduğunu savunur. Başta bir gönderici (sender) vardır; karşısındaki ile konuşan ya da dersi anlatan ya da mektubu, raporu, romanı yazan kişi olabilir. Göndericinin söylediği ya da yazdığı bildiri (message) vardır. Bu bildirinin bir de alıcısı (receiver) vardır.Bu üç öge dışında bildirimin anlamlı ve ulaşılabilir olması için başka ögeler de gereklidir. Bu aktarımı ise bildirici yapar. Bu iletici elektronik posta yazı veya söz de olabilir. Bildirinin alıcılara anlaşılabilmesi için ortak bir kod (code) ile (ortak bir dil, örneğin) ifade edilmesi lazım. Altıncı öge ise bildirinin göndergesini oluşturan bağlam’ (context) dır. Medusa Medusa, Yunan mitolojisinde gözlerine bakanı taşa çevirdiğine inanılan yılan saçlı, keskin dişli, dişi canavar. Gorgon kardeşlerden tek ölümlü olandır. Bu yüzden insanların kahramanı Perseus tarafından öldürülebilmiştir. Perseus, Graeae'nin ona verdiği ayna ile Medusa'ya bakabilmiş ve böylece kafasını taşa dönüşmeden kesebilmiştir. Bazı kaynaklar ise Hermes'in (Merkür) ona verdiği orak ve Athena'nın verdiği ayna ya da kalkan ile onu öldürdüğünü söyler. Sağ taraftaki kanı zehirlidir sol tarafında panzehiri vardır. Kafasını kestikten sonra Medusa’nın boynundan denize sıçrayan iki damla kandan Chrisaor ve Pegasus doğmuştur. Bazı kaynaklarda kafası kesildiğinde Medusa'nın hamile olduğu yazar. İki çocuğun da babası "Deniz Tanrısı Poseidon"dur. Bir diğer kaynak ise Medusa'nın boynundan fışkıran her bir kan damlasının yılanlara dönüştüğünü söylemektedir. Perseus, Medusa'nın kafasını kestikten sonra onu, taşa çevirme laneti ile, bir süreliğine silah olarak kullanmıştır. Eve, annesinin bulunduğu adaya döndüğünde, annesinin kralla zorla evlendirilmeye çalışıldığını görür ve ona “Anne, gözlerini kapat der.” Medusa’nın kafasını havaya kaldırır. Onu gören herkes lanetten ötürü bir anda taşa dönüşür. Daha sonra ise Perseus Medusa'nın kafasını Athena'ya verir ve Athena da onu kalkanına yerleştirir. Başka bir kaynağa göre ise Perseus Medusa'nın kafasını Argos'taki pazar yerine gömmüştür. Aslında Medusa'nın kafasındaki yılanlar Athena'nın lanetidir. Medusa çok güzel bir kızdır ve altın sarısı saçları Poseidon'u cezbeder. Poseidon, Athena'nın bir tapınağında Medusa ile birlikte olur ve Athena buna karşılık Medusa'nın saçlarını yılanlara dönüştürür. Ve onu lanetler. Laneti ise "ona kim bakarsa taşa dönüşsün" şeklinde olur . Klasik mitolojide Medusa Kainatın, Tanrılar tarafından bölüşüldüğü çağlarda, Medusa adında güzelliğiyle herkesi kıskandıran, aynı zamanda bütün tanrıları kendisine aşık eden bir kız yaşarmış. Medusa o kadar güzel bir kızmış ki yeryüzünde güzelliğiyle ona rakip olabilecek başka bir kadın bulmak mümkün değilmiş. Bu yüzden derlermiş ki; yeryüzünde bütün kadınlar bu güzelliği yüzünden Medusa'yı kıskanırmış. İşte bu güzel Medusa kendisini Tanrılara adamış ve iki kız kardeşi ile birlikte baş Tanrı Zeus'un en sevdiği kızı zekâ Tanrıçası Athena'ya ait bir tapınakta yaşarmış. Phorkus ve Keto'nun kızları olan bu ü
ç kız kardeşten Medusa'nın haricinde diğer ikisi ölümsüzmüş. Kendi tapınağında yaşayan bu güzel kızı gören Athena da kızın güzelliğinden etkilenmiş ama kendisini daha güzel ve çok daha zeki bulduğu için de pek fazla önemsememiş. Athena, Baştanrı Zeus'un kardeşi olan denizlerin efendisi büyük Poseidon ile birlikteymiş. Güçlü ve ölümsüz, büyük Tanrı Poseidon da karısı Athena'nın tapınağında yaşayan bu güzeller güzeli kızın farkındaymış ama Tanrılar katında bir ölümlüye aşık olduğu için küçümsenmekten korktuğu için de gizliyormuş ona olan ilgisini. Bir gün Athena her şeyi bilen baş Tanrı Zeus'un izniyle öğrenmiş Poseidon'un, Medusa'ya karşı ilgisini. Poseidon bunu şiddetle reddetmiş ve Tanrıça Athena'ya da yeryüzü ve gökyüzünde ondan daha güzel ve alımlı hiçbir canlının olmadığı üzerine yeminler etmiş. Athena da Poseidon'un bu söylediklerine inanarak olayı çok fazla büyütmemiş.Poseidon Athena'ya öyle demiş demesine ancak yine de bir türlü çıkaramıyormuş aklından dünyalar güzeli Medusa'yı. Medusa tutkusu yüzünden Poseidon aklını kaçıracak gibi oluyormuş. Sonunda denizlerin büyük tanrısı bu tutkusuna yenik düşmüş ve bir gün gizlice girdiği sevgilisi Athena'nın tapınağında, güzeller güzeli Medusa'ya zorla sahip olmuş. Dünyalar güzeli Medusa harap bir halde tapınakta kalmaya devam ediyormuş ama bu olayı Athena'nın duyması da fazla zaman almamış. Athena, güçlü Poseidon'un bu yaptığı karşısında kendisini aşağılanmış hissetmiş. Bu hissi önce derin bir kıskançlığa, sonra da büyük bir sinire dönüşmüş. Öyle hiddetlenmiş,öyle hiddetlenmiş ki Medusa'yı çok acı bir şekilde cezalandırmaya karar vermiş ve kendi kendine demiş ki "Öyle birden öldürmeyeceğim onu ve kardeşlerini, onlara da önce büyük acılar çektirmeliyim.Tıpkı benim çektiğim gibi."Ve bu sinirle Medusa ve kız kardeşlerini birer ifrite çevirivermiş. Dünyalar güzeli Medusa ve kız kardeşlerinin artık yüzleri o kadar çirkinmiş ki kimse bakmaya tahammül bile edemiyormuş. Medusa'nın gören herkesi bir mecnuna çeviren, en ufak bir yelde bile bütün telleri havalanan o güzelim saçlarının her bir teli bir yılana dönüşmüş. Bununla da yatışmayan Athena'nın siniri Medusa'ya yine de bakmaya çalışan herkesi o bakışların taşa çevirmesini sağlamış ve o da bunun üzerine dünyanın en kuzeyindeki Hyperborea'ya sürülmüş. Gel zaman git zaman Athena bu cezayla da yetinmemiş ve Medusa'yı öldürmek için Argos Kralı Akrisios'un kızı Danae'nin, Zeus'tan olma oğlu Perseus'la yani üvey kardeşiyle işbirliği yaparak Medusa'nın kafasını kesmeye karar vermiş.Perseus üvey kız kardeşinin bu isteğini hemen yerine getirerek ışıltılar saçıp insanların gözlerini kamaştıran keskin kılıcını savurduğu gibi zavallı Medusa'nın yılan saçlı kafasını bedeninden ayırıvermiş. Ancak Athena'nın bilmediği bir şey varmış. Güzel Medusa, Poseidon'un kendisine zorla sahip olduğu gece denizlerin kudretli Tanrısından hamile kalmış. Perseus'un gözleri kamaştıran kılıcı Medusa'nın kafasını bedeninden ayırdığı anda Poseidon'un Medusa'nın rahmine bıraktığı çocukları Pegasus ve Chrsyar, Medusa'nın cansız bedeninden dışarı çıkıvermişler.Athena, denizler tanrısı Poseidon'dan olma bu iki kardeşi kendisine köle yapmaya karar vermiş. Kardeşlerden Chrsyar'ın iyi bir savaşçı olacağını düşünen Athena onu kendisine, kanatlı beyaz bir at olarak doğan Pegasus'u da Korinthos şehrinin kralı Glaukos'un oğlu Bellerophone'e vermiş. Pegasus'u ona vermesinin nedeni de Bellerophone'nin ağzından ateşler saçan, aslan başlı, keçi gövdeli ve yılan kuyruklu Khmimaira adında bir canavarla savaşmaya gidecek olmasıymış. Athena, uzun zamandır bu canavarla savaşmak için yardım isteyen Bellerophone'a Pegasus'u vererek yardım çağrılarına da kayıtsız kalmadığını göstermiş böylece. Athena "Pegasus, Bellerophone için bu savaşta oldukça işi yarar, ne de olsa denizler Tanrısı güçlü Poseidon'un oğlu" diye düşünmüş. Bellerophone, Pegasus'u iyi bir savaşçı olarak eğitmiş ve çok güzel bir dostluk kurulmuş aralarında. Zamanı gelince de Bellerophone kanatlı atı Pegasus'a binerek Khimaira ile savaşmaya gitmiş. Pegasus canavarın ağzından fışkırttığı alevlerin kendilerine ulaşamayacağı bir yüksekliğe çıkmış. Bellerophone da canavara havadan oklarıyla saldırmış. Kurşun ve demir karışımı oklarının birbiri ardına fırlatmış korkunç canavara. Canavar yaralanıyormuş ama bu yaraları hiç de ölümcül değilmiş. En sonunda elinde tuttuğu, Tanrıların onu kutsadığı mızrağını kaldırmış ve canavar Khimaira'nın en zayıf yerine, yani tam çenesine saplamış. Canavar Khimaira'nın ağzından fışkırttığı alevler mızrağın kurşun ucunu hemen eritmiş. Eritince de kurşun canavarın boğazından içine doğru akmış ve canavar oracıkta ölüvermiş. Bellerophone canavarın cansız bedenine gururla bakmış. Yakın dostu büyük ve güçlü Tanrı Poseidon'un oğlu Pegasus'la birlikteyken yenemeyeceği hiçbir düşman olamayacağını düşünmüş. Bellerophone bu büyük zaferinin sarhoşluğu içinde kendinden geçmiş ve artık kendisini de bir Tanrı olarak görmeye başlamış. Yerinin de Tanrıların yaşadığı Olympos Dağı'nın zirvesi olduğunu düşünerek oraya doğru yola çıkmış. O sırada Olympos'taki tahtında olup biteni izleyen Tanrıların Tanrısı Zeus, Olympos'a doğru kanatlı atıyla gelen Bellerophone'u görünce çok sinirlenmiş. Hemen bir atsineğini göndererek Pegasus'u ısırmasını emretmiş. At sineği Baştanrıdan aldığı emirle birlikte hızla Bellerophone ve Pegasus'un yanına gitmiş ve Pegasus'u ısırmış. At sineğinin ısırmasıyla canı çok yanan Pegasus gökyüzünün engin mavilerinin ortasında çırpınınca sırtındaki Bellerophone'u da atıvermiş. Böylece Bellerophone tanrılara karşı işlediği bu büyük günahının cezasını ölene kadar insanların ondan iğreneceği bir şekilde çirkin, kör, sakat olarak geçirmeye mahkûm olmuş. Pegasus ise yükselmeye devam etmiş. Sonunda Olympos'un tepesine varmış. Zeus buraya kadar gelebilen bu kanatlı beyaz atı çok sevmiş ve kendisinin silahlarını taşıyan bir hizmetkâr olarak yanında görevlenmiş... Üçü de Gorgon ve kardeş olan Medusa, Stheno ve Euryale, antik deniz tanrıçası olan ve kardeşi archaic dünyada yeraltı canavarı olan Phorcys'in kızlarıydı.Stheno, Euryale ve medusa, Phorcys tarafından yay ve ok ile kutsanmışlardı.Yaylar yeraltına aitti ve lanet getirdiklerine inanılmıştı.Medusa ölümlü olup güzelliğinden dolayı lanetlendiğinde yayını onu lanetleyenlerden intikam almak ve eski güzelliğine sahip olabilmek için kullanacaktı. Medusanın lanetlendikten sonra yılanlardan ok yaptığına inanılır. Bakışları taşa çevirirken oklarıda hedefi yok ederdi.Medusa yayı sağ eliyle tutarsa lanet getirir sol eliyle tutarsa bakışları ile taşa çevirirdi. Gülüm Benim-Gülümse Biraz Gülüm Benim - Gülümse Biraz, İbrahim Tatlıses'in 1986 yılında Bayar Müzik tarafından yayınlanan albümünün adıdır. Büyük bir satış rakamı yakalayan albümün arabesk parçalardan oluşan A yüzünün müzik yönetmeni Burhan Bayar'dır. Not:Eyvah Neye Yarar (söz. Yılmaz Tatlıses / müzik. Burhan Bayar) Allah Allah-Hülya Allah Allah-Hülya, İbrahim Tatlıses'in 1987 yılında Tatlıses Plak (İdobay Müzik) tarafından piyasaya sürülen albümünün adıdır. Tatlıses, bir konser esnasında kendisine sevgi gösterisinde bulunan hayranlarına yönelik olarak söylediği "Allah Allah bu nasıl sevmek" sözünden yola çıkarak bestelediği "Allah Allah" şarkısını "Hülya" şarkısı ile birlikte albümüne isim olarak seçmiştir. Tatlıses'in en çok satan albümlerinden birisi olan bu albümün müzik yönetmenliğini Yavuz Taner yapmıştır. Terkibibent Terkib-i Bent, farklı uyaklara sahip birkaç bentten meydana gelen ve bentlerinin sonunda, uyakları aynı birer beyte sahip olan Divan edebiyatı şiir biçimidir. Yaşamdan, talihten şikâyet; felsefi düşünceler, dinî, tasavvufi konular ve toplumsal yergilerin işlendiği şiirlerdir. Her biri beşle on arası beyitten oluşan, beş-on iki bendin bir araya gelmesiyle kurulur. Bentleri birbirine bağlayan beyte "vasıta beyti" denir. Vasıta beyti her bentte farklıdır. Vasıta beytinin aynen yinelenmesi durumunda ise terciibent oluşur. Bunlar bentlerden ayrı olarak kendi aralarında uyaklanır. Bentlerin kafiyelenişi gazeldeki gibidir. Türk Edebiyatında Bağdatlı Ruhî ve Ziya Paşa bu türün iki önemli şairidir. İkisi de toplumsal konularda yazmıştır.Didaktik şiirlerdir. Terciibent Söylim mi Söylim mi, İbrahim Tatlıses'in 1990 yılında piyasaya sürülen albümünün adıdır. Tatlıses, o dönem hem konserlerinde hem de bir reklam filminde kullanarak sloganlaştırdığı "söylim mi" sözünden ilham alarak bir şarkı bestelemiş ve bu söz albümüne de isim olmuştur. Albümün 1990 yılındaki Türkiye baskısında "Diyeceksin ki niye", Almanya baskısında ise "Ne faydası var" parçası, 2000 yılında ise Türkiye baskısında "Ne faydası var" Almanya baskısında "Diyeceksin ki niye" parçası konulmuştur. Ayrıca bu albüm çok tutmuş ve 2000 yılında yeniden piyasaya sürülme sebebi budur. Bu kasetin kapak resminde aynı zamanda BMC fatih kamyon reklamı yapılmıştır Nike (mitoloji) Nike (), Yunan mitolojisinde zafer tanrıçasıdır. Roma mitolojisindeki karşılığı Victoria'dır. Nike, çok hızlı koşma ve uçma yeteneğine sahiptir. İnsan görünümündedir. Pallas ve Stiks'in kızı, Zelus ("Şevk"), Kratos ("Dayanıklılık") ve Bia'nın ("Şiddet") kardeşidir. Nike ve çocuklarının hepsi, Zeus'un eşleridir. Selam Olsun (İbrahim Tatlıses albümü) Selam Olsun, İbrahim Tatlıses'in 1999 yılında satışa sunulan ve içeriğinde Türk Halk Müziği eserlerinin ağırlıkta olduğu albümünün adıdır. Nike (şirket) Nike, Amerika Birleşik Devletleri merkezli,önde gelen spor ayakkabı, spor giysi ve spor aksesuarları tasarımcısı ve pazarlayıcısı şirket ve bu ürünlerde kullanılan markadır. Phil Knight ve Bill Bowerman ortaklığıyla ilk kurulduğu zamanda adı Blue Ribbon Sports idi. Daha sonra firmada çalışan ve kendisi de bir koşucu olan Jeff Johnson tarafından, bir gece rüyasında Yunan mitolojisinin Zafer Tanrıçası Nike’ı görmesiyle firma adı değişir ve Nike olur. Air Jordan ve Nike Golf gibi alt markalarının yanı sıra, Converse gibi bağımsız markaların da sahibidir. Şirket, üretiminin tamamına yakınını Uzak Doğu Asya'daki ür
etim evlerinde yaptırtmaktadır ve kendisine ait tek üretim evinde de spor ayakkabıların hava tabanlarını üretmektedir. Şirket dünya çapında 25,000 çalışana sahiptir ve (2007) yılında 10,9 Milyar € net cirosunun olduğunu açıklamıştır. Nike, pek çok futbol takımına ve ulusal takıma sponsor olarak, futbol dünyasına ağırlığını koymaya çalışmaktadır. Paris Saint-Germain FC, Manchester City ve Barcelona öne çıkan sponsorluklarıdır. Dünyanın en bilinen markalarından olan Stanford Üniversitesi'nde MBA yapan Phil Knight tarafından 1971 yılında kurulan Nike'ın "Swoosh" denen ünlü simgesi, Carolyn Davidson adlı bir üniversite öğrencisi tarafından 35 dolara çizilmiştir. Simgenin getirdiği olağanüstü başarı üzerine, 1983 yılında Carolyn Davidson'a, kamuoyuna açıklanmayan bir miktarda şirket hissesi verildiği açıklaması yapılmıştır. Ayrıca Swoosh simgesi, orijinal olan Siyah renginden başka birçok renkte de yaptırılmaktadır. Nike, millî takımlardan Türkiye millî takımı, Azerbaycan millî takımı , Brezilya millî takımı, Fransa millî takımı, Hollanda millî takımı ve Portekiz millî takımı ve diğer millî takımların, kulüplerden de Atlético Madrid, Manchester City, Paris Saint-Germain FC, FK Şahtar Donetsk, FK Zenit, SV Werder Bremen, Boca Juniors, Athletic Bilbao, AS Roma, Monaco, FC Internazionale Milano, Trabzonspor, Galatasaray ve Barselona gibi kulüplerin formalarını üretmektedir.Türkiyede`de français mağazaları olan Nike(SNEAKS UP,SPORTİME gibi mağazalar ile çalışmaktadır Nike Larissa (antik kent) Larissa veya daha eski kaynaklarda çoğu kez Larisa, İzmir'in Menemen ilçesi, Buruncuk köyü yakınında bir antik kent. Pelasgların ve bazı Anadolu halklarının dilinde (Lidya dilinde "laqrisa") "duvar, kale, müstahkem mevki" anlamları içeren bir sözcük olup, birden fazla yerin adıdır. Kentin kuruluşunun Cilalı Taş Devri'nde kadar uzandığı düşünülsede kentin özelliği M.Ö. 7.yy dönemine ait buluntular ve 12 Aiolis kentinden biri olmasıdır daha sonra İon birliği ile yakınlaşmıştır. Lidyalıların ve Perslerin Anadolu'yu ele geçirdiği dönemlerde (Ahameniş İmparatorluğu) hala ayakta olan kent, Peleponnes Savaşları sırasında yıkılmış, sonradan onarılsada bu sefer Galatlar tarafından olmak üzere tekrar yağmalanmıştır. Larissa antik kentinde Osmanlı döneminde başlayan kazılar(1902) sonucunda M.Ö. 700 yıllarından kalma kent Akropolisinden günümüze yalnıca kent surları gelebilmiştir. Bulunan 3 saray kalıntısı ve M.Ö. 6.yy ait dinsel yapıların temelleri günümüzde açığa çıkarılmıştır. Kentten çıkarılan eserlerden toprak yapıtların bir bölümü "Stockholm Müzesi"nde, arkaik dönem buluntuları İzmir Müzesi'nde, bir kısım pişmiş toprak ve keramik buluntular ise İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir. Tantalos Tantalos Batı Anadolu'da bir Frigya kralı, Pelops ve Niobe'nin babasıdır. Eski Yunan mitolojisine göre Zeus ile nemf'lerden biri olan Plouto'nun oğludur. Spil Dağı'nda (Manisa) hüküm sürüyordu. Atlas'ın kızı Dione ile evlenmişti. Bir rivayete göre Paktolos ırmağının kızı Eurnassa da onun karısı idi. Efsaneye göre, tanrıların hoşgörüsünü kötüye kullandı ve müthiş bir azaba çarptırılır. Pindaros'a göre kendisini Olympos'a davet eden tanrılardan nektar ve ambrosia çalar, tanrılar ona iade-i ziyarette bulundukları zaman onlara, yemek için önlerine oğlu Pelops'un etini koyduğu yalanını söyler. Tanrılar onu çenesine kadar su dolu yerde bulunmaya ama bundan asla içememe ile cezalandırırlar. Su içmeye her kalktığında su çekilir ve sadece üzerine bastığı zemin kalır. Ayrıca başının üzerinde binbir çeşit meyve asılıdır, ama yaşlı adam bunlara elini atar atmaz yel dalları kaçırarak meyveleri ondan uzaklaştırır. Eski İzmir'in tarihi ve kültüründe yer alan, MÖ 8.yüzyılda yaşadığı ve Frigya kralı olduğu iddia edilen Tantalos, mitolojiye göre baştanrı Zeus ile bir insan dilber Pluto'nun çocuğudur. Kral Tantalos, Symnrna'dan Magnesia'ya (Manisa) doğru uzanan Spilios dağında Frigya halkı ile birlikte yaşar ve Batı Anadolu'ya yayılmış devletini yönetir. Baştan başa bağlık-bahçelik olan Spilos dağı aynı zamanda zengin madenlerin bulunduğu efsanevi bir yerdir. Tantalos'un daha sonra Yunanistan' a giderek Paleppones yarımadasına ismini verecek ve olimpiyat oyunlarını kuracak olan "Pelops" isimli bir oğlu ile Manisa'da ağlayan kaya haline gelecek olan Niobe isimli bir kızı olmuştur. Tanrıların sofrasına oturabilen tek insandır. Anadolu tanrıçası Kibele'ye inandığı için Hellen tanrılarını küçük gören ve onların kudretlerini sınamaya kalkan Tantalos, Olimpos tanrılarının hışmına uğrar, ona verilen ceza, Tantalos işkencesi olarak anılmıştır. Hellen efsaneleri ilk çağlardan bu yana kadar Tantalos'un kötülüğünü yaymıştır. Onun tanrılara ait kutsal şarap ile ambrosiayı çaldığını, tanrısal sırları insanlara ilettiğini ve oğlu Pelopsu kesip şölen düzenlediğini söylemişlerdir. Anadolulu Homeros ise, Odysseia isimli destanında hemşehrisi tantalos'un çektiği acıları çarpıcı bir üslupla anlatmıştır. Fahriye (edebiyat) Fahriye, bir edebiyat terimi. Divan edebiyatında şairin övünmek için yazdığı şiir türüne "fahriye" adı verilir. Bir şairin yazmış olduğu özel bir şiirde uzun uzadıya kendini övmesi garip bir davranış olarak kabul edilebilir. Ancak bu övgünün şairin kişiliğini değil, onun sanatının ve yaratıcılığı ile ortaya çıkardığı şiir eserinin övgüsü olarak düşünmek imkânı olduğu için bir "fahriye" eseri için olan negatif yargıyı biraz yumuşatmış oluruz. "Fahriye" ayrıca Divan edebiyatı şiirinin önemli bir şiir türü olan kaside içinde şairlerin kendilerini övdükleri beyitlerin bulunduğu beşinci özel bir bölüm olarak da görülür. Bu halde bir kaside içinde, iki ayrı değişik biraz tezatlı ama birini tamamlayan övgü bölümü, medhiye ve "fahriye", bulunduğu aşikardır. Medhiye bölümü şairin kasidesini sunduğu kişiyi yüceltip övmesidir; "fahriye" bölümü ise kaside şairinin kendini övmesidir. Bu bir çeşit tezatlı tutum olarak görülebilir. Diğer taraftan, bu iki bölüm birbirini tamamlayıp destekler. Zira kaside şairi kasidesini sunduğu kişiye "seni öven, sıradan bir şair değil; böyle değerli, böyle büyük bir şairdir" demiş olmaktadır ve böylece değerli bir kişinin övgüsü ("fahriye"), medhiye ile övülenin değerini daha da yüceltmektedir. Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı , 1989 yılında İstanbul'da kadınlar tarafından kurulan vakıf, 1990 yılında faaliyete geçen kütüphane ve arşiv. Bugüne dek Türkiye'nin her yerinden 1 milyondan fazla kadın konulu belge derlenmiştir. İstanbul'un Fener semtinde, sahilde vapur iskelesinin karşısındadır. Kadınların geçmişini iyi tanımak, bu bilgileri bugünün araştırmacılarına derli toplu bir şekilde sunmak ve bugünün yazılı belgelerini gelecek nesiller için saklamak. Kadın tarihinin yazılmasını sağlamak. 19.yüzyılın ortalarından 20.yüzyılın başlarına kadar, dünyanın her tarafındaki ve birbirinden farklı konumlardaki kadınlar,tecrit edilmiş bir dünyada yaşıyor, erkeklere tanınan tüm olanakları kullanmaktan ve bu olanaklara katılmaktan uzak bir konumda bulunuyorlardı. Bu dönemde bazı kadınlar, bu engelleri aşma veya bu engellere karşı çıkma başarısını zaman zaman göstermişlerse de, bu çabalar soyutlanmış, bireysel olaylar olmaktan ileri gidememiştir. 19.yüzyılın başında özellikle Avrupa, ABD ve Osmanlı İmparatorluğu'ndaki bazı öncü kadınlar, gruplar ve örgütler tarafından harekete geçirilen ve bu yasaklanmış nüfuz bölgesini çevreleyen sağlam surları yıkmaya yönelik mücadeleler, yavaş yavaş daha kitlesel bir harekete dönüştü; bu kararlı mücadele sürecinin başlatılmasına paralel biçimde, kadın hakları konusunda verilen bu hak arama hareketine bağlı olarak, yazılı ve görsel pek çok belge, örneğin yayınlar, afişler, günceler, fotoğraflar, mektuplar, bildiriler ve anılar, aynı süre içinde bu öncü kadınların, grupların ve örgütlerin ellerinde toplanmaya başladı.Haklar ve eşitlik yolunda verilen bu mücadeleye koşut olarak, kadınların bilincinde de yeni bir anlayış filizlendi: Kadınlar ve kadın hareketlerinin, gelecek kuşaklar için tanıklık oluşturmaları amacıyla ortaya çıkardıkları ve geçmişteki kadınların yaşam mücadelelerini kanıtlayan belge ve arşivlerin gözetilmesinin, elde edilmesinin ve korunmasının, kadınların kendi başlarına halletmeleri gereken bir sorun olduğu açıkça ortaya çıktı. İşte kadınlar da tam bu noktada, kadınlarla ilgili belgeleri toplama, koruma ve bu konuda kütüphaneler ve arşivler kurma sürecine girdiler. Bu tür kütüphane ve arşivlerin kurulması, başlıca üç farklı tarihsel dönemde gerçekleşti: Bunların ilki, 20.yüzyılın ilk çeyreğindeki süfrajet hareketi (oy kullanma yönündeki kadın mücadelesi), ikincisi, 1970'li yıllarda İkinci Dalga Feminist Hareket, üçüncüsü ise, 1980'li yıllarda, kadın hareketini kurumlaştırma yönündeki devlet destekli girişimlerin olduğu dönemdir. Söz konusu kütüphaneler ve arşivler, kadınlar ve kadın hareketlerinin belleğini oluştururlar, "kadınlık bilinci" nin gelişmesine paralel olarak büyürler. Bu kütüphanelerin, bir başka önemli işlevi daha vardır: diğer kütüphane ve arşivlerde korunan, kadınlarla ilgili belgeleri izleyip bulmak. Kadın kütüphaneleri, bu yöntemlerle kaynak malzeme konusunda bilgi yaratarak "görünmeyen" kadını "görünür" hale getiriyorlar! Kadınların tarihinin belgelenmesi, kadınların yaşam ve deneyimleriyle ilgili, genel konulu kütüphanelerde çoğunlukla bulunmayan özel malzemelerin tanıtılması gereksinimi dolayısıyla ortaya Kadın Kütüphaneleri çıktı. Kadınların sorunlarının ve tarihlerinin, geleneksel veya akademik kütüphanelerde hemen hemen hiç dikkate alınmamış olması ve kadınların içinde bulunduğu eşitsizlik yaratan bu koşullar böylelikle "kadın konulu" belgeler ve özel konu başlıklı sınıflandırmalarla ortadan kaldırıldı. 2011 yılında Hürriyet gazetesi tarafından Türkiye'nin en iyi 10 kütüphanesi arasında yer aldı. Vakfın kuruluş öyküsü kurucularından birinin 1985 yılında bu projeyi ilk kez tasarlamasıyla başladı. O zaman, ciddi bir projeden oldukça uzak, bir düş gibi gö
rünen bu tasarı, önce 1988'de ikinci kurucunun da katılmasıyla gerçekleştirme olanağı bulunan bir düşünceye, daha sonra üçüncü kurucuyla da bir araya gelindiğinde, gerçek bir projeye dönüştü. Yasal olarak 1989 yılının Aralık ayında kurulan vakfın kütüphanesi, 14 Nisan 1990 tarihinde, Haliç-Fener semtinde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin tahsis ettiği ve bugün de kullanılan tarihi binada açıldı. Tarihi çeyrek yüzyıla yaklaşan, 1 milyon kadın konulu belgeye sahip bir kurum olan Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı’nın 1989'dan beri süren çalışmalarını kurucu üyeleri Jale Baysal, Füsun Akatlı, Aslı Davaz, Şirin Tekeli ve Füsun Yaraş başlatmıştır. Hizmete açıldığında raflarında 100 kitapla işe başlayan kütüphanede 2010 yılı itibarıyla yaklaşık 11.500 kitap, 400’e yakın süreli yayın, 500’ü aşkın tez, 4000’i aşkın makale, onbinlerce kupür, Türkiye’deki kadın örgütlerine ait yüzlerce belge, özel arşiv, sözlü tarih, kadın yazarlar koleksiyonu, CD ve ses bantları, efemera, ve kadın sanatçılar koleksiyonlarında çok önemli belgeler bulunmaktadır. 22 yıldır aralıksız sürdürülen bilgi ve belge hizmetlerine, kuruluşundan bugüne İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin, bağışçıların ve gönüllülerin verdiği destekle devam edilmektedir. 2010 yılı itibarıyla 1 milyon kadın konulu belgeyi bünyesinde barındırmaktadır. Prof. Dr. Jale Baysal, Doç. Dr. Füsun Akatlı, Aslı Davaz, Doç. Dr. Şirin Tekeli, Füsun Yaraş, hukuk müşaviri Ruhsar Erten ve mali müşavir İmren Sipahi. Zeynep Altıok-Akatlı, Filiz Ağın, Prof.Dr.Yeşim Arat, Av.Selma Atabek, Narınç Ataman, Ayşegül Ardıç, Doç.Dr.Işıl Baş, Komilia Bayvertyan, Prof.Dr.Fatmagül Berktay, Aslı Davaz, Doç.Dr.Tuba Karatepe-Çavdar, Prof.Dr.Nazan Erkmen, Av.Hülya Gülbahar, Doç.Dr.Firdevs Gümüşoğlu, Emel Hakgüder, Yrd.Doç.Dr. Selhan Savcıgil Endres, Nevval Sevindi, İmren Sipahi, Yrd.Doç.Dr. Aynur Soydan Erdemir, Yrd. Doç.Dr. Mary Lou O'Neil Şimşek, Şeyda Talu, Sönmez Taner, Tülin Tankut, Şirin Tekeli, Prof.Dr.Zehra Toska, Av.Meryem Turan, Doç.Dr.E.Sevgi Uçan Çubukçu. Korsika Ulusal Kurtuluş Cephesi Korsika Ulusal Kurtuluş Cephesi, Avrupa'da faaliyet gösteren ayrılıkçı yasadışı örgüt. Korsika’nın bağımsızlığı için mücadele eder. Orijinal adı "Front de Libération Nationale Corse"dur ve kısaca FLNC olarak bilinir. Napolyon Bonapart doğduğu yer olan Korsika'yı 1876 yılında Fransa’ya bağlamıştır. Çeşitli insan hakları ihlallerinin yaşandığı Korsika'da 1960’lı yıllarda ayrılıkçı hareketler görülmeye başlamış, bu hareketler FLNC altında toplanmıştır. FLNC, devlet dairelerine, “yabancı” dedikleri Fransızların oturduğu konutlara, bankalara ve turizm merkezlerine bombalı saldırılarda bulunmuştur. Örgüt, halen yasadışı faaliyetlerde bulunmakla birlikte siyasileşme çabası içindedir. FLNC, Korsika'nın tam bağımsızlığını sağlamayı hedefler. 25 Nisan Halkın Günü Örgütü 25 Nisan Halkın Günü Örgütü, Portekiz’de, silahlı devrim yoluyla komünist bir devlet kurmayı amaçlayan bir silahlı örgüttür. Kısaca FP-25 olarak bilinir. İsmini Portekiz’de 1926’dan beri iktidarda bulunan sağ kanat rejiminin yerine, ordunun darbe yapıp iktidara geldiği 25 Nisan 1974 tarihinden almıştır. Lizbon, Oparto ve Barselo şehirlerinde örgütlenen FP-25 halihazırda ABD’nin ve NATO’nun Portekiz’deki varlığına karşı çıkmakta ve bu amaçla faaliyetlerde bulunmaktaysa da 1970 ve 80'li yıllardaki etkinliğini yitirmiştir. Lugaz Lugaz (Lügaz), herhangi bir nesnenin ya da varlığın özellikleri anlatılarak yazılan manzum bilmecelere denir. Daha çok divan edebiyatında kullanılmıştır. Muamma ile birlikte çok kullanılan bir söz oyunudur. Muamma’dan farkı konusunun daha geniş olmasıdır. Çoğunlukla soru biçiminde düzenlenir. En önemli özelliği içinde çözüme ilişkin ipuçlarının bulunmasıdır. Divanların son bölümlerine konur. Eğlendirici ve öğretici olanların yanı sıra öğretici ve dinsel lugazlar da vardır. Lugazlar yazarlarının imzasını taşıdığından halk edebiyatındaki bilmeceden ayrılır. Bütün lugazlar, "Bir acayip nesne gördüm", "Ol nedir kimdir" ya da "Nedir ol kim" gibi kalıplaşmış sözlerle başlar. Nedir kim ol iki yüzlü münâfık Nümâyan çihresinde levn-i âşık Gezer dünyayı hem bî-dest ü pâdır Mukim-i hâne-i ehl-i gınâdır Teâl-Allah nedir anda bu kudret Yemez içmez virir dünyaya nî’met Gehi Müslim kıyâfetle be-didâr Gehi şekl-i firengide nümûdâr Kırılsa pâre pâre olsa amma Zarar gelmez ana bir türlü kat’â Yatar zir-i zemînde hâke yek-sân Semâda adıdır mihr-i dirahşân Eğer kim olmasaydı kalbi fasîd Cihânda olmaz idi kadri kâsid Yeter vasf eyledin ol bî-vefâyı Yanından gitmese virmez safâyı Sünbülzade Vehbî Mahmut Esat Bozkurt Mahmut Esat Bozkurt (1892, Kuşadası - 21 Aralık 1943, İstanbul), Atatürk'ün yakın çalışma arkadaşlarından ve Türkiye'de hukuki temellerinin atılmasında katkılarda bulunmuş bir devlet adamıdır. 1892 yılında o dönemde İzmir'e bağlı bir kaza olan Kuşadası'nda doğdu. Babası Kuşadası'nın ileri gelen ailelerinden Hacımahmutoğulları'ndan Hasan Bey'dir. İki yıl İzmir İdadisi'nde okuduktan sonra, II. Abdülhamid yönetimine karşı mücadeleye katılan dayısı Ubeydullah Efendi ile birlikte İstanbul'a gitti. 1911 yılında İstanbul Hukuk Mektebi'nden mezun oldu. İsviçre'de Lozan ve Freiburg üniversitelerinde öğrenim gördü ve kapitülasyonlar konusunda doktora yaptı. İzmir'in Yunanlar tarafından işgalinden sonra Kurtuluş Savaşı'na katılmak üzere yurda döndü ve Ege Bölgesi'nde Kuva-yi Milliye teşkilatının içinde yer alarak önemli yararlıklar gösterdi. TBMM 1. Dönem İzmir mebusu olarak Meclis'e girdi. Meclis'te Anayasa Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu'nda çalıştı. 12 Temmuz 1922 tarihinde Rauf Orbay'ın başkanı olduğu IV. İcra Vekilleri Heyeti'nde İktisat Vekilliği'ne seçildi. Bu görevini 4 Ağustos 1923 tarihine kadar sürdürdü. 11 Ağustos 1923 tarihinde başlayan TBMM 2. Dönem'de tekrar İzmir milletvekili seçildi. 14 Ağustos 1923 tarihinde Ali Fethi Okyar'ın başkanlığında kurulan V. İcra Vekilleri Heyeti'nde, TBMM tarafından ikinci kez İktisat Vekilliği'ne seçildi. Bu görevini 27 Kasım 1923 tarihine kadar sürdürdü. 20 Nisan 1924 tarihinde kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun hazırlayan komisyonda görev aldı. 22 Kasım 1924 tarihinde Ali Fethi Okyar Hükûmeti'nde Adliye Vekili olarak görevlendirildi. 5 Kasım 1925 tarihinde Ankara Hukuk Mektebi'nin açılmasında büyük payı oldu. Bu görevine 3. ve 4. İsmet İnönü Hükûmetleri'nde de Adliye Vekili olarak görev yaptı. Adliye Vekilliği döneminde 17 Şubat 1926 tarihinde Türk Medeni Kanunu, 1 Mart 1926 tarihinde Türk Ceza Kanunu, 19 Nisan 1926 tarihinde Kabotaj Kanunu, 22 Nisan 1926 tarihinde Türk Borçlar Kanunu, 29 Mayıs 1926 tarihinde Türk Ticaret Kanunu, 18 Haziran 1926 tarihinde Türk Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu gibi Türk hukuk sisteminin temel yasaları hazırlanarak yürürlüğe girdi. Cumhuriyet tarihinde Bozkurt-Lotus vakası olarak adlandırılan, Bozkurt adlı Türk gemisiyle Lotus adlı Fransız gemisinin 2 Ağustos 1926 tarihinde Ege Denizi'de çarpışması nedeniyle iki ülke arasında çıkan anlaşmazlıkta Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni Lahey Uluslararası Adalet Divanı'nda temsil etti. Bu dava, tarihçiler tarafından Türk hukukunun ve adalet örgütünün kapitülasyonlar dönemini geride bırakarak insan ve egemenlik haklarına dayalı çağdaş hukuk düzeyine yükseldiğinin bir simgesi olarak değerlendirilmektedir. 1930 yılında Ağrı'daki Kürt ayaklanmasının ardından şu sözleri söylediği rivayet edilir: "Dost, düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler; bu memleketin efendisi Türklerdir. Saf Türk ırkından olmayanların Türk vatanında tek bir hakları vardır: Türklere hizmetçi olma, köle olma hakkı." 1934 yılında Soyadı Kanunu'nun yürürlüğe girmesiyle Mustafa Kemal Atatürk tarafından 'Bozkurt' soyadı verildi. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Anayasa ve Devletler Hukuku profesörlüğü de yaptı. 1935 yılında Mason Locaları'nın kapatılmasında büyük rolü vardır. 21 Aralık 1943 tarihinde beyin kanaması sonucu İstanbul'da vefat etti. Kabri İzmir ili Selçuk ilçesinde özel bir mezarlıktadır. Mehmet Ubeydullah Hatipoğlu Mehmet Ubeydullah Efendi (Hatipoğlu) (kitaplarında kullandığı kısa ismiyle Ubeydullah Efendi, Soyadı Kanunu sonrasında Mehmet Ubeydullah Hatipoğlu) Jön Türkler arasında, II. Meşrutiyet döneminde ve TBMM'nin ilk yıllarında renkli kişiliği ile dikkati çekmiş bir siyasetçi ve özellikle Amerika hatıraları ile tanınan bir yazardır. 1858’de İzmir’de doğdu. Babası İzmir’in ünlü Hatipoğulları sülalesinden alim bir kişi olan Hoca Şakir Efendi’dir. Annesi ise İzmir’in tanınmış ailelerinden Musulluzadeler’dendir. Bektaşi geleneği içinde yer aldıkları bilinen köklü ve kültürlü bir aileden gelmektedir. Anılarında yazdığına göre, evlerinde babasının iki-üç bin cilt, annesinin ise elli cilt kitabı bulunuyordu. Çeşitli medreselerden icazet aldıktan sonra bir süre Tıbbiye’de okudu. II. Abdülhamit döneminde siyasi suçlu sıfatıyla hakkında sürgün kararı çıkmasından sonra önce Avrupa’ya, oradan Amerika’ya gitti. II. Meşrutiyet’te yurda dönerek Meclisi Mebusan’nda Aydın milletvekilliği yaptı. Mütareke günlerinde Malta sürgünleri arasındaydı. TBMM 4. Dönem ve TBMM 5. Dönem’de Beyazıt milletvekili oldu. Kalender ve esprili söz ve tavırlarıyla meclisin havasını değiştirebilen bir kişiliğe sahipti. Ruhen hem sarıklı-cübbeli hem de bir Jön Türk'tü. Onun çelişkilerle dolu kişiliği, Jön Türkler'in türdeşlikten ne kadar uzak oldukları hakkında fikir vericidir. II. Abdülhamid, Ubeydullah Efendi'yi (bugünkü Libya'nın güneyinde, Büyük Sahra'da bulunan) Fizan'a sürmüş, İttihat ve Terrakki ise II. Meşrutiyet'te üç defa mebus seçtirmişti. Ancak, ayrıca hapse de girdiği ("Sultan Hamid devrinde bir buçuk sene hapis, beş bucuk sene nefiy, on sene kaçak olduğumuz için tecrübe-i didegandan sayılıyoruz") II. Abdülhamit döneminde sultana jurnaller verdiği, İttihatçılar ı kıyasıya eleştirdiği de bilinmektedir. Mütareke'de iki kere tutuklanmış, sonra da Malta'ya sürülmüş, Cumhuriyet'te 1931 ve 1935'te, CHP'nin Beyazıt (Doğuba
yazıt) milletvekilliğinde bulunmuş, sonra da Beyoğlu'nda Evlendirme Memuru olmuştur. I. Dünya Savaşı esnasında Teşkilat-ı Mahsusa için çalıştığı dönem ayrı bir ilginçliktir. Afgan Müslümanları'nın İngilizler e karşı kışkırtılması planları çerçevesinde, Enver Paşa, belki İngilizleri şaşırtmak, belki de ileride Afgan Emiri ile Almanlardan ayrı olarak bir ittifak sağlamak düşüncesiyle, Kabil sefiri olarak tayin ettiği Rauf Bey (Rauf Orbay) heyetinin yanı sıra bir başka heyeti de Ubeydullah Efendi başkanlığında Afganistan'a yola çıkarmıştı. İki heyetin birbirinden haberi yoktu. Aydın Mebusu ve Merdivenköy Bektaşi Tekkesi şeyhi olan Ubeydullah Efendi'nin İran-Afganistan yolculuğu çok renkli geçti. Ubeydullah Efendi'nin kurmay başkanı Teşkilat-ı Mahsusa'dan eski Basra Valisi Süleyman Şefik Paşa, heyetin askeri doktoru ise Fahri Kutlar'dı. 8 Nisan 1915'de başlayan Afganistan yolculuğu Ubeydullah Efendi'nin 24 Ağustos 1918'de İngilizler tarafından Kabil'e ulaşamadan Tahran'da tutuklanmasıyla sona erdi. İstanbul'a geri götürülerek hapsedilen Ubeydullah Efendi, 1919'da serbest bırakıldı. 1920'de yeniden tutuklanarak Malta'ya gönderildi. Son yıllarında Beyoğlu Evlendirme Dairesi'nde nikah memurluğu yapan Mehmet Ubeydullah Efendi’nin 80 yıllık yaşamı tam anlamıyla bir maceraydı. Eski milletvekili, gezgin ve yazar Ubeydullah Efendi 11 Ağustos 1937’de öldü. Cenazesi Zincirlikuyu Mezarlığı’na, çok sevdiği dostu şair Abdülhak Hamit Tarhan’ın yanına gömüldü. Ubeydullah Efendi Türkiye Cumhuriyeti'nin çağdaş temellere dayalı hukukunun kurucusu Mahmut Esat Bozkurt'un dayısıdır. Değişik dillerde ülke adları (R-Z) Dünyada çoğu ülkenin farklı dillerde farklı isimleri vardır. Bazı ülkelerin politik nedenlerden dolayı zaman içinde isimleri de değişmiş olabilir. Bu madde uluslar, ülkeler ve özerk devletler için bilinen tüm isimleri vermeyi amaçlamaktadır. Ülkeler Türkçede bilinen halleri ile alfabetik olarak sıralanmıştır. Her isimden sonra diğer dillerde bilinen isimlerine yer verilmiştir. Madde boyutları nedeniyle, bu madde 4 parçaya ayrılmıştır. İçerikler: R — S — Ş — T — U — Ü — V — Y — Z Değişik dillerde ülke adları (J-P) Dünyada çoğu ülkenin farklı dillerde farklı isimleri vardır. Bazı ülkelerin politik nedenlerden dolayı zaman içinde isimleri de değişmiş olabilir. Bu madde uluslar, ülkeler ve özerk devletler için bilinen tüm isimleri vermeyi amaçlamaktadır. Ülkeler Türkçede bilinen halleri ile alfabetik olarak sıralanmıştır. Her isimden sonra diğer dillerde bilinen isimlerine yer verilmiştir. Madde boyutları nedeniyle, bu madde 4 parçaya ayrılmıştır. İçerikler: J — K — L — M — N — O — Ö — P Ebuzer Değişik dillerde ülke adları (D-İ) Dünyada çoğu ülkenin farklı dillerde farklı isimleri vardır. Bazı ülkelerin politik nedenlerden dolayı zaman içinde isimleri de değişmiş olabilir. Bu madde uluslar, ülkeler ve özerk devletler için bilinen tüm isimleri vermeyi amaçlamaktadır. Ülkeler Türkçede bilinen halleri ile alfabetik olarak sıralanmıştır. Her isimden sonra diğer dillerde bilinen isimlerine yer verilmiştir. Madde boyutları nedeniyle, bu madde 4 parçaya ayrılmıştır. İçerikler: D — E — F — G — H — I — İ Değişik dillerde ülke adları (A-Ç) Dünyada çoğu ülkenin farklı dillerde farklı isimleri vardır. Bazı ülkelerin politik nedenlerden dolayı zaman içinde isimleri de değişmiş olabilir. Bu madde uluslar, ülkeler ve özerk devletler için bilinen tüm isimleri vermeyi amaçlamaktadır. Ülkeler Türkçede bilinen halleri ile alfabetik olarak sıralanmıştır. Her isimden sonra diğer dillerde bilinen isimlerine yer verilmiştir. Madde boyutları nedeniyle, bu madde 4 parçaya ayrılmıştır. İçerikler: A — B — C — Ç Kesriye Kesriye (Yunanca: Καστοριά / Kastoria; (Makedonca: Костур "Kostur", Osmanlı döneminde: Kesri/Kesriye), kuzey Yunanistan'da, Arnavutluk ve Makedonya sınırlarına yakın küçük bir şehir (2001 nüfusu 21.000) ve aynı zamanda aynı adı taşıyan ilin (nomos) merkezidir (2001 il nüfusu 53.500). Şehrin bazı manzaraları Sinop ilini hatırlatır. Ekonomisi eskiden beri kürk ticaretine dayanmaktadır. Esasen, Yunanca ismi de kunduz anlamına gelmektedir. Bölgede artık kunduz kalmamış olmakla birlikte, vizon yetiştirilmekte ve kürkünün ticareti yapılmaktadır. 1946-1949 Yunanistan İç Savaşı'nın son çarpışmaları bu bölgede cereyan etmiştir. Kesriye şair Sıtkı Akozan'ın doğum yeri, ekonomist Mehtap Kesriyeli'nin aile kökeninin dayandığı şehirdir. Dario Moreno Davi Arugete Moreno veya sahne adıyla Dario Moreno (3 Nisan 1921, Aydın-1 Aralık 1968, İstanbul), Yahudi asıllı Türk gitarist, piyanist ve sinema oyuncusu. Dario Moreno, 3 Nisan 1921 tarihinde Aydın'ın Germencik ilçesinde doğdu. Bazı atıflarda ise doğum yeri İzmir, Mezarlıkbaşı olarak gösterilmekte ve sonraki bazı belgelerde doğum yeri olarak İzmir'i kullandığı görülmektedir. Tren istasyonunda çalışan babası trajik bir şekilde vurulup öldürülünce yetim kaldı. Bu olaydan sonra Annesi ile İzmir'e yerleştiler. Dört kardeşi daha olan Moreno, annesi Madam Roza tarafından geçim sıkıntısından dolayı yetimhaneye (Nido De Guerfanos) bırakıldı. Dört yaşına değin yetimhanede kalan Moreno daha sonra Yahudi ilkokulunu bitirdi. Gençlik yıllarında pek çok değişik işte çalıştı. En yakın çocukluk dostu Alber Dinar'dır. Çalıştığı yıllarda kendini yetiştirdi ve Kardıçalı işhanında yanında getir götür işlerinde çalıştığı İzmir'in ünlü avukatlarından birinin kâtipliğine yükseldi. Ayrıca geceleri Millî Kütüphane'ye gidip Fransızca çalışıyordu. Yine bu sıralarda başlayan gitar merakını eline geçen bir gitar aracılığı ile geliştirdi. Aynı dönemlerde Bar-Mitsvah törenlerinde şarkılar söylemeye başladı. Gençlik çağlarında kendi semtinde ve İzmir'de iyice tanınır olmuştu. Moreno askerliğini II. Dünya Savaşı sıralarında piyade olarak Akhisar Orduevi'nde yaptı. Burada caz orkestrasında solistlik yaptı ve yine Konya ile Adana'daki askeri yerlerde sahneye çıktı. Askerlik döneminde müzik ile daha içli dışlı olan Moreno İzmir Kordon'da bulunan NATO binasının yerindeki Marmara Gazinosu'nda da sahneye çıktı. Moreno ilk konserini ise Konak vapur iskelesinin üzerindeki gazinoda verdi. Moreno müzisyenliğini biraz daha ilerletince annesi Madam Roza ile birlikte Mithatpaşa Caddesi üzerinde bulunan Karataş semtindeki Asansör Sokağı'na taşındı. (Sokağın bugünkü adı Dario Moreno Sokağı'dır. Halk arasında bu sokak ve çevresi "Asansör" olarak anılır.) Gittikçe daha da ünlenen Dario Moreno'nun ünü İzmir Palas otelinde iyice parladı. Askerlikten sonra ise Moreno bir süre İstanbul Fenerbahçe'deki Belvu Gazinosu'nun sahnesine çıkmaya başladı. Bu arada Moreno, Ankara'da bulunan Bomonti Gazinosu'nda sahne almak üzere iki gün için Ankara'ya gitti. Ancak iki yıl Ankara'da kaldıktan sonra tekrar İstanbul'a dönebildi ve Fritz Kerten'in orkestrasına solist olarak girdi. Moreno Ankara'da kaldığı yıllarda Orhan Veli ile oda arkadaşlığı da yapmıştır. İstanbul'da bir yıl boyunca çalıştıktan sonra Atina'ya geçti. Burada çalışırken Paris'te bulunan bir emprezaryoya telgraf çektikten sonra oraya gitti. Moreno burada ilk olarak Perto Del Sol Müzikholü'nde sahneye çıktı. Paris'teki ilk yılları başarısızlık yıllarıdır. Almanya'daki Amerikalı askeri kulüplerinde bir müddet şarkı söyledikten sonra Fransa'da ilk defa "Jezabel" şarkısı ile olağanüstü bir başarı elde etti. Paris'te; daha sonra Cannes'da bulunan Palm Beach Oteli'nde şarkı söyleyen Moreno daha sonra söylediği "Adieu Lisbon" ve "Cou Courou Cou Cou" isimli kalipsolar ile ününü pekiştirdi. İstanbul'da yanında çalıştığı Fritz Kerten ile annesini yanına aldırdı. Fritz Kerten'in adını Andre Kerr'e çevirterek piyanist olarak yanına aldı. Sezen Cumhur Önal ve Fecri Ebcioğlu Moreno'nun şarkılarına Türkçe söz yazmışlardır. Moreno Jacques Brel'in yazıp sahneye koyduğu ve başrolünü oynadığı "L'Homme de la Mancha" adlı müzikal eserde "Sancho Pancho" rolünü üstlendi. Dario Moreno ayrıca 32 filmde rol almıştır. Yazar ve Yönetmen Kosta Kortidis; 2015 yılında kendi yazdığı ve hemen aynı yıl Cef Tiyatro'da sahneye taşıyarak kendi yönettiği tiyatro eseri "Malulen Emekli Gökbilimci Hüseyin Çineli" oyununda Dario Moreno'ya olan sevgisini ve büyük vefasını göstererek oyunun 2. perdesinin büyük bölümünü Dario Moreno için yazmıştır. Aynı oyunda, sanatçının görsellerini ve bazı şarkılarını kullanarak seyriciye Moreno'yu ayakta alkışlatmıştır. Oyunun künyesinde Yazar Kortidis, Dario Moreno'ya gerçek adı ile (David Arugete) yer vermiştir. 1 Aralık 1968 günü İstanbul Yeşilköy Havaalanı'nda vefat etmiştir. Paris'te galası gerçekleşecek oyununa ve Paris'te ilk kez yapılacak Türk gecesine gideceği uçağına geç kalması ve uçağa bindirilmemesi üzerine havaalanındaki görevliyle girdiği münakaşa üzerine tansiyonunun yükselmesiyle rahatsızlanmıştır; ardından geçirdiği rahatsızlık sonrası kanlar içinde kalarak yere yığılmıştır. Hipertansiyon hastası olan Moreno bu tartışmanın ardından hastaneye kaldırılmış fakat hastanede ilk müdahaleyi yapan doktorun ifadesine göre hastaneye geldiğinde hayatını kaybetmiş durumdadır. İstanbul'da ölen Dario Moreno, İzmir'de gömülmesini vasiyet etmiştir. Fakat ölümünün ardından İzmir'den İsrail'e yerleşmiş annesi Madam Roza, oğlu Dario Moreno'yu gömülmek üzere İsrail'deki Holon kenti gömütlüğüne götürmüş ve Moreno orada toprağa verilmiştir. Eflatunpınar Eflatunpınar, Konya ilinin Beyşehir ilçesi sınırları içerisinde, iki doğal su kaynağının yeryüzüne çıktığı bir alana yerleşmiş, Beyşehir Gölü'ne yaklaşık on kilometre mesafede, MÖ 1300 yıllarına tarihlendirilen Geç Hitit kalıntılarının ve orijinal halini muhafaza eden üç anıtın bulunduğu bir höyüktür. Tarihi Antik Yunan filozofu Eflatun'dan 1000 yıl öncesine dayanmakla birlikte, halk arasında bu şekilde adlandırılagelmiştir. Eflatunpınar'da ayrıca 15. yüzyılda, Otlukbeli Muharebesi öncesindeki dönemde, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı Karamanoğulları Beyliği'ne yardım eden Akkoyunluların kuvvetleri ile Fatih Sultan Mehmet'in oğlu Şehzade Mustafa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri arasında bir savaş cere
yan etmiş ve savaştan Osmanlılar galip çıkmıştır. Eflatunpınar kalıntıları, Beyşehir Gölü çevresindeki pek çok diğer arkeolojik alan gibi derinlemesine arkeolojik araştırmaların gerçekleştirilmesini beklemektedir. Şeytan mantarı Şeytan mantarı ("Boletus satanas"), Boletaceae familyasından zehirli bir mantar türü. Türkiye'de, Karadeniz Bölgesi ormanları başta olmak üzere pek çok yörede bulunur. Görünüşü zehirsiz "Boletus" türleri ile karışabilir. Mantar kesildiğinde dokusu mavileşir. Halk arasında, kesilince dokusu mavileşen mantarların zehirli olduğuna dair bir inanış vardır. Ancak yenebilen bazı "Boletus" türleri de kesilince mavileşir. Şeytan mantarı zehirli etkisini esas olarak sindirim sistemi üzerinde gösterir. Dünya üzerinde ölüme sebep olabilen 20 kadar çok zehirli mantar türünden biridir. Mine Söğüt Mine Söğüt (1968, İstanbul), Türk gazeteci, yazar. Babası bir deniz subayı olan Mine Söğüt, ortaöğrenimini Kadıköy Kız Lisesi’nde tamamladığı 1985 yılında babasını kaybetti. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümünde girdi. Gazeteciliğe 1990 yılında Güneş Gazetesi'nde başladı, İnsan Hakları Servisi'nde muhabirlik yaptı. Güneş Gazetesi'nin kapanmasından sonra Tempo Dergisi ve Yeni Yüzyıl gazetesinde çalıştı. 1993 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin düzenlediği yarışmada, "Haber" dalında mansiyon aldı. 1996 ile 2000 yılları arasında "Haberci" adlı televizyon belgeselinin metin yazarlığını yaptı. 1999 ile 2001 yıllarında "Öküz" dergisinde yazdığı yazılarla tanındı. Profesyonel gazeteciliği bırakan Söğüt, 2001-2005 yılları arasında "Cihangir Postası" adlı yerel bir gazetenin gönüllü editörlüğünü yaptı. Mine Söğüt'ün ilk kitabı, "Adalet Cimcoz: Bir Yaşam Öyküsü Denemesi" isimli biyografidir. İlk romanı "Beş Sevim Apartmanı - Rüya Tabirli Cin Peri Yalanları"ndan sonra "Kırmızı Zaman" adlı ikinci romanı ve "Doğan Kardeş" adlı kitabı yayımlandı. 2006 yılında Pınar Kür'le yaptığı "Aşkın Sonu Cinayettir" adlı söyleşi kitabı Everest yayınlarından çıktı. 2007 yılında üçüncü romanı "Şahbaz'ın Harikulade Yılı 1979" yayınlandı. Karikatürist Bahadır Baruter ile evlidir. 7 Mayıs 2013'ten beri Cumhuriyet Gazetesinde köşe yazısı yazmaktadır. Abruzzo Abruzzo İtalya Anayasası'nın getirdiği idari yapılanma doğrultusunda kurulan bölgesel yönetimlerinden (regione amministrativa) biri. 1963'e dek Abruzzo-Molise adıyla anılan bölge, Molise'nin ayrılarak yeni bir bölgesel idari birime dönüşmesiyle, sadece Abruzzo adıyla anılmaya başlandı. Orta İtalya'da yer alan bu bölgesel idarenin merkezi L'Aquila olup, 1.300.000 nüfusa sahiptir. Abruzzo 10.794 km² lik bir alana sahip olup, onun hemen hemen üçte ikisi dağlıktır. Geri kalan toprak dar ovalara doğru uzanan tepeleri içerir. Bunların çoğu 129 km uzunluğundaki Adriyatik sahiline uzanır. Apenin Dağ zinciri Abruzzo'ya doğru uzanır ve İtalya yarım adasında en büyük yükseltiye ulaşır. En yüksek zirve noktaları Corno Grande (Gran Sasso massif)'de 2.914 m ve Monte Amaro (Maiella-group)'da 2.795 m dir. Ana nehirler Aterno-Pescara, Sangro ve Tronto' dur. Abruzzo yüzyıllarca pek çok sayıda büyük deprem yaşamıştır. 1950 yılından beri Abruzzo düzenli ekonomik büyümeye sahiptir. 1951 yılındaki Abruzzo'nun kişi başına geliri veya GSYİH'sı en zengin bölge olan Kuzey İtalya'nın kinin %53'üydü. 1971 yılına göre %65, 1994 yılına göre %76. Kişi başına en yüksek gelire sahip olmak İtalya'nın diğer bölgelerini şaşırtıyordu. Roma'dan Teramo'ya (A24) süper oto yolun yapımı ve Roma-Pescara (A25) otoyolu, Abruzzo'ya devlet ve özel sektör yatırımlarını artırdı. Abruzzo, bunlardan dolayı bölgedeki diğer yerleri, eğitim seviyesinin yüsekliği sayısında ve üretim büyüklüğünde geçti. Sonuç olarak Abruzzo'nun endüstriyel sektör genişlemesi özellikle mekanik mühendisliğinde, ekipman taşımacılığında ve telekomünikasyonda hızlandı. 2003 yılına göre, Abruzzo'nun adam başına GSYİH'sı 19.506 Euro veya ulusal ortalama olan 23.181 Euro'nun %84'üydü. Ve güney'in 15.808 Euro'sunu geçti. Abruzzo idari olarak dört ile bölünmüştür: "Abruzzo" bölgesinde bulunan önemli beldelerin listesi şudur:: Basilicata Basilicata İtalya'nın 1948 Anayasası ile kısmi bölgesel özerklik verilmiş 20 bölgesinden birisidir. "Basilacata" bölgesi İtalya'nın güneyindedir. Batısında Campania, kuzey ve doğusunda Puglia ve güneyinde Calabria bölgeleri bulunur. Güney-batısında Campania ile Calabria arasında Tiren Denizi ûzerinde ve Calabria ve Puglia arasında İyon Denizi üzerinde Taranto Körfezi'nde deniz kıyıları vardır. İtalya haritası çizme gibi görüntüsü vermekte ve Puglia çizmeninin ökçesinde, Calabria çizmenin burununda ve "Basilicata"' bölgesi ise bunlar arasında çizmenin ayak ortasında yer almaktadır. Bölgenin yüzölçümü 9,992 km² olup nüfusu 2008 itibarıyla 600.000den biraz azdır. Bölgenin başkenti Potenza şehridir. "Basilicata" bölgesi iki ilden oluşmaktadır: Potenza ili ve Matera ili. "Basilicata" bölgesinde bulunan, nüfusu 10,000 kişiyi aşkin önemli şehir ve beldelerin listesi şudur: Calabria Calabria (okunuşu: "Kalabriya") İtalya'nın 1948 Anayasası ile kısmi bölgesel özerklik verilmiş 20 bölgesinden birisidir. İtalyanın güneyinde yer alan bölgenin 5 ili vardır. Bunlar, Catanzaro ili, Cosenza ili, Crotone ili, Reggio Calabria ili, Vibo Valentia'dır. Catanzaro bölgenin başkentidir. Yüzölçümü 15.081 km²'dir. Nüfusu (31.10.2010) 2.009.183 kişidir. Bölge Başbakanı Giuseppe Scopelliti'dir. Bölgede Kalabriyaca dili konuşulur. Ayrıca birkaç köyde Arnavutça'nın bir lehçesi olan Arbereşçe konuşulur. "Calabria" bölgesinde şu iller bulunmaktadır: "Calabria" bölgesinde bulunan 30.000den fazla nüfuslu şehirlerin listesi şudur: Campania Campania, İtalya'nın güney bölgesinde 1948 Anayasası ile kısmi bölgesel özerklik verilmiş 20 bölgesinden birisidir. Yüzölçümü 13,595 km² olan bölgenin nüfusu (2010 tahmini) 5.824.625 kişidir. Bölge başkanı Vincenzo De Luca'dır (PD). Bölgede bir Latin dili olan Napolice konuşulur. Apenin Dağları'nın batı yamacında, kuzeyde Garigliano'dan güneyde Policastro körfezine kadar uzanır. Beş ili içine alır: Avellino, Benevento, Caserta, Napoli ve Salerno. "Campania" bölgesinde bulunan 5 il şunlardır: "Campania" bölgesinde bulunan 40.000'den fazla nüfuslu şehirlerin listesi şudur: Emilia-Romagna Emilia-Romangna bölgesi Avrupa'nın en zengin ve gelişmiş bölgelerinden biri olup İtalya'da kişi başına gayri-safi-milli-gelirin en büyük değerinden aşağı doğru sıralamasına göre üçüncü bölgedir. Bölgenin başkenti olan Bologna şehri İtalya'da hayat kalitesi bakımından yapılan sıralamada en baş sırayı almaktadır. ve gayet gelişmiş ve modern sosyal hizmetler sağlayan şehirdir. Emilia–Romagna dünyanın başlıca kültürel ve turistik merkezlerinden biridir. Çok sayıda Rönesans döneminde gelişen (Modena, Parma, Ferrara gibi) şehirlere sahiptir. Bölge Ferrari, Lamborghini, Maserati, Ducati gibi önemli otomotiv sanayi şirketinin merkezidir. Bölgenin (Cattolica, Rimini gibi) sahil şehirleri çok renkli ve eğlence dolu yazlık iç ve dış turizm merkezleridir. "Emilia–Romagna " bölgesinde şu iller bulunmaktadır: "Emilia-Romagna" bölgesi 9 tane 100.000den büyük nüfuslu şehri ihtiva etmektedir. İtalya'da en yüksek nüfuslu şehir ve beldeler sıralaması içindeki ilk 30 şehirden 7si ve ilk 50 şehirden 10'u da bölgede bulunmaktadır. Lazio Lazio, , İtalya'nın 1948 Anayasası ile kısmi bölgesel özerklik verilmiş 20 bölgesinden birisi. İtalya'nın başkenti Roma da "Lazio" bölgesinde yer almakta ve bu özerk bölgenin de başkenti durumundadır. Bölge aynı zamanda SS Lazio futbol klübünun isminin esin kaynağıdır. Lazio İtalya'nın en büyük bölgesidir. "Lazio" bölgesinde 4 il ve 1 metropol şehir bulunmaktadır: "Lazio" bölgesinde bulunan önemli şehirlerin listesi şudur: Lombardiya Lombardiya (İtalyanca: Lombardia; Lombardça: Lumbardia) Kuzey Batı İtalya'da bulunan Alpler ve Po nehri vadisi arasındaki bölgedir. İtalya'nın 1948 Anayasası ile kısmi bölgesel özerklik verilmiş 20 bölgesinden birisidir. Başkenti Milano kuzey İtalya'nın en büyük şehridir. Lombardiya bölgesi 11 ile, 1 metropol şehre ve 1,530 komüne ayrılmıştır. Lombardiya bölgesinde bulunan kentler, bağlı oldukları iller, komün sınırları içindeki nüfus ve kentlerin etrafındaki şehirleşmiş metropol alanların nüfusu (31.10.2010 itibarıyla) şu listede verilmiştir. Marche Marche İtalya'nın 1948 Anayasası ile kısmi bölgesel özerklik verilmiş 20 bölgesinden birisidir. Ankona şehri bölge merkezidir. Tatil beldeleri ve ince kumlu plajları ile dünyaca ünlü Bölge Apenin Dağları ile Adriyatik Denizi arasında uzanır. Adriatik Denizi'ne bakan kısmı daha çok dağlık ve tepelerle yükseltili bir görünüm arz eder. Dağlık kısmı kıraç ve dar vadileri, derin dar geçitleri, bazen çok hızla akan bazen ulaşılmaz ırmakları (Furlo Gorgo) ile görülmeye değer yerler arasına girmektedir. Yine yumuşak biçimde inip çıkan tepeleri ve ırmaklar ile yer yer kesilen düz ovaları ile kıyı şeridi güzel bir gezi olanağı sunmaktadır. "Marche" bölgesinde, 2009da kurulmuş olan Fermo ili dahil 5 il bulunmaktadır ; fakat Fermo ili çok yeni olduğu için verilen şu istatistikler 2009dan daha onceki durumu yansıtmaktadır: "Marche" bölgesinde bulunan önemli şehirlerin listesi şudur: Çok sayıda ve kayda değer Roma Dönemi kalıntıları Ascoli, Fano, Ankona, Fermo, Urbisaglia ve Macerata yakınlarında bulunur. Bizans öğelerinin karıştığı Romanesk Mimari tarzı, Ancona ile Ascoli arasındaki alanda görülür. Gotik tarz ise daha çok Ascoli ve Tolentino'da rastlanmaktadır. Bölge en yüksek sanatsal altın çağına Rafael ve Bramante gibi yerel sanatçılar sayesinde Rönesans döneminde ulaşmıştır. İtalya Adriatik kiyilarinda en büyük ticari limanı olan Ankona kentinde gezilecek yerler arasında; ilginç bir arkeolojik koleksiyon ile "Marche'liler Ulusal Müzesi"; ortaçağ buluntularına, "Şehir Pinacoteca"'sında bulunan önemli resim sanatı eserleri (Tiziano, Lotto) ile "Katedral Diocesan Müzesi"; Ascoli "Belediye Pinacoteca"’sındaki zengin fresk sergisi; Pesaro kenti
"Şehir Müze"lerinde tablolar, ünlü Rönesans "botteghe" (sanatevi) seramikleri ve arkeolojik buluntuları bulunmaktadır. Urbino "Marche Ulusal Galerisi"nde Marchigiana Sanat koleksiyonu (Rafaello, Titian, Piero della Francesca); Albani kenti "Museo del Duomo" ondördüncü yüzyıl freskleri, tablolar, seramikler ve kutsal emanetler görülebilir; Rafaello'nun doğduğu ev de bir ziyareti hak etmektedir. Macerata "Belediye Kütüphanesi" çok eski bir incunabula; "Araba Müzesi"nde bazı antik araba örneklerini görmek mümkündür. San Giorgio Limanı, Fano ve Senigallia gibi balıkçı kasabaları ve tatil beldeleri ile öne çıkan kumlu sahillleri; kıyışeridi ve panoramik görünümlü yaban hayatı sığınağı dimdik kayalık Mount Conero Dağlık Burnu; iç kısımlar Sibillini Ulusal Parkına doğru tepelik ve vahşi görünüm alır. Jesi kentinde Akordeon Fabrikası gezilebilir. Urbino kenti çevresi (San Leo Kalesi) çok dinlendirici bir yer olarak bilinir. Panoramik görüntüsü ve çevresi ile şirin bir kent olan Pesaro'da bir geziyi hak etmektedir. Marche bölgesinde bulunan il merkezleri arasında karayoluyla en yakın uzaklıklar şu tabloda verilmiştir: Ancona'ya Yunanistan'ın Patras limanından 25 saatlik bir feribot yolculuğu ile ulaşılabilir. Molise Molise İtalya'nın 1948 Anayasası ile kısmi bölgesel özerklik verilmiş 20 bölgesinden birisidir. Molise Güney İtalya'dadır ve ikinci küçük İtalya bölgesidir. 1963'e kadar "Abruzzi e Molise" adlı bölgeye dahildi ve o tarihte (1970'den geçerli olmak üzere) Molise ve Abruzzo bölgeleri iki ayrı bölgeye dönüştürülmüştür. Molise'in yüzölçümü 4.438 km² olup (2009 itibarıyla) yaklaşık 320.000 nüfusa sahiptir. Bölge merkezi Campobasso şehrindedir. "Molise" bölgesinde şu iki il bulunmaktadır: Molise Bölgesinde bulunan (31.10.2010 itibarıyla) 10.000 kisiden buyuk nufuslu kentler listesi şudur: Toskana Toskana, (İtalyanca: Toscana) İtalya'nın 1934 Anayasası ile kısmi bölgesel özerklik verilmiş 20 bölgesinden birisidir. İdare merkezi Floransa olan Toskana'nın nüfusu 3.734.355 (2010), yüzölçümü ise 22.990 km² dir. Dünyaca ünlü Pisa Kulesi Toskana'nın Pisa kentindedir. Toskana'nın en büyük kenti olan Floransa İtalyan Rönesans'ının merkezi sayılır. Toskana, manzarası ve güzel sanatlara ait olan miras yönüyle tanınır. Altı Toskana bölgesi UNESCO koruması altındadır: Floransa tarihi merkezi (1982), Siena tarihi merkezi (1995), Pisa Katedrali alanı (1987), San Gimignano tarihi merkezi (1990), Pienza tarihi merkezi (1996) ve Val d'Orcia (2004). Toskana İtalya'nın merkez bölgesi olup, kuzeyde Emilia-Romagna, kuzey-batıda Liguria, batıda Tiren Denizi, doğuda Umbria veMarche, güney-batıda Lazio ile sınırdır. Topraklarının üçte ikisi tepelik ve dörtte biri dağlıkdır. Geri kalan kısımlar ise Arno Nehri'nin şekillendirdiği vadideki düz ovalardır. Toskana bolgesindeki 10 il sunlardir: Toskana bölgesinde bulunan önemli beldelerin listesi şudur:: [[Kategori:Toskana| ]] Umbria Umbria, İtalya'nın 1948 Anayasası ile kısmi bölgesel özerklik verilmiş 20 bölgesinden birisidir. Yarımadadaki denize kıyısı olmayan tek bölgedir ve ülkenin de en küçük bölgelerinden biridir. Marche, Toscana ve Lazio bölgeleriyle çevrilidir. "Umbria" bölgesindeki 2 il şunlardır: "Umbria" bölgesinde nüfusu 20.000 üstünde bulunan beldelerin listesi şudur: Veneto Veneto veya Venetia, İtalya'nın 1948 Anayasası ile kısmi bölgesel özerklik verilmiş 20 bölgesinden birisidir. Kuzey-doğu İtalya cografi bolgesinde bulunmaktadir. Baş şehri Venedik'tir. Önceleri meşhur Venedik Cumhuriyeti'nin beşiği, daha sonra göç yığınlarının toprağı şimdilerdeyse Veneto. Nüfusu 4.9 milyonu aşıyor. İtalya bölgesinin en zengin ve en endüstrileşmiş bölgelerinden birisidir. Veneto'nun tabii, tarihsel ve sanatsal güzellikleri onu en çok ziyaret edilen bölgesi yapmakta ve her yıl yaklaşık 60 milyon turist gelmektedir. Konuşulan diller, Venedikçe, Latince ve İtalyancadir. Veneto, İtalya'nın Kuzeydoğu kısmında yer alır. İtalyan bölgelerinden Emilia-Romagna ve Lombardiya, özerk İtalyan bölgelerinden Trentino Alto Adige/Südtriol ve Friuli-Venezia Giulia ve Avusturya ülkesi ile sınırdır. Alpler ve Adriyatik Denizi arasında uzanır. Po, Adige Brenta ve Piave River nehirleri ile kavşaklar bu bölgededir. Veneto bölgesinin yedi ili vardır: "Veneto" bölgesinde 30.000den daha büyük nüfuslu şu şehirler bulunmaktadır:: Trentino-Alto Adige/Südtirol Trentino-Alto Adige (İtalyanca resmi ismiyle: "Regione Autonoma Trentino Alto Adige-Sudtirol", Almanca:"Sudtirol", ladino: "Trentin-Sudtirol") kuzey-doğu İtalya'da 1948 Anayasası ile kısmi bölgesel özerklik verilmiş 20 bölgesinden birisidir. Trentino-Alto Adige tarihsel-kültürel-idari gerçeklere bağlı olarak iki alt-bölgeden oluşur. Kuzeyde özerk Bolzano (Özerk) ili'ne tekabül eden "Alto Adige" bulunur ve Alto-Adige'nin merkez şehri ise Bolzano'dur. Güneyde özerk Trento (Özerk) ili'ne tekabül eden "Trentino" vardır ve bu idari ilin merkezi ve Trentino-Alto Adige özerk bölgesinin başkenti Trento'dur Trentino-Alto Adige'de İtalyanca ve Almanca resmî dillerdir. Trentino-Alto Adige bölgesinin güneyinde Veneto Bölgesi, kuzey ve kuzey batısında Avusturya'ya ait Tirol ve Salzburg eyaletleri, güney-batısında Lombardiya Bölgesi ve kuzey-batısında İsviçre (Grioni kantonu) bulunur. "Trentino - Alto Adige - Südtirol" özerk bölgesinde şu iki özerk il bulunur: "Trentino-Alto Adige-Sudtirol" özerk bölgesinde bulunan nüfusu yaklaşık 20.000 ve üstünde bulunan beldelerin listesi şudur: Aosta Aosta (Fransızca: Aoste) Torino'nun 110 km kuzey-batısında İtalya Alp'lerindeki iki dilli Aosta Vadisi'ndeki önemli bir şehirdir. Mont Blanc Tüneli'nin İtalya yakınında Buthier Nehri ve Dora Baltea Nehrinin birleşme, kavşak noktasında konumlanır. İtalya'nın 1948 Anayasası ile kısmi bölgesel özerklik verilmiş 20 bölgesinden birisidir. Aosta'ya yerleşim tarih öncesi zamanlarda başlamaktadır. Daha sonra "Salassi" Kelt şehri haline gelir. Terentius Varro şehri MÖ 25 tarihinde ele geçirir ve "Augusta Praetoria" nın Antik Roma kolonisini kurar. MÖ 11 yılından sonra Aosta Roma İmparatorluğu'nun bölgesi olan "Alpes Graies" ("Grey Alps":Yeşil Alpler)'in başşehri olur. Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra şehir Burgundinas, Ostrogotlar ve Bizans'lılar tarafından ele geçirilir. Lombardlar şehri kendilerinin İtalyan Krallığına eklerler. Daha sonra da Genç Pepin'in Fransız İmparatorluğu tarafından kovulurlar. 10ncu yüzyılda Aosta Burgundy Krallığı'nın parçası haline gelir. Daha sonra 1032 yılında çöküşü ile Savoya Hanedanı'nın I. Umberto Biancamano topraklarına katılır. Savoya Hanedanı altında Aosta'ya özel bir statü garanti edilir. Bu durum yeni İtalyan Cumhuriyeti 1948 yılında ilan edildiğinde de muhafaza edilir. Strazburg Strazburg (, , , ) Fransa'nın bir kuzeydoğu kentidir. Alsas bölgesi ve Bas-Rhin departmanının başkentliğini yapar. Strazburg Fransa'nın nüfus bakımından yedinci en kalabalık kentidir. Kuzey-doğu bölgesinin ekonomik merkezlerinden biri olan şehir aynı zamanda Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosu'nu barındırır. Cenevre ve New York'la birlikte ülke başkentliği yapmadan uluslararası bir organizasyon merkezi barındıran az sayıda kentten biridir. Şehir, 1988'de UNESCO tarafından Dünya Mirasları Listesi'ne dahil edilmiştir. Strazburg aynı zamanda büyük bir öğrenci kentidir. Üniversiteleri uluslararası platformda tanınmış olup öğrencilerinin 20% si yabancıdır. Şehir "Avrupa'nin Başkenti" unvanını taşır. Kent 1949 yılından bu yana AB görüşmelerine ev sahipliği yapmaktadır ve Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi burada bulunmaktadır. Bu sebeple Avrupa Birliği'nin Brüksel'den sonraki 2. önemli kentidir. Dünyada Cenevre ve New York'un yanı sıra, başkent olmadan uluslararası kurumlara ev sahipliği yapan üç kentten biridir. Bir sınır kenti olduğundan dolayı, diğer tipik Fransız kentlerine benzememektedir. Özellikle Alman ve Fransız kültürünün yoğun özelliklerini taşımaktadır. Şehrin şaraplık bağları çok ünlüdür. Strazburg, Roma imparatoru Augustus tarafından kurulmuştur. 1681 yılında Almanlardan Fransızlara geçmiştir. 1789 Fransız Devrimi ile de kent iyice Fransız kültürünün etkisi altına girmiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısında Otto von Bismarck tarafından yeniden ele geçirilerek Alman İmparatorluğu'na dahil edilmiş ve Alsas-Loren eyaletinin başkenti yapılmıştır. Kent I. Dünya Savaşı'nın ardından 1919'da yeniden Fransa'ya katılmıştır. Tarihte birçok önemli olaya tanıklık etmiştir. Fransa millî marşı La Marseillaise 1792'de Rouget de Lisle tarafından burada bestelenmiştir. Gutenberg matbaayı burada icat etmiştir. Ünlü Alman yazar Goethe de hayatının bir kısmını burada geçirmiş ve burada öğrencilik yapmıştır. Fransa'nın en önemli üniversitesinden biri olan Strazburg Üniversitesi burada yer almaktadır. Kent 1988 yılından bu yana UNESCO'nun Dünya Mirası listesinde yer almaktadır. Strazburg hem kent merkezi, hem de çevresindeki Orta Çağ ve Rönesans mimarisinin etkisiyle bir açık hava müzesini andırmaktadır. Şehrin çevreleri üzüm bağları ile çevrilidir. Şehirde çok sayıda park ve bahçe bulunmaktadır. Görülmesi gereken yerler ve müzelerin bazıları şunlardır: Şehrin takımı Fransa 2. Ligi'nde oynayan Strazburg'dur. Megadeth Megadeth, Dave Mustaine' in liderlik ettiği Grammy ödüllü ABD'li thrash metal grubudur. 1983 yılında kurulmuş, 2002 yılında dağılmış ve 2004 yılında tekrar kurulmuştur. Metallica, Slayer ve Anthrax ile birlikte thrash metal'in dört büyük grubundan biri kabul edilir. 1983'te kurulan grup, 1985'te ilk albümleri Killing Is My Business... And Business Is Good! ile ortaya çıktı. Bir sene sonra çıkan Peace Sells... But Who's Buying? ile dikkatleri üzerinde toplamaya başlayan grup, esas patlamayı 1990'da çıkardığı Rust in Peace ile yaptı. Özellikle de Marty Friedman ve Nick Menza'nın gruba katılması ve ardından çıkan bu albümle dikkatleri çekmeyi başaran grup, ardından çıkardığı Countdown to Extinction ve Youthanasia albümleriyle de adından söz ettirmeyi başardı.
Ne var ki, grup 1990'ların sonlarına doğru eski şöhretini kaybetmeye başladı. Grubun farklı bir müzikal kanala yönelmesi ve Friedman ile Menza'nın gruptan ayrılışı da bunda etkili olmuştur. Grup, 2000'lerin başında eski tarzına geri dönse de, Mustaine'ın kolundan geçirdiği sakatlık nedeniyle grup 2002'de dağılma kararı aldı, fakat 2004 yılında tekrar kuruldu ve o tarihten beri müzik kariyerine devam etmektedir. Grup, 2014 itibarıyla 50 milyonu aşkın satış rakamları yakalamayı başarmıştır. Grubun kurucusu, aynı zamanda gitaristi ve vokalisti olan Dave Mustaine'dir. Metallica'dan kovulan Mustaine, daha sonra David Ellefson ile tanışarak Megadeth'i kurmuştur. Yıllar içinde pek çok üye değişikliği yaşayan grubun şu anki kadrosu; ritim gitarda ve vokalde Dave Mustaine, basgitarda David Ellefson, davulda Dirk Verbeuren ve solo gitarda Kiko Loureiro şeklindedir. Grubun kuruluşu 1983'e uzanmaktadır. O tarihte Metallica'da gitaristlik yapan Dave Mustaine'nin grup üyeleriyle arası kötüydü. Alkol ve uyuşturucu bağımlılığının olması ve saldırgan tavırları, Mustaine'nin gruptan kovulmasına neden olmuştur. Mustaine'in yerine ise Exodus gitaristi Kirk Hammett getirildi. Mustaine, Metallica'dan kovulduktan sonra, David Ellefson ile tanıştı. Mustaine ve Ellefson'ın yanına gitarist Greg Handevidt ve baterist Dijon Carruthers de katıldı ve bu kadroyla grup resmen kuruldu. Grubun kaydettiği ilk şarkı, Mustaine'in Metallica'da iken yazdığı ""The Mechanix""'in daha hızlı çalınmış hali olan ""Mechanix"" idi. Daha sonra bateriye Lee Rausch getirildi ve bu kadroyla 3 şarkılık "Last Rites" isimli demo kaydedildi, bu demodan sonra Greg Handevidt gruptan ayrıldı. Yerine ise Slayer gitaristi Kerry King getirildi. King, grubun kalıcı bir üyesi olmadı, sadece konserlerde grupla beraber yer aldı. Daha sonra Lee Rausch da gruptan ayrıldı, yerine Gar Samuelson getirildi. Kerry King'in yerine ise gruba Chris Poland getirildi. Bağımsız bir plak şirketi olan Combat Records ile de anlaşma sağlayan grup, ilk albümlerinin hazırlığına başladı. Haziran 1985'te de, grubun ilk albümü "Killing Is My Business... And Business Is Good!" piyasaya sürüldü. Thrash metal çevresinde olumlu tepkiler alan albüm, buna rağmen fazla satılmadı. Albümdeki şarkılar, genel olarak, gençlik, hızlı yaşam, ölüm ve thrash üzerine yazılmıştır. Albüm, eleştirmenlerden olumlu yorumlar almıştır. Albümdeki "Mechanix" isimli şarkı, Mustaine'in Metallica'da iken yazdığı The Four Horsemen'in ilk halidir. Asıl ismi The Mechanix olan şarkı, ilk olarak Metallica'nin No Life 'Till Leather isimli demosunda yer almıştır. Mustaine Metallica'dan ayrıldıktan sonra, grup şarkıda çeşitli değişiklikler yaparak, "The Four Horsemen" ismiyle ilk albümleri Kill 'Em All'a koymuştur. Albümün turnesi sırasında, Mike Albert, Chris Poland'ın yerine gruba eşlik etmiştir. Poland, kısa bir süre sonra gruba tekrar geri dönmüştür. 1985 sonlarına doğru yeni albüm kayıtlarına başlayan grup, plak şirketinin yeterli bütçe ayıramaması nedeniyle istediği sesi yakalayamıyordu. Grup, Capitol Records ile anlaşıp eski kayıt şirketi Combat Records ile olan anlaşmalarını sonlandırarak bu sorunu çözmüştür. (Fakat Combat'ın logosu Youthanasia albümüne kadar çıkan bütün Megadeth albümlerinde yer almıştır.). 19 Eylül 1986'da da "Peace Sells... But Who's Buying?" piyasaya sürülür. Bu albüm de, olumlu tepkiler almıştır. Özellikle de grubun ilk klip çektiği şarkı olan Peace Sells, büyük bir ilgiyle karşılanmıştır. Peace Sells'in dışında, "Good Morning/Black Friday" ve Wake Up Dead de, hayranlarca en sevilen parçalar haline gelmiştir. Bu şarkılar, bugün bile konserlerde çalınmaktadır. Bu albüm turnesi sırasında da Gar Samuelson ve Chris Poland gruptan atılır. Samuelson'ın yerine, davul teknisyenliğini yapan Chuck Behler getirilir. Poland'ın yerine de Malice'den Jay Reynolds getirilir. Reynolds'a Poland'ın partisyonlarını öğretmesi için gitar öğretmenliği yapan Jeff Young görevlendirilir. Fakat Young'ın bu partisyonları kısa sürede öğrenmesi ve notası notasına çalması üzerine gitara Reynolds değil Young getirilir. Yaşanan bu üye değişikliklerinden sonra, grup üçüncü albüm hazırlıklarına başlamıştır. İlk başta, grup prodüktör olarak Paul Lani ile çalışsa da, Lani ile Dave Mustaine ile arasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle, albümün miksajını Michael Wagener tamamladı. 1988 yılında da "So Far, So Good... So What!" piyasaya çıkmıştır. Albümdeki "Set The World Afire" isimli şarkı, Dave Mustaine'in Metallica'dan kovulduktan sonra yazdığı ilk şarkılardan biridir. In My Darkest Hour da, Mustaine'nin, Metallica'da bir dönem beraber çalıştığı, bir trafik kazasında hayatını kaybeden basgitarist Cliff Burton'a yazdığı bir şarkıdır. Grup, albümde ayrıca Sex Pistols'ın Anarchy in the U.K. adlı şarkısını da yeniden yorumlamıştır. 1989 yılında baterist Chuck Behler gruptan ayrılmıştır. Behler'ın provalara geç gelmesi ve sorun çıkarması nedeniyle, kendisinin yerine davul teknisyenliğini yapan Nick Menza getirilmiştir. Jeff Young'ın da gruptan ayrılması üzerine bir süre ikinci bir gitarist bulamayan grup, bu sırada "Alice Cooper"'ın No More Mr. Nice Guy şarkısını yeniden yorumladı. Daha sonra da ikinci gitarist olarak Jason Becker ile birlikte Cacophony'de bulunan Marty Friedman gruba dahil olmuştur. Bu kadroyla dördüncü albüm "Rust in Peace", 1990 yılında piyasaya sürüldü. Mike Clink'in prodüktörlüğünü yaptığı albüm, Amerika listelerinde 22. sıraya, İngiltere listelerinde ise sekizincliğe kadar yükseldi. Oldukça zor ve karmaşık gitar partisyonları, Marty Friedman'ın soloları ve Nick Menza'nın davul tekniği de, albümün başarısında önemli pay sahibi olmuştur. Albümden Holy Wars... The Punishment Due ve Hangar 18 teklilerini çıkaran grup, bu şarkılara çektikleri kliplerle de dikkat çekmeyi başardı. 1991 yılında; Slayer, Testament ve Suicidal Tendencies ile birlikte Clash Of The Titans adlı Avrupa turnesine çıkan dörtlü, aynı zamanda Judas Priest ile birlikte konserler verdi. Aynı sene, içinde video klipler ve grupla yapılan uzun bir röportajı barındıran Rusted Pieces piyasaya sürüldü. Ayrıca, grup bu albümle beraber Grammy ödüllerine "En İyi Metal Performansı" dalında aday gösterildi. Bill And Ted’s Bogus Journey adlı filmin soundtrackine Go To Hell adlı parçayla katılan grup, ayrıca Super Mario Bros filminin soundtrackinde de Breakpoint adlı parçasıyla yer aldı. Rust in Peace gibi klasik haline gelmiş bir albümden iki sene sonra yeni bir albüm için stüdyoya giren Megadeth, 1992 yılında "Countdown to Extinction" isimli beşinci stüdyo albümünü çıkardı. Albümle birlikte, artık grubun müzikalitesini iyice geliştirdiği anlaşılıyordu. Teknolojinin olanaklarından yararlanan grup, yeni kayıt teknikleri kullanmış ve farklı bir tarz denemişti. Albüm, genel olarak beğenilse de, beğenmeyen hayranlar da yok değildi. Şarkılarda ise siyasi ve askeri eleştirilerin yanı sıra, doğal çevrenin yok oluşuna değinildiği gibi, kişisel konulardan da bahsedilmekteydi. Albümün dikkat çeken yönlerinden biri ise bu şarkı sözleri idi. 1993’te ise grup Milton Keys Bowl’da Metallica ve Diamond Head’le aynı sahneyi paylaştı, Iron Maiden’ın Avrupa turnesinin bir kısmında ön grup olarak yer aldılar ve Aerosmith’in "Get A Grip" turnesine katıldı. Ama kısa bir süre sonra bu turneden kovuldular. Ardından ise Pantera ile birlikte kendi turnelerine çıktılar. Last Action Hero filmi için Angry Again, The Beavis And Butthead Experience filmi için de 99 Ways to Die parçalarını yaptılar. Rust in Peace ve Countdown to Extinction gibi iki klasikleşmiş albümden sonra, grup 1994 yılında yeni bir albüm için stüdyoya girdi. Aynı yıl, grubun altıncı stüdyo albümü "Youthanasia" piyasaya çıktı. Albüm, bir kısım dinleyiciler tarafından sevilirken, bir kısım tarafından da müzikal açıdan bir yavaşlama olduğu gerekçesiyle olumsuz tepkiler aldı. Albüm, önceki albümlere göre daha yavaş, daha melodik sounda sahip şarkılar içeriyordu. En çok dikkat çeken parça ise Fransızca söylenen nakaratıyla A Tout le Monde olmuştur. Bir insanının yaşamının son anlarının anlatıldığı parça, albümün hit parçası olmuştur. Bunun dışında diğer sosyal sorunlarla ilgili parçalar da albümde yer almaktadır. Tecavüz ve ensest ("Family Tree"), mitoloji ("Elysian Fields" ve "Blood of Heroes"), nükleer savaş ("Black Curtains") ve kumar (Train of Consequences), albümde işlenen sorunlardan bazılarıdır. Albümün son parçası "Victory" ise, grubun daha önceki şarkılarının isimlerinden oluşturulmuştur. Albüm, ismi ve kapağı nedeniyle de eleştiriler aldı. "Youth" ("gençlik") ve "anasia" (İngilizcede ötanazi anlamına gelen "Euthanasia"'nın bir kısmı) kelimelerinden türetilen ve gençlerin ötanazi hakkını sorgulayan albümün, kapağı nedeniyle de Singapur ve Malezya'da satışı yasaklandı. Train of Consequences'in bebekli klibi, Amerika'da sansürlenerek yayınlandı . Grup daha sonra konserlere başladı. Corrosion Of Conformity ile Avrupa’da, ertesinde de Flotsam and Jetsam, Korn ve Fear Factory ile Amerika’da konserler verdi. Bu konserler sonrasında Brezilya’ya geçerek Alice Cooper ve Ozzy Osbourne ile aynı sahneyi paylaşan topluluk, 1995 senesinde adlı filmin soundtrackine "Diadems" adlı parçayla ve efsanevi grup Black Sabbath için hazırlanan saygı albümüne grubun "Paranoid" parçasını yeniden yorumlayarak katıldı. 1995 yılında ise Hidden Treasures piyasaya sürüldü. Soundtrackler ve diğer derleme albümler için hazırlanan parçalarını bulunduran albümde ayrıca Sex Pistols parçası "Problems" da yeniden yorumlandı. Sene sonunda Hidden Treasures kaydını EP olarak ABD ve Japonya’da hayranlarına ulaştırdı. Megadeth, dünya turnesi sonrasında Dave Mustaine’nin MD.45 adlı yan projesine yönelmesiyle bir süreliğine dinlenmeye çekildi. Foreigner ve Bad Company gruplarının menajerliğini yapmış olan Bud Prager’ı grubun menajerliğine getiren grup, 1996 senesinin sonuna doğru yedinci albümün çalışmalarına yöneldi. 1997 yılında grubun yedinci albümü "Cryptic Writings", Dann Huff'ın prodüktörlüğünde piyasaya çıkmıştır. Sert parçaların yanı sıra melodik par
çalar da bulunduran albüm, diğer albümlere oranla biraz sönük kalmış, kimi kesimler tarafından beğenilmemiştir. Daha önceki albümlerde genelde toplumsal konulardan söz eden grup, bu albümde daha çok bireysel konulara değinmiştir. Albümdeki en çok dikkat çeken parça, açılış parçası olan Trust'tır. Bunun yanı sıra, A Secret Place ve "She Wolf" da albümde yer alan, beğenilen şarkılardandır. Haziran ayında The Misfits ile dünya turnesine çıkan grup, Amerika’da ise Life Of Agony ve Coal Chamber ile performanslarda bulundu. Bu konserlerin ertesinde 1998 senesinde Ozzfest’e dahil olan topluluk, baterist Nick Menza’nın dizinde tümör olması sebebiyle turneyi Suicidal Tendencies bateristi Jimmy DeGrasso ile tamamladı. Dizindeki sakatlığın yanı sıra, alkol bağımlılığı da Menza'nın gruptan ayrılmasında etkili olmuştur. Ayrıca Grammy ödüllerine Trust parçasıyla “"En İyi Metal Performansı"” dalında aday olarak gösterilen grup, aynı sene Duke Nukem adlı bilgisayar oyunun müziklerinde "Grabbag" ve "New World Order" adlı parçalarla yer aldı. 1999 yılında ise, grubun sekizinci albümü "Risk" piyasaya sürüldü. Grup, bu albümde tarz değişikliğine gitmiş, eski soundundan uzaklaşarak bir nevi risk almıştır. Pek çok müziksever ve eleştirmen, albümü beğenmemiş, olumsuz eleştiriler yapmıştır. Fakat bu albüm, gruba yeni bir hayran kitlesi de getirmiştir. Albümün açılış şarkısı Insomnia, albümün en sevilen parçalarından biri olmuştur. Crush 'Em, Universal Soldier 2'nin soundtracki olarak kullanılmıştır. Gruba katılışıyla beraber, grubun altın çağlarını yaşamasına katkıda bulunan gitarist Marty Friedman, bu albümün turnesi esnasında gruptan ayrılmıştır. Ayrılığın sebebi olarak ise, grup üyeleriyle müzikal açıdan yaşadığı anlaşmazlıkları gösterilmiştir. Friedman'ın yerine ise Savatage gitaristi Al Pitrelli getirilmiştir. 2000 yılında, grubun adını taşıyan toplama albümü yayınlandı. Yeni albüm için yazılan ilk şarkı "Kill The King" radyolarda bir numara oldu. Daha sonra da Capitol Records ile olan anlaşma sonlandırıldı ve Sanctuary Records ile anlaşıldı. 2001 yılında da, dokuzuncu albüm "The World Needs a Hero", Bill Kennedy'in prodüktörlüğünde piyasaya çıktı. Grup, bu albümle beraber, sert ve hızlı çizgisine geri dönmüştür. Albümde, Rust in Peace'de bulunan Hangar 18'in grup tarafından yeniden yorumlanmış versiyonu "Return to Hangar" ismiyle yer almıştır. Ayrıca; "Disconnect", "Promises", Dread And The Fugitive Mind ve Moto Psycho, albümde ön plana çıkan şarkılardan bazılarıdır. Grup daha sonra albüm turnesine çıktı. Türkiye'nin de aralarında bulunduğu pek çok ülkede konserler verdi. 2002 yılında ise Amerika'da verdikleri bir konseri Rude Awakening adıyla piyasaya sürdüler. The World Needs a Hero'nun başarısına rağmen; Dave Mustaine, James Hetfield'ın alkol bağımlılığı nedeniyle rehabilitasyon merkezinde olması nedeniyle Metallica üyeleriyle gruba tekrar geri dönmesi hakkında konuşmuş ve Megadeth'i kısa bir süre için askıya almıştır. Fakat Metallica üyeleri, Mustaine'in bu teklifini kabul etmemiştir. Mustaine, bu sırada sol elinde baş gösteren karpal tünel sendromu nedeniyle Megadeth'i dağıtma kararı almıştır. 2004 yılında, Mustaine gördüğü tedaviler sonucunda sağlığına kavuşur ve eski Megadeth şarkılarını düzenleyip solo bir albüm çıkartmak ister. Fakat kayıt şirketi, Megadeth ismiyle anlaşması olduğunu belirtince, Mustaine Megadeth'i tekrar kurma kararı almıştır. Bu sırada da, basgitarist David Ellefson ile Mustaine'in arası açılır ve mahkemelik olurlar. Grubun efsanevi dörtlüsünü tekrar birleştirmek isteyen Dave Mustaine, David Ellefson ve Marty Friedman'dan olumsuz yanıt alınca bu fikrinden vazgeçti. Grubun ilk iki albümünde gitaristlik yapan Chris Poland'ın yanı sıra, basgitarist Jimmy Sloas ve baterist Vinnie Colaiuta ile beraber çalışan Mustaine, The System Has Failed ile beraber Megadeth adı altında müziğe geri dönüş yaptı. Albüm, Jeff Balding'in prodüktörlüğünde piyasa sürüldü. Ayrıca grup, ilk albümden Risk albümüne kadarki (Risk de dahil) bütün albümlerini bu sene içinde yeniden kaydederek piyasaya sürdü. Bu albümlerde ayrıca bazı şarkıların demolarına da yer verildi. Daha sonra da turne hazırlıklarına başlayan gruba, gitarist olarak Glen Drover, basgitarist olarak da James MacDonough dahil oldu. Baterist olarak ilk önce Nick Menza'nın adı geçse de, Menza'nın hazır olmadığını düşünen grup, onun yerine Glen Drover'ın ağabeyi Shawn Drover'ı gruba kattı ve bu kadroyla turneye çıktı. Amerika'da Exodus, Avrupa'da ise Diamond Head ve Dungeon ile konserler verdi. 2005 yılında ise grup, Dave Mustaine'in organize ettiği ve zamanla gelenekselleşen bir müzik festivali haline gelen Gigantour'da Dream Theater, Anthrax, Fear Factory, Dillinger Escape Plan, Nevermore, Life of Agony, Symphony X, Dry Kill Logic ve Bobaflex ile sahne aldı, aynı zamanda adlı derleme albümü de hayranlarına sundu. Ayrıca 2006 senesinde Arsenal of Megadeth DVD'si piyasaya sürüldü. James MacDonough, gruptan ayrıldı ve yerine Black Label Society'den James LoMenzo geldi. 2007 yılında yılında ise albüm turnesi sırasında Arjantin'de verdikleri bir konseri ismiyle piyasaya sürdüler. 3 yıllık bir aradan sonra, grup yeni bir albüm için stüdyoya girme kararı aldı. Yeni albüm öncesinde Sanctuary Records ile olan anlaşmalarını sonlandırarak Roadrunner Records anlaşma imzaladılar. Grubun on birinci stüdyo albümü "United Abominations", 2007 yılında piyasaya çıkarıldı. Albümde yer alan şarkılarda, daha çok siyasi konulardan bahsedilmiştir. Albümün ismi de, Birleşmiş Milletler'e (United Nations) bir gönderme yapmaktadır. Türkçeye çevrildiğine, United Abominations "Birleşmiş İğrençlikler" anlamına gelmektedir. Albüm, eleştirmenlerden iyi notlar alsa da, hayranlar tarafından çok beğenilmemiştir. Youthanasia'da da yer alan A Tout le Monde, Lacuna Coil vokalisti Cristina Scabbia düeti ile beraber yer almaktadır. Ayrıca albümün Japonya baskısında Led Zeppelin şarkısı "Out on the Tiles" da yeniden yorumlandı. Bunun dışında; "Sleepwalker", "Washington Is Next!" ve Never Walk Alone... A Call to Arms, albümde ön plana çıkan şarkılardandır. 2008 yılında, grubun gitaristi Glen Drover, ailesine daha çok vakit ayırmak istediğini söyleyerek gruptan ayrılma kararı almıştır. Drover'ın yerine, ağabeyi Shawn Drover tarafından Chris Broderick tavsiye edilmiş, Dave Mustaine'in de onay vermesiyle Broderick gruba katılmıştır. Broderick'in katılışıyla beraber, grup yeni albümleri için stüdyoya girer ve 2009 yılında on ikinci stüdyo albümleri "Endgame" piyasaya sürülür. Albüm müzik eleştirmenlerinden olumlu eleştiriler almış, hayranlarca da beğenilmiştir. Head Crusher, The Right To Go Insane, This Day We Fight ve 44 Minutes, albümde öne çıkan şarkılardandır. Endgame turnesi sırasında, grubun kurucusu ve basgitaristi David Ellefson gruba dönmüştür. Ellefson'ın dönüşünden sonra, grup yeni bir albüm için stüdyoya girdi. 2011 yılında, grubun on üçüncü stüdyo albümleri TH1RT3EN piyasaya sürülür. Albümde, yeni şarkıların yanı sıra, eski şarkılar da bulunmaktadır. 2010 yapımı için yazılan "Sudden Death", Youthanasia'nin 2004 kaydında bonus olarak yer alan "New World Order", yine bonus olarak olarak yer alan "Millenium of the Blind" ve United Abominations'ta bonus olarak ye alan "Black Swan", grubun önceden yazdığı şarkılardır. Grup, albümden Public Enemy No. 1 ve Whose Life (Is It Anyways?) isimli iki tekli çıkarır. Albüm, Billboard 200'e 11. sıradan girmiştir. Public Enemy No. 1, Whose Life (Is It Anyways?) ve Sudden Death, Grammy ödüllerine aday gösterilseler de, ödül kazanamadılar. 2012 sonbaharıyla beraber, grup yeni bir albüm çalışmalarına başlamıştır. Roadrunner ile biten anlaşmalarını yenilemeyen grup, yeni albümleri Super Collider'i Universal bünyesinde bulunan, Dave Mustaine'nin kendi plak şirketi olan Tradecraft etiketiyle çıkarma kararı aldı. Grup, albüm kayıtları esnasında çekilen videoları grubun Youtube hesapları üzerinden yayınlamış, ayrıca "Kingmaker" ve albümle aynı ismi taşıyan Super Collider isimli şarkıları da albümü piyasaya sürmeden önce hayranlarıyla buluşturmuştur. 4 Haziran'da piyasaya sürülen albüm,Billboard 200'e 6 numaradan giriş yapmıştır. Fakat eleştirmenler, bu albümü beğenmemiş, albüme genel olarak olumsuz eleştiriler yapılmıştır. Müzikal anlamdaki değişim nedeniyle, albümü Risk ile karşılaştıranlar da olmuştur. Disturbed ve Device vokalisti David Draiman, "Dance in the Rain" isimli şarkıda konuk vokalist olarak yer almıştır. Ayrıca, Thin Lizzy şarkısı Cold Sweat da albümde yeniden yorumlanmıştır. Grup daha sonra albümün turnesine çıkmış, Türkiye de dahil pek çok ülkede konserler vermiştir. Dave Mustaine, grubun yeni bir albüm için 2015 Ocak ayında stüdyoya gireceğini belirtmiştir. 25 Kasım 2014'te, Chris Broderick ve Shawn Drover, yayınladıkları açıklamalarla gruptan ayrıldıklarını açıklamışlardır. Broderick, ""artistik ve müzikal farklılıklar"", Drover ise ""kendi müzikal yönelimlerinin peşinden gitmek için"" gruptan ayrıldıklarını açıklamışlardır. İkili, Act of Defiance adıyla kendi gruplarını kurdular Bu ikilinin yerine kimlerin geleceği resmî olarak açıklanmadan önce, grubun yeni albüm kayıtları için Lamb of God bateristi Chris Adler ve Angra gitaristi Kiko Loureiro ile çalışacağı söylenmekteydi. 29 Mart'ta, Adler'ın sadece albüm kayıtlarında konuk baterist olarak yer alacağı açıklandı.. 2 Nisan'da ise, Loureiro'nun grubun yeni gitaristi olduğu duyuruldu. Chris Adler, ilerleyen aylarda yaptığı bir açıklamayla gruba tam zamanlı olarak katıldığını açıklamış, böylece grubun kadrosu netleşmiştir. Bu kadroyla yeni albüm çalışmalarına devam eden grup, 22 Ocak 2016 tarihinde Dystopia isimli albümü piyasaya sürdü. Grubun köklerine geri dönüş yaptığı albüm, olumlu tepkiler aldı ve gayet iyi satış rakamları yakaladı. Albümün turnesine çıkan grup, turnenin Kuzey Amerika ayağında Suicidal Tendencies, Children of Bodom ve Havok ile birlikte sahne almıştır. Daha sonra Lamb of God ile turneye çıkacağı için yerine Dirk Verbeuren'i öneren Chris Adler'ın, daha sonra gruptan tama
men ayrıldığı, yerine geçici olarak alınan Verbeuren'in ise tam zamanlı olarak gruba katıldığı açıklandı. Bavyera Bavyera (Alm. "Bayern", "Freistaat Bayern") Almanya'nın güneydoğusunda bir eyalet. Yüzölçümü bakımından Almanya'nın en büyük eyaletidir. Başkenti Münih'tir. Diğer önemli kentleri ise Augsburg, Nürnberg, Regensburg, Bamberg ve Würzburg'dur. Batıda Baden-Württemberg ve Hessen eyaletleri, kuzeyde Thüringen ve Sachsen eyaletleri, doğuda Çek Cumhuriyeti, güney ve güneybatıda Avusturya ile çevrilidir. Bölgenin bilinen ilk halkı Keltlerdi. M.Ö. 10'dan sonra Keltler kuzeydeki Töton kavimleri ile güneydeki Romalıların arasında sıkışmaya başladı. Romalılar bölgenin güneyini Raetia ve Noricum olarak ikiye böldüler ve Tötonların akınlarını önlemek için kuzey sınırı boyunca kaleler kurdular. Güneyde Augusta Vindelicorum (Augsburg), Cambodunum (Kempten), Castra Batava (Passau), Castra Regina (Regensburg) gibi giderek gelişen Roma kolonileri kuruldu. 5. yüzyıldaki sürekli Germen saldırıları sonucundaki bölgedeki Roma etkisi silindi. Zamanla Elbe yöresinden, Bohemya, Moravya ve Macaristan'dan gelip bölgeye yerleşen kabileler Keltler ve Romalılarla kaynaştılar. Bölgeye adını veren kavim Baiuvariler (Bavyeralılar) M.S. 500-800 arasında güneye yerleştiler. Bölgenin güneybatı kesimi Almanların, kuzeyi de Franklar'ın ve Thüringenliler'in eline geçti. Bavyera 7. ve 8. yüzyıllarda İrlandalı ve İskoçyalı keşişlerin (Aziz Boniface, Aziz Korbinian, Aziz Emmeram ve Aziz Rupert) çabalarıyla Hıristiyanlaştı. 555-758 arasında bölgeyi yöneten Agilolfing ailesinden gelen Frank düklerinin son temsilcisi III. Tassilo, Charlemagne'a yenilince Bavyera, Karolenj İmparatorluğu'na katıldı. 817'de imparatorluğun bölünmesi üzerine, merkezi Regensburg olan Bavyera düklüğü, Doğu Frank toprakları içinde yer aldı. 1180'de Kutsal Roma-Germen imparatoru I. Friedrich (Barbarossa) Bavyera'yı Kont Otto von Wittelsbach'a verdi. Bavyera 1918'e değin bu ailenin yönetiminde kaldı. Wittelsbachlar başlangıçta bugünkü Bavyera'nın yalnızca güneydoğu kesiminde egemendi. Geri kalan topraklar sayısız imparatorluk kentleri (Reichsstadte), manastır mülkleri ve aile malikaneleri biçiminde bölünmüştü. 1214'te Pfalz toprakları Bavyera'ya katıldı.14. ve 15. yüzyıllarda bölünmeler yüzünden dükler güçlerini yitirdiler; sonunda IV. Albrecht Bavyera'yı yeniden birleştirerek Münih'i başkent yaptı. IV. Wilhelm reform hareketine karşı koydu; onun ardılı V. Albrecht döneminde Bavyera koyu bir Katolik bölgesi oldu. I. Maximilian Otuz Yıl Savaşları'nda (1618-1648) Habsburgların yanındab yer aldı ve yeni topraklar ilhak ederek Bavyera'nın konumunu güçlendirdi. Kendisi de elektör unvanını aldı. 18. yüzyılda ülke, İspanya, Avusturya ve Bavyera veraset savaşları nedeniyle harabeye döndü. 1800'de Fransız orduları Münih'i işgal etti. Bavyera ertesi yıl Fransa'nın müttefiki oldu ve Avusturya'nın zararına topraklarını genişletti. Böylece 1806'ya doğru aşağı yukarı bugünkü sınırlarına ulaştı ve krallığa dönüştü. 1813'te Leipzig Çarpışması'ndan kısa bir süre önce Napolyon ile ilişikilerini kesen Bavyera, 1815'te Alman Konfederasyonu'na katıldı. I. Maximilian ve I. Ludwig dönemlerinde sağlam temellere kavuşan Bavyera'da ilk anayasa ilan edilerek parlamento ve yerel yönetim oluşturuldu, vergi reformu gerçekleştirildi. 1848'de bütün Almanya'yı saran ayaklanmalar sırasında Ludwig tahttan çekilerek yerine oğlu II. Maximilian'a bıraktı. II. Maximilian iç reformları sürdürerek güzel sanatları ve bilimsel çalışmaları destekledi. Yerine geçen II. Ludwig, Bismarck'ın yaptığı, Prusya önderliğindeki nir Alman birliğine katılma önerisini reddetti ve 1866'daki Avusturya-Prusya Savaşı'nda Avusturya'nın yanında yer aldı. Prusya'nın kazandığı kolay zafer ve izlediği ılımlı politika, Bavyera'yı 1870-1871 Fransız-Alman Savaşı'nda Prusya'yı desteklemeye ve daha sonra Prusya kralı I. Wilhelm'in yönetimi altında Alman İmparatorluğu'nun kurulması çalışmalarına katılmaya yöneltti. Bavyera, 1871 Alman Anayasası uyarınca diplomasi, ordu, demiryolu ve posta hizmetleri alanında özerk kalmakla birlikte, genelde Alman İmparatorluğu'nun yönetimi altına girdi. I. Dünya Savaşı sonunda Kral III. Ludwig çekilmek zorunda bırakıldı ve cumhuriyet ilan edildi. Bundan sonraki beş yıl sürekli karışıklıklarla geçti. 1919'da sosyalist önder Kurt Eisner öldürüldü ve kısa ömürlü bir Sovyet cumhuriyeti kuruldu. 1920 ve 1921'de sağ darbeler oldu; 1923'te Adolf Hitler ve General Erich Ludendorff Münih'te başarısız bir darbe girişiminde bulundular. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Bavyera, Almanya'nın ABD işgali altındaki bölgesinde kaldı. Pfalz bölgesi yeni oluşturulan Rheinland-Pfalz eyaletine bağlandı. 1948 Anayasası ("Grundgesetz") ile Bavyera, Almanya'nın bir eyaleti oldu. Bavyera yüksek platolardan ve orta yükseklikte dağlardan oluşmuş bir bölgedir. Kuzeybatısında Spessart'ın ağaçlıklı kumtaşı tepeleri, kuzeyinde yüksek platolar ve bazalt tepecikler yer alır. Kuzeybatı kesimi, Ren Irmağıyla birleşen Main Irmağının akaçlama alanıdır.Güneydoğusunda değişik topografik özellikler görülür. Schwaben-Franken bölgesinde katmanlaşmış topraklar, kabuklu kireçtaşı ve kırmızı marn toprakları, Franken-Rednitz Havzasında da tepelikler görülür. Bavyera'yı kuzey ve güneye ayıran Tuna boyunca Franken Jura'sının kireçtaşlı dağları uzanır. Bavyera'nın doğusunda Çek Cumhuriyeti sınırında Bohemya Ormanı ("Böhmerwald"), kuzeyinde ise Franken Ormanı ("Frankenwald") bulunur. Tuna'nın güneyi, Münih'i de içine alan bir platodur. Daha güneyde Bavyera Alpleri uzanır. Alpler'in Bavyera bölümü 1.000 m'yi geçen ormanlık tepelerden oluşur. Bu tepelerin arkasına dik sırtlar ve platolar (batıda Allgau Alpleri, doğuda Berchtesgaden Alpleri) yükselir. Bavyera Alpleri'nin en yüksek noktası Wetterstein Dağları'ndaki Zugspitze'dir (2.962 m). Zugspitze aynı zamanda Federal Almanya'nın da en yüksek noktasıdır. Bavyera'da Aşağı Main Vadisi gibi bazı yerler dışında Orta Avrupa için sert sayılabilecek bir kara iklimi görülür. 1946'daki eyalet yasasına göre Bavyera, demokratik parlamenter kurumları olan özerk bir eyalettir ("Freistaat"). Üyeleri dört yılda bir doğrudan seçimle belirlenen eyalet meclisi ("Landtag"), kendi içinde bir başbakan ve bir kabine seçer. Ayrıca ekonomik, toplumsal, kültürel ve dinsel örgütlerin temsilcilerinden oluşan bir senato vardır. 1962 yılından günümüze kadar Hıristiyan Sosyal Birlik CSU Partisi Bavyera Eyalet meclisinde milletvekillerin %50 çoğunluğunu korumuştur. Eyalet başkanı 17 Temmuz 1993'ten 8 Ekim'e kadar Edmund Stoiber (CSU). 8 Ekim 2007'den beri Stoiber'in dönemindeki Bavyera İçişleri Bakanı Günther Beckstein Eyalet Başkanı olarak seçilmiştir. Günümüzde eyaletin güneydoğusunda eski Bavyeralılar, güneybatsında Bavyera-Schwaben kökenliler ve kuzeyde Frank kökenliler yaşar. Geleneksel farklılıklar köylerde varlığını sürdürmektedir. Eski Frank köyleri oldukça büyük ev kümelerinden oluşmuştur. Tarlalar ise dar ve uzun şeritler biçiminde sıralanmıştır. Evlerin bazısı kumtaşından, bazısı da taş ve ahşaptan yapılmıştır. Bazı yörelerde taş döşemeli sıra evlere de rastlanır. Eski Bavyera ve Schwaben'de hem kümelenmiş, hem de tek bir sokaktan oluşan köyler vardır. Buralardaki evlerin döşemeleri genelde ahşaptandır. Kentler daha da belirgin farklılıklar gösterir. Schwaben'de ve özellikle Frankların bulunduğu yörelerde toprak sahiplerince kurulmuş çok sayıda kasaba vardır; bunların çoğu hiç büyümeden kaldıkları için cüce kasabalar olarak bilinir. Surların koruduğu toplu evlerden oluşan bu ortaçağ kasabaları, özellikle Rothenburg, Nördlingen, Dinkelsbühl ile Nürnberg ve Regensburg'un bazı kesimlerinde, ince işlemeli kiliseler, kamu binaları ve evleriyle turistlerin her zaman ilgisini çeken yerlerdir. Bavyeraca (Alm. "Bairisch") adında bir Almanca lehçesi konuşulur. Savaş sonrası Bavyera'ya çok sayıda Protestan'ın yerleşmesiyle dinsel bileşimde büyük değişiklikler olmuştur. Çoğunluğu oluşturan Katoliklerin Münih-Freising, Augsburg, Regensburg, Passau, Bamberg, Eichstätt ve Würzburg'ta piskoposlukları vardır. Bavyera halkının hemen hemen yarısı, nüfusu az olan kentlerde yaşamaktadır. Münih, Bavyera'nın en büyük, Almanya'nın üçüncü büyük kentidir. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Bavyera'ya, Sudetenland'dan ve Almanların uzun yıllardan beri yaşadığı Doğu Avrupa'dan büyük bir göçmen akını olmuştur. Bavyera'nın bugünkü nüfusunun yaklaşık beşte birini bu göçmenler oluşturmaktadır. 1960'lardan sonra da Güney Avrupa'dan büyük bir göçmen akını görülmüştür. Brandenburg Brandenburg, Almanya'nın kuzeydoğusunda bulunan bir eyalet. 1050 yılık tarihi olan Brandenburg/Havel şehri üç bölümden oluşmaktadır. Altestadt (Eski Şehir), Neuestadt (Yeni Şehir) ve Dominsel (Katedral adası). Eski ve Yeni Şehir Havel tarafından ikiye ayrılır. Her iki ana kapi kuleleri, geriye kalan set duvarı ve ayrıca şehir duvarı eski Gotik şehirleri hatırlatır. Neustadt (Yeni Şehir) bölümünde bulunan ve 1401 yılında inşa edilen St. Kaharinen Kilisesi buna etkileyici bir örnektir. Altestadt (Eski Şehir) kısmında bulunan St. Gotthardt Kilisesi de St. Katharinen Kilisesinden sonra inşa edilmiştir. Bunların inşaasında tuğla kullanılmıştır. Belediye binasının önünde de taştan yapılmış bir Roland vardır. 15. yüzyılda şehrin simgesi olarak dikilen heykel 5 metreden daha yüksektir. Şehrin asıl merkezi olan Katedral adası (Dominsel) Brandenburg'un Katedral St. Peter ve Paul'a ait en eski binası bulunur. Şehir içerisinde 400'ün üzerinde anıt değerinde bina vardır ve Brandenburg şehri Brandenburg eyaletinin en fazla anıtı ve tarihi binası olan şehridir. Şehir içindeki tarihi binalarin yarısından fazlası yeniden inşa ya da restore edilmektedir. Bach ünlü Brandenburg konçertolarını burada bestelemiştir. Brandenburg on dört kırsal bölgeye bölünür ("Landkreise"), ve dört şehir bölgelerine ("kreisfreie Städte"), Brandenburg'da ziyaret etmek için çeşitli ve ilginç müzeler vardır. Örneğin; Endüstri Müzesi, Katedral Müzesi, Kriminal ve İşkence Müzesi, Nostalji Müzesi. Brandenbu
rg çevresini keşfetmek için bisiklet, kano ya da yelkenli tekne kiralanabilir. Şehri degişik açılardan görüp tanımak için en çok bilinen Havel çevre turu yapılabilir. Brandenburg şehrinin manzarasını başlıca Havel (gol ve su kolarından oluşur) oluşturmaktadır. Ormanlar, çimenler ve irili ufaklı göller sizi spor yapmaya ve dinlenmeye davet eder. Kış fazla fırsat sunmamasına rağmen donmuş göllerin üzerinde paten ya da Marienberg (Dağ) kızakla kayabilirsiniz. Sıcak havalarda seçmesi güç olan; yelken açabilir, motorbot kullanabilir ya da kayıkla kürek çekebilir, oltayla balık tutabilir ya da yüzebilirsiniz. Brandenburg içindeki ve dışındaki göller sadece su sporları için çekici değildir, ayrıca çekici göl kıyıları sizi dinlenmeye davet eder. Tabii ki yürüyüş yapmak ve bisiklet sürmek isteyenlere de güzel yerler ve olanaklar vardır. At binicileri ve hava sporları yapanlar da yeterli koşullar bulabilmektedir. Golf yapanlar için de yakındaki golf sahasına gidebilirler. Bremen (eyalet) Bremen, Almanya'nın eyaletlerinden birisidir. Almanya'nın Kuzeyinde bulunur. Bremen mızıkacıları eyaletin simgesidir. Ayrıca eyaletin futbol takımı olan Werder Bremen Alman 1.ligi Bundesliga'da boy göstermektedir. Bremen eyaleti iki ayrı parçayı içerir. Bremen resmi olarak eyaletin başşehridir ("Stadtgemeinde Bremen") ve diğer şehir ise Bremerhaven ("Stadt Bremerhaven")dir. Her ikisi de Weser nehrinde konumlanır. Bremerhaven daha çok akıntı yönündedir ve Kuzey Denizi limanı (Bremen Limanı) olarak hizmet verir. Her ikişehir de Aşağı Saksonya'nın eyaleti ("Niedersachsen") tarafından tamamiyle kuşatılır. Dr. Henning Scherf (SPD) Belediye ve Senato başkanı olarak SPD-CDU büyük koalisyonundadır. Söz verdiği gibi yasama dönemi yarısından sonra istifa etti. Şimdi 8 Kasım, 2005 yılından beri yeni Belediye ve Senato Başkanı Jens Böhrnsen dir. Bremen eyalet seçimleri 13 Mayıs 2007 yılında yapıldı. Aşağı Saksonya Aşağı Saksonya (Almanca: "Niedersachsen"), kuzeybatı Almanya'da başkenti Hannover olan bir eyalettir. Diğer önemli kentleri ise, Wolfsburg, Salzgitter, Celle, Goslar, Göttingen, Osnabrück ve Braunschweig'tir. Yüksek Almanca'nın (Almanca: "Hochdeutsch") konuşulduğu bölgelerden biridir. Aşağı Saksonya, kuzeyde Kuzey Denizi ve Elbe ırmağıyla sınırlanıyor. Eyaletin içinde sadece Bremen ve Bremen limanı özgür şehir eyaleti olarak Hannover hükümetinden bağımsızdır. Aşağı Saksonya'nın güneydoğusunda Almanya'nın en kuzey dağ bölgesi Harz Dağlarının batı bölgesi bulunuyor. Aşağı Saksonya 'nın en yüksek dağı yüksekliği 970 metre olan Harz´daki Wurmbergi'dir. Harz-Dağlarının en yüksek dağı, Brocken, Aşağı Saksonya ve Sachsen-Anhalt sınır bölgesinde bulunur. Ayrıca eyalet içerisinde 10 adet kentsel bölge vardır. Bunlar; Saarland Saarland, Almanya'nın güneybatısında yer alan bir eyalettir. Başkenti Saarbrücken'dir. Kuzeyinde ve doğusunda Rheinland-Pfalz, güneyinde Fransa ve batısında Lüksemburg ile çevrilidir. Nüfusu 31 Ağustos 2013 itibarı ile 992.000´dir. II. Dünya Savaşı sonrasında 1949 yılına kadar kendi içinde bağımsız ancak ekonomi ve savunma açısından ayrıca dışa karşı temsilen Fransa'ya bağlı kaldı. Ardından yarı bağımsız oldu. Bu süreçte kömür işletmeleri Fransa tarafından kontrol edilmeye devam ediyordu. Para birimi Saar Frangı da Fransız Frangı'na endeksliydi. 1957'de yapılan referandumdan çıkan % 67,7'lik birleşelim oyuyla Federal Almanya Cumhuriyeti'ne katılarak bu ülkenin onuncu eyaleti oldu. Saarland'a neredeyse tamamen Almanca konuşan halktan oluşmasına ve eyalette Alman kültürünün egemen olmasına rağmen mutfaktan sanata pek çok alanda Fransa ve Fransızca'nın izlerine rastlamak mümkündür. Eyalet 6 ilden oluşmaktadır: Nüfusu bir milyonun altında olan Saarland'da ulusal ve uluslararası bilinen birçok firma vardır. Ulaşım sorunu olmadığından bu firmalar Saarland'ın her yerine dağılmıştır. ABD'li otomobil üreticisi Ford'un Saarlouis şehrinde 6.500 kişinin çalıştığı büyük bir fabrikası bulunmaktadır. Bunun dışında Bosch, Villeroy & Boch, Michelin, Ludwig Schokolade, ZF Friedrichshafen, Dillinger Hütte (Dillingen Demir Çelik Fabrikası), Saarstahl (Saar Demir Çelik Fabrikası), Nestlé Wagner'nin fabrikaları bulunmaktadır. Eyalette Saarland Teknik ve Ekonomi Yüksekokulu ve Saarland Üniversitesi yükseköğrenim hizmeti vermektedir. Saarland Üniversitesi'nin tıp bölümü (Homburg'ta) dışında kalan diğer bölümleri Saarbrücken'daki yerleşkesinde bulunmaktadır. Saksonya Saksonya (Almanca Sachsen; Yukarı Sorpça:Swobodny stat Sakska, Aşağı Sorpça: Zwězkowy kraj Sakska), Almanya'nın doğusunda yer alan eyaletidir. Çek Cumhuriyeti sınırına yakındır. Kuzeyde Brandenburg ve Berlin, güneyde Bavyera ile komşudur. Başkenti Dresden'dir. Genel olarak yöreye özgü şive olan "Sächsisch" konuşulur. Saksonya üç bölgeye bölünür Direktionsbezirke — Chemnitz (bölgesi), Dresden (bölgesi), Leipzig (bölgesi) — 10 ilçeye ayrılır: Stanislaw Tillich (CDU) Saksonya-Anhalt Saksonya-Anhalt (Almanca: Sachsen-Anhalt, Aşağı Almanca: "Sassen-Anhalt") Almanya'nın eyâletlerinden birisidir. Başkenti Magdeburg, en büyük kenti ise Halle´dir. Doğusunda Brandenburg, güneyinde Türingiya ve Saksonya eyaletleriyle, batısında ise Aşağı Saksonya ile komşudur. Bu daracık alanda 5 adet UNESCO-Dünya mirası bölgesi bulunmaktadır – tarihi Quedlinburg şehri, Eisleben ve Wittenberg'deki Luther Anıtları, Dessau'daki Bauhaus ve Çevresi ile Dessau-Wörlitz Bahçe Krallığı. Elbe nehri Almanya'nın en kuzeyindeki bağlık bölgesi, Saale ve Unstrut yamaçlarında başlayıp Halle ve Bitterfeld dolaylarındaki sanayi bölgeleri üzerinden geçerek kuzeyde Altmarkt’a kadar 300 kilometre uzunluğunda bir yol alır. Magdeburg Ovası’nda ve Harz bölgesi önündeki topraklar Almanya’nın en verimli arazilerindendir. Bu topraklarda yine hububat, şeker pancarı, patates ve sebze üretimine devam edilmektedir. Goitzsche (2500 ha), Geiseltalsee (1840 ha), Gremminer See (544 ha), Arendsee (514 ha), Concordiasee (350 ha), Wallendorfer See (338 ha), Raßnitzer See (310 ha), Süßer See (238 ha), Bergwitzsee (172 ha), Barleber See (100 ha), Hufeisensee (70 ha), Neustädter See (Magdeburg) (60 ha) Mulde baraj gölü, Rappbode-Baraj, Baraj- Kelbra,Wipperbaraj Saksonya-Anhalt 11 ilçe ve 3 büyük sehirdan oluşmaktadır. Hem siyaset hem de sanayi merkezi olan (231.450 nüfuslu) Magdeburg, aynı zamanda önemli bir iç liman kentidir. Bu eski piskoposluk kenti katedrali ile uzun bir geçmişe dayanır. 34.294 nüfuslu Naumburg da, Orta Almanya’nın en güzel pazar meydanlarından biri, geç Roma üslubundaki katedrali ve on iki hayır sahibi kurucusunun adam boyundaki heykelleri ile tarihi görünümler sergiler. Bir başka tarihi kent ise 42.605 nüfuslu Halberstadt’tır. Quedlinburg’un (28.424 nüfuslu) tarihi kent merkezi sarayı, vakıf kilisesi ve katedral hazinesi ile UNESCO- Dünya Kültür Mirası listesine alınmıştır. Diğer önemli kentler Harz bölgesinin kenarında bulunan Wernigerode (34.383 nüfuslu), Saksonya-Anhalt’in en büyük kenti Halle/Saale (232.963 nüfuslu) ve Luther kenti Wittenberg’tir (49.496 nüfuslu) Dessau-Wörlitz bahçeler bölgesinin ortasında yer alan (86.906 nüfuslu) Dessau’da UNESCO- Dünya Kültür Mirası listesine alınmış olan ünlü “Bauhaus” bulunur. Kaynak: Statistisches Landesamt Sachsen-Anhalt Saksonya-Anhalt, birleşmeden sonra iktisadî bakımdan, yerli ve yabancı pek çok firma için cazip hale geldi. Bayer'in dünyaca ünlü aspirin tabletleri Bitterfeld'te üretilmektedir. Doğu federe eyaletleri arasında Saksonya-Anhalt, en çok doğrudan yabancı yatırımların yapıldığı bölgedir. Bu eyalette ekonomik büyümeye hizmet eden branşlar özellikle geleneksel kimya, yiyecek sanayii ve otomobil yedek parça imalatıdır. Bu sanayi dallarının üretim tesisleri tüm dünyada en modern tesislerdendir. Saksonya ile birlikte Halle-Leipzig bölgesi biyo ve gen teknolojisi merkezi haline gelmiştir. Saksonya-Anhalt’te modern enformasyon ve haberleşme teknolojilerinden gittikçe daha çok faydalanılmaktadır. Magdeburg’ta 1993 yılında kurulan Otto-von-Guericke Üniversitesi Almanya’nın en yeni yüksekokuludur. Eyalette ayrıca, Halle-Wittenberg’te 300 yıl önce kurulan Martin-Luther Üniversitesi ve Halle’de Giebichenstein Kalesi’ndeki Sanat ve Tasarım Yüksekokulu vardır. Dave Mustaine David Scott Mustaine (d. 13 Eylül 1961, Kaliforniya), Megadeth grubunun kurucusu, vokalisti ve gitaristidir. Panic ve Metallica gruplarında gitaristlik yapmış, Megadeth ve MD.45 isimli grupları kurmuştur. Megadeth grubunda halen vokalist ve gitaristlik yapmaktadır. David Mustaine, 13 Eylül 1961'de Emily David ve John Mustaine'in çocuğu olarak La Mesa, Kaliforniya'da dünyaya geldi. Babasının ailesi köken olarak Fransız, Kanadalı, İrlandalı ve Finlandiyalı iken, annesi ise Alman kökenliydi. Mustaine, Yehova'nın Şahitleri inancına uygun olarak yetiştirildi. Panic, Mustaine'in ilk grubuydu. Grup, davulda Mike Leftwych, basta Bob Evans, ritm gitarda Tom Quecke, vokalde Pat Voeks ve gitarda Mustaine'den oluşuyordu. Panic'in ikinci konserinden hemen sonra Mike Leftwych ve grubun ses teknisyeni bir araba kazasında hayatını kaybetti ve grup dağıldı. Dave, grubun dağılmasından sonra 1981'de Metallica'ya geçti. Mustaine, grubun bateristi Lars Ulrich'in bir dergiye verdiği ilan sonrası Ulrich ve James Hetfield ile tanıştı ve prova bile yapmadan gruba dahil oldu. Metallica ile birlikte birkaç demo yayınladıktan sonra, 1983 yılında "Kill 'Em All" kayıtları başlamadan kısa bir süre önce aşırı alkol düşkünlüğü, kendine ve çevresine verdiği fiziksel zararlardan dolayı gruptan ayrıldı. Ancak bu konuyla kimi düşünceler grubun kurucuları James Hetfield ve Lars Ulrich'le iyi geçinememesinden ve grubun önüne geçmesinden dolayı ayrıldığı yönündedir. Metallica'dan James Hetfield ile yaptığı küfürlü konuşmadan dolayı atıldığı da söylenmektedir. Fakat Some Kind of Monster belgeselinde Dave Mustaine bunu yalanlamıştır. 11 Nisan 1983'te Hetfield ve Ulrich tarafından gruptan kovulan Mustaine, ekipmanları ile beraber grup tarafından New York'taki Port Authority Otogarı'na göt
ürüldü ve Los Angeles'a giden bir otobüse bindirildi. Bu yolculuk esnasında Mustaine, 1988 tarihli Megadeth albümü "So Far, So Good... So What!"'ta yayınlanacak "Set the World Afire" şarkısının sözlerini yazdı. Mustaine ve Metallica, yıllar süre kırgınlıktan sonra artık kavgalı olmadıkları, Sonisphere Fevstivali konserlerinde The Big Four (Metallica, Slayer, Megadeth ve Anthrax) üyelerinin sahneye bir arada çıkmasıyla ve Mustaine'in Metallica üyeleriyle kucaklaşmaları ile ispatladı. Dave Mustaine, ayrıca 2002 yılında James Hetfield'ın rehabilitasyon merkezinde olmasına karşın Metallica üyeleriyle gruba tekrar geri dönmesi hakkında konuşmuş ve Megadeth'i kısa bir süre için askıya almıştır. Fakat üyeler bu fikre sıcak bakmayınca Megadeth'i tekrar kurmuştur. Metallica'nın "The Four Horsemen", "Jump in the Fire", "Phantom Lord", "Metal Militia", "Ride the Lightning" ve "The Call of Ktulu" besteleri Dave Mustaine'e aittir. Metallica ile yollarının ayrılması üzerine 1983 yılı yazında David Ellefson ile tanışarak Megadeth'i kurmuştur. Mustaine ayrıca yakın dostu Lee Ving'le beraber yaptığı yan projesi MD.45 ile de ilgilenmektedir. Dave Mustaine'in 2002 yılında yaşadığı sakatlık, onun müzik kariyerinde önemli bir yere sahiptir. Dave Mustaine, 2002 yılında, tedavi için gittiği sağlık merkezinde beklerken sol kolu üzerine düşerek kolunu incitti, sol kolundaki sinirler ciddi hasar gördü. Bu kaza Mustaine için gitar çalmayı imkânsız hale getirir ve grubu dağıtma kararı alır. Bu sırada Sanctuary Records, Still Alive... And Well? koleksiyon albümünü piyasaya sürer. Dave Mustaine grup dağıldıktan sonra, Suicidegirls adlı internet sitesine verdiği demeçte, son dönemde grup elemanlarıyla yaşadığı çok ciddi problemler ve sakatlığının grubun dağılmasına sebep olduğunu belirtir. Mustaine, yoğun tedaviler sonucunda hızla iyileşir, Megadeth'in eski şarkılarını düzenler ve 2004 yılında kendi solo albümünü çıkarmak ister fakat plak firması Megadeth adıyla anlaşması olduğunu ve Megadeth adıyla bir albüm çıkarmasını söyler. Grubu tekrar hayata döndürüp The System Has Failed isimliyle çıkardığı albümle müziğe geri döner. Bu sakatlık Dave Mustaine'in müzik kariyerini tam anlamıyla ikiye böler. Sakatlık öncesi Jackson marka gitar kullanan Dave Mustaine, sakatlıktan sonra ESP marka gitar kullanmaya başlar. Hatta Dave Mustaine, sakatlıktan sonra gitar çalmayı yeniden öğrendiğini bile söyler. Bu sakatlığın bir başka yönüyse grubun eski basgitaristi David Ellefson'la arasının iyice açılması ve mahkemelik olmalarıdır. Ayrıca sakatlıktan sonra Dave Mustaine, Risk albümünde denediği tarz değişikliğini sürdürmez ve Megadeth'in o eski sert ve hızlı çizgisine geri döner. Mustaine Megadeth'le iyi başarılara imza atmıştır. Kariyerine B.C. Rich'in Bich modeli ile başlayan Dave daha sonra uzun zaman Jackson marka Amerikan yapımı gitarları kullanan Dave Mustaine adına üretilen imzalı serisi KingV ve Y2KV modellerinden sonra Jackson firmasını satın almak istemiştir. Fakat Jackson'ın Fender'e satılmasıyla ESP markasının kendi adına ürettiği imzalı seri DV8 modeline geçmiştir. Ayrıca ESP Dave Mustaine tasarımı ve imzalı serisi olan Axxion modelini üretmiştir. Dave Mustaine Ocak 2007 tarihi itibarıyla ünlü Amerikan markası olan Dean gitarları ile anlaşmış Dave Mustaine imzalı serisi VMNT modelini üretmiştir. En ünlü amfi üreticisi Marshall, Dave Mustaine adına 1960DM Dave Mustaine signature serisi amfi kabini üretmektedir. Rocktron firmasına ait olan GHS Strings gitar teli firması da Dave Mustaine 0.10-0.52 signature model gitar teli üretmektedir. Kendine özel Rust In Peace albümü kapaklı gitarları vardır. Ayrıca ZOOM firması signature model G2.1 DM prosesörünü üretmiştir. Dave Mustaine 1991'in Eylül ayında Pamela Anne Casselberry ile evlenmiş bu evliliğinden Justis David ve Electra adında iki çocuğu olmuştur. Pamela Anne Casselberry ile birlikte Net Worth Coffee Brokers adındaki kahve firmasının sahibi ve TheLiveLine adlı sosyal iletişim sitesinin kurucusudur. Bunun yanında, Gigantour adlı müzik festivali de kendisinin önderliğinde başlamıştır. Buskerud Buskerud Norveç'in eyaletlerinden biridir. Eyaletin başkenti Drammen'dir. Akershus, Oslo, Oppland, Sogn og Fjordane, Hordaland, Telemark, ve Vestfold'a sınırı vardır. Batı kısmı genelinde ağaçlık vadiler ve yüksek dağlık platolardan oluşmaktadır. Doğu kısmı ise batıya göre daha alçak ve birçok göl, dere, çay bulunmaktadır. Tyrifjorden ve Krøderen Buskerud'ın en büyük gölleridir. Numedalslågen, Norveç'in üçüncü en büyük deresidir. Hordaland'den, Buskerud üzerinden Vestfold'a oradadan da denize dökülür. Denize döküldüğü yerden ise Begna Nehri, Sperillen'e dökülür. Ringerike önceleri küçük bir krallıkmış. 10. yüzyıla gelindiğinde Norveç'in kralları Olav Trygvason ve Olav Haraldsson Ringerike'de büyümüştür. Numedal'da, 17. yüzyıldan beri gümüş madeni çıkartılıyormuş. Ancak 1957'den beri devam ettirilemiyor. Kongsberg'de silah endüstirisi 1814'te gelişti. Ve birçok birbirinden farklı yüksek kuruluşlar şu anda burada bulunmaktadır. Modum'da Kobalt madeni (Blaafarveværket, "Mavi Rengin Fabrikası") açıldı. 1966'da ise Buskerud'un şimdiki arması olan mavi ayının mavi olmasının sebebi Mavi Rengin Fabrikası'nın sembolü olmasıdır. Gümüş renginde arka plan olmasının sebebi ise Kongsberg'deki gümüş madeninin sembolüdür. Günümüzde tarihi eserleri, kerestecilik ve kâğıt fabrikaları Buskerud'un endüstirisini, ekonomisini ise, Begna ve Rands ırmakları üzerindeki hidroelektrik santrali oluşturur. Buradaki birçok bölük bölgeler birleştirililerek büyük dürt bölgelere dönüştürüldü. Bunlar Eiker, Ringerike, Numedal and Hallingdal. Buskerud (Norveççe "Biskupsruð") ismi, Modum'da eski bir çiftlik adı imiş. Buralara 1668'de çiftçiler yerleştirilmiş. İsmin ilk kısmı "biskup" yani 'piskopos', son kısmı ise "ruð" yani 'temiz çiftlik'. (Aslında çiftlik ismi fikri o zamanın Oslo piskoposuna aittir.) Buskerud eyaleti 21 tane ilçeden oluşuyor: Rogaland Rogaland Norveç'in eyaletlerinden birisidir. Hordaland, Telemark, Aust-Agder ve Vest-Agder'e sınırı vardır. Rogaland'da genellikle kıyı iklimi görülür. Bu yüzden Rogaland'da sahiller, plajlar ve adalar yoğundur. En önemli adası Karmøy, Boknafjorden ise en büyük körfezidir. Rogaland nüfus bakımından Norveç'te 3. sıradadır. Şehirleri: Stavanger, Sandnes, Haugesund, Egersund, Sauda, Bryne, Kopervik ve Jørpeland'dır. Karmøy başlı başına bir bakır madenidir. (Özgürlük Heykeli'nin yapımında buradaki bakırlar kullanılmıştır.) Rogaland Norveç'in en önemli petrol ve mazot kaynağıdır. Ve birde halkın geçimini sağladı faaliyet ise tarımdır. Bu yüzden tarımsal alanlar geniştir. Dört tane bölgesi vardır. Bunlar Haugalandet, Ryfylke, Jæren ve Dalane'dir. Rogaland'da, çok eski zamandan kalıntılar vardır. Bunlardan biri Svarthola Mağarasıdır. Araştırmalar sonucu Taş Devrinden kalma bir çocuğun iskeleti bulunmuştur. Arkeolojik çalışmalar sonucu Tunç Devri ve Cilalı Taş Devri'nden kalan kalıntılar bulunmuştur. Rogaland, Vikingler zamanında Rygjafylke olarak anılırmış. Harald Fairhair ve Hafrsfjord Savaşı'ndan önce, önemsiz bir krallık olarak bilinirmiş. Rogaland birçok doğal güzelliklerin olduğu yerdir. Örneğin Preikestolen, Kjerag ve Gloppedalsura. Rogaland'ın 26 ilçesi vardır: Sør-Trøndelag Sør-Trøndelag, Norveç'in Trøndelag bölgesindeki bir eyâletidir. Sør-Trøndelag'ı Nord-Trøndelag, Møre og Romsdal,Oppland ve Hedmark çevreler. Eyâletin batısında Norveç Denizi, doğusunda ise İsveç bulunur. Eyâlet nüfusunun yarısından fazlası Trondheim'da yaşar. Sør-Trøndelag'da 25 şehir bulunur. Gotland Gotland, İsveç'in 25 tarihi kantonundan biridir. Ayrıca Baltık Denizi'nin en büyük adasıdır.Nüfusu 58.003 'dir. Adada temel gelir kaynakları tarım ve turizmdir. Ayrıca kireç taşı üretimi de yapılmaktadır.Ada 1560 yılında Danimarka kuvvetleri tarafından işgale uğramıştır.Ada tarih öncesi dönemlerden beri iskan edilmiştir. Gotland bir ticaret merkezi, Ortaçağ'dan kalma yapılarıyla UNESCO Dünya Miras Listesi'nde yer alan ve Gotland adasındaki tek İsveç kenti olan Visby de Baltık Denizi'ndeki en önemli Hansa kentidir.Gotlar'ın ana yurdu olduğu düşünülmektedir. Skåne ili Skåne ili, (İsveççe: "Skåne län") İsveç'in en güneyinde yer alan Skåne ve Halland bölgeleri üzerinde yer alan bir ildir. İlin komşuları arasında Halland, Kronoberg ve Blekinge yer alır. İlin yönetim merkezi, ülkenin üçüncü büyük kenti olan Malmö'dür. İsveç'in alan olarak yüzde üçünü, nüfus olarak yüzde on üçünü kaplayan il, 1997 yılında Kristianstad ili ve Malmöhus ilinin birleştirilmesiyle kuruldu. Skåne ili, kendisiyle aynı adı taşıyan fakat idari bir konumu bulunmayan Skåne bölgesinin ve bir miktar da Halland bölgesinin üzerinde yer alır. İlin bir yönetim kurulu bulunmaktadır. Bu kurul, İsveç yönetimine bağlı olup, yöresel anlamda sağlık, eğitim, güvenlik ve ulaşım gibi konularda yöre ihtiyaçlarını karşılamaktadır. İl, vali tarafından yönetilmektedir. İlin kurulmasından önce yer alan ve her ikisi de 1719 yılında kurulan Kristianstad ili ve Malmöhus ili, 1997 yılında birleşirilerek bugünkü Skåne ili ortaya çıktı. "Skåne Bölge Meclisi", ilde bulunan ve diğer il meclislerinden daha fazla yetkiye sahip bir yönetim merkezidir. Bu meclisin ana görevleri arasında sağlık ve ulaşım hizmetlerinin halka ulaştırılması yer almaktadır. 1999 yılında bu bölgesel meclis (İsveççe: "Region Skåne") tüm siyasi etkinlikler adına yetki sahibi oldu. Bu meclis yüksek yetkilere sahip olduğu gibi, üyeleri bölge halkının oylarıyla seçilmektedir. Skåne ili otuz üç alt belediyeye ayrılmıştır. Bu belediyelerden en büyüğü 280,000'lik nüfusuyla Malmö belediyesidir. Her bir belediyenin kendine ait yetkileri bulunmaktadır. Ayrıca bu belediyelerin daha küçük birimler olan semtleri de bulunmaktadır. 1953 yılında Malmö ve Lund arasında yapılan otoban, İsveç'te yapılan ilk otobandır. Yine Malmö ve Danimarka'nın başkenti Kopenhag arasında yapılan Öresund Köprüsü de 2000 yılında inşa edilmiş olup Avrupa'nın en uzun birleştirilmiş karayolu ve de
miryolu köprüsüdür. Köprünün yapımından önce Helsingborg ve Helsingør arasında feribot seferleri düzenlenmekteydi. Bugün halen ile Almanya ve Polonya'dan düzenli feribot seferleri bulunmaktadır. Bölgede Malmö Havaalanı, Ängelholm-Helsingborg Havaalanı ve Kristianstad Havaalanı olmak üzere üç büyük havaalanı bulunmaktadır. 1910 yılında kurulan ve dünyanın en eski havaalanlarından olan Ljungbyhed Havaalanı da halen kullanılmaktadır. 1926 yılından sonra İsveç Hava Kuvvetleri tarafından kullanılan havaalanı bu yıldan sonra askeri uçuş derslerinin verildiği bir merkez oldu. 1997'de bu okul, Ängelholm'a taşındı. Bu havaalanı ayrıca 1980'lerin sonuna doğru dünyanın en yoğun havalimanlarından biri durumuna geldi. Öyle ki günde 1,400 kez kalkış ve iniş yapılmaktaydı. İlde yer alan limanlar arasında en büyükleri Kopenhag Malmö Limanı ve Helsingborg Limanı'dır. Bunun dışında birçok kentte küçük limanlar yer almaktadır. Stockholm ili Stokholm ili, (İsveççe: "Stockholms län") İsveç'in güneydoğu bölgesinde yer alan Uppland ve Södermanland bölgelerinini üzerinde kurulu olan bir ildir. Baltık Denizi kıyısındaki il, ülkenin başkenti Stokholm'ü de barındırır. İlin komşuları arasında Uppsala ve Södermanland yer alır. İlin ayrıca Mälaren Gölü'ne kıyısı bulunur. Ülke nüfusunun beşte birinden fazlası Stokholm ilinde yaşar. İlin yönetim merkezi Stokholm'dür. Stokholm ili 1714 yılında kuruldu. 1 Ocak 1968 tarihine kadar aynı adlı kentten bağımsız olan il, bu tarihte Stokholm ile birleştirildi. Yine aynı tarihte sınırların genişliğinde de düzenlemeler yapıldı. Upplands-Bro ve Östhammar'ın büyük kısmı Uppsala iline verildi. 1968 yılından önce Stokholm kenti, Stokholm ili sınırları içine dahil değildi. Kent, o dönemde kendi başına bir yönetime sahipti. Kentin ille birleşmesinden sonra il yönetim kurulu başkent Stokholm için de etkin olmaya başladı. İl yönetim kurulunun amacı millî siyasette, meclisle ortak çalışarak çeşitli amaçları yerine getirmektir. İl ayrıca bir valiye de sahiptir. Stokholm il meclisi ("Stockholms läns landsting") yirmi bir İsveç il meclislerinden bir tanesidir. Bu meclis, İsveç yönetimine bağlı olup, yöresel anlamda sağlık, eğitim, güvenlik ve ulaşım gibi konularda yöre ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Bu meclis 149 üyeye sahip olup, üyeleri il halkı tarafından dört yılda bir seçimlerle belirlenmektedir. İl meclisi, ildeki birçok hastaneyi işletir. Bunlar: İl meclisi, ildeki ulaşım altyapısını kontrol eder. Meclise bağlı olan Storstockholms Lokaltrafik, (SL) otobüs, tramvay ve tren servislerini düzenler. Ayrıca Waxholmsbolaget de bot trafiğini denetler. İl meclisi, bu işlemleri yapmaları için birçok şirketle iş birliği yapmaktadır. Västmanland ili Västmanland ili, (İsveççe: "Västmanlands län") İsveç'in orta kuşağında yer alan Västmanland bölgesi üzerinde kurulu olan bir ildir. İlin komşuları arasında Södermanland, Örebro, Dalarna ve Uppsala illeri yer alır. İlin ayrıca, İsveç'in üçüncü büyük gölü Mälaren Gölü'ne de kıyıları yer almaktadır. İlin yönetim merkezi Västerås'tur. Västmanland ili, kendisiyle aynı ada sahip olan fakat idari bir özellik barındırmayan Västmanland bölgesinin üzerinde yer alır. İlin bir yönetim kurulu bulunmaktadır. Bu kurul, İsveç yönetimine bağlı olup, yöresel anlamda sağlık, eğitim, güvenlik ve ulaşım gibi konularda yöre ihtiyaçlarını karşılamaktadır. İl, vali tarafından yönetilmektedir. Västmanland İl Meclisi veya "Landstinget Västmanland", ülkedeki yirmi bir il meclisinden biridir. Frizya Frizya veya Frizye (Frizce: "Fryslân", Felemenkçe: "Friesland"), Hollanda'nın illerinden birisidir. Hollanda'nın kuzeyinde yani deniz kıyısında yer alan bir şerit şeklindedir. Frizya Hollanda'da resmi bir yerleşim birimi olarak varlığını günümüzde de sürdürmekte ve halkı Frizce konuşmaktadır. Frizce, İngilizcenin de kökenini teşkil eder. Frizya 643,000'lik bir nüfusa sahiptir (2005). Leeuwarden (Ljouwert) ise 91,817 kişilik sakiniyle ilin resmî merkezidir. Elfstedentocht adındaki yarışlar burada yapılmaktadır. Frizya 20 belediyeler bulunmaktadır: Güney Hollanda Güney Hollanda (Felemenkçe: "Zuid-Holland") batı Hollanda'da Kuzey Denizi'ne sahili olan illerinden birisidir ve yerel ismi Zuid-Holland'dir. İlin başşehri Lahey'dir; ama en büyük şehri Rotterdam'dır. Güneyinde Zelanda ili, güneydoğuda Kuzey Brabant ili, doğuda Gelderland ili ve Utrecht ili ve kuzeyde de Kuzey Hollanda ili ile sınırlıdır. Güney Hollanda ili nüfusu (2011 tahminleri itibarıyla) 3.528.324 kişidir. İlde nüfus yoğunluğu (2011 nüfus tahminine göre) 1300 kişi/km² olup Hollanda'nın en yoğun nüfusun olduğu bölgelerindendir. Güney Hollanda ilinin en önemli şehri il başkenti ve efektif olarak ülkenin başkenti olan Lahey'dir. Fakat Rotterdam ildeki en büyük nüfuslu şehirdir. Diğer önemli şehirler Gouda, Dordrecht, Leiden, Delft ve Zoetermeer'dir. Güney Hollanda ili 60 belediyeye (Felemenkce:"gemeente") bölünmüştür. Güney Hollanda ilinin güney yöreleri Ren Nehri ile Meuse Nehri'nin denize ağzında bulunan deltadan oluştuğu için bu bölgede çok sayıda ada bulunmaktadır. Bu adaların etrafı nehirler, kanallar veya diğer türlü deniz-akarsu ile tamamen ayrılmalarına rağmen, bu ilde kurulan çok geniş kapsamlı ulaşım bağlantıları nedeniyle bu adalar arasında yaygın bağlantılar bulunmaktadır. Şu listede ve buna bağlı haritada bu adaların isimleri verilmektedir: 1. Goeree-Overflakkee 2. Tiengemeten 4. ve 5. Voorne-Putten 6. Hoeksche Waard 7. Dordrecht 9. IJsselmonde 10. Rozenburg Frederick William Hasluck Frederick William Hasluck, "(d. 1878 – ö. 22 Şubat 1920 İsviçre)", İngiliz antikacı, tarihçi ve arkeolog. Daha ziyade ön adlarının başharflerinden oluşan F.W. Hasluck imzasını kullanmıştır. I. Dünya Savaşı öncesi dönemde Türkiye ve Yunanistan başta olmak üzere, Orta Doğu ve Balkanlar arkeolojisi alanında kayda değer araştırmalar yapmış, arkeolojik bulgularını antropoloji bilgileriyle zenginleştirmiş bir İngiliz arkeolog ve şarkiyatçı dır. 14 yıllık arkeoloji çalışmaları döneminde Klasik (antik) dönem, Orta Çağ ve Yeniçağ Yunan arkeolojisi ve Aynaroz Dağı'ndaki Ortodoks manastırları üzerinde özellikle durdu. Giderek daha şarkiyatçı bir ilgi alanına yönelerek, Ortadoğu'da Orta Çağ coğrafyası ve bu bölgelerde bulunan Ceneviz ve Venedik paraları ile hanedan armaları üzerinde çalışarak bunlarda vardığı sonuçları birçok kitap ve 50 kadar makalede yayınladı. Arkeolojideki ilk yıllarında Erdek yakınlarındaki Kizikos antik kenti üzerine ilk derinlemesine çalışmaları gerçekleştirdi. 1906 yılında bir gezide bütün olarak taradığı Güney Marmara bölgesinde ve Trakya, Ege ve Marmara adaları, Antalya gibi diğer yerlerde de önemli arkeolojik keşifler yaptı. 1910 yılında Aynaroz Yarımadasındaki manastırlar bölgesine giren ilk İngiliz oldu. 1913 yılında gittiği Konya'da Türkler in idaresi altında İslamiyet ve Hıristiyanlık ilişkileri üzerine iki yıl süren bir araştırma yaptı ve araştırmalarının çoğu kitap olarak ölümünden sonra eşi Margaret M. Hasluck tarafından yayınlandı. Bektaşi geleneği ile özel olarak ilgilendi. Daha sonra Ortadoğu dilleri uzmanı olarak Atina'daki İngiliz büyükelçiliği istihbarat bölümünde görev aldı. Ertesi yıl tedavi görmek üzere İsviçre'ye gitti ve 42 yaşında iken burada öldü. Rayon (yönetim) Rayon (Rusça ve Ukraynaca: райо́н; Beyaz Rusça раён; Azerice: rayon, Letonyaca: rajons, Litvanyaca: rajonas, Gürcüce: რაიონი, "raioni"), Sovyetler Birliği'nden kalma bir yönetim birimidir: Bir rayon genellikle ulusal seviyenin iki seviyesi altında bir idari birimdir: Örneğin; Türkiye'nin idari yapısı ile karşılaştırıldığında, rayon bir ilçeye denk olarak ifade edilebilir. Örneğin: İstanbul'un Fatih ilçesi, İstanbul'un rayonu veya İzmir'in Torbalı ilçesi İzmir'in bir rayonudur denebilir. Rayon terimi, 1923-1929 yıllarında Sovyetler Birliği'nde yapılan bir idari reform sonrası bir idari alt birim olarak kullanılmaya başlamıştır. Önceleri Rus İmparatorluğu'nda volost ve uyezd olarak tanımlanan bölgeler için rayon denmeye başlamıştır. Abşeron Rayonu Abşeron Rayonu (Azerice: Abşeron rayonu), Azerbaycan'na bağlı bir rayon. Merkezi Hırdalan şehridir. Abşeron Rayonu, Ocak 1963 tarihinde kurulmuştur. Hırdalan, Qafan ,Saray, Kobu, Mehdiabad, Ceyranbatan, Hökmeli, Digah, Aşağı Güzdek, Güzdek, Novhanı, Perekeşkül, Memmedli, Fatmayı, Masazır. Ağdam Rayonu Ağdam Rayonu veya Akdam (), Azerbaycan Cumhuriyeti'nda rayon. İdari merkezi Ağdam şehridir. 1993 yılının yazından Ermenistan Silahlı Kuvvetleri'nin desteğindeki Ermeni güçler tarafından işgal edilmiştir. Quzanlı, İmanqulubəyli, Çullu, Eyvazlı, Üçoğlan, Alıbəyli, Kiçikli, Usublu, Ballar, Baharlı, Ortaqışlaq, Böyükbəyli, Qaradağlı, Rzalar, Evoğlu, Zəngişalı, Mahrızlı, Əfətli, Hacıməmmədli, İsalar, Küdürlü, Həsənçobanlı, Hacıturalı, Qəhrəmanbəyli, Məmmədbağırlı. Çəmənli, Şükürağalı, Saraclı, Hındırıstan, Sarıçoban, Dadaşlar, Kəlbahüseynli, Paşabəyli, Yüzbaşılı-I, Yüzbaşılı-II, Baharlı, Bəybabalar, Baş Qərvənd, Orta Qərvənd, Ayaq Qorvənd, Çıraqlı, Əhmədağalı, Mirəşəlli, Kolqıslaq, Nəmirli, Təzəkənd, Mərzili, Ergi, Şahbulaq, Papravənd, Boyəhmədli.ABDAL, Gülablı, Pirzatlı, Pirecamal, Hırıdlı, Seyidli, Zarıslı, Boyehmetli, Şelli, Etyemezli, Novruzlu, Şıhbabalı, Tezekent, Saybali, Bagbanlar Rayonun rölyefi esasen düzlük, kısmen alçak dağlıktır. Arazide geniş yer tutan Karabağ düzlüğünün mutlak yüksekliği güneybatıdan kuzeydoğuya doğru tedricen azalır. Arazide kireç taşı, çimento hammaddesi, çakıl, Taş ve kum yatakları vardır. Rayon arazisinde Xaçın, Kötel ve Qarqar çayları akmaktadır. Rayon iktisadının esasını gıda, hafif sanayi ve tarım ekonomisi: pamukçuluk, tahılcılık, üzümcülük, ipek böcekciliği, hayvancılık teşkil etmektedir. Rayonda et kombinesi, yağ-peynir, konserve, tezgâh avadanlığı ve birkaç şarap fabrikaları, ipek böceği fabrikası, halı fabrikası, mekanik taş ocağı, ekmek fırını, tavukçuluk fabrikası, mali hizmet tesisi ve sair müesseseler vardı. Ağcabedi Rayonu Ağcabedi Rayonu (Azerice: Ağcabədi rayonu), Azerbaycan Cumhuriyeti'nd
e rayon. İdari merkezi Ağcabedi şehridir. Ağcabedi Rayonu 1930 yılında kurulmuş, 1963 yılında kaldırılıp Ağdam Rayonu'na dahil edilmiştir. 1965 yılında yeniden müstakil bir rayon olmuştur. Kura-Aras ovasında yer almaktadır. İklimi ılımlı sıcak ve kuru astropikaldır. Akarsu şebekesi seyrektir. Acı göller var. Tarımda pamukçuluk önemli yer kaplar. Ağstafa Rayonu Ağstafa Rayonu (Azerice: Ağstafa rayonu), Azerbaycan'da rayon olarak adlandırılan birinci derece idarî bölümlerden birisidir. Ağstafa Rayonu 1939 yılında kurulup, 1959 yılında lağvedilerek arazisi Kazah Rayonu ile birleştirilmiş, 1991 yılında yeniden müstakil rayon olmuştur. Bakü-Tiflis demiryolu rayonun arazisinden geçmektedir. Nüfusun büyük çoğunluğunu Azeriler oluşturmaktan %98,7 diğer milletler ise Tatarlar, Türkler ve Ruslardır. Gündelik konuşulan dil ise Azericedir. Esasen buğday ve üzüm ekilir. Rayonda çırçır, tuğla-kiremit fabrikaları, halı atölyesi, Şerab Zavodu, Nemât Yusuf kardeşleri Çörek Zavodu lokomotiv deposu ve başka müesseseler vardır. Astara Rayonu Astara Rayonu (Azerice: Astara rayonu), Azerbaycan'ın güneyinde bir rayondur. Yönetim merkezi İran sınırında bulunan Astara şehridir. Azerbaycan'da rayon olarak adlandırılan birinci derece idarî bölümlerden birisidir. Nüfusunun %96-97'si yerli Talişler az bir kısmı da Rus İmparatorluğu zamanında bölgeye yerleştirilen Ruslardan ibarettir. Astara Rayonun kentleri: Ərçivan, Pensər, Siyəkü, Vaqu, Miki, Şahağac, Təngərüd, Əsxənəkəran, Motlayataq, Pəlikəş, Kijaoba ve s.dir. Rayonda 1 şehir, 1 şehir tipli kasaba, 92 köy vardır. Yerli Basın vardır."Astara" qazetesi yerli basına bir örnektir Astara Rayonunda iklim serindir. Don olayı ve kar yağışı deniz kıyısı yerlerde çok seyrektir. Deniz kıyısı yerlerde hava subtropikal iklimine benzer. Ancak yazları daha az sıcak olur. İç kesimlerde ise karasal iklim görülür. Babek Rayonu Babek Rayonu (Azerice: Babək Rayonu), Azerbaycan'da, Nahçıvan Özerk Cumhuriyetinde rayon. İdarî merkezi Babek kasabasıdır. 1978 yılında kurulmuştur. Adını Azerilerin millî kahramanlarından Babek'ten almıştır. İran ve Ermenistan ile sınırı mevcuttur. Rayon, 1 kasaba ve 39 köye sahiptir. Rayon bünyesindeki en yüksek dağ 2475 m. rakımı olan Buzkov Dağıdır (Azerice: Buzqov dağı). Babek rayonunda çok sayıda tarihi anıt vardır. Balaken Rayonu Balaken Rayonu (), Azerbaycan'ın rayonlarından biridir. Azerbaycanın kuzeybatısındadır. Antik yunan coğrafyacısı Strabon, Balaken'i 'Mabetler diyarı' adıyla anmıştır. Tarihi bir Alban yerleşim yeridir, eski Kafkas Alban Krallıklarının güzey-batı hattını çevreleyen lojistik yapısı ile Alban Krallığı için her zaman birincil öneme sahip olmuştur, özellikle Albanlar'a ait eski tapınaklar ve bir kısmı hala ayakta olan eski kiliseler, Alban swastikaları nakşedilmiş tarihi duvar süslemeleri, mezar taşları ve bazı dikitler önemli kültürel öğeleridir. Rus İmparatorluğu zamanı Car-Balaken okruguna () dahildi. 1841'de lağvedilerek Gürcü-İmereti guberniyasına () katılmış, 1860'tan yeniden ayri Car-Balaken okrugu kurulmuştur. 1860 yılından Zakatala okruguna, 1920 yılından ise Zakatala kazasına () dahil idi. Balaken rayonu 1930'da kurulmuş, 1963'de Zaqatala rayonuna verilmiş, 1965'de yeniden müstakil rayon olmuştur. Kuzeyinde Dağıstan'la, batısında Gürcistan'la komşudur. Yüzölçümü 923 kilometrekaredir. Rayon, yüksek Kafkas dağ silsilelerinin uzantılarından oluşmaktadır. Balaken, kuzeyden Rusya Federasyonu, Dağıstan, batıdan Gürcistan Cumhuriyeti, güneyden Zakatala Rayonu ile komşudur. Kafkas sıradağlarının güney doğusu içinde kalan Balaken, derin ve verimli vadi ve ovalarla, hayvancılığa uygun meralara sahiptir. Doğal güzellikleri ve el değmemişliği ile turizm açısından geleceğe yönelik önemli olanaklara sahiptir. Nüfusu 83.732 kişidir (1999 nüfus sayımı). Rayon etnik bakımdan zengindir. Burada nüfusun büyük bölümü (56.674 kişi) Azeri'dir. Etnik azınlıklarlar içerisinde bir Doğu Kafkas dili konuşan Avarlar en büyük azınlıktır (24.415 kişi). Belokan Avarlar'ı Avarlar içinde "Tshorosul Avar" () olarak bilinir. Rayonda ayrıca Yengiloylar, Çingeneler, Sahurlar, Ruslar, Ukraynalılar da yaşar. Etnik Dağıstan halklarının birçoğu II. Dünya Savaşı sırasında zengin doğal güzellikleri olan Balaken bölgesine göç etmişlerdir. "Balaken" gazetesi DMTRV TV 1999-2006 Balaken rayonunda bir takım siyasi partinin yerel teşkilatları faaliyet gösterir. Yerli halk daha çok tütünçülük, arıcılık, meyvecilik yapmaktadır. Rayonun ekonomisinde hayvancılık ve tahılçılık da önemli yer tutmaktadır. Daha ziyade kırsal bölgeye ait tüketim malları imal edilir. Rayonda 10 ilkokul, 40 ortaokul, teknik meslek ve müzik okulu, 44 kütüphane, 99 dernek vardır. Balakenin tarihi hakkında yazılan tarihçi-etnolog Akif Memmedli'nin kitapları: Rayonda nemli sübtropik ve dağ-tundra iklimi görülür. Balaken rayonu esrarengiz tabîata sahip rayonlardan biridir. Büyük bir turizm potansiyeline sâhiptir. Zengin meşe örtüsü ülkenin meşe ormanlarının 5 %-ni teşkîl eder. Meşelerinde palıd, vələs, fıstık, kızılağaç, akasya ve benzeri ağaclar yetişir. Qanıx (Alazan) çayı boyunca tuğay meşeleri vardır. Yararlı bitkileri ile zengindir. İlginçtir ki, dünyâda Şuşa'dan başka hiç yerde yetişmeyen Xarı Bülbül adlı meşhûr gül Balaken rayonunda yetişir. Hayvanat âlemi de zengindir. Dağ və düzrnlik meşelerinde boz ayı, dağ keçisi, kurt ve çakal, tilki, yaban domuzu, tavşan, geyik gibi hayvanlar yaşar. Büyüklüğüne göre Azerbaycan'da ikinci olan Zakatala koruğunun 3/4-ü Balaken rayonunun arâzîsindedir. En iri çayları Qanıx (Alazan), Balakençay, Katexçay ve Mazımçaydır. Rayon gezme görme yerleri açısından çok zengindir. Katehçay şelalesi, İmambulak, Arılık, karaçay, Mazımkara, Mirovoy Voda ve benzeri yerler vardır. 2008 Yılında yapılan bir de teleferik vardır. Balaken azerbaycan rayonlari arasinda en super rayonlardan biridir. cennet gormek isteyen balakene gelsin. Rayonda 1 şehir, 1 kasaba ve 57 köy vardır. Balaken şehri "Kabakçöl kasabası" Berde Rayonu Berde Rayonu (Azerice:: Bərdə rayonu), Azerbaycan'da rayondur. İdarî merkezi Berde şehridir. Rayon 1930 yılında kurulmuştur. Karabağ düzlüyünün orta kısmında yer almaktadır. İklimi ılımlı sıcak ve kuru astropikaldır. Aylık ortalama sıcaklık Ocak'ta 1,2-1,8 °C, Haziran'da 25,6-26,5 °C dir. Yıllık yağmur miktarı 250–350 mm dir. Arazisinden Kura Nehri, Terter ve Haçın çayları akmaktadır. Rayonda Bedre türbesi, Ahsanbaba türbesi v.s. tarihsel eserler var. Yevlah, Terter, Ağdam, Ağcabədi rayonları ile komşudur. Daşkesen Rayonu Daşkesen Rayonu (Azerice: Daşkəsən rayonu) - Azerbaycan'da rayon. İdarî merkezi Daşkesen şehridir. Rayon 1930'da kurulmuştur. 1956'dek Destefur Rayonu (Azerice: Dəstəfur rayonu) adlanmıştır. 1963'te lağvedilerek Hanlar Rayonuna (Göygöl Rayonu) katılmış, 1965'te yeniden ayrı rayon kurulmuştur. 8 km bölümü Ermenistan Cumhuriyeti ile sınırlı. Rayon demir cevheri bakımından zengin kaynaklara sahip bulunmaktadır. Rayonda 1 şehir, 6 kasaba və 42 köy var. Deniz seviyesinden 1656m yukseklikde,gozel tebieti ve havasi ile secilen bir bolgedir.Kicik Qafqaz daglarininda yerlesir.ermenistan ile serheddir.Qosqar dagi Daskesene daha bir gozellik verir... Rustem Ozan tarafından ilaveler edildi Füzuli Rayonu Füzuli Rayonu (Azerice: Füzuli rayonu), Azerbaycan'da rayon olarak adlandırılan birinci derece idari bölüm. 1993'ten bu yana rayon Ermenistan Silahlı Kuvvetleri tarafından Fuzuli kenti dahil olarak kısmen işgal edilmiştir Fuzuli'nin tarihi adı Karabulak'tır. İşgalden önce rayonda 105.000 nüfusun %99 çoğunluğunu Azeriler oluşturmuş ve Ermeni kontrolünde olan topraklardan Azeriler tamamen sürgün edilmiştir. Goranboy Rayonu Goranboy Rayonu (Azerice: Goranboy rayonu), Azerbaycan'da rayon olarak adlandırılan birinci derece idarî bölümlerden birisidir. Bakü ile uzaklığı 317 km'dir. SSCB dönemlerinde Kasim Ismayilov (Касум-Исмаилов) diye bilinirdi. Azerbaycan'ın bağımsızlığından sonra eski adına dönmüştür. Rayonda Naftalan sayfiye şehri var. De facto Dağlık Karabağ Cumhuriyeti, Goranboy Rayonunun güney bölgesini talebinde bulunıp Şaumyan (Ermenice: Շահումյան) İli ile birleştirmeyi planlamaktadır. Göyçay Rayonu Göyçay Rayonu (Azerice: Göyçay rayonu), Azerbaycan'da rayon olarak adlandırılan birinci derece idarî bölümlerden birisidir. İdarî merkezi Göyçay şehridir. Göyçay bölgesi Azerbaycan Cumhuriyeti'nin merkezinde, Şirvan düzlüğünün kuzey  bölümünde Büyük Kafkas dağlarının eteklerinde bulunduğu«Göyçay» asıl Türk kökenli kelime olup, kıyısında bulunduğu Göyçay çayının adına alınmıştır. Çayın suyu aşırı şeffaf olduğuna ve gök (mavi) rengine çaldığında göre şöyle adlandırılmışdır.Bazı tarihi kaynaklara göre, bölge nüfusu, esasen, XV yüzyılda Türkiye'den göçmüş KARAMAN bəylərbəyliyinin nüfusu hesabına şekillenmiştir. XIX yüzyılın 50'li yıllarında Şamahı'da yaşanan depremden zarar gören nüfusun bir bölümü Göyçayın topraklarına göç ve bununla da yerleşim birimi genişlemeden başlanmıştır. Çar hükümetinin Kafkasya'da yürüttüğü idari reformlar çerçevesinde 1867 yılı Aralık ayında Bakü guberniyasının bünyesinde Göyçay kazası oluşturuldu. Kaza merkezi olan Göyçay yerleşim birimi ise 1916 yılından şehir adlandırılmıştır. Azerbaycan'ın imar ile ilgili 1930 yılı Ağustos ayının 8-de Göyçay bölgesi teşkil edilmiştir. Göyçay şehrinin gelişmesi yaklaşık yirminci yüzyılın 30'lu yıllarından başlanmıştır. Göyçay bölgesinde halkımızın tarihi geçmişini yansıtan bir takım anıtlar vardır. Bölgenin Ərəbcəbirli köyü arazisinde XII-XIV yüzyılda inşa edilmiş ve Arap hilafeti dönemine ait "Surhay" Kalesi, ince ve Ərəbcəbirli köyleri arazisinde bulunmuş ve M.Ö. II yüzyıla ait küp mezarlarının kalıntıları bu bölgede eski dönemlerde insan yerlerinin mevcut olduğunu kanıtlamaktadır. XIX yüzyılın sonlarında inşa edilmiş yer banyosu ve 4 cami de bölgenin tarihi anıtları sırasına daxildir.Rayonun arazisi inşaat sektöründe kullanılan doğal kaynaklar açısından zengindir. Göyçay çayı deresinin ve Cəyirli köyünün yakınında çakıl taşı, ç
akıl, kum çıkarılır. Bölgenin Qarabaqqal köyünün arazisinde zengin kil yatakları vardır ki, bundan da yüksek kaliteli tuğla üretim olunur.Azərbaycan Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğü uğruna yapılan savaşlarda göyçaylıar yakından katılmıştır. Karabağ'ın Ermenistan silahlı birleşmelerinden kurtarılması uğruna savaşlarda göyçaylılar 163 şehit vermiş, 44 kişi kayıp, 106 kişi sakat olmuştur Göyçay'da tarım önemlidir. Hayvancılık ve bağcılık var. Meyve (örneğin: Nar), tahılla pamuk yetiştirilir. Hacıkabul Rayonu Hacıkabul Rayonu (Azerice: Hacıqabul rayonu), Azerbaycan'da rayon olarak adlandırılan birinci derece idarî bölümlerden birisidir. Rayonun idarî merkezi Hacıkabul (eski ad: Qazı Memmed, Кази-Магомед)'dur. Hacıkabulun serhat rayonları Abşeron, Kobustan, Şamahı, Ağsu, Kürdemir, Sabirabad, Salyan ve Şirvan şehri. Hacıkabul rayonun iklimi kuru ve sıcaktır. İmişli Rayonu İmişli Rayonu'nda bir şehir ve 51 kasaba vardır. İşbu rayonda petrol vardır. İsmayıllı Rayonu İsmayıllı Rayonu Büyük Kafkas Dağları bölgesine aittir. Kısmen ormanlarla kaplıdır. Bu rayonda, Lezgiler önemli bir azınlıktır; ana dilleri Lezgice'dir. Nüfusun yaklaşık %80'i Azeri'dir. Rayon Kasım 1931 tarihinde yaratıldı. Cebrayıl Rayonu Cebrayıl Rayonu (Azerice: Cəbrayıl rayonu), Azerbaycan'da rayon olarak adlandırılan birinci derece idarî bölüm. İdarî merkezi Cebrayıl şehridir. 1993'ten bu yana Ermenistan Silahlı Kuvvetleri'nin işgali altındadır ve de facto Dağlık Karabağ Cumhuriyetini kuran Ermeniler, bu rayonun doğu kesimini Hadrut İlinin bir parçası, batı kesimini Kaşatag İlinin bir parçası olarak yönetmektedir. Yüzölçümü 1.050 km'dir. Nüfusu 65.780'dur.Bölge nüfusunun 99% Azerilerden oluşmaktadır. Ünlü Azeri asker Ramil Seferov da 1977-de burada doğdu. Celilabad Rayonu Celilabad Rayonu (Azerice: Cəlilabad rayonu, 1964'e kadar Astraxanbazar Rayonu / Астраханбазар Рајону), Azerbaycanın rayonlarından biridir. İdarî merkezi Celilabad şehridir. Celilabad Rayonu (1967 yılına kadar Astraxanbazar) 1930 yılında kurulmuştur. İran ile batıda ortak sınırı vardır. Yüzölçümü - 1441 km² . Nüfusu (yoğunluk) - 174.000 - 91 kişi/km². Önemli şehir ve köyleri - Celilabad şehri, Qamışlıgöl, Günəşli, Alar, Novoqolovka, Seyidbazar, Üçtəpə, Bəyxanlı, Ləkin, Göytəpə,Privolnoye/> Celilabad Rayonu Azerbaycan'ın en eski insan toplumlarının yaşadığı arazilerdir.Tarihi araştırmalar sonucu bu arazilerde en eski insanlara ait tapınakların olduğu yerler dikkkat çekiyor.Tarihte ilk at burada yaşayan insan toplumları tarafında evcilleştirilmiştir.Arapların Azerbaycan'a hücumundan sonra Həməşərə şehri dağılmış ve sonrakı devirlerde Hasıllı şehri önem kazanmıştır. Astrahanpazar (Astraxanbazar) şehri eyaletin merkezi haline getirilmiştir. Celilabad Rayonu, 8 Ağustos 1930 tarihinde kurulmuş olup 1967 yılına kadar Astraxanbazar olarak adlandırılmıştır. Rayon kuzeyden Biləsuvar, doğudan Neftçala, güneyden Masallı, güneybatıdan Yardımlı rayonları, güneyden ise İran ile komşudur. Rayonun en önemli geçim kaynağı üzümcülüktür. Ekonomisinde tahılcılık ve hayvancılık da önemli bir yer tutar. Ayrıca meyve yetiştirilmektedir. Rayonda 50 kadar arkeolojik site ve eser mevcuttur. Bunlardan eneolit devrine ait Alikömtepe ve Mişarçay yerleşim yerleri ve günümüzden 6 yüzyıl öncesine ait Qurudərə yerleşim yeri, Tunç Çağı'na ait Yedditəpə höyükleri, Muğan ve Bəcirəvan şehrinin kalıntıları, Qazan köşkü, Bəcirəvan höyükleri, ayrıca Pirhəsən, Pirəxəncər, Zərdüşt gibi tarihi eserleri sayılabilir. Rayonun merkezi Celilabad şehri, Bakü-Astara otoyolunun 210. kilometresindedir. Rayonun arazisi kısmen düz, kısmen hafif dağlıktır, bazı yerler deniz seviyesinin altındadır. Yarı kurak iklim egemendir. Ortalama sıcaklık kışın 1-3 C°, yazın 25-30 C°'dir. Yıllık yağış miktarı 400–600 mm dolayındadır. Rayon arazisinden Bolqarçay, Mişarçay, İncəçay, Göytepeçay gibi ırmaklar geçer. Rayonun 14,7 bin hektarlık arazisi orman ile kaplıdır. Bölge tavşan, yaban domuzu, porsuk, kurt, tilki, çakal, kunduz vs., kuşlardan kartal, karga, ördek, kaz, leylek, gibi hayvanların yaşama alanıdır. Bunlarla yanasi 2 şehir - Celilabad ve Goytepe, 1 Kasaba - Alar , en büyük köyleri Privolnoye,Üçtepe ve b.dır. Celilabad Müellimler Üniversitesi, Müellimler Kolleji,Texniki Yaradıcılıq merkezi Rayone ekoloji terbiye ve tecrubecilik merkezi sahmat mektebi ve b. yüksek okulları vardır.Bunların dışında en yüksek göstericili okulları 8 saylı texniki ve humanitar temayüllü lisey - mekteb ve 1 saylı tebiet ve humanitar temayüllü lisey mektebdir. Culfa Rayonu Culfa Rayonu (Azerice: Culfa rayonu), Azerbaycan'ın rayon olarak adlandırılan birinci derece idarî bölümlerinden biridir. Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti'nde, İran sınırında yer almaktadır. Yönetim merkezi Culfa kenti'dir. Haçmaz Rayonu Haçmaz Rayonu, Azerbaycanın kuzeyinde yer almaktadır. Haçmaz'da ziraat önemlidir. Meyve, sebze ve tahıl yetiştirilir. Sahilde turizm de önemlidir. Dexter Holland Dexter Holland (d. 29 Aralık 1965, Orange County) Bryan Keith Holland'ın sahne adı. Punk müziğin 1990'lı yıllarda Green Day'le beraber tekrar yükselişe geçmesini sağlayan ve yaptığı müziğe "neo punk" adını veren topluluk The Offspring isimli grubun vokalisti ve lideri. Üniversitedeki moleküler biyoloji ve genetik doktorasını yarıda bırakıp, müzik kariyerine devam etmiştir. Liseyi okul birinciliğiyle bitirmiştir. Göygöl Rayonu Göygöl Rayonu - Azerbaycan'da rayon. Merkezi Göygöl şehridir. Rus İmparatorluğu zamanı bölgeye Almanlar yerleşti ve 1819 yılında, Almanlar "Helenendorf" kentini kurdu. Helenendorf (Almanca: Helenendorf, Rusça: Еленендорф) 1938 yılında Hanlar olarak değiştirildi. Rayon 1930 tarihinde kurulmuştur ve Nerimanov Rayonu adlanmıştır. 1938'de Hanlar Rayonu (Azerice: Xanlar rayonu), 25 Nisan 2008 tarihli Azerbaycan parlamentosu kararıyla Göygöl Rayonu olarak değiştirilmiştir.. Xanlar qəsəbəsi, Əzizbəyov qəsəbəsi, Gəncə qəsəbəsi, Murovdağ qəsəbəsi, Ağsu, Almədətli, Aşıqlı, Balçılı, Bəhrambəy, Cümşüdlü, Çaykənd, Çaylı, Çiçəkli, Danayeri, Dərələyəz, Dozular, Əzgili, Firuzabad, Göyçəkənd, Gürzalılar, Haçaqaya, Xasabağ, Xəqani, Kərəmli, Köşkü, Qarabulaq, Qırıxlı, Qızılca, Qızılca stansiyası, Quşqara, Mollacəlilli, Mixaylovka, Nadel, Sarısu, Səhriyar, Pənahlılar, Sərkarlı, Səmədli, Tülallar, Topalhəsənli, Toğana, Üçtəpə, Yalqışlaq, Yeni Qızılca, Yeni Zod, Zurqes Luteran Kilisesi Almanlardan kalmadır. Hocalı Rayonu Hocalı Rayonu (Azerice: Xocalı rayonu), Azerbaycan'da rayon olarak adlandırılan birinci derece idarî bölümlerden birisidir. Hocalı Rayonu, Karabağ Savaşı sırasında 25 Şubat 1992'de Karabağ Ermeni güçleri tarafından alınmış ve 25 - 26 Şubat'ta Hocalı Katliamı yaşanmıştır. De facto Dağlık Karabağ Cumhuriyeti'ni kuran Ermeniler burayı Askeran ilinin bir parçası olarak yönetmektedir. Kürdemir Rayonu Kürdemir Rayonu (Azerice: Kürdemir rayonu), Azerbaycan'da rayon olarak adlandırılan birinci derece idarî bölümlerden birisidir. Adını, kurulduğu yerden akan Azerbaycan'ın en büyük nehri Kür Nehri'nden almıştır. Rayon Kur-Araz ovalığında yerleşmiştir. Rayonda en önemli uğraş ve gelir kaynağı tarımdır. Arazinden Kür ve Girdiman çayları, bununla birlikte Aşağı ve Yukarı Şirvan kanalları geçmektedir. Rayon merkezinde 30,000'den fazla insan yaşamaktadır. Laçın Rayonu Laçın Rayonu, Azerbaycan Cumhuriyetinde rayon olarak adlandırılan birinci derece idarî bölümlerden birisidir. Rayonun merkezi Laçın şehridir. 1992'den bu yana Ermenilerin kontrol altındadır ve de facto Dağlık Karabağ Cumhuriyetinin Kaşatag ilinin bir parçası olarak yönetilmektedir. Laçın Rayonunda Ermenistan Cumhuriyeti ile Dağlık Karabağ Cumhuriyeti arasında Laçın koridoru denilen geçit bölgesi oluşturulmaktadır. Masallı Rayonu Azerbaycan'ın en büyük mobilya fabrikalarından biri burada kurulmuştur. Rayonun tam içinde olan bu fabrikaya ulaşım çok rahattır. Rayon sınırları içinde gezilip görülecek güzel yerler bulunmaktadır. Örneğin "İsti Su" (Türkçe: "Sıcak Su") denilen kaplıca gibi bir yer vardır. Etrafında birçok dinlenme tesisi vardır. 1 Ocak 2013-cü yılı tarihine olan resmi verilere göre rayon nüfusu 208.948 kişidir. Neftçala, Celilabad, Yardımlı, Lerik, Lənkəran rayonları. Neftçala Rayonu Neftçala - Azerbaycan'da rayon. İdarî merkezi Neftçala şehridir. Rayon 1940 yılında kurulmuştur. 1959'da kaldırılarak Salyan Rayonuyla birleştirilmiş, 1973 yılında yeniden bağımsız rayon olmuştur. Büyük bölgeler - Neftçala şehri, Hıllı, Hasanabad və Banke kasabaları, Yukarı Karamanlı, Yenikent. 1 şehir, 3 şehir tipli kasaba, 53 köy vardır. Yerel Basın - "Gündoğar" gazetesi. Bölgenin ekonomisinde esasen pamukçuluk ve tahılcılık başlıca yer tutar. Burada petrol çıkarma sanayisi, Banke balık kombinatı, yod-brom zavodu, konserv ve balık yetiştirme zavodları ve başka müesseseler faaliyet gösterir. Neftçala'da 12 okul öncesi çocuk müessesesi, 44 umum tahsil okulu, 53 kütüphane, 36 medeniyet evi vardır. Piretavan türbesi insanların sık sık ziyaret ettiği kutsal mekandır. Hastalara şifa verdiğine inanılır.Ayrıca rayonda orta asırlara ait olan harabe şehir de vardır. Şehir Dirovdağın eteğinde, eski kervan yolunun üzerindedir. Yarı kurak iklimi hakimdir. Kazah Rayonu Kazah Rayonu (Azerice: Qazax rayonu), Azerbaycan'da rayon. Merkezi Kazah şehridir. Gürcistan ve Ermenistan ile sınırdaştır. Gence-Kazak ovasında yer almaktatır. 1867'de Kazak kazası, 1930'da Kazak Rayonu kurulmuştur. 1939'da Rayonun bir kısmı koparılarak Ağstafa Rayonu kurulmuştur. Azerbaycan'ın ünlü şairleri Molla Penah Vakif, Molla Veli Vidadi, Samed Vurgun ve yazarları Mehdi Hüseyin, Osman Sarıvelli, General Aliağa Şıhlinski bu rayonda doğdular. Rayonun Yukarı Eskipara [Asagi Eskipara,Baganis Ayrim,Qizil Hacili,Xeyrimli,Soflu ]ve Berhudarlı adlı 7 eksklavı 1990 yılında Ermeni güçlerince işgal edilmiştir ve bu işgal hali devam etmektedir. 1 Ocak 2013 tarihli resmi verilere göre rayon nüfusu 92.020 kişidir. Kobustan Rayonu 1930'den 1943'a ve tekrar 1960'dan 1990'a kadar bölge,
Şamahı Rayonunun bir üyesiydi. Ayrıca, Kobustan'nın yakınlarında 1402'de yapılan Sufi Diri Baba Türbesi vardır. Kuba Rayonu Kuba Rayonu (Azerice: Quba rayonu), Azerbaycan'da rayon olarak adlandırılan birinci derece idarî bölümlerden birisidir. Rayon 1930'da kurulmuştur. 1959'ta Konakkend Rayonu (Azerice: Qonaqkənd rayonu) da lağvedilerek arazisi Kuba Rayonu'na katılmıştır. 1963-1965 yıllarında Haçmaz Rayonu'nun bir kısmı da Kuba Rayonu sınırları içinde bulunmuştur. Büyük Kafkas sıra dağlarında yer almaktadır. 18. yüzyılda Kuba Hanlığı kurulmuş, 1806'da Rus egemenliğine geçmiştir. Rayonda 1 şehir (Kuba), 4 kasaba (Konakkent (Azerice: Qonaqkənd), Kırmızı (Azerice: Qırmızı), Gencler (Azerice: Gənclər), Yerfi (Azerice: Yerfi) ve Zerdabi (Azerice: Zərdabi) ve 152 köy var. 1 Ocak 2014-cü yıl tarihine olan resmi verilere göre rayon nüfusu 161.434 kişidir. Kubadlı Rayonu Kubadlı Rayonu veya Kubatlı (Azerice: "Qubadlı rayonu"), Azerbaycan'da rayon olarak adlandırılan birinci derece idarî bölüm. Idari merkezi Kubadlı şehridir. 31 Ağustos 1993'ten itibaren Ermenistan Silahlı Kuvvetleri'nin işgali altındadır ve de facto Dağlık Karabağ Cumhuriyetini kuran Ermeniler, bu rayonu Kaşatag ilinin bir parçası olarak yönetmektedir. Sederek Rayonu Sederek Rayonu (Azerice: Sədərək rayonu), Azerbaycan'da, Nahçıvan Özerk Cumhuriyetinde rayon. İdarî merkezi Haydarabad kasabasıdır. 28 Ağustos 1990 tarihinde yaradılmıştır, eskiden Şerur Rayonunun sınırları içinde yer almıştı. Rayona bağlı Kerki köyü (Azerice: Kərki kəndi) 1990 yılında Ermenistan tarafından işgal olunmuştur. Sederek Rayonu, ülkenin en batıdaki rayonudur. İran ve Ermenistan ile sınırlıdır. Azerbaycanın Türkiye ile 11 km lik sınırı tek bu rayondadır. Aras Nehri üzerinde 1992 yılıda inşa edilen Ümid köprüsü Nahçivanı Türkiye ile bağlamaktadır. Salyan Rayonu Salyan Rayonu Azerbaycan'ın güneydoğusunda bir rayondur. Rayonda halkın çoğunluğu balıkçılık ve tarımla uğraşır. Halk içinde gelirleri yüksek olan kesim hayvancılıkla uğraşır. Pamuk tarlalarında çalışmak ve sebze-yeşillik ekmek tarım alanında yaygındır. Hava sıcaklıkları kışın çok düşük yazın da çok yüksektir. Bölgede tipik karasal iklim hakimdir. Azerî geleneklerine çok bağlı olan halk içinde her şey geleneklere bağlı olarak yapılır. Düğünler de bütün Türk adet ve gelenekleri uygulanır. Rayonun en meşhur yemeği balık dolmasıdır Azerbaycan'da sadece bu rayona ait bir yemektir. Balık dolması balığın yaklaşık 2-3 ay tuzlu su da veya su da bekletildikten sonra içine domates, nane ve çeşitli baharatları doldurulmasıyla yapılır. Şeki Rayonu 1930 yılında Nuha Rayonu adıyla kuruldu. 1968'de adı Şeki Rayonu olarak değiştirildi. Rayonda çok sayda tarihsel eserler ve turistik merkezler var. Şeki Han Sarayı, Gelesen-Göresen Kalesi bu rayondadır. 1 Ocak 2013 tarihli resmi verilere göre rayon nüfusu 177.487 kişidir. Şemkir Rayonu Göygöl Rayonu, Gedebey Rayonu, Daşkesen Rayonu, Tovuz Rayonu, Samuh Rayonu ile komşudur. Ağdaş Rayonu Ağdaş Rayonu (Azerice: Ağdaş rayonu), Azerbaycan'da rayon olarak adlandırılan birinci derece idarî bölümlerden birisidir. Ağdaş Rayonu 1930 yılında kurulmuştur. Şirvan ovasının kuzeybatısında, Acınohur ön dağlığının güneyinde yer almaktadır. Rayonun arazisinden Bakü-Tiflis demiryolu, Bakü-Qazax şose yolu, Mingəçevir-Bakü elektrik nakil hattı geçmektedir. Rayonda 1 şehir, 2 şehir tipi kasaba, 72 kent vardır. Ağdaş şehri, Ləki, Yuxarı Nemetabad, Aşağı Nemetabad, Qobu Üstü, Türyançay, Kükəl, Ərəb, Hüşün, Xosrov, Sadavat, Aral I, Aral 2, Şəmsabad, Tofiqi, Əmirmahmud, Qarağan Saatlı, Yuxarı Qəsil, Bulaqotağı, Qarağan Sədi, Qarağan, Şıxlar, Orta Qəsil, Aşağı Qəsil, Gülbəndə, Şordəhnə, Bəylik, Nehrəxəlil, Kotanarx, Cardam, Aşağı Zeynəddin, Tatlar, Yuxarı Zeynəddin, Ağalı, Yeniarx, Maşad, Gürcuva, Pirəyir, Qaradağlı, Cücük, Malay, Qolqəti, Korarx, Cüvə, Dəhnəxəlil, Aşağı Ağcayazı, Ağzıbir, Yuxarı Ağcayazı, Qoşaqovaq, Şəkili, Pirkəkə, Ərəbocaq, Yenicə kasaba ve kentleri mevcuttur. Yerel Basın - "Ağdaş" gazetesi, "Əmək" gazetesi. (Şu An Kullanılmıyor) İktisadında pamukçuluk esas yeri kaplar. Burada pamuk temizleme fabrikası, süt fabrikası, Cumhuriyet Kent Ekonomisi Teknolojisi Birliği'nin rayon şubesi, yerel sanayi tesisi, ormancılık vardır. Ağdaş rayonunda 30 okulöncesi çocuk kurumu, 68 genel-kültür okulu, 1 Türk liseyi,Kent Ekonomisi Teknikokulu, 68 kütüphane, 49 kulüp, 9 kültür evi, 1 Medrese, 11 sinema kurgu faaliyet gösterir. Şuşa Rayonu Şuşa Rayonu (Azerice: Şuşa rayonu), Azerbaycan'da rayon olarak adlandırılan birinci derece idarî bölümlerden birisidir. İdarî merkezi Şuşa şehridir. 8 Mayıs 1992 tarihinden itibaren Ermeniler tarafından işgal edilmiş ve rayonun çoğunluğunu oluşturan Azeriler işgal altında olmayan bölgelere kaçmış veya kaçmak zorunda bırakılmışlardır. 1993'ten beri Dağlık Karabağ Cumhuriyeti'nin fiili yönetimi altındadır. 1 Ocak 2014-cü yıl tarihine olan resmi verilere göre rayon nüfusu 31.499 kişidir. Ucar Rayonu Ucar, Azerbaycan'da rayon. İdarî merkezi Ucar şehridir. Rayonun step oranı büyüktür. Küçük bir parça ormanlıktır. Ucar'da bir şehir (rayonun merkezi) ve 32 kasaba vardır. İşbu rayonda tarım çok önemlidir. Pamukla tahıl yetiştirilir. Hayvancılık da vardır. Bakü-Ceyhan Boru Hattı Ucar'ı katetmektedir. Zengilan Rayonu Zengilan Rayonu (Azerice: Zəngilan rayonu), Azerbaycan'da rayon olarak adlandırılan birinci derece idarî bölümlerden birisidir. 1993'ten itibaren Ermenistan Silahlı Kuvvetleri'nin desteğindeki Ermeni güçler tarafından işgal edilmiştir. İşgal sonucunda rayonda 33.990 sakinin %99 çoğunluğunu oluşturan Azeriler tamamen sürgün edilmiş ve Ermeniler bölgeye 383 kişi yerleştirerek Kovsakan (Ermenice: Կովսական) adı vermişler. Zerdab Rayonu Zerdab Rayonu (Azerice: Zərdab rayonu), Azerbaycan'da rayon. İdarî merkezi Zerdab şehridir. Zerdab adına kaynaklarda XVI. yüzyıldan rastlanır, bu sözünün kökeni konusunda birçok değişik görüşler bulunmaktadır; Soğuk su veya sarı su, zehirli su anlamı daşıdığını söyleyenler var. Rayon 1935'te kurulmuştur. Rayon merkezi Kura Nehrinin kıyısında yer almaktadır. Tezekend,Bəyimli, Bıçaqlı, Yuxarı Seyidlər, Sileyli, Körpükənd, Məlikli, Burunlu, Qoruqbağı, Sarıqaya, Məmmədqasımlı, Gödəkqobu, Yarməmmədbağı, Lələağacı, Pərvanh, Gəlmə, Salahlı, Hüseynxanh, Xaməmmədli, Əlibəyli, Allahqulubağı, Çalh, Məlikumudlu, Əlicanh 1, Əlicanlı 2, Cülovxanlı, Dəliquşçu, Dəkkəoba, İsaqbağı, Qərəvəlli, Böyük Dəkkə, Nəzərahh, Şıxbığı, Gəndəbil, Ağabağı, Şahhüseynli, Şəftəhal, Aşağı Seyidlər, Əlvənd, Otmanoba, Salahli. Gladio Gladio (Türkçe: " Kısa Kılıç"), II. Dünya Savaşı sonrasında Batı Avrupa'da gelecekte olması beklenen bir Varşova Paktı işgaline cephe gerisinde bir direniş başlatmak amacıyla İtalya'da NATO tarafından gizli olarak örgütlenen kontrgerilla (stay-behind) operasyonunun kod adı. Gladyo, özel olarak NATO cephe gerisi direniş organizasyonun İtalyan kolunu belirtse de bazen "Gladyo operasyonu" NATO'nun bütün cephe gerisi (stay-behind) operasyonlarının gayriresmî adı olarak kullanılır ve bazen "Süper NATO" adıyla da anılır. Latince'de kılıç anlamına gelen Gladio sözcüğünü ad olarak kullanan örgüt, Amerikan ve İngiliz kontrgerilla örgütlenmesi olan "Stay Behind" tarafından 1952 yılında kuruldu. CIA tarafından yönetilen ve finanse edilen örgüt, 1956 yılında ABD ile iş birliği içinde, casusluk ve gerilla savaşı yapmak üzere örgütlendi. Sardunya'da örgütün ilk eğitim kampı kuruldu ve Kuzey İtalya'da 139 yerde silah ve mühimmat depoları oluşturuldu. Resmi adı Müttefik Koordinasyon Komitesi ("Allied Coordination Committee") idi. 1956 sonrasında ikisi kadın 622 kişi ABD ve İngiliz gizli servisleri tarafından eğitildi. Organizasyon söküldü (1972-1973), ancak kaldırıldı değil. Soruşturmaların ünlü yargıcı Felice Casson, gizli servis arşivinde yaptığı incelemelerde, 1972 yılındaki bir bombalamanın kesinlikle NATO destekli bazı gizli örgütlerce yapıldığı sonucuna ulaştı: 2001 yılında, bu hipotez kesin ekarte edilmiş. Yargıç, başbakan Giulio Andreotti'nin bilgisine başvurdu, 1972'de bu olay tespit edildiği için başbakan örgütün varlığını kabul etti, ancak 1972'de örgütün kapatıldığını söyledi. Adli soruşturma arşivlenen olmuştur: hiçbir suç yoktu. Gladio gizli tesis oldu, aynı zamanda yasal ve meşru. Avrupa Parlamentosu bile sorunla ilgili karar tasarısında şu sözlere yer vermek durumunda kalmıştır: "Avrupa Topluluğu'na üye pek çok ülkede gizli, paralel istihbarat ve silahlı operasyon örgütlerinin 40 yıldır var olduğu Avrupa hükümetleri tarafından ortaya çıkarılmıştır. Kırk yıldır bu örgütlerin demokratik kontrolden kurtulduğu ve NATO ile iş birliği halinde ABD gizli servislerince yönetildiği anlaşılmıştır." Örgütün İtalya'daki adı Gladio idi. Türkiye'de kontrgerilla veya Özel Harp Dairesi, Yunanistan'da B-8 ya da SheepSkin, Belçika'da SDRA-8, Hollanda'da NATO Command, Batı Almanya'da Gehlen Örgütü, "Stay Behind" ya da "Sword", Avusturya'da Schwert, Fransa'da Rüzgar Gülü, İspanya'da Anti-Terör Kurtarma Grubu (GAL), İngiltere'de ise Secret British Network olarak bilinir. Sivrice, Of Sivrice, Trabzon ilinin Of ilçesine bağlı bir mahalledir. Trabzon iline 72 km, Of ilçesine 15 km uzaklıktadır. Mahallenin rakımı 1050 dir. Mahallenin iklimi, Karadeniz iklimi etki alanı içerisindedir. Mahallede, ilköğretim okulu vardır ancak kullanılamamasının yanı sıra taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Mahallenin kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi yoktur ancak PTT acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır. Tracy Chapman Tracy Chapman; 30 Mart 1964 doğumlu, 4 Grammy Ödülü sahibi, ABD'li şarkıcı ve şarkı sözü yazarı. En çok bilinen şarkıları; "Fast Car", "Talkin' Bout a Revolution", "Give Me One Reason" ve "Baby Can I Hold You Tonight" dır. Cleveland'da doğmuş, çocukken gitar çalmaya ve şarkı sözleri yazmaya başlamıştır. A Better Chance'den burs alarak Connecticut'taki Wooster School'a
devam etti. Daha sonra Boston yakınındaki Tufts Üniversitesi'nde okudu. Üniversite yıllarında, Massachusetts eyaletindeki Cambridge'te sokaklarda ve kafelerde sahne alıyordu. Üniversiteden mezun olduktan sonra 1988 yılında kendi adını taşıyan ilk albümünü çıkardı ve çok olumlu eleştiriler aldı. Nelson Mandela'nın TV'de canlı yayımlanan 70. yaşı kutlamalarına katılınca, ikinci albümü olan "Fast Car" öncelikle ABD'de ve ardından tüm dünyada liste başı oldu. Albümüyle dört Grammy Ödülü'nün yanı sıra pek çok başka müzik yarışmasında ödül aldı. 1989'da yayımlanan üçüncü albümü "Crossroads" öncekiler kadar tutulmadı. 1992'de çıkardığı "Matters of the Heart" ile artık daha sınırlı sadık bir dinleyici kitlesine hitap ediyordu. Ancak 1995'te müzik otoritelerini şaşırtarak "New Beginning" adlı albümündeki "Give Me One Reason" şarkısıyla 1996'da En İyi Rock Şarkısı dalında bir kez daha Grammy Ödülü alarak, azalan popülaritesini yeniden doruğa çıkardı. Daha sonra 2000'de çıkardığı "Telling Stories" adlı rock albümüyle özellikle Avrupa'da adından sıkça söz edildi. 2002'de "Let It Rain" adlı altıncı albümünü çıkardıktan sonra 2003'te Avrupa'da ve ABD'de turneye çıktı. 2005'te "Where You Live"'i çıkardı ve ardından önce ABD'de ve sonra da Avrupa'da turneye çıktı. Son olarak 2008 yılında "Our Bright Future" adlı albümü çıkardı. Çatalan Köprüsü Çatalan Köprüsü, Adana'da, Seyhan Baraj Gölü üzerinde yer alan 1575 m uzunluğundaki köprü. Türkiye'nin en uzun köprüsü unvanını taşır. Seyhan Batı Köprüsü olarak da bilinir. Adana'ya içme suyu sağlamak için gerçekleştirilen Çatalan İçme Suyu Projesi kapsamında yapılan köprünün asıl amacı su borularının geçişini sağlamaktır. Üç şeritli yoluyla karayolu ulaşımında da kullanılabilecek şekilde inşa edilmiştir. İnşasına 1998’de başlanan köprünün açılışı 17 Haziran 2002’de gerçekleşti. Projeyi Lurgi Bamag-STFA-ALKE'den oluşan konsorsiyum gerçekleştirdi. Ertuğrul Gazi Ertuğrul (), Ertuğrul Gazi veya Ertuğrul Bey (ö. ~1280, Söğüt), 13. yüzyılın ortalarında Oğuzların Kayı boyunun lideri ve Osmanlı Beyliği'nin kurucusu olan Osman Bey'in babası. Anadolu Selçuklu Devleti'nin Bizans İmparatorluğu sınırında bulunan uç emirliklerindeki Türk sayısı, 1243 yılında gerçekleşen Kösedağ Muharebesi sonrasında Anadolu'da başlayan Moğol baskısı sebebiyle artış göstermiş; buna paralel olarak Bizans topraklarına yapılan akınlar artmıştı. Bu akınlar sonucunda, Bizans topraklarında ikinci halka uc beylikleri kurulmaya başladı. 13. yüzyılın ikinci yarısında bu beyliklerin en güçlüsü konumunda olan ve Kütahya civarında hüküm süren Germiyanoğulları Beyliği, 1300'lere doğru Batı Anadolu'da fetihler yaparak üçüncü halka uc beyliklerinin kurulmasını sağladı. Sultan Öyüğü (günümüzde Eskişehir) bölgesinde, ucun en ileri hattı olan Söğüt'te yerleşen Türk boyunun başında Ertuğrul Gazi bulunmaktaydı. Ertuğrul Gazi'ye bağlı boyun bu bölgeye ne zaman ve nasıl geldiği kesin olarak bilinmemekle birlikte, konu hakkında farklı görüşler mevcuttur. "Ruhî Tarihi"ne göre Ertuğrul Gazi veya atalarının önderliğindeki 340 kişilik Türk boyu, Selçuklular ile birlikte Türkistan'ı terkedip Anadolu'ya gelerek Engüri (günümüzde Ankara) civarındaki Karacadağ eteklerine yerleşti. 1222-1230 yılları arasında, İznik İmparatoru III. İoannis ile Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad arasında Sultan Öyüğü ve Engürü civarında gerçekleşen mücadelelerden haberdar olan Ertuğrul Gazi, orduya hizmet amacıyla çarpışmalara katıldı, bu kapsamda Karacahisar'a yapılan kuşatmada yer aldı. Bunu memnuniyetle karşılayan I. Alâeddin Keykubad, Ertuğrul Gazi'yi akıncı başı yaptı. 1230 yılında, Harezmşahlarla yapılan Yassı Çemen Muharebesi ve Moğollarla yapılan Kösedağ Muharebesi sebebiyle I. Alâeddin Keykubad ile III. İoannis arasında barış sağlandı. Kısa süre sonra I. Alâeddin Keykubad, Ertuğrul Gazi veya atalarına Söğüt'ü kışlak, Domaniç'i yaylak olarak verdi. Ertuğrul Gazi akınlarına buradan devam ederken, I. Alâeddin Keykubad'ın ayrılmasının ardından Karacahisar elden çıktı. Bunun üzerine Ertuğrul Gazi, yerli tekfurlarla uzlaşma yoluna gitti. "Ruhî Tarihi"nde yer alan bu bilgileri Neşrî, Ruhî'den aktarmaktadır. Âşıkpaşazâde ise bu anlatılanları kısaltmış ve içeriğini değiştirerek, yaşananları Osman Bey dönemine nakletmiştir. Başka bir hikâyeye göre ise Sürmeli Çukur (Aras Nehri vadisi) veya Ahlat'tan Engüri civarındaki Karacadağ eteklerine yerleşen Ertuğrul Gazi ve aşireti, burada bir süre kaldı ve İznik İmparatoru III. İoannis'e karşı I. Alâeddin Keykubad'ın ordusunda yer aldı. Ancak Moğol saldırıları sebebiyle I. Alâeddin Keykubad'ın Konya'ya dönmesinin ardından Ertuğrul Gazi'ye Söğüt'ü kışlak, Domaniç'i yaylak olarak tayin etti. Oğlu Osman Gazi 1299 yılında, merkezi Söğüt olan Osmanlı Beyliği'ni kurdu. Söğüt'te vefat eden Ertuğrul Gazi'nin, oğlu Osman Gazi tarafından yaptırılan bir türbesi bulunmaktadır. Kaynaklarda, Ertuğrul Gazi'nin soyu hakkında yer alan bilgiler farklılık göstermektedir. Yazıcızâde Âli'nin "Tevârih-i Al-i Selçuk" adlı eserinde yer alan soy ağacı: Enverî'nin "Düstûrnâme-i Enverî" adlı eserinde yer alan soy ağacı: Şükrullah'ın "Behcetü't Tevârîh" adlı eserinde yer alan soy ağacı: Hasan bin Mahmûd el-Bayâtî'nin "Câm-ı Cem-Âyîn" adlı eserinde yer alan soy ağacı: Karamanlı Mehmed Paşa'ya göre soy ağacı: Âşıkpaşazâde'nin "Âşıkpaşazâde Tarihi" adlı eserinde yer alan soy ağacı: Neşrî'nin "Kitab-ı Cihannüma" adlı eserinde yer alan soy ağacı: 19. yüzyılda, Sultan Abdülaziz dönemi Osmanlı Donanması için inşa edilen bir fırkateyne anısına ismi verilmiştir. Yanı sıra, 1998'de, Türkmenistan Aşkabat'ta adına Ertuğrul Gazi Camii inşa edilmiştir. Ek olarak, Ertuğrul Gazi, 2014'ten beri TRT 1 televizyon kanalında yayınlanan "" dizisinde Engin Altan Düzyatan tarafından canlandırılmaktadır. Ahmet Remzi Yüreğir Ahmet Remzi Yüreğir, (d. 1892, Adana) - (ö. 7 Ekim 1951), Türk gazeteci, politikacı. Yeni Adana Gazetesi'nin kurucusudur. Adana Öğretmen Okulunu bitirdi. Mesleğe başladığı sırada I. Dünya Savaşı başladı ve silah altına alındı. Mondros Mütarekesi imzalandığında Adana’da bulunan Ahmet Remzi Bey, Yıldırım Orduları Komutanı Mustafa Kemal Paşa’nın Suriye bozgunundan sonra karargahını kurduğunu bu şehirde millî bir mücadele başlatmak için destek toplamak üzere yaptığı toplantılara katıldı. Mustafa Kemal’in çalışmalarından etkilenen Ahmet Remzi Bey, 1918 yılında öğretmenliğini sürdürürken arkadaşı Mehmet Avni Doğan ile birlikte Adana Gazetesi'ni çıkardı. İşgal güçleri matbaayı basarak Kuvay-ı Milliye’yi destekleyen Adana Gazetesi'ni kapatınca 5 gün sonra Yeni Adana Gazetesi'ni çıkarmaya başladı. Kurtuluş Savaşı sırasında tüm güçlüklere karşın gazeteyi çıkarmayı sürdürdü. 8 sayı çıkardıktan sonra Fransızların yine matbaayı basıp işçileri tutuklaması ve kendisi için ölüm fermanı çıkarması üzerine kadın kılığına girerek şehirden kaçtı. Sivas’ta başlayan ulusal hareketi desteklemek üzere Kayseri’de Adana Müdafaai Hukuk Cemiyeti’ni kurdu ve bir dönem için cemiyetin tek üyesi oldu. Kuvay-ı Milliye’nin alt yapısını oluşturmak üzere Yeni Adana gazetesini büyük bir inatla önce Karaisalı’da, daha sonra Pozantı’da çıkarmayı sürdürdü. Ahmet Remzi Bey, gazeteyi Karaisalı’da kullanılmayan bir vagonda tek başına hazırlamıştır. Pozantı’nın Fransız işgalinden kurtulması üzerine hemen Pozantı’ya geçmiş ve cepheden dönen yedek subaylarla güçlenen bir kadro ile yayını sürdürmüştür. Ayda 300-500 tane basabildiği gazeteyi hayvan sırtlarında gizlice köylere ulaştıran Ahmet Remzi Yüreğir gazetesini uzun süre yaşatarak bölge gazeteciliğinin başarılı bir örneğini vermiştir. Ahmet Remzi Bey, 1921’de Pozantı’dan Adana’ya geçti ve yaşadığı sürece gazetesinin Cumartesi hariç her gün düzenli olarak çıkarmayı sürdürdü. Gazete, günümüzde de yayınını sürdürmektedir. 1930 yılında Serbest Cumhuriyet Fırkası’na katılan Ahmet Remzi, partinin Adana sorumluluğunu üstlendi. 1940’lı yıllarda CHP içinde yer aldı; 1946-1950 yıllarında CHP Adana milletvekili oldu. CHP’nin 1950 seçimlerinden yenilgi ile çıkmasından sonra partinin yeniden yapılanma çabaları doğrultusunda İstanbul’da İnkılap isimli bir gazeteyi parti adına çıkarmak için çalışmalara başladı, ancak bir trafik kazası sonucu 7 Ekim 1951 günü hayatını kaybetti. Orhan Remzi Yüregir, Aydın Remzi Yüreğir, Çetin Remzi Yüreğir, Yalçın Remzi Yüreğir adında dört oğlu ve Nilüfer Önortaç adında kızı vardır. Gelme İstemem Gelme İstemem, İbrahim Tatlıses'in 1981 yılında Türküola tarafından Almanya'da yayınlanan müzik albümünün adıdır. Albümün katalog numarası EU 383'dür. Bir Mumdur / Aman Kardaşım 45'likleri ve Gülmemiz Gerek LP'sinin birleşmesiyle oluşan 1981 yılında Gelme İstemem adıyla piyasaya sürülen toplama bir değildir. Tüm şarkılar bu albüm için seslendirilmiştir longplay daki kapasite sorun yüzünden şarkılar single yani 45 lik plak olarak çıkmıştır. Gelme istemem ise bu tüm şarkıların kasette toplanmış versiyonudur. Mey Mey şu anlamlara gelebilir: Zayıf metaller Zayıf metaller (veya post-geçiş metalleri), periyodik tablonun p blokunda yer alan metalik elementlerdir. Metaloidlerle geçiş metalleri arasında bulunurlar. Geçiş metallerinden daha fazla, alkali metaller ve alkali toprak metallerinden daha az elektro-pozitiftirler. Ergime ve kaynama sıcaklıkları genellikle geçiş metallerinkilerden daha düşük olup daha yumuşaktırlar. Zayıf metaller grubunda; aluminyum, galyum, indiyum, kalay, talyum, kurşun, ve bizmut bulunur. Bazen germanyum, antimon ve polonyum da bu gruba dahil edilebilir. Element numarası 113 ten 116 ya kadar olan elementler de bu gruba geçici olarak dahil edilir ve şu an için; ununtriyum, ununquadyum, ununpentiyum ve ununhekziyum olarak bilinirler. Laçin Laçin, Çorum iline bağlı bir ilçedir. Laçin ilçe olmadan önce Büyüklaçin ve Küçüklaçin olmak üzere iki parçadan oluşan bir köydür. 20 Mayıs 1990 tarihinde ilçe olmuştur. Laçin'in rakımı 720 metre, yüzölçümü 214 km, Çorum’a uzaklığı 26 km'dir. Türkiye'de Karadeniz iklimi ile karasal iklim arasında geçiş iklimi
özelliğine sahip ilçede kışları soğuk, yazları sıcak ve kurak geçmektedir. Yağışlar genelde ilkbahardadır. Yıllık ortalama yağış miktarı 530,2 mm'dir. İlçenin güneyinde yer alan Köse Dağı (1750 m) ve Eğerci Dağı'nın (1765 m) uzantıları, ormanlıktır. İlçe, ekonomik yönden tarım ve hayvancılık ile geçimini sağlamaktadır. Son yıllarda tavuk çiftlikleri de kurulmaya başlanmıştır. Belli başlı tarım ürünleri buğday, arpa, nohut ile sulu yerlerde çeltik ve şeker pancarıdır. Yeni Adana Yeni Adana, Adana’da 1918 yılından bu yana yayınlanan günlük yerel gazetedir. Günümüzde günlük gazete olarak ve Çetin Remzi Yüreğir'in imtiyaz sahipliğinde yayımlanmaya devam eder. Gazetenin ilk sayısı Adana’nın Fransız güçleri tarafından işgalinden 5 gün sonra, 25 Aralık 1918 tarihinde Adana Gazetesi adıyla yayımlanmıştır. Ahmet Remzi Bey ile Yozgatlı yedek subay Mehmet Avni Doğan'ın yayın hayatına başlattığı gazete, ilk üç sayı sonra işgalci Fransız güçlerinin baskısıyla 28 Aralık 1918 tarihinde kapandı; ancak kapanmanın ardından beş gün sonra gazete Yeni Adana adıyla yeniden yayınlanmaya başladı. Gazetenin başyazarı Avni Doğan Bey'in işgal kuvvetlerini kast ederek "Eşeğin kuyruğu hala elimizdedir." diyen başyazısı üzerine, matbaayı basan Fransız kuvvetleri, Avni Doğan Bey'i işgal bölgesi dışına sürgüne gönderdi. Ahmet Remzi Bey daha sonra hakkında ölüm fermanı çıkarılması üzerine, çarşaf giyerek kadın kılığında Pozantı'ya kaçtı. Yeni Adana Gazetesi’nin matbaası da 8 sayı sonra Fransızlar tarafından kapatıldı. Bu kez gazetenin basımını gerçekleştiren basımevinin sahibi Mücavirzade Mustafa ile gazetenin öteki sahibi Avni Doğan da tutuklandı. Doğan, Yozgat'a sürgün edildi. Ahmet Remzi ise, büyük bir inatla Adana'da dağıtılacak bir gazete çıkarmak üzere Kayseri'ye gitti. Ne var ki, Kayseri'de yaptığı bir iki denemeden başarısız sonuçlar elde etti. Bunun üzerine, Adana'nın bu kez Karaisalı beldesine döndü. Karaisalı'da istasyonda kullanılmayan bir vagon içinde tek başına ve büyük güçlüklerle Yeni Adana gazetesini gizlice hazırlayan Ahmet Remzi, haftada iki kez gazeteyi Adana'da dağıtmaya başladı. Pozantı, Fransız işgalinden kurtarıldıktan sonra, gazetesini sırtına yükleyip Pozantı'ya geçti. Gazetenin yazı kadrosu, o sırada cepheden dönen yedek subaylarla daha da güçlendi. O dönem gazetede yayınlanan yazılarda Ferit Celal ile birkaç yedek subayın emeği vardır. Adana ve çevresi Yeni Adana gazetesi sayesinde, I. İnönü, II. İnönü ile Sakarya zaferlerinin kazanıldığını öğrenmişti. 1921 yılında Ahmet Remzi, Pozantı'dan Adana'ya geçti ve yaşadığı sürece gazetesini Cumartesi günleri hariç her gün düzenli olarak yayınladı. Gazete 1 Ocak 1922'den itibaren önce Ferit Celal, daha sonra Celal Sahir, Muzaffer Timurtaş, Refi Kerem gibi başyazarlar yönetiminde yayınına devam etti. Remzi Yüreğir'in 1951 yılında ölümünün ardından gazetenin yayını oğulları Çetin ve Aydın Remzi Yüreğir kardeşler tarafından sürdürüldü. 1965 yılında Amerika Gazete Sahipleri Birliği Vakfı'nın, Amerika ve Kanada dışındaki ülkeler yayın organları için oluşturduğu Dünya Basın Başarı Ödülü'nü alan ilk ve tek Türk gazetesi Yeni Adana oldu. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin verdiği Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü 1996 yılında Yeni Adana Gazetesi'ne verildi. Bugün, gazete yayımını günlük gazete olarak ve Çetin Remzi Yüreğir'in imtiyaz sahipliğinde sürdürüyor. Köseler, Şumnu Köseler (Bulgarca: "Zvegor"), Şumnu ilinin bir köyüdür. Şumnu-Razgrad yolu üzerindedir. 183 haneden oluşur. Nüfusun tamamı Müslüman Türktür. Tanita Tikaram Tanita Tikaram (Doğumu: 12 Ağustos 1969). İngiliz pop-folk şarkıcısı ve şarkı sözü yazarı. Akustik gitar eşliğinde kısa şarkılar söyleyen bir şarkıcıdır. Henüz ergenlik dönemindeyken müzikte başarılar elde etmiştir. Sinema yıldızı Ramon Tikaram'ın kızkardeşidir. Hindistan-Fiji ve Malezya kökeninden gelen bir ailenin üyesidir. Babası İngiliz ordusunda subaydı. Tikaram, Almanya'nın Münster kentinde doğdu. Daha sonra ailesiyle birlikte Birleşik Krallık'ın Basingstoke kentine taşındı. 1988 yılında özellikle dünya çapında bir başarı elde eden "Twist in my Sobriety" adlı şarkının yer aldığı "Ancient Heart" albümünü yayımladı. Şarkı için Güney Amerika'da Gerard de Thame tarafından çekilen siyah-beyaz kliple ödül aldı. İkinci albümü olan "The Sweet Keeper" ile ününü pekiştirdi. Senden Vazgeçmem Senden Vazgeçmem, Müslüm Gürses`in Elenor Müzik`ten 1994 yılında çıkardığı albüm. Muhteşem Candan yapımcılığında hazırlanmıştır. Albümün müzik yönetmenliğini ve düzenlemelerini Ali Osman Erbaşı yapmıştır. Albümle aynı ismi taşıyan Senden Vazgeçmem parçası zamanla bir Müslüm Gürses klasiği halini almıştır. Bu albümde de birçok Müslüm Gürses albümünde olduğu gibi söz yazarı ve bestekâr Ali Tekintüre`nin etkisi hissedilmektedir. Haydi Söyle (albüm) Haydi Söyle, İbrahim Tatlıses'in 1994 yılında Raks Müzik tarafından piyasaya sürülen albümünün adıdır. 1.750.000 satarak, Aacayipsin'den sonra yılın en çok satan albümü olmuştur. A Yüzü Müzik Yönetmeni: burhan bayar Aranjör: Tonmaister: Stüdyo: B Yüzü Müzik Yönetmeni: Aranjör: Altyapı Aranjörü: Tonmaister: Göktürk Sarvazlar, şirin ve işkolik kişilik:) Stüdyo: Dönence Dönence veya Tropika, yeryüzü üzerinde, güneş ışınlarının yılda her birine bir kez dik açı ile geldiği, sıcak kuşağın kuzey ve güney sınırlarını oluşturan ve Ekvator'un (eşlek) 23° 27′ kuzey ve güneyinden geçtiği varsayılan iki enlemden her biri. Bu iki enlem arasındaki bölgeye tropikal kuşak denir. Bu enlemlerden yeryüzününün kuzey yarım küre de olanına Yengeç Dönencesi, güney yarım küre de Oğlak Dönencesi adı verilir. Samuray Samuray (侍 ya da (nadiren) buşi 武士), eski Japonya'da soylu asker sınıfı için kullanılan bir terimdi. Samuray, eski Japoncada 'hizmet etmek' manasına gelen "saburau" kelimesinden türemiştir. Savaş, Japon kültüründe önemli bir yer teşkil eder. Ülkenin önemli klanları birbirleriyle pek çok kez karşı karşıya gelmiştir. Japon topraklarının sadece %20’sinin tarıma elverişli oluşu, toprak kavgasını doğurmuştur. Toprak savaşları da hem dinsel, hem de fiziksel gelişim ve mücadele yöntemlerini gerektirdiğinden, Samurayların gelişimi de bu olguya dayalıdır. M.Ö. 660'da Ölümsüz Savaşçı adıyla bilinen Jimmu Tenno, bir kabilenin başına geçti. Tenno ve kabilesi Yamato bölgesine yerleştiler. Yamato klanı Asya’ya çeşitli seferler düzenledi. Kore ve Çin’in kültürel zenginliklerinden, teknolojilerinden ve savaş sanatlarından etkilendiler. İmparator Keiko, tarihte "Shogun" unvanını taşıyan ilk kişi oldu. Bir nevi generallik rütbesi gibi de anlaşılabilecek Shogun unvanı, Keiko’nun savaş sanatlarında geldiği üst noktayı da belirliyordu. Onun oğlu Prens Yamato da savaş sanatları konusunda çok yetenekliydi. Korkusuz, güçlü, gözüpek bir genç olarak tanındı ve Samuraylık anlayışında bir örnek teşkil etti. Samuraylar "buşido" anlayışını temel almıştır. Buşido, "Savaşçının Yolu" anlamına gelir. Buşido felsefesinde korkunun yeri yoktur. Samuray, ölüm korkusunu yenmiş kişidir. Bu, dinginlik kazandırır ve efendiye sadakat sağlardı. 9.-12. yüzyıllar arasında samuraylar bir sınıf haline geldi. İki adla anılırlardı: Samuray (şövalye), Buşi (savaşçılar). Bu insanların bir kısmı yönetici sınıflara bağlıydılar. Bir kısmı ise para karşılığı savaşırlardı. Samuraylar, feodal derebeylerine (Daimyo) bütünüyle bağlıydılar. Hizmetlerinin karşılığında mevki ve arazi alırlardı. Daimyo’lar, Samurayları daha fazla arazi kazanmak ve gücünü arttırmak için kullanırlardı. Samuraylar, at üstünde, yaya, silahlı, silahsız dövüş konusunda eğitilmişlerdi. Ok da kullanırlardı. Ancak, 13. yüzyılda Moğol savaşları yaşandıktan sonra, Samurayların kılıç kullanımı ağırlık kazandı. Hatta mızrak ve naginata denen ucu kılıç şekilli mızraklar kullanmaya başladılar. Samurayların iki kılıcı olurdu. Uzun kılıç daito-katana, kısa kılıç shoto-wakizashi’ydi. Ayrıca tanto adı verilen bıçaklara sahiptiler. Samuraylar çoğunlukla kılıçlarına isim (mei) verirler ve onların ruhuna inanırlardı. Çift kılıç taşıma ve kullanmaya daisho denirdi. 1605 yılında Japonya’nın gelmiş geçmiş en ünlü samurayı Miyamoto Musaşi, savaşçı yetiştirmek için bir okul açtı. 30 yaşına gelmeden 60’ın üzerinde kılıç dövüşünden galip çıkmayı başaran bu usta, yıllarca kendi okulunda dersler verdi. 1615 yılında bir başka tanınmış Samuray, Tokugawa Ieyasu, samuraylık hakkında bir kitap yazdı ve Samurayların barış zamanı yaşam biçimleri konusunda çeşitli bilgiler verdi. Samuray geleneği, 1876 yılında İmparator Meiji tarafından ortadan kaldırıldı. Kılıç taşıma kanunlarını değiştiren Meiji, Samuraylığı tarihe karıştırdı. Ancak ve ancak imparatorluk ordusunda bazı rütbeli subaylar tören amaçlı kılıçlar taşırdı. 20. yüzyılda kılıç tekrar serbestleşti ancak askeri kullanım dışında sportif gelişim için kullanılmaya başlandı. II. Dünya Savaşı'ndan da hatırlanacağı gibi tüm rütbeliler, hatta kamikaze pilotları da kılıçlıydı. Bushi öğretisinde, hece olarak geçen shi ibaresinin aynı zamanda ölüm demek olduğunu hatırlatalım. Yani, bir nevi bushidoka ölüm korkusunu yenmiş kişidir. Bu dönem öncesinde efendisiz kalan samuraylar, yani roninler zamanla ya isyan ederek öldürüldü ya da kılıçlarıyla seppuku/harakiri yaparak intihar ettiler. Bunun en güzel örneği "Son Samuray" filmidir. Samuraylar silahlı ve silahsız dövüş için jujutsu savaş sanatını kullanırlardı. Sadece spor değil bir bilim dalı Samuraylar, ortaçağ Japonyası'nda savaş sanatını düşmanlarını kısa yoldan ve en etkili şekilde saf dışı bırakma yöntemi olarak kullanıyordu. İç savaşın bitmesiyle Samuraylar insan ruhunun eğitimine yönelik gizli gücün farkına vardılar. Savaş eğitimiyle birlikte akılla bedeni birlikte eğitmeye başladılar. Ve böylece Aiki Jutsu ortaya çıktı. 1869'da tüm Japonya'da kullanılmaya başladı. Aikido ilk olarak Japonya'da 1935'li yıllarda Morihei Uyeshiba tarafından ortaya çıkarılmış, şekillendirilmiş bir savunma sanatıdır. Günümüzde ise spordan öte bir bilim dalı olarak görülmektedir. Trepanasyon Trepanasyon (baş delgi
ameliyatı); kafatasında herhangi bir bölgede, baş derisi kaldırıldıktan sonra bir parçanın beyin ile beyini saran beyin zarına zarar vermeden çıkarılıp alınmasını sağlayan bir ameliyat tekniğidir. Bu teknik, günümüzden yaklaşık olarak 10.000 yıl öncesinden beri Anadolu'da görülmektedir. Günümüze kadar Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde farklı tekniklerle uygulanmıştır. Dünya'da da şimdiye kadar tespit edilen ilk ameliyat örneklerindendir. İlaçla tedavi edilemeyen sinüzit olgularında trepan denilen aletle sinüs duvarından düğme şeklinde bir parça uzaklaştırılarak çeşitli irrigasyonlarla mukozanın patolojik salgısı uzaklaştırılmaya çalışılması. Yengeç Dönencesi Yengeç Dönencesi (Tropic of Cancer), yeryüzünün kuzey yarım küresinde Ekvator'un 23° 27' kuzeyinden geçtiği varsayılan enlemdir. 23° 27' kuzey enlemine Yengeç Dönencesi adı verilir. Yerküre 23° 27' eksen eğikliğine sahip olduğu için oluşur. Yerküre yörüngesinde 21 Haziran konumunda iken, kuzey yarımküre güneşe doğru 23° 27' eğiktir. Bu durumda güneş ışınları Ekvatordan 23° 27' kuzeye, yani Yengeç Dönencesine dik düşer. Yengeç Dönencesi, 23°27′ güney enleminde yer alan Oğlak Dönencesinin simetriğidir. Ekvator, Yengeç Dönencesi, Oğlak Dönencesi, Kuzey Kutup Dairesi ve Güney Kutup Dairesi beş önemli enlemdir. 21 Haziranda Güneş ışınları Yengeç Dönencesine dik açıyla gelmesine bağlı olarak: Yengeç Dönencesi'nin üzerinden geçtiği ülkeler, batıdan doğuya (harita üzerinde) sırasıyla; Meksika, Bahamalar, Batı Sahra, Moritanya, Mali, Cezayir, Nijer, Libya, Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, Hindistan, Bangladeş, Miyanmar, Çin ve Tayvan'dır. Dönenceler tespit edildiği 2000 yıl önce Dünya 21 Haziran'da Cancer (Yengeç) Takımyıldızı karşısındaydı. Tropic of Cancer adı buradan geliyordu. Fakat Dünya'nın Yörüngesel salınım hareketi dolayısı ile 21 Haziranda artık Taurus (Boğa) Takımyıldızı karşısındadır. Ömer Bozkurt Ömer Bozkurt (d. 1943, Üsküdar, İstanbul), Kamu Yönetimi profesörü, yazar, çevirmen. Üsküdar'da doğdu. Galatasaray lisesi ve Paris üniversitesini bitirdi. 1971 Yılında "Ayrımsal Sosyoloji ve Toplumsal Yapı" başlıklı teziyle sosyoloji doktorasını İstanbul ile Atatürk (Erzurum) üniversitelerinde verdi. 1979 Yılında "Memurlar, Türkiye'de Kamu Bürokrasisinin Sosyolojik Görünümü" başlıklı teziyle doçentliğe yükseldi. 1988'den sonra emekli oluncaya kadar TODAIE (Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü)'nde Kamu Yönetimi profesörü olarak görev yaptı. 1996-2010 yılları arasında Uluslararası Yönetim Bilimleri Enstitüsünde - International Institut of Administrative Sciences- (IIAS-IISA) çeşitli görevler aldı. Sosyoloji kuramı, Yönetim Sosyolojisi, Sanat Kurumları Yönetimi ve Avrupa Birliği konularında çok sayıda kitap ve kısa yazıları, ayrıca yabancı yazarlardan çevirileri vardır. Akademik görevi dışında, coğrafya ile yolculuk yazınına katkılarıyla tanınır. Bu alanda, Claude Levi-Strauss'un "Hüzünlü Dönenceler", (YKY 4. Baskı, 2004), Jean-Paul Kauffmann'ın "Kerguelen Adalarındaki Kemer" (YKY, 1997), Bougainville'in "Dünyanın Çevresinde Yolculuk" (YKY,2009 ), Montaigne'in "Yol Günlüğü" (YKY, 2012), Kenneth White'ın "Mavi Yol" (YKY, 2009) adlı yapıtlarını çevirmiş, gezi dergilerinde yolculuk yazıları yayınlamıştır. "Kutup Toprağı Svalbard" konulu bir fotoğraf sergisi açmıştır (Milli Piyango Sanat Galerisi, Ankara 1988). TÜBİTAK'ça 2004 Mayıs'ında yayımlanan, Kerguelen Adalarına yolculuğu ve adaları anlatan "Her Yere Uzak Topraklar", Ataköy Marina Yat Kulübünce yayınlanan "İzlanda Yolcusu" ve SCAMV tarafından "Müzik Coğrafyasında Duraklar" adlı yapıtların da yazarıdır. Ömer Bozkurt'un kişisel sayfası Gat (bitki) Gat ("Catha edulis"), Celastraceae familyasından Doğu Afrika'nın dönenceler arasında kalan bölgelerine özgü çiçekli bir bitki. Etiyopya kökenli olduğu düşünülen gat, ağızda çiğnendiğinde verdiği uyarıcı etkisinden ötürü Doğu Afrika ile Arap yarımadasında özellikle Yemen'de yetiştirilir. İstanbul Bienali İstanbul Bienali, İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından iki yılda bir düzenlenen çağdaş sanat etkinliğidir. 1987'ye kadar Uluslararası İstanbul Festivali bünyesinde gerçekleştirilen plastik sanat sergileri, bu tarihte İstanbul Bienali adı altında ayrı bir etkinlik haline gelmiştir. İstanbul Bienali'nin amacı farklı kültürlerden sanatçı ve sanat izleyicileri arasında iletişim kurmanın yanı sıra şehrin değişen dünya üzerindeki konumunun tekrar değerlendirilmesi olmuştur. Dünyada özellikle 1990'larda şehir bienallerinin patlama yaptığı dönemin hemen öncesine ait oluşu, düzenlendiği yerin konumu ve sürdürdüğü geleneği ile uluslararası çağdaş sanat bienalleri arasında zamanla önemli bir yere sahip olmuştur. 9. İstanbul Bienali'ne kadar İstanbul'un tarihi mekanlarının seçilmiş olmasının bienale turizm tanıtımı havası verdiği ve bunun yanında sanatçılar için bir kısıtlama yarattığı yönündeki görüşlerden sonra ilk defa 2005'te şehrin daha canlı, yaşanan mekanları seçilmiştir. Mehmetçik Vakfı TSK Mehmetçik Vakfı, 17 Mayıs 1982'de kurulan ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nde yaptığı vatan hizmeti esnasında; öldürülen veya herhangi bir nedenle hayatını kaybeden Mehmetçiklerin bakmakla yükümlü oldukları yakınları ile gazi ve engelli Mehmetçiklere yardım eden; Türk halkı, Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları ve yardımsever firmalar tarafından finanse edilen vakıftır. Microsoft Encarta Microsoft Encarta, Microsoft şirketinin yayımladığı bir dijital-multimedya ansiklopedidir. 2005 yılı itibarıyla tam İngilizce sürümü olan ve 68.000 makale, resim ve videoyu bünyesinde bulunduran Encarta Premium'a internet üzerinden her sene kayıt yaptırarak ya da CD veya DVD'sini satın alarak sahip olunabiliyor. Microsoft Encarta 31 Ekim 2009 tarihinde kapanmıştır. Sibel Kekilli Sibel Kekilli (16 Haziran 1980, Heilbronn), Türk asıllı Alman oyuncu. Altın Ayı ve Altın Portakal başta olmak üzere birçok ödüle layık görülmüştür. Türk asıllı film yönetmeni Fatih Akın'ın "Duvara Karşı" filmiyle uluslararası boyutta tanınan bir oyuncu oldu. 2004 yılında Almanya'nın en önemli 100 kişisi arasında 33 üncü sırada yer aldı. Kekilli, 1980 yılında Heilbronn'da doğdu. Aslen Kayserili olan ailesi 1977'de Batı Almanya'ya göçmüştü. Almanya'da babası inşaat işçiliği, annesi temizlikçilik yapıyordu. Kekilli, ailesini "liberal" ve "görece modern Müslüman" olarak tanımlar. İkiz kız kardeşi ve iki erkek kardeşi vardır. Kekilli, 16 yaşında temel eğitimi yüksek bir ortalama ile tamamladıktan sonra, yerel bir hükümet ofisinde çıraklık eğitimi aldı. Daha sonra bir atık tesisinde iki sene çalıştı. 2002 yılında Essen'e taşındı ve burada satış ve promosyon elemanlığı, temizlikçilik, gece kulübü müdürlüğü, pornografik oyunculuk gibi çeşitli işler yaptı. 2002 yılında bir alışveriş merkezinde iken, bir oyuncu seçimi direktörü tarafından keşfedildi. 350 aday arasından seçilerek, Fatih Akın'ın "Duvara Karşı" filminde baş rol oynadı. 2004 yılında gösterime giren film büyük başarı yakaladı ve pek çok ödül aldı. "Duvara Karşı" filminin yayınlanmasından kısa bir süre sonra, Alman tabloid gazetesi "Bild-Zeitung", daha önce Dilara sahne ismiyle rol aldığı pornografik filmleri ortaya çıkardı. Bu haber büyük bir skandala neden oldu ve "Bild-Zeitung" gazetesi Alman yayıncılar öz denetim enstitüsü Deutscher Presserat tarafından haberi ele alış şekli nedeniyle sert bir şekilde eleştirildi. Dünyaca ünlü "Game Of Thrones (Taht Oyunları) "dizisinin 3. sezonuna katıldı. Dizide "Shae" adlı karakteri canlandıran Sibel Kekilli oldukça olumlu eleştiriler aldı. 'Alman Sinema Teşvik Ödülü' sahiplerini belirleyecek olan jürinin üyeliğini yaptı. Kekilli, kâr amacı gütmeyen kadın hakları kuruluşu "Terre des Femmes" bünyesinde, Müslüman ailelerde kadına karşı şiddetin durdurulması için çalışmalar yapmaktadır. |- ! colspan="3" style="background: #DAA520;" | Antalya Altın Portakal Film Festivali Sadık Gürbüz Sadık Gürbüz (d. 1950, Amasya), Türk halk müziği sanatçısı, besteci ve oyuncu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Yaklaşık 30 yıldır müzikle uğraşan Sadık Gürbüz, Türk halk müziğinin önde gelen adlarından biri olarak bilinir. 1976 yılına değin Şehir Tiyatroları'nda görev yapan sanatçı, o yıl siyasal nedenlerden dolayı görevinden uzaklaştırıldı ve bir daha da eski görevine dönmedi. Kendisi tiyatroda çalıştığı dönemde oyun müzikleri yapmıştır. Ayrıca, Kara Çarşaflı Gelin (1975), Kaçak (1982) ve Şaşkın Ördek (1983) adlı filmlerin müzikleri de Sadık Gürbüz'e aittir. 2005 yılında yapılan Misi adlı filmde Yani Baba adlı karakteri oynamıştır. 2006 yapımı "Eve Giden Yol 1914" filminde Derviş Baba adlı karaktere can vermiştir. 2014 yılında başlayan 30 Nisan 2015 tarihinde son bulan "Kardeş Payı" adlı dizide Hacı Şerif karakterini canlandırmıştır. Sadık Gürbüz'e göre, radyo ve televizyonun da etkisiyle, halk kültürünü savunanlar artık eskisi kadar etkin değildirler. Sanatçı, halk müziğini modern tekniklerle de buluşturmak, müziği tek seslilikten kurtarılıp modern tekniklere açmak amacıyla çok sesli çalışmalar yapmaktadır. Sanatçı, müzik anlayışının temellerinin 1971-1976 yılları arasında Muhsin Ertuğrul yönetimindeki Şehir Tiyatroları'ndaki çalışmaları sırasında atıldığını, o dönemde tiyatroda sağlam bir müzik eğitimi aldıklarını belirtmektedir. Dimetoka Dimetoka (Yunanca: Διδυμότειχο / Didymóteicho; 1974'e kadar Katharevousa Yunancası ile: Διδυμότειχον, Didymóteichon; Bulgarca: Димотика), Yunanistan'da, Batı Trakya'da, Evros (Meriç) ilinin (nomos) sınırları içinde bir ilçedir. Evros (Meriç) ilinin (nomos) sınırları içinden geçen kızıl çay'ın içerisinden geçtiği bir ilçedir. Türkiye sınırına 12 kilometre mesafede, Sofulu'nun 20, Dedeağaç'ın 90 kilometre kuzeyindedir. 2001 rakamlarına göre ilçe merkezinin azalma eğilimi gösteren nüfusu 8.000, ilçe bütününün nüfusu 19.300'dür. Ansbertus, Alman İmparatoru Friderik’in 1189 yılı Haçlı Seferi’nden bahsederken,Dimetoka (Timotikon) şehrine bu dönemde Kumanların sahip olduğunu bildirir .Evvelce Plotino
upolis olarak anılan Didymoteichon Geç Bizans döneminden itibaren bölgesinde önem kazanmış, imparatorluğun son hanedanı Palaiologus'lara karısı aracılığı ile akraba olmakla hanedana bir anlamda dışarıdan giren rakip imparator VI. İoannis 26 Ekim 1341'de destekçilerince burada imparator ilan edildi ve uzun bir iç savaş sürecinden sonra 16 Mayıs 1346'da burada taç giydi. 1343'de Kantakuzenos'un karısı Eirene'in burada Bulgarlarca ablukaya alınması üzerinde yardıma çağırılan Aydınoğlu Gazi Umur Bey 380 gemi ve 29,000 askerle bölgeye gelerek Bulgarları Didymoteichon'dan uzaklaştırmayı başardı. 1345'de yine Aydınoğlu Gazi Umur Bey, yanında Saruhan Beyliği hanedanından Saruhanoğlu Süleyman Bey olduğu halde 20,000 süvari ile Orhan Gazi'nin evvelce buraya sevkettiği birliklere katılmış ve üç beyliğin müşterek kuvveti Didymoteichon bölgesini egemenliği altına başlayan Bulgar şaki Momçilo'yu 7 Haziran 1345'de yenmeyi başarmışlardır. 1361'de Osmanlı Devleti topraklarına dahil edilmesinin ardından Dimetoka döneminde Balkanların önemli merkezlerinden biri haline geldi. Osmanlı padişahı I. Murad, Edirne'de Eski Saray inşa edilirken 5 yıl burada kalmış, oğlu Yıldırım Bayezid burada doğmuştur. Önemli bir Osmanlı mimari eseri olan (halen bakımsız durumdaki) Çelebi Sultan Mehmet Camii ("Dimetoka Beyazıt Camii" de denir) bu dönemde inşa edilmiştir. Kara Timurtaş Paşa oğlu Oruç Paşa'nın 1398, Feridun Ahmed Bey'in 1571 tarihli hamamları da bulunmaktadır. Bu anlamda, Dimetoka'nın kısa bir süre için, Osmanlı Devleti'ne (Bursa'nın yanı sıra ve Edirne öncesinde) başkentlik yaptığı söylenebilir. 18. yüzyılda ise, Rusya'ya karşı giriştiği Poltava Savaşı'nı kaybederek Osmanlı İmparatorluğu'na sığınan İsveç kralı Demirbaş Şarl, 1713-1714'de burada meskun tutulmuştur. Edirne Vilayet Matbaası Müdürü Şevket Dağdeviren'in yazdığı 1892 tarihli salnameye göre; Dimetoka, Edirne sancağının bir kazasıdır. Kış mevsiminde Kızıldeli nehri ile Meriç nehrinin taşması sonucu arazi göl haline gelir, sular çekilince buraya ekin ekilir ve bol ürün alınır. Kavunu Ergene kavunundan lezzetlidir. İpek kozacılığı, örme çorap, şayak, aba dokumacılığı, hünnap ve zıvanalı cep çakısı ünlüdür. Kasabada 7 cami (Yıldırım Bayezid, Çarşı, Nasuh Bey, Feridun Ahmet Paşa, Köprübaşı, Cercer ve Kum camileri) 3 mescit, 3 tekke, 3 rakı fabrikası, hükumet konağı, telgrafhane, süvari ve piyade kışlası, redif deposu, askeri hastane, baytarhane ve zahire ambarı vardır. Dimetoka, esasen, İkinci Balkan Savaşı'nda Enver Paşa tarafından Edirne ile birlikte geri alınan bölgenin içindedir. Ağustos 1913 Bükreş Antlaşması ile Bulgaristan sınırları içinde kalan Batı Trakya demiryolu hattının 50 km.lik bir kısmı Meriç'in batı kıyı şeridini takip ederek buradan geçmekteydi. Bu da, Bulgaristan iç bölgeleri ile Batı Trakya limanları arasındaki ulaşımın kısmen Türkiye topraklarından geçmesi sonucunu doğurmaktaydı. 1915 sonbaharında, Çanakkale Savaşı'nın kritik dönemleri aşıldıktan sonra, yeni saldırılara karşı Almanya'dan sevkedilecek malzemenin Türkiye'ye ulaşabilmesi için Bulgaristan'ın Almanya-Avusturya-Osmanlı İmparatorluğu ittifakı içinde savaşa girmesi çok önemli görülmekteydi. Savaşın her iki ittifak grubunun da uzun bir süre lobi yaptığı Bulgaristan, bu kritik bölgeyi (savaşın sonunu beklemeksizin) hemen terketmeyi kabul eden İttihat ve Terakki politikası ile cezbedildi. Böylece Dimetoka yöresi, 1915'de Bulgaristan'a bırakılarak bu ülkenin İttifak Devletleri tarafında savaşa girişinin rüşveti oldu. I. Dünya Savaşı sonunda, Lozan Antlaşması ile kesinleşecek şekilde Yunanistan'a dahil edilmiştir. Günümüz Dimetoka'sının karşılaştığı en büyük sorun mütemadiyen Meriç Nehri'nin taşkınlarına uğramasıdır. Saray, Van Saray (), Van ilinin bir ilçesidir. 1869 tarihinde Mahmudiye adıyla kurulmuş, 1932 de adı Kazım Paşa'ya çevrildi. 1948 tarihinden sonra Özalp ilçesine bağlı bucak merkezi olarak kalmıştır. 1990 yılında yeniden ilçe olmuştur. İran ile sınırı olan ilçedir. Kapıköy sınır kapısı bu ilçededir. Yüzölçümü 1334 km², kuzeyi Özalp; güneybatısı Gürpınar ilçeleri; güneydoğusu Başkale; doğusu İran devleti sınırı ile çevrilidir. İl merkezine 75 km. mesafededir. 1 belediye, 4 mahalle, 23 köy, 11 mezra olmak üzere 38 yerleşim birimi vardır. 2100 metre rakımı ile Türkiye'nin en yüksek ilçe merkezidir. Yeni gelişmekte olan Saray ilçesi Van-İran transit yolunun açılmasıyla birlikte önemli değişim gösterecektir. Rahmi Saltuk Rahmi Saltuk, (d. 1945, Tunceli) Türk Halk Müziği sanatçısı, besteci, sinema oyuncusu, tiyatro oyuncusu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Uzun yıllardır halk müziğiyle uğraşan sanatçı, türkülere özgün yorumlar getirmesiyle ve Ruhi Su'ninkine benzer tok sesiyle tanınır. 1979'da yapılan Almanya Acı Vatan adlı filmin müzikleri Rahmi Saltuk'a aittir. Aynı filmde yer alan Mahmut adlı karakteri de o canlandırmıştır. Oyuncu olarak rol aldığı diğer bir film ise 1973 tarihli Bebek adlı filmdir. Rahmi Saltuk, 1968-1970 yılları arasında sahnelenen "Pir Sultan Abdal" adlı tiyatro oyununda anlatıcı ozan rolünü üstlenmişti. Söz konusu oyun, Türkiye'nin çeşitli yerlerinde 900 kez sahnelenerek, Türkiye tiyatro tarihinde bir rekor kırmıştı. Rahmi Saltuk, bu oyunda pek çoğu Pir Sultan Abdal'ın şiirlerinden oluşan 15 kadar türküyü yorumlamıştır. Rahmi Saltuk, Kalan Müzik adlı şirketin sahibi Hasan Saltuk'un amcasının oğludur. Taş baskı Taş baskı ya da litografi/litografya, kireç taşı üzerine yağlı mürekkeple çizilmiş şekil ve yazıların basım sanatı. Taşbaskıya el litografyası da denir. Taşbaskı, modern ofset litografyanın başlangıcıdır. Taşbaskı tekniğinin esası, yağın suyu itmesi özelliğine dayanır. Kireçtaşı, kalsiyum karbonat olup gözeneklidir. Baskı kalıbı olarak kullanılacak kireç taşı 6–8 cm kalınlığında levha şeklinde hazırlanır. Yüzeyi pürüzsüz hale gelinceye kadar tesviye edilir. Bu düzgün yüzeye yazı veya resim özel bir mürekkeple nakşedilir. Mürekkebin özelliği yağlı olmasıdır. Yağlı mürekkep, arapsakızı eriyiğinin bir iki damla nitrik asitle karışımından yapılır. Baskı kalıbı, yazı işleri tamamlandıktan sonra yazıların ve resmin net bir görünüm alması için terebentinle silinir. Baskı kalıbı daha sonra su içine sokulup çıkarılır. Kireçtaşı gözenekli olduğu için yazılar ve resim çizgileri haricindeki sathın tamamındaki gözenekler suyla dolar. Baskı taşına bu durumda baskı mürekkebi sürülür. Mürekkep yazıların bulunduğu susuz yüzeylerden gözeneklere emilirken boş kısımlardaki sulu yüzeylerden itilir. Baskı kalıbı bir kağıda bastırılmak suretiyle istenilen baskı elde edilir. Gözeneklere emilen mürekkep bitinceye kadar baskı yapılabilir. Kalıplar saklanarak ilerde tekrar baskıda kullanılabilir. Tekrar baskı yapmak için baskı kalıbının terebentinle silinip suya sokulması yeterlidir. Bazen taş kalıp yerine kâğıt ıslatılır. Kağıt bilahare kurutulur. Mürekkep rengi değiştirilerek, değişik renklerde baskı da yapılabilir. Renk ayrımına göre şekil ve yazıları ayrı ayrı hazırlanan taşlar, sırayla aynı kâğıt üzerine basıldığında ofset renkli taşbaskı elde edilmiş olur. Modern ofset litoğrafyanın esasını taşbaskı usulleri teşkil eder. Modern litografi, fotokimyasal metotlarla hazırlanmış çinko ve alüminyum levhaları kalıp (matris) olarak kullanır. Taşbaskılarda taşın yazı ve resim çizgilerinin geldiği yerler hafif oyuk veya hafif kabarık olan türleri de vardır. Bu türe, taşbaskılarda taş üzerine gravürleme denir. Gravür şekli ile hazırlanacak ve kazılacak kelimeler hafif asitlerle ve özel gravür makinalarıyla hazırlanır. Taş baskı tekniği 1831 yılında Türkiye'ye girmiştir. İlk taş baskı atölyesi bugünkü İstanbul Üniversitesi (Eski Harbiye Nezareti)nde kuruldu. İlk basılan kitaplar askeri eğitim gayeliydi. Daha sonra Anadolu'nun bazı büyük şehirlerinde de taş baskı atölyeleri kuruldu. Baskıda tipografinin gelişmesi üzerine, 20. yüzyılın başlarında yavaş yavaş taş baskıcılık yerini, bugünkü modern teknik baskıcılığa terk etti. UNICEF Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu veya kısaca UNICEF (), 1946 yılında Birleşmiş Milletler Uluslararası Çocuklara Acil Yardım Fonu adıyla kurulmuş ve daha sonra 1954 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından çocuk haklarının korunması adına tanıtım ve savunma çalışmaları yapmak, çocukların temel gereksinimlerinin karşılanmasına yardımcı olmak ve çocukların potansiyellerini eksiksiz biçimde gerçekleştirmek için fırsatlar yaratmak üzere görevlendirilmiştir. "Uluslararası" ve "acil" kelimeleri silinmesine rağmen kısaltması değişmemiştir. Dünya ülkeleri arasında imzalanan Çocuk Hakları Sözleşmesi (ÇHS) doğrultusunda faaliyet gösteren UNICEF, çocuk haklarına kalıcı etik ilkeler olarak yerleşiklik kazandırmak, çocuklara yönelik davranışları çocuk hakları doğrultusunda uluslararası standartlara kavuşturmak için çaba göstermektedir. Çocukların yaşatılması, korunması ve gelişiminin, insanlığın ilerlemesinde içsel kalkınma açısından evrensel ölçekte geçerli zorunluluk olduğu konusunda ısrarlıdır. Siyasal kararlılığı ve maddi kaynakları harekete geçirerek, başta gelişmekte olanlar olmak üzere ülkelerin kapasitelerini geliştirmelerine, böylece çocuklara "birinci önceliği" tanıyıp gerek onlara gerekse ailelerine gerekli hizmetleri sağlayabilecek duruma gelmelerine yardımcı olmaktadır. En dezavantajlı konumda olan çocuklara, yani savaş kurbanlarına, aşırı yoksulluk içindekilere, doğal afetlere uğrayanlara, şiddet ve sömürünün her biçiminden zarar görenlere ve engellilere özel koruma sağlanmasına büyük önem vermektedir. Olağandışı durumlarda çocukların haklarının korunması için harekete geçmektedir. Diğer Birleşmiş Milletler örgütleri ve insani yardım kuruluşları ile eş güdüm içinde hareket eden "UNICEF" böyle durumlarda çocukların ve onlara bakanların durumlarını rahatlatmak için elindeki imkânları iş birliği yaptığı kuruluşların hizmetine sunmaktadır. Taraf tutan bir kuruluş değildir ve ayrımcılık gözetmeden her tür iş birliğine açıktır. En dezavantajlı konumdaki çocuklarla gereksinimleri en acil olan ülke
ler "UNICEF"in bütün çalışmalarında öncelik taşımaktadır. 1946 yılında kurulan "UNICEF"in ilk adı Birleşmiş Milletler Uluslararası Çocuklara Acil Yardım Fonu idi. İkinci Dünya Savaşı sonrası 13 Avrupa ülkesindeki çocuklara yardım etmek amacıyla, kısa bir süre için kurulmuştu. Başlangıçta BM'nin tam teşekküllü bir kolu olması düşünülmemişti, bu yüzden de UNICEF'in tek geliri hükümetlerin bağışlarıydı. 1953'de "UNICEF"in BM sistemi içinde kalıcı bir örgüt olmasına ve sadece acil yardım gerektiren durumlarla sınırlı kalmayıp uzun vadeli kalkınma çalışmalarına katkıda bulunmasına karar verildi. Ancak "UNICEF"te artık bir gelir toplama düzeneği kurulmuş olduğu için bu yöntemle devam etmenin en iyi yol olacağı düşünüldü. On yıldan fazla bir süre çocuk sağlığı konuları üzerinde çalışıldıktan sonra 1961'de "UNICEF"in görevlerinde önemli bir gelişme oldu ve eğitim de UNICEF' in uğraş alanı içine alındı. Dört yıl sonra da "UNICEF", “uluslararasında kardeşliğin gelişimine katkısından dolayı Nobel Barış Ödülü'ne layık görüldü. "UNICEF" 1982'de basit ve çok ucuz yöntemlerle dünyada milyonlarca çocuğun hayatını kurtaracak çalışmaya hız getirecek bir seferberliğe başladı; bunlar bebeklerde ve çocuklarda büyümenin ölçülmesi, ağızdan sıvı tedavisi, annesütü ile beslenme ve bağışıklıktır. Sofulu, Yunanistan Sofulu, (Yunanca'da Σουφλί, Soufli) Yunanistan'da, Batı Trakya'da, Evros (Meriç) ilinin (nomos) sınırları içinde, Meriç Nehri kıyısında ve dolayısıyla Türkiye sınırına komşu bir ilçe merkezidir. Yunanistan'ın Meriç hattının aşağı yukarı tam ortasında, bu hattın kuzey ucundaki Kumçiftliği (Orestiada) kasabasından 50 km, güney uçta, Ege Denizi kıyısındaki il merkezi Dedeağaç'tan (Alexandroupolis) 65 km mesafededir. Sofulu'da geleneksel olarak ipekböcekçiliği yapılmaktadır ve Tsipouro şarabı meşhurdur. 19. yüzyılda (ve özellikle 1872'de demiryolu nun Sofulu'ya getirilmesi sonrasında) oldukça gelişmiş, önemli bir bölgesel ticaret merkezi haline gelmiştir. Sofulu'nun bulunduğu mevkide antik çağda bir yerleşim mevcut olduğu tahmini yürütülmekte ise de, "Sofulu" ismi Evliya Çelebi tarafından Seyahatname'sinde zikredilen ilkler arasındadır. Bugünkü Yunanca ismi de aynı Türkçe isimden kaynaklanmaktadır. Edirne Vilayet Matbaası Müdürü Şevket Dağdeviren'in yazdığı 1892 tarihli salnameye göre; Bu tarihten 3 yıl önce Dimetoka’ya bağlı iken yeni yapılanmada, çevresindeki kazalardan alınan nahiye ve köylerle toplamda 6 nahiyeden oluşan, Dedeağaç Sancağı'na bağlı bir kaza haline getirilmiştir. Dağlık yörelerde meşe ve çam koruları bulunup, bunlardan kereste elde edilir. Kaza, İpsala nahiyesi ile birlikte 18 mahalle, 108 köy, 8 çiftlik, 1991 evde 21171 erkek ve 19664 kadın nüfusa sahiptir. Sofulu’da 1 hükumet konağı, 1 jandarma dairesi, 1 ambar, 1 telgrafhane, 1 hapishane, 1 de evrak deposu vardır. Kazada 31 çeşme, 37 cami ve 2 tekke bulunur. Kazadan yılda 50000 kıye tereyağ, 250000 kilo ipek kozası, 7-800000 kilo şarap, 700 vagon bostan, 400 vagon değişik zahire ve 10000 kıye taze balık ihraç edilir. Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve 1922'den sonra Yunanistan'a dahil edilerek Türkiye bağlantılarını (ve bu arada Meriç'in doğu kıyısındaki bağları ve dut ağaçlarını) kaybetmesi şehrin ekonomik açıdan gerilemesine sebep olmuş, sönük bir hudut kasabası haline gelmiştir. II. Dünya Savaşı ve sonrasında da Nazi Almanyası işgalinin ve Yunan İç Savaşı'nın getirdiği kayıpları yaşamıştır. 1877 nüfusu 4500 iken, bu rakam 1900'de 10000'e, 1908'de 12-13000'e çıkmıştır. Azalma eğilimi gösteren ilçe merkezi nüfusu 2001 rakamlarına göre 4500'dür (1950'de 7500). Selda Bağcan Selda Bağcan (d. 1948; Muğla, Türkiye), Türk şarkıcı ve besteci. Çıkış yaptığı 1970'lerden itibaren Türkiye'de ve dünya genelinde tanınarak Türk halk müziği ve Anadolu rock tarzlarında şarkılar yaptı. Şarkılarının bir kısmında siyasi ve toplumsal eleştirilere yer vererek protest müziğin ülkesindeki temsilcilerinden biri oldu. 1948 yılında, aslen Makedonyalı Türk göçmen bir ailenin çocuğu olarak Muğla'da dünya geldi. Babasının tayini nedeniyle küçük yaşta Van'a yerleşti ve 10 yaşına kadar orada yaşadılar. Türk halk müziğinin ve protest müziğin önde gelen adlarından biri olan Selda Bağcan, müzik yaşamına 1971'de Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Mühendisliği öğrencisiyken başladı. Çıkardığı ilk iki 45'lik plak bir milyon dolayında satılınca, meslek olarak müziği seçmeye karar verdi. Türkiye'de ve başta Almanya olmak üzere dış ülkelerde çok sayıda konser verdi. 1972'de Bulgaristan'da gerçekleştirilen Altın Orfe Festivali'nde Türkiye'yi temsil etti. Özellikle sol partilerin ve kuruluşların düzenlediği etkinliklerde konserler verdi. 1980 askeri darbesinin ardından üretimi sınırlanan sanatçı büyük sıkıntılar çekti. Hatta 24 Nisan 1984'te tutuklanarak, hapse atıldı. 1987'ye değin pasaport verilmediği için yurtdışı konserlerine ara vermek zorunda kaldı. 1986 yılında, yurt dışına çıkamamasına karşın, Peter Gabriel tarafından desteklenen Womad Vakfı'nca düzenlenen Dünya Dans ve Müzik Festivali plağında bir şarkısıyla yer aldı. Aynı vakfın girişimleri sayesinde 1987'de yeniden pasaport alabilen sanatçı, 13 Haziran 1987'de Rotterdam Sanat Festivali'ne, 19 Haziran 1987 Womad ve Glastonbury Festivali'ne, 20 Haziran 1987'de Jubilee Gardens Festivali'ne (Londra), 25 Haziran 1987'de Earls Court Festivali'ne (Londra), 26 Haziran 1987 Capital Radio Festivali'ne katılarak bir dizi konser verdi. 1988'de de dört ay süreyle Batı Avrupa'da konserler gerçekleştirdi. 1989'da ve 1990'da da tüm Türkiye'yi dolaşarak halka açık ücretsiz konserler verdi. 1990 yılında Hollanda'da Rasa Organization (Interkultureel Centrum)'un çağrılısı olarak Utrecht, Nijmegen, Tilburg kentlerinde ve Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti'nde Prizren ve Priştine kentlerinde konserler gerçekleştirdi. Yine aynı yıl, yani 1990'da dört kez İsrail'e giden sanatçı Acco Festivali'nde "Khanel Umdan" adlı Osmanlı kalesinde ve "Ehal Hatarbut" konser salonunda iki konser ve iki televizyon programı gerçekleştirdi. Aynı yıl, Danimarka'nın Århus kentinde "Esintiler" adlı festivalde şarkılar söyledi. 1992 yılında çıkan Ziller ve İpler albümündeki sözü Aysel Gürel şarkısı "Ziller ve İpler" ile 90'larda büyük başarı sağladı. Yine aynı yılda yapılan Kurşun Adres Sormaz adlı filmin müzikleri Selda Bağcan'a aittir. "Canımı Yakanlar Baktı Dumana" türküsünü Sivas Katliamı'nda yaşamını yitirenlere ithaf etmiştir. Selda Bağcan, 2000 yılında konser vermek üzere Antakya'ya giderken trafik kazası geçirerek ağır yaralandı ve uzun süre tedavi gördü. Bedeninin birçok yerinde kırıklar oluşan Selda Bağcan, uzun süre çelik iskelet yardımıyla yürümek zorunda kaldı. Selda Bağcan, protest müzik diye adlandırılan türde şarkılar besteleyip yorumlarken, aynı zamanda bilinen halk müziklerini de değişik biçimde yorumlamakla ün kazandı. Sanatçı İstanbul'da oturmakta olup, sahibi olduğu plak şirketini yönetmektedir. Ayrıca Selda Bağcan'ın İnce İnce adlı şarkısı bir oyununda kullanılıyor 2010 Grammy Ödülleri'ne en iyi rap albümü ve en iyi rap performansı dallarında aday gösterilen Brooklynli hip-hop sanatçısı Mos Def, son albümü "The Ecstatic"te yer alan "Supermagic" adlı parçada "İnce İnce Bir Kar Yağar" türküsünü kullandı. Selda Bağcan'ın 1976'da piyasaya sürdüğü "Türküola" albümünde yer alan Aşık Mahzuni Şerif'in "İnce İnce Bir Kar Yağar" türküsü, Electronic Arts adlı oyun şirketinin piyasaya sürdüğü "Skate 2" oyununda da Mos Def uyarlamasıyla yer aldı. Gerçek adı Dante Terrell Smith-Bey olan Amerikalı aktör ve müzisyenin albümünde bu türküyü kullanması, albüm kritiklerinde Bağcan'dan bahsedilmesine, birçok müzik dergisinde Selda Bağcan adının geçmesine yol açtı. İspanyol müzik araştırmacısı Vicente Fabuel’in Selda Bağcan hakkındaki yorumu ise şöyle: “Türk vokalisti Selda, doğu kültüründen çıkmış sayılı efsanevi kadın seslerden biridir. O büyük çöllerin ortasında az bulunur vahalar gibidir. Bir insan nasıl bu kadar çevik, bu kadar derin, bu kadar yaratıcı ve bu kadar hissederek şarkı söyleyebilir.” Times dergisinin “Dünya Müziğinde Yaşayan Efsane ve Tarihi Kadın Şarkıcılar” listesinde Seldan Bağcan da yer almaktadır. 30 Mayıs 2015 tarihinde İstanbul Sarıyer'de Ekşi Fest 2015 'te İsrailli müzik grubu Boom Pam ile birlikte sahne alan Selda Bağcan uzun süre ayakta alkışlandı. Yüzüklerin Efendisi'nin Frodo'su Elijah Wood usta sanatçıya olan hayranlığını dile getirerek ilk kez sahnede yan yana gelmişlerdir. Klasik eserlerin yer aldığı 40 Yılın 40 Şarkısı albümü büyük ilgi gören Selda Bağcan 3 Haziran Cuma akşamı İspanya'nın Barselona şehrinde düzenlenen Primavera Sound 2016 festivalinde sahne aldı. 45'likler Albümleri Palamut (yemiş) Meşe Palamudu (ya da kısaca Palamut), Türkiye'de yetişen meşe ağacının sap kısmı kapalı ve oval, diğer kısmı açık olan ve içinde pelit denilen kestane türünden yemişi olan sert ve tırnaklı bir meyve. Bazı türlerinin pelidi uzunca olur, kabuğundan dışarı çıkar ve fındığa benzer. Pelidin tatlıları olmakla birlikte genellikle acıdır ve hayvan yemi olarak kullanılır. Alakabak kuşu ve sincap, tavşan gibi kemirgen yabanıl hayvanların en önemli besin kaynağıdır. Palamut ise tanen bakımından zengindir ve şırası sepicilikte ve boya sanayiinde kullanılır. Ağacının latince ismi Quercus İthaburensis'dir. Türkiye'nin batı ve kuzeybatı kesimlerinde daha çok rastlanır. Çalı türleri olduğu gibi kalın gövdeli, geniş ve yüksek türleri de vardır. Bu türleri yüzlerce yıl yaşar. Toprağa karışan ya da yabanıl hayvanların kışın yemek için toprağa gömdüğü pelitlerden ürer. Çok sert bir yapısı vardır. Kerestecilikte kullanıldığı gibi yüksek kalorili yakacak olarak da kullanılır. Kaliforniya Kızılderililerinden olan Yukilerin ana besin kaynağı meşe palamududur. Melike Demirağ Melike Demirağ (d. 3 Haziran 1956, İstanbul), Türk şarkıcı ve oyuncu. Caz sanatçısı Rüçhan Çamay ile film yapımcısı Turgut Demirağ'ın kızıdır. Ali Koç'un eşi Nevbahar Demirağ'ın kız kardeşidir. Üsküdar Türk Kız Koleji'ni bitirdi. 1974 yılı
nda, 18 yaşındayken Yılmaz Güney'in yönettiği Arkadaş adlı filmde Güney'le başrolü paylaştı. Filme de adını veren Şanar Yurdatapan bestesi "Arkadaş" adlı şarkıyı seslendirdi. Arkadaş, dönemin en sevilen şarkılarındandı. Sırasıyla, "Merhaba" (1975), "Hadi Canım Sen De" (1975), "Ağlamak Ayıp Değil" (1976), "Ninni" (1976), "Pervane ile Işık" (1977) adlı şarkılarını yayımladığı 45'liklerle ünü arttı. Şanar Yurdatapan ile evlendi. 1978 yılında senaryosunu Yılmaz Güney'in yazdığı Sürü adlı filmde Tarık Akan ile başrolü paylaştı. 12 Eylül 1980'deki askeri darbeden sonra yurtdışına çıktı ve 11 yıl Almanya'da yaşadı. Almanya'da iken Şanar Yurdatapan ile birlikte yayımladığı adlı albümle ve özellikle o albümdeki "İstanbul'da Olmak" adlı şarkıyla dikkati çekti. Zeynep (1979) ve Can (1989) adında iki çocuğu vardır. 24 Aralık 1991'de Türkiye'ye döndü. Şanar Yurdatapan'dan boşandıktan sonra Orhan Çetin'le evlenmiş ve ayrılmıştır. Tembel değerlendirme Tembel değerlendirme, bir programlama terimi olarak, kesin (strict) değerlendirme teriminin karşıtı olarak kullanılır. Tembel değerlendirmeli dillerde değerler, ihtiyaç duyulduğu anda üretilir, daha önce değil. Bu işlemin, son ana kadar ertelenmesinden dolayı tembel terimi kullanılmıştır. Kesin değerlendirmeli dillerde, bunun tersine değerler, ihtiyaç duyulacak olsun ya da olmasın hemen üretilir ve saklanır. Tembel değerlendirmeye verilen bir diğer ad da 'isimle çağrılan'dır ("call by name"). Bunun karşıtı ve dolayısıyla kesin değerlendirmenin eş anlamlısı olan terim ise 'değer ile çağrılan'dır (call by value). Bir eşitlikte, bir değer/değişken kullanıldığında, 'kesin değerlendirmeli' yani 'değer ile çağrılan' dillerde, daha önceden üretilmiş ve saklanmakta olan değer konulur. 'Tembel değerlendirmeli' yani 'isim ile çağrılan' dillerde ise değerin elde edilmesi için gereken bilgi konulur ve ihtiyaç duyulacağı ana kadar değerin hesaplanması ertelenir. Bu özellik, tembel değerlendirmeli dillerde farklı bir yaklaşımı kullanabilmeye imkân şağlar. Kesin değerlendirmeli dillerde, ihtiyaç duyulsun ya da duyulmasın sonucun hemen elde edilmeye çalışılacak olması, kendi kendini sonsuza kadar çağıracak bir işlevin (function) yazılmasına, hafıza taşmasına yol açacağından dolayı, imkân tanımazken böyle bir işlev, tembel değerlendirmeli dillerde yazılabilir. Tembel dillere örnek olarak Haskell verilebilir. Blastula Embriyo gelişiminde, embriyonik hücrelerin oluşturduğu, ortası sıvıyla dolu hücresel yapı. Arı (anlam ayrımı) Arı nın farklı anlamları: İşlevsel Bir programlama terimi olarak işlevsel (functional), kodun, saf bir matematik fonksiyonu şeklinde ifade edilebileceği anlamına gelir. Arı işlevsel programla dillerine örnek olarak Haskell verilebilir. Kodu, alt alta dizilmiş komutların oluşturduğu komutsal (imperative) dillerin aksine işlevsel dillerde kodu, problemi tanımlayan fonksiyonlar listesi oluşturur. Bu yaklaşım, programlamaya farklı bakmayı gerektirir. Programcı, komutsal dillerde olduğu gibi bilgisayara, problemi nasıl çözeceğini anlatmaz; problemin ne olduğunu anlatır. Bu yaklaşım, C, C++, Java gibi komutsal dillere alışmış programcılar tarafından ilk anda farklı bulunsa da aslında birçok programcı, bu yaklaşımı programlama yaparken kullanmaktadır. SQL sorguları hazırlarken programcılar, bilgisayarın işlemi nasıl yapacağını değil, ne istediklerini, problemin ne olduğunu belirtirler. İşlevsel dillerde yapılmakta olan da budur. Izgara Izgara, maden veya ağaç çubukların aralıklı olarak sıralanması ile meydana getirilen parmaklık veya kafes şeklindeki alettir. Çeşitli işlerde kullanıldığı için büyüklükleri ile yapılış tarzları değişiktir. Mutfakta et, balık ve köfte kızartmak için kullanılanlar tel veya demirden yapılır. Dikdörtgen veya daire şeklinde olanları vardır. Tutmak için bir de sapları bulunur. Sobalarda biriken külleri aşağıdan almak için kullanılan ızgaralar; lağım, yalak gibi yerlere çeşitli maddelerin girerek tıkanmasına mani olmak için konan ızgaralar değişik tiplerde imal edilir. Bir de inşaatlarda temeli sağlam oturtmak için ağaç, demir ve betondan yapılan temel ızgaralar; alt katlardaki havalandırmayı sağlamak için demirden aralıklı konan ızgaralar başka tipleridir. Kaşık Kaşık, sofrada yemek yemede kullanılan bir mutfak eşyasıdır. Yarım küremsi şekliyle, temel olarak sulu yemekleri ağza götürmekte kullanılır. Salata, kızarmış patates, gibi büyükce parçalardan oluşan susuz yemeklerin tabağa servisi için kaşıklardan biri baş, yüzük, ve isaret parmağıyla, biri de yüzük parmağının sırtı, küçük, ve orta parmaklarla tutulur. Yüzük parmağı menteşe ekseni gibi kulanılır, kaşıkların geniş tarafları parmak hareketleriyle (en çok baş ve orta parmak) yaklaştırılıp uzaklaştırılarak yemek gerektiğinde tutulur gerektiğinde bırakılır. Bazı büyük kaşıkların uçları sivri değil yassı ve kalın olur sapa dik bir çizgi oluşturur. Bunlar tavanın yassı dibine fazlaca ısınıp yapışan yemeklerin kazınarak yanmasının önlenmesi işine çok uygundur. Yassı olan uç ağzı ince yapılanlar ise yassı tencere dibinden az kalmış sıvı yemeklerin servisi için uygundur. Bazı ucu yassı kaşıkların uç çizgisi sapa dik olmaz; bunlar tencere iç duvarlarının kazınmasında işe yarar. Adam boyu kaşıklar büyük kazanlarda düğün yemeği pişirirken faydalıdır. Orta boy kazan ve tencerelere uygun olan değişik boylarda kaşıklar ve kepçeler kullanılır. Delikli kaşıklar pişirme sırasında sıvılaşamayan ya da eriyemeyen parçaların, veya yüzeyde biriken köpüklerin tencereden çikartılmasında işe yarar. Bazı delikli kaşıklar ve kepçeler suda pişirilip bir sonraki pişirme işlemine geçecek su böreği yufkası, makarna gibi yemekleri suyundan ayırırken, ve bazen salata servisinde işe yarar... Pyrénées-Orientales Pyrénées-Orientales [] (Türkçe: "Doğu Pireneler", İngilizce: "Eastern Pyrenees", Katalanca: "Pirineus Orientals", Oksitanca: "Pirenèus Orientals"), Fransa'nın illerinden birisidir. İl, "Céret" ve "Prades" olmak üzere 2 yerleşime ayrılmıştır. Her yerleşimin farklı özellikleri bulunmaktadır. İl, Fransa'nın Fransız Devrimi'nden sonra; 4 Mart 1790 tarihi itibarıyla belirlenen ilk eyaletlerinden birisidir. Bölge Fransa'nın 57. en kalabalık yöresidir. İl, Fransa'nın güney kuşağında yer almaktadır. İlde tarım ve turizm gelişmiştir. İlin çevresi Ariège ve Aude illeriyle çevrilidir. Bölgenin Pireneler'de yer alması ve Akdeniz'e ve kıyısının bulunması, bölgeyi turizm merkezi yapmaktadır. Ayrıca üretilen Fransız şarapları turizmi olumlu etkilemektedir. Rhône, Fransa Rhône [], Fransa'nın illerinden birisidir. İl, "Villefranche-sur-Saône" olmak üzere tek yerleşime ayrılmıştır. İl, 12 Ağustos 1793 tarihinde Rhône-et-Loire eyaletinden ayrılmıştır. Bölge Fransa'nın 4. en kalabalık yöresidir. İl, Fransa'nın doğu kuşağında yer almaktadır. İlde sanayi gelişmiştir. İlin çevresi Ain, Isère, Loire ve Saône-et-Loire illeriyle çevrilidir. İlde Fransa'nın en büyük şehirlerinden Lyon kenti yer almaktadır. Vosges Vosges [], Fransa'nın illerinden birisidir. İl, "Neufchâteau" ve "Saint-Dié-des-Vosges" olmak üzere 2 yerleşime ayrılmıştır. Her yerleşimin farklı özellikleri bulunmaktadır. İl, Fransa'nın Fransız Devrimi'nden sonra; 4 Mart 1790 tarihi itibarıyla belirlenen ilk eyaletlerinden birisidir. Bölge Fransa'nın 60. en kalabalık yöresidir. İl, Fransa'nın kuzeydoğu kuşağında yer almaktadır. İlde tarım, sanayi ve turizm gelişmiştir. İlin çevresi Gers, Meurthe-et-Moselle, Meuse, Moselle, Bas-Rhin, Haut-Rhin, Haute-Saône ve Territoire de Belfort illeriyle çevrilidir. Bölge dünya savaşları sırasında, Fransa ve Almanya'nın çatışmalarının en yoğun olduğu Lorraine bölgesine dahildir. Bibliyografya Bibliyografya veya bibliyografi, bir konu hakkındaki yayınların tamamı. Eski Yunancada βιβλιογραφία vasıflandırmak anlamına gelen "biblios" (kitap) ile "grapho" (yazma) kelimelerinden türemiştir. ""Kitaplar hakkında yazı"" anlamında kullanılmıştır. Kelimenin iki manası vardır: Kısaca bibliyografya; Bilim, sanat gibi fikir ürünleri ve kayıtlarla ilgili yayınları bir düzen içerisinde toplayan listedir. Fakat genellikle anlattıkları eserlerin nerede bulunduklarını göstermezler. Bu özellikleriyle kataloglardan ayrılırlar. Türkiye'de, bibliyografya sahasında yapılmış en zengin ve büyük çalışma; Katib Çelebi'nin 17. yüzyılda meydana getirdiği Keşf-üz-Zünun adlı eseridir. Başlıbaşına bir kıymet ifade eden ve asırlarca elden düşmeyen bu önemli eser, 300 kadar bilimin özelliklerini anlatmakta, 10.000 kadar yazar ve alfabetik olarak 15.000'e yakın kitap hakkında bilgi vermektedir. Daha sonra Bağdatlı İsmail Paşanın bu esere yazdığı iki ciltlik zeyl ile iki ciltlik Esma-ül-Müellifin de çok meşhurdur. 1935 senesinden beri yayınlanmakta olan Türkiye Bibliyografyası; Türkiye'de basılan bütün kitapların, broşürlerin, harita ve atlasların gazete ve dergilerin, diğer yayınların bibliyografik künyelerini bildiren milli bir bibliyografyadır. Ayrıca Türkiye'de seçilmiş dergilerde yayımlanan makaleleri bildiren bir de Türkiye Makaleler Bibliyografyası vardır. Bu da Türkiye Bibliyografyası gibi üç ayda bir yayımlanmakta bazen yayınını aksatmaktadır. Bibliyografyalar çeşitli açılardan ele alınır: Ayrıca mahiyetleri bakımından bibliyografyalar esas (pirimaire) ve kopya (secondaire) olmak üzere iki gruba ayrılırlar: Ayrıca şümulleri bakımından bibliyografyalar genel ve özel olmak üzere ikiye ayrılırlar: Yine özel bibliyografyalar grubunda mütalaa edilen iki çeşit bibliyografya daha vardır: Bibliyografyaların hemen her konuda yapılması ve çok çeşitli olması, son zamanlarda bu bibliyografyaları tanıtan bibliyografyaların hazırlanması ihtiyacını doğurmuştur. Bu tip bibliyografyalara bibliyografyaların bibliyografyası adı verilir. Katalog Katalog, Yunanca κατάλογος, Latince "catalogus" sözcüğünden gelir. Belli bir sıraya göre hazırlanan listeye denir. Çeşitli konularda hazırlanabilirler. Daha çok kütüphane ve yayın hayatında kullanılırlar. Ticari manada kullanılan kataloglar da vardır. Bir kütüphanede bul
unan eserleri belli bir düzen içinde sıralamak, yerini belirtmek ve aranılan eserin kolayca bulunmasını sağlamak amacıyla, bir sistem dahilinde hazırlanan kart (fiş) topluluğuna veya listeye katalog denir. Bibliyografyadan farkı, bildirdiği eserin hangi kütüphaneye veya hangi kitap topluluğuna ait olduğunu göstermesidir. Kataloglar genel olarak alfabetik ve sistematik firma katalogğu olarak katalog olmak üzere üçe ayrılırlar: Her konu başlığının belirli bir konu numarası vardır. Konu kataloğunda rastladığımız tasnif numarası, o eserin konusunun harf veya sayılarla ifadesidir. En çok kullanılan tasnif sistemleri: Dewey, Bruxelles ve Kongre Kütüphanesi'dir. Konu kataloğunun faydası, araştırmacının belirli bir konuda aradığı yayınları bir arada göstermesidir. Bunların dışında sözlük katalog veya sözcük kataloğu adı verilen bir katalog çeşidi daha vardır. Bu katalog alfabetik kataloğa konu başlıklarının ilave edilmesi suretiyle hazırlanır. Yani yazar ve kitap adı ile konu başlığı aynı alfabetik düzen içinde ve bir arada sıralanmışlardır. Bu katalogda konu başlıkları anahtar sözcüklerle kurulur. Kitap adında bulunan ve konuyu doğrudan ifade eden sözcük veya kitap adının vurguladığı sözcük konu başlığı olarak alfabetik sıraya girer. Bu kataloglar ayrıca şekil bakımından, kart (fiş) katalog ve cilt katalog olmak üzere ikiye ayrılır. Yukarıda adı geçen alfabetik, sistematik ve sözlük kataloglar kütüphanelerde genelikle kart katalog şeklindedir. Yani bu kataloglar 7,5x12,5 cm ebadındaki kartlarla kurulmuştur. Cilt katalog ise büyük boyda bir defter hatta bir klasör şeklindedir. Bu katalogda her yazar için bir veya birkaç yaprak ayrılmış; bu yapraklar alfabetik olarak dizildiği gibi, aynı yazara ait olan eserler de kendi arasında alfabetik olarak sıralanmıştır. Fakat bu tip kataloglar artık kullanılmamaktadır. Bunların yerini basılı kütüphane katalogları almıştır. İngiltere'de British Museum'daki basılı eserlerin kataloğu olan "Catalogue of the Printed Books of the British Museum" 1881-1905 ve Fransa'da Milli Kütüphanedeki basılı eserlerin genel bir kataloğu olarak "Catalogue Général des Livres İmpriés de la Bibliothèque Nationale" basılı kütüphane kataloglarıdır. Bu ikinci kataloğun 1897'de birinci cildi çıkmış ve 1955'e kadar 183 cildi yayımlanmıştır. Bu manada Türkiye'de de çeşitli yayınlar yapılmıştır. Bunlar arasında; sayılabilir. Basılı kataloglar belli bir kütüphanede bulunan eserlerin, belli bir konuda yayımlanmış eserlerin veya belli bir yazarın eserlerinin çeşitli kütüphanelerde bulunduğu yeri gösterir ve eser hakkında bilgi verirler. Kataloglar hazırlanırken belirli bazı kurallara uyulması gerekir. Bu kurallar milli ve milletlerarası nitelik taşırlar. Burada asıl gaye yazar adı ve kitap adı ile kitabın fiziki özelliklerinin fişe yazılmasında birliği sağlamaktır. Türkiye'de uzun seneler kullanılan; 1941 yılında yayımlanan Alfabetik katalog Kaideleri ile 1954'te yayımlanan "Türk Kütüphaneleri İçin Bibliyografik Künyelerin Tespiti"nde ve "Alfabetik Kataloğun Hazırlanmasında Uygulanacak Kaideler" adlı bu iki eserden sonra bilginin evrenselleşmesi ve dışa açılma politikalarına uyarak milletlerarası katalog kaideleri benimsenmiştir. American Library Association tarafından hazırlanan "Anglo American Cataloging Rules" (Anglo-Amerikan Kataloglama Kuralları) milletlerarası bir hüviyet kazanmış ve neticede Türkiye de bu kuralları kabul etmiştir. Firma Katalogları Ticari sahada hazırlanan kataloglar. Ticari katalog, tüccarın mallarını alıcılara en çekici biçimde tanıtmasını sağlar. Çeşitli sanayi kuruluşları, dağıtım ve pazarlama yerleri, mallarını kolayca tanıtmak ve müşteriye bilgi vermek için çeşitli şekillerde katalog hazırlarlar. Eşya, oyuncak, elektrik malzemeleri katalogları gibi. Sergilerde teşhir edilen eserlerin kime ait olduğu ve mevcutlarını bildiren liste şeklindeki kitaplar da birer katalogdur. Kitapçı kataloglarında ise bir yayınevinin satışa arz ettiği kitapların listesi verilmiştir. Ticari katalog rehberleri piyasadaki ticari katalogları yayınlamaktadırlar. Kampanya Bir gayeyi, bir işi veya bir çalışmayı gerçekleştirmek için belirli bir süreyi içine alan her türlü siyasi, sosyal ve iktisadi teşebbüs. Buna propaganda da denilmektedir. Önemli bir işin yapılabilmesi için teşkilatlanarak yorucu ve sıkıcı bir çalışmaya girmeye; bulaşıcı ve salgın hastalıklara karşı korunmak ve tedbir almak maksadıyla halkı aşı olmaya çağırma ve desteklerini almaya da kampanya denir. Ayrıca zelzele, sel, yangın gibi felaketzedelere yardım etmek ve acılarına maddi ve manevi yönden ortak olabilmek için, halkın desteğine başvurmaya da bu isim verilir. Yine, kişilerin yalnız başlarına yapamıyacakları okul, cami, köprü gibi işlerin bir an evvel tamamlanıp hizmete açılması, gerekli yardımın sağlanması için de bu yola başvurulur. Bunların yanı sıra çiftçilerin, belirli bir süre içerisinde ürünlerini toplama, satma dağıtma gibi işlerine de kampanya denir. Çay, fındık, şekerpancarı toplama kampanyası gibi. Bir ülke içerisinde veya dünyada barış, adalet, hak ve hürriyeti sağlamak arzusundan dolayı yapılan hareket ve teşebbüslere de kampanya denir. Belirli bir ticaret hacmi olan fabrika ve işyerlerinde, ticari faaliyetlerini içerisine alan döneme de bu isim verilir. Günümüzde, seçim kampanyası, okuma-yazma kampanyası, depremzedelere yardım kampanyası vb. kampanya isimleri kullanılmaktadır... Türkiye'de firmaların pazarlama araçlarının başında "ürün kampanyaları" gelmektedir. Özellikle perakende markaları belirli dönemlerde kampanyalar düzenleyerek ürünlerinin satışlarını en üst düzeye çekmeyi hedeflemektedirler. Taksitlendirme ve indirim kampanyaları, tüketicilere en cazip gelen kampanyalar arasında bulunmaktadır. Çatal Çatal, yemek yerken kullanılan, ekseni uzun, dört dişli olan genellikle madenî alettir. Ayrıca, atlı arabalarda okun girdiği yere, pamuk eğirmeye yarayan alete, ekseri buğdaygillerin hasadında kullanılan iki uçlu tarım aracına, keskiye benzer uzunca alete de çatal adı verilir. Saltuknâme Saltuknâme, 13. yüzyıl alp-erenlerinden olan ve Rumeli’nin Türkleşmesinde büyük rolü bulunan Sarı Saltuk'un efsanevi hayatını anlatan Anadolu Türk destanlarından biridir. Eserde, Sarı Saltuk'un menkıbelerinin yanı sıra, dönemin önemli kişilerinin menkıbeleri ve bu kişilerin Sarı Saltuk ile olan münasebetleri de anlatılmaktadır. Fatih Sultan Mehmet'in oğlu Cem'in (sonradan Cem Sultan ismiyle tarihe geçecektir) şehzadeliği esnasında verdiği talimat üzerine Ebu'l Hayr Rûmî tarafından kaleme alınan Saltukname yedi senelik bir çalışma sonucunda Türk sözlü geleneğinden toplanarak 1480 yılında tamamlanmış ve kitaplaştırılmıştır. Ayrıca yazıya geçirilmiş ilk Nasrettin Hoca hikâyesini içermektedir. Saltukname yeni Türk harfleriyle tam metin olarak yayıma Şükrü Halûk Akalın tarafından hazırlanmıştır. Bu çalışma 1987-1990 yıllarında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından üç cilt olarak yayımlanmıştır. Kemal Yüce'nin halk edebiyatı bakımından incelediği çalışması da dizinin dördüncü kitabı olarak yer almıştır. 1480 yılında yazılan eser Topkapı Sarayı Müzesi Yazma Eserler Kütüphanesinde muhafaza edilmektedir. "Saltık-nâme", den bahseden en eski tarihli eser 14.yüzyılın ilk çeyreği içinde (1300-1325) ölmüş olan Kemaleddin Muhammed es Serac er Rıfai nin Tüffahu'l Ervah (Ruhların Meyvesi) isimli Arapça menkabeler mecmuasıdır. Tüffahu'l Ervah İbn Battuta'nın Sarı Saltık'ın yaşadığı bölgelere seyahatinden 16 yıl kadar önce yazılmıştır. Sarı Saltık ile ilgili bölüm "Saltık et-Turki" başlığı altında toplanmıştır. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde iki Saltık-name den bahseder. Birincisi 15.yüzyıl Bayrami şeyhlerinden Muhammediye'nin yazarı Yazıcıoğlu Mehmed'in (1451) yazdığı Menakıb-ı Sarı Saltık dır.Evliya Çelebi seyahatnamesinin 3.cildinin 366. sayfasında bu eseri anlatır. İkincisi Evliya Çelebi'nin bizzat gördüğü Özi valisi Kenan Paşa'nın (1659) kaleme aldığı 40 formadan oluşan Saltık-name dir. Kenan Paşa Babadağı'nda topladığı menkabelerle Yazıcıoğlu Mehmed ve Fütuhat-ı Toktamış Han adlı eserlerden faydalanarak yazmıştır. Evliya Çelebi'nin bahsettiği iki Saltık-name de hale bulunamamıştır. 1473-1480 yıllarında Uzun Hasan seferine çıkan Fatih Sultan Mehmed oğlu Cem Sultan ı Edirne'ye kaymakam olarak gönderir. Cem Sultan maiyetinden Ebu’l-Hayr-ı Rumî ye gezilerinde Babaeski de bulunan türbe ve zaviyesinde ki dervişlerden menakıblarını dinlediği Sarı Saltık için bir eser yazmasını ister. Bu eser Ebu’l-Hayr-ı Rumî tarafından 1473-1480 yılları arasında kaleme alınmıştır. Bu eserin bir kopya nüshası Topkapı Sarayı Hazine Kütüphanesi nr.1612 dir. Tam nüshadır. 1591 tarihinde kopya edilmiştir. Eseri kopya eden zat 16 yüzyılda Osmanlı-Safavi mücadelesinin ve Şii propagandalarının yarattığı İran ve Rafizilik karşıtı yazılar da eklemiş Sarı Saltık'ı Hanefi mezhebinin koyu bir Sunni mücahiti olarak göstermiştir. Üç ciltten oluşmaktadır. Birinci cildinde on dört, ikinci cildinde dokuz, üçüncü cildinde ise on dokuz bölüm bulunmaktadır. Eserdeki bölümler müstakil olmakla birlikte hep birbiri ile bağlantılıdır. Konular hep birbirini takip etmekte ve bir bütünü oluşturmaktadır. Sade bir dil ile, nesir olarak Eski Anadolu Türkçesinin dil özellikleriyle kaleme alınmıştır. Bu eser Harvard üniversitesinden Şinasi Tekin'in yönettiği kaynak eserler dizisinde tıpkı basım olarak basıldı. Türkçe Latin harfli baskısıda 3 cilt olarak Şükrü Haluk Akalın tarafından Kültür bakanlığı yayınlarından yayınlandı. Saraybosna kütüphanesi İslam yazmaları kısmında 72 sayfalık bir Saltık-name yazması olduğunu G.Martin Smith bahsetmiştir. Şimdiye kadar altı nüshası tespit edilebilmiştir. Bunların içerisinde başı ve sonu tam olan tek yazma nüshası Prof. Dr. Necati Demir’in kütüphanesindedir. Saltık Gazi ile ilgili olaylar da Sinop’ta başlar. Saltık Gazi, başlangıçta Sinop’tan hareket ederek çevre illerde cenk ve gazalarda bulunur. Saltık-nâme’nin Anadolu’daki en önemli mekanları; Sinop, Amasya, Sivas, Kastamonu, Çankırı, Ankara, Konya, Kırşehir, Niğde, Bor, Trabzo
n, Bursa, İzmir, Antalya, Alanya, Finike’dir. Rumeli tarafında ise Edirne ve İstanbul ön planadır. İlerleyen bölümlerinde coğrafya gittikçe genişler. Öyle ki Saltık Gazi, Sinop’tan hareket ederek Afrika’nın güneyine, Asya’nın doğu ucuna, Avrupa’nın batı ucuna kadar gider; Tanrı’nın adaletini götürür, zalimler, hilebazlar, fesatçılar, karanlık işler çevirip insanları yanıltanlar, halkına kötü davrananlar, doğru yoldan sapanlar, zina batağına düşenler, … ile mücadele eder. Kısaca belirtmek gerekirse Saltık-nâme’nin coğrafyası; Asya, Avrupa ve Afrika’nın tamamıdır, diyebiliriz. Bir başka söyleyişle Saltık-nâme, üç kıtada yaşayan bütün milletleri ilgilendirmektedir. Bu bakımdan Saltık-nâme, diğer Türk destanların göre Coğrafyası en geniş olanıdır. "Saltık Gazi Destanı"', Anadolu’nun Divânu Lügati't-Türk’ü gibidir. Eser; başta Osmanlı Devleti’nin kuruluşu olmak üzere, üç kıtada üç yüz yıl boyunca cereyan eden tarihi olayları içerir. İçerisinde destanlar, masallar, efsaneler bulunmaktadır. Belki de ilk masal ve efsane derlemeleri, bu eserde yer almaktadır. Ayrıca atasözleri, bilmeceler, deyimler bakımından çok zengindir. Söz varlığı açısından ise Divânu Lügati't-Türk’ten çok daha zengin olduğu söylenebilir. Saltık Gazi Destanı; coğrafya, tarih, sosyoloji, ilahiyat, antropoloji, halk bilimi açısından da çok önemli bir kaynaktır. Çatı Çatı, bir binanın en üst bölümüdür. Esas olarak binanın hava şartlarından korunması için yapılır. Çatı türünün belirlenmesi, taşıyıcılık bakımından olabildiği gibi görünüş yönünden de olabilir. Çatı, duvar, kolon ve ayaklar üzerine oturabildiği gibi, doğrudan doğruya zemine de dayanabilir. Yaygın kullanılan ve ekonomik olan bir çatı türüdür. Bu en basit şekilde düz çatı olabilir. Bu daha çok sanayi yapılarında görülür. En yaygın uygulama şekli ise eğimli çatıdır. Eğim, kar toplanmasını azaltmak ve su sızdırmazlığı yönünden tercih edilir. Kar yükü yanında, bazı durumlarda, rüzgar etkisi de çatı için önemli olur. Çatının esas taşıyıcı elemanı ahşap çubuklardan meydana gelen kafes sistemidir. Kafes sistem, ahşap çubuklar bir araya getirilerek teşkil edilir. Çubukların bağlantıları düşey düzlemde olup, kafes sistemler birbirleriyle bağlanır ve beraber çalışmaları sağlanır. Üzerinde ayrıca kafes sistemleri bağlayan aşık denen ahşap elemanlar mevcuttur. Aşıklar eğilimli doğrultuda merteklere bağlanır. Bunun üstüne de çatı kaplaması olarak ahşap tahtalar çakılır. Üstü ise çatı kiremitleriyle kaplanır. İstenirse bu araya bir izolasyon tabakası konulur. Bu şekil, ısının tasarrufu bakımından zamanımızda çok tercih edilmektedir. Kiremit yerine bazı sanayi yapılarında olduğu gibi, eternit veya çinko oluklu levhalar da döşenebilir. Bu halde çatıyı ahşap tahtalarla kaplamaya gerek yoktur. Bunun yanında yalıtımı sağlamak için bitümlü levhalar da serilebilir. Bu şekilde teşkil edilen çatı, ara bir mesned istemeksizin 8 m gibi oldukça büyük açıklıklara kadar kullanılabilir. Eğer böyle bir çatı betonarme düz döşeme üzerine konuluyorsa sık sık döşemeye mesnetleme yapılır. Çatı eğiminin bina dış yüzlerine yakın, dik ve içerlerde daha az eğimli tertiplenmesiyle çatıda kullanılabilir bir hacim de teşkil edilebilir. Daha büyük açıklıkları aşmak veya daha çabuk kurulması sebebiyle çelik çatılar tercih edilebilir. Sanayi yapılarında daha yaygın kullanılır. Ayrıca bu suretle orta kısımdaki çatı yüksekliğini daha düşük tutmak mümkündür. Büyük açıklıklar için ekonomiktir. Kaplamaları genellikle oluklu metalik veya eternit levhalarıyla yapılır. Batı Avrupa'nın geleneksel çatı örtüsüdür. İlk kez 1840'lı yıllarda Paris'te uygulanmıştır. Şimdilerde ise saf çinko titanyum ve bakır ile EN 988 standartlarına göre alaşımı yapılan çatı kaplamaları yapılabilmektedir. En büyük avantajı çinko doğal patinası sayesinde çok uzun ömürlü olması (ortalama 100 yıl), yüzeyinin kendini temizlemesi ve onarmasıdır. Aynı zamanda çatılarda 0,70mm et kalınlığı kullanıldığından çok hafiftir (çinko yoğunluk: 7,20 kg). Bu kaplama türünün dünyadaki öncüsü VM ZINC veya VMZINC'dir. Titanyum çinko çatı ürünleri çatı uzamanları tarafından Türkiye'de de uygulanmaktadır. Uygulamada eğim mutlaka %5'in üzerinde olmalıdır. Destek mutlaka havalandırmalı çam tahtası ile sağlanmalıdır, havalandırma olmaz ise çinko patinasını tamamlayamaz ve çürür, minimum havalandırma 4 cm olmalıdır. Genleşmeyi kontrol etmek için ise mutlaka kaygan klipsler kullanılmalıdır. Ancak bu klipsler mutlaka inox malzemeden olmalıdır. Çinko çatılar asla bakır veya demir ile temas etmemelidir, hatta bakır malzeme çinko çatının üst kısmında dahi bulunmamalıdır, yağmurun etkisi ile bakır iyonları çinko üzerindee elektrik yüklü bateri etkisi yapar ve çinkoyu eritir. Çivi veya vida asla çakılmaz, sadece kenet ve bini mantığı ile kaplanır, ince noktalar için lehim yapılabilir...Bunlar çinko estetiği ve uzun ömrü için olmaz ise olmaz prensiplerdir. Ama yine de üretici ve uygulayıcı detaylarına başvurmakta fayda vardır. Özellikle betonarme binalarda düz çatı istenildiğinde tatbik edilir. Su için az da olsa bir eğim vermek ve izolasyon yapmak şarttır. Günümüzde önemli yapılar için hafif çatı tercih edilmektedir. Bunu kubbeye benzeyen betonarme kabuk inşaat ile yapmak mümkün olmaktadır. Böylece 7,5 santimlik bir kalınlıkla 25-30 metreyi aşmak mümkün olmaktadır. Değişik başka bir örnek ise kablo ağlarıyla teşkil edilen çatı olup, kare veya üçgen ara kısımları şeffaf cam veya pleksiglasla kapatılır. Bu suretle kapatılan alanın büyük olması tabiî ışıktan faydalanmayı engellemez. Galvanizli sacın alt yüzeyi Coil Coating sistem ile 5 mikron polyester astar ve 20 mikron son kat polyester ile boyalıdır. İç yüzeyine 5-10 mikron arasında epoksi astar boya atılarak tüm hava koşullarına karşı eşsiz bir koruma ve dayanıklılık sağlanmıştır. Şeffaf akrilik tabakası ise kiremiti kirliliğe ve yosunlaşma gibi kimyasal olaylara karşı korur. Galvaniz saclı kiremitte paslanma, çürüme olmadığı gibi yanıcı ve donucu bir özellik de yoktur. 12'den 78 dereceye kadar her eğimdeki çatılarda kullanılabilir. Çimento vs. istemez. Taşıması, depolaması çok daha kolaydır. Talıma sırasında kırılma, bükülme gibi dezavantajları yoktur. Varolan çatı üzerine kolaylıkla döşenebilir. Sac kiremitte çatlama, kırılma olmaz. Her türlü çatı için idealdir. Sac levhalar, birbirlerine hem enden hem boydan kenetlendiği için fırtına, kar, yağmur, dolu gibi her türlü doğa olaylarına karşı maksimum direnç ve koruma sağlar. Her sac levhası bir bütünmüş gibi birbirine kenetlendiği için su sızdırmaz, ses ve nem geçirmez. 1 m²'lik çatı alanındaki ağırlığı sadece 7,2 kg. Dünyanın en hafif çatı malzemelerinden biridir. 1/7 oranındaki hafifliğiyle çatıların yükünü hafifletir, ahşap konstrüksiyonların ömrünü uzatır. Çatının, depreme karşı kat kat dirençli olmasını sağlar. Oskalit Nikolay Çavuşesku Nicolae Ceaușescu ya da Nikolay Çavuşesku (Okunuş: , d. 26 Ocak 1918; Scorniceşti - ö. 25 Aralık 1989; Târgovişte), 1965-1989 tarihleri arası Romanya Komünist Partisi (PCR) Genel Sekreteri, 1967 yılından itibaren Devlet Konsülü Başkanı ve 1974-1989 yılı arası da Romanya Cumhurbaşkanı olan Rumen politikacı. Yönetiminin ilk on yılına, Soğuk Savaş sırasında diğer Varşova Paktı ülkelerinden farklı olarak Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'ne karşı açık politika damgasını vurmuştur. Selefi Gheorghe Gheorghiu-Dej tarafından ilk olarak 1958 yılında belirlenen, Sovyetler Birliği'nden askerlerini Romanya'dan çekme konusundaki nazik talepkar eğilimi devam ettirdi. Çavuşesku'nun ikinci on yılı, kendine karşı gösterilen suni ve abartılı saygının karakterleştiği, milliyetçiliğin ve Batı dünyası ve aynı zamanda Sovyetler Birliği ile ilişkilerin sapmalara uğradığı dönem oldu. Çavuşesku Yönetimi Aralık 1989'da yaygın halk gösterilerinin ardından gerçekleşen askeri müdahale ile devrildi. Kendisi ve karısı, askeri bir mahkemenin televizyonda iki saat boyunca yayınlanan yargılaması sonucu kurşuna dizildi. Olt ili'nin Scorniceşti kasabasında doğan ve çiftçi bir ailenin çocuğu olan Ceauşescu, fabrikalarda çalışmak için henüz 11 yaşındayken Bükreş'e gitti. 1932 yılı başlarında yasadışı Romanya Komünist Partisi'ne (PCR) katıldı ve 1933'te grevi kışkırtmaktan ilk defa tutuklandı. İkinci defa, demiryolları işçilerinin yargılanmasını protesto eden dilekçeye imza toplaması nedeniyle 1934 yılında tekrar ve bunu benzer faaliyetler nedeniyle iki kere daha tutuklandı. Bu tutuklamalar ona polis kayıtlarında "tehlikeli komunist kışkırtıcısı" ve "aktif komünist ve anti-faşist propogandacı" tanımlamalarını kazandırdı. Daha sonra yeraltına inmesine rağmen, 1936'da tekrar yakalanarak, anti-faşist eylemleri nedeniyle iki yıl boyunca Doftana Hapishanesi'nde mahkûm edildi. 1939'da hapisten çıkışı sonrasında, Rumence kaynaklara göre 1945 yılında evleneceği ve politik hayatı boyunca devamlı artan bir role sahip Elena Petrescu ile tanıştı (İngilizce Kaynaklara göre 1946 yılı). 1940'ta tekrar tutuklanıp, bir kez daha hapse atıldı. 1943'te, Gheorghe Gheorghiu-Dej ile aynı hücreyi paylaşacağı Targu Jiu Hapishanesi'ne aktarıldı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Romanya'nın Sovyet etkisi altına girmeye başladığı dönemde, Komünist Gençlik Birliği Sekreterliği görevinde bulundu (1944-1945).Komünistlerin 1947'de gücü ellerine geçirmeleri sonrasında, kendisine Tarım Bakanlığı verildi. Sonra, Gheorghe Gheorghiu-Dej'in altında Silahlı Güçler Bakan Yardımcılığı görevinde bulundu. 1952'de Gheorghiu-Dej, onu Ana Pauker'dan boşalan PCR'nin "Moskova Kanadı/Hizibi" Merkez Komitesi Liderliği'ne atadı. 1954 yılında, Politbüro'nun tam üyesi olarak, sonunda parti hiyerarşisinin ikinci yüksek pozisyonuna ulaştı. Gheorghe Gheorghiu-Dej'in Mart 1965'te ölümünden üç gün sonra, Ceauşescu Romanya İşçi Partisi Birinci Sekreteri oldu. Gerçekleştirdiği ilk hareketlerden biri de partinin adını Romanya Komünist Partisi (PCR) olarak değiştirmek oldu ve yanı sıra devletin adı olan "Halk Cumhuriyeti"ni de "Romanya Sosyalist Cumhuriyeti" olarak ilan etti. 1967'de, unvanlarına Devlet Konseyi Başkan
lığı'nı de ekleyerek konumunu pekiştirdi. 1968-70 arasındaki temizlik hareketiyle Stalin yanlısı olarak bilinen yöneticileri görevden uzaklaştırdı. Başlangıçta, bağımsız dış politikası ve Sovyetler Birliği'ne kafa tutar davranışları ile, ülkesinde ve de Batı dünyası'nda popüler bir kişilik oldu. 1960'ta Varşova Paktı aktif üyeliğini sonlandırdı, böylece Romanya sadece kâğıt üstünde bir üye olarak göründü. 1968 yılında Varşova Paktı Güçleri'nin Çekoslovakya'yı istilasında yer almayı reddetmekle kalmadı, açıkça ve üzerine basa basa bu hareketi kınadı. Sovyetler Birliği, Çavuşesku'nun sözdinlemezliğini hoş gördüyse de, Romanya'nın Moskova'dan bağımsız görünüşü, Doğu Bloku'nda kendine mesafeli bir konum yarattı. Devam eden yıllar boyunca, ABD ve Batı Avrupa'ya karşı açık politika güttü. Romanya, Batı Almanya'yı tanıyan, IMF'e katılan ve ABD Başkanı Richard Nixon'ın ziyaret ettiği ilk komunist devlet oldu. 1971'de, Romanya Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) üyesi oldu. Ayrıca, Romanya ve Yugoslavya, Doğu Bloku'nun çöküşü öncesinde Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ticaret anlaşması yapan iki ülke konumundaydılar. Doğu Bloku'ndan farklı olarak güttüğü bağımsız dış politikayla, ABD, Fransa, Birleşik Krallık ve İspanya'yı da içeren Batı ülkeleri'ne yapılan resmi ziyaretler serisi, Ceauşescu'ya kendini yeniden yapılandırıcı (reformist) komünist olarak sunmasına destek oldu. Uluslararası fikir ayrılıklarının çözülmesinde aracılık edebilen ve Romanya'ya uluslararası bir saygınlık kazandırabilen bir aydın uluslararası devlet adamı olarak görülmeye çok hevesli hale gelmişti. Ceauşescu, 1969'da ABD'nin Çin ile ilişkilerinin başlaması, Mısır lideri Enver Sedat'ın 1977'de İsrail'i ziyareti konularında uluslararası ilişkilerde pazarlıklar yaptı. Ayrıca Romanya, aynı zamanda İsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile normal ilişkileri bulunan tek devletti. 1984'te Romanya, ABD tarafından Los Angeles'de düzenlenen 1984 Yaz Olimpiyatları'na Çin Halk Cumhuriyeti ve Yugoslavya'nın yanında katılan, üç komunist ülkeden biriydi. Avrupa Ekonomik Topluluğu ile resmi ilişki geliştiren ilk Doğu Bloku ülkesiydi. Avrupa Ekonomik Topluluğu ile yaptığı, Topluluğun Genel Tercih Sistemi içine dahil eden anlaşma 1974 yılında imzalandı. 1980 yılında da endüstri ürünleri ile ilgili bir anlaşma imzalandı. Buna rağmen liberal reformlar gerçekleştirilmesinine daima karşı çıktı. Ceauşescu Rejimi'nin gelişimi, Gheorghiu-Dej'in hali hazırda izlediği Stalinist yolun izindeydi. Sovyetler Birliği kontrolüne muhalefetleri "Stalinizasyon"'un silinmesine karşı isteksizliğin sonucuydu. Gizli Polis (Securitate) konuşma özgürlüğü ve medya üzerinde sıkı kontroller uyguladı ve aynı zamanda iç muhalefete tolerans göstermedi. 1972'den başlayarak, bir sistematizasyon programı oluşturdu. Yıkma programı, yeni yerleşim yerleri oluşturma ve ülke çapında inşa faaliyetleri programlanmış ancak başkentin yeniden şekillenmesi ile sonuçlanan, bir "çok yönlü gelişmiş bir sosyalist toplum" oluşturma yolu olarak sunulmuştu. Bükreş'in beşte birinden fazlası, Ceauşescu'nun beğenisine uygun bir şehir oluşturmak için, kiliseler ve tarihi binaları da içermek üzere 1980'li yıllarda yıkıldı. Az katlı ve her biri farklı şekillerde inşa edilmiş binalar yıkılmış ve şehrin doğası yok edilmiş, yerine "endüstrileşme" ve "şehirleşme" programları dahilinde çiftçilerin taşınacağı gri ve zevksiz binalar dikilmişti. Bükreş'de Casa Poporului "Halkın Evi" olarak bilinen, şimdilerde Parlamento Binası olarak kullanılan, Pentagon'dan sonraki dünyanın ikinci yönetim binası inşa edildi. Avrupa ve Rumen toplumları arasında bağları oluşturma amaçlı "Kardeş Şehirler" projesinin bu yıkım projeleri ile ilgili protestoları geldi, fakat onlar bu megaloman planların engellenmesinde daha çok rol oynayabilirdi. 1966’da, Çavuşesku Rejimi, ülke nüfusunu arttırmak, düşük nüfus artış hız ve doğurganlık oranını yükseltmek için kürtajı yasakladı. Bu kararname, 25 yaşından sonra çocuğu olmamış evli veya bekar erkek ve kadınlara %10 ile %20 arasında değişen özel vergileri de içeriyordu. Tıbbi nedenlerle üreyememe nedeni de fark etmiyordu. Kürtaja sadece kadının 42 yaşından büyük veya hali hazırda 4 çocuk sahibi olması halinde izin veriliyordu. En az 5 çocuk annelerine, önemli avantajlar sağlanıyor, en az 10 çocuk annelerine ise Romanya Devleti tarafından kadın kahraman derecesi veriliyordu. Ancak çok az sayıda kadın bu payeye kavuştu. Bunun yerine, ortalama Rumen Ailesi, komünist dönem sırasında 2 veya 3 çocuk sahibiydi. Daha ötesi, çok sayıda kadın yasadışı, gizli kürtajlar sırasında öldü veya sakat kaldı. Hükümet ayrıca yükselen boşanma oranını da hedef alarak, evliliğin sadece olağandışı bir durumda sonlandırılabileceği kararı ile, boşanma prosedürünü daha zor hale getirdi. 1960 sonlarında, fakirlik nedeniyle şehirlerdeki evsiz/sokak çocuklarının sayısı arttı; kontrol edilemez çocuk terkleri ve yetimhanelerdeki çocuk sayısının yükselişi ile birlikte yeni bir problem ortaya çıktı. Komunist rejim, AIDS sorununun varlığını kabul etmedi. 1966’da, daha sonra bir olasılıkla 1980 yılındaki AIDS vakâlarının artışını hazırlayan bir kararla doğum kontrolünü yasakladı. Ancak Romanya’daki durum, çocuk yetimlere ve hastalara güçlerini arttırmak amacıyla kan verilmesi uygulaması ile daha da kötüleşti. Yüzyılın başlarında, çocuklara ve bebeklere, test edilmemiş kan transferlerinin çoğunlukla aynı şırınga ile yapılması Avrupa çocuk AIDS vakâlarının, Avrupa nüfusunun %3’üne sahip olmasına rağmen, %60’ının Romanya’da görülmesine yol açtı. Ceauşescu 1971’de Çin, Kuzey Kore ve Kuzey Vietnam’a, oradaki sert model uygulamalarını bulacağı ziyaretler gerçekleştirdi. Kore İşçi Partisi’nin "Topyekün millî dönüşüm" fikirleri ve Çin Kültür Devrimi güçlü bir şekilde ilgisini çekti. Ülkeye dönüşüyle birlikte, Kuzey Kore Devletbaşkanı Kim Il-sung’un “insan her şeyin hakimi ve karar vericisidir” olarak açıklanabilecek ve kelime anlamı ile “ana esas” denebilecek Juche Felsefesi’nden etkilenen Kuzey Kore sistemi’ni uygulamaya başladı. Kuzey Kore’de basılan Juche ile ilgili kitap, Rumence’ye tercüme edilerek, ülke geneline dağıtıldı. 6 Temmuz 1971 tarihinde, bu konu ile ilgili Romanya Komunist Partisi Yönetim Komitesi’ne hitaben bir konuşma yaptı. Daha sonra Temmuz Kuramı (Juche Tezleri) olarak bilinecek, bu yarı-Maoist konuşma, on yedi öneri getiriyordu. Bunlardan bazıları; Parti’nin devamlı büyüyen “liderlik rolü”, kitlesel politik aksiyonlar ve parti eğitimlerinin geliştirilmesi, “vatana hizmet” kapsamında gençlerin büyük inşaat projelerine katılımı, çocuk ve gençlik organizasyonlarında, okullarda ve üniversitelerde ideolojik eğitimin yoğunlaştırılması, yayınevleri, tiyatro, sinema, opera, bale, sanat toplulukları televizyon ve radyolardaki programların bu amaca destek olarak “militan ve devrimci” karakterdeki sanatsal üretimlere yönelmesi gibi önerilerdi. 1965 serbestleşmesi, kınanarak, yasaklı kitap ve yazarlar dizini yeniden belirlendi. Bu kuram, Romanya'da partinin kolay terk etmediği edebiyattaki ideolojinin teoride tekrar doğrulandığı kültürel özerkliğe karşı saldırgan Neo-Stalinist "küçük kültürel devrim"in başlangıcı olarak duyuruldu. "Sosyalist Hümanizm" açısından sunulsa da, bu kuram gerçekte katı Sosyalist Gerçekçilik’in ana çizgisine dönüşün işareti ve uymayan entellektüllere saldırıydı. İnsan bilimleri ve sosyal bilimlerde katı ideolojik uygunluk arandı. Uygunluk ve estetiğin yeri, ideoloji ile değiştirilerek, profesyonellerin yerleri ise, tahrikçilere verildi. Böylece kültür, yeniden politik-ideolojik propagandanın bir aracı oldu. Ağustos 1978’de, aynı zamanda gizli polis kurumu "Securitate"de iki yıldızlı bir general olan, Dış İstihbarat Teşkilatı (Direcția de Informații Externe, DIE) başkan yardımcısı Ion Mihai Pacepa ABD'ye iltica etti. Pacepa, Soğuk Savaş sırasında Doğu Bloku’ndan iltica edenler arasındaki en yüksek rütbeli kişiydi. Rejim için güçlü bir sarsıntı olan Pacepa'nın ilticası, Ceauşescu’nun Securitate'nin yapısını gözden geçirmesine neden oldu. Pacepa’nın 1986 yılındaki kitabı "Kızıl Ufuklar" ("Red Horizons: Chronicles of a Communist Spy Chief"), Amerikan Endüstrisi üzerine casusluk ve Batı’nın politik desteğini canlandırmak için uğraşıları düzenlemeyi amaçlayan Ceauşescu Rejimi'nin detaylarını açıklama iddiasındaydı. Pacepa'nın ilticası sonrasında, ülke daha fazla izole edildi ve ekonomik büyüme aksadı. Ceauşescu'nun haber alma teşkilatı, yabancı haber alma teşkilatlarınca filtrelenmeye başlandı ve ülke üzerindeki kontrolünü yitirmeye başladı. Pacepa’nın eski çalışma arkadaşlarından kurtulmak amacı ile, yeniden yapılanma denemelerine giriştiyse de, işe yaramadı. Yükselen totaliter yönetimine rağmen, Çavuşesku’nun Sovyetler Birliği’nden bağımsız politikası ve 1968’deki Çekoslovakya'nın İşgaline karşı protestosu, onun yaramaz anti-Sovyetçi biri olduğuna inanan ve onu fonlayarak (ona parasal destek sağlayarak) Varşova Paktı’ında bir hizip yaratmayı uman Batılı güçlerin ilgisini çekti. Çavuşesku fonlamanın daima yararına olmadığının farkına varmadı. Ekonomik Kalkınma Programı’nın finansmanında kullanmak üzere 13 milyar USD gibi ağır bir borcun altına girdi. Ancak bu krediler ülkenin finansmanında heba oldu. Bunu düzeltme çabası olarak, dış borçları geri ödemeye karar verdi. Bir referandum düzenleyerek, Romanya’nın gelecekte yabancı borç almasını engelleyecek şekilde anayasayı değiştirmeyi başardı. Referandum neredeyse tamama yakın çoğunlukla kabul edilmişti. 1980’lerde, ülke tarım ve endüstriyel üretiminin çoğunun borçların ödenebilmesi için ihraç edilmesi emri verdi. Bunun sonucunda oluşan iç kıtlık, yiyecek maddelerinin vesikaya bağlanması, ısınma, gaz ve elektrik kesintilerinin genel bir durum halini alması, Rumenler’in günlük hayatlarını sürdürebilme kavgası içine girmelerine neden oldu. 1980’ler boyunca, özellikle dükkanlardaki genel ve yiyecek maddelerinin erişilebilirliği ve kalitesindeki olumsuzluklarla, hayat standardında düzenli bir düşüş yaşandı. Resmi açıklama, ülkenin borçlarını öderk
en, halkın tüketim mallarında ve kısa süre süreceği inancıyla acı çekmeyi kabul etmesiydi. Borç 1989 yazında, Ceauşescu devrilmeden az önce tamamen ödendi. Kıtlığın nedeni olan ağır ihracat politikası, Aralık ayındaki ayaklanmaya kadar devam etti. 1989’la birlikte, Çavuşesku tamamen gerçeği reddetme işaretleri göstermekteydi. Çavuşesku, devlet televizyonunda sık sık yiyecek maddesi dolu dükkanlara girerken, yiyecek ve sanat festivallerini ziyaret ederken ve kendi yönetimi altında erişilen “yüksek yaşam standartları”nı överken, diğer yandan boş dükkanların önünde ekmek beklenen kuyruklarla birlikte, ülke son derece zor bir dönemden geçiyordu. Özel kontenjanlı ürünler onun ziyaretinden önce ilgili dükkânları dolduruyorlardı. Ziyaret edeceği tahmin edilen çiftliklere, ülkenin bir ucundan iyi beslenmiş inekler bile götürülüyordu. Un, yumurta, tereyağı ve süt gibi etiketlerin bulunması güçtü ve birçok kişi şehirlerdeki büyüyen küçük bahçelere ve sokak aralarına veya köylere bağımlıydılar. 1989’un sonlarına doğru, zamanın ortalama bir Rumen vatandaşının kıtlık tecrübesiyle çelişecek şekilde, bağıra bağıra televizyonda günlük olarak sözümona rekor hasat gerçekleştiren kolektif çiftliklerin listesini gösteriyordu. Bazıları, Çavuşesku’nun ülkede neler olduğunu bilmediğine inançla, ziyareti sırasında ona dilekçeler ve şikayet mektupları vermeye çalışıyorlardı. Ancak, her mektup alışında, aldığı mektubu anında korumalarına veriyordu. Çavuşesku’nun onları okuyup, okumadığı büyük olasılıkla bir sır olarak kalacak. Ona doğrudan mektup verenlerin, Securitate tarafından gerçekleştirilebilecek aleyhlerine bir sonuçla karşılaşma riskini üstlendiği genelde bilinmekteydi. Hükümetçe ırksal nefreti teşvik etmekle suçlanan Romanya’daki azınlık Macar toplumundan dinadamı László Tőkés’in evinden alınmasına yönelik hükümet destekli girişim, Timișoara şehrindeki gösterileri tetikledi. Onun ait olduğu Macar azınlık cemaati üyeleri, onu desteklediklerini göstermek için evinin etrafını sardılar. Rumen öğrenciler de kendiliğinden gelişen bir şekilde, kısa süre içinde başlangıç nedeninden ayrı bir yönde ve daha genel hükümet karşıtlığına dönen gösteriye katıldılar. Olağan askeri güçler, polis ve Securitate 17 Aralık 1989’da göstericiler üzerine ateş açtı. 18 Aralık 1989 tarihinde, Timişoara Ayaklanmasını ezme görevini karısı ve astlarına bırakarak, İran’a bir ziyaret için ülkeden ayrıldı. 20 Aralık akşamı dönüşüyle, durum daha da gerginleşmişti. Merkez Komitesi Binası’ndan, “yabancı güçlerin Romanya iç işlerine karışması” ve “Romanya’nın bağımsızlığına yönelik dış kaynaklı bir tecavüz” konulu bir televizyon konuşması yaptı. Resmi medyadan bilgi alamayan halk, Timişoara Olayları’nı Voice of America (Amerika’nın Sesi Radyosu) ve Radio Free Europe (Özgür Avrupa Radyosu) gibi dış kaynaklardan veya ağızdan ağza söylentilerle öğrendiler. Ertesi gün 21 Aralık’da, büyük bir gösteri sahnelendi. Resmi medya bu gösteriyi 1968 yılında Çavuşesku’nun Varşova Paktı güçleri’nin Çekoslovakya'nın işgali karşı konuşmasından öykünerek Ceauşescu’yu desteklemek amacıyla kendiliğinden toplanan bir gösteri olarak sundu. 21 Aralık’da Devrim Meydanı’daki (Piata Revolutie) büyük gösteri, rayından çıkarak kaosa dönüştü. Halkın konuşmasını yuhalamaya başladığında, olayların ciddiyetini anlamaya başladığını gösteren Ceauşescu’nun yüzünün aldığı şekil, Doğu Bloku’nun çöküşünü tanımlayan anlardan biri olarak kaldı. Kalabalığı kontrol etmede başarılı olamayıp, donup kalan çift binaya girip, ertesi güne kadar orada kaldılar. Günün geri kalanında Bükreşlilerin Üniversite Meydanı’nda toplanıp (Piata Universitatii), polis ve askeri güçlere barikatla karşı koyuşunun başkaldırışını izlendi. Silahsız isyancılar, Bükreş’te yoğunlaşan askeri yığınakla karşılaştırılabilecek gibi değildiler. Zaten, akşamın çökmesi ile birlikte, caddeler barikatlardan temizlenip, yüzlerce kişi tutuklanmıştı. Bununla beraber, o gün yayılan olaylar “de facto devrim” olarak algılanabilirdi. Televizyon düzmece “destek gösterisini” yayınlasa da arkası gelmedi. Çavuşesku’nun olaylar karşısındaki reaksiyonu halkın belleğine kazınmıştı bile. 22 Aralık gündoğumuyla, çatışmalar tüm büyük kentlere sıçramıştı. Savunma Bakanı (General) Vasile Milea’nın şüpheli ölümü medya tarafından açıklandı. Ceavuşescu, bunun hemen sonrasında, Politik Yönetim Komitesi’ni toplayarak, ordu liderliğini kendi üzerine aldı. Merkezi Komite Binası’nın önünde toplanan kalabalığa hitaben umutsuz konuşma girişimlerinde bulundu. Bu konuşma, binanın kapılarını zorlayan göstericiler tarafından reddedilirken, içine düştüğü durumun güvensizliğini anlamış olan Ceavuşescu, helikopter ile binanın çatısından kaçtı. Batı Medyası, ayaklanmanın akışı boyunca, Ceauşescu’yu destekleyen Securitate’nin kaç kişiyi öldürdükleri ile ilgili devamlı tahminlerde bulunuyorldu. Bu sayı gazetelerin ön sayfalarındaki haberlerde, aniden 64.000’e kadar fırlamıştı. Macar askeri ateşesi bu sayılarla ilgili, yetersiz lojistiğin bu kadar süre içinde bunu yapamayacağı konusundaki kuşkularını dile getirdi. Ceauşescu’nun ölümü ardından, hastanelerdeki gerçek ölülerin bin kişiden az olduğu açıklandı. Yıllar sonra Romanya Başsavcısı Moisescu, yaptığı araştırma sonucunda, gösterilere ateş açılmasıyla meydana gelen katliamlardan iki general ve bir bakanın sorumlu olduğunu ve bu kişilerin darbe sonrası kurulan hükümette bakan olduklarını açıkladı. Çavuşesku ve karısı Elena, Emil Bobu ve Manea Manescu ile birlikte başkentten kaçıp, Ceauşescu’nun Bükreş yakınlarında Snagov’daki konutuna uğrayarak, Targovişte’ye doğru yöneldiler. Targovişte yakınlarında pilota ordu tarafından inme emri verilmişti ve o anda Romanya hava sahasında uçuşlar yasaklandı. Helikopteri terk ettiler. Radyo dinleyen polislerce gözaltında tutuldular. Sonunda orduya teslim edildiler. Hristiyanlığın katolik mezhebinin Noel Günü olan 25 Aralık'ta, küçük bir odada, Çavuşesku çifti, Romanya'nın geçici hükümetinin emri üzerine Ulusal Kurtuluş Cephesi tarafından toplanan bir askeri mahkemede yargılandı. Çavuşesku yargılanması ile ilgili mahkemenin yetkisini reddetti ve hukuken hala Romanya cumhurbaşkanı olduğunu ileri sürdü. Hızlı yargılama sonunda Çavuşeku çifti, nedensiz ve kanunsuz zenginleşmeden soykırıma kadar değişen nedenlerle, askeri mahkemece ölüme mahkum edilip, Targovişte’de kurşuna dizildiler. Duruşma videosunda görüldüğü üzere, ölüme mahkum edildikten sonra, elleri arkadan bağlı olarak binadan çıkarılıp, kurşuna dizilecekleri yere götürüldüler. Çavuşeskular, yüzlerce gönüllü olmasına rağmen, yüzbaşı Ionel Boeru, kıdemli çavuş Georghin Octavian ve Dorin Marian Cirlan gibi seçkin paraşütçü birlik askerlerinden oluşan bir tüfekli bir manga asker tarafından öldürüldüler. Manga, mahkûmlar duvarın yanına götürülür götürülmez ateşe başladı. Ateş çok erken başlamış ve film ekibinin olayın tamamını kaydedememesine neden olmuştu. Ateş edilmesinden sonra yerde yatan vücutlar haki rengi çadır bezi ile örtülmüştü. Alelacele yargılama ve Çavuşesku’nun ölü görüntüleri video kasetlere kopyalandı ve haber çabucak birçok batı ülkesinde görüntülerle verildi. O gün daha sonra, Romanya Televizyonunda da aynı görüntüler yayınlanmıştı. Çavuşeskular, 7 Ocak 1990 tarihinde ölüm cezasının kaldırılması öncesi Romanya’da ölüme mahkûmiyetinin uygulandığı, en son kişiler oldular. Çavuşesku çiftinin mezarları, ayrı ayrı olarak Bükreş’in Ghencea Mezarlığında bulunmaktadır. İkisi de yolun zıt taraflarına gömüldüler. İki mezar da mütevazi olmalarına karşın, çiçeklerle ve komünist rejimin sembolleri ile örtülüdürler. Bazıları bu mezarların gerçek olmadığını söylemektedir. Nisan 2007’de oğlu Valentin Ceauşescu, bu konu ile ilgili araştırma talep eden temyiz davasını kaybetti. 1996’da siroz hastalığından ölen küçük oğlu Nicu da aynı mezarlıkta, yakın bir yere gömüldü. Jurnalul National Gazetesine göre, kızı Zoia ve onu destekleyen komünistler, Ceauşescu’nun kalıntılarının bir mozeleye veya adına inşa edilecek bir kiliseye gömülmesini talep ettiler. Hükumet tarafından bu talep reddedildi. http://www.t-k-p.net/yayinlar/kitaplar/Romanyada%20Karsi%20Devrim_071991.pdf Mezon Alan Teorisi Mezon Alan Teorisi, Fizik Nobeli sahibi Werner Heisenberg tarafından bulunan atom çekirdeği ile ilgili bir teoridir. Atom çekirdeğinde protonlar ile nötronlar bulunur. Protonlar artı (+) yüklü olduğundan bir arada bulunamazlar. O halde atom çekirdeğinde öyle bir olay vuku bulmalıdır ki, bu sebeple protonların bir arada durması mümkün olsun. Teoriye göre, çekirdekteki bir protona, yanındaki nötrondan eksi (-) yüklü bir eleman (mezon) sıçrar. Eksi yük kazanan proton nötron olur. Eksi yük kaybeden nötron da protona dönüşür. Bu olay saniyenin çok küçük bir kesrinde vuku bulur. Öyle ki, protonlar birbirlerini itmeye zaman kalmadan nötron olurlar. Bu hal böyle devam eder. Atom çekirdeğindeki mezon alış verişi bir an için dursa, fizik alemi anında yok olur. Şu an bu satırları hala okuyor olmanız bu teoriye dayalıdır. Kentucky Kentucky, ABD'nin eyaletlerinden birisidir. Kuzeyinde İndiana ve Ohio doğusunda Virjinya ve Batı Virjinya güneyde Tennessee batısında Missouri vardır. Kuzey ve batı sınırları tamamen Mississippi nehri ile çizilir. Başkenti Frankfort'tur. Doğuda Appalachian dağları Kentucky sınırlarından geçer. Doğu bölümü dışında düz, alçak bir ova ve çayırlar halindedir. Yıllık yağış ortalaması 120 cm'yi bulur kış sıcaklık ortalaması 0 °C yaz sıcaklık ortalamsı ise 25 °C'dir. 2005'te toplam geliri 140,4 milyon $'la Amerika Birleşik Devletleri'nde 27'dir. Kişi başına 28.513 $'la Devletler arasında 43.dür. Ekomonisi tarıma dayalıdır. At, sığır, tütün, süt ürünleri, domuz, soya, ve mısır ticarette büyük rol oynar. Kömür, demir ve petrol çıkarılır. Araba üretiminde öncü olan Kentucky'de; Chevrolet Corvette, Ford Expedition, Ford Explorer, bütün Ford F-serisi, Toyota Camry, Toyota Avalon, ve Toyota Sienna markalarının fabrikaları vardır. Louisiana Louisiana ya da "Luisyana", ABD'nin eyâletlerinden birisidir. İsmini Fransa kralı olan X
IV. Louis'ten almıştır. Bölge (Mississippi ve Kayalık Dağlar arasındaki tüm topraklar), Napolyon liderliğindeki Fransızlar tarafından 1800 yılında İspanyollar'dan alındıktan üç yıl sonra (1803) Amerikalılar'a 80 milyon franka satılmıştır. Amerikan tarihinde bu alışverişin büyük önemi vardır. Çünkü parayla alınan bu bölgenin sınırları, 1803 yılındaki Birleşik Devletler sınırlarından daha büyüktür. Cazın doğum yeri burasıdır. Ülkede her yıl nisan ayında caz festivalleri düzenlenir. Maine Maine ya da "Meyn", ABD'nin eyaletlerinden birisidir. Maine eyaleti, Amerika Birleşik Devletleri'nin 50 eyaletinden biridir. Avrupa'dan gelen göçmenler ilk defa 1607 yılında buraya yerleştiler. 1652 yılında Maine, Birleşik Krallık'a bağlı olan Massachusetts Körfez Kolonisinin bir parçası oldu. 1776 yılında Amerika Birleşik Devletleri bağımsızlığını ilan ettiği zaman hala Massachusetts eyaletinin bir parçasıydı. Ancak 1820 yılında nüfusunun çok artmış olması ve Massachusetts eyaletinden çok uzakta kalması nedeniyle ayrı bir eyalet olarak ayrılmasına karar verildi. Eyalet, ABD'nin kuzeydoğusunda New England bölgesinde yer alır. En büyük kenti olan Portland'ın nüfusu sadece 65.000 civarındadır. 1832 yılına kadar başkenti Portland kenti iken, bu tarihte başkent Augusta kentine aktarılmıştır. Maine eyaleti sınırlarların en büyük bölümünde Kanada ülkesiyle komşudur. Kuzey, kuzeydoğu ve kuzeybatısında hep Kanada ülkesi yer alır. Komşu olduğu tek ABD eyalet bilgi kutusu güneybatısındaki New Hampshire'dır. Güneydoğusunda Atlas Okyanusu bulunur. Maine eyaleti ABD'nin en doğuda bulunan eyaletidir. Maine'in en büyük gölü Moosehead Gölü, en yüksek dağı da Katahdin dağıdır. Maine eyaletinin en büyük kenti olan Portland ABD'nin kuzeydoğu bölgesindeki en büyük limandır. Portland limanı taşımacılık alanında son yıllarda Boston kentinin bile önüne geçmiştir. Maine eyaleti balıkçılık, hayvancılık ve tarım alanında önem taşır. Maine eyaletinin istakozları dünyaca ün yapmıştır. Ayrıca diğer eyaletlere tavuk, yumurta, et ve süt ürünleri, elma ve akçaağaç şurubu ihraç eder. Maine eyaletinde kış ayları soğuk ve sert geçmekle birlikte yaz aylarında ılımandır ve bu aylarda Maine'nin okyanus kıyıları çok sayıda turistin ilgisini çeker. Acadia Millî Parkını her yıl binlerce turist ziyaret etmektedir. Maine'in nüfusunun %95'ten fazlası beyaz ırktan insanlardan oluşur. Maryland Maryland ya da "Marilend", ABD'nin eyâletlerinden birisidir. Chesapeake Körfezinin kuzeydoğusundadır. Doğusunda Delaware ve Atlas Okyanusu güneyinde Virjinya, kuzeyinde Pensilvanya vardır. Washington şehri Maryland'ın güneybatısında Potomac Nehri'nin kuzeyinde Virjinya sınırı üzerindedir. Başkent'e yakınlığından dolayı, NASA'nın Hesap Merkezi, Ulusal Güvenlik Dairesi ve ABD Deniz Harp Okulu gibi birçok devlet kurumuna sahiplik eder. 2012 itibarıyla Maryland'in tahmini nüfusu 5,884,563'tür. Kilometre başına düşen insan sayısı 230'dur. Güneyindeki Virjinya eyaleti aksine, Maryland sakinleri genellikle daha liberaldır ve Demokratik Parti'yi destekler. Enver Hoca Enver Halil Hoca (Arnavutça: "Enver Halil Hoxha") (d. 16 Ekim 1908 – ö. 11 Nisan 1985), II. Dünya Savaşı'nın ardından 1985 yılındaki ölümüne kadar Arnavutluk Halk Cumhuriyeti lideri ve Arnavutluk Emek Partisi Genel Sekreteri olan Arnavut komünist siyasetçi. Görüşleri "Hocaizm" olarak bilinmektedir. 1908'de Osmanlı İmparatorluğu'nun Ergir (günümüzde Arnavutluk sınırları içinde kalan ve "Gjirokastër" olarak bilinen) kentinde Bektaşi Müslüman Tosk bir ailede doğan Enver Hoca, ilk eğitimini İlbasanlı Selim Rûhi Baba tarafından Âsım Baba Tekkesi'nde aldı. Babasının adı Halil, annesinin adı Gülihan (Gülo) idi. 1930'da üniversite öğrenimi için gittiği Fransa'da Fransız Komünist Partisi'nin yayın organı Humanité'de yazmaya başladı. 1936 yılında döndüğü ülkesinde bir süre Fransızca öğretmenliği yaptı. Nisan 1939'da İtalya'nın Arnavutluk'u işgalinden sonra öğretmenlikten çıkarıldı. Bunun üzerine Tiran'a döndü ve açtığı tütüncü dükkânı kısa sürede, işgalci düşmana karşı direniş hazırlıkları yapan komünist militanların toplantı yerine dönüştü. Ülkede varolan çeşitli komünist gruplar 8 Kasım 1941'de Arnavutluk Emek Partisi'ni ("AEP") kurdular. Mart 1943'de yapılan ilk parti kongresinde Enver Hoca partinin Genel Sekreterlik görevine getirildi. Ulusal Kurtuluş Konseyi adına seçilen yürütme organının yöneticiliğini de yapan Enver Hoca, 11 Ocak 1946 yılında kurulan Arnavutluk Halk Cumhuriyeti'nin başkanlığına getirildi. Enver Hoca yönetimindeki Arnavutluk, Stalin döneminde SSCB ile iyi ilişkiler içinde ve dışa açıktı. Ancak Kruşçev döneminden itibaren hemen tüm ülkelerle ilişkilerini keserek kendine yetme politikası izledi. Ülkesini, 1967 yılında resmi olarak dünyadaki ilk ateist devlet haline getirdi. Enver Hoca, ülkeyi 41 yıl aralıksız yönetti ve 11 Nisan 1985'te geçirdiği bir kalp krizi sonucu öldü. Enver Hoca, İtalyan ve Alman faşist işgalcilerine ve onların yerli işbirlikçilerine karşı Arnavutluk Komünist Partisi'nin bütün antifaşist ve yurtsever güçleri örgütleyerek sürdürdüğü mücadeleye önderlik etti. Arnavutluk'ta 1944 yılında devrimin gerçekleştirilmesi ve sosyalizmin inşa edilmesi Enver Hoca önderliğinde olmuştur. 1940'lı yılların ikinci yarısından itibaren, Marksizm-Leninizm'e, Stalin'in görüşlerine, onun dönemindeki Sovyetler Birliği'ne bağlı olan Enver Hoca, Tito'nun başlatmış olduğu revizyonizm diye tabir ettiği hareketlerine karşı mücadele etmiştir. Ünlü SBKP XX. Kongresi sonrası Sovyetler Birliği'nde kapitalist restorasyonun önünü açtığına inandığı Kruşçev'i revizyonizm ile itham eden Enver Hoca, başlangıçta Çin'i savunmasına rağmen, daha sonraki dönemde Mao Zedong'un ölümünden sonra Çin revizyonizmi diye tabir ettiği görüşlere mücadele etmiştir. SSCB 1965 yılında Çekoslovakya’ya girmesi üzerine Enver Hoca, Varşova Paktı’ndan çekildiğini açıklamıştır. Ayrıca Enver Hoca Sovyetler Birliği'nin bu tutumunu sert bir dille kınamış ve SSCB politikalarına yönelik çok ağır ithamlarda bulunmuştur: Mao’nun ölümünden sonra iki ülke ilişkileri farklı bir kılığa büründü. Enver Hoca, Mao’nun ölümünden sonraki Çin idarecilerinin Maocu çizgiden uzaklaştıklarını, emperyalist güçlere ve emperyalist hareketlerine göz yumduklarını iddia ediyordu. Çinlileri ABD’ye yanaşmakla suçluyordu. Bu gelişmeler üzerine iki ülke arasındaki ilişkiler bozuldu ve Çin yapılan anlaşmaları tek taraflı olarak kaldırdı. 7 Temmuz 1978 günü Çin, Arnavutluk’un Pekin’deki elçiliğine bir resmi nota vererek, Çin’in Arnavutluk’a yaptığı ekonomik ve askeri yardımı durdurmayı, yardım kredilerini kesmeyi ve gönderdiği tüm askeri ve ekonomik uzmanları geri çekmeyi kararlaştırdığını bildirdi. Arnavutluk hükümetinin tepkisi ise sadece sözle olmasına karşın, sert ve onur kırıcı oldu: Enver Hoca'nın adı, Arnavutluk'ta; özdeşleşmiştir. Enver Hoca'nın dinlere karşı olan tutumu Çin'deki Kültür Devrimi'ni anımsatıyordu. Arnavutluk'u dünyanın ilk resmi ateist devleti haline getiren Enver Hoca, ülkesini dinden tamamen soyutlamaya çalışmıştı. Arnavutluk'taki Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalan neredeyse tüm camileri yıktırmıştı. Kiliseler için de aynısı geçerliydi. Dinlere karşı olan bu sert tutum, eğitim sisteminde de kendini gösteriyordu. Mesela küçük yaştaki öğrencilere papaz ve imam maketleri gösterilerek 'halkı sömüren yalancılar' olarak lanse ediliyordu. Enver Halil Hoca, 11 Nisan 1985 tarihinde kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Hayattayken kendisi için anıt mezar olarak yapılan bina, bugün spor salonu olarak kullanılmaktadır. Hawaii Hawaii ya da Havai, Amerika Birleşik Devletleri'nin eyaletlerinden biridir. Kuzey Büyük Okyanus'ta, anakaradan 3.700 kilometre uzaklıkta, bir adalar grubudur. MÖ 1000 sıralarında diğer Polinezya adaları tarafından işgal edilmiştir. Yaklaşık 800 yıl boyunca çeşitli kabileler buraya yerleşmiş, huzur içinde kültürlerini ve dinlerini devam ettirmişlerdir. 1778 yılında İngiliz "Deniz Kaptanı James Cook", Hawaii takımadasına yelken açmış ve ilk Avrupa-Hawaii ilişkisini yaratmıştır. Tarihçiler hâlâ bu adaya Avrupa'dan ilk gidenin bir İspanyol olduğunu tartışmaya devam etmektedir. Avrupa ile ilişkiler sonucu bazı krallar tüm Hawaii adalarının kontrolünü almaya çalışmışlardır. Örneğin, ünlü "Kamehameha" Avrupalılarla ticaret yaparak onlardan barutlu silahlar elde etmiştir. Hawaii'de bilinmeyen barut teknolojisi sayesinde Kamehameha yavaş yavaş tüm adaları işgal edebilmiştir. Ona karşı çıkan bazı kabileler, oklarla ve mızraklarla kendi ülkelerini koruyamadıklarından, çareyi yüksek uçurumlardan atlamakta bulmuşlardır. İntiharı, teslim olmaktan çok daha iyi bir çözüm yolu olarak görmüşlerdir. Kamehameha'nın kazandığı topraklar ancak 1893'e kadar dayanabilmiştir. Son kral olan "Liliuokalani", "Hawaii Reform Partisi" (Reform Party of the Hawaiian Kingdom) tarafından yıkılmıştır. Son diktatörlükten sonra bir cumhuriyet kurulmuş ve dış ülkelere kapalı olan Hawaii ticareti, dünya ekonomisine katılarak üretimini ve ticaretini büyük ölçüde geliştirmiştir. Son olarak 1898'de Amerika himayesi altına girip, 1959'da bir referandumla Amerika Birleşik Devletleri'nin 50. ve sonuncu eyaleti olmuştur. Ayrıca Hawaii Amerika Birleşik Devletleri'ne bağlı olup Birleşik Krallık'ın bayrağını taşıyan tek eyalettir. Tüm Amerikalı eyâletlerinden en güneydeki olan Hawaii, birçok açıdan diğer eyâletlere göre çok farklıdır. Tek ada eyâletidir. Volkanlardan çıkan lavdan dolayı alan olarak hep büyümektedir. Bugün bildiğimiz Hawaii, su altı volkanlarından çıkan lavların katılaşıp kayalara dönüşmesiyle oluşmuştur. Bu takımada yaklaşık 18 küçük adacıklardan ibarettir. Fakat bunların sekizi ana adalar olarak tanımlanır. Bunlar Niihau, Kauai, Oahu, Molokai, Lānai, Kahoolawe, Maui, ve Hawaii adalarıdır. Hawai'i adası en büyüğü olduğu için ona daha çok "Büyük Ada" (Big Island) diye hitap ederler. Bu ismi takmalarının bir diğer nedeni ise bu adanın ismi takımadanın ismiyle aynı olmasıdır. Bu adalar yüksek ve volkanik dağlarıyla ünlüdürler. İklimi ve volka
nik toprağı bitki yetişimine çok elverişlidir. Lavların içindeki minerallerle oluşan toprak, dünyanın başka yerlerinde görülmemiş bitkilerin ve hayvanların oluşmasını sağlamıştır. Okyanusla kaplı ve kıtalardan uzak olduğundan dolayı, sıcaklık yıl genelinde fazla değişiklik göstermez. Sıcaklık genellikle 27 ve 16 °C arasıdır.Adada çok sayıda göl bulunmaz, fakat Büyük Ada'nın (Big Island'ın) "Mauna Loa" ve "Mauna Kea" dağlarının tepelerinde zaman zaman göller görülür. Hawaii'de yağışlar boldur.Ve ne zaman yağış alacağı tahmin edilememektedir. Gün içerisinde bol yağış ve sonra güneş görülebilir. Kaua Adası'ndaki "Waialeale Dağı", dünyadaki en fazla yağış alan ikinci yerdir. Her adada iki iklim bulunur. Yüksek dağlardan dolayı bulutlar adanın bir tarafında kalırken, öbür tarafta fazla bulut bulunmamaktadır. Bu nedenle her adanın bulutlu tarafı bol yağışlı ve yeşildir. Diğer taraf ise güneşli ve kuraktır. Örneğin Büyük Ada'nın (Big İsland'ın), Mauna Loa ve Mauna Kea dağları doğudan gelen bulutları bloke eder. Bundan dolayı doğudaki Hilo şehri bol yağış alırken, batıdaki Kona şehri bol güneş alır. Tüm oteller ve yüzme tesisleri güneşli Kona'dadır. O'hau adasındaki "Honolulu" şehri Hawaii'nin başkenti ve en büyük şehridir. Burada yüksek binalar, apartmanlar ve uzun otoyollar bulunmaktadır. Bazıları bu sanayileşmenin ve kentleşmenin adanın doğallığını ve güzelliğini suistimal ettiğini düşünür. Fakat diğer şehirlere bakıldığında doğa korunmuş ve ona özen gösterilmiştir. Bu şehirlerden en önemlilerinden bazıları Hilo, Kāne'ohe, Kailua, Pearl City, Waipahu, Kahului, Kailua-Kona, Kīhei, ve Līhu'e'dir. 2005'den itibaren Hawaii'nin nüfusu 1.275.194 olarak tahmin ediliyor. O'ahu adası da en kalabalık adadır. Hawaii eyâletinin üç resmi dili vardır. Çoğu Hawaii doğumlu insanlar Hawaii Creole İngilizcesini konuşurlar. Bu eski Hawaiice ile İngilizce'nin bir karışımı olup, genelde konuşulan dildir. Fakat ülkede İngilizce bilen turistler hiç zorluk yaşamazlar. Çünkü şehirlerdeki tüm yol işaretleri İngilizcedir ve çoğu insanlar İngilizceyi sorunsuz konuşabilirler. Kaptan James Cook Hawaii adasını bulmadan önce Hawaiice'nin yazısı yoktu. Avrupalı misyonerler buraya Hristiyanlığı yaymak için geldiklerinde Latin alfabesiyle kendi Hawaii yazılarını üretmişler ve bu yazı tarzı bugün de devam etmektedir. Bu yazı aynı Türkçe gibi okunur. Sadece kesme işaretinde bir duraksanır,sonra kelime devam ettirilir. Örneğin Kāne'ohe söylenirken kesme işaretinde kısa bir duraksama olur.Ya da Hawai'i de,son iki "i" arasında duraksanır. Ayrıca tüm adalarda yerliler turistlere Hawaiice öğretmek isterler. Genelde öğretilen iki kelime aloha (merhaba) ve mahalo (teşekkürler)'dur. Bu kelimeler tüm restoranlarda, otellerde, havalimanında ve hatta topluma açık tuvaletlerde bile görülebilir. Hawaii kültürü adanın sahillerinden, yeşil ormanlarından, büyük dalgalarından ortaya çıkmıştır. Herkeste bir yazlık havası, bir telaşsızlık vardır. Rahat oldukları kadar çok sıcak ve misafirperverdirler. Avrupa'nın ve diğer ülkelerin himayesi olmalarına rağmen kültürlerini koruyabilmişler, hatta kültürlerini yabancılara bile özendirmişlerdir. Fiziksel olarak aktif oldukları, stresten uzak durdukları için Amerikanın en uzun ömürlü insanlarıdır. Deniz;bir Hawaii yerlisinin en önemli parçasıdır. Spor olarak yüzme ve sörf dallarında birçok olimpiyat madalyaları almışlardır. Dünyanın en iyi sörfçüleri Hawaii denizinin kızgın dalgalarında yetişmişlerdir. Duke Kahanamoku isimli bir Hawaiili yüzme dalında Olimpiyat Madalyası kazanmış ve sörfü yaygınlaşmıştır. Böylece sörf onun sayesinde dünyaca yapılan bir spordur.Heykeli başkent Honolulu'dadır. Uzun otoyolların, yüksek binaların ve fabrikaların kurulmalarına karşı olup doğayı kirletmemeye özen gösterirler. John Keats John Keats (31 Ekim 1795-23 Şubat 1821), İngiliz şair. John Keats, dört çocuğun en büyüğü olarak 31 Ekim 1795'te Londra'da dünyaya geldi. Babası bir ticari işletme müdürüydü. Annesi de aynı işletmenin sahibinin kızıydı. Öğrenciyken çalışkanlığından çok cesaretiyle tanınırdı. John Keats sekiz yaşındayken babası bir kazada öldü. Altı yıl sonra annesi de veremden öldü. Yetim kalan John Keats, bir cerrahın yanına çalışmak üzere verildi. Pek sevmediği bir iş olsa da, orada titizlikle çalıştığı söylenir. On sekiz yaşına geldiğinde, zaten çoktandır sürdürdüğü yazma çalışmaları artık şiir eksenine kaydı. Kısa sürede şiir onun için bir tutkuya dönüştü. Yazılarından birinde, "Şiirsiz yapamayacağımı anladım" demektedir. Yirmi bir yaşındayken, çırak olarak başlayıp tam da önemli bir aşamaya geldiği tıp alanını bırakıp, kendini tümüyle şiire vermeye karar verdi. Kısa süre soonra yazar Leigh Hunt'la ve ressam Benjamin Robert Haydon ile dostluk geliştirdi ve böylelikle Londra'daki yazın çevresinin içine girdi. Bu çevre içinde dönemin ünlü simaları olan Percy Shelley, William Hazlitt ve Charles Lamb ile tanıştı. Giderek şiir üzerine daha çok okumaya ve daha çok şiir üretmeye başladı. Edmund Spenser'ı, John Milton'ı ve William Shakespeare'i çok iyi incelediği belli olan John Keats'ın şiirlerinde, bu şairlerin etkisine rastlanır. John Keats, yalnızca 25 yıl süren yaşamı boyunca üç kitap yayımladı: "Poems" (1925), "Endymion" (1818), "Lamia, Isabella, The Eve of St. Agnes, and Other Poems" (1820). Şiirlerinde, çevrede görülen sıradan nesnelerden hareketle evrensel düşüncelere açılan kapıları imgeler yoluyla yansıtır. John Keats, yaşamının son yıllarında, yaratıcı gücünün tam da doruğundayken, birden içine kapanık ve karamsar bir kişiliğe büründü. Hastalandı ve 1818 yılında kendisine bakan küçük kardeşi Tom'u veremden dolayı yitirdi. Aynı yıl, Fanny Brawne'e aşık oldu ve ona adadığı şiirler yazdı. Hastalığı arttı, parasal sorunlar yaşamaya başladı ve parasızlık yüzünden ne tedavi görebildi ne de evlenebildi. 3 Şubat 1820'de ilk kez kan kustu ve veremi artık ölümcül bir noktaya geldi. 23 Şubat 1821'de henüz 25 yaşındayken İtalya'da öldü. Keats, İngiliz şairlerle ilgili bütün ulusal ve yabancı antolojilerde her zaman yer alan, en çok bilinen ve sevilen şairlerden olagelmiştir. Derin, duygulu ve hırçın bir karakteri vardır. Bir şiirinde ("Ode On A Gracian Urn"') şöyle der: ""Güzellik doğruluktur, doğruluk ise güzellik, hepsi bu / Yeryüzünde bildiğin ve bilmen gereken her şey"" ("Beauty is truth, truth beauty, -that's all / Ye know on earth, and all ye need to know"). UFO (anlam ayrımı) UFO sözcüğü şu anlamlara gelebilir: UFO UFO (İngilizce: "Unidentified Flying Object"/tanımlanamayan uçan nesne); bilimsel bir açıklaması olmadığı ve genellikle dünya dışı yaşam taşıdığı iddia edilen gizemli nesne. Türkçede uçan daire kavramı da sıklıkla UFO anlamında kullanılır. UFO fenomenleri bazen sadece gözlemcilerin iddiasından, bazen de çeşitli kayıt cihazlarıyla elde edilen görüntü ve/ya seslerden ibarettir. UFO'larla ilgili kayıt ve iddiaları inceleyen kişilere ufolog, bu uğraşa ise ufoloji adı verilir. Daha öncesinde de UFO gözlemleri yapılmış olmakla birlikte, gözlem raporları 1950’li yıllardan itibaren, özellikle ABD’de büyük bir artış göstermiştir. Bu yıllardan itibaren günümüze kadar on binlerce UFO iddiası kaydedilmiştir. UFO'lar İngilizcede "flying saucer" (uçan çay tabağı) olarak da bilinir. Bunun nedeni ilk ünlü UFO vakası olarak kayıtlara geçen ve 1947'de ABD'de meydana gelen bir olaydır. İş adamı Kenneth Arnold hususî, küçük uçağı ile Washington'daki Rainier Dağı civarında uçarken, 9 tane, "hilal şeklinde" uçan nesne gördüğünü ve "nesnelerin suda sektirilen çay tabakları gibi hareket ettiğini" iddia etti. Haberi yayımlayan gazete hatalı olarak "nesnelerin çay tabağı (saucer) şeklinde olduğunu" yazdı ve "flying saucer" adı yerleşti. UFO iddiaları çok eski zamanlardan beri yapılmaktadır. Kimi ufologlara göre, İspanya'daki Altamira Mağarası'ndakiler veya Cougnac'taki (Fransa) Lot (Pech-Merle) Mağarası'ndaki tuhaf tasvirler UFO tasvirleri olabilir. Ayrıca Cezayir’deki Tassili freskleri gibi bazı resim ya da heykelcikler ilginç biçimde 20. yüzyıldaki raporlarda betimlenen uzaylı tasvirleriyle benzerlik göstermektedir. Bu durum bazı ufologlar göre, UFO fenomeninin insanoğlu hava araçlarını icat etmeden önce de mevcut olduğunun bir kanıtıdır. Fakat eski zamanlarda gözlemlenen bu tuhaf fenomenlerin kuyrukluyıldızlar, parlak meteorlar ya da atmosferdeki optik fenomenler olduğu sanılmaktadır. Eski zamanlardaki bu tür olguların incelenmesi retro-ufoloji olarak adlandırılmaktadır. Geçmişteki bu tür gözlemlere şunlar örnek olarak gösterilebilir: Ünlü okültistlerin yaşadığı bu dönemlerde, dinin etkisiyle göksel fenomenler ilahî mesajlar olarak veya büyücülerin sorumlu tutulduğu uğursuz işaretler olarak yorumlanmıştır. Bu fenomenler o dönemde doğaüstü mucizeler, melekler ve gelecek hakkında haber verici alametler olarak yorumlanmıştı. Bu dönemlerde yapılan UFO gözlemlerinin sanat eserlerine de yansımış olması mümkündür. UFO gözlemlerinin yansıtıldığı ileri sürülen sanat eserlerinden bazıları şunlardır: UFO ve uçan daire terimlerinin ortaya çıkmasından önce belirli sayıda, tanımlanamayan tuhaf hava fenomenleri raporları tutulmuştu. Bu raporlar 19. yüzyıl ortalarından 1940'lı yılların sonuna kadarki zaman diliminde tutulmuştu. Bunlardan bazıları şöyle özetlenebilir: UFO fenomeni II. Dünya Savaşı'nın ardından, özellikle Kenneth Arnold adlı bir Amerikalı iş adamının 24 Haziran 1947’deki tanıklığından sonra kamuya yansıdı. Kenneth Arnold UFO'ları Washington eyaletinde, Mont Rainier yakınlarında özel uçağıyla seyretmekteyken gözlemlemişti. İfadesine göre, ters çevrili fincan tabağı gibi hareket eden, hilal biçiminde çok parlak 9 nesne görmüştü. Mont Rainier'dan Mont Adams'a doğru uçan bu nesneler çok hızlıydı. Arnold uzunluklarının 12–15 m arasında olduklarını ve hızlarının en azından saatte 1800 km olduklarını iddia etti. Beyanatında Arnold “"kazlar gibi, diyagonal bir zincir oluşturarak, sanki birbirlerine bağlıymışçasına uçuyorlardı; hareketleri su üzerinde sekerek kayan bir fincan tabağını andırıyordu"” dem
iştir. Bu olayı özellikle ABD'de binlerce tanıklık izledi. Önemli bir tanıklık da 4 Temmuz'da, dünyanın en büyük şirketlerinden biri olan, Amerikalı havayolu şirketlerinden United Airlines'in bir uçuş ekibinden gelmişti. Ekip, 4 Temmuz akşamı Idaho üzerinde daire biçimli 9 nesnenin uçaklarına eşlik etmiş olduklarını açıklamıştı. Bu tanıklık medyada daha büyük yankı buldu ve Arnold’unkinden daha inanılır, güvenilir bulundu. Müteakip günlerde gazetelerin çoğu uçan daire olaylarını baş sayfada yayımlamaya başladılar. 4 Temmuz 1947'de tüm dünyada büyük yankı uyandırmış Roswell Olayı meydana geldi. O gün Roswell yakınlarındaki bir çiftliğin sahibi Mac Brazel ve komşuları yerde bir enkaz olduğunu fark etti ve Mac Brazel bunu en yakın askerî üsse haber verdi. Roswell Army Air Field (RAAF) üssünden genç bir subay (teğmen Walter Haut) o zaman basınla ilk teması gerçekleştirerek ordunun Roswell'deki bir çiftlik civarında bir uçan daire enkazı ele geçirdiğini açıkladı. Bu açıklama medyada güçlü bir ilgi uyandırdı. Kenneth Arnold’un gözlemi basında bu olaydan bir ay önce yer almış ve öyle güçlü bir yankı bulmuştu ki, artık askeriye de dahil herkes konuyla ilgilenir halde bulunuyordu. Roswell Olayına ilişkin ilk açıklamanın ertesi günü üssün sorumlu komutanı olan, 8. Hava Kuvvetleri Komutanı general Roger Ramey, genç subayın açıklamasını tashih edici bir açıklama yayımladı ve uçan daire sanılanın yalnızca bir meteoroloji balonu olduğunu açıkladı..Bir basın konferansı düzenlendi ve gazetecilere meteoroloji balonu tezini doğrulayıcı mahiyette bazı kalıntılar gösterildi. Olay gündemden düştü ve yaklaşık otuz yıl boyunca, ABD'deki ilk büyük UFO akınının sonuna kadar unutulmuş olarak kaldı. 1978'de binbaşı Jesse Marcel 1947'deki Roswell enkazı parçalarını toparlamaya çalıştı ve televizyonda bunların kesinlikle Dünya-dışı kökenli olduklarını ve vaktiyle üssün sorumlu komutanı olan general Ramey’in gazetecilere gösterdiği parçaların Roswell olayından kalan gerçek parçalar olmadığını açıkladı. Sonradan ufolog olan nükleer fizikçi Stanton T. Friedman gibi o da, ordunun, uzay gemisini ele geçirişini kamudan saklamış olduğu kanısındaydı. Bundan sonra bu olgu ya da bu hikâye UFO amatörlerine ve ufoloji dergilerine konu olmuştur. Şubat 1980'de "National Enquirer" Gazetesi'nin binbaşı Jesse Marcel'in görüşlerini yayımlamasıyla Roswell olayı yeniden gündeme geldi. Bunun üzerine yeni tanıklıklar da birer birer ortaya çıkmaya başladı ve Roswell olayı ek bilgilerle daha ayrıntılı bir konum kazanmaya başladı. Örneğin bu tanıklıklara göre, o dönemde Dünya-dışı enkazın parçalarını yeniden birleştirmeye ve hatta uzaylıların kadavrası üzerinde otopsi yapmaya yönelik bir askerî operasyon yapılmıştı. Vaktiyle Roswell Hava Üssü’ne morg hizmeti veren ve Ballard Cenazeevi’nde çalışan, cenaze işleriyle meşgul emekli bir müteşebbis Glenn Dennis, 1989’da, vaktiyle Roswell Üssü’nde uzaylıların cesetleri üzerinde otopsi yapılmış olduğunu doğruladı.. Vaktiyle, 1947’deki Roswell Olayı'nda gazetecilere açıklama yapmış olan general Ramey’in amiri ve Forth Worth Üssü Kurmay Başkanı olan general Thomas J. Du Bose 1991'de, Roswell olayından üsse aktarılan enkaz parçalarının yerine meteoroloji balonu parçalarının gösterilmiş olduğunu doğruladı. Bu yeni gelişmeler karşısında ve ABD Kongresi’nin bir soruşturması sonrasında, Kongre'ye ait, kısa adı GAO (Government Accountability Office) olan Devlet Denetleme Kurulu, A.B.D. Hava Kuvvetleri'nden bir iç soruşturma açılmasını istedi. Bu soruşturmanın sonucu iki rapor halinde özetlenmiştir: Hava Kuvvetleri, UFO’lar konusunda uzun yıllar süren bir suskunluktan sonra ilk defa 1994 Eylül’ünde, kamuya bir açıklama yapmak zorunda kalmıştı; hazırlanan raporda, Hava Kuvvetleri, söz konusu olayda gerçekten bir meteoroloji balonunun söz konusu olmadığını itiraf ediyordu. 1995’te yayımlanan ilk rapor 1947’de keşfedilen parçaların devletin Mogul Projesi adlı gizli bir programına ait olduğu sonucuna varmıştı. Ayrıca raporda, o dönemde Roswell Ordu Hava Üssü’nden gönderilen tüm yazılı belgelerin gerekli izin alınmaksızın yok edildiği bildirilmekteydi. 1997’de ise ikinci bir rapor oluşturuldu. Bu rapor, uzaylıların cesetleriyle ilgili tanıklıkları doğrular gibi görünüyordu; rapora göre ölüm ve yaralanmalara neden olan bir askerî kaza söz konusuydu, raporda 1950 yılları sırasında sürdürülen "High Dive" operasyonunda olduğu gibi, insansı maketlerin üzerindeki çalışmalardan söz ediliyordu. Bu rapor, en azından, söz konusu üssün o döneme ait tüm resmî evraklarının (Mart 1945-Aralık 1949) ve tüm radyo mesajlarının (Kasım 1946-Şubat 1949) yok edilmiş olduğunu ortaya koyarak, Roswell Olayı’nda kapandı sanılan tartışmanın halen kapanmamış olduğunu ortaya koyuyordu. Belgelerin ne zaman, kim tarafından ve kimin emriyle yok edildiğinden de söz edilmemekteydi. Bu raporları, uzaylıların Dünya’yı ziyaret ettiği tezini benimsemiş taraftarlar devletlerin "yanlış bilgi verme" (dezenformasyon) politikasının örneklerinden biri olarak yorumlarken, kimi ufologlar ise olayda gerçekten Dünya-dışı bir uzay gemisinin söz konusu olma olasılığını azaltan belgeler olarak yorumlamışlardır.. (27 Mayıs 1995’te) Londra Müzesi'nde bir basın toplantısı yapan İngiliz televizyon yapımcısı Ray Santilli (İngiliz video prodüksiyon şirketi Merlin Group'un başkanı) ABD ordu istihbarat birimlerine ait olduğunu açıkladığı bazı filmleri kamuya sundu. 1947'deki Roswell UFO kazası sonrasında çekildiği ileri sürülen, 16 mm.'lik 14 bobinden oluşan ve 90 dakikadan fazla süren bu filmler, bazı insansılara yapılan otopsi sahnelerini içeriyordu. Santilli filmleri, ordu için çektiği filmlerin bir kopyasını da kendisine saklayan 82 yaşındaki ordu fotoğrafçısı Jack Barnett’ten elde etmişti. Film önce BBC aracılığıyla dünyaya tanıtıldı; daha sonra çeşitli televizyon kanallarında yayınlanıp, çeşitli dergilere kapak oldu. Ortaya çıkan otopsi görüntüleri üzerinde ordu kaynakları otopsideki görüntülerin sadece maketlerden ibaret olduğunu gerçeklikle ilgisi olmadığını söylemişlerdir,fakat ortaya çıkan tanıkların ifadelerine göre bu canlılar enkazdan çıkarılıp askeri koruma eşliğinde otopsi odasına getirildiklerini açıklamışlardır.Medyaya ardı ardına çıkan tanıkların bir anda açıklama yapmaları ise Amerikan hükümetinin olayı bilen bilimadamlarına koyduğu susma yasağının delinmesi üzerine diğerlerinin sesinin kesilme olasılığına karşı kendilerini korumak için ifşa oldukları böylece başlarına bir şey gelme olasılığını bertaraf ettikleri düşünülüyor. UFO’lar ve uzaylılar (Dünya-dışı canlılar) konusu 1950’li yıllardan beri uluslararası bir kültürel olgu durumuna gelmiştir. Konuya ilişkin olarak halkbilimci Thomas E. Bullard şöyle der: “"UFO’lar modern bilinci dayanılmaz bir güçle istila ettiler ve bu konuda durmaksızın yayımlanan kitaplar, makaleler, gazete başlıkları, filmler, televizyon yayınları, çizgi filmler, ilanlar vs. dalgası bu olguyu doğrulamaktadır."” 1977 yılında yapılan bir istatistikî araştırmaya (Gallup Poll) göre, A.B.D. eski başkanı Gerald Ford'un Beyaz Saray’dan ayrılmasının üzerinden 9 ay geçmiş olmasına rağmen, insanların yalnızca % 92’si onun adından söz edildiğini duymuşken, insanların % 95’i UFO’lardan söz edildiğini duyduğunu belirtmiştir (Bullard, 141). Yine Gallup Poll tarafından 1996’da yapılan bir başka istatistikî araştırmaya göre, A.B.D.’deki insanların %71’i devletin UFO’larla ilgili enformasyonları gizlediğine inanmaktadır; 2002’de Sci Fi televizyon kanalı için Roper Poll tarafından aynı konuda yapılan istatistikî araştırma da benzer sonucu vermiş ve bunun yanı sıra, gitgide daha fazla insanın UFO’ların Dünya-dışı kökenli olduğuna inandığı sonucunu ortaya koymuştur. 1990’lı yıllardan beri, UFO fenomeninin bir tür aldatmaca olmadığı yönünde gelişmeler olmaktadır. Aslında “Güneş-sistemi dışı gezegenler”in varlığının keşfinden itibaren bilim insanları topluluğunda ve kamuoyunda evrende yalnız olmadığımız fikri giderek ağır basmaktadır ki, bu da Dünya’nın uzaylılar tarafından ziyaret edilmesi hipotezinin pek mantıksız olmadığı yönündeki görüşü gitgide desteklemektedir. Uçan dairelerin Dünya-dışı zeki yaratıklara ait olmalarına ilişkin hipotez (Fr.HET- İng.ETH) UFO’lar ya da Dünya-dışı canlılar konusu edebiyatta ilk kez H. G. Wells’in “Dünyalar Savaşı” adlı romanıyla gündeme gelmiştir. Bilim-kurgu romanları içinde ilklerden biri olan bu roman sonradan iki kez sinemaya uyarlanmıştır; biri 1953’te Byron Haskin tarafından, diğeri Üçüncü Türden Yakınlaşmalar ve E.T. the Extra-Terrestrial filmlerinin de yapımcısı olan Steven Spielberg tarafından 2005’te gerçekleştirilmiştir. 20.yy. başlarında uzaylıların varlığı konusuyla dalga geçmek üzere, “küçük yeşil adamlar” ya da “Merihliler” teriminin kullanıldığı görülür. Rengin yeşil seçilmesi, muhtemelen Edgar Rice Burroughs’un Merihli türlerinden söz ettiği “A Princess of Mars” (1912) adlı romanında bir türün deri renginin yeşil olmasından kaynaklanıyordu. Bu renk daha sonra Harold Sherman (The Green Man,1946) ve Damon Knight (The Third Little Green Man, 1947) gibi birçok yazar tarafından da benzer anlamda kullanılmıştır. Fakat UFO konusu halkbilimsel açıdan en önemli dönemeci Erich von Däniken’in “Tanrıların Arabaları” (Chariots of the Gods) kitabının 1970’te yayımlanmasıyla almıştır. Yazar, kitabında Dünya-dışı zeki varlıkların Dünya’yı binlerce yıldır ziyaret ettiğini ileri sürüyor ve bu iddiasını çeşitli arkeolojik örneklerle ve çözülememiş sırlarla desteklemeye çalışıyordu. Aslında bu tür fikirler yeni sayılmazdı. Örneğin astronom Carl Sagan 1966’da yayımlanan “Evrende Zeki Yaşam” (Intelligent Life in the Universe) adlı kitabında Dünya-dışı canlıların sporlar düzeyinde de olsa milyonlarca yıldan beri Dünya’yı ziyaret etmekte olduğunu yazmıştı. Bu hipotezler aynı yoldan gidecek birçok yazara öncülük işlevi gördüler ve birçok izleyiciye ilham kaynağı oldular ki, bunlardan bazıları Kitab-ı Mukaddes’teki bazı pasajları Dünya-dışı temasların olabileceği fikriden hareket ederek ele aldılar. Bu tür yorumlardan çoğu biyoloj
ideki insanın evrimini Dünya-dışı müdahalelerle açıklamaya eğilimliydi. Bu tür bir fikir, filminde işlendi. UFO fenomeni 1980’li yıllarda, özellikle A.B.D.’de, Whitley Strieber’ın (Communion) ve Jacques Vallée’nin (Passeport pour Magonia) kitaplarının yayımlanmasıyla, yeni bir dönemece girdi. Korku romanları yazarı Strieber’ın etkisiyle artık daha çok “uzaylıların Dünyalıları kaçırması” gibi tedirgin edici konular işlenmeye başladı ve "Gizli Dosyalar" gibi televizyon dizileri ortaya çıktı. Bununla birlikte bu edebiyatta da uzaylılara genellikle iyi roller veriliyordu. David Jacobs ve Budd Hopkins gibi yazarlar insanlığın Dünya-dışı canlılarca genetik olarak etkilenmesini de işlediler. Psikiyatr John Mack (1929-2004) Dünya-dışı “istilacılar”ı insanlığa bilgelik getirmeye çalışan sert, fakat iyi rehberler rolü verdi. Son on yıl UFO’lar ve uzaylılar konusundan esinlenen filmler açısından çok zengin bir şekilde geçmiştir. Son zamanlardaki filmler arasından özellikle Roland Emmerich’in Kurtuluş Günü (1996), Robert Zemeckis’in “ Mesaj ” (1997) ve M. Night Shyamalan’ın “İşaretler” filmi ilgi çekmiştir. 1950’li yıllardan itibaren UFO fenomeniyle ilgili, “temas grupları” adı da verilen mistik tarikatlerin ortaya çıktığı görülmüştür. Bu tür gruplar genellikle semavi varlıklarla ya da uzaylılarla doğrudan ya da dolaylı (telepatik) olarak temas halinde olduğunu iddia eden bir guru ya da bir lider çevresine toplanmış müritlerden oluşmaktadır. Bu tür liderlerin en eskilerinden biri, nükleer silahların artışı tehlikesi karşısında Dünya insanlığını uyarmak isteyen bir Venüs’lüyle doğrudan temasta bulunduğunu iddia eden Georges Adamski’dir. Adamski büyük ölçüde gözden düşmüş ve saygınlığını yitirmiş olmakla birlikte, "Fondation Adamski" adıyla kurulan bir kurum, yazılarını yayımlamıştır. İngiliz mistik George King tarafından 1955-1956’da Londra’da kurulan "The Aetherius Society" ve Ernest L. ve Ruth Norman tarafından 1954’de kurulan "Fondation Unarius" bu tür oluşumların eskilerine örnek olarak gösterilebilir. Bu tür grupların Dünya-dışı kaynaklardan aldıklarını ileri sürdükleri mesajların ana konusu nükleer silahlardaki artış tehlikesi karşısında insanlığın uyarılmasıdır. Dünya-dışı temasta olduklarını ileri süren yeni gruplara örnek olarak "Heaven Gate", "Raëlism","Ashtar Galactic Command" grupları gösterilebilir. Günümüzde, bu tür “temas tarikatları”nın gerek eskileri gerekse yenileri, Hıristiyanlık unsurlarının ve Doğu dinleri unsurlarının "uzaylıların Dünyalılar’a karşı 'iyi dilekli' oluşu"ndan yola çıkan fikirlerle bağdaştırıldığı bir dünya görüşüne sahiptir. 1970 yıllarında, New Age akımının UFO’lar ve uzaylılardan söz eden kitaplarının yayımlanmasıyla, konuya daha geniş açıdan bakılmaya başlanmış ve UFO’ları doğaüstü ve okült konulara da bağlayan bir yenilik hareketinin oluştuğu görülmüştür. Her ne kadar UFO’ları okült ve dinsel kavramlarla bağdaştırma hareketleri 1950’li yıllardaki temas gruplarında da az çok görülmüşse de 1970’lerde bu bağdaştırma hareketleri son derece geniş bir skala içine yayılmıştır. New Age akımı mensuplarının çoğu Dünya-dışı canlılara inanmış ve onlarla temas kurma girişimlerinde bulunmuştur. Bu akımın ünlü sözcülerinden biri sinema oyuncusu Shirley MacLaine’dir. “Siyah giysili adamlar” (İng. Men in black, MIB) ya da “siyah giyen adamlar” Amerikan folklorunun bir ürünü olan, hayalî kişileri belirten genel bir terimdir. Sözde var olan bu kara giysili, son derece tehlikeli kişilerin amacının Dünya-dışı canlılara ilişkin bilgilerin insanlığa ulaşmasını engellemek olduğu varsayılır. Kendilerini genellikle Amerikan federal hükümeti adına çalışan ajanlar olarak takdim ederler. Dünya-dışı bir fenomene tanık olanın evine ertesi gün ya da azami birkaç aylık bir süre sonra bir ya da birkaç kişi (genellikle üç kişi) olarak gelirler, bazen içlerinden biri kadın da olabilir. Tanık onları genellikle olayı örtbas edip gizlemekle görevli hükümet ajanları olarak, bazen de esrarengiz amaçları olan Dünya-dışı canlılar (uzaylılar ya da insansılar) olarak görür. Genellikle II. Dünya Savaşı’nı izleyen yıllardaki stilde, siyah, koyu renkli ya gri giysiler giyinirler, varsa, arabaları da bu döneme ait bir araba olur. “Siyah giyen adamlar” konusunu Gray Barker ufolojinin klasiklerinden biri sayılan, makalelerini bir araya getirerek oluşturduğu “Onlar uçan daireler hakkında çok şey bildiler” ("They knew too much about flying saucers") adlı kitabıyla gündeme getirmiştir. Bu kitabın yayımlanmasından on yıl kadar sonra John C. Sherwood, Gray Barker’in ufolojik fanzinindeki metinlerin (makalelerindeki metinlerin) aslında bilim kurgu hikâyelerinin metinleri olduğunu açıkladı. Yani John C. Sherwood’a bakılırsa, “siyah giyen adamlar” Amerikan folkloruna geçmeden önce piyesler halinde yaratılmış bir efsane idi. Senaristler bu konudan yararlanmakta gecikmediler ve “siyah giyen adamlar”ı konu alan televizyon dizileri yaptılar. Ayrıca bu konuyu işleyen bir çizgi romanlar(Men in Black, Martin Mystere) ve iki film ("Men in Black" ve "Men in Black 2") üretildi. UFO gözlemlerinin çoğu, gözlemlerinin gerçekliği hakkında elle tutulur bir kanıt veremeyen bir veya birkaç kişinin az çok kesin bir tanıklığı üzerine kuruludur. Yalnızca tanıklıklar üzerine kurulu olaylardan başka, nadir olmakla birlikte, doğrudan veya dolaylı fiziksel unsurlarla desteklenen olaylar da vardır. Olayların bir kısmı devletlerin çeşitli bilimsel ve askerî otoritelerince yapılan soruşturmalarla araştırılmıştır. Bu olaylardaki doğrudan fiziksel veriler genellikle radarlarla veya fotoğrafik cihazlarla yapılan saptamalar, dolaylı fiziksel veriler ise toprak üzerinde UFO’larca oluşturulduğu varsayılan izler, ancak elektromanyetik etkiyle oluşabilecek izler ve çevrede yaratılan bir karışıklık izleridir. UFO olaylarının çoğu, gökte veya yerde bir ya da birçok kişi tarafından birtakım nesnelerin ya da ışıkların gözlemlenmesinden ibaret olan “tanıklıklar kategorisi”nde yer alır. Bu tanıklıkların çoğundan “doğrudan kanıtlar”ın (örneğin bir fotoğraf) ya da “dolaylı kanıtlar”ın (örneğin yerde bırakılan izler) yokluğu nedeniyle soruşturmacılar pek yararlanamazlar. Geniş kitlelerce (toplu olarak) yapılan UFO gözlemlerinin sayısı çoktur. Belçika UFO Akını (Dalgası),Mexico UFO Akını ve Los Angeles Savaşı kitlesel UFO gözlemlerine örnek olarak gösterilebilir. Fransa’daki bazı UFO olayları da GEIPAN tarafından listelenmektedir ki, bu listedeki kitlesel UFO gözlemlerinden biri Aldudes Olayı olarak bilinen, Aquitaine’de 2 Şubat 1985’te yapılan UFO gözlemidir. Kalabalık bir insan topluluğu tarafından görülen bu UFO, ışıklı olup beyaz, kırmızı ve yeşil renklerde ışıklar saçıyordu. UFO daha sonra Ardennes’de (Fransa) ve İspanya’da da gözlemlendi. Fransa’daki bir başka kitlesel gözlem Vaucluse Olayı ya da Hautes-Pyrénées Olayı olarak bilinir. UFO fenomeninin incelenmesi için yararlanılabilen başlıca öğeler fotoğraflar ve video kameralarıyla çekilen filmlerdir. UFO fotoğrafları üzerine yapılan bir analiz bu fotoğrafları üç kategoride sınıflandırmıştır: Fotoğrafik aygıtlarla kaydedilmiş, tanınmış UFO olaylarından bazıları şunlardır: Bu veriler UFO’ların yere konmasıyla meydana geldiği ileri sürülen yanık veya kurumuş yer, yanık veya zarar görmüş bitki örtüsü, manyetik gariplikler, ışınım seviyesindeki artışlar ve bazı madenî izler gibi fiziksel izlere dayalıdır. Yöntembilimsel açıdan bakılırsa, tüm ileri sürülen fiziksel izler veya "ekin çemberi" (İng. Crop-circle) denilen nedeni açıklanamayan garip oluşumlar ile UFO’lar arasında kesin bir ilişki kurmak imkânsızdır. Çevredeki değişiklikler ve bozulmalar UFO’lardan başka nedenlere de bağlı olabilir. Bununla birlikte UFO olaylarının bazılarında, bir UFO’nun konduğu gözlemlenen yerlerde birtakım izlere rastlanılmıştır; bu olaylarda izler ve gözlem birbirini desteklemektedir. Gözlem ve izlerin birbirini desteklediği ünlü UFO olaylarına "Rendelsham Olayı"(Birleşik Krallık) ve Trans-en-Provence Olayı(Fransa) örnek olarak gösterilebilir. Ayrıca, yerde bilinmeyen bir nedenle beliren, "ekin çemberi" denilen garip oluşumları inceleyen grupların en titizlerinden biri sayılan BLT Araştırma Ekibi’nin araştırmacıları bu tür oluşumlarda nadir radyoaktif izotoplar keşfetmişler ve bu oluşumların çevresindeki bazı bitkilerin çekirdeklerinde derin yapısal değişikliklerin oluştuğunu saptamışlardır. UFO gözlemine tanık olanlardan bazıları UFO gözlemleri sırasında ya da UFO geçip gittikten sonra baş ağrıları, ses kaynağı olmadığı halde birtakım sesler duyma (İng. tinnitus), mide bulanması, deri ve kornea yanıkları (örneğin Falcon Lake Olayı’nda) ve "geçici felç" gibi birtakım fiziksel etkilere maruz kaldıklarını beyan etmişlerdir. Ayrıca radyoaktif zehirlenme geçirenler de olmuştur (örneğin Cash-Landrum Olayı’nda). Bununla birlikte UFO olaylarının çoğunda bu fiziksel etkiler veya yanıklar birer tıbbi kanıt olarak göz önüne alınamamaktadır; bu tutumda bunların sıradan yanıklar olması ve dalga geçme amaçlı olma olasılığının etkisi büyüktür. Bu tür fiziksel etkilere maruz kalınmış UFO olaylarına Fransa’dan şu iki olay örnek olarak gösterilebilir: Görsel gözleme paralel olarak, UFO’ların kontrol kulelerindeki sivil veya askerî kalifiye operatörler ve personel tarafından radarlarla da saptandığı ve izlendiği UFO olayları, genellikle en verimli UFO olayları olarak kabul edilirler. Bu tür UFO olaylarından bazıları şunlardır: UFO’ların neden olduğu ileri sürülen elektromanyetik girişimler genellikle otomobillerin arıza yapmasıyla, elektrik kesilmeleriyle, radyo ve televizyon yayınlarıyla, iletişimle ve hava ulaşımıyla ilgili elektromanyetik girişimlerdir. NASA’daki bilim insanı Dr. Richard F. Haines tarafından bu konuda uçak kazalarıyla ilgili olarak derlenen liste otuzdan fazla uçak kazası olayını içermektedir. 1976’da Tahran’da 18 Eylül'ü 19 Eylül'e bağlayan gecede meydana gelen "Tahran Olayı" bu tür olaylar içinde en tanınmış olanıdır. 3 Eylül 1985 gecesi Lyon’da (Fransa), saat 22.00 sularında pek çok tanık futbol topu iriliğinde bir küre göz
lemledi. Küre şehir merkezindeki Edouard Herriot nehir limanındaki sulara dikine inerek, sessizce düştü. Işıklı küre yeşil renkte bir floresan halesiyle çevriliydi. O an devriye görevindeki polis arabasının tüm ışıkları herkesin gözü önünde yanıp sönmeye başladı. Daha sonra bir dakika boyunca, civarda bulunanlar suyun dibinde yaklaşık 30 m. çapında beyazımsı-sarı renkte bir ışık gördüler. Bu düşüş Lyon kentinin dışında kalan, civardaki yerleşim birimlerinde yaşayanlarca da gözlemlenmişti. Yüzeyde yapılan ilk incelemelerde çok güçlü olmamakla birlikte bir radyoaktivitenin varlığı saptandı. Jandarma Kuvvetleri’nce açıklanamayan bu fenomen kimliği tanımlanamayan fenomenler listesine eklendi. Yaklaşık elli yıldan beri UFO fenomeni üzerine devletlerin çeşitli organlarınca ve inceleme kurumlarınca sürdürülen resmî bilimsel incelemelerde bulunulmuştur. Condon Raporu gibi bazı resmî incelemeler bu konudaki derin araştırmaların bilimi geliştirecek bir yanı olmadığı yönünde sonuca varırken, GEPAN’ın incelemeleri gibi bazı incelemelerde, nötr kalma tercih edilmiş ve bu tür karmaşık olayların açıklanmasında bilimsel incelemelerin devam etmesi önerilmiştir. COMETA Raporu ve Estimate of the situation Raporu gibi, az sayıdaki bazı özel ve resmî incelemelerde ise varılan sonuçlarda “Dünya-dışı canlılar hipotezi”nin lehinde görüş belirtilmiş ve devletlerin resmî tavırları ve bilimsel topluluk eleştirilmiştir. ABD UFO fenomeni üzerine soruşturma başlatmaya 1940’lı yılların sonlarında karar verdi ve konuyu soruşturmak üzere farklı komisyonlar oluşturdu. 9 Temmuz 1947’de A.B.D. Hava Kuvvetleri İstihbarat Servisi F.B.I. ile işbirliği yaparak Kenneth Arnold’un ve United Airlines’in uçuş ekibinin tanıklığı gibi en güvenilir UFO tanıklıklarını incelemek üzere gizlice bir soruşturma başlattı. İstihbarat Servisi, beyanında “"böyle bir fenomenin gerçek olup olmadığını saptamak için ilişkili olduğu tüm bilim insanlarından yararlanma yoluna"” gidileceğini bildirdi. Ayrıca araştırma, beyanata göre, “"uçan nesneler göksel bir fenomen ya da mekanik vasıtalarla sevk edilen tuhaf nesneler de olabilirler şeklindeki bakış açısı terk edilmeden"” sürdürüldü. Üç hafta sonra şu sonuca vardılar: “"Uçan daire hikâyeleri hiç de hayal ürünü veya bazı doğal fenomenlerin abartılmasından ibaret değildir. Gerçekten bir şeylerin uçması söz konusudur."” Hava Kuvvetleri’nin Levazım Komutanlığı'na bağlı Teknik ve İstihbarat Birimleri tarafından bir ek soruşturma daha yapıldı ve aynı sonuçlar elde edildi. Varılan sonuç şuydu: “"Fenomende, tanıkların görme duyusuyla ilgili yanılgılardan öte, gerçek bir şey var. Bunlar disk biçiminde, metalik görünüşlü ve uçaklarımız gibi büyük cisimlerdir."” Ayırt edici özellikleri; “"yükseliş hızları, son derece yüksek manevra kabiliyetleri"”, genellikle gürültü çıkarmadan, havaya bir şey yaymadan ve bazen grupça uçmaları ve “"bir uçak veya radarca saptandıkları an düşmanca bir niyete sahip olmadıkları halde kaçma davranışı göstermeleridir."” Hava Kuvvetleri’nin 1954’teki 200-2 talimatı UFO’ları “"bir davranışa sahip, aerodinamik veya alışılmamış özellikler gösteren, bilinen hiçbir uçak ya da füze tipine benzemeyen ya da alışılmış hiçbir cismin mutlak olarak eşi, benzeri olmayan her cisim"” olarak tanımlamaktaydı. Bu talimat B kategorisindeki UFO’ların “"A.B.D.’nin güvenliği bakımından olası bir tehdit"” olarak incelenmesi gerektiğini ve teknik durumlarının ortaya konmasını şart koşuyordu. Ayrıca Hava Kuvvetleri açıklanmamış olaylarla ilgili olarak basınla tartışmama ya da izinsiz beyanat vermeme konusunda uyarıldı. Kısaca, 1947 yılının Eylül sonunda UFO fenomeninin resmî olarak incelenmesi Hava Kuvvetleri’nce yapılmıştı. Bunu 1947 yılının sonunda Sign Projesi soruşturması izledi ki, bu soruşturma 1948 sonunda Grudge Projesi soruşturmasına dönüştü. Bu soruşturmalar Hava Kuvvetleri’nin bu konudaki resmî soruşturmalarına 1970’te nokta koyan, 1952’de başlatılan ünlü Mavi Kitap (İng. Blue Book) Projesi soruşturmasıyla tamamlandı. “Uçan fincan tabakları” (İng. flying saucers) terimi yerine “UFO” teriminin kullanılmasını öneren kişi, “uçan fincan tabakları” teriminin gözlemlerin çeşitliliğini yansıtmadığını düşünen, Mavi Kitap Projesi’nin başında bulunan, yani bu projede birinci müdür olan yüzbaşı Edward J. Ruppelt’tır. Ruppelt söz konusu alandaki deneyimini “UFO” teriminin ilk kez kullanıldığı kitap olan ""The Report on Unidentified Flying Objects"" adlı kitabında anlatmıştır. Sign Projesi ilk uçan daire gözlemlerinden sonra, general James Harold "Jimmy" Doolittle’ın 1946’da « hayalet füzeler » olayı sırasındaki bir soruşturmasının ve general Schulgen tarafından 1947 yazında yapılan, "uçan nesnelerin maddi gerçekliği"ni ortaya koyan incelemesinin ardından başlatıldı ve A.B.D. Hava Kuvvetleri’nin UFO’lar üzerine ilk resmî bilimsel incelemesi oldu. Bu proje Hava Kuvvetleri’nin Ohio’daki Write-Patterson Üssü’nde Hava Levazım Komutanı general Nathan F. Twining’in girişimiyle 1947 yılı sonunda başlatıldı ve 1948 yılı sonuna kadar sürdü ve 16 Aralık 1948’de yerini Grudge projesine terketti. Proje yüzbaşı Robert R. Sneider’in başkanlığında sürdürüldü. Proje “dar kapsamlı bir başlangıç” olarak sınıflandırılmakla birlikte, varlığı kamunun geniş kesiminde duyuldu ve kamuda adından genellikle “Fincan tabağı Projesi” olarak söz edildi. Proje, bilim insanlarından oluşan, UFO’ların yıldızlarla ve meteorlarla karıştırılmaması için UFO olaylarında “ayırt etme görevi”yle sorumlu astronom Josef Allen Hynek gibi bilim danışmanlarını bünyesinde bulunduruyordu. Sign Projesi çalışmaları başladığında ilk girişim ünlü Mantell Olayı’nın incelenmesi oldu. Sign Projesi’nin soruşturmacıları Mantell’ın olay sırasında baygınlık geçirdiği ve Venüs gezegenini UFO sandığı sonucuna vardı. Fakat ne tanıkların olayı destekleyen gözlemlerine bir açıklama getirmişlerdi, ne de uçuş halindeki uçağın patlamasına. Bununla birlikte diğer olayların da soruşturulması sonucunda Sign Projesi soruşturmacıları “Dünya-dışı canlılar hipotezi”ne daha yakın hale geldiler ve Pentagon’a hazırladıkları Estimate of the situation Raporu’nu sundular. Bu raporda Sign Projesi’nde görevli bilim insanları en esrarengiz (en açıklanamayan) UFO’ların mahiyetinin izah edilmesinde neden “Dünya-dışı canlılar hipotezi”ni daha akla yakın bulduklarını açıklıyorlardı. Fakat rapor general Hoyt S. Vandenberg tarafından reddedildi. Rapor birkaç ay sonra kamuya yansımışsa da, zamanla az çok unutuldu. Bu soruşturmanın yerini 1948 sonunda başlatılan Grudge Projesi soruşturması aldı. Grudge Projesi 1949 ve 1952 yılları arasında UFO fenomenini incelemekle görevlendirilen A.B.D. Hava Kuvvetleri’nin ikinci resmî incelemesi oldu. Başında general Charles Cabell’ın bulunduğu proje bazı şüpheli aydınlatmalardan dolayı çok tartışılan bir proje oldu. Kimileri bu projeyi A.B.D. Hava Kuvvetleri’nin Sign Projesi sonuçlarına cevaben (karşılık olarak) bir “kasten yanlış bilgi verme (dezenformasyon) girişimi” diye nitelendirdi. Sign Projesi gibi Grudge Projesi de UFO olaylarının çoğunu yanılmalardan kaynaklanan olaylar olarak ele aldı. Fakat Sign Projesi’nin soruşturmacıları tanımlanamayan ve esrarengiz kalan bazı olayların varlığını da kabul etmekteyken, açıklanamayan bir olay olmayacağı görüşündeki Grudge Projesi soruşturmacıları "tanımlanamayan olaylar"ın hepsini de muhtemelen bilinen fenomenlerden kaynaklanan olaylar olarak niteledi. Ayrıca Grudge Projesi soruşturmacıları bunu Amerikalılar'a açıklamak üzere bir halkla ilişkiler kampanyası başlattılar. Ağustos 1949’da Grudge Projesi ekibi tüm incelemelerin UFO gözlemlerinin şu nedenlerden kaynaklanan olaylar olduğunu açıklayarak raporunu bitirdi: İleriki bir tarihte Mavi Kitap Projesi’nin başkanı olacak Edward J. Ruppelt, Grudge Projesi’ne ilişkin olarak 1956’da ""The Report on Unidentified Flying Objects"" adlı kitabında şöyle yazıyordu: “"İsim ve yer değişikliğiyle birlikte amaç da değişmişti; amaç açıkça belliydi: UFO’lar sıkıntısından kurtulmak… Bu, hiçbir yerde yazılmadı, fakat Grudge Projesi’nin gerçek amacında neyin söz konusu olduğunu görmek için pek fazla bir çaba harcamaya gerek yoktu. İtiraf edilemeyen bu amaç, her ilişki, emir ve hizmet notunun ardından kendini açıkça göstermekteydi."” Grudge Projesi’nin sorumlu istihbarat subayı Jerry Cummings, 1951 yazının başlarında şu beyanatı yaptı: “"Herkes Grudge Projesi’nin soruşturmacılarıyla alay ediyor. Oysa ATIC’in başındaki general Harold Watson’ın emri üzerine Grudge Projesi’nin çalışanları yalnızca kendilerine gönderilen raporları sistemli bir şekilde eleyerek değerlendirmektedir. Onların çalışması yalnızca Washington’un hoşuna gidecek yeni ve orijinal açıklamalar önermekten ibarettir."” Önceki projede görev almış sorumlu bilim insanlarından biri olup, daha sonra “Dünya-dışı canlılar hipotezi”nin taraftarlarından biri haline de gelmiş bulunan astronom Josef Allen Hynek Grudge Projesi’ni aynı nedenlerle (kasten yanlış bilgi verme) eleştirdi. Bu yüzden “Dünya-dışı canlılar hipotezi”ni savunan ufologlar Grudge Projesi’ni halkın UFO’lara ilgisini kesmesini amaçlayan bir aldatma operasyonu olarak kabul ederler. 12 Eylül 1951’de yüzbaşı Edward J. Ruppelt, ertesi yıl Mavi Kitap Projesi haline gelecek Grudge Projesi’nin başına getirildi. Başında Edward J. Ruppelt’ın bulunduğu Mavi Kitap Projesi Amerikalılar’ın UFO fenomeni üzerine yapılmış incelemelerinin en ünlüsü oldu. Mavi Kitap Projesi’nin üç resmî amacı şunlardı: Bu amaçlara bir de, ileride, siyasi yorumlara cevap vermek üzere Mavi Kitap Projesi soruşturmacılarını konunun bilimsel yanından vazgeçmeleri için birçok kez zorlayacak olan hükümet sözcüsünün rolü eklendi. Bu proje 10.147 olayı inceledi ve bunlardan 9.501’inin açıklandığı duyuruldu. 3.201 olay istatistikî inceleme için kenara ayrılmıştı. Sonuç olarak, meydana geldiği kesin olarak doğrulanmış, fakat açıklanamamış UFO olayları bütünün % 22’sini oluşturuyordu ve bu oran, nitelikli askerî gözlemcilerce (pilotlar, hava-uçuş kontrolörleri, güvenlik görevlileri) yapılmış gözlem raporlarında ise % 3
8’e çıkıyordu. Mavi Kitap Projesi arşivleri, 10.147 gözlem raporunun yanı sıra, 8630 fotoğrafı, 20 bobin filmi (altı buçuk saatlik film) ve tanıkların ifadelerine ilişkin 23 ses kaydını içermekteydi. Komisyon bir inceleme bölümünden, bir soruşturma bölümünden, Pentagon’la ilişkiyi sağlayan bir memurdan (ajan) ve sivil bilim danışmanlarından oluşuyordu. 1952 yılı boyunca UFO gözlemlerinin medyada yer alması iyice arttı; üst kademelerdeki devlet daireleri de fenomenle yakından ilgilenmeye başladılar ve bu alandaki soruşturmalara ağırlık verilmesi kararını aldılar. Eylül 1953’de yüzbaşı Ruppelt görevinden istifa etti. Projenin başına bu kez Mart 1953’de yüzbaşı Charles Hardin getirildi. Ordunun UFO fenomeni konusunda şeffaf olmayışına ilişkin çeşitli saldırılara karşı koymaya çalışan yüzbaşı, Mavi Kitap Projesi’nin 14 numaralı özel raporunu kamuya sunmaya karar verdi. UFO’ların mevcut olmadığı sonucuna varan bu rapor Ekim 1955’te kamuya sunuldu. Projenin başına Nisan 1956’da yüzbaşı George T. Gregory atandı. Onun yerine de Ekim 1958’de binbaşı Robert J. Friend getirildi. Daha sonra, Nisan 1963’te projenin başına binbaşı Hector Quintanilla atandı. 1966’ya gelindiğinde medyada çok yer alan bir UFO gözlemi ve A.B.D. Hava Kuvvetleri’nin kuşkucu tavırları, aralarında Josef Allen Hynek’in de bulunduğu, projenin birçok sivil bilim insanının kamuya UFO fenomeninin gerçekliğinden yana olduklarını açıklamalarına neden oldu; bu Mavi Kitap Projesinin resmî konumuna karşı oldukları anlamına geliyordu. Bu ayrılık 1969’da A.B.D.’nin bütçeden ayrılan fonla, Colorado Üniversitesi’nden Dr. Edward Condon’dan UFO fenomeninin gerçek olup olmadığı konusunda bir uzman raporu hazırlatmasına neden oldu. Condon Raporu adıyla bilinen, yüz kadar olayı içeren bu rapor 1969’da kamuya sunuldu. “Condon Kurulu” tarafından incelenen UFO olaylarının yaklaşık % 15’i “açıklanamayan” olarak nitelendirilmişti, bunlar AIAA (American Institute of Aeronautics and Astronautics) tarafından dergide yayımlandı. Bununla birlikte Condon Raporu’nu yazanlar “Dünya-dışı canlılar hipotezi”ni destekleyecek yeterince sağlam kanıtlar olmadığı ve dolayısıyla UFO fenomeni üzerindeki incelemelerin terk edilmesi gerektiği sonucuna varmışlardı. Rapor, sonuçları özetleyen bir cümleyle başlıyordu: “"Genel sonucumuz şu ki, UFO’ların son yirmibir yıldır incelenmesi bilimsel bilgiye hiçbir katkıda bulunmadı. Bize sunulan dosyanın özenle incelenmesi, UFO’lar hakkındaki başka derin incelemelerin de muhtemelen doğrulanamayacağı ve bilimin gelişmesine katkıda bulunamayacağı sonucuna varmamızı sağlamıştır."” Ayrıca raporda, UFO fenomeninin yalnızca, bilinen bayağı nesnelerin UFO sanılmasına yol açan karmaşık yanılmalardan kaynaklandığı, olayların %6 ile %10 arasındaki bu şekilde açıklanamayacak kısmının da halüsinasyon veya dalga geçme olayları olarak açıklanıyordu. Condon Raporu aynı zamanda, “geleneksel (muhafazakar) bilim topluluğu”ndan UFO fenomeninin sosyopsikolojik kökenli olduğunu ileri süreceklere öncülük etmiş bulunuyordu. Bu raporun amacı, görünüşte çelişkili sonuçlar içermesi nedeniyle, kuşkuyla karşılandı. Zaten Condon Kurulu’na katılma talebinde bulunan astronom Joseph Allen Hynek, talebinin, daha incelemeler başlamadan önce Edward Condon tarafından kurulun tüm üyelerine dağıtılan, varmaları gereken olumsuz sonuçların neler olduklarını bildiren bir belge yüzünden reddedildiğini doğrulamıştı.(Kamuya sonradan açıklanan C.I.A. belgelerinde UFO fenomeninin doğrulandığı takdirde sosyal karışıklıklara yol açma tehlikesi taşıdığı ve her şeyin Amerikan halkının UFO konusuyla ilgisini kesecek biçimde düzenlenmesi gerektiği tavsiye ediliyordu.) Raporda aynı zamanda UFO gözlemlerinin doğal fenomenler olduğunu kamuoyuna açıklayabilmeleri için bilim insanlarının kendilerine bu olanağı sağlayacak bir formasyon almaları tavsiyesinde bulunuluyordu. Bu gelişmelerle Mavi Kitap Projesi resmî olarak Aralık 1969’da dağılmış durumdaydı ve proje, etkinliğini Ocak 1970’te tümüyle durdurdu. 1974’e kadar A.B.D. Hava Kuvvetleri arşivlerinde muhafaza edilen Mavi Kitap Projesi arşivleri 1976’dan itibaren Amerikan Milli Arşivleri’ne devredilmiş olup erişilebilir durumdadır. François Parmentier gibi bazı yazarlar devletlerin, özellikle A.B.D.’nin UFO’lar konusunda halka kasten yanlış bilgi verdiğini ileri sürmektedir. "Soğuk Savaş” döneminde A.B.D. Ordusu UFO’ların gizli Rus silahları ya da Rus hava taşıtlarının prototipleri olabilecekleri kaygısıyla bu fenomeni gizlice soruşturma kararı aldı. Önceleri Amerikan hava sahasındaki gözlemler için, özellikle UFO gözlemleri için CIRVIS prosedürü gibi, çeşitli bilgi toplama ve aktarma prosedürleri uygulandı. Fakat Ekim 1947’den itibaren Pentagon’da Hava İstihbarat Dairesi başkanı general George Schulgen UFO’lar hakkında enformasyon aktarımını hızlandırdı ve bu istihbarat sırlarının açığa verilmesinin casusluğa ilişkin yasalarla cezalandırılması emrini verdi. Sistem zamanla genişleyerek orduyu da aştı: Bir “JANAP 146” talimatı otoritelere acilen UFO gözlemlerini rapor etmek durumunda olan askeriyeyi, komutanlar da dahil olmak üzere sivil havacılıkla ve hatta deniz ticaret filosuyla karşı karşıya getirmek zorunda bıraktı. Gelişmeler, özellikle, sıkı denetimden rahatsız olan sivil pilotların protestolarına neden oldu ve sivil pilotlar 1958’de konuya ilişkin bir dilekçe yazarak başvuruda bulundular. 1959’da Kanada tüm Kuzey Amerika kıtasını kapsayan CIRVIS’i kabul etti.. Avrupa’nın mahalli gazetelerine varıncaya değin tüm yabancı basın titizlikle inceleniyordu. Fakat enformasyonlar yeterince ayrıntılı değildi, daha ayrıntılı hale getirilmeleri gerekiyordu. Paris Match dergisi 1956’da Orly Havaalanı yakınlarında 18 Şubat’ı 19 Şubat’a bağlayan gece yapılan UFO gözlemi üzerine bir makale yayımlayınca C.I.A. ’nin bilimsel istihbarat dairesinin yeni müdür yardımcısı Fransız basınını yerdi. Oysa Fransa’nın konuya yaklaşımı uçan dairelerin varlığını kanıtlama yönünde olmayıp, yalnızca UFO fenomenini yakından takip etmekten ibaretti. Konu Haziran 1952’de ulusal basında ilk kez büyük başlıklarla verildiğinde, enformasyon A.B.D.’ne derhal bir istihbarat raporu yoluyla ulaştı. 1949’da müdür John Edgar Hoover’a gönderilen bir FBI memorandumu, “"4.Ordu karargahlarında yapılan, G-2 (Kara Kuvvetleri İstihbaratı), ONI (Deniz Kuvvetleri İstihbaratı), OSI (Hava Kuvvetleri Özel Soruşturmalar Dairesi) ve FBI arasındaki son haftalık toplantılar sırasında, G-2 ve 4. Ordu subaylarının ‘uçan diskler’, ‘uçan fincan tabağı biçimli nesneler’ ve ‘ateş küreleri’ meselesini tartıştıklarını ve bu konunun Hava Kuvvetleri ve Kara Kuvvetleri subayları tarafından ‘çok gizli’ (İng. top secret) olarak ele alındı"”ğını bildiriyordu. 1979’da Hava Kuvvetleri generali Carroll H. Bolender’ın Mavi Kitap Projesi’nin son bulduğunu ilan eden açıklaması, bu projeye son vermişse de, milli güvenliği ilgilendiren UFO’lar üzerine askerî raporların sürmesine son vermiş olmuyordu; çünkü bunlar gizli milli savunmayı ilgilendiren raporlar olup, Mavi Kitap Projesi’nin bir parçasını oluşturmuyorlardı. Bu doktrin II. Dünya Savaşı sonrasında Milli Güvenlik Konseyi tarafından hazırlanmıştı. Nihayet Nisan 1951’de “komünist etki”ye karşı koymak üzere P.S.B. (Psychological Strategy Board) kısa adıyla bilinen Psikolojik Strateji Dairesi kuruldu ki, P.S.B. daha sonra UFO’larla ilgili olarak da mücadele verecekti. UFO’ların nükleer tesisler ve atom başlıklı füzeleri içeren üsler yakınlarındaki hava müdahaleleri “soğuk savaş” döneminde kamuda pek fazla ilgi çekmiyor gibi görünüyorsa da 1952’de CIA müdürü Walter Smith P.S.B.’ye Milli Güvenlik Konseyi’ne “"UFO’lara bağlı meselelerin psikolojik savaş terimleriyle, gerek ‘istihbarat’la, gerekse ‘operasyon’larla ilgili olduğunu ve psikolojik savaş amaçlarına yönelik olarak bu fenomenlerden saldırı ve savunma amacıyla olabildiğince yararlanılması konusunun tartışılması önerisi"”ni içeren bir talimat önerisini aktardığını bildirdi. Subay Graham Bethune Kuzey Atlantik’te subaylarca fotoğraflanmış bir UFO olayını ele alırken şöyle yazar: “"Bu tür bir UFO olayında kurul önce olayda milli güvenlik için sakıncalı bir husus olup olmadığına bakar. Böyle bir husus varsa, raporlar asla başka yerlere yayılmaz. İçeriğinde milli güvenlik için sakıncalı bir hususun bulunmadığı raporlar ise Hava Kuvvetleri’ne veya Deniz Kuvvetleri’nin ilgili birimlerine gönderilir".”. Kuşkucular ise meseleye kendi açılarından bakarak, ufolojik akımın kamuyu yanlış bilgilendirdiği ve kamuyu UFO fenomeninin mahiyeti hakkındaki güncel bilimsel tartışmaya ilişkin olarak yanıltmakta olduğu görüşündeler. Bu görüş bazı kuşkucu yapıtlarda “UFO’lar, Aldatılan Kamu” gibi başlıklarla yansıtıldı. Bu kuşkucu yapıtlardan birinde (“UFOs: The public deceived”) yazara göre, kamuyu aldatan, ufolojik kurumlardı ve bu kurumlar “gezegenimiz Dünya-dışı uzay gemileriyle ziyaret edilmektedir” ideolojisini yaymaya çalışıyorlardı. Kuşkucular, ayrıca, “Dünya-dışı canlılar hipotezi”ni hipotezin eleştirel incelenmesini vermeksizin çok sık dile getirdikleri için medyayı da eleştirirler. UFO’ların Dünya-dışı araçlar olduğunu ileri süren ufologlara göre A.B.D. gerçeği esas olarak şu üç nedenden ötürü inkar etmek zorunda kalmıştır: Fransa'da konu hakkında birçok araştırma örgütleri kurmuştur. Bunlardan biri, kısa adı GEPAN (Fr. Groupe d'étude des phénomène aérospatiaux non identifiés) olan “Tanımlanamamış Hava-uzay Fenomenlerini İnceleme Grubu”dur. CNES’e bağlı resmî bir örgüt olan GEPAN Toulouse’da üslenmiş olup, UFO fenomeni incelemekle görevlendirilmiştir. 1977’de Claude Poher’nin öncülüğüyle kurulan GEPAN, UFO fenomeni üzerine incelemelerde bulunmak ve Ulusal Jandarma Kuvvetleri’nin, sivil havacılığın, Hava Kuvvetleri’nin ve Meteoroloji Müdürlüğü’nün (Météo-France) konuya ilişkin olarak tuttuğu raporları düzenlemek amacındaydı. Birçok istatistikî inceleme yayımlamıştır. Bir başka görevi kamuyu ”teknik notlar”la UFO’lar hakkında bilgilendirmektir. İlk başkanlığını 1977’den 1978’e kadar Claude Poher yapmıştır. Poher başlangıç
ta CNES’in Jean-Jacques Velasco gibi üyelerinin yarı resmî işbirliğinden yararlanan bir sekreter konumundaydı. Başarılı çalışmalarının ardından 1978’de on kadar üyeden oluşan GEPAN, 7 bilgin ve mühendisten oluşan bir bilim kurulu tarafından denetlenir konuma gelmişti. Daha sonra UFO’larla ilgilenen Jean-Pierre Petit gibi diğer Fransız bilim insanları da GEPAN’la işbirliği yapmaya başladılar ve Poher bazı ufolojik kurumlarla da ilişki kurdu. 30 Aralık 1978’de istifa eden Poher’nin yerine matematikçi Alain Esterle geçti ve GEPAN’ın müdürü oldu. Esterle’in yönetim dönemi GEPAN’ın gösterişli dönemi olmuştur. GEPAN’a tanınan kredilerin artmasıyla birlikte, Esterle örgütün faaliyetini arttırdı ve örgüt tam hızla çalışmaya başladı. Fakat 1983’te CNES hiyerarşisinin baskısı Esterle’i istifa etmek zorunda bıraktı. GEPAN ve ordu bazı manyetohidrodinamik deneylerinde bulundular. Müdürlük makamına 1983’te optik uzmanı olan Jean-Jacques Velasco getirildi. Velasco döneminde ufologlar örgütü fazla tedbirli davranmakla eleştirmelerine rağmen, akılcı bilginlerin çoğu GEPAN’ın varlık nedenini tanımayıp reddettiler. Ayrıca CNES GEPAN’a desteğini azalttı. 1983’ten itibaren GEPAN’ın bilim kurulu dağıtıldı, “teknik notlar”ın yayımlanması durduruldu ve örgütün faaliyeti iyice azaltıldı. Sonunda 1988’de GEPAN’ın yerini SEPRA aldı. Kısa adı SEPRA (Fr.Service d'expertise des phénomènes de rentrée atmosphérique) olan “Atmosfere girmiş fenomenler hakkında bilirkişi incelemesi dairesi”nin iki amacı vardı: Meteor ve uyduların atmosfere girişlerini incelemek, önceden bilebilmek ve ayrıca, kısa adı PAN (Fr. phénomènes aérospatiaux non identifiés) olan “tanımlanamayan hava-uzay fenomenleri”ne (UFO’lara CNES’çe verilen ad) ilişkin enformasyonları incelemek. Kurumun çalışmaları 2000 yılında yalnızca “tanımlanamayan hava-uzay fenomenleri”nin incelenmesine indirgendi. GEPAN’ın aksine, SEPRA sıkı incelemeler sürdürmek üzere tüm gerekli araçlarla donatılmış değildi ve vardığı sonuçları kamuya duyurmak üzere hiçbir “teknik not” yayımlamadı. SEPRA bilimsel soruşturmalara yönelemezdi, Jandarma Kuvvetleri’nin tüm UFO raporlarını ve pilotların UFO gözlem raporlarını toplamakla yetindi. 2001 ve 2002’de SEPRA’yı dağıtma niyetindeki CNES, bilim insanlarından, politikacılardan ve ordunun ünlü isimlerinden oluşan bir heyete UFO fenomeninin incelenmesinin gerekli olup olmadığını konusunda kararını sordu. Heyetin vardığı karara göre, UFO’ların incelenmesi bilimsel bir yarar sağlayabileceği yönündeydi ve bu karar SEPRA’yı geçici olarak kurtarmıştı. Buna rağmen CNES, 2004’te, iç yapılanmasını sebep göstererek SEPRA’yı resmen dağıtma kararı aldı. Kararın asıl nedeni M. Velasco’nun bazı UFO’ların Dünya-dışı kökenli olduğu görüşünü benimsemeye başlaması ve bu konuda bir kitap yayımlamasıydı..Fakat 2005’te bir bakıma SEPRA’nın yeniden doğuşu denebilecek GEIPAN ortaya çıktı. Kısa adı GEIPAN (Groupe d'études et d'informations sur les phénomènes aérospatiaux non identifiés) olan “Tanımlanamayan Hava-uzay Fenomenleri İnceleme ve Enformasyon Grubu” kuruluşunu, yönelimlerinin neler olması ve işleyişinin nasıl olması gerektiği konusunda CNES’e tavsiyelerde bulunarak kılavuzluk etmiş bir kurulun himayesine borçludur. CNES’in eski müdürü Yves Sillard’ın başkanlık yaptığı bu kurul, Fransız sivil ve askerî otoritelerini (Jandarma Kuvvetleri, Emniyet Müdürlüğü, Sosyal Güvenlik, Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü, Hava Kuvvetleri) ve bilim dünyasını (Bilimsel Araştırma Ulusal Merkezi, Meteoroloji Müdürlüğü, CNES) temsil eden 15 üyeden oluşmuştu. GEIPAN’ın soruşturması sonucunda, CNES’in dosyalarında mevcut yaklaşık 1600 olaydan bazıları “"tanıklıkların kesinliğine ve elde edilen maddi unsurların kalitesinin kesinliğine"” rağmen “açıklanamaz” olarak kalmıştır. Bu olaylar “D kategorisine giren olaylar” ya da kısaca “PAN D” olarak adlandırılırlar. GEIPAN soruşturmacıları tarafından sürdürülmüş bu incelemeden şu sonuçlar elde edilmiştir: Fransa’da sivillerce gözlemlenen UFO olaylarını arşivleyen bir devlet kurumu olan GEIPAN’ın yanı sıra, bir de SEMOC (Gizemli Göksel Nesneleri İnceleme Dairesi) kısa adıyla bilinen, varlığı 12 Ocak 1959’da kamuya açıklanmış olan bir askerî kurum bulunmaktadır. GEIPAN’ın aksine, arşivleri milli savunma dahilinde tutulur (gizli tutulur). 1990’ların başlarında Avrupa Birliği’ndeki “Enerji, Araştırma ve Teknoloji Kurulu” UFO’lar üzerine yapılabilecek bir araştırmanın uygunluğunu inceledi. İnceleme sonucunda Şubat 1993’te kurul sözcüsü İtalyan fizikçi Tullio Regge, raporunda, Avrupa’da dönemin SEPRA modelini örnek alacak bir araştırmanın uygulanmaya koyulmasını tavsiyesinde bulundu. Bu çözüm, bilimsel herhangi bir itiraz ve neden olmamasına karşın, politik ve bütçeye ilişkin ekonomik nedenlerle Avrupa Parlamentosu’nda tartışılmadı. Buna karşılık konu Fransa’da GEIPAN’ın kurulmasıyla ve arşivlerinin tümünü kamuya açıklamasıyla gelişme gösterdi. Birleşik Krallık'ta UFO’lar konusunda birçok soruşturma yapıldı. Bu soruşturmalardan bazılarının içeriği kamuya açıklandı. Son yapılan açıklamada (Ekim 2008) Britanya devlet arşivlerindeki "160 kuşkulu UFO vakası"nın kamuya aktarılacağı bildirilmiştir. Diğer ülkelerin çoğunda konuyla ordu ya da istihbarat servisleri (SSCB’de KGB), Peru gibi bazı ülkelerde ise sivil kuruluşlar ilgilenmiştir. ABD’deki ABD Hava Kuvvetleri raporlarına göre 10.147 UFO olayının incelendiği Mavi Kitap Projesi’nde adı geçen UFO tanıklarının % 1’i profesyonel ve amatör astronomlardan oluşuyordu. 1950’li yıllarda astronomi profesörü Joseph Allen Hynek 40 kadar meslektaşı üzerinde yaptığı ankette bunların %10’unun açıklanamaz fenomenler gözlemlediğini saptamıştı. Bu gözlemde bulunan meslektaşları arasında Plüton gezegeninin kaşifi Clyde Tombaugh ve New-Mexico Üniversitesi Meteor Enstitüsü müdürü Lincoln La Paz da yer almaktaydı. 1970’li yıllarda ise Prof. Peter A. Sturrock Amerikan Astronomi Kurumu’nun (İn.American Astronomical Society) 2611 üyesi üzerinde adları kamuya açıklanmayacağına dair garanti vermek şartıyla, benzer bir anket yaptı. Anket sorularını üyelerin yarısı yanıtlamıştı ve yanıtlayanların % 5’i “tanımlanamayan hava-uzay fenomenleri” gözlemlemiş olduğunu belirtmişti. Fransa’da GEIPAN’ın arşivlerinin 22 Mart 2007’de kamuya açıklanmasından beri pek çok UFO tanığının bilimsel eğitimden geçmiş kişiler (pilotlar, hava-uçuş kontrolörleri vs.) olduğu anlaşıldı. Bunlar psikolojik testlerden geçmiş, sağduyulu, itibarlı, sözüne güvenilir kişilerdi. Ayrıca GEIPAN arşivlerine göre, UFO gözleminde bulunanların pek çoğu havacılık mühendisleriydiler. Ufoloji UFO’larla ilgili tüm verileri (fotoğraflar, tanıklık ifadeleri, toprakta bırakılan izler vs.) toplamak, incelemek ve yorumlamaktan ibaret olan, resmî olmayan, genellikle amatör bir disiplindir. Kenneth Arnold’un gözleminin ve Roswell Olayı’nın medyaya yansıdığı 1950 yıllarında fenomeni anlamak ve bu konuda daha fazla bilgilenmek gereğini gören kişilerin çabalarıyla ortaya çıkmıştır. Ufolojiyi UFO’ları inceleyen ABD Hava Kuvvetleri ve CNES gibi kurumların incelemelerinden ayırt eden temel özellik, ufolojinin UFO’ların resmî olmayan bir incelemesi olmasıdır. Ufologların hepsi UFO olaylarının hepsini Dünya-dışı canlılara bağlamazlar, ufologların bir kısmı bazı UFO olaylarının sosyopsikolojik nedenleri üzerinde dururken, bir kısmı da bazı UFO fenomenlerinin ruhsal mahiyeti olan paranormal fenomenler olabileceği görüşündedir. Ufologlar arasında bilim insanları ve mühendisler de bulunmakla birlikte, ufologlar genellikle bilimsel formasyon almamış kişilerden oluşur. Ufoloji, ufologların görüşlerine karşıt olanlarca bir sözdebilim olarak kabul edilir. Devlet organlarının sunduğu resmî istatistikler UFO tanıklıklarının çoğunun bilinen fenomenlerin yanlış yorumlanmasından ya da yanlış teşhisinden kaynaklandığını göstermektedir. Tartışma konusu, bu yanlış değerlendirmelerin söz konusu olduğu olaylar değil, hiçbir şekilde açıklanamadan kalmış olaylardır. Açıklanamayan UFO olayları konusunda "Dünya-dışı canlılar hipotezi"ne karşı kuşkucular şu iki iddiayı benimsemişlerdir: Kuşkuculara göre, "Dünya-dışı canlılar hipotezi"ni destekleyecek sağlam maddi kanıtların söz konusu olmadığı UFO gözlemleri ya bilinen veya bilinmeyen sosyopsikolojik nedenlerden kaynaklanmaktadır ya da UFO’lar bazı devletlerin gizli silahlarıdır Fakat bazı bilim insanları ve ufologlar çeşitli devletlerin yaptığı resmî soruşturmalarda açıklanamamış UFO olaylarının sosyopsikolojik açıklamalarla açıklanamayacak mahiyette olduğunu ileri sürerek bu iddiayı reddetmişlerdir. Bu iddiayı reddeden bilim insanları arasında Carl Sagan, Peter A. Sturrock, Josef Allen Hynek Philip Morrison, Thornton Page ve GEIPAN’ın halihazırdaki üyeleri sayılabilir. NASA’nın aeronotik uzmanları olan Richard F. Haines ve Paul R. Hill çeşitli UFO olaylarını incelemiş ve konu hakkında teknik eserler yayımlamışlardır. Jean-Pierre Petit, Jean-Jacques Velasco ve COMETA adlı kurumun üyeleri "Dünya-dışı canlılar hipotezi"ni savunan Fransız bilim insanlarına örnek olarak gösterilebilir. Görüldüğü ya da yakalandığı iddia edilen yaratık cesetleri ya da fotoğraflara takılan uzaylı yaratık görüntülerinin ise gerçeği yansıtmadığı düşünülmektedir. Bu fotoğrafların hiçbirisi çürütülme akıbetinden kurtulamamıştır, zira dünyadışı bir canlılık mevcut olsa dahi tarif edilen figürden çok farklı olması gerektiğine yönelik bilimsel tezler de bulunmaktadır. Kabiliyetleri bakımından pek başarılı olmasalar da, uçan daire modeli esas alınarak çeşitli hava araçları üretilmiştir. Bunlara örnek olarak gösterilebilecek Avrocar ve M200G Volantor sınırlı sayıda üretilmiştir. Bunlardan Avrocar’ın dikine iniş ve kalkış yeteneğiyle çatışma hallerinde jip ve helikopterin yerini alabileceği düşünülüyordu; fakat deneme uçuşlarında yetersiz kaldığı görüldü; çok güçlü bir türbojet (türboreaktör) motoruna sahip olmasına rağmen yerden ancak 4-5 fit yüksekliğe çıkabiliyordu. Üretilen uçan daire benzeri insansız araçlar daha başarılı oldu. Bunlardan biri olan Sikorsky Cypher, pervane kanatlar
ı korunur tarzda, orta kısımda kalacak şekilde, bir disk biçiminde yapılmıştır. Aeronotik alanındaki şirketler, genellikle "Kara Proje" kapsamında, uzay uçuşlarında kullanılabilecek daha gelişmiş uçan daire biçimli araç önerilerinde bulunmuşlardır. Lenticular Reentry Vehicle adlı uzay aracı projesi ABD’nin Convair kurumunca yürütülen gizli bir projedir. British Rail (özelleştirilen İngiliz Demiryolları) şirketi de nükleer füzyon ve süperiletkenlik gibi pek keşfedilmemiş teknolojilerin kullanılacağı, gezegenler arası yolcu taşımayı öngören, uçan daire benzeri bir araç üzerinde çalışmaktadır. Fakat proje patent aşamasını geçmiş değildir. 2005’te A.B.D.’de vakum basıncıyla sevk edildiği ileri sürülen bir uzay aracına patent verilmiştir. NASA'da çeşitli uçuş tekniklerinin kullanıldığı henüz açıklanmamış çalışmaların olduğu ileri sürülür. Dünya-dışı canlılar hipotezi kısmen evrende Dünya-dışı canlıların varlığı olasılığı üzerine kuruludur. Savunucuları 1960’lı yıllarda Frank Drake’in ortaya koyduğu “Dünya-dışı uygarlıkların sayısının matematiksel olasılık yoluyla hesabı”na ilişkin “Drake denklemi” sonuçlarını göz önüne alırlar. Hipoteze göre, eğer insan evrimin doğal bir üretimi ise (önceden mevcut değilse, yaratılmamışsa veya birilerince imal edilmemişse), bu takdirde, evrende Dünya’ya benzeyen veya benzemeyen, koşulları yaşamın oluşmasına elverişli çok sayıda gezegen olduğuna göre, insanın benzerleri ya da daha gelişmişleri evrenin birçok yerinde mevcut olabilir. Yapılan matematiksel hesaplamada gezegenlere sahip olan yıldızların sayısı, gezegenlerinden birinin yıldıza uygun uzaklıkta olması gibi parametreler kullanılır. Hesap sonucunda evrenin gözlemleyebildiğimiz kısmında (100 milyar galakside) yaşamın oluşmasına elverişli bir gezegene sahip yıldızların sayısı 7×10 olarak çıkmaktadır. Bu hesaplamayla yalnızca 300 milyar yıldız içeren Samanyolu galaksimizde olması mümkün Dünya-dışı uygarlıkların sayısı yirmi ile birkaç milyon arasındadır. Dünya’nın Dünya-dışı canlılarca ziyaret edildiği iddiasının karşısında duran temel engel Einstein’ın özel görelilik kuramıdır. Astronomların çoğunda şu görüş hakimdir: "Evet evrende yaşam olması çok muhtemeldir, fakat bizden daha ileri bir uygarlık olsa bile, uzayda ışık yılıyla ölçülen mesafeler o kadar büyüktür ki, gezegenimize gelmek için yapabilecekleri bir yolculuğa ömürleri yetmez." Dünya-dışı canlılar hipotezini savunanlar ise Einstein’ın özel görelilik kuramının evrenin tümü için geçerli, mükemmel bir kuram olmadığı ve şimdiki teknolojik bilgilerimizin bu yıldızlar arası yolculukları tartışmaya yeterli olmadığı görüşünde olup, ışık yılı ile ölçülen büyük uzaklıkların farklı yöntemlerle geçilebileceğini varsayan hipotezlere işaret ederler. Kimi bilim insanlarına göre, ışık hızını aşmanın uygulanamaz oluşuna rağmen, bu sorun bilimsel olarak, özel görelilik kuramına karşı düşmeden, solucan deliklerinden veya başka sistemlerden yararlanma yoluyla aşılabilir. Svilengrad Svilengrad veya daha az kullanilan tabirle Cisr-i Mustafapaşa (, trl: "Svilengrad"), Bulgaristan'ın Türkiye (Kapıkule gümrük kapısı) ve Yunanistan sınırında ve Meriç kıyısında bulunan, Hasköy iline bağlı bir ilçe merkezidir. 2005 nüfusu yaklaşık 20.000 kişidir. Ahalisinin ekseriyeti gümrük ve sınır operasyonları ile ilgili işlerde ve transit yolculara hizmet veren otel, kafe ve barlarda çalışmaktadır. Meriç Nehri üzerinde bulunan ve Osmanlı döneminden günümüze kadar ayakta kalabilen Mustafa Paşa Köprüsü (H:935 / M: 1528-29) önemli tarihi yapılardandır. Edirne Vilayet Matbaası Müdürü Şevket Dağdeviren'in yazdığı 1892 tarihli salnameye göre; Edirne sancağının bir kazası olan Cisr-i Mustafapaşa kasabasında 9 mahalle ve 1851 konutta 7903 değişik kökenli nüfus vardı. 3 nahiye ve 52 köyde 25902 nüfus barınmaktaydı. O tarihte 5 cami, 21 mescit, 1 medrese, 58 okul, 3 kışla, 1 hastane, 1 hükumet konağı, telgrafhane, hapishane, belediye dairesi, 2 hamam, 1 eczane ve 1 depo vardı. Kasabanın içindeki Haseki Sultan adlı cami H: 968 / M: 1560-61 tarihinde yaptırılmış olup kubbeli ve 1 minarelidir. Selbüken ve Lefke nahiyeleri ile Yatacık köyünde kaliteli tütün üretilirdi. Selbüken nahiyesinde manganez madeni vardı. Şair ve filozof Rıza Tevfik Bölükbaşı Mustafapaşalıdır. Mustafapaşa Cilt Seyyah Füze Füzeler, roketlerden farklı olarak sadece atmosferde çalışan çeşitli güdüm sistemleri ile (görüntü algılayıcılar, ısıl algılayıcılar, radar, ataletsel algılayıcılar, GPS, v.b.) hedefe yönelen karmaşık silahlardır. Füzeler çoğunluka roket motoruna sahiptirler. Çeşitli füzelerin jet motoru da bulunabilmektedir. Füzelere zaman zaman güdümlü roket de denilmektedir. Roket motoru olmayan sistemlere ise güdümlü mühimmat adı verilmektedir. Sualtı torpidoları gibi havada gitmeyen sistemler, karmaşık güdüm sistemlerine sahip olmalarına rağmen füze sınıflandırması içinde kabul edilmezler. Füzeler, geçmişte genellikle uzun menziller için kullanılmışlardır. Nedeni ise öncelikle sistemin pahalılığı ve aynı zamanda güdüm sisteminin devreye girebilmesi için zaman gerekmesiydi. Kısa mesafede kullanıldığında güdümsüz bir silahla yapılan atıştan bir farkı yoktu. Günümüzde hem uzun hem de kısa menzilli çok sayıda tipi mevcuttur. Bilişim teknolojisindeki gelişmeler, elektronik sistemlerin logaritmik mertebede ucuzlaması, güdümsüz sistemlerin lojistik destek yükünün fazlalığı, güdümsüz sistemler ile çevreye ve sivillere verilen yüksek zararlar, hareketli ve/veya zaman kritik hedeflerin güdümsüz sistemler ile vurulma zorlukları, v.b. sebebiyle füze sistemleri gün geçtikçe daha fazla tercih edilir olmuştur. Güdümsüz sistemlere göre daha pahalı olan füze sistemlerinin kullanılabilmesi için en önemli unsur zamanında, hızlı ve doğru gerçekleştirilen keşif, gözetleme, istihbarat, hedef tespitidir. Yetersiz hedef istihbaratı durumunda güdümsüz bir sistem ile yapılan çoklu atışlarda hedefi vurma olasılığı daha yüksektir. Tabi bu atışta bölgede hedefle birlikte hedef dışındaki her şeye zarar verilebilir. Doğru ve zamanında istihbarat yoksa füzeler hedefi hassas bir biçimde ıskalar. Denizden Karaya/ Denizaltıdan Karaya/ Karadan Karaya/ Denizden Denize Karadan Havaya Havadan Karaya Eylemsizlik kuvveti Eylemsizlik kuvveti, cisimlere etkiyen kuvvet. Eylemsizlik kuvveti sistemin ivmesiyle zıt yönde oluşur. Eylemsizlik kuvveti yoktan var edilemez. Var olan enerjiyi cisim yine kendi halini yani hareketsiz haline dönmek için kendi hareket yönüne zıt bir kuvvet oluşturup kullanır. Evrende madde her zaman ilk hareketini korumak ister, yani duruyorsa durmak hareket halindeyse o hızda hareke devam etmek ister. Cisme bir kuvvet uygulandığında cisim harekete ters yönde cevap vererek ilk halini korumak isteyecektir, bu cevap eylemsizlik kuvvetidir. Bir cisme uygulanan hiçbir kuvvet yoksa ya da cisme uygulana kuvvetlerin bileşkesi 0 ise cisim ya hareketsiz kalır ya da düzgün doğrusal hareket yapar. Örneğin; sıra üzerinde duran bir kitaba dışarıdan bir kuvvet uygulanmadıkça sonsuza kadar bırakıldığı yerde kalır.Başka bir cisme eşit büyüklükte zıt yönde iki kuvvet uygulanırsa kuvvetler birbirini yok edeceğinden cisim hareket etmez.Sürtünmesiz bir ortamda bir misketi harekete geçirdiğimizde misket düzgün doğrusal hareket yapar. Duran bir otobüste ayaktaki yolcuların haberi olmadan otobüs aniden hareket ederse yolcular arkaya doğru itilir. Hareket halindeki bir otobüsün aniden fren yapması sonunda ayaktaki ve oturan yolcuların öne fırlamaları yolcuların bulundukların durumları korumak istemelerinden kaynaklanır. Duran bir cismi herhangi bir kuvvet etkilemedikçe sürekli durur. Hareket halindeki bir cismin hareketini engelleyecek bir kuvvet etki etmedikçe hareketine devam eder. Bu özelliğe eylemsizlik denir. Arı (programlama) Arı, yan etkiye neden olmayan ve yan etkilerden etkilenmeyen. Bir işlev, çalışması esnasında evrensel değişkenlerin etkisinde kalıyor veya evrensel değişkenleri etkiliyorsa ve dolayısıyla bu işlevin, argumanların değeri aynı kalıyor olmasına rağmen her çağrıldığında farklı sonuçlara neden olma ihtimali varsa arı değildir. Bir işlevin arı olması, programlama hatalarını azaltır ve hataların yakalanmasını kolaylaştırır. Haskell gibi arı işlevsel dillerde, dilin kendisi arıdır. Yalnız bir programlama dilinin hiçbir şekilde evrensel değişkenlerle etkileşememesi, dili işlevsiz kılacağı için bu dillerde I/O işlemleri, monadlar ile korumalı alanlarda güvenli bir şekilde yapılır. İbrani alfabesi İbrani alfabesi, Sami (Semitik) dil grubuna bağlı dillerden olan ve İsrail'in resmî dili İbranicenin yazımında kullanılan bir alfabe. Sami dil gurubuna bağlı birçok dilde olduğu gibi İbrani alfabesi de sağdan sola doğru yazılan 22 temel sessiz harften oluşmaktadır. Harfler bitiştirilmez ve ayrı yazılır. Beş harfin sonda yazılışı farklıdır. Sesli harfler (Nikkud, çoğulu: Nikkudot), ana harflerin altına konulan işaretler ile gösterilir. Ancak bu noktalamalar çoğu zaman kullanılmaz. Bunlar; ancak dini metinler, sözlükler ve yabancı kelimelerin doğru okunuşunu göstermek için kullanılır. İbrani alfabesi sadece İbranicenin yazılmasında kullanılmayıp aynı zamanda Aşkenaz Yahudilerinin konuştuğu ve Cermen kökenli bir dil olan Yidiş (Yahudi Almancası) ile Sefarad kökenli Yahudilerin dili olan Ladino (Yahudi İspanyolcası) yazımında (genellikle İsrail'de) da kullanılmaktadır. Tarih boyunca az çok şekil değişiklikleri geçirmiş olan İbrani alfabesinin Antik Dönem İbrani Alfabesi, Kare Yazı, El Yazısı, Raşi ve Solitreo gibi biçimleri de bulunmaktadır. Her İbranice harfin sayısal bir değeri bulunmaktadır. Örneğin, "alef"in sayısal değeri 1 ve "yod"un sayısal değeri 10'dur; 11 sayısı ise bu iki harfin kullanımıyla gerçekleşir (יא). Sabancı Merkez Camii Sabancı Merkez Camii, Adana'nın Reşatbey semtinde, Merkez Park'ın güneyinde ve Seyhan Nehri'nin batı kıyısında 1998 yılında hizmete açılmış cami. 28.500 kişiye sağlayabildiği ibadet imkanı sağlaması nedeniyle Balkanların ve Orta Doğu'nun en büyük camisi kabul ed
ilir. Konumu itibarıyla Adana’da bulunan ana arterlerin, demir yolunun ve Adana’yı çevre il ve ilçelere bağlayan yolların kesim noktasında ve yüksek minareleriyle uzaktan görünüyor olması nedeniyle, şehrin sembollerinden biri haline gelmiştir. Caminin proje mimarı Necip Dinç’tir. 20.000 kişilik cami (açık alanın düzenlenmesiyle 28.000 kişi), son cemaat mahaliyle birlikte 6.600 metrekareye yayılmıştır; sekiz fil ayağı üzerine oturur. Klasik Osmanlı mimarisi tarzında yapılmıştır. Genel görünüm olarak Sultan Ahmet Camii’ne, plan ve iç mekân olarak Selimiye Camii’ne benzer. 4 yarım-kubbe, 5 kubbe, 6 minaresi vardır; bunlar 4 halife ve 4 mezhebe, İslam’ın 5 şartına, imanın 6 şartına karşılık gelmektedir. 32 metre çaplı ana kubbe 32 farza, avludaki 28 kubbe Kur'an’da adı geçen 28 peygambere, ana kubbedeki 40 pencere Muhammed'in peygamber olduğu yaşa ve 40 rekat namaza, 99 metrelik 6 minare Allah’ın 99 güzel ismine karşılık gelir. Camide bulunan hat eserlerinin tamamı, hattat Hüseyin Kutlu’ya aittir. Cami çinileri, klasik İznik çinisi tekniği ile yaptırılmıştır. Ana kubbede 9 m çapında Bakara Suresi'nin 255. ayeti "“Ayet-el Kürsi") yazılıdır. Güney cephede bulunan kuşak yazısı ise Nur Suresi nin 35., 36. , 37. ve 38. ayetleridir. Güney cephede bulunan dört adet pano, büyüklük bakımından dünyada en büyük cami panolarıdır. Cami de bulunan tüm nakış eserleri ve çinilerin desenleri, Mimar Nakkaş Semih İrteş'e aittir. Caminin temeli 3 Aralık 1988'de atılmıştır. 65 bin metrekarelik arsası Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından Türkiye Diyanet Vakfı’na devredilmiş; halkın bağışları ile caminin %50'si tamamlanmıştır. Geri kalan %50, Hacı Sabancı ve onun ölümünden sonra Sabancı ailesi tarafından karşılanmış; bu nedenle başlangıçta "Merkez Camii" olması düşünülen adı "Sabancı Merkez Camii" hâlini almıştır. Kanlıdivane Kanlıdivane (; ), günümüzde Mersin'in Erdemli ilçesinde yer alan antik kent. MÖ 3. yüzyılda kurulan ve MS 4. yüzyılda adı Neapolis olarak değişen kentin Elaiussa Sebaste'nin sur dışında yer alan uzantısı olduğu tahmin edilmektedir. 19. yüzyıl ortalarında Fransız gezgin Victor Langlois tarafından keşfedilen kent, 1970'li yıllarda yapılan kazılarla ortaya çıkarılmıştır. Yöredeki ilk arkeolojik araştırmaları ise Semavi Eyice gerçekleştirmiştir. Kent, doğal bir çökük olan 30 metre derinliğindeki geniş bir obruk etrafında kurulmuştur. Semavi Eyice'ye göre Kanlıdivane isminin kökeni hakkında iki ihtimal vardır. İlk ihtimal isimdeki "kanlı" kısmının kentin antik ismi olan Kanitellis'ten ya da obruğun içinde yağmur sularıyla toprak rengine bulanan kabartmaların kırmızıya çalan renginden, "divane" kısmının ise burada dağınık olarak yaşayan Türkmen topluluklarının zaman zaman divan adı verdikleri toplantılarından gelebileceğidir. İkinci ihtimal ise Roma döneminde suçluların obruğa atılıp vahşi hayvanlara yem edildiği için kente Kanlıdivane denildiğidir. Kanlıdivane, akustiği çok iyi olduğu için günümüzde konserlere ev sahipliği yapmaktadır. Olba Krallığı'nın kutsal yerleşim yeri olan kentin tarihi MÖ 3. yüzyıla kadar gitmektedir. İlk kez Helenistik Dönem'de yerleşim gören kent Roma ve Geç antik dönemlerde en yoğun dönemini yaşamış ve MS 4. yüzyılda en parlak dönemini yaşamıştır. Ayrıca obruğun içerisinde yer alan merdivenler ve mağaralardan obruk içerisinin de yerleşim yeri olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Merdivenlerle inilen obruğun büyüklüğünden ötürü tanrısal olduğu düşünülmüş ve kent tarihi boyunca dinsel bir merkez olmuştur. Son olarak ise Bizans İmparatoru II. Theodosius burada kutsal bir Hristiyanlık merkezi kurmuştur. Kentte gerçekleştirilen yüzey araştırmalarında tespit edilen 15 atölye ile presler, pres yatakları, vida ağırlıkları, pres ağırlık taşları, kırma tekneleri ve kırma taşları gibi üretim araçları kentin özellikle geç antik dönemde önemli bir zeytinyağı üretimi merkezi olduğunu ortaya çıkarmıştır. Kentin çevresinde kurulduğu obruğun içerisinde Armaronxas ailesine ait kaya kabartması bulunmaktadır. 4 metre genişliğinde 2 metre yüksekliğindeki bir niş içerisinde yer alan kabartmanın sağ tarafında beş satırlık bir yazıt yer almakta olup yazıtta ailenin isimleri yazmaktadır. Obruğun batı duvarlarında ise Kilikya askeri olduğu düşünülen bir savaşçı kabartması yer almaktadır. Obruğun etrafındaki ana yerleşim yerinde ise kesme taştan yapılmış bazilikalar, caddeler, kaya mezarları, sarnıçlar yer almaktadır. Yerleşim yerinin güneybatısında MÖ 2. yüzyılda inşa edildiği düşünülen kule kentteki günümüze kadar ulaşan en eski yapıdır. Kitabesinde yazdığına göre kule, Tanrı Zeus için rahip krallardan Olbalı Tarkyaris'in oğlu Teukros tarafından yaptırılmıştır. Obruğun çevresindeki bazilikalar ise 4. yüzyıl sonları ile 6. yüzyıl ortaları Bizans dönemi eserleridir. Kentin çevresinde üç nekropol tespit edilmiştir. Kuzeye doğru uzanan ve yüksek bir noktada bulunan kuzey nekropolü 4.5 hektarlık bir alanı kapsamakta olup burada hyposorion'lu ve podyumlu çok sayıda lahdin yanı sıra üç tapınak mezar ve bir exedra yer almaktadır. Bu nekropolün en yüksek yerinde Kraliçe Aba'nın kocası ve iki oğlu için yaptırdığı anıtsal mezar yer almaktadır. Kanlıdivane'nin kuzeybatı yamaçlarında yer alan bir diğer nekropolde de hyposorion'lu lahitler ve tapınak mezar tespit edilmiştir. Obruğun bir kilometre güneybatısındaki Çanakçı olarak anılan çöküntü alanında ise soylulara ait birçok kaya mezarı ve lahit yer almaktadır. Burada yer alan kabartmalar nedeniyle diğer iki nekropole kıyasla daha fazla ziyaretçi tarafından ziyaret edilmektedir. Toshihiko Izutsu Tokyo Keio Üniversitesi Institute of Cultural and Linguistic Studies'de (Kültür ve Linguistik araştırmalar Enstitüsünde), Tahran'da Imperial Iranian Academy of Philosophy'de (Tahran Emperyal Felsefe Akademisinde), ve Montreal McGill Üniversitesinde öğretim üyeliği yaptı. Tasavvuf, Advaita Vedanta, Mahayana Budizmi (özellikle Zen) ve felsefi Taoizm konularında önde gelen otoritelerden biri kabul edilen ve otuzdan fazla dil bilen Izutsu, İran, Hindistan, Kuzey Amerika ve Asya'da ilgilendiği alanlarda çok sayıda araştırma yapmıştır. Senyoraj Senyoraj veya sinyoraj, paranın üretim maliyeti ile üzerinde yazılı değer arasındaki farktır. Orta Çağ'da Avrupa'da hüküm süren derebeyler ("Senyör"ler) bu hakkı ellerinde tutup, kendi çıkarları için kullandıkları için, bu terime "Senyoraj" denmiştir. Modern ekonomik sistemlerde, teknik olarak bu hak sadece merkez bankasınındır. Aslında paranın basım maliyeti çok ufak olduğundan, ve her basılan banknot piyasadaki paranın göreceli değerini azaltarak gizli enflasyon yarattığından, devletin vatandaşın cebindeki paradan vergi alması olarak algılanmalıdır. Tenten'in Maceraları Tenten'in Maceraları (Fransızca: "Les Aventures de Tintin"), Belçikalı çizer Hergé tarafından 1929 yılında yaratılmış olan çizgi roman dizisidir. 20. yüzyıl Avrupa çizgi romanlarının en ünlülerindendir. Diziden 200 milyondan fazla kitap basılmış ve dizi 50'den fazla dile çevrilmiştir. Serinin kahramanı, genç bir gazeteci ve gezgin olan Tenten'dir. Maceralarında ona köpeği Milu, arkadaşı Kaptan Haddock ve başka pek çok renkli karakter eşlik eder. Bu çizgi roman serisi temiz fakat manalı çizimi (Hergé'in kendi geliştirdiği bu tarza "ligne claire" denir), sürükleyici öyküleri, ve sonraki hikâyelerdeki titiz araştırmalar ile uzun süreden beri büyük takdir toplamıştır. Öyküler pek çok tarzı kapsar; fantezi, polisiye ve bilimkurgu elementlerini başarıyla bir araya getirir. Bunun yanında tüm Tenten öyküleri mizah içermektedir, ayrıca tüm öykülerde zeki bir hiciv anlayışı ve politik/kültürel eleştiri bulunmaktadır. Tenten Belçika'nın başkenti ve Hergé'in doğum yeri olan Brüksel'de yaşamaktadır. Bu, metinde Tenten'in macerasından sonra Brüksel'e döndüğünü söylediği "Tenten Sovyetler'de" kitabında; ve arkadaşı Çang'ın Tenten'e yolladığı mektubu Brüksel'e yolladığı "Tenten Tibet'te" kitabında görülebilir. Diğer kitaplarda başka gizli ipuçları da bulunmaktadır (tanınabilir yerler, plaka numaraları vb.). Ancak, "Kızıl Korsanın Hazinesi" kitabında Mulensar Şatosu'na taşınır ki buranın gerçekten nerede olduğu tartışmalıdır. Tenten karakteri 10 Ocak 1929'da yaratılmıştır, ve 75. yaşı 2004'te bütün tanındığı yerlerde kutlanmıştır. Tenten, büyük ölçüde Hergé'nin daha önceki karakteri olan ve Tenten'le büyük benzerlikler taşıyan izci "Totor" esas alınarak yaratılmıştır. Totor'un kahramanı olduğu çizgi roman "Les aventures de Totor, chef de patrouille des Hannetons" (Mayısböcekleri'nin İzci Lideri Totor'un Maceraları), 1926 ila 1929 arasında "Le Boy-Scout Belge" dergisinde yayımlandı. Daha sonraki çizgi roman serilerinde, Tenten Belçikalı bir gazeteci (Petit Vingteme gazetesi için muhabir olmaya çalışmaktadır), aynı zamanda güçlü bir savaşçı ve pilottur, her macerasında kahramanca tehlikeli serüvenlere atılır. Neredeyse her macerasında Tenten araştırmacı gazeteci olarak harıl harıl çalışırken görülür, fakat pek nadir bir makale teslim edebilmiştir. Tarafsız görüşleri olan bir delikanlı olan Tenten, bu konuda etrafındaki yan karakterlerden renkli sayılmaz. "Kastafiore'nin Mücevherleri" ile başlayarak Tenten'in karakteri son birkaç albümde değişime uğramıştır.Tenten artık macera aramamakta, aksine etrafında olanlara bir şekilde kapılmaktadır, bu "Sidney'e 714 Sefer Sayılı Uçuş" ve "Tenten ve Pikarolar"'da görülebilir. Bazı hayranları bu son tamamlanmış albümü, Tenten imajına olan bir ihanet olarak kabul etmektedirler. Ölümünden kısa süre önce, eski Belçikalı Nazi işbirlikçisi Léon Degrelle Tenten'in aslında kendisinden ilham alınarak yaratıldığını beyan ederek spekülasyon yaratmıştı. Degrelle gerçekten de Hergé'i eskiden gazeteciyken tanımaktaydı, fakat bu genel olarak kendini beğenmişliğiyle tanınan Degrelle'in bir fabrikasyonu olarak düşünülmektedir. Tenten'in ilk hallerine kısmen de olsa Hergé'in en küçük kardeşi ilham vermiştir. Hergé daha sonra bu kardeşiyle kopmuştur, ve onu "Turnösol Olayı"'ndaki kötü adam Albay Sponz olarak çizmiştir. Tenten ve Sponz fizik
sel olarak oldukça farklı olsalar da aynı dikenli saç stiline sahiptirler. Kaptan Haddok Tenten'in en iyi arkadaşıdır, ilk olarak "Altın Kıskaçlı Yengeç" kitabında görünmüştür. Haddok ilk başta zayıf ve alkolik bir karakter olarak resmedilmiştir, fakat daha sonraki albümlerde daha saygıdeğer ve gerçekten cesur bir karaktere dönüşmüştür (özellikle başarılı hikâye Tenten Tibet'te albümünde arkadaşının hayatını kurtarmak için ayık kafayla kendisini feda etmiştir). Kaptan'ın kaba kişiliği ve alaycılığı Tenten'in inanılmaz kahramanlığına tezat oluşturmaktadır; Tenten ne zaman idealist davransa Kaptan alaycı bir yorum yapmakta gecikmez. Haddok hislerini ifade etmek için her türlü kelimeyi hakaret ve küfür olarak kullanır, "Gagalımemeli", "Ostorogot", "Başıbozuk", "Turta kalıbı", "Ölü Gömücü" veya "Halı Tüccarı" gibi, fakat bunlardan hiçbiri aslında küfür değildir. Haddok sıkı bir içicidir, özellikle "Loch Lomond" marka viski içer, fakat sarhoşluğu genellikle komedi için kullanılmaktadır. Haddok'un soyadı Hergé'nin eşiyle olan bir sohbetinden çıkmıştır, bu sohbette karısı Haddock'un (mezgit) "acınası bir İngiliz balığı" olduğunu söylemiştir. Hergé ismi böylece seçer. Haddok'un en son tamamlanmış hikâye olan "Tenten ve Pikarolar" kitabına kadar (1976) ilk ismi yoktur, bu kitapta ilk ismi Archibald konur. Kızıl Korsanın Hazinesi kitabının sonunda, Haddok atalarına ait bir yer olan Mulensar şatosunu alır, burada o, Tenten ve Turnösol hep birlikte yaşarlar. Ayrıca Leiji Matsumoto'nun animesi "Kaptan Harlock"'un Fransız uyarlamasında ana karakter (Harlock) ve animenin ismi Kaptan Haddok ve Kaptan Harlock'un isimleri arasındaki benzerlik nedeniyle "Albator" olarak değiştirilmiştir. Profesör Turnösol şaşkın, duyma güçlüğü çeken bir profesördür, ve seri boyunca kullanılan pek çok şeyi o tasarlamıştır, mesela tek kişilik köpek balığı şeklindeki denizaltı, Ay roketi ve ultrasonik silah gibi. Turnösol insanlığa buluşlarıyla yardım etmek ister; mesela alkolikliği tedavi etmenin yolunu alkolün tadını hastaya iğrenç yapmakta bulmuştur. Bu buluşlar genellikle Haddock'un hoşuna gitmez, oysaki Turnösol bunu genellikle tam tersi olarak görür: sağırlığı genellikle onun Haddock'un gerçek görüşünü duymasını engeller. Ama eğer Kaptan'ın (veya herhangi birinin) ona "soytarı" dediğini duyarsa öfkelenir ve ""Ben mi soytarıyım?Soytarı ha!"" gibi serzenişlerde bulunur. Turnösol'un sağırlığı sık sık başvurulan bir mizah kaynağıdır, çünkü duyduğu sandığı şeyi tekrarlamak gibi bir huyu vardır, ve genellikle en saçma şekillerde duyar: "attachez votre ceinture" (kemerlerinizi bağlayın) cümlesini "une tache de peinture?" (boya lekesi) olarak tekrarlar. En ufak bir duyma bozukluğu olduğunu kabul etmez ve sadece bir kulağının iyi işitmediğinde ısrar eder. "Ay" kitaplarında bir işitme cihazı takmaktadır, böylece albüm boyunca her şeyi neredeyse mükemmel duyar: bu onu daha ciddi bir karakter haline getirmiştir (insanlar onun yüzüne "soytarı" demediği sürece). Ancak, daha sonraki kitaplarda Turnösol işitme cihazını kaybeder ve tekrar eski sağır kişiliğine döner. Turnösol "su cadılığı" olarak tabir edilen ilkel su veya maden arayışının sadık bir takipçisidir, bu nedenle yanında her zaman bir sarkaç bulundurur. Bu özelliği, Turnösol'ün sağırlığıyla beraber Fransız fizikçi Yves Rocard'dan esinlenilmiş olabilir. Kendisi Fransız boksu savate bilmektedir. Turnösol ilk olarak "Kızıl Korsan'ın Hazinesi" albümünde görünür, ve Hergé'nin uzun süredir devam ettirdiği klasik bir "çılgın unutkan profesör" arayışının sonucudur: örneğin "Firavunun Puroları" kitabındaki Dr. Sarcophagus ve "Ottokar'ın Asası" kitabındaki Prof. Alembick, Turnösol'den önce yaratılmış olan denemeler sayılabilir. Turnösol karakterinin İsviçreli bilim adamı Auguste Piccard esin alınarak yaratılmış olması ihtimali çok yüksektir. "Kastafiore'nin Mücevherleri"'nde Bianca Castafiore Turnösol'ü Piccard ile karıştırır ve Turnösol'ün "balonda yükselmeleri ile ünlü" olduğunu söyler. Beyaz bir tilki teriyeri olan Milu (eski tercümelerde Fındık veya Boncuk, İngilizce ismi Snowy) Tenten'in ona nereye gitse yarenlik eden dört ayaklı yoldaşıdır. Tenten ve köpeği arasındaki bağ çok derindir, ve birbirlerini tehlikeli durumlardan pek çok defa kurtarmışlardır. Birkaç istisna dışında (Tenten Sovyetler'de gibi) Milu bir köpek olduğundan asla konuşmaz (fakat insan kelimeleri ile düşündüğü sık sık görülür). Ancak, buna rağmen Tenten'le iyi anlaşmayı başarır. Milu hikâyeye pek çok ilginç şekilde katkıda bulunur. Mesela, "Sidney'e 714 Sefer Sayılı Uçuş" kitabında uzaylılar tarafından kaçırıldığını hatırlayan tek karakter odur. Kaptan Haddock gibi, Milu da "Loch Lomond" marka viski sever, ve arada sırada aşırı sarhoş olması onu daha fena belaya sokar, aynı araknofobisi gibi. "Milu"'ın orijinal ismi olan Milou Hergé'nin ilk kız arkadaşının adı olan "Marie-Louise" kısaltılarak konulmuştur; yine de bu karaktere kitaplar süresince erkek olarak hitap edilir. Milu Tenten Rusyada Kitabında Sonic adında mavi bir kirpi görmüştür Dupont ve Dupond akraba olmamalarına rağmen ikizmiş gibi görünen iki sakar dedektiftir; ikisinin arasındaki tek fark bıyıklarının şeklidir. Burulmuş bıyıkları olan Dupont, düz bıyıkları olan Dupond'dur. Seri boyunca en çok komik durumu yaratan iki kişidir, çünkü aynı cümleleri devamlı farklı şekillerde söylerler. Tamamen beceriksizdirler, ve sonunda hep yanlış karakteri tutuklarlar, fakat buna rağmen her seferinde mesela Sildavya'nın uzay projesinin güvenliğini sağlamak gibi önemli görevler onlara verilir. Dedektifler yurt dışında olmadıkları zamanlarda genellikle melon şapkalı ve bastonludurlar; görevleri sırasında yerel nüfusa karışabilmek için ülkenin millî kıyafetini giymekte ısrar ederler, fakat genellikle onların kalabalıkta göze batmalarını sağlayan saçma folklor giysileri bulurlar. Dupont ve Dupond başta sadece yan karakterdiler, fakat daha sonra önemli hale geldiler. Eski albümlerin yeniden çizimlerinde, özellikle "Kara Ada"'da, dedektifler artık geleneksel olan karakterlerini kazanmışlardır. Hergé, dedektifler gibi devamlı aynı tip melon şapka takan babası ve kardeşinden ilham almıştır. Serinin çevirmenleri bu çift için devamlı benzer veya aynı şekilde telaffuzları olan isimler seçmişlerdir. "Dupond" ve "Dupont" böylece İngilizce'de "Thomson" ve "Thompson", Almanca'da "Schultze" and "Schulze", Hollanda'da "Jansen" ve "Janssen", İspanyolca'da "Hernández" ve "Fernández", Çince'de "Dùben" ve "Dùpéng"), Bengalce'de "Johnson" ve "Ronson", İzlandaca'da "Skapti" ve "Skafti" olmuşlardır. Diğer versiyonlarda orijinal isimler veya en azından benzer isimler konulur, Türkçe çevirisinde isimler aynı şekilde koyulmuştur. Bu karakterlerin İngilizce isimleri 1980lerin pop grubu Thompson Twins'e esin kaynağı olmuştur. İlerleyen maceralarda Kaptan Hadok tarafından satın alınan ve pek çok maceraya kısmen veya tamamen ev sahipiliği yapan Mulensar Şatosu da adeta bir karakter halini almıştır, bazı eski tercümelerde Marlenspike Şatosu olarak da anılan şatonun Fransızca metinlerdeki adı "Chateau de Moulinsart " ve İngilzce metinlerdeki adı ise "Marlinspike Hall" dur. Tenten'de çok sayıda yan karakter vardır. En çok öne çıkanlardan biri olan İtalyan opera sanatçısı Bianka Kastafiore, ilk olarak Ottokar'ın Asası kitabında ortaya çıkmıştır. Milano Bülbülü olarak tanınsa da Kaptan Haddock onu ve sesini sevmez. Kastafiore'nin Mücevherleri kitabında Kaptan Haddock'la evleneceği yazılmıştır. Rastapopoulos ise Tenten'in Düşmanıdır. İlk olarak Firavunun Puroları kitabında görülmüştür. Ambardaki Kömür, Sidney'e 714 sefer sayılı Uçuş ve Mavi Lotus ciltlerinde Tenten'e düşmandır. Kumandan Şut (ya da "Zut"), ilk olarak Ambardaki Kömür kitabında ortaya çıkmıştır. O ciltte Khemed'den kaçan Tenten ve Haddock'un sambuğunu bombalayan uçağın pilotudur. Sonradan Tenten ile dost olmuştur. Hergé serinin ilerki albümlerinde kurgusal ülkeler tasarlamıştır. Özellikle Sildavya detaylı olarak açıklanmıştır (tarihi, gelenekleri, dili vs.). "Tenten'in Maceraları"'nın ilk hikâyeleri, özellikle Avrupalı olmayanların karikatürize betimlemeleri gibi faktörlerden dolayı ırkçı ve sömürgeci eğilim taşıdığı yönünde eleştirilmiştir. Ancak, Hergé görüşlerini ilk eserlerinden 1936'daki "Mavi Lotus" 'a kadar geçen zamanda değiştirmiştir. "Mavi Lotus", o sırada devam etmekte olan Çin-Japon Savaşı (1937-1945) sırasında Çin'de geçer. Hergé bu eseri çizmeden önce Çin ve savaş hakkında geniş araştırma yapmıştır. Japonya'nın ve Batı'nın Çin'de sömürge işlerine burunlarını sokmalarını eleştirmiş ve Çinliler hakkındaki yaygın ön yargıların giderilmesine yardımcı olmuştur. Bundan sonra, titiz çalışma Hergé'in alamet-i farikalarından biri olacaktır. Bazı albümler müteakip baskılarında Hergé tarafından yayımcıların istekleri doğrultusunda değiştirilmiştir. Örneğin, ABD'li yayımcıların talepleri sonucu "Tenten Amerika'da"ki zenci karakterlerin tümü ırkları beyaz ya da belirsiz olacak şekilde yeniden renklendirilmiştir. "Esrarengiz Yıldız"'daki kötü karakter Yahudi isimli bir Amerikalıyken ilerki baskılarda etnik kökeni daha belirsiz bir Amerikalıya, daha sonra da kurgusal bir ülkedeki bir Güney Amerikalıya çevrilmiştir. "Yedi Kristal Küre" ve "Güneş Mabedi" esas alınarak yapılan bir müzikalin galası 15 Eylül 2001'de Anvers, Belçika'daki Stadsschouwburg'da (şehir tiyatrosu) yapılmıştır. "Kuifje - De Zonnetempel (De Musical)" olan müzikal ilk önce Canal Plus'a, daha sonra 2002'de "Tintin - Le Temple du Soleil" olarak Charleroi'a transfer edilmiştir. Young Vic tiyatro grubu Aralık 2005 itibarıyla Londra Barbican Arts Centre'da "Tenten Tibet'te"'nin bir müzikal versiyonunu sahnelemektedirler. Belçika Postası 1979'da Gençlik Pul Koleksiyonculuğu Günü'nü kutlamak için bir Tenten pulu bastırdı. Bunun, ileriki senelerde basılacak olan bir dizi Belçikalı çizgi roman karakterinin ilki olmasının yanı sıra aynı zamanda bir çizgi roman karakteri olan ilk pul olma özelliğini de taşımaktadır. Hollanda Krallık Postası 8 Ekim 1999'da bir dizi Tenten pulu
bastırdı; birkaç saat içinde tüm pullar tükenecekti. Ocak 2004'te Tenten'in 75. yaşgünü sebebiyle Belçika 50,000 tane limitli 10-euroluk hatıralık madeni para bastırdı. Universal Studios Kuzey Amerika'daki "Tenten'in Maceraları" ticari mallarının haklarının lisansını almıştır. Tenten maceralarının istisnasız tamamı albüm haline gelmeden önce üç adet süreli yayında bölümler halinde tefrika edilmiş, daha sonra albüm halinde yayımlanmıştı. Bu süreli yayınlardan ikisi gazete eki biri de çizgi roman dergisiydi. 1929 ilâ 1939 yılları arasında, Tenten'in ilk sekiz macerası ile 1939-1940 yıllarında 15. macerası Belçika'da çıkan "Le Vingtième Siècle" (Yirminci Yüzyıl) gazetesinin haftalık çocuk eki olan "Le Petit Vingtième" 'de siyah-beyaz olarak tefrika edildikten sonra albüm haline gelmişti. Bunların neredeyse tamamı sonradan renklendirilerek yeniden yayımlanmıştır. Bunun tek istisnası ilk çıkan albüm olan Tenten Sovyetler'de'dir. Bu albüm hiçbir zaman sonradan renklendirilmemiştir (Birçok gayrıresmi tenten albümünde olduğu gibi bu albümün de piyasada bazı renklendirilmiş versiyonlarına rastlanmaktadır, ama resmi olarak ilk çizildiği haliyle yeni baskıları yapılmaktadır). II. Dünya Savaşı yıllarında, yani 1940'la 1944 yılları arasında, Tenten maceraları başka bir Belçika gazetesi "Le Soir"da tefrika edildikten sonra kitaplaştırıldı. 1946'dan itibaren de maceralar yine Tenten'in adını taşıyan haftalık dergi "Le Journal de Tintin" 'de tefrika edildiler, daha sonra albüm haline getirildiler. 1941'den sonra çıkan albümlerin tamamı baştan renkli çizilmişti.. "Tenten Sovyetler'de" 'den "Altın Kıskaçlı Yengeç" 'e kadar olan 9 albümlük seri önce siyah beyaz olarak basıldı. Bunlardan ilki hariç diğer 8'i sonraki baskılarında renklendirildi. 1941'den sonraki albümler baştan renkli olarak çizildiler. İstisna olarak ilk albüm "Tenten Sovyetler'de" hâlâ bütün dillerde orijinal siyah beyaz hâli ile basılmaktadır. Renklendirilmiş baskılar en fazla 21, en az 3 yıl sonraki yeni baskılarında gerçekleşti. "Tenten Sovyetler'de" en uzun albümdür ve 138 sayfadır. Diğer tüm albümler 62 sayfadır. Bunlardan Tenten ve Altın Post filminin konusu İstanbul ve Yunanistan'da geçer. 1961 yapımı filmin fotoromana yakın bir üslupla "film kitabı" da hazırlanmıştır. Filmi Jean-Jacques Vierne yönetmiş, başrollerde Jean-Pierre Talbot (Tenten) ve Georges Wilson (Kaptan Haddok) oynamışlardir. "Tenten ve Mavi Portakallar" filminin de kitabı hazırlanmıştır. "Tenten ve Köpekbalıklı Göl" ise çizgi film olup, daha sonra "sinema kitabı" haline getirilmiştir. Bunlardan başka Steven Spielberg'le Yüzüklerin Efendisi filmlerinin Yeni Zelandalı yönetmeni Peter Jackson'ın bir dizi Tenten filminin sinemaya aktarılması için anlaşmaya vardıkları bildirilmiştir. İlkinin 2010 yılında tamamlanması beklenen filmlerin gerçek aktörlerin oynadığı animasyonlar biçiminde çekileceği belirtilmiştir. Bunlardan başka gayrıresmi Tenten kitapları da vardır. Bunların en ünlüsü "Tenten Tayland'da" adlı siyah beyaz çizilmiş pornografik kitaptır. El altından 1,000 ilâ 1,300 Belçika Frangına (£15-20) satılıyordu. Ara sıra polis baskınları ile nüshalarına el konulan bu kaçak yayına bazen internette de rastlanmaktadır. Söz konusu kitapta Tenten ve köpeği Boncuk Tayland'ın başkenti Bangkok'ta bir seks tatiline çıkarlar. Gerçekte bir idol karakter olan Tenten, Bangkok barlarında eşcinsel davranışlarda bulunur. Tenten'in köpeği Boncuk (Milu) da bir Siyam kedisi'yle benzer ilişkilere girer. Tenten'in arkadaşları Kaptan Haddock ve Profesör Turnösol, seks endüstrisinin kalbinin attığı Bangkok'un kötü şöhretli Pat Pong mahallesinde eğlenceye dalarlar. 1960'lı yıllarda Türk çizerler tarafından üretilmiş literatür dışı (özgün olmayan) Tenten maceraları şunlardır (Çıkış sırası ile); Tenten karakterlerine dayandırılan "sinema filmleri" şunlardır: 1991 yılında Hergé 'in Tenten kitaplarına dayandırılarak Les Aventures de Tintin adı ile televizyon için bir çizgi film dizisi yapıldı.21 adet Tenten macerası 30'ar dakikalık 39 bölüm halinde 3 sezon boyunca yayınlanmıştı.Maceraların büyük kısmı iki bölüm halinde yayınlanmıştı.Bu seride kronolojik sıra gözetilmemiştir.Seri 1941 tarihli Le Crabe aux pinces d'or (Altın Kıskaçlı Yengeç) macerası ile başlar 1932 tarihli Tintin en Amérique (Tenten Amerika'da) macerası ile sona erer.24 Tenten macerasından 3 tanesi bilerek serinin dışında bırakılmışlardır.Bunlar ilk çıkan iki macera olan Tintin au pays des Soviets ve Tintin au Congo ile son albüm olan Tintin et l'Alph-Art 'tır. Bu anime TV dizisi sonradan DVD olarak da piyasaya verildi.Bunlar hem tek tek DVD'ler şeklinde veya topluca DVD Box şeklinde olmuştur.DVD Box'larda 10 DVD bulunmaktadır.Bir DVD 'de 3 macera,diğerlerinde 2'şer macera yer alır. Çizgi dizi Türkiye'de Kanal D, TV8, Karamel TV ve Kidz TV'de (Test Yayınında) gibi kanallarda yayınlanmıştır. 2017 yılından itibaren Planet Çocuk'ta yayınlanmaya başlamıştır. Tenten'in yarım asırlık Türkiye macerasının kilometre taşları şunlardır; Hatay, Konak Hatay, İzmir'in Konak ve Karabağlar ilçelerinin ortak semtlerinden biridir. Yönetim olarak, İzmir Anakenti sınırları içinde kalan ve İzmir'in yönetsel, sanatsal, kültürel ve ticari (tecimsel) açıdan en önemli ilçesi olan Konak belediyesine bağlıdır. İnönü Caddesi'nin güney tarafı 6 Mart 2008 tarihinde kabul edilen 5747 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla kurulmuş olan Karabağlar ilçesine bağlanmştır. En önemli caddesi İnönü Caddesi'dir. Bu caddede işyerleri sıralanmıştır. Bayramyeri'nden Üçkuyular Meydanı'na kadar uzanmaktadır. Haftanın belli günleri değişik yerlerde pazar kurulmaktadır. Denize doğru yokuş aşağı yürüyünce Mithatpaşa Caddesine ve sahile ulaşabilirsiniz. Yukarı doğru çıkarsanız Yeşilyurt, Basın sitesi gibi semtlere ulaşırsınız. Yerleşim denize doğru yokuş aşağı bir görünüm oluşturmaktadır. Bu nedenle evlerin alt katlarına veya bodrum katlarına yağmur sularından oluşan sel baskınları olabilmektedir. Veliki Novgorod Veliki Novgorod (Rusça: Великий Новгород / "Velikiy Novgorod"), Rusya içerisinde yer alan önemli şehirlerden biridir. Rusça "büyük yeni şehir" demektir. Moskova ve Sankt-Peterburg'u bağlayan yolun üzerinde, demiryoluna biraz uzakta bulunur. İlk olarak 9. yüzyılda bahsedilen şehir Rusya'nın ilk başkentiydi. 1136'da Kiev prensliği'nden koparak bağımsız olan Novgorod Cumhuriyeti'nin merkezi oldu. 1221 tarihinde Yuri (Georgi) Vsevolodoviç tarafından yeniden kurulan Novgorod'un Moskova'dan uzaklığı 425 km'dir. 56º19' kuzey enlemi, 44º00' doğu boylamı arasında yer alan şehrin nüfusu 216,826'dir.Novgorod Oblast'ın yönetim merkezidir. Şehir en parlak dönemini 1136-1478 arasındaki Novgorod Cumhuriyeti'yken yaşamıştır. 1611-1617 arası İsveç işgalinde kalan kent, 1708-1710 arasında Ingermenland, 1710-1727 arasında San Petersburg Guberniya'sına bağlı bir ilçe merkeziylen, 1727'de Novgorod Guberniya'sının merkezi oldu. 1927'de Leningrad Oblast'ına bağlanan şehir, 2. Dünya Savaşı'nda 15 Ağustos 1941-10 Ocak 1944 arasında Alman işgalinde kaldıktan sonra ayrı bir oblastın merkezi oldu. 1998'de bugünkü adını aldı.Şehir, barındırdığı yüzlerce tarihi eserle, Dünya Miras Listesi arasındadır. Rusya'nın gelişen ekomomisine paralel olarak ve St. Peterburg'a yakınlığı sebebiyle son yıllarda yatırımcıları cezbeden bir hal almıştır. Eyyüpnebi, Viranşehir Eyyübnebi, Şanlıurfa'nın Viranşehir ilçesine bağlı bir mahalledir. Viranşehir'e 12 km. uzaklıkta olan bölge, Eyüp peygamberin yanı sıra eşi ve Elyasa'nın da mezarlarının bulunduğu mahalledir. Mezarın (türbelerin) bulunduğu alan UNESCO tarafından park haline getirilmiştir. İstiare İstiare, Türk Edebiyatında, bir sözcüğü kendi anlamı dışında kullanarak, bir şeyi benzediği başka varlığının adıyla anma sanatı. Diğer adı eğretilemedir. Benzetmenin iki temel öğesi vardır, benzeyen ve benzetilen. İstiare bunlardan birinin söylenmemesiyle yapılır. Sadece kendisine benzetilenle (müşebbehu bih-müstearı minh) yapılan istiaredir. Bir sözcüğün yerine benzetme amacı güderek başka bir sözcük kullanmaya denir. Benzetme öğelerinden yalnız benzeyenle (müşebbeh-müstearı leh) ve benzeme yönü (karine) ile yapılan istiaredir. Kapalı istiarede benzetilen söylenmeyerek gizili tutulur. Mitoloji, bilim ve metafizik gibi pek çok disiplin, kapalı istiareler yoluyla dünya edebiyatının epistemolojik altyapısını oluşturmuştur. Benzetmenin temel öğelerinden yalnızca birisiyle (müşabehet ögesi) çok sayıda benzerliği sıralayarak yapılan istiareye ise "yaygın istiare" (istiare-i temsiliyye) adı verilir. Bu tür istiarelerde kelimeler hakiki manalarında kullanılsalarda bir araya gelmeleriyle ortaya çıkan mana heyetine benzetilmek istenen başka bir mana heyeti istiare edilir. Bu yüzden bu tür istiarelere heyetlerin birbirlerine istiaresi diyebiliriz. Bu tür istiareler halk arasında yayılırsa darbı mesel olarak isimlendirilir. Türkçemizdeki birçok atasözü bu kısımda değerlendirilir. Misal: Üzüm üzüme bakarak kararır. Bu misalde bir kişinin bir başkasından etkilenmesi üzümlerin birbirlerini kararma yönünden etkilemelerine benzetilmiştir. Dikkat edilecek olursa benzetilende ve kendine benzetilende kelimeler istiare edilmemiş, belki kelimelerden oluşan kelamın ifade ettiği heyet olan manalar benzetilmiştir. Cümlesindeki "aslan" bu istiare çeşidine bir örnektir Cümlesinde "dost eli" rüzgar yerine kullanılmıştır Dünya iki kapılı bir hana benzetilmiş ama dünya söylenmemiş yani benzeyen yok sadece benzetilen var. Dallar boynu bükük insana benzetiliyor ama kendisine benzetilen insandan söz edilmiyor. Boynu bükük sözcüğü ile insanın bir özelliği vurgulanıyor. Çamlıbel, milleti mağrur bir ata benzeterek çok sayıda benzerliği sıralıyor. Mutfak (anlam ayrımı) Bismarck Bismarck ile şu maddeler kastedilmiş olabilir: Femme fatale Femme fatale (Fransızca telaffuzu: ), ilişkiye girdiği erkeklere sonunda büyük sıkıntılar yaşatan çekici ve baştan çıkarıcı kadın. Fransızcada "felakete neden olan kadın" anlamına gelir. Femme fatale tiplemesi, şu veya bu şekil
de, bütün kültürlerin efsanelerinde ve folklorunda yer etmiştir. Tarihin kaydettiği ilk örnekleri arasında, Sümer tanrıçası İştar ve Tevrat'ta yer alan Havva, Lilith, Delilah ve Salomé sayılabilir. 19. yüzyıldan itibaren, yükselen burjuvazinin ahlaki değerler anlayışı içinde, Batı kültüründe daha sık rastlanagelmektedir. Tiplemenin örnekleri Oscar Wilde, Edvard Munch, Gustav Klimt gibi sanatçıların eserlerinde mevcuttur. Kadın hakları hareketinin gelişmesiyle, ve muhtemelen bu harekete burjuvazinin bir tepkisi ve korkularının bir ifadesi olarak, femme fatale tiplemesi dimağlarda daha da geniş yer etmeye başlamış, daha da fazla sayıda örnek yaratılmıştır. Edebiyat ve resimle başlayan vurgu, sinemanın ortaya çıkması ve gelişmesiyle bu sanat dalına da taşınmıştır. Kırgızlar ve Kazaklardan Gagavuzlara pek çok Türk milletinin, ve bu arada da Anadolu Türklerinin folklorunda yer etmiş Albıs da bir çeşit femme fatale olarak değerlendirilebilir. Türkiye'de özellikle Elâzığ, Kahramanmaraş, Çukurova, Manisa ve Muğla'da canlı kalmış albıs inancı içinde, öncelikle lohusa dönemi yaşayan kadınlara ve bebeklerine musallat olmakla birlikte, genç kızlara, atlara ve nihayet erkeklere geleni de vardır. Sarışın ve güzel bir genç kadın görünümünde gelen Sarı albıs; şehvetli, çekici bir kadındır ve Sarıhummaya neden olur. Anglo-Sakson kültüründeki femme fatale tiplemelerinin kökenlerinde genelde bir yabancılık unsuru bulunmaktadır. Femme fatale bu çerçevede bir tür cinsel vampir olarak tasvir edilmektedir. Nitekim, günümüz söyleminde iki tanım arasında derece farkı yerleşmiş olsa da, İngilizce'de femme fatale evvelce "vamp" şeklinde tanımlanmaktaydı. Femme fatale, karanlık şehvet arzuları ağlarına düşürdükleri ve kendilerine aşık ettikleri erkeklerin erkekliğini, kişiliğini, maddi varlıklarını, toplumsal itibarlarını sömürerek çökertmektedirler. Bu erkekler, kadın tarafından içlerinde ve dışlarında hiçbir şey kalmayacak hale getirildiklerinde bir köşeye atılmaktadırlar. 20. yüzyıl başlarına ait femme fatale (vamp) tiplemesinin iyi bir örneği Lawrence Durrell'ın İskenderiye Dörtlüsü'ndeki Justine karakteridir. Erkeğin femme fatale tiplemesine dönük yaklaşımında çeşitli farklar bulunmaktadır. Bir anlamda, femme fatale'nin zıt kutbunda, hayatını kadınları sıfırlamaya adamış erkek tipi de mevcuttur. İyi bir örneği Uğultulu Tepeler'deki Heathcliff karakteridir. Amerikalı yazar J. D. Salinger'in tek bir iyi roman (Çavdar Tarlasında Saklambaç) ve birkaç iyi hikâye çıkarabilmek için, birçok kadının kişiliğini ve varlığını bilinçli ve sistemli olarak sömürdüğü iddia edilir. Bir başka erkek tipi ise, bile bile lades mantığıyla ve iflah olmaz bir şekilde femme fatale'lere yönelmektedir. Öte yandan, her kadının erkekler ile ilişkilerinde cinselliği kullanış tarzı ve yoğunluğu, kendi içinde ve zamana ve şartlara bağlı olan unsurlar da dahil olmak üzere, değişebilmektedir. Günümüzdeki femme fatale örnekleri arasında "Nikita", "Moulin Rouge", "Femme Fatale" filmleri, ve pek çok video oyununda yer alan karakterler sayılabilir (örneğin, dolaylı şekilde, Lara Croft). Sinema tarihinin en ünlü femme fatale karakteri ise diğer femme fatale rollerinde de göze çarpan Rita Hayworth tarafından canlandırılan aynı isimli filmdeki Gilda karakteridir. Rita Hayworth Salome filminde veya Şangaylı Kadın filmindeki kadın karakterlerinin çok ötesinde, kara film janrında ön plana çıkan ve film tarihi boyunca birçok filmin gönderme yapmasına ya da filmi aynen veya kısmen taklit etmesine yol açan bir figür sergilemiştir. Tek eldivenini çıkararak dans ettiği ve put the blame on mame adlı, her kabahati kadınlarda bulan erkeklerle dalga geçen bir şarkıyı söylediği sahne, genelde femme fatale'e örnek olarak gösterilir. Bram Dijkstra "Femme fatale" tiplemesi hakkında iki kapsamlı kitap yazmıştır: Türk edebiyatında roman Türk edebiyatında roman 19. yüzyılda ortaya çıkan bir yazım türüdür. Roman, Tanzimat'la başlayan batılılaşma sürecinin bir parçası olarak, kültürel birikimin doğal bir sonucu değil, bir çeşit sanat ithali şeklinde Türk yazınına girmiştir. Romanın tür olarak Türk edebiyatında görülmesi, Telamak'ı Fransızcadan çeviren Tahtaví'nın, Arapça tercümesinden Yusuf Kamil Paşa’nın yaptığı, Fenelon’un Telemak adlı eserinin çevirisi Terceme-i Telemak ile olmuştur. Daha sonra adı bilinmeyen bir çevirmen Victor Hugo’nun ünlü romanı Sefiller’i çevirmiştir. Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu Fransa ile yakın siyasi ve kültürel ilişkiler içinde olduğu için, özellikle Fransız romanının etkisi ön plana çıkmaktadır. Nitekim "roman" kelimesi de Türkçeye Fransızcadan doğrudan geçmiştir. Böylece bir süre Fransız romanlarının çeviri ve uyarlamaları okunmuş ve benzer örneklerin yazılması için zemin hazırlanmıştır. Özellikle 1860-1880 yılları arası yoğun bir şekilde çevirilerin yapıldığı bir dönem olmuştur. İlk Türk romanı Şemseddin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı eseridir (1872). Osmanlı yazarları tarafından yazılan ilk romanlar, genellikle oldukça zayıftır. Bunda romanın tür olarak batıdan alınmasının büyük payı vardır. Bu çeşit bir düz yazı geleneği olmayan Türk yazarları özellikle karakter yaratmak konusunda yüzeysel kalmışlar ve karikatüre benzeyen "tip"ler ortaya çıkarmışlardır. İlk yazılan romanlar, kimi zaman neredeyse birebir olacak şekilde, batılı örneklerin taklitleri olarak görülebilir. Bu ilk dönem yazarları daha çok Fransız Romantizm akımını örnek almışlardır. Taner Timur'a göre bunun öncelikli nedenlerinden biri bu dönemde Fransız romanında etkili olan Doğalcılık akımı ve bu akım doğrultusunda yazılan romanların toplumun en yoz ve kötü halini yansıtma eğiliminde olmalarıdır. Osmanlılar bu romanlarda anlatılan hikâyeleri bu nedenle beğenmemiş ve kendilerine uygun görmemişlerdir. Émile Zola gibi yazarların kötümser determinizmi yerine, dönemin değişen Osmanlı toplumuna daha çok hitap eden konuları tercih etmişlerdir. Bu durum, Taner Timur'un Ahmet Mithat Efendi'den yaptığı alıntıda şöyle geçmektedir: Bu nedenle dönemin romanlarında daha çok romantik aşklar ve yanlış batılılaşma ana tema olarak ön plana çıkmaktadır. Dönemin bazı önemli romanları şunlardır: Recaizade Mahmud Ekrem’in Araba Sevdası (1896), Namık Kemal’in İntibah’ı (1878) ve Ahmet Mithat Efendi’nin Felatun Bey'le Rakım Efendi’si (1875). Türk edebiyatında tarihi romanın ilk denemesi Ahmet Mithat Efendi’nin Yeniçeriler (1871) adlı romanı sayılabilir. Batılı anlamda ilk tarihsel Türkçe roman, Tanzimat Edebiyatı yazarlarından Namık Kemal’in Cezmi’sidir. Onun ilk basımı 1880'de yapılmıştır. Roman Türk edebiyatının ilk tarihi romanı olma özelliği taşır. Romanın sonunda 1. cildin sonu yazısı yer alsa da, kitabın 2. bir cildi yoktur. Servet-i Fünun Edebiyatı döneminde ilk usta romanlar ve usta yazarlar kendilerini gösterdi. "Sanat sanat içindir" tezini savunan bu yazarlar aşk ve acıma gibi konuları işledi. Halit Ziya Uşaklıgil bu dönemin en önemli romancısı sayılır. Uşaklıgil'in Aşk-ı Memnu (1925) adlı romanı günümüzde de en başarılı Türk romanlarından biri olarak kabul edilir. 1910’dan sonra milli duyguların ağır basmasıyla birlikte "Genç Kalemler" dergisi çevresinde Türkçülük akımı gelişti. Milli romanların yazılması bu dönemde başladı. Halide Edip Adıvar’ın Vurun Kahpeye, Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanları bu dönemin örneklerindendir. Cumhuriyet döneminin ilk romanları ulusçuluk akımını oluşturmuştur. Çoğunlukla Kurtuluş Savaşı'nı konu edinen romanları bu ilk örnekleri ise, ulusal modernleşme hareketinin etkisiyle, "köy romanı" takip etmiştir. 1960 sonrasında sol eğilimlerin artmasıyla toplumcu romanlar yazılmaya başlanmıştır. Gerçekçi akımın etkisi 12 Eylül Darbesine kadar devam etmiştir. 1980 sonrası entelektüel durulmanın etkisi uzun bir süre devam etmiş, ancak 1990'larda daha özgün romanlar yeniden belirmeye başlamıştır. Kevser Kevser (, Latinizasyon: Ḥawḍ al-Kawthar) ya da Havz-ı Kevser, İslam dinine göre, cennette var olduğuna inanılan kutsal nehir. Kur'an'da "havz" kelimesi geçmemekte "kevser" ise aynı adla anılan sûrede (el-Kevser 108/1) bir defa zikredilmektedir. Kare şeklinde olduğu belirtilen havz-ı kevserin kenar uzunluğu hakkında farklı farklı rivayetler vardır. Kevser için 'bir havuzdur' diyenler olduğu gibi 'bol hayır ve bereket, kesilmez soy sop, sayısız ümmet' anlamlarına geldiğini söyleyenler de vardır. Buhârî, Müslümanların peygamberi Muhammed'in, Kevser'in iki yanında inciden kaplar bulunan bir ırmak olduğunu, bu kapların yıldızlar kadar sayısız bulunduğunu söylediğini belirtir. Havzın cennette sadece Muhamed'e tahsis edilmiş bir yer olduğu kabul edilmekle birlikte kıyamet gününde diğer peygamberlerin de havuzlarının bulunacağını, onların havzın başına gelecek ümmetlerinin çokluğu ile övüneceklerini, Muhammed'in de kendi havzına gelecek ümmetinin diğerlerininkinden fazla olacağını ümit ettiğini haber veren rivayetler de bulunmaktadır. Kevser imgesinin diğer bazı imgeler gibi Zerdüştilik kaynaklı olduğu, Zerdüşt anlatılarında geçen Kansava gölünün islami anlatımlara kevser havuzu olarak aktarıldığı görüşü bazı araştırmacılar tarafından dile getirilmiştir. Mülk Suresi Mülk Suresi, Kur'an'ın 67. Suresidir ve 30 ayetten ibarettir. Adını, birinci ayetinde geçen "el-Mülk" kelimesinden almıştır. Ayrıca Tebareke, Münciye, Mücadele, Mani'a, Vakiye adlarıyla da anılır. Surenin ismi olan mülk Evreni temsil eder. Sure Kur’anın Evren tanımının özeti gibidir. Kur’an'da Evren Dünya merkezli olarak tanımlanır. Kur'an yeryüzünün insanlar için dümdüz bir döşek haline getirildiğini, göklerin (evren, sema) Dünya üzerinde 7 kat olarak düzenlendiğini ifade eder. Kıyamet koptuğunda yıldızlar yeryüzüne dökülür. (Tekvir:1-2) İfadelerin 7. yy evren anlayışı ile uyumlu olduğu görülebilir. Sureye göre Dünya seması kandiller (yıldızlar) ile donatılmıştır ve bu yıldızlar aynı zamanda hırsız şeytanları kovmak için kullanılan sapan taşlarıdır. (Ayet 5) Çıplak gözle bakıldığında bir yıldızın kayması olarak algılanan ve halk dilinde ‘yıldız kayması’ olarak isimlendirilen meteor
düşmeleriyle bağlantılı olan ifadeler bu yanılsamadan dolayı yıldızlara atfedilerek kullanılmaktadır. Gökcisimleri Kur’anda Güneş, Ay ve yıldızlardan ibarettir. Kur'anda yıldızlarla ilgili bazı ifadeler teşbihi fadeler olmakla birlikte, 7 kat gök ile, yıldızların Dünya semasına yerleştirildiği ve onların aynı zamanda şeytanlara atılan taşlar (Mülk ve Cin sureleri) olduğu ifadelerini teşbih olarak algılamak mümkün değildir. Ayrıca bu evren içerisinde melekler, ifritler, cinler, şeytanlar gibi mitolojik yaratıklar bulunur. Surenin 5. ayeti dilbilgisi açısından da eleştirilebilir. Şöyle ki yıldızlara işaret eden zamir Arapçada olması gerektiği gibi çoğul değil, dişil ve tekildir. (bkn. Kur’an, dil ve anlatım özellikleri) Hikâye Hikâye ya da öykü, gerçek ya da gerçeğe yakın bir olayı aktaran kısa, düzyazı şeklindeki anlatıdır. Kısa oluşu, yalın bir olay örgüsüne sahip olması, genellikle önemli bir olay ya da sahne aracılığıyla tek ve yoğun bir etki uyandırması ve az sayıda karaktere yer vermesiyle roman ve diğer anlatı türlerinden ayrılır. Öyküde, olayın geçtiği yer sınırlı, anlatım özlü ve yoğundur. Karakterler belli bir olay içinde gösterilir. Bu karakterlerin de çoğu zaman sadece belli özellikleri yansıtılır. Konu tümüyle düş ürünü olabilir ya da son derece gerçekçidir. Genellikle ironik bir rastlantı yoluyla oluşturulan özel bir an üzerindeki yoğunlaşma sürpriz sonlara olanak verir. Hikâyede kişiler, olay örgüsü, mekân, zaman, anlatıcı ve bakış açısı olmak üzere beş temel yapı unsuru vardır. "Hikâye" kelimesi Türkçeye Arapçadan geçmiştir. Türetildiği fiil kökü ""hakeve"", ""taklit etmek, bir metnin kopyasını çıkarmak""; aynı kökten ""hekâ"" ise ""benzemek, aynen nakletmek"" anlamlarına gelir. İlk zamanlar "destandan masala, fıkradan menkıbeye, romandan tiyatroya kadar bütün tahkiyeli" metinleri kapsadığı için kendine özgü bir türün adı olan "hikâye" özel adı ile karıştırılırken zamanla sıyrılıp türün adı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Hikâyenin eş anlamlısı olarak kullanılan "öykü" sözcüğü ise Arapçadaki "taklit etmek" anlamının karşılığı olan ""öykünmek""ten türetilmiştir. Doğu dillerinde olduğu kadar Batı dillerinde de bu tür modern özelliklerini kazanıncaya kadar değişik adlarla anılmıştır. Meselâ Fransızcada "masal" anlamında "conte", "anlatım" mânasında "récit", "tarih" mânasında "histoire" kelimeleri aynı zamanda hikâye türü için de kullanılmıştır. Antik Yunan'daki fabl ve kısa romanslar, Binbir Gece Masalları öykünün habercileridir. Ama öykü ancak 19. yüzyılda romantizm ve gerçekçilik akımlarının etkisiyle psikolojik ve metafizik sorunları masalsı bir anlatımla yansıtmaya başladı. Rusya’da Gogol, Dostoyevski, Turgenyev ve Çehov’un öyküleri, öykü türünün edebi eserler arasında sağlam bir yere oturmasına büyük katkı sağlamıştır. Bilinen ilk öykü örneği ise İtalyan yazar Giovanni Boccaccio'nun Decameron adlı eseridir. Eser temel olarak 1348 yılında İtalya da ortaya çıkan bir veba salgınını konu alır. 10 gün boyunca anlatılan 100 öyküden oluşur. Mutluluklar, kadın erkek ilişkileri, gönül yaraları, yerinde verilen yanıtlar, çıkar peşinde koşan din adamları öykülerin başlıca konularını oluşturur. Öykü zaman içerisinde ikiye ayrılmıştır; olay hikâyesi ve durum hikâyesi. "Olay Hikâyesi": Bir olay merkezinde gelişen ve sonuçlanan hikâyelerdir. Bu tür metinlerde merak unsuru ön plandadır. Bu türün en önemli örneklerini Fransız yazar Maupassant vermiştir. Bu yüzden olay hikâyesi, Maupassant tarzı hikâye olarak da adlandırılmaktadır. "Durum Hikâyesi": Olay anlatımına dayanmayan, kişilerin veya hayatın bir kesitinin ele alındığı hikâyelere denir. Bu tür hikâyelerde merak duygusu geri plana itilir ve bir durum veya kişi betimlenir. Durum hikâyesinin en önemli örnekleri, Rus yazar Anton Çehov tarafından verilmiştir. Bu nedenle durum hikâyelerine Çehov tarzı hikâye de denmektedir. Türkiye'de öykü ya da hikâye kavramı diğer yeni türler gibi Tanzimat'tan sonra edebiyata girmiştir. Hikâyenin Türkiye'deki ilk gerçek temsilcisi olarak Ömer Seyfettin'i görmek mümkündür. Falaka, Başını Vermeyen Şehit, Pe'de hikâyeciliğin gelişmesine çok büyük katkı sağlamıştır. Ayrıca Sait Faik Abasıyanık da Türk öykücülüğünün önemli temsilcilerinden biridir. Toplumun problemlerine değil bireyin toplum içindeki sorunlarına yönelen yazar, öykülerinde çoğunlukla kendisinden yola çıkıp bireyler hakkında yazarak insan gerçeğini anlamaya çalıştı. Çoğunlukla şehirli alt sınıfın hayatını yazan Abasıyanık, balıkçı, işsiz, kıraathane sahibi gibi karakterleri anlattı. İnsanların yaşama biçimlerini, isteklerini, tasalarını, korkularını ve sevinçlerini irdeleyerek, toplum meselelerinden çok "insanı ele alan sanatçılar" sınıfında yer aldı. Türk edebiyatında olay hikâyesinin temsilcisi Ömer Seyfettin, durum hikâyesinin temsilcisi ise Memduh Şevket Esendal'dır. Okan Bayülgen Kaan Okan Bayülgen, ya da bilinen adıyla Okan Bayülgen (d. 23 Mart 1964, Cihangir, İstanbul), Türk gösteri adamı, oyuncu, tiyatro ve klip yönetmeni, yapımcı, seslendirme sanatçısı ve fotoğrafçıdır. Bayülgen, hukuk ve gazetecilik eğitimi almış bir baba olan Ümit Bayülgen ile ressam olan bir annenin oğlu olarak 23 Mart 1964'te Cihangir, İstanbul'da doğdu. 1970'te anne ve babası boşanmış olan Bayülgen'in annesi İsmet Görgün ile evlenmişti. Daha sonra İsmet Görgün onu nüfusuna geçirmek isteyince soyadı farkında olmadan Görgün olarak değişmiştir; ama kendi isteğiyle mahkemeye başvurmuş ve babası olan Ümit Bayülgen'in soyadını tekrar almıştır. Ayrıca Ümit Bayülgen de ikinci defa evlenmiştir ve Okan Bayülgen'in babasının ikinci evliliğinden, Ozan Bayülgen ve Okşan Bayülgen adlı iki kardeşi vardır. Bayülgen, eğitimine Göztepe, İstanbul'daki Taş Mektep isimli yatılı okulda başladı. Altı yaşındayken yatılı okula verildi. Şişli 19 Mayıs İlkokulu'ndan mezun olup Galatasaray Lisesi'nde öğrenimine devam etti. Okuldaki öğrenci kulüplerinden müzik, edebiyat, folklor gibi kollarla ilgilendi. Okula gitmeme durumu, sorun olmaya başladığında annesi Ayla Görgün; onu Bodrum'a, yanına çağırdı ve Galatasaray Lisesi'ndeki altı yılından sonra Bodrum Lisesi'e kaydoldu. Fakat oradan Şişli Lisesi'ne geçen Bayülgen 1984'te buradan mezun olarak lise öğrenimini tamamladı. Fotoğraf eğitimi almak için Fransa'ya giden Bayülgen, Tours Üniversitesi Hukuk ve Ekonomik Bilimler Fakültesi'nde hukuk okumaya başladı. Ardından fikir değiştirerek aynı üniversitenin ekonomi bölümüne geçti. Bir yıl okuduktan sonra ekonomi eğitimini de yarıda bırakarak Türkiye'ye döndü ve Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Bölümü sınavlarında başarı göstererek buradaki eğitimine başladı. 1989'da mezun olarak aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde yüksek lisans yaptı. Çok genç yaşta evlenen Bayülgen, kısa süren bu ilişkisinden sonra iki kez daha nikah masasına oturdu. Birinci evliliğini "Çocuklar Duymasın" adlı televizyon dizisinde de oynamış olan Zeyno Günenç ile yaptı, fakat sonra ayrılmaya karar verdi. 2008 yılının son gününde evlenmiş olduğu Şirin Ediger'den doğma İstanbul adında bir kızı vardır. 2014 yılında Şirin Ediger`den boşanmıştır. Kariyerine tiyatro oyuncusu ve yönetmeni olarak başladı. Devlet Tiyatroları'ndaki en genç yönetmen olarak 1989-1994 yılları arasında çeşitli oyunlar yönetti, bazı oyunlarda oynadı. Bu çalışmaları sayesinde Türkiye'nin en genç tiyatro yönetmeni unvanına sahip oldu. 1991'de Kent FM'deki "Son Saatler" adlı bir programla radyoculuğa başladı. Bu sıralarda "Genç Indiana Jones" dizisinin Türkiye'de çekilen bölümünde rol aldı.1992 yılında askerliğini Burdur`da kısa dönem olarak yapan Bayülgen, 1993 yılı sonunda Trabzon Devlet Tiyatrosu'na tayini çıktı ve Trabzon'a gitti. Rejisi kendisine verilen bir oyun yönetim tarafından kaldırılınca 1994 yılında Devlet Tiyatrosu'ndan istifa ederek şansını radyo ve televizyon alanında denemeye karar verdi. Radyolarda haber spikerliği ve programcılık yapmaya başladı. Televizyon işleri yapmaya başladıktan sonra da çeşitli radyolarda çalıştı. 1995'te Radyo Contact'teyken, 1997'de Kiss FM'de "Okan Bayülgen On Air" programını sundu. Özellikle 1998 ve 1999 yılında Radyo D'de 18.00-20.00 saatleri arasında yayınlanan "Hayat Bilgisi" programı ile dikkatleri çekti. En son 2001 yılında Radio Contact'te, "Yol" programını yaptı. Televizyon hayatına Satel TV'de klipler sunarak başlayan Bayülgen, atv ekranlarında gece yarısında yayına başlayan "Gece Kuşu" adlı farklı programı ile adını duyurdu. Gece Kuşu'nun ardından late night show tarzını 100 gece boyunca "Televizyon Çocuğu" ile devam ettirdi. Gecenin bir saatinde sessiz sedasız yayına başladığında amaçladığı şey, izleyici ve sunucu arasındaki yapmacık samimiyetle örülü ilişkiyi yok etmekti. Agresif tavırları ve ilk “uçurmaları” başlarda kamuoyunun sesini kısma yönünde hayli totaliter bir tavır olarak görülse de, asıl eylem bu düzeni kuranlara karşıydı. Program ekibi olarak atv ile yollarını ayırdıktan sonra iki yıla yakın ekranlardan uzak kalan Bayülgen bu ara içerisinde 1997 yılında bacağından vuruldu; saldırganı Murat Çakmak, Bayülgen`in oynadığı "İstanbul Kanatlarımın Altında" filiminde Osmanlı`ya hakaret ettiğini düşündüğünden dolayı bacağından vurduğunu söylemiştir. Ayrıca, bu ara içerisinde ATV`de sadece 13 bölüm süren "Utanmaz Adam" dizisinde rol almıştır. Bu aradan sonra Kanal D'de sunduğu "Zaga" ile geri döndü. Sürekli değişen ekipler, skeçler, jenerikler, dekor, orkestra ve farklı program anlayışı, canlı telefon bağlantıları, içinde barındırdığı beklenmedik tuhaflıkları ve Medya Arkası ile kısa bir dönemin haricinde Cumartesi geceleri yayınlanan Zaga, Türk televizyon hayatındaki uzun soluklu ve yeni bir anlayışın ürünü özgün bir program olarak kendine kemik bir izleyici kitlesi oluşturmuştur. Televizyon açısından uzun kabul edilebilecek yıllar, çeşitli eğitim ve yardım kampanyaları için ulusal haber kanalı NTV'de özel yayınlar yapan Okan Bayülgen, yine bu kanalda takip eden yıllar boyunca yılbaşı gecesi özel canlı yayınlarını sundu. En son 2008'e yılbaşı girişinde, Müjde Ar ile bi
rlikte bir program yaptı. 2004′te izleyicilerin de stüdyo konuğu olarak katılabildiği "Herkes Bunu Konuşuyor" ile perşembe geceleri ekrana çıktı. Akademi, bilim, müzik, popüler kültür, medya dünyasından ve çeşitli sanat dallarından çok yönlü konuklarla beraber, seçilen bir konunun bir masa etrafında konuşulması üzerine kurulu bu programları, diğerlerinden farklı olarak komedi ağırlıklı eğlence programı formatında değildi. Aynı şekilde 2006 yılında CNN Türk'te Saba Tümer ile birlikte "Haber Makinası" adında gündemdeki haberlerin ekrana getirilip bu haberler veya olaylar hakkında konukların ağırlandığı bir program ile; 2007 yılında NTV'de "Bu Sizi İlgilendiriyor" adlı siyasi ağırlıklı başarılı bir program yapmıştır. 2008'de de haftanın 4 günü canlı olarak yayınlanan, konuklarla halkın gündemi ve normal gündemin birlikte konuşulup, izleyicilerin de e-posta ve telefon yoluyla fikir ve sorularını belirtebildiği "Okan Bayülgen Sade Vatandaş" programına başladı. 2005 yayın döneminde "Televizyon Makinası" ile izleyiciyle buluştuğunda, her zaman kendisi kadar ekibini de ön plana çıkaran Bayülgen bu sefer Hakkı Devrim ile beraberdi. Bir masa etrafındaki konuk yağmuru, eğlence dünyasından edebiyat ve sanat dünyasına, bir dizi alandaki bilumum konuk, konu ve daha ciddi bir format ile ekrana çıkmıştır. Daha sonra "Makina" olarak adını kısalttığı programda, piyesler ve estetik unsurlar daha ön plana geçmiş ve yayının süresini giderek daha uzun tutmayı tercih etmiştir. 2007 yazında Makina'yı sona erdirip, ekranlara bir sezon ara verdi. Bu dönem içerisinde fotoğraf etkinliklerine ağırlık verdi. Ayrıca, Ata Demirer`in ve Gülben Ergen`in sunduğu programların genel yönetmeni oldu. Ekim 2008'de "Disko Kralı" ile tekrar kaldığı yerden devam etti. 2009-2010 sezonunda ise cumartesi gecesi yaptığı programına ek olarak pazar ve pazartesi geceleri farklı konuların işlendiği "Medya Kralı" ve "Muhabbet Kralı" 'nı da ekledi. 2010-2011 sezonunda ise Medya Kralı sona erip yerine "Kral Çıplak" programını yapmıştır. Programlarında, zaman zaman arayan izleyicinin yüzüne telefon kapattıktan sonra onları kendi deyimiyle “uçurduğu” ya da “zagaladığı”; magazin haberleri ile kendisinin saçma bulduğu programları ve sunucuları eleştirdiği gözlenmiştir. Popüler kültürün tam ortasında, ama bir o kadar da dışında olduğunu söyler. Düzene karşı olan muhâlif tavrını bu üslûpla yönlendirmiş ve belirtmiştir. Açık Radyo'nun, yayın hayatına devam etmek için dinleyicilerinden maddi destek talep ettiği "Dinleyici Destek Projesi Radyo Şenliği" kapsamında, önceki yıllarda olduğu gibi 28 Mart 2010'da da bir saatlik bir program yapmış ve alternatif medyaya destek vermiştir. 2011 yılında "Çek Bakalım" adlı atv de yayınlanan kısa film yarışmasında Hülya Avşar ile jüri üyesi olmuştur 4 Ekim 2011-30 Haziran 2012 tarihleri arası süren tv8 kanalında haftada 5 gün, salı ve cumartesi günleri saat 23:00'dan sonra program yapmaya başlamıştır. Programların isimleri ise: Muhallebi Kralı, Kral Çıplak, Muhabbet Kralı, Medya Kralı, Disko Kralı'dır. Bunlardan sadece Medya Kralı ve Disko Kralı seyircili yayınlanır. Ayrıca Şubat 2012'den beri hazırlayıp sunduğu tüm programlarda işitme engelliler için bir Türk İşaret Dili çevirmeni bulundurmaya başladı ve bunu sürekli hâle getirmesiyle Türk televizyonlarında bir ilki gerçekleştirmiş oldu. 3 Mart 2012 tarihinde, Muhabbet Kralı programında "Go and Fuck" dediği için RTÜK tarafından 2 hafta süreyle hiçbir yayına çıkmama cezası verildiği yönünde haberler yapıldı. Bu ceza, Türk medyasında RTÜK'ün tarihindeki en ağır cezalarından biri olarak kayıtlara geçti.. Ama sadece "Muhabbet Kralı" programına iki hafta yayın cezası verildi. Mart 2013`te Tv8`den ayrıldıktan sonra test yayınını süren On8 Tv ve yarışma programına hazırlık çalışmaları kesintiye uğradı. Bayülgen, MNG Grubundan ayrıldı ve Tv8 ile on8 Tv ile ilişkisi tamamen kesildi. 29 Nisan 2013`ten itibaren Mayıs sonuna kadar Radyo Trafik ve okanbayulgen.fm sitesi aracılığıyla her hafta dünya eserlerinden birini okuyup cuma geceleri de Bay J, Ebru Yaşar, Barkın Bayoğlu, Ali Biçim, Esin Görür, Betül Hakyemez ile iki konuk dahil 23:00`da radyo şovu sunmuştur. 2013 yılında Show TV'de haftada üç gece program yapacağını duyurmuştur. Muhallebi Kafa, Çıplak Kafa ve Makina Kafa programları ile 2 Ekim 2013 tarihinde televizyona geri dönmüştür. Show Tv`de sunduğu Muhallebi Kafa ve Çıplak Kafa programlarını kasım ayında sona erdirdi ve bu iki program formatında 2 Aralık 2013 tarihinde haftada iki gün olmak üzere Habertürk Tv'de Okan Bayülgen Sunar adlı programlar yaptı. Makina Kafa ve Okan Bayülgen Sunar programları, mayıs ayına kadar devam etti. Show Tv ve Habertürk Tv kanallarını TMSF alınca, Okan Bayülgen bu kanallardan ayrıldı ve Star Tv'ye geçti. 8 Kasım 2014'te haftada bir program olan "Dada Dandinista" adlı talk-show programına Star Tv'de başladı. 2015 yılında "Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası" adında bir korsan kumpanyayı yönetmiştir. İstanbul haricinde Kıbrıs ve Bodrum'da da performanslarını sergilemişlerdir.Okan Bayülgen,1 Aralık 2015'ten itibaren hafta içi her akşam 18.00-20.00 arası Virgin Radio'daki "Talk Radio" adlı program yapmaktadır. 2013 senesinde Hakan Bayülgen ile kurduğu ""Bayulgen & Bayulgen Danışmanlık Şirketi"" ile marka ve imaj danışmanlığı yapmaktadır. 13 Kasım 2016'da, sunuculuğunu Pelin Akil ile Okan Bayülgen'in üstlendiği Altın Kelebek Ödül töreninde halk oylaması ile "En İyi Dizi" kategorisinde ödül kazanan dizisinin yapımcısı ve senaristi Mehmet Bozdağ ödülü aldıktan sonra teşekkür konuşması yapmadan kulise gönderildi. Duruma tepki gösteren dizi oyuncularından Cavit Çetin Güner ödülü ayaklarının önüne koyarken çektiği bir fotoğrafı ınstagram hesabından paylaştı. Yaşanan kriz üzerine Bayülgen diziyi seyretmediğini fakat bundan sonra seyredeceğini alaylı bir biçimde ifade ederek özür diledi. Bunun üzerine Mehmet Bozdağ sosyal medya'da yayınlandığı bir açıklama ile ödülü iade ettiklerini açıkladı. 16 Kasım 2016'da Cengiz Semercioğlu'na yaptığı açıklamada "Bu benim esprili tutumum, konuşma tarzım. Bundan dolayı da kimse alınmaz. Ben dizinin adını ön plana çıkarmak için tekrar tekrar söyledim. Kimseyi kırmayı istemedim. Kırdıklarım varsa özür dilerim" ifadelerini kullandı. Serinus Serinus, ispinozgiller (Fringillidae) familyasından bir kuş cinsi. Rhodopechys Rhodopechys, ispinozgiller (Fringillidae) familyasından bir kuş cinsi. Ültimatom Ültimatom, farklı kullanımları olan bir sözcüktür. Uluslararası ilişkilerde; bir devletin başka bir devlete verdiği ve hiçbir tartışma veya karşı koymaya yer bırakmaksızın, tanıdığı sürede isteklerinin yerine getirilmesini istediği nota denilmektedir. Kabul edilmez ise devletler arasında savaş başlar. Ayrıca günlük kullanımda; uyulması gereken kuralları kesin ve mutlak bir lisan ile anlatmaya da ültimatom denir. Kocabaş Kocabaş ("Coccothraustes"), ispinozgiller (Fringillidae) familyasından "Coccothraustes" cinsini oluşturan iri gagalı kuş türlerinin ortak adı. Kocabaşlar, büyük cüsseli, ortalama 18 cm uzunluğunda, kısa kuyruklu türlerdir. Kalınca güçlü gagaları erik gibi sert meyve çekirdeklerini kırmaya yarar. Dayanıklı türlerdir ve hatta iki kuzey türü genellikle kutuba yakın soğuk yerlerde görülür. Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Gelibolu Yarımadası Tarihi Millî Parkı, Çanakkale ili sınırları içerisinde, Gelibolu yarımadasının güney ucunda, Eceabat ilçesinin hemen hemen tamamını kapsayan ve Çanakkale Boğazı'nın Avrupa yakasında 33.000 hektarlık bir alanı içeren büyük bir parktır. 1973'te kurulmuş olup, Birleşmiş Milletler Millî Parklar ve Koruma Alanları listesinde yer almaktadır. Orman Bakanlığının önerisi ile 33.000 ha alanı olan Gelibolu Yarımadası, önce Bakanlar Kurulunun 7/6477 sayılı kararı ile 25.05.1973 tarihinde "orman rejimi" içine alınmıştır. Ardından özellikle tarihi ve bunun yanında tabii niteliklerinden dolayı, 2 Kasım 1973 tarihinde de, başyapıt olarak da Şehitler Abidesi ile birlikte, Millî Park ilan edilmiştir. 4533 sayılı "Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanunu" çıkartılmıştır. Söz konusu yasada Tarihi Millî Parkın korunması, geliştirilmesi, yönetimi, tanıtılması ile ilgili esasların ortaya konulduğu Uzun Devreli Gelişme Planı (UDGP) ODTÜ tarafından hazırlanmış ve 23 Aralık 2003 tarihinde onaylanmıştır. Planda öngörülen projeler, yeni ismi ile (DKMP) Doğa Koruma ve Millî Parklar Genel Müdürlüğü sorumluluğunda uygulanmaya başlanmıştır. UDGP'nın Millî Park'ta uygulaması da dünyada ilk kez uluslararası ihale ile belirlenmiştir. İhaleyi, doğal ve tarihi dokuya zarar vermeden ziyaretçilerin de Millî Park'tan azami derecede yararlanmasını öngören projesi ile bir Norveç firması kazanmıştır. Ardından proje hayata geçirilmiştir. Bu projeler kapsamında, Gelibolu Yarımadası Tarihi Millî Parkı alanını en iyi temsil edebilecek "Gelibolu Yarımadası Tarihi Millî Parkı Logo Yarışması" açılmıştır. Yarışmaya 416 adet logo çalışması katılmıştır. 28.11.2004 tarihinde toplanan jüri, ödül alacak altı adet logo çalışması arasından I. lik Ödülünü, Ayşen Tuğba Doruk tarafından hazırlanan logoya vermiştir. 2004 ve 2005 yıllarında Gelibolu Yarımadası'nın içinde bulunduğu Millî Park'ta yer alan şehitlikler ve diğer eserler köklü bir bakım ya da renovasyondan geçirilerek 18 Mart 2005 tarihinde tekrar ziyaretçilerin hizmetine açıldı. 6546 sayılı "Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanun" ile millî park olarak tefrik edilen ve bu Kanunla Tarihi Alan olarak belirlenen alanın millî park vasfı kaldırılmıştır. Park'a Edirne ve İstanbul'dan Tekirdağ ve Gelibolu yolu ile; Ankara, Bursa ve İzmir'den ise Çanakkale'den Kilitbahir ve Eceabat'a düzenlenen feribot seferiyle ulaşılır. En yakın havaalanı Çanakkale'dedir. Çanakkale Havaalanı'na Ankara ve İstanbul'dan THY'nin tarifeli uçuşlarıyla ulaşmak mūmkūndūr. I. Dünya Savaşı Çanakkale Deniz ve Kara Muharebelerinin yapıldığı yerler Gelibolu Yarımadası içerisindedir. Ayrıca batık gemiler, toplar, siperler, kaleler ve
burçlardan ve savaşla ilgili yüzlerce başka kalıntıdan oluşan geniş bir yelpazenin yanı sıra 60.000'i aşan Türk şehidinin ve yine 250.000'i aşan Avustralya, Yeni Zelanda, İngiliz ve Fransız askerlerinin savaş mezarları ve anıtları buradadır. Muharebe alanları, savaş mezarları, anıtlar ve savaşla ilgili kalıntılar "tarihi sit alanı" ve "kültürel varlık" olarak tescil edilmiştir. Ayrıca MÖ 4000 tarihine dek giden birçok "Arkeolojik sit alanı ve anıtı" vardır. Çok çeşitli "doğal sit alanları ve anıtlar" içerisinde ise kumsallar, koyaklar, Akdeniz çalıları(maki) ile karışık koru parçaları, çarpıcı görünümlü jeolojik ve jeomorfolojik oluşumlar, bir tuz gölü(yakın zamana kadar bir kıyı gölüydü) ve 15. yüzyıl askeri mimarisinin eşsiz örneklerini içeren ilginç bir "kültürel miras" koleksiyonu vardır. Çanakkale Meydan Muharebeleri, Türk milletinin en zor döneminde dünyanın en güçlü devletlerine karşı koyduğu bir savunma destanıdır. Bu muharebelerde, harbin gerçekleştiği cephe ve tabyalardan bazıları şu şekil arşivlerde geçmekle beraber, bütün şehitlikler adlandırılırken verilen listede ki cephelere göre isimlendirilmişlerdir; ""Ağıldere, Anafartalar, Arıburnu, Bahrısefid Boğazı, Cesarettepe, Conk Bayırı, Conk Tepe, Çatlaktepe, Çanakkkale, Erenköy, Ertuğrul, Esnay-ı Harp, Gelibolu, Horhortepe, İntepe, Kabatepe, Kanlısırt, Kanlıtepe, Karakaş tepeler, Keçidere, Kerevizdere, Kılıçbayırı, Kireçtepe, Kirte, Kocaçimen, Kumkale, Lapseki, Eceabat (Mydos), Merkeztepe, Mestantepe, Orhaniye, Ovacık, Seddülbahir, Seddülbahir Kudüs Beytepe, Sandıklıtepe, Sarıbayır, Sığındere, Sığındere-Eski Hisarlık, Soğandere, Soğanlıdere, Suvla, Tengertepe, Topluhisar, Yassıtepe, Yeşilsırt, Yusufcuktepe, Zebnebarın Gediği, Zığındere (bazı kaynaklarda Sığındere olarak verilmiş)."" Millî Park'ın batısı, güneyi ve doğusu sırasıyla Ege Denizi ve Çanakkale Boğazı tarafından çevrilmiştir. Ancak Millî Park'ın kuzeyinde karasal sınır söz konusu. Çanakkale'nin Eceabat ilçesinin toplam 12 adet yerleşim birimlerinden 8 tanesi Millî Park içinde kalmaktadır. Bunlar; Alçıtepe, Behramlı, Bigalı, Büyükanafarta, Kilitbahir, Kocadere, Küçükanafarta ve Seddülbahir köyleridir. Millî Park dışı yerleşimler ise toplam 4 adettir; Beşyol, Kumköy, Yalova ve Yolağzı. Bu yerleşimler haritada kırmızı ile işaretlenmişlerdir. Her ne kadar Millî Park sınırları dışında olsalarda bu köylerde de savaş mezarlığı ya da şehitlikler mevcut olup Millî Park sınırlarına çok yakındırlar. Tabii çevrenin zengin güzellikleri ve savaş alanları dışında, Kabatepe'deki müze, piknik ve kamp alanlarından faydalanılabilinir. Ayrıca Eceabat İdare ve Ziyaretçi Merkezi ile buradaki günübirlik alan ve kır gazinosundan faydalanmak mümkündür. Çadır ve karavanla konaklama imkânı mevcuttur. Gelibolu Yarımadası'nda eski antik yerleşimler Yusuf Bozkurt Özal Yusuf Bozkurt Özal (d. 1940, Malatya - ö. 9 Ocak 2001 Ankara), Türk mühendis ve siyasetçi. Turgut Özal ve Korkut Özal'ın kardeşidir. 1957 yılında PTT bursuyla Birleşik Krallık'a gitti. Liverpool Üniversitesi'nde elektronik ve telekomünikasyon dalında mühendislik eğitimi, Londra Üniversitesi'nde doktora yaptı. 1979-1984 yılları arasında Dünya Bankası'nda çalıştı. 1984 yılında Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Müsteşarlığı'na atandı. 1987 yılına kadar Ekonomik İşler Yüksek Koordinasyon Kurulu, Yüksek Planlama Kurulu, Para Kredi Kurulu üyelikleri ve İslam Kalkınma Bankası'nın icra direktörlüğü yaptı. Ağabeyi Turgut Özal'ın ısrarıyla politikaya girdi ve 1987 yılında Anavatan Partisi (ANAP) Malatya milletvekili seçildi. XVIII. ve XIX. Dönem Malatya Milletvekiliği yapmıştır. 1987-1989 yılları arasında Devlet Bakanlığı yaptı. 1989-1991 yıllarında TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda görev aldı. 1991'de yeniden Malatya milletvekili seçildi. ANAP'ın 30 Kasım 1992 tarihindeki olağanüstü kongresinden sonra partisinden istifa etti. 7 Ekim 1993'de Yeni Parti (YP) adıyla bir parti kurdu. Bu partinin genel başkanlığını yürütürken beyninde meydana gelen rahatsızlık sonucu ABD'de bir süre tedavi gören Özal, daha sonra YP ile büyük ağabeyi Korkut Özal'ın partisi Demokrat Parti'nin (DP) birleşmesinin ardından siyaseti bıraktı. Yusuf Bozkurt Özal beyninde başlayan ve tedavi edilemeyen kanser yüzünden Ankara’da 61 yaşında vefat etti. Cenazesi Süleymaniye Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra Süleymaniye Camii haziresinde gömülen annesi Hafize Özal’ın yanına defnedildi. Evli ve üç çocuk babasıydı. Lerzan Mutlu Lerzan Mutlu (d. 12 Şubat 1977 İstanbul), Türk şarkıcı ve televizyon sunucusu. Lerzan Mutlu, 12 Şubat 1977 tarihinde, avukat bir baba ve ev hanımı bir annenin tek kızı olarak doğdu. Erenköy İlkokulu, Özel Kadıköy Kız Koleji’nde okuduktan sonra liseyi Yıldız Koleji'nde bitirdi. 10 yaşındayken babası kalp krizi sonucunda vefat etti. Liseyi bitirdikten sonra İsviçre'de bir özel üniversiteye kayıt oldu, ancak 6 ay sonra yarım bırakarak Türkiye'ye geri döndü. Konservatuvar imtihanlarına girerek, İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı'nı kazandı. Burayı da yarım bırakarak sahne ve televizyon çalışmalarına başladı. Piyango Piyango (İtalyancadaki "bianco"dan), Osmanlı devletinde "Lotarya" olarak kullanılan, şans oyunudur. Birçok kişiden toplanan para, içlerinden bazılarına büyük ikramiyeler olarak ödenir. İlk piyango çekilişi, Birleşik Krallık'ta 1569 yılında yapılmıştır. Türkiye'deki önemli günlerde ve ayın numarası 9'lu biten günlerde yapılan Milli Piyango, her cumartesi çekilen Sayısal Loto, her pazartesi çekilen On Numara ve her çarşamba çekilen Şans Topu örneklerindendir. Türkiye'de piyango oynatmak için Milli Piyango İdaresi'nden izin almak gereklidir. Talihsiz Serüvenler Dizisi (film) Talihsiz Serüvenler Dizisi (İngilizce özgün adıyla "Lemony Snicket's A Series of Unfortunate Events"), yetim kalan 3 kardeşin başlarına gelenleri anlatan aynı adlı kitaptan uyarlanmış 2004 yapımı film. Yetimlerin soyadları Baudelaire, Fransız şair Charles Baudelaire'e bir göndermedir. Kitap ve dolayısıyla film, eğer mutlu ve güzel bir hikâye istiyorsanız, yanlış yerdesiniz uyarısıyla başlar. 14 yaşındaki, bilime ve icatlara meraklı Violet, 12 yaşındaki kitaplara meraklı Klaus ve henüz bebek olan, dişlerini her yere geçiren Sunny'den oluşan 3'lünün başına anne ve babalarının öldüğü yangından sonra sürekli talihsizlikler gelir. Bay Poe (Amerikalı romantik şair ve gotik öykü yazarı Edgar Allan Poe'ya gönderme) onların bakımını ve servetini üstlenmiş ve Violet 18 yaşına gelince servet onların olacaktır. Yetimler, uzak akrabaları Kont Olaf'ın yanına taşınırlar, ancak Kont, Baudelaire mirasına sahip olmayı kafasına koymuş, kötü kalpli bir insandır. Çocuklar başka akrabalarının yanına birkaç kez gönderilse dahi Kont bir yolunu bularak onları takip etmeye sürdürür. Planı Violette'i kendisiyle evlenmeye zorlayarak mirasta hak sahibi olmaktır. Sonradan 5 kere farklı vasiler edinirler bu Monty amca, Josephine teyze, Meymenetli Kokular Bıçkıhanesi, Sert Kaya Temel Eğitim okulu Kont Olafın yardakçısı Esme ve eşi Jerome ve sonra GİT (Gakguk İkindisi Tutkunları) kasabasına gelirler. Sonra çocuklar Bay Poe'dan kaçarak kendileri yaşarlar. Hamarat Cırcır Hastanesi, Kaligari Karnavalı, Efkar Dağları, okyanusun altında ve Otel Epilog'ta kalırlar. Scientific Linux Scientific Linux (kısaca SL), Fermilab laboratuvarları tarafından, bilimsel ve akademik ortamlarda kullanılmak üzere geliştirilen bir Linux dağıtımıdır. 6 numaralı sürümüne kadar geliştirilmesi Fermilab ve CERN tarafından ortaklaşa yürütülmüştür. Bilim adamları, akademisyenler ve bilimsel verilerle çalışan insanlar için uygun yazılımlar içerir, laboratuvarlardaki deney çalışmalarını yürütmek, kaydetmek ve saklamak gibi amaçlar için kullanılır. Dünyada pek çok laboratuvarda ve üniversitelerde kullanılmaktadır. Red Hat Enterprise Linux'un kaynak kodları temel alınarak geliştirilmektedir. Genellikle yeni Red Hat sürümlerinden birkaç ay sonra yeni sürümü yayınlanır. Fermilab'ın RHEL tabanlı Fermi Linux LTS 3.0.1 olarak bilinen bir Linux dağıtımı vardır. CERND Fermilab ile ortak bir iş birliği yapma konusunda temasa geçti. Connie Sieh ilk prototipin arkasındaki ana geliştirici ve yöneticidir. İlk resmi sürümü 10 Mayıs 2004 tarihinde yayınlandı. Scientific Linux 3.0.1 sürümü, CERN iş birliği içinde katıldı ve Scientific Linux ortak geliştiriciler oldular. Scientific Linux, bilim adamları ve bilimsel verilerle çalışan insanlar için uygun yazılım içerir. FITS kütüphaneleri, Graphiz ve R (programlama dili) içerir. Red Hat kendi sürümleri için güncellemelerini sürdürdüğü müddetçe, Scientific Linux'un güvenlik güncellemeleri de devam eder. Dünya Bankası Dünya Bankası, II. Dünya Savaşı'nın ardından 1945 yılında Uluslararası Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Bankası (IBRD="International Bank for Reconstruction and Development") adıyla kurulmuş, 1947 yılında Birleşmiş Milletler'in özerk uzman kuruluşlarından biri olma özelliği kazanmıştır. Günümüzde dünya devletlerinin 188'i Banka üyesidir. Bunlardan 11'i, Banka sermayesinin %55'ine sahiptir. Dünya Bankası Guvernörler Kurulu, İcra direktörleri Kurulu, Başkanlık organları tarafından yönetilmektedir. Guvernörler Kurulu, üye devletlerin atadıkları birer guvernör ve vekilinden oluşmakta ve yılda bir kez toplanmaktadır. İcra direktörleri Kurulu iki yıl için görevlendirilen 24 üyeli ve sürekli karar organıdır. Zaman içinde bir grup haline gelerek Dünya Bankası Grubu (World Bank Group) adını alan kuruluşun bünyesinde beş ana kurum yer almaktadır. Uluslararası Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Bankası - IBRD 1945 yılında kurulmuş olan ve gelişmekte olan ülkelerin kamu sektörüne kredi açan bölümdür. Türkiye kuruma 1947 yılında üye olmuştur. Kişi başına GSMH'ye göre yapılan dört gruplu sınıflandırmada Türkiye 3. grupta yer almakta, böylece 5 yıl geri ödemesiz 17 yıla kadar vadeli kredi kullanabilmektedir. Türkiye'nin sermaye ve oy gücü %0,5 düzeyindedir. 1960 yılında kurulmuştur. Kişi başına gelir bakımından yoksulluk çizgisinin altında kalan
ülkelere kredi açmaktadır. Bu ülkelere genel olarak sıfır faizli ve 35-40 yıl vadeli kredi kullandırmaktadır. Türkiye IDA'ya 1960 yılında katılmıştır; toplam sermaye içindeki payı %0,9'dur ve bu fondan kredi kullanmamaktadır. 1956 yılında kurulmuştur. Bu parça, gelişmekte olan ülkelerde özel sektöre kredi açmak ve özel sektörün gelişmesini sağlamak ile görevlidir. Türkiye, bu kuruma kurulduğu yıl katılmıştır ve toplam sermaye içinde %0,6 paya sahiptir. 1985 yılında kurulmuştur. Gelişmekte olan ülkelerde yapılacak yabancı yatırımlara, ticari olmayan (döviz transfer zorluğu, kamulaştırma, millileştirme, vb.) riskleri karşılamaya dönük güvenceler sağlamak ile görevli parça olarak tasarlanmıştır. Türkiye MİGA'ya 1988 yılında katılmıştır. Bu kurum içinde sermaye payı ve oy gücü %0,4 düzeyindedir. 1965 yılında kurulmuştur. Merkez, arabuluculuk ve hakemlik davalarına bakan bir organdır. Tahkim ve Uzlaşma Panellerine ilişkin kurallar geliştirmekte, uzlaştırma komisyonu olarak iş görmektedir. Türkiye bu kuruma 1987 yılında katılmıştır. Didim Didim ya da eski ismiyle Yenihisar, Aydın'ın turistik bir ilçesidir. Doğuda Muğla il sınırı, Güllük Körfezi ve Akbük Koyu, batıda ve güneyde Ege Denizi, kuzeyde Bafa Gölü ve Menderes Nehri ile sınırlanmış bir yarımada şeklindedir. Yüzölçümü 402 km²'dir. 2015 yılı nüfus sayımı sonuçlarına göre 73.827 kişi yaşayan ilçede 16 mahalle bulunmaktadır. Didim ilçesinin ilk yerleşim izleri Neolitik Devre (MÖ 8000) uzanır. MÖ 16. yüzyılda Miken, Giritliler ve daha sonra da Aka kolonilerinin varlığı görülür. Persler, Romalılar ve Bizanslılardan sonra 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi'nden sonra Anadolu'nun kapılarının Türklere açılmasından sonra ilk olarak Karia olarak anılan bu bölge Türklerin eline geçmiştir. 1. Haçlı Seferlerinin ardından yeniden Bizans'ın eline geçti. 1261 yılından sonra Karia’da Menteşe Beyliği'nin kurulmasıyla Didim ve çevresi bu beyliğin içine alınmıştır. Osmanlı İmparatorluğu zamanında varlığını "Yeronda - Yoran" ismi ile sürdürmüştür. 1924'ün 23 Mart'ında Lozan Antlaşması gereği Selanik'in Pravuşta bölgesi ve köylerinden (Kuçkar, Devekıran) gelen mübadiller Didim'in ilk sahipleri olmuşlardır. Yoran'dan giden Rumlar ise gittikleri yerde "Nea Yeronda" yani Yeni Yoran anlamına gelen bir köy kurmuşlardır. 1955 depreminden sonra önceleri halk arasında "Hisar" olarak da adlandırılan Yoran, devlet tarafından yaptırılan afet evlerine taşındıktan sonra "Yenihisar" adını almıştır. 9 Mayıs 1990 tarihine kadar Didim ve çevresi Söke ilçesinin bir parçası iken bu tarihte yayınlanan bir kanunla Yenihisar kasabası merkez olmak üzere Akbük, Ak-Yeniköy beldeleri ile Akköy, Balat, Batıköy, Denizköy ve Yalıköy köyleri ve Milas ilçesinden alınan Akbük ile ilçe olmuştur. 1999 yılında isim benzerliğine meyil vermemek için dünya üzerinde sadece bir yerde bulunan ve kök olarak "Didymaion"'dan gelen Yenihisar ilçesinin ismi Didim olarak değiştirilmiştir. İlçe ekonomisi öncelikle turizme ve ikincil olarak tarıma dayalıdır. Geçmişte tarla ürünlerinden tütün birinci sırada iken tütün üretimine getirilen sınırlamalardan sonra halk tütün yetiştirmeyi bırakmıştır. Günümüzde buğday ve pamuk birinci sırada yer almaktadır. Hayvancılık tüketim ihtiyacını karşılayacak kadar olup, özellikle küçükbaş hayvan yetiştiriciliği önde gelmektedir. Yaz aylarında önemli sayıda turistin ziyaret ettiği ilçede, ekonomi olumlu yönde etkilenmektedir. Altınkum plajı ve Apollon Tapınağı bölgeye gelen turistler açısından oldukça popülerdir. İlçe bağlısı olarak merkez hariç olmak üzere ilçe merkezine bağlı; 2 belde, 5 köy ve mahalleden oluşmaktadır. Ayrıca bölge büyük oranda göç almıştır. Bozdoğan, Aydın Bozdoğan, Türkiye'nin, Ege Bölgesi'nde, Aydın iline bağlı ilçedir. Konum olarak Nazilli İlçesi'nin güneybatısında Nazilli'ye 30 km. mesafededir. İlçeye ait bir belde kırk dört tane de köy bulunmaktadır. Halkın refah seviyesi yüksektir. İlçede Adnan Menderes Üniversitesi'ne bağlı Rasim Menteşe Kampüsü vardır. Bozdoğan, ismini Adana'nın Çukurova bölgesinde yaşayan "Bozdoğan Aşireti"nden almıştır.Bu aşiret zamanında Çukurova ve çevresine yerleşen Avşar aşiretlerinden biridir.Daha sonra bazı mensupları Ege'ye, Aydın ve çevresine gönderildi.Bu yöreye gelen Bozdoğan Aşireti mensupları aşiretlerinin isimlerini verdikleri bir yerleşim yeri kurdu ve Aydınoğulları beyliği içinde yaşantılarına devam ettiler.Aydınoğulları beyliği, yıkıldıktan sonra Karamanoğulları ile kültürel ilişkiler içerisinde olduğundan(ikisi de Avşar beyliği) işbirliği yaptığı için büyük bir kısmı Balkanlar'a göç ettirildi.Bu göçerlerin arasında çok miktarda Bozdoğanlıda vardı. Öyle ki bu gün hâlâ Balkanlar'da "Bozdoğan" isimli türküler vardır. Nüfus İlçe merkezine bağlı 1 belde (Yazıkent), 44 mahalle ve merkezdeki Cumhuriyet, Hisar, Hıdır Baba, Çarşı, Yenice, Yenimahalle, Akçay, Sanayi ve Eymir mahalleleri bulunmaktadır. İlçenin en meşhur özelliği Madran ismiyle meşhur memba suyudur. Madran Baba Dağı'nın Bozdoğan'ın bulunduğu doğu yamacındaki Hisar Kaya bölgesinde çok sayıdaki kaynaktan çıkan memba suyu, Bozdoğan Belediyesi'ne ait bir, özel bir firmaya ait diğer bir dolum fabrikası olmak üzere toplam 2 adet işletmede, son derece hijyenik ortamlarda el değmeden doldurulup tüketicilere sunulmaktadır. Özellikle kayalık bir bölgeden çıkması, ve kaya yarıklarından geçerek süzülmesi sayesinde Madran Dağından elde edilen diğer Madran sularına göre çok daha kaliteli olan Bozdoğan Madran Memba Suyu, aynı zamanda Madran isminde piyasaya çıkan ilk kaynak suyudur. Avrupa'dan ABD'ye kadar birçok ülkeye de ihraç ediliyor olması sadece Türkiye'de değil diğer ülkelerde de oldukça beğenildiğini gösteren bir kanıttır. Bozdoğan İlçesinin meşhur özelliklerinden biri de yaz aylarında yapılan Tandır Kebabıdır. Yere kazılmış ve kenarları taşla örülmüş bir kuyu içinde, ortalama 1 yaşındaki yağlı oğlak etinin, üstü kapatılarak 1,5-2 saat kadar bütün olarak pişirilmesiyle hazır hale gelen Tandır Kebabının lezzeti sadece Bozdoğanla sınırlı kalmayıp tüm Aydın'a hatta oradan da tüm Ege'ye yayılmıştır. Meşhur yemeklerden biri de Bozdoğan'a özgü pidedir. Pide genel olarak tüm Türkiye'de yenilen bir yemek olmasına rağmen, Bozdoğan pidesinin en önemli özelliği etinin kalitesi ve yumuşak hamurudur. Ayrıca üzerine konulan manda kaymağı da lezzetine lezzet katmaktadır. Geçtiğimiz yıllarda basında yapılan bazı araştırmalarda Türkiye çapında en iyi pideciler sıralamasında Bozdoğan'dan Mikado Pide ilk beşe girmiş ve bölgeye gelen ziyaretçilerin mutlak uğrak yeri olmuşlardır. Buharkent Buharkent, Ege Bölgesi'nde Aydın ilinin bir ilçesidir. Efeler'in 88 km doğusunda İzmir-Denizli karayolu üzerindedir. Sıcak suyu ve jeotermal enerji santraliyle ünlü bir ilçedir. Merkeze bağlı 8 köyü vardır. Kuyucak ilçesine bağlı bir bucak merkeziyken, 19 Haziran 1987'de 3392 sayılı kanunla ilçe merkezi haline getirildi. İlçe toprakları Menderes Vadisinde yer alır. Genelde düz olan toprakların kuzeyinde bulunan Karlıkdede Tepesi (1750 m) en yüksek noktasıdır. İlçe topraklarını, doğu-batı istikametinde akan Büyük Menderes sular. ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri pamuk, incir, üzüm, buğday ve zeytindir. İlçede tarım ürünlerini işleyen atölyeler vardır. İlçe merkezinin doğusunda yer alan Kızıldere köyü yakınında bulunan jeotermal alanda, Türkiye'nin ilk jeotermal santralı kurulmuştur. 1984'ten beri elektrik enerjisi ve kuru buz üretilmektedir. İlçe merkezi Aydın-Denizli karayolu üzerinde kurulmuştur. Aydın-Denizli demiryolu ise, ilçenin güneyinden geçer. İlçe olmadan önce ismi Çubukdağ bucağı ve bucak merkezi Burhaniye iken, ilçe olurken jeotermal yataklarından dolayı adı Buharkent olarak değiştirilmiştir. İlçe belediyesi 1954'te kurulmuştur. Şu anki Belediye Başkanı Mehmet Erol'dur. Çine Çine, Ege Bölgesi'nde Aydın ilinin bir ilçesidir. İlçenin önceki adı Kıroba idi. Eskiçine'nin önemini yitirmesinden sonra "Kıroba" isimli köyde gelişen yerleşim ve nüfusun Eskiçine'yi geçmesi sonucunda ismi Çine olarak değiştirilmiştir. Bu güzel vadi ve içinden akan Çine Çayı mitolojideki Marsyas efsanesine konu olmuştur. Efsane şöyleir: Tanrıça Athena bu vadi içinden akan derenin kenarında dolaşıp kaval çalarken sudaki aksinde yanaklarının şişkin olduğunu görmüş. Aksini çirkin bulup fırlatıp atmış kavalı. Kavalı bulan Marsyas zamanla öyle güzel çalmaya başlamış ki, ünü her yeri sarmış. Müzikte kendisini rakipsiz gören Tanrı Apollon'a kafa tutar hale gelmiş. Apollon Marsyas’ı yarışmaya davet etmiş. Kral Midas da hakem olmuş. Marsyas kavalı daha güzel çalmasına rağmen yenik ilan edilmiş, ama kıskançlığını yenemeyen Apollon Marsyas’ın derisini yüzdürmüş, Midas’ın kulaklarını eşek kulağına dönüştürmüş. Ama sonradan yaptığına pişman olup Marsyas’ın bedenini ırmak haline getirmiş. İşte antik adıyla Marsyas, bugünkü adıyla Çine Çayı böyle oluşmuş. İlçe verimli toprakları, doğal koşullarının elverişliliği ve ticaret yolları üzerinde olması nedeniyle tarihi çok eskilere dayanır. Kurtuluş Savaşı döneminde milis güçleri tarafından Büyük Menderes üzerindeki köprüler imha edildiğinden dolayı, Yunan işgaline uğramamış nadir Ege ilçelerinden biridir. Ve bu nedenle Çine ilçesinin Kurtuluş Günü yoktur. Çine köftesini merhum Tahsin Işık ve babası 1900’lü yılların başında icat etmiştir. Gerçekten de değişik bir tat yaratmak için uzunca ve zahmetlice denemeler yapmışlar ve bugün yediğimiz köfteyi yaratmışlar. 1930 yılında ilk köfte lokantasını açmıştır. Halen biri Çine’de şehir içinde biri de Muğla yoluna doğru iki işletmeyle faaliyetine devam etmektedir. Tahsin Işık bu müthiş lezzetin sırrını herkese vermemiştir. Halen bu köftenin yapılışını bilenler 50’yi geçmez. Onlar da Tahsin Işık’ın akrabaları ve yanında çalışan personeldir. İlçemiz geleneklerine bağlıdır. Efelik olgusunun en önemli esaslarından biri ağzını tutmaktır. Tahsin Işık’ta bir nevi o kültürle yetiştiği için köftesinin sırrını 50 yıllık müşterilerine bile söylememiştir. Halen ilçede bulunan köfteci esnafı bu köftenin sırrını kims
eye söylememektedir. Gerçekten de gelenekçi bir yer olan Çine, Marmaris, Fethiye gibi turistik ilçelerin güzergahında olmasına rağmen bu imkânları değerlendirememiştir. Nihayet 2000’li yılların başında peşpeşe yol üstü lüks köfte ve çöp şiş lokantaları açılmıştır. Yaz günleri tatilciler tarafından bu lokantalar tıklım tıklım doldurulmaktadır. Çine köftesinde bir porsiyon 100 gramlık kıymadan yapılan sekiz adet köfteden oluşur. Şehir içinde taze ekmek yanında verilirken yol kenarındaki lokantalarda kızartılmış ekmek, lavaş yanında verilir. Ayrıca domatesler kızartılarak verilir. Çine İlçesi, Aydın İli’ne bağlıdır. İlçe Aydın’ın birçok ilçesi gibi tarih dönemlerinden bu yana önemli bir yerleşim merkezi olmuştur. Toprakları oldukça verimlidir. Bu nedenle ekonomisinin asıl kaynağı tarımdır. Zeytin, pamuk gibi tercih edilen tarım ürünlerinin yanı sıra son zamanlarda yaygınlaşıp gelişen madencilikle de gelir düzeyini normalin üzerine çıkarmıştır. Çine ilçesi’nin yüzey şekillerini, Yatağan sınırından doğup, Menderes’e doğru akan Çine Çayı’nın beslediği büyük Çine Ovası ve bu ovanın çevresinde bulunan dağlar belirler. Her türlü yatırımın yapılabildiği bu verimli toprakları bölüp geçen Çine Çayı, ilçenin tek akarsu kaynağıdır. Çine ilçesinin iklimi, ılıman Akdeniz ikliminin etkisi altındadır. Bu elimizde bulunan verilerde açıkça görülmektedir. Sıcaklık ortalaması 18 derecedir. En yüksek sıcaklık 43,3 derecedir. Ortalama bulutluluk oranı ise 4,3'dür. Yılın ortalama açık günlerinin sayısı 43,5 gündür. Bitki Örtüsü: Çine ilçesi bitki örtüsü, Akdeniz İklimi’nin etkisi altındadır. Bu yüzden, bitki türlerinin büyük bölümü kurakçıl özellik gösterir. İlçenin dağlık alanlarında, özellikle Madran ve Gökbel’de kızılçam ve karaçam ağaç türleri yaygındır. Akdeniz bitki örtüsü niteliğindeki maki ve çalılıklar ilçenin hemen her alanında gözlenir. Yüzyılımızın başından bu yana makilikler, genellikle zeytin üretim alanları, hububat ekim alanları ve ziraat toprakları edinilmek amacıyla yok edilmiştir. Mardan Dağı yamaçlarında pek gözlenmese de Gökbel Dağı yamaçlarında belirgin olarak gözlenen zeytin ağaçları bölge bölgenin büyük ormanlık alanına hakimdir. Bölgemizde seyrek de olsa menengiç, zakkum, karaağaç türleri de görülmektedir. Çine ve çevresinde doğal göl bulunmamaktadır. Bununla birlikte Madran Deresi üzerine yapılan Topçam Barajı’na ait su birikintisi bir göl görevi görmektedir. Bu baraj gölünden çevre köyler yeteri kadar yararlanmaktadır. Baraj çevresinde toprağı bulunan Altınova, Tepeköy, Subaşı, Kasar ve Karanfiller köyleri bir araya gelmiş ve Topçam Barajı Gölü ve Çevre Köyleri Su Ürünleri Üretim ve Değerlendirme Kooperatifi adı altında bir kooperatif kurmuşlardır. Bu kooperatif, üretimi devlet tarafından teşvik edilen balıkları tutup pazarlamaktadır. Ayrıca Çatak ve Akçaova sulama göletleri de su tutulduktan sonra göl statüsüne girebileceklerdir. Çine Barajı, Aydın'da, Çine Çayı üzerinde, sulama, enerji ve taşkın kontrolü amacıyla 1995 yılında yapımına başlanan ve 2010 yılında tamamlanması planlanan bir barajdır. Beton gövde dolgu tipi olan barajın gövde hacmi 1.410.000 m³, akarsu yatağından yüksekliği 120,00 m., normal su kotunda göl hacmi 350,00 hm³, normal su kotunda göl alanı 9,46 km²'dir. Barajın tamamlanmasından sonra 22.358 hektarlık bir alana sulama hizmeti verirken, 47,2 MW güç ile de yıllık 118 GWh'lık elektrik enerjisi üretmesi planlanmaktadır. Yapı, Türkiye'nin ilk SSB (Silindirle Sıkıştırılmış Beton) gövde dolgulu barajı olmasının yanında, en büyük 3. barajı olma özelliğini taşımaktadır. Çine’nin ilk barajı olan Topçam Barajı’nın yapımına 1976 yılında başlanmıştır. Dolgu tipi olan barajın yapımı 1986 yılı içerisinde tamamlanmıştır. Sulama amacıyla Topçam Barajı suyu ile Cumalıköy, Altınova, Çaltı, Yolboyu, Bucak ve Karakollar köylerinin ekilebilir arazilerinin sulanması sağlanmaktadır. Barajın sulama alanı 4300 hektardır. Yapımının bitiminden kısa bir süre sonra balık üretimine de başlanılan baraj göletinde aynalı sazan, pullu sazan, meriç balıklarının yanı sıra barajın kurulduğu Madran Çayı’nın kendi tabii balığı da üretilmektedir. Çatak Göleti’nin yapımına 1994 yılı içinde başlanmış, 1996 yılı içinde tamamlanmıştır. Gölet; Çatak, Elderesi ve Kavşit Köyleri’nin ekilebilir arazilerini sulamak, yaylada bulunan ceviz ve kestane gibi ağaların üretimini arttırmak amacıyla yapılmıştır. Gölette balık üretimi de yapılmaktadır. Seferler Köyü Develiler Mahallesi sınırları içerisinde yapımına 1992 yılından başlanılan dolgu tipi Akçaova Göleti’nin yapımı 1995 yılında bitirilmiştir. Bu gölet sulama amacıyla yapılmıştır. Göletin sulama kanallarının döşenmesi 1996 yılında başlanmış aynı yıl içerisinde döşeme çalışmaları sona ermiştir. Akçaova Göleti, Seferler, Hasanlar, Yeşilköy, Kadılar ve Akçaova’nın bazı bölümlerinde sulama yapabilecek şekilde planlanmıştır. Son yıllarda dünyanın en iyi çalışan feldspat ve kuvars işletmeleri tarafından işletilen onlarca ocaktan çıkan feldspat madenleri dünyanın dört yanına gönderilmektedir. Çok miktarda bulunan feldspat kuvars madenlerinin dışında tespiti yapılan başka bir maden yoktur. Bazı kaynaklarda, ilçe toprakları içerisinde zımpara ve uranyum olduğu yazıyorsa da çıkarılmaya başlanmış veya tespit edilmiş değildir. Feldspat ve kuvars madenleri konusunda tespit edilmiş belli bir rezerv söz konusu değildir ancak; bugünkü yapılan çalışmalardan en az 60-70 yıl dayanabilecek rezerv olduğu bilinmektedir. Bu da bilinen feldspat rezervinin 50-60 milyon ton dolayında olduğudur. Çine cam, seramik, porselen ve emaye yapımında kullanılan feldspat ve rezervinde dünyanın en büyük bölgesidir. 1995 yılı verilerine göre dünya feldspatın %95’i Çine ve Milas çevresinde üretilmektedir. Seramik, porselen, emaye yapımında kullanılan potasyum feldspat üretiminde de söz sahibidir. Yine Çine ve bölgesinde çıkarılan ve cam, seramik, porselen, emaye, filtre sanayi, boya ve suni mermer yapımında kullanılan kuvars da dünyanın en kaliteli kuvars çeşididir. Kaltun Maden (1960 yılında kurulan madencilik şirketi)Türkiye’de ilk kez sodyum feldspatı madeni çıkaran kuruluştur. Diğer yan Kaltun Madencilik yörenin en geniş rezervine sahiptir. İşletmenin yıllık üretimi 140 ile 200 bin ton civarındadır. Çine’ den dünyanın sodyum feldspat, potasyum feldspat ve kuvars madenleri gönderilmektedir. Diğer yan Türkiye Şişe Cam, Söğüt Seramik, Çanakkale Seramik, Kütahya Porselen, Toprak Seramik, Serel Grubu, Anatolia, Eczacı başı gibi seramikte söz sahibi dev kuruluşlar da Çine’nin madenlerinden yararlanmaktadır. Çıkartılan madenler başta olmak üzere İspanya, Lübnan, Kuzey Afrika ülkeleri, Portekiz gibi ülkelere satılmaktadır. Madenlerimiz yurtdışına Güllük Limanı’ndan gönderilmektedir. Bölgemizde çıkarılan maden miktarı 1,1 milyon ton dolayındadır. Çıkartılan yurtdışına yıllık gönderilen maden miktarı 1995 rakamlarına göre 600 bin tondur. Ekonomisi tarım, orman ve hayvancılığa dayalıdır. Bitkisel üretim Çine ve Akçaova ovalarında yoğunlaşmıştır. Pamuk, tütün, zeytin ve yer fıstığı gibi geleneksel ürünlerin yanı sıra son yıllarda meyve, sebze ve seracılık üretimde ilçeyi oldukça söz sahibi yapmıştır. Çevredeki çırçır, zeytinyağı fabrikaları, sabun atölyeleri, kireç ve maden ocakları ilçe sanayini oluşturur. Bunlardan başka metal işleme ve imalat tesisleri vardır. Hayvancılık, özellikle süt inekçiliği ve besicilik halkın başlıca geçim kaynağını oluşturur. İçme suyu Çine Belediye’sinin en büyük gelir kaynaklarından biridir. Tarım ve hayvancılığın geçim kaynağını oluşturduğu Çine'de, son yıllarda bu sektördeki gelirler giderek azaldı. Ancak, 1980'li yıllarda dar kapsamlı bir şekilde sürdürülen madenciliğin büyük bir gelişme kaydetmesi, ilçe ekonomisinin yeniden canlanmasını sağladı. Özellikle dünyanın en kaliteli sodyum, feldspat ve kuvars maden rezervlerine sahip olan bölgede faaliyet gösteren yaklaşık 10 maden şirketi, bugün bin civarında işçiyi istihdam eder hale getirdi. Bu şirketler, Çine ve Karpuzlu dağlarında çıkarttıkları, kırma ve öğütme tesislerinde işledikleri “Beyaz Maden”lerin yüzde 80'ini ihraç ederek, ülke ekonomisine artı katma değer sağlıyor. Madencilikte hızlı gelişme, ilçede değişik alanlarda yan sektörler de oluşturdu. Ekonomideki bu değişim, Çine'de yaklaşık 10 bin kişinin geçim kaynağı haline geldi. “Dağlarından yağ, ovalarından bal akar” deyimiyle ifade edilen Çine'nin, artık dağları da, ovaları da beyaz maden. OSB kuruluş çalışmaları da hızla devam eden Çine'ye, yabancı yatırımcılar çekebilmek için doğalgaz ve demiryolu getirme çabaları da sürüyor. Tarımsal gelirleri yıllık 25 milyon dolar olan ilçede bugün madenlerin getirisi 80 milyon dolar seviyelerine ulaştı. Çine'de bundan sonraki hedef; hammadde veya yarı mamul şeklinde iç ve dış piyasaya sunulan madenlerin, kurulacak yeni fabrikalarda ürüne dönüştürülmesi. Bu da, maden gelirlerinin katlanarak artmasının yanı sıra, sadece Çine'de değil, Aydın'da işsizliğin önemli ölçüde azalmasını sağlayacak. Ayrıca Çine Madran sularıylada ünlü bir memlekettir. Bunların en önde gelenleri ise Çine Belediyesi Topçam Madran suyudur. Diğer su şirketlerinden biri de Kaltun Madran'dır. Carl Gustav Jung Carl Gustav Jung. (d. 26 Temmuz 1875 Kesswil, Thurgau, İsviçre. ö. 6 Haziran 1961 Küsnacht ZH, Zürih, İsviçre), İsviçreli psikiyatr, Analitik psikolojinin kurucusudur. Derinlik psikolojisinin Sigmund Freud ve Alfred Adler ile beraber üç büyük kurucusundan birisidir. Basel Üniversitesi'nde tıp profesörü olan büyükbabasının adını taşıyan Carl Gustav Jung İsviçreli bir papazın oğludur. 1895 yılında Basel'de tıp eğitimi almaya başladı ve 1900 yılında Eugen Bleuler'in asistanı olarak Burghölzli'de psikiyatrist olarak hizmet verdi. Doktorasını 1902 yılında tamamladı. Konu "okült (gizli, görünmeyen) fenomenler (etkiler) ve onların Psikoloji ve Patolojiyle bağlantıları" idi. Paris'te 6 ay Pierre Janet ile bilgilerini derinleştirdi. 1903 yılında Emma Rauschenbach ile evlendi. 36 yaşında Uluslararası Psikanaliz Birliği'nin ilk başkanı oldu. Psikolojik analizlerinde
astrolojiden de yararlanan Carl Gustav Jung, Sigmund Freud ile beraber çalıştığı toplumsal bilinçaltı kavramı ile de tanınır. Carl Gustav Jung sadece psikoterapi bilim dalını değil, aynı zamanda Psikoloji, Teoloji, Etnografi bilimi, Edebiyat ve güzel sanatları da etkiledi. Psikoloji bilim dalında kendisi tarafından bulunan ve yapılan kavramlar geniş şekilde kabul gördü. Örneğin; kompleks, içedönük ve dışadönük, gölge, arketip (enerjikompleksler), kolektif (toplumsal) bilinçdışı, anima, animus. Gölge bilinçdışındaki bir arketiptir. Bilinç ve benliğin karşıtı, tersidir. İstenilmeyen, kabûl görmeyen tüm kişisel özelikler gölge arketipine dâhil olmaktadır. Örneğin, kişi kendini ince olarak tanımlıyorsa onun gölgesi kaba ve katıdır. Acımasız birinin gölgesi çok ince ve şefkatlidir. Kendini çirkin olarak tanımlayan kişinin gölgesi güzel olmaktadır. (Buna karşın, diğerleri bunu görmezse kişinin güzel tanımlaması yalnızca kendisini kibirlendirir.) Gölge ne mutlak iyi ne de mutlak kötüdür. Jung, gölge dokunun varlığını bilinçdışıından bilince kavuşturmanın önemini vurgulamaktadır. Bu yapılmadıkça, kişi kendi gölge kompleksini projekte ederek iletişim bozukluğuna ve ruhta derin yaralara yol açar. Jung, içedönüklük ve dışadönüklük kavramlarını psikolojik bağlamda ilk tanımlayanlardan biridir. "Psychological Types" kitabında, her insanın bu iki sınıflandırmadan birine dahil olduğu teorisinden bahseder. Bu iki psikolojik türü, antik arketipler olan Apollo ve Dionysus'a benzetir. İçedönüklük, "kavramak", "anlamak" üzerine ışıldayan Apollo'ya benzer. İçedönüklük yansıyanın, rüyanın ve görüşün içsel dünyasına odaklanır. Düşünceli ve anlayışlı olan İçedönüklük, bazen diğerlerinin etkinliklerine katılma konusunda ilgisiz olabilir. Dionysus ile bağdaştırılan Dışadönüklük, aktivitelere katılmaya meraklıdır. Faaliyetlerin, nesnelerin ve duygusal algı'nın dışsal dünyasıyla ilgilenir. Enerjik ve yaşam dolu olan Dışadönüklük, Dionysusça uğraşılar peşinde benlik duygusunu kaybedebilir. Jung'un İçedönüklük ve Dışadönüklük kavramları, modern görüşten oldukça farklıdır. Modern teoriler, bu kişisel özellikleri tanımlamada davranışçı araçlar kullanırken (sosyallik, konuşkanlık, kendine güven vb.), Jung bunları birer bakış açısı olarak ifade etmiştir. Dışadönük dünyayı nesnel olarak yorumlarken İçedönüklük öznel olarak yorumlar. Erkeğin bilinçaltında, iç benlikte kadınsı olarak ifade bulan arketip anima, aynı şekilde kadının bilinçaltında erkeksi olarak ifade bulan arketip animus'tur. Erkeğin duyarlılığı sık sık baskılandığından, anima en önemli otonom komplekslerden biridir. Kendini rüyalarda gösterdiği söylenir. Ayrıca anima, erkeğin kadınla olan etkileşimlerini ve davranışlarını etkiler ki aynısı animus ve kadın için de geçerlidir. Jung'a göre, "Bireyin gelişiminde gölgeyle yüzleşmek, çıraklık eseridir. Anima ile olan ise başyapıttır." Kolektif bilinçaltı, tüm insanlık tarafından ortak paylaşılan ve bize miras kalan beynin yapısında meydana gelen bilinçaltı biçimi olarak Carl Jung tarafından ortaya konmuştur. Bu sebeple, kişinin kendi deneyimleriyle ortaya çıkan kişisel bilinç dışından ayrılır. Jung'a göre kolektif bilinçaltı, arketipleri ve evrensel en eski düşünceleri ve imajları içerir. Jung, zıtları birleştirme süreci olan bireyselleşmeyi, kişinin tam olabilmesi için gerekli gördü. Bireyselleşme, kişisel ve Kolektif bilinç dışı'nın, tam kişiliği oluşturmak, özümsemek için bilinci meydana getirdiği (rüyalar, aktif imgelem, serbest çağrışım vasıtasıyla) dönüşüm sürecidir. Bu, ruhun bütünleşmesi adına meydana gelen doğal bir süreçtir. Bedensel ve zihinsel sağlığın elde edilmesinin yanında, bireyselleşmeye doğru ilerleyen insanlar uyumlu, olgun ve sorumluluk sahibi olma eğilimindedirler. Özgürlük ve adalet gibi insani değerleri somutlaştırır ve insan doğasının ve evrenin işleyişi hakkında iyi bir kavramaya sahip olurlar. Jung'un psikolojik teorisinde, persona, sosyalleşme, kültürleşme ve deneyim sayesinde bilinçli olarak oluşturulmuş kişiliktir. Jung "persona" terimini kullanmıştır çünkü bu kelime, oynanan bireysel rolleri ifade ederek, Latince'de hem "kişilik" hem de Romalı oyuncular tarafından giyilen maske anlamını taşır. Persona, benlik rolü yapan bir maskedir. Hatta bu, iyi oynanmış bir rolden daha fazlası olmasa bile kişi ve diğerleri o kişiliğe inanır. Jung, Persona-maskesi'ni bireysel bilinç ve sosyal topluluk arasında aracılık eden karmaşık bir sistem olarak tanımlar: bu, "kişi ile topluluk arasında kişinin nasıl görüneceğine dair bir uzlaşmadır". O kadar açıktır ki esasında kişilik maskesi, tiyatro'da bilindiği üzere, iki özellik taşır: diğerlerine belli bir izlenim bırakmak ve kişinin gerçek doğasını(bir kısmını) gizlemektir. Jung, kişinin benliğini, persona'nın aldatıcı örtüsünden ve bilinçdışı dürtülerden özgürleştirerek ve kişiye "kendi benliğini" kazandırarak, kişiye bireyselleşme sürecinde yardımcı olmayı hedefler. Jung'un 1940'lardan sonraki yazıları ve çalışmaları simya üzerine odaklanmıştır. 1944 yılında Jung, simya'daki sembolleri incelediği ve psikanalitik süreçlerle olan direkt ilişkisini ortaya koyduğu "Psikoloji ve Simya" kitabını yayınlamıştır. Simya'daki işleyişin saf olmayan ruhun (kurşun), kusursuz ruha (altın) dönüşümü olduğunu ve bunun bireyselleşme sürecinin bir metaforu olduğunu savunur. 1963 yılında "Mysterium Coniunctionis" kitabı İngilizce ilk olarak The Collected Works of C. G. Jung kitabının parçası olarak ortaya çıktı. "Mysterium Coniunctionis", Jung'un son kitabıydı ve "Mysterium Coniunctionis" arketipi üzerine odaklandı. Jung'un kendi ve hastaları üzerinde yaptığı çalışmalar onu, hayatın maddi amaçlarının ötesinde ruhsal bir amacı olduğuna ikna etmişti. Ana gayemizin, doğuştan gelen potansiyelimizi keşfedip uygulamaya geçmek olduğuna inandı. Birçok din ve gelenek üzerine yaptığı çalışmalara dayanarak, bireyselleşme olarak bahsettiği dönüşüm yolculuğunun bütün bütün dinlerin mistik kalbi olduğuna inandı. Kendini ve aynı zamanda ilahi olanı tanıdığın bir yolculuk. Freud'un nesnelci dünya görüşünün aksine, özellikle bireysel insan yaşamını evrenle bir bütün olarak bir tuttuğundan Jung'un panteizm'i, onu, ruhsal deneyimin tam oluşumuz için gerekli olduğuna inanmaya yönlendirmiş olabilir. Jung'un din üzerine fikirleri, Freud'un dindeki şüpheciliğine eşit güçte karşılık vermiştir. Bireyselleşme'ye giden bir yol olarak din üzerine fikirleri, ayrıca eleştirilmelerine rağmen oldukça popüler olmuştur ve hala din psikolojisi üzerine modern ders kitaplarında yer bulmaktadır. Popüler psikometre aracı Myres-Briggs Kişilik Göstergesi(MBTI) ve sosyonik kavramları, Jung'un psikolojik türler teorisinden geliştirilmiştir. Jung, insan ruhunu "doğuştan dindar" olarak gördü ve bu dindarlığı araştırmalarının odak noktası yaptı. Rüya analizi ve sembolizma üzerine katkılarıyla en çok bilinen çağdaş yazarlardan biridir. İncirliova İncirliova, Ege Bölgesi'nde bulunan, Aydın ilinin bir ilçesidir. MÖ 13. yüzyılda, bölgeden Hitit egemenliği kalkınca, yöreye sırasıyla; Frigler, Lidyalılar, İonlar, Persler, Büyük İskender, Romalılar, Bizanslılar egemen olmuşlardır. Bir ara Bizanslılar tarafından tekrar 1096’da geri alınmışsa da, Menteşe bey tarafından 1280 tarihinde kesin olarak Türk hakimiyetine geçmiştir. 1310 yıllarında Aydınoğullarının olan topraklar, 1426’da II. Murad tarafından kesin olarak Osmanlı Devletine katılmıştır. 1400’lü yıllarda, Ahiler döneminde, gelen bir grup insan, bugünkü adı Kardeşköy olan Saray Çukur (Bir söylentiye göre Kazma Çukur) mevkiinde yerleşen Madanoğlu ailesi tarafından İncirliova'nın ilk temeli atılmıştır. Tarım ve hayvancılık nedeni ile bulundukları yerin çevresine yayılan o günkü insanlarımız, sulak olduğu için önceleri adına Karapınar dedikleri bu yere; zamanla bataklıklar kuruyup yerlerinde incir ağaçları çıkmaya başlayınca, halk buraya 1934 yılında, İncirliova ismini takmıştır. Ekonomisi tarım ve buna bağlı sanayi işletmelerine dayalıdır. Özellikle sebzecilikte ülke genelinde oldukça söz sahibidir. Seracılık ve bal üretiminde büyük gelişme içindedir. Büyükbaş hayvancılığının yanı sıra tavukçuluk ve yumurtacılık son yıllarda gelişme halindedir. İlçe bağlısı olarak merkez hariç olmak üzere ilçe merkezine bağlı; 1 belde, 21 köy, 6 mahalleden oluşmaktadır. İncirliova 4 Temmuz 1987 tarih ve 3392 sayılı kanun ile ilçe statüsüne kavuşmuştur. İlçenin ilk kaymakamı Fevzi Güneş'tir. Karacasu Karacasu, Ege Bölgesi'nde Aydın ilinin bir ilçesidir. İlçe sınırları içinde Afrodisias antik şehri bulunmaktadır. Aydın-Denizli Karayolunun tali yolu, Kuyucak ilçesinden Karacasu’ya giden karayolu, Dandalaz (Antik adı Marsyas Çayı) çayı boyunca zeytin, narenciye ve daha sonra çam ağaçları arasından kıvrılarak ilçeye ulaşır. Karacasu, Büyük Menderes vadisine güneydoğudan açılan Dandalaz vadisi yamaçlarında kurulmuştur. Aydın il merkezine 87 km uzaklıkta olan ilçe, Menderes havzasının coğrafi yerleşme ve iklim yapısından farklı olarak, yayla özellikleri gösterir. Karacasu ilçesinin ilk adı "Yenişehir"’di ; Tanzimat’tan sonra "Karacasu" olarak değiştirildi. Bazı görüşlere göre, Oğuz Han’ın oğullarından biri olan Aymür aşiretine bağlı Karasu boyu, günümüzdeki kentin olduğu yerde Karasu adında bir köy kurmuştur. 1867’de Aydın’a bağlı bir kaza durumuna getirildi. 1923'te Aydın’a bağlı bir ilçe oldu. İlçenin meşhur yerleri Karacasu yaylaları ve Afrodisias'tır (Aphrodisias) Geyre Beldesine aittir. Geyre Beldesi tarih olarak Karacasu'dan daha eski bir tarihe sahiptir. Karacasu´yun 17 yaylası vardır. En meşhuru kahve deresidir. Halkın genelde geçim kaynağı elmacılık ve zeytinciliktir. Zanaat olarak da toprak testicilik ve pidecilik ünlüdür. onun için Karacasu´ya hamura ve çamura şekil veren memleket derler. Karacasu´lu pideciler özellikle ege bölgesi olmak üzere ülkenin birçok yerine dağılmıştır.Ayrıca deri işlemeciliği de ilçenin gelir kaynakları arasındadır. Karpuzlu Karpuzlu, Ege Bölgesi'nde Aydın ilinin nüfus yoğunluğu bakımından en küçük ilçesidir. Koçarlı Koçarlı, Ege B
ölgesi'nde Aydın ilinin bir ilçesidir. Aydın'a 24 km uzaklıktadır, son on yılda köyden göç eden kişi sayısı artmıştır. İlçeye Kredi ve Yurtlar Kurumu tarafından öğrenci yurdu kazandırılmıştır. Yüksek okulu vardır. Ancak ilçeye bağlı Çakmar köyündedir. Osmanlı İmparatorluğunun son zamanlarında bucak olan Koçarlı belediyelik iken Cumhuriyet İdaresinde yürürlüğe giren 1580 sayılı Kanun gereğince belediye kurulması için aranan nüfus şartı ve Koçarlı’nın o günkü nüfusunun da 2000’in altında olması nedeniyle bucak merkezi köy olmuş ve 1946 yılına kadar köy olarak kalmıştır. 1 Nisan 1946 yılında ilçe olmuş ve belediye teşkilatı kurulmuştur. Koçarlı ilçesi, ilin en eski yerleşim yerlerinden biri olup, özellikle pamuk ve zeytin ilçe ekonomisinin temelini teşkil eder. Hayvancılık, incir, kestane ve sera çiçeği yetiştiriciliği de gelişmiştir. Ayrıca tarım alet ve makineleri, salamurhane, zeytinyağı fabrikaları ile ekonomisine önemli ölçüde katkıda bulunmaktadır. Orman köylerindeki halkın geçim kaynağı çam fıstığıdır. Bunun yanında pamuk, buğday, arpa, mısır, sebze, zeytin ve çeşitli meyveler ilçenin ekonomisini oluşturmaktadır. İlçede 52 mahalle bulunmaktadır. Köşk, Aydın Köşk, Ege Bölgesi'nde Aydın ilinin bir ilçesidir. Aydın İline bağlı bir ilçe olan Köşk Doğu'sunda Sultanhisar, Güneydoğusu'nda Yenipazar ilçeleri, Batısında Merkez ilçe Aydın, kuzeyinde de İzmir ili ile çevrilidir. İl merkezine 18 km uzaklıkta, Aydın-Denizli karayolu üzerindedir. İlçenin ekonomisi tarıma dayalıdır. Ekili ve dikili alan toplam 106.471 dekardır. İlçe merkezi ve ova köylerinde narenciye, pamuk, mısır; yüksek arazi yapısı olan köylerde önemli miktarda zeytin, kestane, incir üretilmektedir. Ayrıca önem sırasına göre karpuz, erik, şeftali, buğday gibi ürünler de yetiştirilmektedir. Bölgenin en büyük kestane pazarı Köşk ilçesinde kurulmaktadır. Yılda 10.000 ton kestanenin önemli bir bölümü selekte edilmiş ve ambalajlanmış olarak pazarlanmaktadır. Hayvancılık tarımın yanında ikinci bir iş olarak yapılmaktadır. 1878 yılında nahiye olan Köşk, nüfus azalmasından dolayı 1932-1958 yılları arasında köy statüsünde yönetilmiş, ancak 1958 yılında tekrar nahiye olmuştur. Köşk adını 1653 yılında meydana gelen deprem nedeniyle almıştır. Halk buna istinaden “Göçük” ismini vermiş daha sonraları “Göçük”e olan benzerliğinden dolayı “Köşk” adına dönüşmüştür. Köşk ilçesi ile çevresinde Akdeniz iklimi görülür. Yazlar sıcak, kurak ve kışlar ılık, yağışlı geçer. Dağların doğu-batı doğrultusunda uzanması ile deniz etkisi iç kesimlere kadar sokulur. Yüksek kesimlerde nadiren kar yağışları görülmektedir. İlçe genelinde 1 ADÜ MYO 2 lise 17 ilköğretim okulu olmak üzere 20 okulda eğitim-öğretim verilmektedir. Bu okullarda; 183 öğretmen 4532 öğrenci öğrenim görmektedir. Kuyucak Kuyucak, Ege Bölgesi'nde Aydın ilinin bir ilçesidir. Kuyucak batısında Nazilli ilçesi, doğusunda Buharkent ilçesi, kuzeyinde Sarıgöl ilçesi, güneyinde Karacasu ilçesiyle çevrilidir. İlçeye 28 mahalle bağlıdır. İlçede tarım ve hayvancılık ön plana çıkmıştır. İlçede genelde pamuk, portakal, incir, iğlek, zeytin yetiştirilir. İlçenin yüksek kesimdeki mahallelerinde kestane, ceviz, kiraz ve elma yetiştirilmektedir. İlçenin ismi duyumlara göre daha önceden kuyunun çok olmasından dolayı Kuyuçok imiş. Zamanla ismi Kuyucak olarak değişmiştir. İlçenin su ihtiyacı etrafındaki dağlardan sağlanmaktadır. İlçede Adnan Menderes Üniversitesine bağlı 800 öğrenci kapasiteli meslek yüksek okulu, 3 ilköğretim 1 çok programlı lise ve anadolu lisesi bulunmaktadır. İncir(yemiş) memleketi olarak bilinen "Aydın" ilinin, incirin erkeği diye bilinen "İLEK" isimli, görüntüsü incir gibi ama içerisinde zamanı geldiğinde(Haziran ayının ilk günlerinden, yaklaşık olarak 20. gününe kadar süren) sinek oluşan ve oluşan sineğin incirin içine girip aşılamasıyla incirin dayanıklılığı ve lezzetini oluşturan bir görevi olan meyvenin kaynağını Kuyucak ilçesi barındırmaktadır. Kuyucak ayrıca Sabahattin Ali'nin "Kuyucaklı Yusuf" adlı romanına konu olmuş bir yerleşim yeridir. Sicim kuramı Sicim kuramı, parçacık fiziğinde, kuantum mekaniği ile Einstein'in genel görelilik kuramını birleştiren bir teori. "Sicim" adı, klasik yaklaşımda "sıfır boyutlu noktalar" şeklinde tarif edilen atomaltı parçacıkların, aslında "bir boyutlu ve ipliksi varlıklar" olabileceği varsayımına dayanır. Sicim kuramı, belirli bir biçimde titreşen ipliksilerin, kütle ve yük gibi özelliklere sahip parçacıklar gibi davranabileceğini söyler. 1980'lerde fizikçiler, sicim kuramının doğadaki başlıca dört güç (kütleçekimi, elektromanyetizma, güçlü etkileşim [kuvvetli nükleer güç] ve zayıf etkileşim [zayıf nükleer güç]) ile maddenin tüm türlerini bir kuantum mekanik modelinde (uzun süredir beklenen "birleşik alan teorisi") birleştirme potansiyeline sahip olduğunu fark ettiler. Sicim kuramı hızla gelişen ve üzerinde çok çalışılan bir alan olmakla birlikte, henüz deneysel gözlemi mümkün olmamış, matematiksel bir modeldir. Kuramdaki temel fikir, gerçekliğin esas bileşenlerinin rezonans frekanslarında titreşen ve planck uzunluğunda olan (10 mm civarı) "sicimler" olduğudur. Sicim teoremi 6 yeni boyut daha önerir, fakat bu boyutları standart anlamdaki mekân ve zaman boyutları değil, bunlara bağlı alt boyutlar gibi tanımlar (bildiğimiz 3 uzay ve 1 zaman boyutu üzerinde dairesel olarak katlanmış ekstra boyutlar).Örnek olarak bu boyutlardan biri 5. boyut olan paralel evren veya zamanda kırılma yaşanılan boyuttur. Bilindiği gibi herhangi bir atomdaki herhangi bir elektron bile katman değiştirse yeni bir paralel evren oluşabilir.Yine örnek olarak çok ince bir tel düşünelim 2 mm kalınlığında, bu tel uzaktan bakılınca bizim için tek boyutlu bir doğrudur, diğer boyutları bizim için yok gibidir. Fakat bu telin üzerinde hareket eden bir karınca için telin üzerinde sağa ve sola gidip tur atılabilir ve o yönlerde de boyut vardır.İşte o boyutlar ancak o seviyeye inince anlam kazanır ve her zaman gözükmezler. Membranların oluşturduğu parçacıkların da çok küçük yüzeyler olduğu ve onların seviyesine inince anlaşılabileceği düşünülmektedir. Bu yüzeyler farklı titreşimlerle farklı atom altı parçacıkları, bu atomaltı parçacıklar da birleşerek atomları oluşturmaktadırlar. Atomun temel yapıtaşları olan proton ve elektron aslında kendisini oluşturan alt parçacıklardan oluşmaktadırlar. Bu parçacıklar, hızlandırıcı ve çarpıştırıcı laboratuvarlarda yapılan deneylerle bulunmuşlardır; fakat, "bu parçacıkların altında hangi parçacıklar bulunmaktadır" ve "bunların yapı taşı nedir" sorularına cevap verilememektedir. İşte bu parçacıkları birbirinden farklı kılan sicim teorisine göre, 6 farklı boyut içeren ve değişik titreşimleriyle sicimsi parçacıklardır. Bu sicimler bir frekansta titreşip protonu, başka bir frekansta titreşip elektronu oluştururlar. Sicimler farklı titreşimlerde bulunarak farklı temel parçacıkları oluşturur. bu nedenle bildiğimizden fazla boyut kavramı ortaya çıkmıştır. Şu anda evreni açıklayan iki fizik teorisi vardır: Birincisi, yıldızlar, galaksiler gibi çok büyük boyutlu maddeleri açıklayabilen, Einstein'ın görelilik teorisi, ikincisi ise atomlar gibi çok küçük boyuttaki maddeleri açıklayabilen kuantum mekaniği. Bu iki teori de aynı evreni açıkladığına göre, ikisini bir teoride birleştirildiğinde evreni bütünüyle anlamak mümkün olmalıdır. Ancak bu bugüne kadar başarılabilmiş değildir. Yapılan birkaç denemede bazı olasılıklar bulunmuş ancak bu olasılıklar sonsuz değer vermekte olduğu görülmüştür. Oysa olasılık 0 dan küçük 1 den büyük olmamalıdır. Sicim kuramından yararlanılarak yapılan çözümlerde bu sonsuzluklardan kurtulunup makul sonuçlar elde edilmiştir. Bu birleşim, şimdiden bilim tarihinin en büyük adımı olarak kabul edilmektedir. Sicim teoremi son gelişmeler ışığında membran (ince zar) teoremi (M-Kuramı) olarak anılmaktadır. Parçacıkların sicim değil, bir membran gibi olduğu ve farklı boyutlarda büzüştüğü düşünülmektedir. Membran-M olarak da adlandırılmaktadır. Birçok fizikçi ispatlanabilir bir teori olmadığı için bu teoriyi benimsememektedir. Çünkü bahsedilen sicim membran parçacıkları ışığın en küçük dalga boyundan bile küçük olduğundan görüntülenmesi şimdilik olanaksızdır. Başka bir kanıt yolu da henüz bulunamamıştır. Membran teoremi (M-Kuramı)'ne göre membran parçacıkları farklı boyutlarda büzüşerek onuncu boyutu oluşturmaktadır(tenthdimension). Membran parçacıklarının farklı boyutlardaki her bir büzüşmesinden farklı evrenler oluşmaktadır ve onuncu boyut bu muhtemel evrenler ve bu evrenler arasındaki geçişleri de içermektedir. Onbirinci boyutu ise daha farklı membran parçacıklarının titreşimleriyle oluşan ve adına evren diyemeyeceğimiz "slackenuc"lar oluşturmaktadır. Slackenuc, bilmediğimiz muhtemel diğer evrenlere verilen bir isim değil, tamamen farklı membran parçacıklarının titreşimiyle oluşan, evren eşdeğerinde ve bazı öncü fizikçiler tarafından kabul edilen bir olgudur. Farklı membran parçacıklarının oluşturduğu "slackenuc"lar arasındaki geçişler de "anerk" adı verilen onikinci boyutu oluşturmaktadır ve anerkin muhtemel bütün olasılıkları barındırdığı düşünülmektedir. Anerk, bir anlamda, fizikçilerin tanrı kavramı için geliştirdikleri bir kuramdır. M-kuramı 5 adet sicim kuramını (tip I, tip IIa, tip IIb, HO, HE) ve süperkütleçekimi kuramını birleştiren birleşik bir kuramdır. Birçok teorik fizikçi doğa'nın doğru temel açıklaması yönünde bir adım olduğuna inananlar (bunların arasında Stephen Hawking, Edward Witten, ve Juan Maldacena) vardır. Çünkü sicim teorisi kuantum alan teorisi ve genel görelilik için kombine bir açıklama sağlar, kuantum çekimin içinde aralarında genel bakış açısı ile aynı fikirde holografik prensip ve karadelik termodinamiği gibi kavramları kabul eder, ve çünkü iç tutarlılığı önemsiz olmayan birçok kontrolden geçti Hawking'e göre özel olarak, "M-teorisi "tekbaşına" evrenin tam bir teorisi için adaydır. " Diğer fizikçiler aralarında Richard Feynman, Roger Penrose, and Sheldon Lee Glashow, erişilebilir enerji ölçekleri'nde
yeni deneysel tahminler sağlayan olmadığı için sicim teorisini eleştirdi ve her şeyin bir teori olarak bir başarısızlık olduğunu söyleyenler var Sicim teorisi için başlangıç ​​noktası temel Parçacık fiziği'nin nokta gibi parçacıklar da sicimleri denilen tek boyutlu nesneler olarak modellenebilir fikridir . Sicim teorisi göre , sicimlerin birçok yönden salınım olabilir.Sicim,yarıçapı daha büyük mesafeli ölçeklerde, her salınım modu, kütle, yük ve sicim dinamiklerini tarafından belirlenen diğer özellikleri ile , parçacığın farklı bir türüne yol açmaktadır . partikül emisyon ve soğurma ya karşılık ise Sicimlerin bölme ve rekombinasyon parçacıklar arasındaki etkileşimleri neden olur veren , partikül emisyon ve soğurma karşılık gelmektedir. Sicimlerin titreşim modları için bir benzetme birden çok farklı müzik notaları olan bir gitar teli eseridir. Bu benzetmede,farklı notlar farklı parçacıkların karşılık gelmektedir. Sicim teorisi olarak ,sicim salınım modları biri kütlesiz, spin- 2 parçacık karşılık gelir. Yerçekiminin özelliklere sahip olan bir kuvvet aracılığı ile böyle bir parçacık çekimsel olarak adlandırılır. Sicim teorisi bir matematiksel tutarlı bir kuantum mekanik teori olduğuna inanılıyor olduğundan, bu graviton durumları varlığı, Sicim teorisi bir kuantum yerçekimi teorisidir anlamına gelir. Sicim teorisi tam bir döngü oluşturmak için iki ayrı uçu sahip hem açık sicimleri,ve hem de kapalı sicimleri içerir. Sicim iki tür farklı parçacık türleri veren,biraz farklı şekillerde davranırlar. Örneğin, tüm sicim teorilerinde graviton sicim modları kapalı, ancak açık sicimlere sadece foton olarak bilinen parçacıklar karşılık gelebilir. Açık bir sicim iki ucu her zaman karşı karşıya gelebilir ve kapalı bir sicim oluşturup bağlanabilir bu nedenle her sicim teorisi kapalı sicimler içerir. İlk sicim modeli, bozonik sicim bozonları olarak bilinen parçacıkların sadece bu sınıfa dahil. Bu model, yeterince düşük enerjilerde de içeren bir kuantum yerçekimi teorisi, (eğer açık sicimler de dahilse) bu foton gibi ölçek bozonlarının açıklar.Ancak, bu modelin sorunları vardır. Ne en önemli olan teori temel bir istikrarsızlık olmasıdır , kendisinin uzay-zamanın (en azından kısmen)çürümesine neden olduğuna inanılmaktadır . Adından da anlaşılacağı gibi ek olarak, parçacıkların spektrumu sadece bozonları, foton gibi, özel davranış kurallarına uyan parçacıkları içerir. Kabaca söylersek , bozonlarda radyasyon bileşenleri bulunur, ancak bu fermiyonlardan yapılmış bir madde,süpersimetri icadı Bir sicim teorisi nasıl inceleneceği bozonları ve fermiyonlar arasında matematiksel bir ilişki nedeniyle fermiyonlar içerebilir. Fermiyonik titreşimler içeren Sicim teorileri şimdi Süper sicim teorileri olarak bilinir, birkaç çeşit tarif edilmiştir, ama şimdi M - teorisi adı verilen sınırları farklı bir teori olduğu düşünülmektedir. Sicim teorisi yerçekimi dahil olmak üzere temel etkileşimlerden bu yana hepsini içerir, birçok fizikçi tamamen bizim evrenin açıklayan bu her şeyin bir teori yapacağını umuyoruz.Sicim teorisi güncel araştırma hedeflerinden biri, karanlık madde ve kozmik enflasyon makul bir mekanizma içeren, küçük bir kozmolojik sabit ile, standart model ile kantitatif aynıdır teorisinin bir çözüm bulmaktır. Henüz ne böyle bir sicim teorisi vardır, ne de teori ayrıntıları ne kadar özgür seçim yapmanızı sağlar bilinir olup olmadığı bilinmemektedir. Sicim teorisinin zorluklardan biri henüz her koşulda tatmin edici bir tam teori tanımının var olmamasıdır. sicimlerin saçılması en ileri düzey pertürbasyon teorisinin teknikleri kullanılarak tanımlanır, ancak nonperturbativ sicim teorisini tanımlamak için nasıl genellik olacağı bilinmemektedir. Ayrıca sicim teorisi (Sicim teorisi şekline bakın), bizim evrenin özelliklerini belirleyen uzay-zaman yapılandırma vakum durumu seçer herhangi bir ilkenin var olup olmadığı konusunda açık değildir. Kaşkaylar Kaşkaylar [] (Farsça: قشقائی Qashqāī), Güneydoğu İran'ın Fars Eyaleti'nde özellikle Şiraz çevresinde yaşayan ve hala ağırlıklı olarak göçebe bir Türk halkıdır. Azerbaycanlılardan sonra İran'daki en kalabalık Türk grubudur. Göç rotaları yazın Şiraz'ın yaylaları (yaylak) ile kışın Basra Körfezi'nin ovaları (kışlak) arasındaki 480 - 1.000 km'lik bir alandır. Daha az sayıdaki kabileler: Kaşkaylar Şiilerin 12 İmam inancını benimsemiştir . Konuştukları dil Kaşkaycadır. Konar göçer yaşadıkları için dilleri İran'daki diğer Türkler kadar Farsça'dan etkilenmemiştir. Kendi aralarında Kaşkayca konuşurlar, fakat Farsça eğitim dili olduğu için hemen hemen herkes Farsça da konuşur. Zagros Dağları'nın etekleri boyunca uzanan bölgede yaşarlar. Yerleşik olanlar Şiraz, Firuzabad, Feraşbend, Kazerun, Abade ve Semirom gibi şehirlerdedir. Kaşkay erkekleri at binme ve çobanlık yetenekleriyle bilinirler. Tipik bir şapkaları vardır. Kaşkay kadınları kat kat renkli etekler (üç etek) parlak tunikler ve eşarplar giyerler. Halı dokumadaki ustalıklarıyla bilinirler. Göç yolları üzerindeki doğal bitkilerden ve böceklerden elde ettikleri doğal boyaları ve koyunlarının yününü kullanarak çok renkli ve özgün halılar dokurlar. İran'daki diğer kadınların aksine, konakladıkları yerlerde geleneksel "çador" giymezler. 1979 devriminden bu yana şehirlere geldiklerinde çador giymek durumundadırlar. Nissan Motors 2006'da çıkardığı modeline kaşkay kabilesine atfen Qashqai adını verdi. Tasarımcılar alıcıların da göçebe ruhlu olacağına inanıyorlar. Mudanya Mütarekesi Mudanya Mütârekesi, Kurtuluş Savaşı'nın sonunda imzalanan mütarekedir. Osmanlı İmparatorluğu bu mütarekeyle beraber hukuken sona erdi. Büyük Taarruz'un zaferle sona ermesi üzerine ve Çanakkale Krizi'nden sonra, İtilaf Devletleri TBMM'ye mütareke çağrısında bulunmuşlardır. Türk ordusu ile Birleşik Krallık işgal kuvvetleri arasında bazı gerginlikler yaşandıysa da görüşmeler 3 Ekim 1922 tarihinde Mudanya'da başladı. Görüşmelerde TBMM hükümetini Batı Cephesi komutanı İsmet Paşa temsil ederken, Fevzi Paşa ve Refet Paşa da görüşmeler boyunca Mudanya'da bulundular. Birleşik Krallık'ı General Harington, Fransa'yı General Charpy ve İtalya'yı da General Mombelli'nin temsil ettiği Mudanya görüşmelerinde, ateşkesle doğrudan ilgili durumda bulunan Yunanistan, General Mazarakis ve Albay Sariyannis'i görevlendirmesine karşın, Yunan delegeler görüşmelere doğrudan doğruya katılmayıp Mudanya açıklarında bir Britanya gemisinde beklediler. Zaman zaman gergin anların yaşandığı, hatta görüşmelerin kesilmesi tehlikesinin doğduğu ve Türk ordusunun yeniden harekat hazırlıklarına giriştiği mütareke görüşmeleri 11 Ekim 1922 tarihinde uzlaşmayla sonuçlandı. Mütarekeyi kabul etmek istemeyen ve imzalamaktan kaçınan Yunan hükümeti aradığı desteği bulamamış ve sonuçta 14 Ekim'de Mudanya Mütarekesi'ni imzalamak zorunda kalmıştır. Bu arada TBMM, Doğu Trakya'nın teslim alınması ve burada bir Türk yönetiminin kurulmasıyla ilgili olarak Refet Paşa'yı görevlendirmiştir. Refet Paşa, 19 Ekim 1922 tarihinde TBMM temsilcisi olarak İstanbul'a girmiş ve halkın büyük bir coşkusuyla karşılanmıştır. Mudanya Mütarekesi ile Türk-Yunan çatışmasının sona erdirilmesi ve Doğu Trakya'nın kurtarılması gibi gelişmeler Türk tarafının lehine sonuçlar doğuracak gelişmeler olarak göze çarparken, İstanbul ve Boğazlarda Türk egemenliği tam anlamıyla kurulamamıştır. Gerek Boğazlar üzerinde kontrolün sağlanamamış olması, gerekse Trakya’ya ordu geçirilememesi, barış konferansı öncesinde Türk hükümetinin pazarlık gücünü sınırlandırmıştır. Bu hükümler, birçok noktada önemli kazanç sağlayan Mudanya Mütarekesi'nin zayıf halkalarından bir kısmı olarak değerlendirilebilir. Boğazlar'da Türkiye'nin egemenliğinin kurulması Lozan Antlaşması ile de sağlanamamış, ancak 1936 yılında Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile hakimiyet sağlanabilmiştir. THX 1138 THX 1138, ünlü yönetmen George Lucas'ın ilk uzun metrajlı filmidir. 1971 yapımlı film, Lucas'ın Güney Kaliforniya Üniversitesi'ne kabul edilmek için çektiği adlı kısa filmden yola çıkarak çekilmiştir. Distopik bir temayı işleyen filmin bu temada yazılmış birçok eserden etkilendiği belirgindir. George Orwell'in "1984"ü ve Aldous Huxley'nin "Cesur Yeni Dünya"sı bu eserlere örneklerdir. Sait Halim Paşa Yalısı Sait Halim Paşa Yalısı İstanbul'un Yeniköy semtinde konuşlanmış olan bir yalı. Rıhtımındaki iki arslan heykelinden dolayı "Arslanlı Yalı" ismiyle de anılan bina, neo-klasik tarzda inşa edilmiş olup, 19. yüzyılın son çeyreğine aittir. Üslubuna uygun olarak, daha sakin dış görünüşüne karşın, dekorasyonunda ağır arabesk unsurlar kullanıldığından, küçük bir Arap sarayını andırır. Yapı adını Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın dört oğlundan biri olan Prens Mehmet Abdülhalim Paşa'nın oğlu olan Sait Halim Paşa (1861-1921)'dan almıştır. Yalının planında harem ve selamlık aynı çatı altında düşünülmüştür. Kuzeyde bulunan harem bölümüyle, güneyde bulunan selamlık bölümüne ahşap, camekânlı bölmelerle girilir. Yalının tespit edilen ilk sahipleri Düzoğulları ailesidir. Bilindiği kadarıyla Düzoğullları'ndan kalan yalıyı Aristarhis ailesi tamamen yıktırmış ve tahmini 1863 yılında yeniden inşa ettirmiştir. Yalı 1876 yılında Mehmet Abdülhalim Paşa'nın mülkiyetine geçmiştir. Ancak o dönemde yalının harap halde olması ve istenilen büyüklükte olmaması nedeniyle Çanakkaleli mimar-kalfa Petraki Adamandidis'e bugünkü biçimiyle yeniden yaptırılmıştır. Abdülhalim Paşa'nın 1890 yılında vefatı sonrası, mülkü dokuz evladına kalmıştır. Sait Halim Paşa, kardeşlerine ait hisseleri satın alarak 1894 yılında yalının tamamına sahip olmuştur. Sait Halim Paşa öldüğünde ise vârislerine kalmıştır. Özellikle Arap müşterilere kiralanan yapıda, bir dönem Kral Faysal da kalmıştır. Bina 1968'de Turizm Bankası'na geçmiş ve bir süre sadece yabancılara hizmet eden bir kumarhane olarak kullanılmıştır. Yangın tehlikesi ve benzeri sebeplerle kumarhane 1972 yılında Hilton'a devredilmiştir. 1974 yılında tadilat gören yalı, 1980-1984 döneminde, Türkiye Anıt ve Çevre Koruma Vakfı tarafından büyük bir renovasyondan ge
çirilmiştir. 1989'da Turizm Bankası, Türkiye Kalkınma Bankası'na dönüştürülmüş ve yalının yeni sahibi olmuştur. Yalının bahçesi yaz aylarında restoran olarak işletilmiş, odalarının bir bölümü müze olarak düzenlenmiştir. Bunun yanı sıra Başbakanlık yazlık konutu olarak da kullanılmış ve zaman zaman resmi toplantılar burada yapılmıştır. 1995'te, Tansu Çiller'in başbakanlığı döneminde çıkan yangında büyük bölümü kül olan Yeniköy'deki binanın 1998'de başlayan yenileme çalışmalarına 1,7 trilyon lira harcandı. Çalışmalar, Prof. Dr. Doğan Kuban başkanlığında, yedi danışmanın denetiminde, Emek İnşaat tarafından yapıldı. Restorasyonda, yalının yangından önceki değil, 1890'lardaki görünümü temel alındı. “Başbakanlık Resmi Konuk Evi” adı altındaki bu restorasyon 2002 yılında tamamlanmış, 2004 yılında Göçtur Turizm A.Ş.’nin işletmesine devredilene kadar da kullanılmamıştır. Bina halen kapalı bulunmakta, ancak güney bahçesi yazlık lokanta, kuzey bahçesi plaj olarak kullanılmaktadır. Bahçenin kuzey ucunda, minik bir deniz hamamı (lido) bulunmaktadır. Yalıda önceleri üç yönden denize girilebiliyordu. Edirne evleri Edirne, Osmanlı Devleti'nin ikinci başkenti olarak çok kısa sürede görev üstlenmişse de İstanbul'un alınışından sonra bile padişahlar burayı terketmemişler ve mesire yeri olarak değerlendirmişlerdir. Devletin üst düzey yöneticileri ve onların yakın çevresindeki varlıklı kişilerin evleri ise özenli bir ortamın yaratılmasına neden olmuştur. Evler, arazi içindeki yerleşimlerden, mekânların biçimlenişine kadar rahat ve zengin yaşama olanakları sunabilen niteliklerle donatılmıştır. Edirne, uzun yıllar dinlenme, eğlenme ve sakin çalışma ortamı olarak hizmet vermiştir. Edirne evlerinin hepsinin genişçe bahçeleri vardı. Bu konumda 1917 yılında İngiliz sefirinin eşinin Londra'daki arkadaşına Edirne evlerini anlattığı mektuplar önemli ipuçları vermektedir. Sefirin eşi Lady Montagu, bu güzel kentin özelliklerini, hayranlığını gizlemeden mektuplarında yazmıştır. Lady Montagu Edirne'de güvercinlerin ve leyleklerin bile rahat edebildiklerini ve bunların İmparatorluğun en bahtiyar tebaası arasında bulunduğunu ifade ederken, bu kuşların kutsal sayıldığını, dolayısıyla kuşların da bunu bildikleri için hiç ürkmeden sokakta dolaşabildiklerini yazmaktadır. Bugünkü yeni köprü başındaki karakolhanenin hemen kuzeyindeki ""Demirtaş Kasrı"" o dönemlerde yabancı konukların oturmaları için ayrılmıştı. Bu şansı iyi kullanarak çevreyi gözleyen ve kendi ülkesindeki arkadaşlarına anlatmayı büyük bir zevkle sürdüren Lady Montagu dokuzuncu mektubunda "Eminim ki Türkiye'ye ait seyahatnamelere bakıp buradaki evlerin hepsini gayet acınacak bir halde ve mimaride zannedersiniz. Ben bu evlerden pek çok gördüm ki, bilerek bahsedebilirim. Ve sizi temin ederim ki yanılıyorsunuz" demekte ve kendi gözlemlerine yer vermektedir. Padişaha tahsis edilen sarayların bile sadeliğini, dış süslemenin hemen hemen hiç olmadığını, mimari üslubunun gayet zarif ve memlekete uygun olduğunu, büyük küçük tüm evlerin iki kısımdan ibaret olduğunu ve bu iki kısmın dar bir geçitle birleştirilmiş olduğunu, birinci kısmın önünde geniş bir avlu ve etrafında üstü örtülü galerilerin bulunduğunu, odaların bu galeriyle bağlantılarının bulunduğunu, 18. yüzyıl başlarında yine Lady Montagu'nun mektuplarındaki önemli saptamalardan öğreniyoruz. Bu dönemde Edirne evlerinin hemen hemen tümü ahşaptı. Dış yüzey bağdadi sıva ya da ahşap kaplamadır. İki kattan fazla hemen hemen yok gibidir. Odalar büyüdükçe ve tepe pencereleri bulunan, içi oldukça özenle süslenmiş mekânlardır. Selâmlıklar, yola daha yakın ve konukların rahat ulaşabilecekleri yerlere yapılmıştır. Harem daireleri ise sokaktan görünmeyecek şekilde geride bahçe içinde inşa edilmişlerdir. Bahçeler bol ağaçlı ve gölgeli yüksek duvarlarla çevresinden arındırılmıştır. İnsanları evlerine bağlayan güzellikte bir iç dünya oluşturulmuştur. Bahçesinin ortasında, dokuz-on basamaklı merdivenle çıkılan ve duvarlarında yalnızca açılıp kapanabilen kepenkleri bulunan bir köşk yer alırdı. Bu köşkün çevresinde yaseminler, hanımelileri, birbirine dolanmış asmalar evin hanımının ve beyinin bütün günü geçirebilecekleri güzellikteydi. Kadınların çok sevdikleri bu mekânda, günün büyük bölümü çalgılarla ve nakışlarla geçirildi. Evlerin tümü bahçe içinde yer alırdı. Bahçe içindeki konumlarına göre incelendiğinde üç ana başlık altında toplamak mümkündür. İki katlı olanların üst katında sokağa bakan pencereler olmasına rağmen alt katta pencere yoktur. Tek katlı evlerde ise sokak cephesinde hiç pencere yoktur. Komşu arsalara bitişik olanlarda, komşuya bakan cephede hiç pencere yoktur. Pencereler tamamen kendi bahçelerine bakarlar. Evin dört yönü de bahçeye baktığı için, istenen yönlere rahatlıkla pencere açma olanağı söz konusudur. Yüksek kerpiç duvarlardaki büyük kapı kanatları aralanıp içeri girildiğinde, işte bu ağaçlı, çiçekli bahçe ve köşesinde bahçenin özelliklerle yüklü Edirne evi yer alırdı. Edirne'de, yerleşim dokularının bütününde eşsiz güzellikteki, bahçe ve bahçeyle bütünleşmiş mekânlardan oluşan evler vardır. Bu yerleşim modeli, kuşkusuz yatayda yaygın bir doku oluşturmaktaydı. Bu sayede insan yaşamının en güzel dilimleri evlerde sürdürülebilmekteydi. Edirne'nin kent silüeti, yeşille haşır neşir olmuş, evlerin arasında özel mahalle camileri ve daha sonra Selimiye çevresindeki yüksek minareleri ve nihayet Mimar Sinan'ın ölmez eseri Selimiye ile en yüksek tepede odaklanır. Anıtsal yapıların silüetteki görkemi, yakınına gidildiğinde evlerin yüksek duvarları ve çatılarıyla hiç de çelişkiye düşmeyecek düzeydedir. Edirne'nin büyük evlerinde çift kanatlı büyük giriş kapıları avluya açılırdı. "Yelkovanlı" ise selâmlık kapılarına verilen addı. Yelkovanlı/kapı deyimi, evde yaşayanları her zaman büyük kanatları açmak külfetinden kurtarmak üzere, sabit kanat içine açılan küçük kapılara getirilen tanımdan ortaya çıkmıştır. Yelkovanlı kapılar, Edirne evlerinin selâmlığını, avluya bağlayan önemli bir ögedir. Edirne evlerinde selâmlık kapıları taşlıktan çok genellikle avluya açılmaktaydı. Bu kapılardan evin mermerden döşenerek özenle yapılmış bir mekânına girilirdi. "Avlu" olarak adlandırılan bu mekânın ortasında havuz, uygun bir yerinde de çeşme bulunurdu. Avlunun ortasında bazı örneklerde kokulu çiçekler ve asmalarla donanmış mekânın estetiğini tamamlayan çardak bulunmaktaydı. Büyük sokak kapıları, evin alt katındaki geniş meydana açılmaktaydı. "Taşlık" denilen bu meydanın bir yüzü, küçük camlardan yapılmış pencereden ışık alırdı. Tabanları mermer, arnavut kaldırım veya kayrak taşından özenle döşenirdi. Arnavut kaldırımlı taşlıklara binek arabaları ve atlarla girebilmekteydi. Taşlıklardan direkli ve parmaklıklı sofalara/devir sofalara çıkılan merdivenlerin alt başlıklarında, bir-birbuçuk metre tek parça mermer, taşın iki yanında yine mermerden yapılmış iki-üç basamaklı birer merdiven bulunurdu. Bunlar binek taşlarıdır. Binek taşlarından demir sofaya çıkılırken, iki sütun ve başlıktan yapılmış bir kapı bulunurdu. Bunların oluşturduğu bölüme "Niyazlık" adı verilirdi. Dr. Rıfat Osman niyazlıkların işlevini şöyle dile getirir: "Büyük sokak kapısından giren ve ata binmiş ev sahibi veya konuk, niyazlık taşına kadar ilerleyip iner. Ev sahibi evde yoksa niyazlık odasının perdesi kapalıdır. Bu perdenin açık olması ev sahibinin evde olduğu ve konuk kabul edeceği anlamına gelir. Ev sahibi evde bulunmadığı anda aile, belli veya sayılmaya değer konukları alır. Çubuk ve kahve sunulur, bu esnada ev sahibinin oğlu veya damadı gibi yakınları bu toplantıya katılmaz. Konağın Ağalarından biri karşılar ve uğurlar." Odalar en sade yaşayanlarından, çok zengin ve görkemli yaşam sürdürenlere kadar aynı ilkelerin geçerli olduğu bir düzendeydi. Odaların hepsi insan yaşamı için gerekli ihtiyaçları karşılayabilen düzeyde olmasına rağmen yine de Edirne evlerinde belli işlevlere göre ad alan odalar vardır. Ayrıca bazı evlerde namaz odaları adı verilen namaz kılmaya ayrılmış bir mekân daha vardır. Oturma odası aile bireylerinin bir arada oturdukları odadır. Haremlik ve selâmlık bölümleri olan evlerde oturma odası yalnız harem bölümünde ve birinci katta bulunurdu. Bu odalarda, genellikle evin bahçelerine bakacak şekilde pencereler açılırdı. Ama daha sonraki dönemlerde, sokak tarafına da oturma odalarının baktırıldığı görülür. Ancak pencereleri sokağa bakan odalar daha çok erkeklere aittir. Eski yatak odalarında yerden 1-1.5 metre yükseltilmiş ayaklar üzerindeki yataklarda yatılırdı. Buralara portatif merdivenlerle çıkılır ve merdiven yukardan çekilirdi. Döşekler Musandra denilen etrafı siperlenmiş olan bu yükseltilmiş döşemeye serilirdi. Musandralar zamanla evlerde terkedilmiş, bunun yerine yerden en çok 30-40 santimetre yükseltilmiş sedirler tercih edilmiştir. Balkan Yarımadası'nın hemen her tarafına yayılmış Edirne evi modelinde, odaların kapılarının açıldığı, hem geçiş alanı hem de aile bireylerinin toplu olarak zaman geçirdikleri yaşamlarına uygun uzunca bir sofa vardır. Yörede bunlara Hayat adı verilir. Sofanın genellikle üstü örtülüdür ve evin bahçesine bakar. Yanları açık olan bu sofalara son yıllarda camlar takılarak örülmüştür. Bazı dar gelirlilerin evlerinde, zemin katta sofa olmamasına rağmen üst katta mevcuttur. Taşlıktan, evin bahçesine ya da sokağa bakan odaların kapıları önünden geçit veren, direkli ve parmaklıklı Devir Sofaları yer alırdı. Devir sofalarının taşlık döşemelerden yüksekliği 3,5 metre kadardır. Bugün bu evlerden ve Edirne'nin yeşille bütünleşmiş karakteristik kent dokusundan çok az iz kalmıştır. Saptanabilen örnekler içinde birkaç ev ve bu özellikleri bir oranda yaşatsa bile, son dönemde insanlar yaşamlarını değiştirmişler ve açık sofa yerine iç sofa veya orta sofa planlarını uygulamışlardır. İstanbul Tıp Fakültesi İstanbul Tıp Fakültesi, Türkiye'nin en eski üniversitesi İstanbul Üniversitesi'nin iki tıp fakültesinden biridir. İstanbul Tıp Fakültesi Osmanlı' nın 1827 de kurulan ilk tıp fakültesi Mekteb-i Tıbbiye'yi Şahane'
nin devamıdır. Üniversite reformuyla kurulmuş ilk tıp fakültesidir. Türkiye'de modern tıbbın gelişimine öncülük etmiş, sayısız hekim ve bilim insanı yetiştirmiştir. Fatih ilçesinin Çapa semtinde yer almasından dolayı halk arasında daha çok Çapa Tıp Fakültesi olarak bilinir. Türkiye'nin akademik eğitim veren sayılı üniversitelerinden biridir. 6 yıllık eğitim boyunca öğrencilerini teorik ve uygulamalı alanda birçok bilgi ve beceriyle donatır. Her sene bu üniversiteden mezun olmuş birçok doktor adayı TUS'da başarılı olur. Yani İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Bölümü'nün başarı oranı oldukça yüksektir. Yetenekli ve donanımlı pratisyen hekim yetiştirmesi ile de ünlü bir fakültedir. Fakülte bünyesinde değişik kültür ve sanat kolları etkinlik göstermektedir. İstanbul Tıp Fakültesi, İstanbul Üniversitesi'ndeki senato sırası 1'dir. Türkiye'de modern tıp eğitiminin okutulduğu ilk kurumdur. Türkiye'nin en önemli ve en köklü bir diğer tıp fakültesi olan İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi ve İstanbul Tıp Fakültesi 1967 yılında ikiye ayrılmıştır. Alain Prost Alain Marie Pascal Prost, (d. 24 Şubat 1955 Saint-Chamond, Loire, Fransa) Fransız yarış pilotudur. 4 kez dünya şampiyonluğu alarak Formula 1 ' in en başarılı pilotları arasına girmeyi başarmıştır. Prost, 1985, 1986, 1989 ve 1993 yıllarında dünya şampiyonu oldu. Toplamda 199 Büyük Ödül yarışına katılan Prost, 51 yarış galibiyeti, 798,5 şampiyona puanı kazandı. Aynı zamanda 41 en hızlı tur zamanına imza attı. Kariyerinin ilk Büyük Ödül birinciliğini 1981 yılında Dijon' da düzenlenen Fransa Büyük Ödülü' nde yine bir Fransız takımı olan Renault F1 ile kazandı.Renault F1 ile geçirdiği üç tam sezonunda 8 galibiyet daha kazanan Prost, takım içerisindeki anlaşmazlıklar nedeniyle McLaren' e geçti. Takım ile geçirdiği 6 sezonda 30 Büyük Ödül birinciliği ve 3 dünya şampiyonluğu kazandı. 1987 yılında 28. Büyük Ödül galibiyetini kazanarak Jackie Stewart' ın rekorunu kırdı. 1990 yılında takımla 5 yarış kazanarak yine şampiyonluğa aday oldu. Sezonun son yarışı Suzuka' da düzenlenen Japonya Büyük Ödülü'nde yarışa başlangıç pozisyonunda Ayrton Senna vardı. Yarış başladığında Prost'un aracını Senna'nın aracının üzerine sürmesi sonucunda ikisi de yarış dışı kaldı. Senna yarıştan önceki puan avantajı sayesinde son dünya şampiyonluğunu elde etti. 1991 yılında Ferrari ile olan anlaşmazlıklarını halka açık bir şekilde dile getirmesi nedeniyle takım tarafından kovuldu. 1992 yılını yarışmadan geçiren Prost, 1993' te Williams F1 takımına geçerek son dünya şampiyonluğunu kazandı. Aynı yıl emekliliğini açıklayarak sporu bıraktı. Alain Prost, Formula 1 tarihine en çok yarış ve puan kazanan pilot olarak geçti. Bu rekorlar daha sonra Michael Schumacher tarafından kırıldı. 1997 yılında Ligier F1 takımını satın alarak adını Prost Grand Prix olarak değiştirdi. Ancak maalesef pistte gösterdiği başarıyı bir iş adamı olarak gösteremedi ve 2002 yılında takımını satarak Formula 1' den tamamen ayrıldı. Alain Prost kariyeri boyunca çeşitli lakaplar ile anıldı: "Profesör", "Hesap Makinesi", "Rio Kralı" (Rio De Jenerio' da yapılan Brezilya Büyük Ödülü' nü 5 kez kazandığı için) ve "Hızlı Çocuğu" (Niki Lauda tarafından söylenmişti) PTT Hastanesi PTT Hastanesi, İstanbul'un Kadıköy yakasında E-5 karayolu üzerinde Bostancı köprüsü yanında yerleşik bir hastanedir. Daha önceden Ulaştırma Bakanlığı Posta İşletmeleri Genel Müdürlüğü'ne bağlı iken kamu sağlık kurumlarının tek çatı altında toplanması ile Sağlık Bakanlığı'na devrolmuştur. İsmi de "S.B. İstanbul Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi" olarak değiştirilmiştir. Jackie Stewart Sir John Young Stewart, (d. 11 Haziran 1939), "Uçan İskoç" lakaplı 3 kez dünya şampiyonu olmuş İskoç Formula 1 pilotudur. Şampiyon olduğu yıllar; 1969, 1971 ve 1973' tür. 99 grand prix'ye katılmıştır. 27 birinciliği, 17 pol'ü ve 43 podyumuyla üst düzey bir sürücü olduğunu kanıtlamıştır. 1973'de sezonun son yarışı olan ABD Grand Prix'ni kaçırarak, kariyerinin son yarışı ve şampiyonluğunu kutlama şansını kaybetmiştir. Daha önceden açıkladığı gibi yarışmayı bırakmıştır ve kendini f1' in daha güvenli olması için yapılan çalışmalara adayarak, bu tehlikeli sporun daha güvenli olmasına katkı sağlamıştır. 1991 Suzuka' da Senna' ya sorduğu soru ve Senna' nın "Stewart" deyişi hala konuşulmaktadır. İngiliz pop sanatçısı Robbie Williams 2000 yılında çıkardığı "Supreme" single'nın klibini Stewart'a adamıştır. Anima (müzik grubu) Anima, 2000-2007 yılları arasında faaliyet göstermiş olan bir İstanbullu alternatif rock grubudur. Vokalde Ceylan Ertem, davulda Ekin Cengizkan, basta Murat Çopur ve gitar-mızıkada Tunçay Korkmaz'dan oluşmaktadır. Grup 2006 yılında ilk ve tek albümleri olan Animasal'ı piyasaya çıkarmıştır. Animasal'ın yapımında trompetçi Serkan Çiftçi de birkaç şarkıya trompetle eşliği ve efekt düzenlemeleriyle katkıda bulunmuştur. Grubun çıkış şarkısı albümün altıncı parçası "Joker" olup ilk klip bu şarkıya çekilmiştir. İkinci klip "El Kadar Bir Kız" adlı parçaya çekilmiştir. Farklı tarz ve dönemlerdeki müzisyenlerin şarkılarını kendi bakış açılarıyla yorumlamaya çalışan Anima grubu; Radiohead, Pink Floyd, Björk, Massive Attack, Erykah Badu, Janis Joplin, Jimi Hendrix, Yavuz Çetin, Nirvana, Incubus, Jamiroquai, Air gibi isimlerin etkileşimlerini kendi müzik tarzlarında yorumlamıştır. Grup 2007'de ortak bir kararla dağılmıştır. Grubun dağılmasının ardından, trompette Serkan Çiftçi, vokalde Ceylan Ertem, davullarda Ekin Cengizkan, basta Murat Çopur ve klavyede Emre Ataker Friendly Fire isimli bir grup kurmuş ve müzik hayatlarına funk, jazz, soul müziklerini kendilerince yorumlamışlardır. 2009'dan beri Ceyl'an Ertem müzik kariyerine solo çalışmaları ile devam etmekte, konser ekibinde Murat Çopur ve Ekin Cengizkan'ı dahil etmektedir. 10 Şubat 2006'da SONG BMG MUSIC tarafından yayınlanmıştır. Ankilozan spondilit Ankilozan spondilit (kısaca AS), (Yunanca "ankylos", sert,katı; "spondylos", omurga), önceki isimleri "Bechterew hastalığı; Bechterew sendromu; Marie Strümpell hastalığı", kronik, ağrılı, yangısal (enflamatuvar) bir artrit türü ve özbağışık bir hastalıktır. Başlıca omurga, pelvisdeki sakroiliak eklemler ve büyük eklemler (kalça, omuz) olmak üzere eklem ve çevre yapılarını tutar ve sonuç olarak omurganın kaynaşmasına neden olabilir. Omurgada kemiklerin birbirine kaynaması bambu kamışı denilen bir görüntüye neden olur. Hastalıktan muzdarip kişilerin yıllar içinde omurgası sertleşir ve sırtı kamburlaşabilir. AS, bundan başka göz, barsak, böbrek, kalp ve akciğerler gibi yumuşak dokularda da tutulum gösterebilir. Ankilozan spondilit, özbağışık (otoimmün)spondiloartropatiler grubunda yer alır ve genetik yatkınlıkla güçlü bir bağı bulunmaktadır. Hastaların %96’sında HLA-B27 geni bulunmaktadır. Olasılıkla normalde zararsız olan bazı mikroorganizmalar HLA-B27 geni ile ilişkiye girmektedir. Bazı barsak ya da idrar yolları hastalıkları AS'in ortaya çıkmasını tetiklemektedir. sonuç olarak bu hastalığın, genetik zeminde çevresel etkenlerle ortaya çıktığı söylenebilir. Tipik hastaları 20-40 yaş arası genç erkekler oluşturduğu gibi, aynı yaşlardaki kadınlarda da görülebilir. Hastalığın kalıtsal olduğu bilinmektedir. Belirtilerin ilk görüldüğü yaşlar ortalama olarak 23'dür Bu belirtiler tipik olarak, bazen omurganın tamamına yayılım gösteren, genellikle omurganın ortasında yerleşen kronik ağrı ve sertliktir, bu ağrı hatta bir ya da iki kalçaya ya da uyluktan sarkoliak eklemlere kadar yayılım gösterebilir. Bu belirtliler kademeli olarak ilerler. Başlangıçta genellikle ankilozan spondilite özgü değillerdir. Ortalama olarak, tanı almadan 8,5 ila 14,5 yıl öncesine kadar başlangıç gösterebilirler. Erkekler kadınlardan 3:1 oranında daha çok etkilenirler ve kadınlardan daha farklı gidişat gösterirler HLA-B27 Doku Antijeni Tespiti: Tanısal açıdan önem taşımaz. Bu genin varlığı AS tanısı koymayı sağlamaz. Bu geni taşıyan herkeste AS ortaya çıkmaz. HAstada AS varsa çocuğunda AS gelilme olasılığı %10; çocuğunda HLA-B27 varsa %20'dir. Eritrosit Sedimantasyon Hızı: Alınan kan örneğinin belirli sürelerde ölçülen çökelme hızı, iltahabi alevlenmelerle giden her hastalıkta olduğu gibi bu hastalığında alevlenmesinin iyi bir göstergesidir. Akut alevlenmelerde sedimantasyon hızı laboratuvarın verdiği referans değerlerin oldukça üstüne çıkar. Birimi mm/saat.Tedaviye yanıtı izlemede değerli ve ucuz bir testtir. Sedimantasyonun düşmesi olumlu bir göstergedir. CRP (C Reaktif Protein): Eritrosit sedimantasyon hızı gibi vücutta bağışıklık yanıtının hareketlendiğini gösteren bir testtir. Çıkan değerlerin laboratuvarın verdiği referans değerlerinin üstüne çıkması iltahabi bir duruma işaret eder. Yine tedaviye yanıtı ve hastalığın aktivitesini izlemede ,sedimantasyon hızının sağlaması gibi kullanılır. Kemik Yoğunluğu Ölçümü: AS osteoporoza yol açabilen bir hastalık olduğu için belirli aralıkla kemik mineral yoğunluğunun ölçülmesi uygundur. Hekimin uygun göreceği ilaçlar kullanılmalıdır. Bunun yanı sıra, hastalığa özel olarak düzenlenmiş egzersizlerin düzenli olarak yapılması çok önemlidir. Kreatinin klirensi Kreatinin klirensi — bir böbrek fonksiyon testidir. Kreatinin klirensi bir dakikada kreatininden temizlenen plazma hacmi olarak tanımlanır. Birimi ml/dk'dır. Kreatinin klirensi glomerul filtrasyon hızının (GFR) bir göstergesidir. Böbrek hastalıklarında kreatinin klerensi azalır. Woody Allen Woody Allen, (d. 1 Aralık 1935, New York), ABD'li film yönetmeni, senaryo yazarı, aktör, stand-up sanatçısı, oyun yazarı, öykücü ve müzisyendir. Genellikle kendi yazdığı, yönettiği ve oynadığı film projelerinde yer alır. New York'da doğmuştur ve hala orada yaşamaktadır. Eserlerinde sık sık New York'u konu edinmiştir. Gerçek adı "Allen Stewart Konigsberg" olan Woody Allen, 1935 yılında Brooklyn'in düşük - orta sınıflı bir bölgesinde, Ortodoks Yahudi bir ailede dünyaya geldi. Sürekli iş değiştiren bir babası, çiçekçi dükkânındaki kitaplardan sorumlu