article
stringlengths 7.34k
10k
|
---|
galip gelmesinde büyük pay sahibi olmuştur. Çetin ayrıca, 23 Ocak 2011 tarihinda Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena'da oynanan Sivasspor maçında takımının tek golünü atarak bu statta gol atan ilk futbolcu olma unvanını da kazanmıştır.
2011-2012 sezonunda takımın başına Fatih Terim'in gelmesiyle Stoper mevkiinde Tomas Ujfalusi ile görev yapan Servet, Galatasaray'ın 2-4 kaybettiği Gaziantepspor maçında kırmızı kart görmüş ve takımını 10 kişi bırakmıştır. İlerleyen maçlarda formasını Galatasaray'ın genç stoperi Semih Kaya'ya kaptıran Servet bu konuda şu açıklamaları yapmıştır; "Hiçbir hoca hiçbir takımda iyi giden defansı bozmak istemez. Fatih hoca doğru yapıyor. Kart cezaları olduğunda Gökhan Zan ve ben şans buluyoruz."
Uzun boyu (1.92 m.) sayesinde, duran top organizasyonlarında da görev alan, özellikle kornerlerde rakip kalelere gol için giden Servet, kafa toplarındaki performansıyla dikkatleri üzerine çekmektedir. Galatasaray'da giydiği "76" numaralı forma memleketi Iğdır'ın plaka numarasını temsil etmektedir.
Servet'in sözleşmesi 31 Mayıs 2012'de bitmiştir ve Sarı-kırmızılı kulüp ile yolları ayrılmıştır.
Galatasaray ile yollarını ayıran Servet Çetin, 1 Temmuz 2012 tarihinde, Eskişehirspor ile 2 yıllık anlaşma sağladı. İlk maçına ise Akhisar Belediyespor karşısında çıktı. İlk golünü 10. haftada Gaziantepspor'a atan oyuncu, 26 Kasım 2012'de ise Eskişehirspor'un, Avni Aker Stadyumu'nda Trabzonspor'u 3-0'lık bir galibiyetle geçtiği maçta, savunmadan çıkarak Trabzonspor'un yarı sahasının ortasından aldığı topla ceza sahasına doğru ilerledi. Rakiplerini çalımlayan Servet, son rakibini de vücut çalımı ile geçti. Ceza sahasının içine girer girmez şutunu çıkaran Servet, topu kalecinin üzerinden filelere gönderdi bu gol Servet'in kariyer golü olarak tanımlandı. Böylelikle Servet takımında ikinci golünü atmış oldu. Genelde Diego Ângelo de Oliveira ile savunmanın ortasında görev yapan Servet, sezonu ligde 26 maç ve 2 gol ile kapattı. Aynı sezon takımıyla Avrupa kupalarında da 4 maça çıkan Servet, Türkiye Kupası'nda ise 7 maça çıktı.
2013-14 sezonunda ise teknik direktörlüğe Ertuğrul Sağlam'ın gelmesiyle formasını Jerry Akaminko'ya kaptırdı. Sezonunilk yarısında yalnızca 3 maça çıkan Servet, Çaykur Rizespor ve Elazığspor ile görüştü ancak son anda Jerry Akaminko'nun sakatlığı üzerine takımda kaldı ve Türkiye Kupası maçlarıyla birlikte formasını geri aldı. 25 Ocak 2014'te ise Bursaspor karşısında ilk 11 başlayan Servet, 75. dakikada Ruud Boffin'in kırmızı kart görmesiyle ve takımının oyuncu değişiklik hakkının bitmesiyle kaleye geçti. Kalede olduğu süreçte birçok topu çelen ve rakibine gol izni vermeyen Servet, maçın 83. dakikasında ise Dedê'nin penaltı yaptırması sonucu Taye Taiwo'nun penaltısını çıkarttı ve bu kurtarışıyla akıllara eski takım arkadaşı Felipe Melo'yu getirdi. Bu kurtarışın üzerine birçok kurtarış yapan Servet, 90+4'te Stanislav Sestak'ın golüne engel olamadı ve maç 3-1 Bursaspor lehine sonuçlandı. O sezon Süper Lig'de 13, Türkiye Kupası'nda da 7 maça çıktı. Sezon sonunda sözleşmesi uzatılmadı.
2014-15 transfer dönemi öncesinde adı birçok kulüp ile anılan Servet, Rıza Çalımbay'ın çalıştırdığı ve Serkan Balcı, Marko Futacs ve Welliton gibi isimleri transfer eden Mersin İdman Yurdu ile 1 yıllık sözleşme imzaladı.
2016-2017 sezonunda Antalyaspor'un teknik direktörlüğüne getirilen Rıza Çalımbay'ın yardımcılığını yapacaktır.
2 gol kaydettiği Türkiye 21 yaş altı millî futbol takımıda ilk kez 2003 yılının Şubat ayında Çek Cumhuriyeti ile yapılan hazırlık maçında forma giydi. Türkiye millî futbol takımıda ilk golünü ise 8 Eylül 2007 tarihinde yapılan ve 2-2 biten Malta maçında kafayla kaydetti.
A millî takımın defansında göbekte, kendisi gibi 1.92'lik stoper Gökhan Zan ve 1.91'lik kaleci Volkan Demirel'le birlikte görev almaktadır. Gökhan Zan'la ikili olan Servet Çetin, millî takımın değişmez oyuncularından biri olarak kabul edilmektedir. millî futbol takımının 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası başarısındaki pay sahiplerinden biridir.
2 kez U-17, 2 kez U-18, 17 kez U-21, 1 kez A2 Milli ve 67 kez A Milli olmak üzere toplam 89 kez millî takımlara çağrıldı ve 5 kez fileleri havalandırdı. A Millî takımda genelde 2 numaralı formayı giymektedir.
NOT:"Evsahibi olarak Türkiye baz alınmıştır."
İzmir Atatürk Lisesi
İzmir Atatürk Lisesi 1888 yılında, bugün İl Vilayet Konağı'nın yanında, Konak Kaymakamlığı'nın bulunduğu yerdeki İzmir Adliyesi'nin bulunduğu binada (bu bina 1977'de kaymakamlık binasının yapılması için Mehmet Dağdelenli tarafından yıktırılmıştır) 5 senelik idadi mektebi olarak 120 öğrenci ile eğitime başlamıştır. İlk müdür aynı zamanda tarih ve coğrafya öğretmeni olan Abdurrahman Bey'dir. 1890'da 7 senelik idadi olmuştur. Emrullah Efendi'nin Millî Eğitim Bakanlığı zamanında 29 Ekim 1910 tarihinden Cumhuriyet dönemine kadar sultani (lise) olmuştur.
İzmir’in Yunanlar tarafından işgali sırasında eğitim-öğretime ara verilmişse de Cumhuriyet Dönemine kadar Mekteb-i Sultani olarak İzmir gençlerine eğitim - öğretim hizmeti sunmuştur. Bu süre içinde Halit Ziya Uşaklıgil, Ahmet Haşim, Mahmut Esat, Selim Sırrı, Mustafa Rahmi, Ahmet Adnan Saygun, eski başbakanlardan Şükrü Saraçoğlu ve daha birçok değerli şahsiyet öğretmen olarak görev yapmıştır.
Cumhuriyet Dönemi ile beraber 1922-1923 ders yılı sonunda sultanilerin adı lise olmustur. Sırası ile İzmir Erkek Lisesi, İzmir Birinci Erkek Lisesi, nihayet 1942'de İzmir Atatürk Lisesi adlarını almıştır. Lisenin Cumhuriyet Dönemi'ndeki ilk müdürü okulun mezunlarından Rıdvan Nafiz Bey'dir.
Adını aldığı Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, 1931 yılındaki İzmir ziyaretinde, 1 Şubat tarihinde İzmir Erkek Lisesi'nde matematik dersi vermiştir.
1993-94 Eğitim-öğretim yılında Yabancı Dil Ağırlıklı Lise olan okul, l997-1998 eğitim-öğretim yılında da Anadolu Lisesi olmuştur. MEB izniyle tarihi değerlerinden dolayı "Anadolu" ibaresi kullanılmamaktadır.
2015 yılında I. Dünya Savaşı ve Türk Kurtuluş Savaşı’na katılan öğrencileri dolasıyla Millî Eğitim Bakanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı’na Devlet Şeref Madalyası almak için başvuruda bulunuldu.
Yunan işgali sırasında, Yunanlar tarafından adliye binası haline getirilmiş; daha sonra Türk ordusu İzmir'i Yunanlardan boşalttıktan sonra hükümet tarafından adliye binası olarak kullanılmıştır. Bugünkü bina Rumlar tarafından gündüzlü kız okulu olarak inşa edilmiştir.
Bina Rumlardan Türkler'e geçtiği zaman 3 katlı bir bina durumundaydı. Dış sıvası ve bahçesi yoktu. Etraf yangın harabeleri halindeydi.
Eski başbakanlarından Şükrü Saraçoğlu ve Şemsettin Günaltay, İzmir Atatürk Lisesi’nde okudu.
Türkiye’nin 5’inci Millî Eğitim Bakanı Vasıf Çınar, lise öğrenimini o zamanki adıyla İzmir İdadisi olan okulda tamamladı. 1925-1929 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı yapan Mustafa Necati Uğural ve aynı görevi 1932-1933 yıllarında yürüten Reşit Galip de bu okulda öğrenim gördü.
56. ve 57. hükümetlerde Millî Eğitim Bakanlığı yapan Metin Bostancıoğlu, okulda bir süre eğitim alanlardan. Eski Millî Savunma Bakanlarından İlhami Sancar, İçişleri Bakanlarından Hilmi Uran, Maliye Bakanlarından Sümer Oral, Adalet Bakanlarından Mahmut Esat Bozkurt ve Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Meclis Başkanı olarak görev yapan Halil Menteşe de okulda eğitim gören ünlülerdendir.
Genelkurmay Başkanlığı yapan Kazım Orbay ve Memduh Tağmaç, yazar Necati Cumalı, şair Attilâ İlhan, ünlü kalp cerrahı Siyami Ersek, müzikolog ve devlet sanatçısı Ahmet Adnan Saygun, yazar Samim Kocagöz ve Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Mahmut Özgener, ünlü tiyatrocu ve senarist İhsan Yüce de bu okulda eğitim almış isimler arasındadır.
İzmir Atatürk Lisesi, 1991-1992 öğretim yılında kredili sistemine geçmiş, 1993-1994 öğretim yılında da yabancı dil ağırlıklı lise olmuştur. 1998-1999 yılında Anadolu Lisesi statüsüne geçmiş olup, halen 10 sınıf İngilizce, 1 sınıf Almanca ve 1 sınıf Fransızca olmak üzere her yıl 12 sınıf açarak, sınavla öğrenci kabul etmektedir. Millî Eğitim Bakanlığı’ndan alınan özel izinle okul adında ‘Anadolu’ kelimesi kullanılmamaktadır. 1998 yılında kız öğrenci de kabul etmeye başlamış ve karma eğitime geçmiştir. İzmir Atatürk Lisesi karma, gündüzlü, tekli eğitim öğretim yapan bir Anadolu Lisesi’dir. Erkek öğrenciler için yatılı kısmı bulunmaktadır. Eğitim sabah 8’de başlar, öğleden sonra 15.15’de sona erer. Rıdvan Nafiz binasında yer alan öğrenciler 12.00–12.55, Merkez Bina ve Abdurrahman Bey Binası’nda yer alan öğrenciler de 11.10–12.05 saatleri arasında öğle tatili yapmaktadır. 2010, 2011 ve 2012 SBS'de Yerleştirme Sonuçlarına göre 17 senedir İzmir'in en yüksek puanlı Anadolu Lisesi olan Bornova Anadolu Lisesini geçmiştir.
Her sene 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda son sınıf öğrencileri ve öğretmenler için Cumhuriyet Balosu düzenlenir. Ayrıca en büyük geleneklerinden biri her sene 10 Kasım'da yapılan "Ata'ya Saygı Koşusu" dur.
Mehmet Yozgatlı
Mehmet Ali Yozgatlı (d. 1 Ocak 1979, Melle), Türk futbolcudur. 3 Ekim 2015 tarihinde Kardemir Karabükspor un yardımcı hocalığına getirilmiştir. Elvir Balic'in yardımcılığını yapacaktır.
Bir gurbetçi ailenin çocuğu olarak Almanya'nın Melle kentinde dünyaya gelen Mehmet Yozgatlı DSC Arminia Bielefeld'in altyapısında futbola başlamıştır. 18 yaşına kadar burada oynadıktan sonra 1997-1998 sezonunda İstanbulspor'a transfer olmuştur. İstanbulspor'da bir sene sadece PAF Liginde oynadıktan sonra 1998-1999 sezonunda İstanbulspor'un ilk 11'ine girmeyi başarmış ve genç yaşına rağmen 27 maçta 4 gol kaydetmiştir. Bu başarısının ardından büyük takımların dikkatini çekmeye başlayan genç futbolcu 1999-2000 sezonunda Galatasaray'a transfer olmuştur. Galatasaray'ın o dönemki güçlü kadrosuna rağmen 9 lig maçında görev alan genç futbolcu özellikle Türkiye Kupası'nda attığı kritik gollerle takıma katkı sağlamıştır.
Galatasaray'da oynadığı dönemde Süper Lig şampiyonluğu, Türkiye Kupası şampiyonluğu ve UEFA Kupası şampiyonluğu yaşamıştır. 2000-2001 sezonu takımda gerçekleşen köklü değişikliklerden ötürü döne |
min Süper Lig ekiplerinden Adanaspor'a kiralanmıştır. Adanaspor'da oldukça başarılı bir dönem geçirmiş ve 16 lig maçında 6 gol kaydetmiştir. 2001-2002 sezonu tekrar İstanbulspor'a transfer olmuş ve burada iki sezon görev üstlenmiştir. 2003-2004 sezonu Fenerbahçe'ye transfer olmuş ve burada 3 sezon boyu oynamıştır. İlk 2 sezon takımda sıkça görev alıp katkı sağladıysa da üçüncü sezon bekleneni verememiş ve sezon sonu takımdan ayrılmıştır. Fenerbahçe'den ayrıldıktan sonra Gaziantepspor'la 2007-2009 sezonunda iki sezonluk kontrat imzalamıştır ve iki sene Gaziantepspor'da görev aldıktan sonra sözleşme bitiminde takımdan ayrılmıştır.
2010-2011 sezon başındaki transfer döneminin son gününde Gençlerbirliği ile bir sezon geçerli olmak üzere bir sözleşme imzalamıştır. 2010-2011 sezonunun ara transfer döneminde 1. Lig'in iddialı ekiplerinden Çaykur Rizespor'la sezon sonuna kadar geçerli bir mukavele imzalamıştır.
10 kez millî takımlara çağrılan Mehmet Yozgatlı, 1 kez Türkiye U-19, 6 kez Türkiye U-21, 3 kez de Türkiye A2 millî futbol takımı forması olmak üzere toplam 10 kez millî formayı giymiştir ve bu maçlarda toplam 6 golü bulunmaktadır.
Semih Şentürk
Semih Şentürk (d. 29 Nisan 1983, İzmir), santrafor mevkinde forma giyen Türk futbolcu 1. Lig takımlarından Eskişehirspor'da forma giymektedir.
Futbola İzmir Özçamdibispor'da başladı.
16 yaşında Fenerbahçe'nin altyapısına transfer oldu ve ilk profesyonel sözleşmesini imzaladı.
2000-2001 sezonunun ikinci devresinde teknik direktör Mustafa Denizli tarafından A takıma alındı. Fenerbahçe'de ilk resmi maçı, 17 Şubat 2001 tarihinde oynanan Siirtspor-Fenerbahçe,Turkcell Süper Lig maçıdır. Bu maçta son 15 dakikada oynamıştır.
Süper Lig 2007-2008 sezonunda 17 golle gol krallığına ulaştı. Fenerbahçe'nin 26 Temmuz 2007 tarihinde yardımcı kaptanlığını üstlendi. 8 Mart 2009 tarihinde oynanan Kayserispor-Fenerbahçe maçında takımının ilk golünü atarak Kadir Has Stadyumunda ilk gol atan futbolcu olarak tarihe geçmiştir. 2009-2010 sezonunu ise yedek kulubesinde geçirmiştir. 2011-12 sezonu itibarı ile Fenerbahçenin Türkiye Kupasında Cemil Turan ile birlikte en çok gol atan oyuncusu olmuştur(19 gol). Yedek kulübesinden gelerek attığı kritik goller nedeniyle "Nöbetçi Golcü" lakabıyla bilinir. 13 Ocak 2013'te oynanan 1461 Trabzon maçında attığı gol ile Fenerbahçe tarihinde Türkiye Kupası'nda en çok gol atan oyuncu olmayı başarmıştır (20 gol). 10 Şubat 2013 tarihinde oynanan Mersin İdman Yurdu karşılaşması ile Süper Lig kariyerindeki 200. maçına çıktı. Manisa maçında sakat olduğunu ve oynamayacağını söylediği için Aykut Kocaman'ın gözünden düştü. Fenerbahçe yönetimi ile arası açılan ve Fenerbahçe'den ayrılan Alex'i havaalanında uğurlamaya gitti. Bu davranışı Semih'in Fenerbahçe kariyerindeki sonunu başlattı. 2013-14 yaz transfer döneminde birçok kulübün istemesine rağmen kulübünün yüksek bonservis bedeli talep etmesi nedeniyle kulübünde kaldı ancak o sezon ilk yarıda şans verilmedi ve Fenerbahçe A2 takımına gönderildi.
29 Aralık 2013 tarihinde, Süper Lig ekiplerinden MP Antalyaspor'a transfer oldu. MP Antalyaspor ile 1,5 yıllık sözleşme imzaladı. İlk kez 23 Ocak 2014'te Antalyaspor formasını Türkiye Kupası maçında Tokatspor karşısında giydi ve bu maç 90 dakika oynadı ayrıca 1 asist yaptı. Süper Lig'de ise ilk maçına 26 Ocak 2014'te oyuna sonradan girerek çıktı ve ilk maçında ilk golünü Kayseri Erciyesspor ağlarına yolladı. Maçı 3-1 takımı kazandı.
Antalyaspor'un küme düşmesiyle birlikte serbest kalan Semih, 17 Temmuz 2014'te Başakşehir ile sözleşme imzaladı. Başakşehir ile ilk resmi maçına 25 Eylül 2014'te Ziraat Türkiye Kupası maçında Tokatspor karşısında çıkmıştır. Süper Lig'de ise ilk 4 hafta şans bulamamış ancak Akhisar Belediye'ye karşı yapılan 5.Hafta maçında ilk kez ligde forma şansı bulmuş ve o maç hat-trick yaparak takımının maçı kazanmasına katkı sağlamıştır. Bu maçtan sonra Semih, çoğu maçta ilk 11'de başlamıştır. Başakşehir, ligi dördüncü bitirdi ve Semih, ligde attığı 11 golle takımının en skorer oyuncusu olmanın yanında takımına büyük katkı sağlamıştır. 2015 yılı yaz kampında ciddi bir sakatlık geçirerek uzun bir süre sahalardan uzak kalmıştır. Bu sezon ilk lig maçını 12.Haftada Gaziantepspor karşısında son dakikalarda oyuna girerek oynamıştır ve ilk yarı boyunca bu maçla birlikte sadece 2 maça çıkmıştır. Resmi maçlarda ilk golünü Amed Sportif'e karşı oynanan kupa maçında penaltı vuruşuyla atmıştır. Kupada 9 maçta 6 gol atarak takımına katkı sağlamıştır. ligde ise sakatlıklarından dolayı fazla forma şansı bulamamış ve sadece 8 maçta görev alabilmiştir ve hiç gol atamamıştır. Sene sonu sözleşmesi biten Semih, takımla yollarını ayırmıştır.
2016'da PTT 1.Lig ekiplerinden Eskişehirspor ile 1+1 yıllık sözleşme imzalamıştır. Takımıyla ilk golünü 3.Hafta karşılaşmasında Manisaspor'a karşı atmıştır.
115 kez Türk millî takımlarına çağrılan Semih Şentürk, 4 kez Türkiye U-15, 27 kez Türkiye U-16, 18 kez Türkiye U-17, 4 kez Türkiye U-18, 3 kez Türkiye U-19, 6 kez Türkiye U-20, 19 kez Türkiye U-21, 1 kez Türkiye A2 forması giymiştir. Semih Şentürk bu sayede, Türkiye Millî Futbol Takımları'nın erkekler klasmanında tüm yaş gruplarında forma giymiştir.
A millî takım formasını ise ilk kez 17 Kasım 2007 tarihinde 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası elemeleri grup maçı olan Norveç-Türkiye müsabakasında giymiştir.
20 Haziran 2008'de oynanan 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası çeyrek final karşılaşmasında 119. dakikada Hırvatistan'ın attığı gole 120+2 de cevap vererek, Türkiye millî futbol takımının penaltılarla yarı finale çıkmasını sağlamıştır. Penaltılar 3-1 bitmiş ve kendisi de 1 penaltıyı gole çevirmiştir. 2008 Avrupa Futbol Şampiyonasında Almanya maçında Türkiye'nin ikinci golünü atmış ancak, A milliler turnuvadan elenmiştir. 2008 Avrupa Futbol Şampiyonasında millî takımın en çok gol atan futbolcusudur "(3 Gol)".Euro 2008'de gol krallığında ikinci olmuştur. Santiago Bernabéu Stadyumu'nda Türkiye'nin İspanya'ya 1-0 yenildiği maçın rövanşında Ali Sami Yen'de tek golü o atmıştır.
Deniz Barış
Deniz Barış (d. 2 Temmuz 1977, Kemah), defans ve defansif orta saha mevkiinde forma giyen Türk eski millî futbolcudur.
Deniz Barış Erzincan'a bağlı olan Kemah ilçesinde doğduktan sonra çocuk yaşta ailesiyle beraber Almanya'nın Hamburg kentine bir Türk işçi ailesi olarak göç etmiştir. Aile burada gurbetçi Türklerin yoğun olarak yaşadığı Neuenfelde semtinde yaşamaya başladı. Hakan, Serkan ve Okan adında üç erkek kardeşi daha vardır.
Futbola yaşadığı semtin bir amatör takım futbol kulübü olan SV Este 06/70 altyapısında başladı.
Daha sonra Almanya'nın 5. Lig olan bir yöresel ligde mücadele eden as takım kadrosuna dahil edildi ve burada kısa sürede ilk 11'ın vazgeçilmez oyuncuları arasına girdi. Burada oynadığı dönemde Hamburg'un Hamburger SV ardından ikinci profesyonel takımı olan FC St. Pauli tarafından keşfedildi ve amatör futbolcu statüsünde St. Pauli transfer edildi.
Kısa süre FC St. Pauli'nin ikinci takımında forma giydikten sonra 2. Bundesliga'da mücadele eden as takım antrenmanlarına ve maç kadrolarına dahil edilmeye başlandı. Neticesinde 12 Aralık 1999 tarihinde Energie Cottbus'a karşı oynanan 2. Bundesliga maçının 86. dakikasında Miguel Francisco Pereira'nın yerine oyuna dahil olarak ilk resmî karşılaşmasına çıktı. Bu karşılaşma dışında 5 başka lig mücadelesinde forma giyme şansı buldu. 2000–01 sezonunda sezonun ortasında itibaren düzenli olarak forma giydi. Bundesliga'ya yükselme mücadelesi veren kulübü sezonunun son haftasında lider 1. FC Nürnberg'e karşı deplasmanda oynanacağı karşılaşmada galip gelmesi durumunda Bundesliga'ya yükselecekti. Oldukça çekişmeli geçen bu karşılaşmanını 46. dakikasında oyuna dahil olan Barış, bu maçta gösterdiği performans ve maçın 76. dakikasında kaydettiği galibiyet golüyle takımının Bundesliga'ya yükselmesini sağladı. Karşılaşma sonrası yöresel medya tarafından maçın adamı ve FC St. Pauli'nin Bundesliga'ya yükselmesindeki baş kahraman olarak ilan edildi. 2001-02 sezonunda düzenli olarak Bundesliga'da forma giydi fakat takımının bir sezon aradan sonra geri küme düşmesinden ötürü takımdan ayrılma kararı ald.
Almanya'da tekrar 2. Bundesliga'da oynamak istemeyen Deniz, şansını transfer olup başka bir Bundesliga ya da Süper Lig ekibinden yana kullanmaya karar verdi. Bu durumu öğrenen Gençlerbirliği başkanı İlhan Cavcav erken davranıp 2002-03 sezonunun yaz transfer döneminde Deniz Barış'ı Gençlerbirliği'ne transfer etti. Teknik direktörlüğe Ersun Yanal'ı getirerek ligde ve Avrupa'da iddialı bir takım oluşturan Gençlerbirliğii, tarihinin en iyi sezonlarından birini geçirerek hem ligi 3. sırada bitirip seneye UEFA Kupasına katılmayı garantiledi hem de Türkiye Kupasında finale kadar yükselmeyi başardı. Bu üstün başarının baş aktörlerinden biri olarak Deniz Barış gösterildi. Sergilediği perfomansla a millî takıma davet edilmeye başlandı ve burada düzenli olarak forma giydi. 2003-04 sezonunda Süper Lig'i 10. sırada tamamlansa da 2003-04 UEFA Kupası'nda alınan başarılı sonuçlarla hem yurtiçinde hem de yurtdışında takım olarak kendinden söz ettirdi. Önce 1. Tur'da Tugay Kerimoğlu'nun forma giydiği o zamanlar Premier League'in iyi ekiplerinden Blackburn Rovers FC kolaylıkla elendi. 2. Tur'da ise Portekiz'in güçlü ekiplerinden Sporting Lizbon'e karşı hem iç sahada hem de dış sahada farklı galibiyetler alındı. 3. Tur'da o zamanlar hem İtalyan futbolunun hem de Avrupa futbolunun önde gelen kulüplerinden Parma ile eşleşildi. Bu zor kuraya rağmen iki maçta'da alınan galibiyetlerde 4. Tura çıkıldı. Burada bir önceki turda Beşiktaş'ı eleyen ve o sezon UEFA Kupasını kazanan Valencia CF ile eşleşildi. Ankara'da oynanan birinci galip gelmeyi başaran Gençlerbirliği deplasmanda oynanan karşılaşmada şansız şekilde 2-0 yenilerek kupa'dan elendi. Bu başarıyla kulüp tarihinin Avrupa kupalarındaki en iyi derece elde edildi. Türkiye Kupası'da finale kadar gelindi, fakat finale geçen sezon olduğu gibi Trabzonspor'a karşı yenilerek ikincilik elde edildi. Trabzonspor'un ligi 2. |
sırada tamamlayıp UEFA Şampiyonlar Ligine katılmaya hak kazanmasından dolayı Türkiye Kupası ikincisi olarak Gençlerbirliği gelecek sezon tekrar UEFA Kupasına katılmaya hak kazandı. Bu başarılarda Deniz Barış sezon boyu sergilediği performansla önemli aktörlerden biri gösterildi. 2003-04 sezonuna a millî takımda da banko oynamaya başladı. 2003-04 sezonunun sonunda Gençlerbirliği ile olan iki sezonluk sözleşmesinin bitmesiyle "Dört Büyükler"in transfer listelerinde üst sırada bulunmayı başardı.
Uzun süren transfer söylentilerinden sonra 2004-05 sezonunda tercihini Fenerbahçe'den yana kullanarak üç yıllık sözleşme imzaladı. Gençlerbirliği başkanı İlhan Cavcav bu transfere önce engel olmaya çalıştı ve sözleşmesinde bulunan bir yıllık uzatma opsiyonu olduğunu belirterek Deniz Barış'a tazminat davası açtı. Bu dava yüzünden üç ay forma giyemeyen Deniz Barış, eski takımına bir milyon Euro tazminat ödemeye mahkûm edildi. Bu tazminati ödedikten sonra Fenerbahçe'ye transferi resmiyet kazandı ve oynama izni çıktı. Burada ilk sezonunda ilk 11'de fazla görev alamadı fakat sezonun ilerleyen haftalarında gösterdiği performansla ilk 11'de düzenli olarak forma giymeye başladı. Böylelikle Fenerbahçe'nin 2004-05 sezonunda Süper Lig şampiyonu olmasında ve Türkiye Kupasında final oynamasında önemli katkıda bulundu. 2010 yılına kadar Fenerbahçe'de forma giymiştir. 2005-06 sezonunda 11'de düzenli olarak forma giymese de oynanılan taktiğe göre sıkça forma şansı buldu ve Fenerbahçe ile ikinci kez Türkiye Kupasında final oynamayı başardı. 2006-07 sezonunun hazırlık dönemde Hollanda kampındayken Eşinin ve çocuklarının yaşadığı Almanya gelen haberle yıkıldı. Eşi evlerindeki merdivenden düşerek hayatını kaybetti. Bu olayın üzüntüsünü uzun süre üzerinde atamadı ve bu sebepten Ekim ayına kadar takımdan uzak kaldı. Takıma geri dönüşünden sonra yeni Fenerbahçe teknik direktörü Zico tarafından düzenli olarak 11'de oynadı ve o sezon takımının hem Süper Lig şampiyonuluğu kazanmasında hem de UEFA Kupasında 3. Tura çıkarak bu turnuvada kulüp tarihinin en iyi derecesini elde etmesinde önemli katkısı bulundu. 2007-08 sezonunun başında takımıyla Türkiye Süper Kupasını kazanmayı başardı. Ligde zirve yarısında erkenden geri düşülmesine rağmen Şampiyonlar Liginde Çeyrek finale kadar yükselerek hem kulüp tarihinde bu turnuvada en iyi derece elde edildi, hem de Türk futbolunda bu başarıyı Galatasaray'dan sonra elde eden ikinci takım olundu. 2008-09 ve 2009-10 sezonlarında gelen teknik direktörler Luis Aragonés ve Christoph Daum düzenli olarak 11'de oynatılmasa da sürekli forma giyme şansı bulabildi. 2009-10 sezonunun sonuna kadar Fenerbahçe'de forma giydikten sonra sözleşmesinin bitmesiyle ve yeni teknik direktör Aykut Kocaman kendisini gidecekler listesine koymasından dolayı sözleşmesi uzatılmadı. Bunun neticesinde 2010-11 sezonu için serbest kaldı.
11 Haziran 2010 tarihinde Antalyaspor'la 2 senelik sözleşme imzalamıştır. Buraya gelmesiyle beraber hem yaşından hem de istikrarlı performansından dolayı kısa sürede ilk 11'ın tartışmasız oyuncusu olmayı hem de takımın lider oyuncularından biri olmayı başardı. 2010-11 sezonunun devre arasında Beşiktaş'tan transfer edilen ve FC St. Pauli'de beraber oynadıği Uğur İnceman'in takıma katılmasıyla beraber ligin en iyi defans hatlarından birini oluşturdular. Barış, Antalyaspor'daki ilk golünü 2011-2012 sezonunda Trabzonspor'a karşı müthiş bir slalom ile atmıştır.
29 Ekim 2012 tarihinde Antalyaspor'da Fenerbahçe'ye karşı gol atmıştır. Bu maçta Fenerbahçe 3-1 yenilerek sahasında 47 maçlık yenilmezlik serisini kaybetmiştir.
Kariyeri boyunca hiçbir genç millî takımında görev almamasına rağmen 12 Şubat 2003 Ukrayna ile oynanacak hazırlık müsabakası için Türkiye A millî takımına davet edildi ve bu karşılaşmanın 46. dakikasında oyundan çıkan Tayfun Korkut'un yerine oyuna dahil olarak ilk kez millî takım formasını giydi.
2003 yılında Fransa'da düzenlenen 2003 FIFA Konfederasyonlar Kupasına katılan a millî takım kadrosunda yer aldı. Turnuva boyunca 5 karşılaşmada görev aldı ve takımıyla Üçüncülük elde etti. 2004 yılında oynanan neredeyse tüm millî takım maçlarında düzenli olarak forma giydikten sonra ilerleyen yıllarda millî takımlara daha az davet edilmeye başlandı.
A millî takımındaki kariyeri boyunca toplam 21 karşılaşmada forma giyme başarısı gösterdi.
Hamburg'da yaşadığı dönemde tanıştığı Frauke ile forma giydiği dönemde tanıştığı ile evlenmiştir ve bu evlilikten Tolga Jannes adında bir oğlu ve bir kızı olmuştur. 2006 yılında Hamburg'un Jork semtinde yaşayan eşi evdeki merdivenden düşerek hayatını kaybetmesi. Hem Almanya'da hem de Türkiye'de medya'da büyük yankı uyandırdı. Eski takımı FC St. Pauli bu sebepten siyah bantla bir maça çıkarak üzüntüsünü belirtti.
17 Haziran 2011 tarihinde Türkiye'nin Beyrut Büyükelçiliği'nde Esra Necim ile dünya evine girerek ikinci kez evlendi.
Açıklamalar: EL: UEFA Avrupa Ligi, CL: UEFA Şampiyonlar Ligi
Kemal Aslan
Kemal Aslan (d. 24 Ekim 1981, Gaziantep), Türk eski futbolcudur. Gaziantepspor forması giydiği dönemde yıldızı parlamış ve 21 yaş altı kategorilerde millî forma giymiştir. Gaziantepspor' dan Fenerbahçe' ye transfer olmuş ancak yaşadığı uzun süreli sakatlığın ardından kariyeri düşüşe geçmiştir.
17 Mart 2004 tarihinde Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu’nda oynanan Fenerbahçe - Gençlerbirliği Türkiye Kupası Yarı Final maçında sağ ayak kemiği kırıldığı için, ameliyat olmuş ve 7 ay sahalardan uzak kalmıştır. Takım kadrosuna girmeye başladıktan 1 ay sonra, 20 Kasım 2004 tarihinde oynanan Trabzonspor - Fenerbahçe Süper Lig maçında toplam 8 aylık aradan sonra forma giymiştir.2007 - 2008 sezonuna kadar 27 numaralı formayı taşıyan futbolcu 2007-2008 sezonunda 7 numaralı formayı giymiştir.
Kemal Aslan 2008-09 sezonu için Gaziantepspor ile resmi sözleşme imzalamış ancak takımlar anlaşamayınca bu sözleşme iptal edilmiş ve ardından Kocaelispor' a transferi gerçekleşmiştir. 7 Ocak 2009 tarihinde alacaklarını temin edemediği gerekçesiyle Türkiye Futbol Federasyonu' na başvurarak kulübü terk etmiş ve 1,5 seneliğine Bursaspor ile anlaşmıştır. Kemal Aslan 24 Temmuz 2009'da Bursaspor ile yolarını ayırarak Çaykur Rizespor' la anlaşmıştır. 31 Ağustos 2010 tarihinde Adanaspor ile sözleşme imzalamıştır.
1 sezon boyunca Adanaspor forması giyen Kemal 2011-12 sezonunun yaz transfer döneminin son gününde Denizlispor ile 1 yıllık mukavele imzalamıştır.
29 defa Ümit, 4 defa 18 Yaş Altı ve 6 defada 19 Yaş Altı millî futbol takımı formasını giymistir ve ümit millî futbol takımı takımda 4 gol kaydetmiştir. Aynı zamanda ümit millî takımın kaptanlığını da yapmaktaydı.
Flashdance (film)
Flashdance, 1983 ABD yapımı drama, müzikal ve romantik film.
Tom Hedley tarafından yazılmış, Adrian Lyne tarafından yönetilmiştir. Başrollerini Jennifer Beals ve Michael Nouri paylaşmaktadır.
Film Alexandra Owens'ın hikâyesini anlatmaktadır. Alex Owens geceleri Pittsburgh, Pensilvanya'da bir barda dansçı olarak, gündüzleri ise bir inşaat firmasında kaynakçı olarak çalışmaktadır. Alex Owens'in en büyük hayali önde gelen bir dans okuluna kabul edilebilmektir.
Filmin en büyük özelliği klasik dans filmlerinin aksine seçmelere ağırlık vermemesidir. Alex Owens'ın arkadaşlarının yaşadığı sıkıntılar filmde detaylı bir şekilde ele alınmıştır.
Sinemaseverlerce film 1980'lerin Hollywood klasikleri arasında kabul edilmektedir. Film tüm dünyada büyük ses getirmiş ve dönemin moda giysisi olan tozlukları, ayağın altına kadar geçirme akımı bu filmden sonra başlamıştır. Film, Türkiye sinemalarında da gösterime girmiştir.
Filmin müzikleri de çok beğeni toplamıştır. Irene Cara'nın seslendirdiği Flashdance...What a Feeling Bilboardlarda haftalarca bir numarada kalmıştır. Flashdance...What a Feeling parçası En İyi Şarkı dalında Oscar Ödülü almıştır.
Dua
Dua, bir İlah ya da ruhani varlıkla ilişkiyi etkinleştirmeyi amaçlayan çağırma veya eylemdir. Dua, bireysel ya da toplumsal olarak; özel ya da kamusal bir yerde edilebilir. Sadece sözlerden oluşabileceği gibi şarkı şeklinde de olabilir. Ayrıca çeşitli bedensel hareketler de içerebilir. Duanın yakarış, şükran veya ibadet/övgü olarak farklı formları vardır.
İbrahimî dinler olarak tanımlanan üç semavî dinin (Musevilik, Hıristiyanlık, İslamiyet), kendi içlerinde benzeşen ve diğer tek tanrılı dinlerden bâzı noktalarda farklılaşmış bir dua kavramı ve anlayışı vardır.
İncil'in dua ile ilgili iki önemli doktrini vardır: İnsan dua ederken Tanrı'ya 'Baba' diye hitap edebilir ve geçerli bir dua, Mesih İsa'nın adıyla edilmiş olmalıdır.
İncil'e göre Mesih İsa ölümü ve dirilişi aracılığıyla Tanrı'ya giden kapı (İncil, Yuhanna 10:9) ve tek yol (İncil, Yuhanna 14:6: Yol, gerçek ve yaşam Ben'im. Benim aracılığım olmadan Baba'ya kimse gelemez.) oldu. İsa'nın adı bu anlamda bir anahtar gibi görünüyor: Sırf O'nun sağladığı kurtuluşa güvenerek insan Tanrı'ya samimi bir şekilde yaklaşma hakkını kazanır.
İslam dininde dua; "bir kimsenin kendisi veya başkası hakkında bir dileğine, bir arzusuna kavuşması için Allah'a yalvarması" olarak tanımlanabilir.
Duanın mahiyeti ve önemi İslam dininin kutsal kitabı olan Kur'an'da ve hadislerde de (İslam Peygamberi'nin sözleri) belirtilmiştir:
Kur'an'da ve hadislerde çeşitli yerlerde sadece iyi yürekle yapılan duaların kabul edileceği belirtilmektedir. Birçok tanrıbilimci ve klasik İslam bilginlerine göre İslam'da önemli bir yer tutan "namaz" da bir tür dua biçimidir.
Vika'da meditasyon veya ritüeller dua içerebilir. Dualar Tanrıça ve Tanrıyla bir iletişim biçimi olarak görülmektedir. Esbat ve Sabbat kutlamaları dua içerebilir. Akşam yemeği, kişinin kendisi veya başkalarının güvenliği, şifa veya bir ölü için dua edilebilir.
Ekankar'da şarkı içeren, "Hu" ismi verilen dua vardır. Bu, Kapalı gözlerle, yüksek sesle ya da sessiz söylenebilir.
UEFA
UEFA ya da açılımıyla Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (İngilizce: Union of European Football Associations; Fransızca: Union des Associations Européennes de Football; Almanca: Vereinigung Europäis |
cher Fußballverbände), Yalnızca Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti dâhil olmamak üzere, tüm Avrupa devletleri ve ek olarak Kıbrıs, İsrail, Kazakistan, Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan ve Rusya'yı da içine alan ve kendisine bağlı ülke federasyonlarından oluşan yarı federal bir spor kurumudur. Futbol, futsal ve plaj futbolunun Avrupa'daki yöneticisi ve denetleyicisi olan UEFA'nın resmî dilleri İngilizce, Almanca ve Fransızca'dır. Merkezi ise İsviçre'nin Nyon kentindedir.
UEFA, FIFA'ya bağlı altı konfederasyon içerisindeki en büyük konfederasyondur. Ayrıca yine diğer konfederasyonlar içerisindeki en güçlü mali ve sportif altyapıya sahip olanıdır. Neredeyse dünyanın tüm en iyi oyuncuları İngiltere, İspanya, Almanya, İtalya ve Fransa başta olmak üzere, Avrupa liglerinde oynamaktadır. Yine dünyanın en güçlü ulusal takımları da çoğunlukla UEFA üyesi federasyonların millî takımlarıdır. 2010 FIFA Dünya Kupası'nda yer alan 32 millî takım yine UEFA üyesi idi. Ayrıca FIFA Dünya sıralamasında yer alan ilk 20 takımın 12'si de UEFA üyesidir. Bayanlar futbolunda ise dünya sıralamasının ilk 20 takımının arasında 13 UEFA üyesi millî takım bulunmaktadır. Ayrıca 2007 yılındaki FIFA Bayanlar Dünya Kupası'nı kazanan Almanya kadın millî futbol takımı da UEFA üyesidir.
UEFA, , ve futbol federasyonları arasındaki görüşmeler sonrasında İsviçre'nin Basel şehrinde 15 Haziran 1954 tarihinde kurulmuştur. Sonrasında ise merkezi sırasıyla Bern'e, oradan da 1959'da Paris'e taşınmıştır. Birliğin idari merkezi 1995 yılından bu yana ise İsviçre'nin Nyon kentinde bulunmaktadır. Henri Delaunay UEFA'nın ilk Genel Sekreteri, Ebbe Schwartz ise ilk başkanıdır. Başlangıçta 25 ulusal federasyondan oluşan UEFA, genişlemelerle birlikte şimdiki 54 üyeli hâlini almıştır. UEFA'ya bağlı takımlar uluslararası alanda şimdiye dek on kez FIFA Dünya Kupası, yirmi bir kez Kıtalararası Kupa ve üç kez de FIFA Kulüpler Dünya Kupası'nı kazanmıştır. Bayan futbolunda ise üç kez FIFA Bayanlar Dünya Kupası ve bir kez de Altın Olimpiyat madalyası kazanılmıştır.
UEFA'nın kuralları ve aldığı kararlar Avrupa Komisyonu ile ters düşmemelidir. 1990'lı yıllarda televizyon hakları ve özellikle uluslararası transfer konuları Avrupa hukukuna uyumlu şekilde yeniden düzenlenmiştir.
Günümüzde UEFA başkanlığını Sloven avukat Aleksander Čeferin yürütmektedir. En kıdemli asbaşkan ise Türkiye Futbol Federasyonu Onursal Başkanı Şenes Erzik'tir.
Kaynak:
Fokaia
Phokaia, İzmir'in Foça İlçesi'nin Antik Çağ'da ve Bizans Dönemi'ndeki adı. On iki İon kentinden biridir. Önceleri kentin kuruluşu MÖ 11. yüzyıl Aioller tarafından gerçekleştiği, MÖ 9. yüzyılda ise kentin İon tarafına geçtiği düşünülüyordu. Fakat yapılan son araştırmalar kentin kuruluş tarihini MÖ 2000'e kadar geri götürüyor.
Bu konuda başlıca üç görüş vardır;
Arkaik Dönemi'nin önemli merkezlerinden biridir. Bu dönemde Phokaialılar, özellikle Batı Akdeniz'de Fransa'da Marsilya, Korsika'da Alalia, İtalya'da Elea ve Velia gibi çok sayıda denizaşırı koloni kurmuş olmakla ön plana çıkmışlardır. Şehrin bu görkemli evresinden günümüze çok az şey gelebilmişse de, burada yapılan arkeolojik kazılar sayesinde her geçen gün daha çok kalıntı ortaya çıkarılmaktadır. Arkaik dönem Phokaiası'ndan günümüze ulaşmış en iyi durumdaki mimari buluntu şehrin savunma duvarlarından oldukça gösterişli payandalı ve yüksekçe bir bölümdür. Bu duvar daha geç bir dönemden taş yığma yöntemiyle yapılıp üzeri toprakla örtülmüş bir tümülüsün içinde oldukça iyi bir durumda kalmışsa da 1970'lerdeki bir yol çalışması sırasında ciddi bir tahribata uğramıştır. Bu duvarın yapılışından ve mimarisinden tarihin babası Herodotos da söz eder ve ortaya çıkarılan kalıntılar onun tariflerine tıpatıp uymaktadır.
Phokaia Arkaik Dönem'den başlayarak üzerinde şehrin sembolü fok balıklarının kabartmasının da basıldığı elektron sikke kullanımına geçmiş ve Midilli'deki (Lesbos) Mytiline kentiyle yaptığı bir anlaşmayla elektron sikkelerin altın gümüş oranı ve gramajında belli standartlaşma sağlamıştır. Şehir MÖ 546'da Harpagos komutasındaki Pers (İran) ordularının hakimiyetine geçmiş ve bundan sonra ekonomi ve nüfus olarak gerileme dönemine girmiştir.
İlk araştırmalar Fransız Texier tarfaından yapılmıştır. Daha sonra Ord.Prof. Dr. Ekrem Akurgal başkanlığında bir heyet tarafından araştırma ve sondajlarla bazı kısımlar açığa çıkarılmıştır. Phokaia'da arkeolojik kazılar 1989 yılından itibaren, Ege Üniversitesi Klasik Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ömer Özyiğit tarafından yapılmaya devam etmektedir. Son dönemde Athena Tapınağı Alanı'nda bulunan Arkaik Dönem'den malzemesi işlemesi nispeten kolay tüf taşından (Foça taşı - lithos phokaikos) büyük griphon ve at heykelleri Phokaia'nın antik dünyadaki büyük taş heykeltıraşlığındaki öncü konumunu da ortaya koyar.
Arkaik Dönem Athena Tapınağı'dan İon düzeninde sütun başlığı parçaları ve bazı duvarlar, Foça yolu üzerindeki Taş Kule olarak bilinen Pers mezar anıtı, Şeytan Hamamı olarak adlandırılmış olan Hellenistik Dönem'den kaya mezarı, Roma Dönemi'nden mozaikler, süslemeli mermer bloklar ve seramik atölyelerinin bozuk üretimlerinin atılmasıyla oluşmuş çöplükler bu şehirdeki diğer önemli antik kalıntılardır. Dış Kale olarak adlandırılan savunma amaçlı da kullanılmış Ceneviz yapımı gemi barınağı, tarihi yarımada üzerindeki Osmanlı Dönemi'nden kale olarak adlandırılan benzeri amaçlı bir yapı ve iki cami, aynı dönemden görece iyi korunmuş kitabe ve plastik süslemeleriyle mezar taşları Phokaia'daki önemli tarihi eserlerdir.
Phokaia Antik Kenti'nin yoğun yerleşim görmüş alanlarının büyük bölümü günümüz şehrinin yapıları altında bulunmaktadır. Özellikle 1980'lerden itibaren yazlık amaçlı ikinci konut dalgası biçiminde ortaya çıkan çarpık kentleşme anlayışı nedeniyle arkeolojik sit alanları iyice küçülmüştür. Bu olumsuz gelişme halen devam etmektedir.
Herodotos Duvarı
Athena Tapınağı
Maltepe Tümülüsü
Pers Mezar Anıtı
Kybele Kutsal Alanları
Tiyatro
Değirmenli Tepe
Seramik Çöplükleri
Sur Duvarları
Kayıkhane
Osmanlı Dönemi Mezarlığı
Fatih Camii
Tarihi Evler
Denizcilik özellikleriyle tanınan Phokaialılar Akdeniz ve Karadenizde birçok koloni kurdular.Bunlardan bazıları;
Phokaia'da doğmuş ünlüler;
Jersey
Jersey, Batı Avrupa'da, Fransa'nın kuzeyinde yer alan Manş Adaları'ndan biri. Birleşik Krallık'a bağlıdır. Atlas Okyanusu'na 70 km sahil şeridine sahiptir.
Ilıman bir iklime sahiptir. Kışlar fazla sert olmaz, yazları çok sıcak olmamak ile hafif serin geçebilir.
En yüksek noktası 143 metre yükseklikteki bir tepedir.
91.361 Nüfus'u vardır. Nüfus artış oranı yılda %0,48'dir. Her 1000 kişiden 2,8'i mültecidir.
Nüfusun etnik dağılımı: İngiliz ve Norman-Fransız kökenliler. Adadaki dinler Anglikan, Roma Katolikleri, Baptist, Methodist, Prespiteryen'lerdir.
Ülkede çalışanların iş kollarına göre dağılımı şöyledir;
Tarım: %5
Endüstri: %2
Hizmet: %93
Enflasyon oranı (tüketici fiyatlarında): %4,7 (1998)
İşgücü: 57.050
İşsizlik oranı %0,7
Endüstri: Turizm, bankacılık, finans, süt ürünleri
Tarım ürünleri: Patates, karnabahar, domates, sığır eti, süt ürünleri
İhracat ürünleri: Hafif endüstri ve elektrik malzemeleri, gıda maddeleri, tekstil
İhracat ortakları: İngiliz Kraliyeti
İthalat ürünleri: Makine ve taşıt araçları, sanayi malları, gıda maddeleri, mineral yakıtlar, kimyasallar
İthalat ortakları: İngiliz Kraliyeti
Para birimi: İngiliz Poundu (GBP)
Para birimi kodu: GBP
Mali yıl: 1 Nisan - 31 Mart
Kullanılan telefon hatları: 65.500 (1997)
Radyo yayın istasyonları: AM NA, FM 1, kısa dalga 0 (1998)
Televizyon yayını yapan istasyonlar: 1 (1997)
577 km karayoluna sahiptir.
Gorey, Saint Aubin, Saint Helier adlı 3 limana sahiptir.
Jersey'in ineği ve ineğinin sarımsı sütü ünlüdür.
Kafkas Üniversitesi (Türkiye)
Kafkas Üniversitesi, 11 Temmuz 1992 tarihinde 3837 sayılı yasayla Kars'ta kurulmuş olan bir devlet üniversitesidir. Kafkas Üniversitesi'nde 10 Fakülte, 3 Yüksekokul, 7 Meslek Yüksekokulu ve 1 Devlet Konservatuvar bulunmaktadır.
Kafkas Üniversitesi 11 Temmuz 1992 tarihinde 3837 sayılı yasayla kurulmuştur. 1992 Kasım ayında Kurucu Rektörü atanarak faaliyetlerine başlayan üniversite, kurulduğu tarihte Atatürk Üniversitesi´nden devredilen bir fakülte ve tek programlı bir meslek yüksekokulu ile 245 öğrenci ve 40 öğretim elemanına sahipti.
Öğrencilerin barınmaları ildeki Yükseköğretim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğüne ait Kars Yurt-Kur Müdürlüğü'nce karşılanmaktadır. Kağızman Meslek Yüksekokulu kız öğrencilerinin barınma ihtiyaçları Kars Valiliği Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından tahsil edilen binada belli bir ücret karşılığında sağӀanmaktadır. Diğer fakülte ve yüksekokullarıdaki öğrencilerin barınma ihtiyaçları özel yurtlar ile kiralık ev tutarak karşılanmaktadır. Ayrıca Kars´ta özel yurtlar da faaliyet göstermektedir.
Üniversite öğrencilerinin beslenme ihtiyaçları üniversite öğrenci yemekhanelerinde ve yemekhanesi bulunmayan fakülte ve yüksekokullarında ihale yoluyla sağlanmaktadır. Kağızman, Iğdır, Sarıkamış ve Ardahan'da üniversiteye ait öğrenci yemekhanesi bulunmamasından dolayı beslenme ihtiyaçları ihale yoluyla lokantalardan sağlanmaktadır.
Üniversitece sağlanan bu beslenme ihtiyaçlarının parasal olarak % 60'a yakını Sağlık- Kültür ve Spor Daire Başkanlığı Öğrenci Sosyal Hizmetler Saymanlığı Bütçesinden karşılanarak öğrencilere ucuz maliyette yemek verilmektedir. Ayrıca fakülte ve yüksekokullarının Yönetim Kurulları tarafından belirlenen fakir öğrencilere üniversite tarafından ücretsiz yemek yardımında bulunulmaktadır.
Öğrencilerin hastalık ve tedavilerinin takibi hususunda özel önem gerekmektedir. 657 sayılı Devlet Memurları Tedavi Yardım yönetmeliği ile memurlara Devletçe yapılan sağlık giderleri ailesi herhangi bir sosyal kuruluştan faydalanmayan öğrenciler ile 25 yaşını doldurmuş erkek öğrencilerin tedavi giderleri karşılanmaktadır.
Öğrenci Sosyal Hizmetler Saymanlığı bütçesinin ilgili tertibinden maddi durumu iyi olmayan öğrencilere para yardımında bulunulmuştur.
Kafkas Üniver |
sitesinin bütün birimlerinde öğrencilerin ve araştırıcıların branşları ile ilgili eğitim öğretiminde araştırma olanaklarını arttırmak amacıyla laboratuvarlar mevcuttur. Ayrıca Üniversitenin tüm birimlerinde bilgisayar, ders programına uygun olarak öğretilmekte bu amaçla da her birimde bilgisayar derslikleri bulunmakta olup üniversitenin bütün birimlerinde internet bağlantısı vardır.
Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığınca öğrencilere yönelik olarak sosyal, kültürel ve sportif faaliyetler düzenlenmektedir. Bu faaliyetler çerçevesinde 5 bine yakın öğrencinin taraftar ve sporcu olarak katılımıyla voleybol, masa tenisi, satranç, kros, güreş, halk oyunları, kayak, boks, tiyatro, resim, müzik, fotoğrafçılık vb. dallarda çeşitli etkinlikler düzenlenmesi planlanmaktadır.
Üniversite Sporları Federasyonu´nun üniversiteler arası müsabakalara, üniversite öğrencilerinin katılımları imkânlar dahilinde gerçekleştirilerek müsabakalara katılımlar sağlanmıştır.
Sosyal, kültürel ve sportif faaliyetler için üniversite öğrencilerinin talepleri de göz önüne alınarak öğrenciler tarafından düzenlenmek istenilen tanışma çayları, geziler, mezuniyet baloları vb. etkinliklerde öğrencilere bütün imkânlar sağlanarak gerektiğinde araç, malzeme ve yer tahsis edilerek gerekli katkıda bulunulmaktadır.
Üniversitede öğrencilere yönelik olarak çok kısa zaman aralıklarıyla bilgilendirici paneller ve konferanslar düzenlenmektedir.
Kafkasya Üniversiteler Birliği'nin kurucu üyesidir.
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş'ta bulunan devlet üniversitesidir. 11 Temmuz 1992 tarih ve 21281 sayılı Resmî Gazete' de yayımlanan 3837 sayılı yasa ile kurulmuştur.
Üniversite, şehir merkezinde, Merkez, Karacasu, Tıp Fakültesi, Avşar kampüslerinden oluşmaktadır. Avşar Kampüsü Sır Barajı ile sınırı olan ve Kayseri Devlet yolunun 10. kilometresinde bulunan Avşar kesiminde yer almakta, Rektörlük, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Mühendislik Ve Mimarlik Fakültesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Eğitim Fakültesi, Orman Fakültesi, Ziraat Fakültesi Diş Hekimliği Fakültesi, Tıp Fakültesi ve İlahiyat Fakültesi Hukuk Fakültesi ve Yabancı Diller Yüksekokulu birimleri ile merkez kampüs olarak faaliyet göstermektedir.
Ayrıca Elbistan ilçesinde Teknoloji Fakültesi üniversitenin, 12. fakültesi olarak 2008 yılından itibaren eğitim ve öğretimine devam etmektedir.
Kocaeli Üniversitesi
Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) Kocaeli, Türkiye'de yer alan 1976 yılında "Kocaeli Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi" adı altında Elektrik, Makine, Temel Bilimler Fakülteleri ve Yabancı Diller Enstitüsü ile kurulmuş bir devlet üniversitesidir. 2547 sayılı yasanın yürürlüğe girmesiyle Akademiler kapatılarak üniversitelere bağlanmıştır. Bu kapsamda Kocaeli DMMA, 20 Temmuz 1982 yılında Kocaeli Mühendislik Fakültesi adı altında Yıldız Teknik Üniversitesi'ne bağlanmış ve 3 Temmuz 1992 tarih ve 3837 sayılı kanun ile de "Kocaeli Üniversitesi" adını almıştır.
Kocaeli Üniversitesi, 17 Ağustos 1999 Depremi’nden önce öğretim hizmetini, 15 değişik yörede bulunan ve toplam alanı 650.000 m olan kampüslerinde, 9 Fakülte, 3 Enstitü, 12 Meslek Yüksekokulu’nda öğrenim yapan 20.000 öğrenci ve 1.150 öğretim elemanı ile sürdürmekteydi. Yüzyılın felaketlerinden biri olarak nitelenen 17 Ağustos depreminde üniversitenin maddi varlığının yaklaşık %75’i yitirildi. Söz konusu büyük kayba karşın, 1999-2000 eğitim-öğretim yılını yalnızca bir aylık gecikmeyle başlatan Kocaeli Üniversitesi, eğitim-öğretim etkinliğini bir süre çadır, prefabrik yapı ve hızla onarılan binalarda sürdürmüştür.
Bu çalışmaların yanı sıra, Kocaeli Üniversitesi’ne yeni bir kampüs arayışı hızla sonuçlandırılmış, 2000 yılının Ekim ayında, İzmit’e 10 km uzaklıkta bulunan Eski İstanbul yolu üzerindeki Üçtepeler mevkiinde 6500 dönümlük alana "Umuttepe" adı verilerek yeni kampüsün temeli atılmıştır. İnşaat aşamasında ülke genelinde yaşanan ekonomik krize karşın, 2004 yılının Eylül ayında Rektörlük, izleyen aylarda da Fen-Edebiyat, İktisadi ve İdari Bilimler, İletişim, Teknik Eğitim ve Tıp Fakülteleri ve Sağlık Bilimleri Enstitüsü ile Araştırma ve Uygulama Hastanesi yeni kampüste hizmet vermeye başlamıştır. Umuttepe Kampüsü'nün yapımının tamamlanmasıyla birlikte Türkiye’de bir üniversite kampüsünün tamamı ilk defa projelendirilmiş, ilk 4 yılda açılışı yapılmış ve 8 yıl içinde bitirilmiştir.
Eylül 2015 itibarıyla, 2061 akademik personel (244 Profesör, 201 Doçent, 487 Yardımcı Doçent, 268 Öğretim Görevlisi, 166 okutman, 22 uzman 673 Araştırma Görevlisi) 1765 idari personeli vardır. 2015-2016 eğitim-öğretim yılında öğrenci sayısı 81.877 'dir. Kocaeli Üniversitesi 16 Fakülte, 4 Yüksekokul, 21 Meslek Yüksekokulu, 3 Enstitü, 13 Araştırma Merkezi ve 28 Araştırma Birimi ile Türk yüksek öğretim alanının yakın dönem kurulan üniversiteleri arasında önde gelen bir devlet üniversitesidir. Ayrıca Kocaeli Üniversitesi bünyesinde TEKNOPARK, Teknoloji Transfer Ofisleri ve KOSGEB-TEKMER gibi teknoloji merkezleri barındırmaktadır.
Şu an Kocaeli Üniversitesi içerisinde barındırdığı 16 Fakülte ile eğitim-öğretim faaliyetlerini sürdürmektedir.
Kocaeli Üniversitesi Mühendislik Fakültesi'nin temelleri 1976'da kurulan Kocaeli Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi'ndeki Makina-Elektrik Fakültesi'ne dayanır. Bünyesinde kurulan Elektrik Mühendisliği ve Makina Mühendisliği Bölümü ile eğitime başlamıştır. Bakanlar Kurulu’nun konuya ilişkin kararı Resmî Gazete'de yayımlanarak Kocaeli Üniversitesi'nin ilk fakültesi olmuştur. Bünyesinde;
bölümleri ile eğitim hayatını sürdürmektedir.
Kocaeli Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, Milli Eğitim Bakanlığı'nın 12.05.2008 Tarih ve 10475 sayılı yazısı üzerine, 28.03.1983 tarih ve 2809 sayılı Kanunun ek 30'uncu maddesi uyarınca, Bakanlar Kurulu'nun 17.05.2006 tarihli toplantısında alınan karar ile kurulmuştur.
Fakülte, Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü ile Kocaeli İl Özel İdaresi arasında, 17.04.2008 tarihinde imzalanan protokol gereği Yuvacık'ta bulunan Paşadağı mevkiinde 54.000 m² arazi üzerinde 8.200 m² kapalı alana sahiptir. Ağız Diş ve Çene Cerrahisi, Ağız Diş ve Çene Radyolojisi, Endodonti, Restoratif Diş Tedavisi, Pedodonti, Periodontoloji, Protetik Diş Tedavisi ve Ortodonti Anabilim Dallarında klinik hizmetler vermektedir.
1999’da Anıtpark Yerleşkesi'nde kurulmuş ve eğitim öğretim faaliyetine başlamıştır. Deprem sonrası yeniden inşa edilen Umuttepe Yerleşkesi'ndeki yeni binasına Eylül 2005 tarihinde taşınmıştır. Bünyesinde;
bölümleri ile eğitim hayatını sürdürmektedir..
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2809 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununa 03.07.1992 tarihinde eklenen ve 11.07.1992 tarih ve 212181 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 3837 sayılı kanunun ek 13.maddesi uyarınca kurulmuştur. Daha sonra Derince Sopalı’da bulunan SSK Kocaeli Hastanesi’nde 80 yatak kapasitesi ile fiilen hizmete başlamıştır. Fakülte, 1995‐1996 eğitim‐öğretim yılından itibaren 41 öğrenci ile öğretime başlamış ve 2000‐2001 eğitim‐öğretim yılında 32 öğrenci ile ilk mezunlarını vermiştir.
Tıp fakültesi hastanesinin 17 Ağustos 1999 Marmara depreminde hizmet veremeyecek düzeyde hasar görmesi sonucunda 240 yataklı prefabrik hastane ile 3 adet prefabrik dershane inşa edilmiş ve büyük özverilerle eğitim‐öğretime ara verilmemiştir. Fakültemiz 20 Haziran 2005 tarihi itibarıyla Kocaeli Üniversitesi, Umuttepe Yerleşkesi içindeki en son teknolojiye uygun olarak inşa edilmiş olan 750 yatak kapasiteli yeni binalarına taşınmıştır.
Bünyesinde Temel Tıp Bilimleri, Dahili Tıp Bilimleri ve Cerrahi Tıp Bilimleri ile eğitim-öğretime devam etmektedir.
2006 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nın 26/01/2006 tarihli ve 1232 sayılı yazısı üzerine, 28/3/1983 tarihli ve 2809 sayılı kanunun ek 30’u.ncu maddesine göre, 03/02/2006 tarihinde kurulmuştur. Bünyesinde;
bölümleriyle eğitim-öğretime devam etmektedir.
Bakanlar kurulunun konulu izniyle 7 Temmuz 1992 gün ve 3837 sayılı kanun ile kurulmuştur.
1992 yılında kurulmuş ve 1993-1994 eğitim öğretim yılında eğitim faaliyetine başlamıştır. Bünyesinde;
bölümleriyle eğitim-öğretimine devam etmektedir.
Güzel Sanatlar Fakültesi 1996'da kurucu dekan Prof.Dr. Ünal Demirarslan öncülüğünde kurulmuştur. Kuruluşun ardından, fakültenin öncülü sayılabilecek “Güzel Sanatlar Bölümü” lağvedilmiş ve buradaki personel Güzel Sanatlar Fakültesi bünyesine aktarılmıştır.
Fakültenin ilk kurulduğu yer Kocaeli Üniversitesi Arslanbey Yerleşkesi’dir. 1997‐98 döneminde alınan ilk öğrencilerle Arslanbey’de eğitime başlanmış; ancak 1999 depremi nedeniyle burada sadece iki yıl kalınabilmiştir. 1999 depreminde Arslanbey’deki binanın ağır hasar görmesinden dolayı, aynı yıl Hereke’ye, buradaki eski Sümerbank lojmanlarının onarılmasıyla oluşturulan Borusan Yerleşkesi’ne taşınılmıştır.
2011 yılında ise, fakültenin Anıtpark Yerleşkesi’ne taşınma süreci başlamıştır. İlk aşamada 2011'de Grafik, Fotoğraf, Müzik, Resim, Seramik ve Temel Eğitim bölümleri Anıtpark'a taşınmış; bir yıl sonra 2012'de de, Hereke'de bırakılan Heykel ve Sahne Sanatları bölümleri Anıtpark’a taşınarak süreç tamamlanmıştır.
1997‐98 ders yılında Resim, Müzik ve Fotoğraf olmak üzere ilk önce 3 bölüme öğrenci alınmıştır.
Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesi, Tıp Fakültesi öğretim üyelerinden Ertuğrul Köroğlu’nun kurucu dekanlığında 1998 yılında Halkla İlişkiler ve Tanıtım, Gazetecilik, Radyo Televizyon ve Sinema bölümleri ile Hereke Yerleşkesi’nde eğitim-öğretim hayatına başladı. 2002-2003 eğitim öğretim yılında ikinci öğretim öğrencilerine de kapılarını açtı. Özel Yetenek Sınavı ile öğrenci alan Görsel İletişim Tasarımı ve Reklamcılık Bölümleri ise ilk öğrencilerini 2005 yılında kabul etti.
Kocaeli Üniversitesi Teknoloji Fakültesi 13.11.2009 tarih ve 27405 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Bakanlar Kurulu kararı ile kurulmuştur. Bünyesinde;
bölümleri ile eğitime ve öğretime devam etmektedir.
3 Temmuz 1992 tarih ve 3837 sayılı kanun ile kurulmuş ve 28 Şubat 1993 |
tarihinde faaliyete geçmiştir. Üniversitenin Anıtpark yerleşkesindeki bir lise binasında hizmete başlayan fakültemizde ilk olarak Matematik, Fizik, Kimya bölümlerine öğrenci alınımına başlanmıştır. Daha sonra sırası ile Türk Dili ve Edebiyatı, Batı Dilleri ve Edebiyatları, Felsefe, Biyoloji, Arkeoloji ve Tarih bölümleri açılmıştır. Şubat 2004 tarihinden bu yana Fen Edebiyat Fakültesi Kocaeli Üniversitesinin Umuttepe yerleşkesindeki modern binalarında hizmet vermektedir.
1992 yılında 3837 sayılı yasa ile kurulmuştur. Bünyesinde;
bölümleri ile eğitim-öğretim hayatını sürdürmektedir..
Fakülte 2015-2016 Eğitim öğretim döneminden itibaren öğrenci kabul etmeye başlamıştır. Bünyesinde;
bölümleri ile eğitim-öğretime devam etmektedir.
2005 yılından bu yana eğitim veren Kocaeli Üniversitesi Sivil Havacılık Yüksekokulu , 16.02.2015 tarihli Bakanlar kurulu kararı ile 09.03.2015 tarih ve 29290 sayıllı resmi gazetede yayınlanarak kapatılmış; yine aynı tarihli Bakanlar kurulu kararı ile Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü’ne bağlı “Havacılık ve Uzay Bilimleri Fakültesi” kurulmuştur. Bünyesinde;
bölümleri ile eğitim-öğretime devam etmektedir.
Yıldız Bilge Barbaros Denizcilik Yüksekokulu, 2007 yılında (2007/11919 Sayılı) Bakanlar Kurulu Kararı ile Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğüne bağlı olarak kurulmuş ve 2008 – 2009 Eğitim-Öğretim yılında Denizcilik İşletmeleri Yönetimi Bölümü’ne öğrenci alarak eğitime başlamıştır. Gemi Makineleri İşletme Mühendisliği Bölümü ile Güverte Bölümlerinin kurulması, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı (YÖK) tarafından uygun görülmüş, henüz bu iki bölüme öğrenci alınmamıştır.
İsmail Hakkı Tonguç
İsmail Hakkı Tonguç (d. 1893 - ö. 24 Haziran 1960), Türk eğitim bilimci, köy enstitülerinin mimarı ve dönemin İlköğretim Genel Müdürü. Tonguç'un Türk eğitim sistemine çok önemli katkıları olmuştur.
İsmail Hakkı Tonguç, bugünkü Bulgaristan'ın Silistre iline bağlı Totrakan ilçesinin bugünkü adı Sokol olan Tatar Atmaca köyünde 1893 yılında dünyaya geldi. Babası Kırım göçmenlerinden Hacı Velioğlu İdris, annesi ise Dobrucalı bir Türk olan Vesile Hanım'dır. Biri kız 8 kardeşin en büyüğü olan İsmail Hakkı Tonguç, eğitim hayatına kendi köyünde başladı ve 4 yıllık ilkokulu bitirdikten sonra Silistre'de rüştiye'ye devam etti. Oradaki öğrenimi sırasında aynı zamanda köyün değişik işlerinde çalıştı ve tarımla uğraştı.
1914 yılında öğrenimine devam etmek üzere tek başına İstanbul'a gitti, sıkıntı çekti, ardından Maarif Nazırı "(Eğitim Bakanı)" Şükrü Bey tarafından leyli meccani "(parasız yatılı)" öğrenci olarak Kastamonu Muallim Mektebi'ne gönderildi. 1916'da naklen İstanbul Muallim Mektebi'ne gelerek öğrenciliğine orada devam etti. Muallim Mektebi'nde öğrenciliği, I. Dünya Savaşı'nın güç yaşam koşullarını dayattığı yıllara rastlamaktadır. Okulu bitirdikten sonra 1918'de Almanya'ya daha üst öğrenim için gönderildi. 1918-1919 yıllarında Almanya'nın Karlsruhe kentindeki Ettlingen Öğretmen Okulu'nda sekiz aylık bir programa devam etti. 1919'da Anadolu'ya dönerek, Eskişehir Muallim Mektebi'nde Resim ve Elişi ile Beden Eğitimi öğretmeni olarak göreve başladı. 1921'de Yunan işgalinden hemen önce Ankara'ya atandı, 1922'de yeniden öğrenim görmek üzere Almanya'ya gönderildi.
1922 sonundan başlayarak 1924 Nisan'ına değin Konya Muallim Mektebi'nde, aynı yılın güzüne değin ise Ankara Muallim Mektebi'nde öğretmenlik ve yöneticilik yaptı. Daha sonra kısa bir süre Adana Muallim Mektebi'nde öğretmenlik yaptıktan sonra, 1925'te beş aylığına mesleki eğitim kurumlarında incelemeler yapmak üzere yeniden Almanya'ya gitti. 1925'te Ankara Muallim Mektebi'nde öğretmenlik yaptı, 11 Mart 1926'da Maarif Vekaleti Levazım ve Alatı Dersiye Müzesi Müdürlüğü'ne atanarak merkezdeki yöneticilerden biri oldu. 10 Temmuz 1926 ile 26 Ağustos 1926 tarihleri arasında, ilköğretim müfettişleri ve ilkokul öğretmenleri için Ankara'da açılan "İş İlkesine Dayalı Öğretim Kursu"nda, yabancı öğretim üyeleri ile birlikte çalışarak, daha sonra Köy Enstitülerinin temel ilkesi, sloganı (Osmanlıca'da "şiar", İng. "motto") durumuna gelecek ""iş için iş içinde işle eğitim"" anlayışını geliştirdi.
26 Ocak 1927'de ilkokul öğretmeni Nafia Kamil ile evlendi. Aynı yıl, Sivas'ta ve Ankara'da ilköğretim müfettişleri için açılan kurslarda öğretmenlik yaptı ve Ankara'da uluslararası ders araç-gereçleri sergisini açtı.
1928'de ilk çocuğu olan Engin Tonguç, 1936'da ikinci çocuğu Yalım Tonguç dünyaya geldi.
1929-1933 yıllarında, diğer görevlerinin yanı sıra, Gazi Eğitim Enstitüsü'nde de etkin görevlerde bulundu. Orada hem öğretmenlik yaptı, hem de Resim-İş Bölümü'nü kurdu. 1934'te Soyadı Kanunu'yla Tonguç soyadını aldı. 1934-1935 yıllarında Gazi Eğitim Enstitüsü'nde vekil olarak müdürlük yaptı.
3 Ağustos 1935'te köy enstitülerini kurmasına yarayacak İlköğretim Genel Müdürlüğü görevine vekaleten getirildi. Dönemin Kültür Bakanı Saffet Arıkan'a, köy enstitülerinin temelini oluşturacak bir rapor sundu.
1936'da Kayseri, Çorum ve Yozgat illerini kapsayan bir geziyle, buralarda eğitmen kurslarının açılabilirliğini araştırdı. Temmuz 1936'da da Köy Enstitüleri'nin önceli sayılan ilk Eğitmen Kursu'nu Eskişehir iline bağlı Mahmudiye'de açtı.
Atatürk'ün desteği ile o dönem Türkiye'deki okuryazar oranı %10'dan az olduğundan, okuryazar sayısını artırmak için eğitmen kurslarında altı aylık bir eğitimle, askerliğini okuma yazma bilen çavuş olarak yapmış gençler eğitmen olarak yetiştirildi ve köylerine eğitmen olarak gönderildi.
1937'de Köy Eğitmenleri Yasası çıktıktan sonra, İzmir'de Kızılçullu'da (bugünkü Şirinyer), Eskişehir Çifteler'de ilk köy öğretmen okulları açıldı. 1938'de ilköğretim kurumlarını incelemek üzere Bulgaristan'da, Macaristan'da ve Almanya'da bulundu. 28 Aralık 1938'de Hasan-Âli Yücel Milli Eğitim Bakanı olduktan sonra, vekaleten yürüttüğü İlköğretim Genel Müdürlüğü görevine asaleten atandı.
17 Nisan 1940'ta Köy Enstitüleri Kanunu çıktıktan sonra açılmaya başlayan enstitülerle çok yakından ilgilendi. 1946'da görevden alınışına değin, enstitüler için canla başla çalıştı. Öyle ki, kendi ailesiyle bile yeterince ilgilenemedi; ikinci oğlu Yalım Tonguç, 1944'te öldü. Kendisini ve bölgelerinde inançla görev yapmakta olan ekibini karanlıkları aydınlağa çevirme yolunda büyük engeller beklemekte idi. Tonguç özellikle kız çocuklarının eğitime alınması ve öğretmenliğe kazandırılması için büyük çaba içindeydi ama bunlar yerine getirilemiyordu. O sıralarda Bartın yöresinde müfettiş olup daha sonra İvriz Köy Enstitüsü'nde görev alacak olan M. Ali Eren bugünleri Düşünce ve Anılar II ve Müfettişlik ve Köyde Eğitim-1944 eserleri ile İvriz ve Bartın videolarında şöyle aktarmaktadır : ".. Çaycuma’ya vardığım zaman kaymakamı makamında buldum. Kendisine Çaycuma’ya ilk defa geldiğimi, hiçbir yerde tanıdığımın olmadığını, ama yarım saat sonra Çaycuma’nın batı yönünde yaya olarak gideceğimi, ilk rastladığım köyden iki kız çocuğu, daha sonraki günlerde de, her gittiğim köyden iki kız çocuğu göndereceğimi söyledim. Yaya giderken bir köye yaklaştığımda, dört tane ihtiyar kadının, topladıkları odunları ipe bağlayıp şelek yaparak sırtlarına kaldırmakta olduklarını gördüm. Selam verdim, kendimi tanıttım ve şunları söyledim:
“Devlet köy okullarına kendi köyünden bayan öğretmen yetiştirmek istiyor, devlet ona bahçe verecek, koyun verecek, inek verecek. Onların gelirleri öğretmenin olacak. Ayrıca maaş da verecek. Köyünüze öğretmen yetiştirmek için iki tane kız öğrenciyi devlet okutmak istiyor. Sebep olup da öğretmen olacak bu kız öğrencileri sağlarsanız,
öldüğünüzde nur içinde yatarsınız. Peygamberimizin yardımıyla Yüce Tanrı sizi cennetinde mükâfatlandırır.” Din içerikli konuşmamın kadınlar üzerinde etkili olduğunu yüz mimiklerinden anlıyordum. Kadınlar kendi aralarında konuşmaya başladılar. Falanın öksüz kızı var, onu göndersek nasıl olur ki, filanın şusu var diye yorumlarda bulundular. Hâsılı köye vardığımızda, iki kız çocuğu bularak, köy bekçisi ile kaymakamlığa gönderdim. Her gittiğim köyden de ikişer kız öğrenci bulup gönderdim."
İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Tonguç'u 25 Eylül 1946'da görevinden alarak, Talim Terbiye Kurulu üyeliğine getirdi.
Buradan da 1954'te kendi isteğiyle emekli oldu.
1956'da Avrupa'yı gezdi ve İsviçre'deki Pestalozzi Çocuklar Köyü'nü inceledi. 1958'de hastalanan İsmail Hakkı Tonguç, 11 Haziran 1960'ta çoktan kapatılan Hasanoğlan Köy Enstitüsü'ne yıllar sonra ilk kez gitti.
Bir süredir Almanya'da hastalığı içi tedavi görmekte olan İsmail Hakkı Tonguç, 24 Haziran 1960'ta yaşama gözlerini yumdu. cenazesi Ankara Cebeci Gömütlüğü'ne defnedildi. Arkasından hakkında birçok kitap yazıldı ve adını taşıyan okullar açıldı.
Kırıkkale Üniversitesi
Kırıkkale Üniversitesi, Kırıkkale'de 3 Temmuz 1992 tarihinde kurulan Kırıkkale Üniversitesi, kuruluş kanununa göre Fen-Edebiyat, İktisadi ve İdari Bilimler, Mühendislik ve Veteriner Fakülteleri; Sosyal Bilimler, Fen Bilimleri ve Sağlık Bilimleri Enstitüleri ile Ankara Üniversitesi'nden devir alınan ve faal durumdaki tek birim olan Kırıkkale Meslek Yüksekokul'undan oluşmuştur. Üniversitenin merkez kampüsünün içinde Kırıkkale Meslek Yüksekokulu'da bulunmaktadır. Ankara ili dışındaki Ankara'ya en yakın üniversitedir.
Doğan Avcıoğlu
Doğan Avcıoğlu (Nüfus kaydındaki ismiyle, Mehmet Erdoğan Avcıoğlu) (d. 13 Mart 1926, Mustafakemalpaşa, Bursa, Türkiye - ö. 4 Kasım 1983, İstanbul) Türk gazeteci, yazar, düşünür ve siyaset adamı.
1926'da Bursa'nın Mustafakemalpaşa ilçesinde dünyaya geldi. Ortaöğrenimini Bursa Erkek Lisesi'nde tamamlayan Avcıoğlu, Fransa'da iktisat ve siyasal bilimler öğrenimi gördü. 1955'te Türkiye'ye döndü ve Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde asistan oldu. 1956'dan itibaren Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) araştırma bürosunda çalıştı ve partinin yayın organı "Ulus" gazetesinde yazılar yazdı. "Ulus" dışında haftalık "Akis" ve "Kim" dergilerinde de yazılar yazdı; muhalefet-iktidar ilişkilerinin iyice sertleştiği günlerde "Akis" dergisini yönetti. 27 Mayıs Darbesinden sonra CHP'den Temsilciler |
Meclisi'ne üye seçilen Avcıoğlu, 1961 Anayasası’nın hazırlanmasına da katkıda bulundu. 1960-61'de "Vatan" ve "Ulus" gazetelerinde yazarlık, Ankara Radyosu'nda dış haber yorumculuğu yaptı.
Avcıoğlu 1961'de Mümtaz Soysal ve Cemal Reşit Eyüboğlu'yla birlikte kurduğu ve yayımını 1967'ye değin sürdürdüğü "Yön Dergisiyle" 1960 sonrası siyasal düşünce ortamında etkin bir rol oynadı. "Yön" dergisinde yayımlanan yazılarında bir tür "Kemalist Sosyalizm" anlayışını savundu. Kemalist Devrim'in kazanımlarını savunan ve bunu bir ileriye, sosyalizme taşımayı savunan görüşleri o dönemde geniş taraftar topladı. 1960 sonrasının sol düşünce ve eylemin biçimlenmesinde derin etkileri olan bu dergi, 1930'lardaki "Kadro Dergisi" etrafında kurulan Kadro Hareketinin görüşleriyle önemli benzerlikler taşıyordu. "Yön"'deki yazılarıyla özellikle ırkçılığa ve Turancılığa karşı da mücadele verdi.
Avcıoğlu'na göre üstyapı alanında başarılı olan Kemalist devrim altyapıda dışa bağımlı sermayeyle toprak ağalarının etkisini kıramamıştı. Dolayısıyla Kemalist devrimin altyapıda sürdürülmesi, radikal bir toprak reformu, devletçi sanayileşmenin ve ekonomik alanda tam bağımsızlığın gerçekleştirilmesi halen Türkiye'nin gündemindeydi. Doğan Avcıoğlu, 1968'de yayımladığı "Türkiye'nin Düzeni" adlı kitabında Türkiye'nin geri kalmışlığının nedenlerini araştırıyor, yukarıdaki öğeleri içeren "millî devrimci kalkınma modeli" adını verdiği bir tür devletçi-sosyalist bir ekonomi modeli öneriyordu. Topladığı ilgi kadar eleştiriye de uğrayan "Türkiye'nin Düzeni" adlı yapıt siyasi etkisinin yanı sıra Türkiye'nin sosyoekonomik yapısı ve tarihi üzerine araştırmaların yaygınlaşmasında çığır açıcı bir rol oynamıştır.
1963-1965 arasında Türk-İş Araştırma Merkezi müdürlüğü, 1968-1969 yıllarında ise CHP Yüksek Danışma Kurulu üyeliği yaptı. Sosyalist Kültür Derneği'nin kurucuları arasında yer alan Avcıoğlu "kapitalizme" ve "emperyalizme" karşı ekonomik bağımsızlığı savundu.
1969'da, "Yön"'deki görüşlerini siyasi bakımdan daha net bir biçimde dile getirdiği haftalık "Devrim" gazetesini çıkarmaya başladı. 12 Mart 1971 Muhtırası'na kadar çıkardığı haftalık "Devrim" gazetesinde yayımlanan yazılarında "devrim"in Kemalist aydınların yol göstericiliğinde ve Kemalist "genç subay"ların öncülüğünde geniş bir cephe tarafından Millî Demokratik Devrim olarak gerçekleştirilebileceğini öne sürdü. 12 Mart 1971 muhtırasına giden süreçte Doğan Avcıoğlu'nun çıkardığı "Devrim" gazetesi etrafında toplanan ve içlerinde 27 Mayıs Darbesini yapan Millî Birlik Komitesi'nin gerçek lideri Emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu'nun da bulunduğu "Millî Demokratik Devrimciler", o dönemin siyasi partilerinin demokrasi anlayışının bir oyalamaca olduğunu ileri sürerek "ulusçu-devrimci yöntem" olarak ifade edilen ilkeler doğrultusunda parlamento dışı muhalefeti savunuyorlardı. Bu dönemde "Devrim" gazetesi içinde, Türk Ordusunu tahrik ederek sol-sosyalist, bir çeşit Baasçı yönetim kurdurmak için Doğan Avcıoğlu ve İlhan Selçuk'un başını çektiği çok ciddi faaliyetler olduğu iddia edildi; "Devrim" gazetesinin genel yayın yönetmeni Hasan Cemal çok sonraları anılarını anlattığı "Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim" (2005) adlı kitabında o zamanki maksatlarının "ulusalcı" subayları ikna ederek onlarla birlikte bir "Millî Demokratik Devrim" yapmak olduğunu yazdı.
12 Mart 1971 muhtırasından sonra 9 Mart 1971 darbe teşebbüsünde "orduyu başkaldırmaya teşvik" iddiasıyla Emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu ile birlikte yargılanan ve beraat eden Avcıoğlu 1973'te siyasal yaşamdan çekildi.
4 Kasım 1983'te, mide kanseri tedavisi gördüğü İstanbul'da öldü. Vasiyeti üzerine Büyükada'da toprağa verildi. İki kez evlenen Doğan Avcıoğlu, Sevil Yurdakul ile olan evliliğinden iki erkek çocuk babasıdır.
2012 yılında, ölümünden yaklaşık otuz yıl sonra Doğan Avcıoğlu'nun hiç bilinmeyen, yayımlanmamış bir eseri daha ortaya çıkarıldı. Aynı zamanda Avcıoğlu'nun eşi Sevil Yurdakul'un kardeşi olan yazar Doğan Yurdakul, kızkardeşinin ölümünden sonra miras yoluyla kendisine kalan doküman arşivini incelerken bulduğu bir el yazması eserin, yazarın beş ciltlik kült eseri "Türklerin Tarihi"nin 6. cildi olduğunu anlamıştır. Ekim 2013'te, Avcıoğlu’nun “Türklerin Tarihi” dizisinin 6’ncı kitabı “Osmanlı’nın Düzeni” Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayınlandı. Kitap yazarın ölümünden sonra yayımlanmış ilk kitabı oldu ve külliyatını tamamladı.
Akören
Akören, Konya il merkezine 54 km uzaklıkta bir ilçedir. İlçenin eski adı "Akviran"dır.
Akören civarındaki yerleşimin MÖ. 7000-6500 yıllarına kadar gittiği tahmin edilmektedir. Akören'e 49 km. uzaklıktaki Çatalhöyük'te yapılan kazılarda neolitik çağa ait kalıntılar bulunmuştur. Bölge Hitit, Roma ve Bizans döneminde de bir yerleşim yeri olarak kullanılmıştır. "Gavurlar Hamamı" ve "Horozun Tepesi" olarak bilinen yerlerdeki kalıntılar Hitit ve Roma döneminde de burada yerleşim olduğunu göstermektedir. Yine Akören'e 3 km. uzaklıktaki Orhaniye köyünün Ertaş boğazında antik dönemde adı "Dinorna" olan ve Bizans döneminden kalma bir kent vardır.
MS. 11. yüzyıldan itibaren ise bölgeye Bayındır ve Kayı Türk boylarının yerleştikleri söylenmekle birlikte şu anda bölgede yaşayan halkın 200 yıl önce buraya gelmiş olduğu da belirtilmektedir. Millî mücadele döneminde komşu ilçe Bozkır'da çıkan Bozkır isyanı sırasında ilçe bir süre isyancıların
kontrolünde kalmıştır.
İl merkezine 54 km uzaklıktadır. Sınırları içinde May Barajı, Akören Göleti, May ve Çat Deresi vardır.
1800'lü yılların sonu ve 1900'lü yılların başında Kırım’dan gelerek bu bölgeye yerleşen Ahmediye (Yıkık) ve Süleymaniye (Susuz) köyleri Kırım kültürüne sahiptir.
İlçe halkı ziraat ve hayvancılıkla geçimini sağlamaktadır.
Akören'in 10.400'ü merkezde olmak üzere ilçe nüfusu 17.380'dir.
Akören Ali Rıza Ercan Meslek Yüksek Okulu bin öğrenci kapasiteli olup, Akörenli eski milletvekillerinden Ali Rıza Ercan anısına oğlu Nurullah Ercan tarafından yaptırılmıştır. Seydişehir'in kurucusu manevi Şahsiyet Seyyid Harun Veli'nin küçük kardeşi Körpe Seyit'in kabri Kayasu (May) kasabası yanındadır.
Koca Cami ve tarihi Koca Çeşme ilçe merkezindedir. İlçede mevcut 2 adet Yüğ bulunmaktadır. 1.'si Alaşana Bağları yöresinde olup 2.'si ise Karahüyük köyü içindedir.
İlçenin en eski tarihi yeri Orhaniye (Üsküse) köyünün doğusunda bulunan Dinorna bölgesidir.
İzmir Selçuk'ta bulunan ve 1950'lerin Akören hayatını canlandıran emekli öğretmen Ayhan Çetin tarafından Çetin Kültür Köyü Müzesi uluslararası bir üne kavuşmuştur.
Akören (anlam ayrımı)
Akören, Konya iline bağlı ilçe.
Ayrıca şu anlamlara gelebilir:
Vittskövle Kilisesi
Vittskövle Kilisesi (İsveççe: "Vittskövle kyrka") Kristianstad, Skåne, Lund Diocese, İsveç'de bulunan bir kilisedir.
Kilise orijinal olarak 12. veya 13. yüzyılda yapılmıştır. 15. yüzyılda kuzeyine şapel yapılmıştır. Şapel, Anne'e ithaf edilmiştir.
15. yüzyılda, kemerler ve 1480'lerde duvar resimleri ile dekore edilmiştir. 20. yüzyılda duvar resimleri restore edilmiştir. Resimler Genesis (başlangıç) kitabındaki hikâyeleri gösterir. Mihrap yerinde, Nicholos'un efsanesi tarif edilir. Anne şapelinde incil yazarlarının (evangelist) ve 4 kadın azizin sembolleri vardır: Barbara, Ursula, Gertrude ve Catherine.
Kule 16. yüzyılda yapılmıştır. 17. yüzyılda bir mezar şapeli Barnekow ailesi için güney tarafa yapılmıştır. Vaftiz çesmesi orta çağa özgüdür.
İdil Biret
İdil Biret, (d. 21 Kasım 1941, Ankara), Türk piyano sanatçısı.
Müziğe olan ilgisi iki yaşında başlayan İdil Biret, dört yaşında Bach'ın prelüdlerini çalmaya başladı. Dayısı müzikolog Mahmut Ragıp Gazimihal'di. İlk derslerini Mithat Fenmen'den aldı. 1948 yılında, henüz yedi yaşındayken, ikinci cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Biret'in yurt dışında eğitiminin gereksinimlerinin karşılanması için TBMM'ye bir teklif sundu. Bu teklif sonucunda İdil Biret için özel olarak çıkartılan kanun, "Harika Çocuklar Yasası" olarak bilinir. Bu kanun çerçevesinde eğitimi için ailesiyle birlikte Paris Konservatuarı'na gönderilen Biret, burada 20. yüzyılın önemli pedagoglarından Nadia Boulanger ile çalıştı. Sekiz yaşında Paris Radyosu'nda ilk konserini verdi. Fransız piyanist Alfred Cortot'dan dersler aldı. İdil Biret'ten ömrü boyunca "en değerli öğrencim" olarak söz eden hocası Alman piyanist Wilhelm Kempff, onunla müzikal ilişkisini] hayat boyu sürdürdü. Biret, 11 yaşındayken Kempff ile Mozart'ın "İki Piyano İçin Konçertosu" 'nu Paris Champs-Elysees Tiyatrosu'nda çaldı. Zaman zaman Kempff'in Positano'da verdiği usta sınıflara katıldı. Kempff'in 90. yaşı için düzenlenen konserde çaldı.
Biret, Paris Ulusal Konservatuarı’nı yüksek piyano, eşlikçilik ve oda müziği dallarında birinci olarak bitirdiğinde 15 yaşındaydı. 16 yaşından itibaren çeşitli Dünya sahnelerinde yer aldı. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki ilk konserini 21 yaşında, Rachmaninoff’un Üçüncü Piyano Konçertosu’nu çalarak Erich Leinsdorf yönetimindeki Boston Filharmoni Orkestrası ile gerçekleştirdi. İlk Rusya turnesini piyanist Emil Gilels'in çağrısı üzerine yaptı ve bu ülkede büyük başarı kazandı. Yıllar içinde bu ülkede yüze yakın konser verdi. Biret beş kıtayı kapsayan konserlerinde Atzmon, Copland, Kempe, Keilberth, Sargent, Monteux, Fournat, Leinsdorf, Pritchard, Scherchen, Rozhdestvensky, Mackerras gibi ünlü şeflerle çaldı; Montreal, Berlin, Montpellier, Nohant, Royan, Dubrovnik, Atina, Ankara ve İstanbul festivallerine katıldı. Boston Symphony, Orchestre National de France, Orchestre Suisse Romande, London Symphony, Leningrad Philarmonic, Leipzig Gewandhaus, Dresden Staatcapelle, Tokyo Philarmonic, Sydney Symphony ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eşliğinde Dünya'nın her yerinde konserler verdi.
Kraliçe Elisabeth (Belçika), Van Cliburn (ABD), Busoni (İtalya), Liszt (Almanya) gibi birçok uluslararası piyano yarışmasında jüri üyeliği yapan İdil Biret'in aldığı ödüller arasında "Lili-Boulanger" (Boston), "Harriet Cohen/Dinu Lipatti" (Londra), Polonya hükümetinin "kültür liyâkat" ve Fransız hükümetinin "Chevalier de I'Ordre National de Merite" |
nişanları da bulunmaktadır. İdil Biret, 1971 yılından beri devlet sanatçısıdır.
Bugüne kadar sanatını icra ettiği plak ve CD'lerin sayısı 80'i geçmektedir. Biret'in 60 ile 70ler de Atlantik ve Finnadar için yaptığı kayıtlar romantik repertuvardan çağdaş bestecilere uzanan bir yelpazededir. Sanatçı 1980'lerde plak tarihinde ilk kez Beethoven senfonilerinin Liszt tarafından yapılan uyarlamalarının tamamını seslendirmiştir. Daha sonra Frederic Chopin'in bütün piyano eserleri, Johannes Brahms'ın bütün solo piyano eserleri ve konçertoları, Sergei Rachmaninoff'un bütün piyano eserleri Biret tarafından kayda alınmıştır. Bu icralar pek çok eleştirmenin hayranlığı ile karşılanmış ve sanatçının "çağımızın en önde gelen piyano ustalarından biri" olarak nitelenmesine yol açmıştır.
1995'te Chopin'in bütün eserleri dizisi Varşova'da yapılan "Chopin Plakları Büyük Ödülü" yarışmasında jüri özel ödülünü almıştır. Aynı yıl kaydettiği Fransız besteci Pierre Boulez'in üç sonatını içeren CD Paris'te yılın "Altın Diyapozon" ödülünü almış ve Le Monde gazetesi tarafından 95 yılının "en iyi plakları" arasına seçilmiştir. 1997 yılında 100. ölüm yıldönümü nedeniyle Brahms'ın tüm solo piyano eserlerini beş konserlik bir dizide seslendirmiştir. Biret, ayrıca 2002'de Ligeti'nin etüdlerini kayda almıştır. Biret, Dünya'nın en geniş repertuvarlı piyanisti unvanını taşımaktadır. Biret'in Stravinsky'nin "Ateş Kuşu" süiti uyarlaması, hocası Kempff'in uyarlamalarını çaldığı plaklar da önemli kayıtlardandır. Biret, 2007 yılında Chopin yorumları nedeniyle Polonya Cumhurbaşkanı tarafından "Üstün Hizmet Nişanı" ile onurlandırılmıştır.
İdil Biret, daha önce tamamını plak haline getirdiği ve konserlerde seslendirdiği Beethoven senfonilerinin Liszt uyarlamaları dizisine 2000'lerde bestecinin tüm konçerto ve sonatlarını kayda alarak devam etmiştir. 2008'in Aralık ayında beş kıtada piyasaya çıkan "Beethoven edisyonu", bestecinin konçerto, sonat ve senfonilerinin ilk toplu sunumu olmaktadır. Bu serinin tümü sanatçıya ait bir etiketle çıkmıştır.
Fransız yazar Dominique Xardel'in piyanistin hayatını ve görüşlerini anlatan "İdil Biret-Une pianiste Turque en France” (Fransa’da bir Türk Piyanist İdil Biret) kitabı 2006 yılının Eylül ayında Fransa'da yayınlanmıştır. 2007'de ""Dünya Sahnelerinde Bir Türk Piyanisti: İdil Biret"" adıyla Türkçe olarak da yayınlanmıştır. İdil Biret'in de yer aldığı "Piyanistler" adında birçok piyanistle yapılan söyleşilerden oluşan bir kitap yazan Xardel, yalnızca İdil Biret'i anlatan bu yeni kitabında sanatçının hayatı ve kariyerinin yanı sıra birçok değişik konudaki düşüncelerini de aktarmaktadır. Kitap, 2007'nin Ekim ayında Stacatto-Verlag tarafından Almanya'da "Idil Biret: Eine Türkische Pianistin auf den Bühnen der Welt" adıyla yayınlanmıştır. Sanatçı hakkında ayrıca Üner Birkan'ın yazdığı "Piyanodaki Harika" adlı kitap bulunmaktadır.
Göztepe, Kadıköy
Göztepe, İstanbul, Anadolu Yakasında, Kadıköy İlçesi sınırları içinde bulunan bir mahalledir. İsmini Merdivenköy, Şahkulu dergahının posnişini olan Gözcü Baba'nın türbesinin bulunduğu tepeden almıştır. 80'li yılların sonunda Soyak'ın Örnek Mahallesi'nde yaptığı siteye "Soyak Göztepe" adını vermesi ile Göztepe'nin E-5'e denk gelen noktalarına da Göztepe denmeye başlanmışsa da bu hiçbir şekilde resmileşmemiştir. Son olarak Örnek Mahallesi ve Merdivenköy arasında kalan M4 istasyonuna da Göztepe adı verilmiştir.
Güneyde Sahil Yolu ve Marmara Denizi, kuzeyde Merdivenköy mahallesi, doğuda Erenköy mahallesi ve Caddebostan semti, batıda da Çiftehavuzlar semti ile komşudur.
Bağdat Caddesi bu semtten de geçmektedir ve Bağdat Caddesi üzerindeki en büyük yeşil alan bu semt sınırlarındaki, 10.000 m'lik Göztepe Parkı'dır.Bölgede çok sayıda ahşap köşkler bulunur.İstanbul'un gözde semtlerinden biridir.
Semtin büyük bir bölümü konut ağırlık olarak kullanılmakla birlikte ticarete yönelik unsurlar da bulunmaktadır. İstek Vakfı Semiha Şakir Lisesi,Yeşilbahar Ortaokul, İlhami Ahmed Örnekal İlkokulu, İlhami Ahmed Örnekal Ortaokulu, Özel Efdal İlkokulu ve Ortaokulu, Fenerbahçe Lisesi, Türkiye'nin ilk deneme okullarından Göztepe İlköğretim Okulu (Pansiyonlu İlkokul) semtteki okullardan bazılarıdır.
Emberler, Şumnu
Emberler (Bulgarca: "Kliment"), eski adıyla "Köse Musalar Karyesi" veya "Enbiyalar", bugün Bulgaristan topraklarında olan Deliorman'da, Şumnu iline bağlı bir Türk köyüdür. Geçmişte olduğu gibi günümüzdede Deliorman bölgesinin önemli bir köyüdür.
Kuzey doğu Bulgaristan’da Deliorman bölgesinde bulunan Emberler köyü, Şumnu–Silistre yolunun 48. kilometresindedir. Koordinatları yaklaşık olarak 43° 66’ kuzey enlemi ve boylamı 27° 00’ doğudur. Rakımı 325 metredir.
Titan
Titan şu anlamlara gelebilir:
Ayla Erduran
Ayla Erduran (22 Eylül 1934, İstanbul), Türk keman sanatçısı.
Türkiye'de ve dünyanın birçok yerinde verdiği başarılı konserler ile tanınmış bir keman virtüözüdür. 1971'de Türkiye Cumhuriyeti Devlet Sanatçısı unvanı aldı. Bir yandan konser kariyerine devam ederken, 1973'ten 1990'lara kadar İsviçre'deki Conservatoire Populaire'de ve Lozan Konservatuvarı ustalık sınıfında öğretmenlik yapmıştır.
1934 yılında İstanbul'da doğdu. Babası, üroloji alanında Türkiye'nin öncü doktorlarından Behçet Sabri Erduran, annesi Kadriye Ali Rıza Hanım'dır.
Dört yaşında Karl Berger'in öğrencisi olarak kemana başladı. İlk resitalini on yaşında, Ferdi Ştatzer eşliğinde Saray Sineması'nda verdi.
1946 - 1951 yılları arasında Paris Ulusal Konservatuvarında Benedetti ve Benvenuti ile eğitim görerek keman bölümünden birincilikle mezun oldu. 1951 - 1955 yılları arasında ABD'de efsanevi keman öğretmeni Ivan Galamian ve keman virtüözü Zino Francescatti ile özel olarak çalıştı. Burada ilk konserini Newark'ta, Thomas Schermann yönetimindeki orkestrayla verdi.
Avrupa'daki konser kariyerine Polonya'da, Varşova Filarmoni Orkestrası eşliğinde çaldığı Glazunov'un keman konçertosuyla başladı.
1957 - 1958 yılları arasında Moskova Konservatuvarında David Oistrakh ile çalıştı. 1957 "Wieniawski" yarışmasında yüz yirmi kemancı arasında ilk altıya girerek ödül kazandı. Bu ödülle birlikte meslek yaşamında yükselmeye başladı. 1958’de Ulvi Cemal Erkin'in keman konçertosunun ilk seslendirişini, Brüksel'de bestecisi yönetiminde Belçika Kraliçesi Elizabeth'in de izlediği bir konserde gerçekleştirdi.
Avrupa'nın çeşitli kentlerinde, Güney Amerika'da ve ABD, Kanada, Orta Doğu, Hindistan, Afrika, Rusya, Azerbaycan ve Türkiye’nin pek çok köşesinde turneler yaptı. 1963'te Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ile Ortadoğu turnesine çıktı ve Anadolu'nun çeşitli köşelerinde konserler verdi.
1964'te Mithat Fenmen eşliğinde Londra'da verdiği ilk resitalinde "Harriet Cohen-Olga Verney" ödülünü kazandı. 1965'te yine Londra'da Albert Hall'da şef Rozhdestvensky yönetiminde Brahms'ın keman konçertosunu seslendirdiği konser BBC tarafından naklen yayınlandı. 1968'de Verda Erman ile birlikte Afrika turnesine çıktı.
1970'te Hollanda'da Beethoven Ödülü'nü kazandı. 1971'de Türkiye Cumhuriyeti Devlet Sanatçısı unvanı aldı.
1985'te Paita yönetiminde Londra Filarmoni Orkestrası ile Brahms konçertosunu plağa aldı. Jean Sibelius’un 100. yılında Ansermet yönetiminde Suisse Romande orkestrası ile bestecinin keman konçertosunu çaldı.
1973'ten 1990'lara kadar İsviçre'deki Conservatoire Populaire'de ve Lozan Konservatuvarı ustalık sınıfında öğretmenlik yaptı.
Uzun süre 1710 yapımı Stradivarius bir keman çalan sanatçı, 1994 yılında Guarnerius 1720 yapımı bir keman kullanmaya başladı. Erduran, ikili konçertolarda Menuhin, Szeryng, Navarra, Iogor Oistrakh, Valery Oistrakh, Pikaizen, Fallot, Collins gibi sanatçılarla çaldı.
Carlos Paita yönetimindeki Londra Filarmoni Orkestrası'yla çaldığı Brahms'ın Keman Konçertosu'nu kaydetti. Ayşegül Sarıca ile seslendirdiği Franck, Debussy ve Grieg'in keman-piyano sonatları UPR Classics olarak, Richard Beck ve Armin Jordan yönetiminde Suisse Romande Orkestrası'yla seslendirdiği Brahms ve Bruch Konçertoları Gallo CD'si olarak piyasaya sunuldu. Erduran, Edward Elgar'ın Keman Konçertosu'nun Türkiye'deki ilk seslendirisini gerçekleştirdi.
Yaşamı 2002 yılında Evin İlyasoğlu tarafından ""Ayla'yı Dinler misiniz?"" adıyla biyografik roman olarak kaleme alındı.
2006 yılında Sevda - Cenap And Müzik Vakfı tarafından onur ödülü altın madalyası ile onurlandırılan bu madalyayı almasından sonra sanatçının müzikle ve kemanla ilişkisi Erhan Karaesmen tarafından ""Evrenimizi İç Işıklarıyla Aydınlatanlar Ayla Erduran Müzik Ve Keman"" (2007) adıyla kitaplaştırıldı.
2012'de merkezi Paris'te bulunan 'Société d'Encouragement au Progrés' tarafından "meslekleriyle iz bırakan ve fark yaratan" kişilere sunulan ve Fransız Senatosu ile birlikte verilen "Médallie D'honneur – Médaille de Vermeil" ile onurlandırıldı.
Uğur Aksöz
Uğur Aksöz (d. 1948, Adana, Türkiye), Türk siyasetçi.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. Gazetecilik, yazarlık, serbest avukatlık, Adanaspor kulübü asbaşkanlığı yapmıştır. XIX.,XX. ve XXII. Dönemlerde de Adana milletvekilliği yapmıştır. Merkez Parti Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısıdır. Evli, 2 çocukludur.
Nevin Gaye Erbatur
Prof.Dr.Nevin Gaye Erbatur (d. 22 Temmuz 1950, Kocamustafapaşa) 22. Dönem ve 23. Dönem CHP Adana milletvekilidir. Hacettepe Üniversitesi Kimya Fakültesi'nden mezun oldu ve aynı fakülteden doktorasını aldı. Kimya Yüksek Mühendisi ve Öğretim Üyesidir. İngiltere 'de University of Aston ve ABD 'de Colorado State University 'de araştırmacılık yaptı. Çukurova Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Kurucu Öğretim Üyesi ve Kimya Bölüm Başkanı, Çukurova Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma Merkezi Kurucu Müdürüdür. Rotary International'in "The Jean Harris Award" uluslararası ödülünü almıştır. AB Uyum Komisyonu üyesi ve Parlamentolar Arası Birlik (PAB) Türk Grubu Başkan Yardımcısıdır. Evli ve 1 çocuk annesidir. İngilizce bilir.
SIP
Session Initiation Protocol (SIP)("Oturum Başlatma Protokolü") iki veya daha fazla katılımcı arasinda baglantı kuran bir A |
ğ protokolüdür. Bu protokol RFC 3261 (daha önce RFC 2543) dokümanlarında acıklanmıstır. Ayrica SIP internet Telefonu için kullanılan en yaygın protokoldür.
SIP, uygulama katmanında çalışır ve HTTP protokolüne çok benzer düz metin bir protokoldür. Oturum açar, oturum parametrelerini değiştirir, oturumu sonlandırır. Oturumlar IP telefon çağrıları, multimedya sunumlar veya konferans şeklinde olabilir.Aynı zamanda mevcut bir oturuma kullanıcı çağırabilir. Mevcut oturuma medya ekleyebilir, çıkarabilir.
SIP'in bir oturum kurmak için ve sonlandırmak için gerçekleştirdiği 5 fonksiyon vardır:
SIP'in kendisi bir veri taşıma protokolu değildir. SIP veriyi RTP gibi bir protokolle gerçek zamanlı taşıyabilir.
HTTP'ye çok benzer. Aşağıdaki gibi bir mesaj yapısı vardır:
SIP'te özel görevleri olan metotlar vardır. "Register" bunların en önemlisidir. "Register" komutunu kabul eden ve kullanıcı kayıtlarını tutan sunuculara "registrar" denir. Konuşmak isteyen uçlar bir registrar'a kayıt olur. "Register" iki uç arasında bağlantı kurar. "Invite" metodu, diyalog başlatmak için tek yoldur.
Kederli, Ağaçören
Kederli, Aksaray ilinin Ağaçören ilçesine bağlı bir köydür.
Bugün oldukça geniş bir alana yayılmış olan köy arazisi üzerinde Türker'den önce yaşayan kavimlere ait ören yerleri mevcuttur. Köyün 2 km. batısında bulunan Karacaören mevkiinde daha önce Rumların yaşadığı söyleniyor. Buralardan çıkan çeşitli malzemeleri köyde birçok evde, bahçede, yolda görmek mümkündür. Köyün kuruluşu ile ilgili kesin bir bilgi yoktur. Ancak bu civardaki diğer köyler gibi göçebe Türkmenlerin yerleştirilmeleri ile 200 yıl kadar önce kurulduğu söylenebilir. Yaşlıların anlattığına göre köye ilk yerleşen aile Kederoğlu ailesidir. Kederoğulları Adana civarından gelmişler. Bugün Adana'da ve Nevşehir'de Kederoğulları sülalesinden insanlar vardır. Köye ismini veren Kederoğlu Mehmet ve ailesi ya da obası, ilk önce Muratlı çölüne gelmiş, kıl çadırını kurmuş ve yerleşmiş. Sonra dere boyu yukarı doğru gezerken köyün şimdiki yerine gelmiş, çok güzel, yeşillik cennet gibi bir yayla olduğunu görmüş ve obasını buraya getirip yerleşmiş. Daha sonraları başka ailelerin de gelip yerleşmesiyle köy büyüyüp genişlemiş. 1830 yılında yapılan Nüfus Sayım Defterlerine göre, Aksaray livasına bağlı Hacıahmetli Cemaatine bağlı Kederli Köyünde 14 hanede 47 erkek nüfus bulunmaktadır. Bu Deftere göre köyün en yaşlısı Kederoğlu sülalesinden Musa oğlu Ahmet'tir ve o tarihte 80 yaşındadır. 1872 tarihli Konya Salnamesine göre Kederli Köyü Aksaray kasabasına bağlıdır. 1920 Yılında Aksaray vilayet olunca Kederli de Aksaray'ın Koçhisar ilçesine bağlandı. 1933'te Aksaray'in vilayetliği lağvedildi ve Kederli Köyü Şereflikoçhisar'la birlikte Ankara'ya bağlandı. 1989'da Aksaray ili yeniden kurulunca Kederli de yeni kurulan Ağaçören ilçesine bağlı bir köy olarak Aksaray'a bağlanmış oldu.
Tire
Tire şu anlamlara gelebilir:
USCGC Calumet (WYT-86)
USCGC "Calumet" (WYT-86), ABD Sahil Gülvenliği’nin Hudson sınıfı ilk liman römorkörü olan tekne, Güney Karolina eyaleti Charleston kentinde kurulu Charleston Donanma tersanesi tarafından kızağa kondu. 28 Eylül 1934 tarihinde denize indirilen tekne "Calumet" ismi ve "W-86" borda numarası ile 3 Aralık 1934’de ABD Sahil Güvenliği’ne katıldı. Arama kurtarma, gümrük kontrol ve polis takviye görevlerinde kullanılan "Calumet", ilk olarak New York kentinde üslendi ve daha sonra Baltimore’a transfer oldu. II. Dünya Savaşı sırasında karargahı Virjinya eyaleti Norfolk kentinde bulunan 5. Donanma Bölgesi’ne tahsis edildi.
1945 Eylül ayından itibaren Kaliforniya eyâleti San Francisco’da görev alan römorkör, arama kurtarma, gümrük kontrol ve polis takviye görevlerinin yanında Kaliforniya eyâleti Concord kentinde kurulu Deniz Silah İstasyonu’na cephane taşıyan yük gemilerine refakat etti. "Calumet" gemisi 29 Eylül 1967 tarihinde hizmet dışı kaldı ve 25 Kasım 1968’de satıldı. Geminin tanımlaması II. Dünya Savaşı sonrası WYTM-86 olarak değiştirilmişti.
"Calumet" = Kuzey Amerika yerlileri tarafından kullanılan bir tür “Barış Çubuğu”.
USCGC Hudson (WYT-87)
USCGC "Hudson" (WYT-87), ABD Sahil Güvenliği’nin Hudson sınıfı ikinci liman römorkörü olan tekne. New Hampshire eyâleti Portsmouth kentinde kurulu Portsmouth Donanma tersanesi tarafından kızağa kondu. 1934 Ekim ayı içinde denize indirilen tekne "Hudson" ismi ve "W-87" borda numarası ile 31 Ekim 1934’de ABD Sahil Güvenliği’ne katıldı. İlk olarak New York kentinde üslenen gemi, arama kurtarma, gümrük kontrol ve polis takviye görevlerinde kullanıldı. Daha sonra 1943 yılında Baltimore kentine transfer olan tekne bir yıl sonra New Orleans limanına transfer edildi. 1958-62 yılları arası Teksas eyâleti Bronswille’de, 1962-68 yılları arası Virjinya eyâleti Norfolk’da görev aldı. "Hudson", 11 Kasım 1968 tarihinde hizmet dışı kaldı ve 8 Temmuz 1970’de Northwestern Üniversitesi’ne satıldı. Geminin tanımlaması II. Dünya Savaşı sonrası WYTM-87 olarak değiştirilmişti.
"Hudson" = New York eyaleti doğusunda güneye doğru akan bir nehir. New York kentinde Atlantik okyanusunda denize dökülür.
USCGC Navesink (WYT-88)
USCGC "Navesink" (WYT-88), ABD Sahil Güvenliği’nin Hudson sınıfı üçüncü liman römorkörü olan tekne, Güney Karolina eyâleti Charleston kentinde kurulu Charleston Donanma tersanesi tarafından kızağa kondu. 28 Eylül 1934 tarihinde denize indirilen tekne "Navesink" ismi ve "W-88" borda numarası ile 5 Haziran 1935'te ABD Sahil Güvenliği’ne katıldı. Arama kurtarma, gümrük kontrol ve polis takviye görevlerinde kullanılan "Navesink", ilk olarak New York kentinde üslendi. Daha sonra 1943 yılında karargahı Virjinya eyaleti Norfolk kentinde bulunan 5. Donanma Bölgesi’ne tahsis edildi. II. Dünya Savaşı sırasında 1 Kasım 1941’de USS "Navesink" adı ile Amerikan Deniz Kuvvetleri’ne transfer olan gemi, 1945 Eylül ayında tekrar Sahil Güvenliği’ne katılmıştı.
1947 yılından itibaren New York'a geri dönen römorkör, 16 Haziran 1966’da Newark Kanalı’nda çarpışan "Texaco Massachusaetts " ve "Alva Cape" tankerlerine yardımcı oldu. 7 Eylül 1966 tarihinde New York limanında Alman yolcu gemisi "Hanseatic"’te çıkan yangına müdahale etti ve 25 Aralık 1967’de yine aynı limanda güvertesi yanan Norveç Dianet teknesine destek verdi. "Navesink" gemisi 30 Ekim 1968 tarihinde hizmet dışı kaldı ve 21 Mayıs 1970’de satıldı. Geminin tanımlaması II. Dünya Savaşı sonrası WYTM-88 olarak değiştirilmişti.
Diss
Diss, rap müziğinde rapçilerin birbirlerini yermek için söyledikleri parçalar. Hicvin hiphop kültüründeki benzeri. Genellikle küfür içerikli olur. Fakat gerçek anlamıyla "Diss" karşı tarafı sözcüklerin ve kaleminin gücüyle yenmektir. İngilizce 'Dissrespect' kelimesinden gelir. Rap argosunda diss söylemek; "diss atmak", "disslemek", "ayar vermek", "ayar atmak" veya "dişlemek" şeklinde ifade edilir. Diss atıldığında karşı taraf ona cevap veriyorsa buna "dissleşme" veya "dişleşme" denir.
Verda Erman
Verda Erman, (d.1944, İstanbul - ö. 21 Temmuz 2014, Paris) Türk piyanist.
Müzik öğrenimine İstanbul Belediye Konservatuvarında başladı. Rana Erksan ve Ferdi Statzer'in öğrencisi oldu. Müziğin yanında İstanbul Konservatuvarı'nda Leyla Arzuman'la bale çalışmalarında bulunmuştur. Sekiz yıl boyunca bale çalışan Erman daha sonra bir ropörtajında bu durum hakkında ""Bu çalışmaların müzik kavramımı da büyük bir şekilde etkilediğine inanıyorum."" diyecektir.
Kısa zamanda üstün yeteneğini belli eden Erman, olağanüstü yetenekli çocuklar için çıkartılmış olan 6660 sayılı yasa gereğince 1957 yılında Paris'e gönderildi. Paris Konservatuvarında piyano öğrenimini sürdürdü. Paris'te ilk olarak Lucette Descaves'in öğrencisi oldu. 1957-1958 ders yılında solfej sınıfından birincilikle mezun oldu. 1958 eylül ayında Paris Yüksek Millî Konservatuvarının piyano sınavını yüksek bir notla kazandı. 1959 haziran ayında 14 yaşındayken birincilik ödülü alarak yüksek piyano bölümünden mezun oldu. Kariyerini geliştirmek amacıyla ünlü piyanist ve pedagog Lazare Lévy ile çalıştı. Ayrıca özel olarak piyano eğitimine Descaves ve onun hocası Marguerite Long'la devam etti, Noel Gallon'dan armoni ve kontrpuan dersleri aldı.
Paris'te bulunduğu süre içinde başarılı konserler verdi. Yurda döndükten sonra Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eşliğinde birçok piyano konçertosunu seslendirdi, bazılarının Türkiye'de ilk seslendirilişini gerçekleştirdi.
1963 Kasım ayında Marguerite Long-Jacques Thibaud Uluslararası Piyano Yarışması'nda ""Paris Şehri Ödülünü"" kazandı. 1965'te Kanada Uluslararası Piyano Yarışması'nda ikincilik kazandı.Napoli’de Casella, New York'da düzenlenen Edgar Levintritt uluslararası piyano yarışmalarından ödüller kazandı. 1971'den sonra, dünyanın önemli müzik merkezlerine konuk sanatçı olarak davet edildi ve konserler verdi. Rudolf Serkin tarafından Marlboro (Vermont) Festivaline çağrıldı. Müzik merkezlerindeki ünlü orkestralar eşliğinde konçertolar çaldı. Belgrad, Paris, Montreal ve Bükreş'te başarılar kazandı.
1971 yılında Devlet Sanatçısı unvanı aldı. Aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın solist sanatçısı olan Erman, orkestranın Avrupa turnelerine birçok kez katılmış ve verdiği konserler dış basında övgüyle karşılanmıştır.
Dünyaca ünlü piyanist Verda Erman, 21 Temmuz 2014'te Paris'teki evinde lösemiden 70 yaşında vefat etti.
Cenazesi Paris'te yapılan törenle burada defnedildi.
Ayşegül Sarıca
Ayşegül Sarıca (d. 1935, İstanbul), Türk piyanist.
Türkiye’nin en tanınmış piyanistlerindendir. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın solistlerinden olan sanatıçı, 1971 yılında Devlet Sanatçısı unvanını almıştır.
1935 yılında İstanbul’un Moda semtinde dünyaya geldi. Anne tarafından Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’nın, baba tarafından Yıldız Sarayı’nın doktoru Arif Paşa’nın torunudur. . Moda’ya yerleşen ilk Türk ailelerden olan Sarıcalar, Eğriboz Adası’ndan İstanbul’a göç etmiş asker kökenli bir aile idi. Ayşegül Sarıca, Moda’daki Sarıca Arif Paşa Konağı’nda büyüdü; Almanca ve İngilizce öğrendi.
Piyano öğrenimine Ferdi Ştatzer ile başladı. |
Üç sene özel olarak, beş sene de İstanbul Belediye Konservatuvarı'nda Ferdi Ştatzer ile çalıştı. İlk solo konserini dokuz yaşında iken Kadıköy Halkevi’nde verdi. Okulu bitirdikten sonra anne ve babasıyla birlikte Paris'e giden Sarıca, 1951'de Paris Devlet Konservatuvarı sınavını kazandı. Bu kurumda Lucette Descaves ile piyano, Pierre Pasquier ile oda müziği çalıştı. 1953'te piyano bölümünden, 1954 yılında ise oda müziği bölümünden birincilikle mezun oldu. Aynı yıl Marguerite Long'un Müzik Akademisi'nde başladı. 1955 yılında Uluslararası Münih Piyano yarışmasında "Jüri Özel Ödülü", 1959'da M. Long-Jacques Thibaud Uluslararası Yarışması'nda "Paris Kenti Ödülü" 'nü aldı.
Yirmi yaşında sanat tarihçi Nejat Diyarbekirli ile evlendi; iki çocuk sahibi oldu.
Türkiye'de ve yurtdışında Karel Ancerl, Pierre Dervaux, Anatole Fistoulari, Louis Fourestier, Gotthold Lessing ve Heinz Walberg gibi dünyaca ünlü şeflerle konserler verdi. Konser verdiği ülkeler arasında Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Almanya, Avusturya, Belçika, Sovyetler Birliği, Macaristan, Çekoslovakya, İsveç, Norveç, Finlandiya ve Avustralya vardır.
Piyanist, 1968'den itibaren Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın solistliğini yaptı. Kendisine 1971'de ""Devlet sanatçısı"" unvanı verildi. 1974 yılında Fransız Kültür Bakanlığı'ndan “"Chevalier de I′Ordre des Arts et des Lettres"" madalyası ile onurlandırıldı.
Sanatçı, Bach ile başlayıp 20. yüzyılbaşına uzanan, romantik ağırlıklı bir dağarcığa sahiptir. Christian Ferras, André Navarra, Heinrich Schiff ve Aleksander Rudin gibi virtüözlerle resitaller vermiştir. Sanatçı, 1991’de Hikmet Şimşek yönetimindeki Macar Devlet Senfoni Orkestrası eşliğinde Cemal Reşit Rey’in “"Kâtibim"” çeşitlemelerinin kaydını gerçekleştirdi. Ayla Erduran ile yorumladığı Grieg, Debussy ve Franck’in keman-piyano sonatları, Gürer Aykal yönetiminde Ankara Oda Orkestarsı ile seslendirdiği Mozart’ın 15 ve 23. Konçertoları, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ile Beethoven’ın 3. ve 4. Konçertoları, Bilkent Senfoni Orkestrası ile Schumann’ın La Minör Piyano Konçertosu’nun kaydı, gerçekleştirdiği kayıtlar arasındadır. Solo piyano repertuvarı olarak Schubert ve Rahmaninov'un ""Müzikli Dakikaları"”'nı kaydetmiştir.
Ernő Dohnányi'nin "Bir Çocuk Şarkısı Üzerine Çeşitlemeler" 'inin (1975); Rahmaninov'un 4. Piyano Konçertosunun (1986) ve Dvořák'ın "Sol minör Piyano Konçertosu"nun (1999) Türkiye'deki ilk seslendirilişlerini gerçekleştiren piyanisttir. Sarıca ayrıca Çetin Işıközlü'nün "Ordu Senfonisi"'nin, Ali Darmar'ın Piyano Sonatının ve Prelüdlerinin ilk seslendirilişlerini gerçekleştirmiştir..
1991-2000 yılları arfasında Bilkent Üniversitesi'nde ders veren sanatçı, 1999'an itibaren İstanbul Teknik Üniversitesi Müzik İleri Araştırmaları Merkezi'nde öğrenci yetiştirmektedir.
2006 yılında İstanbul Kültür Sanat Vakfı Onur Ödülü almıştır.
Orhan Asena
Orhan Asena, (d. 7. Ocak 1922, Diyarbakır - ö. 15. Şubat 2001, Ankara) Türk oyun yazarı, şair, çocuk hastalıkları hekimi.
1950 sonrası Türk tiyatrosunun en önemli yazarlarından birisidir. Daha çok tarihi konuları ele alan eserler vermiş, çok üretken bir oyun yazarı olan Orhan Asena, “Türk tiyatrosunun Shakespeare’i” olarak anılır.
1922’de Diyarbakır’da dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Diyarbakır’da tamamladı. Çocuk yaşlarda şiir ve öykü yazmaya başladı. İlk tiyatro çalışmalarını lise yıllarında yaptı. İstanbul Üniversitesi tıp fakültesinden 1945'te mezun oldu. Anadolu'da hekim ve hükümet tabibi olarak görev yaptı. 1955'te çocuk hastalıkları uzmanı oldu. 12 Mart Muhtırası'ndan sonra Almanya’ya yerleşmek zorunda kaldı, sekiz yıl Almanya'da hekim olarak çalıştı, Türkiye’ye döndükten sonra Ankara’ya yerleşti, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nde edebî kurul üyesi ve başkanı olarak da görev yaptı.
Yazın dünyasına şiir ve hikâye yazarak giren ve ilk şiirleri Yaratış ve İstanbul dergilerinde yayımlanan Asena, zamanla oyun yazarlığına yöneldi. İlk oyunu "Tanrılar ve İnsanlar - Gılgamış", 1954-1955 tiyatro mevsiminde Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sahnelendi ve 1959'da da kitap olarak yayımlandı. 1960 yılında TDK tiyatro ödülünü alan bu yapıtı İngilizce, Fransızca, Almanca, İspanyolca, Rusça, İtalyanca dillerine çevrilmiştir.
Oyun yazarlığına devam eden Asena, kırkı aşkın oyun yazdı ve oyunları tüm Türkiye'deki sahnelerde oynandı. Oyunlarından yaklaşık yarısı kitap olarak yayımlandı. Eserlerinde başkaldırı teması ağır bastı. Atçalı Kel Memet'in hayatını işlediği Atçalı Kel Mehmet adlı oyunuyla TRT'den 1970 yılında başarı ödülünü aldı. Daha sonraları ise, İsmet Küntay Tiyatro Ödülü'nü, Avni Dilligil Tiyatro Ödülü'nü ve Türkiye İş Bankası Büyük Tiyatro Ödülü'nü kazandı. Tiyatro eleştirmenlerince "Türk tiyatrosunun Shakespeare'i" olarak tanımlanmıştır.
1998 yılında kültür bakanlığı tarafından "devlet sanatçısı" ünvânına lâyık görüldü. 2001 yılında Ankara'da vefât eden yazar, Cebeci asrî mezarlığında toprağa verildi.
2002’den itibaren Diyarbakır’da, Diyarbakır Devlet Tiyatrosu tarafından Orhan Asena anısına onun adını taşıyan "Yerli Oyunlar Festivali" düzenlenmektedir.
"Kurtuluş Savaşı’nda Efeler
Kısa çizgi
Tire ya da kısa çizgi (-); bir noktalama işareti. Tire sözcüğü Türkçeye Fransızca "tiret"ten geçmiştir.
Satıra sığmayan kelimeler bölünürken satır sonunda kullanılır. Bu tür kullanımda sözcükler heceler arasından bölünür:
UYARI: Satır sonundaki bileşik sözcükler iki kelime arasından değil, okunuşa göre heceler arasından bölünür:
UYARI: Satır sonunda ve satır başında tek harf bırakılmaz, gerekirse farklı bir heceden sonra bölünür:
UYARI: Satır sonunda kesme işareti (') varsa ayrıca tire işareti kullanılmaz:
NOT: Satır sonunda tire kullanımının sayfa düzeni ve kâğıt tasarrufu gibi avantajları olmakla birlikte, bilgisayarda yazılan metinlerde sayfa düzeni ve sözcük aralığı otomatik olarak ayarlandığı için, satır sonunda tire kullanımı gitgide azalmaktadır.
Kısa çizgi bir cümledeki ara sözleri ve ara cümleleri (parantez cümlelerini) ayırmak için paranteze benzer şekilde kullanılabilir. Bu kullanımda ilk sözcüğe ve son sözcüğe bitişik yazılır:
Dilbilgisinde kökleri ve ekleri ayırarak vurgulamak için kullanılır:
Fiil, kök ve gövdelerini göstermek için fiilden sonra kullanılır:
Ekleri gösterirken ekin başına konur:
Heceleri göstermek için kullanılır:
Kelimeler ve rakamlar arasında "-den -e kadar, ve, ile, ila, arasında" anlamları vermek için kullanılır. Bu tür kullanımda ilgili sözcük ve rakamlara bitişik yazılır.
Matematikte çıkarma (eksi) işareti olarak ve sıfırdan küçük değerleri göstermek için kullanılır:
Eski harfli metinlerin yeni yazıya aktarılmasında Arapça ve Farsça kurallara göre yapılmış tamlamaların, bileşik ve türemiş kelimelerin öğelerini ayırmak için kullanılır:
Kravat
Kravat, bir boyun bağıdır. Kelimenin aslı Fransızca cravate: Hırvatlar anlamında kullanılan "croates" veya "cravates"den gelmektedir. Hırvatlar, boyunlarına uzun bez kurdeleler takarlardı. Bundan dolayı çeşitli kumaş ve derilerden yapılmış boyuna takılan ve kendine has bağlama şekli olan boyun bağlarına da kravat denmiştir. Türkiye'de ilk defa Tanzimattan sonra değişik tipte görülen kravata zamanla alışılmış ve erkek giyiminin bir parçası haline gelmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu içinde kravat takan ilk padişah Sultan Abdülmecid olarak biliniyor. Batılılaşma hareketleri etkisinde öncelikle aydınlar arasında kendine yer bulan kravat, padişahın da tercih doğrultusunda devlet dairelerine girmiş oldu.
Bodrum Antik Tiyatrosu
Antik Tiyatro, Klasik çağdaki Bodrum'dan günümüze ulaşabilen tek yapıdır. Bodrum'un ortasındaki Göktepe dağının güney eteklerindeki bu tiyatro, Anadolu'nun en eski tiyatrolarından biridir. 1960'larda bir grup Türk tarafından restore edilen bu tiyatro, (En son restarasyonu Bodrum Belediyesi, Ericsson ve Turkcell iş birliği ile gerçekleştirilmiştir) günümüzde de Bodrum'daki birçok festivale sahne olmaktadır.
Tiyatronun ilginç nitelikleri arasında, oyunlardan önce Dionysos uğruna kurbanların kesildiği sunağı ve bazı koltukların arasındaki, belki de gölgelik olarak kullanılmış olabilecek delikler vardır. Her koltuk arasında 40 cm.'lik bir mesafe bırakılmış olan tiyatro 13.000 kişi kapasitelidir.
ATLAS deneyi
ATLAS deneyi, (A Toroidal LHC ApparatuS) Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi'nde (CERN) 10 Eylül 2008'de deneyine başlanmış olan LHC hızlandırıcısında kurulan altı deneyden biridir. Diğerleri CMS deneyi, LHCb deneyi, LHCf deneyi Alice deneyi ve Totem deneyi'dir. ATLAS ve CMS genel amaçlı, LHCb b-fiziği üzerine, LHCf deneyi astroparçacıklar (kozmik ışın) fiziği, Alice ağır iyon fiziği ve Totem ise toplam tesir kesiti ölçümü üzerinedir.
Deneyin göbeğinde proton demetleri çarpıştıkları zaman, farklı enerjilerde birçok temel parçacığın ortaya çıkması beklenmektedir. ATLAS deneyi şimdiye dek gözlenmiş veya gözlenmemiş birçok parçacığı izlerini, enerjilerini, momentumlarını ölçecek şekilde genel amaçlı olarak tasarlanmıştır. LHC nin çarpışma enerjisi olan 14 TeV ve ışınlığı olan 10 p/cm²/s daha önceki deneylerde ulaşılmamış özelliklerdir. Bu zor şartlar, ATLAS deneyini şimdiye dek yapılmış bütün parçacık fiziği deneyleri arasında en büyüğü ve en karmaşığı olmaya itmiştir.
Deneylere büyük medya ve bilim dünyasının ilgisi dünyanın sonu kehanetleri arasında başlandı (2008). Lakin gerçekleşen aksilikler ve kazalar sonucu 2009 yılının neredeyse tamamı deney aletinin tamiratlarıyla geçti. ATLAS deneyi, 2012 yılı temmuz ayında CMS ile brlikte Higgs Bozonunun gözlemlendiği iki LHC deneyinden biri olarak tarihe geçti. Süpersimetrik parçacıklara dair anlamlı bilgilerin toplanması için bir süre daha bekleneceği tahmin edilmektedir.
ATLAS deneyi Standart Modeli deneysel olarak tamamlamak için gereken Higgs bozonunu keşfetmek dışında, top kuark ile ilgili detaylı araştırmalar yapmayı da amaçlar. Bunun dışında yeni fizik modelleri (Süpersimetri, BBT, Ek Boyutlar), mikro kara delikler(bu sayede büyük devasa kara deliklerin yapısını anlatabilme adına), evrendeki madde-karşım |
adde oransızlığı da araştırılacak konular arasındadır([karşıt madde oluşturmak içinde aynı zamanda deneyler sürdürülmekte ve kimi söylentilere göre üretilmiştir]).
ATLAS deney ölçüm aleti, iz ölçen iç dedektör, enerji ölçen kalorimetre ve muon odalarından başka süperiletken mıknatıs sistemi ve veri tetikleme, toplama ve kayıt sistemlerinden oluşur.
44 m boyunda, çapı 22 m olan bir silindir şeklindedir. Ağırlğı 7.000 ton olan bu cihaz, yerin 100m altında dünyadaki en büyük insan yapısı mağarada çalışacaktır.
Proton demet borusundan radial yönde 1,5 cm den başlayarak 1,2m ye dek uzaklaşan 3 ayrı kısımdan oluşur. Görevi yüklü parçacıkların bıraktıkları izleri kaydederek momentum bilgisine ulaşmayı sağlamaktır. Bunu solenoid manyetik alan yardımı ile yapar. En içte Pixel, ortada SCT ve dışta TRT vardır.
Geçiş ışınımı iz sürücüsü(Transition radiation tracker,TRT), İç algılayıcnın(Inner Detector) en dış kısımında bulunan bileşenidir. TRT straw iz sürücüsü ve geçiş ışınımı radyasyonu algıcı olmak üzere iki bileşenden oluşur.
Buraya kadar ulaşabilen parçacıkların enerjisi ölçen kısımdır. En dışta bulunan muon dedektörlerine coğunlukla sadece muonlar ulaşabilir. Bu kısmın görevi, muonların manyetik alandaki yollarını izleyip, momentumlarını ölçmektir. Yüklü parçacıkların yollarını momentumları ile ters orantıli bir eğri haline getirmeyi amaçlayan süperiletken 3 ayrı elektro-mıknatıs sistemi vardır.
Proton çarpışmalarında ortaya çıkan en ilginç olayları hızla bulmayı ve bu olaylara ait bütün verileri bir merkezde toplamayı amaçlayan sistemdir.
Donanım temelli tetikleyicidir. Her saniye meydana gelecek yaklaşık 1 milyar proton proton etkileşiminden ilginç olan 75-100 bin olayı ikinci seviyeye aktarır. Tetiklemenin gerçekleştiği her olay için dedektörlerin faaliyete geçmiş olan kısımlarını belirler.
Yazılım temelli tetikleyicidir. Birinci seviyenin belirlemiş olduğu kısımlarda çalışarak, daha hassas seçimler yapar ve üçüncü seviyeye saniyede yaklaşık 1000 kadar olayı aktarır.
"Olay filtresi" olarak da adlandırılan yazılım temelli tetikleyicidir. Her saniye, ikinci seviyeden gelen olaylardan 200 kadarını kaydeder.
Büyük Hadron Çarpıştırıcısı
Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (LHC, İngilizce "Large Hadron Collider") dünyanın en büyük ve en güçlü parçacık çarpıştırıcısı, şimdiye kadar inşa edilmiş en büyük, en karmaşık deneysel tesis ve dünyadaki en büyük tek makine. Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi (CERN) 1998 ve 2008 yılları arasına 100'ü aşkın ülkeden 10.000 bilim insanı ve mühendisin yanı sıra 100'ün üzerinde üniversite ve laboratuvarın katılımıyla inşa edildi. Maddeyi yüksek sıcaklık ve yüksek yoğunlukta incelemek için tasarlanmıştır ve böylece Büyük Patlama'dan hemen sonra oluşan plazma ortamındaki kuark-gluon birleşimleri gerçekleşebilir ve bu sayede mezon ve baryonlar oluşabilir. 175 m derinliğinde, Fransa-İsviçre sınırının altında ve Cenevre, İsviçre yakınlarında olup uzunluğunda bir tünel çevresinde uzanır. İlk araştırması 30 Mart 2010 ve 13 Şubat 2013 arasında daha önceki çarpıştırıcı dünya rekorundan yaklaşık 4 kat daha fazla, demet başına 3.5 teraelektronvolt'luk (TeV) ( toplamda 7 TeV) bir enerji ile, 2012'den itibaren demet başına 4 TeV'e çıkarak (toplamda 8 TeV) gerçekleşti. 13 Şubat 2013'de LHC'nin ilk çalışması resmi olarak sonlandırıldı ve planlı yükseltmeler için faaliyeti sonlandırıldı. Yükseltilmiş çarpıştırıcıda 'test' çarpıştırmaları 5 Nisan 2015'te yeniden başladı, 20 Mayıs 2015'te demet başına 6.5 TeV'e ulaştı (toplamda 13 TeV, şimdiki dünya rekoru). İkinci araştırması 3 Haziran 2015'te başlamıştır.
Sistem iki yıllık modernizasyonun ardından, iki katına çıkartılmış enerji seviyesiyle, 5 Nisan 2015 tarihinde yeniden çalıştırıldı. Bilim insanları 20 Mayıs 2015'te protonları 13 TeV’ta çarpıştırarak ilk rekorunu kırdı. Daha önce 2012 yılında en yüksek 8 TeV’de çarpışma başarılmıştı.
Son olarak 2016 yılında bu projenin 300TB boyutunda verisi, halka açık hale getirilmiştir.
Spyaxe
Spyaxe Ekim 2005'den itibaren aktif olan adware. İngilizce "social engineering" tuzak tekniğini kullanarak bilgisayar kullanıcılarına zarar vermektedir.
Kendisi Spytrooper adlı bir başka internet virüsüyle birlikte hareket ediyor. Aniden bir resme tıklanırsa sahte haber veriyor. Bu haberde , "bilgisayarınıza tehlikeli bir virüs girdi hemen altdaki antivirüs programına basın" deniliyor. Ancak bu yapılırsa Sytrooper adlı bir başka virüs de ekleniyor. Kullanıcıdan bir miktar para isteniyor.
Galata
Galata, İstanbul'un Beyoğlu ilçesinin tarihi açıdan zengin bir semtidir.
Genel olarak Beyoğlu'nun alt tarafı, yani Azapkapı, Tophane ve Galata Kulesi'nin arasında kalan bölge olarak tarif edilebilir. Bölgenin nüfusu artınca özellikle 19. yüzyılda yerleşim yerleri yukarıya doğru yayılmıştır. Yapılan elçilik binaları da yukarı kısmın büyümesinde etkili olmuştur. Galata, uzun yıllar boyunca rıhtımıyla ülkenin dışa açılan bir kapısı olmuştur. Tarihî olarak denizcilerin bir uğrak yeri olma niteliğini taşımıştır. II. Mehmed'in İstanbul'u fethinden önce bir Ceneviz kolonisi olan bölge, Osmanlılara barış ile teslim edildiği için geniş ölçüde ayrıcalıklar tanınmıştır ve bu durum Osmanlı İmparatorluğu'nun sonuna kadar devam etmiştir. Semti çeviren surlar 19. yüzyılda yıkılmıştır.
Kentin en önemli tarihi eserlerinden biri Galata Kulesi'dir. Galata'da sinagoglar ve Rum, Ermeni ve Gürcü kiliseleri mevcuttur. Eski yıllarda bunlardan en bilineni Aziz Petre Gürcü Kilisesi'ydi. 1671 tarihinde mevcut olduğu bilinen Zülfaris Sinagogu, 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi, olarak 25 Kasım 2001'de açılarak hizmete girmiştir.
İlteriş Sun
İlteriş Sun, (doğum 1961, Ankara) Müzisyen ve Müzik Eğitmeni.
İlteriş Sun, 1971’de Ankara Devlet Konservatuarı Piyano Bölümü’ne girdi. Mithat Fenmen ve Prof. Kamuran Gündemir ile çalıştı. 1974’de İzmir Devlet Konservatuarı Kompozisyon Bölümü’ne girdi.
Babası olan besteci Prof. Muammer Sun ile armoni, kontrpuan ve füg çalıştı. 1979’da İzmir Devlet Konservatuarı Kompozisyon Bölümü yüksek devreden mezun oldu. 1991 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Kompozisyon Ana Sanat Dalı Yüksek Lisans devresinden mezun oldu.
1979 - 1980 öğretim yılından beri MSGSÜ İstanbul Devlet Konservatuarı’nda öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır.
2009 yılından itibaren Haliç Üniversitesi Konservatuvar Opera ve Konser Şarkıcılığı bölümünde öğretim görevlisidir.
“Yarı Zamanlı,Genç Senfoni, Büyük Orkestra ve Solistleri Karma Orkestrası (120 Kişi) Şefliği 6 Mayıs Konservatuvar Bayramı
Müzikallerden Seçmeler (Tophane-i Amire Kültür Merkezi)
Nevit Kodallı
Prof. Dr. Mehmet Nevid Kodallı (d. 12 Ocak 1925, Mersin - ö. 1 Eylül 2009, Mersin) Türk besteci, kompozitör, müzik eğitmeni.
Cumhuriyet dönemi ikinci kuşak bestecilerindendir. Devlet Sanatçısı unvanına sahip besteci, özellikle ses ve sahne müzikleri ile tanınır. Mustafa Kemal Atatürk'ün naaşı Etnografya Müzesi'nden Anıtkabir'e taşınırken seslendirilen Atatürk Oratoryosu'nun bestecisidir. Gılgamış Operası, Van Gogh Operası, Hürrem Sultan Balesi tanınmış eserlerinden bazılarıdır.
12 Ocak 1925'te Mersin'de dünyaya geldi. Beş çocuklu bir ailenin en küçüğü idi. Annesi Giritli bir ailenin kızı olan Melek Hanım, babası Ziraat Bankası müdürü Rıfat Bey'dir. İlk müzik derslerini keman ve viyolensel çalan ağabeyi Hayri Kodallı'dan aldı. Ortaokuldaki müzik öğretmeni İrfan Sermer müzik yeteneğinin gelişmesine katkıda bulundu.
Ortaokulu Mersin’de bitiren Nevit Kodallı, 1939 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı Kompozisyon bölümüne girdi. Necil Kazım Akses ile kompozisyon, Ferhunde Erkin’le piyano, Ernst Preatorius ve Hasan Ferit Alnar’la teori ve müzik tarihi çalıştı. Beste yapmaya konservatuvardaki öğrencilik yıllarında başlayan Kodallı'nın bir konserde seslendirilen ilk eseri 1942 yılında konservatuvaron son sınıfında iken piyano için yazdığı ve aynı yıl Bülent Arel tarafından seslendirilen ""Ballad""'dır. Öğrencilik yıllarında piyanonun yanı sıra viyola, alto saksafon ve bağlama çalmayı öğrendi. Ancak asıl çalgısı piyano idi ve ilk bestelerini de piyano için besteledi. 1945 yılında sınıf atlama sınavı için bestelediği ""Yaylı Çalgılar İçin Altılı"", ertesi yıl Ankara Radyosu'nda seslendirildi. Öğrenciliği sırasında bestelediği eserler arasında büyük senfoni için ""Do Majör Senfoni"" (1946), yedi şiir üzerine yazdığı ""7 poem"" (1947) adlı eserler yer alır.
Konservatuvarın ileri devresini 1947’de bitiren besteci, 1948’de Millî Eğitim Bakanlığı’nın açmış olduğu Avrupa Konkuru’nu birincilikle kazandı ve devlet bursuyla Fransa’ya gönderildi. Paris’te Ecole Normale'de Musique’de Arthur Honegger’in kompozisyon, Jean Fornet’nin orkestra şefliği öğrencisi olarak çalışan Kodallı, ayrıca Nadia Boulanger’den özel dersler aldı.
Paris’te çok verimli bir dönem geçiren Kodallı’nın 1946'da bestelediği orkestra suiti, 1948'de Prag Senfoni Orkestrası tarafından seslendirildi. Paris'te tamamladığı ""1. Senfoni"", 1950'de Ankara'da Cumhur Filarmoni Orkestrası tarafından, 1949’da yine Paris’te şan ve piyano için bestelediği “"Pastiches"” (Benzetmeler) adlı eseri Aydın Gün tarafından Paris Radyosu’nda, ""Yaylı Çalgılar için Sinfonietta"" adlı eseri 1950'de Darmstad Opera Orkestrası tarafından seslendirildi. Hocası Ferhunde Erkin'e ithaf ettiği piyano eserini 1950 yılında tamamlayan besteci, Atatürk için bir oratoryo besteleme düşüncesi ile konservaturda edebiyat öğretmeni olan Cahit Külebi'den bir oratoryo metni istedi. Paris'teki öğrencilik döneminin sonunda kendisine ulaşan metni bestelemeyi 1951 sonlarında tamamladı.
Kodallı, 1953 yılında Türkiye'ye döndü ve Ankara Devlet Konservatuvarı’nda kompozisyon öğretmenliğine getirildi. O yıl, Atatürk’ün naaşının Etnografya Müzesi’nden Anıtkabir’e nakli törenlerinde Cahit Külebi’nin bir şiiri üzerine bestelediği Atatürk Oratoryosu ilk kez seslendirildi. 1994 yılında kadar görev yaptığı konservatuvarda öğretmen olarak çağdaş Türk kompozitörlerden Doç.Turgay Erdener başta olmak üzere birçok ünlü bestecinin yetişmesini sa |
ğladı. 1989 – 1993 arasında okulun müzik ve müzikoloji bölümü başkanlığı yaptı.
1954 yılında Yapı Kredi Bankası’nın açtığı yarışmayı şan ve piyano için bestelediği “"2 Lied"” adlı eseri ile kazandı. Aynı yıl Orhan Asena’nın Gılgamış Destanı’ndan esinlenerek yazdığı, Cüneyt Gökçer’in sahneye koyduğu “Tanrılar ve İnsanlar” adlı tiyatro eserine sahne müziği yazdı. O yıl ayrıca Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde orkestra şefi olarak görev yaptı.
1955 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı’ndaki görevinden geçici olarak izin aldı ve Ankara Devlet Tiyatrosu’nda çalışmaya başladı. Bu kurumdaki görevi sırasında 250’yi sahne müziği yazarak bunların seslendirilmesini üstlendi. Bu çalışmalar ona opera bestelemek için gerekli deneyimi kazandırdı.
1955 – 1991 yılları arasında Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde orkestra şefliği yaptı. Operada idari görevler de aldı. 1971 – 1981 yılları arasında Devlet Balesi’nde yönetmenlik yaptı.
Besteci, ilk özgün operası Van Gogh’u 1956’da tamamladı. Eser, 1957’de sahnelendi. 1958’de Antigone adlı tiyatro eseri için bale-pandomim müziği yazdı; ancak eser sahnelenmedi.
1960 yılında Olcay Şıhman ile evlendi. Bu evlilikten Nihat (1962) ve Murat (1967) adlı iki oğlu dünyaya geldi. Nihat Kodallı tıp doktoru olurken, Murat Kodallı babası gibi meslek olarak müziği seçti.
Gılgamış Operası’nı 1960 yılında bestelemeye başlayan Kodalı, 1963 yılında eseri tamamladı; 1964 yılında ilk sahnelenişi gerçekleşti.
1967’de tekrar çalgı müziğine yöneldi. “"İkinci Yaylı Sazlar Kuvarteti""’ni ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın siparişi üzerine “"Telli Turna Suiti"”’ni besteledi.
“"Ebru"” adlı piyano kanteti (1971), “"Anıtkabir"” ve ”"Sultanahmet"” adlı ses ve ışık gösterileri için müzikler (1972), “"Güzelleme Suiti"” (1973), “"Cumhuriyet Kantatı"” (1973), “"Hürrem Sultan Balesi"” (1976) , ""Viyolensel Konçertosu"” (1983) çalgı müziği alanındaki başlıca yaratılarıdır.
2001 yılında A.Kadir Paksoy'un Hacı Bektaş Destanı üzerinde çalışmaya başladı ise de, bu oratoryo çalışması yarım kalmıştır.
1981 yılında Devlet Sanatçısı unvanı verilen Nevit Kodallı, 1985 yılında profesörlüğe yükseldi. 1980 yılından itibaren Çukurova Üniversitesi bünyesinde Kompozisyon Bölümü Kurulması için çabaladı ve 1989’da bölümün açılmasını sağladı. Aynı yıl Ankara’da Polifonik Korolar Derneği’ni kurdu.
Emekli olduktan sonra Mersin’e yerleşerek Çukurova Devlet Konservatuvarı’nda dersler verdi ve Mersin Filarmoni Derneği’nin danışmanlığını yaptı. Sanatçı, 1997'de Sevda-Cenap And Vakfı tarafından ""Onur Ödülü Altın Madalyası"" ile ödüllendirildi. Erdoğan Okyay tarafından hakkında ""Nevit Kodallı: Türkülerden Oratoryoya"" (1998), Evin İlyasoğlu tarafından "Mersin'den Yükselen Çağdaş Bir Ses: Nevit Kodallı" adlı kitap yazılmıştır.
01 Eylül 2009'da kalp krizi nedeniyle hayatını kaybetti. Cenazesi, Mersin Asri Mezarlığı'na defnedildi.
Mersin Güzel Sanatlar Lisesi'ne bestecinin adı verilmiştir. Mersin Polifonik Korolar Derneği tarafından 1998'den bu yana düzenlenen Çoksesli Korolar Festivali, Nevit Kodalı'nın adını taşır.
"(Nevit Kodallı’nın ayrıca 250 dolayında tiyatro müziği, çok sayıda marş ve çocuk şarkısı vardır.)"
Kloroplast
Kloroplast, fotosentezin gerçekleştiği sitoplazmik organeldir.Bitkilerin sadece yeşil kısımlarında bulunur.Bitkide besin ve oksijen üretilmesini sağlar. Genellikle yeşil renkli olduğu için bitkilerin çoğunun yeşil renkli olmasının temel sebebidir.
Çift katmanlı zarla çevrilidir. İç katman fotosentez pigmentleri enzimleriyle klorofil içeren yassı keseciklere dönüşmüştür. DNA içeren kloroplastlar, bağımsız işlev gören ve kendi kendine çoğalan bir yapıdır.
Kloroplastta fotosentezi gerçekleştirmek üzere hazırlanmış tillakoidler, iç zar ve dış zar, stromalar, enzimler, ribozom, DNA gibi oluşumlar bulunur. Bu oluşumlar hem yapısal hem de işlevsel olarak birbirlerine bağlıdırlar ve her birinin kendi bünyesinde gerçekleştirdiği son derece önemli işlemler vardır. Örneğin kloroplastın dış zarı, kloroplasta madde giriş-çıkışını kontrol eder. İç zar sistemi ise "tillakoid" olarak adlandırılan yapıları içermektedir. Disklere benzeyen tillakoid bölümünde pigment (klorofil) molekülleri ve fotosentez için gerekli olan bazı enzimler yer alır. Tillakoidler "grana" adı verilen kümeler meydana getirerek, güneş ışığının en fazla miktarda emilmesini sağlarlar. Bu da bitkinin daha fazla ışık alması ve daha fazla fotosentez yapabilmesi demektir.
Bunlardan başka kloroplastlarda "stroma" adı verilen ve içinde DNA, RNA, ribozomlar ve fotosentez için gerekli olan enzimleri barındıran bir de sıvı bulunur. Kloroplastlar sahip oldukları bu DNA ve ribozomlarla hem kendilerini çoğaltırlar, hem de bazı proteinlerin üretimini gerçekleştirirler.
Klorofil ve diğer pigmentler bu iç membran sistemine yerleşmiş olarak bulunurlar. Fotosentezin ışık reaksiyonları ile buna bağlı elektron taşınım reaksiyonları granada gerçekleşir. Stromada ise fotosentetik karbon çemberi (Calvin çemberi) enzimleri, ribozomlar ve kloroplasta ait DNA yerleşmiştir. Bundan başka yine stromada çeşitli granüller, lipid damlacıkları, primer nişasta taneleri ve veziküller de bulunabilir.
Işık enerjisinin emilimini CO alınımı CO'den karbonhidrat oluşumu ve O oluşumu olayları hep kloroplastta gerçekleşir.
Işıktan faydalanarak Adenozin trifosfat'nin fosfat bağlarındaki enerjiyi, hücrede kullanılabilecek enerjiye çevirir. Adenozin trifosfat'ı kullanarak karbonun hücre için gerekli organik maddelere dönüştürülmesini sağlar.
Bitkiye yeşil rengi verir.
Ve aynı zamanda Dünya havasını temizler.
Svalbard
Svalbard, Kuzey Buz Denizi'nde Norveç'e bağlı takımadadır. İdarî merkezi olan Longyearbyen, Dünya üzerinde bulunan en kuzeydeki idarî merkez olma özelliğini taşır. 1900'lü yılların başlarında yapılan bir antlaşma ile 40 kadar ülkenin adada yerleşim kurmasına hak tanınmıştır. Günümüzde bu hakkı sadece Norveç ve Rusya kullanmaktadır. İnsan cesedinin Dünya üzerinde hemen hemen hiç bozulmadan kaldığı nadir yerlerdendir.
Adaların %60'ı buzullardan oluşmakta ve adalarda pek çok dağ ile fiyort bulunmaktadır.
Svalbard'da iklim, son onyıllarda bütün kutupsal bölgelerde olduğu gibi eskiye nazaran ısınmıştır. Bugün artık Svalbard adalarının etrafını gemiyle dolaşmak mümkündür. Hızlı eriyen buzdan dolayı artık avlanacak yerleri yeterince bulamayan buz ayılarının açlıktan ölmeleri tehlikesi mevcuttur.
Hücre çekirdeği
Hücre çekirdeği ya da nükleus, ökaryot hücrelerin çoğunda bulunan zarla kaplı bir organeldir. Hücrenin genetik bilgilerinin çoğu, hücre çekirdeğinin içinde katlı uzun doğrusal DNA molekülleri ile histon gibi birçok proteinin bir araya gelerek oluşturduğu kromozomlarda bulunur. Bu kromozomların içindeki genler hücrenin çekirdek genomunu oluşturur. Hücre çekirdeğinin işlevi bu genlerin bütünlüğünü devam ettirmek ve gen ekspresyonunu düzenleyerek hücre işlevlerini kontrol altında tutmaktır. Çekirdeği çıkarılan her hücre bir süre sonra ölür.
Çekirdeğin ana yapı elemanları, organelin tamamını kaplayan çift katmanlı bir zar olan ve içindekileri hücre sitoplazmasından ayrı tutan çekirdek kılıfı ile hücrenin tamamına destek sağlayan hücre iskeletine benzer ve çekirdeğe mekanik destek sağlayan ağ yapısındaki hücre lâminasıdır. Birçok molekülün çekirdek kılıfından geçememesi nedeniyle, moleküllerin hareketini sağlamak için çekirdek gözenekleri gerekir. Bu gözenekler çekirdek kılıfının her iki katmanını da geçer ve küçük moleküller ile iyonların serbest dolaşmasını sağlayan bir kanal oluştururlar. Proteinler gibi daha büyük moleküllerin hareketi daha kontrollüdür ve taşıyıcı proteinler tarafından kolaylaştırılan etkin bir taşıma işlemi gerektirir. Gözenekler sayesinde olan hareket hem gen ekspresyonu hem de kromozom sürekliliği için gerekli olduğundan çekirdek taşınımı hücre işlevi için çok büyük önem taşır.
Her ne kadar hücre çekirdeği içinde zarla kaplı cisimler bulunmasa da içindekiler aynı yapıda değildir ve özgün proteinler, RNA molekülleri ve DNA kümeleri gibi daha küçük cisimler bulunur. Bu cisimlerin içinde en çok bilineni ribozomların birleşmesinde görev alan çekirdekçiktir. Ribozomlar, çekirdekte üretildikten sonra sitoplazmaya taşınır ve orada mRNA’yı dönüştürürler.
Hücre çekirdeği bulunan ilk organeldir ve 1802’de Franz Bauer tarafından tanımlanmıştır. Daha sonra 1831 yılında İskoçyalı botanikçi Robert Brown tarafından Linnean Society of London’da yapılan bir konuşmada daha ayrıntılı olarak tanımlanmıştır. Mikroskopla orkideleri inceleyen Brown çiçeğin dış katmanlarındaki hücrelerde gözlemlediği donuk alana "areola" ya da "nükleus" (çekirdek) adını vermiştir. Ancak olası bir işlev önermemiştir. 1838 yılında Matthias Schleiden hücre çekirdeğinin hücrelerin oluşmasında rol aldığını önererek "hücre kurucu" anlamına gelen "sitoblast" adını kullanmaya başladı. "Sitoblastların" etrafında yeni hücrelerin biriktiğini gözlemlediğine inandı. Hücrelerin bölünerek çoğaldığını göstermiş olan ve pek çok hücre tipinde çekirdek olmadığına inanan Franz Meyen bu görüşe şiddetle karşı çıkıyordu. Hücrelerin "sitoblast" ya da başka yolla baştan oluşması düşüncesi, hücrelerin yalnızca hücreler meydana geldiği paradigmasını ("Omnis cellula e cellula") yayan Robert Remak (1852) ve Rudolf Virchow’un (1855) çalışmaları ile tezat oluşturuyordu. Hücre çekirdeğinin işlevi belirsiz olarak kaldı.
1876 ve 1878 yılları arasında Oscar Hertwig, deniz kestanesi yumurtalarının döllenmesi üzerine yayımladığı çeşitli çalışmalarında sperm çekirdeğinin oosit içine girerek çekirdeğiyle kaynaştığını gösterdi. Bireyin tek çekirdekli bir hücreden gelişebileceği bu çalışmalar ile ilk defa olarak önerilmiştir. Bu teori Ernst Haeckelin, bir türün tüm soyoluşunun ("phylogeny") embriyo gelişmesi sırasında tekrarlandığını, ve bu süreçte ilk çekirdekli hücrenin de "Monerula" adı verilen yapısız öncül mukus kütlesinden ("Urschleim") yeniden oluştuğu teorisi ile çelişiyordu. Bu nedenle döllenme için sperm çekirdeğinin gerekliliği uzun bir süre tartışılmıştır. Ancak Hertwig gözlemlerini amfibyumlar |
ve yumuşakçalar gibi diğer hayvan grupları üzerinde de doğruladı. Eduard Strasburger de aynı sonuçlara bitkiler için ulaştı (1884). Bu çalışmalar hücre çekirdeğine kalıtımda önemli bir görev verilmesi fikrine yol açmıştır. 1873 yılında August Weismann kalıtımda ana ve baba eşey hücrelerinin eşdeğerde olduklarını koyutunu ileri sürdü. Hücre çekirdeğinin genetik bilgiyi taşıma işlevi ancak daha sonraları, mitoz bölünmenin keşfinden ve Mendel yasasının 20. yüzyılın başlarında tekrar bulunarak kalıtımda kromozom teorisinin oluşturulmasından sonra açığa kavuşmuştur.
Turhan Çömez
Turhan Çömez, (d. 1965, Gönen, Balıkesir) Türk genel cerrahi uzmanı ve siyasetçidir.
İstanbul Tıp Fakültesi mezunudur. Erzurum 1 Nolu Sağlık Ocağı'nda Koruyucu ve Halk Sağlığı Hekimliği, Bandırma Devlet Hastanesi'nde Acil Birim Hekimliği, Vakıf Gureba Hastanesi'nde Genel Cerrahi Uzmanlığı yapmıştır.
22. Dönem AKP Balıkesir milletvekilidir. Adalet ve Kalkınma Partisi'nde Genel Başkan Özel Kalem Müdürlüğü ve Danışmanlığı görevini yürütmüştür. Evli, 2 çocukludur.
AK Parti içerisindeki çıkışlarıyla bilinir. Parti grup toplantısı basına kapalı bölümünde seçim bölgesine kaynak aktarımında ve Gemlik Gübre A.Ş.'nin özelleştirilmesindeki uygulamalar konusunda Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'a yönelttiği eleştiriler ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a yakın Atasay Kuyumculuk'un sahibi Cihan Kamer'e işaret ederek değerli taş ithalatında verginin sıfırlanmasına ilişkin olarak dile getirdiği sorular nedeniyle, 28 Şubat 2008 tarihinde disiplin kuruluna sevk edildi. AK Parti Müşterek Disiplin Kurulu, "partiyi küçük düşürdüğü gerekçesiyle" Turhan Çömez'i 8 Nisan 2008'de partiden ihraç etti.
Ankara Enstitüsü adlı siyaset üstü düşünce kurumunu oluşturdu ve burada çalışmalara devam etmektedir. 1 Temmuz 2008'de Ergenekon adlı örgüt soruşturması kapsamında hakkında yakalama emri çıkarıldı. Fakat İngiltere'de dil eğitimi gördüğü için yakalanamadı. İngiltere'de siyasi sığınma talebinde bulunmuş, bu başvurusu kabul edilmiştir. Kendisine 2011 yılında 5 yıllık iltica statüsü verilmiştir.
Orhan Seyfi Terzibaşıoğlu
Orhan Seyfi Terzibaşıoğlu (d. 1947, Muğla), 22. Dönem Adalet ve Kalkınma Partisi Muğla milletvekili.
Marmara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi mezunudur. Yatağan Sağlık Ocağı ve Muğla SSK Hastanesi'nde ve serbest bazda diş hekimliği yapmıştır. Hasan Özyer 'in ANAP 'a katılmasından sonra, ilgili dönemde AK Partinin tek Muğla milletvekili olarak görev yapmıştır. Evli, 3 çocuk babasıdır. İngilizce ve Almanca bilir.
Karbonhidrat
Karbonhidrat, canlının yapısına katılmayan uzun süreli dozaj etkisi yaratan bir maddedir. Aktif aldehit veya keton grubuna sahip polihidroksi alkoller veya hidroliz edildiklerinde bu maddeleri veren bileşikler olarak tanımlanabilir.
Bütün canlı hücrelerde bulunur. Doğada genellikle büyük moleküller halindedir. Vücuda alınan bu büyük moleküllerin hücrelere iletilmesi için canlı tarafından sindirilmesi ve uygun molekül büyüklüğüne kadar parçalanması gerekir. Karbonhidratlar birinci dereceden enerji verici olarak kullanılırlar. Karbonhidratlar en çok ekmek, makarna, fasulye, patates, kepek, pirinç, tahıl ve hububat içinde bulunurlar. Karbonhidratlar vücutta en çok bulunan üçüncü besin maddesidir. Yapı taşları glikozdur. Depo şekli hayvanlarda glikojen bitkilerde ise nişasta şeklindedir. Kimyasal sindirimi ağızda başlar. DNA, RNA ve ATP'nin yapısına katılır.
Monosakkaritler sindirimle (hidroliz) daha küçük birimlere parçalanamayan şekerlerdir. Karbonhidratlar içerisinde hücre zarından sadece monosakkaritler geçebilir. Besinler ile alındıklarında sindirilmeden kana geçerler. Dehidrasyon ile disakkarit veya polisakkarit olabilirler. Monosakkaritler içerisindeki karbon sayılarına göre gruplandırılır.
Suda çözünürler, tatlıdırlar ve hücre zarından kolaylıkla geçebilirler. En önemli üç çeşidi vardır. Bu üç çeşidin kapalı formülleri CHO olmasına rağmen açık formülleri farklıdır. İzomerdirler. Dolayısıyla kimyasal ve fiziksel özellikleri de farklıdır. Hekzoslardan en önemli üçü glikoz, fruktoz ve galaktoz olarak sıralandırılabilir. Glikoz, üzüm şekeri veya kan şekeri olarak da adlandırılır. Tüm canlıların yapısında bulunur. Ototroflar glikozu kendileri üretirken, heterotroflar hazır olarak alırlar. Ayıracı Fehling (Benedict) çözeltisidir. Tuğla kırmızısı renk oluşturur. Glikozun kandaki oranı 100 ml'de 70–110 mg'dır. Kandaki glikoz oranı sınırların altına düştüğünde açlık hissi oluşur. Tüm disakkarit ve polisakkaritlerin yapısına katılır.Fruktoz, meyve şekeri olarak da adlandırılır. Meyvelerde bol oranda bulunur. Sentezini yapabilenler bitki hücreleridir. Disakkaritlerden sakkarozun yapısına katılır. Galaktoz, süt şekerinin yapısına katılan bir şekerdir. Sentezini yapabilenler hayvan hücreleridir. Disakkaritlerden laktozun yapısına katılır.
Disakkaritler çift şekerlerdir. Bir disakkarit iki molekül monosakkaritin glikozit bağı ile bağlanmasıyla oluşur. Bu bağlanma sırasında bağ sayısı kadar su ortaya çıkar. Buna dehidrasyon sentezi denir. İnsan ve hayvanların yedikleri disakkaritler, sindirim sisteminde monosakkaritlerine ayrılarak kullanılır. Canlılarda en çok bulunan disakkaritler; maltoz (arpa şekeri), sakkaroz diğer adı sükroz (çay şekeri) ve laktoz (süt şekeri)dur.
Monosakkarit + Monosakkarit → Disakkarit + Su Yukarıdaki olay bir dehidrasyondur. Disakkariti oluşturan monosakkaritler aynı cinsten olabileceği gibi, farklı cinsten de olabilirler;
Üç ile altı arasında monosakkaritin birleşerek dehidrasyonu (su açığa çıkması) ile meydana gelirler. Bazı bitkilerde serbest olarak bulundukları gibi, karbonhidrat olmayan çeşitli maddelerin yapısına da katılırlar. Üç monosakkaritten ibaret olanlara trisakkarit, dörtlü olanlara tetrasakkarit denir.
Raffinoz, heksozlardan türeyen önemli bir trisakkarittir. Fruktoz, glukoz ve sakkaroz moleküllerinden meydana gelmiştir. Şeker kamışında, okaliptüs türü ağaçlarda, pamuk tohumunda bulunur. Şeker üretimi esnasında melasta toplanır. Enerji vermenin yanı sıra yapı maddesi olarak da kullanılırlar.
Çok sayıda monosakkaritin dehidrasyonu ile oluşmuş büyük moleküllü karbonhidratlardır. Temel yapı birimi glikoz molekülüdür. Kolloid yapıda olan bir bileşiktir. Bitkilerde, ozmotik basıncı yükselteceğinden dolayı şekerler monosakkarit halde depolanamaz, bu nedenle polisakkaritlere çevrilerek saklanırlar.
n (Monosakkarit) → Polisakkarit + (n-1) Su
Karbonhidratların çoğu canlılar için temel besin maddeleridir. Yeşil bitkilerde fotosentez sonucu meydana gelirler. Otobur hayvanlar bu ihtiyaçlarını bitkilerden, etobur hayvanlar da otoburlardan tedarik ederler. Vücutta 1 gr karbonhidratın yanması sonucunda ortalama 4 kalori açığa çıkar.
Polisakkaritler suda çözünmeyen büyük moleküllerdir. Belirtilmemiş olarak nişasta da bir glikoz polimeridir, depo polisakkaritidir. Ayrıca patojenik bakteriler de polisakkarit sentezleyebilirler. Polisakkaritler 4'e ayrılır. Bunlar;
Yapılarında monosakkaritlere ek olarak başka maddeler de içeren karbonhidratlardır. Ek gruplar kükürtlü veya azotlu olabilir. Çoğunlukla bağ dokuda yapı elemanı olarak kullanılır. Hiyalüronik asit, heparin, kertan sulfat, kondrotin sulfat başlıca örnekleridir.
Ribozom
Ribozom, ribozomal RNA (rRNA) ve proteinlerden oluşmuştur ve hücrenin protein sentez yerlerine verilen addır.Tüm canlı hücrelerde bulunur.Virüsler hücresel değildir.Virüslerde bulunmaz. Sitoplazmada serbest veya endoplazmik retikulum'a bağlı olarak bulunan 120-200 Å (angstrom) çapında yapılardır. Ribozomun yaklaşık %65 kadarı rRNA, geri kalan %35'lik bir kısmı ise ribozomal proteinlerden oluşur.
Ribozom iki alt birimden oluşur. Ökaryotlarda büyük alt birim 60S, küçük alt birim ise 40S'tir.Bu alt birimlerin birleşimi 80 S'lik ökaryot ribozomunu oluşturur. Prokaryotlarda büyük alt birim 50S, küçük alt birim 30 S'tir. Bu alt birimlerin birleşimi ise 70S'lik prokaryot ribozomunu oluşturur.
Kloroplast=70S : 50S ( 23S, 4.5S, 5S rRNA’lar ve ~8 protein; 30S (16S rRNA ve ~11 protein).
Mitokondri= 55S türlere göre değişebilir.
(S = Svedberg birimi = Sedimantasyon (çökelme) katsayısı. 1X10 sn’de sedimantasyon katsayısı 1S olarak kabul edilir.)
Ribozomlar protein sentezlerinin yapıldığı merkezlerdir. Protein sentezleneceği zaman DNA'nın yarım dizisi karşısında sentezlenen mRNA zinciri ribozomun 40S'lik küçük alt birimine bağlanır. Ribozomlar tek yahut gruplar halinde bulunurlar. Tek bulunanlara "monomer" ribozom, gruplar halinde bulunanlara ise "polizom" veya "poliribozom" denir. Bunlar ayrıca hücrenin tipi, gelişmesi ve fonksiyonuna göre ya endoplazmik retikulum'a bağlı veya sitoplazmada serbest olarak bulunurlar. Endoplazmik retikulum'a bağlı olanlar hücre dışına verilecek proteinleri (pankreas, sindirim enzimleri vb.) serbest ribozomlar ise hücrenin ihtiyaç duyduğu yapısal proteinleri sentezler.
Golgi aygıtı
Golgi aygıtı (ayrıca Golgi cisimciği veya Golgi kompleksi) çoğu ökaryotik hücrede bulunan bir organeldir. 1897'de, "Golgi aygıtı" isminin kaynağı olan, İtalyan tabip Camillo Golgi tarafından keşfedilmiştir.
Proteinler sentezlendikten hedef noktalarına gitmeden önce golgi tarafından işlenir ve paketlenir; bu özellikle sekresyon için işlenen proteinlerde önemidir. Golgi aygıtı hücresel endomembran sisteminin bir bölümünü oluşturur.
Oldukça büyük boyutundan dolayı, golgi aygıtı keşfedilip ayrıntılarıyla incelenen ilk organellerden biridir. Bu aygıt ilk defa 1897 yılında İtalyan tabip Camillo Golgi tarafından sinir sistemi üzerinde yapılan bir inceleme sonucu keşfedilmiştir. Bu organeli kendi mikroskobunda ilk keşfinde yapıyı "apparato reticolare interno" (Türkçe: "dahili ağsı aygıt") olarak adlandırdı. Bu yapının adı, keşfinden 1 yıl sonra Camillo Golgi'nin soyadıyla yeniden adlandırıldı. Ancak bazıları ilk başlarda keşiften şüphe duydu, bu yapının aslında sadece Golgi'nin gözlem tekniğinden kaynaklanan bir optik yanılsama olduğu iddia edildi. 20. yüzyılda modern mikroskopların gelişmesiyle keşif doğrulandı.
Hem bitkisel hem hayvansal hücrelerde bulunan golg |
i, sisterna olarak bilinen kıvrımlı zar kümelerinden oluşur. Özellikle bitki hücrelerinde bulunan diktozom adlı (Yunanca, "dictyon": ağ + "soma": cisim) özgün bir küme bulunur. Bir memeli hücresinde genellikle 40'tan 100'e kadar küme gözlenir. Bir kümede genellikle dört veya sekiz sisterna bulunur.; ancak bazı Protistalarda sisternaların altmışa kadar çıktığı gözlenmiştir. Her sisterna, onu boydan boya geçen kargo proteinlerine yardım eden veya onlara yardım eden özel golgi enzimlerini içeren yassı, etrafı zarlarla çevrili disklerden oluşur.
Sisterna kümesinin dört işlevsel bölgesi vardır: cis golgi ağı, medial golgi, endo golgi ve trans golgi ağı. Endoplazmik retikulumden veziküler tübüler küme aracılığıyla gelen veziküller, ağ örgüsüyle kaynaşır ve daha sonra paketlenip hedef noktalara gönderildikleri trans golgi ağı boyunca işlenir. Her bölge, bulundukları yere göre içerikleri seçici olarak modifiye eden farklı enzimler içerir. Sisternalar aynı zamanda kendi onarımları için gereken yapısal proteinler taşır.
Hücreler büyük miktarlarda değişik makromolekül sentezler. Golgi aygıtı bu makromoleküllerin hücre sekresyonu (Ekzositoz) veya hücre içi kullanım için paketlenmesinde, türlerine göre ayrılmasında ve modifiye edilmesinde bütünleyici bir göreve sahiptir. Golgi aygıtı öncelikli olarak granüllü endoplazmik retikulumdan gelen proteinleri modifiye eder ve aynı zamanda lipitlerin hücre içinde taşınmasını ve lizozomun oluşumunda görev alır. Bu bakımdan postaneye benzetilebilir; daha sonradan hücrenin çeşitli yerlerine yollayacağı materyalleri paketler ve etiketler.
Sisternada bulunan enzimler karbonhidrat (Glikozilasyon) veya fosfat (Fosforilasyon) ilavesi ile proteinleri modifiye edebilir. Bunu yapabilmek için sitozolden nükleotid şekerler gibi materyalleri içe aktarır. Bu modifikasyonlar aynı zamanda proteinin son varış noktasını belirleyecek olan sinyal sekansını oluşturabilir. Örneğin golgi aygıtı, lizozomlara gidecek olan proteinleri mannoz-6-fosfat ile etiketler
Hayvan hücrelerinde, mitozun başlangıcından sonra ayrışır ve kaybolur. Mitozun telofaz evresi esnasında tekrar ortaya çıkar; ancak bunun nasıl olduğu konusunda hala kesin bir kanıya varılamamıştır.
Yanıltıcı bir şekilde, bitkilerin veya mayaların hücrelerindeki golgi aygıtlarının hücre döngüsü boyunca bozulmadan durduğu gözlenmiştir. Bu farklılığın nedeni bilinmemekle birlikte kısmen golgi proteinlerinin farkından kaynaklandığı düşünülmektedir.
Hasan Özyer
Hasan Özyer (d. 1960, Fethiye, Muğla), Türk siyasetçi.
Ankara Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi Elektrik Mühendisliği Bölümü mezunudur. Özyer AŞ Kuruculuğu ve Yönetim Kurulu Başkanlığı yapmıştır. XXI., XXII., XXV. ve XXVI. Dönem Muğla Milletvekilidir. Evli ve üç çocuk babasıdır.
2005 yılı içinde Erkan Mumcu'nun başkanlığını elde ettiği Anavatan Partisi'ne geçmiştir. 2015 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi'nden yeniden milletvekili seçilmiştir.
2018 yılının Haziran ayında yapılan genel seçimleri için milletvekili adaylığı için başvuru yapmadı.
Sentrozom
Sentrozom, birbirine dik iki silindirik cisme sahiptir. Her sentriyol, birbirine paralel üç küçük tüpten oluşmuş, dokuz iplik içerir. Bu iplikler protein yapısında olup arası matriks ile doludur. Sentrozom organeli zarsız bir organeldir. Mikrotübüller silindirik biçimde dizilirler.
İğ iplikleri oluşturulması, bölünme sırasında kromozomların ayrılması ve kutuplara taşınmasında görevlidir. Hayvan hücresinde bulunur.Sentriol adı verilen çubuklardan meydana gelmiştir. Yani görevi kısaca hücre bölünmesi sırasında zıt kutuplara ayrılarak aralarında iğ iplikleri oluşturmaktır.
Gemile
Gemile Koyu, Gemile Plajı ve hemen karşısındaki Gemile Adası Muğla 'nın Fethiye ilçesinin Uzunyurt (Faralya) mahallesi sınırları içinde bulunan 1. Derece Doğal Sit Alanı 'dır.
Koy ve plaj, korunaklı oluşu, çam ve zeytin ağaçlarıyla çevrili güzel kumsalıyla, sadece gezi teknelerinin değil, özellikle yaz aylarında karayoluyla Fethiye - Hisarönü - Kayaköy üzerinden gelen piknikçilerin de akınına uğramaktadır. Koyun Kayaköy’e uzaklığı sadece 6 km. olduğundan buradan Gemile'ye yürüyerek de gelinebilmektedir. Trekking parkuru durak noktası olacak şekilde düzenlenmiştir.
Gemiler Adası’nın eski adı Aya Nikola ’ydı. Adada erken Hıristiyanlık dönemi ve Bizans İmparatorluğu 'na tarihlenen (5. yüzyıl ile 11. yüzyıl arası) kilise kalıntıları bulunmaktadır. Büyük kilisenin freskleri iyi durumdadır. Deniz kıyısında sarnıç kalıntıları da bulunmaktadır. En ilginç kalıntı ise iki kiliseyi birbirine bağlayan bir tüneldir. 500 metrelik tünelin bazı kısımları yıkık durumdadır. Tünel içindeki merdivenlerin aralarında 17 durak yeri bulunmakta olup, bunlar İsa peygamberin çarmıha gerilmeye götürülürken yolda 17 defa bekletilmesini temsil etmektedir.
240-241 yıllarında meydana gelen depremler sonucu kıyıdaki kalıntıların bir bölümü sular altında kalmıştır. Batık kalıntılar denizin iki metre derininde görelebilmektedir.
Plajdan içe doğru sarp ve yalçın bir tarzda uzanan Gemile Vadisi Aladere ve şelalesi ile beslenmektedir. Şelale suyunun yakındaki Uzunyurt (Faralya) mahallesine aktarılması nedeniyle bozulmaya yüz tutan doğal dengeler halen çevrecilik gündemindedir.
Gemile’nin çevresinde başka gezi noktaları da bulunmaktadır. Beştaşlar, içinde tatlı su kaynağı bulunan Soğuksu, Kısık Koyu ve Kısık mağarası ile bunların batısındaki Afkule bu noktalar arasındadır.
Mycobacterium leprae
Mycobacterium leprae, hareketsiz, sporsuz 1 – 8 mm boyunda ve 0,3 - 0,4 mm eninde, düz veya hafif kıvrık çomakçık şeklinde bir bakteri. Mikroskobik incelemelerde çalı demetleri gibi kümeler şeklinde görülür. Basillerin bu şekilde toplu halde bulunmaları zooglea adı verilen yapışkan bir madde meydana getirmelerinden dolayı oluşmakta ve bu bakteri topluluğuna globi adı verilmektedir.
Asitlere dirençli alkole az dirençlidir. Ehrlich Ziehl Neelsen yöntemi ile asitlere dayanıklı boyanma özelliği gösterir.
Lepra basilinin kültürü besi yerlerinde yapılamamaktadır. Hayvanlarda da üretilememekte fakat fare ve armadillolarda yavaş da olsa ( 3 – 12 ay) bir üreme görülebilmektedir.
İnsanlarda lepra (cüzzam) hastalığının etkenidir. Hastalığın seyrine göre farklı bulgular veren şekiller gösterir. Bunlar;
- Tüberküloid şekil: Direnci yüksek olan hastalarda görülen, hastalığın seyri selim veya kronik gidişli olan ve bazen kendi kendine iyileşebilen özellik gösteren şekildir. Bu şekilde lepromin reaksiyonu kuvvetli pozitiftir.
- Lepromatöz lepra şekli: Direnci düşük olan hastalarda hastalık ilerleyici ve malin özellik gösteren şekildir. Lepromin reaksiyonu negatiftir.
- Dimorf şekil: Yukarıdaki iki şeklin karışımından oluşan hastalık formu gösteren şekildir.
Lepra da kuluçka dönemi 1-50 yıl arasında değişmektedir. Kuluçka süresi kişinin direnç ve alerjik durumu ile ilgili olduğu için yaşam boyunca bile sürebilir. Lepra da ölüm az görülür.
Lepra da lezyonlar genellikle deride bulunur ve bu lezyonlar ölen bakterilerin toksik maddeleri ile oluşur. Lepra basilleri kana geçebilirler. Bu durumda dalak, karaciğer, testisler, böbrek üstü bezleri ve kemik iliğine yayılabilme özelliği gösterirler ve bu organlarda odaklar oluştururlar.
Lepromin reaksiyonu için antijen Lepromlardan alınan materyalden elde edilen ekstre ve süzüntülerden özel yöntemlerle hazırlanır. Bu antijen deri içine 0.1 ml olarak enjekte edildikten sonra iki tip reaksiyon görülür. Birisi 24 saat sonra ortaya çıkan kızarıklık ve şişlikle oluşan reaksiyondur. Buna erken Fernandez reaksiyonu adı verilir. Diğeri ise 3-6 hafta ortalama (ortalama 30 gün) sonra oluşan ve menekşe renginde bir sertlik şeklinde ortaya çıkan geç reaksiyon adı verilen Mitsuda reaksiyonu 'dur. Bu testler lepra tarama testi olarak değerlendirilebilir veya sert nodül çapı ölçülerek lepranın hastalık şiddeti ortaya çıkartılabilir.
Lepra 'nın tanısı yalnızca mikroskobik incelemelere dayanır. Çünkü kültür besiyerlerinde üreyememektedir. Mikroskobik inceleme için burun mukozası kazınarak alınan madde Ehrlich Ziehl Neelsen yöntemi ile boyanarak incelenir. Küme ve demet halinde toplu kısmen serbest ya da hücre içinde olan basiller görülür. Ayrıca deri lezyonlarından biyopsi ile parça alınarak boyanarak incelenebilir.
Alınan bu örneklerin bir kısmının üzerine; bir damla DOPA= (3-4 dihydroxphenylalanine) karıştırılır ve bakteriler "Mycobacterium leprae" ise siyahlaşma olur.
Tanı için diğer bir işlem histamin testidir. Sağlam ve hasta deriye iğne ile çizgi çizilerek histamin eriği damlatıldığı zaman sağlam deri reaksiyon verirken lepralı deri reaksiyon veremez.
Lepra’ da bulaşma kaynağı sadece insandır. Basil hasta vücudundan dışarıya çeşitli yara salgıları ve özellikle burun salgısı ile çıkar ve etrafa yayılır. İnsanlar arasındaki bulaşın nasıl olduğu kesin olarak bilinmemekle beraber bunun daha çok sıkı temasla olduğu ve bu temasın uzun süre devamının gerekli bulunduğu düşünülmektedir. Çocuklara anne sütü ile geçebilmektedir. Hastalığa duyarlılık 3-5 yaşlarında daha fazladır.
Korunmada hasta ailelerden çocukların uzaklaştırılması veya uygun ilaç verilerek çocukların korunması sağlanabilir. Hastalar tedavi edilerek topluma kazandırılır ve bulaş kaynağı böylece yok edilerek korunma sağlanır.
Dapsone (diaminodipheynlsulfone, DSS), sulfonlar, rifampin ve ethionamid gibi ilaçlar kullanılabilir.
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi (Eski adı: Muğla Üniversitesi), 3 Temmuz 1992 tarihinde 3837 sayılı kanun ile Muğla'da kurulmuş olan devlet üniversitesidir.
Üniversitenin kuruluşunda Fen-Edebiyat, Su Ürünleri Teknik Eğitim ve İktisadî ve İdari Bilimler Fakülteleri, Fen ve Sosyal Bilimler Enstitüleri, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu yer almıştır.
132 bölüm/program, 36 ana bilim dalında 37000 öğrenciye; 1200 öğretim elemanı ve 900’e yaklaşan idarî personel ile eğitim-öğretim hizmeti verilmektedir. 31 Mayıs 2012 tarihi itibarıyla adı Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi olarak değişmiştir.
Fakültesi
Hatay Mustafa Kemal Üniversite |
si
Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, 1992 yılında Hatay'da kurulmuş olan bir devlet üniversitesidir. 2010-2011 eğitim-öğretim yılı itibarıyla üniversitede 934 akademik, 620 idari personel olmak üzere toplam 1554 personel ve 25.100 öğrenci bulunmaktadır.
10.11.1992 tarihinde faaliyete geçmiş olan Mustafa Kemal Üniversitesi, kurulduğunda bir yüksekokul ve iki meslek yüksekokulundan ibaret üç birimden oluşmuş olup, 18 yılda 52 birimli eğitim-öğretim ve bilim kurumu haline gelmiştir.
Kafkasya Üniversiteler Birliği'nin üyesidir.
Mast hücresi
Mast hücresi veya mastosit,(mikroskobik görüntü) bazik boyalarla boyanan, histamin ve heparin açısından zengin granüllere sahip bir hücredir. Bağışıklık sisteminde önemli bir rolü vardır, özellikle alerji ve anafilaksideki yeriyle tanınır.
Mast hücreleri kemik iliğinde köken alır ve dolaşıma öncü hücreler olarak girerler. Daha sonra değişik dokulara yerleşip, farklı olgun mastosit tiplerine farklılaşırlar (değişirler). Vücuttaki dokularda, özellikle kan damarları ve sinirlere yakınında bulunurlar. Dışarısıyla direkt temasın olduğu solunum ve sindirim sistemi ve deri gibi yüzeylerin altında büyük sayılarda bulunurlar. Mast hücreleri çeşitli kimyasal, fiziksel veya biyolojik uyarılarla aktive olurlar. Aktive olduklarında sentezlemiş oldukları mediatörleri salgılarlar.
Mast hücreleri genellikle alerjik reaksiyonlarda oynadıkları rol ile tanınmakla beraber; kazanılmış bağışıklık (immünite), doku tamiri, pıhtılaşma, fibrinoliz ve anjiogenez gibi durumlarda da rol almaktadır. Ayrıca mast hücreleri paraziter enfeksiyonlarda da önemli bir rol alırlar.
Mast hücreleri ilk kez 1878 yılında Paul Ehrlich tarafından tanımlanmıştır. Mast hücrelerinin sahip olduğu büyük granüller yüzünden Paul Ehrlich bu hücrelerin yakınında bulundukları doku hücrelerini besleyip, desteklediği kanısına varmıştı. Bu yanlış kanısından yola çıkarak bu hücrelere ""mastzellen"" yani ""besleyen-hücreler"" ismini vermiştir. Bugün mast hücrelerinin bağışıklık sisteminin bir parçasını oluşturduğu bilinmektedir.
Aslında Paul Ehrlich'den önce, 1863 yılında von Recklinghausen tarafından yapılmış bir çalışmada kurbağa mezenterine ait boyanmamış kesitlerde damarlara yakın yerleşimli granüllü hücreler tanımlanmıştır.
Mast hücreleri genellikle yuvarlak veya oval şekilde, 10-30 μm çapındadırlar. Sahip oldukları salgı granülleri 0.3-2.0 μm çapındadır.
Mast hücreleri yine bağışıklık sisteminde yer alan ve kanda bulunan bazofil granülositlerine benzerler. Benzerlikleri dolayısıyla mast hücrelerinin "yerleşmiş" bazofil hücreleri olduğu varsayımı ortaya atılmıştır. Fakat daha sonraki bulgular mast hücrelerinin kemik iliğinden köken aldığını göstermiştir. Bazofil hücreleri kemik iliğinden olgunlaşmış olarak ayrılırken mast hücreleri olgunlaşmamış (immatür) olarak ayrılırlar. Dokuların yanına yerleşince olgunlaşır, farklı olgun mast hücrelerine farklılaşırlar.
İki tip mast hücresi tanımlanmıştır; bağ dokularında bulunan mast hücreleri ve mukozal mast hücreleri. Mukozal mast hücrelerinin aktiviteleri T hücrelerine bağımlıdır. Bağ dokularında bulunan mast hücreleri çok sayıda bazofilik granüller içerir.
Mast hücreleri fagositoz yapar, antijen işler, sitokin üretir, vazoaktif madde salgılarlar. Fagositoz yaparak bakterileri öldürebildiği bilinse de bu etkisi fagositlerden daha azdır.
Mast hücreleri membranlarında Immünoglobulin E (IgE) reseptörlerinin yanı sıra, Immünoglobulin G (IgG) ve kompleman reseptörleri bulunur.
Mast hücrelerinin membranında bulunan FcεRI isimli yüksek afiniteli IgE reseptör bulunur. Yüksek afinitesi yüzünden IgE molekülleri bir kez bağlandıktan sonra ayrılamazlar, bunun sonucunda da mast hücreleri IgE ile kaplanır. IgE antikorları B hücreleri tarafından üretilir.
Alerjik reaksiyonlarda, mast hücreleri bir allerjen, zaten hücreye bağlanmış olan, bir IgE'ye bağlanana kadar inaktif kalırlar. Allerjenler genellikle protein veya polisakkarittirler. Allerjen mast hücresinin yüzeyindeki IgE'ye moleküllerinin "Fab" kısmına bağlanır. Bulgulara göre iki veya daha fazla IgE molekülüne antijenlerin bağlanması (yani çapraz bağların oluşması) sonucu mast hücresi aktive olur (etkinleştirilir).
Aktive olduktan sonra mast hücreleri hızlıca granüllerini ve çeşitli hormonal mediatörleri interstitiuma salarlar. Farklı formlardaki (IgE dışındaki, kompleman sistemi gibi) aktivasyon süreçleri de mümkündür, tanımlanmıştır.
Aktivasyon sonucu hücrelerarası (interselüler) ortama salınan moleküllerden bazıları:
Ayrıca, tümör nekrozis faktör alfa (TNF-α) mast hücrelerinde hem önceden sentezlenip depolanmakta, hem de aktive olan hücrelerde sentezlenmektedir.
Mast hücreleri birçok kütanöz ve mukozal alerjide, astım, egzama (ekzema), alerjik rinit ve alerjik konjunktivitte rol alırlar. Ayrıca kullanılan antihistamin ilaçları histaminin sinir uçlarındaki etkisini bloke ederek (engelleyerek) çalışır.
Aşırı duyarlılık yaratan bir antijenin vücuda girişi ile oluşan bir tür şiddetli antijen-antikor reaksiyonu olan anafilakside, vücudun her yanındaki mast hücreleri degranülasyona uğrar ve bunun sonucunda vazodilasyon (damar genişlemesi) gerçekleşir.
Mast hücrelerinin hızla üremeleri ve birikmeleri durumuna "mastositoz" adı verilir.Kütanöz ve sistemik formlarda görülür. Kütanöz sadece deri ile ilgiliyken, sistemik formu birçok organı içerebilir.
Epidemiyoloji
Epidemiyoloji, toplumdaki hastalık, kaza ve sağlıkla ilgili durumların dağılımını, görülme sıklıklarını ve bunları etkileyen belirteçleri inceleyen bir tıp bilimi dalıdır.
Sağlığı geliştirmek ve hastalıkları azaltmak için sağlık bilgilerini toplamak, yorumlamak ve kullanmak bu bilim dalının amaçlarındandır.
Epidemiyoloji sözcüğü, Eski Yunan dilinde "epi" (üstüne, üzerine) ve "demos" (halk) ve "logos" (söz-söylev) sözcüklerinden kökenlenir. Sözlük anlamı olarak halk ile igili olmasına rağmen; Mikrobiyolojik epidemiyoloji, hayvan epidemiyolojisi, bitki epidemiyolojisi bilim dalları da bu ismi kullanırlar.
Deneysel epidemiyoloji, iş ve çevre epidemiyolojisi, klinik epidemiyoloji. ayrıca nedensel epidemiyoloji olarak da bir dalı vardır.
Epidemiyolojik araştırmaların temel amaçları: Sağlıkla ilgili olayları tanımlama ve görülme sıklığını ölçmek, hastalık ya da kazaların nedenlerini inceleyen çözümleyici çalışmalar yapmak, uygulanan sağlık hizmetinin veya programlarının etkinliğini ölçme ve değerlendirme çalışmaları yapmaktır.
Epidemiyolojik çalışma insan topluluklarını hedef alır. En sık olarak belli bir zamanda, belli bir bölgedeki topluluk, yaş, cins, meslek gibi alt gruplarla analizler yapılır. Burada amaç pozitif sağlık durumları veya hastalıklarla neden olabilecek belirleyicilerin incelenmesidir.
Tonya
Tonya, Trabzon iline bağlı bir ilçedir.
Tonya İlçesi, Doğudan Düzköy ve Maçka, Güneyden Gümüşhane İline bağlı kuzeyden ve batıdan Vakfıkebir ile Şalpazarı ilçeleri ile çevrilidir.
Trabzon ilinin denize sahili olmayan bir ilçesidir. Denizden yüksekliği 755 metredir. Arazi genel olarak engebelidir. Yüksek dağ sıralarına rastlanmamakla birlikte mevcut tepeler kuzeyden güneye doğru uzanır. Bu uzantılar arasında bulunan Fol Deresi ile Çamlık Deresi Vadisi Tonya sınırları içinde kalır. İlçe merkezi Fol Deresi Vadisinde kurulmuştur.
Tonya'nın en yüksek tepesi 1900 m yüksekliğindeki Karakısrak tepesidir. İlçe sınırları içinde büyük akarsu ve göl yoktur. En önemli akarsu Fol Deresi'dir. Fol Deresi Tonya'nın güneyinde Kürtün İlçesi sınırlarındaki Erikbeli Tepesi'nden doğar.
Kuzeye doğru Tonya topraklarını geçtikten sonra Vakfıkebir İlçesi merkezinden Karadeniz'e dökülür. İkinci önemli akarsu Toksar tepesinden kaynağını alarak Beşikdüzü İlçesinden denize dökülen Çamlık Deresi'dir.
Akarsuların rejimi düzenli değildir. Bahar aylarında karların erimesi ile su miktarı artar.
Yaz aylarında azalır. Bununla birlikte yukarıda sözü edilen akarsuların kuruduğu hiç görülmemiştir.
İklim, Karadeniz iklimi ile karasal iklim arasında bir geçiş alanıdır. Karadeniz kenarından yükselen tepeler üzerinde bulunan ormanlar sürekli nem çekerler. Denizden gelen su buharı burada yoğunlaşır, sis haline gelir. Bu nedenle özellikle yaz aylarında günlerin büyük bir bölümü sisli geçer. Güneşli havalar daha çok sonbaharda görülür. Yaz aylarında ortalama sıcaklık 20 derece, kış aylarında 6-7 derece civarındadır.
Çevrede iklimin etkisiyle bitki örtüsü bir paralellik gösterir. Arazinin büyük çoğunluğunu meralar ve ormanlar kaplar ve yoğun ormanlar ilçenin güney yönündeki Kalmçam Köyü çevresindedir. Bu ormanlar yayvan ve iğne yapraklı ağaçlardan oluşur. Bölgede en iyi yetişen ağaç kızılağaçtır. İnsan emeği olmadan kendi kendine yetişebilmektedir.
Tonya İlçesinin ilk kuruluşu hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte, İlçenin kuruluşunun 13. yüzyılın sonları ile 14. yüzyılın başlarında olduğu anlaşılmaktadır. 1461 yılında Trabzon'un Türkler tarafından alınması ile Trabzon İmparatorluğu'nun egemenliği sona erer. Bölge tamamen Türklerin eline geçer. Bundan sonra Bayburt, Gümüşhane, Erzurum ve diğer yörelerden gelen Türkmen boyları Tonya'da yerleşirler.
Osmanlı dönemi yerli Rumlarla, göçmen olarak gelen Türklerin kaynaşması ile geçmiştir. Bu dönem içerisinde gerek Rum kültürü, gerek Türk kültürü karşılıklı olarak birbirlerini etkilemişlerdir. Bu etkileşim şimdi bile kendini göstermektedir. Yerli halkın bazı inançları, gelenek ve göreneklerinde bu etkileşim izlerini görmek mümkündür.
İlçemize bağlı 15 köy bulunmaktadır. Ayrıca merkeze bağlı 5 mahalle ve İskenderli Beldesine bağlı 2 mahalle olmak üzere toplam 7 mahalle mevcuttur.
Tonya, Vakfıkebir İlçesine bağlı bir bucak merkezi olarak yönetilmiştir. Osmanlı Devleti döneminde Tonya'da derebeylik egemendi. 19. yüzyıl derebeylerinin tamamen egemen olduğu bir dönem olmuştur. Bu derebeylerinden en önemlisi Ali Ağa, kendisine ait topraklarda özel asker besler, kendi savunmasını bunlarla yapardı.
Tonya, 1854 yılında bucak merkezi olarak teşkilatlanmışsa da, bucak yönetimi yıllarında bile derebeylik egemenliğini sürdürmüştür.
Birinci Dünya S |
avaşından sonra Osmanlı Devleti toprakları İtilaf Devletleri tarafından paylaşılmaya başlanınca Doğu Karadeniz bölgesini de Ruslar istila etmişlerdi. Rusların bu istilasına karşı Tonya'nın yerli halkı düzenli ordu kuvvetlerine yardımcı olarak aylarca savunmada bulunmuşlar ve bunda da oldukça başarılı olmuşlardı.
Harşit Cephesinde bulunan Türk Kuvvetleri bozulunca Ruslar bütün güçleriyle Tonya üzerine yürümüş ve sonra da yerli halk batıya doğru göç etmek zorunda kalmıştır. 16 Temmuz 1916 tarihinde Tonya işgal edilmiş oldu. Rus kuvvetleri daha sonra 17 Şubat 1918 tarihinde çekilince Tonya düşman işgalinden kurtulmuş oldu.
5 Mart 1954 tarihinde 3264 sayılı kanun ile Tonya İlçe olarak teşkilatlanınca Vakfıkebir'den ayrıldı. Aynı yıl içinde belediye teşkilatı kuruldu. Tonya'nın İlçe olarak teşkilatlandığı yıllarda adı Orta Mahalle olarak geçer. Bu ad o yıllarda belediye teşkilatının içine almış olduğu merkez mahallenin adından gelmiştir.
Bölge, Osmanlıların Trabzon'u fethinden (1461) önceki devirde buraya Horasan bölgesinden gelen Çepni Türkleri tarafından Türkleştirilmiştir. Tonya ilçesi daha önceleri Vakfıkebir ilçesine bağlı olmasından mütevellit, Osmanlı kaynaklarında pek bahsi geçmez. Osmanlı'da bir dönem Tonya'yı da içine alan bölgeye Vilayet-i Çepni denilmiştir. Bu deyiş Giresun, Trabzon ve Gümüşhane illerinin geneli için kullanılmıştır.
"Tonya" adının ilçeye verilişi ile ilgili çeşitli söylentiler olmakla birlikte bunlardan gerçeğe uygun olarak görüleni şöyledir;
Bölgeye ilk yerleşen Rumlar döneminde bir Rum Beyi Tonya adındaki kızına bölgeyi çeyiz olarak vermiş, bundan böyle bu bölgenin adı da kızın adına izafeten Tonya olarak kalmış. Ayrıca Tonya ilçesinin merkezine yöre halkı tarafından Konakyanı adı verilir.
Derebeylik döneminde merkezde bulunan derebeyin konağından gelmektedir. Konağınyanı söylenişi zamanla Konakyanı olarak kalmıştır.
Günümüzde suç oranı geçmişine göre bir hayli düşük olan Tonya'da temel geçim kaynağı hayvancılıktır. Tereyağı ve peyniri ünlüdür. Tonya tereyağı adına bir de festival düzenlenmektedir.
Tonya'nın gençleri şehir, kırsal farketmeksizin ağır işlerle uğraştıklarından güçlüdürler. Siyaset ve gruplaşma gençler arasında pek azdır.
Kahvehane kültürü bir hayli yaygındır. Okuma oranı yüksek olan Tonya'nın herhangi bir kahvehanesinin yarısı üniversite mezunudur.
Yaz ayları insanlar mezere dedikleri yaylalarına göç ederler. Kışa doğru tekrar evlerine geri dönerler.
Dışa göç oldukça fazladır. İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve Sakarya en çok göç verilen illerdir. Sarıyer (Büyükdere), Büyükçekmece, Avcılar, Şirinevler, Ümraniye (Dudullu), Üsküdar (Kirazlıtepe), Şile Tonyalıların en çok ikamet ettiği İstanbul ilçeleridir.
Okuma oranının çok yüksek olduğu ve 2007 yılında Karadeniz'de yılın mahallesi seçilen Sayraç Köyü de Tonya'nın sınırları içerisindedir.
Tonya ilçe merkezi toplam 5 mahalleden oluşur.
Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi
Ömer Halisdemir Üniversitesi, Türkiye'nin Niğde ilinde bulunan bir devlet üniversitesi. 3 Temmuz 1992 tarih ve 3837 sayılı kanunun ek 22. maddesine göre 11 Temmuz 1992 tarihinde Niğde Üniversitesi adıyla kuruldu. Ağustos 2016'da üniversiteye Ömer Halisdemir'in adı verildi.
Ömer Halisdemir Üniversitesi, bünyesindeki 5 Fakülte, 2 Yüksekokul, 6 Meslek Yüksekokulu ve 2 Enstitü'yle, 620 akademik ve 396 idari personel ile 14 binin üzerinde öğrenciye eğitim-öğretim vermektedir.
Öğrencilerin barınma hizmetlerinin büyük bir bölümü Kredi Yurtlar Kurumuna ait öğrenci yurtları kanalıyla yürütülmektedir. Kredi Yurtlar Kurumunun, Kumluca mevkiinde 2626 yatak kapasiteli (kız-erkek) Niğde Yurt Müdürlüğü, Merkez Yerleşke sınırları dahilinde 580 yatak kapasiteli (kız-erkek) Milli Piyango Yurt Müdürlüğü ve Bor İlçesinde 664 yatak kapasiteli (kız-erkek) Bor Yurt Müdürlüğü olmak üzere toplam 3870 yatak kapasiteli 3 adet öğrenci yurdu bulunmaktadır. Ayrıca Niğde ve Borda yaklaşık 1100 öğrenci kapasiteli (560 kız – 540 erkek) 7 adet özel öğrenci yurdu hizmet vermektedir. Öğrencilerin önemli bir kısmı da ev kiralamak suretiyle barınma ihtiyaçlarını karşılamaktadırlar.
Merkez kampüs içerisinde 11440 metrekarelik bir alanda 5000 kişiye hizmet verebilecek çok amaçlı spor tesisleri yer almaktadır. Tesiste futbol(futsal), basketbol, voleybol, hentbol ve tenis sporları yapılabilmektedir. Tesisler haftanın yedi günü 08:00-21:00 saatleri arasında hizmet vermektedir.
Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu bünyesinde bulunan 20 kişilik 116 m²'lik Fitness salonu haftanın altı günü Karma ve Bayan olarak hizmet vermektedir.
Merkez kampüs içerisinde öğrenci ve personelin faydalanabileceği bir yemekhane yer almaktadır.
Kafkasya Üniversiteler Birliği'nin üyesidir.
Matematikçi
Matematikçi, matematikle uğraşan ve matematik konusunda uzman olan kişilere denir. Matematikçiler, başta bilimsel araştırmalar olmak üzere; iktisat, pazarlama ve sigorta ile ilgili alanlarda, okullarda ve üniversitelerde, meteoroloji, lojistik ve görüntü işleme mesleklerinde ve özellikle bilişim teknolojisi alanında çalışmaktadırlar. Matematikçilerin sayısal matematik, istatistik, matematiksel mantık, cebir, geometri, analiz, modeller kuramı, olasılık kuramı gibi ağırlıklı eğitim aldıkları özel ilgi alanları vardır.
Fields madalyası Uluslararası Matematikçiler Birliği tarafından 40 yaşın altındaki 2, 3 ya da 4 matematikçiye 4 senede bir yapılan Uluslararası Matematikçiler Kongresinde verilen, matematiğin nobeli olarak görülen ödüldür.
Matematik alanında kazanılmış bir Nobel Ödülü olmamasına rağmen, bazı matematikçiler farklı alanlarda (örn. ekonomi) Nobel Ödülü'ne layık görülmüşlerdir.
Güney Georgia ve Güney Sandwich Adaları
Güney Georgia ve Güney Sandwich Adaları Güney Atlantik'te bulunan Birleşik Krallık'a bağlı adalar. Güney Georgia Falkland Adaları'nın yaklaşık 1300 km doğu-güneydoğusunda yer alır. Güney Sandwich Adaları ise Güney Georgia'nın yaklaşık 640 km güneydoğusunda bulunmaktadır.
1775'te Kaptan James Cook Güney Georgia'nın İngiliz Tacı'na bağlı olduğunu ileri sürdü ve ada 1908'de Birleşik Krallık'a katıldı. 1927'de Arjantin, Güney Georgia üzerinde hak iddia etti. Falkland Adaları'nın bağımlılığı 1985'e kadar devam etti, adalar aynı zamanda Falkland Adaları'nın valisi de olan bir Komisyoner tarafından yönetilen bir İngiliz Denizaşırı Toprak alanıdır. 1993'te Birleşik Krallık hükümeti, adaları çevreleyen sulardaki yargılama yetkisini 12 deniz milinden 200 deniz miline çıkardığını açıkladı, buna karşılık Arjantin hükümeti de bölgenin suları için balıkçılık ruhsatı vermeye başladı. Antarctic Survey adalarda bilimsel araştırmalar yaptırmaktadır; 1982'deki kısa bir Arjantin işgalinin ardından yerleştirilen küçük Britanya garnizonunun yakın zamanda ayrılması planlanmaktadır. Ekonomi balıkçılık ve çevre-turizmi güdümlüdür. Güney Georgia'yı ziyaret başvuruları, ziyaretçilere bir enformasyon bülteni sunan Komisyoner'e yazılı olarak yapılmaktadır. 16 yaşından büyük her şahıs 50 sterlin ayakbastı parası ödemek zorundadır. Grytviken'da bir balina avcılığı müzesi mevcuttur. Isles Koyu fok ve kuş gözlemciliği için pek çok fırsat sunar.
Ekonomi balıkçılık ve çevre turizmi güdümlüdür. Güney Georgia'yı ziyaret başvuruları, ziyaretçilere bir enformasyon bülteni sunan Komisyoner'e yazılı olarak yapılmaktadır. Grytviken'da bir balina avcılığı müzesi mevcuttur. Isles Koyu fok ve kuş gözlemciliği için pek çok fırsat sunar.
Bütün telefon, faks ve e-posta iletişimleri uluslararası uydu sistemleri vasıtasıyla kullanılmaktadır. Halka açık telefon ve faks imkânları yoktur. Güney Georgia'yla yapılacak telefon görüşmelerinin uluslararası operatör tarafından kaydının alınması gerekir. Güney Georgia pulları kullanılarak posta gönderilebilir, fakat postanın ulaşması iki aya kadar uzayabilir.
Réunion
Réunion (Fransızca La Réunion []), bir ada ve bir Fransa'nın denizaşırı ili.
Şu an hâlen Fransa toprağı statüsündedir. Ancak Mauritius, Réunion'u Fransa'dan el çektirmek isteyip kendi himayesine almak istemiştir.
Réunion adası 21 derece 09'52.83" Güney ve 55 derece 33'33.26" Doğu koordinatlarında yer almaktadır. Réunion'da iki volkanik dağ yer alır. Bunlardan birisi Piton des Neiges (3069 m.=10069 ft.), diğeri ise Piton de la Fournaise'dir. Bu dağ dünyanın en aktif volkanlarından birisidir ve bu dağa en yakın yerleşim birimi Cap Blanc isimli küçük vilayettir. Piton des Neiges'e en yakın yerleşim birimi ise Casabona'dır, hatta neredeyse dağ şehirle bütünleşmiştir. Başkenti Saint-Denis'dir. Başkentin nüfusu yaklaşık 16.000'dir. Réunion'un komşuları şu ükelerdir:
Tohum
Tohum, döllenmeden sonra tohum taslağının gelişmesiyle meydana gelir. Bir tohumda içten dışa doğru embriyo, besin dokusu ve tohum kabuğu olmak üzere üç kısım bulunur.
Embriyo kesesindeki yumurta hücresinin döllenmesiyle oluşan yapıya zigot denir. Zigotun gelişerek oluşturduğu yapıya ise embriyo denir. Tohumun canlı olan kısmıdır.
Kısımları:
Kotiledonlar, besin depo etmekten ve çimlenmeden sonra toprak üstüne çıkarak fotosentezden sorumludurlar.
Bitkinin erişkin olmadan önceki beslenme yeridir.
Yapısında süberin, lignin, kütin gibi maddeler bulundurur. Bu maddeler sayesinde sert bir hal almıştır. Su ve gazlara karşı geçirgenliği azdır. Böylece çimlenme oluncaya kadar aşırı su kaybı ve diğer zararlı etkenlere karşı korunma sağlanmış olur.
Fatma Mernissi
Fatma Mernissi (1940, Fez - 30 Kasım 2015, Rabat), Faslı feminist yazar. Sorbonne'da ve daha sonra öğretim görevlisi olarak çalışacağı Brandeis Üniversitesi'nde siyaset bilimi eğitimi gördü.
Mernissi İslam düşüncesinin tarihi gelişimi ve modern tezahürlerinin analizini yaparak İslam'da kadının rolünü araştırdı. Muhammed'den aktarılan rivayetleri derinlemesine araştırarak ona atfedilen bazı hadislerin sahihliğini (geçerliliğini) reddetti. Kadının ikincil konumunun sebebini Kur'an'da değil İslamiyet'te gördü.
Mernissi'nin ilk kitabı "The Veil and the Male Elite: A Feminist Interpretation of Islam", peygamberlerin hamınlarının rolünün tarihi bir tetkikidir.
Mernissi şu anda Rab |
at Mohamed V Üniversitesinde okutman ve aynı şehirdeki University Institute for Scientific Research'de araştırmacı olarak çalışmaktadır.
Resul Tosun
Resul Tosun (1956, Artova -). 22. Dönem AK Parti Tokat milletvekili. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunudur, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 'nde master yapmıştır. Mesleği gazeteci yazarlıktır. Yörünge Dergisi Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni, Yeni Şafak Gazetesi yazarı ve yöneticisi, Adım Holding ve Telif Hakları Ajansı kurucu üyesi, Tokat Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi Vakfı Mütevelli Heyeti üyesi, Birlik Vakfı Dış İlişkiler Enstitüsü kurucu üyesi, Sanatçılar Derneği üyesi, Türkiye Yazarlar Birliği üyesidir. Evli, 3 çocukludur, İngilizce ve Arapça bilir.
AKP Adıyaman milletvekili Fehmi Hüsrev Kutlu 'nun 2003 yılında gündeme giren beyanatları paralelinde, Meclis alanının Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı 'na bağlı TBMM Muhafız Taburu tarafından korunmasından ve Türk Silahlı Kuvvetleri ne ait karargâh ve kurumların Ankara içindeki konumlarından rahatsızlık duyduğuna ilişkin açıklamaları ve Genelkurmay Başkanlığı'nın bu bağlamdaki tepkisi ile gündeme gelmiştir.
11
Mora
Mora şu anlamlara gelebilir;
Basil
Basil, çomak ya da çubuk biçimli bakteri türlerinin genel adıdır.
Terim Türkçeye Fransızcadaki "bacille" sözcüğünden geçmiştir ve asıl kökeni ise Latincede "küçük çubuk" anlamına gelen "bacillum" sözcüğüdür. "Bacillum" ise yine Latince olan ve "sopa" anlamına gelen "baculum" sözcüğünün bir türevidir.
Basil, bir bakteriyoloji terimi olarak, ilk kez 1853 yılında bakteriyoloji biliminin kurucusu olarak nitelendirilen Alman botanikçi Ferdinand Julius Cohn (1828-1898) tarafından kullanılmıştır. Ferdinand Julius Cohn gözlemlediği bazı bakterileri benzedikleri şekilden dolayı bu biçimde adlandırmıştır.
Mikrobiyoloji ile ilgili İngilizce metinlerdeki cümleler içinde "bacillus" ("italik" değil, baş harfi küçük) ve "bacilli" (baş harfi küçük) sözcüklerinin yer aldığı görülür:
İngilizce metinlerdeki cümleler içinde geçen ""Bacillus"" ("italik", baş harfi büyük) ve "Bacilli" (baş harfi büyük) ise, sırasıyla, bir bakteri cinsi olan "Bacillus"'u ve bu cinsin üyesi olduğu bakteri sınıfı Bacilli'yi tanımlar:
Giordano Bruno
Giordano Bruno (d. 1548, İtalya, Nola, Napoli Krallığı - ö. 17 Şubat 1600 İtalya, Roma). İtalyan filozof, rahip, gökbilimci ve okültist. Rönesans felsefesini biçimlendiren filozofların en önemlilerinden biridir ve şair yönüyle de edebiyata en yakın duranıdır. Ona "doğacı coşkunluğun düşünürü" de denilebilir. Aristotelesçi kapalı evren görüşünden ilk sıyrılanlar arasında yer alan İtalyan filozof, Kopernik'in tezini savundu. Evrenin sonsuz ve eşdağılımlı olduğunu ve evrende, dünyadan başka birçok gezegenin bulunduğunu söyledi. Aykırı görüşler beslediği için 1600 yılında Roma Katolik Kilisesi'nin Engizisyon mahkemesinde yargılanıp "sapkın" ilan edildi ve Roma'da diri diri yakılarak idam edildi.
Soylu bir ailenin çocuğu olarak 1548 yılında İtalya'nın Nola kasabasında dünyaya geldi. On altı yaşındayken Dominiken tarikatına girdi. Kopernikus sistemi ile tanışınca, Bruno tarikat mensubu bir kişi olmaktan sıyrıldı ve buna bağlı olarak Hıristiyan inancıyla arasındaki bütün bağları koparttı. Kiliseye karşı bir sistem içinde yer aldığından din sapkınlığı ile suçlandı. Engizisyon baskısından kurtulmak için Roma'ya ve ardından Kuzey İtalya'ya kaçtı.
Dinsizlik ile suçlandığı için hiçbir yerde kalıcı olarak yaşayamadı, sürekli gezdi. Cenevre'ye geçti, ardından Güney Fransa, Paris ve Londra'da devam etti yaşamına. 1582 yılında Sorbonne Üniversitesi'nde bir kürsü elde etti. Londra'da yapıtlarının bir bölümünü bastırdı. Londra'dan kısa bir süreliğine yine Paris'e geçen Bruno, bu defa da Almanya'ya gitti ve eserlerini yayımlatma çabalarını sürdürdü. Daha sonra Zürih'e geçen Bruno, bir İtalyan aristokrat tarafından Venedik'e davet edilince bu daveti kabul etti. Burada Galileo Galilei ile tanıştı. Ama Mocenigo adlı bir aristokratla çatışınca, onun tarafından Engizisyon'a teslim edildi. Ona, düşüncelerinden vazgeçmesi ve sonsuz evren görüşünün din sapkınlığı olduğunu kabul etmesi durumunda kilise tarafından affedileceği söylendi. Ama o, gördüğü bütün işkencelere karşın, görüşlerinden taviz vermedi ve ölüme mahkûm edildi.
Giordano Bruno, ""Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı'yı kullanırlar."" demiştir...
Ölüm kararını Bruno'ya bildiren yargıç, ondan şu cevabı almıştır: ""Ölümümü bildirirken siz benden daha çok korkuyorsunuz"". Kilisenin bu kararı, 1600 yılının Şubat ayında, Roma'da Campo de' Fiori meydanında Bruno'nun diri diri yakılması ile yerine getirildi.
Bruno evrenin sonsuzluğu yanında evrenin birliği ilkesini de benimser. Buna göre Ortaçağ felsefesinde temel alınan gök ile yer ayrılığını reddeder. Bruno, Tanrı'nın ve evrenin birbirinden farklı iki töz olmadığı, ama aynı gerçekliğin iki sonsuz görünümü olduğunu kabul eder. Ona göre her şey Tanrısal kuvvetin görünüşüdür:
Düşüncelerinin açıklanmasının kendisi için çok tehlikeli olduğunu bildiği halde, yukarıdaki cümlesinden de anlaşılacağı gibi, yazı ve konuşmalarında düşüncelerini hep böyle açıkça ifade etmiştir.
Drama, Yunanistan
Drama (Yunanca: Δράμα) Yunanistan'da Doğu Makedonya bölgesinin en büyük şehri ve aynı adı taşıyan ilin (nomos) merkezidir. 2001 tarihiyle nüfusu 55,632'dir.
Makedonlar tarafından kurulan şehir uzun süre Roma hakimiyetin de kalmış ardından Bizans'a bağlanmış kısa bir süre de Bulgarlar'ın eline geçmiştir. Ardından bir süre yine Bizans hakimiyetinde kalmış ardından Sırplar tarafından ele geçirilmiştir.
1371'de Osmanlı egemenliğine girmiş ve 551 yıl Osmanlı egemenliğinde kalmıştır. Komşu kasaba Kavala'da çıkan tüberküloz salgını nedeniyle Kavalalı Mehmed Ali Paşa ve ailesi uzunca bir süre burada yaşamıştır. İlk nesil Mısır Prenslerinden İbrahim Paşa, Tosun Paşa ve Iskender Kamil Paşa, Prenses'lerden de Tevhide Hanım ve Hatice Nazlı Hanım, Drama'nın Nusretli köyünde doğmuşlardır.
Dedeağaç
Dedeağaç, Aleksandropolis, Alexandroupolis (Yunanca: Αλεξανδρούπολη / "Alexandroúpoli", 1974'e kadar Katharevousa Yunancası ile Ἀλεξανδρούπολις / "Alexandroúpolis", Bulgarca Дедеагач / "Dedeagaç", Osmanlı Türkçesi: دده آغاج / "Dedeağaç")
Yunanistan'da Batı Trakya'da Evros İlinde (nomos) bir liman kenti olup aynı zamanda bu ilin merkezidir. 2001 nüfusu 48.885'dir. Evros ilinin en büyük şehridir.
İpsala Gümrük Kapısından 30 dakika (40 km) kadar uzaklıkta yer alan yerleşim biriminde küçük bir havaalanı ve bir sağlık bilimleri fakültesi bulunur.
Kentin en işlek caddesi "Dimokratias"dır. Cadde üzerinde birçok cafe, banka ve alışveriş dükkânı bulunmaktadır.
Kelime anlamı olarak İskender' in kenti anlamına gelen (Αλεξανδρούπολη ), MÖ 340 - 339 yılları arasında İskender tarafından kurulmuştur. M.Ö. 340'ta II. Philippos topraklarını genişletmek amacı ile Byzantion'a gitti. Babası İskender'i henüz 16 yaşında iken kral naibi olarak yerine bırakmıştır. Bu sırada yerel kabileler ayaklanmıştır. İskender ordusuyla gidip bu ayaklanmayı başarıyla bastırdı. Kabilelerden aldığı bu toprakların üzerine kendi isminde bir kent kurmuştur.
Edirne Vilayet Matbaası Müdürü Şevket Dağdeviren'in yazdığı 1892 tarihli salnameye göre;
Dedeağaç sancağı, Dedeağaç, Enez ve Sofulu kazalarıyla Ferecik ve Mekri nahiyelerinden oluşur. Sancağın toplamda 3 kazası, 12 nahiyesi ve 168 köyü vardır. Dedeağaç kazası ise Dedeağaç kasabası, Şahinler, Doğanca, Hisar ve Semadirek nahiyeleriyle 41 köyden oluşur. Dedeağaç kasabası 427 ev ve 2101 nüfuslu bir ticaret merkezidir.
Kral I. Aleksandros Trakya’nın Yunanlar tarafından işgal edilen yerlerini gezerken 8 Temmuz 1920’de uğradığı Dedeağaç’ta, Dedeağaç isminin Aleksandropolis (Aleksandros’un yeri) olarak değiştirildiği ilan edildi.
Yanniça
Giannitsa ya da Yannitsa (Osmanlı döneminde: Yenice-i Vardar, Vardar Yenicesi, Yunanca: Γιαννιτσά / Yannitsa, Bulgarca: Енидже Вардар / Enidje Vardar), Yunanistan'ın Pella vilayetinde, Vardar nehri kıyısında, 2001 itibarıyla nüfusu 26.296 olan bir şehirdir.
Yenice-i Vardar, 1387 yılında, Sultan I. Murat döneminde Türkler tarafından alınmış ve 1912'deki I. Balkan Savaşı'na kadar 525 yıl Türkler'in hâkimiyetinde kalmıştır. Kayılara komşu kâzânın adıdır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Balkanlar'ın en önemli merkezlerindendi ve idarî açıdan Selânik Vilayeti'ne bağlıydı. Gazi Evrenos Bey'in türbesi ve yaptırdığı cami Yenice'dedir, restorasyon ihtiyacı olmakla birlikte bugüne kadar sağlam kalmıştır.
Yanya
Yanya (Yunanca: Ιωάννινα "İoannina"), 70.203 nüfus (2001) ile Yunanistan'ın Epir bölgesinin en büyük şehri ve aynı adı taşıyan ilin (nomos) merkezidir. Kuruluş yılı İS 510 yılıdır. Aziz John'un koruması altında kurulduğundan dolayı, Yunancada "Yahya'nın Şehri" anlamındaki "İoannina" adı verilmiştir.
Şehir, II. Murat devrinde (1421-1451) 9 Ekim 1431'de fethedildi ve Balkan Savaşı sırasında kentin kalesini kuşatan Yunan ordusuna uzun süre direnmesine karşın 6 Mart 1913 tarihinde Türk yönetiminden çıktı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Balkanlar'ın en önemli merkezlerinden biriydi. Osmanlılarca inşa edilmiş kale, pek çok Türk evi, Muğla'ya şaşırtıcı ölçüde benzeyen sokaklar ve Tepedelenli Ali Paşa'nın sarayı Yanya'nın başlıca ilginç noktalarıdır.Fethiye Camii ve Aslanpaşa Camii halen ayakta olup Aslanpaşa Camii etnografya müzesi olarak kullanılmaktadır. Velipaşa Camii'nin minaresi yıkılmıştır. Şehir 1913 yılında Osmanlıların elinden çıkmıştır. Gümüş işçiliği ile ünlü Yanya kenti kuzey Yunanistan'ın en önemli kenti ve bağlantı noktasıdır. Artık Selanik-İgumeniça otobanı da yapılmış ulaşım kolaylaşmıştır.
Yanya'da Arnavutluk sınırına yakınlığından dolayı önemli bir Arnavut nüfusu vardır.
Yanya'nın önemli eğitim kurumları arasında Yanya Üniversitesi bulunmaktadır.
Mevcut ulusal havalimanından Atina ve Selanik kentlerine uçuşlar mevcuttur. Bunun dışında İgumeniça limanına yakınlığı kente ulaşılab |
ilirliği artırmaktadır.
Gümülcine
Gümülcine (Yunanca: Κομοτηνή / "Komotini"), Yunanistan'ın Trakya bölgesinde (Batı Trakya), Rodopi (Rodop) ilinin (nomos) merkezi ve önemli miktarda bir Türk nüfusun yaşadığı bir şehirdir. Şehrin 2001 toplam nüfusu 43362'dir.
Edirne Vilayet Matbaası Müdürü Şevket Dağdeviren'in yazdığı 1892 tarihli salnameye göre;
Gümülcine sancağının kazası olan Gümülcine kasabasının 32 mahallesi içinde 2451 hane olup kasaba nüfusu 11261 dir, 149 köyü ile beraber nüfusu 49029 dur. Zahire, kabak çekirdeği, koyun derisi, badem ve ipek ticareti yapılır. Kasaba içinde 2 un fabrikası, 3 kiremit fabrikası, hükumet konağı, hapishane, telgrafhane, belediye binası, rüştiye okulu, Gureba hastanesi, 10 cami, 15 mescit, 9 okul, 9 medrese, 3 tekke, 3 kilise, 1 havra, 156 çeşme, 12 köprü, 5 şadırvan, 20 kabristan, 20 türbe, 65 su terazisi, 1 imaret, 1 külhanlı bir de hamam vardır.
Gümülcine 1361 yılında Osmanlı topraklarına katılmış, 1913 yılında Bükreş Antlaşması ile Bulgaristan'a bırakılmış, 1920 yılında imzalanan San Remo Antlaşması sonucunda ise tüm Batı Trakya ile birlikte Yunanistan'a dahil edilmiştir. 1920 yılı itibarıyla nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan Türkler, bugün Gümülcine nüfusunun yaklaşık %40'ını oluşturmaktadır.
Webmaster
Webmaster (Türkçesi: Ağ yöneticisi), web sitesi geliştiren kişi anlamında kullanılan bir terimdir. İngilizcedeki "master" kelimesi bu terimde "uzman" anlamında kullanılmaktadır. Webmaster'lar, yazılım, grafik, animasyon, sunucu taraflı işlemler vb görevlerde uzman olan kişilerin oluşturduğu ekipte koordinasyon sağlama görevi alabilirler.
Webmaster'ların çalışma biçimleri farklı koşullara göre değişmektedir. Bir firmada tam zamanlı bir çalışan olarak, bir projede proje bazlı bir görev alarak veya dışarıdan freelance iş alarak çalışmaktadırlar.
Maddi kazanç için değil,gönüllü olarak bu işi yapanlar kendilerine Webservant derler. Webmasterlar, bir şirkete bağlı olarak ya da bağımsız çalışabilirler.
Darwinizm
Darwinizm, İngiliz doğa tarihçisi Charles Darwin`in doğal seçilim yoluyla evrim kuramı. "Darwinizm" tartışması genellikle "doğal seleksiyonun sağladığı evrim" konusunda yoğunlaşmıştır. Darwinizm sözcüğü yaradılışçılar tarafından bilimsel bir yaklaşımdan ziyade bir ideolojiymişcesine kullanılır. Biyolog E.O. Wilson`a göre "Bilim insanları "Darwinizm" demez."
Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık adlı kitabında Darwinizm ile ilgili şunları yazmıştır:
""Biyolojideki kullanımları içeren "Darwincilik", dar anlamda, doğal seleksiyon düzeneğini vurgulayan görüşün adıdır. Buna göre, tüm canlı türler, organizmaya doğal koşullarda ayıklanmaktan kurtulma ve çoğalma olanağı sağlayıcı varyasyonların doğal seleksiyonuyla gelişir. Darwincilik doğal seleksiyon tezini yoklanması gereksiz, doğruluğu apaçık bir ilke saydığı ölçüde bilimsel bir kuram olmaktan uzaklaşmakta, ideolojik bir öğreti kimliği kazanmaktadır. Ancak hemen belirtmeli ki, bu öğretisel eğilim geçmişte kalmış bir olaydır. Bugünkü anlamıyla "Darwincilik" bilimsel evrim kuramıyla özdeştir.""
Darwin ırklarla ilgili olarak şunları söylemiştir:
Gelecekte, yüzyıllarla ölçülemeyecek kadar kısa bir zaman sonra, medeni ırklar neredeyse kesinlikle vahşi ırkları dünya çapında yok edecek ve onların yerine geçecektir. Prof. Schaaffhausen'in de belirttiği üzere, insan benzeri maymunların da soyu şüphesiz ki kurutulacaktır. Böylece aradaki fark açılacaktır, zira insan daha medeni bir duruma gelecek, umarız ki sadece beyaz ırk kalacak ve maymun bir babun kadar alçalacak, böylece şu anda bir zenci veya Avustralyalıyla goril arasında var olan yakınlık ortadan kalkacaktır.""
Darwin'in W. Graham'a gönderdiği mektuplardan alınan sözleri:
""...Doğal seçilim esnasında gerçekleşen mücadelenin, uygarlığın gelişmesine katkısının, sizin kabul etmeye yanaştığınızdan daha fazla olduğunu ve olmaya da devam ettiğini ispat edebilirim. Avrupa milletlerinin daha birkaç yüzyıl önce Türklerin karşısında duramadıklarını hatırlayın, oysa şimdi bunun fikri bile gülünç geliyor! Beyaz ırklar olarak bilinen daha medeni ırklar, varoluş mücadelesinde Türkleri hezimete uğrattılar. Çok da uzak olmayan bir geleceğe baktığımızda, kimbilir daha hangi aşağı ırklar dünyanın dört bir yanında daha yüksek medeni ırklar tarafından elimine (yok) edilecekler...""
Ayrıca bir Darwinist olan Stephen Jay Gould tartışmaları şu şekilde yorumlamıştır:"Irkçılıkla ilgili biyolojik argümanlar 1859'dan önce de yaygın olabilir ama evrim teorisinin kabulü ırkçılığın etkinliğini arttırmıştır." Bu sözler bazı darwinizm karşıtı çevrelerce ırkçılık olarak yorumlansa da Darwin ırkçı olmadığını belirtmiştir. Olaya bir diğer bakış açısı ise, Darwin'in herhangi bir konudaki olumsuz görüşünün bilimsel çalışmalarının değerini azaltmayacağı yönündedir.
Evrim teorisinin Darwin'den 860 yıl önce İbni Miskeveyh tarafından ortaya konulduğu ve daha sonra da Mevlana Celaleddin Rumi ve Erzurumlu İ. Hakkı tarafından da tekrarlandığı ifade edilmektedir.[Görsel kaynak]
Varsağı
Varsağı, özel bir ezgiyle söylenen koşmaya denir. İlk olarak Güney Anadolu’da yaşayan Varsak Türkmenleri tarafından söylendiği için bu adla anılır. Güney Anadolu'da Maraş'tan Mersin'e kadar uzayan bölgede yaşayan Varsak Türkleri, Selçuklular zamanında Anadolu'ya yerleşmişlerdi. Varsağı, Varsak Türkleri'nin kendilerine özgü bir ezgiyle söyledikleri türkü biçimidir.
Semâiye benzer, hece ölçüsünün en çok sekizli kalıbıyla yazılır. 4+4 duraklı veya duraksız olur. Kafiye şeması şöyledir: "xaxa bbba ccca" Semâiden ezgi yönüyle ayrılır. Varsağı yiğitçe bir havayla okunur. Çoğunlukla "bre", "hey", "hey gidi", gibi ünlemler yer alır. Bu ünlemlerin bulunmadığı varsağılar ezgisiyle fark edilir.
Erol Güngör (sosyal psikolog)
Erol Güngör (d. 25 Kasım 1938, Kırşehir – 24 Nisan 1983, İstanbul), Türk sosyal psikoloji profesörü.
Erol Güngör, 25 Kasım 1938’de Kırşehir’de doğdu. Babası Abdullah Sabri Bey, annesi Zelîha Gülşen Hanım’di. İlk ve orta eğitimini Kırşehir'de ve 1956’da Kırşehir Lisesi'nden mezun oldu. 1956 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk bölümüne kaydoldu. Burada hocası Fethi Gemuhluoğlu onu Mümtaz Turhan’la tanıştırdı. Mümtaz Turhan hocanın teşvikiyle hukuk fakültesinden ayrılıp İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne kaydını yaptırdı. 1961 yılında bu fakülteden mezun oldu,
1961’de fakülteyi bitirince Tecrübî Psikoloji kürsüsünde asistan oldu. Fransızca ve İngilizce de öğrenen Erol Güngör, misafir profesör olan Hains’in asistanlığını yaptı ve onun ders notlarını Türkçeye çevirdi. Bu sırada Türkiye’de yeni bir bilim dalı olan Sosyal Psikolojiye yöneldi. Bu disiplinin önemli eserlerinden Krech ve Crithfield'in "Sosyal Psikoloji" kitabını Türkçeye çevirdi. 1965'de “Kelâmî (Verbal) Yapılarda Estetik Organizasyon” adlı teziyle doktor oldu. 1966'da ABD Colorado Üniversitesi'nde tanınmış sosyal-psikolog Kenneth Hammond'un daveti üzerine Amerika'ya gitti. Bu üniversitenin "Davranış Bilimleri Enstitüsü"nde milletlerarası bir ekibin araştırmalarına katıldı. Sosyal-psikoloji ders ve seminerlerini yürüttü. “Şahıslar arası İhtilafların Çözümünde Lisanın Rolü” konulu teziyle 1970 yılında doçent oldu. Akademik çalışmalarının yanı sıra çeşitli yerlerde yazılar yazmaya devam etti. Erol Güngör üniversitede verdiği derslerle, ilmi yayınlarıyla Türkiye'de sosyal-psikoloji dalını önemli bir saha haline getirdi.
Devlet Planlama Teşkilatı, Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı’nın çeşitli komisyonlarında görev alan Güngör, 1978 yılında "Değerler Psikolojisi Üzerinde Araştırmalar" adlı teziyle profesör oldu. 1982 yılında YÖK tarafından Konya Selçuk Üniversitesi’ne rektör tayin edildi. Bu görevi sırasında 24 Nisan 1983’te geçirdiği bir kalp krizi sonucunda vefat etti. Zincirlikuyu mezarılığına defnedildi.
En verimli dönemi 70'li yıllardır. Hemen hemen bütün eserlerinde geleneği, halk, kültür, din ve şahsiyet ile yorumlamaktadır. Güngör'ün muhafazakârlığı statükoculuğa kapalı, değişimlere ve yenilikçiliğe açıktır.
Gençlik yaşlarında Ziya Gökalp'ten büyük ölçüde etkilenmiştir. “İslam’ın Bugünkü Meseleleri” isimli kitabı, Erol Güngör bibliyografyasında önemli yere sahiptir. Bu kitap 80’lerde yükselmeye başlayan “siyasi islam” ceryanına yöneltilmiş bir yorum olarak okunabilir. 19. yüzyılda İslam’ın ortaya koyduğu medeniyetin mağlup olduğunu, ancak temel probleminin, modern hayata uygun bir hukuk sisteminin yeniden üretilmesinde yattığına dikkat çeker; içtihat kapısının kapalı olduğu görüşünü eleştirir ve İslam’ın, kendi içinde tutarlı ve dengeli bir değerler sistemi sunduğunu, özellikle 20. yüzyılın İslam prensiplerine çok geniş bir uygulama sahası verebileceğini öne sürer.
Erol Güngör’ün yazıları Türk Yurdu, Hisar, Türk Birliği, Töre, Türk Edebiyatı, Türk Kültürü, Millî Eğitim ve Kültür, Millî Kültür, Konevî, Toprak ve Diriliş dergileri ile, Millet, Her Gün, Yeni Düşünce, Yeni Sözcü, Yol, Ayrıntılı Haber, Yeni İstanbul ve Orta Doğu gazetelerinde yayınlandı. Bunlardan 1974–1977 tarihleri arasında başyazarlığını yaptığı
Eserlerinde Türk toplumunun Tanzimat'tan bu yana yaşadığı kimlik sorununa ve kültür buhranına parmak basmıştır.
18 kitaba imza atan Erol Güngör'ün eserlerinin bir kısmı çeviri metinlerden oluşmaktadır.
Kudüs Krallığı
Kudüs Latin Krallığı ya da Kudüs Haçlı Krallığı, 1099'da I. Haçlı Seferi'nden sonra Hıristiyanlar tarafından Kenan'da kurulmuştur. Batı Avrupa krallıklarıyla yakın bağlantıları vardı ama küçük bir krallıktı ve finansal ve askeri destekten yoksundu. En geniş sınırlarına ulaştığında Lübnan'dan Sina Yarımadası'na kadar uzanıyordu. Başlangıçta Müslümanlarda korku oluşturmuştu ama sonradan "Cihad" kavramının oluşmasıyla birlikte topraklarını kaybetmeye başlamıştır. Kudüs'ün 1187'de Selahaddin Eyyubi tarafından alınmasıyla toprakları Akdeniz kenarında küçük bir kıyı şeridine dönüşmüştür ve Memlüklerin Akka'yı 1291'de almasıyla tarihe karışmıştır.
İlk kralı, Aşağı Lorraine Dükü Godfrey de Bouillon'dır. Kudüs alındıktan sonra "Advocatus Sancti Sepulchri" olar |
ak (Kutsal Kabrin Koruyucusu) anılmıştır. Ölümü üzerine I. Baudouin" Kudüs Latin Krallığını kurarak başına geçti. Onun ardından eski Edassa Kontu ve I. Baudouin'in kuzeni II. Baudouin Kudüs tahtına oturdu. Bu iki kral haçlı devletini iyi yöneterek en azından haçlıların ortadoğu'ya yerleşmesini kesinleştirdi. II. Baudouin'in ölümünden sonra erkek varisi olmadığından dolayı kızı Melisende ve kocası Fulk Kudüs devletini beraber yönettiler. Fulk'un Akka'da yapılan bir av kazasında ölümünden sonra küçük yaşta olan III. Baudouin ile Melisende devleti beraber yönettiler. III. Baudouin büyüdükten sonra annesini bertaraf ederek Kudüs tahtına tek başına hükmetmeye başladı. İkinci Haçlı seferi'yle doğuya gelen birliklerle Şam'ı kuşattı fakat başarı sağlayamadan bu seferde 1101 yılı seferi gibi başarısız oldu. Onun ardından kardeşi I. Amalrik Kudüs yönetimine geçti. I. Amalrik genellikle Fatımiler Devleti'yle Mısır hakimiyeti için savaştı. Fakat pek de hatırı sayılır başarılar sağlayamadı. Onun ölümünün ardından Cüzzamlı olarak bilinen IV. Baudouin tahta geçti. Erken yaşta Selahaddin Eyyubi'ye karşı Remle'de Montgisard Muharebesi'ni kazandı ve bir barış ortamı oluşturdu. Cüzzamlı olarak bilinen Kudüs Kralı IV. Baudouin'in ölümünden sonra Kudüs tahtına kızkardeşi Kraliçe Sibylla'nın ilk evliliğinden olan 8 yaşındaki oğlu V. Baudouin'i halefi olarak gösterdi. Fakat V. Baudouin saltanatı erken öldüğünden dolayı kısa sürdü. Onun yerine IV. Baudouin'in kız kardeşi Kraliçe Sibylla ile evliliğinden dolayı Guy de Lusignan, krallığın başına geçerek 6 yıllık Selahaddin Eyyubi ile yapılan anlaşmayı Châtillonlu Renaud ve Tapınak Şövalyeleri'nin lideri Gerard de Ridefort'un kışkırtmaları sayesinde Mısır'a gitmekte olan bir ticaret kervanına saldırarak bozdu. Selahaddin ile karşılaşmaya çıkan tüm Kudüs ordusu sudan uzak kaldığı için yorgun duruma gelmişti. Selahaddin'in tuzağına düşen Guy de Lusignan 4 Temmuz 1187'de yapılan Hittin Savaşı'nda iki tepenin arasında büyük bir bozguna uğradı ve neredeyse Kudüs ordusu tamamıyla yok edildi. Selahaddin kralın hayatını bağışladı fakat Tapınak Şövalyelerinden bağlı 200 şövalyenin idamını emretti. Hıttin Savaşı'nın ardından yeni zaferler peşinde koşan Selahaddin kıyı boyunca ilerleyerek Akka'yı ele geçirdi. İbelinli Balian komutasındaki bir avuç askerle korunan Kudüs 2 Ekim 1187'de Salahaddin'e teslim oldu. Balian Kudüs'ü yağmalama tehdidiyle Selahaddin'den halkın güvenli şekilde Hristiyan adalarına geçişini istedi ve Selahaddin bu anlaşmayı kabul etti.
Üçüncü Haçlı seferinin amacı Kudüs Latin Krallığını kurtarmaktı ama bu sefer de işe yaramadı. Aslan Yürekli Richard Selahaddin'le kırılgan bir anlaşma imzalayarak ülkesine geri döndü.
Bundan sonra Kudüs Krallığı ismen devam etti ve merkezi Haçlı Latin'lerin elinde bulunan Akka kalesi ve şehri oldu. Bu Akka merkezli krallığın başına gecen krallardan bazıları Akka'da yaşamadılar ve gittikçe küçülen Akka etrafında bulunan ve Kudüs Krallığı ülkesi kabul edilen araziler fiilen taht naipleri tarafından idare edilir oldu.
Afrodisias
Afrodisias veya Afrodisyas (; ), Tanrıça Afrodit'e adanmış birçok eski çağ kentinin ortak adı. Afrodisyas (ya da "Afrodisias") adlı kentlerin en ünlüsü, Anadolu'nun güneybatısında, eski Karia bölgesinde, günümüzde Aydın'ın Karacasu ilçesine bağlı Geyre mahallesinin bulunduğu yerdeydi. Arkeolojik kazılar başladıktan sonra Geyre taşınmıştır.
2009'da UNESCO tarafından Dünya Mirası Geçici Listesi'ne dâhil edilen Afrodisias, 2017'de ise Dünya Mirası olarak tescil edildi.
MÖ 5. yüzyılda kurulan kent, Roma İmparatorluğu döneminde gelişmiş, MÖ 1. yüzyıl ile MS 5. yüzyıllar arasında, başta heykelcilik olmak üzere önemli bir sanat merkezi haline gelmiş, Afrodit tapınağıyla ve Afrodit adına yapılan törenlerle ün salmıştır.
Afrodisias kenti, deprem kuşağındaki konumu nedeniyle, tarihi boyunca pek çok depremden şiddetle etkilenmiştir. Özellikle 4. yüzyıl ve 7. yüzyılda burada büyük depremler olduğu bilinmektedir. 4. yüzyıl depremi ayrıca Afrodisias'ın bulunduğu mevkide su akış mecralarını da değiştirmiş, kentin bazı kısımlarını su baskınlarına maruz kalmaya müsait bir hale getirmiştir. Su baskınları sorununu çözümleme amaçlı ve aciliyet içinde inşa edildiği anlaşılan tahliye sisteminin kanıtları bugün de görülebilmektedir. 7. yüzyıldaki depremden sonra Afrodisias bir daha hiçbir zaman tam olarak kendine gelememiş ve bakımsızlığa düşmüştür. Zamanla kalıntılar kısmen Geyre köyü alanı ile örtülmüştür. 20. yüzyıl başlarında Geyre köyünün bir kısmı yine bir deprem nedeniyle boşalmış, boşaltılan alanın altındaki kalıntılar ortaya çıkmıştır. 1960'larda Geyre, deprem olasılığı da düşünülerek bugünkü yerine taşınmış ve belde olmuştur.
Kent 7. yüzyıldan itibaren paganizm çağrışımlı Afrodisias ismini terkederek Hıristiyanlık etkisiyle Stavropolis (Haç kenti) şeklinde adlandırılmıştır. Bizans İmparatorluğu döneminde bölge (antik çağ Karya'sına nazaran daha iç bölgede yer almasına rağmen) Karya olarak anılmaya başlamıştır. 1260 yılından itibaren Türklerin bölgede egemenlik kurması ile Karia ismi Geyre olarak Türkçeye yansımıştır.
Türkiye'nin en ünlü fotoğrafçısı Ara Güler'in tesadüfi biçimde bölgede kaybolması ile bulunmuştur. Ara Güler, köydeki insanların Aphrodisias'a ait sütun ve taşları, evlerinin ve işyerlerinin belli kısımlarında kullanıldığını görmüştür. Geri döndüğünde çektiği resimleri dönemin sanatçı-aydınlarına göstermiş ama kimse ilgilenmemiştir. Daha sonra bir ABD dergisine resimlerle birlikte yazıları göndermiş ve büyük ilgi görmüştür. Renkli resimler olursa 10 sayfa ayıracaklarını söylemeleri üzerine Ara Güler tekrar aynı yere gider. Resimleri çeker, yazısını yazar. Kendisinden daha detaylı yazılar istenince Kenan Erim ile görüşür ve yazılar yazılır. Kenan Bey de hafriyatlar için gerekli izinleri alıp detaylı çalışmalara başlar. Aphrodisias'ta ilk kazılar 1904-1905 yıllarında Paul Gaudin tarafından yapılmıştır. Halen sürmekte olan ve New York Üniversitesi tarafından koordine edilen Afrodisias kazılarının başlangıcı, 1961 yılından vefatına kadar tüm kariyerini buraya adayan Kenan Erim'e dayanmaktadır. Bugün, çalışmaların devamı yine New York Üniversitesi himayesinde; Oxford Üniversitesi Lincoln Kürsüsü'nde Klasik Arkeoloji ve Sanat Profesörü olan Prof. R.R.R. Smith ile New York Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü'nde Prof. Christopher Ratte'nin ortak yönetimi altında sürmektedir. Sur duvarlarından itibaren 1 km.lik alan 1. Derece Sit Alanı ilan edilmiştir. Kalıntıların zenginliği nedeniyle kazıların başlangıcında inşa edilen Geyre Müzesi'nin yetersiz kalması nedeniyle yeni bir Afrodisias Müzesi'nin kurulması için çalışılmıştır. 1 Haziran 2008'de Afrodisias antik kentinde müzeye ek olarak "Sebasteion-Sevgi Gönül Salonu" açılmıştır.
Osmanağa Camii
Osmanağa Camii, Kadı Mehmet Efendi Mescidi harap olunca yerine 1. Sultan Ahmet’in Babussaade Ağası Osman Ağa tarafından 1612 yılında yaptırılmıştır. Zamanla bu camii de harap olunca, 1811 yılında 2. Sultan Mahmut tarafından yenilenmiş, fakat 1878’de Kadıköy’de vukua gelen yangın sonunda bu da yanmış, aynı yılda bugünkü camii inşa edilmiştir. Camii bahçesindeki çınar ağacı 1880 yılında caminin imamı Mehmet Asım Efendi tarafından dikilmiştir.
Hibrit (otomobil)
Hibrit (melez) otomobillerin amacı benzin sarfiyatını azaltmaktır. Bunu sağlamak için sıkışık trafikte, düşük hızlarda benzin motoru yerine elektrik motorunu kullanmakta ve bu sayede kısmen 0 emisyon salınımı sağlamaktadırlar. Elektrik motorunun çalışması için gerekli enerji, benzin motoru çalıştırıldığı zamanlarda ya da frenleme sırasında akülere şarj edilmektedir. Dolayısıyla bu araçların elektriğe bağlanarak şarj edilmesi gibi bir gereksinim yoktur.
İstenildiğinde benzinli istenildiğinde elektrik motoruyla ilerleyebilen ilk aracı 27 yaşındayken Ferdinand Porsche yapmıştır. 1902 yılında “Mixte-Wagen” adını verdiği aracı tanıtmıştır. Viyanalı bir fayton üreticisi olan Ludwig Lohner ile birlikte çalışan Porsche 4 silindirli bir Daimler motoruna aküler, bir jeneratör ve elektrik motorları eklemiştir. Bu haliyle Mixte benzinli motor stop edildiğinde bile akülerin çalıştırdığı elektrikli motorla ilerlemeye devam edebilmekteydi.
Hibrid arabaların yaklaşık 10 yıl içerisinde, benzin motorlu arabaların yerini alacağı düşünülmektedir. Toyota'nın Toyota Prius modeli, Honda'nın Honda Insight ile başladığı günümüzde Honda Civic Hybrid ile devam eden serileri hibrit otomobillere örnek olarak verilebilir. Toyota'nın lüks araba şirketini temsil eden Lexus'un 2005 yılı içerisinde piyasaya sunduğu Lexus RX 400h modeli de melez otomobiller arasında yerini almıştır.
Bunun yanı sıra, Dodge'un Ram Pick-up'ını melez olarak üreteceğini açıklamasıyla bu tarzda bir ilk olacak gibi gözükmektedir. Bunu takiben, General Motors; Chevrolet'ye ait Silverado modelini ve GMC'ye ait Sierra modelini tarihinde ilk kez "GM" markasını kullanarak tanıtması beklenmektedir.
SUV sektöründe ise, ilk önce kendini belli eden Ford'un Escape modeli olmuştur.
2005 yılına yetiştirilmesi beklenen araba modelleri arasında, GMC Yukon, Chevrolet Tahoe, Mercedes S Serisi ve Toyota Camry gibi sektörün zirvesine dogru oynayan otomobiller de bulunmaktadır.
Manastır, Makedonya
Manastır (Makedonca: Битола "Bitola", Arnavutça: Manastiri), Makedonya’nın güneybatısında yer alan şehir, ülkenin ikinci büyük şehridir.
"Manastır" adının Grekçe "Monastíri" ("Μοναστήρι") adından geliştiği düşünülmektedir. Şehrin Türkçe ve Arnavutça adları, bu şekilden gelişmiştir. Şehrin Makedonca adı ise, Osmanlı devrinden sonra kullanıma giren "Bitola"’dır. Söz konusu "Bitola" adının Eski Kilise Slavcasındaki "Obitel" “"manastır veya konut"” sözünün zamanla canlılığını yitirip /o/ sesini kaybetmesiyle ortaya çıktığı belirtilmektedir.
Manastır şehri, Makedonya’nın Pelagonya vadisinin güney bölümünde, Yunanistan sınırının 14 km kuzeyinde yer alır. Şehir, Baba Dağı eteklerinde (Pelister zirvesi 2.601 m), deniz seviyesinden 576 metre yüksekliktedir. Dragor Nehri kıyısında kuruludur.
|
Şehir, Adriyatik Denizi ile Ege Denizi arasında kavşak noktasında yer alır. Ayrıca, Balkanlar ile Orta Avrupa arasında da geçiş güzergâhı üzerinde bulunur.
Manastır’da yıllık ortalama sıcaklık 11,1 °C’dir. Bu ortalama 1975 yılında 10,1 °C, 1952 yılında da 13,1 °C olarak tespit edilmiştir. En soğuk ay Ocak’tır. Ocak ayında ortalama sıcaklık 0,6 °C’dir. Şehirdeki en düşük sıcaklık -30,4 °C olarak tespit edilmiştir. En sıcak ay Temmuz’dur. Temmuz ayında ortalama sıcaklık 22,2°С’dir.
Manastır, bugün güneybatı Makedonya’nın ekonomi ve sanayi merkezidir. Ülkedeki büyük şirketlerin azımsanmayacak bir kısmı buradadır. Pelagonya tarım bölgesi, Makedonya’daki büyük gıda üretim bölgesidir.
REK şirketinin üç termoelektrik santralı, ülke elektrik üretiminin % 80’e yakın bir kısmını üretmektedir. Manastır ayrıca tekstil ve gıda sanayisi açısından da büyük bir kapasiteye sahiptir.
Manastır, bütün bu özelliklerinin yanında, 12 ülkenin elçiliklerinin bulunduğu bir şehirdir. Elçilik bulunduran ülkeler şunlardır:
Manastır, önemli bir endüstri, tarım, ticaret, eğitim ve kültür merkezidir. Makedonya’nın ikinci üniversitesi buradadır.
Şehirde üç televizyon istasyonu yer alır: TERA, Orbis ve Medi. Bunun yanında, Radio Bitola (devlet) ve Radio 105 (özel), Aktuel Bombarder (özel), Radio Delfin (özel) olmak üzere dört radyo istasyonu ve haftalık yayınlanan Bitolski Vesnik adlı gazete de vardır.
Şehrin ilk yerleşimi, Ege denizini Adriyatik’e bağlayan eski Roma yolu üzerinde bulunan ve M.Ö. 6. yüzyılda Makedonya Kralı II. Filip tarafından inşa edilen "Heraklea" kentine dayanır. M.Ö 148’de Roma istilasına uğradı ve bir Roma kolonisi oldu. 476'da Roma İmpratorluğu'nun ikiye bölünmesinden sonra Doğu Roma himayesine girdi. 6. yüzyılın sonlarında ve 7. yüzyılın başlarında pek çok kilise ve manastırın inşasının ardından dinî bir merkez haline geldi. 976-1014 yılları arasında Bulgarlar tarafından işgal edildi ancak 1014'te Çar Samuil'in ölümünden sonra yeniden Doğu Roma hakimiyetine girdi.
1382 yılında I. Murat döneminde Kara Timurtaş Paşa tarafından Osmanlı Devleti topraklarına katıldı ve "Manastır" adıyla anılmaya başlandı. Efsaneye göre Osmanlılar şehre girdikleri sırada 72 tane kilise bulunmaktaydı ve bu kiliselere
nazaran buraya Manastır denilmişti. Anadolu'dan ve özellikle Toroslar'dan getirilen Türkmen aşiretleriyle iskân edildi. Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde de belirtildiğine göre 16. yüzyılda o dönemde şehir, 3.000 hane, 20 mahalle, 900 dükkân, 70 mescit ve camiden oluşan, Rumeli vilayetinin ileri gelen şehirlerinden biri idi. Manastır, 530 yıl Osmanlı idaresinde kaldı. Balkan Savaşları başladığında 14-18 Kasım 1912'de Sırp işgaline uğradı ve böylece Osmanlı idaresinden çıktı. Osmanlı idaresinin son döneminde İttihat ve Terakki’nin en önemli muhalif merkezlerinden biri oldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, buradaki Manastır Askerî İdadisi’nde öğrenim gördü. Balkan sinemasının ilk kameramanları Manaki Kardeşler'in yaşadığı Manastır'da Osmanlı dönemini gösteren, çok sayıda fotoğraf ile Sultan V. Mehmet Reşat'ın Manastır ziyaretini gösteren sinema filmi mevcuttur.
Manastır, I. Dünya Savaşı'nın ardından kurulan Krallık Yugoslavyası'na ilhak edildi ve Sırplar tarafından merkezi Üsküp olan Vardar eyaletine katıldı. İki dünya savaşı arasında müslümanlar Makedonya ve Manastır'dan zorla sürüldü; büyük bir kısmı Türkiye'ye göç etti. Şehir, II. Dünya Savaşı'ndan sonra yeni kurulan komünist Yugoslavya'yı oluşturan altı cumhuriyetten biri olan Makedonya Sosyalist Cumhuriyeti sınırları içinde kaldı.
2002 yılı genel nüfus sayımı sonuçlarına göre şehrin toplam nüfusu 95.385’tir. Bu rakamın etnik dağılımı şu şekildedir:
Melez (bitki)
Melez, çamgiller (Pinaceae) familyasından "Larix" cinsini oluşturan yaprak döken iğne yapraklı ağaç türlerin ortak adı.
Kuzey yarımkürenin ılıman bölgelerinde yetişen melez ("melezçam" da denir) cinsi üyeleri, boyları 30 m'yi bulabilen, iğne yapraklı, sarkık dallı ağaçlardır. Cinsin üyelerinden Avrupa melezi ("Larix decidua") ve Amerika melezi ("Larix laricina") kırmızı, sert, bol reçineli odunları için yaygın biçimde yetiştirilir.
Karanfil (baharat)
Karanfil ile ilgili birden fazla anlam vardır. Karanfil baharatı Syzygium aromaticum ağacından elde edilirken, Karanfil çiçekleri Dianthus petraeus bitkisinden elde edilirler.
İlk olarak Moluk adalarında bulunmuştur. Karanfil ağacı dört mevsim yeşil kalır ve 10–20 m uzunluğa erişebilir. Karanfil çiçeklerine Karanfil baharatı (Syzygium aromaticum) ile benzer kokuya sahip olduğu için bu ad verilmiştir.
Anavatanı Endonezya olup, tüm dünya mutfaklarında baharat olarak kullanılır. Adı Fransızca "clou" (çivi) dan gelir; çünkü tomurcuklar irili ufaklı çivileri andırırlar. Karanfiller, öncelikle Zengibar, Endonezya
ve Madagaskar'da hasat edilir. Aynı zamanda Hindistan ve Sri Lanka'da yetiştirilir.
Çiçek tohumları başlangıçta soluk renklidir ve dereceli olarak yeşile dönüşürler. Karanfiller boy uzunluğu 1.5–2.0 cm iken hasat edilirler. Karanfil ağacının çiçek tomurcuklarından elde edilen baharat, odunumsu, siyah renkli ve güzel kokuludur. Acımsı ve ekşi bir tada sahiptir. Hindistan'da yemeklerde çokça kullanılır. Avrupa'da daha çok turşu ve reçellere çeşni katmak amacıyla, bazen de tatlılarda kullanılır.
Milattan Önce 3. yüzyılda Çin imparatorları ve aristokrasisi, bütün ziyaretçilerine ağız kokuları için karanfil ikram etmeden görüşmezlerdi. Eski Romalılar'da karanfili baharat olarak kullanıyorlardı. Romalı Plinus'un, "Bir yıl geçmiyor ki, Hindistan, Roma İmparatorluğunu 50 milyon sesterce kurutuyor" sözünü İlk ve Ortaçağ Batı Uygarlıklarında karanfilin yüksek fiyatına kanıt olarak gösterebiliriz. 17. ve 18. yüzıl İngiltere'sinde karanfil, yüksek fiyatı sebebiyle altın ile eşdeğerdi. (Sesterce, eski Roma'nın madeni parasıdır. Roma Cumhuriyeti döneminde küçük gümüş madeni para iken; Roma imparatorluğu döneminde büyük bronz madeni para şeklini almıştır.) 15. yüzyıldan itibaren karanfil, Avrupa'da yeniden tanındı. Hollandalılar, karanfil ticaretinde kartel oluşturarak, hayli zenginleştiler.Amsterdam ve Rotterdam hala büyük karanfil pazarlarından sayılmaktadır.
Yüzdürme testi, karanfilin kalitesini öğrenmek için kolay bir yoldur. Kaliteli karanfil suya atılınca ya dibe iner ya da suda başı yukarıda dikey şekilde asılı kalır. Adi karanfil ise, su üzerinde yatay bir biçimde yüzer.
Karanfil, öğütülerek baharat olarak kullanılmakla birlikte, ağızda bir süre tutularak kullanılabilir. Çiğnendiğinde nefesi taze ve temiz tutar. Karanfil, güzel kokusu sebebiyle ağız kokusuna karşı kullanılır. İçrdiği "Eugenol" maddesinin etkisi ile hafif ve orta şiddette diş ve dişeti ağrılarına karşı lokal uyuşturucu olarak kullanım alanı bulunur. Anti bakteriyel etkisi vardır.
Karanfil
Kükürt Emisyonu Azaltma Protokolü
Kükürt Emisyonunun veya Akışın En Az %30 Azaltılmasına Ait Uzun Menzilli Sınırlar Ötesi Hava Kirliliği Sözleşmesi Protokolü
Kükürt Emisyonlarının Daha da Azaltılmasına Ait Uzun Menzilli Sınırlar Ötesi Hava Kirliliği Sözleşmesi Protokolü
Barbizon
Barbizon, Île-de-France Bölgesi, Seine-et-Marne İli, Melun Arrondissement, Perthes Kantonunda bulunan dür.
Paris'e bir saat uzaklıktadır. Barbizon ressam grubunun resimlerinin bir kısmını içeren ufak bir müzesi vardır. Ayrıca kasabada hoş bir otel ve birkaç lokanta bulunur.
Milas
Milas, Muğla'nın 13 ilçesinden birisidir.
2014 senesine kadar 13 mahallesi, 114 köyü ve 5 beldesi olan kent yeni çıkan büyük şehir yasası ile ilçe sınırları içerisindeki bütün yerleşim birimlerinin mahalle olmasıyla ilçe sınırları içerisinde toplam 132 mahalle sayısıyla ayrı bir konuma gelmiştir. 2012 yılında 55.348 ilçe merkezi 72.658 kırsal olmak üzere toplam 128.006 nüfusa sahipken 2014 yılında bütün belde ve köylerin mahalle olmasıyla ilçe nüfusu 129.128 oldu.
Karya Uygarlığı'na ve Menteşe Beyliği'ne başkentlik yapmış ilçe merkezi ve yanı başında yer alan, tarihin pek çok döneminde Milas'ın müstahkem kalesi işlevi görmüş Beçin başta olmak üzere ilçede tarihleri derin, köklü bir geçmişe uzanan pek çok yerleşim bulunmaktadır. Düzenli kent merkezi, antik kalıntıları, tarihî değeri bulunan eserleri ve evleri, canlı çarşısı, dünyaca ünlü Milas halıları ile turistik açıdan pek çok ilginç özelliği bulunan, ancak Bodrum'a giden yolcuların bazen kenarından geçerek gözden kaçırdığı bir yerdir. Günümüz Milas'ının yerleşiminin belkemiğini Yörük-Türkmenler oluşturmaktadır. Şu anda ilçenin belediye başkanı CHP'li Muhammet Tokat'dır. İlçe Bodrum güzergâhının üzerinde olduğu için hızla gelişip, göç almaktadır.
Anadolu dillerinde yerleşim yerlerinin tipik bir soneki olan -asa, Milas'ın tarihî ismi Mylasa'da kendini gösterdiği için, kentin çok erken tarihlerde kurulmuş olduğuna işaret etmektedir. Bazı dilbilim araştırmacıları, Milas isminin ilk hecesi olan Mil- 'in Likyalıların kendileri için kullandığı isim olan "Trmili" 'de de zuhur ettiğine dikkat çekerek bu halkın Milet ("Millawanda") yöresinden güneye sonradan Likya olarak bilinecek Teke Yarımadası'na göçleri döneminde kurulmuş olabileceğini ileri sürmektedirler.. İsmin Sisifos'un ve Aeolus'un neslinden geldiği iddia edilen bir Mylasa'dan kaynaklanmış olabileceğine dair savlar ise mesnetsiz bulunmaktadır.
Milas şehri, hükmettiği geniş ve verimli ova, ve sırtını dayadığı dağlardaki, günümüzde de işletilmeye devam eden, zengin mermer yatakları ile tarih boyunca avantajlı bir konumda olmuş, bulunduğu mevkiden sahil şeridine kolaylıkla erişilebilmesi de ilave bir şansını oluşturmuştur.
Milas kent merkezi içindeki en eski eser Hisarbaşı mahallesinde, Hisarbaşı tepesinin doğusunda bir podyum üzerine inşa edilmiş olan Augustus (Uzunyuva) Tapınağıdır. Tapınağın Korent başlıklı tek sütunu hala ayaktadır.
Kentin eski surlarından bugüne ulaşan tek kalıntı ise, yörede Baltalıkapı olarak bilinen kapı kemeridir. Kapı M.Ö. 1. yüzyıla tarihlenmektedir. Kemerinin kilit taşı üzerindeki çift yüzlü balta motifinden dolayı yörede Baltalıkapı olarak anılmaktadır.
Kentte |
ki bir başka antik çağ kalıntısı ise M.S. 2. yüzyılda inşa edilmiş ve çok iyi korunmuş bir mezar anıtı olan Gümüşkesen Anıtı dır. Dünyanın yedi harikasından biri kabul edilen Halikarnas Mozolesi'nin daha küçük bir modelidir. Sodra Dağı eteklerinde Gümüşlük mahallesindeki mezar anıtı yüksek bir kaide ve basamaklı bir çatıdan oluşmaktadır.
Milas'ın doğusunda Milas ovasında uzanan iki katlı su kemerleri erken Bizans dönemine aittir. Kemerlerin inşaatında antik dönem mimari parçalar da kullanılmıştır.
Kent merkezindeki önemli mimari yapılar arasında aşağıdakiler sayılabilir:
Milas'ta ayrıca Osmanlı dönemi eseri olan iki köprü bulunmaktadır. Bunlardan biri kent merkezinden geçen Balovca deresi üzerindedir. İzmir yolundaki Sarıçay üzerindeki tarihi köprü ise acilen restorasyona ihtiyaç göstermektedir. Milas'a bağlı Selimiye beldesindeki Osmanlı dönemine ait iki eserden biri olan Abdülfettah Camii ise, hanı ve hamamı ile bir külliye görünümündedir.
Milas kent gezilerinin ana eksenini 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk yıllarında yapılan ve büyük bölümü restore edilerek kullanılmaya devam eden Milas evleridir. İki katlı avlulu evlere giriş avludan yapılır. Evlerin ahşap destekli çıkmaları sokağa taşar. Zemin katlar genellikle depo ve kiler olarak kullanılır. Mutfak,tuvalet,ahır avlunun bir köşesindedir. Avludan üst kata ahşap ya da mermer merdivenle çıkılır.
İlçe merkezinde Nedime Beler, Murat Menteşe, Selahattin Oğuz, Servet Akgün evleri olarak tanınan evler ise Cumhuriyet'in ilk döneminde Avrupa’dan gelen Macar ve İtalyan mimarların katkılarıyla yapılmıştır. Bu evler Milas evlerinden farklı olarak dışa açık olarak yapılmıştır. Mutfak ve tuvalet Avrupai tarzda yapı içindedir.
Milas'ta 1950'li yıllara kalan varlığını sürdürmüş bir Yahudi cemaati bulunduğunu da belirtmek gerekir. Sonradan İsrail'e göçen bu Milaslılar, anavatanlarına ziyaretlerini bugün de sürdürmektedirler.
Kuzey Mariana Adaları
Kuzey Mariana Adaları ABD ile siyasal birlik içerisinde olan Okyanusya, Kuzey Pasifik Okyanusunda adalar topluluğudur. Batı Pasifik Okyanusu'nda on beş adadan oluşur.
Ebru Gündeş
Ebru Gündeş (d. 12 Ekim 1974; İstanbul, Türkiye), Türk şarkıcı, sunucu ve oyuncu.
Konfeksiyon işçisi iken Neşe Demirkat ile tanışan Gündeş, Koral Sarıtaş ile Selçuk Tekay'ın bulunduğu Marş Müzik Yapım ile anlaşır. Gündeş, albüm hazırlıklarına başlamadan önce Emel Sayın'a vokalistlik yapmıştır.
İlk evliliğini 16 yaşındayken Hamdi Vardar ile, ikinci evliliğini de 2002 yılında avukat Ömer Durak ile yapan Gündeş 2010 yılında İran Azerisi iş adamı Rıza Sarraf'la evlenmiştir. 15 Ekim 2011'de kızı Alara doğmuştur.
1993 yılında "Tanrı Misafiri" adlı ilk albümü piyasaya çıkar. Selçuk Tekay´ın prodüktörlüğünü, Özkan Turgay´ın aranjörlüğünü yaptığı albümde Gündeş, ilk albümünde milyonluk satış rakamına ulaşır.
Ebru Gündeş, ilk albümün ardından hemen ikinci albümün hazırlıklarına başlar ve ertesi yıl 'Tatlı Bela' yayınlanır. Genç sanatçı, 'Tatlı Bela'da bu sefer ağırlıklı olarak slow ve romantik parçalar seslendirir. Bu albümle Gündeş, 1996 yılında 2. Kral TV Video Müzik Ödülleri´nde 'En İyi Kadın TSM Sanatçısı' ve Yılın En İyi Şarkısı ödülünü alarak geceye damgasını vurur.
'Ben Daha Büyümedim' adlı üçüncü albümü 1995 yılında çıkar. Albüm, 'Fırtınalar' adlı ilk hitiyle ses getirirken Gündeş, 'Ben Daha Büyümedim' ve 'Çok mu Gördünüz' adlı parçalarla eleştirilere sitem eder. Bu albüm, Ebru Gündeş´in müzik hayatında Serdar Ortaç´la olan birlikteliğin de başlangıcı olur. Ebru Gündeş, 1997'da 3. Kral TV Video Müzik Ödülleri'nde TSM En İyi Kadın sanatçı ödülünü alır. Ebru Gündeş, 1996 yılından bu yana 2 kez En İyi Türk Sanat Müziği Kadın Sanatçı ödülünü kazanarak bu ödülü en çok kazanan kişi olmuştur.
'Kurtlar Sofrası' adlı dördüncü albümü 1996 tarihinde çıkar. Bu arada oyunculuk tekliflerini de değerlendiren Ebru Gündeş, albümlerinin ismini taşıyan televizyon dizilerinde başrol alır.
İki yıllık bir aranın ardından 1998 yılında 'Sen Allahın Bir Lütfusun' adlı albümü müzik marketlerdeki yerini alır. Albüm, Selçuk Tekay´ın yanında Kerem Ökten´in yönetmenliği ve aranjörlüğünde gerçekleşir. Albümle aynı adı taşıyan Kerem Ökten imzalı parça, "Sen Allahın Bir Lütfusun", başta 1998 yılının ödüllerini verildiği 5. Kral TV Video Müzik Ödülleri'nde TSM En İyi Kadın sanatçı ödülünü Ebru Gündeş'e 3. ve son kez kazandırmakla beraber, yine aynı ödül töreninde yılın en iyi şarkısı ödülüne aday gösterilir. 'Sen Allahın Bir Lütfusun' albümünde on iki şarkı yer alır.
Ebru Gündeş 1999 yılında hayranlarının karşısına yepyeni bir albümle çıktı. 'Dön Ne Olur' adını taşıyan bu albümünün stüdyodaki tanıtımı sırasında , basın mensupları önünde beyin kanaması geçiren 25 yaşındaki Ebru Gündeş, bir süre hastanede kaldıktan sonra, uzun bir süre de dinlenerek hayranlarından uzak kaldı. Ebru Gündeş´in 'Dön Ne Olur' albümü milyon barajını geçerek büyük bir rekora imza attı. Tarık Ağansoy´un düzenlemelerini yaptığı albümde, genç söz yazarı ve bestecilerin de parçaları bulunuyor. Sezgin Büyük, Altan Çetin, Sinan Özşeker, Ertuğrul Polat, Hakkı Yalçın´ın yanı sıra Sezen Aksu´nun unutulmaz 'Hata' parçası da albümde yer alıyor.
Uzun bir süre dinlenme döneminin ardından, ilk konserini 11 Mart 2000 gecesi Bostancı Gösteri Merkezi´nde veren Ebru Gündeş, konserin tüm gelirini Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Vakfı Hastanesi Reanimasyon Kliniği´ne bağışladı.
TGRT kanalında yayınlanmış ve sunuculuğunu Ebru Gündeş'in yaptığı televizyon programında Gündeş'in ‘Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var’ adlı Ataol Behramoğlu'na ait şiirden 2 kıtayı telif hakkı ödemeden izinsiz defalarca okumasının ardından Behramoğlu tarafından Gündeş ve yapımcı, yayıncı firmalar aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açılmıştır. Öte yandan Gündeş, 2013 yılından itibaren "O Ses Türkiye" adlı yarışmada jüri üyeliğini yürüten Gündeş, 2016 yılında jüri üyeliğinden ayrılmıştır.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Ondokuz Mayıs Üniversitesi (kısaca OMÜ), Samsun, Türkiye'de 1975 yılında kurulan büyük bir devlet üniversitesidir. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün, Bağımsızlık Savaşını başlatmak üzere Samsun'a geldiği tarih Üniversitenin ismi olarak belirlenmiştir.
Bünyesinde; 20 fakülte, 5 enstitü, 1 konservatuvar, 3 yüksekokul, 13 meslek yüksekokulu, 23 uygulama araştırma merkezi, Rektörlüğe bağlı 5 bölüm, 1 gözlemevi ve 1 enstitü birimi ile faaliyetlerini sürdürmektedir. 2.175 dönümlük ana kampüsü Samsun'da Atakum belediyesinin odağında yer almaktadır. Akademik Performansa göre Üniversite Sıralaması (URAP) verilerine göre, tıp fakültesi ve sağlık okulları ile, OMÜ Türk üniversiteleri arasında 14. sırada yer almaktadır.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ), Ondokuz Mayıs Üniversitesi, 1 Nisan 1975 tarihinde 1873 sayılı Kanun'la kurulmuş ve ilk olarak 50 öğrenci ile eğitim-öğretime başlamıştır. 1973 yılında Hacettepe Üniversitesi'ne bağlı olarak kurulan Samsun Tıp Fakültesi, 1873 sayılı kanunun 2. maddesine göre OMÜ'ye bağlanarak üniversitenin temelleri atılmıştır.
1973 yılında Hacettepe Üniversitesine bağlı olarak kurulan Samsun Tıp Fakültesi, 1873 sayılı Kanun'un 2. maddesi uyarınca yeni kurulan Ondokuz Mayıs Üniversitesine bağlanmıştır. Bu Yasa'nın 3. maddesi gereğince de ikinci fakülte olarak Fen ve Mühendislik Fakültesi, üçüncü fakülte olarak Yükseköğretim Kurulunun 31 Ağustos 1976 tarih ve 11.5/0 sayılı kararı ile Ziraat Fakültesi kurulmuştur.
2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun geçici 28. maddesi gereğince 20 Temmuz 1982 tarihinde çıkarılan Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkındaki, 41 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ile Millî Eğitim Bakanlığına bağlı yükseköğretim kurumlarının bazıları OMÜ'ye bağlanmış ve yeniden teşkilatlandırılmıştır. OMÜ, 2809 sayılı Kanun'un 27. maddesinin (c), (d) ve (e) bentleri 3837 sayılı Kanun'un 18 ve ek 29. maddesi ile yeniden şekillendirilmiştir.
Yeniden şekillenmenin sonucunda, Ondokuz Mayıs Üniversitesi: -Tıp, Ziraat ve Fen Edebiyat (Fen ve Mühendislik Bilimleri Fakültesinin adı değiştirilerek), Eğitim, İlahiyat, Diş Hekimliği Fakülteleri, 19 Mayıs Samsun Devlet Konservatuvarı, Sosyal Bilimler, Fen Bilimleri, Sağlık Bilimleri, Güzel Sanatlar Enstitülerinden, -Yükseköğretim Kurulunca 1988 yılında Samsun merkezde Sağlık Hizmetleri, 1992’de Samsun ve Bafra, 1993’te Havza, 1994’te Vezirköprü, 1995’te Kavak’ta kurulan Meslek Yüksekokullarından, -1992 yılında 3837 sayılı kanunla kurulan Mühendislik Fakültesinden, -Bakanlar Kurulunun 95/7515 sayılı kararı uyarınca kurulan Veteriner ve İktisadi ve İdari Bilimler Fakültelerinden, -Bakanlar Kurulunun 96/8655 sayılı kararı uyarınca 1997 yılında kurulan Samsun Sağlık Yüksekokulundan, -Bakanlar Kurulunun 97/9414 sayılı kararı uyarınca kurulan Yaşar Doğu Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulundan, -Yükseköğretim Kurulunca 1999 yılında kurulan Terme MYO’ndan, -Yükseköğretim Kurulunca 2000 yılında kurulan Çarşamba MYO’ndan, -Bakanlar Kurulunun 2008/14492 sayılı kararı uyarınca Aralık 2008’de kurulan Hukuk Fakültesinden oluşmaktadır.
Daha sonra Ondokuz Mayıs Üniversitesi bünyesinden ayrılan bazı birimler 3 ildeki 3 üniversiteye çekirdek teşkil etmiştir: Amasya Eğitim Fakültesi, Amasya Fen Edebiyat Fakültesi, Mesleki ve Teknik Eğitim Fakültesi ve Mimarlık Fakültesi, Amasya Sağlık Yüksekokulu, Amasya ve Merzifon Meslek Yüksekokulları 17 Mart 2006 tarih ve 26111 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 4567 sayılı Kanun'la kurulan Amasya Üniversitesine bağlanmıştır. Ordu Fen Edebiyat Fakültesi, Ünye İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi ve Fatsa Deniz Bilimleri Fakültesi, Ordu Sağlık Yüksekokulu, Mesudiye, Ünye ve Fatsa Meslek Yüksekokulları 17 Mart 2006 tarih ve 26111 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 4567 sayılı Kanun'la kurulan Ordu Üniversitesi’ne bağlanmıştır. Sinop Su Ürünleri Fakültesi, Sinop Fen Edebiyat Fakültesi, Sinop Eğitim Fakültesi, Boyabat İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Sinop Sağlık Yüksekokulu, Sinop, Boyabat, Gerze ve Ayancık Meslek Yüksekokulları 29 Mayıs 2007 tarih ve 26536 sayılı Resmî Gazete'de yayımla |
nan 5662 sayılı Kanun'la kurulan Sinop Üniversitesine bağlanmıştır.
Rektör, üniversitenin resmî Başkanı'dır.
Yükseköğretim Kurulu tarafından önerilen Üniversite akademik personeli arasından seçilen adaylar arasından Türkiye'nin Cumhurbaşkanı tarafından dört yıllık bir süre için atanır.
Üniversite Yönetim Kurulu ve Senatosu'nun Başkanı'dır.
Yüksek öğretim, yönetim organlarının kararlarını uygular, ve Üniversite Yönetim Kurulu tekliflerini değerlendirir, bunlarla ilgili olarak karar verir ve Üniversiteye bağlı kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlar.
Rektör'ün görev süresi boyunca Rektör'e yardımcı olmak için, Üniversite'de çalışan profesörler arasından seçilen dört Rektör Yardımcısı Üniversite Rektörü tarafından atanır.
Üniversite Rektörü aynı zamanda Rektör Danışmanı da tayin edebilir.
Üniversite Senatosu, Başkan olarak Rektör, Rektör Yardımcıları, Dekanlar, her fakülteden bir temsilci ve Enstitü ve Yüksek Okul Müdürlerinden oluşmaktadır.Üniversitenin baş akademik organıdır.
Ondokuz Mayıs Üniversitesini veya herhangi bir merkezi kuruluşunu etkileyen; araştırma, pedagoji ve çalışma konularında sorumludur.
Üniversite Yönetim Kurulu, Rektör (Başkan), Dekanlar ve Üniversite Senatosu tarafından dört yıllığına seçilen üç Profesör'den oluşur.
OMÜ'nün Atakum'daki ana kampüsü 10,000 dönümlük bir alanı kaplamaktadır. Kampüsün bir tarafı Karadeniz manzaralı diğer tarafı ise yıllık yürüyüşler için bilinen Kocadağ Dağı manzaralıdır.
Aşağıdaki fakülteler ve tesisler ana kampüste bulunur: Tıp Fakültesi, Diş Hekimliği Fakültesi, Mühendislik Fakültesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Ziraat Fakültesi, Eğitim Fakültesi, İlahiyat Fakültesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Veteriner Fakültesi, Yabancı Diller Yüksekokulu, Rektörlük Ofisi, Merkez Kütüphane ve IT Merkezi, Temel Bilimler Meslek Yüksekokulu, Auditorium, Çocuk Hastanesi, Lojmanlar, UZEM (Uzaktan Eğitim Merkezi), Yaşar Doğu Spor Bilimleri Fakültesi, Planetaryum, Gözlemevi, Öğrenci Yurtları, OMÜ Camii, Cerrahi Araştırma Kliniği, Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi, Çocuk Eğitim Merkezi, Sürekli Eğitim Merkezi, Misafirhane, Uluslararası İlişkiler Ofisi, Veteriner Hastanesi.
Üniversitenin ilk ve en büyük fakültesi olan Tıp Fakültesi aynı zamanda bir üniversite hastanesidir. Benzer şekilde, Diş Hekimliği Fakültesi bir Diş Hastanesi'dir. Tüm Karadeniz bölgesi sakinlerine hizmet veren her iki fakülte, tüm sağlık alanlarında tedavi sunmaktadır.
2016-2017 Akademik Yılı itibarıyla OMÜ toplam 31.184 lisans, 7.099 yüksek lisans, 1.231 doktora ve 15.966 önlisans öğrenciye sahiptir.
Ondokuz Mayıs Üniversitesnde kayıt, sınav ve değerlendirme prosedürleri, YÖK tarafından konan Yükseköğretim Kanun ve Yönetmeliklerine göre gerçekleştirilir.
Türkiye'de Yükseköğretim Kurumlarında iki yıllık Önlisans ya da dört yıllık Lisans programına kabul kazanmak için öğrenciler, Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafından yapılan üniversite giriş sınavına girmek zorundadırlar. Sınav iki aşamadan oluşmaktadır. Birinci aşama Yükseköğretim'e geçiş sınavıdır. Öğrenciler, ikinci sınav olan Lisans Yerleştirme Sınavı'na girebilmeleri için ilk aşama sınavından 500 üzerinden en az 180 alması gerekir. Sınavın ikinci aşaması, LYS, 5 ayrı oturum olarak uygulanır. Öğrenciler kendi alanlarına göre, Matematik, Fen, Sosyal Bilimler vb., ilgili oturumlara girerler. 500 üzerinden en az 180 alan öğrenciler Lisans programlarından tercih yapabilirler.
Birinci aşama sınav puanıyla yapılan çoğu yerleştime, öğrencilerin sınavdan aldığı puana ve ortaöğretim başarı puanına göre ÖSYM tarafından yapılır.
Önlisans programı okumak isteyen öğrencilerin yerleştirilmesi YGS puanına göre yapılmaktadır. Burada kanunen tanınan bir istisna vardır. Meslek lisesi mezunları kendi alanlarıyla aynı türden olan iki yıllık Meslek Yüksek Okullarına sınavsız olarak başvuru yapabilirler. Bu öğrenciler, mezun oldukları meslek lisesinin türüne göre ve ortalama puanlarına göre ÖSYM tarafından merkezi olarak yerleştirilirler.
Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu'na, Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü (Müzik Eğitimi ve Sanat Eğitimi) Fakültesi'ne kayıt yaptırmak isteyen öğrenciler, Üniversite Senatosu'nun ilgili Kurulları tarafından tanımlanan yetenek testini almak zorundadırlar. YGS, bu tür programlar için de yerleştirmede bir ön koşuldur. Öğrencilerin nihai listesine, YGS puanının önceden belirlenmiş yüzdesi ve yerel sınavı (yetenek testi) eklenerek karar verilir. Öğrenci İşleri Ofisi, kayıt prosedürlerini koordine eder ve yürütür. Yukarıda belirtilen şartları sağlayan öğrenciler, ilgili yılın Akademik Takviminde, bizzat kayıt prosedürünü tamamlamaları gerekir.
Yüksek Lisans programlarında okumak isteyen öğrenciler, yine ÖSYM'nin yapmış olduğu ALES sınavından ilgili puanı almalı ve bu puanla beraber başvurusunu yapmalıdır. ALES'in yerine GRE veya GMAT kullanılabilir. Başvuranlar, akademik birimler tarafından belirlenen ek program gereksinimlerini de karşılamak zorundadırlar.
Son zamanlarda üniversiteler kendi Yönetmeliklerine göre yabancı öğrencilerini seçebilmekteler. Kabul kriterleri, Türkiye Yükseköğretim Kurulu (YÖK) tarafından onaylanmış olması gerekmektedir. OMÜ, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Uluslararası Öğrenci Giriş Sınavı (OMÜ-ISE) olarak adlandırılan bir yıllık sınav düzenlemektedir. Sınav, yalnızca Lisans programlarına kaydolmak üzere başvuranlar içindir. OMÜ-ISE almak isteyenler için ilk koşul, Türkiye'den başka bir uyruğa sahip olması gerektiğidir (vatansızlar ve mülteciler de başvurabilir). İkincisi, ortaöğretim son sınıfta olmalı ya da başarıyla lise eğitimini tamamlamış olmalılar. Her yıl düzenlenen OMU-ISE'ye ek olarak, öğrenciler Senato tarafından belirlenen uluslararası sınavlardan birinin puanına göre lisans programlarına kabul edilebilirler.
Uluslararası adaylar yüksek lisans veya doktora seviyelerinde lisansüstü çalışmalarına başvurabilirler. Lisansüstü programlara başvurular Enstitüler tarafından işlenir. Farklı bölümlere başvurularda minimum gereksinimler vardır.
OMÜ, etkin olarak Erasmus+, Mevlana, and Farabi (Türk Üniversiteleri arasında öğrenci değişiminin yapılabildiği ulusal bir program) değişim programlarını kullanır.
Değişim öğrencileri, OMÜ ve başvuran öğrencilerin üniversiteleri arasındaki mevcut anlaşmalar çerçevesinde OMÜ'ye kabul edilir. Değişim öğrencileri OMÜ'de verilen derslere kayıt olabilir ve bir dönem ya da tüm akademik yıl için öğrenim görebilirler.
Değişim öğrencileri için başvuru prosedürleri OMÜ Uluslararası İlişkiler Ofisi tarafından yönetilmektedir.
İlgili yılın süre bitim tarihleri, güncel haberleri ve irtibat kişileri gibi ayrıntılı bilgileri burada bulabilirsiniz.
OMÜ hızla küreselleşen dünyada ilerleme ve uluslararası platformlarda kabul edilebilmesi için uluslararasılaşma süreci ve gerekli bilgi, teknoloji, iletişim ve insan kaynaklarının eğitimde artan rekabete karşı sağlanmasına vurgu yapıyor. Bu amaçla, uluslararasılaşma OMÜ'nün temel hedeflerinden biridir; eğitim ve araştırmanın kalitesinin artırılması mezunlarının uluslararası istihdamı için son derece önem taşımaktadır.
OMÜ uluslararası etkileşim ve iletişimin en üst düzeyde olduğu bir kampüs alanı oluşturmayı amaçlamaktadır, ve uluslararası kültür ve eğitim ortamlarında yaşamaya öğrencileri ve personeli teşvik etmeyi amaçlıyor.
Bologna Süreci, kalite güvencesi anlayışının ve sürdürülebilir kalkınmanın oluşturulması için hızlandırıcı bir rol oynamaktadır. Bologna Süreci, Avrupa ülkeleri arasında karşılıklı anlayış ve tamamlayıcılığa dayanan tutarlı ve rekabetçi "Avrupa Yükseköğretim Alanı" oluşturmayı hedefliyor. Hızla büyüyen ve dinamik bir yapısı olan bu süreç, yeni bir sistem adaptasyonu değildir; aslında, var olan sistemleri birleştiren bir “eğitimde yenilik” hareketidir.
Bologna Süreci çerçevesinde, OMÜ eğitim ve araştırma kalitesini artırmak ve uluslararası hareketlilik sayısını ve kalitesini artırmak için öğretim programları geliştirme konusunda sürekli çaba gösterir. Her yıl, Erasmus+ ve Mevlana ve karşılıklı iş birliği anlaşmaları gibi hareketlilik programlarından faydalanan gelen ve giden öğrencilerin sayısında artma olmaktadır. Hareketlilik programlarına ek olarak, akademik iş birliği protokolleri de uluslararası iş birliğini geliştirmedeki yolun önünü açmaktadır.
OMÜ'nün, 23 Avrupa ülkesiyle 125 Erasmus Anlaşması olup, OMÜ ve uluslararası üniversiteler arasında 56 Mevlana protokolü ve 48 karşılıklı iş birliği anlaşması imzalanmıştır.
OMÜ'nün bir uluslararası kampüs oluşturma hedefinin bir göstergesi olarak, OMÜ'de okuyan uluslararası öğrenci sayısında her sene artış olmaktadır. Bugün, OMÜ 80 ülkeden yaklaşık 1750 yabancı öğrenci ile Türkiye'nin önde gelen üniversitelerinden biridir.
OMÜ Türkiye'de bir ilk olan Uluslararası Öğrenci Giriş Sınavı'nı (OMÜ-ISE) 2011-2012 akademik yılı itibarıyla düzenlemeye başlamıştır. Sınavın ana amacı, uygulama kriterleri için bir standart oluşturmak ve uygulama sürecini kolaylaştırmaktır. Sınavın erişilebilirliğini artırmak için, OMÜ-ISE 2015-2016 akademik yılı için 33 merkezde düzenlenmiş ve yaklaşık 4579 öğrenci sınava katılmıştır. OMÜ-ISE, Türkiye'deki 97 Üniversite (67'si Devlet ve 30'u Vakıf) tarafından uluslararası öğrenci kabul kriteri olarak kabul edilmektedir.
Pamukkale Üniversitesi
Pamukkale Üniversitesi, 1992 yılında Denizli'de kurulmuş olan bir devlet üniversitesidir. (Ekim 2016) itibarıyla 58.726 öğrencisi olan Pamukkale Üniversitesi uluslararası platformda saygınlığını her daim göstermektedir.
Denizli'de 1957'de Kız Öğretmen Okulu olarak eğitime başlayan ve 1976 yılında Eğitim Enstitüsü olan fakülte, 20.07.1982 tarih ve 41 sayılı KHK ile Denizli Eğitim Yüksekokulu adı altında Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesine bağlanmıştır. 1989 yılında dört yıllık lisans eğitimi vermeye başlanmış, 10 Kasım 1992 tarihinde Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi olmuştur.
1976 yılında Denizli Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi (Denizli D.M.M.A.) adıyla bugünkü Denizli Tren Garı'nın üst katında Makine ve İnşaat Mühendisliği bölümlerinden birer sınıf hal |
inde eğitime başlamıştır. 1977 yılında Kınıklı 'daki Özel Çamlık Koleji olarak eğitim veren bina satın alınmış ve buraya taşınmıştır. Bu bina daha sonra önünde kaide üzerine dikili olan F-104 Starfighter savaş uçağından dolayı halk arasında Uçaklı Kampüs olarak adlandırılmıştır.
1982 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi 'nin kurulmasıyla bu üniversiteye bağlanmış ve aynı yıl Denizli Tıp Fakültesi ile sonrasında Denizli Eğitim Yüksekokulu kurulmuştur. 1992 yılına kadar Dokuz Eylül Üniversitesi' ne bağlı olarak faaliyetlerini sürdüren bu birimlere, bu yıldan itibaren Mühendislik Fakültesi, Eğitim Fakültesi, Tıp Fakültesi ile İİBF ile Fen ve Edebiyat Fakülteleri de eklenerek beş fakülteyle kurulan yeni Üniversite, bugün on altı fakülte, altı enstitü, üç yüksekokul, on iki meslek yüksekokulu ve 24 araştırma ve uygulama merkezi ile faaliyetlerini sürdürmektedir. Genç yaşına rağmen hızla gelişerek, ağustos 2011 itibarıyla, toplam 60.000 öğrenci, 1700'ü akademik olmak üzere 3000 çalışana ulaşmıştır. Tüm fakültelerin ve sosyal tesislerin bir araya toplanacağı bir alan olarak düşünülen Kınıklı Kampüsünde çok hızlı bir üst yapı çalışması süreci yaşanmaktadır. Olimpiyat bayrağına sahip olan tek üniversite, Pamukkale Üniversitesi'dir. Pamukkale Üniversitesi 'nde akademik ve idari personelin sayı ve niteliğinin artması, yukarıda bahsedilen yeni mekânlar ile modern eğitim-öğretim ve hizmet ortamlarının yaratılması sayesinde araştırma ve eğitim-öğretim standardının önde gelen Üniversitelere ulaştırılması sağlanmıştır. Modern bir kütüphanesi vardır. Bu arada 2011 yılı itibarıyla; 60000 adet kitap, 63 adet online veri tabanı, 50000 adet elektronik dergi, 45000 adet elektronik kitap, 15adet cd-rom veri tabanı, 2 adet dvd-rom tabanı, 750 başlıklı dergi ve 1350 adet tez bulunmaktadır. Bilimsel alt yapının gelişmesine paralel olarak Uluslararası Atıf endeksince taranan dergilerde yayımlanan makale sayısı 1991 yılında 41 iken 2004' de 145' e, 2005' de 227' ye ve 2006 yılının ilk 6 ayında 173'e yükselmiştir. Bilimsel etkinlikler de bu gelişmelere paralel olarak artmış, hemen her hafta en az bir etkinliğin düzenlendiği Üniversitemizde 2005-2006 Akademik Yılında gerçekleştirilen bilimsel toplantı sayısı 150, konuşmacı sayısı ise 5.000' i aşmıştır. Uluslararası öğrenci ve öğretim elemanı değişimlerine önem verilmiş, Sokrates-Erasmus programları kapsamında Avrupa'nın önde gelen üniversitelerinde sürdürülen 30 program ile işbirliği anlaşmaları imzalanmıştır.
Kuruluşunda Makine ve İnşaat Mühendisliği bölümleriyle eğitim ve öğretim faaliyetini sürdüren Fakülte, 1994–1995 eğitim ve öğretim yılında Jeoloji Mühendisliği Bölümüne, 1995–1996 eğitim öğretim yılında Gıda, Elektrik-Elektronik ve Tekstil Mühendisliği Bölümlerine, 2003–2004 eğitim ve öğretim yılında Bilgisayar Mühendisliği Bölümüne, 2004–2005 Akademik yılında Endüstri Mühendisliği Bölümüne, 2008–2009 Akademik yılında Çevre Mühendisliği Bölümüne, 2015-2016 Akademik yılında ise Kimya Mühendisliği Bölümüne lisans öğrencisi alarak eğitim ve öğretim hizmeti vermeye devam etmiştir. Mühendislik Fakültesinde Makine, İnşaat, Elektrik-Elektronik, Gıda, Jeoloji ve Çevre Mühendisliği bölümlerinde İkinci Öğretim de yapılmaktadır. Aktif olan tüm bölümlerde Yüksek Lisans eğitimi mevcut olup ayrıca Makine, İnşaat, Jeoloji, Gıda, Endüstri, Çevre ve Elektrik Elektronik Mühendisliği bölümlerinde Doktora programları da mevcuttur.
Termit reaksiyonu
Termit reaksiyonu Alüminyum'un başka bir metal oksidi ile (özelikle Demir oksit) girdiği reaksiyondur. Bu maddelerin karışımına da Termit adı verilir. Ortalama 2370 °C (4200 F)'de gerçekleşen reaksiyon sonucunda Alüminyum oksit, diğer metalin element hali ve çok büyük miktarda ısı açığa çıkar.
Demir oksit'ten yapılan termitin en efektif karışımı kütlece %25.3 alüminyum ve %74.7 demir oksitten oluşur. Bu karışım Termit adı altında kaynak işlemi için ısı üretiminde kullanılmaktadır. Reaksiyon şu şekildedir:
Termit 1893 yılında Alman kimyacı Dr. Hans Goldschmidt tarafından bulunmuştur. O yüzden reaksiyon bazen "Goldschmidt reaksiyonu" veya "Goldschmidt işlemi" olarak adlandırılır.
Termit ile yapılan bombalar, II. Dünya Savaşı'nda yangın çıkartmak için kullanılan napalmlerin yerine kullanılmıştır.
2006'da Brainiac adlı bilim programının testine göre termite dayanan tek metal Titanyum'dur.
Termit buzu patlatabilir.
MythBusters adlı program 450 kg termiti bir jip in üzerine yerleştirmiştir.Jipi 2 ye bölmeye çalışan ekip bir terslikten dolayı ön cama ulaşamamıştır.
M4 Sherman
M4 Sherman, ABD yapımı II. Dünya Savaşı'nda ABD ordu ve deniz piyade kolordusunun temel tank sınıfı olan orta sınıf tanktır. Adını General
William Tecumseh Sherman (Okunuşu: Şörmın)'dan alır. Tankın asıl adı M4 General Sherman'dır ama M4 Sherman diye ünlenmiştir. M4'lerin 1943'e kadar Kanada'da üretilen çeşitlemeleri Grizzly adı ile anılmıştır. SSCB'deki takma adı ise Emça'dır. 50.000'e yakın M4 üretilmiştir.
M4'ler hızlı, hareket kabiliyeti yüksek, güvenilir ve üretimi kolay tanklardır. Tasarımı çok basittir ve hızlı bir şekilde üretilebilirler. ABD, Britanya, Sovyet ve Fransız güçleri tarafından kullanılmıştır. M4'lerin birçok türevleri vardır. Jumbo modeli ağır zırha ve yüksek çaplı bir topa sahiptir, DD (Duplex Drive) (Çiftli Sürüş) türevi ise çıkartma görevleri için kullanılmıştır.
Savaşta en çok Panzer IV tankları ile çarpışmışlardır. Tiger I ve Panther 5 tanklarına karşı etkisiz kalsalar da yüksek sayıları nedeniyle onları alt etmeyi başarabilmişlerdir. Sovyet T-34 tankı ile benzer özellikler gösterirler ancak T-34 geniş paletleri ve daha eğimli zırhı sayesinde M4'ten daha iyi bir tanktır.
M4'ler 2. Dünya Savaşı sonrası uzunca bir dönem birçok ülke tarafından kullanılmıştır. İsrail günümüzde bu tankları temel alan bazı araçlar kullanmaktadır.
M4 tankı 2.Dünya Savaşı'nın en çok üretilen tanklarından biridir ancak sayısına oranla başarısı çok düşüktür. Her ne kadar başarılı bir tank olarak gösterilse de aslında M4'ler tank değil "panzer" yani zırhlı araçtı ve tasarımının amacı tanklarla savaşmak değil piyadeler için sığınak yok etmek ve yolları temizlemekti.
M4'ler M3 Lee (Li) tankları temel alınarak tasarlanmıştır. M3 Lee gibi iki adet top yerine üst tarafta bir adet 75 mm'lik topa sahiptir. M4'lerin birçok özel türevleri üretilmiştir, özellikle General Percy Hobart (Persi Hobırt) tarafından Çiftli Sürüş modeli en ilginç tank türevlerinden biridir.
İlk örnekleri 75 mm'lik düşük hızlı bir topa sahipti. Bu top zırh delme yetisine sahip olmasa da yüksek patlayıcılı mermileri ile piyadelere karşı etkili oluyordu. İngilizler M4'lere 17 Pounder (76,2 mm) anti-tank topunu taktılar. Bu çeşitleme M4 Sherman Firefly (Ateş Böceği) adıyla da bilinir. 17 librelik topları Kuzey Afrika'da kendilerini kanıtladılarsa da Amerikan Ordusu kendi Sherman tanklarına bu toplardan taktırmadı. Sonraları M4A1, M4A2, M4A3 türleri 76 mm'lik bir topla donatıldı ve anti-tank kapasiteleri artırıldı. M4A4'ler anti-tank kapasitesi olarak T-34/85 ile eşit seviyedeydi.
M4'ler piyadelere destek amaçlı tasarlanmışlardır. Amerikan Genelkurmayı tankları yok etme görevini topçulara, tank avcılarına, anti-tank silahlarına ve uçaklara bırakmıştı. Tanklar sadece piyade destek amaçlı kullanılmalıydı. Aslında bu Alman Blitzkrieg (Yıldırım Savaşı) doktrinin bir taklidiydi. Alman Tiger ve Panther tankları savaşa girince bu doktrine olan inanç zayıfladı ve M4'ler anti-tank görevlerine uygun hale getirildiler.
Pasifik Savaşları genelde denizde geçtiği için tank savaşlarına pek rastlanmaz. Birkaç çatışma yaşandıysa da M4'ler 1930'lardan kalma Japon tanklarını çok rahat bir şekilde alt etmişlerdir. Hatta M4'lere anti-tank topu takmaya bile gerek duymamışlardır.
Fury
İmam (anlam ayrımı)
İmam (Arapça: ) şu anlamlarda kullanılır:
Müezzin
Müezzin, camilerde ezan okuyan, sala getiren, namazlarda selam ve tesbih dualarını okuyan kişidir.
Müezzinlik makamı, İslam peygamberi Muhammed bin Abdullah zamanından beri vardır. İlk müezzin Bilal-i Habeşi'dir. Cemaatten herkes müezzin olabilir. Müezzin olacak kişinin Kuran-ı Kerim okuyabilmesi ve güzel sesli olması genel olarak kabul edilir.
Müezzinler, Türk camilerinde, Türk Devleti tarafından devlet memuru kadrosu ile atansalar da, namaza başlamadan önce cemaatten bir kişi müezzin olabilir. Genelde küçük camilerde böyledir. Müezzin imamın olmadığı zaman imamete geçer.
Müezzin, ezan okurken kıbleye döner. İbadet sırasında, müezzin bazı camilerde bulunan, müezzin mahfili denilen özel bir platform üzerinde bulunur. Müezzin, namaz aralarındaki duaları buradan sesli bir şekilde okur. Güzel sesin önemli olduğu müezzinlik, zamanla sanatlaşmıştır. Ezanın makam ile okunması, müezzinlerin güzel sesli olmaları gerektiği düşünülmesi, müezzinliği sanat haline getirmiştir.
Selahaddin
Selahaddin şu anlamlara gelebilir:
Ruanda Soykırımı
Ruanda Soykırımı, Ruanda'da 1994 yılında yaklaşık yüz gün içinde 800.000 Tutsi ve ılımlı Hutu'nun, aşırı uç Hutular (Interahamwe) tarafından öldürülmesi olayıdır. Katliam, Tutsi destekli isyancı Ruanda Vatansever Cephesi lideri Paul Kegame'ye bağlı güçlerce, Hutu ağırlıklı hükümetin düşürülmesi ile son buldu. Ardından yönetimden güç alan Tutsilerin öç bahanesiyle saldırması sonucu yüzbinlerce Hutu, komşu Zaire'ye (Kongo Cumhuriyetine) sığındı. Fransa, soykırımı gerçekleştiren Hutu hükümetinin o dönem içerisinde en yakın dostu ve destekçisi olması sebebiyle Ruanda Soykırımı'ndan en fazla sorumlu tutulan ülkedir.
1890 Brüksel Konferansı'nda, bölgede neredeyse hiç Alman olmamasına rağmen, egemen devletlerce Ruanda, Almanya idaresine verildi. Doğal kaynaklar açısından zengin diğer devletler varken, kendi payına bu fakir ve karasal devletin düşmesinde yarar görmeyen Almanya, 1907'ye kadar ülkeye bir idareci bile göndermedi. I. Dünya Savaşı'nın ardından Ruanda yönetimi Belçika'ya verildi. Belçikalılar Almanların aksine yönetimle daha fazla ilgilendiler. Doğal yaşam ihtiyaçlarını karşılamak dışında çalışmayan Ruandalılara kahve tarlal |
arında çalışma zorunluluğu ve çalışmayanlar için kırbaçla cezalandırma gibi yeni kurallar getirildi.
Ülkede o zaman yaşayanların %90'ı Hutu, %9'u Tutsi, %1'i ise Pigmeydi. Pigmeler yaşam alanı ve kültür olarak diğerlerinden farklı olsa da, o güne kadar bir arada yaşayan Tutsi ve Hutular birbirlerinden çok farklı görülmüyordu. Afrika siyasetinde yönetici ve yöneten unsurların birbirinden ayrılması prensibini uygulayan Belçikalılar bu politikayı Ruanda için kontrolün elde tutulmasının garantisi olarak gördüler ve bölgede bulunan azınlıktaki Tutsileri, Hutulara karşı desteklemek amacıyla ırka dayalı bazı ayrıcalıklar verdiler. Koloni güçlerine kolaylık olması amacıyla, herkese ırkını gösteren kimlikler dağıtıldı. Tutsi ve Hutuların aslında ortak olan dil-gelenek-etik geçmişleri ve kültürleri yok sayılarak, bir tür yapay ırksal ayrımcılığa başlandı. Belçikalı yöneticiler ayrımcılığı körüklemek amacıyla, işe alımlardan hastane kabullerine kadar bütün kararları ırksal farklılıklara göre almaya başladılar. Bu dönemde Tutsiler, Hutulara göre çok daha iyi yaşam şartlarına ve daha iyi işlere kavuştu. İnsanların hangi ırktan olduğuna karar verilirken bazı objektiflikten uzak ve akıl dışı kriterler kullanılmıştır. Etiyopya kökenli olduğuna inanılan Nuh'un soyuna dayandırılan Tutsilerin daha ince yapılı ve narin bir görünüşe sahip olduğu iddia edilmiş ve uzun boy, güzel görünüm gibi fiziki özellikleri olanlar Tutsi sayılmıştır. Bunun yanında zengin olanlar, örneğin, 10 inekten daha fazlasına sahip olanlar da Tutsi olarak kaydedilmiştir.
Daha sonra üniversiteler, eğitim ve sosyal olanaklar Hutulara neredeyse tamamen kapanmıştır. 1950'lere kadar Tutsileri Hutulardan üstün tutma siyaseti güden Belçika, bu tarihten sonra savaşın ardından özgürlükçü akımların güç kazanması üzerine, Hutuların üzerindeki baskıyı hafifletmiş, hatta zamanla, sayıca üstünlüklerinden ötürü Hutuları desteklemeye yönelmiştir. Bunun bir sebebi de, uzun vadede ülkedeki yönetimin seçimler aracılığı ile sayıca üstün Hutulara geçme olasılığının artmasıdır. Belçika, Ruanda ve Burundi'yi, 1962 yılında her iki devlet bağımsızlıklarını kazanana kadar yönetti. Bu dönemdeki Belçika yönetimi tıpkı İngilizlerin Güney Afrika Cumhuriyeti'nde uyguladıkları gibi, yerli halk üzerinde acımasız ve adaletsiz olmakla suçlanmıştır.
II. Dünya Savaşı'nın bitmesiyle, bağımsızlığa hazırlamak amacıyla Ruanda yönetimi Birleşmiş Milletlere verildi. Beklenen şekilde yapılan seçimlerde Hutu milliyetçisi PARMEHUTU Hareketi (Hutu Özgürlük Hareketi) iktidara geldi. İktidara geldikleri andan itibaren, Belçikalıların desteğiyle, eski yönetimin uzantısı sayılan Tutsilere karşı hemen her bölgede çeşitli faaliyetlerde bulundular. Bu faaliyetlerin sonucunda 20 bin ila 100 bin arasında Tutsi öldürüldü, 160 bin kadarı da komşu ülkelere, Tanzanya ve Uganda'ya sığındı.
Bağımsızlık kazanılmasından sonra PARMEHUTU yönetimi, tek parti iktidarı sırasında da Hutu milliyetçisi bir politika izledi. 1964 ve daha sonra 1974'teki pogrom adı verilen olaylarda birçok Tutsi öldürüldü ya da sürüldü. Bu olaylar sırasında Tutsi öldüren Hutular devlet tarafından korundu. Göstermelik bir iki olay dışında kimse yargılanıp cezalandırılmadı. Tutsilerin nüfusa oranları olan %9 oranı bütün ülkede üst limit olarak tanımlanarak Parlamento başta olmak üzere tüm kurum ve kuruluşlardaki eğitimli Tutsiler işten çıkarıldı ve sürgüne zorlandı.
1973'te Hutu Juvénal Habyarimana bir darbeyle iktidarı ele geçirip, PARMEHUTU hareketine son verdi. Ancak kendisi de bir Hutu milliyetçisi olduğundan Tutsiler açısından pek fazla değişiklik olmadı.
1980 yılına kadar komşu ülkelerdeki Tutsi nüfusu 500 binlere kadar ulaştı. Eğitimli ve kalifiye kişiler olmaları sebebiyle gittikleri ülkelerdeki önemli kadroları ele geçirerek ülkelerine dönüş için organize olmaya çalıştılar. Bu amaçla kurulan "Ruanda Yurtseverler Birliği" (RYB) Ruanda hükümetine baskı kurmaya çalıştı ancak politik bir çözüme varılamadı.
Uganda'daki kamplarından çıkıp Ruanda'da hükümetle silahlı mücadeleye başladıkları 1 Ocak 1990'dan 1992'ye kadar bir iç savaş yaşandı ancak Ağustos'ta imzalanan ateşkesle geçici olarak savaş durduruldu. Bu sürede soruna "kalıcı çözüm" bulmak isteyen aşırı uçtan Hutular aldıkları kararları hayata geçirmeye kadar verdiler.
En ücra köylere kadar her yerde Interahamwe adı verilen yerel yarı-askeri örgütler kurularak Tutsiler ve ılımlı Hutular fişlendi. Ülkenin ekonomisi silah alımına uygun olmadığı için Çin'e yüzbinlerce satır siparişi verildi. Satır verilemeyenlere ise, sivri uçlu sopalar verilerek bunları yakında başlayacak olan "böcek" avında kullanmaları söylendi. Bütün bu hazırlıkların farkında olan Hutu hükümeti önlem olarak hiçbir şey yapmamıştır.
6 Nisan 1994'te tarihin gördüğü en kanlı katliamlardan birisi radyoda yapılan anonslarla başladı. O gün, bir Hutu olan devlet başkanının uçağı düşürüldü. Ülkede yaşanan kaostan faydalanan Interahamwe üyeleri ellerindeki listelere bakarak, eğitimli Tutsi ve ılımlı Hutular başta olmak üzere kıyıma başladılar.
Somali başarısızlığının etkisiyle bölgeden uzak durmak isteyen ABD, baskı yaparak ve bölgede öldürülen 10 BM askerini sebep göstererek, BM Barış Gücü askerlerinin çekilmesini sağladı. Bunun üzerine katliam daha da şiddetlendi. Hutu milisleri, neredeyse ellerine geçen her aletle, balta, bıçak, satır, taş ile Tutsileri öldürmeye başladılar. Parası olan Tutsiler kurşun parası vererek, acısız ölümü satın alıyorlardı, olmayanlar ise en acımasız şekilde öldürülüyordu. Öldürmekten yorulan Hutular, Tutsilerin kaçmasını önlemek maksadıyla aşil tendonlarını kesiyor, dinlendikten sonra katliamlarına devam ediyorlardı. Kilisede rahipler, hastanede doktorlar, ellerindeki Tutsileri cellatlarına teslim ediyorlardı.
Ceset saklanabilecek her yer cesetlerle dolmuş, cesetlere saldıran köpeklere sinirlenen Hutular, o dönemde neredeyse ülkedeki tüm köpekleri öldürerek yok etmişlerdir. Dünyadaki soykırımlara seyirci kalmayacağını söyleyen Fransa ve ABD gibi ülkeler, bölgeye müdahale etmemek için BM'de soykırım sözcüğünü içeren tüm önergelerde değişiklik isteyerek, belgelerden çıkartılmasını istemişlerdir.
Katliam haberlerini alan RYB üyeleri ülkenin doğusundan girip katliamcılarla savaşarak başkente kadar ülkeyi ele geçirdiler. O ana kadar bölgeye müdahaleden uzak durmaya çalışan Fransa, ani bir kararla, katliamı destekleyen ve o anda legal olarak tanınan Hutu hükümetine askeri yardıma başladı. Bölgede hızla ilerleyen Fransız askerleri, Kigali'nin batısından Kongo'ya kadar olan bölgenin yönetimini ele geçirdi ve oraya RYB askerlerinin girmesini engelleyip, bölgedeki katliama müdahale etmedi. O ana kadar 600 bin insan öldürülmüşken, kendi sorumlulukları altındaki bölgede 200 bin kişinin daha öldürülmesine seyirci kaldılar.
100 gün içinde bölgede 800.000'e yakın insan öldürülmüş, 2.000.000 Hutu, Tutsilerin ve RYB askerlerinin öç almasından çekindiği için komşu ülkelere mülteci olarak sığınmıştır. Tüm devlet kurumları çökmüş, ekili alan kalmamıştır.
Soykırımın nedeni olarak, Avrupa kaynaklı ırk temeline dayalı teoriler de öne sürülmektedir. Avrupa'da o dönemde, ırk üzerine düşünce üreten bazı çevrelerce, Ruanda bölgesinde yaşayan insanların, ari ırk ile aşağı ırk olarak kabul edilen zenciler arasında bir tür geçiş ırkı olduğu iddia edilmiştir. Bu yüzden Hutuların, Tutsileri gerçek Ruandalı olarak değil, kendilerini sürekli aşağılayan ve sömüren Avrupalıların ülkelerindeki işgalci akrabaları olarak değerlendirdikleri iddia edilmiştir. Benzer olaylar başka ülkelerde örneğin Sudan'da da görülmüştür.
Bir başka neden olarak, özelikle Tutsi bölgelerinde kalan verimli tarım alanlarının Hutularca ele geçirilme isteği de gösterilmektedir. Zengin komşularının mallarını ele geçirmek isteyen Hutuların, özellikle Tutsileri öldürdükleri ve katliamın bir anda yayıldığı da düşünülmektedir.
Yaşanan katliamın ardından, sorumluların tespit edilmesi ve yargılanması için çalışmalar yapılmıştır. Ancak sorumluların sayısının fazlalığı ve yaşanan olayların yıkıcılığı yüzünden, yargılamada bazı sorunlar yaşanmıştır. Katliam sırasında neredeyse tümüyle yok olan devlet kurumlarının olmaması sebebiyle, katliam sanıklarının büyük kısmı kendi köylerinde yaşamaya devam etmiştir. Katliamın acısının halk üzerinde yarattığı etkinin dindirilmesi amacıyla, halkın kendi kuracağı mahkemelerde alacağı kararların adli olarak tanınacağının bildirilmesi üzerine "halk mahkemeleri" ("gacaca" ) 3'ten fazla insan öldürenleri yargılamış ve halk kendi cezasını kendisi vermiştir. Daha büyük suçlular için Birleşmiş Milletler gözetiminde Arusha Tanzanya'da bir uluslararası suç mahkemesi kurularak yargılamalar sürdürülmüştür.
Bütün politik ve ekonomik yardımlara rağmen Ruanda, yaşanan soykırımın şokunu atlatamamıştır. Ülkenin yakınında meydana gelen Kongo savaşları sebebiyle ülkede ekonomik ve sosyal açıdan istenen ilerleme sağlanamamıştır. 1999'da katliamın ardından yapılan ilk seçim de politik istikrarı sağlayamamıştır.
31 Mart 2005'te, Interahamwe'nın ardından kurulan Demokratik ve Özgürlükçü Ruanda Güçleri (FDLR), soykırımı kınayarak iç savaşa son verdiğini açıklamıştır.
Fransa ve ABD'nin özellikle bölgede katliamı başlatan Hutu'ların engellenebileceği zamanlarda Birleşmiş Milletler'i işlevsiz kılmaya yönelik diplomatik girişimleri bu iddialara temel teşkil eder. Ayrıca Fransa Eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand "O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil." şeklinde açıklamada bulunmuştur.
1992 yılında Ruanda Cumhurbaşkanlığı Muhafızları'nı eğitmek için bölgede bulunan emekli Ulusal Jandarma Müdahale Grubu Komutan Yardımcısı Thierry Prungnaud, devlet radyosu France-Culture’e verdiği mülakatta “1992 yılında Fransız askerlerinin Ruandalı sivil milislere atış eğitimi verdiğini gördüm.” diyerek Fransa'nın henüz anlaşılamayan sorumluluğuna değinmiştir. Emekli komutan, mülakatı yapan gazetecinin ‘Fransa’nın Ruandalı milisleri eğittiğini reddettiğini’ hatırlatması üzerine “Fransa bunu her zaman inkâr etti, başka şeyler gibi. |
Ama önemli değil, ben doğruluyorum.” şeklinde cevap vererek benzer iddialara destek vermiştir.
Napolyon Bonapart
Napolyon Bonapart (, ; d. 15 Ağustos 1769, Korsika – ö. 5 Mayıs 1821), Fransız asker, devlet adamı. Birinci Napolyon (Napoléon Ier) olarak 1804'den 1814'e kadar (ve tekrar 1815'te) Fransa İmparatoru.
Gerek Fransız Devrim Savaşları gerekse Napolyon Savaşları sırasında Fransa'ya önderlik ettiği gibi tüm Avrupa’yı da etkilemiş bir komutandır. Sözü edilen savaşların ve girdiği çatışmaların büyük bölümünü kazanmış; 1815'teki nihai yenilgisine kadar hızla Avrupa kıtasının hakimiyetini ele geçirmiştir. Tarihteki en önemli komutanlardan biri olan Napolyon’un savaşları dünyanın her yerinde askeri okullarda ders olarak okutulmaktadır ve kendisi Avrupa tarihinin en ünlü ve en tartışmalı siyasi figürlerinden bir tanesidir.
Napolyon bir devlet adamı olarak tüm Fransa'da ve Avrupa'da büyük liberal reformlar uyguladı. Yönetimi sırasında bir halk eğitim sistemi kurmuş; feodalizmin kalıntılarını ortadan kaldırmış; Yahudi (bknz. Napolyon ve Yahudiler) ve diğer dini azınlıkları özgürleştirmiş; gelişmekte olan orta sınıfın yasalar önünde eşitliğini sağlamış ve dini otoritelere karşı devletin gücünü merkezileştirmiştir. En kalıcı hukuki başarısı, Doğu Asya'da Japonya'dan, Kuzey Amerika'da Québec'e kadar dünyadaki hukuk sistemlerinin dörtte birine çeşitli şekillerde uyarlanmış olan Kod napolyon adlı kanun metnini hazırlatmasıdır.
Adanın Ceneviz Cumhuriyeti’nden Fransa’ya geçtiği yılın ertesinde Korsika’da, Toskana asıllı soylu ve görece mütevazı bir İtalyan ailenin oğlu olarak dünyaya gelmişti. Fransız ordusunda topçu subayı olarak çalıştığı sırada gerçekleşen Fransız Devrimi’ni 1789’da ortaya çıkışından itibaren destekleyip doğum yeri Korsika’ya yayılması için çalıştı ve 1793’te adadan sürgün edildi. İki yıl sonra (“cumhuriyet takvimi”ne göre 13 Vendémiaire günü) Paris çetelerini topa tutarak Fransız hükumetini çöküşten kurtaran Napolyon, henüz 26 yaşında iken İtalya seferi için hazırlanmış Fransız ordusunun komutanlığına getirildi. Genç komutan 1796'da Joséphine de Beauharnais ile düğününün hemen ardından Birinci Koalisyon güçleri üzerine sefere çıktı. Bu ilk seferinde elde ettiği kesin zaferler sayesinde tüm Avrupa’da tanındı. İtalya seferinden sonra 1798'de Osmanlı Devleti’nin bir vilayeti olan Mısır’a askeri bir sefer düzenledi. Bu sefer sırasında Memlük beylerini yenerek Osmanlı toprağını işgal etti ancak elinde tutmayı başaramadı. Bu askeri sefer sırasında Napolyon ordusundaki askerler tarafından yapılan keşifler sayesinde modern Mısırbilim başlatmıştır.
Fransa’da devrimden sonra kurulmuş olan yönetim (Direktuvar), Mısır’dan Fransa’ya dönen Napolyon ile destekçilerinin gerçekleştirdiği 18 Brumaire Darbesi ile çökmüş ve Fransa’da Konsüllük idaresi kurulmuştur. Napolyon, Konsüllük idaresinin ilk konsülü olarak atandı ve Fransa üzerindeki siyasi hakimiyetini kademeli olarak arttırdı. Birleşik Krallık ile Amiens Antlaşması imzalayarak 1802'de Fransız Devrim Savaşları'nı sonlandırdı. Nihayet 1804'te Fransız Senatosu tarafından “Fransa İmparatoru” olarak ilan edildi.
Kıta Ablukası'ını genişletmek umuduyla İber Yarımadası'ını işgal eden imparator Napolyon, 1808'de kardeşi Joseph Bonaparte'ı İspanya Kralı ilan etti. İspanyollar ve Portekizliler Birleşik Krallık'ın desteği ile isyan ettiler. Yarımada Savaşı (İspanyol Bağımsızlık Savaşı) adıyla bilinen savaş 6 yıl sürmüş ve acımasız bir gerilla savaşı olarak tarihe geçmiştir. Savaş, Fransa’nın yenilgisi ile sonuçlandı. 1808'de Avusturya da Fransızlara karşı ayrı bir mücadele başlatmıştı. Avusturyalıları Wagram Muharebesi' inde yenen Napolyon, Fransa’ya karşı oluşturulan Beşinci Koalisyon'u dağıttı. Beşinci Koalisyon Savaşı’nı sonlandıran Schönbrunn Antlaşması (1809)'nın ardından eşi Josephine’den boşanıp II. Franz'ın kızı Avusturya Prensesi Marie Louise'i ile evlendi (1810).
Napolyon, Roma İmparatorluğu devrinden beri bu denli büyük bir siyasi birleşme yaşamamış olan Avrupa'da 1811'den sonra 70 milyonun üzerinde insana hükmetmiştir. Çeşitli ittifaklar ve akrabalık ilişkileri kurarak stratejik pozisyonunu korudu. Fransa’da yeni bir aristokrat sınıfı oluşturmanın yanı sıra Devrim sırasında ülkeden sürgün edilmiş asillerin de dönmelerine olanak vermiştir.
Polonya milliyetçiliğinin tırmandırdığı gerilim ve Kıta Ablukasının ekonomik etkilerinden ötürü Rusya ile ilişkilerin yeniden gerilmesi üzerine Napolyon, kıta ablukasını güçlendirmek amacıyla 1812 yılında Rusya'ya sefer düzenledi (bknz: Napolyon'un Rusya Seferi) ve bu sefer Fransızlar açısından büyük bir felaket ile sonuçlandı. 1813 yılının başlarında Rusya ve Prusya, Fransa'ya karşı güçlerini birleştirdi ve aynı yılın sonlarında Altıncı Koalisyon'a Avusturya da katıldı. 1813 Ekiminde müttefik ordusu Napolyon'u Leipzig Muharebesi'inde yenilgiye uğrattı. Müttefikler 1814’te Fransa'ya bir saldırı başlatıp Paris'i ele geçirdiler ve Nisan 1814'te Napolyon'u tahttan feragat etmeye zorladılar. İmparator, Elba adasına sürgün edildi. Bourbon Hanedanlığı tekrar başa geçti ve Fransızlar devrimden itibaren ele geçirdiği bölgelerin çoğunu kaybetti. Napolyon Şubat 1815'te Elba adasından kaçıp Fransız hükümetinin başına geçmeyi başardıysa da kendisini yeniden koalisyon güçleri ile savaşta buldu. Bu yeni koalisyon Temmuz ayında Waterloo Muharebesi'inde onu kesin bir yenilgiye uğrattı. İngilizlere teslim olan Napoyon, gözlerden uzak bir yerde Saint Helena adasında hapse gönderildi. 51 yaşında 1821 yılında mide kanserinden vefat etti. Cenazesi yakıldı ve vefatı tüm Avrupa'da büyük bir şok ve üzüntü ile karşılandı. 15 Aralık 1840 tarihinde bir milyon kişinin şahitliği ile külleri Paris'e, halen bulunduğu Les Invalides'e defnedildi.
15 Ağustos 1769'da Korsika adasının Ajaccio kentinde doğdu. Ana dili Korsikaca idi. Doğduğu zaman adı, “"Napoleon di Buonaparte"” idi, 1796’da soyadını Fransızlaştırarak “"Napoléon de Bonaparte"” yapmıştır. Avukat Carlo Buonaparti ile Maria Letizia Ramolino çiftinin 8 çocuğundan ikincisi idi. Annesinin sert disiplini altında yetiştirildi. Babası, Cenova Cumhuriyeti’nin bir parçası olan Korsika’nın 1768’de Fransa yönetimine girmesinden sonra Fransız sarayının hizmetine girmiş ve Bounaparte ailesi Fransızlar tarafından 1771’de soylu ilan edilmişti Ailesi zengin değildi ancak babasının bağlantıları sayesinde Napolyon ve kardeşleri, Fransa’ya gitme ve burslu okumak imkanı elde etti.
Napolyon 1779 yılında ağabeyi Joseph ile birlikte eğitim için Fransa’ya gönderildi. Autun’da bir kolejde Fransızca öğrenmeye başladı ve aynı yıl Brienne'daki askeri okula girdi. Matematikteki başarısı sayesinde 1784'te "Parisien École Royale Militaire (Paris Kraliyet Askeri Okulu)" adlı askeri akademiye kabul edildi. Matematik ve geometriye olan ilgisini daha iyi değerlendirebilmek için topçu sınıfını tercih etti. Okul sırasında babasının ölümü ile geliri azalan Napolyon, iki yıllık okulu bir yılda bitirdi.
1785 yılının Nisan ayında Valence'daki topçu alayına üsteğmen rütbesiyle katıldı. Askerlik yaşamının ilk sekiz yılında sık sık uzun süreli izin alarak memleketi Korsika’ya gitti.
Korsika’nın Fransa’ya karşı bağımsızlık mücadelesinin lideri Pasquale Paoli Fransız Devrimi sırasında adaya dönüp bağımsızlık mücadelesini yeniden canlandırmıştı. Ateşli bir Korsika milliyetçisi olan Napolyon, “"Milliyetçi"” , “"Kralcı"” ve “"Devrimci"” kimliklerinin arasında kaldı. Sonunda Jakobenleri destekleme kararı aldı. Fransa'ya karşı bağımsızlık mücadelesine girişen Korsikalı milliyetçilere karşı Jakoben örgütlenmesinde çalıştı. 1793’te Pasquale Paoli tarafından Korsika’dan sürüldü; ailesiyle birlikte Fransa'ya kaçtı. Ailesini La Valette’ye yerleştirdikten sonra alayına katıldı.
1793 yılında Fransa neredeyse bütün Avrupa ile savaş halindeydi. Temmuz ayında Fransa’nın güney şehirlerinde ihtilalci hükümete karşı ayaklanmalar çıkmış; stratejik bir deniz üssü olan Toulon şehri karşı devrimciler tarafından İngiliz-İspanyol istilacılara teslim edilmişti. Napolyon, Toulon kuşatmasına bir topçu subayı olarak katıldı. Liman, Fransız ihtilalci ordusu tarafından 19 Aralık 1793’te geri alındı. Napolyon, kalçasına saplanan bir şarapnelle yaralandığı bu kuşatmada sergilediği liderlik özellikleri ile dikkat çekti; Maximilien Robespierre tarafından tuğgeneralliğe yükseltildi ve Fransa ordusunun İtalya kanadının Topçu kuvvetlerinin başına geçirildi.
Fransa’da Kamu Selamet Komitesi Başkanı Robespierre idaresindeki Terör Dönemi Temmuz 1794 yılının Temmuz ayında sona erdi ve Robespierre kardeşler idam edildi. Napolyon, Augustin Robespierre ile ilişkisi nedeniyle yeni yönetim tarafından şüpheli görüldü ve tutuklandı. Kısa bir süre Antibes Kalesi’nde tutuklu kaldıktan sonra serbest kaldı.
Ününü kurtarmak ve yeniden gözde bir komutan olmak isteyen Napolyon, Osmanlı Devleti’nin İstanbul’da topçu yetiştirmek için açtığı "Mühendishane" adlı okulda çalışmak üzere Fransa’dan uzmanlar istemesi üzerine Türkiye’ye gitmek için ihtilal hükümetine bir mektupla başvurdu ancak bu talebi kabul edilmedi ve tekrar Fransız ordusundaki görevine döndü.
Nisan 1795’te Marsilya’nın zengin bir tüccar ailesinin kızı olan Désirée Eugénie Clary ile nişanlandı.
Bu arada Fransa'da yeni bir anayasa kabul edilmiş ve ülke beş kişilik direktuvar tarafından idare edilmeye başlamıştı. Paris’te krallık yanlısı binlerce kişi protesto için sokağa inince Napolyon’u Toulon Kuşatması’ndan tanıyan Direktuvar üyesi Paul Barras ona göstericileri bastırmasını emretti. 5 Ekim 1795’te binaların üzerine toplar yerleştirtip kalabalığın üzerine ateş ettiren Napolyon, ayaklanmayı bastırdı. Bu başarısı sayesinde İç Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’na getirildi; rütbesi tümgeneralliğe yükseldi.
5 Ekim'deki sokak çatışmalarından sonra tüm Parislilerden silahlarını teslim etmeleri istenmişti. Napolyon, terör döneminde idam edilmiş kocası Alexander de Beauharnais’in kılıcını saklaması için oğluna izin vermesine teşekkür bahanesiyle kendisini ziyarete gelen Josephine de Beauharnais'e aşık oldu. Nişanlısından |
ayrıldı. 9 Mart 1796’da Josephine ile evlendi.
Devam etmekte olan Fransız Devrim Savaşları’nın İtalya cephesinde görevlendirilen Napolyon, Alpler ordusunun başkomutanlığına getirilerek düğününden iki gün sonra Paris’ten ayrıldı. Fransa Cumhuriyeti'ne karşı Avusturya, Prusya, İngiltere, Sardinya-Piyemonte Krallığı tarafından oluşturulan I. Koalisyon güçlerine karşı savaşacaktı. Yanında sekreteri Andoche Junot ve yaverliğini yapan kardeşi Louis Bonaparte ile birlikte yola çıktı ve ordu karargahının bulunduğu Nice’e 27 Mart’ta ulaştı.
Napolyon, yetersiz donatılmış orduyu kısa sürede savaşabilecek duruma getirdi ve 12 Nisan 1796’da Alpler’i aşarak Kuzey İtalya’ya saldırıya geçti. 28 Nisan’da Sardinya-Piyemonte Krallığı Cherasco Ateşkesi ile savaştan çekildi. 15 Mayıs 1796’da Napolyon’un ordusu Milano’ya girdi. Avusturya ordularını art arda yenilgiye uğrattıktan sonra Ocak 1797'de İtalya'daki Avusturya askeri varlığını püskürterek Viyana üzerine yürüdü. Ön-barış anlaşması 18 Nisan’da Leoben’de yapıldı. Barış görüşmeleri sürerken 12 Mayıs 1797’de Venedik işgal edildi. Avusturya ile barış antlaşması 17 Ekim 1797 tarihinde imzalandı.
İtalya seferi sırasında 18 meydan savaşı kazanan Napolyon'un Fransa'daki ünü arttı. Bölgeden topladığı vergiler sayesinde Direktuar yönetimine mali kaynak yaratması sayesinde politik olarak da sivrildi.
İtalyan Seferi sürerken Fransa’da 21 Mart 1797’de yapılan seçimlerde oyların çoğunu kraliyetçiler alınca üç direktör 4 Eylül 1797’de ordunun desteği ile bir darbe yaptı; seçimler iptal edildi ve kraliyetçiler tutuklandı. Tarihe “"18 Fructidor Darbesi"” olarak tarihe geçen bu darbenin gerekçesi olarak Napolyon’un gönderdiği belgeler gösterilmişti. İtalya seferi sürerken Napolyon casusluk yaptığından şüphelendiği Antraigues Kontu Emmanuel-Louis-Henri of Launay'i Milano’da tutuklamıştı. Kontu bizzat sorgulayarak elde ettiği itirafname, darbenin gerekçesi kabul edildi. Napolyon, darbeye destek için Pierre Augereau komutasında bir ordu göndermiştir.
Napolyon, 1797 yılı sonunda Paris’e döndü. Fransız yönetimi (Direktörler), 1798 yılı başlarında onu İngiltere anakarasının istilasıyla görevlendirdiler. Ancak Napolyon, denizlerde etkili bir üstünlük sağlanmadan böyle bir operasyonun başarı şansı taşımadığını, İngiltere'ye karşı dolaylı bir strateji izlemenin en mantıklısı olduğunu savunmuş ve Mısır'ın işgal edilerek İngiltere'nin Uzak Doğu ticaret yolunun kesilmesini önermiştir. Dışişleri Bakanı Talleyrand ile anlaşıp önerisini Direktuar hükumetine kabul ettirdi ve Fransız donanması 19 Mayıs 1798’de Mısır seferi için yola çıktı.
Akdeniz’de devriye gezen Britanya donanmasını 10-13 Haziran’da yenilgiye uğratıp stratejik öneme sahip Malta'yı işgal eden Fransız donanması, 1 Temmuz’da İskenderiye önüne demir attı; İskendriye’yi işgal ettikten sonra Kahire’ye yöneldi. Mısır resmen Osmanlı toprağı sayılsa da güç, Memluk Beylerinin elindeydi. Memluk Beyi’nin ordusunu Piramitler Muharebesi’nde yendikten sonra 22 Temmuz’da Kahire’ye muzaffer bir komutan olarak girdi. İslam padişahının dostu olduğunu, Memlûk Beyleri’nin nüfuzunu sona erdirmek üzere Kahire’ye girdiğini iddia eden Napolyon yaptığı din propagandası ile halkı yanına çekmeye çalıştı. Merkez ve eyaletlerde kurduğu divanlara ulemaları atayarak ülkeyi divanlar aracılığıyla yönetmeye başladı.
Ne var ki Napolyon’un Mısır’daki başarısı kalıcı olmadı. İngiliz Amiral Horatio Nelson komutasındaki İngiliz donanması, Abukir körfezinde demirlemiş Fransız donanmasını Nil Muharebesi’nde imha edince ordunun ikmal bağlantısı kesildi. Napolyon ve ordusu Mısır’a hapsolmuştu. Bu gelişme Napolyon’un Kahire’de giriştiği düzenlemelerin hızını kesmedi. Sulama projeleri, okul ve hastane inşaası, gazete açma, tiyatro kurma gibi projeleri sürdürdü. Akdeniz’den Kızıldeniz’e bir kanal açılması için planlar hazırlamaya, Mısır’ın ekonomik olarak kalkınması için tedbirler almaya başladı. Dindar Müslümanları memnun etmeye çalıştı hatta kendisinin Müslüman olduğunu ima etti. Mısırlılar artık ona “"Ali Bonapart"” demeye başlamıştı.
Ancak bir süre sonra Fransızların İslam’a saygı duyduklarını söylemelerine rağmen Mısır’ı sömürmek için ellerinden geleni yapmaları, ülkede Fransızlara karşı bir tepki doğurdu. 21 Ekim’de El-Ezher Camisi etrafında kümelenen Müslümanlar ayaklanma başlattı. Ayaklanmayı çok kanlı bir şekilde bastıran Napolyon, durumunun sağlam olmadığını görüyordu. Mısır’a kara yönünden gelecek tehditleri engellemek için Şubat 1799’da orduyu Filistin’e doğru yürüyüşe geçirdi. Hedefi, ""Doğu’nun imparatoru"" olmak, İndus’e kadar ilerlemekti.
Ordusuyla Yafa’ya giren Napolyon şehirdeki on bin kadar asker ve sivili kılıçtan geçirdi; 19 Mart’ta Akka Kalesi önüne geldi. Cezzar Ahmet Paşa komutasındaki sert Osmanlı direnişi karşısında bozguna uğradı. Bu yenilgi karşısında Mısır'a geri dönmek zorunda kaldı.
Avrupa’da Fransa’nın Koalisyon ordularına yenildiğini haberini alınca ülkesine dönme kararı aldı. Eylül 1799’da ordusunu Mısır'da bırakarak iki küçük gemiyle Fransa'ya döndü.
Napolyon, Paris’e varır varmaz Direktuar üyelerinden Emmanuel-Joseph Sieyes tarafından planlanan darbenin hazırlıklarına katıldı. 9 Kasım 1799 tarihinde gerçekleşen hükümet darbesiyle Fransa tarihinde yeni bir dönem başladı. Kısa bir süre içinde anayasada değişiklikler yapıldı ve Yeni anayasa ile cumhuriyet görüntüsü altında bir diktatörlük oluşturulmuştu. Yönetim üç konsülün eline bırakılmıştı; en önemli görev olan 'birinci konsül'lüğe Napolyon getirildi. Diğer iki üye Sieyes ve Roger-Ducos idi. Napolyon, bir ay sonra ikinci konsüllüğe Cambacérès’i, üçüncü konsüllüğe Lebrun’u getirdi. 7 Şubat 1800’de bir ulusal referandum düzenlendi ve halka Napolyon’un ömürboyu konsül olmasını onaylayıp onaylamadıkları soruldu. 18 Şubatta ilan edilen resmi sonuçlara göre 3,011,007 “"Evet'2”, 1562 “"Hayır"” oyu verilmişti. Böylece anayasada değişiklik yapıldı ve Napolyon “"ömürboyu konsül"” oldu.
Bu sırada İtalya'da savaş devam ediyordu. Napolyon Paris’ten ayrılıp İtalya’daki ordunun başına geçti. 14 Haziran’da Avusturya ordusu karşısında Marengo Muharebesi Fransızların galibiyeti ile sonuçlandı. Paris’e geri dönen Napolyon, ekonomi ve yasal alanda reform çabaları içine girdi. Sahip olduğu çok geniş yetkilerden yararlanarak devlet mekanizmasının işleyiş etkinliğini artıracak yönde geniş düzenlemeler yaptı. Fransız Merkez Bankası’nın kurulması, devlet okullarının açılarak eğitimin bir kamu hizmetine dönüştürülmesi, "Code Napoléon"'u (Napolyon Kanunları) olarak da bilinen Fransız Medeni Kanunu’nun hazırlanması çalışmalarına başlanması, subay okulları açılması, onun dönemindeki gelişmelerdendir. Reform ve yasa çalışmaları halk tarafından da desteklendi.
1802’de İtalya Cumhuriyeti’ni kuran Napolyon ilk devlet başkanı seçildi. Aynı yıl 25 Mart’ta imzaladığı Amiens Barış Antlaşması ile Fransız Devrim Savaşları’na son verdi.
Napolyon’un konsüllüğü 1804’te irsi imparatorluğa dönüştü. Teklif, Mayıs ayında oybirliği ile Tribunat meclisinden (Lazare Carnot’un karşı oyu hariç) ve Senato’dan (üç karşı oy hariç) geçti. Karar, 2 Ağustos’ta yapılan halkoylaması ile onaylandı: 3,572,329 ""evet" ve 2579 ""hayır"" oyu verildi. Napolyon, yeni rejimi kurmaya başlamak için halkoylaması sonuçlarını beklemeyi gerekli görmedi. Hemen ağabeyi Joseph ile kardeşi Louis’yi prens ilan etti; Les Invalides’te bir tahta oturup yetenekli subaylara Legion d'honneur nişanı verdi.
29 Kasım’da Josephine ile dini nikah kıyan Napolyon imparatorluk tacını 2 Aralık 1804’te Notre Dame Katedrali'nde giydi. Tacı Papa’nın giydirmesi planlamıştı ama Papa’nın önünde eğilmek, otoritenin Tanrı’dan geldiğinin kabulü olarak yorumlanabilirdi. Eğilmek yerine tacı eline alıp önce kendisi giydi; sonra eşi Josephine giydirdi. Törende olayı resimlemek üzere bulunan ressam Jacques-Louis David; Le Sacre de Napoléon adlı ünlü tablosunda Napolyon’un eşine tacı giydirdiği anı betimlemiştir.
Büyük Şarlman (Charlemagne, Karl der Große) İmparatorluğu'ndan esinlenerek bir Fransa İmparatorluğu kuruldu. Ama Napolyon'a tepki büyüktü, annesi onunla irtibatını kesti, Beethoven bestelerinden onun adını sildi ve daha birçok diplomat, bürokrat, devlet adamı ve asker onunla irtibatını kesti. En çok tepki gösterenler devrimciler, ihtilalciler ve askerlerdi.
Ancak bu barış dönemi uzun sürmedi. Fransa’nın Avrupa’daki ekonomik ve politik gücünün giderek artması İngiltere açısından giderek genişleyen bir tehdit oluşturmaktaydı. Sonunda İngiltere 1803 yılının Mayıs ayında Fransa’ya savaş ilan etti.
1804 yılının Mayıs ayında, kralcıların bir komplosunu bahane eden Napolyon kendisini imparator ilan etti. Kendi eliyle taç giydi ama, Paris'teki Notre Dame Katedrali'ndeki törende Papa VII. Pius'un da bulunmasını sağladı. Mart 1805'te ise İtalya’da kendi kurduğu cumhuriyeti lağvederek kendini İtalya kralı ilan etti.
İzleyen dönemde İngiltere’nin çabalarıyla Avusturya, Rusya ve Napoli ve İsveç’in katıldığı Fransa'ya karşı bir ittifak olan III. Koalisyon oluşturuldu.
1805 yılının Ekim ayında Fransız-İspanyol birleşik donanmasının Trafalgar Deniz Savaşı’nda İngiliz donanması karşısında yenilmesi üzerine Napolyon, İngiltere yerine onun müttefiklerini dize getirme yolunu seçti. Fransız ordusunu Manş kıyılarından Orta Avrupa’ya yürüten Napolyon, Ulm ve Austerlitz zaferleriyle Avusturya’yı ve Napoli’yi savaş dışı bıraktı.
Eylül 1806'da Prusya ordusunu Jena Muharebesi'nde, hemen ardından da Rus ordularını Friedland Savaşı'nda bozguna uğrattı. Temmuz 1807'de Rus çarı I. Aleksandr’la Tilsit Antlaşması imzalandı ve Rusya savaştan çekilmek zorunda kaldı.
İmparatorluğu dönemindeki olumsuz unsurlar İngiliz donanmasının gücü, İspanya ve İtalya'da akrabalarını tahta geçirmesi, halkın bu kişileri istememesi ve Fransa'ya bağlı devletlerdeki milliyetçilik akımları oldu.
1810 yılının Mart ayında Habsburg hanedanından ikinci eşi Marie-Louise ile evlendi, yasal varisi Napolyon II, 1811'de doğdu.
I. Aleksandr’la yapılan antlaşma, Rusya’ya İngiltere’ye karşı askeri harekata kadar varacak yaptırımlar uygulama |
yükümlülüğünü getirmektedir ama I. Aleksandr, bu tür politikalardan kaçınmıştır. Bunun üzerine Napolyon, 1812 yılı ortasında 800 bin kişilik ordusuyla Rusya Seferi'ne girişmiştir. Borodino Muharebesi’nde General Kutuzov komutasındaki Rus ordusunu yenilgiye uğratan Fransız ordusu Moskova’ya girmiştir. Ancak Rusların bu yenilgiden sonra Rusya içlerine çekilmeleri, giderken de Moskova'yı yakmaları ve kışın da bastırması neticesinde Napolyon, ordusunu barındıracağı bir yer olmadığını anlamış ve Çar'ı antlaşma yapmaya davet etmiştir. Ancak I. Aleksandr bu teklifi reddeder. Napolyon ise tek çareyi orduyu Fransa'ya geri götürmekte bulur. Fakat sert kış koşulları geri dönüşü neredeyse imkânsız hale getirir ve Fransız ordusunun yaklaşık olarak dörtte üçünün telef olmasına sebep olur.
Ordusunun büyük bir bölümünü Rusya Seferi sırasında kaybeden Fransa, yeni bir ordu oluşturmanın zorluklarına katlanmaya mecbur olmuştur. Üretimden çekilen işgücü ve artırılan vergiler, halkı da Napolyon’a karşı bir tutuma itmiştir.
Napolyon, bu dönemde kendisine karşı düzenlenen hükümet darbesini bastırdı ve yeni bir ordu kurdu. Ancak 1813 ve 1814'te baskılar arttı ve halk desteği düştü.
Rusya yenilgisi ve içteki karışıklıklar Koalisyon güçlerini cesaretlendirdi. 1813 yılının Ekim ayında Napolyon’un Leipzig Muharebesi'nde uğradığı yenilgi, onu iktidarının sonuna iyice yaklaştırdı.
1814'te düşman orduları Paris kapılarına dayandı. Napolyon imparatorluk tahtını bırakarak Elba Adasına sürgüne gönderildi.
Elba Adasından kaçtı ve gizlice Paris'e döndü. Halk desteği tekrar yükseldi. 7 Mart 1815'te ise tahtına geri döndü. Böylece Napolyon ikinci kez tahta çıktı.
Bir ordu topladı ve Belçika'ya saldırdı. Ancak Haziran ayında İngiliz ve Prusya kuvvetleri tarafından Waterloo'da büyük bir yenilgiye uğradı. Paris'e dönünce tahtına ikinci kez veda etmek zorunda kaldı.
Amerika'ya kaçmak istedi, ancak bunu başaramadı ve İngilizlere teslim oldu. İngilizler onu Atlantik'teki Saint Helena'na götürdü. Son yıllarını bu küçük adada geçiren Napolyon, 5 Mayıs 1821'de 51 yaşındayken Mide Kanseri'nden öldü.
Külleri 15 Aralık 1840'ta Paris'e getirilebildi ve Les Invalides'e gömüldü.
Avukat
Avukat, hukuk fakültesi mezunu, avukatlık stajı yapmış, avukatlık mesleğini serbest veya bir kuruma bağlı olarak icra eden kişidir. Avukatların faaliyette bulunması için baroya kaydolmaları zorunludur (Kurum avukatları baroya bağlı çalışmak zorunda değildir). Genellikle çalıştıkları şehirde bulunan baroya kayıtlı olarak faaliyet gösterirler. Avukat, uyuşmazlıkların doğumundan başlayarak, mahkeme aşaması ve hakkın teslimine kadar olan süreçte kişileri temsil eder. Avukat sadece iş ve dava takibi yapmaz, aynı zamanda hukuki konularda danışmanlık, hakemlik, arabuluculuk görevlerini de yerine getirebilir.
Avukatlar, bir hukuk diplomasına ve avukatlık ruhsatına sahiptirler. İnsanlar yasa ile ilgili bir sorun yaşarlarsa ilgili avukatlara danışırlar. Kişi, başkasına dava açmak için bir avukattan yardım alabilir. Dava mahkemedeyse, kişinin isteği veya Türk hukuk sisteminde zorunlu müdafii gereği avukat bulunabilir. Avukat mahkemeyi ikna etmekle yükümlüdür. Kişi suçla itham edildiğinde, bu suç iddiasını bertaraf etmek amacıyla savunma avukatları devreye girer.
Avukatlar farklı ortamlarda çalışabilir. Örneğin devlet kurumlarında, özel şirketlerde veya farklı ortamlarda çalışabilirler.
Tüm dünya ülkelerinde avukatlık mesleğinin nasıl yapılacağına dair bir avukatlık kanunu mevcuttur. Kural olarak her ülkede bir şehirde veya eyalette baroya kayıtlı avukatlara avukatlık mesleğiyle ilgili tekel hakkı tanımaktadır. Buna avukatlık Tercihe bağlı olarak o ülkedeki avukatlar tüm ülkede veya eyalette avukatlık yapabilmektedir. Buna uluslararası avukatlık meslek tekeli denilmektedir. Her ülkenin avukatlık sistemi tercihine bağlı olarak istisnaen bazı dava ve işler yabancı ülkelerde faaliyet gösteren avukatlar tarafından da yapılabilmektedir.
Saint Helena
Saint Helena ( "saint hə--nə") adını Bizanslı Azize Helena'dan alan Atlas Okyanusunun güneyindeki volkanik tabanlı ada. Ada yönetimi Birleşik Krallık'a bağlıdır.
Saint Helena ilk kez 16. yy'ın başlarında, 1502 yılında Portekizli denizciler tarafından keşfedildiğinde adada yaşam izine rastlanmamıştı.
Saint Helena adası Birleşik Krallık'ın Bermuda'dan sonraki en eski koloni yerleşim birimi olma özelliğini de taşır. Yüzyıllar boyunca Britanyalı denizciler için stratejik önem taşıyan ada, Avrupa'dan Asya'ya yapılan seferlerde önemli bir liman olma özelliğindeydi. Saint Helena, Birleşik Krallık tarafından genellikle sürgün amacıyla kullandı. Adaya sürgün edilen kişiler arasından belki de en önemlisi 1815-1821 yılları arasında adaya sürgüne gönderilen Napoleon Bonaparte olmuştu. Ekim 1815 yılında adaya getirilen ve 5 Mayıs 1821 tarihinde vefat eden Napolyon'nun bu döneminde Saint Helena, Doğu Hindistan Şirketi mülkiyetinde kaldı ancak İngiliz hükümeti Napolyon'un korunmasından kaynaklanan ek maliyetler nedeni ile bir araya gelmiştir.
1817 nüfus sayımında, 821 beyaz ada sakini kaydedildi. 820 kişilik bir garnizon, 618 Çinli sözleşmeli işçi, 500 ücretsiz siyah ve 1.540 köle. 1818'de, Vali "Hudson Lowe" kölelerin özgürlüğe kavuşması girişimini başlattı.
Edat
Edat veya ilgeç; farklı tür ve görevdeki kelimeler ve kavramlar arasında anlam ilgisi kurmaya yarayan yardımcı kelime. Edatların tek başına anlamı yoktur; diğer kelimelerle birlikte, cümle içinde görev kazanır.
Bazı kaynaklarda ünlemler ve bağlaçlar da edat kabul edilir. Bu yazıda ünlemler ve bağlaçlar ele alınmayacak, sadece bahsi geçen kaynaklarda son çekim edatları olarak adlandırılan edatlar ele alınacaktır. Türkçede kullanılan başlıca edatlar şunlardır:
Edatlar iliştirildikleri isimlerin yalın hâlleriyle veya ismin diğer hâlleri ile birlikte kullanılabilir. Bu kullanımlardan bazıları ekli hâlleri ile Türkçeye yerleşmiştir ve bazı edatlar her zaman ilgili hâl ekinin ardından kullanılır. Bunlara örnek olarak "-den ötürü", "-e dek", "-den öte", "-e doğru" verilebilir:
Başka, gayrı, özge gibi başkalık bildiren edatlardır.
Gibi benzerlik bildiren edattır.
Göre, nazaran, dâir, rağmen gibi edatlardır.
Kadar kelimesidir. Yer ve yön edatı olan "kadar" ile karıştırılmamalıdır.
İçin, üzere, dolayı, ötürü, nâşi, diye gibi sebep bildirmede kullanılan edatlardır.
İle kelimesidir. İle edatı -le şeklinde ek biçiminde de yazılabilir. Birkaç farklı kullanımı vardır.
İşin, fiilin, hangi araçla (vasıtayla) yapılacağını, yapıldığını bildirir:
İşin, fiilin kimle yapıldığını, yapılacağını bildirir:
İşin, fiilin nasıl yapıldığını, yapılacağını bildirerek durum zarfı oluşturabilir:
İşin, fiilin nedenini bildirerek edat tümleci olabilir:
"İle" edatı, bağlaç olan "ile" kelimesiyle karıştırılmamalıdır. Bağlaç olan "ile", "ve" anlamına gelir:
Türkçenin bazı ağızlarında "birle" kelimesi "ile" anlamında kullanılır ve vasıta edadıdır:
Değin, dek, doğru, kadar, karşı, yan gibi yer veya yön bildiren edatlardır.
Beri, önce, evvel, sonra gibi zaman bildiren edatlardır.
Edat olarak kullanılan bazı kelimeler cümlede başka görevlerde de kullanılabilirler:
Cümledeki diğer kelimelerle birlikte sıfat veya zarf öbeği oluşturabilirler:
Başka kelimelerle birlikte özne veya yüklem görevinde de kullanılabilirler:
"artınçı", Tuva Türkçesi
"şılav", Kazak Türkçesi.-
"tatak", Çuvaş Türkçesi.
Fransız Guyanası
Fransız Guyanası (Fransızca: "Guyane française" []), Amerika kıtasının güneyinde, kuzeydoğu kıyısında, Fransa'ya bağlı denizaşırı il ("département d'outre-mer"). Fransa ilinin sınır komşularını (kuzeyden saat yönünde ilerlendiğinde) doğu ve güneyde Brezilya, batıda ise Surinam oluşturmaktadır. İlin kuzey kesiminde Atlas Okyanusu bulunmaktadır. İlin başkenti Cayenne'dir. 2013 yılında sayılan 250,109 nüfusuyla ülke nüfusunun yarısını oluşturmaktadır. Fransız Guyanası Avrupa Birliği bölgesi içerisindedir. Bölgenin resmi para birimi Euro'dur.
Fransız Guyanası, Fransız Anayasası'nın denizaşırı illere ilişkin hükümlerine göre yönetilir. Fransız Ulusal Meclisi'ne 2, Fransız Senatosu'na 1 temsilci gönderme hakkı vardır. Yerel yönetim Fransa hükümetinin atadığı bir vali ile 19 üyeli Genel Konsey ve 34 üyeli Bölgesel Konsey'den oluşur. Bir de yerel temyiz mahkemesi vardır.
Fransız Guyanası toplamda 83,534 km alana sahiptir ve km başına 3 kişi düşmektedir. Yüzölçümüne alanına göre, en geniş Fransız denizaşırı toprağıdır.
Ülke konum olarak Güney Amerika'da, Kuzey Atlas Okyanusu, Brezilya ve Surinam arasında yer almaktadır. Kıyı kesimlerde görülen yatık kıyı ovaları iç kısımlarda yerlerini tepeliklere ve küçük dağlara bırakmaktadırlar. Ülkenin en yüksek noktası Bellevue de l'Inini Dağı'dır(851 m). Ülkede bol miktarda boksit, kereste, altın, kaolin, balık bulunur.
Nüfus artış hızı dünya ortalamalarının oldukça üstünde olan bölgede ortalama yaşam süresi 77,27 yıldır. Nüfusun etnik dağılımı; Siyahi ve melezler %66, beyazlar %12, Doğu Hindistanlı, Çinli, Fransız Guyanası Kızılderilileri %12, diğer halklar %10 olup halkın büyük çoğunluğu Katolik'tir.
Fransız Guyanası, büyük ölçüde madencilik, ormancılık ve balıkçılık sektörlerine dayanan gelişmekte olan bir ekonomidir. Kourou'daki Avrupa Uzay Ajansı'nın roket üssü büyük oranda GSMH ve istihdama katkı yapmaktadır. Kişi başına düşen millî gelir yaklaşık $8.500'dır. Bölgede işsizlik oranı oldukça yüksektir: %26,5.
Mayotte
Mayotte adası, Afrika kıtasına bağlı bir ada konumunda olup, kıtanın doğu kesiminde, Mozambik Kanalı'nın kuzey bitim noktasında, Mozambik'in açıklarında, Hint Okyanusu'nun batı, Madagaskar'ın ise kuzeybatısında yer alan Fransa Denizaşırı ili. 1976 yılından bu yana Fransa Cumhuriyeti'ne tamamen bağlı bir bölge olan Mayotte üzerinde Komorlar hak iddia etmektedir. Coğrafi açıdan ada, Komor Takımadaları'nın bir parçasıdır. 31 Mart 2011 tarihinde Fransa'nın denizaşırı ili haline gelmiştir. Avrupa Birliği Üyesi bir ülkedir.(1 Ocak 2014)
Mayotte Ada Takımı, Ana ada olan Grande Terre ile ona nazaran daha ufak olan |
Petite Terre'den ve birçok küçük ve nüfusu olmayan adalardan oluşmaktadır. Ada'nın yüzölçümü yaklaşık olarak 374 km²'dir. Ada, yaklaşık olarak 9 milyon yıllık geçmişi ile Komor takımadaları arasındaki en eski volkanik ada unvanına sahiptir. Kasım ve Mart aylarında yaşanan yağmur sezonlarında bile hava sıcaklığı kurak geçen aylara göre bile daha fazladır. Adanın en yüksek noktası 660 metre ile ana adada bulunan Mont Benara dağıdır. Ülkenin başkenti olan Mamoudzou ana adada bulunmakla birlikte, ülkenin uluslararası havaalanı Dzaoudzi ise diğer ada olan Petite Terre'de bulunur.
Mayotte adasında 2007 verilerine göre 186.452 kişi yaşamaktadır. Bu nüfusun takribi %65'i Mayotte adasında doğmuş kişiler oluştururken, %4'e yakınını diğer Fransa'ya bağlı topraklarda doğanlar oluşturur. Ayrıca %28'ini diğer bağımsız Komorlar'dan, %2,5 Madagaskar'dan ve %0,5 kadarı ise diğer ülkelerden gelenler oluşturmaktadır.
2004 yılındaki açıklanan verilere göre toplumun yarısından fazlasının 20 yaş ve altından olanların oluşturduğu bildirilmiştir.
Adada yaşayan toplumun yaklaşık %98'ini Müslümanlar oluşturmaktadır. Adada resmi dil Fransızca olmasına rağmen, halk tarafından Komorlar dilinin bir kolu olan Mahorca konuşulmaktadır.
Mayotte'de yaşayan toplumun neredeyse üçte biri, diğer fakir komşu adalardan yasa dışı yollarla adaya gelen kişiler oluşturmaktadır. Her ne kadar burada daha zor şartlarda çalışsalar da, maddi olarak çok daha fazla tatmin oldukları için bu yolu seçmektedirler.
Mayotte Adası 1841 yılında Fransa tarafından satın alınıp yönetilmeye başlandı. 1974 yılında bağımsızlık için yapılan referandumda Mayotte Adası, Komorlar takımadası içinde bağımsızlığa karşı çıkıp Fransa'ya bağlı kalmayı tercih eden tek ada olmuştur. Bunun neticesinde diğer adalar Komorlar olarak bağımsızlığını kazanırken, Mayotte, Fransa'ya bağlı bir ada olarak kalmıştır.
Komorlar o tarihten bu yana Mayotte'yi kendi vatan toprağı olarak görmektedir ve buranın Fransa toprağı olduğunu reddetmektedir. Bu düşüncelerine dayanak olarak 1979 yılında Birleşmiş Milletler'de alınan bir kararı göstermektedir.
Bu sorun günümüzde de hala sürmektedir ve Komorlar adayı kendisine ait bir parça olarak görmektedir. Hatta bu bağlamda 2002 yılında kabul edilen yeni bayraklarında kendisine ait dört adayı (Mayotte dahil) dört farklı renk ile göstererek belirginleştirmiştir.
Mayotte, Fransa Ulusal Meclisi'nde bir milletvekili ile temsil edilmektedir. Ayrıca senatoda adayı temsilen bir temsilci bulunmaktadır. 1976 ile 2007 yılları arasında ada, Fransa'ya bağlı bölge olarak adlandırılırken, 2011 yılından itibaren Fransa'nın ili (fr. Département) olarak kabul görecektir. Bunların çok büyük bir bölümü hamile olan ve son günlerine giren bayanlar oluşturmaktadır. Buna en büyük neden olarak ise Mayotte Adası'nda dünyaya gelen bebeklerin otomatikman Fransız vatandaşlığını alması gösterilmektedir. Adada sayıları çok az da olsa Fransız askerleri konuşlandırılmıştır.
Mayotte kendi içerisinde 17 belediyeye ayrılmış konumdadır. Bunun haricinde belediye sınırları ile birebir örtüşmeyecek şekilde 13 kantona bölünmüştür. Mevcut 17 belediye 5 belediye birliği çatısı altında toplanmıştır.
Adanın 17 belediyesi ile bağlı oldukları belediye birlikleri şu şekildedir:
Mayotte'nin FIFA'ya ve Afrika Futbol Birliği CAF'a üyeliği bulunmasa da adanın futbol milli takımı mevcuttur.
Tuna
Tuna, Almanya'nın güneyinde Kara Orman bölgesinde Donaueschingen kasabasında Brigach ve Breg nehirlerinin birleşmesiyle meydana gelen nehir.
Tuna nehri havzası, 801.463 km toplam alanıyla Volga Nehri'nden sonra Avrupa'nın en büyük ikinci nehir havzasıdır. Nehir 10 ülkeyi katederek Karadeniz'e dökülmektedir. Tuna nehri havzası, 19 ülkeden 80 milyondan fazla insan tarafından paylaşılmakta olup, bu özelliği onu dünyanın en uluslararası nehir havzası yapmaktadır.
Eğim durumuna göre Tuna nehri havzası; üst, orta ve aşağı havzalar olmak üzere üç alt bölgeye ayrılmaktadır. Üst havzası Almanya'daki kaynağından, Slovakya'dan Bratislava'ya kadar uzanır. Orta havza üç alt bölgeden en büyüğü olup, Bratislava’ dan Sırbistan ve Romanya sınırındaki Demirkapı barajına kadar uzanmaktadır. Romanya ve Bulgaristan arasındaki ovalar, platolar ve dağlar Tuna nehrinin Alt havzasını oluşturmaktadır. Karadeniz'e ulaşmadan önce nehir 3 ana kola ayrılmakta ve 6.750 km² lik Tuna Deltası'nı şekillendirmektedir.
Tuna deltasından nehrin yukarısına doğru 2.411 km boyunca gemilerle nehirde yol almak mümkün olup, bu da toplam nehir uzunluğunun % 87’ sine tekabül etmektedir. Tuna nehri üzerinde, Kelheim ve Karadeniz arasında gemiler için 78 adet liman bulunmaktadır.
Tuna nehrine doğuş yeri Kara Orman’ dan Karadeniz arasında 27 büyük, 300 den fazla küçük dere mansaplanmaktadır. Bunlar arasında Tisa 966 km ile en uzun kolu oluşturmakta ve en büyük havza alanına sahiptir. Ayrıca 500 km den uzun kolları; Prut (950 km), Drava (893 km), Sava (861 km), Olt (615 km), Siret (559 km) ve Inn (515 km) nehirleri oluşturmaktadır.
Tuna nehri havzasını oluşturan ülkelere göre alan dağılımı şöyledir: Romanya (%29), Macaristan (%11,6), Sırbistan (%10,2), Avusturya (%10), Almanya (%7), Bulgaristan (%5,9), Slovakya (%5,9), Bosna-Hersek (%4,6), Hırvatistan (%4,4), Ukrayna (%3,8), Çek Cumhuriyeti, (%2,9), Slovenya (%2), Moldova (%1,6), Karadağ (0,9), İsviçre (%0,2), ve diğer (<%0,1 Arnavutluk, Makedonya, İtalya ve Polonya)
Tuna Nehri 3 bölüm olarak incelenir. Bunlar;
Tuna Nehrindeki bazı önemli adalar;
Nehir birçok kanal vasıtası ile su yolu taşımacılığı için daha uygun hale getirilmiştir. Başlıca kanallar;
Sultanlar Yolu trekking parkuru Tuna nehri boyunca oluşturulan uzun menzilli kültür rotasıdır. Sultanlar Yolu Tuna nehri kıyılarında Viyanadan başlayarak Sırbistanda Smeredevo şehrine kadar Tuna boyunu takip eder. Smederevoda Tuna nehrinden ayrılarak İstanbulda sonuçlanır.
Virjin Adaları
Virgin Adaları, Karayip Denizinde bulunan, bir bölümü Amerika Birleşik Devletleri, bir bölümü de Birleşik Krallık'a ait adalar topluğudur.
Adalardan ABD toprağı olanlar ABD Virgin Adaları, Birleşik Krallık'a bağlı olanlar da Birleşik Krallık Virgin Adaları olarak adlandırılmaktadır.
Wallis ve Futuna
Wallis ve Futuna Adaları (fr. "Territoire des îles Wallis et Futuna") Fransa'nın denizaşırı sahip olduğu topraklardandır. Konum itibarıyla Pasifik Okyanusu'nda, Fiji Adaları'nın kuzeyinde bulunan ada, birbirinden yaklaşık 200 km uzak olan iki ana ada grubundan oluşmaktadır. Adanın başkenti Uvea adasında bulunan Mata Utu şehridir.
Fransa'nın bu bölgesi iki ana ada grubundan oluşmaktadır. Bunlardan biri kuzeydoğuda bulunan ana adası Uvea ile Wallis Adaları, diğeri ise güneybatıda bulunan ana adaları Futuna ve Alofi ile Horne Adaları'dır. Bu iki adalar topluluğu arasındaki mesafe yaklaşık olarak 200 km'dir. Güney Pasikik Okyanusu'nda takribi olarak Yeni Zelanda ile Hawaii adaları arasında konuşlanmıştır.
Adalar topluluğunun üç ana adası olan Futuna, Alofi ve Uvea volkanik adalardır ve sık ormanlarla kaplıdır. Ama enerji konusunda yaşanan sıkıntılar nedeniyle son dönemlerde ağaç kesimleri hız kazanmıştır. Adaların bazı bölgeleri, yaşanan tatlı su sıkıntısından dolayı yaşanmaya elverişli değildir.
Tüm adalarda tropik iklim hakimdir. Kasım ile Nisan ayları arasında hava çok sıcak ve yağmurlu, Mayıs ve Ekim ayları arasında ise serin ve kurak geçer. Adada yıllık yağış ortalamaları 2.500 ila 3.000 mm arasındadır. Bölgedeki nem oranı %80 civarı olup, yıllık ortalama sıcaklığı ise 26,6 °C'dır.
Adalar topluluğunun en yüksek noktası 765 metre ile Singavi tepesidir.
Adalar topluluğunda yaşayan nüfusun yaklaşık üçte ikisi Wallis Adası'nda ikamet etmektedir. Geri kalan üçte birlik nüfus ie Futuna Adası'nda yaşamaktadır. Yaşayanların çok büyük bir bölümü polonezyalı olmakla beraber, küçük bir grup ise bu adayı fetheden fransızların soyundan gelmektedir. Adada yaşayan nüfustan daha fazla kişi Yeni Kaledonya'ya göç etmiş durumdadır. Ada halkı Fransızcanın yanı sıra Wallis ya da Futuna dillerini konuşmaktadır. Ama halkın yaklaşık olarak %10'u Fransızcayı ana dil (birinci dil) olarak konuşmaktadır. Okuma yazma oranının düşük olduğu adalar topluluğunda 15 yaşını geçen nüfusun sadece yarısı okuma yazma bilmektedir. 2008 yılındaki nüfus sayımına göre adada toplam nüfus 2003 yılına göre %2'lik bir düşüş göstererek, 13.484 olarak tespit edilmiştir.
Futuna ve Alofi adaları 1616 yılında Hollandalı kaşifler Jacob Le Maire ve Willem Cornelisz Schouten tarafından bulunmuş ve onlar tarafından Horne Adaları olarak adlandırılmıştır. İngiliz gezgin Samuel Wallis tarafından bulunan ve onun adı verilen Wallis Adaları ise bu olaydan yaklaşık 150 yıl sonra keşfedilmiştir. 1842 yılında Fransa adaların kendi aidiyetinde olduğu açıkladı ve 1888 yılında da adaları işgal etti.
27 Aralık 1959 yılında yapılan bir referandumda ada halkının yaklaşık %95'inin evet oyu kullanmasıyla, ada tamamen Fransa Cumhuriyeti'ne bağlı bir bölge haline geldi. 1961 yılında Wallis ve Fortuna, Fransa'nın denizaşırı bölgesi olarak tanımlandı. Bununla birlikte adada yaşayanlara Fransa vatandaşlığı verildi.
Christmas Adası
Christmas Adası, Hint Okyanusunda Avustralya'ya bağlı toprak. Cava Adasının yaklaşık 360 km güneyinde, Avustralya'nın 1.400 km kuzeybatısında yer alır. Okyanus tabanından yükselen bir dağın doruğu olan Christmas Adası'nın en yüksek noktası batıdaki Murry Tepesidir (361 m). Adadaki başlıca yerleşme ve liman kuzeydoğu kıyısındaki Flying Fish Cove'dur. Ada, tarih değiştirme çizgisinde bulunan ve dünyada günün ilk ışıklarını alan kiribatiye ait christmas adasıyla (kiritimati) ile karıştırılmamalıdır. Bir kasabası, iki köyü vardır, Flying Fish Cove, South Point ve Drumline. Ayrıca golf sahasınve kumarhanesi de vardır
Adanın ortasındaki plato, birbirini izleyen yamaçlar ve setler biçiminde alçalarak kıyıların büyük bölümünde yüksekliği 20 m'yi aşan sarp yarlara dönüşür. Kıyılarda kumsallara ve mercan oluşumlu plajlara rastlanır. Adada değerli fosfat yatakları vardır. Kasım-Nisan ayları arasında tropik yağm |
urlarla geçen bir mevsim yaşanır; 27 °C olan yıllık ortalama sıcaklıkta yıl boyunca önemli dalgalanmalar görülmez. Yıllık ortalama yağış miktarı 2,670 mm'dir. Christmas Adası'nın büyük bölümü tropik ormanlarla kaplıdır. Adanın hayvan varlığı çok sayıdaki deniz kuşundan, küçük sürüngenlerden, kara yengeçlerinden ve böceklerden oluşur. Tatlı su gereksinimi pınarlardan ve kuyulardan karşılanır. Adanın batı ucunun büyük bölümü bir ulusal parkın sınırları içinde kalır. Christmas Adası'nın ünlü kırmızı yengeç türü için bakınız Christmas Island red crab
Temmuz 2005 itibarıyla adanın nüfusu 1.600 kişidir. Nüfusun % 70'ini Çinliler, % 20'sini Avrupalılar ve % 10'unu da Malaylar oluşturur. Resmi dili İngilizce resmî yazışmalarda kullanılır, ancak ana dil olarak Çince ve Malayca yaygındır.
Ada ekonomisi hemen hemen tümüyle fosfat madenciliğne dayanır. Geçimlik için yapılan tarım ve balıkçılık yetersiz kaldığından, gıda ürünlerinin çoğu ithal edilir. Adada bulunan tek havaalanından haftada iki kez Christmas Adası'yla, Batı Avustralya'daki Perth arasında hava ulaşımı sağlanır.
Avustralya genel valisinin atadığı yönetici adanın en yüksek hükümet görevlisidir. Bu yöneticinin eğitim, posta, polis, radyo ve liman işlerinden sorumlu yardımcıları vardır. Üyeleri 4 yıl için seçimle belirlenen 9 kişilik meclis de ada yönetiminde önemli rol oynar.
Ada 1615'te "Thomas" adlı geminin kaptanı Richard Rowe tarafından görüldü. İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası'ndan Kaptan William Mynors, 1643 yılının Noel gününde adaya bugünkü adını verdi. 1887'de adadan toplanan toprak ve kayaç örnekleri üzerindeki incelemeler sonucu bunların saf fosfat içeren kireçtaşları olduğu anlaşıldı. Ertesi yıl İngiltere adayı ilhak ederek, ilk yerleşim kuruldu. Christmas Adası 1900'de yönetim merkezi Singapur'da olan İngiltere'ye bağlı Boğaz Kolonileri'ne bağlandı. II. Dünya Savaşı'nda Japonlar adayı işgal ettiler. Ada 1958'de Avustralya'ya bağlandı. 1986'da ada meclisince kararlaştırılan bayrak, Avustralya tarafından ancak 2002 yılında resmi olarak kabul edildi. 2006 yılında Endonezya üzerinden deniz yoluyla gelen kaçak göçmenler için bir Göçmen Kabul Merkezi yapıldı.
Aristokrasi
Aristokrasi ya da soylu erki, iktidarın imtiyazlı ve genellikle soya bağlı bir toplum sınıfının elinde bulunduğu siyasi hükümet şeklidir. Ekonomik, toplumsal ve siyasi gücün soylular sınıfının elinde bulunduğu tarihi yönetim biçimidir. Sözcük "soylular sınıfı" anlamında da kullanılmaktadır.
Terim Türkçeye Fransızca "aristocratie" sözcüğünden geçmiştir. Kökeni ise Yunanca "aristokratia" (ἀριστοκρατία) kavramıdır ve "aristos" (en iyi) ile "-kratia" (güç) sözcüklerinden oluşur.
Bununla birlikte tarihte aristokrasiler genelde verasete dayanan plütokrasi şeklinde olmuştur. Bir siyasi hükümet terimi olarak, aristokrasi şu terimlerle karşılaştırılabilir:
"Aristokrasi" terimi ilk kez Atina kent devletinde kullanılmıştır. Terim orduların başında dövüşen genç vatandaşlar için kullanılmıştır. Zira askeri cesaret ve liyakat o dönemde büyük bir "erdem" olarak görülürdü; ordular "en iyi"ler tarafından yönetilmekteydi. Terim antik Yunan geleneğinden Avrupa Orta Çağı'na geçmiş ve askeri liderlerden oluşan, verasete dayanan bu sınıf "soylular sınıfı" olmuştur. Antik Yunan'daki gibi bu sınıfın üyelerinin "köleleri olan bir tebası" vardı ve bu kişiler askeri konumlarından dolayı "soylu" veya "en iyi" olarak tanımlanıyorlardı.
Aristokrasiye karşı şüphe uyanmasının çeşitli sebepleri olmuştur. Felsefi anlamda Aydınlanma'nın getirdiği "herkes eşittir" söylemi önemliyken, Fransız Devrimi'nin de sebeplerinden sayılabilecek "aristokrasinin artık toplumun en iyileri olmadığı" fikri de önemlidir. Bu fikrin oluşmasının nedenleri ise çeşitlidir. Her şeyden önce "ordu" kavramı değişmeye başlamıştı, Kral XIV. Louis orduyu modernize etmişti ve artık aristokratlar at sırtında ordunun başında yer almıyorlar, güvenli bir mesafede orduları uzaktan kumanda ediyor, çoğunlukla kendileri savaşmıyorlardı. Bunun dışında Aydınlanma'nın başlattığı "özgürlük" fikri halkın aristokratların pratik yaşamda "en iyi" olmadıklarını görmesine yardımcı olmuştur. Fransız Devrimi'nin odağında bu vardır, onlara göre aristokratlar herhangi bir liyakat veya üstün erdem ile değil de sadece "doğarak" "en iyi" yani "aristokrat" olmayı başarmışlardır. Böylece kazanılmamış, hak edilmemiş bir mevkiyi işgal ettikleri düşünülmüştür. Aristokratların "en iyi" oldukları inancının çöküşü, "en iyinin" yönetimi olan aristokrasinin de çöküşünü getirmiştir.
Bugün Birleşik Krallık dahil çoğu Avrupa ülkesinde aristokratik unvanlar hâlâ varlığını sürdürmektedir. Artık "yönetimsel" bir fonksiyon taşımasa da bu unvan çoğunlukla kişinin saygın ve belirli bir geçmişe sahip olduğunu veya varlıklı olduğunu, her daim olmasa da sık sık, ifade edebilir.çoğunlukla sanat ilim ve bilim konusunda önemli faaliyetleri olan kişiler bu unvana aday gözükür.
Tarihi planda yönetici görevlere sahip askeri bir sınıf bulundurmamış ülkelerde ise "aristokrasi" daha farklı temellere oturur. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri'nde kişinin atalarının ilk göçmenlerden olması anlamında kullanılabilir.
Film: "Gosford Park", "The Perfect Husband", "A Room with a View"
Britanya Hint Okyanusu Toprakları
Britanya Hint Okyanusu Toprakları, Birleşik Krallık'ın Hint Okyanusu üzerinde bulunan denizaşırı bölgelerinden bir tanesidir. Birleşik Krallık'ın sahip olduğu bu bölge günümüzde sadece Chagos Takımadaları'ndan oluşmaktadır.
Takımadaların Diego Garcia adası 1966 yılında yapılan anlaşma ile 50 yıl süre ile ABD'nin kullanımı için bu ülkeye kiralanmıştır.
Chagos Takımadaları birçoğunda hayat olmayan 60'a yakın adanın bir araya geldiği toplamda altı adet mercan adasından oluşmaktadır. Bölgedeki en büyük ada aynı ada sahip mercan adası üzerinde bulunan Diego Garcia adasıdır. Bu adanın haricinde Büyük Chagosbank, Peros Banhos, Solomon, Egmont ile düşük su seviyesinde sadece deniz suyunun yüzeyinde görülebilen Blenheim resifi bu takımadalara mensup diğer adalardır. Bütün ada topluluğu deniz üzerinde toplamda 54.400 km² bir alana yayılmış olsa da, adaların yüzölçümü 60 km²'dir.
Adanın gerçek yerlileri olan Chagoslular, 1966 yılında Büyük Britanya hükumeti tarafından zorla göçe tabi tutularak, Mauritius, Seyşeller ve Büyük Britanya'ya gönderilmiştir. Günümüzde hiçbir yerlinin yaşamadığı bölgede sadece askeri amaçlarla bölgede bulunan 3.500 dolayında Amerika Birleşik Devletleri ve Büyük Britanya askerleri bulunmaktadır.
Yerli halk yıllar içerisinde Büyük Britanya tarafından gerçekleştirilen zorunlu göçe karşılık İngiliz mahkemelerinde hukuk mücadelesi başlatmış, birçok kez haklı bulunmalarına karşılık hükumet karşı adımlar atarak yerlilerin dönüşüne izin vermemiştir. Son olarak İngiliz Lordlar Kamarası hükumeti haklı bularak yerlilerin geri dönüşlerine günümüzde de devam eden dönüş yasağını koyarak izin vermemiştir.
Pitcairn Adaları
Büyük Okyanus'un güneyinde volkanik kökenli ada. Tahiti'nin 2170 km güneydoğusunda yer almaktadır ve dünyanın nüfus bakımından en küçük ülkesidir. Pitcairn Adası dışında, üzerinde yerleşme bulunmayan Oeno, Henderson ve Ducie adalarıyla beraber Birleşik Krallık'a bağlı Pitcairn Adaları Denizaşırı Toprağı'nı oluşturur. Deniz yüzeyinden yaklaşık 300 m yükseklikte engebeli bir yarı kraterdir. Sarp kayalarla çevrili olan adada astropik bir iklim hüküm sürer.
1767'de İngiliz deniz subayı Philip Carteret'in keşfettiği Pitcairn Adası, adını burayı ilk gören denizciden almıştır.
Tahiti'den Batı Hint Adalarına yük taşıyan "Bounty" adlı İngiliz kraliyet gemisinin tayfaları, ikinci kaptan Fletcher Christian önderliğinde ayaklandılar ve kaptan William Bligh ile ona sadık kalan denizcileri gemiden bir filikayla uzaklaştırarak Tabuai Adalarına yöneldiler. Üzerinde insan yaşamayan Pitcairn'e ulaştıktan (1790) sonra gemiyi yaktılar. Orada kendilerini unutturan ayaklanmacıların kurduğu koloniyi 1808'de ABD'li balina avcıları buldu. 1831'de Tahiti'ye yerleştirilen adalıların çoğu yeni yerlerinden memnun kalmadıkları için Pitcairn'e geri döndüler. Bundan sonra, ada balina avcılarının ve ABD ile Avustralya arasında sefer yapan yolcu gemilerinin uğrak limanı oldu.
1856'da nüfus fazlalığı sebebiyle ada halkının bir kısmı Norfolk Adasına taşındı. Günümüzde, Pitcairn Adasının nüfusunu ayaklanmacı gemicilerle onların Tahitili eşlerinin soyundan gelenler oluşturur.
1898'de Birleşik Krallık'ın Batı Pasifik Yüksek Komiserliği'nin yönetimine verilen ada, 1952'de bir İngiliz kolonisi olan Fiji'ye bağlandı. Fiji'nin 1970'te bağımsızlığını kazanması üzerine, Yeni Zelanda'daki İngiliz büyükelçisi Pitcairn valisi sıfatıyla adanın yönetimini üstlendi.
Adada 2004 yılında küçük kız çocuklarının cinsel istismarından kaynaklı 7'si Pitcairn'de yaşayan, diğer 6'sı olaylardan sonra kaçmış 13 erkek suçlu bulundu. Bunların içerisinde zamanın ada yönetim kurulu başkanı Steve Christian'da vardı.
Ülkede arıcılık, balıkçılık, meyve-sebze toplama yapılmasının yanında temel geçim kaynaklarından biri de posta pulu ihracatıdır. Bir turizm merkezi olan ülkede hediye eşya satımlarından da gelir elde edilmektedir.
Norfolk Adası
Norfolk Adası Okyanusya'da, Kuzey Pasifik Okyanusunda ada, Avustralya'nın doğusunda yer alan Avustralya'ya bağımlı topraklardandır.Ada,kendine özgü çam ağaçlarıyla ünlüdür.Bayrağında da bu ağacın bir figürü vardır.
Cocos Adaları
Cocos Adaları ("kokos" okunur) veya diğer adıyla Keyling Adaları, Güneydoğu Asya'da Hint Okyanusu'nda bulunan ve Avustralya'ya bağlı olan adalar grubudur. Cocos Adaları'nın nüfusu, Temmuz 1997'de 617 idi. 1984'teki oylamayla halk Avustralya'ya bağlanmayı tercih etmiştir.
1609'da kaptan William Keeling tarafından keşfedilen adalar, bundan dolayı Keeling adaları olarak da bilinir.
Cocos Adaları, 14 km² lik bir alana ve 26 km'lik bir kıyı şeridine sahiptir. Cocos Adaları'nın bitki örtüsü Hindistan cevizi ağaçlarından oluşur. 9 ay boyunca güneydoğu rüzgarları ve orta derecede yağış hakimdir.
Tokelau
Tokelau, Büyük Okyanus'ta |
Yeni Zelanda'ya bağımlı bir ada ülkesidir. Birçok küçük Okyanusya ülkesi gibi mercan adalardan oluşur. Nukunono Atolündeki nukunonu village en büyük şehridir. Tokelau toplam 3 atolden oluşur. Yeni Zelanda'ya yaklaşık 3500 km uzaklıktadır.
Wake Adası
Wake Adası, Marshall Adalarında bulunan sahil şeridine sahip mercan adasıdır.
Midway Adası
Midway Atolü ya da Midway Adaları, Hawaii takımadalarının kuzey-batısında, 28°13′N 177°22′W koordinatlarında bulunan atoldür.
Midway Adası Kuzey Amerika ve Asya'nın yaklaşık olarak tam ortasında ve 180 derecedeki gün değiştirme çizgisininin de 220 kilometre kadar yakınında bulunmaktadır. Atolün toplam yüzölçümü 6,2 kilometrekaredir. Adanın yerli halkı yoktur. Ada, Amerika Birleşik Devletleri toprağı sayılmaktadır. Midway Atolü'ne düzenli gidiş-geliş imkânı yoktur. Amerika Birleşik Devletleri Vahşi Hayatı Koruma Programı, adaya kendi olanaklarıyla ulaşabilecek kişilerin ziyaretine müsaade etmektedir. Adada turist ağırlayacak imkânlar olmadığı gibi herhangi bir üretim de yapılmamakta, yaşam için gerekli bütün malzemeler anakaradan devlet olanaklarıyla getirilmektedir. Atolde iki havaalanı ve bir liman bulunmaktadır.
Adalar II. Dünya Savaşı'nda çatışmalara sahne olmuş ve Amerika Birleşik Devletleri'nden Japonya'nın kontrolüne geçmiştir.
Midway Atolü şu anda vahşi hayatı koruma bölgesi ilan edilmiştir.
.ba
.ba, Bosna-Hersek'in İnternet Ülke Alan Kodu (ccTLD) kod harfleri. Teleinformation Merkez Üniversitesi tarafından işletilmektedir.
.bb
.bb, Barbados'un İnternet Ülke Alan Kodu (ccTLD) kod harfleri. .bb üst düzey alan kuruluşundan beri çeşitli yöneticileri tarafından işletilmiştir. Bunların ilki Porto Riko Üniversitesi'dir. 1996 yılında Barbados hükümeti .bb için istektek bulunmuştu.
.bh
.bh, Bahreyn'in İnternet Ülke Alan Kodu (ccTLD) harfleri. Bahreynli şirket BATELCO tarafından işletilmektedir.
.bi
.bi , Burundi'nin İnternet Ülke Alan Kodu (ccTLD) harfleri. Burundi Bilgi Teknolojileri Merkezi tarafından işletilmektedir.
Kullanım herkese doğrudan açıktır fakat kayıtlı olmak ve yasal siteler açmamak şartıyla doğrudan kullanılabilmektedir. İkinci seviye alan adları ise birçok şekilde vardır.
"Örneğin:"
Milas halısı
Milas halısı, Milas yöresine özgü özellikler taşıyan halı türü. Milas halılarında hakim renk genellikle, kahverenginin tonlarıdır.
.bj
bj., Benin'in İnternet Ülke Alan Kodu (ccTLD) harfleri. Benin Telekomünikasyon Dairesi tarafından yönetilmektedir.
.bm
.bm, Bermuda'ya ait internet ülke alan adıdır. Bermuda Koleji tarafından Mart 1993'te istenildi. 2007 yılında .bm kullanıma açıldı..
Asıl olarak kullanan Bermuda'dır. Sadece şirketlere kısıtlama olarak kısıtlama vardır. Bermuda'ya kayıtlı olmak gerekmektedir (şirketler).
.bn
.bn , Brunei'nin internet ülke kodudur. Brunei Telekom (TelBru) tarafından yönetilmektedir. (Eskiden Jabatan Telekom Brunei idi)
.br
.br, Brezilya'nın internet ülke kodudur.
.bs
.bs , Bahamalar'ın internet ülke kodudur.
.sk
.sk Slovakya'nın internet ülke kodudur.
.kz
.kz Kazakistan'ın internet ülke kodudur.
Lipit
Lipit, dünyadaki canlıların yapısında bulunan temel organik bileşiklerden biridir. Lipitler doymuş ve doymamış yağlar olarak ayrılır. Doymamış yağlar oda sıcaklığında sıvı halde bulunan lipitler, doymuş yağlar ise yine oda sıcaklığında katı halde bulunan lipitlerdir. Biyolojik önemi olan lipitler için yağ asitleri, nötr lipitler (trigliserit), fosfolipitler ve steroitler örnek gösterilebilir. Lipitler insan ve hayvanların temel besinleri arasında yer alır.
Lipitler kutuplu bir yapıya sahip değildir. Bunun için suda çözünmezler ya da çok az çözünürler. Eter, kloroform, benzen, aseton gibi organik çözücülerde çözünebilirler. Organik bir bileşik olduğu için temel olarak karbon, hidrojen ve oksijenden oluşurlar. Ayrıca yapılarında çeşitli farklılıkları oluşturan fosfor ve azot elementleri de bulunabilir. İçerdikleri karbon miktarı oksijen miktarına göre daha fazla olduğundan, yağlar vücutta yakıldığı zaman karbonhidrat ve proteinlere göre daha çok enerji verir. Yağların yakılması için daha çok oksijene gereksinim vardır. Genellikle enerji ve yapı maddeleri olarak kullanılan lipitlerin canlılar için önemli çeşitlerinden biri trigliseritlerdir.
Esterleşme (yağ oluşumu) sırasında, gliserol molekülü ile lipit asitlerinin arasından birer molekül su açığa çıkar. Bu tepkime sırasında gliserole üç ayrı çeşit lipit asidi bağlanabileceği gibi aynı çeşit lipit asitleri de bağlanabilir.
Lipitlerin canlı vücudunda çeşitli görevleri vardır. Lipit çeşitlerinden olan fosfolipitler, hücre zarının önemli bir bileşenini oluşturur. Lipitler glikozla birleşerek glikolipitleri, proteinlerle birleşerek lipoproteinleri oluşturur.
Lipitlerin hücrede yanması ile çok miktarda metabolik su açığa çıkar. Kış uykusuna yatan, uzun yolları kullanan hayvanların vücudunda depo ettikleri yağın yakılması sonucu enerji sağlanırken, açığa çıkan metabolik su da ihtiyaç duyulduğunda kullanılır.
Çift bağlı karbon atomları içerirler. Neredeyse tamamı sıvı haldedir. Sık karşılaşılan örnekleri linoleik asit, ve oleik asit'tir. Çift bağlarının konumuna göre cis veya trans şeklinde bulunabilirler. Böyle yağ asitlerine doymamış yağ asitleri denir.
Yağ asitlerinin yapısında bulunan karbon atomları mümkün olan en fazla hidrojen ile bağ yapmışlarsa doymuş yağ asidi olarak adlandırılır. Doymuş yağ asitleri oda sıcaklığında katı halde bulunurlar ve hayvansal kaynaklıdırlar. Yapılarındaki hidrojen gruplarını yerine hidroksil grupları da içerebilirler. Beyin glikolipitlerinde sık rastlanan örnekleridir.
20 karbonlu çok sayıda çift bağ içeren yağ asitleridir. Tipik örneği araşidonik asittir. 4 alt sınıfı vardır.
Hormonlara benzerler ancak kanla taşınmazlar ve lokal etki gösterirler. Ayrıca dolaşıma katıldıklarında yapıları bozulur ve işlevlerini kaybederler.
Pıhtılaşmada etkin rol oynarlar.
Acı hissini duymada ve yara alan bölgede kızarıklık olmasında etkili değildirler.
Nötr yağ ya da trigliserit olarak da adlandırlır. Doğada lipitlerin en çok bulunan şeklidir. İçerdikleri karbon miktarı oksijene göre daha fazla olduğundan lipitler vücutta parçalandıkları zaman karbonhidrat ve proteinlere göre daha fazla enerji verir. Lipitlerin parçalanması için daha çok oksijene ihtiyaç vardır. Hayvanlarda depo edilen lipit çeşididir. Trigliseritler bir gliserol molekülü ile üç molekül yağ asidinin ester bağlarıyla bağlanması sonucu oluşur. Gliserol ile yağ asitleri arasında üç ester bağı kurulur. Doymuş, doymamış yağlar ve mumlar bu gruba girer.
Lipitlerin lipitlerden sonraki en önemli grubudur. Fosforik asidin (HPO) diesteridirler. Bunlara fosfatitler de denebilir. Hücre zarının yapısı oluşurken fosfolipitlerin yağ asidi olan kısmı birbirine dönük ve içtendir. Bir fosfolipit molekülü, hidrofobik (suyu sevmeyen) kuyruk ve hidrofilik (suyu seven) baş kısmından meydana gelir. Sadece organik çözücülerle çözünürler. Büyüme, gelişme, onarım, yenileme üreme gibi yaşamsal olayların gerçekleşmesinde rol oynarlar.
Yüksek moleküllü lipit asitlerinin, yüksek moleküllü doymuş monoalkoller ile yaptıkları esterlerdir. Yapılarında yağ asidi olarak serotin asit (CH-(CH)-COOH) ve alkol olarak 16 karbonlu setil, 18 karbonlu oktandesil veya 20 karbonlu seril alkol bulunur. Mumlar ikiye ayrılır.
Mumlar suda erimez, organik çözücülerde erir. Lipitler gibi kolay hidrolize olmaz ve sabunlaşmaz. Lipaz enzimleri mumları çok yavaş hidrolize edebildiğinden mumların besinsel değeri fazla değildir. Mumlar biyolojik yönden önemlidir. Bitki ve hayvan vücutlarını örten mum tabakaları su kaybını önler. Mumlar meyvelerin kurutulması sırasında suyun buharlaşmasını engelleyip kurumayı güçleştirdikleri için kırmızı erik gibi üzerinde mum tabakası bulunan meyveler kurutma öncesi NaOH, KOH, NaCO gibi alkali çözeltilere batırılır. Alkali uygulaması kurumayı engelleyen mum tabakasını inceltir veya ortadan kaldırarak kuruma hızını artırır. Mumlar endüstride merhem ve kozmetik üretiminde kullanılır.
Doğada serbest halde veya lipit asitleri ile esterleşmiş halde bulunan kristalsi alkollerdir. Hayvan, bitki ve mantar streoidleri olmak üzere üç grupta toplanır. Steroidler lipit sabunlaştıktan sonra ayrılan sabunlaşmayan artık içinde bulunur. Steroidlerin fizyolojik önemi çok büyüktür. Cinsiyet hormonları, adrenalin, kortizon gibi hormonlar, safra asitleri, bazı alkoloidler, D vitaminleri steroit grubundaki bileşiklerdir. Steroidlerin en önemlileri kolesterol ve ergesteroldür. İnsanlarda bulunan bazı hormonlar, bazı vitaminler ve kolestrol streoidlere örnektir. Kolesterol hayvan hücre zarının bir bileşenidir ve diğer steroidlerin sentezinde öncül rol oynar. Kanda kolesterol oranının yükselmesiyle "Arterioskleroz" denilen damar sertliği meydana gelebilir.
Yağlar ısı, ışık, su, hava ve bazı metaller gibi dış etkenler ve bakteri, maya ve küf mantarları gibi mikroorganizmaların etkisine karşı çok duyarlıdır. Bekletilmeleri sırasında bu etkiler altında yağlar yağ bozulması veya acılaşma denilen, kimyasal olarak çok yönlü dönüşmelere uğrar. Bunun sonucu tat ve koku değişmesi olur ve yağ yenilmez duruma gelir. Bu olay yağların hidroliz ve atmosfer oksijeniyle yükseltgenmesi sonucu değişik maddelerin meydana gelmesinden ileri gelir. Bu maddeler serbest yağ asitleri, ketonlar ve aldehitlerdir. Bozulduğu zaman tatları acılaşır ve yenilemez.
Yağlar hücrede yapı ve enerji maddesi olarak kullanılır. Enerji kaynağı olarak önce karbonhidratlar ikinci derecede yağlar kullanılır. Yağlar fazla alındığında kolayca yağ dokusu içinde depolanır. Deri altında ve iç organların çevresinde depo yağlar, canlıyı soğuktan, darbelerden korur. Yağların diğer bir önemli görevi de hücre zarını oluşturmalarıdır. İnsan vücudunun çeşitli yerlerindeki hücre zarlarında %25 ile %75 arasında bulunabilirler. Hücre zarına akıcılık ve esneklik kazandırırlar. Hidrofobik ve anyonik karakterleri sayesinde bazı iyon ve polar maddelerin de geçişine engel olurlar. Bazı yağların bileşiminde vücut tarafı |
ndan yapılamayan büyüme, gelişme ve derinin sağlığı için gerekli olan yağ asidi bulunur.
Vücutta fazla alınan karbonhidrat ve proteinler yağa dönüştürülerek depolanır. Aşırı yağlı ya da yağa dönüştürülebilen besinlerde beslenme, damarlarda tıkanmalara yol açabilir; bunun sonucunda da kalp hastalıkları ve dolaşım bozuklukları ortaya çıkabilir. Ayrıca, şişmanlığa neden olur.
İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası
İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, 1972'den beri Kültür Bakanlığı bünyesinde İstanbul'da faaliyet gösteren senfonik orkestradır. İstanbul Şehir Orkestrası'nın Kültür Bakanlığı'na bağlanması ile meydana gelmiştir. Cuma akşamları Atatürk Kültür Merkezi'nde (AKM) düzenli konserler verir. AKM'nin tadilatta olması nedeniyle 2008-2009 sezonundan beri haftalık konserlerini farklı mekanlarda gerçekleştirmektedir.
İstanbul'un müzik yaşamında önemli bir yeri olan ve besteci Cemal Reşit Rey'in yönetiminde 1945'te kurulan İstanbul Şehir Orkestrası, 1972 yılında Kültür Bakanlığına bağlanarak "İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası" adını aldı.
Kadrosu, Orkestra Şefi Prof. Gothold Ephrahim ve müdür Mükerrem Berk döneminde kısa zamanda tamamlanarak düzenli konserler verilmesi sağlandı. Daha sonraki yıllarda yurtiçi turnelerin yanı sıra İstanbul, Ankara, Bratislavya ve Patras uluslararası festivallerindeki konserler gerçekleştirildi.
Orkestra Anatole Fistoulari, Aaron Copland, Mircea Basarab, Ionescu Galati, Tadeusz Strugala, Alexander Schwinck, Vladimir Fedoseev, Erich Bergel, Jean Perrisson, Cemal Reşit Rey, Hikmet Şimşek, Gürer Aykal, Rengim Gökmen, Demirhan Altuğ ve daha birçok ünlü şef yönetiminde; Igor Oistrakh, Andre Navara, Leonid Kogan, Vaclav Hudecek, Tedd Joselson, Heinrich Schiff, Yehudi Menuhin, Luciano Pavorotti, Jean Piere Rampal, Sabine Meyer, Gidon Kremer, James Tocco, Lazar Berman, Natalia Gutman, İdil Biret, Suna Kan, Ayşegül Sarıca, Ayla Erduran, Verda Erman, Leyla Gencer gibi solistler eşlik etti. Güher Pekinel, Süher Pekinel, Gülşen Tatu, Meral Güneyman ve Arın Karamürsel'in solistliğini ve Erol Erdinç'in de daimi şefliğini yaptığı 113 sanatçıdan oluşan İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, Türk bestecilerinin eserlerinin birçoğunu ilk kez seslendirmiş, radyo ve televizyon programları yapmıştır.
Türk sanat ve kültürünü yurt dışında tanıtımı için son yıllarda İspanya (1990 - 1993), İtalya, Yugoslavya, Çekoslovakya, Avusturya, Yunanistan ve ABD'nin Memphis kentinde açılan "Muhteşem Süleyman Sergisi" (1992) sırasında iki konser vermiştir. 1993'te Münih'te yapılan ""Eropa Musicale"" festivalinde Türkiye'yi temsil etmiştir.
İDSO Resmî Web Sitesi
İzmir Devlet Senfoni Orkestrası
İzmir Devlet Senfoni Orkestrası, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde İzmir'de faaliyet gösteren senfoni orkestrasıdır.
İlk konserini 1975'te oda müziği topluluğu olarak vermiş ve büyüyerek senfonik bir orkestra hacmine kavuşmuştur. Cuma akşamları Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi 'nde düzenli konserler verir. Haftalık düzenli konserlerin dışında ülkenin tüm bölgelerine ve yurt dışına konser turneleri düzenler ve festivallere katılır.
İlk şefliğini Hikmet Şimşek yapmış, sırasıyla Michael Rochat, Iosif Conta, Rengim Gökmen ve İbrahim Yazıcı bu görevi üstlenmiştir.
Orkestra; Karsten Andersen, Alkis Baltas, Iosif Conta, Veronica Dudarova, Ionescu Galati, Howard Griffiths, Cansug Kahitze, Marek Pijarovski, Antonio Pirolli, Enrique Rici, Alexander Samouil, Tadeus Strugala, Yoshinao Osawa, Vladimir Altschuler, Alexander Vedernikov, Juozas Domarkas, Konstantin Krimetz gibi tanınmış şeflerden yönetiminde de konserler vermiştir.
Orkestranın eşlik ettiği ünlü solistler arasında "Dimitri Alexeev, Stanislav Apolin, Rodion Azarkin, Martin Berkofsky, Lazar Berman, Ernesto Bitetti, Montserrat Cabella], Jose Carreras, Alirio Diaz, Vaclav Hudacek, Oleg Kagan, Ilya Kaller, Liana Isakadze, Peter Katin, Valery Klimo,[Konstantin Kulka, Mintcho Mintchev, Igor Oistrakh, Vladimir Orloff, Viktor Pikaizen, Alexander Rudin, Daniel Shafran, Josef Sivo, Grigori Sokolov, Sergei Stadler, Josef Suk, Marina Yasvili, Alexander Markov, Jiri Barta, Nikolai Petrov, Arta Noras, Angelica May, Narciso Yepes, Gheorghe Zamfir, Alexander Knyazev, Anastasia Chebotareva, Aziza Mustafa Zadeh, Ivan Monighetti, Maxim Fedotov, Theodosii Spassov, Vladimir Ovchinnikov, Ilya loff, Julya Krasko, İdil Biret, Suna Kan, Hüseyin Sermet"
İzmir Devlet Senfoni Orkestrası 2000 yılı Eylül, Ekim aylarında Japonya-Malezya'ya gerçekleştirdiği 33 günlük konser turnesi sırasında Japonya'da gerçekleştirmiş olduğu CD, müziğin tüm dallarında 2000 yılı "Japan Record Grand Prix The Best Plak Award" (Japon Kayıt Büyük Ödülü En İyi Plak Ödülü)'ne layık görülmüş ayrıca Japon Plak Ödülü karar komitesince takdirname ile onurlandırılmıştır.
Orkestra 2008 yılında gerçekleştirdiği İspanya turnesinde şef Betin Güneş idaresinde 9 ayrı şehirde başarılı konserler gerçekleştirmiş, 2009'da ise şef Hansjörg Schellenberger ve Betin Güneşle gittiği Almanya'nın Rosenheim, Duisburg ve Köln şehirlerindeki konserlerinde takdirler kazanmıştır.
Antalya Devlet Senfoni Orkestrası
Antalya Devlet Senfoni Orkestrası, 1995 yılında Antalya Oda Orkestrası olarak kurulmuş ve bu statüde çeşitli konserler verdikten sonra 1997 yılında adı Bakanlar Kurulu kararı ile değiştirilmiştir.
Başlangıç aşamasında kurucu olarak orkestra şefi olarak İnci Özdil atandı. 1999 yılında Gürer Aykal göreve geldi. Kadro sorunlarını çözdükten sonra orkestra ilk konserini 6 Kasım 1999 tarihinde verdi.
Antalya'nın kültür yaşamında önemli bir yeri olan orkestra Antalya ve Türkiye'nin dünyaya tanıtılmasına katkılar sağlamıştır. Kuruluşundan bugüne dek çok sayıda konser gerçekleştiren Antalya Devlet Senfoni Orkestrası, dünyaca ünlü birçok sanatçıyı müzikseverlerle buluşturdu. Orkestra önemli bir turizm potansiyeli olan kentte turizmin gelişmesine büyük oranda katkı sağlamaktadır. Antalya Devlet Senfoni Orkestrası'nın şefliğine ve genel sanat yönetmenliğine 2009 nisandan itibaren ünlü Orkestra Şefi Orhan Şallıel atanmıştır.
Ovovivipar
Ovovivipar, yumurtaları vücut içerisinde gelişen hayvanlardır.
Yumurtalar dişinin ovidukt ya da uterusuna yerleşir. Embriyo gelişimini tamamladıktan sonra açılır, yavrular karın boşluğuna düşer, sonra da annenin vücudunu terk ederler. Embriyo, gelişmesi boyunca yumurta içindeki besinden yararlanır (balıklar, bazı sürüngenler).
Vivipar
Vivipar, çok küçük olan memeli yumurtasının dişinin uterusu içinde gelişerek doğurulması.
Embriyo, annenin dolaşım sistemine plasenta ile bağlı olduğu için annenin aldığı besinle beslenir. Memelilerin hemen hepsi vivipardır.
Kavala
Kavala (Yunanca adı aynı, Καβάλα) Yunanistan'nın Doğu Makedonya ve Trakya bölgesinde aynı adı taşıyan ilin (nomos) merkezi olan sahil kentinin adıdır. Osmanlı Devleti döneminde Balkanlar 'ın en önemli merkezlerinden biriydi. Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın doğum yeridir .
Taşoz'dan göçen göçmenler tarafından MÖ 6. yüzyılda Νεάπολις ("Neapolis"; Yunanca ""Yeni Şehir"") adıyla kuruldu.
Kavala, 1387'den 1912'ye kadar Osmanlı Devleti'nin bir parçasıydı. 16. yüzyılın ortasında İbrahim Paşa, Sadrazam ve Kanuni Sultan Süleyman bir su kemeri inşaasıyla Kavala'nın gelişmesine katkıda bulundu. Osmanlı ayrıca "Panagia" tepesindeki Bizans kalesini de genişletti. Günümüzde bu iki yapı da şehrin önemli simgelerindendir.
Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa 1769'da bu şehirde doğmuştur. Evi bir müze olarak korunmaktadır.
Osmanlı Dönemine ait Kavala'ya ilişkin coğrafi bilgi.
Kavala, Birinci Balkan Savaşı'nda Bulgarlar tarafından ve İkinci Balkan Savaşı esnasında Yunanlar tarafından ele geçirildi. Türk Kurtuluş Savaşı'ndan sonra şehir, aldığı işçi göçleriyle birlikte yeni bir refah devrine girdi. Bu büyüme tarım ve endüstri alanında oldu. Tütün işleme ve tütün ticareti alanında oldukça büyük bir yere sahipti.
AO Kavala, kentin futbol kulübü; Kavala BC ise basketbol kulübüdür.
Tırhala
Tırhala (Yunanca: Τρίκαλα ""Trikala"") Yunanistan'ın Teselya bölgesinin en önemli kentlerinden biri ve aynı ismi taşıyan ilin (nomos) merkezidir. 2011 Tırhala nüfusu 81.355'tir.
Amensalizm
Amensalizm, türlerden biri zarar görmüş, fakat ikinci türün hiç etkilenmemesi durumu.
Antibiyotik yapan organizmalarla, antibiyotiklerin inhibe ettiği organizmalar arasındaki ilişki amensalizm için iyi bir örnektir. "Penicillium" denen küfün oluşturduğu penisilin, çeşitli bakterilerin üremesine engel olur. Muhtemelen küf, ürettiği antibiyotik sayesinde besin bakımından kendisine rakip olan bakterileri elimine ederek daha fazla besin sağlamış olur.
Türler arası ilişkilerden amensalizmde taraflardan biri diğerinin gelişimini engeller. En tipik örneği de ceviz ağacının dibinde hemen hemen hiçbir bitkinin yetişmeyişidir. Ceviz ağacının yaprak ve meyvelerinde üretilip yağmurla toprağa süzülen bir madde olan juglon, diğer bitki türlerinin gelişimini engeller olmaktadır.
Serez
Serez (Yunanca: Σέρρες, "Serres"), Yunanistan'ın Orta Makedonya bölgesinde 2001 nüfusu 56.145 olan bir şehir ve aynı adı taşıyan ilin (Nomos) merkezidir. Osmanlı Devleti döneminde Balkanlar'ın önemli merkezlerinden biriydi. Ömer Seyfettin'in "Beyaz Lale" hikâyesi de Balkan Savaşı sırasında Bulgarların işgalinde olan Serez'de yaşananları anlatır.
Işık projektörü
Işık projektörü büyük bir alanı ışıklandırılmasında kullanılan projektörlerdir.
Projektörler örneğin itfaiye araçları tarafından gece müdahaleleri sırasında operasyon mahalini aydınlatmak ve yardım önlemlerini mümkün kılabilmek için kullanılır. Projektörler ne kadar yükseğe monte edilirse müdahale mahali o kadar iyi aydınlatabilmektedir. Projektörün zemin seviyesinde bulunması durumunda ise gölgeler ağırlıkta olur ve çalışan kişilerin gözleri alınır ve görüş imkânları kısıtlanır. Projektörlerin içinde ise halojen lambaları bulunmakta olup bunlar yüzlerce vat elektrik akımı kaldırabilmektedir. Bu güç ise müdahale sırasında bir elektrik agregası veya müdahale aracının ışık makinesi tarafından üretilmektedir. D |
iğer uygulamalarda söz konusu projektörler normal elektrik şebekesine de bağlanabilir, ancak buna müdahale sırasında müsaade verilmemektedir ve mümkün de değildir. Bunun açıklaması oldukça basittir: Teorik olarak her an elektrik kesintisi meydana gelebilir, dolayısıyla karanlıkta kalmamak için şebekeden bağımsız elektrik üreticileri kullanılır.Işık projektörlerine çıplak göz ile bakmak göz sağlığı yönünden zararlıdır.
Kandiye
Kandiye (, "İraklio(n)", Heraklion olarak da bilinir), Yunanistan'ın Girit Adası'nın en büyük şehri ve yönetim merkezi. 173.993 kişilik nüfusu ile Girit'in birinci, Yunanistan'ın dördüncü büyük şehridir. Ayrıca Girit'in dört idarî bölümünden biri olan aynı adlı ilin (nomos) merkezidir. Adanın kuzey kıyısında, eski Minos Uygarlığı'nın başkenti olan Knossos'un hemen kuzeydoğusunda yer alır.
İraklio adı, büyük olasılıkla aynı yerde kurulmuş olan eski Roma limanı Heracleum'dan (Herkül’ün şehri) gelir. MS 9. yüzyılda Endülüs’ten gelen Sarazenler şehri ele geçirdiklerinde Girit Emirliği'ni kurup adanın başkentini İraklio’ya taşıyıp orada daha büyük yeni bir şehir inşa edip adını "Rabd al-hendek" koydular. Adada bu ad günlük kullanıma handaks ve sonrasında handakas olarak geçmiş, adanın adı sonrasında Latinler tarafından kandiya olarak telaffuz edilmiş ve tüm adayı kandiye olarak adlandırmışlardır. Şehir 10. yüzyıldan 13. yüzyıl başına kadar Bizans yönetiminde kaldı. 1204'te ada Venediklilere satıldıktan sonra Venedikliler bu adı bozarak Kandiye'ye dönüştürdüler. 13. ve 16. yüzyıllar arası şehri yöneten Venedikliler, burada birçok önemli abide bırakmışlardır. Venedikliler tarafından inşa edilen surların bir bölümü bugün de ayaktadır.
Kent 17. yüzyıl ortalarında Osmanlı kuvvetlerince iki kez kuşatıldı (1647 ve 1649). Sonunda IV. Mehmet'in sadrazamı Köprülü Fazıl Ahmet Paşa tarafından 27 Eylül 1669'da, 20 yılı aşkın bir kuşatmanın sonunda Osmanlıların eline geçti. 1897'ye değin Osmanlı yönetimi altında kalan kent, o dönemde Megalokastro adıyla anıldı. Osmanlı yönetimi sırasında şehirdeki büyük kiliseler camiye çevrildi. Merkezi Kandiye olmak üzere kurulan Girit Eyaleti, Kandiye, Hanya ve Resmo sancaklarına ayrıldı. Genellikle vezir rütbesindeki valilerce yönetildi ve Mora Ayaklanması sırasında her iç sancağın muhafızlığı Kandiye valisi Süleyman Paşa'ya verildi. Ancak bir ayaklanmayla adanın bazı yerlerinde başlayan karışıklıkların büyümesi üzerine , duruma Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa (1824), din ve miras dışında her tür davaya bakan Müslüman ve Hıristiyanlardan oluşmuş bir meclis kurdurduktan sonra Girit'teki ayaklanmaları kısa sürede bastırdı. Londra Protokolü'nün Bâb-ı Âli tarafından onaylanması üzerine (1829), yerini İstanbul'dan gönderilen Mustafa Paşa'ya bırakarak adadan ayrıldı. Kandiye, limanının mille dolması üzerine bir ticaret merkezi olarak önemini yitirmeye başladı ve yerini 1850'de Girit'in yönetim merkezi olan Hanya (Khania) aldı. 1866'da Girit için yeni bir yönetmelik düzenlendi.
Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasındaki anlaşmazlıkların büyüyerek adada iki halk kesiminin birbiriyle çatışmaya girişmesi üzerine (1896) işe karışan büyük devletler (Fransa, Britanya ve Rusya), Girit'e bir Hıristiyan vali atanmasını sağladılar. Ardından bir yönetmelik kaleme alındı. Ertesi yıl adadaki Yunanlar Yunanistan'a bağlanmak talebiyle ayaklanma başlattılar, Vassos adlı bir çeteci, ada yönetimine Yunan kralı adına elkoydu. Bu olay karşısında güçsüz Bâb-ı Âli, altı büyük devlete başvurdu. Bu devletlerin baskısı üzerine yine aynı yıl adaya çıkmış olan Yunan birlikleri adadan ayrıldılar. Büyük devletler Girit'i korumaya aldıklarını açıklayarak Yunan prensi Georgios'un Girit komiserliğine atadılar. Girit'in büyük devletlerin korumasına girdiği bu dönemde Kandiye de Britanya bölgesinde kaldı. Bu dönemden itibaren tekrar Heraklion adı kullanılmaya başladı.
1908'de II. Meşrutiyet'in ilanından sonra Girit Meclisi'nin aldığı Yunanistan'a katılma kararını, 10 Ekim 1912'de Yunan ve Girit meclislerinin birleşme kararı izledi. Londra (30 Mayıs 1913) ve Bükreş (10 Ağustos 1913) antlaşmaları sonunda Osmanlı yönetiminden çıkan Girit'le birlikte Kandiye de Yunanistan'a bırakıldı.
1941'deki Alman istilası sırasında bombardımandan ağır hasar gördü. 2011 yılında yapılan yerel yönetim reformuyla çevresindeki 4 belediyeyle birleştirilen Kandiye Belediyesi bugünkü sınırlarını almıştır.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra yeni dalgakıranlı limanı, havalimanı ve turistik otelleriyle büyük önem kazanmıştır. Başlıca ihraç ürünleri arasında üzüm, zeytin ve zeytinyağı, şarap, keçiboynuzu, turunçgiller, badem, sabun, sebze ve deri sayılabilir.
Sahip olduğu yükleme limanı ve feribot iskelesiyle Girit Adası'nın limanı durumundadır. Feribot ve teknelerle, aralarında Santorini, İos, Paros, Mikonos ve Rodos'un da olduğu Ege Denizi'ndeki Yunan adalarına ulaşım vardır. Ayrıca anakarada bulunan başkent Atina'nın limanı durumundaki Pire'ye günlük feribot seferleri düzenlenir. Kandiye Uluslararası Havalimanı (Nikos Kazancakis Uluslararası Havalimanı) şehrin 5 km doğusunda yer alır. Şehirden geçen E75 Karayolu Kandiye'yi adanın diğer büyük yerleşimleri olan Ayos Nikolaos, Hanya ve Resmo'ya bağlar.
Başta 1664, 1856 ve 1926'dakiler olmak üzere büyük depremler kente büyük zarar vermiş, pek çok kilise ve caminin yıkılmasına neden olmuştur. Kentteki Heraklion Arkeoloji Müzesi Yunanistan'daki Minos sanatı koleksiyonlarının en güzellerinden birine sahiptir. Cretaquarium, Girit Tarih Müzesi, Doğa Tarih Müzesi ve Nikos Kazancakis Müzesi şehirdeki diğer önemli müzelerdir. 20. yüzyılın en önemli Yunan felsefecisi olarak görülen Nikos Kazancakis'in doğum yeridir.
Hanya
Hanya (Yunanca'da Χανιά - Hania - Chania), Orta Çağ 'da Venedikliler döneminde Canea adını taşımıştır Girit 'in ikinci büyük şehri (2001 nüfusu 139000) ve aynı adı taşıyan ve Girit'in dört idarî bölümünden biri olan ilin (nomos) merkezidir.
828 yılında adayı fetheden Araplar tarafından kuruldu. Sırasıyla Doğu Roma ve Venedik hakimiyetine geçen adaya 1453 yılında İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethinden sonra şehirden kaçan pek çok din adamı ve sanatçı sığındı; Bizans kültürü ve dinini yaşattılar.
Hanya, 1645 yılında 54 gün süren kuşatmadan sonra 17 Ağustos’ta Osmanlılar tarafından fethedildi. Osmanlılar’ın Girit Adası’nda fethettiği ilk kale idi. 1669'da adanın fethini tamamlayan Osmanlı Devleti tarafından adanın idarî merkezi yapıldı.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında çıkan Rum isyanı üzerine adaya gönderilen Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Girit Rumlarının bağımsızlığı için zemin hazırlayan Halepa Sözleşmesi’ni 23 Kasım 1878’de Hanya’nın bir ilçesi olan Halepa’da imzaladı.
Hanya, 1898-1908 arasındaki Girit Cumhuriyeti döneminde de başkent işlevi görmüştür.
1880 yılında kurulan Mevlevihane, 1904 yılına kadar faaliyetlerini sürdürmüş ve civardaki diğer Mevlevihaneler ile Müslümanlar arasında bir haberleşme merkezi işlevini sürdürmüştür.
Yunan devlet adamı Eleftherios Venizelos Hanya'ya yakın bir köyde doğmuştur.
Türkçedeki "Hanya'yı ve Konya'yı görmek" deyimi bu şehirden dolayı ortaya çıktığı düşünülür.
Samsa
Samsa (Kazakça ve Kırgızca: самса, Özbekçe: somsa, Tacikçe: самбӯса) veya samsa böreği Güney Asya ülkeleri Hindistan, Pakistan ve Nepal'de çokça tüketilen, Portekiz (chambuça) ve Doğu Afrika'ya da yayılmış bir Türk börek çeşididir. Tarihi kayıtlardan Eski Pers İmparatorlarının da sevdiği bir yiyecek olduğu anlaşılmış ve bu nedenle geçmişinin en azından MÖ 500'lerden daha eskiye uzandığı tahmin edilmiştir. 1980'lerden itibaren Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde de tanınmış ve tüketilmeye başlanmıştır. Tatlı veya tuzlu olabilir. Genelde çok baharatlı yapılır.
Yerapetra
Yerapetra (, Kutsal Taş; antik ismi: Ἱεράπυτνα "Hierapytna") Girit'in güney sahilinin ve aynı zamanda da bağlı bulunduğu, Girit'in 4 idari bölümünden biri olan Laşit (Lassithi) ilinin (nomos) (il merkezi Ayanikola - Agios Nikalaos) en büyük yerleşim merkezi (2001 nüfusu 23800).
Kasaba iki ayrı bölümden oluşmaktadır: "Kato Mera" (Osmanlı Devleti dönemi mahallesi) ve "Pano Mera". Karşısında, 9 mil mesafede, ıssız, ancak büyükçe (5 km. uzunluğunda ve 1 km. genişliğinde) "Eşek Adası" ("Gaidhouronisi"; günümüzde ismi turizme hitaben Krissi - "Altın Ada" olarak değiştirilmiştir) bulunmaktadır ve ada günümüzde bir doğal sit alanıdır. Yerapetra, kumsalları, tarihi, kültürel ve doğal dokusu ve sakinliği gibi turistik argümanlarıyla giderek daha geniş bir turist kitlesi tarafından keşfedilen ve bu bağlamda gelişmekte olan bir merkezdir. Bir diğer önemli gelir kaynağı da seracılıktır.
Rivayete göre, Temmuz 1798'de Mısır seferine giden Napolyon Bonapart donanmasının küçük bir kısmıyla Yerapetra'da mola vermiş ve burada bir ailenin yanında bir gece kalmıştır. Bu ev hala ayaktadır ve "Napolyon Evi" olarak ziyaretçilere açıktır. Ayrıca, Zorba filminin meşhur final sahnesindeki Anthony Quinn'in sirtaki dansı Yerapetra plajında çekilmiştir. Limandaki kale, Kato Mera mahallesindeki eski Osmanlı evleri, bugün konservatuvar olarak kullanılan cami, bugün müze olarak kullanılan Türk Mektebi varlığını sürdürmektedir. Kıbrıs hesaba katılmazsa, Yerapetra Avrupa'nın en güneyinde bulunan kasabadır.
Baro
Baro, avukatların kayıtlı olduğu kamu kurumu niteliğindeki bir meslek kuruluşudur. Barolar, yasaların bir meslek kuruluşu olarak kendilerine yüklediği görevlerinin yanında, yargı sisteminin bir parçası olarak avukatların kurumsal örgütü niteliğindedir ve hukukun gelişmesine katkıda bulunurlar. Baro kelimesi Türkçeye Fransızca'dan geçmiş olup kelime anlamı "demir parmaklık"tır.
Türkiye Barolar Birliği, bütün baroların katılımıyla oluşan, kamu kurumu niteliğinde, tüzel kişiliğe haiz bir üst meslek kuruluşudur. En geniş katılımlı olan baro ise İstanbul Barosu'dur.
Türkiye Barolar Birliği
Türkiye Barolar Birliği, Türkiye'de bütün baroların katılımıyla oluşan, kamu kurumu niteliğinde, tüzel kişiliği haiz bir üst meslek kuruluşudur.
Türkiye Barolar Birliği, yasaların bir meslek kuruluşu olarak kendisi |
ne yüklediği görevlerinin yanında, toplumun hukuki sorunlarıyla ilgili görüş ve önerileriyle de Türk hukuk sisteminin gelişmesine katkı sağlamaktadır. Bünyesinde oluşturduğu alt komisyonlarda; yasal düzenlemelerle ilgili çalışma yapmakta, özellikle demokrasi ve insan hakları adına uygulamada ortaya çıkan aksamalara karşı sorumluluk bilinciyle etkin bir biçimde mücadele vermektedir.
Türkiye Barolar Birliği, ayrıca Türkiye dışındaki ülkelerdeki hukuka dair gelişmeleri takip etmektedir.
Türkiye Barolar Birliği'nin kurulması ilk kez Ocak 1934'te İzmir'de düzenlenen Türkiye Avukatlar Kongresi'nde gündeme getirilmiş ve 5 gün süren toplantıya katılan baro temsilcileri, "Türkiye Avukatlar Birliği"nin kurulmasını kararlaştırmışlardır. Ancak, alınan bu karara rağmen, 27 Haziran 1938'de kabul edilerek 1 Aralık 1938'de yürürlüğe giren ve günün koşullarına göre pek çok ileri yeni hüküm içeren 3499 sayılı Avukatlık Kanunu'nda Barolar Birliğine yer verilmemiştir.
Daha sonraki yıllarda toplanan baro temsilcilerinin, (1957'de Ankara'da ve 1958'de İzmir'de), Türkiye Barolar Birliği'nin kurulmasının gerekliliği konusunda tam bir görüş birliğine vararak bu amaçla başlattıkları ön çalışmalar sonunda, 16 Mayıs 1963'te hazırlığı tamamlanarak 7 Temmuz 1969 tarihinde yürürlüğe giren 1136 sayılı Avukatlık Kanunu ile "Türkiye Barolar Birliği" nin kurulması yasal olarak da kabul edilmiştir.
9-10 Ağustos 1969 tarihlerinde, Türkiye'nin bütün barolarından gelen delegelerle, Ankara'da toplanan Türkiye Barolar Birliği Genel Kurulu, Türkiye Barolar Birliği'ni fiilen hayata geçirmiştir.
Daha sonraki yıllarda baroları güçlendirecek ve mesleğin gelişmesini sağlayacak önemli görüş alışverişlerinin yapılacağı ve kararların alınacağı genel kurulların ilkini teşkil eden bu toplantıya 105 delege katılmış ve Türkiye Barolar Birliği'nin ilk Başkanı olarak Faruk Erem seçimle göreve getirilmiştir. Faruk Erem'in 1980 yılına kadar sürdürdüğü başkanlık döneminde temeli atılan ve daha sonra görev üstlenen yönetimlerce de sürdürülen titiz ve özverili çalışmaların, Türkiye Barolar Birliği'nin bugünkü etkin ve bağımsız kurum kimliğine kavuşmasına, önemli katkıları olmuştur.
Başlangıçta 52 baro temsilcisiyle kurulmuş olan Türkiye Barolar Birliği, bugün 79 baronun katılımı ile yaklaşık 78.000 avukatı temsil etmektedir. Birliğin merkezi Ankara'dadır. Başkanı Metin Feyzioğlu'dur.
Dört yılda bir yenilenen seçimlerle göreve gelen yönetimler tarafından idare edilen Türkiye Barolar Birliğinin organları şunlardır:
Birliğin en yüksek organı olan Genel Kurul, baroya kayıtlı avukatların, avukatlıkta en az 10 yıl kıdemli üyeler arasından gizli oyla seçecekleri ikişer delegeden oluşur. Görevde bulunan baro başkanları ile Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı yapmış ve yapmakta olan avukatlar Genel Kurulun doğal üyeleridir. Avukat sayısı yüzden fazla olan barolar, yüzden sonraki her üç yüz üye için ayrıca bir delege seçerler. Genel Kurulun görevleri arasında, Birlik Başkanını, Yönetim, Disiplin ve Denetim Kurullarını seçmek, uyulması zorunlu meslek kurallarını tespit etmek, Birlik Yönetim Kuruluna talimat vermek, Birliğin hesaplarını incelemek ve bütçesini onaylamak bulunmaktadır.
Başkanı, Genel Kurul kendi üyeleri arasından gizli oyla seçer. Başkan, Birliği temsil eder. Genel Kurulun, Yönetim Kurulunun ve Disiplin Kurulunun kararlarını yerine getirmekle yükümlü olan Başkanın; yabancı barolar ve hukuk kurumları ile ilişki kurmak, meslek onur ve bağımsızlığı ile ilgili işlerde yasa ve meslek kurallarının gereğini tüm kişi ve organlara karşı savunmak gibi görevleri de bulunmaktadır.
Başkanlık Divanı; Başkan, iki Başkan Yardımcısı, Genel Sekreter ve Saymandan oluşur. Yasa hükümlerinin ve Yönetim Kurulu'nun kendisine yüklediği görevleri yerine getiren Divan; Birlik mallarının yönetimi hakkında karar almaya ve baro başkanlarını gerektiğinde toplantıya çağırmaya da yetkilidir.
Yönetim Kurulu; Birlik Başkanı ve Birlik Genel Kurulunun kendi üyeleri arasından gizli oyla seçtiği on üyeden oluşur. Kurula, Birlik Başkanı başkanlık eder. Birliği ve mallarını yönetmek ve Genel Kurulun kararlarını uygulamakla yükümlü olan Yönetim Kurulunun görevleri arasında; baroların kararlarına karşı yapılan itirazları incelemek ve karara bağlamak, avukatlık ruhsatnamelerini, kimlik belgelerini ve avukatlık ortaklığı yetki belgelerini düzenlemek, avukatlık sınavını yaptırtmak, baro kurulmayan yerlerin en yakın baroya bağlanmasına veya baroların birleştirilmesine karar vermek, baro genel kurullarını olağanüstü toplantıya çağırmak, barolar arasında çıkan anlaşmazlıkları çözümlemek gibi idari işlemler yanında avukatlık mesleğinin gelişmesine, avukatların haklarının korunmasına ve sosyal durumlarının geliştirilmesine yarayacak incelemeleri yaparak sonuçlarını Genel Kurula sunmak, mesleki dayanışmanın sağlanması ve devamlılığı için çalışma yapmak, mesleğe ve meslek mensuplarına yönelik hak ihlallerine karşı avukatlık mesleğini ve meslektaşlarını savunmak ve bu konularda her türlü yasal ve idari girişimde bulunmak da yer almaktadır.
Disiplin Kurulu, Genel Kurul tarafından kendi üyeleri arasından gizli oyla seçilen yedi üyeden oluşur. Kurul, kendi başkanını, üyeleri arasından seçer.Disiplin Kurulu; Avukatlık Kanunu ile avukatlık mesleğinin ilke ve kurallarına uymayan eylem ve davranışlarda bulunanlarla mesleki çalışmada görevini gereği gibi yerine getirmeyenler hakkında baro disiplin kurulları tarafında verilen kararlar ile baroların tedbir mahiyetinde verdikleri işten çıkarmaya ilişkin kararları itiraz mercii olarak inceleyerek karara bağlamaya yetkilidir.
Denetleme Kurulu, Genel Kurul tarafından kendi üyeleri arasında gizli oyla seçilen üç üyeden oluşur. Denetleme Kurulu, Birliğin mali işlemlerini denetler.
Baroların işlemlerini itiraz mercii olarak inceleyen ve karara bağlayan Türkiye Barolar Birliği, üst kuruluş olarak üstlendiği görevlerin yanında, Avukatlık Kanununun 110uncu maddesi uyarınca aşağıdaki görevleri de yerine getirir.
¨ Baroları ilgilendiren konularda her baronun görüşünü öğrenip, ortaklaşa görüşmeler sonunda çoğunluğun düşünce ve görüşünü belirtmek,
¨ Baroların çalışmalarını ortak amaca ulaşacak şekilde tasarlayıp mesleğin gelişmesini sağlamak,
¨ Baro mensuplarının genel menfaatlerini ve mesleğin ahlak, düzen ve geleneklerini korumak,
¨ Türkiye barolarını ve mensuplarını birbirine tanıtarak aralarındaki meslek bağını kuvvetlendirmek,
¨ Her il merkezinde baro kurulmasına ve vatandaşlarda, kendilerine ait davaları avukatlar eliyle açmanın ve savunmanın lüzum ve faydaları hakkındaki inancı yerleştirmeye çalışmak,
¨ Kanunların memleket ihtiyaçlarına uygun olarak gelişmesi ve yürütülmesi yolunda dileklerde, yayınlarda bulunmak, gerekirse ön tasarılar hazırlamak,
¨ Baroları ilgilendiren konularda görüşünü yetkili mercilere duyurmak,
¨ Adalet Bakanlığının, yargı ve yasama yetkisini taşıyan mercilerin ve baroların soracakları adli ve mesleki konular hakkında görüş ve düşüncelerini rapor halinde bildirmek,
¨ Avukatların meslekte gelişmelerini teşvik edecek ve sağlayacak her türlü tedbirleri almak,
¨ Mahkeme içtihatlarının sistemli bir şekilde toplanması ve yayınlanması için Adalet Bakanlığı ve yargı mercileri ile işbirliği yapmak,
¨ Kanunların avukatlara tanıdığı hakların gerçekleşmesine ve yüklediği görevlerin tam ve şerefli bir şekilde yerine getirilmesine çalışmak,
¨ Baro mensuplarının ilmi ve mesleki seviyelerini yükseltmek için kitaplık açmak, dergi çıkarmak, konferanslar düzenlemek, telif ve tercüme eserlerin meydana getirilmesini teşvik etmek,
¨ Mesleğin daha cazip bir hale getirilmesi ve bu konuda yazılı amaçlara erişilebilmesi için düşünülecek çare ve tedbirleri görüşmek üzere zaman zaman toplantılar düzenlemek,
¨ Memleket içinde kurulmuş hukukla ilgili kurul ve kurumlarla ilgilenmek ve temaslarda bulunmak,
¨ Yabancı memleket baroları, avukatlar birlikleri ve hukuk kurumları ile temaslarda bulunmak ve uluslararası kongrelere katılmak,
¨ Uyulması zorunlu meslek kurallarını tespit ve tavsiye etmek,
¨ Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak ve korumak, bu kavramlara işlerlik kazandırmak,
¨ Kanunlarla verilen diğer yetkileri kullanmak.
Özellikle 1136 sayılı yasanın yaklaşık 90 maddesinde değişiklik yapan ve yeni kurallar getiren 4667 sayılı yasanın yürürlüğe girmesinden sonra, Türkiye Barolar Birliği'nin iş hacmi daha da artmıştır. Yeni yasa ile bağımsız bir kuruluş olma yolundaki hedefine bir adım daha yaklaşan Türkiye Barolar Birliği, yargının kurucu unsuru olan savunmanın temsilcisi avukatların üst kuruluşu olarak Adalet Bakanlığının vesayetinden büyük ölçüde kurtulmuş; Bakanlığın onayına sunulan kararlarında, Bakanlık görüşüne karşı direnme hakkını elde etmiştir.
4667 sayılı yasa ile getirilen düzenlemeden sonra; İki yılda bir yeniden gözden geçirilerek yürürlüğe konan Avukatlık Asgari Ücret Tarifelerinin belirlenmesinde daha etkin rol oynamaya başlayan Birlik, avukatlık ruhsatnamelerinin düzenlenmesinde de Bakanlığın yerini almıştır.
Türkiye Barolar Birliği, yasada belirlenen görevlerini etkin bir şekilde yerine getirmek ve ülkenin gündemindeki hukuki sorunları incelemek amacıyla çalışma komisyonları oluşturmaktadır. Konularında uzmanlaşmış avukatlardan kurulmuş olan bu komisyonlarda, komisyon üyeleri yanında, üzerinde çalışılan konu ile ilgili diğer uzmanlar da görev almaktadır. Komisyon çalışmaları, raporlar halinde Birlik Başkanlığı'na sunulmakta ve bu raporlar gerektiğinde ilgili kurum ve kuruluşlara gönderilmekte,Türkiye Barolar Birliği bilgi merkezinde arşivlenmekte ve ilgililerin yararlanması için muhafaza edilmektedir.
Önemli yasal düzenlemeler yapılırken Birlik bünyesinde geçici ihtisas komisyonları oluşturularak hukuksal görüş belirlenmektedir.
İnsan Hakları Komisyonu; Türkiye Barolar Birliği bünyesinde faaliyette bulunan İnsan Hakları Komisyonu, avukatların insan hakları konusunda mesleki eğitimi, Anayasa ve yasaların temel insan hak ve özgürlükleri açısından incelenmesini, AİHS ve ek protokoller, AİHM'ye bireysel başvuru ve adil yargılan |
ma konusunda panel, seminer ve konferans düzenlemeyi bu konuda broşür bildiri vb. yayın yapmayı amaçlamaktadır.
İnsan hakları konusunda siyasi herhangi bir aidiyeti olmadan objektif değerlendirme yapabilen ciddi bir kuruluşun çalışmalarına ihtiyaç duyulan günümüz koşullarında, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Komisyonu bu yönde çalışmalarını sürdürmektedir.
1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nda 4667 sayılı yasa ile yapılan değişiklikle, Türkiye Barolar Birliği'ne verilen "Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak ve korumak, bu kavramlara işlerlik kazandırmak ve "Mesleki dayanışmanın sağlanması ve devamlılığı için her türlü çalışmalarda bulunmak , mesleğe ve meslek mensuplarına yönelik hak ihlallerine karşı avukatlık mesleğini ve meslektaşlarını savunmak ve bu konularda her türlü yasal ve idari girişimlerde bulunmak" görevlerinin yerine getirilmesi amacıyla Türkiye Barolar Birliği, insan hakları ve hak ihlalleri konusundaki çalışmalarını bir yıldan beri "Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi" olarak yürütmeye başlamıştır.
Kamu Avukatları Komisyonu; Kamu kurum ve kuruluşlarında görev yapan avukatların çalışma şartları ve haklarıyla ilgili konularda faaliyette bulunmak üzere kurulmuştur.
Parlamento ile İlişkiler, Mevzuatı İzleme ve Yargı Reformu Komisyonu; Yasaların hazırlık aşamasında etkin katkı sağlayabilmek amacıyla kurulan bu komisyon mevzuatı yakından izleyerek görüş belirlemektedir.
Türkiye Barolar Birliği Kadın Hukuku Komisyonu (TÜBAKKOM) bünyesinde kadın hukuku komisyonları bulunan baro temsilcilerinin katılımıyla oluşan TÜBAKKOM, aile içi şiddet de dahil olmak üzere, kadınlara karşı yapılan her türlü ayrımcılıktan kaynaklanan sorunlara çözüm getirilmesi için çalışmalar yapmaktadır.
Yayın Komisyonu; Türkiye Barolar Birliği tarafından yapılacak yayınlar hakkında karar vermek ve yayınları gerçekleştirmek üzere kurulmuştur.
Türkiye Barolar Birliği'nin 2001 yılı son sayısından itibaren hakemli çıkarılmaya başlayan bir dergisi ve aylık olarak yayınlanan bir bülteni bulunmaktadır.
Avrupa Birliği Baroları ve Hukuk Kuruluşları Konseyi (CCBE)
CCBE, merkezi Brüksel'de bulunan ve Avrupa Birliği'ne üye ülkelerdeki hukuk kuruluşları ile baroların üye olduğu bir birliktir. Türkiye Barolar Birliği, Türkiye'nin Avrupa Birliğine aday ülke olması nedeniyle CCBE'de gözlemci üye statüsüne sahiptir. CCBE'ye üye ülkeler; Almanya, Avusturya, Belçika, Danimarka, İspanya, Finlandiya, Fransa, Yunanistan, İrlanda, İzlanda, İtalya, Lichtenstein, Lüksemburg, Norveç, Hollanda, Portekiz, Birleşik Krallık ve İsveç olup gözlemci üyeler, Kıbrıs, Estonya, Macaristan, Polonya, Slovak Cumhuriyeti, Çek Cumhuriyeti, Romanya, Slovenya, İsviçre, Türkiye'dir.
Uluslararası Barolar Birliği (IBA)
Birleşmiş Milletler'in tavsiye ve destekleri doğrultusunda , 34 ulusal baro birliği 17 Şubat 1947 de New York'ta bir araya gelerek, hukuk ve adaletin dünya çapında yaygınlaştırılması ve geliştirilmesi amacıyla, Uluslararası Barolar Birliği'ni kurmuşlardır. Uluslararası Barolar Birliği'nin merkezi Londra'dadır. Takip eden yıllar içerisinde Uluslararası Barolar Birliği düzenli bir şekilde genişleyerek bünyesine birçok yeni bölüm katmıştır. Bunlardan en önemlileri, 1970 yılında kurulan İş Hukuku Bölümü, 1974 yılında kurulan Hukukçuluk Bölümü ve 1982 yılında kurulan Enerji ve Tabii Kaynaklar Hukuku Bölümüdür. Ayrıca Uluslararası Barolar Birliği bünyesinde Genel Profesyonel Programlama Komitesi ve İnsan Hakları Enstitüsü bulunmaktadır. Bugün Uluslararası Barolar Birliği'ne 183 ülkeden 16 000 avukat bireysel üye olup yaklaşık 2,5 milyon avukatı temsil eden 178 baro ve hukuk kuruluşu ise kurumsal üyedir.
Oto kiralama
Bir araç kiralama acentesi, genellikle birkaç saat ila birkaç hafta arasında değişen kısa süreler için otomobil kiralayan bir şirkettir. Genellikle birden çok yerel şubeden oluşurlar ve müşterilerinin kiraladıkları araçları farklı bir şubeye teslim etmesine olanak sağlarlar.
Araç kiralama acenteleri çoğunlukla havaalanı veya yoğun şehir bölgeleri yakınlarında bulunur ve genellikle çevrimiçi rezervasyonlara izin veren bir internet sitesiyle desteklenir. Araç kiralama hizmeti veren kuruluşlar, uyguladıkları rezervasyon sistemleri ile hemen hemen dünyadaki tüm havaalanlarına ve şehirlere yayılmış bir ağa sahiptir.
Araç kiralama, günlük kiralama ve uzun dönem kiralama olarak ikiye ayrılabilir. Günlük kiralamada havalimanları ve turistik amaçlar ağırlıklı olmaktadır. Bu alanda araç kiralama acenteleri öncelikli olarak geçici bir araca ihtiyaç duyan, örneğin kendi aracı olmayan, şehir dışındaki yolculara, onarım veya sigorta tazminatı bekleyen aracı hasarlı veya perte çıkmış kişilere hizmet verir.
Bir aracın yalın olarak kiralanmasının yanı sıra, araç kiralama acenteleri genellikle sigorta, navigasyon sistemleri, eğlence sistemleri, araç telefonu, taşınabilir WiFi ve çocuk koltuğu gibi ekstra ürünler de sunmaktadır.
Uzun dönemdeyse firma kullanımları ağırlıklıdır. Uzun dönem araç kiralamanın getirdiği mali avantajlar ve uygulama kolaylıkları, firmalar tarafından yaygın bir şekilde filo kiralama yönteminin benimsenmesine neden olmuştur.
Araçların kiraya verilmesinin bilinen en eski örnekleri 1904 yılına denk düşer. Alman firması Sixt, 1912 yılında üç araç kiraya verir halde kuruldu. ABD'nin Omaha kentinden Joe Saunders, tek bir Ford Model T kiralayarak 1916'da çalışmaya başladı, 1917'deyse şirketi 18 adet Ford Model T ile hizmetteydi. Şirketin ismi ilk önce Saunders Drive-It-Yourself System ve daha sonra da Saunders System olmuştur. 1926'da Saunders elli altı şehre yayılmıştır ve 1955'teyse Avis tarafından satın alınmıştır.
Saunders'in ilk rakiplerinden biri, Walter L. Jacobs'un 1918'de 12 adet Ford Model T ile açılan Chicago merkezli Rent-a-Car'ıydı. Bu şirket 1923'te John Hertz tarafından satın alınmıştır.
İngiltere'de araç kiralama Godfrey Davis'in kurduğu firmayla 1920'de başlamıştır ve bu firma 1981'de Europcar tarafından satın alınmıştır.
Sektör Amerika'da hızla büyümüştür; 1926'da American Driveurself Association, 1200'ün üzerinde delegeyi bir araya getirmiştir. II. Dünya Savaşı'ndan sonra seyahatlerdeki artış, aralarından National Car Rental (1947), Europcar (1949), Enterprise Rent-A-Car (1957), Thrifty Rent A Car (1958), and Budget Rent a Car'ın (1958) da bulunduğu tanınmış birçok ululararası şirketin kurulmasına yol açmıştır.
Araç kiralama konusunda bilinen ilk acente 1946 yılında Detroit havaalanında Warren Avis tarafından kurulmuştur. Daha sonra Avis olarak acentelik yöntemiyle bu sistemi tüm dünyaya yaymıştır. Hertz, Budget, gibi diğer çok uluslu şirketlerin de kurulmasıyla araç kiralama yöntemi dünya ölçeğinde kullanılmaya başlamıştır. Uluslararası firmaların yanı sıra günümüzde aracı firmalar birden çok uluslararası araba kiralama firmasıyla çalışarak dünya çapında olanaklılık ve çeşitlilik sağlamaktadır.
Çoğu araç kiralama firması, çeşitli bütçeye alan gereksinimine uyacak şekilde farklı araç boyutları sunar. Ayrıca bazı firmalar bunlara ek olarak üstü açılır arabalar, prestij modelleri, hibrid/elektrikli araçlar, arazi araçları ve yolcu minibüsleri gibi özel araçlar da sunar. Büyük havaalanı veya büyük şehirlerde bazı bağımsız araç kiralama acenteleri, üst düzey kiralık araçlar sunmaktadır, bazı özel şirketlerse düşük fiyatlı olarak daha eski araçlar sunmaktadır.
Araç Kiralama Endüstrisi Sistemleri ve Standartları Birliği (ACRISS), tekbiçim bir sınıflandırma ve araba kiralama fiyatlarının kolay karşılaştırılması için ACRISS Araba Sınıflandırma Kodu kodlama sistemini geliştirmiştir. Bu kodlama sistemi, boyut, kapı sayısı, şanzıman tipi (manuel/otomatik) ve arabanın klimalı olup olmadığını dört harfle kodlayarak tanımlamaktadır.
Acriss kodundaki ilk harf, aracın genel sınıflandırmasını (örneğin mini, ekonomi, kompakt vb.) temsil eder. İkinci harf, aracın türünü (örneğin dört kapılı, aile arabası, üstü açılabilir, arazi aracı vb.) belirtir. Üçüncü harf genellikle vites tipini belirtmek için kullanılır, ancak aracı kaç adet tekerleğin çalıştırdığını tanımlamak için de kullanılabilir. Dördüncü harf de yakıt türünü ve aracın klimalı olup olmadığını açıklar.
Araç kiralama işlemleri, bir ülkeden diğerine ve şirketten şirkete değişen birçok koşula tabidir. Genellikle araç kiralandığında nasılsa aynı o şekilde iade edilmelidir ve mesafe kısıtlamaları aşılmamalıdır. Aksi takdirde ilave ücretler alınabilir.
Sigorta nedeniyle bazı firmalar asgari ve/veya maksimum yaş sınırı getirmektedir. Bazı durumlarda ehliyet almak için gerekli yaş daha küçük olsa da araç kiralama için gerekli minimum yaş 25 olabilmektedir. 25 yaşın altındaki tüm sürücüler için yüksek bir ücret tarifesi olması nadir bir durum değildir. Her durumda bir araç kiralamak için geçerli bir sürücü belgesi gerekmektedir ve bazı ülkeler Uluslararası Sürücü Belgesi (International Driving Permit, IDP) istemektedir.
Araç kiralama şirketlerinin çoğunluğu, aracın eksik yakıtla teslim edilmesi, araçta arıza oluşması, trafik cezası kesilmesi gibi durumlarda ek ücret tahsil etmek için bir kredi kartı kullanmayı gerektirir. Bazı şirketler, kredi kartı yerine yüksek miktarda nakit depozito yatırılmasını isteyebilmektedir.
Avis Oto Kiralama
Avis Oto Kiralama, dünyanın organize edilmiş ilk oto kiralama kuruluşudur. 1946 yılında ABD'de Detroit'te Warren Avis tarafından kurulmuş, 10 yıl içinde, 1200 araçlık bir filo oluşturmuş ve 3 kıtaya yayılmıştır. Bugün Avis, 160 ülkede 4200 ofisiyle, her yıl yaklaşık 20 milyon kişiye hizmet vermektedir.
Avis oto kiralama Türkiye'de 53 ofise ve dünyada 4200 noktaya ücretsiz rezervasyon yaparak çalışmaktadır.Koç grubu tarafından 1974 tarihinde getirilmiştir.
1953 yılında yürütülen franchising işlemleri ile Avrupa, Kanada ve Meksika'da uluslararası büyüme başlar. Ayrıca San Francisco, Seattle ve Denver'da ilk lisansiye ofislerini açarak genişlemeye başlamıştır. Bu sıralarda Avis hem Amerika hem de Avrupa'da hızla genişlemiştir. 1962 yılında 7500 araçlık filoya ve 25 milyon dolarlık ciroya ulaşan Av |
is dünyaca ünlü bir şirket haline gelmiş ve "We try harder" (Daha çok çalışıyoruz) sloganını o dönemlerde benimsemiştir.
Avis Avrupa, Afrika ve Orta Doğu'da ofislerini kurarak uluslararası arenada büyümeye devam eder. Kurumsal operasyonlarını Avrupa'nın belli başlı şehirlerinde yürütür. Şirket 1965 yılında İtalya ve Fransa'da yayılarak cirosunu 74.5 milyon dolardan 425 milyon dolara yükseltmiş, 60'lı yılların sonunda faaliyet gösterdiği ülkeler 100'ün üzerine çıkmıştır.
1976 yılında bütün dünya çapında 433 milyon dolarlık ciro ve 112.000 araçlık filoya ulaşma performansını göstermiştir. Avis bu dönemde dünyanın en büyük oto kiralama şirketi haline gelirken dünya genelinde 3300 noktadan hizmet vermekteydi. Bugün Avis 160 ülkede 4,200 ofisiyle, her yıl yaklaşık 20 milyon kişiye hizmet vermektedir.
Yazar
Yazar terimi, aslında yazılı bir iş üreten herkes için kullanılabilmekle birlikte, genelde yaratıcılığını kullanarak profesyonel bir şekilde eser üreten veya farklı formatlarda çok sayıda eseri olan kişiler için kullanılır.
Yetkin yazarlardan, anlattıkları düşünceleri veya betimlemeleri tutarlı bir sanat görüşü içinde yazmaları ve kullandıkları dili doğru ve güzel bir biçimde kullanmaları beklenir.
Bir yazar, farklı formatlarda yazılar yazabilir; şiir, roman, kısa hikâye, güfte, senaryo gibi. Yazdıkları yazım türlerine göre farklı sıfatlar da alabilir; Şair, güftekâr, hikâyeci, senarist, makaleci, köşe yazarı gibi.
Yazarın eserleri, mensup olduğu toplumun kültürüne katkıda bulunur ve toplumda bir sanatçı olarak kabul edilir.
İnternet üst seviye alan adları listesi
Aşağıdaki liste şu anda mevcut olan İnternet üst seviye alan adlarıdır (TLD'ler). Daha fazla bilgi için Üst seviye alan adına bakabilirsiniz.
Talât Sait Halman
Talât Sait Halman (7 Temmuz 1931, İstanbul - 5 Aralık 2014, Ankara), Türk şair, yazar, çevirmen, akademisyen, diplomat, siyasetçi.
Türkçeye William Faulkner'in eserlerini, Shakespeare'in sonelerini; İngilizceye ise Dağlarca, Orhan Veli gibi şairlerin şiirlerini kazandırmış bir edebiyat adamı olan Halman, 1971’de Türkiye’nin Kültür Bakanlığı'nı kuran ve ilk Kültür Bakanı olarak yöneten kişidir.
Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölüm Başkanlığı, İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanlığı ve Bilkent Üniversitesi İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi dekanlığı yapmıştır.
İhtiyat Filosu Komutanı Tümamiral Sait Halman'ın oğludur.
7 Temmuz 1931’de Kadıköy’de dünyaya geldi. Babası, Tümamiral Sait Bey, annesi Nemlizade Tahsin Paşa’nın kızı Fatma İclal Hanım’dır. Aile, Sait Bey’in Trabzon’un Holamana Köyü’nden olması nedeniyle “"Halman"” soyadını almıştır.
Talât Halman, Robert Kolej'i bitirdikten sonra (1951), yüksek lisansını 1954 yılında Columbia Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü'nde tamamladı. 1954’te Barbara Teitz ile evlendi; bu evlilikten oğlu Hür (Hugh) Talat Halman dünyaya geldi. 1998'e kadar ABD'de yaşayan Halman, 1960'a kadar Columbia Üniversitesi'nde bulundu; geçici sürelerle Türkiye'de bulundu. Askerlik görevi nedeniyle Türkiye’de bulunduğu sırada Devlet Planlama Teşkilatı'nda yayın ve temsil şubesini kurmakla görevlendirildi; ardından ilk Yüksek Planlama Kurulu'nun raportörü oldu. Bu sivil görev sayesinde Türkiye’deki siyasi çevreyi tanındı; askerlikten sonra ABD’ye döndü.
1960 yılında Türkiye’nin ilk hava subaylarından Salim Taşkıranel’in kızı Seniha Taşkıranel ile evlendi. Bu evlilikten tiyatro oyuncusu kızı Defne Halman ile bir kaza sonucu 17 yaşında hayatını kaybeden oğlu Sait Salim dünyaya geldi.
Akademik hayatına Columbia Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı dersleri vererek başladı. 1966 yılında Princeton Üniversitesi’ne geçti. Akademik çalışmalarının yanı sıra New York’taki WBAI Radyosunda Türk şiiriyle ilgili programlar yapmış; 1969-1971 arasında Milliyet gazetesinde köşe yazıları yayımlamıştır.
12 Mart Muhtırası’nın ardından Türkiye’ye döndü ve birinci Nihat Erim kabinesinde oluşturulan Kültür Bakanlığı’nda ilk Kültür Bakanı olarak görev alma teklifini kabul etti. Beş ay süren bakanlığı döneminde Galata Mevlevîhânesi’nin sema gösterileri için yeniden açılması kararına imza attı. Ekim ayında Türkiye’yi ziyaret eden İngiltere Kraliçesi Elizabeth kendisini, “"Sir"” unvanı kullanmasını sağlayan Büyük Haç Şövalyelik Nişanı ile onurlandırdı. Halman, Aralık ayında besteci Itrî’nin 259. ölüm yılı nedeniyle düzenlenen bir Klasik Türk müziği konseri için Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu’nun tahsis edilmesini onayladı. Bu karar, Atatürk devrimlerine aykırı olduğu düşüncesi ile tepki topladı. 11 Aralık 1971’de birinci Erim hükümetinin sona ermesinin ardından kurulan ikinci Erim hükümetinde Kültür Bakanlığı kaldırılmış ve Halman, ABD’ye dönerek Princeton Üniversitesi’nde akademik hayatına devam etmiştir.
12 Eylül darbesinden sonra Türkiye’nin yurt dışındaki kültür faaliyetlerini organize etmesi için Dışişleri Bakanlığı Kültür Elçisi olarak görevlendirildi.
Akademik çalışmalarına 1984-1986 yılları arasında Pennsylvania Üniversitesi'nde, ardından New York Üniversitesi'nde devam etti. İslam ve İslam Kültürü ile Ortadoğu konularında dersler veren Halman, 1986-1996 arasında New York Üniversitesi Ortadoğu Dilleri ve Edebiyatı bölüm başkanlığını yürüttü.
Kültür ve Dışişleri Bakanlıkları’nın isteği üzerine UNESCO genel kurullarına katılan Halman, 1989’da düzenlenen 25. genel kurulda Yunus Emre’nin 750. doğum yılının dünyada Yunus Emre Yılı olarak kutlanması kararının verilmesinde rol oynadı. 1991-1995 arasında UNESCO Yönetim Kurulu üyeliği yaptı; 1993’te Planlama Komisyonu’na başkanlık etti.
1998’de Türkiye’ye dönerek Bilkent Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü kurdu. 2005 yılında üniversitenin İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi’nin dekanı oldu.
Kendisine 1988 yılında Boğaziçi Üniversitesi, 2006 yılında Ankara Üniversitesi, 2010 yılında Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi tarafından onursal doktor unvanı verilmiştir.
2008'den 2014'teki vefatına kadar İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın Mütevelliler Kurulu Başkanlığı görevini üstlenmiştir. İstanbul Kültür Sanat Vakfı, 2015 yılı itibarıyla Halman anısına Talât Sait Halman Çeviri Ödülü'nü vermektedir.
5 Aralık 2014 tarihinde, kalp krizi geçirmesi sonucu hayatını kaybetti. Cenazesi Edirnekapı Şehitliğine defnedilmiştir.
İngilizce ve Türkçe olarak yayımlanmış, on ikisi şiir kitabı olmak üzere elli kadar kitabı, bin beş yüzden fazla gazete yazısı, beş yüze yakın bilimsel makalesi, ansiklopedi maddesi ve eleştiri yazıları bulunur. En önemli yayınları arasında eski uygarlıkların şiirlerinden oluşan bir antoloji, Shakespeare'in sonelerinin çevirisi, Eski Mısır, Orta Doğu ve Eskimo şiirleri, seçilmiş makalelerinden oluşan kitaplar, William Faulkner'dan Türkçeye yaptığı çeviriler, Amerikan şairleriyle ilgili kitaplar, Mevlana ve Yunus Emre hakkındaki kitaplar sayılabilir.
Halman'ın şiir kitapları şunlardır: Sessiz Soru, Uzak Ağıt, Canevi, Birler, Can Kulağı, İkiler, Dört Gök Dört Gönül, Tuyuğlar, A Last Lullaby, Shadows of Love / Les ombres de l'amour.
Yavuz Bülent Bâkiler
Yavuz Bülent Bâkiler (d. 23 Nisan 1936, Sivas), Türk şair ve yazar. Gazetecilik, yöneticilik ve avukatlık da yaptı.
Aslen Azerbaycan göçmeni ailenin çocuğu olan Yavuz Bülent Bâkiler Sivas doğumludur. İlk ve orta öğrenimini Sivas, Gaziantep ve Malatya'da tamamladı. 1960 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun olduktan sonra kısa bir süre "Yeni İstanbul" gazetesinde çalıştı. TRT Ankara Radyosu Merkez Program Dairesi Başkanlığı'nda raportör olarak çalışırken çeşitli kültür programları hazırladı ve sundu. 1969-1975 yılları arasında Sivas'ta avukatlık yaptı. İl Başkanlığı görevinde bulunduğu Adalet Partisi'nden belediye başkanı ve milletvekili adayı gösterildi. 1975-1976 yılları arasında Başbakanlık Toprak ve Tarım Reformu Müsteşarlığı'nda hukuk müşavirliği yapan ve 1976-1979 yılları arasında Ankara Televizyonu'nda çalıştıktan sonra 1979-1980 yılları arasında Kültür ve Turizm Bakanlığı müsteşar yardımcısı olarak görevlendirildi. 12 Eylül Darbesi'nin ardından müşavir kadrosuna atandı ve 1992'ye kadar bu bakanlıktaki hizmetini sürdürdü. İki yıl da Başbakanlık müşaviri olarak görev yaptıktan sonra 1994'te emekli oldu.
Liseden mezun olduğu 1953 yılında "Türk Sanatı" dergisinde çıkan ilk şiirinin ardından şiirleri mahallî dergi ve gazetelerde yayımlandı. "Hisar" dergisi şairleri arasında yer aldı. Uzun süre "Tercüman" ve "Türkiye" gazetelerinde köşe yazıları yazdı. 24 Mart 2013 tarihinde "Türkiye" gazetesindeki görevinden kendi isteğiyle ayrıldı.
Anıları
Panzerkampfwagen III
Panzerkampfwagen III (Zırhlı muharebe aracı III), II. Dünya Savaşı'nda kullanılmış olan Alman savaş tankıdır.
1930'larda tasarımına başlanmış, savaşın sonuna kadar kullanılmıştır. Piyade koruma görevinden çok diğer tankları yok etmek için üretilmiştir. Alman Blitzkrieg (Yıldırım savaşı) savaş öğretisi uyarınca Panzer IV'ler piyadelere yakın destek vermek için Panzer III'ler ise hem geri çekilirken hem de ilerlerken diğer tankları korumak için yapılmıştır. Tankın üretimine 1943'de son verildi. Türkiye N modelinden 56 tane sipariş etti ama bunlardan sadece 22 tanesi Türkiye'ye ulaşabildi.
Heinz Guderian'ın orta sınıf bir tank için gerekli özellikleri belirtmesinin ardından, 11 Ocak 1934'te Ordu Silahlar Departmanı orta sınıf bir tank için gereken özellikleri yayınladı. Bu tank en fazla 24 ton ağırlığında ve 35 km/sa'lik hıza sahip olmalıydı. Araç, Alman Panzer birliklerinin ana muharebe tankı görevini üstlenecek ve düşman tanklarını yok etmekle görevlendirilecekti.
Daimler-Benz, Krupp, MAN ve Rheinmetall ihaleye girdiler ve birer ilk örnek sundular. Testler 1936-1937 yılları arasında sürdü ve Daimler-Benz modelinin en iyi seçim olduğu anlaşıldı. Ancak diğer modellerin gelişme aşamasında yaşanan sorun burada da ortaya çıktı. Versay Barış Antlaşması gereği Alman ordusu zırhlı savaş aracına sahip olamazdı. Bu sıkıntıyı aşabilmek için ilk model ZW (Zugführerwagen - komutan arabası) sonrakiler ise mittlerer Traktor (orta sınıf traktör) |
olarak adlandırıldı.
Geliştirme aşamasında tankın kaç milimetrelik top kullanacağı konusunda tartışmalar yaşandı. Hereeswaffenamt, 37mm'lik topu istiyordu çünkü piyadelerin elinde bulunan tanksavar topunun da çapı buydu. İkisininde aynı mermiyi kullanması lojistik desteği kolaylaştırıcaktı. Mekanize Birlikler Müfettişliği başkanı Guderian von Lutz ise 50mm'lik top olmadan düşman tanklarının yok edilemeyeceğini savundu. Tartışmalar sonunda 37mm'lik topta anlaşmaya varıldı, ancak taret halkası ilerde 50mm'lik top takılacak biçimde geniş çaplı olarak tasarlanacaktı. Bu karar, savaşın ilerleyen dönemlerinde tankın daha güçlü silahlarla donatılabilmesini ve yeni tanklarla başa çıkabilmesini sağladı.
Tank beş kişilik mürettebata sahip olacaktı. Bunlar kumandan, silahçı, mermi yükleyici, sürücü ve telsizci şeklinde olacaktı. Mürettebatın birbirleri ile iletişime geçmesi için kapalı devre telsiz düzeni kullanılacaktı. Panzer III'ler zırh, hız ve silah bakımından fazla etkileyici tanklar olmasalar da kapalı devre telsiz düzenleri ve üstün Alman optik teknolojisi sayesinde savaş alanında daha rahat devinip daha rahat savaşabiliyorlardı.
Panzer III A'dan C'ye kadar olan seride 15mm'lik hafif eğimli çelik zırhlar kullanılmıştır. Kısa zamanda bu zırhın çok yetersiz olduğu anlaşılınca D, E, F ve G modellerinde 30mm'lik zırh kullanılmıştır. Ayrıca H modeli ön tarafta ikinci bir 30mm'lik zırha sahipti. J modelinde ise ön ve arka zırhlar 50mm'ye yükseltilmişti. L, M ve N modellerinde ise ön tarafa ek olarak 20mm'lik zırh eklenmişti.
Tank birlikleri geri çekilirken veya ilerlerken arkadan gelen mermilere karşı dayanıksız oldukları için çok dikkatli bir şekilde ilerlemeleri gerekiyordu. Panzer III'ler ise ilerlerken ve geri çekilirken kalın arka zırhları sayesinde diğer tankları koruyabiliyordu.
Panzer III diğer tanklarla savaşmak için yapılmıştı, bundan dolayı A modelinden F modeline kadar olan modeller Alman anti-tank topu 37 mm KwK36 L/45 ile donatılmıştı. Ancak tank tasarım gereği daha yüksek çaptaki toplar takılacak biçimde yapılmıştı, G'den M'ye kadar olan modellerde 50 mm KwK38 L/42 ve 50 mm KwK39 L/60 topları kullanıldı.
N modelinde tanka 75 mm KwK37 L/24 topu takıldı. Bu ilk Panzer IV modellerinde kullanılan toplardı.
N modeli diğer Panzer III'lerin tersine yakın piyade desteği için kullanıldı ve tank yokedici STUG III'lerin yerini aldı.
A'dan F'ye kadar olan modellerde tarete iki adet gövdeye de bir adet 7.92 mm makinalı tüfek takıldı. Sonraki modellerde ise tarette kullanılan bir tane makineli tüfek çıkartıldı.
Wikimedia Commons
Wikimedia Commons (yani Wikimedya Ortak), kullanımı serbest olan resim, ses ve diğer çoklu ortam belgeleri deposudur.
Wikimedia Vakfı'nın bir projesidir. Bu depoya yüklenen belgeler, hem Wikimedia sunucularındaki diğer tüm tasarılarda hem MediaWiki yazılımını kullanan web sitelerinde (ayarlarında Commons görüntülerini kullanmaya seçtikleri takdirde) hem de uygun lisansı kullanma veya medyanın lisansına uygun lisans ile yayınlandıkları belirterek kullandıkları takdirde diğer web siteleri kendi yerel belgeleriymiş gibi kullanılabilirler.
Jacques Cartier
Jak Kartiyer (Fransızca Jacques Cartier) (31 Aralık 1491 - 1 Eylül 1557), Kanada'yı keşfettiğine inanılan denizcidir. Tam olarak, Vikinglerden sonra ilk Avrupalı yerleşimin başladığı doğu yakasının iç kısımlarını keşfetmiştir.
1491'de Fransa'nın Saint-Malo şehrinde, dönemin saygın bir denizci ailesinde doğmuş ve 1520'de önde gelen armatör bir ailenin Catherine des Granches isimli kızıyla evlenerek sosyal statüsünü yükseltmiştir. Sık sık vaftiz babalığı yaparak şehirde iyi bir isim yapmıştır.
1535: Montreal Adasina ulasan Jacques Cartier oradaki yerli halkin kendisine tütün sunmasindan sonra günlügüne "vücutlarini, agizlari ve burunlari sanki birer bacaymislar gibi tütene kadar, dumanla dolduruyorlar", "biz de onlari taklit ettik, ancak duman biber gibi aciydi ve agzimizi yakti" diye yazmisti.
Hakkında çok az şey bilinmektedir. Ancak profesyonel bir denizci ve kaşif olduğu kesindir. Kendisi üç büyük keşif yolculuğuna çıkmış ve hiç gemi kaybetmemiş, 50'den fazla bakir limana girmiş ve hiç kaybolmamış, salgın bir hastalığa yakalananlar dışında hiç adam kaybetmemiştir.
Doğduğu şehirde 66 yaşında bir salgın hastalıktan ölmüştür. Öldüğünde, Kanada'da Avrupalı yerleşim henüz başlamamıştı.
Uluslararası Şeffaflık Örgütü
Uluslararası Şeffaflık Örgütü (İng. "Transperancy International") 1993 yılında Berlin'de kurulmuş uluslararası bir sivil toplum örgütüdür. 70'ten fazla ülkede faaliyet göstermektedir. Berlin' deki küçük bir sekreterya uluslararası şeffaflık hareketini koordine etmekte ve desteklemektedir. Ayrıca Londra'da bir araştırma bölümü vardır.
Yaklaşık 60 ülkede Uluslararası Şeffaflık Örgütünün temsilcileri konumunda olan ve temel amacı yolsuzluklarla mücadele ve şeffaflığın geliştirilmesi olan sivil toplum kuruluşu şeffaflık hareketinin ana çatısını oluşturmaktadır. Bu örgütler ülkelerinin özelliklerini de dikkate alarak yolsuzluklarla mücadelede yeni stratejiler geliştirmekte ve ülkelerindeki gelişmeleri gözlem altında tutmaktadırlar. Ülke bölümleri mali açıdan olsun, kurumsal açıdan olsun Berlin'deki merkezden tamamıyla müstakildir, ancak merkezin temel ilkelerini faaliyetlerinde göz önünde bulundururlar. Ülke bölümleri aynı şekilde hükümet ve iş çevrelerine karşı da bağımsızlıklarını korurular.
Ülke Bölümlerinin yöneticileri seçimle işbaşına gelirler ve Uluslararası Şeffaflık Örgütünün yöneticilerine de bunlar seçer.
Genel kurulu, üye listesinde yer alan asıl üyelerin katılımıyla her yıl Şubat ayında toplanır. Genel kurulu toplantıya yönetim kurulu çağırır. Yönetim kurulunun bu çağrısı ya doğrudan, yahut denetleme kurulu veya dernek üyelerinin başta birinin yazılı isteği üzerine zorunlu olur. Mahalli sulh hukuk hakimliğinin karar verdiği durumlarda davet dernek üyeleri arasından seçilmiş üç kişilik heyet tarafından yapılır.
Zeynep Değirmencioğlu
Zeynep Değirmencioğlu (d. 12 Eylül 1954, İstanbul), Türk sinema oyuncusu.
Beyazperdeye henüz iki yaşındayken "Papatya" filmiyle geçti. Daha sonra "Duvaklı Göl", "Funda" gibi filmlerde, çocuk yıldız olarak göründü. Ama esas ününü 1960’da “Ayşecik” filmleri ile yaptı.
"Ayşecik", Türk sinemasında bir çığır açtı. Bundan sonra kendi adından çok bu isimle anıldı.
Filmleri yurt içinde olduğu kadar, özellikle komşu ülkelerde de aynı ilgiyi gördü. Çeşitli kuruluşların armağanlarını kazanan Değirmencioğlu, senaryo yazarı Hamdi Değirmencioğlu’nun kızı, kendisi gibi çocuk yaşta Yeşilçam filmlerinde rol almış olan ve Ömercik adı ile ünlenen Ömer Dönmez'in kuzenidir.
Sonraki yıllarda genç kız rollerine çıkarak Yeşilçam'daki ününü sürdürmeye devam eden Değirmencioğlu, dönemin Fenerbahçeli futbolcusu ve daha sonra Fenerbahçe SK yöneticilerinden Serkan Acar (d. 1948 - ö. 2013) ile evlendikten sonra 1974 yılında rol aldığı Macera Yolu filminin ardından sinemayı bıraktı. 2010 tarihinde eşi Serkan Acar'a şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanma davası açtı.
1990 yılından bu yana İstanbul'da emlakçılık yapan "Zeynep Değirmencioğlu" Erkan ve Volkan adında iki çocuk annesidir. Sinemayı hiç özlemediğini belirten Değirmencioğlu, 2012 senesinde, İstanbul'un Fenerbahçe semtinde, kendi soyadını taşıyan "Değirmencioğlu Kebap Ocakbaşı Restaurantı"nı hizmete açmıştır.
Hölder Eşitsizliği
Hölder Eşitsizliği
Sonlu sayıda, hepsi sıfır olmayan formula_1, formula_2, i=1,2...,n pozitif sayılarını alalım. p, q >1 sayıları formula_3 koşulunu sağlasın.
eşitsizliğine Hölder Eşitsizliği denir.
Bu eşitsizlik ilk olarak Alman matematikçi Oto Ludwig Hölder (1859 - 1937) tarafından elde edilmiştir.
Mavi ladin
Mavi ladin ("Picea pungens"), çamgiller (Pinaceae) familyasından 25–30 m'ye kadar boylanan ve 1,5 m'ye kadar çap yapabilen ladin türü.
Kabuk ince ve pulludur. Genç ağaçlarda taç konik, yaşlılarda silindiriktir. Sürgünler kalın, turuncu-kahverengi, genellikle pürüzsüzdür. İğne yapraklar 15–30 mm uzunlukta, kalın, soluk boz-yeşil veya parlak mavi, ucu sivridir ve altında tek bir stoma bandı yer alır. İğne yapraklar koparılınca kötü bir koku verir.
Kozalaklar sarkık, ince uzun, silindirik, 6–11 cm uzunlukta, kapalıyken 2 cm genişliğinde, açıkken ise 4 cm genişliğindedir. İnce bükülebilen kozalak pulları 20–24 mm uzunluğunda kenarları dalgalıdır. Kırmızımsı menekşe renkli kozalaklar 5-7 ay sonunda olgunlaşır. Tohumlar siyah, 3–4 mm uzunluğunda, ince uzun, tohum kanadı 10–13 mm olup donuk kahverengidir.
Doğal olarak batı Kuzey Amerika'da, Utah ve Colorado ile Arizona ve New Meksiko'da bulunur. 1800–3000 m yüksekliğe kadar çıkar, bazı yerlerde Engelman ladini ("Picea engelmanni") ile karışıklığa girer.
Alpin kuşağının bir türü değildir. Genel olarak dağların vadi boyunca devam eden nemli düz topraklarında iyi bir büyüme gösterir, diğer yandan az yağmur alan yerlerde yavaş büyüme yapar. Mavi ladin diğer ladin türleriyle melez yapmaz, Engelman ladini ile nadiren melez yapar.
Mavi ladin, iğne yapraklı türler içerisinde en popüler olanıdır ve gösterişli parlak koyu yeşilimsi mavi iğne yapraklar için yetiştirilir. Ticari değeri son derece yüksektir; tohumdan, çelik yoluyla ve aşı ile üretimi yapılmaktadır.
Jül Sezar
Jül Sezar (, okunuşu: "Gayus Yulius Kaysar"; MÖ 12 Temmuz 100 - MÖ 15 Mart 44), Romalı askerî ve politik lider. Aynı zamanda iyi bir hatip ve güçlü bir yazar olan Sezar, dünya tarihinin en etkili insanlarından birisi olarak kabul edilir. Eylemleriyle Roma Cumhuriyeti'nin Roma İmparatorluğu'na dönüşmesinde kritik bir rol oynamıştır.
Roma Senatosundaki "optimates" kliğine mensup muhalifleri Marcus Porcius Cato ve Marcus Calpurnius Bibulus'a karşı, "populares" kliğine mensup bir politikacı kimliğiyle, Marcus Licinius Crassus ve Gnaeus Pompeius Magnus'la birlikte gayri resmi olarak Roma politik yaşamına birkaç yıllığına yön verecek olan birinci üçlü yönetimi kurdu. Galya'yı fethederek Roma topraklarını Atlas Okyanusu'na kadar genişletti ve aynı zamanda MÖ 55 yılında Britanya'nın Ro |
malılarca ilk işgalini gerçekleştirdi. Triumvirliğin yıkılmasıyla birlikte Pompey ve Senato ile arası açıldı. MÖ 49 yılında Lejyonlarının başında Rubicon nehrini geçmesiyle başlayan iç savaş sonucu Roma dünyasının tartışmasız hâkimi haline geldi.
Hükümetin kontrolünü ele almasının ardından, Roma toplumu ve yönetimini kapsayan geniş bir reform hamlesi başlattı. Hayat boyu diktatör ("dictator perpetuus") ilan edildi ve Cumhuriyet bürokrasisini ağır biçimde merkezîleştirdi. Ancak Sezar'ın eski arkadaşlarından Marcus Junius Brutus'un önderliğindeki, Cumhuriyeti eski işleyişine kavuşturmayı hayal eden bir grup senatör tarafından MÖ 15 Mart 44 tarihinde öldürüldü. Suikastın ardından başlayan yeni bir iç savaş, vârisi Gaius Octavianus'un Roma dünyası üzerinde baskın bir otokratik güç haline gelmesine yol açtı. Sezar, suikastten iki yıl sonra, MÖ 42 yılında Senato tarafından resmen kutsanarak Roma tanrılarından biri ilan edildi.
Sezar'ın hayatı hakkındaki bilgilerin çoğu, askerî seferlerini anlattığı, kendisi tarafından yazılmış olan "Yorumlar" ("Commentarii") adlı hatıralarından ve Cicero gibi politik rakiplerinin mektup ve söylevlerinden, Sallustius'un tarihsel yazılarından ve Catullus'un şiirleri gibi çağdaşı kaynaklardan elde edilmiştir. Hayatına dair pek çok ayrıntılı bilgi sonraki yüzyıllarda yaşamış olan Appian, Suetonius, Plutarch, Cassius Dio ve Strabo gibi tarihçiler tarafından aktarılmıştır.
Sezar, soylarının tanrıça Venüs'ün sözde oğlu Troyalı prens Aeneas'ın oğlu Iulus'tan geldiğini iddia eden ve patrici sınıfından bir aile olan "Julia gens'ine " mensuptur.
"Sezar" "cognomen'i", Yaşlı Plinius'a göre sezaryenle doğmuş bir atasından gelir (Latince "kesmek" anlamına gelen "caedo, caedere, cecidi, caesum" fiilinden türemiştir). "Historia Augusta"'nın bu konu hakkındaki diğer üç iddiası ise sırasıyla şöyledir: İlki Sezar'ın saçının çok sık olması (Latince "caesaries"); diğeri gözlerinin parlak gri olması (Latince "oculis caesiis"); ya da savaşta bir fil öldürmüş olması (mağribi dilinde "caesai" ) nedeniyle bu unvanı almıştır. Sezar'ın bastırdığı sikkeler üzerinde fil bulunması adı geçen son iddiayı destekler niteliktedir.
Antik şecerelerine rağmen Julii Caesare'ler politik olarak etkili bir aile değildi ve mensuplarından sadece üçü konsül seçilebilmişti. Sezar'ın aynı adı taşıyan babası Cumhuriyetin seçimle iş başına gelen üst düzey magistraları arasında ikinci sırada yer alan praetorluk makamına kadar yükselme başarısı göstermiş, belki de ünlü kayınbiraderi Gaius Marius sayesinde Asya eyaleti valiliği yapmıştır. Annesi Aurelia Cotta birkaç konsül çıkarmış etkili bir aileden geliyordu. Sezar'ın vasisi olarak iyi bir hatip ve dil bilimci olan Galya kökenli Marcus Antonius Gnipho'nun atandığı bilinir. Sezar'ın her ikisinin de adı Julia olan iki kız kardeşi vardı. Sezar'ın çocukluğu ile ilgili kayıtlar çok azdır. Suetonius ve Plutarch'ın biyografilerinde Sezar'ın hikâyesi birdenbire gençliğinden başlar ve her iki eserde de açılış paragrafları kayıptır.
Sezar'ın gelişim yıllarına tam bir kargaşa hâkimdi. Roma'nın müttefiklerine verilen Roma Yurttaşlığı hakkının geri alınmasının neden olduğu kargaşa, Roma ve İtalyan müttefikleri arasında Sosyal Savaş olarak adlandırılan bir savaşa neden olurken Pontuslu VI. Mithridates Roma'nın doğu eyaletlerini tehdit eder hale gelmişti. Roma siyaseti ana olarak iki hizip olarak bölünmüş, "optimates" adındaki birinci hizip Senato içerisinde aristokratik yönetimi savunurken, "populares" hizbi doğrudan seçimleri tercih etmekteydi. Sezar'ın amcası Marius, "popularis" hizbine mensupken rakibi Lucius Cornelius Sulla bir "optimas" idi. Hem Marius hem de Sulla Sosyal Savaş sırasında sivrilmişler, her ikisinin de Mithridates'e karşı yapılan seferi komuta etmek istemesine rağmen şans başlangıçta Sulla'ya gülmüştü. Ancak Sulla ordunun komutasını ele almak için şehir dışına çıktığında bir tribün tarafından geçirilen yasa ile komuta Marius'a tevdi edildi. Sulla'nın tepkisi ordusuyla Roma'ya dönmek ve komutanlığını ilan ederek Marius'u sürgüne göndermeyi denemek oldu ancak o sefere çıktığında Marius çoktan geçici bir ordunun başına geçmişti. Marius ve müttefiki Lucius Cornelius Cinna şehri ele geçirdi, Sulla "halk düşmanı" ilan edildi ve Marius'un birliklerinin Sulla'nın destekçilerinden intikamı kanlı oldu. Marius MÖ 86 yılının başlarında öldü ancak hizip etkin bir güç olarak kaldı.
MÖ 85 yılında, Sezar'ın babası bir sabah ayakkabılarını giyerken görünürde herhangi bir neden olmaksızın aniden ölünce henüz on altı yaşında olan Sezar ailenin başına geçti. Ertesi yıl Marius'un tasfiyesi sırasında ölen eski Jüpiter yüksek rahibi Merula'nın yerine yeni "Flamen Dialis" olarak atandı. Ardından bu göreve seçilen kişilerin patrici olması zorunluluğuna ilaveten bu kişinin bir patrici ile evli olması gerektiği şeklindeki geleneği, çocukluğundan beri nişanlı olduğu varsıl bir Equestrian aileden gelen Cossutia adındaki kızdan ayrılarak Cinna'nın kızı Cornelia ile evlenmek suretiyle yıktı.
Mithridates ile barış yapan Sulla artık geri dönerek Marius'un destekçilerine karşı iç savaşa devam edebilirdi. Tüm İtalya boyunca süren çarpışmaların ardından MÖ 82 Kasımında yapılan Colline Geçidi Savaşını kazanarak Roma'yı ele geçirdi ve kendisini diktatör olarak atadı; her ne kadar bu makama atanan kişi geleneksel olarak sadece altı ay görev yapabilse de Sulla için bir limit belirlenmemişti. Marius'un heykelleri yıkıldı ve mezarı açılarak cesedi Tiber nehri'ne atıldı. Diğer rakibi Cinna ise askerlerinin isyanı sonucu zaten öldürülmüştü. Sulla'nın yasaklamalarının ardından politik düşmanlarının yüzlercesi öldürüldü ya da sürgüne gönderildi. Sezar, Marius'un yeğeni ve Cinna'nın damadı olarak artık hedefteydi. Önce amcasının kalan mirasından, ardından karısının çeyizinden ve son olarak rahiplik görevinden mahrum bırakıldı ancak karısından boşanmayı reddedince saklanmak için kaçmak zorunda kaldı. Kendisine yönelen tehditlerden, aralarında Sulla'nın destekçilerinin ve Vesta bakirelerinin de bulunduğu aile üyelerinin arabuluculuğu sayesinde, Sulla'nın isteksizce de olsa geri adım atmasıyla kurtulabildi. Sulla'nın "Sezar'da çok sayıda Marius gördüğünü" söylediği iddia edilir.
Sezar Roma'ya dönmek yerine orduya katıldı ve Asya'da Marcus Minucius Thermus ve Kilikya'da Servilius Sauricus'un emrinde görev yaptı. Midilli kuşatmasında gösterdiği üstün hizmetlerinden dolayı Corona Civica ile ödüllendirildi. Kral IV. Nikomedes'in donanmasına eşlik ederek güvenliğini sağlamak için gittiği Bithynia'da Kralın sarayında uzun süre kalınca tüm hayatı boyunca peşini bırakmayacak olan Nikomedes'le bir ilişki yaşadığı söylentileri ortaya çıktı. Rahiplik görevinden alınması ironik biçimde ona askerî bir kariyer yapmanın yolunu açmıştı, çünkü geleneklere göre bir "Flamen Dialis'in" atlara dokunması, kendi yatağından başka bir yatakta üç günden fazla ya da Roma dışında bir günden fazla uyuması ya da bir orduya doğru bakması yasaktı.
İki yıl diktatör olarak görev yapan Sulla MÖ 80 yılında istifa etti ve yeniden konsülar bir hükümet kurup bir yıl konsül olarak görev yaptıktan sonra emekliye ayrıldı. Sezar sonradan Sulla'nın diktatörlük görevinden ayrılmasıyla alay edecek ve "Sulla politikanın abecesini bilmiyor" diyecekti. Sulla iki yıl sonra MÖ 78'de öldü ve cenazesi devlet töreniyle kaldırıldı. Sulla'nın öldüğünü duyan Sezar, kendisi için yeterince güvenli hale geldiğine inandığı Roma'ya geri döndü. Tüm mallarına el konulduğundan, Roma'nın dışında alt sınıftan insanların yaşadığı Subura'da mütevazı bir eve yerleşti. Sezar'ın geri dönüşü Marcus Aemilius Lepidus tarafından Sulla karşıtı bir darbe girişimi olarak değerlendirildi ancak Sezar Lepidus'un liderliğine güvenmediğinden bu plana katılmaktan kaçındı ve bunun yerine yeniden avukatlık yapmaya başladı. Olağanüstü hitabetine eşlik eden heyecanlı jestleri, ince sesi, irtikâp ve yolsuzluk'tan adı çıkmış eski valilerin ceza davalarındaki insafsızlığı sayesinde tanınan biri haline geldi. Retoriğini mükemmelleştirmek amacıyla MÖ 75 yılında Cicero'yu da eğitmiş olan Apollonius Molon'un yanına, Rodos'a gitti.
Sezar Ege Denizi'ni geçerken Kilikyalı korsanlar tarafından kaçırıldı ve Oniki Ada'lardan biri olan küçük Farmakos adasında tutsak edildi. Esareti boyunca gururlu bir tavır sergiledi. Korsanlar fidye olarak yirmi talent altın istemeye karar verince, Sezar elli talent altın istemeleri konusunda ısrar etti. Fidyenin ödenmesinden sonra serbest bırakılan Sezar bir donanma topladı ve korsanları kovalayarak yakaladıktan sonra Bergama'ya hapsetti. Asya eyaleti valisi korsanları idam etmeyi reddederek onları köle olarak satmayı tercih etti ancak Sezar kıyıya geri döndü ve tutsak olduğu zaman söz verdiği gibi korsanları çarmıha gerdirdi. Ardından Rodos'a doğru yelken açtı ancak bir süre sonra Pontus'tan gelen işgal tehdidine karşı koymak için orduya geri çağrıldı.
Roma'ya dönüşünde, Roma politik yaşamında "cursus honorum'un" ilk basamağı olan tribün görevine seçildi. Spartaküs'e karşı yapılan savaş (MÖ 73 - 71) bu dönemde yapılmıştır ancak Sezar'ın bu savaşta herhangi bir rol oynayıp oynamadığına dair kayıt yoktur. MÖ 69 yılında quaestor seçildi ve aynı yıl teyzesi ve Marius'un dul eşi Julia'nın cenaze töreninde bir konuşma yaptı. Kendi karısı Cornelia da aynı yıl ölecekti. Sezar cenazenin ardından Antistius Vetus'un emrinde quaestorluk görevini yerine getirmek üzere Hispania'ya gitti. Orada bulunduğu sırada Büyük İskender'in heykeliyle karşılaştığı ve şimdi İskender'in dünyayı ayakları altına aldığı yaşta olduğunu ve onunla karşılaştırıldığında çok az şey başardığı gerçeğini hoşnutsuzlukla fark ettiği söylenir. Görevinden erkenden ayrılma talebi kabul edilince Roma politik yaşamına geri döndü. Geri döndüğünde Sulla'nın torunu Pompeia ile evlendi. Ardından aedile seçilen Sezar, hâlâ yönetimde olan Sulla yanlısı rejimle çelişen bir hareket olarak Marius'ın zaferleri anısına yapılan zafer anıtlarını restore ettirdi. Ayrıca Sulla'nın yasaklarından fayda sağlayanlara karşı ceza davaları açtı ve |
meslektaşı Marcus Calpurnius Bibulus'u gölgede bırakacak biçimde ödünç para ile kamu işleri ve oyunları için büyük miktarlarda para harcadı. Ayrıca iki başarısız darbe girişimi ile de karşı karşıya kaldı.
MÖ 63, Sezar için hareketli bir yıldı. Tribün Titus Labienus'u, 37 yıl önce politik bir cinayete kurban giden tribün Lucius Appuleius Saturninus'un ölümüyle ilgili senatör Gaius Rabirius'a dava açmaya ve bu davaya müdahil iki hâkimden birisi olarak kendisini atamaya ikna etti. Rabirius, Cicero ve Quintus Hortensius tarafından savunuldu ancak vatana ihanetten mahkûm olmaktan kurtulamadı. Temyiz etmek için halka gitmeye hazırlandığı sırada praetor Quintus Caecilius Metellus Celer, askerî bayrağı Janiculum tepesinden sökerek toplantının ertelenmesini sağladı. Labienus kovuşturmayı başka bir duruşmayla yeniden başlatabileceği halde bunu yapmadı ve Sezar'ın istediği şekilde davranarak davayı düşürdü. Labienus, gelecek on yıl boyunca Sezar'ın önemli bir müttefiki olacaktı.
Aynı yıl, Sulla tarafından atanan Pontifex Maximus Quintus Caecilius Metellus Pius'un ölmesi üzerine Sezar bu göreve talip oldu. Rakipleri "optimates" kliğinden eski konsüller Quintus Lutatius Catulus ve Publius Servilius Vatia Isauricus idi. Her iki taraf hakkında da rüşvetçilik suçlamaları ortaya atılmıştı. Sezar seçim sabahı annesine, geriye ya bir Pontifex Maximus ya da bir hiç olarak döneceğini, çünkü seçilememesi durumunda kampanyası için aldığı muazzam borç yüzünden sürgüne gönderilebileceğini söylemişti. Sonuçta Sezar rakiplerinin tüm tecrübe ve mevkilerine rağmen, diğer iki adayın oylarının bölünmesi sayesinde rahatça kazandı. Görevine, Via Sacra'da resmi bir ikametgâh tahsisi ile başladı.
Aynı yıl konsül olarak görev yapmakta olan Cicero, cumhuriyetin kontrolünü ele geçirmek için bir tertip hazırlayan Catilina'nın planlarını açığa çıkarınca Catulus ve diğerleri Sezar'ın da bu planın bir parçası olduğunu iddia ettiler. Ertesi yıl praetor seçilecek olan Sezar, tertibi düzenleyenlerle nasıl pazarlık yapılacağı hakkında Senato'da yapılan tartışmalara katıldı. Tartışma sırasında Sezar'a bir not ulaştırıldı. İleride onun en acımasız politik rakibi haline gelecek olan Marcus Porcius Cato, Sezar'ı tertipçilerle işbirliği yapmakla suçladı ve kendisine verilen mesajı yüksek sesle okumasını talep etti. Sezar notu ona gönderince, Cato için oldukça utanç verici bir durum olarak, bu mektubun Cato'nun üvey kız kardeşi Servilia tarafından Sezar'a yazılmış bir aşk mektubu olduğu ortaya çıktı. Sezar, tertibi düzenleyenlerin öldürülmesi yerine ömür boyu hapis cezasına çarptırılmasının daha iyi olacağı fikrini ikna edici biçimde savundu ancak Cato tarafından yapılan bir konuşma sonrası Senato fikrini değiştirdi ve darbeciler idam edildi. Ertesi yıl tertibi araştırmak üzere bir komisyon kuruldu ve Sezar bir kez daha komplo ile suçlandı. Cicero'nun ispat etmesi üzerine, plan hakkında bildiklerini kendi isteğiyle anlattı ve suçsuzluğu anlaşılınca onu suçlayan komisyon üyelerinden biri hapse atıldı.
MÖ 62 yılında praetor olarak görev yaparken tartışmalı kanun teklifleri konusunda tribün Metellus Celer'i desteklemiş ve ikilinin inatçı tutumları yüzünden Senato onları bir süreliğine görevden uzaklaştırmak zorunda kalmıştı. Sezar, görevlerini yerine getirmeye devam etmeyi denemiş ve sadece şiddet tehlikesi baş gösterdiğinde geri çekilmişti. Senato, Sezar'ı destekleyen sokak gösterileri artmaya başlayınca onu görevine iade etme konusunda ikna olmuştu.
Aynı yıl Bona Dea ("iyi tanrıçalar") festivali Sezar'ın himayesinde ve onun evinde yapılmıştı. Erkeklerin festivale katılmasına izin verilmediği halde genç bir patrici olan Publius Clodius Pulcher kadın kılığında içeri girmeyi başarmış, Sezar'ın karısı Pompeia'yı açıkça ayartmaya çalışmış, yakayı ele verince de dinsel saygısızlıktan mahkûm edilmişti. Sezar, Roma'nın en güçlü patrici ailelerinden birisini gücendirmemek adına Clodius'un duruşmasında ona karşı tanıklık vermemiş ve Clodius rüşvet ve gözdağı sayesinde beraat etmişti. Bununla beraber Sezar, "karım hakkında hiçbir şüphe olmamalı" diyerek Pompeia'dan boşanmıştı.
Praetorluğunun bitmesinin ardından Sezar Hispania Ulterior eyaletine yönetici olarak atanmış olsa da hâlâ çok borçluydu ve ayrılmadan önce kendisine borç verenleri tatmin etmek durumundaydı. Bu sebeple Roma'nın en zengin adamlarından olan Marcus Licinius Crassus'a başvurdu. Crassus, Pompey'in menfaatlerine karşı olan muhalefetinde kendisine destek olması karşılığında Sezar'ın borçlarının bir kısmını ödedi ve geri kalanlarına da garantör oldu. Yine de praetorluğu sona erince dokunulmazlığı kalkacağı için alacaklıları tarafından dava edilebileceğini bilen Sezar, henüz görevi sona ermeden, eyaletine gitmek üzere Roma'dan ayrıldı. Hispania'da Callaici ve Lusitanilerin topraklarını fethetti ve birlikleri tarafından "imparator" olarak selamlandı. Borçlarla ilgili kanunu reforme etti ve valilik görevini yüksek bir itibarla tamamladı.
Sezar "imparator" olarak selamlandığı için bir Roma Zafer Alayı ile ödüllendirildi. Ancak Sezar'ın gözü cumhuriyetin en yüksek magistralığı olan Konsüllük görevindeydi. Ortada bir sorun vardı ve Sezar eğer zafer alayına katılırsa bir asker olarak kalmalı ve Roma şehir surlarının gerisinde beklemeliydi ancak konsüllük seçimlerine katılmak istiyorsa komutayı bırakmalı ve şehre sıradan bir yurttaş gibi girmeliydi. Aynı anda iki seçeneğin de gerçekleşmesi olanaksızdı. Senato'dan seçimlere "in absentia" (gıyabında) olarak katılmak için izin istedi ancak bu talep Cato tarafından bloke edildi. Zafer alayı ve Konsüllük arasında bir seçim yapmak durumunda kalan Sezar, Konsüllüğü seçti.
Konsüllük için yarışan üç aday vardı: Sezar, birkaç yıl önce Sezarla birlikte aedile olarak görev yapmış olan Marcus Calpurnius Bibulus ve Lucius Lucceius. Seçim kirli bir mücadeleye sahne oluyordu. Sezar, Cicero'nun desteğini istemiş ve zengin birisi olan Lucceius'la ittifak yapmıştı. Ancak mali durumu Bibulus karşısında yetersiz kalmış ve buna ilaveten rüşvet yemezliği ile ünlü Cato'nun bile Bibulus'tan rüşvet alarak onun tarafını tuttuğu söylentisi yayılmıştı. Sonuç olarak Sezar ve Bibulus, MÖ 59 yılı için konsül seçildiler.
Sezar, borcu yüzünden Crassus'a politik olarak bağımlı olduğu halde, Senato'da emekli askerleri için doğuda yerleşim yerleri ve tarım arazileri tahsis edilmesi mücadelesinde başarısız olan Pompey ile de iyi geçinmeye çalışmıştı. Pompey ve Crassus, birlikte konsüllük yaptıkları MÖ 70 yılından beri kavgalıydı ve Sezar birisiyle ittifak kurmanın diğerini kaybetmek anlamına geldiğini bildiğinden aralarını bulmaya çalışmıştı. Bu üçlünün, kamu işleri üzerinde kontrolü sağlayabilmek için hem paraları hem de politik nüfuzları vardı. Birinci Üçlü Yönetim olarak bilinen bu gayri resmî ittifak, Pompey'in Sezar'ın kızı Julia ile evlenmesiyle daha da sağlamlaştırıldı. Bu arada Sezar da ertesi yıl konsül seçilecek olan Lucius Calpurnius Piso Caesoninus'un kızı Calpurnia ile evlendi.
Sezar, Pompey ve Crassus tarafından da desteklen ve kamu arazilerinin fakirlere gerekirse güç kullanılarak dağıtılmasını içeren bir kanun teklifi sunarak ittifakı aleni hale getirdi. Pompey, şehri askerlerle doldurdu ve muhaliflerin gözünü korkutmayı başardı. Bibulus, kehanetlerin olumsuz olduğunu ilan ederek kanunu geçersiz kılmaya çalıştıysa da Sezar'ın silahlı destekçileri tarafından Forumdan uzaklaştırıldı. Lictorlarının taşıdığı "fascesler" kırılmış, konsüle eşlik eden tribünlerden ikisi yaralanmış ve Bibulus'un üzerine bir kova dolusu dışkı dökülmüş, hayatından endişe eden Bibulus, yılın geri kalanını evinde saklanarak geçirmişti. Sezar'ın kanun yapma yetkisini engellemeye yönelik bu girişim yetersiz kalmıştı. Romalı taşlama ustaları bu yılı "Jül ve Sezar'ın konsüllüğü" olarak adlandırmışlardır.
Sezar ve Bibulus ilk seçildiğinde Cumhuriyet aristokrasisi Sezar'ın gelecekteki muhtemel gücünü engellemeyi denemiş ve İtalya'nın ormanlarını ve otlaklarını ifraz etmişti. Piso ve Pompey'in yardımıyla Sezar bu durumu değiştirdi ve bunun yerine Cisalpina Galya ve İllirya'ya ilave olarak Gallia Narbonensis eyaletlerinin yönetimine atandı. Bu sayede dört lejyonun komutasını eline almış olmanın yanında beş yıl süreyle hakkında dava açılmasını engelleyen bir dokunulmazlığa da kavuşmuş oldu. Konsüllük görevi sona erince, görev yaptığı süre içindeki yolsuzluklar yüzünden hakkında dava açılma tehlikesi belirince henüz görev süresi bitmeden Roma'dan ayrılarak atandığı eyalete gitti.
Sezar hâlâ çok borçluydu ve bir eyalet yöneticisi olarak para edinmek için ya zorla vergi toplamak ya da askerî bir maceraya girişmekten başka çıkar yolu yoktu. Sezar'ın komutası altında, fethedilmemiş topraklara ve tekinsiz bir yer olarak bilinen özgür Galya'ya sınır komşusu olan eyaletleri İllirya ve Gallia Narbonensis'de konuşlanmış dört lejyon vardı. Roma'nın müttefiklerinden Aeduiler, Galyalı rakipleri tarafından Ariovistus liderliğindeki Cermen kökenli Suebilerin yardımıyla bozguna uğratılmış ve Helvetler Romalıların savaş amaçladıklarını düşünerek korktukları büyük çaplı bir göçe başlamışlardı. Yeni iki Lejyon toplayan Sezar önce Helvetileri hemen ardından da Ariovistus'u yendi ve ordusunu
kış için Sequani topraklarında konuşlandırarak Gallia Narbonensis'in ötesindeki topraklara karşı ilgisinin geçici olmadığı sinyalini verdi.
Göreve gelişinin ikinci yılında sahip olduğu askerî gücü, Cisalpine Galya eyaletinden topladığı iki yeni Lejyonla iki katına çıkardı. Cisalpine Galya eyaleti sakinleri Roma yurttaşı olmadığı için bu eylemin yasallığı tartışmalıydı. Sezar'ın bir önceki yılki eylemlerine karşılık Kuzeydoğu Galya'nın Belgic kabileleri silahlanmaya başladılar. Sezar bu duruma sert bir hareketle cevap verdi ve birleşik Belgic (Belçika) ordusuna karşı başarısız bir muharebenin ardından kabileleri parça parça fethetti. Bu araba Crassus'un oğlu Publius komutasındaki bir Roma Lejyonu da Armorica yarımadasındaki yerel kabilelerin topraklarını fethetmeye başladı.
MÖ 56 yılı baharında Üçlü yönetim, Cisalpine Galya eyaletinin Luca (m |
odern Lucca) kentinde bir araya geldi. Roma'ya tam bir karmaşa hâkimdi ve Clodius'un popülist kampanyası Crassus ve Pompey arasındaki ilişkinin altını oymaya başlamıştı. Toplantıda Üçlü yönetim yenilenirken Sezar'ın prokonsüllüğü beş yıllık bir süre için yeniden uzatıldı. Crassus ve Pompey'in yeniden konsül seçilmesi ve tıpkı Sezar gibi aynı süreler için Crassus'un Suriye ve Pompey'in Hispania prokonsülü olmaları kararlaştırıldı. Sezar'ın Venetileri deniz savaşında yenmesi ile Armorica'nın fethi tamamlanırken, genç Crassus da güneybatıda Aquitanilerin topraklarının fethini tamamlamıştı. MÖ 56 yılındaki seferin ardından sadece alçak kıyı bölgelerde yaşayan Morini ve Menapi kabilelerinin toprakları Roma'nın kontrolü dışında kalmıştı.
MÖ 55 yılında, Galya'ya karşı Cermen kabileleri Usipeteler ve Tencteriler tarafından gerçekleştirilen bir işgal girişimini defeden Sezar, hemen ertesinde Ren Nehri üzerine bir köprü yaptırdı ve geri dönüp köprüyü sökmeden Cermen topraklarında bir süre dolaşarak gövde gösterisi yaptı. Aynı yıl yaz mevsiminin sonlarında doğru Morini ve Menapilere boyun eğdirdi ve Britonların bir önceki yıl kendisine karşı savaşan Venetilere yardım ettiği gerekçesiyle Britanya'ya geçti. İstihbaratı zayıftı ve Kent kıyılarında bir kıyıbaşını ele geçirdiği halde bu durumu muhafaza etmenin güçlüklerinden dolayı kışı geçirmek üzere Galya'ya geri döndü. Ertesi yıl daha büyük bir güç ve daha iyi hazırlanarak geri dönen Sezar ülkenin içlerine kadar ilerledi ve Trinovanteli Mandubracius'u, rakibi Cassivellaunus ile anlaşma sağlayarak müttefik kral olarak tespit etti. Ancak Galya'da hasatın kötü gitmesi, Eburoneli Ambiorix'in liderliğini yaptığı ve Sezar'ı tüm kış ve takip eden yılın ortalarına kadar sürecek bir çatışmaya sürükleyen bir ayaklanmaya neden oldu. Ambiorix'in ortadan kaldırılmasıyla Sezar artık Galya'nın tamamen kontrol altına alındığına kanaat getirdi.
Sezar'ın Britanya'da seferde olduğu sırada Pompey'in karısı olan kızı Julia doğum yaparken öldü. Sezar, ittifak anlaşmasını yenilemek ve desteğini kaybetmemek için Pompey'e Gaius Marcellus'la evli olan yeğeni Octavia'yı teklif ettiyse de Pompey bu öneriyi reddetti. Crassus, MÖ 53 yılında, başarısız bir Part ülkesini işgal girişimi sırasında öldü. Roma, şiddetin sınırına gelmişti. Pompey tek başına konsül olarak atandı ve hemen ardından düzeni sağlamak için boş konsül koltuğuna oturması için davet ettiği, Sezar'ın politik rakiplerinden Quintus Metellus Scipio'nun kızı Cornelia ile evlendi. Triumvirlik sona ermişti.
MÖ 52 yılında Arverni kabilesinden Vercingetorix'in liderliğini yaptığı yeni bir isyan tüm Galya'ya yayıldı. Vercingetorix tüm Galya kabilelerini bir araya getirmeyi başarmış ve Sezar'ı Gergovia Savaşı'da dahil birkaç çarpışmada yenerek askeri yeteneğini göstermişti ancak Sezar'ın Alesia savaşı'ndaki özenle hazırlanmış kuşatma planı karşısında nihayet teslim olmak zorunda kalmıştı. Ertesi yıl boyunca süren dağınık isyanlara rağmen Galya tam olarak fethedildi.
Titus Labienus, Sezar'ın en yüksek rütbeli legatesi olarak Galya seferi sırasında propraetor unvanı aldı. Sezar'ın komutası altında görev yapan diğer dikkat çekici kişiler arasında akrabası olan Lucius Julius Caesar, Crassus'un oğulları Marcus ve Publius, Cicero'nun kardeşi Quintus, Decimus Brutus, ve Marcus Antonius bulunur.
Plutarch, ordunun tüm Galya Savaşları boyunca savaşmak zorunda kaldığı asker sayısının üç milyon civarında olduğunu, bunlardan bir milyonun öldürüldüğünü, geri kalanlardan bir milyonunun da köleleştirildiğini iddia eder. 300 kabileye boyun eğdirilmiş ve 800 kent yıkılmıştır. Avaricum (Bourges) kentinin nüfusunun neredeyse tamamı (toplam 40.000) kılıçtan geçirilmiştir. Jül Sezar, memleketlerinden ayrılan Helvetler kabilesine mensup insan sayısının 368.000 kişi olduğundan, bunlardan 92.000 kişinin silah taşıdığından ve sadece 110.000 kişinin geri dönebildiğinden bahseder. Ancak doğru sayıyı bilebilmenin zorluklarına ilave olarak Sezar'ın propaganda amaçlı verileri ve antik metinlerdeki abartılı rakamlar göz önüne alındığında düşmanın sahip olduğu savaşçı sayısının bu kadar yüksek olamayacağı aşikardır. Furger-Gunti, 60.000 askerden fazla bir mevcuda sahip ordunun planlanan taktik açısından kuşkulu olacağını bu sebeple Helvetilerin 40.000 savaşçıya karşın toplam 160.000 göçmenden oluşmuş olabileceğini iddia eder. Delbrück, sayıyı daha aşağıya çeker ve 100.000 göçmene karşın Romalıların sahip olduğu 30.000 kişilik asker gücünün neredeyse yarısı olan 16.000 savaşçı olduğunu iddia eder.
Sezar adı, sahip olduğu askeri yeteneklerden dolayı tarihçiler tarafından tarihin en önemli askerî taktisyen ve stratejistleri olarak kabul edilen Büyük İskender, Sun Tzu, Halid bin Velid, Hannibal, Cengiz Han ve Napolyon Bonapart'la birlikte anılmıştır. Sezar, gerek Galya savaşları sırasındaki Gergovia savaşında, gerekse iç savaş sırasındaki Dyrrhachium savaşında taktik açıdan göz alıcı zaferler kazanmıştır. Ancak, Sezar'ın taktik dehası kendini Galya Savaşları sırasındaki Alesia kuşatmasında, iç savaş sırasındaki Farsalus savaşında, Pompey'in sayıca fazla birliklerini geri püskürtmesiyle ve Pharnaces'in ordusunu Zela savaşında yok etmesiyle göstermiştir.
Sezar'ın hangi topraklarda ya da hangi hava koşullarında olursa olsun seferlerindeki başarısının sırrı, komuta ettiği Lejyonların sahip olduğu sıkı ama adil disiplindi. Sezar birinci sınıf piyade ve süvarilere sahip olmanın yanında müthiş Roma ağır silahlarına ve üstün mühendislik yetenekleriyle donatılmış bir orduya sahipti. Aynı zamanda manevra yapan birliklerin ulaştığı hız efsane haline gelmişti; Sezar'ın ordusu bazen bir günde o zaman için inanılmaz bir mesafe olan 40 mil (yaklaşık 64 km.) yol alabiliyordu. Sezar'a ait "Galya Savaşı Üzerine Yorumlar" adlı kitapta anlatılanlara göre, oldukça sarp ve yüksek bir plato üzerine kurulmuş olan bir Galya şehrinin kuşatması sırasında, Sezar'ın mühendisleri sert kayadan bir tünel açmış ve şehrin su çektiği kaynağa ulaşıp yönünü değiştirerek ordunun kullanımına tahsis etmişti. Su kaynağı kesilen şehir bir süre sonra teslim olmak zorunda kalmıştı.
MÖ 50 yılında Pompey'in önderliğindeki Senato, prokonsüllük görevinin sona erdiği gerekçesiyle Sezar'a Roma'ya geri dönmesi ve ordusunu terhis etmesi emrini verdi. Dahası, Senato Sezar'ın "in absentia" (gıyabında) ikinci kez konsül seçilmesini de yasakladı. Sezar, konsüllerin kullandığı dokunulmazlık hakkı ya da ordusunun gücü arkasında olmadan Roma'ya girmesi halinde kovuşturmaya uğrayacağını ve politik olarak dışlanacağını düşünüyordu. Pompey, Sezar'ı başkaldırı ve vatana ihanetle suçladı. Sezar'ın 10 Ocak MÖ 49'da generallerin ordularıyla geçmelerinin yasak olduğu Rubicon nehrini "Lejyon XIII Gemina" ile geçmesiyle Roma'da iç savaş başlamış oldu. Plutarch, Sezar'ın Rubicon'u geçtiğinde Atinalı bir oyun yazarı olan Menandros'a ait "ἀνερρίφθω κύβος" deyişini kullandığını söyler. Suetonius bu deyişin Latince karşılığını "alea iacta est" yani "ok yaydan çıktı" olarak verir.
Güneye kaçan Metellus Scipio ve Genç Cato'nun da aralarında bulunduğu Optimatlar, özellikle Kuzey İtalya'daki şehirlerin çoğunluğunun teslim olmasının ardından yeni toplanan birlikler sayesinde biraz nefes aldılar. Samarium'da giriştikleri bir lejyon toplama girişimi, lejyonun kayda değer bir çarpışmaya katılmadan teslim olmasıyla sonuçsuz kaldı. Sezar'ın sahip olduğu tek lejyon olan Onüçüncü Lejyon'dan çok daha fazla bir güce sahip olmasına rağmen Pompey'in savaşmaya pek niyeti yoktu. Sezar, Senato ve Lejyonlarını kıstırarak Pompey'i kaçmadan yakalama umuduyla onu Brindisium'a kadar kovaladı. Pompey onu atlattı ve Sezar'ın barikatları yıkmasından hemen önce limandan demir alarak kurtulmayı başardı.
Limanda bulunan tüm gemiler Pompey tarafından birliklerinin tahliyesi için kullanıldığından onu takip etmek mümkün değildi ve bunu üzerine Sezar yönünü Hispania'ya çevirdi. Roma'yı Marcus Aemilius Lepidus'un prefect'liğine ve İtalya'nın geri kalanını tribün Marcus Antonius'un kontrolüne bırakan Sezar, şaşırtıcı bir hızla 27 gün içinde Hispania'ya ulaştı ve kendisine katılan iki Galya Lejyonu ile Pompey'in vekillerini bozguna uğrattı. Hemen ardından Pompey'le hesaplaşmak üzere doğuya, Yunanistan'a doğru ilerledi. 10 Temmuz MÖ 48'de Dyrrhachium'da yapılan savaş sırasında tahkimat hattının yıkılması nedeniyle neredeyse felaketle sonuçlanabilecek bir bozgundan kıl payı kurtuldu. Sezar, kısa süre sonra yapılan Farsalus savaşıyla kendisinden çok daha güçlü (Sezar'ın piyadelerinin iki katı piyade ve kayda değer miktarda süvari fazlası) olan Pompey'i MÖ 48 yılında kesin olarak yenilgiye uğrattı.
Roma'da Sezar diktatör olarak atanırken Marcus Antonius da onun Magister Equitum'u olarak göreve başladı. Bu göreve atanmasından sadece 11 gün sonra diktatörlükten istifa eden Sezar, Publius Servilius Vatia ile ikinci kez Konsül seçildi.
Sezar, Pompey'i Kral XIII Ptolemaios'un hizmetinde çalışan eski bir Romalı subay tarafından öldürüleceği İskenderiye'ye kadar kovaladı. Ardından XIII. Ptolemaios ve onun kız kardeşi, karısı ve aynı zamanda vekil kraliçe olan Firavun Kleopatra VII arasındaki iç savaşa müdahil oldu. Bunun sebebi belki de Ptolemaios'un Pompey'in katlindeki rolüdür. Sezar Kleopatra'nın tarafını tuttu. Anlatılanlara göre XIII. Ptolemaios'un mabeyincisi Pothinus tarafından kendisine hediye olarak takdim edilen Pompey'in kesik başına ağlamıştı. Her halükârda, Ptolemaik güçler MÖ 47 yılında yapılan Nil Savaşı ile Sezar tarafından yenildiler ve hemen ardından Sezar'dan Caesarion adlı bir çocuğu olduğundan şüphelenilen Kleopatra, tahta çıkarıldı. Sezar ve Kleopatra İskenderiye iç savaşı sırasında elde ettikleri zaferi MÖ 47 yılı baharında Nil üzerinde düzenledikleri bir zafer alayı ile kutladılar. Kraliyet kayığına eşlik eden 400 gemi, Sezar'a Mısır Firavunlarının sahip olduğu ihtişamı yansıtmayı amaçlıyordu.
Sezar ve Kleopatra hiç evlenmediler zira Roma kanunlarına göre bunu yapmaları mümkün değildi. Evlilik kurumu sadece Roma yurttaşları arasında yapıldığında geçerli oluyordu ve |
Kleopatra Mısır kraliçesiydi. Sezar'ın evliliği 14 yıl önce bir çocuk sahibi olmadan sona erdiğinden Kleopatra ile olan ilişkisi Romalılar tarafından zina olarak değerlendirilmedi ve Sezar, Kleopatra ile olan ilişkisini sorunsuzca sürdürebildi. Kleopatra Roma'yı birkaç kez ziyaret etti ve bu ziyaretlerinde Sezar'ın Romanın hemen dışında, Tiber kıyısındaki villasında ikamet etti.
MÖ 47 yılının ilk aylarını Mısır'da geçiren Sezar, daha sonra Orta Doğu'ya yöneldi ve Pontus kralı II. Farnekes'i yok edeceği Zela Savaşı'nı kazandı. Ardından Pompey'in Afrika'da kalan senatoryal destekçileri ile hesaplaşmak üzere Afrika'ya geçti. Kısa süre sonra MÖ 46 yılında yapılan Thapsus Savaşında Metellus Scipio (bu savaşta öldü) ve Genç Cato'ya (intihar etti) karşı görkemli bir zafer kazandı. Bununla beraber, Pompey'in oğulları Gnaeus Pompeius ve Sextus Pompeius, Sezar'ın eski Legatesi ve Galya savaşlarının iki numaralı komutanı Titus Labienus ile birlikte Hispania'ya kaçtı. Sezar takibe devam etti ve geri kalan son muhalifleri de MÖ 45 yılı Mart ayında yapılan Munda Savaşı ile yok etti. Bu süre zarfında, Sezar MÖ 46 yılında Marcus Aemilius Lepidus'la üçüncü ve MÖ 45 yılında meslektaşı olmadan dördüncü defa Konsül seçildi.
Hispania'da seferde olduğu sırada, Senato Sezar'a "in absentia" (gıyabında) onur payeleri vermeye başladı. Sezar düşmanlarını yasaklamak yerine hepsini affettiği için kendisine karşı güçlü bir muhalefet yoktu. 21 Nisan tarihinde Munda'da elde ettiği zaferin onuruna büyük oyunlar ve kutlamalar düzenlendi.
MÖ 45 yılı Eylül ayında İtalya'ya geri dönen Sezar vasiyetini hazırladı ve yeğeni Gaius Octavius'u (Octavian) unvanı da dahil olmak üzere sahip olduğu her şeyin mirasçısı olarak tayin etti. Sezar ayrıca Octavian'ın kendisinden önce ölmesi durumunda ikinci varis olarak Marcus Junius Brutus'u belirledi.Bazı kaynaklarda Brutus'u evlatlık oğul ilan ettiği de söylenir.
Sezar devlet sübvansiyonlu hububatın satın alınmasını sıkı bir şekilde düzenledi ve alıcıların sayısını belirli bir rakamda sabitleyerek hepsini kayıt altına aldırdı. Fakirler için ayrılan tahıl paylarının satılmasını da yasakladı. MÖ 47-44 arasında emekli askerleri için arazi tahsisi ve Roma dünyası boyunca emekli asker kolonileri kurulmasıyla ilgili planlar hazırladı.
Sezar MÖ 63 yılında, görevleri arasında takvimi ayarlamak da bulunan Pontifex Maximus seçilmişti. Bu yetkiyle mevcut takvim sistemi üzerinde gerçekleştirdiği revizyon, yaptığı en etkili ve uzun soluklu reformlardan biri olarak tarihe geçti. Sezar MÖ 46 yılında her dört yılda bir artık yıl hesabına dayalı 365 günlük takvim sistemini geliştirdi (Jülyen takvimi olarak bilinen bu takvim Papa XIII. Gregory tarafından 1582 yılında revize edilerek günümüzde kullanılan Gregoryen takvimi oluşturulmuştur). Bu reformun bir sonucu olarak 455 gün uzunluğundaki standart bir Roma yılı mevsimlere bölünmüş oldu. Gregoryen takviminin 7. ayına Sezar'ın onuruna "July" (Latince Iulius'tan türetilmiştir) adı verilmiştir.
Bu dönemde Sezar Forumu ve içinde bulunan Venüs Genetrix Tapınağı ile birlikte pek çok kamu binası inşa edildi.
Antik biyografi yazarları Sezar ve Senato arasındaki gerilimi ve onun olası krallık iddiasını ayrıntılı biçimde tasvir ederler. Bu olaylar Sezar'ın Senatoda bulunan politik rakipleri tarafından suikast sonucu öldürülmesinin başlıca nedenidir.
Plutarch farklı bir anlatımla, Sezar'ın Senatoya adına tevcih edilen onurların olması gerekenden daha fazla olduğunu bildirdiğini ancak nankör birisi olarak görülmemek için bu pozisyonları kabul ettiğini aktarır. Kendisine "Pater Patriae" ("Vatanın Babası") unvanı da verilmiştir. Üçüncü kez Diktatör seçilmiş ve hemen ardından aslında onu on yıllık bir süre için diktatör yapacak şekilde birbirini izleyen dokuz tek yıl için Diktatör olarak atanmıştır. İlave olarak üç yıllık bir süre için "praefectus morum" (ahlak prefect'i) seçilmiştir.
Sezar, Senato tarafından "ömürboyu diktatör" anlamına gelen "Dictator Perpetuus" olarak adlandırılmıştır. Cumhuriyet tarihinde İlk kez olmak üzere, ön yüzünde bu unvan ve Sezar'ın profilden figürü arka yüzde ise tanrıça Ceres ve Sezar'ın unvanı olan "Augur Pontifex Maximus" bulunan bir Roma denarius'u basılmıştır. Cumhuriyet döneminde konsüllerin ve diğer kamu memurlarının imajlarının sikkeler üzerine basılması alışılagelmiş bir durum olsa da Diktatör unvanın sikke üzerine ilk kez basılıyor olması oldukça anlamlıydı.
Cassius Dio, MÖ 44 yılında bir senatör heyetinin Sezar'a tevcih ettikleri yeni onursal payeleri bildirmek üzere onu ziyaret ettiğinden bahseder. Sezar heyeti ayakta karşılamak yerine Venüs Genetrix Tapınağında oturarak kabul etmeyi tercih etmişti. Dio'ya göre bu durum gücenmiş senatörlerin Sezar'a suikast düzenlemesinin başlıca nedeniydi. Yine Dio'nun yazdığına göre Sezar'ın yandaşları bu hareketin nedeni olarak Sezar'ın ağır bir ishal geçiriyor olmasını göstermiş ancak düşmanları onun hiç kimsenin yardımı olmadan eve gittiğini gördüklerini iddia etmişlerdir.
Suetonius, Sezar'ın ayağa kalkmamasının nedeni olarak Cornelius Balbus tarafından engellenmesini gösterir. Suetonius ayrıca yüce Sezar Roma'ya döndüğünde toplanan kalabalıkla ilgili bir hikâye anlatır; Kalabalıktan birisi Sezar'ın Rostra'da bulunan heykeline defne dalından bir çelenk koymuştu. Tribünler Gaius Epidius Marcellus ve Lucius Caesetius Flavius duruma müdahale etmiş ve bu çelengin Jüpiter ve hükümdarlığı sembolize etmesi nedeniyle kaldırılmasını emretmiş, bunu duyan Sezar da tribünleri sahip oldukları resmi güçten men etmişti. Suetonius'a göre Sezar bu noktanın bir adım ötesi olan krallık unvanından ilgisini kesememiştir. Suetonius ayrıca kalabalıktan birisinin Sezar'a Latince kral anlamına gelen ""rex"" şeklinde hitap ettiğinden bahseder. Sezar'ın bu sesleniş üzerine "Ben Sezar'ım, Kral değil", şeklinde bir kelime oyunu ile cevap verdiği rivayet edilir. Ayrıca, Sezar Lupercalia festivali sırasında Rostra'da konuşma yaparken, onunla birlikte konsül seçilmiş olan Marcus Antonius defalarca başına bir çelenk takmaya çalışmıştır. Sezar bu çelengi "Jüpiter Opitimus Maximus'a" sunmak üzere bir kenera koymuştur.
Plutarch ve Suetonius'un bu olayları tasvir ediş şekilleri aşağı yukarı aynıdır ancak Dio, Sezar'ın heykeline çelenk ya da diadem takmak isyeyenlerin tribünler tarafından hapse atıldıklarını yazar. Ayrıca Sezar'a ""rex"" diye bağırılması olayının Alban Tepesinde gerçekleştiğini ve bağıran grubun yine tribünler tarafından hapse atıldığını yazar. Plebler, bağıran kişinin fikirlerini özgürce söyleyememesini protesto etmişlerdir. Sezar, Tribünleri Senatonun huzuruna çıkarmış, olayları senatörlerin oyların sunmuş ve hemen ardından da onları görevden alarak isimlerini kayıtlardan çıkarttırmıştır.
Suetonius ilave olarak Lucius Cotta'nın, Part ülkesini ancak bir kralın fethedebileceği kehanetine dayanarak, Senato'ya Sezar'ın kral olarak kabul edilmesini içeren bir öneri sunduğunu aktarır. Sezar gerçekten de Part Ülkesini fethetmeye niyetlenecek ve bu durum ikinci üçlü yönetim sırasında Marcus Antonius'un hayli başını ağrıtacaktı.
Brutus, arkadaşı ve karısının kardeşi Cassius ve diğer adamlarla birlikte kendilerine "Liberatores" adını vererek suikast planını hazırlamaya başladılar. Şamlı Nikolaos tarafından kağıda dökülerek günümüze ulaşması sağlanan pek çok plan üzerinde tartışmalar yapıldı:
Sezar'ın öldürülmesinden iki gün önce Cassius suikastçilerle bir toplantı yaptı ve eğer birileri planlarını öğrenirse hançerlerini kendilerine saplamalarını söyledi.
MÖ 15 Mart 44 tarihinde bir grup senatör, Senatoya gücüne geri vermesini rica eden bir dilekçe taslağını okuması için Sezar'ı foruma çağırdı. Ancak dilekçe bir kandırmacaydı. Suikast planını dehşet içindeki bir Liberator, Servilius Casca'dan bir gece önce kısmen öğrenen ve işlerin kötüleşmesinden korkan Marcus Antonius, Sezar'ı merdivenlerde engellemek için foruma gitti. Ancak Sezar'ın yolu Campus Martius'da bulunan Pompey Tiyatrosundan geçerken bir grup senatör tarafından kesildi ve Sezar doğu portikosuna bitişik bir odaya doğru yönlendirildi.
Sezar sahte dilekçeyi okumaya başladığı sırada dilekçeyi kendisine sunmuş olan Tillius Cimber, Sezar'ın togasını aşağı indirdi. Sezar, Cimber'e "Ama bu bir vahşet!" (""Ista quidem vis est!"") diye bağırdığı sırada, Casca hançerini çekti ve diktatörün boğazını bir yandan diğer yana kesti. Sezar hemen etrafından döndü ve Casca'nın kolunu yakalayarak "Casca, seni hain, ne yapıyorsun?" dedi Korkudan donakalmış olan Casca, Yunanca "Kardeşlerim, yardım edin" diye bağırdı ("", ""adelphe, boethei!""). Tam bu sırada aralarında Brutus'un da bulunduğu grubun geri kalanı da Sezar'ı bıçaklamaya koyuldular. Sezar kaçmaya çalıştı ancak gözleri kandan göremez olduğundan ayağı takıldı ve yere düştü; adamlar, Sezar portikonun alt merdivenlerinde savunmasız bir şekilde kalana kadar hançerlerini saplamaya devam ettiler. Eutropius'a göre bu suikaste müdahil olan kişi sayısı altmışdan fazlaydı. Sezar 23 defa hançerlenmiştir. Suetonius'a göre bir doktor, aldığı yaralardan sadece ikincisinin yani boynuna aldığı yaranın ölümcül bir yara olduğunu ispatlamıştı.
Diktatörün son sözlerinin ne olduğu kesin olarak bilinmemektedir ve bu konu tarih boyunca bilim adamları ve tarihçiler arasında bir tartışma konusu ola gelmiştir. Genellikle en bilinen versiyonu Latince bir deyiş olan "Et tu, Brute?" ( "Sen de mi, Brutus?") şeklindedir ve Shakespeare'in "Julius Caesar" adlı oyunundan alınmıştır. Aslında tam olarak makaronik bir satırın ilk parçası olarak: ""Et tu, Brute?" öyleyse yıkıl (öl) Sezar." şeklindedir. Shakespeare'in versiyonunu Romalı tarihçi Suetonius'un Sezar'ın son sözlerinin Yunanca bir deyim olan "" (""Kai su, teknon?" olarak okunur": Türkçesi "Sen de mi çocuğum?" şeklindedir) olduğunu iddia eden versiyonu takip eder. Diğer taraftan Plutarch Sezar'ın hiçbir şey söylemediğini ve suikastçilerin arasında Brutus'u gördüğünde togasını başının üstüne çektiğini aktarır.
Plutarch, suikastten sonra Brutus'un bir şeyler söylemek için yoldaşı senatörlerin önüne geçm |
ek istediğini ancak onların binadan kaçmayı tercih ettiklerini iddia eder. Brutus ve beraberindekiler bağırarak Capitol Tepesine doğru yürüdüler ve sevgili şehirlerine şöyle seslendiler: "Roma Halkı, bir kez daha özgürüz!". Olacakların farkına çoktan varan Roma yurttaşları kendilerini evlerine kilitlediğinden bu sevinç çığlıkları sessizlikle karşılandı.
Sezar'ın üzerinde 23 adet yara izi olan balmumundan bir heykeli foruma dikildi. Toplanan kalabalıktan birinin başlattığı yangın, forumun ve komşu binaların ciddi biçimde zarar görmesine yol açtı. Takip eden kaos sırasında Marcus Antonius, Octavian ve diğerleri beş seri iç savaşta karşı karşıya geldi ve tüm bunlar Roma İmparatorluğu'nun doğumuyla sonuçlandı.
Sezar'ın öldürülmesi, suikastçilerin öngöremediği şekilde Roma Cumhuriyeti'nin sonunu hızlandırdı. Sezar'ın oldukça popüler birisi olduğu Roma'nın orta ve alt sınıfları, küçük bir kibirli entelektüel grubunun savunucularını ve hamilerini öldürmesinden dolayı oldukça öfkeliydi. Antonius, her ne kadar olaydan 1600 yıl sonra Shakespeare'in kaleme aldığı gibi ("Dostlarım, Romalılar, yurttaşlarım, beni dinleyin ...") bir konuşma yapmamış da olsa, Sezar'ın ölümünün ardından ortaya çıkan bir kamuoyu tepkisi olarak avam tabakasına hitap eden dramatik bir methiye sunmuştur. Sezar'dan farklı bir eğilime sahip olan Antonius, üzgün Romalı ayaktakımını belki de Roma'nın kontrolünü tek başına ele geçirmek niyetiyle Optimates mensuplarının üzerine saldı. Ancak Sezar, tek mirasçısı olarak yeğeni Octavian'ı işaret etmiş ve onu Roma'nın en zengin yurttaşlarından biri yapmanın yanında oldukça güçlü bir Sezar unvanını da ona miras bırakmıştı. Gaius Octavian, aynı zamanda Büyük Sezar'ın evlatlık oğlu olması nedeniyle Roma halkının çoğunluğunun da sadakatine sahipti. Sezar öldüğü sırada henüz 19 yaşında olan Octavian, Antonius'un Decimus Brutus ile iç savaşın ilk raundu için anlaşması üzerine pozisyonunu gözden geçirdi. Marcus Antonius daha sonra Sezar'ın sevgilisi Kleopatra ile evlendi.
Yunanistan'da bir ordu toplamaya başlayan Brutus ve Cassius ile savaşabilmek için Antonius'un, hem Sezar'ın savaş için ayırdığı yedek akçelerine hem de bu ikisine karşı girişeceği bir eylemin Sezar adına olduğuna dair iddiasının meşruluğunun desteklenmesine ihtiyacı vardı. Bunun için Octavian, Antonius ve Sezar'ın sadık süvari komutanı Lepidus arasında ikinci ve son Triumvirlik oluşturuldu. İkinci Üçlü Yönetim ilk iş olarak Sezar'a Divus Iulius unvanını verdi. Sezar'ın merhametinin onun ölümüne yol açtığı iddiasıyla Sulla devrinden beri kullanılmayan "yasaklamalar" devreye sokuldu. Bu yasaklar daha çok Brutus ve Cassius'a karşı girişilen iç savaşın finansmanını sağlamak için kullanıldı ve bu ikisi nihayet Antonius ve Octavius tarafından Philippi'de yenildiler. İç savaşın üçüncü aşamasında, Octavian'ın karşısında artık Antonius ve Kleopatra vardı. İç savaş, Antonius ve Kleopatra'nın Actium Savaşı'nda Octavian tarafından bozguna uğratılması ile sona erdi ve böylece Octavian, Caesar Augustus adıyla ilk Roma İmparatoru oldu.
Sezar aslında Part Ülkesini, İskit Ülkesini, Kafkasya'yı ele geçirmeyi ve Germania üzerinden Doğu Avrupa'ya gitmeyi planlıyordu. Bu planlarına, uğradığı suikast engel olmuştur.
Plutarch kaynaklı bilgilere göre, Sezar'ın zaman zaman epilepsi nöbetleri geçirdiği düşünülmüştür. Çağdaş yazarlar bu iddia karşısında "keskin bir biçimde bölünmüşlerdir" ve özellikle MÖ 80 yılındaki Sulla dönemi yasaklamaları sırasında sıtmadan rahatsız olduğu yolundaki iddialar daha çok taraftar bulmuştur.
Gençliğinde Absans nöbeti geçirmiş olması da bir diğer olasılıktır. Aile tarihine bakıldığında ataları ve soyundan gelenler arasında da aynı hastalık gözlenir. Sezar'ın sara nöbetlerinden ilk bahseden kişi onun ölümünden sonra doğmuş bir biyografi yazarı olan Suetonius'tur. Ancak epilepsi hastası olduğu tezi bazı tarihçiler tarafından reddedilmiş ve Sezar'ın zaman zaman sara ile aynı nöbet belirtilerini veren hipoglisemi'den muzdarip olduğu iddia edilmiştir.
Sezar, yaşadığı dönemde Roma'nın en ünlü hatiplerinden ve düzyazı yazarlarından biri olarak kabul edilirdi ve retoriği ve tarzı ünlü hatip Cicero tarafından övgüye değer bulunmuştu. En ünlü eserleri arasında halası Julia'nın cenaze konuşması ve "Anticato" adında, Cato'un şöhretini karalamak ve Cicero'nun "Cato" abidesine cevap vermek için yazılmış, bir belge sayılabilir. Maalesef eserlerinin ve konuşmalarının çoğu günümüze ulaşmamıştır.
Tarihsel olarak Sezar'a atfedilen ancak yazarı konusunda tartışmalar bulunan eserler:
Sezar'ın yaşadığı dönemde kullanılan Latin alfabesiyle (yani "J" ya da "U" harflerinin küçük harfleri olmaksızın) Sezar'ın adı tam olarak tercüme edildiğinde "GAIVS IVLIVS CAESAR" olarak yazılırdı. Eski Roma telefuzunda C harfi G yerine kullanıldığıdan ismin "CAIVS" formuna antik dönemde "GAIVS" kullanımından daha sık rastlanırdı ve sık sık "C. IVLIVS CAESAR" olarak kısaltılırdı.. ("Æ" olarak bilinen birleşik harf Latince yazıtlar da yer kazanmak için kullanılırdı ve "ae" harflerinden başka bir şey değildi.) Klasik Latincede "gaːius ˈjuːlius ˈkaisar" olarak telaffuz edilirdi.Roma Cumhuriyetinin son dönmelerinde Roma yazmalarının çoğu en eğitimli Romalıların dili olan Yunanca olarak yazılıyordu. Romalı genç ve zengin erkek çocuklar genellikler Yunan köleler tarafından eğitiliyordu ve zaman zaman tıpkı Sezar'ın baş suikastçisi Brutus gibi daha iyi eğitim almaları için Atinaya gönderiliyorlardı. Sezar dönemi Yunanistanında, Sezar'ın aile adı döneminin telaffuzunu yansıtacak biçimde "Καίσαρ" (Kaisar) olarak yazılıyordu. Böylece, Almanca Kayser telaffuzuna oldukça benzer bir telaffuza sahipti. Bu Almanca isim, tıpkı modern İngilizcedeki telaffuzunun ve Rusça Çar unvanın da türetildiği kelime olan Orta Çağ Dini Latincesindeki "tʃeːsar" isminden türetilmiştir.
Sezar adı aynı zamanda Norveç Mitolojisinde geçen efsanevi kral Kjárr'a da isim babalığı yapmıştır.
Roma toplumuna göre cinsel ilişki sırasında cinsiyeti ne olursa olsun pasif rolde olmak, boyun eğme ya da bayağılık işareti olarak görülürdü. Gerçekten de, Suetonius Sezar'ın askerlerinin Galya Zaferi için düzenlenen zafer alayı sırasında "Sezar Galya'yı fethetmiş olabilir ama Nikomedes de Sezar'ı fethetmişti" diye şarkı söylediğini aktarır. Cicero, Bibulus, Gaius Memmius ve diğerlerine göre (çoğunluklar Sezar'ın düşmanları) Sezar, Bithynia kralı IV. Nicomedes ile bir ilişki yaşamıştı. Sezar'dan Bithynia kraliçesi olarak bahseden bu hikâye, bazı Romalı politikacılar tarafından onu aşağılamak ve küçük düşürmek için zaman zaman dile getirilmişti. Bu söylentinin yayılmasının nedenlerinden birinin de "kişilik katli" olması muhtemeldir. Cassius Dio'ya göre Sezar bu suçlamaların doğru olmadığını yemin ederek reddetmiştir. Romanın bu döneminde politik rakiplerini aşağılamak ve gözden düşürmek için bu tür iftiralar atmak sık rastlanılan bir durumdu. Rakipler tarafından kullanılan en gözde taktiklerden biri de politik rakibini, köklerini Yunan ve Doğu kültüründen alan ve Roma'nın muhafazakâr yaşam tarzıyla karşılaştırıldığında eşcinselliğe ve müsrif bir hayat tarzına daha hoşgörülü yaklaşan Helenistik yaşam biçine sahip olmakla suçlamaktı.
Catullus, Sezar ve mimarı Mamurra'nın sevgili olduklarını iddia eden iki şiir yazmışsa da, sonradan bu iddia için özür dilemiştir.
Marcus Antonius, Octavian'ın Sezar tarafından evlat edinilmesinin altında yatan nedenin, onun Sezar'a sunduğu cinsel hizmetlerle ilişkili olduğunu ima etmiştir. Suetonius, Antonius'un bu iddiasını politik bir iftira olarak tanımlamıştır. Genç Octavian, Sezar'ın ölümünden sonra Roma'nın ilk imparatoru olmuştur.
Jül Sezar ölümünden sonra tanrılaştırılmış ve kendisine Divus ("tanrı") unvanı verilmiştir.
Hayatta iken aralarında Pater Patriae, Pontifex Maximus ve Diktatör unvanın da olduğu pek çok onur payesi almıştır. Senato tarafından kendisine verilen bu payelerin, ölümlü bir insana bu kadar onur payesi vermenin yersiz olduğunu düşünen çağdaşları tarafından kendisine düzenlenen suikastin başlıca nedeni olduğu zikredilir.
Henüz genç bir adamken Küçük Asya savaşlarında göstermiş olduğu kahramanlıklardan dolayı kendisine Corona Civica verilmişti.
Sezar'ın cognomen'i zaman içerisinde bir unvan haline gelmiş ve bu unvan değişerek Almanca Kaiser ve Slavik dillerde Çar unvanın çıkış noktası olmuştur. Çar unvanı taşıyan son kişi Sezar'ın ölümünden iki bin yıl sonra bile onun adını taşıyan bir devlet başkanı olarak 1946 yılına kadar tahtta kalmış olan Bulgaristan kralı II. Simeon'dur. Bu unvan, ünlü bir deyiş olan "Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tanrı'nın hakkını da Tanrı'ya verin" örneğinde görülebileceği gibi Kitab-ı Mukaddeste de kendine yer bulmuştur.
Sezar
Sezar, Caesar veya Cæsar şu anlamlara gelebilir::
Priene
Priene Aydın Söke'de Selçuk-Efese yaklaşık 100 km uzaklıkta kurulmuş bir İyon (Antik Yunan) şehridir. Şehir Menderes nehrinin 10 km kuzeyindedir. Şehir kurulduğunda deniz kıyısındaydı. Menderesin alüvyonu nedeniyle şehir şimdi kilometrelerce kara içerisindedir.
Belus'un oğlu Aegyptus yönetiminde İyonlar tarafından kurulduğu kabul edilir. Şehir sonra Lidyalı Ardys tarafından alınır. MÖ 6. yüzyılın ortalarında şehrin "Bilge"si Bias yönetiminde, şehir tekrar canlandı ve zenginleşti. MÖ 545 yılında Pers Kralı Cyrus (Kurash) tarafından ele geçirildi. Şehir Perslere karşı İyon Başkaldırısı na (MÖ 499) 12 gemi ile katildi. Komşusu Samos (Sisam) ile ortaya çıkan anlaşmazlıklar ve Büyük İskender in ölümünün ardından çıkan karışıklar dolayısıyla şehir güçsüzleşti. Roma 155 yılında şehri, Bergama (Pergamon) ve Kapadokya krallarının elinden kurtarmak durumunda kaldı.
Kapadokya kralının asi oğlu Orophernes, Romalıların şehri alması ile Priene’ye gömdüğü hazinesine ulaştı ve adak olarak şehirdeki Athena tapınağını onardı. Roma ve Bizans yönetimi altında zengin bir şehir olarak kaldı. M.S. 13. yüzyılda şehir Türklerin eline geçti.
İngiliz (sanat ve eski eser ticareti yapan ve Francis Dashwood tarafından kurulan) Dilettante Sosyetesi 1765 ve 1868 de, taraç |
alanmış planlı şehrin kalıntılarını araştırma ile görevli bir grup gönderdi. Bu grubun çalışmaları ve daha sonra Berlin Müzesinden Theodor Wiegand (1895-1899) ın çalışmalarından sonra şehrin tamamen soyulduğu ve harap edildiği görülüyor.
Şehir, 4. yüzyıl da tekrar kuruldu. Şehrin yeni planı, yolların birbirini dik açı ile kestiği bir dikdörtkendir. Bu plan günümüzün modern şehir planı Grid in öncüsünü oluşturur. Şehrin üzerine kurulduğu dik yamaç güneye bakar. Şehrin Akropolis'i 230 m yukarıdadır. Şehir güvenlik kuleleri olan 2 metre kalınlığında taş duvar ile çevrilidir. Şehre giriş, üç ana kapıdan yapılır.
Akropolisin aşağısındaki yamaçta Demeter tapınağı bulunmakta idi. Şehrin, 7 m genişliğinde doğu-batı doğrultusunda altı ana yolu ve buları dik kesen genişliği 3,5 m olan 15 tali yolu vardır. Şehirdeki tüm kavşaklar arasındaki mesafe aynıdır. Dolayısıyla şehir 80 eşit alanlı bloğa ayrılmıştır. Özel evler, her bloğa sekiz ev seklinde düzenlenmiştir. Şehirde temiz su ve kanalizasyon yapıları açıkça görülebilir. Priene evleri ile eski Pompei evleri arasında benzerlikler vardır. Athena Polias tapınağı, şehrin bati yarısında, ana yolun kuzeyinde yüksek bir terasa kurulmuştu. Yüksek bir isçiliğin eseri bir merdivenle çıkılan bu tapınak ön yüzünde 6 kolonu bulunan (hexastyle) bir yapıya sahiptir. Tapınağın mimarı aynı zamanda Dünyanın Yedi Harikasından biri Mausoleum'un da mimari "Pytheos"'tur. 1870'te Athena heykelinin kaidesinin altında, Kapadokya tarafından yapılan restorandan kalması olası, Orophernes resimli gümüş yirmi-drahmiler ve bazi mücevherler bulunmuştur. (Büyük bir olasılıkla Dilettanti Sosyetesinin kazıları sırasında.)
Ana yolun bir yanında, yüzü yola bakan bir seri toplantı binaları diğer yanında ise güzel bir alışveriş merkezi vardır. Kuzeyde, Belediye binaları, Roma tipi gymnasium ve iyi korunmuş bir tiyatro vardır. Şehir planının ortasındaki tüm yapılar gibi, Isis ve Asclepius tapınakları tamamen harap haldedir. Büyük bir stadyum, şehrin en alçak yerinde, güneyde duvarların içinde kurulmuştu ve İyon zamanından kalan gymnasium ile bağlantısı vardı.
"Society of Dilettanti, Ionian Antiquities" (1821), vol. ii.; Th. Wiegand and H. Schrader, Priene (1904); on inscriptions (360)
Hiller von Gartringen, "Inschriften von Priene" (Berlin, 1907)
"Frank Rumscheid", Priene. A Guide to the Pompeii of Asia Minor (1998) ISBN 975-8070-16-9
Nelson Mandela
Nelson Rolihlahla Mandela ya da kabile adıyla Madiba (d. 18 Temmuz 1918 - ö. 5 Aralık 2013), Güney Afrikalı Anti Apartheid (ayrımcılık karşıtı) aktivist ve Güney Afrika Cumhuriyeti'nin ilk siyahî devlet başkanı. 1994'te ilk defa tüm halkın katıldığı seçimlerde devlet başkanı seçilmiştir. Yönetimi, Apartheid'ın mirasının dağılmasına, ırkçılığı engellemeye, fakirlik ve eşitsizliğe odaklanmıştır. Siyasi görüş olarak Demokratik Sosyalist olan Mandela, Afrika Ulusal Konseyi siyasi partisinde 1990'dan 1999'a kadar parti başkanlığı yapmıştır.
Bantu dillerine ait olan Kosa (Xhosa) dilini konuşan Tembu (Thembu) kabilesinde, kabile şefinin oğlu olarak doğan Mandela, Fort Hare Üniversitesi ve Witwatersrand Üniversitesi'nde hukuk eğitimi gördü. Johannesburg'un ilçelerinde yaşarken sömürgecilik karşıtı hareketi benimsedi ve ANC'ye katılarak bu partinin gençlik kolunun kurucu üyesi oldu. Ulusal Parti, Apartheid'ı 1948'de uyguladığında, ANC'nin 1952'deki Başkaldırı Mücadelesi (Defiance Campaign)'nde göze çarptı ve Halk Kongresinde buna bağlı olarak Transvaal ANC koluna başkan olarak seçildi. Avukat olarak çalışırken sürekli olarak kışkırtıcı aktivitelerden ve 1956'dan 1961'e kadar süren İhanet Duruşmaları'ndan dolayı tutuklandı. Başlangıçta şiddet içermeyen protestolar olacağını söylemesine rağmen Güney Afrika Komünist Partisi ile iş birliği yaparak 1961'de, sonradan devlet hedeflerine saldıracak olan militan Umkhonto we Sizwe (MK) örgütünü kurdu. 1962'de tutuklandı ve hükumeti alaşağı etmek için komplo kurmak ve sabotaj etmekten dolayı ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Mandela cezasını önce Robben Adası'nda daha sonra Pollsmoor Hapishanesinde çekti. Bu esnada salıverilmesi için 1990'da yani 27 yıl sonra onay verilecek uluslararası bir kampanya düzenlendi. Hapishaneden çıktıktan sonra ANC başkanı olan Mandela otobiyografisini yazdı ve başkan F.W. de Klerk ile 1994'de tüm halkın katıldığı ve ANC'nin büyük çoğunlukla kazandığı bir seçimin kurulması Apartheid'ın sona erdirilmesi için görüşmelere sebep oldu. Devlet Başkanı olarak yeni bir anayasa oluşturdu ve toprak reformu, yoksullukla mücadele ve sağlığın iyileştirilmesi gibi politikaları uygularken Doğruluk ve Uzlaşma Komisyonu'nu geçmişte yaşanan insan hakları ihlalini araştırması için oluşturdu. Uluslararası olarak Libya ve Birleşik Krallık arasında olan Lockerbie Faciası görüşmeleri sırasında arabulucu olarak rol oynadı. İkinci bir seçime katılmayı reddetti ve yerine seçimle yardımcısı Thabo Mheki geçti. Mandela daha sonra ulusal lider olarak hayır işlerinde yer aldı ve daha çok yoksullukla ve AIDS ile mücadele etti.
Mandela, anti-sömürgeci ve anti-apartheid görüşü ile uluslararası beğeni topladı ve 1993'deki Nobel Barış Ödülü, Amerika Birleşik Devletleri Başkanlığı Özgürlük Madalyası ve Sovyet Lenin Nişanı da dahil olmak üzere 250'nin üzerinde ödül kazandı. Güney Afrika'da "Ulusun Babası" olarak görülür.
Nelson Mandela'nın geçmişi ve yaşadıkları filmlere konu olmuştur.
Mandela 18 Temmuz 1918 tarihinde Mvezo,Güney Afrika'da doğmuştur. Ailesi Kosa dilini konuşan Tembu kabilesindendir. Babası ise bu kabilenin şefi Gadla Henri Mandela'dır. Liseyi bitirdikten sonra Fort Heyr Üniversitesi'ne girdi. Burada okurken siyasi olaylara karıştı. Bir öğrenci boykotuna karıştığı ve bunu organize ettiği gerekçesiyle okuldan uzaklaştırıldı. Transkei'den ayrılarak Transvaal'a gitti. Burada bir süre madenlerde polis memurluğu görevinde bulundu. Bu sırada yarıda bıraktığı üniversite tahsiline uzaktan eğitim yoluyla devam etti. 1942'de Vitvaterstrand Üniversitesi'nin hukuk bölümünü bitirerek avukatlık yapmaya başladı. Ülkenin ilk siyah avukatı unvanını aldı.
Ocak 1962'de kendisine destek aramak için ülke dışına çıktı. İngiltere ve Afrika ülkelerini dolaştı. Afrika ülkeleri ile sosyalist ülkelerden silah ve para yardımı temin etti. Ülkeye dönüşünde arkadaşlarıyla birlikte, izinsiz yurtdışına çıkmak, halkı kışkırtmak, sabotajlar ve suikastler düzenlemek iddialarıyla yargılandı. Halkın, tamamının temsil edilmediği ve beyazların temsil edildiği parlamentonun çıkardığı kanunlara uymak zorunda olmadığını savundu. Beyaz yönetim tarafından 1964'te ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Bu davranışıyla ırk ayrımına karşı mücadele eden Afrikalı siyahların simgesi oldu.
Nelson Mandela, dünyanın en ünlü mahkûmu olarak anılmıştır. Güney Afrika'da Robben Adası (Fok Adası)'nda 27 yıl hapiste kaldıktan sonra 1980'li yıllarda, ırkçılığa karşı mücadelenin bütün dünyada yoğunlaşması üzerine adı duyuldu. 1990 yılında devlet başkanı De Klerk tarafından şartsız olarak serbest bırakıldı. Serbest bırakıldığı zaman 71 yaşındaydı. Serbest bırakılmasına Güney Afrika siyahlarının yanında birçok beyaz da sevindi. Mandela'nın "Mücadele benim hayatımdır. Hayatımın sonuna kadar siyahların bağımsızlığı için mücadele edeceğim." demesi, halk arasında onu bayraklaştırdı.
1990'da hapisten çıkınca demokratik bir Güney Afrika kurulması için çalışmıştır ve kurmuştur. Afrikalılar, Mandela olmadan bunun gerçekleşemeyeceğine inanır. Bugün Mandela, bir özgürlük savaşçısı olarak kabul edilmektedir. 40 yıl içinde 100'den fazla ödül almıştır. 10 Mayıs 1994'te Güney Afrika'nın ilk siyah devlet başkanı seçildi. Güney Afrika'da, kendi kabilesindeki büyüklerin kendisine taktıkları Madiba lakabıyla tanınmıştır.
Mandela 2008 yılında ABD'nin terörist listesinden çıkarıldı.
8 Haziran 2013'te hastaneye kaldırılan Mandela, 5 Aralık 2013'te hayatını kaybetmiştir.
Mandela ilk evliliğini 1944 yılında Evelyn Ntoko Mase ile yapmış, 13 yıllık evliliklerinde Madiba Thembekile (Thembi) (1946-1969) ve Makgatho Mandela (1950–2005) adında iki erkek ve isimleri Makaziwe Mandela (Maki; 1947 ve 1953) olan iki kız çocukları olmuştur. İlk kız çocukları 9 aylık iken öldüğü için ikincisinin adını da onun anısına aynı koymuşlardır. İlk oğlu Thembi 1969 yılında trafik kazasında öldüğünde Robben Adası'nda mahkûm olan Mandela'nın cenazeye katılmasına izin verilmemiştir.
İkinci eşi Winnie Madikizela-Mandela, Nelson Mandela ikinci kızları Zindzisva'nın doğumundan 18 ay sonra Robben Adası'na gönderildikten sonra siyahilerin liderliğini üstlenmiştir. Mandela 1990 yılında hapisten çıktıktan sonra eşi adam kaçırma ve cinayet suçlarından yargılanmış ve 1996 boşanmalarına sebep olmuştur.
İlk kızları Zenani, Svaziland prensi Thumbumuzi Dlamini ile evlenmiş, ve bundan sonra babasını hapiste ziyaretine izin verilmemiştir.
Nelson Mandela üçüncü evliliğini 80. doğum gününde Graça Maçhel ile yapmıştır. Graça Machel eski Mozambik başkanı Samora Machel 1986 yılında uçak kazasında öldükten sonra dul kalan eşidir.
1992 yılında Atatürk Uluslararası Barış Ödülü, Afrika Ulusal Kongresi Başkanı Nelson Mandela'ya verildi. Mandela başlangıçta ödülü kabul etmedi; ancak daha sonra fikrini değiştirip ödülü kabul etti . Mandela, ödülü kabul etmemesine gerekçe olarak Kürt halkına yapılan ayrımcılığı göstermiştir. Mandela'ya 1962'de Lenin Barış Ödülü, 1979'da Nehru Ödülü, 1981'de Bruno Kreisky İnsan Hakları Ödülü, 1983 'te UNESKO'nun Simon Bolivar Ödülü verildi. 1993'te De Klerk ile birlikte Nobel Barış Ödülü'nü kazandı.
Minkowski eşitsizliği
Minkowski Eşitsizliği, sonlu sayıda, hepsi sıfır olmayan formula_1 , formula_2, i=1,2...,n pozitif sayılarında, p>1 için aşağıdaki eşitsizliğe denir:
formula_3
Hölder Eşitsizliğinden türetilebilen, uygulamada oldukça yararlı bu eşitsizliği Alman matematikçi Hermann Minkowski (1864-1909) elde etmiştir.
üçgen'de, "Minkowski eşitsizliği"' L uzayı normlu vektör uzayı' belirlemesidir. diyelimki "S" bir ölçüm uzayı olsun,ve diyelimki 1 ≤ "p" ≤ ∞ ve diyelimki L("S") ögeleri "f" ve " |
g" olsun. ise L("S") içindeki "f" + "g"dir, ve bizim üçgen eşitsizliği'miz var
için eşitliği ile 1 < "p" <∞ eğer ve yalnızca eğer"f" ve "g" pozitifliği doğrusal bağımlılık,
yani burada bazı formula_5 ≥ 0.için "f" = formula_5 "g" aşağıdaki norm ile verilir:
Eğer "p" < ∞, veya "p" = ∞ durumu içinde zorunlu üstünlük ile
Minkowski eşitsizliği L("S") içinde üçgen eşitsizliğidir,aslında bu durumun daha genel durumu var,
bunun sağ-el tarafta üçgen eşitsizliğinin tatmin edici olduğunu görmek kolay
Hölder eşitsizliği gibi,Minkowski eşitsizliği dizisi özelleştirilebilir ve sayarak ölçülen vektörler tarafından kullanılıyor:
için tümgerçel (veya karmaşık) "x", ..., "x", "y", ..., "y" sayıları için ve burada n ;S'in kardinalite'sidir.(S'in ögelerinin sayısı).
İlk, kanıtı "f"+"g" sonludur "p"-norm eğer "f" ve "g" ikilisi olarak,bunlar ile aşağıda
Nitekim, aslında burada formula_12 konveks üzerinde formula_13 (formula_14 birden büyük için) ve yine, konveksite tanımı ile,
Bunun anlamı
Şimdi, yasal olarak konuşabiliriz formula_17. Sıfır ise, Minkowski eşitsizliği tutar.Şimdi varsayalım ki formula_17 sıfır değildir.Hölder's eşitsizliği kullanılıyor.
Biz elde Minkowski'nin eşitsizliği ile formula_24 her iki taraf çarparız
Varsayalımki ("S",μ) ve ("S",μ) are iki ölçüm uzayıs ve "F" : "S"×"S" → R ölçülebilirdir. ise Minkowski's integral eşitsizliği is dir, :
durumunda belirgin değişiklikler "p" = ∞. eğer "p" > 1, ve her iki taraf sonlu, ise eşitlikle örtüşür eğer |"F"("x","y")| = φ("x")ψ("y") a.e.bazı negatif ölçülebilir fonksiyonlar φ ve ψ için.
Eğer μ iki nokta kümesi sayma ölçüsü"S" = {1,2}, ise Minkowski eşitsizliği bir özel durum olarak verir: için "ƒ"("y") = "F"("i","y") yapıştırma için "i" = 1,2, integral eşitsizliğini verir.
Misyonerlik
Misyonerlik, dar anlamıyla herhangi bir dini öğretiyi yabancı ülkelerde yaymakla yükümlü din görevlilerini tanımlamada kullanılır. Daha geniş anlamıyla ise başkalarını belirli bir öğretiye, özellikle dini bir öğretiye ikna etmeye çalışan, onları bu öğretiye çekme amacını üstlenen kişileri tanımlamada kullanılır.
Terim yaygın olarak Hristiyanlığı yaymayı amaç edinen görevliler için kullanılır, ancak herhangi dini öğretiyi yaymaya çalışanlar için de kullanılabilir.
Misyoner, Latince kökenli bir sözcüktür. 16. yüzyılda, Kutsal Ruh'un dünyaya gönderilmesini ifade etmek için üretilmiş bir sözcüktür ve kökeni Latince "Missio-" (önemli görev) sözcüğüdür. Missio sözcüğünün kökeni yine Latince "mittere" (göndermek) sözcüğüdür.
Hristiyanlık tarihinin ilk misyoneri olan Pavlus gibi, pek çok din adamı misyonerlik faaliyetinde bulunmuştur. Misyoner deyimi özellikle 1660'lardan itibaren özel bir görev alan Hristiyan din adamı anlamında kullanılmıştır. Yine kilise tarafından "Kitab-ı Mukaddes'i vaaz eden kişi" anlamında kullanılmıştır. Hristiyan misyonerler Hristiyanlığın ilerleyen süreçlerinde sadece yabancı bir dilden olanı değil, kendi mezheplerinden olmayan insanları dahi kendi mezheplerine çekmek amacını gütmüşlerdir.
Kiliseye göre misyonerlik görevinin İsa tarafından ilk olarak havarilere verildiği ileri sürülmektedir. Buna dayanak olarak da Yeni Ahit'in Matta bölümü gösterilmektedir:
Anadolu kökenli olan Pavlus'un Hristiyanlıktaki önemi onun daha ilk yıllarında yaptığı önemli uğraşlardan kaynaklanmaktadır. Bunların en önemlisi Hristiyanlık adına yaptığı Batı Anadolu, Makedonya ve Yunanistan'a yaptığı yolculuklardır. Onun yaptığı yolculukları önemli kılan faktörler ise özellikle sünnet olmayı reddeden ve Tevrat'ın kurallarına boyun eğmek istemeyen Romalı dini toplulukları sünnetsiz ve kuralsız olarak Hristiyanlığa alması olmuştur. Bu nedenle çeşitli baskılara maruz kalmıştır. Diğer bir önemli faktör ise Pavlus'un gittiği yerlerde kiliseler kurması ve bunlar örgütlemiş olmasıdır. Yani bir bakıma organize yapılan ilk misyonerlik hareketidir.
Roma başlangıçta Pavlus'un bu hareketlenmelerini Yahudiliğin yeni bir yorumu veya mezhebi olarak kabul ediyor ve bir sakınca görmüyordu. Ama zamanla Hristiyanlar Roma ve imparatorun hakimiyetini reddedip İsa'nın hakimiyetini kabul etmeye başlayınca kiliseler ile Roma karşı karşıya gelmeye başladı. Tüm bunların sonucu olarak Pavlus esaret altında Roma’ya götürüldü ve orada öldü.
İsa'dan sonra 257 yılında doğan Gregorius, Kayseri'de bir Hristiyan kadın tarafından yetiştirilmiş ve Roma’da prens olan Tridites'in hizmetine girmiştir. Tridites'le birlikte Ermenistan'a gelen Gregory, Ermeni dini inanışlarına karşı gelmiş ve 50 sene zindan cezası almıştır. Ama prensi Hristiyanlığa ikna edip Hristiyan yapınca değeri arttı. Bununla birlikte Anadolu'nun Hristiyanlaşma süreci hızlandı. 302 yılında Yuhanna ismini alarak Fırat nehrinde vaftiz olan Tridites, ilk Hristiyan Ermeni kralıdır.
İslam'da bu dini yayma misyonu taşıyan tebliğ vardır.
İslam'da misyonerlik faaliyetlerinin özellikle Endonezya, Afrika, Arap Yarımadası, Balkanlar ve Orta Asya'da önemli etkileri olmuştur.
José Luis Rodríguez Zapatero
José Luis Rodríguez Zapatero (d. 4 Ağustos 1960, Valladolid), İspanyol siyasetçidir. İspanyol Sosyalist İşçi Partisi'nin (İspanyolca: Partido Socialista Obrero Español) bir üyesi ve İspanya'nın eski başbakanıdır. Başbakanlık döneminin önemli olayları, İspanya'nın Irak'taki askerlerini çekmesi ve eşcinsel evliliğin yasalaştırılmasıdır.
Türk Tarih Kurumu
Türk Tarih Kurumu (kısaca TTK), Türk tarihinin ilk kaynaklardan araştırılması amacı ile Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifi sonucu 12 Nisan 1931'de kurulmuş bir araştırma kurumudur.
1983 yılından itibaren Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu'na bağlı bir kuruluş durumuna gelmiştir.
28 Nisan 1930 tarihinde Türk Ocakları'nın VI. Kurultayı'nın son oturumunda Gazi Mustafa Kemal'in direktifi üzerine Afet İnan 40 imzalı bir önerge sunmuş ve bu önergede Türk tarihini bilimsel olarak araştırmak üzere bir heyet kurulması istenmişti. Aynı gün Türk Ocakları Kanunu da bu konuda bir madde ekledi. Oluşturulan 16 kişilik heyet ilk toplantısını 4 Haziran 1930 tarihinde yaparak yönetim kurulu ve üyelerini belirledi. Bu heyet, Türk Tarih Kurumu'nun temelini oluşturur.
Heyet, "Türk Tarihinin Ana Hatları" adlı bir çalışma yayımlamıştır. Kitap, Orta Asya'da bir Türk uygarlığı ve bu merkezden başlayan göçlerle Türklerin Çin, Hindistan, Mezopotamya, Mısır, İran, Anadolu'ya giderek o bölgelerin halklarını uygarlaştırdıkları tezini işlemekteydi ve hedef, bu kitabın ana fikrine uygun okul kitapları hazırlanmasıydı.
Türk Ocakları 29 Mart 1931 tarihinde kapanma kararı alınca Türk Tarih Heyeti, 12 Nisan 1931 tarihinde "Türk Tarih Tedkik Cemiyeti" adıyla yeniden örgütlenip çalışmalarına devam etti. Kurumun adı 1935 yılında "Türk Tarihi Araştırma Kurumu", daha sonra "Türk Tarih Kurumu" olarak değişti.
Kurum, Türk Tarih Kurumu adıyla faaliyet gösterdiği dönemde dört ciltlik lise tarih kitabını, İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın "Anadolu Beylikleri"'ni, bazı kazı raporlarını, Piri Reis'in "Kitab-ı Bahriye" ve haritasını basmış, 1937 yılından itibaren ise Belleten dergisini yayınlamıştır. 2-11 Temmuz 1932 tarihleri arasında "Türk Tarih Kongresi" adıyla düzenlediği ilk kongrenin ardından düzenli olarak kongre düzenlemeyi sürdürdü. Uluslararası nitelikte İkinci Türk Tarih Kongresi 20-25 Eylül 1937 tarihleri arasında gerçekleşti. 1935 yılında kurumun kendi olanakları ve çalışanı ile "Alacahöyük Kazısı" başlatıldı.
Kurumun çalışmaları ile cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk bizzat ilgilenmekte ve toplantılarına katılmaktaydı. Mustafa Kemal Atatürk'ten sonra gelen tüm cumhurbaşkanları da bir gelenek olarak kurumun "koruyucu başkanı" oldular. Mustafa Kemal Atatürk, 5 Eylül 1938 tarihindeki vasiyetnâmesi ile, İş Bankası'ndaki hisselerinin gelirinin yarısını Türk Tarih Kurumu'na bağışladı. Kurum, 21 Eylül 1940 gün ve 2/14556 sayılı Bakanlar Kurulu kararnamesiyle kamu yararına çalışan dernekler arasına alındı.
Kurum, çalışmalarına Ankara'daki Türk Ocağı Halk Evleri binasında başlamıştı. 1940 yılı sonunda Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Binasına taşınmış, 12 Kasım 1967 tarihinde Turgut Cansever ve Ertur Yener tarafından tasarlanmış kendi binasına geçmiştir.
Türk Tarih Kurumu, tüzel kişiliğe sahip olarak, 7 Kasım 1982 tarihinde kabul edilen Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 134. maddesi ile kurulan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu bünyesine dahil edildi.
Türk Tarih Kurumu, ilmî araştırma ve yayınları yanı sıra, birincisi 2-11 Temmuz 1932 tarihleri arasında toplanan ve belli aralıklarla günümüze kadar XVI. kez gerçekleştirdiği milletler arası nitelikte "Türk Tarih Kongreleri" yapmaktadır. 20-25 Eylül 1937 tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayı'nda yapılan II. Kongre, uluslararası nitelik kazanmış, yabancı bilim adamları da bu kongreye katılmışlardır. Bu Kongre, Türk tarihinin açıklanması ve belgelenmesi amacını gütmüştür. Ayrıca, Kongre dolayısıyla, tarih öncesinden Cumhuriyet dönemine dek yurdumuzda ve Ortadoğu'da gelişen büyük uygarlıkları, maketler, mülajlar, resimler ve grafiklerle canlandıran bir sergi düzenlenmiş ve bu sergi Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümüne dek Dolmabahçe Sarayı'nda kalmıştır.
Türk Tarih Kurumu bundan sonra da uluslararası nitelikte,
kongrelerini düzenlemiştir.
Turgut Cansever ve Ertur Yener'in 1951 yılında tasarlamaya başladığı Türk Tarih Kurumu Binası'nın projelendirme çalışmaları 1961 yılında sonuçlandırılmış, 1962 yılında binanın inşaatına başlanmıştır. İnşaat 1966 yılında tamamlanmış ve yapı 1967 yılından itibaren tam teşekküllü olarak kullanıma açılmıştır. 1980 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülü'nü kazanan bu yapı Türkiye mimarlık tarihininin en önemli modern tasarımlarından birisi olarak kabul edilmektedir. Zemin katta konferans salonu, kitap depoları, üst katlarda kütüphane, okuma salonları ve ofisler yer almaktadır.
Türk ve Türkiye tarihini çağdaş sosyal bilim anlayışıyla araştırmak ve yaymak; bu alandaki araştırmaları desteklemek ve toplumdaki tarih bilincini geliştirmektir.
Türk ve Türkiye tarihi araştırmalarını dünya tarih yazıcılığıyla bütünleştirmek; Türk tarihçiliğini evrensel ölçe |
kte en üst düzeye ulaştırmaktır.
Türk Tarih Kurumu, Türk tarihi ve Türkiye tarihini incelemek ve sonuçları yaymak için konferanslar, seminerler, kongreler, anma törenleri, sergiler düzenler; kazılar yaptırır, kitaplar yayınlar; kurumun üyeleri uluslararası kongreler düzenler.
22 Ağustos 1935 tarihinde kurumun kendi parası ve kendi elemanlarıyla başlattığı ilk kazı Alacahöyük Kazısı'dır. Bunu Trakya ve Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde yapılan kazı ve arkeolojik araştırmalar izlemiştir. Bu kazılardan çıkan eserler pek çok müzede sergilenmektedir.
Türk Tarih Kurumu, Uluslararası Akademiler Birliği'nin (International Union of Academies-IUA) Türkiye'deki tek üyesidir.
Tarih ve arkeoloji alanında ülkenin en büyük kütüphanesi, Türk Tarih Kurumu kütüphanesidir. Kurum, Türkiye'nin son çağlar tarihi için de zengin bir belgeliğe sahiptir.
Türk Tarih Kurumu başkanları sırasıyla aşağıdaki gibidir.
Emily Dickinson
Emily Elizabeth Dickinson (10 Aralık 1830 – 15 Mayıs 1886) ABD'li kadın şair.
Massachusetts eyaletindeki Amherst kentinde doğdu. Babası kentin önde gelen avukatlarından ve politikacılarındandı. Dedesi de orada birkaç okul kurmuş biriydi. Kendisi de, kızkardeşi de evlenmediler ve aileleriyle birlikte yaşadılar. Emily, yaşamı boyunca pek seyrek olarak Amherst'ten çıkmıştır. Yakınlardaki bir okula devam etmiş, bir kez Washington'a, ve iki-üç kez de Boston'a gitmiştir. 1862'de tümüyle eve kapanmış, en yakın arkadaşlarıyla bile ölünceye değin bir daha hiç görüşmemiştir. Kapandığı odasında kendisini yazmaya vermiştir. İlk mektupları ve kendisiyle ilgili betimlemeleri, canlı bir ruha sahip çekici bir kızı yansıtmaktadır. Daha sonra dünyadan elini eteğini çekmesinin nedeninin umutsuz bir aşk deneyimine dayanıyor olabileceği eleştirmenlerce düşünülmektedir. Dış dünyayla olan ilişkisi ve deneyimleri sınırlı olsa da, yazılarında yaratıcı ve imge gücü yüksek bir edebiyatçıdır.
Emily Dickinson ilk şiirlerini yazmaya başladığında, neredeyse hiçbir eğitim almamıştı. Henüz Shakespeare'i ve klasik mitolojiyi bilmiyordu. İlk başlarda daha çok Elizabeth Browning ve Bronte Kızkardeşler gibi kadın yazarlarla ilgileniyordu. Bu arada, Ralph Waldo Emerson'ı, Thoreau'yu ve Hawthorne'u da tanıyordu. Geleneksel anlamda dinle bağlantılı birisi olmasa da, İncil'i inceledi ve pek çok şiirinde dinsel formlar kullandı.
Yaşamının değişik dönemlerinde ona esin kaynağı olan ya da öğretmenlik yapan insanlar, özellikle erkekler olmuştur. İlki babasının avukatlık bürosunda çalışan genç bir avukat olan Benjamin Newton'dır. Kendisi Emily Dickinson'ın yazınsal duyarlığının ve kültürünün gelişmesine katkıda bulunmuştur. Dickinson, onunla ilgili olarak daha sonraları, ""Bana ölümsüzlüğü öğreten bir dost"" diye yazacaktır.
Emily Dickinson'un sonraki öğretmeni, evli bir din adamı olan Charles Wadsworth'tür. Dickinson'un entelektüelliğine katkısı olmuş ve dış dünyayla ilişkisinin artmasını sağlamıştır. Yazdıklarından, ona yönelik karşılık göremediği bazı duygular beslediği anlaşılmaktadır. 1862'de evine geri dönmüş ve Wadsworth'ü tanımadan önceki haline göre daha içine kapalı bir kişiliğe bürünmüştür. Wadsworth'ün, şiirlerinde geçen sevgili olduğuna ilişkin yazın çevrelerinde güçlü bir görüş birliği vardır.
Evine kapandığı için, o sıralarda ABD'de sürmekte olan iç savaş onu pek etkilememiştir. İnzivadayken yazdığı şiirlerin bir bölümünü dönemin önde gelen eleştirmenlerinden ve yazarlarından olan Thomas Higginson'a göndermiştir. Higginson, şiirlerini okuyarak, beğendiğini, ama serbest bir biçem kullanmak yerine daha geleneksel şiir anlayışına yönelmesi gerektiğini belirten bir yanıt yazmış ve şiirlerini bu öneri doğrultusunda düzeltmesini önermiştir. Dickinson, bu önerileri dikkate almayarak, daha da içine kapanmıştır. Yaşarken yalnızca yedi şiiri basılmıştır.
Yaşamının son yıllarında artık eve pek ziyaretçi de kabul etmemiş, ancak arkadaşlarıyla olan ilişkilerini onlara mektuplar ve küçük hediyeler gönderme yoluyla sürdürmüştür.
1886'daki ölümünden sonra odasına giren kızkardeşi, odasında ondan kalan 1.800 kadar şiir bulmuştur. Ölümünden sonraki dört yılda, yani 1890'a değin, şiirlerinin neredeyse tamamı yayımlanmıştır.
1920'lerde ise, ABD'deki en çok sevilen şairlerden biri olmuş ve ünü bugüne değin sürmüştür.
Şiirlerinde patlamalar halinde duygu akımı görülür. Çoğu tek bir imgeye ya da simgeye dayalı olan kısa şiirler yazmıştır. Ancak kısa şiirlerinde, yaşamındaki en önemli şeyleri en etkili biçimde yansıtmaktadır. Şiirlerinde asla yaşayamadığı aşkı ve kavuşamadığı sevgiliyi anlatır. Doğa hakkında şiirleri de vardır. Ulaşamadığı başarıdan ve hep arkadaşı olarak gördüğü başarısızlıktan söz ettiği şiirleri de vardır. Bu tür öğeleri şiirlerinde o denli etkileyici bir dille yansıtır ki, o nedenle ABD'de tüm zamanların en iyi şairlerinden sayılmaktadır.
Cehennem Ateşi Kulübü
Cehennem Ateşi Kulübü ("Hellfire Club") 1746'dan 1763'e kadar düzensiz olarak toplanmış özel bir İngiliz kulübüdür. Kulübün kurucusu Sir Francis Dashwood'dur.
Yaygın inanışa göre, bu kulüp Thames kıyısındaki kulüp binasına çevrilen kilise Medmenham Abbey'de yaptıkları şeytansal ve adanmış toplantıları ile kötü ün kazanmıştı.
Kulübün kurucusu Sir Francis Dashwood, toprak sahibi zengin bir ailenin oğluydu. Aynı ismi taşıyan babası Sir Francis Dashwood servetinin Osmanlı İmparatorluğu ve Çin ile ticaretten sağlamıştı. Oğul Francis Dashwood, sonuçlarını hiç düşünmeden istediğini yapmak felsefesini benimsemiş bir kişiydi.
Kulübe isimini veren kurucuları değildi. Kurucuları, önceden 1720'de Charles Edward tarafından kurulan başka bir kulübü kutlama amacıyla toplandılar. 18. yüzyıl boyunca aynı isimde değişik kulüpler kuruldu.
Mayıs 1746 yılındaki ilk toplantılarını, Londra Lombard Caddesindeki George and Vulture adlı tavernada yaptılar. Burası aynı zamanda 1720 grubunun da toplantı yeriydi. İlk üye sayısı on ikiydi fakat kısa zamanda bu sayı arttırmayı başarmışlardı.
İlk on iki üyenin yedisinin kimliği biliniyor: Dashwood, Robert Vansittart, William Hogarth, Thomas Potter, Francis Duffield, Edward Thompson, ve Paul Whitehead. Üye olmamasına rağmen, Benjamin Franklin kulübün toplantılarına zaman zaman katıldı. Üye sayısı sonradan çok arttı, bu üyeler arasında John Wilkes ve John Montagu, Sandwich’in 4. Earl de vardır.
Kendilerini "Cehennem Ateşi Kulübü" olarak adlandırmadılar. Kendilerine verdikleri ilk isim dini unvanlarla dalga geçen "Wycombe’li Aziz Francis Kardeşliği" idi. Kullandıkları isimlerden başka biri "Bati Wycombe Şövalyeleri Locası" idi. Daha sonra "Medmenham Rahipleri" adını kullandılar. Üyeler birbirlerini "kardeş" olarak çağırdılar ve Dashwood’a rahip olarak hitap ettiler, kadın konuklar "rahibe" olarak adlandırıldı. 1720 yıllarının keskin "Şeytana Tapanlar" söyleminden farklı olarak kulüp ilke sözü François Rabelais'dan aldıkları, "Fay ce que vouldras" ("İstediğin her şeyi yap") idi. Pseudo-Şeytana tapma ayinleri yapsalar da, rahiplerin Bacchus ve Venus inançları daha kuvvetliydi.
1749'da "George ve Vulture" tavernası yandı. Yangının sebebi büyük bir ihtimalle kulübün toplantısı sırasında yapılan etkinlikler idi. Bir süre kulüp üyelerinin evlerinde toplandı. Daha sonra Dashwood Batı Wycombe malikânesinin arazisinde bir tapınak yaptırdı ve bunun çevresindeki mağaralar kazıldı. Wycombe'deki ilk toplantı 1752'de "Walpurgis Gecesi"nde yapıldı. (Bu gece aynı zamanda bereket ayinlerinin yapıldığı bir gecedir.) Bu toplantı şimdiye kadar olanlardan çok daha büyük bir toplantıydı, bir bakıma da bir başarısızlıktı. Wycombe'de bir daha bu büyüklükte bir toplantı yapılmadı.
Buna ve kulüpte fraksiyonlara bölünmeye rağmen, Dashwood, harabe haline gelmiş Medmenam Abbey’i satın aldı 1755 ve bunu mimar Nicholas Revetta 18. yüzyıl “"Gotik Canlanış"” tarzında tekrar inşa ettirdi. 1762'de fraksiyonlar arasındaki sürtüşme ve politik rekabetler, kulüp çalışmalarını birer çarpışma haline döndürdü. Bu baskılar altında kulüp sonunda kapatıldı.
"Cehennem Kulübü" ismi daha sonra dünya çapında birçok şehirde, bağlantısı olmayan eş-değiştirme swingers ve Bağlama-Disiplin-Sadizm-Mazoşizm BDSM kulüpleri tarafından kullanıldı.
İngiliz komedi dizisi Blackadder, "Blackadder the Third" adlı bölümünde, Prince George "Yaramaz Cehennem Ateşi Kulübünde" geçirdiği zamanlardan bahseder.
Francis Dashwood
Sir Francis Dashwood (d. Aralık 1708 - ö. 11 Aralık, 1781) reformasyon sırasında İngiltere’de yaşayan aristokrat bir ailenin tek oğludur. Babası (aynı isimli) Francis Dashwood servetini Osmanlı Devleti ve Çin ile ticaret yaparak kazanmıştır.
Oğul Fancis Dashwood, sürdürdüğü aşırı hayat tarzı, kurduğu şeytana tapan kulüp ve locaları ile kötü ün yapmıştır. Bu kulüplerin öncülerinden biri "Dilettanti Sosyetesi"'dir. Bu kulüp özellikle İyon eserleri ile ilgili sanat uzmanlarını bir araya getirmiş ve Osmanlı zamanında Ege'deki antik kentlerde kazılar yapmıştır.
Daha sonra kurduğu "Cehennem Ateşi Kulübü" edindiği kötü ünün asıl sebebidir. Bir sanat kulübü gibi görünmesinin yanında, “The Society of Dilettanti” de Cehennem Ateşi Kulübünün yapısına sahiptir.
Ross L. Wilson
Ross Wilson (d. 1955 Minneapolis, Minnesota), ABD eski Ankara Büyükelçisi.
Güven mektubunu T.C. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e 8 Aralık 2005 tarihinde sunmuştur. Böylece önceki büyükelçi Eric Edelman'ın ayrılmasından yaklaşık 6 ay sonra göreve başlamış olmaktadır.
1955'te Minneapolis, Minnesota'da doğmuştur. 1977'de Minnesota Üniversitesi'nden mezun olmuş, ilki 1979'da Columbia Üniversitesi, ikincisi de 1995'te ABD Ulusal Harp Koleji ("National War College")'dan olmak üzere iki ayrı doktora yapmıştır.
1979'de ABD Dışişleri Bakanlığı'na girmiş, 1980-1982 arasında ABD Moskova Büyükelçiliği'nde, 1985-1987 arasında ABD Prag Büyükelçiliği'nde, 1987-1990 arasında da tekrar ABD Moskova Büyükelçiliği'nde görev yapmıştır. 1990-1992 arasında bugünkü bakan yardımcısı Robert B. Zoellick'in ABD Dışişleri Bakanlığı'nda müsteşar olduğu dönemde müsteşar yardımcısı sıfatıyla hizmet vermiştir. 1995-1997 döneminde ABD Melbour |
ne Konsolosu olmuştur. 1997-2000 yılları arasında BDT Ülkeleri nezdinde serbest sıfatlı büyükelçi ve bu ülkelere ilişkin konularda ABD Dışişleri Bakanı'nın özel danışmanı olmuştur. Ardından ABD Başkanı Bill Clinton tarafından ABD Bakü Büyükelçiliği'ne tayin edilmiş, 2000-2003 yılları arasında bu görevi yürütmüştür. Haziran 2003 - Şubat 2005 tarihleri arasında Amerikan Kıtası Serbest Ticaret Bölgesi nezdindeki ABD Ticaret Temsilciliği Bürosu'nda başmüzakereci sıfatıyla bulunmuştur. ABD Başkanı George W. Bush tarafından Türkiye'ye atanmadan önceki son görevi Şubat 2005 - Ağustos 2005 arasında ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Robert B. Zoellick'in Özel Kalem Müdürlüğü'dür ("Executive Assistant and Chief Of Staff").
Kendisi de diplomat olan Margo Squire ile evlidir ve iki çocukludur. Rusça ve Çekçe bilmektedir. Doğu Avrupa uzmanı olarak tanınmaktadır.
Zemahşerî
Zemahşerî (Farsça: محمود زمخشری; d. 18 Mart 1075 - ö. 13 Haziran 1144), 10. yüzyılda yaşamış Fars asıllı İslam bilgini.
Tefsir, kelâm, fıkıh, lügât ve belâgat gibi birçok İslam'i bilim alanında araştırmalar yapmış ve çeşitli eserler vermiş filozof ve İslâm âlimi. 1074 yılında Harezm'in Zemahşer kasabasında doğmuş, 1144'de bir Arefe gecesi Cürcaniyye'de vefât etmiştir.
Asıl adı Mahmut'tur. Doğduğu şehirden dolayı "Zemahşerî", uzun süre Mekke'de yaşadığından ötürü de "Cârûllah" lâkaplarıyla anılmıştır. Mutezile akidesine bağlı bir âlimdir. Özellikle Arap dili ve Edebiyatı ile belâgat konusunda dâhi bir bilgindir. Zemahşerî olarak tanınmakta olup, künyesi "Ebül Kasım Cârûllah Mahmud bin Ömer bin Ahmed el-Zemahşerî" şeklindedir.
Mahmud, 1075 yılında Harezm'in Zemahşer kasabasında doğdu. Küçükken geçirdiği kaza sonucu bir bacağını kaybettiğinde takma bir bacakla yürümek zorunda kaldı. Dindar bir aileye mensup olup, ilk eğitimini babasından aldı. Baba, oğlunun sakatlığını da göz önünde bulundurarak durumuna uygun olan ve oturarak çalışılabilen terzilik mesleği ile geçimini sağlamasını istiyordu. Ancak, Mahmud'un okumak konusundaki ısrarı üzerine bir medreseye verdi. Babası, kesin olarak bilinmeyen bir sebepten ötürü hapsedildi ve kalan ömrünü burada geçirdi.
Mahmud, Harezm'de tıp, dil ve gramer sahasında önemli bir konuma sahip olan Ebu Muzar Mahmud bin Cerir el-Zebbî'den ders aldı. Dil ve edebiyat derslerinin yanında, aldığı eğitimin etkisiyle Mutezile akidesine bağlandı. Üstün zekâsı ve gösterdiği başarıdan dolayı hocasından maddi ve manevi destek gördü. Bir ara Buhara'ya da gidip orada da eğitim aldı. Bu tarihlerde hüküm süren Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah ve ünlü veziri Nizamülmülk'ten de himâye ve destek gördü.
Mahmud, ilim tahsil etmek gayesiyle muhtelif beldeleri dolaştı. Harezm'den ayrıldıktan sonra Horasan'a gitti. Orada bulunan ileri gelenlerle temas kurdu. Sonra İsfahan'a gitti. Burada da Melikşah'ın oğlu ile görüştü ve onu öven bir kaside kaleme aldı. Bağdat'ta bulunan Nizamiye Medresesi'nde de eğitim gördü. Burada hadis, tefsir, kelâm, fıkıh, gramer ve edebiyat dersleri aldı. Arapça ve dilbilim konusunda uzman olarak yetişti.
Mahmud, şiddetli bir hastalığa yakalanınca Mekke'ye gitti. Mekke Şerifi Ebü'l-Hasan Ali bin Hamza tarafından çok iyi karşılandı. Aralarında samimi bir dostluk oluştu. Mahmud Zemahşeri, bu süre zarfında Arap yarımadasında gerçekleştirdiği seyahatler ve Araplarla girdiği yakın diyalog neticesinde Arap dili ve edebiyatının incelikleri, zenginliği konularında oldukça önemli bilgilere sahip oldu.
Mahmud, son gelişi ve değişik zamanlarda hac vesilesiyle geldiği Mekke ve Medine'de uzun süre kaldı. Bundan dolayı kendisine "Allah'ın komşusu" anlamına gelen "Cârûllah" denmeye ve bu unvanla anılmaya başlandı. Memleket özlemiyle Harezm'e döndüyse de bir süre sonra tekrar Mekke'ye geldi. Birinci gelişinde iki, bu gelişinde de üç olmak üzere beş yıl Mekke'e kaldı. Daha sonra Harezm'e dönerken Bağdat'a uğradı. Büyük bir ilgi ile karşılandı. Burada ders vermeye başladı. Aynı zamanda kendisini yetiştirmeye ve dersler almaya devam etti.
Zemahşerî, bütün mesaisini ilme verdiği ve bu gaye ile sık sık seyahat ettiği için evlenmedi. Yaşadığı dönemin önemli alimleri arasında yer aldı. Dil ve tefsir alanında büyük otorite olarak kabul edilip, verdiği dersler büyük ilgi gördü. Bu alanda Harezm, Irak, Horasan, Hicaz gibi bölgelerde, sahasında zamanın önemli âlimleri arasında yer aldı. Kendisinden ders alan bazı talebeleri önemli hatipler arasında yer aldılar ve camilerde vaaz verdiler. Belâgat ilmindeki üstün kişiliği ve bu sahada yazdığı "Keşşâf Tefsiri" büyük beğeni toplayan ve kabul gören bir eserdir. Ehl-i Sünnet âlimleri belâgat ile ilgili konularda bu eserden önemli ölçüde yararlandılar.
Mahmud, Bağdat'tan Harezm'e geçti. Ceyhun Nehri kıyısındaki Ürgenç'e yerleştikten birkaç yıl sonra, 1144 yılında vefât etti.
Zemahşeri, ilim öğrenmek için seyahatler yapmış ve birkaç defa Bağdat'a gitmiş, bir müddet Mekke'de kalmıştır. Mekke'de bir müddet bulunması üzerine kendisine "Cârûllah" unvanı verilmiştir. Bağdat'ta Ali bin Muzaffer en-Nişâburî, Ebu'n-Nasr el İsfehânî ve Ebu Mansur el-Cevâlikî'den ilim öğrenmiştir. Fıkıh ilmini Şeyh Sedid-i Hayyâtî'den tahsil etti. Arapça'yı çok iyi bilen Zemahşerî; tefsir, fıkıh, lügât, belâgat ilimlerinde derin bilgi sahibi oldu. Bilhassa belâgat ilminde fevkalade ileri olan Zemahşeri'nin yazdığı "Keşşâf tefsiri", bu bakımdan çok beğenilmiş ve tanınmıştır. Ehl-i Sünnet âlimleri belâgat ilgili bilgilerde onun tefsirinden istifade etmişlerdir. Fars asıllı olmasına rağmen Arap dilindeki üstünlüğünü ifade etmek için onun Ebu Kubeys dağına çıkarak "Ey! Araplar gelin, atalarınızın dilini benden öğrenin." dediği rivâyet edilir. Zemahşeri, fıkhi açıdan Ehl-i Sünnet'in Hanefi mezhebinde olmasına rağmen itîkâd bakımından Mu'tezilidir. Ama ölürken Mu'tezile'den dönüp tövbe ettiği de söylenmektedir. Ancak tefsirinde açık ve kapalı olarak Mu'tezile itîkâdına yer verdiği görülür. Keşşâf tefsiri belâgat hususunda büyük bir değer taşıyan ve Kuran-ı Kerim'in belâgatini gösteren bir şaheserdir.
Zemahşerî, önemli ölçüde talebe yetiştirdiği ve ömrünün sonuna kadar ilim öğrenmeye devam ettiği gibi çok sayıda eser de kaleme aldı. Arapça'nın dışında Türkçe ve Farsça'yı iyi derecede bilmesine rağmen eserlerinin büyük bir kısmını Arapça olarak kaleme aldı. En önemli eseri ""Keşşâf Tefsiri"" olarak bilinen tefsir eseridir. Bu eserinde Kur'an-ı Kerim'in dilindeki üstünlük ve incelikleri göz önünde bulundurdu. Bu eseri kendisine İslâm âleminde büyük bir şöhret kazandırdı. Çok sayıda müellif ve müfessir kaynak olarak bu eserden yararlandı. Muhtelif dillere tercüme edildi.
Diğer bazı eserleri; Nükatü'l-Arab, El-Minhac, Rüusu'l-Mesail, El-Mufassal, El-Muhaccat, Esasü'l-Belağa, Etvakü'l-Zehab, Mak amat...Şiirleri ise "Divan"ında toplanmıştır. Divan'ın bir yazma nüshası Süleymaniye Kütüphanesinde bulunmaktadır.
Silvio Berlusconi
Silvio Berlusconi () (d. 29 Eylül 1936, Milano, İtalya), İtalya eski başbakanı, siyasetçi.
1994 İtalya genel seçimleri öncesinde kurulan "Forza İtalya" politik hareketinin başkanlığını yaptı. 1994 yılında kısa bir süre (9 ay) başbakanlık yapmıştır. 2001'de tekrar görevi devraldı ve kurduğu ikinci Berlusconi hükümeti, İtalyan cumhuriyeti tarihindeki en uzun süreli hükümet oldu. 20 Nisan 2005'te, yerel seçimlerdeki başarısızlıklar ve kabine içi anlaşmazlıklar nedeniyle görevden çekileceğini açıklamış, ancak 23 Nisan'da eskisinden çok farklı olmayan bir kabine ile tekrar başbakanlığa geçmiştir.
Mayıs 2006'da rakibi Romano Prodi'ye seçimlerde çok az oy farkıyla kaybederek başbakanlığı sona ermiştir. Ülkede seçimler Romano Prodi liderliğindeki sol ağırlıklı koalisyonun Ocak ayında çökmesi nedeniyle üç yıl erken, 14 Nisan 2008 tarihinde yapılmıştır. Seçimlere, eski sağcı partisi Forza Italia ile Gianfranco Fini'nin neo-faşist Ulusal İttifakı'nın birleşmesiyle meydana gelen Özgür Halk Partisi'yle katılmıştır. İtalya'nın kuzeyinde daha fazla özerklik isteyen Umberto Bossi'nin Kuzey Ligi partisi de seçime onlarla birlikte girmiştir. Oyların yaklaşık yüzde 47'sini alarak üçüncü kez başbakan olmaya hak kazanmıştır.
Kendisi ayrıca bir İtalyan medya imparatorluğunun kurucusu ve sahibidir. Forbes dergisine göre, Berlusconi, İtalya'nın en zengin insanıdır. Kendi çabasıyla dolar milyarderi olan Silvio Berlusconi, 2005 yılında 12 milyar dolar olduğu tahmin edilen servetiyle dünyanın en zengin 74. kişisidir. Hem bir medya patronu, hem bir başbakan, hem de ülkenin en zengin insanı olan Berlusconi, dünyanın en güçlü insanlarından biri olarak kabul edilmektedir. Aynı zamanda, sürekli bu gücünü kendi siyasi ve ekonomik çıkarları için kullanmakla da itham edilmektedir.
Eskiden Milan spor kulübünün başkanlığını da yapmış ve İtalyanların sempatisini bu dönemde iyice kazanmıştır. Türkiye'de de, eski başbakan Erdoğan ile olan yakın ilişkileriyle tanınır. Türk başbakanın oğlunun düğününde şahitlik yapmıştır. Ocak 2005’te de Roma’da bir duvar işçisinin tripod ile saldırısı sonucu kulağından yaralanan Berlusconi 13 Aralık 2009’da Milano'daki mitinginin ardından psikolojik tedavi gören İtalyan vatandaşı Massimo Tartaglia tarafından da benzer bir saldırıya uğrayarak hastahaneye kaldırılmıştır.
Cumhuriyet Senatosu tarafından onaylanan ve Temsilciler Meclisi'nden geçen finansal istikrar yasasının yani kemer sıkma paketinin ardından istifa edeceğini daha önce açıklayan Başbakan Silvio Berlusconi, cumhurbaşkanlığı sarayı Quirinale'de kendisinin ve hükümetinin istifasını Cumhurbaşkanı Napolitano'ya sundu ve Başbakan Silvio Berlusconi resmen istifa etti.
Berlusconi, orta sınıf bir ailede 1936 yılında Milano'da doğdu. Babası Luigi Berlusconi bankada çalışmaktaydı annesi ise ev hanımıydı.
2012 yılında, Forbes dergisi Berlusconi'nin 5.9 Milyar Dolar'a sahip bir serveti olduğunu ve İtalya'nın en zengin 6.adamı olduğunu açıkladı. Berlusconi'nin TV, gazete, yayın, sinema, bankacılık, sigortacılık ve sportif yönünde önemli varlıkları bulunmaktadır. Silvio Berlusconi aynı zamanda Milan'ın başkanıdır.
Silvio Berlusconi, vergi kaçakçılığı ile y |
argılandığı davada 4 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 24 Haziran 2013 tarihinde, reşit olmayan "Kalp hırsızı Ruby" lakaplı Fas asıllı "Karima El Mahroug" adlı dansçı kızla para karşılığı ilişkiye girmek ve gücünü kötüye kullanmaktan 7 yıl hapse ve ömür boyu kamu hizmetinden men cezasına mahkûm edildi.
Jacques Chirac
Jacques René Chirac (d. 29 Kasım 1932, Paris), eski Fransa Cumhurbaşkanı olan Fransız siyasetçi. Bu göreve ilk olarak 17 Mayıs 1995'te getirilmiş, yedi yıllık birinci dönem görev süresinin sonrasında Nisan 2002'de tekrar cumhurbaşkanı seçilmiştir. Beş yıllık ikinci dönem cumhurbaşkanlığı görev süresi 16 Mayıs 2007'de biten Chirac, yaklaşık 12 yıllık görev süresi ile François Mitterrand'dan sonra Fransa'da en uzun süre cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan isim olmuştur.
Jacques Chirac, 1959'da Sciences Po ve ardından da École Nationale d'Administration'da eğitimini bitirdikten sonra, yüksek seviyeli bir memurlukta işe başlamış ve kısa süre sonra da politikaya atılmıştır. O zamandan beri, Tarımdan Sorumlu Devlet Bakanlığı, Başbakanlık, Paris Belediye Başkanlığı ve son olarak da Fransa Cumhurbaşkanlığı görevlerinde bulunmuştur.
Fiyat denetimlerini kaldırmayı, özelleştirmeyi hızlandırmayı, vergi oranlarını düşürmeyi, suç ve terörizm ile sert biçimde mücadele etmeyi vadetmiştir. Ayrıca ekonomi politikalarının sosyal sorumluluk bilinciyle uygulanması gerektiğini de söylemiştir.
1956'da, iki kızı olan Bernadette Chodron de Courcel ile evlenmiştir. Üvey kızlarından biri, uzun süre kendisine basın danışmanlığı yapmıştır. Çift ayrıca, 1979'da, ülkeye tekneyle girmeye çalışan 21 yaşındaki kaçak bir göçmen kızı gayriresmi olarak evlat edinmiştir. Chirac, Katolik Hristiyan'dır.
Ermenistan’ın başkenti Erivan’da Chirac, Türkiye’nin AB’ye girebilmesi için sözde Ermeni Soykırımı iddialarını kabul etmesi gerektiğini belirtmiştir.
Chirac Nisan ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde üçüncü kez adaylığını koymayacağını ilan etti. (12 Mart 2007)
16 Mayıs 2007'de görev süresi dolmuştur ve yerine Nicolas Sarkozy seçilmiştir.
Jacques Chirac Paris belediye başkanlığı görevini sürdürüken Paris Büyükşehir Belediyesi’nde 28 Hayali danışmana maaş ödemekle suçlandığı davadan dolayı hüküm giyen ilk Fransa cumhurbaşkanı olmuştur.
Şirak FA
Şirak FA () ya da tam adıyla Şirak Futbolayin Akumb (Ermenice: Շիրակ Ֆուտբոլային Ակումբ), 1958 yılında Ermenistan'ın Gümrü şehrinde kurulmuş bir futbol kulübüdür. 1970'li yıllarda "Olimpiya" adını taşıyan futbol takımı, evsahipliği ettiği maçları Gümrü Şehir Stadyumu'nda oynamaktadır. Kulüp, Ermenistan'ın en eski futbol kulüplerinden biri olup ülkesinin en yetenekli futbolcularını yetiştirmiştir.
Artur Petrosyan ve Harutyun Vardanyan bu kulüpten yetişmiş iki ünlü futbolcudur. Her ikisi de büyük bir şöhrete sahip olup Ermenistan millî futbol takımında oynamışlardır.
Bardzraguyn humb'da 4 şampiyonluğu bulunup 3 kez Ermenistan Süper Kupası'nı kazanmıştır.
"13 Temmuz 2016"
Dünyanın Yedi Harikası
Dünyanın Yedi Harikası ya da eski dilde acaib-i seb'a-i alem, tamamı insanoğlu tarafından inşa edilmiş, olağanüstü antik yapı ve yapıtlardır. Ayrıca Antik Dönemin Yedi Harikası adıyla da bilinir. İlk olarak MÖ 5. yüzyılda tarihçi Herodot tarafından ortaya atılan bir kavramdır. MÖ 4. yüzyılda Sidon'lu Antipatros tarafından ilk olarak "Dünya'nın yedi harikası üzerine" (Περὶ τῶν Ἑπτὰ Θεαμάτων) adlı eserle oluşturulmuştur. Günümüzde geçerli kabul ettiğimiz 7 harika listesi, MÖ 2. yüzyılda son şeklini almıştır.
Günümüzde, Dünyanın Yedi Harikası'ndan sadece Keops Piramidi ayaktadır. Diğerleri yangın ya da deprem gibi nedenlerle yok olmuşlardır.
Giza Piramitleri'nin üçü birden Dünyanın Yedi Harikası listesine dahil değildir. Piramitlerden sadece Keops Piramidi bu listeye girmiştir. Keops Piramidi, 4. Hanedanlık zamanında MÖ 2560 yılında Firavun Khufu (Keops) tarafından yaptırıldı. Yapımının 20 yılı aştığı sanılmaktadır. Piramit yapıldığında 145,75 m yüksekliğindeydi. Yapıldığından itibaren 43 yüzyıl boyunca dünyadaki en yüksek yapı olarak kayıtlara geçmiştir. Keops Piramidi ilk inşa edilen olmasına rağmen dünyanın yedi harikası arasında günümüzde ayakta duran tek yapıdır.
MÖ 7. yüzyılda Babil kralı Nebukadnezar tarafından yaptırılmıştır. Babil'in çorak Mezopotamya çölünün ortasında, ağaçlar, akan sular ve egzotik bitkilerin bulunduğu çok katlı bir bahçedir. Coğrafyacı Strabo'nun 1. yüzyıldaki tanımına göre:
"Bahçeler birbiri üzerinde yükselen büyük direklerden oluşuyordu. Bunların içleri çukurdu. Büyük bitkilerin ve ağaçların yetişebilmesi için toprakla doldurulmuştu. Kubbeler, sütunlar ve taraçalar pişmiş tuğla ve asfalttan yapılmıştı. Yüksekteki bahçeleri sulamak için Fırat Nehri'nden zincir pompalarla su yukarılara çıkarılıyordu. Bu şekilde üst seviyelere taşınan su, bahçeleri sulayarak teraslardan aşağıya yukarı çıkarılıyordu.Söylentiye göre Nebukadnezar bu yapıyı sıla hasreti çeken karısı Semiramis için yaptırmıştır. Semiramis Medes kralının kızıdır. Söylentiye göre Mezopotamya'nın düz ve sıcak ortamı onu bunalıma itmiş, kral da karısının hasretini sona erdirmek için yapay dağların olduğu, suların aktığı yemyeşil bir bahçe yaptırmıştır.
Babil'in Asma Bahçeleri'nin günümüze gelen kesin izleri yoktur. Fakat, bölgede araştırma yapan arkeologlar, Babil'deki sarayın kuzeydoğusunda görünüşü garip olan temel ve tonozlar buldular. Bunların Babil'in Asma Bahçelerine ait olup olmadığını düşünülmektedir. Babil'in Asma Bahçeleri, klasik yazarlar tarafından ayrıntılı bir şekilde tanımlanmıştır. Günümüzde bu tanımlara göre çizilen resimler bulunmaktadır. Sanılanın aksine efsanevi bahçeler bir yerlere asılı değil, sadece sütunlarla desteklenen taraçalar üzerinde kurulmuştur.
Zeus Heykeli MÖ 450 yıllarında, adına olimpiyat oyunları düzenlenen Tanrıların kralı Zeus için, Olimpiyatlar'a ismini veren Olimpia'da yapılmıştır. Zeus Heykeli, bir tahta iskelet üzerine altın, fildişi ve metal parçalar yerleştirilerek Partenon'un içinde yapılmıştır. Heykelin oturduğu taban 6,5 m genişliğinde ve 2 m yüksekliğinde, heykelin kendisi ise 12 m yüksekliğindeydi. Büyük bir yangın sonucunda yok olmuştur.
32 metre yüksekliğinde, demir ve taşla desteklenmiş bronzdan yapılmış bir heykeldir. Rodoslular tarafından Güneş Tanrısı Helios'a ithafen yapılmıştır. Yapılışından yok oluşuna kadar yalnızca 56 yıl geçmesine rağmen, Rodos Heykeli dünyanın yedi harikasından biri olmayı başarmıştır. Bunun en büyük sebebi, devasa bir heykel olmasının yanı sıra Rodos adasındaki insanlar için beraberliğin simgesi olması idi. Rodos Heykeli’nin yapılması tam 12 yıl sürmüş ve heykel MÖ 282 yılında bitirilmiştir. Liman girişinde bulunan heykel MÖ 226 yılında bir deprem sonucunda en zayıf noktası olan dizinden kırıldı. Rodoslular, Firavun Ptolemy III Eurgetes’den restorasyon için yardım teklifi aldılarsa da, bir kâhine başvuruldu ve yardım reddedildi. Neredeyse 900 yıl boyunca heykel harabe halinde kaldı. 654 yılında Araplar Rodos’u fethettiler. Heykelden kalanları Suriyeli bir Yahudi’ye sattılar..
Tehlikeli kıyı şeridi boyunca gemicileri yönlendirmek amacı ile Mısır'ın İskenderiye kenti kıyısındaki Faros (Pharos) adasında yapılmıştır. Proje Büyük İskender'in komutanları Ptolemy Soter zamanında MÖ 290 yılları sonunda başlamış, ölümünden sonra oğlunun hükümdarlığı zamanında bitirilmiştir. Şehrin batı limanında bulunan fener yaklaşık 166 m yüksekliğindedir. Sadece harikaların değil bugüne kadar yapılmış fenerlerin de en yükseğidir. Gemicilik için güvenli bir ortam sağlamak isteyen Yunan tüccar Sostratus tarafından finanse edilmiştir. Fener'in en gizemli yanı, gündüzleri bile güneş ışığını denize yansıtmak amacı ile tasarlanmış cilalı bronz aynalarıydı. Geceleri ise aynaların önünde ateşler yakılıyor, böylece aynanın yansıttığı ışık gece yaklaşık 50 km mesafeden görülebiliyordu. Yapı, bir dizi depreme kadar bozulmadan kaldı. Fakat depremler ve doğal şartlar sonunda çöktü. Üst kısmı 955 yılında bir deprem ve fırtınada kopan fenerin gövde kısmı da 1302'de başka bir depremde çöktü. En sonunda 1480 yılında Memlük Sultanı Kait-bay tarafından fenerin olduğu yere yapılan bir kalede malzemeleri kullanılmak üzere tamamen yıkıldı. Fakat Dünya'nın Yedinci Harikası olmayı başarmıştır.
Halikarnas Mozolesi, Kral Mausollos için karısı ve kız kardeşi tarafından yaptırılmış bir mezardır. Bodrum civarında yapılmış ve yapımı MÖ 350 yılında tamamlanmış. Tabanın üstünde kenarları heykellerle süslenmiş basamaklı bir podyum bulunuyordu. Süslü su mermerinden yapılmış lahit ve mezar odası, podyumun üstünde bulunuyordu ve İyonya tarzı kolonlarla çevrilmişti. Sıra sütunlar, yine heykellerle süslenmiş bir piramit çatıyı destekliyordu. Dört tane savaş atıyla çekilen bir savaş arabası heykeli ise piramidin tavanını donatıyordu. Halikarnas Mozolesi'nin toplam yüksekliği 45 m. idi ve 4 tarafındaki 4 heykelin her birini ayrı bir heykeltıraş yapmıştı. Bu heykeller, tanrıların değil de insanlar ve hayvanların heykelleri olmasından dolayı tarihte özel birer yer tutarlar. 16. yüzyıl boyunca Halikarnas Mozolesi iyi bir durumda korundu. 15. yüzyılda Haçlı Seferleri sırasında St. John şövalyeleri bölgeye geldiler ve bugün Bodrum Kalesi olarak geçen büyük bir kale yaptılar. Bu kalenin yapımında Halikarnas Mozolesi'nin nerdeyse bütün taşları kullanıldı.
Efes'te bulunan tapınağın temelleri MÖ 7. yüzyıla dayanmaktadır. Pazar yeri ve dini müessese olarak kullanılıyordu.
[Artemis Tapınağı, (Yunanca: Artemision; Latince: Artemisium) aynı zamanda Diana Tapınağı olarak da bilinir. Tanrıça Artemis'e ithaf edilmiş tapınak Efes'te milattan önce 550 yıllarında tamamlanmıştır. Tapınak tamamen mermerden inşa edilmiştir. Dünyanın yedi harikasından biri sayılan tapınaktan[1] geriye bugün sadece bir iki mermer parçası kalmıştır. Türkiye'deki antik kent Selçuk İzmir'de bulunmaktadır.
Tapınak Lidya Kralı Kroisos tarafından başlatılmış 120 senelik bir projenin eseridir.
İsviçre merkezli "New7Wonders Vakfı", dünyanın yeni 7 harikasını belirlemek için başlattığı yarışmaya 21 finalist |
eser katıldı. Dünyanın dört bir yanından yaklaşık 100 milyon kişi cep telefonu ve Yeni Yedi Harika, New7Wonders.com adlı internet sitesinde 6 yıl boyunca oy kullanarak dünyanın yeni 7 harikasını seçti. Oylama 7 Temmuz 2007'de (07/07/07) sona erdi. Cep telefonu ve internet oylarıyla belirlenen dünyanın yeni 7 harikası, Portekiz'in başkenti Lizbon'da ilan edildi. Dünyanın yeni 7 harikası; Ürdün'deki Petra Antik Kenti, Çin Seddi, Brezilya'daki Kurtarıcı İsa Heykeli, Peru'daki Machu Picchu Antik Kenti, Meksika'daki Chichen Itza Piramidi, İtalya'nın Roma kentindeki Kolezyum ve Hindistan'daki Tac Mahal anıtmezarı şeklinde sıralandı.
Ayran
Ayran, yoğurdun içine su katılarak elde edilen bir tür içecek. Türk mutfağına ait olan en yaygın içeceklerdendir. En çok tüketilen yer Türkiye'dir. Bunun yanı sıra Ermenistan, Azerbaycan, İran, Lübnan, Bulgaristan ve bazı Balkan ülkeleriyle Orta Doğu ve Orta Asya (Türki Cumhuriyetler) ülkelerinde yapılır.
Ayran yapımında, doğal nitelikli, yağlı koyun yoğurdu yeğlenir. Bir ölçü yoğurda en çok bir buçuk ölçü su karıştırılır. Daha lezzetli olması için, su yerine süt de katılabilir. Az ölçüde tuz da eklenebilir. Türkler'in geleneksel içeceği olan ayran, Balkan ve Asya ülkelerinde de içilir.
MS 552-745 yılları arasında hüküm süren Göktürkler, ekşiyen yoğurdun ekşiliğini azaltmak için üzerine su eklediler. Böylece tesadüfen ayran ortaya çıkmış oldu.
Ayran kelimesi, tarihte ilk defa Divan-i Lugat-it Türk eserinde ""sütten elde edilen bir içecek"" olarak tanımlanmıştır.
Ayranın yapılışı yöresel farklılıklar göstermemekle birlikte çeşitleri açısından farklılık göstermektedir. Susurluk (Balıkesir, Türkiye) yöresinde ufak bir elektrikli motorla ayran, kazandan çekilerek dar bir boru aracılığıyla yukarıdan hızlı bir şekilde tekrar kazana boşaltılır. Bu devirdaim sürecinde ayranın yağı ayran üzerinde köpük oluşturur. Bu ayran Susurluk ayranı olarak bilinir. Türkiye'nin bazı doğu kesimlerinde ise karıştırma yöntemi ile yayık ayranı elde edilir ki bu ayran lezzetli ve bol köpüklü olur.
İskenderiye Feneri
İskenderiye Feneri, Mısır'ın İskenderiye şehrinde inşa edilmiş; ancak günümüzde bulunmayan, Dünyanın Yedi Harikası'ndan biri ve tarihte inşa edilmiş deniz fenerlerinin en yüksek olanı.
İnşaası MÖ 285-246 yılları arasında süren fener, bu devletin ilk iki kralı Ptolemy (Batlamyus) ve Soter tarafından Mısır'da İskenderiye Limanı'nın karşısındaki Pharos Adası üzerine yaptırılmıştı.
Üç bölümden oluşan fenerin mimarı Knidoslu Sostratus'tur. Kaidesi ile birlikte 135 metre yüksekliğinde olan fener, beyaz mermerden yapılmıştı. Tepesinde bulunan, tunçtan yapılmış büyük bir ayna 70 kilometre uzaklıktan görülüyor ve limana giren gemilere rehberlik ediyordu. Alt bölümü dikdörtgen şeklinde ve yaklaşık 55 metre yüksekliğindeydi. Orta bölüm, yukarıya doğru giden rampası olan bir silindir şeklindeydi. Yaklaşık 27 metre yüksekliğindeydi. Üst bölüm ise silindir şeklindeydi ve üzerinde alevin bulunduğu bir odası vardı.
İskenderiye Feneri, antik çağın yedi harikası içinde günlük yaşam için kullanılan tek eserdir.
Üst kısmı MS 955 yılında bir deprem ve fırtınada kopan fenerin gövde kısmı da 1302'de başka bir depremde yıkıldı. 1500 yılında ise bu yapıya ait kalıntılar tamamen yok oldu.
Üzerinde inşa edildiği adadan dolayı Pharos olarak anılmış ve bu kelime birçok dile yerleşmiştir. İspanyolca, Fransızca ve İtalyancada Pharos, deniz feneri anlamına gelmektedir. Yıkılmadan önce yapılan resimleri, dünyadaki deniz fenerlerine yüzlerce yıldan beri örnek olmuştur.
Paris Komünü
Paris Komünü (Fransızca: "La Commune de Paris") Paris’te 18 Mart'tan (resmi olarak 26 Mart) 28 Mayıs 1871’e uzanan kısa sürede iktidarda olan sosyalist hükûmet.
Paris Komünü, resmi anlamda 1871 baharı boyunca iki ay iktidarda kalmış yerel bir yönetimdir. Fakat içinde şekillendiği koşullar, tartışmalarla yürüyen kararları ve acılı sonu onu zamanının en önemli politik dönemlerinden biri yapmaktadır.
Komün, Fransızların yenilgisiyle sonuçlanan Fransız-Prusya Savaşı’nın ardından Paris’teki tüm devrimci eğilimlerin sivil bir ayaklanma başlatmasıyla kuruldu. 1870 yılında III. Napolyon tarafından başlatılan savaş, Fransızlar için bir felakete döndü ve Kasım ayıyla birlikte Paris kuşatma altına girdi. İlerleyen yıllar boyunca başkentte zengin ve yoksul arasındaki uçurum genişlemişti. Yiyecek stoklarının azalması ve süren Prusya bombardımanı yaygın bir hoşnutsuzluk yaratıyordu. Emekçiler ilerici düşüncelere daha açık hale gelmişlerdi. Şehrin kendi seçtiği Komünle kendi kendini yönetiyor olması gerektiği fikri birçok Fransız kasabası tarafından hoşnutlukla karşılandı ama zapt edilmesi zor bulunan halk kitlesinin bu isteği hükümet tarafından reddedildi. İktisadi idare için, sosyalist olması gerekmeyen, daha birleşmiş ama daha belirsiz bir istek "“La Sociale!”" haykırışında toplandı.
Ocak 1871'de, kuşatma dördüncü ayına ulaştığında, daha sonra Üçüncü Cumhuriyetin başbakanı olacak olan Adolphe Thiers ateşkes çağrısında bulundu. Prusyalılar Paris’i barış koşullarında işgal ettiler. Kuşatmanın kendilerine yaşattığı sıkıntılar nedeniyle birçok Parisli kızgındı, özellikle Prusyalıların kısa bir merasimle şehirlerini kuşatmasına izin verilmesine çok sinirlenmişlerdi.
Bu sırada on binlerce Parisli “Ulusal Muhafızlar” adı verilen bir askeri birliğin silahlı üyesiydi ve bunların şehrin savunulmasında önemli katkıları olmuştu. Fakir mahallelerdeki taburlar kendi subaylarını seçtiler ve Paris’te bulunan topları ele geçirdiler. Şehir Ulusal Muhafızlarla birlikte Prusya birliklerine altı ay boyunca direndi. Paris halkının direnişi sonucu Prusyalılar şehrin küçük bir bölgesine hapsedildiler ve ilerleme gösteremediler.
Direniş kararları Muhafızların merkezi komitesinden alınıyordu. Fransız hükümetinin başbakanı Adolphe Thiers, bu kaygan durumun alternatif bir politik iktidar merkezi yaratabileceğini fark etti. Buna ek olarak, Paris işçilerinin silahlanarak Prusyalıları kışkırtabileceğini fark etti.
İşler bu noktada çok karışıktı, fakat açık olan bir şey vardı ki, emekçilerin yardım ettiği Ulusal Muhafızlar, Prusyalılar Paris’e girmeden evvel topları Prusyalıların yolundan çekerek onların elinden kurtarmış ve güvenli mahallelere saklamışlardı. Topların koyulduğu başlıca yerlerden biri Montmartre tepeleriydi.
Prusyalılar kısa bir süre için Paris’e girdiler ve şehri olaysız terk ettiler. Fakat Paris savaş tazminatı ödeninceye kadar kuşatma altında kalmaya devam etti.
Ulusal Muhafızlar Merkezi Komitesi giderek artan köktenci bir tutum benimser ve durmadan otorite kazanırken, hükümet 400 topu onların eline süresiz bırakamazdı. Böylece ilk adım olarak 18 Mart’ta Thiers düzenli birliklere Montmarte tepelerindeki topları ele geçirmeleri emirini verdi. Bununla birlikte zaten moralleri çok yüksek olmayan askerler talimatları izlemektense Ulusal Muhafızlara ve yerli direnişçilere katıldı. Generalleri Claude Martin Lecomte onlara silahsız kalabalığın üzerine ateş açma emri verdiğinde onu atından indirdiler. General daha sonra dış yollardan birinde kalabalığın ele geçirdiği Muhafız generali Thomas’la birlikte vuruldu.
Diğer ordu birlikleri de yerel direnişçilere eklendi. Ayaklanma öyle çabuk yayıldı ki, Başbakan Thiers Paris’in askerler, polis ve her türden yönetici ve uzman tarafından boşaltılması emrini verdi. Kendisi de Versay’a kaçtı. Ulusal Muhafızlar Merkez Komitesi artık Paris’teki tek etkili yönetimdi: Komite derhal yönetimden çekilerek 26 Mayıstaki komün seçimlerini düzenledi.
Komünün (daha doğru bir deyişle “Komünal Konsey”in) 92 üyesinin içinde vasıflı işçiler, birçok profesyonel (doktor ve gazeteci) ve reformcu cumhuriyetçilerden, değişik sosyalist anlayışlara sahip insanlara, 1789 Devrimine özlem duyan Jakobenlere kadar çok sayıda siyasi eylemci vardı. Karizmatik sosyalist Louis Auguste Blanqui Konsey Başkanı seçildi fakat bu seçim Blanqui 17 Martta tutuklandığı ve gizli bir hapishanede tutulduğu için onun yokluğunda gerçekleşti. Yerel bölgelerin kuşatmadan kalan örgütlenmeyi sürdürmesine rağmen Paris Komünü 28 Martta ilan edildi.
İç farklılıklara rağmen, Konsey iki milyonluk bir şehrin temel hizmetlerini yerine getirmek konusunda iyi bir başlangıç yaptı; belirli ilkelerde, sosyal bir devrimden ziyade ilerici bir sosyal demokrasiye benzeyen bir konsensüs sağlanabiliyordu. Zamanın azlığından dolayı (Komün 60 günden az bir süre iktidarda kalmayı başarabildi) yalnızca birkaç emir gerçekten uygulanabildi. Bu emirler şöyleydi: tüm kuşatma boyunca kiraların hafifletilmesi (çünkü kuşatma sırasına tarla sahipleri tarafından oldukça arttırılmıştı); Paris pastanelerinde gece işinin kaldırılması; giyotinin kaldırılması; etkin görev sırasında öldürülen Ulusal Muhafızların eşlerine olduğu kadar, eğer varsa çocuklarına da aylık bağlanması; savaş sırasında tüm işçiler aletlerini rehine vermeye zorlandığından şimdi hepsinin karşılıksız iadesi; borçların ertelenmesi ve faizin kaldırılması; reformist ilkelerden önemli bir kopuş olarak, sahipleri tarafından terkedilmiş fabrikaları işçilerin işletmeye devam etmesi.
Mecburi askerliği sona erdirdiler ve orduyu silah kullanabilen bütün şehirlilerden kurulu Ulusal Muhafızla değiştirdiler. Hedeflenen devletten ayrı kilise kanunu, kilisenin bütün mülkünü devletin yaptı ve dini okuldan uzaklaştırdı. Kiliselerin dinsel faaliyetlerinin devamı ancak ve ancak akşamları yapılan politik toplantılara kapılarını açarsa mümkün olabilecekti. Bu durum kiliseleri Komünün asıl siyasi merkezleri haline getirdi. Diğer kanunlar eğitimi iyileştiren ve teknik eğitimi herkes için mümkün hale getiren reformlarla ilgiliydi.
Kısa varlığı boyunca Komün, önceden kaldırılmış olan Fransız Cumhuriyetçi Takvimini benimsedi ve üç renkten ziyade kızıl bayrağı kullandı.
Konsey üyelerinin (temsilci değil delegeydiler) yasama kadar yürütme işlerini de yerine getirmesi beklenmekle birlikte, işlerin çokluğu değişik faktörler tarafından kolaylaştı. Kuşatma boyunca mahallerdeki sosyal ihtiyaçları (kantinler, ilk yardım istasyonları) karşılamak için ku |
rulan pek çok plansız organizasyon artarak devam etti ve Komünle iş birliği içinde çalıştı.
Aynı zamanda yerel işçilerin yönetimindeki bu yerel meclisler hedeflerinin peşine düştü. Komün konseyinin resmi reformizmine rağmen, Komünün bileşimi daha çok devrimciydi. Sosyalistler, anarşistler, Blanquistler ve özgürlükçü cumhuriyetçiler buradaki devrimci eğilimleri oluşturuyordu. Paris Komünü, eğilimlerin çokluğuna rağmen, yüksek orandaki işçi yönetimi ve değişik eğilimlerdeki devrimcilerin iş birliği nedeniyle anarşist ve Marksist sosyalistler tarafından ilk gününden itibaren sevinçle karşılandı.
Örneğin 3. Bölgede okul malzemeleri bedava sağlandı, üç okul laikleştirildi ve bir yetimhane kuruldu. 20. Bölgede okul çocuklarına bedava giysi ve yiyecek verildi. Buna benzer birçok örnek vardır. Fakat Komünün göreli başarısındaki en önemli şey, Thiers tarafından görev yerlerinden uzaklaştırılan uzmanların ve yöneticilerin sorumluluklarını alan sıradan işçilerin girişimiydi.
Karl Marx’ın en yakın dostu Friedrich Engels daha sonra sürekli ordunun bulunmayışı, mahallelerin kendi kendini yönetmesi ve bunun gibi etmenler nedeniyle Komünün artık bilindik anlamıyla bir “devlet” olmadığını iddia etti: bu bir geçiş biçimiydi, devletin yok oluşuna doğru bir geçiş. Ancak onun gelecekteki gelişimi kuramsal bir soru olarak kalacaktı. Yalnızca bir hafta sonra, yeni ordu birliklerinin (Prusyalıların ele geçirdiği savaş esirleri de bu ordudaydı) saldırısına maruz kaldı.
Komün, 2 Nisan itibarıyla Versay Ordusu’nun hükümet güçleri tarafından saldırıya uğradı ve şehir bombardımana tutuldu. Hükümet anlaşma yapmaya yanaşmadı.
Courbevoie banliyösü ele geçirildi ve Komünün kendi güçleriyle verdiği geç bir karşılık, Versay üzerine yürümesi başarısızlığa uğradı. Savunma ve hayatta kalma giderek zorlaştı. Paris’in çalışan kadınları burada artık hayati bir rol oynuyordu. Ulusal Muhafız ordusundaydılar ve Montmartre’a giden yolda kilit bir nokta olan Place Blanche’da kahramanca dövüşen bir tabur meydana getirdiler. (Bununla birlikte şu da belirtilmeli ki, Komünde kadınların oy hakkı yoktu ve Konsey’de hiç kadın üye bulunmuyordu.)
Paris’teki siyasi mültecilerden ve sürgünlerden de güçlü bir destek geldi: bunlardan biri, Polonyalı eski subay ve milliyetçi Jarosław Dąbrowski’ydi ve Komünün en iyi generali oldu. Komün tamamen enternasyonalizm’e inanıyordu ve bu kardeşlik adına I. Napolyon’un zaferlerini kutsayan ve bir şovenizm anıtı olan Vendome Sütunu yıkıldı.
Paris’in dışından işçi sendikası ve bazıları da Almanya’dan olan sosyalist organizasyonlardan moral ve iyi dilek mesajları geliyordu. Ama diğer Fransız şehirlerinden önemli yardımlar görmek yolundaki beklenti kısa zaman içinde son buldu. Thiers ve Versay’daki bakanları Paris’ten tüm haber akışını engellemişti ve Fransa’nın kırsal ve kentsel bölgelerinde Paris’te olup bitenlere karşı her zaman şüpheli bir yaklaşım oldu. Narbonne, Limoges ve Marsilya’daki hareketlenmeler de hızlıca ezildi.
Gittikçe kötüleşen durum karşısında, Konseyin bir bölümü bir “Kamu Güvenliği Komitesi” yaratılması yönünde bir karar aldı. Bu komite 1792’de de aynı adla kurulan, geniş ve merhametsiz bir güce sahip olan bir Jakoben kuruluşundan esinlenilmişti. Fakat güçlü bir merkezi otoritenin işe yarayabileceği zaman artık neredeyse geçmişti.
21 Mayısta Paris’in batıdaki şehir duvarlarındaki bir kapı yıkıldı (ya da olasılıkla ihanete uğrayarak açıldı) ve Versay birlikleri şehrin işgaline başladı. Öncelikle zengin batı mahallelerine girdiler ve ateşkesten sonra burayı terk etmeyen zengin mahalle sakinleri tarafından sevinçle karşılandılar.
Komünün olumlu bir özelliği olan bağımsız mahalli örgütler şimdi bir çeşit dezavantaja dönüştü: bütünlüklü olarak tasarlanmış bir savunma yerine, şimdi her mahalle umutsuzca ve kendisi için dövüşüyordu. Dar sokaklardan oluşan ağlar, erken Paris devrimlerinde şehri zapt edilemez bir hale getirdiğinden, bu sokaklar şimdi geniş bulvarlarla değiştirilmişti. Versay ordusu merkezi bir komutanın ve modern topçu ateşinin hükmünü sürüyordu.
Saldırı boyunca, hükümet topçuları silahsız vatandaşları katletti: mahkûmlar derhal öldürüldü ve orta yerde birçok idam gerçekleştirildi. 27 Mayıstaki nafile bir direniş jestinin ardından, kalabalık kuşatıldı ve 50 rehine vahşice öldürüldü. Bunların birçoğu Komün tarafından desteklenen rahiplerdi. Hükümetin toplamdaki kayıpları 900 kadardı. Versay bunun öcünü kat kat fazlasıyla aldı.
En sert direniş emekçi sınıfların daha yoğun olduğu doğu bölgelerinden geldi. Savaş şiddetli sokak savaşlarının yapıldığı sekiz gün boyunca sürdü ("La Semaine sanglante", kanlı hafta). 27 Mayıs'la birlikte yalnızca en fakir mahalleler olan Belleville ve Ménilmontant’ta birkaç sağlam direniş bölgesi kalmıştı.
28 Mayıs itibarıyla, öğleden sonra 4 civarlarında Belleville Ramponeau’daki son barikat düştü ve Marshall MacMahon bir duyuru yayımladı: “Paris sakinlerine. Fransız ordusu sizi kurtarmaya geldi. Paris artık özgür! Saat 4 itibarıyla askerlerimiz son isyancı noktasını da ele geçirdi. Bugün savaş sona erdi. Düzen, çalışma ve güvenlik yeniden sağlandı.”
Çok ciddi misillemeler yapıldı. Komünü destekleyenlerin suçlanacağı duyuruldu. Bazı önemli destekçiler şimdi Komüncüler Duvarı denilen Père Lachaise Mezarlığı'ndaki duvarın önünde vuruldular. Binlerce destekçi davalar için Versay’a gönderilirken, pek azı kuzeydeki Prusya hatlarına doğru kaçabildi. Günler boyunca sayısız erkek, kadın ve çocuklardan oluşan komün destekçilerinin oluşturduğu insan seli, askeri kontrol altında Versay’daki hapishane bölgesine acılar içinde yürüdü. Daha sonra yargılandılar; bir kısmı idam edilirken, çoğu ağır çalışma cezasına çarptırıldı; geri kalanlar da Pasifik’teki Fransız adalarına ya uzun süre için ya da ömür boyu sürgüne gönderildiler. Kanlı Hafta boyunca öldürülenlerin tam sayısı asla tespit edilemedi ama en iyi tahminler 30.000 ölü, pek çok yaralı olduğu yönündedir. Sonradan idam edilenlerle birlikte bu sayı 50.000’i bulmaktadır. 7.000 kişi Yeni Caledonya’ya sürüldü. Hapsedilenler için 1889’da genel af ilan edildi. Paris sonraki beş yıl boyunca sıkıyönetimle idare edildi.
Paris’in zenginleri ya da Komün hakkında fikir yürüten erken dönem tarihçiler için 1871, ayaktakımının korkunç ve nedeni anlaşılmaz iktidarının dönemidir. Daha sonraki tarihçiler, hatta sağ görüşlü olanlar bile, Komünün ıslahatlarının değerini kavramış ve onun vahşice yok edilmesine üzülmüşlerdi. Bununla birlikte, Komünün orta ve yüksek sınıflarda o zamana kadar benzeri görülmemiş bir nefret yaratmasının sebebini açıklaması zor bulmuşlardı.
Sol görüştekiler ise Komünün böyle tehlikeli durumun içerisindeyken böyle ılımlı davranmasını eleştirdiler. Karl Marx Komüncülerin Versay’dakilerin işini ilk ve son olarak bitirmek dururken, demokratik seçimler düzenlemesiyle “çok kıymetli anlar” kaybettiklerini söyledi. İçinde milyarlarca frankın olduğu Paris’teki Fransız Ulusal Bankası, Komüncüler tarafından dokunulmadan ve korumaya alınmadan bırakıldı. Çekinerek, buradan para alıp alamayacaklarını sordular (ve şüphesiz bu para onlarındı). Komüncüler bankadaki paralara dokunmaya çekindiler çünkü eğer böyle yaparlarsa dünyanın onları kınayacağından korkuyorlardı. Böylece büyük miktarda para Paris’ten Versay’a, Komünü ezen ordunun kurulması için nakledildi.
Komünistler, sosyalistler, anarşistler ve diğerleri Komünü katılımcı demokrasi temelindeki bir sistem üzerinde yükselen özgür bir toplumun ilk örneği olarak gördüler. Marx ve Engels, Bakunin ve daha sonra Lenin ve Troçki Komünün sınırlı deneyiminden (özellikle de devletin sönümlenmesi konusunda) kuramsal dersler çıkarmaya çalıştılar. Daha faydacı bir ders Edmond de Goncourt tarafından çıkarıldı. Goncourt kanlı haftadan üç gün sonra günlüğünde şöyle yazıyordu: “…kanama tamamen sona erdi ve toplumun isyancı kesiminin öldürülmesi ile yaratılan böyle bir kanama devrimi geciktirebilir… Eski toplumun bu devrimden önce sakince geçecek 20 yılı var…”
Paris Komünü, birçok komünist önderin saygısını kazandı. Mao sürekli Komüne referans verdi. Lenin, Marx’la birlikte Komünü proletarya diktatörlüğünün yaşanmış bir örneği olarak niteledi. Cenazesinde bedeni Komünden kalan kızıl bir bayrağa sarıldı. Sovyet uzay gemisi Voskhod 1 Paris Komünü’nden kalan bir afiş parçası taşıyordu. Bolşevikler Sivastopol adlı savaş gemisinin adını Komünün şerefine "Parijkaya Kommuna" olarak değiştirdiler.
Artemis Tapınağı
Artemis Tapınağı, (Yunanca: "Artemision"; Latince: "Artemisium") aynı zamanda Diana Tapınağı olarak da bilinir. Tanrıça Artemis'e ithaf edilmiş tapınak Efes'te Milattan önce 550 yıllarında tamamlanmıştır. Tapınak tamamen mermerden inşa edilmiştir. Dünyanın yedi harikasından biri sayılan tapınaktan geriye bugün sadece bir iki mermer parçası kalmıştır. Türkiye'deki antik kent Selçuk İzmir'de bulunmaktadır.
Tapınak Lidya Kralı Kroisos tarafından başlatılmış 120 senelik bir projenin eseridir. Dünyanın yedi harikasını derleyen Sidon'lu Antipader tapınağı şöyle tarif etmiştir.
Bizanslı Philon ise tapınak için şunları yazmıştır:
Artemis, Ay tanrıçası olarak Titan Selene'in yerini alan Apollon'un kardeşi bakire avcı Yunan tanrıçasıdır. Efesli Artemis ise oldukça farklıdır. Efesli Artemis'in (Efesya) bir Anadolu tanrıçası olan Kibele'nin bir kültü olduğu sanılmaktadır.
Anadolu'nun ana tanrıçası Kibele'nin Efes'e nasıl geldiği ve orada Artemis adıyla kültünün nasıl başladığı bilinmemekle beraber Kibele'nin çeşitli evreler geçirerek Artemis haline geldiği kabul ediliyor.
Yunan tanrılarının aksine daha çok yakındoğu ve Mısır tanrıları gibi vücudu, altından ayaklarının çıktığı ve bacaklara doğru gittikçe incelen, sütun benzeri bir bölümle kaplıdır. Çok memeli Tanrıça (37 adet) Efes'te basılmış paraların üzerinde başında Kibele'nin bir özelliği olan duvar gibi bir taç ile resmedilmiştir. Paraların üzerindeki resminde, kolları birbirine geçmiş yılan ya da Ouroboros yığınlarından oluşan bir asaya dayalı durmaktadır. Aynı Kibele gibi Efes'teki tanrıçaya da megabyzae adı verilen hierodüller ve ko |
re'ler hizmet etmekteydi.
Ayrıca Bennett'in bahsettiği muhtemelen millatan önce üçüncü yüzyıldan kalma bir adak yazıtı Efesli Artemis'i Girit ile ilişkilendirmektedir:
Yunanlar'ın birleştirme adetleri, tüm yabancı tanrıları kendi anlayabilecekleri bir şekilde Olimpus panteonunun bir biçimi halinde asimile etmiştir. Efes'te İyonyalı yerleşimcilerin "Efes'in Hanımı" için yaptıkları Artemis özdeleştirmesinin cılız olduğu çok açıktır.
Tapınağın üç evreden oluştuğu sanılmaktadır. A evresi Artemisium olarak adlandırılan tapınaktan önce orada yaklaşık MÖ 7. yüzyılda yapılmış bir sunaktır. B evresi daha sonra bunun üzerine yapılmış olan tapınak, C evresi ise yangından sonra yapılan restorasyondur.
Tapınağın içi ve içindeki sanat hakkındaki tanımlamaların ve hemen hepsi tarihçi Plynus'un anlattıklarına dayanmaktadır. Pliny tapınağı 115 metre uzunluğunda ve 55 metre eninde neredeyse tamamen mermerden olarak tanımlamıştır. Tapınak her biri 18 metre olan 127 İyonik stilde kolondan oluşmaktadır.
Artemis Tapınağı içinde birçok sanat eseri vardı. Ünlü Yunan heykeltıraşlar Polyclitus, Pheidias, Cresilas, ve Phradmon tarafından yapılmış heykellerle, tablolarla ve altın ve gümüşle bezenmiş kolonlarla donatılmıştı. Sanatçılar en güzel heykeli yaratmak için birbirleri ile yarışırlardı. Bu heykellerin büyük çoğunluğu Efes şehrini kurduğu söylenen Amazonlar'ın heykelleridir.
Pliny ayrıca, Mausolos'un mozolesi üzerinde de çalışan Scopas'ın tapınağın kolonlarındaki kabartmaları oyduğunu söyler.
Atinalı Athenagoras, Efes'teki baş Artemis heykelinin yaratıcısı olarak Daedalus'un öğrencisi Endoeus 'un ismini vermiştir.
Artemis Tapınağı Efes bölgesinin ekonomik olarak güçlü bir bölgesinde yer almaktaydı ve tüccarlar ve Anadolu'nun her yerinden yolcular tarafından ziyaret edilmekteydi. Tapınak birçok inanıştan etkilenmiştir ve birçok farklı dinden insan için bir inanç sembolü olmuştur. Efesliler Kibele'ye taparlardı ve inançlarının büyük bir kısmında Artemis'i de dahil ettiler. "Artemis Kibele", Romalı karşıtı Diana'dan çok farklı bir şekil aldı. Artemis kültü uzak diyarlardan binlerce tapanı çekti. Hepsi bu yerde bir araya gelip ona taparlardı.
Mahmud Ahmedinejad
Mahmud Ahmedinejad (, d. 28 Ekim 1956, Aradan), İran İslam Cumhuriyeti'nin altıncı cumhurbaşkanı.
Ahmedinejad, Kuzey İran'da, Tahran Eyaleti'ne doğudan komşu olan Semnan Eyaleti'nin Garmsar kenti yakınındaki Aradan köyünde bir nalbantın oğlu olarak dünyaya gelmiştir.
1976 yılında ülke genelinde yapılan üniversite giriş sınavında 132'nci olarak İran Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'nin inşaat mühendisliği bölümüne girmiştir. Tahran Belediye Başkanlığı'ndan önce İran Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yapmaktaydı. Tahsilini de bu üniversitede yapmıştır. Tahran'a 400 km uzaklıktaki Erdebil Eyaleti'nin valilik makamına atanmış aynı zamanda Tahran'daki İran Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'nden verilen PhD diploması, doktora ve valiliğin yanında yaptığı öğretim üyeliği görevine karşı profesör unvanı bulunmaktadır.
Cumhurbaşkanı seçilmeden önceki dönemde, (3 Mayıs 2003 ile 28 Haziran 2005 arasında) Tahran belediye başkanlığı yapmıştır. Mesleği inşaat mühendisliğidir. 24 Haziran 2005 İran cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda seçilmiş, 3 Ağustos 2005'te art arda 8 yıllık cumhurbaşkanlığı süresini doldurduğu için makamından çekilen Muhammed Hatemi 'nin yerine cumhurbaşkanlığına başlamıştır.
Siyasi güç zeminini İran inşaat sektörünün lobi kuruluşu olan İslami İran İnşaatçılar İttifakı'ndan (Abadgaran) aldığı kabul edilmektedir. Abadgaran, İran cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda iki aday arasında (Ahmedinecad ve Muhammed Bager Galibaf) bölünmüş, ikinci turda Ahmedinecad'ın arkasında toplanmıştır. Böylece, 1000 kadar adayın İran Anayasa Muhafızları Konseyi tarafından elenmesinden sonra ilk tura katılabilen 7 aday arasında en fazla oyu almış bulunan (Ahmedinecad ilk turda % 19.48 oranında oy almıştı) eski (Hatemi'den önceki) cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani 'ye karşı ikinci turda teke tek yarışarak oyların % 61.69'unu elde etmiştir. Muhalifleri seçime hile karıştığı ithamlarını dile getirmişlerdir. İkinci tura İran'lı seçmenlerin % 59'u katılmıştır.
Hakkındaki genel yargı İslamcı ve popülist görüşleri savunan bir dini muhafazakar olduğu yönündedir. Sade yaşantı tarzının, iyi eğitim mazisi ile dürüst politikaları kaynaştırdığı imajının ve popülist görüşlerinin İran toplumunun fakir tabakaları nezdinde popülerlik kazanmasına yol açtığı belirtilmektedir. 'Yapılabilir ve yapabiliriz' (میشود و میتوانیم) sloganı etrafında oluşturulmuş Cumhurbaşkanlığı programının belirsizlikler içerdiği görüşleri ortaya atılmıştır. Hedeflerinden biri İran'ın petrol gelirlerinin fakir halka yansıtılmasıdır.
Dış politika açısından, ABD ile ilişkilerde hiçbir açılım gösterilmemesi gerektiğini net bir şekilde savunmuştur. Birleşmiş Milletler 'e defalarca suçlamalarda bulunmuş, İran'ın nükleer programını sürdürmesi gerektiğini açık bir dille ifade etmiştir. Bir basın mensubunun siyasi tutukluların salıverilmesinden bahsi üzerine 'Hangi siyasi tutuklular? Amerika'dakiler mi?' diye sormuş, bilinen diğer bazı ülkeler nükleer programlar geliştirirken İran'ın neden geliştiremeyeceğini sorgulamış, Birleşmiş Milletler'in 5 daimi üyesinin bazı ayrıcalıkları olduğuna göre İslam dünyasının aynı ayrıcalıkları neden alamayacağını dile getirmiş, son olarak da Yahudi Soykırımı'ndan neden Filistinlilerin etkilendiği konusunu ortaya atmıştır. Cumhurbaşkanlığına seçildikten sonra bunu 'yeni bir İslam devrimi' (veya, bulunduğumuz Hicri Takvim yılından hareketle, '1384 İslam Devrimi' olarak nitelemiş, bu devrimin yakında bütün dünyaya erişeceği müjdesini vermiştir. İlk etapta bölge ülkeleri arasında (vizelerin kaldırılması yoluyla) seyahat hürriyetini ve bağların kuvvetlendirilmesini savunmaktadır.
Rehineler Krizi'ne doğrudan katıldığına ilişkin iddialar, Cumhurbaşkanı seçilmesinin hemen ardından, Avusturya'da Kürt muhalifleri bizzat öldürttüğü iddiaları ve Tahran Evin hapishanesinde siyasi suçluların idam edildiği haberleri ile eşzamanlı olarak dünya basınında yer almıştır. Iran dışında bulunan devrim zamanında sol gruplara mensup olan kişiler 1979-1985 arasında hapishanede bulundukları dönemde, onlara işkence uygulayan "Mirzayi" adında bir işkencecinin eşkalinin tam ahmedinejadın genölik fotoğraflarına uyduğunu ve bu şahısın hapishanelerde ayakları matkap ile delme, konuşturmak için tutuklunun arkadşının kafasına sıkma gibi insanlık dışı işkence türlerinin uyguladığını anlatmışlardır. ayrıca Ahmedinejadın Ayetullah Sadegh Khalkhalinin ölüm mangasında bulunduğunu da iddia etmişlerdir. Bu suçlamaları reddetmişler, A.B.D. Başkanı George W. Bush Temmuz 2005'te Ahmedinecad'ın Rehineler Krizine katılımına ilişkin iddiaların ciddi olduğunu ve soruşturulacağını belirtmiş ise de, henüz bir soruşturma başlatılmamıştır. İddialar dünya basınına kriz döneminin Amerikalı rehinlerinden 5'i tarafından yapılan açıklamalar ve teşhisler sonrasında yansımıştır. Açıklamalarda bulunanlardan biri CIA mensubudur, Farsça bilen bir diğeri de emekli kara albaydır. Bu eski rehineler Ahmedinejad'ı 'sert ve gaddar bir soruşturmacı' olarak tanımlamaktadırlar. Teşhis yapmaları istenen diğer eski rehineler emin olamadıklarını belirtmişlerdir.
İran-Irak Savaşı öncesinde İran Devrim Muhafızları'na (Pasdaran) katılmıştır. Savaş esnasında Kerkük'te gizli operasyonlar yürüttüğü bilinmektedir. İran Devrim Muhafızları 6. Ordusu başmühendisliği yapmış, savaştan sonra Maku ve Hoy vilayetleri vali yardımcılığı ve valiliğine atanmıştır. 1993-1997 arasında Erdebil vilayetinin valiliğini yürütmüştür. Ancak seçmenlerin % 12'sinin katılımının muhafazakar adayların önünü açtığı 2003 Tahran Belediye Başkanlığı seçimleri sonrasında başkentin belediye başkanlığını elde etmesine değin İran siyasi panoramasında tanınan bir kişi değildi. Belediye başkanlığı esnasında önceki başkanlarca açılmış kültür merkezlerine dini vurguyu ciddi bir oranda yerleştirmesi, belediye binalarında kadınlar ve erkekler için ayrı asansörler kullanımı zorunluluğunu getirmesiyle dikkati çekmiştir. Tahran meydanlarında İran-Irak Savaşı'nda ölenlerin anısının en canlı bir şekilde (bazı meydanlar açık mezarlıklara dönüştürülerek) yaşatılmasını önermiştir. Fakir kesime gıda yardımı programları da icraatlarını tamamlayan bir unsur olmuştur. Belediye başkanlığı ile beraber başkentin en önde gelen gazetesi 'Hemşeri'nin yöneticiliğini ele geçirmiş, gazeteyi siyasi programının odak noktalarından biri haline getirmiştir. Gazete kadrosundan İran basın dünyasının yükselen yıldızlarından kadın gazeteci Nafize Kuhnavard'ı, Hatemi'ye rejimin kırmızı çizgileri ve yasa dışı "istihbarat" örgütleri hakkında uygunsuz bulduğu bir soru sorduğu için, Türkiye ve Azerbaycan için casusluk yaptığı gerekçesiyle kovması gündemi meşgul etmiştir. Ancak bizzat Hatemi ile de aralarında tartışmalar cereyan etmiştir.
İlk icraatlarından biri yeni evli çiftlere iş ve konut edinebilmeleri için İran petrol gelirlerinden ayrılan 1.3 milyar Dolarlık bir fonun yürürlüğe konulması olmuştur (İmam Rıza Aşk Fonu).
2009 İran Başkanlık Şeçimlerinde % 63.36'yla tekrar İran Cumhurbaşkanı seçildiği iddia edilmiş ülke genelinde büyük tepkiye neden olmuştur. günlerce süren protestolar devrim muhafızları tarafından sert bir şekilde bastırılmaya çalışılmıştır. Resmi dünya af örgütünün rakamlarına göre 76 kişi bu olaylarda direk kurşunlanarak öldürülmüştür ancak Mahmut Ahmedinejad hükümeti karşı atakta aslında 7 milisin CIA, Mosad ve MI6'e bağlı örgütler tarafından öldürüldüğünü, sokaklarda öldürülen insanların ise aynı örgütlere bağlı kimseler tarafından öldürüldüğünü iddia etmiştir.
Mahmud Ahmedinejad, esasen Yahudi halkına ve dinlerine bir düşmanlığı olmadığını, sadece 'siyonist' düşünceye ve eylemlerine karşı olduğunu açıklamalarında 'siyonistler' ifadesini kullanarak belli etmektedir ayrıca Yahudiler ile siyonistleri karıştırmamaya özen göstermektedir. Keza siyonist düşünceye destek olmadıkları gibi siyon |
izmi eleştiren Yahudi heyetlerini kabul ederek görüşmektedir.
Ahmedinejad, 1988 yılında kurulan ve 108 devlet tarafından tanınan (BM tarafından gözlemci ülke statüsü verilmiştir) Filistin Devleti'ni 'zorba güçlere karşı mücadelenin simgesi' olarak tanımlayarak açık olarak destek vermiş ve İran'ın resmi olarak tanımadığı İsrail'i 'işgalci kuvvet' olarak tanımlamıştır. Ahmedinejad, 2005 yılında seçilmesinden hemen sonra İsrail'in haritadan silinmesi gerektiğini söyledi. Yahudi Soykırımı konusunda ise şunları belirtti:
Ahmedinejad'ın bu açıklamaları uluslararası tepkilere yol açtı.
Mahmud Ahmedinejad, cumhurbaşkanı seçildiği 3 Ağustos 2005 yılından 14 Ağustos 2008 tarihine kadar Türkiye'ye resmi veya gayriresmi herhangi bir ziyarette bulunmamıştır. Bu dönem içinde Türkiye'deki mevkidaşları Ahmet Necdet Sezer (görev aralığı 5 Mayıs 2000-27 Ağustos 2007) ve Abdullah Gül (görev aralığı 28 Ağustos 2007-28 Ağustos 2014 )'dür. Bu dönem içindeki 2 yıllık Ahmet Necdet Sezer döneminde Ahmedinejad'ın cumhurbaşkanı seçilmesiyle alakalı resmi kutlama mesajı gönderilmesinden başka herhangi bir diplomatik ilişkide bulunulmamış, Türkiye tarafından da resmi bir ziyaret talebi gönderilmemiştir. Abdullah Gül'ün davetiyle 14 Ağustos 2008'de İstanbul'a gelen Ahmedinejad, Ankara'daki resmi Anıtkabir ziyaretini de yapmamıştır. Buna gerekçe olarak da Türkiye'ye iş gezisi için geldiği belirtilmiştir.
Ahmedinejad Türkiye'yi çok sevdiğini ve ilişkilerinin her zaman iyi olacağını belirtmiştir. Ahmedinejad, daha sonra “Türk dili ve edebiyatının üniversitelerde okutulması için Kültür Şurası’nda karar aldıklarını ve bunun bir süre önce tebliğ edildiğini” belirterek ve Türkçeyi İran kültürünün bir sermayesi olarak nitelendirmiştir. Ahmedinecad, Türkçenin her bakımdan mükemmel, az kelimeyle çok ve derin anlamlar ifade edildiğinden birçok dilden üstün olduğunu belirtmiştir. Türkiye ile vizelerin kaldırmıştır.
2008 yılında İSEDAK toplantısına katılmak için geldiği Türkiye'de yaptığı açıklamada; bölge ülkelerinin ortak pazar bilinciyle hareket etmesi halinde ekonomik olarak ilerleyeceğini ve küresel sermayeye karşı bir direnç oluşturabileceğini belirterek ortak para kullanımı ile ilgili Türkiye'nin de desteğini istemiştir. Yaptığı konuşmada:
"Bizim iktisatlarımız birbirinin yanında yer alırsa, el ele verirsek büyük bir ekonomiye sahip oluruz ve çok hızlı bir şekilde ilerleyebiliriz"
"Böyle bir konuda İran ile Türkiye bir karar almıştır. Suriye ve Irak da bu uygulama safhasına girecek. Rusya'nın da buna katılmasına sıcak bakıyoruz. Doların verdiği zararları bir noktada önlememiz gerekiyor"
"Dolar'la irtibatın bizlere hiçbir menfaati yoktur, zararı vardır. Millî paralarla alışveriş etmek milletlerin lehinedir. Orada bunu sıcak karşıladılar, ama bunu uygulamak için bir ön hazırlığa, karşılıklı anlaşmaya, çalışmaya ihtiyaç vardır. Şimdilik yalnız İran ile Türkiye arasında karar alınmıştır. Ümit ederim bu yakın zamanda genişleyecektir ve başka ülkeleri de içerisine alacaktır." şeklinde açıklama yapmıştır.
İran yüzyıllardan beri değişik ırk, medeniyet ve dinlere ev sahipliği yapmış ve halen de yapmaktadır. Ülkedeki azınlıklar "dini azınlıklar" (Ermeniler-Ortodoks, Museviler, Zerdüştler, Asuriler ve Keldaniler) ve "ırksal azınlıklar" (Kürtler, Beluciler, Araplar, Türkmenler ve Azeriler) olarak iki guruba ayrılabilir. "(İran nüfusunun %45'ini Farslar, % 55'ini diğer unsurlar oluşturur)" Bu kadar çeşitli din ve ırktan oluşan toplumu yüzyıllardır sorunsuz yöneten İran, 1924 yılından itibaren İranlaştırma politikası izlemeye başlamıştır ki bu polikanın acılarını bugünlerde yaşamaya başlamıştır. Her ne kadar ülke anayasası, azınlıkların her türlü dini inanç, anadil ve kültür serbestliğini garanti altına almış olsa da özellikle ülkedeki Azeri ve Kürt azınlığın hakları konusunda bir sıkıntı olduğu dış dünyaya yansımaktadır.
"İran tüm İranlılarındır" söylemini kullanan Hatemi’nin cumhurbaşkanlığı döneminde ilk yolu seçmiş olduğu görüntüsünü veren İran, Ahmedinejad’ın iktidara geldiği 2005 yılından bu yana ikinci seçeneğe yakın politikalar izlemektedir. Anayasanın 15 ve 19. maddeleri ile azınlıkların kabul edildiği İran'da, son cumhurbaşkanı Ahmedinejad farklılıkları kabul eden fakat ayrılıkları kabul etmeyen bir politika sürdürmektedir.
İran Azerileri ülkenin genellikle kuzey kısmında yaşasa da gerek başkent Tahran'da gerekse de tüm batı İran'da belli oranda Azeri yaşamaktadır. Resmi olmayan rakamlara göre nüfusları 28 milyon civarındadır. Erdebil'de yöneticilik yapan Ahmedinejad ülkesindeki Azeri nüfusu yakından tanımaktadır.
Ahmedinejad CNN'e verdiği röportajda, Cumhurbaşkanlığı dönemi bittikten sonra, üniversiteye döneceğini ve siyasetten emekli olacağını söyledi.
Ahmedinejad evli ve iki kızı ve iki oğlu vardır. Oğullarından biri Amirkabir Teknoloji Üniversitesi'ni (Tahran Politeknik) okudu.
Zeus Heykeli
Zeus heykeli, MÖ 450 yılında Yunanistan'daki Olimpos'ta ("Olympia") yapıldı.
Heykel, antik Yunan döneminin baş tanrısı Zeus için yapılmıştır.
Zeus heykeli, Atina'daki Parthenon Tapınağı için Athena heykelini yapan Phidias adlı ünlü heykeltıraş yapmıştır. Tahta iskelet üzerine altın ve fildişi metal parçaların yerleştirilmesiyle yapılmıştır.
Zeus Tapınağının içinde bulunan heykel, tapınağa ancak sığabiliyordu, hatta oturur vaziyette tasvir edilen Zeus, ayağa kalksa tapınağın tavanı yıkılacakmış gibi duruyordu." Heykel 12 m yüksekliğindeydi. Sağ elinde zafer tanrıçası Nike'ı tutuyordu. Sol elindeyse üzerinde çeşitli metallerden kakmalar olan ve üzerinde kartal olan bir hükümdar asası vardı. Altın, abanoz, fildişinden yapılmış olan ve değerli taşlardan kakmaların bulunduğu Zeus'un oturduğu taht, heykelin kendisinden daha etkileyiciydi. Üzerinde, Yunan tanrılarının ve sfenks gibi mistik hayvanlar figürleri yer alıyordu. Heykelin derisi fildişinden, sakalı, saçları ve elbisesi altındandı. Karanlık bir koridordan geçilerek görülebildiği için, parlak fildişi, insanların gözünü alıyor ve derinden etkiliyordu.
Olimpiyat oyunları 391 yılında Theodosius I tarafından putperestlik olarak suçlanıp sona erdirilince, Zeus Tapınağı da kapatıldı. Dünyanın yedi harikası arasında sayılan heykel, zengin Yunanlar tarafından, yeni kurulan ve o zamanki adıyla Konstantinopolis denen İstanbul'a taşınmıştır ve orada 462 yılındaki büyük yangında yok olmuştur.
Olimpos'ta 1829'da Fransızlar tarafından burada bulunan heykele ait bazı parçalar Paris'te Louvre Müzesi'nde sergilenmektedir.
Keops Piramidi
Keops Piramidi, Khufu Piramidi ya da Büyük Piramit; günümüzde Mısır’ın başkenti Kahire'nin bir parçası olan Gize’yi ("El Giza") çevreleyen antik “Gize mezar kenti”nde bulunan üç anıtsal piramitten en eski ve en büyük olanıdır. MÖ 2551-2560 yılları civarında yapıldığı sanılan bu anıtsal kompleks, Dünyanın yedi harikasından biri olup, bu yedi harika içinde günümüze kadar ulaşan tek eserdir, varlığını günümüze dek hemen hemen tam olarak sürdürebilmiş olanıdır.
Bu piramidin Mısır firavunu Khufu adına bir anıtsal mezar olarak inşa edildiğine inanılır ve yapımının yaklaşık yirmi yıl sürdüğü sanılmaktadır. 20. yüzyıl başlarına dek, yani 3800 yıl boyunca hacmi ve kütlesi bakımından Dünya’daki en büyük yapay (insan yapımı) yapı olarak kabul edilmiş ve yükseklik rekoru 4000 yıl boyunca kırılamamıştır. Büyük Piramidin orijinal halinde dış kısmı taş levhalarla kaplıydı. Günümüzde bu kaplama tabakası mevcut değildir. Büyük Piramit ve yapımı ya da inşa tekniği hakkında günümüzde çok çeşitli varsayımlar bulunmaktadır. İnşa tekniği hakkındaki varsayımlardan birine göre yapılan spiral bir rampadan çıkarılan taş bloklar üst üste konuyordu. Rampa çamur kaplanıyor, sulanıyor ve taş bloklar itilerek kaydırılabiliyordu. Bir başka varsayıma göre taş bloklar dev manivelalarla kaldırılıyordu.
Büyük Piramidin içinde üç oda saptanabilmiştir. Bunlardan yapının en altındaki oda, muhtemelen bitirilmemiş haldeki, piramidin üzerine inşa edildiği temel kayasının oyulmasıyla oluşturulmuş odadır. Sonradan “kral odası” ve “kraliçe odası” adları yakıştırılan odalar ise piramidal yapının üst kısmında yer alırlar. Büyük piramit aslında, iki tapınaktan, bu iki tapınağı birbirlerine bağlayan bir yoldan, piramit çevresindeki mastaba adı verilen çeşitli küçük mezarlardan ve piramitlerden oluşan bir yapılar kompleksinin bir parçasıdır. Mısır’ın Eski İmparatorluk döneminden kaldığı sanılan bu taş eser, doğa koşullarının yıpratıcı etkilerine binlerce yıl karşı koyabilmiş olup, gizemleri bir bir ortaya çıkarılmakla birlikte, henüz tam olarak anlaşılamamış dev bir eser olarak varlığını sürdürmektedir.
Birçok Mısırbilimciye göre Büyük Piramit Dördüncü Hanedan’dan firavun Khufu için bir mezar olarak ve kimilerine göre 14 ile 20 yıl civarındaki bir süre zarfında inşa edilmiş ve yaklaşık MÖ 2551 yılında tamamlanmış olmalıdır. Kimileri mimarının Khufu’nun veziri olan Hemon ya da Hemiunu’nun olduğunu düşünürler. Büyük Piramit ya da Keops Piramidi, yontma taştan yapılma, 138 m yükseklikteki kare tabanlı bir piramittir. Bu piramidin orijinal yüksekliğinin 280 Mısır kübiti, yani 146.478 m olduğu sanılmaktadır. Fakat erozyon ve tepe kısmının yokluğu nedeniyle günümüzde yüksekliği 138,75 m'dir. Taban kenarlarından her biri 230.37 m. (440 kübit) uzunluktadır. Yapılan hesaplamalara göre piramidin kütlesi 5.9 milyon ton ağırlığında, hacmi ise 2.500.000 m³'tür. Kimileri bu değerlerden yola çıkarak ve her gün 800 ton taşın yerleştirilebileceğini varsayarak inşaatın 20 yıl sürmüş olduğunu düşünmektedir.
Piramidin ilk kesin ölçümleri 1880-1882 yıllarında Sir Flinders Petrie tarafından yapılmış ve ölçümleri “Gize piramitleri ve Tapınakları” ("Pyramids and Temples of Gizeh") adlı kitabında yayımlamıştır. Kuzeydoğu taşlarının arasındaki açıklık 0.5 mm. olarak saptanmıştır.
Piramidin tabanının dört kenarının birbirlerine, 58 mm'lik fark göz ardı edilirse, eşit olduğu görülmektedir. Taban yatay ve hemen hemen düzdür (tabanın en alçak ve en yüksek noktaları arasındaki fark 21 mm.’yi geçmez. Kare tabanın kenarları 4 açısal dakika |
göz ardı edilirse, manyetik kuzey yerine gerçek kuzey esas alınıp, tam olarak dört ana yöne oturtularak hizalanmıştır ve 12 açısal saniye göz ardı edilirse, taban hatasız bir karedir. Petrie’nin ölçümlerine ve sonraki çalışmalarına göre, orijinal halinde, piramit 280 kübit yüksekliğinde idi ve her bir kenarı 440 kübit uzunluğundaydı. Bu oranlar π/2’ye eşittir ki, bu da 22/7’ye, yani % 0.05’lik fark göz ardı edilirse π sayısına denk düşer. Bazı Mısırbilimcilere göre bu tesadüfi bir sonuç olmayıp, maksatlı olarak tasarlanmış bir orandır.
Verner konuya ilişkin olarak şöyle yazıyor: “"Eski Mısırlılar π sayısını kesin olarak belirlememişlerse de bunu uygulamada kullandıkları görülmektedir."” Piramitler üzerinde ilk hassas ölçümlerde bulunmuş uzman olan Petrie ise şu sonuca varmıştı: “"Piramidin yüzeylerinin matamatiksel ilişkileri ve dairesel oranları rastlantıyla açıklanamayacak derecede, o kadar sistemlidir ki, bunların projede öngörüldüğünü, yani inşaatçilerin tasarımında mevcut bulunduğunu kabul etmek zorundayız."” Petrie, daha o zamandan kitabında şöyle yazıyordu: “ "Buradan şu sonucu çıkarıyoruz ki dairenin çapına bölümünün yaklaşık oranı olan 22/7 oranını bilmekteydiler."” Eğimli yüzeylerde eğim birimi olarak "seked"’i kullanan eski Mısırlılar bu oranları piramidin eğimleri 51.843° ya da 51° 50′ 34″ olan dört dış yüzeyinde de uygulayarak, bu oranları bildiklerini bir kez daha ifade etmiş bulunmaktadırlar.
Büyük Piramit bir ana kayanın üzerine inşa edilmiştir, yapı 2.3 milyon kireçtaşı (kalker) taş bloktan oluşur. Bu taş blokların çoğu muhtemelen civardaki bir taş ocağından getirilmiş ve kaplamada kullanılan Tura kireçtaşı Nil nehrinden taşınmış olmalıdır. Piramitte kullanılmış en büyük taşlar olan “kral odası”nın granit taşları ise bölgeye 500 milden fazla bir uzaklıkta bulunan Aswan’dan getirilmiş olup, ağırlıkları 25 ton ile 85 ton arasında değişmektedir. Geleneksel olarak eski Mısırlılar taş blokları kayadan çekiçle takozlar çakma ve ıslatma yöntemlerini kullanarak koparırlardı. Kayaya çakılan takozların sayısı artınca taş blok çatlayan kayadan koparılırdı. Böylece koparılıp kesilen taş bloklar gemilerle Nil Nehri’nden taşınırdı.
Keops'un inşasında kullanılan 3 milyon kayanın her birinin kütlesi 2,5 ton ağırlığında. Kayaların her birinin yukarı taşınması için yüzlerce insanın aralıksız olarak çalıştığı sanılıyor.Merdivenlerin inşasında bakır ve taş aletler kullanılmış Keposun kayaları ise rampayla taşınmış.
Piramidin inşası tamamlanırken yapının dış kısmı eğik yontulmuş, son derece iyi perdahlanmış beyaz kireçtaşından kaplama taşlarıyla kaplanmıştır. Bunlar yapının yüzeylerine gereken eğimi (eski Mısır'da eğim ölçüsünü belirten seked birimiyle 5 1/2 palm) verecek şekilde özenle kesilmiş ve yerleştirilmiştir. Yapının orijinal hali günümüzdeki gibi değildi. M.S. 1300 yılında meydana gelen büyük bir deprem, kaplama taşlarının belli bir kısmını yerlerinden etmiş ve düşen taşlar Bahri Sultan An-Nasir Nasir-ad-Din al-Hasan tarafından 1356’da taşınıp Kahire yakınlarındaki kale ve camilerin yapımında kullanılmıştır. Günümüzde Büyük Piramidin bu yapılarda kullanılmış söz konusu taşları halen görülebilir durumdadırlar. Ayrıca, sonraki dönemlerde bölgeye gelmiş kaşiflerin raporlarına göre, sonraki çökmelerde de piramitten büyük taşlar kopmuştu ve bunlar piramidin dibine düşerek bir moloz yığını oluşturmuştu. Bu molozlar sonradan kazılar sırasında arkeolojik sit alanının temizlenmesi amacıyla alınıp uzağa atılmıştır.
Bununla birlikte kaplama taşlarından piramidin temele yakın kısımlarındaki bazıları varlıklarını günümüze kadar sürdürebilmiştir ,halen görülebilir durumdadır ve bunlar, piramidin yapımında gösterilen hassas işçilik ve ustalık hakkında yüzyıllarca aktarılagelmiş söylentileri kanıtlamaktadırlar.
Petrie hassas çalışmalarından sonra piramidin iç kısmı ile kaplama kısmının farklı yönlendirmelere göre düzenlenmiş olduğunu saptadı (fark 193 cm. ± 25 cm idi). Bunun üzerine Petrie, yapının iç kısmının inşaatının tamamlanılmasından sonra eski Mısırlılar’ın yapıyı kuzeye yönlendirmede bir hata yaptıklarının farkına varmış oldukları ve kaplama kısmındaki yeni yönlendirme düzenlemesiyle bu hatalarını kapatmaya çalışmış olabilecekleri sonucuna vardı.
Büyük Piramidin inşa teknikleri hakkında birbirlerine karşıtlık gösteren vaya birbirleriyle çelişen birçok alternatif varsayım ortaya atılmıştır. Örneğin Davidovits taş blokların uzaktaki bir taş ocağından taşınmamış olduklarını, yapım mahallinde üretilmiş, bir tür katılaştırılmış kireçtaşı blokları olduklarını ileri sürer ki, bu diğer Mısırbilimcilerce rağbet görmemiş bir iddiadır. Büyük çoğunluk ise bu taşların bir taş ocağından elde edilmiş, taşınmış ve yapıda kaldırma veya yuvarlama yoluyla kullanılmış olduklarını düşünür.
Eski Yunanlar piramidin inşasında kölelerin kullanıldığına inanırlardı, Mısırbilimciler ise inşaatta kölelerin de kullanılmış olduğunu kabul etmekle birlikte inşaatta onbinlerce vasıflı işçinin çalışmış olması gerektiğini düşünmektedirler. Bu işçilere ait olması gereken mezarlık arkeolog Zahi Hawass ve arkeolog Mark Lehner tarafından 1990’da keşfedilmiştir.
Verner’e göre inşa ekibi hiyerarşik bir şekilde organize edilmişti; 100.000 kişilik iki gruptan oluşuyordu ve her grup kendi içinde "zaa" ya da "phyle" adı verilen 20.000 kişilik gruplardan oluşuyordu ki, bu gruplar da işçilerin ustalık derecelerine göre daha küçük gruplara ayrılmış bulunuyordu.
Piramidin inşa konusundaki gizemlerinden biri inşanın nasıl planlanabilmiş olduğudur. John Romer’in düşüncesine göre, eski Mısırlılar bu yapıda da daha önceleri ve daha sonraları diğer yapılarda uygulamış oldukları yöntemi uygulamışlardı: Planı ya da ana planın parçalarını yapıma girişmeden önce ölçekler kullanarak zemine çiziyorlardı. John Romer kitabının bir bölümünü başlı başına bu konuya ayırmıştır; söz konusu bölümde böyle bir planın mevcudiyetinin fiziksel kanıtlarını ortaya koymaya çalışmıştır.
Taş blokların nasıl yerleştirildiği henüz anlaşılmış değildir. Bir varsayıma göre yapılan spiral bir rampadan çıkarılan taş bloklar üst üste konuyordu. Rampa çamur kaplanıyor sulanıyor ve taş bloklar itilerek kaydırılabiliyordu. Bir başka varsayıma göre taş bloklar dev manivelalarla kaldırılıyordu. Tarihçi Herodot'a göre, ağır granit blokları, piramidin üst bölümlerine çıkarmak için 925 metre boyunda, 19 metre genişlikte bir rampa yapılmıştır.
Gizemi uzun yıllardır araştırılan Mısır'ın dev piramitlerinin inşası konusunda 2006 yılında Fransız Mimar Jean Pierre Houdin, yeni bir hipotez ortaya atarak Mısır'daki Büyük Keops Piramidi'nin sırrını çözdüğünü açıkladı. Pierre, Giza Şehri yakınında bulunan piramidin yapımında kullanılan kayaların, piramidin içerisinde kurulan spiral rampa şeklindeki merdivenler yardımıyla yerleştirildiğini belirledi. Bilim insanları bundan önceki tezlerinde, taşların taşınmasında kullanılan merdiven veya iskelelerin dışarıdan inşa edildiğini öne sürmüşlerdi. Fransız Mimar Houdin ise inşaası 4500 yıl önce tamamlanan Keops'un 42 metre yüksekliğe kadar olan kısmının dış merdiven kullanılarak 137 metreye kadar olan ikinci kısmının ise içeriden merdiven yardımıyla inşa edildiğini söyledi. 8 yıllık bir çalışma sonucu elde ettiği hipotezini 3 boyutlu sinevizyon gösterisiyle anlatan Mimar Jean Pierre Houdin'in sunumu, arkeoloji ve tarih dünyasında heyecanla karşılandı.
Piramitleri oluşturan taş bloklar bir yerden taşınarak değil, olduğu yerde kalıplara dökülen karışımın donarak taş haline gelmesiyle taş blokların oluşması hipotezisidir. Karışım kireçtaşı, su, sodyum karbonat, soda, kilden oluşmaktadır, bu karışım kalıba koyulup donarak taş blok haline gelir. Bu karışımı bulan Dr Davidovits, karışımı deneyerek 12 tonluk blok yapmıştır. Tonlarca ağırlıktaki kayaların, taş oldukları için hep kesilerek yapıldığı düşünülmüştür. Ancak bu hipoteze göre kayalar bir yerden kesilip getirilerek değil, olduğu yerde kalıpla oluşturulmuştur.
İniş dehlizine inmek mümkün olmakla birlikte, genellikle ziyaretçilere yasaktır. Son yıllarda piramide ziyaret günde yüz turist grubuyla sınırlandırılmıştır. Mısır Eski eserler Yüce Meclisi genel sekreteri Zahi Hawass yönetimince alınan bir kararla artık piramit içinde fotoğraf çekmek de yasak hale gelmiştir.
Orijinal girişten sonra 26° 31'23"’lik bir açıyla inen, 3'11" (ayak) yüksekliğinde ve 3'5" genişliğinde, İniş Dehlizi denilen bir dehliz yer alır. 345' (ayak) mesafe sonrasında bu dehliz düzleşir ve 29' (ayak) boyunca ilerleyen, aşağıdaki odaya inen bir başka dehliz başlar; fakat bu dehliz, tamamlanmamış olduğu izlenimini vermektedir. Aşağıdaki odanın güney duvarında yatay bir dehliz devam etmektedir ve odanın zemininde kazılmış ayin amaçlı olabilecek bir kuyu bulunmaktadır. Bazı Mısırbilimciler, firavun Khufu’nun ilk gömülme yeri olarak bu odanın seçilmiş olup, daha sonra Khufu’nun karar değiştirerek daha yükseğe gömülmeyi tercih etmiş olabileceğini düşünmektedir. Mısırbilimci Bob Brier bu odanın Khufu’nun olası erken ölümü için hazırlanmış olabileceğini düşünmektedir. Fakat firavun ölmediğinden, Brier’a göre 5 yıl sonra ikinci bir odanın (“kraliçe odası”) hazırlanmasına başlanmıştır. Fakat her nedense bu oda tamamlanmamış, yaklaşık on beş yıl sonra, daha yukarıda ve piramidin merkezinde bulunan sonuncu oda, yani “kral odası” adıyla bilinen oda inşa edilmiştir.
“İniş Dehlizi”nin bir yerinde (girişten 33' mesafede) tavan kısmında kare biçiminde bir açıklık bulunur, bu “Çıkış Dehlizi”nin başlangıcı olup, orijinal halinde bir taş levhayla kapatılmış haldeydi. Al-Mamun'un adamlarınca yerinden oynatılan bu taş levha “İniş Dehlizi”nin zeminine düşmüştür. Al-Mamun’un adamları daha sonra sola doğru yönelmek zorunda kalmışlardır.
Çıkış Dehlizi (uzunluk 129') “İniş Dehlizi”yle aynı genişlikte ve yükseklikte olup, aynı açıda bir eğim gösterir. Çıkış Dehlizi'nin alttaki sonu üç büyük granit blokla (her birinin uzunluğu 5') kapatılmıştır. Serbest bırakıldıklarında müthiş bir hızla inen bu "granit tıpa blokları"nın aşağı salınmadan önce, vaktiyle Büyük Galeri’de |
yer aldıkları sanılmaktadır.
Büyük Galeri’nin başlangıcında, sağda duvara oyulmuş, günümüzde kapalı halde bulunan bir boşluk bulunur. Bu, İniş Dehlizi'ne kavuşan, piramit mimarisine kıyasla düzensiz bir yol izleyen dikey bir bacamsı tünelin (Kaçış Tüneli) başlangıcıdır. Kabaca yapılmış olması ve gizliliği işçilerin acil durumlarda kaçış için yapmış olduklarını akla getirmektedir.
Büyük Galeri’nin başlangıcında bir de Kraliçe Odası denilen odaya açılan yatay bir dehliz bulunur. Bu dehliz uzunluğunun büyük kısmında yüksektir (3'8"), kraliçe odasına yakın bir yerdeki basamaktan sonra ise dehlizin yüksekliği 5'8" olur. Yatay Dehliz denilen bu dehlizin sol duvarında belirli bir açıyla eğim alarak aşağı doğru inen iki metal boru görülür. Bunlar Aşağı Oda’daki x ışınlarını ortaya çıkarmada kozmik ışınlardan yararlanan, piramitteki x ışınları etkinliği üzerine incelemelerde bulunan Japon arkeologlar tarafından eklenmiştir. Japon arkeologlar bu kuytu odalarda iki ilginç tuhaflık saptadılar. Fakat bu tuhaflıkları incelemek üzere daha derinlere indiklerinde karşılarına çöl kumuyla dolmuş odalar çıktı. Öyle görünüyor ki, buradaki taş bloklar bilinmeyen bir nedenle gerekli dayanıklılığı gösterememiş ve yerlerini çöl kumlarına bırakmıştı.
Kraliçe Odası kuzey ve güney yüzeylerin ortasında kalır (kuzeyden güneye 18'10", doğudan batıya 17'2") ve sivri bir çatı tepesine (20'5") sahiptir. Odanın doğu ucunda muhtemelen Khufu’nun bir heykelinin bulunduğu bir niş bulunmaktadır. Fakat burada vaktiyle bir heykel bulunduğuna dair hiçbir iz bulunmamaktadır. Orijinal derinliği (3'5") hazine avcıları tarafından yapılan kazma çalışmalarıyla bozulmuş ve derinliği arttırılmıştır.
Kraliçe Odası’nın kuzey ve güney duvarlarında havalandırma kanalları denilen iki kanal bulunur. Kral Odası’ndaki kanallardan farklı olarak yapılmış bu kanallar yukarı kıvrılmadan önce bir miktar yatay (6') giderler. Bu kanalların yatay güzergahı 1872’de bu odada da Kral Odası’ndaki gibi kanalların olması gerektiğini düşünen İngiliz mühendis Waynman Dixon kazı çalışmalarıyla bulunmuştur. Waynman Dixon haklı çıkmakla birlikte kanalların piramidin dış yüzeylerine kadar uzanmadığı görülmüştür. Dolayısıyla, biri Sirius yıldızına yönelik olarak yapılmış bu kanalların açılma amacı bilinmemektedir. Dixon bu kanallardan birinin ucunda dioriate taşından yapılma siyah bir küre ve ne amaçla yapıldığı bilinmeyen bronz bir alet buldu. Her iki buluntu da günümüzde British Museum’da bulunmaktadır.
Kraliçe Odası’ndaki havalandırma kanalları 1992’de Upuaut 2 adını verdiği paletli bir robot kullanan Alman mühendis Rudolf Gantenbrink tarafından keşfedilmiştir. Gantenbrink kanallardan birinin iki aşınmış bakır kulplu, kireçtaşından yapılma yapılma kapılarla sonlandığını keşfetti. Fakat basın yoluyla yayımladığı bir haber yüzünden Zahi Hawass, Gantenbrink’in çalışmalarını Mısır’da sürdürmesini yasakladı. Birkaç yıl sonra National Geographic Society ürettiği Gantenbrink’ine benzer bir robot sayesinde sözkonusu kapılardan güney kapısında küçük bir delik açtı, fakat yalnızca arkasında daha büyük bir kapının bulunduğunu saptayabildi. Kıvrımlı olması nedeniyle ilerlenmesi ve çalışma yapılması daha güç olan diğer kanal (kuzey kanalı) da bir kapıyla sonlanmaktadır.
Çıkış Dehlizi’nin devamında Büyük Galeri (yükseklik 28', uzunluk 153') yer alır. Başlangıçta 6'9", ileriki kısmında 7'6", üst kısmında ise yalnızca 3'5" genişliktedir. Duvardaki taş bloklar üç kenardan 3" içe doğru bindirilmiştir. Çatı taşları duvarlara hemen hemen dik açı yapacak tarzda yerleştirilmiştir.Büyük Galeri’nin üst ucunda, sağda çatıya yakın bir yerde, kısa bir tünele açılan bir açıklık bulunur. Bu kral Odasının üstündeki odacıklardan (İng. Relieving Chambers) en alttakine girişi sağlar. Bu odacıklar 1837-1938 yıllarında küçük patlayıcılar (düşük ölçüde barut ) kullanarak tünelleri yukarı doğru kazan Howard Vyse ve J. S. Perring tarafından keşfedilmiştir. Büyük Galerinin rampalı zemininde bir merdiven bulunur. Galeri duvarlarında 27’si sağda 27’si solda olmak üzere, yatay ve dikey olarak yapılmış, ne amaçla yapıldıkları bilinmeyen 54 yuva (İng.slot ) bulunur. Büyük Galeri’nin tepesinde 3'4"uzunluğundaki yatay bir dehlize açılan bir merdiven bulunur. Bu dehlizdeki yuvalar, burada vaktiyle granit kapıların bulunduğunu akla getirmektedir. İniş Dehlizi’nde Petrie tarafından bulunan granit parçalar muhtemelen bu kayıp kapılardan düşmüş olmalıdır.
Orijinal Kral Odası 10 × 20 × 11,18 kübit, yani yaklaşık 5.24 m × 10.48 m × 5,86 m ya da 5.23 m × 10.47 m × 5,84 m boyutlarında olup (doğudan batıya 34'4", kuzeyden güneye 17'2), kare biçimlidir. Kimileri bu oranların rastgele olmayıp altın orana (φ, phi) göre belirlenmiş olduğu düşüncesindedir. Phi sayısı piramidin diğer ölçülerinde de göze çarpmaktadır. Petrie’ye göreyse ölçülerin bu oranlarda olması sadece sembolik nedenlere dayanıyordu. Bununla birlikte Petrie Kral Odası’nın Mısır geometrisinin bir şaheseri olduğunu doğrular. Odanın uzunluğunun çevresine oranı 1’in pi sayısına (π) oranına eşittir. Piramidin kendisi de aynı oranlara göre inşa edilmiştir.
Kral Odası üzerinde Havalandırma Kanalı denilen bir kanal girişi yer alan düz bir tavana sahiptir. Havalandırma kanalı girişine günümüzde havalandırmayı sağlamak üzere bir vantilatör yerleştirilmiştir. Piramitteki bu tür kanalların yapılış amacı bilinmemektedir, görünüşe göre yıldızlara yönelik olarak yapılmış, yıldızlara göre hizalanmışlardır. Hangi amaçla yapılmış olurlarsa olsunlar bu kanalların piramidin havalandırılmasına katkı sağlamadıkları görülmektedir.
Kral Odası tümüyle granitten yontulmuştur. Taş blokları öyle ustaca, düzgün kesilmiştir ki aralarına ince bir kâğıt bile sokmak mümkün değildir. Toplam 400 ton gelen 9 büyük yassı taştan Tavanı üzerinde 5 odacık (İng. Relieving Chambers) bulunur. İlk dört odacık Kral Odası gibi düz tavana sahiptir, sonuncusunun ise sivrileşen bir tavanı bulunur. Piramitteki tek yazı niteliğindeki referans, bu odacıklarından birinde bir taş üzerine işlenmiş, bir işçi ekibine aitmiş gibi görünen işarettir. Kral Odası’ndaki tek nesne bir köşesi kırık, dikdörtgen biçimli bir lahittir. Lahit, çıkış dehlizinden biraz daha geniştir; bu da lahitin odanın damı tamamlanmadan yukarıdan indirilmiş olabileceğini göstermektedir. Oda duvarlarının ince, usta işçiliğine karşın, lahit sanki sonradan başkalarınca yapılmış gibi, son derece kaba bir işçilik göstermektedir. aynı dönemde yapılmış diğer piramitlerin dekore edilmiş, ince işçilikli lahitler barındırdığı göz önünde bulundurulursa Büyük Piramidin bu durumu bir çelişki arzetmektedir.Petri bu durumu, piramide taşınmak üzere yola çıkarılan asıl lahtin Nil’de taşınırken kaybedilmesi nedeniyle yerine başka bir lahtin konmuş olabileceği şeklinde açıklamışsa da, bu varsayım sonraki lahtin üzerinde niye sonradan ince süsler yapılmamış olduğu konusuna bir açıklık getirmemektedir.
Büyük Piramit, aslında, çevresindeki çeşitli yapılarla bir bütün (kompleks) olarak ele alınır. Gize Büyük Piramidi "Gize yapılar kompleksi"nin ana parçası olup, bir tapınak kalıntısını da içerir. Büyük Piramidin tapınağı dış sınırları itibariye kuzeyden güneye 52,40 m uzunlukta ve doğudan batıya 40 m genişliktedir. Siyah bazalt döşemeleri hariç tutulursa tümüyle yok olmuş durumdadır. Kendisinden geriye piramidi vadiye ve varsayılan (var olduğu farzedilen) vadi tapınağına bağlayan birkaç yol (şose) döşemesi kalıntısı kalmıştır. Bu, eğer var idiyse günümüzde Kafr es-Samman yerleşim biriminin altında gömülü haldedir.
Büyük Piramidin güney tarafında günümüzdeki popüler tabiriyle Kraliçe Piramitleri adıyla sözü edilen ikinci derecede önem arzeden diğer piramitler bulunur. Bunlardan üçü hemen hemen orijinal yükseklikleriyle ayaktadır. Dördüncüsü öyle tahrip olmuştur ki varlığı bile tartışmalı hale gelmiştir. Fakat yakın zamanlarda bu piramidin taş pistinin ve birkaç kaplama taşının keşfedilmesi varlığı hakkındaki kuşkuları dağıtmıştır.
Herodot’un anlattıklarına göre firavun Khufu Büyük Piramidin yapımı için gereken geliri elde edebilmek için kızını bile bir fahişe olarak çalıştıran bir zorbaydı. Buna karşılık kızı da müşterilerinin her birinden küçük bir taş isterdi ve kızı böylece bu taşlarla kendi küçük piramidini yapmıştı. Bu hikâyeyi destekler mahiyette hiçbir kanıt yoktur. Kraliçe Piramitleri’nin Khufu'nun eşleri için yapılmış olduğu söylenirse de hükümdarlık üyeleri için yapılmış olduğu konusunda kesin bir kanıt yoktur. Piramit çevresindeki döşeme altında Khufu’nun annesi ve Snéfrou’nun kızkardeşi ve aynı zamanda karısı olan Hétephérès’in mezarı bulunur. 1925'te Reisner’ın kazılarında tesadüfen keşfedilmiştir. Mezar bulunduğunda hırsızlarca boşaltılmış durumdaydı. Reisner’a göre Hétephérès kocasının piramidinin yakınına gömülmüş , fakat bir süre sonra mezarı hırsızlarca açılmıştı ve gömülme işleminden sorumlu rahipler de Khufu’nun annesinin cesedinin kayboluş durumun açıklamaya cesaret edememişlerdi.
Piramidin çevresinde içlerine gemi sığacak şekilde kazılmış gemi biçimli üç oyuk bulunur. İçlerinde birkaç ip ve tahta parçasından başka bir şey bulunamamış bu oyukların ne amaçla yapıldıkları bilinmemektedir. Bununla birlikte Mayıs 1954’te Mısırlı arkeolog Kamal el-Mallakh, içinde ağırlıkları 15 tona varan taş levhalar altında 1224 tahta parçası bulunan, dikdörtgen biçimli dördüncü bir oyuk keşfetti. Hadj Ahmed Yusuf 14 yıl boyunca sistemli bir şekilde çalışarak tahta parçalarını birleştirmeyi başardı. Sedir ağacından yapılma 143' uzunluğunda bir gemi söz konusuydu.
Bu geminin su sızdırmazlık özelliğini neye borçlu olduğu henüz anlaşılamamıştır.
Dev taşlardan oluşan bir duvarla çevrili “Gize piramit kompleksi ” esas olarak, Büyük Gize Sfenksi'nin eşlik ettiği Keops, Kefren ve Mikerinos adları verilen üç piramitten oluşur. Bölgeden keşfedilen diğer kalıntılar arasında mastabalar (firavun ve soyluların gömüldüğü dikdörtgen mezar), yatakhane, fırın, bira imalathanesi, yemekhane, hastane, mezarlık ve işçi lojmanları oldukları düşünülen kalıntılar sayılabilir. Pek çok yapı ve k |
ompleksin "Gize Haritalama Projesi" ile keşfedilmesine devam edilmektedir.
Büyük piramidin gizli bilgiler barındırması, ilk olarak Napolyon ordularının Mısır'ı işgali sırasında Fransız mühendislerinin çalışmalarıyla ciddiye alınmıştır. Bu mühendisler piramidi bir triangülasyon noktası olarak kullanmaya kalktıklarında, dört kenarının dört ana dönük olduğunu ve boylam dairesinin de tam piramidin doruğundan geçtiğini fark etmişlerdir. Doruktan geçen diagonal çizgiler kuzeye doğru uzatıldığında Nil Deltası'nı iki eşit parçaya bölmektedir. Taban köşegenlerinin kesiştiği noktadan kuzeye uzatılacak bir doğru, kuzey kutbunun yalnızca dört mil uzağından geçmektedir (ki piramidin yapımından bu yana geçen uzun süre içinde kutup noktasının yer değiştirmiş olması da mümkündür.)
Bugünün uzunluk ölçüsü olan metrik sistemin birimi metredir. Yani kutuptan ekvatora kadarki meridyen uzunluğunun on milyonda biridir. Bu ölçü Fransızlar tarafından, Mısır işgalinden kısa süre önce ortaya çıkarılmıştır. Piramidin ölçüsü olarak kullanılan kübit ise, eski Mısırlıların kullandığı ölçüdür ve Fransızlann biriminden binlerce yıl önce bulunmuş bir birimdir. Bir kübit'in uzunluğu bir metreye çok yakın olmakla birlikte, metreden daha dakik bir birimdir. Çünkü bu ölçü herhangi bir meridyen çevresine değil, kutup ekseninin uzunluğuna göre hesaplanmıştır. Meridyen uzunlukları, dünya çevresine göre değişebilmektedir.
Büyük Piramit'in Mısır kübit'ine göre alınmış bazı ölçüleri, yerküre hakkında, dünyanın güneş sistemindeki yeri hakkında, sonradan, unutulup modern çağda yeniden keşfedilmiş bir hayli bilginin var olduğunu göstermektedir. Bu bilgiler ancak matematik olarak ifade edilebilmektedir. Piramidin çevresi, bir yıl içindeki gün sayısını (365,24) göstermektedir. Bu çevrenin iki katı, Ekvator'da bir boylam derecesinin bir dakikasına eşittir. Eğik kenar üzerinden, tabandan doruğa kadar olan uzunluk, bir paralel derecesinin altı yüzde biridir. Çevreyi yüksekliğin iki katına böldüğümüz zaman, (pi) sayısı olan 3,1416'yı bulmaktayız (Bu rakam, eski Yunanların bulduğu pi sayısından, yani 3,1428'den çok daha gerçektir).
Piramidin ağırlığı 10 üzeri 15‘le çarpıldığında, dünyanın yaklaşık ağırlığını vermektedir. Dünyanın kutup ekseni, doğrultusunu günden güne değiştirmekte ve böylelikle her 2,200 yılda güneşin arkasına yeni bir burcun gelmesine olanak vermektedir. ilk durumuna ancak 25.827 yıl sonra varmaktadır. Bu sayı da, 25.826.6 olarak piramitte ortaya çıkmaktadır. Bu sayıyı veren, taban köşegenlerinin toplamıdır. Büyük piramidin içinde Firavun odasının boyutları, iki temel Pisagor üçgeninin eşidir: 3-4-5 ve 5-12-13. Oysa piramit, Pisagor'dan binlerce yıl önce yapılmıştır. Bu verilen ölçülerin, piramidin ölçü rastlantılarından yalnızca küçük bir kısmıdır. Yapımında sadece 4000 kişi çalışmıştır. Piramitlerde radar gibi cihazların çalışmadığı, arkeleogların bu yüzden hala birçok odayı bulamadığı bilinmektedir.
Son yapılan araştırmalarda Piramitleri yapan işçi sayısı 10000 civarında tahmin edilmektedir piramitlerin ön tarafın da bulunan yeni işçi mezarları, işçiler için her gün 11 sığır ve 33 koyunun kesildiği tespit edilmiştir.
Keops piramidinin yüksekliğinin bir milyarla çarpımı yaklaşık olarak Güneşle Dünyamızın arasındaki mesafeyi veriyor. (149.504.000 km)
Piramidin üstünden geçen meridyen karaları ve denizleri tam 2 eşit parçaya bölüyor.
Çekiç Ali
Çekiç Ali (asıl adı: Ali Ersan), (d. 1932; Kaman, Kırşehir - ö. 13 Eylül 1973; Ankara), Türk saz ve söz ustası, Anadolu halk müziği ozanıdır. Kırşehir yöresi türkü ve bozlaklarının en önemli yorumcularından biridir.
1932 yılında Kırşehir'in Kaman ilçesine bağlı Meşeköy'de dünyaya gelmiştir. Saz çalışındaki kıvraklığı ve atikliği sebebiyle kendisine "Çekiç" lakabı takılmıştır. Hacı Taşan ve Neşet Ertaş'ın da ustası olan Muharrem Ertaş'ın çırağı olup, kendi imkânlarıyla müziğini geliştirmiş ve ismini duyurmuştur. Çok sayıda plak (45’lik) ve kaseti vardır. Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi'nde kalbinden ameliyat oldu. Bu ameliyattan iki yıl sonra 13 Eylül 1973 tarihinde 40-41 yaşlarındayken geçirdiği beyin felci sonucu vefat etmiştir.
Keops
.bt
.bt Butan için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır.
Muhtar
Muhtar, köy veya mahalle tüzel kişiliğinde, yönetiminin başında bulunan kişidir. Kökeni Arapçadır ve "seçilmiş kişi" anlamına gelir.
Muhtar, köy veya mahalle halkı tarafından seçilir. Muhtar seçiminde siyasi partiler aday gösteremezler. Türkiye'de muhtarların görev süresi 5 yıldır. Muhtar köy tüzel kişiliğini temsil eder. Muhtar köye ilişkin kararlarını 4 azasıyla birlikte alır. Muhtar köyün yol, köprü, çeşme vb. ortak mallarını inşa ettirir, inşa olunanların bakım ve onarımını yaptırır. Muhtar köyde yapılması gereken işleri imece usulu ile gerçekleştirir. Aynı zamanda muhtar, genel yönetimin temsilcisi sıfatıyla da yasaları ve hükümet emirlerini halka duyurur, köy içinde dirlik ve düzeni sağlar. Genel yönetimle ilgili işlerin köyde uygulanmasına yardımcı olur.
Görevini gereği gibi yapmayan muhtarlar köyün bağlı olduğu ilçe idare kurulu kararı ile görevden uzaklaştırılabilir. Muhtarın köy yararına olmayan kararını vali veya kaymakam bozabilir. Ancak mülki amirler, muhtarların yerine karar alamazlar; bozma sebeplerini gerekçesiyle açıklarlar ama bu asıl başbakanlığa aittir.
Köy ihtiyar heyeti
İhtiyar meclisi, belediye encümeni gibi iki tür üyeden oluşur. Bunlardan bir kısmı "Seçilenler" diğeri "Doğal" üyelerdir. Seçilenler beş yıl için köy derneği tarafından seçilirler. Bu seçimde adaylığını koyma yöntemi yoktur. Siyasi partiler de aday gösteremezler.
Üye sayısı nüfusu 1.000'den az olan köylerde 8, fazla olanlarla 12'dir. Bunların yarısı asıl, yarısı yedektir. Seçimde en çok oyu alanlar arasından asıl ve yedekler saptanır. Seçimler beş yılda bir, mahalli idareler seçimi ile beraber yapılır.
Köy Öğretmeni, köy imamı ihtiyar meclisinin "doğal" üyeleridir. İhtiyar meclisi haftada en az bir kez toplanır. İhtiyar meclisinin görevleri Köy Kanununda gösterilmiştir. Buna göre köy ihtiyar heyeti, köy işlerini sıraya koyar; imece ve salmaya karar verir; Köy muhtarının harcamalarını denetler; köy bütçesini kabul eder; köylüler arasındaki uyuşmazlıkları uzlaştırma yolu ile gidermeye çalışır; köyün zorunlu işlerini yapmayanlara ya da paylarını ödemeyenlere para cezası verir.
İhtiyar meclisince alınan bazı kararlar bağlı olduğu kaymakam ya da valinin onayı ile yürürlüğe girer.
.bv
.bv, Norveç'e ait ıssız bir bölge olan Bouvet Adası için ayrılmış internet ülke kodu üst seviye alan adıdır (ccTLD). Alan adı kaydı ve sponsoru Norid'dir fakat .bv, kayıt için açık değildir. .bv 21 Ağustos 1997 tarihinde adlandırıldı ve .no altında yer aldı. Norveç politikası, Bouvet Adası'na bağlı kurumlar için .no alan adının yeterli olduğunu belirttiler ve bu yüzden alan adının kaydı açık değildir. Norveç politikasında alan kaynaklarını ticarileştirmek yoktur dolayısıyla .bv alan adının satılmasına dair bir plan yoktur. Alan adının sonradan kullanıma açılması durumunda .no için uygulanan kuralların benzeri Norveç Posta ve Telekomünikasyon Kurumu tarafından uygulanacaktır.
Bouvet Adası, Güney Atlas Okyanusu'nda yer alan ıssız volkanik bir adadır. 1927 yılında Norveç, burada hak iddia etti. Alan adı, 21 Ağustos 1997 tarihinde tahsis edildi ve aynı zamanda Svalbard ve Jan Mayen için ise .sj tahsis edildi. Tahsis oldu çünkü Internet Assigned Numbers Authority (IANA), ISO 3166 kodu ile tüm kurumlara ccTLD'ler atadığından alan adı tahsis oldu ve Bouvet Adası için BV belirlenmiş oldu.
.bv yönetimi, .no ile kullanılmayan .sj alan adlarını da ellerinde bulunduran Norrid'in yer aldığı Trondheim'dadır. Norrid, Norwegian Ministry of Education and Research'ün sahibi olduğu Uninett'e ait bir limited şirketidir. .bv için kullanım politikası, "Domain Regulation" olarak da bilinen "Regulation Concerning Domain Names Under Norwegian Country Code Top-level Domains" tarafından düzenlenmektedir. Bu düzenleme aynı zamanda Norveç'in diğer iki ccTLDs .no ile .sj için de geçerli olmaktadır. .bv alan adı, gelecekteki potansiyel için ayrılmıştır.
.bw
.bw Botsvana için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır.
.by
.by, Beyaz Rusya için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.cv
.cv Yeşil Burun Adaları için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.fm
.fm Mikronezya Federal Devletleri için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.gw
.gw Gine Bissau için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.jo
.jo Ürdün için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.lu
.lu Lüksemburg için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.mw
.mw Malavi için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.pg
.pg Papua Yeni Gine için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.th
.th Tayland için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.bz
.bz Belize için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.sh
.sh Saint Helena için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.cx
.cx Christmas Adası için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.fo
.fo Faroe Adaları için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.va
.va Vatikan için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.gy
.gy Guyana için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.ke
.ke Kenya için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.lv
.lv Letonya için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.my
.my Malezya için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.ph
.ph Filipinler için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.tj
.tj Tacikistan için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.cc
.cc Cocos Adaları için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır.
Genelde Cocos Adaları içinde değil,çoğunlukla başka ülkelerin sitelerinde kullanılmaktadır.
.si
.si Slovenya için internet ülke kodu üst seviye alan |
adıdır. (ccTLD)
.cy
.cy Kıbrıs Cumhuriyeti için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti resmi makamları için Türkiye Cumhuriyeti'nin sağlamış olduğu .nc.tr alan adı kullanılır; ccTLD)
.ga
.ga Gabon için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.vc
.vc Saint Vincent ve Granada için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.hk
.hk Hong Kong için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.kg
.kg Kırgızistan için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD) Kayıtlar ikinci seviye alan adlarına doğrudan olabilmektedir. (.gov.kg ve mil.kg hariç)
.ly
.ly Libya için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.mz
.mz Mozambik için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.pk
.pk Pakistan için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.tk
.tk Tokelau için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD) Bu, çoğunlukla diğer ülkelerde kullanılmaktadır. Çünkü Tokelau nüfusu azdır ve orada da çok internet kullanıcısı yoktur.
.cd
.cd Demokratik Kongo Cumhuriyeti için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD) Eski Zaire
.sj
.sj Svalbard ve Jan Mayen Adaları için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD) Kullanılmıyor
.cz
.cz Çek Cumhuriyeti için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.gb
.gb Birleşik Krallık için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD) Nadiren kullanılıyor, öncelikli olarak .uk kullanılıyor.
.ve
.ve Venezuela için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.hm
.hm Heard Adası ve McDonald Adaları için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.kh
.kh Kamboçya için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.ma
.ma Fas için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.na
.na Namibya için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.pm
.pm Saint-Pierre ve Miquelon için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.cf
.cf Orta Afrika Cumhuriyeti için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.tl
.tl Doğu Timor için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD) Eski kod .tp hâlâ kullanımda.
.sl
.sl Sierra Leone için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.dj
.dj Cibuti'nin İnternet Ülke Alan Kodu (ccTLD) harfleri.
.gd
.gd Grenada için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.vg
.vg, Birleşik Krallık Virgin Adaları için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.hn
.hn Honduras için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.ki
.ki Kiribati için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.mc
.mc Monako için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.nc
.nc Yeni Kaledonya için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.pn
.pn Pitcairn Adası için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.cg
.cg Kongo Cumhuriyeti için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.tm
.tm Türkmenistan için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.sm
.sm San Marino için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.dk
.dk Danimarka için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.ge
.ge Gürcistan için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.vi
.vi ABD Virgin Adaları için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.hr
.hr Hırvatistan için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.km
.km Komorlar için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.md
.md Moldova için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.ne
.ne Nijer için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.pr
.pr Porto Riko için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.ch
.ch İsviçre için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.tn
.tn Tunus için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.sn
.sn Senegal için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.dm
.dm Dominika için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.gf
.gf Fransız Guyanası için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.vn
.vn Vietnam için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.ht
.ht Haiti için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.kn
.kn Saint Kitts ve Nevis için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.mg
.mg Madagaskar için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.nf
.nf Norfolk Adası için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.ps
.ps Filistin için İnternet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD) örnek, Batı Şeria ve Gazze Şeridi
.ci
.ci Fildişi Sahili için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.to
.to Tonga için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.so
.so Somali için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD). Somali'deki hükümet yokluğundan dolayı tahsis işlemleri yapılamamaktadır.
.do
.do Dominik Cumhuriyeti için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.gg
.gg Guernsey için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD) Island Networks tarafından yönetilmektedir.
2000 yılından itibaren, alan adları ikinci seviyede tescil edilmektedir.
Ancak aşağıdaki mirasçı ikinci seviye alan adları hâlâ kayıtlara açıktır:
.vu
.vu Vanuatu için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.id
.id Endonezya için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.kw
.kw Kuveyt için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.mh
.mh Marshall Adaları için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.ng
.ng Nijerya için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.pw
.pw Palau için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.tp
.tp Doğu Timor için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD) ISO kodu TL olarak değişti. Şimdilik .tp kullanılmıyor.
.ck
.ck Cook Adaları için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.sr
.sr Surinam için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.dz
.dz Cezayir için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.gh
.gh Gana için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.wf
.wf Wallis ve Futuna Adaları için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.ie
.ie İrlanda için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.ky
.ky Cayman Adaları için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.ml
.ml Mali için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.ni
.ni Nikaragua için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.py
.py Paraguay için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.tt
.tt Trinidad ve Tobago için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.cl
.cl Şili için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.st
.st Sao Tome ve Principe için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.ec
.ec Ekvador için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.gi
.gi Cebelitarık için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.ws
.ws Bağımsız Samoa Devleti için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır.Web Site ile isim benzerliği ile çok populerdir. (ccTLD)
.im
.im Man Adası için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.la
.la Laos için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. Aynı zamanda merkezi Los Angeles'ta bulunan siteler için de kullanılmaktadır. (ccTLD)
.mm
.mm Myanmar için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.np
.np Nepal için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.qa
.qa Katar için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.tv
.tv, Tuvalu adalarının İnternet üzerindeki ülke kodlu üst seviye alan adıdır (country code Top Level Domain - ccTLD).
com.tv, net.tv, org.tv ve diğer rezerve edilmiş adlar haricinde herkes tv uzantılı ikinci seviye alan adları kaydettirebilir. Alan adı hem popülerdir, hem de ekonomik açıdan değerlidir; çünkü televizyon kelimesinin kısaltmasıdır.
Alan adı an itibarıyla bir Verisign şirketi olan dotTV tarafından yönetilmektedir ve Tuvalu devleti şirketin yüzde yirmi hissesine sahiptir. 2000 yılında Tuvalu İnternet alan adı olan "tv"nin kullanım hakkını 12 yıllığına 50 milyon $'a kiralamıştır". Tuvalu devleti üst seviye alan adının kullanımı için üç ayda bir 1 milyon $ almaktadır.
14 Aralık 2006 tarihinde Verisign, eski MySpace başkanı Richard Rosenblatt tarafından yönetilen Demand Media ile, zengin medya içerikleri için tercih edilen Web adresi olarak .tv'nin üst seviye alan adı (TLD) olarak pazarlanması konusunda iş birliği yaptığını duyurmuştur. ".TV" premium adları, başka kayıt şirketlerine transfer edilemez. .TV premium adları için geçerli olan yıllık yenileme ücretleri, ilk "şimdi al" kayıt ücretleri ile aynıdır.
16 Mart 2010'da Sedo,açık artırma kapanış fiyatından bağımsız olarak standart premium olmayan yıllık yenilemeleri yapılacak olan 115 premium .TV alan adı için 1 Nisan'da gerçekleştirilen özel bir açık artırmada Verisign ile birlikte çalışacağını duyurmuştur. 19 Mart'ta Verisign, premium .TV adlarının artık geniş .TV kayıt şirketleri yoluyla satılabileceğini, premium .TV adlarında büyük indirimler yaptığını ve pek çok önemli premium .TV adının premium sınıfından çıkarıldığını açıklamıştır.Bu yeni gelişme ile birlikte Verisign, büyük alan adı tacirlerini, yatırımcılarını ve geliştiricileri .TV uzantısına yatırım yapmaktan alıkoyan engelleri ortadan kaldırmıştir.
Verisign'ın Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunan bir şirket olması dolayısıyla bu konu Amerika Birleşik Devletleri yasalarına tabidir. İlk .tv alan adlarına Operation Fake Sweep'in bir parçası olarak Super Bowl XLVI[2] öncesinde ABD devleti tarafından el konulmuştur .
.cm
.cm Kamerun için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
|
.su
.su Sovyetler Birliği için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD) Hâlâ kullanımda. ()
.ee
.ee Estonya için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.gl
.gl Grönland için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır (ccTLD).
.ye
.ye Yemen için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.in
.in Hindistan için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.lb
.lb Lübnan için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.mn
.mn Moğolistan için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.nr
.nr Nauru için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.re
.re Reunion için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.tw
.tw Tayvan için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.co
.co Kolombiya için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
Alan adı bölge kısıtlaması olmaksızın kaydedilebilir. Google Inc., .CO'yu gccTLD olarak kabul etmiştir.
Internet Assigned Numbers Authority kayıtlarına göre .CO Internet S.A.S., firması tarafından işletilmektedir.
.CO uzantısı ccTLD'den gccTLD'ye geçmeden önce ikinci seviye alan adları tahsisi mümkün değildi. COM.CO uzantısı gibi üçüncü seviye alan adları ise Kolombiya vatandaşları tarafından kaydedilebiliyordu.
gccTLD dönemine geçiş ile .CO üzerinde önemli alan adları ortaya çıktı. Twitter'ın kısaltma alan adı (t.co) ve Google Inc.'ın kısaltma alan adı (g.co) önemli örneklerden birkaçıdır.
.sv
.sv El Salvador için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.eg
.eg Mısır için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.gm
.gm Gambiya için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.yt
.yt Mayotte için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.io
.io Britanya Hint Okyanusu Toprakları için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.lc
.lc Saint Lucia için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.mo
.mo Makao için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.nz
.nz Yeni Zelanda için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.rw
.rw Ruanda için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.tz
.tz Tanzanya için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.cr
.cr Kosta Rika için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.sy
.sy Suriye için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.er
.er Eritre için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.gn
.gn Gine için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.yu
.yu Yugoslavya için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD) Şimdi Sırbistan-Karadağ; ISO kodu RS olarak değiştirildi; .rs şu anda kullanılmıyor.
.iq
.iq, Irak için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. Irak İletişim ve Medya Komisyonu tarafından dağıtılmaktadır. Çevrimiçi başvuru seçeneği bulunmamaktadır.
.li
.li Lihtenştayn için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.mp
.mp Kuzey Mariana Adaları için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.om
.om Umman için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.sb
.sb Solomon Adaları için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.ug
.ug Uganda için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.sz
.sz Svaziland için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.et
.et Etiyopya için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.gp
.gp Guadeloupe için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.zm
.za Zambiya için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.ir
.ir İran için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD) Teorik Fizik ve Matematik Araştırmaları Enstitüsü tarafından yönetilmektedir.
Uluslararası alanda kayıt altına alınmış Farsça alan adı bulunmaktadır. (".ایران.ir")
.lk
.lk Sri Lanka için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
Sınırlı kayıt olanlar:
Doğrudan kayıtlar:
.mq
.mq Martinique için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.pa
.pa Panama için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.um
.um "Birleşmiş Milletler Uzakta Bulunan Küçük Adalar" için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.tc
.tc Turks ve Caicos Adaları için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.eu
.eu Avrupa Birliği için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. .eu alan adı tek bir ülke olmadığı için ne İnternet Ülke Alan Kodu (ccTLD) olarak ne de Genel Alan Kodu (gTLD) olarak sayılır.
.gq
.gq Ekvator Ginesi için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.zw
.zw Zimbabve için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.is
.is İzlanda için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.lr
.lr Liberya için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.mr
.mr Moritanya için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.sd
.sd Sudan için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.us
.us Amerika Birleşik Devletleri için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD) Ülkede en çok kullanılan ccTLD .com, .net, .org ikinci düzey alan adlarıdır.
İlk yöneticisi Güney Kaliforniya Üniversitesi (USC) 'de Bilişim Bilimleri Enstitüsü'ndeki (ISI) Jon Postel oldu. 2002 yılının Nisan ayında, ikinci düzey alan adları doğrudan kayıt almaya başladı. Şu anda Amerika Birleşik Devletleri Ticaret Bakanlığı sözleşmesiyle NeuStar A.Ş. tarafından yönetilmektedir.
Amerika Birleşik Devletleri hemen hemen her eyalet ve federal bölge için bir ikinci seviye alan adları açmıştır. Birinci seviye içinde sadece Amerika Birleşik Devletleri'nin İngilizce yani resmi adının ilk iki harfi alınmıştır United" States". Örneğin .ny.us New York'a bağlı web siteleri için ayrılmıştır, Virginia içinse va.us açılmıştır. Fakat devlet kurumları bunların yerine .gov.us uzantısını kullanmayı tercih ediyorlar; Örneğin Kaliforniya yönetimi .gov.ca yerine .gov.us kullanmaktadır.
Ayrıca ABD topraklarının kendi ccTLDs vardır. .as Amerikan Samoası için , .gu Guam, Kuzey Mariana Adaları .mp, .pr Puerto Rico için ve .vi Virgin Adaları için kullanılmaktadır. Bunların yanında bazı alan adları bulunmaktadır. (i.e., .as.us, .gu.us, .mp.us, .pr.us, ve .vi.us, gibi.)
.td
.td Çad için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.fj
.fj Fiji için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.je
.je Jersey için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.ls
.ls Lesotho için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.ms
.ms Montserrat için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.uy
.uy Uruguay için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.tf
.tf Fransız Güney ve Antarktika Toprakları için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.fk
.fk Falkland Adaları için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.jm
.jm Jamaika için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.mt
.mt Malta için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.uz
.uz Özbekistan için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.tg
.tg Togo için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.mu
.mu Mauritius için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.mv
.mv Maldivler için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.gt
.gt Guatemala için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.pf
.pf Fransız Polinezyası için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD) Klipperton Adası ile birlikte.
.gu
.gu Guam için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.gs
.gs Güney Georgia ve Güney Sandwich Adaları için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.pe
.pe Peru için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
Lipoproteinler
Lipoproteinler, hem protein hem lipitlerden oluşan biyokimyasal bileşimlerdir. Bu proteinler bir bütünün parçası olmalarından dolayı apolipoprotein diye adlandırılırlar.
Kan plazmasındaki lipoproteinler, suda çözünürlüğü düşük olan lipid moleküllerini kan dolaşım sistemi aracılığıyla vücut içinde taşırlar. Taşıyıcı özelliklerinin yanı sıra, lipit metabolizmasında yer alan çeşitli enzimlerin, taşınan lipitleri birbirine dönüştürdüğü kimyasal reaksiyon platformları olarak da işlev görürler. Apolipoproteinlerin yapısal veya katalitik işlevleri olabilir. Bir lipoprotinin üzerindeki apolipoproteinlerin birbirleriyle, başka kan proteinleriyle ve hücre membranlarında bulunan reseptörlerle etkileşimi, belli bir lipit türünün bu lipoproteine eklenmesini ve ondan çıkartılmasını belirler.
Lipoproteini oluşturan protein ve lipitlerin suyu seven (hidrofilik) kısımları lipoproteinin dış yüzeyini kaplarken, suyu sevmeyen (hidrofobik), yani yağlı kısımları onun iç kısmında gömülüdürler. Bu yüzden plazma lipoproteinlerinin en dış tabakasında bulunan lipid türleri polar lipitler olarak nitelendirilirler. Polar lipitler arasında başlıca sfingomiyelin türleri, fosfolipitler ve kolesterol gelir, bu moleküllerin her birinin bir ucu sulu ortamda olmaya daha müsaittir. Lipoproteinlerin ortasında ise başlıca, nötral lipitler tabir edilen, kolesterol esterleri ve trigliseritler bulunur.
Çeşitli enzim ve taşıma proteinin etkisiyle lipoproteinlerin içerdiği lipitlerin oranları değişebilir. Örneğin, LCAT enzimi dış yüzeyde bulunan bir kolesterolle bir fosfolipidi birleştirip lipoproteinin iç kısmında yer almayı tercih edecek bir kolesteril ester molekülü oluşturur. Bu tür değişiklikler lipoproteinin yüzeyi ile hacmi arasındaki oranın değişmesine yol açarlar. İç kısmında hemen hiç nötral lipid bulundurmayan lipoproteinler bır madeni para gibi yuvarlak ve yassıdırlar; içleri nötral lipit dolu olanlar ise küreseldirler. Başka reaksiyonlar sonucunda lipoprotein büyüyebilir veya küçülebilir, onlara yeni apolipoproteinler eklenebilir veya eksilebilir. Bu süreçler yüzünden lipoproteinleri |
n boyutları, biçimleri ve içerikleri sürekli değişir. Ayrıntılar aşağıda listelenmiş lipoproteinler hakkındaki maddelerde verilmiştir.
Tıpta en yaygın olarak kullanılan gruplandırma, lipoproteinlerin yoğunluğuna göre yapılır. (Ancak yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı bu gruplar homojen değildirler.) En hafifinden (yani en cok lipit, en az protein içereninden) en yoğununa doğru sıralama şöyledir:
Serum protein elektroforez tekniği ile serum proteinlerin sınıflandırılmasında olduğu gibi, lipoproteinler de "alfa" ve "beta" olarak sınıflandırılabilirler. Bazı lipit bozuklukları, abetalipoproteinemia gibi, bu terminolojiye göre adlandırılırlar.
Elektronik imza
Elektronik imza ya da sayısal imza, başka bir elektronik veriye eklenen veya elektronik veriyle mantıksal bağlantısı bulunan ve kimlik doğrulama amacıyla kullanılan elektronik veridir. E-imza olarak da bilinir. Elektronik ortamlarda imza yerine kullanılabilen yasal kimlik doğrulama sistemidir. Özellikle e-ticaretin hızlı yükselişi nedeniyle daha fazla önem kazanmştır. Elektronik imza sayesinde imzalanmış verinin, kimin tarafından imzalandığı ve güvenilirliği kontrol edilmiş olur. Elektronik imza; iletilen bilginin bütünlüğünün bozulmadığını, bilginin tarafların kimlikleri doğrulanmak suretiyle iletildiğini garanti eder.
Elektronik imza aşağıdaki özellikleri sağlar:
Kimlik doğrulama işlemi, basit olarak bir el sıkışma ("hand-shake") işlemidir. Bu, bir kişinin (ya da ev sahibi firma, sunucu, müşteri) kimliğinin onaylanmasıdır. Bilgiyi imzalayanın yetkinliğini, işleme kimlerin katıldığını, bir başkası tarafından bilginin değiştirilmediğini garanti eder. Öne sürülen kimliğin doğruluğunu onaylayarak bir sisteme giriş yapmak isteyen kullanıcının doğru kimliğini belirler.
Elektronik imza, bilginin doğruluğunu onaylar. Okunan mesajın yanlışlıkla ya da kasten değiştirilmediğini ispatlar. Teknik açıdan elektronik imza, imzalanmış doküman bir özet değeri içerir. İçerikte yapılacak herhangi bir değişiklik özet değerini de değiştireceği için imzanın geçerliliğini sona erdirecektir.
Elektronik imzanın sağladığı özelliklerden birisi, imzalayan tarafa (e-postanın yazarı) kimliğini kanıtlama şansı vermesidir.
İnkâr edememe, size daha sonra o işleme kimlerin katıldığını kanıtlama imkânı verir. Gönderim sırasında ne bilgiyi imzalayan gönderici mesajı gönderdiğini inkâr edebilir, ne de alıcı mesajı almadığını iddia edebilir. Basit anlatımıyla inkâr edememe, yazılı bir belgedeki imzanın bağlayıcılığına benzer olarak bilginin inkârının yapılamaması demektir.
Şifreleyici ("kriptograf") okunabilir durumdaki bir bilginin kimsenin okuyamayacağı bir bilgi haline dönüştürülmesini sağlayan araçtır. Bu süreçte bilgi, söz konusu alıcı dışında kimsenin okuyamayacağı ya da değiştiremeyeceği bir şekilde şifrelenir. Bilginin iletiminde araya girilebilir, ancak mesaj çözme kabiliyetine sahip olmayan bir kişi mesajı okuyamaz (şifreyi çözemez).
Şifreleme ve şifreyi çözme, verinin okunabilir biçimden şifreli biçime geçişini yapabilmesi için bir algoritmaya (ya da matematiksel bir formüle) ve bir anahtara ihtiyaç duyar. Anahtar, elektronik imzanın ya da şifreli mesajın oluşturulması için düz yazıya eklenmiş basit bir sayıdır.
Simetrik anahtar algoritmalarında, şifreleme ve şifre çözme için aynı anahtar kullanılır. Asimetrik anahtar algoritmalarında ise açık anahtar sadece mesajı şifrelerken gizli anahtar da mesajın şifresini çözmek için kullanılır. ("→ daha fazla bilgi için Açık anahtarlı şifreleme")
Bir elektronik imza yaratmak için, imzalayan, mesajın kısaltılmış bir sürümü olan bir özet değeri ve bu özet değerini şifrelemek için kendi özel/gizli anahtarını kullanır. Şifrelenmiş özet değeri elektronik imzadır. Eğer mesaj herhangi bir nedenden dolayı değişikliğe uğrarsa, değişmiş olan mesajın özet değeri de orijinal özet değerinden farklı olacaktır. Elektronik imza, mesaj için de onu yaratan özel anahtar için de tek olduğundan değiştirilmesi mümkün değildir. Daha sonra elektronik imza, mesaja eklenir ve ikisi birden alıcıya gönderilir. Alıcı, gelen mesajdan özet değerini tekrar yaratır ve gönderenin açık anahtarını gelen mesajdaki özet değerinin şifresini çözmede kullanılır. Eğer alıcının hesaplamış olduğu özet değeri ile mesajın içerisinde yer alan özet değerleri aynı ise şu iki şey doğrulanmış olur:
gibi biyolojik özelliklerinin kaydedilerek kullanıldığı biyometrik önlemleri içeren elektronik imzaları veya bilginin bütünlüğünü ve tarafların kimliklerinin doğruluğunu sağlayan elektronik imzaları içermektedir.
Elektronik imza, imzalanan metine göre farklılık gösterir ve içeriğin matematiksel fonksiyonlardan geçirilerek eşsiz olduğu düşünülen bir değer bulunması sureti ile elde edilir. Elektronik imza, her imzalanan dokümana göre farklı olmaktadır. Kişilerin, elle atılan imzada olduğu şekilde bir tane elektronik imzası bulunmamaktadır.
Elektronik imza süreleri 1,2 ve 3 yıllık olabilmektedir. Bu süreler bittikten sonra kişiye özel olan nitelikli sertifikanın yenilenmesi gerekmektedir, bu işleme e-imza yenileme adı verilmektedir. İkinci yöntem ise e-imza süresi bittikten sonra yeniden alım da yapılabilir. Kişi isterse kendisine ait birden fazla e-imza alabilmektedir.
Olimpiyat Oyunları
Olimpiyat Oyunları veya kısaca Olimpiyatlar, Yaz ve Kış Olimpiyatları olmak üzere iki ayrı kategoride, dört yılda bir düzenlenen uluslararası çok sporlu etkinlik. 200'ün üzerinde ülkeyi temsil eden sporcuların katıldığı etkinlikler, dünyanın en kapsamlı spor etkinliği konumundadır.
Temelleri MÖ 8. yüzyılda Olimpiya'da gerçekleştirilen antik oyunlara dayansa da modern oyunların ilki 1896 yılında, Pierre de Coubertin'in Uluslararası Olimpiyat Komitesini (kısaca IOC) kurması sonrasında gerçekleştirildi. 1924 yılında, kış sporları etkinliklerinin yer aldığı Kış Olimpiyatları düzenlenmeye başlandı. I. Dünya Savaşı sebebiyle 1916'daki oyunlar, II. Dünya Savaşı sebebiyle ise 1940 ve 1944'teki oyunlar gerçekleştirilemedi. Her iki etkinlik son olarak 1992'de aynı yıl içerisinde gerçekleştirildi ve 1994'te düzenlenen Kış Olimpiyatları ile birlikte iki etkinlik arasında ikişer yıllık fark oluştu.
Olimpiyat Oyunları kapsamında, toplamda 13.000'in üzerinde sporcu 400'den fazla kategoride mücadele etmektedir. Gerçekleştirilen mücadeleler sonunda, belli bir kategoride en iyi sırayı elde eden sporcu altın madalya ile ödüllendirilirken, ikinci ve üçüncü sıradaki sporcular sırasıyla gümüş ve bronz madalyanın sahibi olur.
Antik olimpiyat oyunlarının ilk olarak nerede ve ne zaman başladığına ilişkin kesin bir bilgi yoktur; ancak sayısız efsane vardır. Bunlardan birine göre oyunlar, Olimpia kralı ve Peloponnisos'a adını veren kahraman olan Pelops'a kurbanların sunulduğu süre boyunca doğmuştur. Hristiyan Yunan düşünürü Titus Flavius Clemens'e göre ise bu oyunlar Pelops'un ruhuna sunulan armağanlardan başka bir şey değildir.
Bir başka söylenceye göre ise mitolojik kahraman Herakles'in Olimpiya'da bu tip bir oyuna katılarak kazanmasının sonucunda bu oyunların her dört yılda bir geleneksel olarak yinelenmesi istediği yönündedir. Bir başka efsane bunun Zeus tarafından Titan Kronos'a karşı aldığı yenilgi sonrasında koyulduğunu söyler. Değişik kaynaklarda bunun Elis Kralı İfitos'un MÖ 9. yüzyılda halkını büyük bir savaşın içine düşmekten kurtarması için Pythia'ya giderek ona danıştığını, kâhinin ise ona tanrılar onuruna oyunlar düzenleyerek tanrıların memnuniyetini kazanmasını önerdiği geçer. Bunun sonucunda İfitos bu oyunları düzenlemeye başlar ve Spartalı düşmanları bu oyunlar süresince onlara saldırmayı durdurur. Oyunlar tanrıların yaşıyor olduğuna inanılan Olimpos Dağı'nda düzenlenir ve adını da bu dağda düzenlenmesinden ötürü alır. Ancak kökeni ne olursa olsun olimpiyat oyunlarının Antik Yunanistan'da Eleusis Gizemleri'nin yanında düzenlenen en büyük iki dinsel törenden biri olduğu kesindir.
1892'de Paris Sorbonne Üniversitesi'ndeki bir konuşması sırasında Fransız Baron Pierre de Coubertin uluslararası spor organizasyonu fikrini öne sürdü. Coubertin, 1870-71 yıllarındaki Fransa-Almanya savaşında Fransa'nın yenilgi nedenini ülkede fiziksel eğitimin verilememesi olarak görüyordu. Spor eğitimini ve spor kurumlarını güçlendirerek ülkede sporu yaygınlaştırmak ve spordaki rekabetin ve iletişimin gerçek savaşları önleyebileceğini savunuyordu. 23 Haziran 1894'te Coubertin önderliğinde Uluslararası Olimpiyat Komitesi 13 ülke ve 79 temsilci ile ilk kez toplandı ve Olimpiyat Oyunlarının yeniden düzenlenmesine ve ilk olimpiyatların 1896'da Atina'da düzenlenmesine karar verdi.
İlk modern olimpiyatlar Uluslararası Olimpiyat Komitesi himayesinde Atina'da 1896'da gerçekleştirildi. Bu olimpiyatlara 14 ülkeden 241 sporcu katıldı ve 43 yarışta mücadele ettiler. Yunan hükümeti oyunların gerçekleşebilmesi için Zappas ve kuzeni Konstantinos Zappas'a güveniyordu ve bu güveni olimpiyat oyunlarını finanse ederek kullandılar. İş adamı George Averoff da Panathinaiko Stadyumu restorasyonu masraflarını üstlendi. Yunan hükümeti ise biletler ve hatıra pulları satışından gelir elde etmiştir.
Yunan halkı ve hükümeti olimpiyatların gerçekleşmesinden memnundular ve Olimpiyat oyunlarının kalıcı olarak Atina'da gerçekleşmesi görüşü birçok sporcu tarafından paylaşıldı. Uluslararası Olimpiyat Komitesi ise bu isteği kabul etmedi ve organizasyonun uluslararası bir bir kimlik kazanması amacıyla ikinci olimpiyatların Paris'te düzenlenmesine karar verdi.
1896 Olimpiyatları'nın ardından olimpiyatların sürekli olup olamayacağı tartışma konusu oldu. Olimpiyat Oyunları 1900'de Paris Exposition'da, 1904'te ise St. Louis, ABD'de gerçekleştirildi.Paris oyunları stadyum olmadan gerçekleştirildi, ancak bu oyunlarda ilk kez kadın sporcular da yarıştı. 1904 oyunlarından 2 yıl sonra Atina'da 1906 Olimpiyatları (ya da "1906 Ara Olimpiyatlar") gerçekleşti, ancak bu oyunlar resmi olarak düzenlenmediği için Uluslararası Olimpiyat Komitesi tarafından tanınmamaktadır ve bu olimpiyattaki dereceler sayılmamaktadır. Yine de 1906 Olimpiyatları halkın büyük ilgi göster |
mesi ve katılımcı sayısının yüksek olması nedeniyle Olimpiyatların popülerliğinin artmasını sağlamıştır. 1908 Yaz Olimpiyatları modern tarzda inşa edilen ilk stadyum olan White City Stadyumu'nda düzenlendi. Stadyumdaki tribünlerin bir kısmı kapalıydı, maraton pisti ve 50 bin üzerinde seyirci kapasitesi vardı.
2014 yılının Aralık ayında Meksika'da düzenlenen 114. IOC toplantısı'nda "Olimpiyatlarda temsil edilecek spor branşlarının sayısının 28 ile sınırlandırılması" kuralı kaldırılmıştır. Bunun yerine sınırlama 10.500 sporcu ve madalya dağıtılan 310 etkinlikle sınırlandırılmıştır.
Yaz Olimpiyatları'nda kar ve buz sporu yarışmaları düzenlemenin imkansız olması nedeniyle ve başarılı geçen Yaz Olimpiyatlarının ardından Kış Olimpiyatları da düzenlenmeye başladı. Artistik buz pateni 1908 ve 1920, Buz hokeyi 1920 Yaz Olimpiyatları'nda yer almıştı. Uluslararası Olimpiyat Komitesi diğer kış sporlarını da kapsayacak şekilde spor listesini genişletmek istiyordu. IOC tarafından 1921'de Lozan'da gerçekleştirilen Olimpiyat Kongresi'nde Yaz Olimpiyatlarının yanında Kış Olimpiyatlarının da düzenlenmesine karar verildi. 1924'te Fransa'nın Chamonix bölgesinde sadece kış sporlarını kapsayan 11 gün süren ilk Kış Olimpiyatları düzenlendi. 1992 Kış Olimpiyatları'na kadar Yaz ve Kış Olimpiyatları aynı yıl içinde yapılıyordu. Yaz ve Kış Olimpiyatlarının iki yıl arayla yapılması amacıyla bir sonraki Kış Olimpiyatları 1994'te düzenlendi ve günümüzde Yaz ve Kış Olimpiyatları 2 yıl farkla yapılmaktadır. Kış Olimpiyatları da Yaz Olimpiyatları gibi dört yılda bir yapılmaktadır.
2014 yılının Aralık ayında Meksika'da düzenlenen 114. IOC toplantısı'nda katılacak sporcu sayısı 2.900 ile sınırlandırılmıştır.
1948'de Ludwig Guttmann II. Dünya Savaşı'ndan dönen askerlerin rehabilitasyonu amacıyla 1948 Yaz Olimpiyatları ile aynı tarihlerde çeşitli hastaneler arasında çoklu spor etkinlikleri düzenledi. Ludwig Guttmann'ın yarışmaları her yıl düzenlenmeye başladı ve 12 yıl boyunca sportif etkinlikler rehabilitasyon amacıyla kullandı. Guttmann'ın çabasıyla, "Paralel Olimpiyatlar" olarak anılan Paralimpik Oyunlara 1960 Yaz Olimpiyatları'na (Roma) 400 sporcu katıldı. Bu yıldan itibaren her olimpiyatlar sırasında Paralimpik Oyunları da düzenlenmeye başladı. 1982'de "Uluslararası Dünya Engelliler Spor Organizasyonları Koordinasyon Komitesi" (ICC) kuruldu ve beş yıl sonra bu komitenin yerini Uluslararası Paralimpik Komitesi (IPC) aldı.
2010'dan itibaren 14-18 yaşları arasındaki gençlerin katıldığı Gençlik Olimpiyatları yapılmaya başlandı. Gençlik Olimpiyatları yapılması fikri 2001'de IOC başkanı Jacques Rogge tarafından ortaya atıldı 2007'deki 119. IOC kongresinde Gençlik Olimpiyatları yapılmasına karar verildi. İlk Yaz Gençlik Olimpiyatları 2010'da Singapur'da 14-26 Ağustos tarihleri arasında düzenlendi. 2012'de ise Avusturya'nın İnnsbruck kentinde ilk Kış Gençlik Olimpiyatları düzenlendi.
Olimpik hareketin 3 temel unsuru bulunmaktadır: Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC), uluslararası spor federasyonları ve Ulusal Olimpiyat Komitesi (NOC). Her ülke Ulusal Olimpiyat Komitesi ile Olimpiyatlara katılır ve dünyada IOC'a üye 205 Ulusal Olimpiyat Komitesi bulunmaktadır.
Olimpiyatlar pahalı ve masraflı organizasyonlardır. Masrafların en büyük kısmını inşa edilen tesisler oluşturmaktadır. Oyunların yapılacağı ve sporcuların yarışacakları tesisler, spor alanları ve olimpiyat köyleri ve her olimpiyatlarda artan katılımcı sayısı olimpiyatların şimdiye kadar sadece gelişmiş ülkelerde yapılmasına neden olmuştur. Örneğin ekonomik gelişmişlik bakımından geri olan Afrika ülkelerinin hiçbirinde olimpiyat yapılmamıştır. Olimpiyatlar tarihinde ilk defa 1984 Yaz Olimpiyatları kâr etme başarısını gösterdi.
Olimpiyatların önemli gelirleri spor turizmi, yayın gelirleri, bilet gelirleri ve reklam, sponsorluk faaliyetleridir.
Berlin'deki 1936 Yaz Olimpiyatları sadece yerel izleyicilerle sınırlı olsa da televizyonda yayınlanan ilk olimpiyatlardır. 1956 Kış Olimpiyatları uluslararası yayınlanan ilk olimpiyat oyunlarıdır. 1960'taki olimpiyatlarda ise ilk defa olimpiyatların yayın hakları satıldı ve Amerikalı CBS kanalı bunun için 394.000 dolar, Avrupa Yayın Birliği (EBU) ise 660.000 dolar ödedi. Soğuk Savaş ortamında olimpiyatların televizyon yayınları ve her olimpiyatta bu yayınlara artan ilgi birçok ülke tarafından siyasi propaganda amacıyla da kullanıldı. Olimpiyatların televizyonda yayınlanması, yayın gelirleri yanında reklam gelirlerinin ve daha çok izleyiciye ulaşılması sayesinde toplam gelirin artmasını sağladı
1988 Yaz Olimpiyatları'nda televizyon yayın gelirleri olimpiyatlardan üç yıl önce 140 ülkeden 227 yayın kuruluşuna satıldı ve 407 milyon dolar gelir sağlandı.
Olimpik hareketin ideallerinin temsili için semboller kullanılır. En çok bilinen olimpiyat sembolü iç içe geçmiş farklı renklerdeki halkalardır. Beş iç içe halka 5 kıtayı (Amerika, Afrika, Asya, Avustralya, Avrupa) temsil eder. 5 kıtadan ülkelerin katıldığı ilk olimpiyat ise 1912 Yaz Olimpiyatları'dır. Seçilen bu renklerden en az biri her ülkenin bayrağında bulunmaktadır. Dolayısıyla sanılanın aksine bayraktaki renklerin herhangi bir kıtayı temsil etmemektedir, ülkeleri temsil etmektedir. Olimpiyat bayrağı 1914'te kabul edildi ve 1916'daki olimpiyatlarda kullanılması kararlaştırıldı. Ancak 1916 Olimpiyatları I. Dünya Savaşı nedeniyle iptal edilince, bayrak ilk olarak 1920 Yaz Olimpiyatları'nda kullanıldı.
Olimpiyatların sloganı üç kelimelik latince ifadedir: "Citius, Altius, Fortius". "Daha hızlı, Daha yüksek, Daha güçlü." anlamına gelen ifade sporcunun birinci olmayı değil, elinden gelenin en iyisini yapmasını öğütler. Sloganın bir diğer anlamı da şudur: "En önemlisi kazanmak değil, katılmaktır". Slogan Pierre de Coubertin'in önerisiyle 1894'te Uluslararası Olimpiyat Komitesi'nin kuruluşuyla beraber kabul edildi.
Her olimpiyat öncesinde törenle Olimpiyat Ateşi yakılır ve kapanışa kadar yanar. Olimpiyat meşalesi Antik dönemde olduğu gibi günümüzde de Yunanistan'ın Olimpos dağında mercek yardımıyla Güneş ışığı kullanılarak yakılır. Yakılan meşale olimpiyatların düzenleneceği yere kadar ülke ülke dolaştırılır ve olimpiyatlar açılış törenindeki Olimpiyat ateşi bu meşale ile yakılır. Olimpiyat Ateşi ilk olarak 1936 Yaz Olimpiyatları'nda kullanıldı.
Olimpiyat maskotu, ev sahibi ülkenin kültürel değerlerini yansıtır ve genellikle bir hayvan ya da insan figürüdür. Olimpiyat Maskotu ilk olarak 1968 Yaz Olimpiyatları'nda kullanıldı. Olimpik maskotlararasında en ünlüsü 1980 Yaz Olimpiyatları'nda kullanılan Misha'dır.
Oyunlar öncesinde olimpik kurallar gereği açılış töreni düzenlenir. Tören genellikle ev sahibi ülke ulusal marşının okunması ve bayrağının göndere çekilmesi ile başlar. Daha sonra genellikle müzik, dans ve görsel sanatlardan oluşan etkinlikler sunulur. Açılış törenleri günümüzde yüksek maliyetlerle düzenlenmektedir. 2008 Yaz Olimpiyatları açılış töreni yaklaşık 100 milyon dolara mal olmuştur.
Açılış töreni sırasında bütün sporcular ve hakemler olimpiyat yemini ederler. Bu yemin ev sahibi ülkenin seçtiği bir sporcu tarafından tüm sporcular adına okunur. İlk sporcu yemini 1920 Yaz Olimpiyatları'nda Victor Boin tarafından okundu.
Her olimpiyat yarışından sonra bir madalya töreni düzenlenmekedir. Kazanan en yüksekte olmak üzere üç sıralı bir kürsüde yarışı ilk üç sırada bitirenlere madalya verilmektedir. Kazanana altın, ikinciye gümüş ve üçüncüye bronz madalya verilir. IOC üyesi tarafından verilen madalyalardan sonra ulusal bayrakların altında kazanan kişinin ülkesinin millî marşı çalınır. Bu madalya töreni yarış sonunda veya en geç bir gün sonra düzenlenmektedir.
Altın ve gümüş madalyalar kaplamadır. Madalyanın bir yüzünde 1928'den beri elinde zafer çelengi tutan zafer tanrıçası Nike kabartması, diğer yüzünde olimpiyatın düzenlendiği ülke ile ilgili yerel motifler bulunmaktadır.
Ülkelerin çeşitli protestolarını göstermek için Olimpiyatlara katılmayı boykot etmesi oyunları özellikle Soğuk Savaş döneminde oldukça etkilemiştir. Boykotların oyunların gücüne en büyük etkisi ise 1980 ve 1984'te peşpeşe yapılan Moskova ve Los Angeles'deki oyunlarda görülmüştür.
1979 yılında Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgal etmesini protesto eden ve ABD'nin başını çektiği 64 ülke Moskova'yı protesto etti. Oyunlara sadece 80 takım katıldı.
Dört sene sonra bu defa ABD'de yapılan olimpiyatları Doğu Bloku ülkeleri boykot etti. SSCB'nin önderliğinde aralarında Doğu Almanya ve Küba'nın bulunduğu 13 ülke olimpiyatlara katılmadı.
Ancak olimpiyatlar tarihinde ilk boykot 1956 yılında Hollanda, İspanya ve İsviçre tarafından Macaristan'daki ihtilali protesto için yapıldı. Bunun yanında Kamboçya, Mısır, Irak ve Lübnan, Süveyş Bunalımı (Savaşı) olarak da bilinen Arap-İsrail Savaşı'nın protesto için bu olimpiyatlara katılmadı.
1968 ve 1972'de pek çok Afrikalı ülke Yeni Zelanda, Zimbabwe (Rodezya) ve Güney Afrika'nın Olimpiyatlara katılması engellenmesi nedeniyle IOC'nin karar almasını istemiş ve boykotla tehdit etmişlerdir. Son olarak 1976 Montreal Olimpiyatları'na Yeni Zelanda Rugby takımının ırkçı yönetimi nedeniyle sportif ambargo uygulanan Güney Afrika Cumhuriyeti'nde bir turnuvaya katıldıktan sonra olimpiyatlara kabul edilmesini protesto etmek için bu oyunlara katılmamıştır. 22 ülke oyunları boykot etmiştir.
1988'de Kuzey Kore Seul'deki (Güney Kore) oyunlara katılmadı. Bu oyunlara Küba, Etiyopya ve Nikaragua da katılmadı.
1972 Münih Olimpiyatları'nda, oyunlar tarihinin ilk ve en önemli terör olayı gerçekleşmiştir. Kara Eylül örgütüne bağlı Filistin'li 8 terörist İsrail adına yarışan 11 sporcuyu esir almıştır. İki sporcuyu hemen öldüren teröristler diğer 9 sporcuyla beraber Almanya'yı terk etmek üzere havaalanına geldiklerinde Alman güvenlik güçlerinin operasyon hazırlığında olduğunu farketmiş, 9 sporcuyu öldürüp çatışmaya girmişlerdir. Toplam 18 saat süren olayda 11 sporcunun yanı sıra bir Alman polis ve 5 terörist de ölmüştür.
Yine 1972 Olimpiyatları'nda kapanışın yapılacağı 11 Eylül günü Stuttgart'tan bir uça |
k kaçırıldığı ve teröristlerin törene bomba atacağı haber alındı. Yetkililer kaçırılan uçağı iki adet savaş uçağı ile takip ettiklerini ve ve Münih'e yaklaşması halinde düşüreceklerini açıklamıştı. Ancak bir süre sonra takip edilen uçağın başka bir sivil uçak olduğu ortaya çıktı. Kaçırılan uçak ise bir daha bulunamadı. Yıllardır bu olayla ilgili bazı konular hâlâ açıklığa kavuşmamıştır.
1996 Atlanta Olimpiyatları'nda Olimpiyat Parkı'nda bir bomba patladı. Patlama sonucu bir seyirci öldü ve 100'den fazla kişi yaralandı. Melih Uzunyol adlı TRT kameramanı ise olayı çekmek üzere koşarken kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Soruşturmaların sonucunda bombayı Eric Robert Rudolph adlı bir ABD vatandaşının koyduğu ortaya çıktı.
Olimpiyatların ruhuna en çok zarar veren etkenlerin başında son yıllarda kullanımı gittikçe artan doping etkisi olan ilaç kullanımı gelmektedir. Özellikle 2004 Atina Olimpiyatları'nda başta halter gibi güce dayalı sporlar olmak üzere pek çok doping vakası ile karşılaşıldı ve alınmış pek çok madalya iade edildi. Aslında ilk olimpiyatlarda doping etkili ilaç kullanımı yasak değildi. Hatta 1904 Yaz Olimpiyatları'nda maratonu kazanan Thomas Hickss'e yarış içinde dahi antrenörü tarafından güçlendirici ilaçlar verildi. Ancak zaman içinde bunun spor ruhuna aykırı olması ve ileri safhalarda sağlık problemleri yaratması sebebiyle yasaklanması söz konusu oldu. İlk olarak 1956 Melbourn'da konu gündeme geldi.
Olimpiyat tarihinin dopinglerle ilgili en dramatik olayı ise 1960 Yaz Olimpiyatların'da gerçekleşti. Danimarkalı bisikletçi Knut Enemark Jensen yarış sırasında bisiklettten düşerek öldü. Daha sonra ölümünün kullandığı dopingli ilaçlardan kaynaklandığı ortaya çıktı. Bu olay üzerine 1963 yılında Avrupa Komisyonu'nda doping konusu ele alındı ve ilk kontroller yetersiz de olsa, 1964 Tokyo Olimpiyatları'nda yapılmaya başladı.
Ancak pek çok spor federasyonun koyduğu dopingli sporcuya men cezasını uygulama kararını IOC ilk olarak 1967'de verdi. Ve Olimpiyatlar tarihinde ilk doping testi pozitif çıkan sporcu 1968 yılında İsveçli atlet Hans-Gunnar Liljenwall oldu. Sporcu kazandığı bronz madalyayı alkol kullanımı nedeniyle kaybetmiş oldu.
Olimpiyatların en bilinen doping olayı ise 100 metre yarışında 1988 Yaz Olimpiyatları'nda ortaya çıktı. Kanadalı sprinter Ben Johnson yarışı rekor kırarak kazanmış ve bu oyunların belki de en önemli madalyalarından birini kazanmıştı. Ancak doping testleri sonucu pozitif çıkınca madalyayı iade etmek zorunda kaldı ve 2 yıl men cezası aldı.
Son yıllarda oldukça artan dopingli ilaç kullanımı ile uluslararası Anti Doping Kurumu (WADA) kuruldu ve denetimler oldukça sıklaştırıldı. Ben Johnson olayında olduğu gibi madalyanın verilip sonra alınması ve doping kullanmayan sporcuların hakkı olan dereceyi o sahada alamaması oldukça tartışıldı. Bu yüzden artık sporcular oyunlara katılmadan önce, hatta kendi ülkelerindeki baskınlar ile, testler yaparak dopingi önlemeye ve ilaç kullanan sporcuların oyunlara katılması engellenmeye çalışılıyor.
Yaz Olimpiyatları programında 26 spor dalında 20 farklı disiplin ve 300'e yakın yarış bulunmaktadır. Örneğin güreş'te iki disiplin vardır: Grekoromen ve serbest stil. Kış Olimpiyatları'nda ise 15 spor bulunmaktadır. Olimpiyat Oyunları'ndaki tüm sporlar Dünyada yaygın olan sporlardır. Örneğin ABD'de yaygın olan beyzbol olimpiyat programına dahil değildir. Çünkü bir olimpik sporun en az 25 ülkede oynanıyor olması gerekmektedir.
Sporcunun Olimpiyatlarda yarışabilmesinin ilk şartı "Olimpik liyakat"a sahip olmasıdır. Olimpik liyakat kurallarının tespiti farklı sporlara göre değiştiğinden ve zor olduğundan bu yetki Uluslararası Spor Federasyonları'na bırakıldı. Bir sporcunun olimpik liyakata sahip olup olmadığını ülkenin Ulusal Olimpiyat Komitesi ve Ulusal Spor Federasyonu belirler. Sportif yeterlilik yanında sporculardan ahlaki liyakata sahip olması da beklenir: Fair play kurallarına saygı göstermek, Doping testlerine katılmayı kabul etmek ve yasaklı maddeleri kullanmamak gibi.
Plastik enjeksiyon
Plastik enjeksiyon, sıcaklık yardımı ile eritilmiş plastik hammaddenin bir kalıp içine enjekte edilerek şekillendirilmesi ve soğutularak kalıptan çıkarılmasını içeren bir imalat yöntemidir. Bu metot ile en küçük komponentlerden, bahçe mobilyalarına kadar çok çeşitli ebat ve kategorilerde plastik parçalar imal edilebilir. En yaygın imalat yöntemlerinden biridir. İşlemin gerçekleştirildiği makineye plastik enjeksiyon makinesi denir. İlk plastik enjeksiyon makinesi 1930'lu yıllarda yapılmıştır.
Basit olarak incelendiğinde bir plastik enjeksiyon parçasının imalat süreci şu aşamalardan oluşur:
Bir enjeksiyon makinesi üç ana parçadan oluşur: kapama ünitesi (mengene), enjeksiyon ünitesi ve kalıp. Kapama ünitesi, enjeksiyon ve soğutma esnasında kalıbı basınç altında tutan ünitedir. Daha basit olarak enjeksiyon kalıbının iki tarafını (dişi ve erkek) birleştiren ünitedir.
Enjeksiyon aşaması esnasında, granül halindeki plastik malzeme enjeksiyon ünitesi üzerindeki hazneye dökülür. Oradan rezistanslı ısıtıcılar ile ısıtılan silindir içine, elektrik motoru ile kumanda edilen bir vida vasıtası ile alınır. Vida sıkıştırma işlemi yaparak sıcaklık ve basınç altında eriyik hale gelen plastik malzemeyi silindirin sonuna kadar ilerletir. Vidanın önüne kalıbı doldurmak için yeterince malzeme alındığında enjeksiyon işlemi başlar. Erimiş plastik, makinenin ucundaki bir meme vasıtası ile kalıbın içine gönderilir. Bu işlem esnasındaki basınç ve hız hidrolik motor ile kontrol edilir.
Parçanın istenen ölçülerde olması ve görünümünde çeşitli hatalar (çöküntü, yamulma, eğilme, vs.) olmaması için bu işlem uygulanır. Bu aşamada kalıp içine enjekte edilmiş olan plastik eriyiğin, basınç uygulanarak kalıp boşluğunu iyice doldurması sağlanır. Plastik, kalıp içinde katı hale gelinceye kadar işlem devam eder. Kullanılan hammaddenin özelliğine, parça ebatlarına ve ağırlığına bağlı olarak işlemin süresi değişkenlik gösterir.
Enjekte edilen eriyik hammaddenin, kalıbın içinde sertleşmesine neden olur. Kalıp içinde sertleşen plastik aksesuar kalıptan çıkarılarak endüstrinin hemen her alanında kullanılabilir. Kalıbın soğutulması genellikle kalıp içindeki su kanalları vasıtasıyla yapılır.
Kapama ünitesi kalıbın iki tarafı ayrılacak şekilde açılır.
Kalıp tipine göre maçalar veya iticiler vasıtası ile bitmiş parça kalıptan çıkarılır.
Yağlıbayat, Karatay
Yağlıbayat, Konya iline bağlı, Aksaray yolu üzerinde, merkeze 76 kilometre uzaklıkta bir(KIRIM TÜRKÜ) Tatar köyüdür. Yakınında bulunan yerleşim yeri, antik dönemde, "kutsal baba" anlamına gelen "Savatra" olarak anılmaktadır.
MÖ 4. yüzyıl yerleşim izleri bulunmaktadır. Önemli bir antik kent olan Savatra kendi adına para basmıştır. MÖ 27'de Romalıların eline geçmiştir. Kalıntılardan Roma döneminde mamur olduğu anlaşılmaktadır. Bizans ve daha sonra Selçuklular hakim olmuştur, 1398'de Konya'yla birlikte Osmanlı devletinin hakimiyetine geçmiştir. Eski Osmanlı haritalarında buranın Bali Bayat olarak geçmektedir. Köyün güney doğusunda bir kale ve küçük bir antik tiyatro bulunmaktadır. Antik eserler Konya Müzesi'nde sergilenmektedir.
Yağlıbayat köyü şu an yaklaşık olarak 650 nüfusa sahiptir. 200'e yakın köylü de Konya Merkez'de ikamet etmektedir. köyde bir ilköğretim okulu bulunmaktadır.
Yandaki bağlantıdan köyün 1913 tarihindeki durumuna ilişkin bilgi edinilebilir;
http://www.qirim.net/tarih.aspx?id=2
Sözkonusu sayfa BÉLA HORVÁTH (Macar seyyah)'ın ANADOLU 1913 adlı eserinin 5. bölümünden alıntıdır.
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Eylül 1996
Yalın
Hüseyin Yalın veya bilinen adıyla Yalın (d. 30 Mart 1980; Nişantaşı, İstanbul), Türk pop şarkıcısı, besteci ve söz yazarıdır. 2004 yılında çıkış yaptığı "Zalim" şarkısıyla tanınmıştır.
Yalın, 30 Mart 1980'de Nişantaşı, İstanbul'da doğmuştur. İlkokulu Ataköy İlköğretim Okulu'nda okumuştur. Annesinin adı Figen, babasının adı Kamil'dir. Gazeteci Ferai Tınç'ın yeğenidir.
İlkokul yıllarında pilot olmak isteyen Yalın'ın müziğe ilgisi babasının evde ona, gitarıyla Gipsy Kings ve Enrico Macias şarkıları çalmasıyla başladı. İlk bestelerini Saint Michel Fransız Lisesi'nde okurken, Yurdaer Doğulu ve Doğan Canku Müzik Okulları'nda gitar dersleri alırken yapmaya başlamıştır. İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Ekonomi okumaya başladığı dönemde beste çalışmalarını hızlandırmış ve albüm yolunda ilk adımları atmıştır.
Yalın, beste çalışmalarını hızlandırdıktan sonra Kargo isimli müzik grubunun gitaristi Selim Öztürk'le beraber albüm hazırlıklarına başladı. Selim Öztürk'ün prodüktörlüğünde kaydedilen, yine Kargo grubundan Serkan Çeliköz'ün klavyeyi, Burak Karataş'ın bateriyi üstlendiği ve tüm şarkıların söz ve müziklerinin Yalın'a ait olduğu "Ellerine Sağlık" albümü 2004 yılının Mart ayında Universal Music etiketiyle piyasaya sürüldü. Albümün çıkış şarkısı "Zalim" büyük ilgi gördü ve albüm ilk haftasında 200.000 satış rakamına ulaştı. İlk ayın sonunda 300.000 satış rakamına ulaşan "Ellerine Sağlık", 4 ay gibi kısa bir sürenin sonunda 500.000 satış barajını aştı. Böylece Universal Music'in en çok satan albümler listesinde Guns N' Roses'dan sonra gelerek dördüncü sıraya yükselmiştir. Böylece MÜYAP'ın "Yılın en çok satan albümleri" listesine girmiş oldu. Albüm dijital platformda da büyük ilgi görmüş ve 1 milyon 700 bin adet şarkı indirilmesiyle satış rekoru kırmıştır. Böylece albümün dijital platformdan kazandığı ciro 2 milyon doları bulmuştur. "Zalim" şarkısının ardından, "Sonsuz Ol" ve "Günaydın" şarkılarına klip çeken Yalın, bu üç şarkısıyla da MTV World Chart Express programında birinci sıraya yükselmiş, Bulgaristan ve Yunanistan gibi ülkelerde de listelere girmiştir. Kral TV Video Müzik Ödülleri'nde "En İyi Çıkış Yapan Erkek Sanatçı" seçilen Yalın'ın "Zalim" şarkısı, Arnavut şarkıcı Rovena Stefa tarafından "Zemer" ismiyle, Bulgar şarkıcı Toni Storaro tarafından "Greshnica" ismiyle yorumlanmıştır. Ayrıca şarkı, Yunanca, Rusça, Sırpça, Arapça gibi dillere de çevrilmiştir.
Albümde yer alan "Değmez" isimli parça 2005 |
yılı başında Universal Music prodüktörlerinden biri olan Martin Kierszenbaum tarafından Japon R&B şarkıcısı "A.I." nin "What's Goin' On Ai" isimli albümü için yeniden düzenlendi. Albümde "Famous" ismiyle yer alan şarkıda "A.I.", "Yalın" ve ünlü müzisyen - yapımcı Shaggy ile düet yaptı. "A.I" ve Martin Kierszenbaum tarafından İngilizce sözler yazılan, mix'i Destiny's Child, Christina Aguilera, Justin Timberlake gibi dünyaca ünlü yıldızlarla çalışan David Pensado tarafından yapılan "Famous" un, Yalın'a ait kısımlarının Türkçe kayıtları ise Londra'da yapıldı. Dünya müzik piyasasında da gelecek vadeden bir Japon sanatçının, sözü ve bestesi Yalın'a ait bir şarkıyı, melodiye sadık kalarak, üstelik Türkçe nakarat kısımlarıyla seslendirmesi Yalın için olduğu kadar, Türk Pop Müziği adına da önemli bir gelişme olarak değerlendirildi.
Hürriyet yazarlarından Ebru Çapa, Zalim hakkında ""... Yetmediyse, güftesiyle, acı, hüzün, kalp kırıklığı ihtiva eden, buna rağmen haysiyetli pozlar çeken, pes etmeyen, ex manitaya kuyruğu bir kez daha kaptırmayı reddeden, hatta kinayeli ve kibar bir dille fırça kayan bir şarkı. Bestesiyle ise insanın içini kıpraştıran, kulağa ve dile takılan, ‘kımıl kımıl’ melodik bir parça... Sanırsınız ki adama aşk acısı, kurşun ve sair işlemiyor; kahır tanımaz, keder bilmez bir Kalipso Kralı..."" demiştir.
Albüm, 2010 yılında, NTV kanalı müzik jürisi tarafından seçilen "son 10 yılın en iyi yerli albümleri" listesinde 10. sırada yer almıştır.
Albüm sonrası çıktığı turnede İstanbul'da Harbiye Açık Hava Tiyatrosu ve Rumeli Hisar'ı başta olmak üzere Türkiye'nin ve Avrupa'nın farklı şehirlerinde 40'a yakın konser verdi.
2004'ün Aralık ayında albüm promosyonu ve satışı durdurulmuştur. Bunun nedeni ise albümün çıktığı Universal Music'in Türkiye'de kapanmasıdır.
Yalın, "Ellerine Sağlık" albümünün konserleri devam ederken 2004'ün Aralık ayında ikinci albümü için hazırlıklara başladı. Hazırlık sürecine girildiği sıralarda Universal Music'in Türkiye'de kapanması dolayısıyla birinci albümün promosyonu durduruldu ve bunun üzerine ikinci albüm hazırlıklarına hız verilerek Pasaj Müzik'le anlaşıldı. Prodüktörlüğünü Selim Öztürk'ün yaptığı, tüm söz ve müziklerin Yalın'a ait olduğu, düzenlemelerin Yalın, Selim Öztürk, Serkan Çeliköz, Burak Karakaş ve Ferhat Hasanoğlu tarafından yapıldığı "Bir Bakmışsın" albümü Nisan 2005'te piyasaya çıktı. Albümün ilk klip çekilen parçası "Küçücüğüm" oldu. Ardından "Bir Bakmışsın" , "Ben Bilmem" ve Yalın'ın, ""Şu ana kadar yaptığım en iyi şarkı."" diye adlandırdığı, albümdeki favorisi olarak gösterdiği "Keşke"'ye klipler çekildi. Albümün çıkış parçası "Küçücüğüm" 2005 yılında POPSAV tarafından yılın şarkısı ödülünü aldı.
"Bir Bakmışsın" "2006 yılının en çok satan albümleri" arasına girerek, MÜYAP tarafından başarısı belgelendi ve Altın Plak aldı.
"Bir Bakmışsın" albümü ayrıca koleksiyonerler için Long Play formatında da yayınlandı.
Yalın'ın Küçücüğüm şarkısına Volga Tamöz tarafından yapılan remixlerden oluşan "Küçücüğüm (Remix)" Eylül 2005'te piyasaya çıkarıldı.
Yalın'ın üçüncü albümü "Her Şey Sensin" Avrupa Müzik etiketiyle Mart 2007'de piyasaya çıktı. Tüm söz ve müziklerin Yalın'a ait olduğu albümün kaydı Los Angeles'da, Michael Jackson, Bon Jovi, Eric Clapton, Shakira, Christina Aguilera'nın albümlerinde yer alan dünyanın en önemli gitaristlerinden Tim Pierce, Beatles efsanelerinden Ringo Starr'ın bas gitaristi Matt Bissonette, Hossam Ramzy ile yapıldı. George Michael, Robbie Williams gibi dünya yıldızlarına ait kliplerin sanat yönetmeni ve stil danışmanı Alexia Somerville ile styling çalışmaları yapan Yalın, albüm kapak tasarımında ise Frida, Kill Bill, Alien, Cold Mountain gibi birçok Hollywood filminin kampanyalarını ve afişlerini hazırlayan, uluslararası başarılara sahip Türk grafik sanatçısı Emrah Yücel ile çalıştı.
Albüm satışa çıktığı ilk 20 gün içerisinde, herhangi bir klip yayınlanmadan önce 110.000'lik bir satış rakamına ulaştı. "Yılın en çok satan yerli albümleri" arasına girerek MÜYAP'tan Altın Plak sahibi oldu.
Albümden ilk klip "Cemil Ağacıkoğlu" tarafından Her Şey Sensin parçasına çekildi. Ardından Cumhuriyet ve Kalamadım şarkılarına klip çekildi. Özellikle Cumhuriyet şarkısı büyük ilgi gördü.
Kısa bir ara verdikten sonra 2009 yılında "Ben Bugün" adlı albümünü çıkarttı. Tüm söz ve müziklerin Yalın'a ait olduğu albümün aranjörlüğünü Alper Erinç üstlenmiştir. Albüm fotoğrafları içinse ünlü fotoğrafçı Mehmet Turgut'la çalışılmıştır. Albümde şu ana kadar gördüğümüz Yalın'dan çok farklı başka bir Yalın görüyoruz. Bunu kendisi de şu sözüyle ifade etmiştir:
Bu albümde "Ah Be Kardeşim", "Bit Pazarı", "Ki Sen" gibi şarkılar çok sevildi. Albümün ilk klibi "Ah Be Kardeşim"e, ikinci klip ise aralık ayında "Ki Sen" adlı parçaya çekilmiştir. Ömer Faruk Sorak'ın çektiği Ah Be Kardeşim klibi Kral TV Video Müzik Ödülleri'nde "En İyi Klip" ödülünü almıştır.
Yalın'ın albümlerinin toplam satışı 1 milyonu, toplam cirosu 6 milyon doları aşmıştır.
Beş yılda dört albüm piyasaya süren Yalın, 2012 yılının ilk aylarında çıkarmayı planladığı yeni albümü öncesi Haziran ayında Anlat Güzel Mi Oralar single'ını piyasaya sürdü. Sözü ve müziğinin Yalın'a ait olduğu, Avrupa Müzik etiketiyle piyasaya sürülen single'ın düzenlemelerini Ozan Çolakoğlu üstlendi. Şarkının klibini Ah Be kardeşim'de olduğu gibi Ömer Faruk Sorak yönetti. Yalın, single çıkarma nedeni hakkında şunları söylüyor:
Yalın, albümleri ve single'ı dışında başka şarkıcılara verdiği besteler ve yaptığı düetlerle de adından söz ettirdi. Bunlar; Gülben Ergen'in kendi ismini taşıyan 2006 tarihli albümünde Aşksın Sen, Serdar Ortaç'ın Beni Unut/Çakra isimli 2004 tarihli albümünde Sakın Arama, Bengü'nün 2009 tarihli İki Melek isimli albümünde Özetle Ben Aşığım, Ayşe Özyılmazel'in kendi ismini taşıyan 2009 tarihli albümünde İki Sakin şarkılarıdır. Ayrıca Sıla'nın 2007 tarihli kendi ismini taşıyan albümünde Ne Desem İnanırsın ve Dön Demeyi Unuttum şarkılarının besteleri de Yalın'a aittir.
"Özetle Ben Aşığım" şarkısında Bengü ile düet yapmıştır.
"Hürriyet" gazetesinin başlattığı Aile İçi Şiddete Son kampanyası için düzenlenen konserde Kenan Doğulu ile beraber, sözleri Aysel Gürel'e bestesi Onno Tunç'a ait olan "Ünzile" şarkısını seslendirmişlerdir.
Yalın, Ozan Doğulu'nun 2011 yılının Ağustos ayında çıkan 130 Bpm Allegro albümünde "Daha" adlı şarkının sözlerini yazmış ve vokalleri üstlenmiştir. Albüm D&R'ın "Çok satanlar" listesinde üçüncü sıraya yükselmiştir.
Yalın, ayrıca Vestel'in ankastre serisi için çekilen reklamında da rol almıştır. Küçük bir kız çocuğunun hayallerini süsleyen ünlü bir figür olarak reklamda rol alan Yalın’a filmde, 9 yaşındaki minik oyuncu Alara Bağcı eşlik etti. Vestel’in ‘dost teknoloji’ konseptli reklamlarından da esinlenen filmde, markanın maskotu haline gelen Vestrons’lar da rol alıyor.
Mayıs 2013'te Azeri sanatçı Elçin Ceferov kendisinin Bana onu çağırın gelsin klibini Ah Be Kardeşim klibi gibi çekmiştir.
1. yüzyıl
Miladi 1. yüzyıl, 1'den 100'e kadar sürmüş yüzyıldır.
Ermenek
Ermenek, Karaman iline bağlı bir ilçedir. Kentin tarihteki adı "" Germenikopolis`tir. Kimi zamanlarda "Ermenak" (yükseklerde yaşayan yiğit insanların ülkesi) olarak da anılan ilçe, Karamanoğulları Beyliği'ne başkentlik de yapmış olan ve nüfusunu Avşar Türkmenleri'nin oluşturduğu önemli bir yerleşim iken, bu beyliğin yıkılması ve ardından gelen Osmanlı dönemiyle birlikte, Adana Eyaleti'ne bağlı İçel Sancağı'nın "Paşa Hassı" olarak yönetilmiştir. 1845 Yılında Konya Eyaleti'ne bağlı sancak merkezi olmuş, 1910 yılında ilçe yapılmış, önce Konya'ya sonra Mersin'e bağlanmıştır. Cumhuriyetin ilanı ile beraber yeniden Konya'ya bağlanmış, 1989'da Karaman'ın il olmasıyla Karaman'a bağlanmıştır.
Dünyanın önemli mağaralarından biri olan Maraspoli'yi de içinde bulunduran ilçe, denizden oldukça yüksekte Göksu nehri kıyısında yerleşmiştir.
Kayıtsızlık eğrileri
Kayıtsızlık eğrileri, İktisat biliminin tüketici seçimlerine dair bir dizi varsayımını grafik üzerinde göstermeye yarayan eğrilerdir. İngilizcede "indifference curve" olarak bilinirler.
Kayıtsızlık eğrileri, tüketicinin seçim kümesi içinde, kendine nicelik olarak eş fayda sağlayan noktaların bir araya getirilmesi ile oluşur. Tüketicinin, bu küme içinden yaptığı seçimler belli önkabulleri sağlamakta ise, kayıtsızlık eğrileri belli şekiller alabilir (örn: içbükey, dışbükey)
Bu örnekte tüketici daha üst seviyede fayda seviyesi vereceğinden
13 ile gösterilen eğriyi diğer eğrilere tercih edecektir.
Cortinarius gentilis
Cortinarius gentilis, Cortinariaceae familyasından çok tehlikeli bir zehirli mantar türüdür. Taşıdığı zehirin en önemli özelliği, etkilerinin çok uzun bir süre hissedilmemesidir. 20 güne kadar geciken ve böbreklerde yıkıma yol açan etki nedeniyle tedavisi çok güç olabilir.
Minneapolis
Minneapolis, Amerika Birleşik Devletleri'nin Ortabatı bölgesinde, Minnesota eyaleti içinde yer alan bir kenttir. Doğusunda olan ve yan yana bulunduğu St. Paul kenti ile birlikte, Twin Cities olarak bilinir.
Kentin nüfusu 2012 yılında tahminen 392.880'e ulaşmıştır. Bu nüfusla Birleşik Devletler'in en büyük 47. şehri unvanını elinde tutar.
Canlı bir kültürel hayata sahip olan Minneapolis, birçok ünlü sanayi kuruluşunun da merkezi olma özelliğini taşır. Kent nüfusu tarih içinde ağırlıklı olarak İskandinav va Alman kökenli göçmenleri barındırmış olsa da, günümüzde bu tabloya başta Somali ve Vietnam kökenliler dahil olmak üzere birçok değişik etnik grup eklenmiştir.
Kent aynı zamanda ülkenin öğrenci nüfusu bakımından en büyük okullarından biri olan Minnesota Üniversitesi'nin ana kampüsünün bulunduğu yerdir.
Not- Warehouse Bölgesi, Loring Parki, Elliot Parki, Mississippi kenarında tarihi fabrika kalıntıları.
Minneapolis'in resmen 10 tane kardeş şehri vardır::
Cortinarius violaceus
Cortinarius violaceus, Cortinariaceae familyasından yenilebilen bir mantar türü. Ancak Cortinariaceae familyasında çok zehirli mantarlar da bulunduğundan dikkatli olunmalıdır.
|
Şapkası koyu mordur (Görünümü "Lepista nuda"'yı andırabilir) Spor izi paslı kahverengidir. Genelde yaprak döken ağaçların altında yaz ve sonbahar mevsimlerinde yetişir. Oldukça nadir bulunan bir türdür.
Yaşar Üniversitesi
Yaşar Üniversitesi, 2001'de İzmir'de Selçuk Yaşar Spor ve Eğitim Vakfı tarafından kurulan bir vakıf üniversitesi. 2002-2003 akademik yılında eğitime başladı.
Patent
Patent, buluş sahibinin , buluş konusu ürünü 3. kişilerin belirli bir süre üretme, kullanma, satma veya ithal etmesini engelleme hakkı olan belgedir. Buluşu yapılan neredeyse her şey patent koruması kapsamına dahildir. Buluşu yapılan bir ürün ya da sistemin bütün hakları patent sahibine ait olur ve ondan izinsiz kullanılamaz.
Patent, ürün veya buluş sahibine, icat ettiği ürünün satışı, pazarlanması, çoğaltılması, bir benzerinin üretilmesi gibi alanlarda ayrıcalıklar getiren resmi bir belge ve unvandır.
Makineler, araçlar, aygıtlar, kimyasal bileşikler ve işlemleri ile her türlü üretim yöntemleri, patent korumasının kapsamındadır.
Patent Yasalarının amacı; buluş yapmayı, yenilikleri ve yaratıcı fikri faaliyetleri teşvik etmek için gerekli olan korumayı ve buluşlarla elde edilen teknik çözümlerin sanayide uygulanmasını sağlamaktır. Verilen patentler ve bunların sanayide uygulanması ile teknik, ekonomik ve sosyal ilerlemenin gerçekleşmesi sağlanır. Sanayi alanında gelişmiş ülkelerde verilen patent sayılarının yüksekliği bu düşüncenin doğruluğunu kanıtlamaktadır.
Bulduğumuz ürünün veya yöntemin, her ne ise, buluş basamağı içerip içermediğini anlamak için kullandığımız kriter şöyle izah edilebilir:
"Bu maddenin birinci fıkrasında sayılanlar için münhasıran koruma talep edilmesi halinde patent verilmez"
Vikingler
Vikingler veya Norslar, İskandinavyalı korsan ve tüccar kavim. Yılın büyük kısmını denizlerde geçirmiş olan savaşçı bir halktır. 8 - 11. yüzyıllar arasında kuzeybatı Avrupa'da birçok yeri fethetmişlerdir.
Viking akınları ile birlikte birçok manastır yok olmuştur. Olaya tanıklık eden ve hayatta kalarak Avrupa'nın çeşitli bölgelerine dağılan keşişlerin dramatik ve trajik anlatımları, yüzyıllarca sürecek bir Viking korkusu ve düşmanlığı yaratmıştır. Vikingleri kaba, ilkel, medeniyetten uzak bir kavim olarak betimleyen bu anlatımların etkisiyle, Avrupalıların Viking kültürüne uzun süre kayıtsız kaldıkları anlaşılmaktadır. Göçebe ve savaşçı bir kavim olan Vikinglerin yazılı geleneği olmayışı, kültür izlerinin sürülmesini güçleştirmektedir. Yazılı kaynakların zayıflığına ve Batılı kaynaklardaki olumsuz Viking imajına karşılık, arkeolojik veriler, incelikli bir Viking maddi kültürünün varlığına işaret etmektedir.
"Viking" adı muhtemelen Eski Norsça vik (dere) sözcüğünden ya da Eski İngilizce wic (kamp) sözcüğünden türemiştir. "Nors" ise Eski Norsça "noord" (kuzey) sözcüğünden türemiştir. Erken dönem İskandinav dillerinde "vikingr" sözcüğü korsan anlamına gelir.
İsveçli olan Varyaglar doğuya doğru yayılmış, 11. yüzyılda Karadeniz'e, hattâ İran'a kadar uzanmışlardı. Bunların çoğu Rusya'da, Novgorod ve Ukrayna'da ise Kiev'e yerleştiler, barışçı ticaret erbabı olarak ipek karşılığında kürk ve köle alışverişi yaptılar. Bunların içinden prens Ryurik Hanedanı Rusya'da 16. yüzyıla kadar hüküm sürdü.
Normanlar, Danimarka ve Norveç Vikinglerinin Fransa'nın Normandiya bölgesine yerleşmiş ve Fransızca dilini benimsemiş olan kısmıdır.
Danimarkalı ve Norveç'li olan Normanlar («kuzey adamları») batıya doğru denizleri fethe giriştiler. Usta gemici ve korkunç savaşçı olan bu insanlar İzlanda'yı, Grönland'ı ve Kanada kıyılarını ele geçirerek sömürgeleştirdiler. Pruvası ejderha başı biçiminde olan, yelkenle ve kürekle yol alan, dibi hemen hemen düz, uzun teknelerin üstünde Büyük Britanya'ya çıktılar, zengin manastırları yağmalayarak, ağır fidyeler alarak her yere korku ve dehşet saldılar. Aynı hızlı akın tekniği anakarada da uygulandı.
Sen Irmağı boyunca denizden yukarı çıkan Normanlar, biri 845'te, diğeri 885'te iki kere Paris'e saldırdılar. Luvar vadisi, Bordeaux, Toulouse, Lizbon, Sevilla, hattâ İtalya bile onların saldırısına uğradı (Robert Guiscard, 11. yüzyılda Sicilya'yı ele geçirecektir). Ragnar ve 911 yılında Rollo, sonraları Normandiya adını alan bölgeye yerleşti ve yüz yıl kadar sonra buradan yola çıkan Fatih William İngiltere'nin fethine girişti.
Vikinglerin büyük bir kısmı batıya doğru ilerlerken, Bizans'ın batısını koruyan Vareg Vikingleri de doğuya doğru ilerlemişlerdir. 8. ile 11. yüzyıllar arasında Avrupa'da yaşanan bu döneme, tarihte "Viking Devri" denir.
Şu anki İsveç, Norveç, Danimarka ,İzlanda ve Faroe Adaları Viking kökenlidir.
Viking soyundan gelen Normanlar 11. yy.da Britanya'yı fethetmiş ve İngiltere'nin en güçlü hanedanı olmuşlardır. Norman fethi, Britanya'nın son fethidir.
Vikingler cenaze törenlerini de ölülerini tahtadan ve içi toprakla doldurulmuş bir kayığa koyup yakarak gerçekleştirirlerdi.
Sanılanın aksine Vikingler başlarına boynuzlu ya da kanatlı kasklar takmamışlardır. Aslında Vikingler'in hemen hemen yarısı savaş meydanlarında kask bile takmamışlardır ve başları korumasız savaşmışlardır. Kask kullanan Vikingler ise muhtemelen rütbeli ve zengin olanlarıdır ve taktıkları kasklar herhangi bir ayırt edici özelliği olmayan kubbelli ve konik kasklardır. Bunların sayısı da oldukça sınırlı olduğundandır ki günümüze kadar ulaşabilen Viking kasklarının sayısı bir hayli azdır.
Yol (film)
Yol, senaryosu Yılmaz Güney tarafından yazılan, Şerif Gören tarafından yönetilen Türk filmidir. Filmin senaryo aşamasındaki adı Bayramdı. Film tüm dünyada Yılmaz Güney'in en iyi filmi olarak bilinir. Türk sinemasını en cesur filmlerinden birisi olarak bilinir. Yılmaz Güney filmi hapishaneden yönetmiştir ve Şerif Gören'e neyin nasıl yapılacağı hakkında bilgiler vermiştir. Yurt dışında büyük ilgi gören film, Türkiye'de yasaklanmıştır. İzleyenlere cezalar bile verilmiştir. Türkiye, 17 yıl sonra izlenme yasağı kaldırılmış ve 1999 tarihinde Fatoş Güney'in çabalarıyla gösterime girmiştir. 1982 Cannes Film Festival'inde büyük ödül Altın Palmiye'yi kazanmıştır. Bu ödül ise Türk sinema tarihinde kazanılan en önemli ödüllerden birisidir.
İmralı Açık Cezaevi'nden bayram iznine çıkan beş mahkumun öyküsü iç içe gelişir. Seyit Ali, şeytana uyup kendisini aldatarak namusuna leke düşüren karısı Zine cezasını vermek için köyüne gider. Filmin en ilginç ve sarsıcı bölümünü oluşturan öykü. Özellikle de kar sahneleri, Seyit'in karısını sırtında taşıması ve tövbekar Zine'nin donmaması için kamçıyla dövülmesi ama sonuçta ölmesi, Batının da ilgisini çektiği insan dramlarından biridir. Zine'nin törelere göre öldürülme görevi öncelikle ihanete uğrayan kocaya düşmektedir. Karısını, ailenin ceza olarak zincire vurduğu ahırda bulan Seyit Ali, bir ölüm yürüyüşüne çıkar. Dondurucu soğuğa dayanamayan Zine, kendisini kurtarması için yalvarır. Gerçekte Seyit, baştan beri karısını öldürmeye karşıdır. Onu kurtarmak için çırpınır durur. Ama vahşi doğanın ölümcül soğuğuna karşı gücü yetmeyecektir. Diğer dört mahkümun öyküsü çeşitli olaylar içinde sürüp gider. Sorunları ve özlemleri törelerin mahkum ettiği kadınlardır.
Filmin yaratıcısı Yılmaz Güney'in kafasında ilk şekillendiği vakit filmin adı Yol değil Bayram’dır. Bu ismin nedeni ise İmralı yarı açık ceza evinde yatan kader mahkumlarının bayram nedeniyle bir haftalık izinlerini kullanmak için dışarıya çıkacak olmalarıdır. Mahkumlar bayram gelip çattığında sıkıyönetim nedeniyle askıya alınan izinleri de tekrar verilerek valizlerini toplayıp heyecanlı bir şekilde dışarının yolunu tutarlar. Daha filmin ilk sahnelerinde içerisi ve dışarısı ayrımları kavramsal olarak çok net bir şekilde seyircinin zihninde kalın çizgilerle belirginleştirilir. Burada Yılmaz Güney bunu bilerek ve isteyerek yansıtır perdeye, çünkü genel toplumsal yargı cezaevinin içerisi ve onun dışında kalan dünyanın ise dışarısı olduğuna inanmaktadır ya da başka bir soyutlama yaparsak inandırılmıştır. Yılmaz Güney bu algıyı çok iyi bildiğinden bu ikilemi sert bir şekilde gözler önüne serer. Burada çarpıcı olan diğer bir nokta ise filmin sonradan isminin değiştirilmesi sonucu gözlerden kaçan "bayram" meselesidir. Müslüman dünyasında -Türkiye toplumu da buna dahildir. Geleneksel olarak bayram mutluluk, dargınlıkların giderilmesi, barış ve benzeri temaların birbirine eklemlenmesi sonucu ortaya çıkan dini argümanlı bir güne işaret eder. Fakat Yılmaz Güney burada ortaya çıkan tezatı zekice gözler önüne sermek için filmin ismine yüklediği anlamı derinleştirir. İçeridekiler bayram nedeniyle dışarıya çıkmışlardır fakat dışarıda bayramdan çok toplumun bayramsızlığı hakimdir. Yani kavramlar birbirine girmiş gibi bir toplumsal durum söz konusudur dışarıda ve sanki içerisi ve dışarısı yer değiştirmiştir. Zaten Yılmaz Güney filmin ilk fikrinin böyle oluştuğunu daha sonra yaptığı konuşmalarda dile getirmiştir. Bayram ya da Yol filmi içeridekilerle ilgili olmaktan öte dışarısının içeriye dönüşmesi ile ilgili bir filmdir.
Filmin cezaevinde geçen ilk sahnelerinde iktidar ve otorite, ses üzerinde kristalleşir. İktidar/otorite görünmez bedenlerin arkasında saklı tutulan bir sese dönüşmüştür. Otoritenin sadece bir sese dönüşmesi onun katı gerçekliğini gözler önüne serer. Otorite görünmezdir, sadece ses üzerinden düzeni kontrol etmeye yönelik yaptığı açıklamalarla varlığını tanrısal bir düzleme, görünmez ve sadece işitilen bir korkuya dönüştürmüştür. Tanrının sadece sözler üzerinden varolmasına denk bir durumdur bu. Çünkü yeryüzündeki tüm otoriteler tanrı otoritesinin cisimleşmiş hali gibidir. Cezaevi sahnelerinde sadece ses üzerinden duyulan anonslarda sıkça bahsi geçen şanlı ordumuz veya ""kurallara uymayan kapalı ceza evine gönderilecek"" açıklamaları eski bir geleneğe gönderme gibidir. Bu dış sesler birkaç yüzyıl dolaştıktan sonra seyircinin kulağına gelir. Bu seslerin özü aslında ""günah işleyen cehenneme gidecek"" veya tanrının buyruklarına denk talimatların "şanlı ordu"ya mal edilmesi işlevini görür. İnsanlık açısından çok eski bir |
mitoloji olan bu durum, otoritenin tarihsel gelişim içinde seküler kalıplara bürünerek işlevini sürdürmesini gizliden gizliye seyirciye anlatır. Filmin en vurucu imgesel anlatımlarından birini teşkil eden muhabbet kuşu ise kader mahkumlarının cezaevi dışında bıraktıkları hayatlarının onların ruhunda yarattığı tutsaklığa işaret eder. Muhabbet kuşu bir kafes içindedir. Fakat yine kafesin içinde ve Yusuf adlı mahkûmun elinde dışarıya açılır. Mahkumların iç tutsaklığı muhabbet kuşu üzerinden imgesel bir dünya yaratılarak bir anlatıma kavuşur. Çünkü her bir mahkûmun ya da en azından mikro düzeyde hikâyelerine tanık olduğumuz mahkumların bedensel tutsaklıklarından öteye sosyo-psikolojik alt metinlerle okuyabileceğimiz tutsaklıkları vardır. Bu tutsaklık bedensel bir tutsaklığın ötesinde binlerce kat daha derin bir anlama/yüke sahiptir. Katı geleneklerin, anlamların etrafında şekillenen toplumsal yargıların, günahların zehirlediği bir hayatın tutsaklığıdır. Muhabbet kuşu bu iç tutsaklığın dilsiz kalmış, dilsizleştirilmiş ve sadece oradan oraya sürüklenen fotoğrafı gibidir. Ya da mahkumların şahsında toplumun bireyi kurban etme seanslarının dünyanın en kuytu köşelerinde halen devam etmesini yansıtır. Bu da otoritenin tutsaklığı sadece bedenle sınırlı tutmadığı, geleneklerin bireyin ruhunda en büyük deliklere yol açarak o deliklerden sızıp bireyin ruhunu tutsak ettiğinin çıplak bir anlatımıdır.
Filmin en karizmatik karakterlerinden biri olan Seyit Ali Fırat'ın dişi ağrımaktadır. Dişinin yarattığı acı onun şahsında geleneğin/otoritenin birey üzerinde yarattığı tahribat ve acının soyut bir anlatımıdır. Ağrıyan dişi onun konuşmasını, kendini anlatmasını engellemektedir. Ağrıyan diş kurulu düzenin yarattığı korkunç geleneklerin Seyit Ali Fırat şahsında yarattığı acının büyüklüğüne, katılığına işaret eder. Yılmaz Güney burada belki sansür nedeniyle belki de sinemanın usta bir şahsiyeti olmasından kaynaklı olarak derin bir imgesel anlatımı uygun görür. Bu üslup, ünlü Rus yönetmen Andrey Tarkovski ve yine onun çapında olan İranlı yönetmen Abbas Kiarostami filmlerinde rastlanabilecek kadar büyük bir anlatım biçimidir. Seyit Ali Fırat'ın dişi tedavi edilir. Burada tedavi için seçilen yöntem ise çok çarpıcıdır. Diş eski bir gelenekle kızgın bir demir/şiş aracılığıyla dağlanır. Kurulu düzenin eski araç ve yöntemlerle tedavi edilmesi gibi… Ancak dişin bir süre sonra tekrar ağrımaya başlamasıyla aslında kurulu düzenin köklü bir tedaviye ihtiyacı olduğunu vurgular gibi bir anlam ortaya çıkmaktadır. Çünkü o diş bir süre sonra tekrar ağrımaya başlayıp yarattığı acıya devam edecek. Dişin kızgın demirle dağlanması ise sadece geçici bir süreçtir.
Film ilk kez Cannes Film Festivali'nde gösterilmiştir. 1982 yılında, Fransa, Amerika Birleşik Devletleri, Portekiz, Hollanda, İspanya, Almanya, Danimarka, Finlandiya ve İsveç'de gösterime girmiştir. 1983 yılında Belçika, Avustralya ve Macaristan'da gösterime girmiştir. 1985 yılında Japonya'da ve 1989 yılında ise Güney Kore'de vizyona girmiştir. Türkiye'de ise 17 yıl sonra Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Vakfı ve Fatoş Güney'in çabalarıyla İmaj Stüdyoları tarafından restore edilmiştir. Daha sonra aynı yıl gösterime girmiştir. 2004 yılında son olarak Çek Cumhuriyeti'nde bir festivalde gösterildi.
Cannes Film Festivali direktörü Gilles Jacob, ilk kurgusu 2 saat beş dakika olan filmin 1 saat 50 dakikada sınırlandırılmasını talep etmiş. Waelchli, ""15 dakikayı aralardan kısaltacak zamanımız yoktu, o yüzden altıncı karakterin öyküsünü çıkardık. Ayyaş ve kumarbaz olan bu karakter, Türkiye'nin bir başka yönünü anlatıyordu ama diğer karakterlerin'kinden farklı bir öyküsü vardı; bu yüzden onu kullanmadık. Yönetmenler, filmlerine kıyamaz, çekim sırasındaki anılarını da katar işlerine, kurguda sahne atmaları kolay değildir. Ama, Yılmaz Güney çok eleştirel yaklaştı Yol'a, Böylece işimiz kolaylaştı"" dedi.
Yılmaz Güney "Bayram" adlı, 10 mahkumun izne ayrılmasını konu alan epik senaryosunu hapishanede olduğu için gerçekleştiremez. Güney Film, bu pahalı yapımın finansmanını sağlayamaz. Cactus Film verir parayı senaryo sadeleştirilir ve filmin yönetmenliği önce Erden Kıral'a verilir, onunla fikir birliğine varılamayınca, hapishaneden yeni çıkan Şerif Gören devralır çekimleri. Negatifler, yurt dışına gönderilir. Sonra Yılmaz Güney de kaçar ve kurguyu Fransa'da tamamlayıp Cannes Film Festivali'ne yetiştirir filmi ve Altın Palmiye’yi alır.
Hertz
Hertz (sembol Hz), frekans (sıklık) birimidir. İsmini Alman fizikçi Heinrich Rudolf Hertz'den alır.
Hertz ; saniye başına düşen devir sayısını ifade eder. 1 Hertz saniyede bir devir veya 1 MHz saniye başına bir milyon (1,000,000/s) devir şeklinde tanımlanır.
Bu birim herhangi bir periyodik olaya uyarlanabilir. Mesela; bir insan kalbi 1.2 Hz ile atıyor denebilir. Elektromanyetik dalgaların salınımları, bilgisayar parçaları arasındaki veri akımı ile RAM ve işlemci gibi parçaların hızları MHz (10 Hz) veya GHz (10 Hz) olarak ifade edilir.
Sungurlu
Sungurlu, İç Anadolu'da Çorum ilinin yönetim sınırları içinde yer alan bir ilçedir.
Karadeniz ile başkent arasında yer alan otoyol üzerinde olması nedeniyle ilçe merkezi gelişmiş olup aynı zamanda Çorum ilçeleri arasında da en fazla merkezi nüfusa sahiptir.
Sungurlu'nun, adını Sunguroğlu Mehmet Bey’den aldığı rivayet edilir. Sungurlu, Osmanlı döneminde Sivas eyaletine bağlıydı.
Sungurlu yöresi, sırasıyla Asurlular, Hititler, Frigler, Kimmerler, Moğollar, İskender, Galatlar yönetiminde bulunduktan sonra Romalıların sonra da Bizanslıların eline geçmiştir. Anadolu kapılarının Türklere 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi ile açılmasından sonra Sungurlu ve yöresi Danişment Ahmet Gazi tarafından Bizanslılardan alınarak Türklerin idaresine ve egemenliğine geçmiştir.
Anadolu'nun birçok bölgesi gibi bu bölge de ilk çağlardan beri gelmiş geçmiş çeşitli, kültür medeniyetlerin izlerini taşır. Yörede ilk yerleşmeler Kalkolitik dönemde (MÖ 3000) olmasına rağmen, uygarlığın gelişmesi daha sonraki yıllarda olmuştur. MÖ 1800-MÖ 1200 yıllarında Anadolu'da yaşayan yerli kavimlerden Hattiler bu bölgeyi önemli bir yerleşim merkezi haline getirmiştir. Daha sonra bölgeye hakim olan Hititler ise Hattuşa'yı (Boğazköy'ü) başkent yapmışlardır.
Asurlu tüccarların yapmış olduğu "Karum" denilen iş merkezinin burada kurulması, Karadeniz, Akdeniz ve Ege havzasının Kuzeydoğu Anadolu ile İran Yaylası'na bağlanan ve tarihte "Kral Yolu" olarak bilinen, ünlü ticaret yolunun da burdan geçmesi bölgenin önemini iyice arttırmıştır. Tarihi Kral Yolu'nun tabiat şartları etkisiyle, bölgede hangi güzergahı takip ettiği bilinmemekle beraber bazı ipuçlarından yola çıkarak, Sarıkaya Köyü'nün doğusunda Hacıbağ, güneyinde Dutluk (Öteyüz mevkii), Müdü Köyü'nün güneybatısında bulunan Karice'nin Gedik mevkiinden geçmiş olması muhtemeldir. Bu düşünceyi kuvvetlendiren bulgular arasında;
Sungurlu'da bulunan başlıca yapılar:
Saat kulesi mimari bir yapıttır fakat tarihi nitelik taşımamaktadır. Ulu Camii ise Selçuklu beylerinden Sungur Bey'den kalmadır. Ulu Camii belediye binasının yanında yer almaktadır. Ayrıca mesire yerleri vardır. Örneğin toplu dağ ve şehitler tepesi gibi.
Sungurlu adı Ulu Camii ve hamamını yaptıran Selçuklu beyi Sungur Han'dan gelmektedir.
Tarihi eser yerleri olmamasına karşın çok da uzak olmayan Alacahöyük, Hattuşaş vb. yerler gezilebilir.
1921 yılına kadar Ankara Vilayetine bağlı bir sancak merkezi olan Çorum, sonradan müstakil bir sancak, 24 Nisan 1924 tarihinde de il (vilayet) olmuştur. Alaca, İskilip, Mecitözü, Osmancık ve Sungurlu İlçeleri de Çorum’a bağlanmıştır. Boğazkale Bucağı ilçemize bağlı iken 04.07.1987 gün ve 3392 sayılı kanunla müstakil bir ilçe haline gelerek ilçemizden ayrılmıştır.
Sungurlu İlçesinin tarihte iki yerleşim merkezi olmuştur:
Sungurlu, Osmanlı İmparatorluğu Döneminde 1866 yılında ilçe ve belediye olmuştur. İlk belediyebaşkanlığı görevine de Ermeni asıllı Gregoryan Efendi atanmıştır.
Haçlı Seferleri
Haçlı Seferleri ya da Haçlı Akınları, 1096-1272 yılları arasında, Avrupalı Katolik Hristiyanların, Papa'nın talebi ve çeşitli vaatleri üzerine, genellikle Müslümanların elindeki Orta Doğu toprakları (Kutsal Topraklar) üzerinde askeri ve siyasi kontrol kurmak için düzenledikleri akınlar bütünüdür.
Haçlı Seferleri’nin fikir babası aslında İspanya ve Portekiz’den Müslümanların atılması için başlatılan "Reconquista (Yeniden Fetih)" hareketidir. Müslümanlar İspanya ve Sicilya’da hakimiyet kurmuşlardı. İber yarımadasında bulunan Hıristiyan krallıklar ortak düşman Müslümanların elindeki şehirleri almak için başlattıkları hareket 9. yy’dan 15. yüzyılın sonuna kadar sürmüştür.
Aslında 1086 yılında Papa VII. Gregorius Doğu’ya bir haçlı seferi yapma düşüncesindeydi fakat bu halefi II. Urbanus’a nasip olacaktı. 1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu bir Türk akınına uğramıştı ve Selçuklu Türkleri güçlü bir hakimiyet kurmuşlardı. Suriye ve Filistin’i dahi ele geçiren Türkleri Hıristiyan dünyası tedirginlikle izlemekteydi. Politik başarıları ile bilinen Bizans imparatoru I. Aleksios Türkler’e karşı Papa’dan yardım istedi. Papa bu talebi kabul etti fakat onun amacı Bizans’a yardımdan çok Doğu topraklarını ve Kudüs’ü ele geçirmek, Papalığın görüşlerini benimsemeyen "Heretik" Doğu Hıristiyanlarını kontrol altına almak ve Avrupa’nın içinde bulunduğu krizden kurtulmasını sağlamaktı.
Çünkü 1094 senesi şiddetli kuraklığın getirdiği açlık ve sefalet, salgın hastalıklar ve artan nüfus gibi problemler ile Doğu’yu Batı’nın gözünde âdeta cennet haline getirmişti. 1095’te toplanan Clermont Konsili’nde, Papa Hıristiyanları Kudüs’ü ve doğu topraklarını ele geçirmek özellikle havarilerin yaşadığı yerlerin ve onlara ait kalıntıların Sarazen Müslümanların elinden kurtarılması için yapılacak kutsal savaşa davet etti. Dünyevi ve uhrevi pek çok vaatte bulunarak onları Haçlı Seferi’ne ikna etti. Kilise sadece dini bir kurum değil aynı zamanda geniş toprakların yöneticisi siyasi bir otoriteydi. Avrupa toplumu feodal ailelerin birbirleriyle savaş |
ları ve şövalyelerin adeta terör estirdiği büyük bir buhran içindeydi. Bu sefere katılacak kontlar ve dükler için öncelikli hedef maddi çıkarlar ve yeni topraklara sahip olmaktı.
Böylece Fransızlar, Normanlar, Lombardlar gibi pek çok milletten teşekkül bir ordu oluşturuldu ve bunlar 1097’de İstanbul önlerine geldiler. I. Aleksios gördüğü bu devasa silahlı birlikler karşısında büyük bir endişeye kapılmıştı. Onların kendi topraklarından geçmesine izin vermedi ve onlara: "Eğer Antakya'yı bana vereceğinize dair yemin etmezseniz İslâm ülkelerine gitmek üzere Boğaz'ı geçmenize izin vermem" dedi. Aslında maksadı Haçlıları İslâm ülkelerine gitmeye teşvik etmekti.
Birinci Haçlı Seferi (1096-1099) katılan orduların miktarı ve sonuçları bakımından en önemli olan Haçlı Seferidir. Birinci Haçlı Seferi'nin 1096 yılında Clermont'da toplanan kilise konsilinde Papa II. Urban (Urbanus) tarafından başlatıldığı kabul edilmektedir. 1095 yılında Clermont'da toplanan kilise konsiliinde Papa II. Urban (Urbanus) ve fanatik Keşiş Piyer (Pierre L'Ermit) tarafından teşvik edilmiştir. Ama bu sefere katılmak için Hristiyan Avrupa yüzeyinde propagandanın yapılması ve Haçlı askerlerinin toplanması bir yıldan fazla almıştır. Bu sefer genellikle dalga dalga gelen bazıları sırf din aşkına savaşmayı gözüne alan çeşitli sınıftan halktan oluşan bir grup halinde; diğerleri ise çok düzenli soylu kişiler tarafından profesyonel askerî birlik şeklinde komuta edilen ordularla gerçekleştirilmiştir. Birinci Haçlı Seferi'nin genel olarak başlangıç ve birkaç ana safhadan oluştuğu kabul edilir.
Birinci Haçlı Seferi'nin ilk ana safhasına köylü haçlı seferi veya halkın haçlı seferi denmiştir. Bu sefere katılan Haçlılar ordusu daha çok din aşkına savaşmayı göz almışlardan oluşmuştu. Haçlılar halk kitlelerine bağlılardan oluşmaktaydı; asiller ve profesyonel askerler bu sefere katılmamayı tercih etmişlerdi. 1 Ağustos 1096'da yola çıkan bu ordunun başında fanatik dindar Keşiş Pierre L'Ermite bulunmaktaydı. Bu Haçlılar arasında gayet çok sayıda hiç savaş deneyimi olmayan erkekler ve hatta bu haçlılar güruhu çok sayıda tecrübesiz genç, çocuk ve kadın ihtiva etmekteydi. İznik üzerine doğru yürürken Yalova civarında Selçuklu orduları tarafından yenilip imha edildi.
İkinci gruba "Baronların Haçlı Seferi" adı verilir; çünkü Avrupa soyluları tarafından komuta edilmiş ve profesyonel ağır zırhlı şövalyelerle donanmıştı.
Bundan sonra Haçlı Ordusu’na katılacak daha profesyonel Güney İtalya Normanları, Lorraineliler, Fransız şövalyelerden oluşan büyük bir ordu 1097’de Konstantinopolis önlerine geldi.Komutanları arasında Aşağı Lorenli Godfrey de Bouillon, kardeşi Baudouin Boulognelu, kuzeni Baudouin Bourglu, Normandiya Dükü Robert, Norman Boemondo Tarantolu ve kuzeni Tancred, Toulouse Kontu Raymond St. Gilles, Flandra Kontu II. Robert, Fransız kralının kardeşi Hugh Vermandoislı gibi Fransa'nın, Burgundi'nin ve Güney İtalya'nın önemli soyluları bulunmaktaydı.
Avrupa'nın belirtilen alanlarında bu ordular toplanmaktayken özellikle Almanya'da Yahudiler aleyhine bir büyük pogrom baṣlatıldı. Bu Haçlı orduları iaşe ve hayvan yemi bulmak için yolları yakınlarında bulunan yerleşkelere büyük zararlar vermeye başladılar. Örneğin Macaristan'da verdikleri zararlar dolayısıyla oradaki idareci güçler bu Haçlı ordularına hücumlar yaptılar. Bu Haçlı ordusu Bizans İmparatoru tarafından Balkanlarda iaşe satın almak için pazarlar, kamp alanı ve, çoğu Türk dili konuşan, Peçenek asıllı paralı askerlerden oluşan Bizans ordusu tarafından refakat sağlanarak kontrol edilmeye çalışıldı.
Kafile kafile Konstantinopolis'e erişen bu grup Haçlı ordusunda bulunan soylu Haçlı komutanlar Bizans İmparatoru I. Aleksios'a sadakat yemini ettiler ve ellerine geçirecekleri eski Bizans topraklarını tekrar Bizans idaresine vereceklerine ant içtiler. Bu Haçlı ordusu Bizans tarafından Anadolu'ya geçirildi ve yanlarına "Tatikios" adlı bir Türk asıllı Bizans generali komutasında bir Bizans refakat ve kılavuzluk ordusu verildi.
Bu Haçlı ordusu mevcudu için çok değişik tahminler yapılmaktadır. İnanılır bir kaynağa göre, bu ordu 30.000 ile 70.000 arasında askerden ve 30.000 asker olmayan kamp takipçisinden oluşmuştur.
Haziran ayının sonunda Haçlı ordusu Kudüs'e gitmek için yürüyüşe başladı. Fransız soylu asillerinden Blois'li Stephen karısına gönderebildiği nadir bir mektupta bu geçişin 5 hafta süreceğini belirtmişti. Gerçekte bu geçiş 2 yıl sürdü.
10 Nisan'da Haçlılar yürüyüşe başlayıp önce Anadolu Selçuklu Devleti başkenti İznik'i kuşattılar. Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan Haçlılar’ın ciddi bir tehlike olabileceğini hesap edememiş ve 1097 ilkbaharında bütün ordusu ile Ermeni Gabriel’in elindeki Malatya’yi kuşatmaya gitmişti. Haçlılar bu sırada Bizans gemileriyle Yalova’ya oradan İznik önüne gelerek şehri kuşattılar. I. Kılıç Arslan durumun vehametini anladı ve derhal İznik yakınına döndü iseyde şehir kuşatılmıştı ve büyük Haçlı ordusuyla baş edemiyeceğine karar verdi ve geri çekildi. Beş hafta kuşatmaya dayanan İznik’i 17 Haziran 1097’de Bizans’a teslim edildi.
Anadolu içlerine çekilen Kılıç Arslan Danişmend Gazi ve Kayseri emiri Hasan ile ittifak yaptı. 30 Haziran 1097’de muttefikler Eskişehir Ovası’nda Haçlılara saldırdılar. Haçlılardan önde yürüyen Normanlardan oluşan grup Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan tarafından karşılandı. Bu ovaya çıkışın Bizans ve Haçlılarca "Dorileon" olarak adlandırılması nedeniyle Birinci Dorileon Muharebesi adı verilen askeri çatışma hemen başladı. Bu muharebede ağır zırhlı, özel terbiyeli büyük zırhlı atlı ve özel silahlı şövalyeler ile ağır süvari hücumları yapan Haçlı ordusuna karșı olarak gayet hızlı ve manevra kabiliyetli; hafif zırhlı; ağır zırhlara karşı ve hızlı ağır süvari hücumlarına karşı efektif olmayan hatta hiç işlemeyen ok, cirit ve kılıç gibi hafif silahlı Selçuklu hafif süvarisine üstün geldiği açığa çıktı. Bu meydan muharabesini kazanamıyacağını anlayan Sultan I. Kılıç Arslan ordusunu muharebe meydanından geri çekmek zorunda kaldı. Hristiyan tarihçileri bu muharebeyi kazanan Haçlı ordusunu ve bu ordunun komutanlarını çok överek anmaktadırlar.
Bundan sonra I. Kılıç Arslan Haçlı ordusunu bir meydan muharebesi ile mağlup edemeyeceğini, hatta yürüyüşlerine bile engel olamayacağını anladı. Anadolu'dan geçen Haçlı ordusu ile hiç askeri çatışmaya girmeden onların Anadolu'dan ilerlemelerini izleme stratejisine uydu. Fakat yolları üzerindeki bölgeleri boşaltıp, tarlaları yakarak, meralardan Haçlı ordusu hemen gelmeden büyük koyun sürüleri geçirerek Haçlılar atlarına otlanacak ot bırakmayarak ve su kuyularını tahrip ederek onları zor duruma sokmaya çalıştı..
Bu Haçlı ordusu Anadolu'da Uluborlu (Polybotus), Yalvaç (Antioch-Pisidia), Akşehir (Philomelium), Ladik (Laodicea), Konya (Iconium), Ereğli (Hereclea), Kemerhisar (Tyana), Niğde (Augustapolis), Kayseri (Mazacha), Kahramanmaraş (Marash) yoluyla Antakya'ya indi.
Buradan " Baudouin Boulogne'lu" Edessa'da (modern Şanlıurfa'da) hüküm süren ve Ermeni asıllı bir eski Bizans ordusu komutanı olan Thoros Edessalı tarafından çağrıldığı için kendine bağlı ordusu ile Edessa'ya yöneldi. Thoros Edessalı, Selçuklu Şam Meliki Tutuş tarafından 1094 civarında Edessa kalesi ele geçirilince Edessa'yı idareye memur edilmiş parali askerlerden kurulmus olan Bizans ordusu komutanı idi. Fakat bu görevi yapmakta iken Thoros Selçuklular eleyhine dönüp uzunca süren Artuklu Sökmen Bey komutasındaki bir Selçuklu ordusunun kuşatmasına başarı ile direniş göstermişti. Bundan sonra Thoros emrindeki ordu ile hem Selçuklular hem de Bizanslılardan bağımsız olarak Edessa şehrini yönetmeye başlamıştı. Ermeni asıllı olduğu ve Ortodoks Hristiyanlığa inandığı için Edessa Ermenileri tarafından sevilmemekte idi. Yine Ermeni asıllı ve eskiden Selçuklularla yakın ilişkisi olduğu için Ortodoks Bizanslılar tarafından da beğenilmemekte idi. Thoros politik durumunu sağlamlaştırmak için 1098'de Antakya Kuşatması ile uğraşmaya başlayan Haçlılar ordusundan destek istemişti. Bu destek Şubat 1098'de Baudouin Boulogne'lunun Edessa'ya kendi ordusu ile gelmesi ile başladı. Baudouin Boulogne'lu önce Thoros Edessalı'nın evlatlığı ve varisi olarak kabul edildi. Fakat Baudouin Thoros aleyhine önce gizli entrikalara girişti ve sonra açıkça onu Urfa iç kalesinde kuşatmaya aldı. Thoros Baudouin'in Edessa'da yönetimi ele almasını bir anlaşma ile kabul etti. Ailesi ile kayınpederi Meletine (modern Malatya) Emiri Gabriel'e sığınmayı planlamıştı. Fakat birkaç gün sonra 9 Mart'ta şehrin Ermeni asıllı olan halkı (çok muhtemelen Baudouin'in emri ile) Thoros'u yakalayip linç ettiler. Böylece Edessa'nın tek yöneticisi olarak kalan Baudouin burada ilk Haçlılar devleti olarak Edessa Kontluğu devletini kurdu ve kendini ilk Edessa Kontu olarak ilan etti.
Yollarına devam eden Haçlılar Torosları iki değişik geçitten geçerek Çukurova bölgesine girdiler ve daha sonra yollarına devam ederek Antakya önlerine geldiler. Antakya önlerine gelen ordunun başında Taranto prensi Boemondo vardı. Boemondo Birinci Haçlı Seferi’nin en etkili askeri komutanlarından biriydi. Güney İtalya’nın Norman fatihi Robert Guiscard’ın oğlu olan Boemondo’un seferi katılma amacı yeni topraklar elde etmekti.
İsmen Büyük Selçuklu Devleti'ne tabi olan Antakya Emiri olan Yağı-Sayan, Haçlılar'ın Antakya'ya doğru geldiklerini haber alınca, şehirdeki Hıristiyanlardan korktu. Antakya'lı Müslümanları erkekleri surlara dışarısina çıkarıp şehrin etrafına hendek kazmalarını emretti ve Müslümanların yanına hiçbir yabancıyı sokmadı. Ertesi gün de aynı şekilde Antakya'lı Hıristiyan erkekleri surlar dışına çıkarıp hendek kazmalarını emretti, onların yanında da hiçbir Müslüman yoktu. Ama Yağı-Sayan Antakya'lı Hıristiyan erkekleri şehir surları içine almadı. Yağı-Sayan şehir içinde bulunan Hıristiyan kadın ve çocukların can ve mal güvenliğinin teminatını verdi.
Bundan sonra Emir Yağı-Sayan Antakya kalesinde güçlü bir direnişle dokuz ay süren bir savunma yaptı. Bu savunma sırasında Antakya'ya askeri destek icin önce Şam'daki |
melik Suriye Selçuklu Șam Meliği Dukak ve sonra da Halep'deki melik Suriye Selçuklu Halep Meliği Rıdvan'dan askeri yardım gönderdiler ama bunlar Haçlılar ordusuna yenik düştüler ve bu girişimler sonuçsuz kalmadı.
Fakat Haçlılar "Firuz" (bazı kaynaklarda "Rüzbe") adında bir kale muhafızını rüşvet vermek suretiyle ikna ettiler ve kalenin bir burcunu ele geçirdiler. Kale’nin tümden düştüğünü sanan Yağı-Sayan 30 muhafızıyla kaleden çıkıp gitti. Kaleyi ele geçiren Haçlılar pek çok Müslüman’ı katlettiler.
Haçlılar şehri ele geçirdikten sonra Selçuklular Musul Atabeyi Gürboğa topladığı bir Müslüman ordusu ile Antakya önlerine gelip Antakya kalesi içine bulunan Haçlı ordusunu kuşatmaya aldı. Korkak davranıp hemen hücuma geçmemesi ordusunda anlaşmazlıklar doğurdu. Diğer taraftan 12 gün kapalı muhasara altında kalan Hıristiyanlar büyük açlık çektiler. Soylu ve şövalyeler atlarını; diğer Haçlılar yakalayabildikleri her türlü yaşayan hayvanı ve ağaç kabuğu ve otları yemeye başladılar. Haçlılar gıdasızlıktan bıkkınlık ve ümitsizlik içerisine girdiler. Keşiş Marsilya'lı Pierre Barthelemy dinsel hayaller görmeye başlayıp İsa'nın çarmıha gerildikten sonra öldürülmesi için kullanılan "Kutsal Mızrak"ın Antakya Katedrali'nin zemininde gömülü olduğunun rüyasını gördüğünü bildirdi. Antakya Katedrali zemininde yapılan kazı ile bir mızrak bulundu. Bunu bir mucize sayan ve üstün moral kazanan Haçlılar Kutsal Mızrak'ı taşıyan Le Puy Başpiskoposu Adhemar ile 8 Haziran 1098'de kaleden huruç hareketi yaptılar. Gürboğa'nın müttefiki Şam Meliği Dukak ve Gürboğa'nın kendilerine hüküm edeceğinden korkan diğer emirler Gürboğa ordusundan ayrıldılar. Kalan ordu büyük bir mağlubiyete uğradı.
Haçlılar Antakya'yı aldıktan sonra bir müddet burada kalarak at, yiyecek ve iașe tedariki için uğraş verdiler. Bu tedariki sağlamak için yakınlarda olan Arap yerleşkelerine saldırılarda bulundular. Bu saldırların birisi Maarratu'n-Numan'a yapıldı. Aralık 1098'de Antakya'dan gelen bir Haçlı ordusu bu şehrin duvarları önlerinde karargâh kurup şehri muhasaraya başladılar. Halk onlara karşı çok çetin bir savaşa girdi. Haçlılar kale burçlarının karşısına ahşap bir burç dikip beklemeye başladılar. Müslümanlar bir süre sonra bulundukları surlardan inip daha güvenli olacağını düşündükleri şehirdeki evlerine sığındılar. Haçlı ordusu taarruza geçti ve şehri eline geçirerek bir katliam yapmaya başladı ve Haçlılar burada yaklaşık 20 bin kişiyi öldürdüler. Daha sonra buradan ayrıldılar. Haçlı kronikleri burada Haçlıların ölen Müslümanların bedenlerini yediklerinden bahsetmiştir. Haçlılar Müslüman yetişkinleri kaynatıp çorba yapmak, Müslüman çocukları şişe geçirip ateşte pişirmek ve yemek dahil olmak üzere son derece korkunç bir saldırı gerçekleştirdiler. Bu dönemdeki Haçlı yamyamlığı hem Frank hem de Arap raporları tarafından doğrulanıyor. Mesela Caen'li bir Frank görgü tanığı, haşlama ve kızartma vahşetini rapor etmiş. Maarra'nın fethedilişi sırasında orada olan Albert Aix'li şöyle yazmış: "Bizim bölüklerimiz sadece ölü Türkleri ve Suriyelileri yemekten küçülmediler, aynı zamanda köpekleri de yiyorlardı!" Abd'l-Ala şehri ise Ocak 1099'da yapılan hücumdan sonra tamamıyla yakılıp yıkıldı; kalesinin taşları bile teker teker sökülüp şehir ortadan kaldırıldı. Birçok Arap şehri ise elçiler ve hediyeler göndererek Haçlıların her isteklerini yerine getireceklerini belirttiler.
13 Ocak Antakya'dan ayrılmaya başlayan ana Haçlı ordusu 7 Temmuz'a kadar Antakya'dan Lübnan. batı Suriye ile Filistin'den geçerek Kudüs'e vardı. Bu geçiş sırasında Fatimiler'in kuzey sınırı olan "Nehr-ul-Kelb" ırmağını geçip Fatimiler arazilerine girdiler. Yolda bulunan bazı şehirleri (örneğin Hisn-el-Akrad, Tartus, Arsuf, Ramallah, Beytüllahim) ellerine geçirdiler ve diğerlerini (örneğin Saycar, Akka, Jabal, Trablusşam, Kasariya) ya başarısız kuşatmadan sonra geride bıraktılar ya da kenarlarından hücum etmeden geçtiler. 5 Temmuz 1099'da Kudüs şehri surları önüne vardılar.
Kudüs şehri İftikar El-Devle komutasında Fatimiler ordusu tarafından savunmakta idi. 5 Temmuz'dan itibaren Haçlı orduları şehrin surlarına birçok başarısız saldırılarda bulundular ve geri püskürtüldüler. Filistin sahillerine gelen Cenevizliler Yafa yakınlarında karaya oturttukları gemilerini parçalayarak tahtalarını Kudüs önlerine getirdiler. İki tane büyük kuşatma kulesi yaptılar. Bu iki tahta kule 14 Temmuz gecesi şehrin duvarları önüne getirildi.
15 Temmuz günü şehir kuzeydoğu kapısı önünde bulunan kuleden Flandralı şövalye ilk defa şehre girmeyi başardı. Sonra Godefroi de Bouilion, kardeşi Eustace Boulogne'lu, Tancerd ve askerleri de şehre girdiler. Diğer kule ilerleyemedi. Haçlı komutanlardan Raymond Saint Gillies Fatimi kale komutanı İftika El-Devla'ya bir haberci ile teslim olursa kendisi ve ordusu için serbestçe Kudüs'ten ayrılma izni verileceğini bildirdi. İftikar el-Devle bunu kabul etti. Teslim olup şehir kapılarını açtı.
Haçlılar sözlerinde durdular. İftikar El-Devle ve ordusu 15 Temmuz akşamı Kudüs'ten ayrılarak Askelon kalesine gittiler. Kudüs Haçlılar eline geçti.
Diğer taraftan Tapınak Tepesi'nde ve civarında 15 Temmuz 1099 günü öğleden sonra, akşamüstü ve ertesi sabah Haçlı ordusu mensupları Kudüs'te bulunan bütün Müslümanları ve Yahudileri öldürmeye başladılar ve büyük bir katliam gerçekleştirdiler.
Kudüs'ün fetheden Haçlı ordusunun soylu olan Haçlı komutanları Kutsal Kabir Kilisesi'nde 22 Temmuz'da bir toplantı yapıp Kudüs şehrinin ve ellerine geçen diğer Filistin ve Suriye arazilerinin nasıl idare edileceği hakkında tartışmalar yaptılar. Hristiyanların kutsal saydıkları topraklarda dinsel olmayan devlet işleri ile uğraşmaya yetkili olacak yeni bir Kutsal Kudüs Krallığı kurulmasına karar verdiler. Kudüs Krallığı Kudüs şehri yanında Suriye'in güneyi ve Filistin'i de ihtiva edecekti. İlk Kudüs Kralı olarak Godfrey de Bouillon'u seçtiler.
Haçlılar ordusu Kudüs'ten çekilen Fatimîler ordusu üzerine giderek Aşkelon Muharebesi'inde Fatimîleri yenerek Filistin'e iyice yerleştiler.
Birinci Haçlı Seferi'nde ayrıca Kudüs fethinden önce Urfa Kontluğu (1097-1144) ve Antakya Prensliği (1098-1268) devletlerini Kudüs Krallığı'ndan bağımsız olarak ama bu krallıkla yakın bağlantılı bir şekilde kurulmuşlardı. Kudüs'ün işgalinden sonra, 1109'da Haçlılar Trabluşsam'ı işgal ettiler ve, bu şehir ve civarında yine bağımsız statülü olarak Trablus Kontluğu (1109-1289) devleti kuruldu.
Birinci Haçlı Seferi Hristiyanlar ve modern tarihçiler tarafından çok başarılı olduğu kabul edilmektedir. "Baronların Haçlı Seferi" safhası çoğu Frank asıllı Hristiyanların Kudüs'ü ellerine geçirmeleri ile sonuçlanmıştır. Bu Haçlı Seferi'nden sonra Selahaddin Eyyubi'nin 1187 yılında Kudüs'ü geri almasına kadar Hristiyanların elinde Kutsal Kudüs Devleti başkenti olarak kaldı.
1100 yılında Anadolu güneyi, Suriye, Lübnan ve Filistin'de Hristiyan Haçlı Frank asıllı hükümdarları olan dört Haçlı devletinin kurulmasına yol açmış oldu.
1099’da Kudüs’ün alınmasından sonra Batı dünyasında Haçlı Seferleri’ne olan ilgi arttı. Papalık’ın yaptığı propaganda, evlerine dönen Hacıların Doğu’nun zenginliklerine dair anlattığı abartılı hikâyeler ve Papa II. Paschalis haçlı seferi çağrısı kısa süre sonra üç büyük ordunun Haçlı Seferi’ne çıkmasına neden oldu.
Papa II. Paschalis Avrupa'daki krallarla, özellikle Kutsal Roma-Germen imparatorları IV. Heinrich ve oğlu V. Heinrich ile bir takım problemler yaşamaktaydı. O yüzden tek Avrupalı kral bile Papa’nın çağrısına uymadı. Fakat diğer taraftan dükler ve kontlar bu çağrıya olumlu cevap verdiler. Birinci Haçlı Seferi'nin üçüncü safhası olarak da görülebilen bu 1101 Haçlı Seferi, Filistin'de yerleşen Frank Haçlılarına destek sağlamak için 1101 yılı içinde gelişti. Sefer, Konstantinopolis'e ayrı yollar ve ayrı zamanlarda ulaşan ve oradan birbiri arkasından ve birbirinden aralıklı olarak yürüyüşe geçen üç değişik ordu halinde oluşmuştur.. Bu orduların sayısı hakkında tam bilgiler bulunmamakta ama değişik tahminler verilmektedir. Üç değişik ordu birliği şeklinde Anadolu'ya gelip geçmeye çalışan Haçlı ordusu için en muhtemel tahmin bu ordunun yaklaşık toplamının 300 bin kadar olduğudur. Bu Haçlı ordularından birincisi Mayıs ayında Konstantinopolis'ten başlayan Milano başpiskoposu Anselm de Buis’in idaresinde Lombardlar, kont Etienne de Blois kumandasında Fransızlar ve mareşal Konrad komutasında Almanlar’dır. İkinci Haçlı ordusunu Nevers kontu II. Guillaume (Giyom)’un kumandasındaki Fransızlar oluşturmuştur. Üçüncüsünü ise Baverya Dükü IV. Welf’in idaresinde Almanlar oluşturdu.
Bu 1101 Haçlı Seferinin birinci grubunda ağırlık Birinci Haçlı Seferi'ne katılmayan ve ilk defa bir haçlı Seferine katılan Lombardlar bulunmaktaydı. Bu Haçlı ordusu Milano başpiskoposu Anselm de Buis’in idaresindeki Lombardlar, kont Etienne de Blois kumandasında Fransızlar ve mareşal Konrad komutasında Almanlardan oluşmaktaydı. Önce Mayıs 1101'de İtalya'dan Lombardlar Konstantinopolis'e Milano Piskoposu Anselm idaresinde eriştiler. Kudüs'ten Konstantinopolis'e dönmüş olan Anadolu'da sefere deneyimli Toulouse'lu IV. Raymond komutası altına geçtiler. Sonra Fransızlar ve Almanlar geldiler. Böylece 20.000 kişi kadar olan Haçlı ordusu yeni bir güzergah takip ederek beklenmedik bir şekilde Ankara'ya yöneldi; o şehri eline geçirip oradan Niksar'a doğru yöneldi. Ağustos'da Merzifon'da Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan ve Danişmendoğlu ordusu ile yapılan Merzifon Muharebesi sonucunda bu Haçlı ordusu büyük bir hezimete uğradı. Haçlı askerlerin 4/5lik kısmı imha edildi ve kadınlar ve çocuklar esir olarak Türklerin eline geçti..
Haziran 1101 sonunda Konstantinopolis'ten ayrılan, Nevers Kontu Giyom'un komutasında bulunan bu Haçlı seferi ordusunun askerleri ve asker olmayan kamp takipçileri Anadolu'da Ankara, Konya üzerinden Ereğli'ye ilerlemeye başladı. Bu Haçlı ordusu çok geçmeden bu yolu takip etmenin bir hata olduğunu anladı. Çünkü önceki "Baronlar Haçlı seferi" yol etrafına sanki kıran getirmişti ve bu ordu iaşe ve hayvan yemi bulamamaktan bitik bir hal |
e düştü. Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan ve Danişmend Gazi süvari ordularıyla Merzifon'dan Ağustos sonunda ayrılıp Ankara'ya gelip Konya üzerine ilerleyen Haçlılar ordusunun önü sıra geri çekilmekte idi. Konya üzerinden ilerleyen Haçlılar Eylül ayı başında Ereğli yakınlarina gelmişlerdi ki Selçuklu ve Danişmend Gazi süvari orduları onları orada pusuda beklemekteydi. Hemen pusudan hücuma geçen bu süvari ordusu Haclı ordusunun hemen hepsini savaş alanında öldürüp imha etmek imkânını buldu. Sadece Toros dağlarına doğru kaçan az sayıdaki kişi canını kurtarabildi. Bu ordunun komutanı Nevers'li Giyom bir Türk asıllı bir Bizans askerinden ("Türkopol") kılavuz bularak Antakya'ya erişmeyi başardı..
Bu orduyu bir hafta zaman gecikmesiyle Baverya Dükü Wolf komutasına Almanlardan oluşan üçüncü bir Haçlı sefer ordusu takip etmekte idi. Yine Birinci Haçlı Seferi ordusunun ve 1101 Haçlı Seferi'nin Fransızlardan oluşan ikinci ordusu bu güzergahtan geçmiş ve etraftaki insan ve hayvan yiyecek maddelerini sanki sömürüp bitirmişlerdi. Bu nedenle bu üçüncü ordu ve takipçileri açlık ve özellikle susuzluktan tam harabe olarak yine Ereğli (Heraclea)'ya erişebildiler. Orada yakinlarinda Avlos (Akgöl) ovasında bulunduğunu gördükleri çay kaynağı olan gölete kendilerini atıp susuzluklarını giderdiler. Ancak bu göletin suları Selçuklular tarafından zehirlenmişti ve bu suyu içenler zehirlendiler. Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan ordusuyla da bu gölet yakınında pusuda beklemekteydi. Çoğu zehirlenmiş olan ve hepsi çok bitkin kalıp hiç direniş gösteremeyen Haçlılar üzerine saldırıp hemen hemen tüm orduyu esir aldılar. Böylece bu üçüncü 1101 Haçlı Seferi ordusu da, askerlerinin çoğu zehirlenip, yaşayanlar da esir alınıp, yok edildi. Ama yine bu ordu komutanı olan Baverya Dükü Wolf da şahsen Antakya'ya kaçabilmeyi başardı.
Sonuçta 1101 yılı Haçlı Seferi'nin sadece liderleri Antakya'da toplanarak bazı adamlarıyla birlikte Kudüs'e gidebildiler. Bu üç safhalı 1101 Haçlı Seferi Haçlılar için öyle korkunç ve öyle büyük bir fiyasko sonuçlanmıştır ki, bu fena sonuç 1101 Haçlı Seferi'nin Avrupa tarihçileri ve "Avrupa dünyası tarafından tümüyle hemen hemen unutulmasına yol açmıştır". 1101 Haçlı Seferlerinin sadece liderlerinin Antakya'da toplanamabilmesi, bundan sonra artık askeri yönden Haçlı Seferlerinin ve ordularının askeri olarak başarısız kalacağına bir gösterge olmaktadır. Selçuklu ve Danişmendliler ordularının kazandıkları bu askeri başarı Türklerin Anadolu'daki kalıcı varlığını tekrar ispatlamış oldu.
İkinci Haçlı Seferi 1147-1149 yılları arasında gerçekleşti. Musul Atabeyi I. İmadeddin Zengi'nin 1144 yılında Urfa'yı ele geçirerek bir Haçlı devleti olan Urfa Kontluğu'na son vermesi üzerine Haçlılar Avrupa'dan yardım istediler. Almanya İmparatoru III. Konrad ve Fransa Kralı VII. Louis, ordularının başına geçerek İkinci Haçlı seferi'ni başlattılar ve Anadolu'ya girdiler.
Ancak, Anadolu Selçuklu sultanı I. Rükneddin Mesud ve Halep Atabeyi Nureddin Mahmud Zengi başta olmak üzere her yerde Türk ordularının direnci ile karşılaştılar. Sonuçta çok küçük bir birlik ile Kudüs'e ulaştılar. Birinci Haçlı Seferi sırasında kurulmuş bir Haçlı devleti olan Kudüs Krallığı'ndaki Hristiyanlarla birleşerek Suriye'yi ele geçirmek istediler. Bu girişim başarılı olamayınca ülkelerine döndüler. İkinci Haçlı Seferi ilkinin aksine Haçlılar açısından tam bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Üçüncü Haçlı Seferi 1189-1192 yılları arasında gerçekleşti. Selahaddin Eyyubi'nin 4 Temmuz 1187'da Hıttin Muharebesi'nde Haçlılar Kudüs Krallığı ordusunu imha eden büyük galibiyetinden sonra Kudüs'ü bir kuşatmadan sonra 2 Ekim 1187'de tekrar ele geçirmesi üzerine Alman İmparatoru Friedrich Barbarossa, 100.000 kişilik bir ordu ile Anadolu'ya girdi. Fransa Kralı II. Filip ve İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard Akdeniz yoluyla Akka'ya çıktılar ve şehri zaptettiler. İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard birkaç defa Küdüsü ele geçirmek için hücumda bulundu ise de Selahattin Eyyubi'nin gayet başarılı taktikleri dolayısıyla Kudüs'ü tekrar Haçlılar eline geçirmeyi başaramadı. Bu olay Selahattin Eyyubi'nin İslam aleminde önemini artırıp sevilmesine neden oldu.
Alman ordusu, 1189 Mayıs ayında Resenburg'dan yola çıktı. Friedrich Barbarosso'nun yanında vasalları ve oğlu Schwaben kontu Friedrich von Schwaben bulunuyordu. Almanların, Macaristan'dan geçişleri sorunsuz oldu. Macar kralı Bela, onlara her türlü yardımda bulundu fakat Almanlar, 23 Haziran'da Tuna'yı geçip Bizans arazisine girdiklerinde sorunlar başladı. İmparator, ülkesi içinde var olan olumsuz şartlar dolayısıyla Almanların gelişinden tereddüt içindeydi. Kıbrıs'ta ve Çukurova'da sorunlar vardı ve Anadolu'daki Türkler, çok büyük bir tehlike arz ediyorlardı. Bu yüzdendir ki, II. Isaakios'un Selahaddin Eyyubi ile anlaşması, Hıristiyanlığa zarar vermek amaçlı değil, Selçuklu yükselişine engel olmak amacına yönelikti. Fakat Kudüs'teki kutsal yerlerin himayesi Ortodoks kiliseye geçince imparator, yine de tepkilere maruz kalmıştır.
Almanlar, Alaşehir'e ulaştıklarında halk, önce Almanlara iyi davranmış fakat sonraları ordunun artçılarını soymaya çalışmıştır. Alman ordusu, Miryokefalon (Karamıkbeli) mevkiinden geçerken 3 Mayıs'ta Türklerle küçük bir çatışma yaşandı. II. Kılıcarslan, daha önce Anadolu'dan geçerken Almanlara yardım vadetmişti. Fakat Almanları bir miktar yıpratmayı da ihmal etmedi. Açlık, susuzluk ve Türklerin okları, Almanlara kayıp verdirmeye başladı. Alman ordusu, 17 Mayıs'ta Konya'ya ulaştıklarında II. Kılıcarslan, Konya'yı kısmen boşaltmıştı. Sultanın oğlu Kutbeddin ile Haçlılar arasında şiddetli bir çarpışma yaşandı ve Friedrich Barbarosso, Konya'ya girdi ise de burada fazla kalmadı. Meram'da biraz dinlendikten sonra Almanlar, yollarına devam ettiler. Alman ordusu, Toros Geçidi'nden Silifke'ye doğru yol alırken Almanların yürüyüş haberi, Selahaddin Eyyubi'ye ulaşmıştı ve bu haberi verenler de Ermenilerdi. 10 Haziran 1190'da Silifke Ovası'na inen Haçlılar, burada büyük bir felakete maruz kaldılar. Çünkü Friedrich Barbarosso, serinlemek için girdiği nehirde boğularak öldü.
İngiltere ve Fransa yıllarca savaş halinde olduklarından her iki ülke de yeni bir Haçlı seferini düşünemezdi. Fakat İngiltere ve Fransa kralları Ocak 1188'de Normandiya sınırındaki Gisors'da barış müzakerelerinde iken Sur başpiskoposu Josias da oraya ulaşmıştı. Onun yaptığı etkili konuşmalar sayesinde iki kral ve yüksek rütbeli kimseler, Haçlı seferine katılma vaadinde bulundular. Her iki kraldan biri, yola çıktığı zaman birinin, diğerinin topraklarına saldırma ihtimali bulunduğundan kralların aynı anda sefere çıkmalarına, Fransızların kırmızı, İngilizlerin beyaz ve Flaman birliklerinin de yeşil haç taşımalarına karar verildi. II. Henry, Alman imparatoruna, Macar kralına ve Bizans imparatoruna mektuplar yazarak Kudüs'ü kurtarmak azmiyle yola çıktığı için, içinden geçeceği bu ülkelerde kolaylık istedi. Daha önce yardım çağrısında bulunan Antakya patriğine de Kudüs'e doğru yola çıktığı haberini gönderdi. Nihayet sefer kararı alınmıştı. Bundan sonra İngiltere ve Fransa'da seferin mali yönünü karşılamak için "Selahaddin Öşrü" denen ve sefere katılmayanların gelirlerinin onda birini kapsayan vergi yürürlüğe kondu. Sûr başpiskoposu Josias, Avrupa'daki bu gelişmeler üzerine büyük umutlarla ülkesine döndü.
Fransa kralı II. Filip, sakin bir yolculuktan sonra 14 Eylül'de Messina'ya sakin bir giriş yaptı. İngiltere kralı Richard ise donanmadan ayrı, kara yolunu tercih etmişti ve 3 Ekim'de Messina'ya ulaştı. Richard, İtalya içlerinden geçerken Sicilya kralı Tancredi'nin, kız kardeşine yaptığı haksızlıklar konusunda bir şeyler duymuştu. Belki bunun da etkisiyle Messina'ya girişi daha bir gösterişli ve gövde gösterisi şeklinde oldu. Tancredi, iktidara gelince kralın dul eşi Giovana'nın elinden has arazisini alarak kendisini hapis tutmuştu. Ayrıca, II. Henry'ye verilmek üzere bırakılanları Richard almak istiyordu. Bu durumda Richard'ın gelişi doğal olarak Tancredi'yi korkuya düşürdü. Tancredi, Joanna'yı serbest bırakıp arazilerini geri verdi ve Joanna'yı ağabeyinin yanına gönderdi fakat Richard'ın öfkesi geçmemiş olacak ki etrafa birlikler göndererek yağmada bulundu. 3 Ekim'de şehir dışında İngiliz askerleriyle bir grup Messinalının arasında çıkan kavga ise daha büyük olaylara sebebiyet verdi. Philippe Auguste'ün de araya girmesiyle anlaşmaya çalışılırken halktan bir takım insanın, kral Richard'a küfretmesi, bardağı taşıran son damla oldu. Sonucunda İngilizler, Messina'yı zapt edip yağmaladılar. Sükûn ortamı Tankred'in, Richard'a kalan mirası vermesiyle sağlandı ve 8 Ekim'de Tankred ile Richard arasında anlaşmaya varıldı.
Kral Richard'ın yolculuğu, fırtına yüzünden daha olaylı geçti. Şiddetli rüzgâr dolayısıyla donanma birbirinden ayrıldı. Joanna ve Berengaria'nın bulunduğu gemi, Kıbrıs'a doğru sürüklendi ve karaya oturdu. Kıbrıs'a hâkim olan ve Bizans'a isyan halinde bulunan İsaakios Dukas Komnenos, büyük bir hataya imza atarak Joanna'nın ve Richard'ın nişanlısı Berengaria'nın mallarını müsaadere etti. Richard, haliyle bu duruma çok öfkelendi. 8 Mayıs'ta Kıbrıs'a gelen Richard'a, Isaakios Dukas, mukavemet edemeyeceğini anlamıştı. Bunun için Kilani Kasabası'na çekildi. Fazla bir direnişle karşılaşmayan Richard, Kıbrıs Adası'nı zapt etti ve Berengaria ile nikâhı da burada 12 Mayıs'ta kıyıldı. Richard, Kıbrıs'ta bulunurken Philippe Auguste ve Filistin asilzadelerinin, Akkâ önüne bir an önce gelmesi için gönderdikleri haberler ulaştı. 5 Haziran 1191'de Magosa'dan yola çıkan Richard, 8 Haziran 1191'de Akkâ'ya vardı.
Dördüncü Haçlı Seferi 1202-1204 yılları arasında gerçekleşti. Papa III. Innocentius, Kudüs'ü kurtarmak maksadıyla; tüm Avrupa'yı sefere davet etti. Toplanan ordunun emir komutası İtalyan Bonifacio'ya verildi. Ordunun Mısır'a çıkması planlandı ve Venedik Haçlı ordusunu ücret karşılığı taşımak için özel bir filo gemi hazırladı.
Ancak Haçlılar bu nakliye ücretini karşılayamayınca bu sefere iştirak eden yaşlı Venedik Dükü Enriko Dandolo isteği ile önce Za |
ra'ya ve sonra da Bizans İmparatorluğu tahtına geçmek isteyen sabık imparator II. İsaakios'un genç oğlu Aleksios Angelos imparatorluğa geçince ücreti karşılamak için yardım etme vaadi vermesiyle Konstantinopolis'e yöneldi. Haçlı orduları önce 1203'te şehri kuşattıktan sonra şehre girerek II. İsaakios ve IV. Aleksios'u imparator ilan ettirdiler ve Galata civarına geri çekilip yeni imparatorların yardımını beklediler.
Fakat yeni imparatorlar mali kaynak bulamadılar ve Konstantinopolis halkının da Latinlerin devamlı karışmalarından hoşnutsuzluğu yüzünden isyan çıktı. Bir komplo ile V. Aleksios imparator oldu ve Haçlıların meşru imparator saydıkları IV. Aleksius öldürüldü. Bu nedenle ve Enrico Dandolo'nun teşvikiyle Haçlı Ordusu Konstantinopolis'e hücum ederek 12 Nisan 1204de şehri işgal etti.
Dördüncü Haçlı Seferinin diğer Haçlı Seferlerinden farkı güya tek elden emir komuta altında olmasıydı ve denizden Mısır'a ve oradan Filistin'e gitmek hedefliydi. Fakat Venedik Dükü tarafından Kudüs yerine Konstantinopolis'e yöneltildi; karışıklıklardan dolayı Konstantinopolis işgal edildi. Kuşatma sırasında büyük bir kismi zaten yakılan şehir tümüyle talan edilip yıkıldı ve şehrin birçok kıymetli eserleri ya Avrupa'ya götürüldü veya ortadan kayıp oldu. Ortodoks Hristiyan olan Bizans İmparatorluğu yerine Frank asıllı hükümdarlar altında bir Katolik Hristiyan Latin İmparatorluğu kuruldu. Bu seferden en kazançlı çıkan Venedikliler oldu ve Akdeniz'in ve Ege Denizi'nin önemli liman ve adaları gemilerinin nakliye ücreti karşılığı Venedik'e verildi. Fakat bu Latin İmparatorluğu fazla yaşamadı (1204-1261).
1261 yılında Bulgarların ve Konstantinopolis'in Latinler eline geçtikten sonra Nikea'da kurulan İznik İmparatorluğu'nun hücumları sonucu yıkıldı. Bu devletin Bizans İmparatoru adını taşıyan hükümdarı VIII. Mihail tekrar Konstantinopolis'e gelerek gerçek Bizans İmparatoru oldu.
Bunların dışında 1212'de, tam doğru yorumlanmayan, sadece çocukların katıldığı bir seri "Çocukların Haçlı Seferleri" adı verilen seferler düzenlenmiştir. Bu seferler Fransa'da ve Almanya'da yaşayan ve Müslümanlara karşı kışkırtılıp Haçlı Seferine çıkmaya zorlanan halkın coşkusundan etkilenen çocukların organize olmalarına atıflıdır. Bu organizasyonlardan haberdar olan Papa III. Innocentius bu çocuk organizayonlarını Haçlı seferine katılmayan daha yaşlıların değersizliğini tanrının kınamasının bir nişanesi olarak yorumlamıştı. Fransa'da organize olan çocukların başında "Stephen" adlı bir çocuk bulunmaktaydı ve 30.000 kadar sayıda çocuk bu organizasyona katılmayı kabul etmişti. Almanya'da organize olan çocuk sayısı ise 7.000 civarında olup liderleri "Nicholas" adlı bir çocuktu. Bu organize olan çocuk grupları Kutsal Toprakların yakınlarına bile varamadan ortadan kaybolmuşlardır. Bir kısım çocuklar ailelerine geri dönmüşler; diğerleri yolda bulunan hristiyanların yanlarına yerleşmişler; diğerleri ya deniz kazasından ya da açlıktan ölmüşlerdir. Bir kısmını bekleyen en fena akıbet ise Venedikli tacirler tarafından Mısır'a veya Mağrıp'e götürülerek köle olarak satılmaları olmuştur.
Öncülüğünü yeniden ele alan ve Kutsal Şehrin anahtarlarının Mısır'ın elinde olduğuna inanan Papa III. Innocentius 1213'te yeni bir Haçlı Seferi çağrısında bulundu. Bu çağrı 1215 Laterano Konsili'nde kabul edildi. İtalyan bu projeye karşı çekimser, Batılılarsa kararsızdı. Bunun üzerine, Kudüs Kralı Jean Brienne, Nil deltasına doğru bir sefere çıktı (1217-1220). Bunu eski Kudüs krallığını ihya etmek için bir koz olarak kullanmak istemekteydi. Ama bu Haçlı ordusu içinde karar verme papalık temsilcisi Albano Kardinali olan Pelagios elinde idi. Bu ordu Dimyat kalesini kuşattı. Kale 1219'da düştü. Bu Haçlılar kuşatmasi basinda Eyyubiler Mısır Sultanı olan I. Adil öldü ve yerine Mısır Sultanı olarak oğlu Kamil bin Adil geçti ve kardesi olan Eyyubiler Suriye Sultanı Muazzam bin Adil'den takviye almıştı. Bu sefer Eyyubiler ordusu Dimyat'ı sardı. Pelagios zorlaması ile Dimyat'tan çıkış yapan Haçlı ordusunun büyük bir kısmı Kahire üzerine yürüdü. Fakat bu Haçlı ordusu Mansure yakınlarında sel mevsiminde yükselen Nil Nehri ve Eyyubiler tarafından yıkılan nehir kenarı duvarları dolayısı ile etrafı su ile kaplı bir yüksek arazide mahsur kaldı ve bu arazinin de etrafı sarılınca ordu teslim oldu. 1221'de Dimyat'ı kurtuluş fidyesi olarak iade edildi.
Altıncı Haçlı Seferi Kutsal Roma Germen İmparatoru II. Friedrich tarafından yapıldı. II. Friedrich, daha önceki Beşinci Haçlı Seferi'ne Papa III. Honorius'un çeşitli siyasal entrikalar ile katılmasını sağlama uğraşlarına rağmen katılmamıştı. Ama II. Friedrich bir Haçli Seferi'ne katılama yemini etmişti. Papa III. Honorius'un ölümü ve IX. Gregorius'un Papa olması ile imparatora baskılar arttı. 1227'de bir sefere başlamak için ordusu ile Brindisi'den ayrıldı ama gemilerde salgın çıkması nedeniyle geri döndü. II. Friedrich'in özellikle Güney İtalya'daki topraklarında gözü olan ve İtalya'da imparatorluk gücünü azaltmak isteyen Papa IX. Gregorius bunu fırsat bilip II. Friedrich'i aforoz etti.
Buna rağmen II. Friedrich en nihayet 1228'de İtalya'dan gemiler ile Doğu Akdeniz'e çıkıp Altıncı Haçlı Seferi'ni başlattı. Õnce Kıbrıs'a çıktı ve hanedanının akrabalık ilișkileri dolayısıyla Kıbrıs Kralı olduğu için adanın idaresini ele aldı ve o zamana adayı idare eden diğer Haçlılar hükumdarlıklarıyla yakın ilişkileri olan asilleri (özellikle vekilharç görevli Jean İbelinli'yi) kendi aleyhine döndürdü. İlk karısı İsabella/Yolanda dolayısıyla Haçlılar Kutsal Kudüs Devleti'nin de kralı idi ve Eylül 1228'de bu krallığın merkezi olan Akka'ya çıktı.
Mısır, Suriye ve Filistin'in büyük kısmı Eyyubiler elinde idi ve o zaman Eyyubiler Mısır Sultanı Kamil bin Adil üst Eyyubiler sultanı idi. II. Friedrich Arapça bilmesi ve Arap kültürünü derinden anlaması dolayısıyla Sultan Kamil ile imparator gayet geniş konularda birbirleriyle yazışma ilişkileri kurmuşlardı. Sultan Kamil'in Beşinci Haçlı Seferi sırasında Kudüs'ü Haçlılara vermeyi teklif ettiğini II. Friedrich bilmekte idi ve Sultan Kamil'in joepolitik nedenlerle iktidarinin bazı olan Mısır'ı korumak için yine Kudüs'ü gözden çıkartabileceğini de anlamıştı. II. Friedrich Akka'ya çıktıktan sonra da bu karşılıklı ilişkiler devam etmişti. Sonunda II. Friedrich ile Sultan Kamil'in bir gizli anlaşmaya girdikleri kabul edilmektedir. II. Friedrich'in güneye Yafa'ya ilerlemesi gayet abartıp bir antlaşmaya zemin olduğunu herkese duyurdular. Yapılan gizli müzakerelerden sonra 18 Şubat 1229'da Eyyubiler ile Haçlılar arasında 10 yıl süreli bir barış antlaşması imzalandı. Buna göre Kudüs şehri; sahilden Kudüs'e bir yol koridoru ve Hristiyanlarca kutsal sayılan Beytüllahim, Nasıra, Yafa ve Sayda Haçlı Kutsal Kudüs Krallığı idaresine bırakılacaktı. Ama Kudüs'teki Müslümanlara büyük imtiyazlar sağlanacaktı. Bu Haçlı seferi Hristiyan Haçlıların Kudüs'ü alma emellerine barışsal yolla yetiştikleri tek Haçlı Seferi oldu.
Yedinci Haçlı Seferi, Fransa Kralı IX. Louis tarafından sevk ve idare edildi. Mısır'da Dimyat'ı zapteden IX. Louis buradan Kahire üzerine yürüdü. Ama Mansure kalesi õnünde yapılan Mansure Muharebesi'ni kaybetti. Dimyat'a geri çekilmekte iken Fariskur Muharebesi'nde Haçlı ordusu tamamiyle bozguna uğratılıp elemine edildi ve Fransız Kralı esir düştü. Dimyat'ı geri vermek kaydıyla ve büyük bir fidye ödedikten sonra serbest bırakıldı ve 4 yıl sonra ülkesine geri döndü.
Fransa Kralı IX. Louis kardeşinin kışkırtmalarıyla son Haçlı Seferine çıktı. O sırada Tunus'tan kalkan Arap korsanları doğuya giden Hristiyan gemilerine zarar veriyordu. Bu yüzden Tunus'a sefer düzenleyen IX. Louis ve ordusunun yarısı veba salgını nedeniyle öldü.
Sonradan İngiltere Kralı olacak Prens Edward Fransa Kralı IX. Louis'nin Tunus'a karşı Sekizinci Haçlı seferine iştirak etmiş ve bu seferin salgın dolayısıyla sonuçsuz kalmasından etkilenmişti. Kendi komutanlığı altında bir diğer Haçlı Seferi yapmaya yemin etmişti. 1271'de Prens Edward yeni bir Haçlı ordusu ile Memluk Sultanı Baybars'a karşı Kutsal Kudüs Krallığı merkezi Akka'ya gitmek hedefli bir sefer düzenlendi. Bu sefer de öncekiler gibi başarısız oldu ve bu Haçlıların Orta Doğu'ya düzenledikleri Haçlı Seferleri'nin sonuncusu oldu.
1209 yılında Güney Fransa’da bulunan Kathar mezhebi mensuplarına karşı Katolik Fransızlar tarafından bir haçlı seferi düzenlenmiştir. Bu mezhep özellikle Güney Fransa’da doğmuş Papalığa muhalif düalist felsefeyle Hristiyanlığı yorumlayan bir görüştü ve Katoliklerce şiddetle kınanmış ve pek çok kez kanlı saldırılar yapılmıştır.
Kadın ve çocuklarında katledildiği bu seferden sonra Kathar mezhebi mensupları bu bölgeden sürüldü.
Bosna, Heretik (sapkın) Kathar mezhebinin bu bölgedeki ismi olan Bogomil inanışına mensup insanların yaşadığı bir bölgeydi. Papalığın yaptığı Haçlı Seferleri çağrısına 1234 ve 1241 yıllarında uyuldu ve Katharlarla mücadele edildi. Bu seferler Moğol istilasıyla birlikte son buldu.
1240-1241 yıllarında Moğollar Baydar ile Kaydu kumandasında Ukrayna ve Polonya’yı işgal etmişlerdi. Papa IV. Alexander’ın Haçlı Seferi çağrısına uyan Polonyalılar, Almanlar ve Töton şövalyeleri 30 binlik bir güçle Moğollar’ı Oder Nehri civarında karşılamışlardı. Fakat Moğollar bu orduyu mağlup etmiş ve Dük Silezyalı Henri öldürülmüştü.
1382 yılında ise bu kez Altın Orda Han’ı Toktamış Rus Knezliklerini bir bir alarak ilermiş ve 13 Ağustos 1382’de tamamen tahrip ettiği Moskova’ya girmişti. Bu olay üzerine bir grup haçlı şövalyesi ile harekete geçen Litvanya kralı ise Poltava yakınlarında ağır bir yenilgiye uğramıştı.
Danimarka ve İsveç’in Hristiyan Kralları’nın, Livonyalı Almanlar ve Tapınak Şövalyeleri’nin de katıldığı Kuzey Haçlı Seferleri İskandinav adasında yaşayan pagan halkın Hristiyanlaştırılması için yapıldı. Resmi olarak 1193 yılında Papa III. Celestine’nin çağrısı ile başlamış olsa da ilk olarak 1147’de İkinci Haçlı Seferi ile paralel yapıldığı kesindir. Ortaçağ boyunca süren seferlerde İskandinavya’da paganlık bitmiştir.
1242 yılında Töton şövalyeleri Ortodoks Rus |
lara Katolikliği benimsetmek amacıyla bir sefer yapmıştır. Buz Savaşı veya Peipus Gölü Savaşı olarak bilinen savaşı Novgorod prensliği kazanmıştır.
Bundan sonra da Hristiyan lideri Papa'nın organize ettiği Hıristiyan birlikleri Osmanlılara ya da diğer Müslümanlara karşı aynı zihniyette topluca savaş yapmaya devam etmişlerdir. Bunlara örnek olarak Niğbolu Muharebesi ya da Varna Muharebesi hatta Osmanlı-Kutsal İttifak Savaşları örnek verilebilir. Bazi koyu Hrıstiyanlar Osmanlı devletine karşı Balkan İttifakı'nın yaptığı Balkan Savaşları'nı Haçlı Seferi olarak anmaktadırlar.
Katolik Kilisesi ve bu kilise hiyerarşisinin kayıtsız şartsız mutlak güçte olduğu Katoliklerce kabul olan Papalar 11. yüzyıl sonunda Yakın Doğu'da Müslümanlara karşı "Birinci Haçlı Seferi" ortaya çıkarttıktan sonra bunları devam ettirdikleri dönemlerde, Avrupa kıtası içinde de (ta 16. yüzyılda Protestanlığın ortaya çıkmasına kadar) Katolik kilisesine dahil olmayanları elimine etmek için bir seri silahlı mücadeleye önayak olmuşlardır. Bu Avrupa kıtasındaki Katolik Hristiyanların Katolik olmayanlara karşı dinsel nedenle yaptıkları savaşlara da "Haçlı Seferi" adı verilmiş ve bu mücadeleler ve savaşlara da dinsel nitelik tanınarak Haçlı Seferi kavramları ve terimleri kullanılmaya başlanmıştır. Bunlar şöyle sıralanabilir:
"Haçlı Seferi" terimine eşit olarak ortaya atılarak kullanılan terim, İngilizce "crusade", Fransızca "croisade", İspanyolca "cruzada", Almanca "Kreuzzug" ve diğer dillerdeki aynı anlamlı terim, nispeten yeni olarak çıkartılmış ve kullanılmaya başlanmıştır. 1095'den itibaren Haçlı Seferlerine katılanlar kendilerini daha değişik terimle nitelendirilmişlerdir. Bu terimler arasında Latince asıllı "fideles Sancti Petri" (Aziz Petrus'a inananlar) ve "milites Christi" (İsa'nın şövalyeleri) terimleri bulunmaktadır. Fransızca "croisade" terimi ilk defa 1638'de basılan A.De Clermont adlı yazarın "L'Histoire des Croisades" adlı tarih eserinde bulunduğu ve İngilizce "crusade" terimi ise ilk defa 1757'de basılan Wiliiam Shenstone adlı bir yazarın eserinde bulunduğu bildirilmektedir.
Bu seferlere katılan Haçlılar kendilerini Hristiyanlar için kutsal olan Kudüs'e giden bir "Hristiyan hacı" olarak görmekteydiler. Sefere katılan her Haçlı kişi Kudüs'e gitmeyi başarmak için bir "votus" (yemin) etmekte idi ve bu yemin eden kişiye giysilerinin üzerine dikilmek üzere bir kumaştan "crux" (hac, salip veya istavroz) verilmekteydi. Katılan her Haçlı kişi kutsal Kudüs'e bir "iter" (seyahat) veya "perengrinatio" (silahla savaşarak hac" yapmayı üstlenmekteydi. Savaşarak Kudüs'e varma hedefi bir aptheosis, yani dünyasal bir fikirin Tanrı ya da Yarı Tanrı katına yükseltilmesi, șekilde idi ve Avrupa'nin fakir tabakası için bu tanrısallaşma gerçekleşirse, "Mesih veya Hristiyan bir Mehdi'nin yeniden gelmesinin" hemen olacağı inancına bağlanmıştı. Zaman geçtikce "crux alınması" yani "yeminden sonra haç alınıp ve takılması", hem bu yemin; hem kumaştan haç alınması; hem tüm yolculuk ve hem de Kudüs'e varmanın hepsini birlikte kavrayan tek bir kavram haline geçti.
Haçlı Seferlerinin numara ile sıralanması; bu sıralanmaya tarihler atfedilmesi, hatta sefere ad verilmesi de, 18. yüzyıldan sonraki tarihçiler tarafından yapılmıştır. Herhangi Haçlı Seferine iştirak eden bir Haçlı hangi numaralı sefere iştirak ettiğinden hiç haberi bulunmamakta idi. Hem bu sefere katılan Haçlılar ve hem de onlara karşı mücadele edip direnenler ve savaşçılar için bu sefer isimlerinin ve tarihlerinin hiçbir kullanışlı anlamı bulunmamakta idi.
Bu Haçlı Seferi sıralamalasını çok sonradan yaratıp yapan tarihçiler arasında bile kaç tane büyük ve küçük sefer olduğu; hangi numaralı seferin hangi yollarla olduğu ve ne türlü askeri çarpışmalar ihtiva ettiği günümüzde bile gayet tartışmalıdır. Bu tartışmalara rağmen birçok tarihçi 1096-1291 döneminde 8 vaya 9 tane büyük ve birçok küçük Haçlı Seferi olduğunu kabul etmektedir.
Sıralanan seferin içeriğine ve tarihlerine ait anlam karışıklıģına örnek olarak Birinci Haçlı Seferi ele alınsın. Bu seferin 1095 yılında Clermont'da toplanan kilise konsilinde Papa II. Urban (Urbanus)'un verdiği bir vaazla başladığı kabul edilir. Ama bazı tarihçiler bu vaaz ile ilk büyük Haçlı ordusunun yola çıkışı arasında bir yıl kadar zaman olduğunu bilerek bu seferin başlangıcını 1096 olarak alırlar. Bu seferde başlangıçtan sonra üç ana safha olduğu kabul edilir:
Bunların devam edişi sırasında ve yanlarında daha da ek seferler mevcuttur. Örneğin, 1107 ile 1110 döneminde "Baronların Haçlı Seferi" sona erip Frank Kutsal Kudüs Krallığı kurulduktan sonra Norveç Kralı I. Sigurd 50 gemi ve 5000 Haçlı asker ile Filistin'e bir ek Haçlı Seferi yapmış; Sayda kalesini kuşatıp ele geçirmiş ve Haçlı "Sayda Hükümdarlığı" devletini kurmuştur. Birçok Birinci Haçlı Seferi hakkındaki tarih bu seferi ele almamaktadır.
Haçlı Seferleri terimi, bu maddenin başında tanımlandığı gibi, Katolik Hristiyan Kilisesi'nin başı olan Papa'nın talebi ve çeşitli vaatleri üzerine, Müslümanların elindeki Orta Doğu toprakları (Kutsal Topraklar) üzerine gitme hedefli yapılan akınlar olarak bazan tanımlanmaktadır.
20. yüzyıl tarihçileri bu tanımı gayet dar kapsamlı ve eksik bularak tanımı daha da genişletip Katolik Kilisesi lideri "Papa"'nın dindaşlarına kutsal görev olarak kabul edip ilan ettiği ve katılanların tüm günahlarının affedileceği vaadinde bulunduğu askeri seferlerin hepsini, hatta politik amaçlı hücumları bile, bu tanım içine almışlardır.
Böylece yaklaşık 2 yüzyıllık bu dönem içinde, Haçlı orduları tarafından Müslümanlardan başkalarına karşı yapılan ve Kutsal topraklara gidiş hedefi olmayan bazı değişik amaçlarla da çeşitli Haçlı seferlerinin düzenlendiği iddia edilip bu seferler Haçlı seferi olarak kabul edilmişlerdir. Bunların başında Bizans'ın elindeki Konstantinopolis üzerine yapılan ve bu şehrin Haçlılar eline geçmesi ile sonuçlanan Dördüncü Haçlı Seferi gelmektedir. Bundan başka Avrupa'da Katolik olmayan özel mezhepli Hristiyan ve putperestlere karşı Haçlı Seferleri yapılmıştır. Bunlar arasında Fransa içinde Kathar mezheplilere karşı Albigeois Haçlı seferi; Baltık Denizi kıyısında yaşayan putperest Wend'lere; Livonya'lılara, Estonya'lılara ve Eski Prusya'lılara karşı yapılan Kuzey Haçlı Seferleri bulunmaktadır. Ayrıca biraz daha tartıșmalı olarak bazı tarihçiler Osmanlı Devleti'ne karşı Balkanlarda müttefik Hristiyanlar tarafından Haçlı Seferleri yapıldığı iddia edilebilmektedir.
Haçlı Seferi tanımının genişletilmesi ile Papaların çok kere politik amaçlarla Haçlı Seferi ortaya çıkardıkları sonucu çıkartılmış ve aynen Haçlı seferi tanımlarına uygun politik Haçlı seferleri de bu tanıma eklenmiştir. Bu politik Haçlı Seferlere örnekler şunlardır:
Regresyon analizi
Regresyon analizi, iki ya da daha çok değişken arasındaki ilişkiyi ölçmek için kullanılan analiz metodudur. Eğer tek bir değişken kullanılarak analiz yapılıyorsa buna tek değişkenli regresyon, birden çok değişken kullanılıyorsa çok değişkenli regresyon analizi olarak isimlendirilir. Regresyon analizi ile değişkenler arasındaki ilişkinin varlığı, eğer ilişki var ise bunun gücü hakkında bilgi edilinebilinir. Regresyon terimi için öz Türkçe olarak bağlanım sözcüğü kullanılması teklif edilmiş ise de Türk ekonometriciler arasında bu kullanım yaygın değildir.
Örneğin, bir ziraat mühendisi buğday verimi ve gübre miktarı arasındaki ilişkiyi, bir mühendis, basınç ve sıcaklık, bir ekonomist gelir düzeyi ve tüketim harcamaları, bir eğitimci öğrencilerin devamsızlık gösterdiği gün sayıları ve başarı dereceleri arasındaki ilişkiyi bilmek isteyebilir. Regresyon, iki (ya da daha çok) değişken arasındaki doğrusal ilişkinin fonksiyonel şeklini, biri bağımlı diğeri bağımsız değişken olarak bir doğru denklemi olarak göstermekle kalmaz, değişkenlerden birinin değeri bilindiğinde diğeri hakkında kestirim yapılmasını sağlar. Genellikle bu iki (veya çok) değişkenlerin hepsinin niceliksel ölçekli olması zorunluluğu vardır.
Regresyonda, değişkenlerden biri bağımlı diğerleri bağımsız değişken olmalıdır. Buradaki mantık eşitliğin solunda yer alan değişkenin sağında yer alan değişkenlerden etkilenmesidir. Sağda yer alan değişkenlerse diğer değişkenlerden etkilenmemektedir. Burada etkilenmemek matematiksel anlamda bu değişkenleri bir doğrusal denkleme koyduğumuzda etki yapması anlamındadır. "Çoklu doğrusallık", "ardışık bağımlılık" sorunları kastedilmemektedir.
Regresyon yönteminin ilk şekli en küçük kareler prensibidir ve ilk olarak Adrien Marie Legendre tarafından 1805 yılında ortaya atılmıştır . Hemen takiben 1809 yılında C.F. Gauss aynı yöntemi açıklamıştır. "En küçük kareler" terimi Legendre tarafından "moindres carrés" olarak kullanılmış, ancak Gauss aynı yöntemi 1795 yılından beri kullandığını iddia etmiştir. Legendre ve Gauss bu yöntemi astronomik gözlemlerden uydularının güneş etrafındaki yörüngelerini tespit etmek için kullanırken ortaya çıkartmışlardır. 1748 yılında Eüler'in aynı problem üzerinde uğraştığı, fakat başarı sağlayamadığı bilinmektedir. En küçük kareler kuramında sonraki gelişme Gauss'in 1821 yılında yayınladığı bir makalede ortaya çıkartılmış ve bu yayında Gauss sonradan kendi adı verilen Gauss-Markov teoreminin bir şeklini açıklamıştır.
"Regresyon" terimi 19. yüzyılda İngiliz istatistikçisi Francis Galton tarafından bir biyolojik inceleme için ortaya atılmıştır. Bu incelemenin ana konusu kalıtım olup, aile içinde baba ve annenin boyu ile çocukların boyu arasındaki bağlantıyı araştırmakta ve çocukların boylarının bir nesil içinde eski ata nesillerinin ortalamasına geri döndüklerini yani bir nesil içinde "ortalamaya geri dönüş" olduğu inceleme konusudur. Galton "geri dönüş" terimi için ilk yazısında İngilizce olarak "reversion" terimi kullanmışsa da sonradan aynı anlamda olan "regression" sözcüğü kullanmıştır.; Bu çalışmalarında Galton istatistiksel 'regresyon' kavramını ve yöntemini de geliştirmiştir. Udny Yüle ve Karl Pearson bu yöntemi daha geniş genel istatistiksel alanlara uygulayıp geliştirmişlerdir... Bu yazılarda |
bağımlı ve bağımsız değişkenlerin normal dağılım gösterdiği varsayılmaktadır. Bu kısıtlayıcı varsayım R.A. Fisher 1922 ve 1925 yıllarındaki yayınları ile sadece bağımlı değişkenin koşullu dağılımının normal olduğu hallere uygulanmak üzere daha genişletilmiştir.).
Bu kavramları ve yöntemleri genel olarak, kalıtım konusu dışında "ortalamaya geri dönüş" ile hiçbir ilgisi olmayan konularda, kullanan istatistikçiler "regresyon" terimini kullanmakta devam etmişlerdir. Zamanımızda, bu terim, kavram ve yöntemin Galton'un konusu ile bütün ilişkisi yok olmuştur ve artık "regresyon" terimi doğrusal bağlantı bulunması ve eğri uydurma ile eş anlamlar vermektedir.
Doğrusal regresyon yöntemini kullanmak için temelde şu varsayımların bulunduğu kabul edilmektedir:
Doğrusal regresyonda, anakütle model belirlenmesine göre bağımlı değişken formula_1 "parametreler"in bir doğrusal birleşiği olur. Dikkat edilirse "parametrelerden" bahis edilmektedir, çünkü bağımsız değişkenlerin bir doğrusal bileşiği olması gerekli değildir. Örneğin, tek bir bağımsız değişkenli (formula_2) ve iki parametreli (formula_3 ve formula_4):
Burada formula_6 bir "hata terimi"dir ve formula_7 alt-indeksleri bir belirlenmiş mümkün gözlemi ifade eder. Ayrıca formula_6, formula_7'nci gözlemin regresyon doğrusuna olan uzaklığını ifade etmekte olup ortalaması 0 ve varyansı formula_10 olan bir normal dağılış gösterir.
Çoklu doğrusal regresyonda iki veya daha çok sayıda bağımsız değişken veya bağımsız değişken fonksiyonu bulunur. Örneğin, önce verilmiş olan regresyon modeli yeni bir terim "x" eklenerek degistirilirse; şu anakütle çoklu doğrusal regresyon modeli ortaya çıkar:
Denklemin sağ tarafındaki bağımsız değişken için bir ikinci derece (kuadratik) ifade bulunmasına rağmen bu model hala doğrusal regresyon modelidir; çünkü üç tane parametre, yani formula_3, formula_4 ve formula_14 ile çoklu değişkenli doğrusaldır.
Daha genel çoklu doğrusal regresyon modelinde "p" tane bağımsız değişken olduğu varsayılır ve anakütle modeli şöyle ifade edilir:
veya biraz daha kısa olarak
Anakütleden bir rastgele örneklem elde edilirse, bu formula_17 anakütle parametreleri için örneklem tahminleri formula_18 bulunur ve şu örneklem doğrusal regresyon denklemi elde edilir:
Burada formula_20 terimi örneklemden elde edilen "artık" olur; ve
olur.
Bu örneklem regresyon denkleminin kestirimini elde etmenin yöntemi adi en küçük kareler (Ordinary least squares) olarak adlandırılır. Bu yönteme göre parametre kestirimleri artıkların kare toplamının minimum (en küçük) değerini bulmakla elde edilir. Artıklar minimum toplamı AKT şudur:
Bu fonksiyonun minimum değerini bulmak her parametre ile birinci kısımsal türevi alınarak sıfıra eşitlenir. Böylece her kısimsal türeve göre bir denklem elde edilir. Örneğin iki parametreli doğrusal regresyon için iki değişkenli iki denklem elde edilir. Bu simultane denklem sitemine normal denklemler adı verilir ve bu simultane denklemler sistemi birlikte çözülüp her anakütle parametresi için bir kestrim değeri bulunur.
İki parametreli basit doğrusal regresyon için iki anakütle parametre kestirimleri olan formula_23 şu normal denklemlerin birlikte çözülmesi ile elde edilir:
Burada bütün toplamlar "i"=1 den "i"="n" kadardır ve örneklem toplamları, toplam kareleri ve toplam karşı çarpımı ile elde edilirler.
Bu iki değiskenli iki doğrusal denklem için çeşitli çözüm yolları vardır. Burada Cramer'in kuralı kullanılıp şu ifade elde edilir:
burada
Böylece iki parametreli doğrusal regresyon icin en küçük kareler parametre tahminleri için formüller şöyledir:
ve
Burada formula_30 formula_31 gözlem değerlerinin ortalaması ve formula_32 ise formula_33 gözlem değerlerinin ortalamasıdır.
Çok değişkenli regresyon için regresyon katsayısı kestrimi de iki değişkenli regresyon hâli gibi "en küçük kareler" yöntemi ile yapılır. Bu demektir ki kestirmde ortaya çıkacak artıkların karelerinin toplamı minimize edilecektir. Artıklar "r" olur ve minimize edilecek objektif fonksiyon soyle ifade edilir:
Her bir artık, gözlemi yapılan bir değer ile kestirim modelini kullanarak elde edilen bir kestirim değeri arasındaki farktır:
En küçük kareler yöntemine göre "S", toplam artıklar karesi, minimize edilecektir. Belirli koşullar gecerli ise, elde edilecek parametre kestrimleri (Gauss-Markov teoremine göre) en küçük varyans gösteren kestirim ve hatta maksimum değişirlilik özelliği gösteren dogrusal kestirim olabilirler.
Anakütle regresyon katsayılarının "kestirim regresyon katsayıları" için bir "^ (şapka)" notasyonu kullanılanılır: yani formula_36. Genellikle çok değişkenli regresyon için normal denklemler şöyle ifade edilir
Matris notasyonu kullanılırsa, normal denklemler şöyle yazılabilir:
Eğer formula_39 matrisi singuler değilse
Bu doğru uydurma tahminleridir.
Anakütle hatalarının normal dağılım gösterdiğine dair bir diğer varsayımı da kullanarak incelemeci önce "hatalar varyansı" ve "toplam kareler" değerlerini bulur ve bunları kullanarak tahmin edilen denklem ve parametreler üzerinde çıkarımsal istatistik sonuçlara varabilir.
Anakütle hata teriminin sabit bir varyansı bulunduğu varsayımına göre, "hatalar varyansı" kestirimi şöyle bulunur:
Bu ifadeye regresyon için kare kök ortalama hata karesi adı verilir. Parametre kestirimleri için standart hata şöyle bulunur:
Örneklem veri serisinin "değişebilirliği" değişik toplam kareler suretiyle ifade edilebilirler.
Bir regresyon modeli için parametreler, en küçük kareler yöntemi kullanılarak, tahmin edildikten sonra regresyon kontrol etme yöntemleri (yani çıkarımsal kontrol) uygulamak gerekir. Bunlar bulunan tahmin edilmiş genel doğrusal denklemin örnekleme uyum iyiliği sınaması ve kestirimci regresyon katsayılarının tektek istatistiksel anlamlılığını sınamak veya güvenlik aralığı sağlamak olarak özetlenir.
Tahmin edilen doğrusal regresyon denkleminin genel olarak örnekleme uygun olup olmadığı için uygulanan çıkarımsal istatistik işlemleri iki türde olabilir:
Bu iki çıkarımsal kontrol aynı konunun çıkarımsal kontrolü için kullanılır: tahmin regresyon denkleminin tümünün uygun olup olmadığı. Bu nedenle iki yöntemden tek birini kullanmak yeterlidir. Buna rağmen birçok pratik analizde her iki çıkarımsal analiz de kullanılmaktadır; çünkü ikisinde hesaplanması için nerede ise aynı yöntem kullanılır ve eger istatistik veya ekonometrik kompüter paketi kullanılırsa her iki yöntem için gerekli sonuçlar birlikte verilir.
Belirleme katsayısı yani (R) ) R-kare) için en genel tanımlama förmülü sudur:
yani (1-"toplam hatalar karesi") ile ("tüm toplam kareler") oranı;
veya (1-"Artıklar toplam karesi") ile ("tüm toplam kareler") oranı.
Çıkarımsal analizde R-kare değeri bulunur ve bulunan değer doğru hesaplanmışsa 0 ile 1 arasında olmalıdır. Yapılan bu analiz ceşitli hallerde açıklanabilir:
Genel olarak:
Regresyon denklem uyum iyiliği için F-testi için sıfır hipotez (H) anakutle model katsayilarinin hepsinin değerinin 0 (sifir)a eşit olduğudur. Yani sıfır hipotez gerçekse hesap ile elde edilen katsayi kestirimlerinin hepsi anakütle için 0dir yani hiçbir etki ve bağlantı anlamı vermez. Bu basamağa kadar yapılmış olan analizin bir kenara bırakılması ve diğer bir modelin bulunup kullanılması gerekir. Eğer sıfır hipotez reddedilirse regresyon kestirimleri genellikle uygundur ve cikarimsal kontrol analizine devam edilir.
Yani bu tahmin edilmiş standart hataları kullanarak her tek anakütle regresyon parametresi hakkında "kestirim güvenlik aralıkları" kurabilir ve "hipotez sınamaları" yapılabilir.
Regresyon modelleri kullanarak kestirim yapılmak istenirse, bağımsız değişken olan formula_31 değişken veri değerleri verilirse bağımlı değişken formula_33 için kestrim değerleri (formula_50) tahmin etmek için kullanabilirler.
Eğer bu kestirim, modeli kurmak için kullanılan formula_31 değişken değerleri için yapılıyorsa, bu işlem interpolasyon olarak adlandırılır. Eğer kestirim modeli kurmak için kullanılan bağımsız değişken değerlerinin dışındaki değerler ile yapılırsa, ekstrapolasyon olarak adlandırılır ve ekstrapolasyon çok daha yanlı olabilir.
En küçük kareler yöntemi kullanılırken yapılan temel varsayımlarindan biri hata terimi varyanslarının birbirine esit olduğudur. Eğer gözlem hataları birbirine eşit olmayan hata terimi varyanslari gösteriyorlarsa, en küçük kareler yönteminin bu önemli varsayımı ihlal edilmiş olur ve "en küçük kareler" yöntemi ile elde edilen regresyon kestirimleri anlamlı olmayabilir. Bu sorunu çözümlemek için her gözleme ayrı ağırlık vererek en küçük kareler yöntemi uygulamak imkânı vardır ve bu genelleştirmeye ağırlıklı en küçük kareler adı verilir. Ağırlıklı En Küçük Kareler Yöntemi,değişkenlere ağırlık vererek veya değişkenlerin önem derecesini değiştirerek uygulanan en küçük kareler yöntemidir.
En küçük kareler yöntemi kullanılırken yapılan temel varsayımlarından biri de gözlem hatalarının yalnızca bağımlı değişkenlerde yapıldığı ve bağımsız değişkende gözlem hatası bulunmadığıdır. Eğer bağımlı değişkende hata bulunduğu ve bunun elde edilen regresyon kestirim değerlerine çok etki yaptığı bilinirse, degiskenlerde-hatalar-modeli veya diğer ismi ile total en kucuk kareler modeli ve bu modelle ilişkili kestirim yöntemleri kullanılabilir.
Eğer anakütle regresyon modeli içindeki hatalar için olasılık dağılım fonksiyonu bir normal dağılım göstermiyorsa genelleştirilmiş doğrusal model kullanılabilir. Bu halde hatalarin olasılık dağılım fonksiyonu ussel dağılım, gamma dağılımı, ters Gauss tipi dağılım, Poisson dağılımı, binom dağılım, multinom dağılım vb. olabilir.
Eğer değişkenler hakkında kurulan teori dolayasıyla anakutle modeli parametrelri ile doğrusal değilse, kestirim yapılırken toplam kareleri tekrarlama usulu kullanarak minimize edilmesi gerekir. Bu kullanılan tekrarlama yöntemi birçok karışık sorunlar ortaya çıkarır. Bunların özet olarak incelenmesi için doğrusal olmayan regresyon#Dogrusal olmayan ve dogrusal en kucuk kareler arasindaki farklar maddesine bakiniz.
Kutsal Topraklar
Kutsal Topraklar (i |
branice: אֶרֶץ הַקוֹדֵשׁ Eretz "HaQodesh", Arapça: الأرض المقدسة "Al-Arḍ Al-Muqaddasah"), İbrahimi dinler Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam için önem arz eden, günümüzde üzerinde İsrail ve Filistin'in bulunduğu topraklara verilen özel isim.
Birçok dinin doğduğu bu topraklar, Haçlı Seferlerinin yapılmasına sebep olmuştur, günümüzde de Arap-İsrail gerginliğine sebep olmaktadır.
İslamiyet, Hıristiyanlık ve Yahudiliğe göre İbrahim Harran'da doğmuştur. Daha sonra ise o zamanlar Kenan ülkesi olarak adlandırılan ve ilk olarak Adem'in torunu Enoş'un oğlu Kenan tarafından bulunduğu söylenen sınırları kuzeyde Sure ve Lübnan'a güneyde Akabe Körfezine, doğuda Madabaya kadar olan yere yerleşmiştir. İbrahim, oğulları İsmail ve İshak, Yakup ve Yusuf bu topraklarda yaşamıştır. İbrahim, İshak ve Yakup'un mezarları buradadır. Musa da Yahudileri Mısır'dan çıkarmış ve Kenan ülkesi'ne getirmiştir. İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik dinlerine göre Tanrı Kenan ülkesini, Hitit ülkesini ve Amon ülkesini İbrahimin soyuna yani Yahudilere ve Araplara vermiştir. Bu toprakları değerli kılan Kenan, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Davud, Süleyman ve İsa'nın burada yaşamış olması; İbrahim ve Kenan dışındakilerin burada doğmuş olması; Yakup ve Yusuf hariç hepsinin burada ölmesi; İsa'nın burada kutsanması ve İbrahim ve oğullarının burada sünnet olmasıdır.
Anarka-feminizm
Anarka-feminizm. 19. yüzyılda ilk kez ortaya çıkan ve isimlendirilen Anarko-feminizm anarşizm ile feminizmi bir araya getirir ve ataerkilliği hiyerarşinin ve dolayısıyla da toplumun temel problem kaynağının bir görünümü olarak değerlendirir. Anarko-feministler ataerkillik ve maşizm ile savaşımın sınıf çatışmalarının ve devlete yönelik anarşist mücadelenin bütünleyici bir parçası olduğuna inanırlar.
İlyaslı, Uşak
İlyaslı, Uşak ilinin merkez ilçesine bağlı bir belde belediyesiyken 6360 Sayılı Kanunla kapatılarak köye dönüştürülmüştür.
1570 yılı tahrir kayıtlarına göre Uşak kazasına bağlı "İlyaslu Çiftliği" bulunmaktaydı. 1676 Avârız defterinde İlyaslu olarak kaydedilen köyde, 5 nefer olduğu belirtilmiştir. Köyün kuruluş tarihi de kesin olarak bilinmemekte olup, 17.yüzyıla tarihlenen mezar taşları bulunmaktadır. Köyün kuruluşu hakkında değişik rivayetler vardır. Bir rivayete göre; Banaz’ın Nohutova Köyü yöresinden geldiği tahmin edilen İlyas ve Muslu adındaki iki Yörük kardeşin gelip, İlyas Bey’in bugünkü köye yerleşmesiyle adını da bu şekilde almıştır. Köy zamanla gelip ve buraya yerleşen diğer Yörükler ile birlikte bugünkü halini almıştır.
Yerleşim Uşak il merkezine 27 km uzaklıktadır. Köyde linyit kömürü madeni bulunmaktadır.
Başlıca tarım ürünleri haşhaş, buğday, arpa, nohut, darı, susam ve mercimektir. Sulanabilir arazinin azlığından dolayı sebze ve meyve ancak kendi ihtiyaçlarına yetecek kadar yetiştirilmektedir. Hayvancılık yapanlar da vardır. Uşak organize sanayisinin köye 11 km mesafe de olmasından dolayı birçok iş sahası açılmıştır.
Kasaba, İzmir – Ankara karayoluna (D300) bağlanan asfalt anayol kenarındadır. Doğudan batıya 25 km ve kuzeyden güneye 14 km uzunluğunda alanı bulunmaktadır. Arazi oldukça bozkır olup sulanabilir bölgesi azdır, bundan dolayı kasabada tarım, ağırlıklı olarak tahıla dayalıdır. Kuzeyi ve batısı çam ormanlarıyla kaplı olup Güre ve Çardak köylerine kadar uzanır. Kasaba sınırları içinde değişik birçok maden vardır. Bunlardan en önemlisi hâla çalışmakta olan seramik madeni, Karadede ağacı civarındaki mangan madeni, ve kömürdür.
Köyün üç kilometre batısındaki Akçasu deresinde yapılmakta olan sulama amaçlı göletle 2016 yazından itibaren Yoncalı Vadisindeki tarım arazilerinin sulanması planlanmaktadır.
Köyde İlyaslı İlkokulu ve İlyaslı Ortaolkulu bulunmaktadır. Biri erkek biri kız iki Kur'an kursu vardır. Okur – yazarlık oranı %95 tir. 2015 yılında İlyaslı Köyü Çok Amaçlı Salon ve Gençlik Merkezi' nin temeli atıldı.
Kasabada düğünler genelde 4 gün sürmektedir. Genel olarak cuma günü başlar ve pazartesi günü sona erer, l. gün hazırlık günü, 2. gün kına gecesi, 3. gün gelin alma, 4. gün yüz açımı olarak isimlendirilir. gelinler isterlerse köy gelinliği giyip ata binerek davulla zurnayla giderler
1988 yılında kurulan İlyaslıspor kulübü amatör kümede oynamaktadır. 1998 yılında amatör küme 2. grupta şampiyonluğu alarak 1. gruba katılmıştır. Ancak ertesi sene yine 2. gruba düşmüştür.
Glut
Glut, İskandinav mitolojisinde Loki'nin eşidir. Loki'nin ilk eşi olan Glut'un Loki'den Eisa ve Einmyria isimlerinde çocukları olmuştur.
Horta (mitoloji)
Horta, Etrüsk mitolojisindeki tarım tanrıçasının ismidir.
Eşme (anlam ayrımı)
Hera
Hera, Yunan mitolojisinde Zeus'un eşi ve ablası olan tanrıçadır. Roma'da Juno olarak bilinir. Babası Titanlardan Kronos, annesi Rhea'dır. Olympos tanrıları arasında kraliçe vasfına sahiptir ve Evlilik Kraliçesi olarak anılır. Eski inanca göre doğum sırasında kadınların ve evliliklerin koruyucusudur. Mitolojide en güçlü, en cesur ve Aphrodite'den sonra en güzel tanrıça olarak nitelendirilir. İnek gözlü, ak kollu Hera da denilir. Hatta Hera, Aphrodite'den sonra en güzel ikinci tanrıça olduğunu bildiği halde kendisine aşık olan erkekleri hep reddetmiş, kendisini hep Zeus'a sunmuştur. Simgeleri nar, zambak, inek, akrep ve en önemlisi tavus kuşudur. Çok kıskanç ve kinci bir tanrıçadır, işlerini bir düzen içinde yürütür. Zeus'la ilişkisi olduğunu bildiği Maia'yı çileden çıkarmış, Lamia'yı canavara çevirmiş, Semele'yi tuzağa düşürmüş, Alkmene'nin doğum yapmasını geciktirmiş, Leto'yu takip edip süründürmüş, Callisto'yu ayıya çevirmiş, İo'ya at sineği musallat etmiştir. Troyalılar kendisini en güzel tanrıça seçmedikleri için kini büyüktür. Zeus Hera'yı aldattığı için Hera tarafından defalarca cezalandırılır. Zeus'tan daha iktidar sahibidir ve Zeus'un önemli kararlarında çok büyük etkisi vardır. Ayrıca Zeus'tan daha zengindir. Zeus baştanrı, Hera da baştanrıça olarak bilinir.
Hera çok yönlü bir tanrıçadır. Baharla ilişkilendirilir. Aynı zamanda kendisine guguk kuşu kılığına girerek gelen Zeus'u kutsal evliliğe ikna etmiştir. Bu yüzden çetin ceviz olarak da bahsedilir. Bazı kaynaklara göre de Hera, Zeus'la evlenmiş ve tüm koşullara karşın Zeus'la iyi geçinerek ve zorluklarla baş ederek dünyaya evliliğin kutsallığını göstermiştir. Bu nedenle Zeus ile Hera'nın evliliğine Hieros Gamos(Kutsal Evlilik) adı verilmiştir. Ayrıca önemli bir bilgiye göre Heusha adında bir çocukları vardır. Zeus Hera'yı aldatınca (Hera çok kıskanç olduğu için) Zeus'un aşıklarını ve onların çocuklarını cezalandırır ve onlara belalar yollar. Ayrıca Hephaistos, Ares, Hebe, Angelos ve Eileithyia Hera'nın çocuklarıdır.
Zeus'la evlenmeden önce tanrıça Tethys ve Okeanos'un yanında gençliğini geçirmiştir. Bu yüzden zaman zaman onları ziyarete gider. Hera kendi ağzından İlyada'da şu sözleri aktarır;
""Gidiyorum bol besi veren toprağın bir ucuna, Tanrıların atası Okeanos'la, ana Tethys'i görmeye. Onlar almışlardı beni Rhea'nın elinden, saraylarında iyice beslemişler, büyütmüşlerdi.""
Hera bir ana tanrıça figürüdür ve Argos kenti bu tanrıçanın erken dönem kültünün merkezidir. Sisam adasındaki tapınağı ise bir diğer önemli merkezdir. Tapınaklarına ""Heraion"" denir. Ayrıca Hera kültünün günümüzde de görülebilinecek etkileri vardır. Örneğin, olimpiyatların simgesi halindeki olimpiyat ateşi, her yıl Olympia'daki Hera Tapınağında güneş ışığı yardımı ile yakılır.
Till Lindemann
Till Lindemann ( d. 4 Ocak 1963, Leipzig ) vokalist, şair ve oyuncudur. En çok Rammstein adlı Alman metal grubunun şarkı sözü yazarı ve vokalisti olarak bilinir.
Lindemann, Leipzig'de doğmuştur ama Schwerin'de, Wendisch-Rambow adlı bir köyde; ebeveynleri ve kendinden altı yaş küçük olan kız kardeşiyle yaşamıştır ve çocukluğunu burada geçirmiştir. Bir şair olan babası Werner Lindemann'la arası hiç iyi olmamıştır. Babası, Lindemann'ı küçükten hep dövmüş ve ona kötü davranmıştır. Eski bir (emekli oldu) gazeteci olan annesi, Brigitte "Gitta" Lindemann ile babası 1975'te, Lindemann 12 yaşındayken boşanmışlardır. Babası, kendisini içkiye verdiği için Kasım 1992'de alkol komasına girerek hayatını kaybetmiş, Wendisch-Rambow yakınlarında bir yere gömülmüştür. Lindemann da ne cenazesi için ne de ziyaret amaçlı olarak hiç babasının mezarına gitmemiştir. Ayrıca her fırsatta da babasını hiç sevmediğini söyler.
Lindemann, 11 yaşındayken "Rostock Sports Club" adlı bir spor okuluna gitmiş ve 1977-1980 yılları arasında yatılı bir okulda okumuştur. Spor okulundan da 1979 yılında ayrılmıştır. Lindemann çok iyi bir yüzücüydü ama bir omzu sakatlanınca profesyonel olarak yüzücülüğü bırakmak zorunda kalmıştır.
Lindemann, gençken pek çok işte çalışmıştır. Ama en çok sepet örücü olarak çalışmışlığı ile bilinir. Küçükken de balıkçı olmak istediğini söylemiştir.
1981'de, Lindemann, askerlik yapma zamanı geldiğinde buna karşı çıkmıştır. Komutanlarına karşı gelmiş, sayısız dayak yemiş ve hapis yatmıştır.
1985'te, Lindemann 22 yaşındayken, ilk kızı Nele doğmuştur. Annesi ile Nele doğduktan sonra evlenmişler ama bir süre sonra tekrar boşanmışlar ve Nele'yi de uzun süre tek başına büyütmüştür. Ama sonradan grupla beraber sürekli turneye çıktıkları için yılın altı ayı kadar uzun bir zaman evde olmayınca annesiyle ortak büyütmeye başlamışlardır.
Berlin Duvarı'nın 9 Kasım 1989 tarihinde açılmasıyla Lindemann da pek çok Alman gibi hayatında yeni bir sayfa açmıştır.
Lindemann'ın, Anja Köseling adlı eski kız arkadaşından bir kızı daha vardır. Lindemann'la ayrıldıktan sonra; Köseling, kızları Marie-Louise için Lindemann'ın çocuk destek parası ödemediğini ve beraberken de kendisine fiziksel saldırıda bulunduğunu iddia etmiştir. Bu iddya göre; Ekim 1997'de bir otelde, Lindemann ve Köseling'in başından geçen olayda; Köseling, Lindemann'dan burnuna yurmuk yemişti. Almanya'nın Dresden kentinde mahkemede alınan karara göre Lindemann, Köseling'e 1200 Mark ödemiştir. Lindemann'ın veya avukatlarının bu konuda bir yorumu yoktur.
Richard Kruspe ile beraber verdikleri bir röportajda da Rammstein'ın içleri |
nden biri ölünceye kadar çalacağını söylemiştir.
Lindemann'ın ayrıca iki oğlu daha vardır. Yani dört çocuk babasıdır.
Lindemann 1986 yılında punk grubu First Arsch'da davul çalarak müzik hayatına başlamıştır. First Arsch, Schwerin'de başlamış bir gruptur. O zamanlarda Doğu Almanya'da bu tür şeyler yasak olduğu için gizli devam eden bir gruptu. Grubun isminin tercümesinin de çoğu zaman "İlk Sanat" olduğu sanılmıştır. Bu, yetkililerin dikkatini çekmemek için konmuş olabilir. Grubun "Saddle Up" adlı bir albümü vardır. Lindemann, şarkı sözü yazmaya daha sonra başlamıştır.
Lindemann, Feeling B adlı bir grupta da bulunmuştur. "Lied von der unruhevollen Jugend" (Kıpır kıpır olan gençliğin şarkısı) adlı şarkıda, Rammstein'ın şimdiki altı üyesinden ikisi olan Paul Landers ve Christian Lorenz ile birlikte çalmıştır. Bu şarkı, Feeling B'nin çıkardığı "Hea Hoa Hoa Hea Hea Hoa" (1990) adlı albümündedir.
1994 yılında Lindemann, Richard Kruspe, Oliver Riedel ve Christoph Schneider bir şarkı yarışmasına katılmış; bu yarışmayı kazanarak stüdyoda, profesyonel olarak müzik işine girme şansını yakalamışlardır. Lindemann da bunun üzerine işin ciddileştiğini görüp Berlin'e taşınmıştır. Sonradan da Paul Landers ve Christian Lorenz'in de aralarına katılması ile Rammstein doğmuştur.
Till Lindemann aynı zamanda bir şairdir. Kasım 2002 tarihinde yayınladığı "Messer" adlı bir şiir kitabı vardır. Bu kitap; 54 şiirden meydana gelmiştir. Ayrıca 2013 yılında "In Stillen Nachten" adlı ikinci şiir kitabı yayınlanmıştır.
Lindemann'nın çok güçlü bir sahne performansı vardır. En çok bilinen hareketi, hafifçe çömelip temposunu o an çalınan şarkıya göre ayarlayarak dizine ritim şeklinde vurmasıdır. Bir diğer karakteristik özelliği de "R"lerini çok vurgulayarak söylemesidir. Bu da Doğu Almanya aksanından kaynaklanmaktadır. Ayrıca; Lindemann, sahnedeyken ateşle oynamayı çok sever. Bunun yüzünden, diğer Rammstein üyeleri ile beraber çok büyük tehlikeler atlatmıştır. Sahnede kullanılan tüm ekipmanların kullanımı için lisansı vardır. Kendisi de, seyircileri ve konserlerde bulunan kimseyi tehlikeye düşürecek bir şeyi asla yapmayacağını söylemiştir.Ancak kendi vucudunda birinci dereceden yanıklar bulunmaktadır.
Lindemann; Chris Isaak, Marilyn Manson, Jean-Michel Jarré, Tangerine Dream, Mike Oldfield, Ministry, Nine Inch Nails, Type O-Negative, Limp Bizkit, Black Sabbath, Deep Purple, KMFDM gruplarını ve pazar günleri parkta jazz müziği dinlemeyi çok sevdiğini ve ona göre ilk Alman grubunun da Kraftwerk olduğunu söylemiştir. Lindemann sol kulağını iki yerinden deldirmişti fakat uzun zaman piercing ya da küpe takmamıştır. Bu delikler pek çok resimde ve video klipte seçilebilmektedir. Akerlund yönetimindeki Ich Tu Dir Weh klibi çekimlerinde Till'in ağzından ışık çıkmaktadır ve bunu yanağına gerçek bir delik açtırarak bir kablonun ağzındaki ışık kaynağına bağlanmasıyla yapmıştır. Ancak konserler sırasında bu delik kapalıdır ve yakın çekimlerde görülebilen bir kablonun dudağının kenarından ağzına ulaşmasıyla yapılmıştır. Vücudunda bir yerlerde "Punk Rock" diye bir dövmesi olduğu söylenir ama bu konuda bilinen kesin bir şey de yoktur.
Güzel sanatlarla yakından ilgilidir. En sevdiği yönetmen Lars von Trier'dir. Lindemann alkole oldukça düşkündür; en sevdiği içki tekila'dır. Ayrıca bir sigara tiryakisidir.
Bildiği bilinen diller; Almanca, İspanyolca ve İngilizce'dir. Anadili Almancadır. Müzik yapmaya başlamadan önce Almanya'da iyi bir yüzücü olduğu bilinir, fakat omuzundan sakatlanınca bu sporu bırakmıştır ve müzikle uğraşmaya başlamıştır. Ayrıca gitar, bateri ve mızıka da çalmaktadır.
Till ve grubun nazi, daha da ötesinde faşist bir grup olarak düşünülmesi ise Links 2 3 4 şarkısındaki sahne gösterileri ve reise reise adlı albümdeki kapak resimlerinden dolayıdır. Bunun yanı sıra Till'in Doğu Alman olması ve kullandığı dil ve üslup da bu yöndeki şüpheleri kuvvetlendirmiştir. Grup üyeleri ise böyle bir şeyin olmadığını defalarca vurgulamışlardır. Ayrıca grup üyelerinin din hakkında da bir görüşleri yoktur. Gruba yöneltilen bir diğer eleştiri de grubun homoseksüel oluşuyla ilgilidir. Ancak bu da doğru değildir. Grubun bütün üyelerinin başından bir evlilik geçmiştir. Bück Dich şarkısının canlı performansında yapılan olay da dildo aletinin içine pernoid sıvı ve su karıştırılarak yapılan bir şovdan ibarettir. Ancak yine de aykırı şovlar arasında önemli bir yere sahiptir. Till ayrıca kavgacı bir yapıya da sahiptir. Hatta birçok kişiye göre Lindemann deli derecesinde ilginç birisidir. Ancak eğlenceli bir yapısı vardır. Ayrıca Till'in bir diğer özelliği de her konserin ardından, hangi ülkede sergilenmişse, o ülkenin diliyle teşekkür etmesidir.
İşaret fonksiyonu
Fonksiyon formula_1 şeklinde özel olarak tanımlanmıştır.
Matematikte, işaret fonksiyonu (öteki adıyla signum fonksiyonu) gerçel sayının işaretini bulmamızı sağlar. İşaret fonksiyonu genel olarak sgn olarak tanımlanır ve:
Her gerçel sayı mutlak değeri ve signum değeri çarpımı olarak yazılabilir:
Aynı zamanda x'in 0'a eşit olmadığı durumlarda (x=0 için, tanımsızdır) şu bağıntıyı da sağlar:
İşaret fonksiyonu, mutlak değer fonksiyonunun türevidir. (mutlak değerin x=0 değerinde türevsizliğine dikkat ediniz):
Aita
Aita (Etrüsk yazıtlarında "Eita" olarak da geçer), Etrüsk mitolojisinde yer altı tanrısıdır. Ona atfedilen özellikler ve insanların ona karşı tapınma biçimleri açısından Yunan mitolojisindeki Hades ve Roma mitolojisindeki Plüton ile büyük benzerlikler taşımaktadır, bir bakıma Yunan mitolojisindeki Hades'in Etrüsk mitolojisindeki hâlidir.
"Orvieto'daki Golini Mezarı" ve "Tarquinia'daki Orcus II Mezarı" gibi az sayıda Etrüsk mezar boyamalarında resmedilmiştir.
Catherine Deneuve
Catherine Deneuve (d. 22 Ekim 1943, Paris), Fransız oyuncu. Roman Polanski ve Luis Buñuel'in filmlerinde canlandırdığı soğuk sarışın karakterleri ile ünlenen Deneuve, zamanla Fransız sinemasının en tanınmış oyuncularından biri haline geldi.
Segomo
Segomo, Kelt mitolojisindeki savaş ve zafer tanrısı. İsmi ""muzaffer olan"", ""güçlü olan"" manalarına gelmektedir.
Romalılar Segomo'yu, Roma mitolojisindeki savaş tanrısı Mars'ın bir türevi olarak görmüşlerdir. Ayrıca Romalıların Segomo'yu, Roma mitolojisinde önemli bir yeri olan, Herkül'e de benzettikleri olmuştur.
Türk Yıldızları
Türk Yıldızları, Türk Hava Kuvvetleri bünyesindeki yedinci akrotime verilen addır. Dünya'nın sayılı süpersonik akrotimlerinden biri olan Türk Yıldızları, tüm akrotimler arasında bir defada 2.000.000 kişi üzerindeki bir topluluğa gösteri yapmış tek akrotimdir.
2004 sezonunun ilk gösterisi, 30 Mart’ta Birleşik Arap Emirlikleri eğitim pilotlarının F-5 Harbe Hazırlığa Geçiş Eğitimi Mezuniyet Töreni'nde gerçekleştirildi. Gösteri Türk Yıldızları tarihinde ilk defa 8'li paket olarak uçuldu.
Türk Yıldızları 200. gösterilerini 3 Temmuz 2004 tarihinde Rize halkına sergilemişlerdir. 134. Akrotim Filo Komutanlığı şu anda bünyesindeki 8 pilot ile gösterilerine devam etmektedirler.
Türk Yıldızları dünya akrotiminde 1. sırada gelir ve bütün bunları bilgisayar veya benzeri bir alet kullanmadan göz kararıyla yaparlar.
1911 yılında kurulan Türk Hava Kuvvetleri kendini Balkan Savaşları'nın içinde bulmuştur. İlk akrobasi Plt. Tğm. Fazıl Bey'in, 5 Mart 1914'te 400m irtifada viril yapmayı başarması ardından diğer pilotlar da çeşitli akrobasi hareketleri denemeleriyle başlar. 31 Ocak 1944'de Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığı kurulur ve Türkiye'nin NATO üyesi olduğu 1952 yılından sonra Türk Hava Kuvvetleri'ndeki modernizasyon çalışmaları daha da hızlanır ve kısa sürede pervaneli uçakların yerini jet uçakları almaya başlar.
1952 yılında Balıkesir 9. Hava Üs Komutanlığı'nda kurulan bu akrotim F-84G Thunderjet kullanmıştır. 1952-1962 yılları arasında faaliyet göstermiştir. İtalya ve Belçika'da gösteriler yapmıştır.
1955 yılında Eskişehir 4. Hava Üs Komutanlığı'nda kurulmuş kırmızı beyaz renklerle boyanmış ve burun kısımlarında kuğu motifi işlenmiş F-86E Sabre uçaklar kullanmıştır ve faaliyetlerine 10 yıl süreyle devam etmiştir. 1964 yılında 9'lu ve 12'li akrobasi gösterileri yapmıştır.
1957 yılında Diyarbakır 8. Hava Üs Komutanlığı'nda kurulmuş ve F-84G Thunderjet uçaklar kullanmıştır. 1959 yılına dek faaliyetlerini sürdürmüştür. Pakistan çeşitli gösterilere katılmıştır.
1964 yılında Merzifon 5. Ana Jet Üs Komutanlığı'nda kurulmuş ve siyah-beyaz renklerle özel bir motifle boyanmış F-86E Sabre kullanmışlardır. 2 yıl süreyle faaliyet göstermiş, 5'li, 9'lu ve 12'li akrobasi gösterileri yapmıştır.
1966 yılında kurulan ve 1966'dan 1971'e kadar Kartal çağrı adıyla anılan bu akrotim, 21 Mayıs 1971'de timde görevli Hv. Plt. Ütğm. Coşkun Turan'ın görev uçuşunda hayatını kaybetmesinden sonra Coşkun çağrı adını almıştır. Bandırma 6. Ana Jet Üs Komutanlığı'nda kurulan akrotimin uçak tipi F-5A Freedom Fighter'dır. Coşkun 1971’de İtalya'da uçuş gösterileri yapmıştır.
1971 yılında "Malazgirt Zaferi'nin 900. Yıldönümü" kutlamalarında uçuş gösterileri yapmak amacıyla 1971 yılında Merzifon 5. Ana Jet Üs Komutanlığı'nda kurulmuştur. Sadece bu tören için oluşturulan akrotimin uçak tipi F-5A Freedom Fighter'dır.
1971-1992 yıllarında sürekli faaliyet gösteren bir akrotim teşkil edilmemiştir.
"Hv.K.K. Hv.Org." Halis Burhan'ın 11 Eylül 1992 tarihli direktifleri gereğince Ocak 1993’te Konya 3. Ana Jet Üs 132. Silah Taktikler ve Standardize Filo Komutanlığı bünyesinde NF-5 uçaklarının kullanıldığı Türk Yıldızları kurulmuştur.
1993 yılı Hava Kuvvetleri Komutanlığı Atış Yarışmaları'nın kapanış günü olan 18 Haziran 1993 tarihinde Ankara Akıncılar 4. Ana Jet Üs Komutanlığı'nda Türk Yıldızları akrotimi devlet büyükleri ve diğer konuklara dörtlü olarak ilk resmi gösterisini yapmıştır. Bu gösteri ardından filo statüsü kazanan Türk Yıldızları dünyanın en genç süpersonik akrobasi takımı olarak kendinden söz ettirmeyi başarmıştır.
Ağustos 1993'te Eskişehir 1. Hava İkmal Bakım Merkez Komutanlığı'nca uçak tadilat/boya faaliyetleri başlatılmıştır. Bu süreçte beşli ve |
altılı kol uçuşu eğitimlerine de başlanmıştır.
Türk Yıldızları akrotimine tahsis edilen 9 adet NF-5 ve 1 adet NF-5 B uçağında yapılan tadilat ve değişiklikler Temmuz 1994'te bitirilerek birliğine teslim edilmiştir.
5 Ekim 1994 tarihinde Diyarbakır 8. Ana Jet Üs Komutanlığı F-16 Aktivasyon törenleri ile Ankara'da 29 Ekim 1994'teki Cumhuriyet Bayramı törenlerinde gösteri uçuşu yaparak kamuoyuna tanıtılmıştır.
Türk Yıldızları Eskişehir'de icra edilen Distant Thunder-95 tatbikatının 20 Nisan 1995 tarihindeki gözlemci gününde yerli ve yabancı konuklara ilk yedili gösterisini yapmıştır.
2003-2004 Eğitim ve Öğretim yılında gösterinin etkinliğini arttırmak maksadı ile gösteri paketini 8'li kola çıkarmak maksadıyla çalışmalara başlanmıştır.
2004 sezonundan beri 8'li kolda gösteriler devam etmektedir.
Türk Yıldızları, gösterilerinde "Sekiz" süpersonik (ses üstü) uçak kullanan dünyanın ilk ve tek akrotimidir.
Türk Yıldızları, 24 Ağustos 2001 tarihinde Bakü, Azerbaycan'da gerçekleştirdiği gösteri sayesinde aynı anda 1 milyondan fazla kişi tarafından izlenen dünyanın tek akrobasi timi olma özelliğini elde etmiştir.
Solo Türk
Liberal Düşünce Topluluğu
Liberal Düşünce Topluluğu , 26 Aralık 1992'de Ankara'da informel bir şekilde tesis edilmiş bir topluluktur. Liberal felsefeyi Türkiye'de tanıtmak, yaymak ve geliştirmek amaçlı faaliyetler düzenler.
Yönetim Kurulu Başkanlığını kurucu başkan olan Haliç Üniversitesi öğretim üyesi Profosör Atilla Yayla yürütmektedir.
Topluluk dernek olarak kuruluşunu 1 Nisan 1994'te tamamladı ve bu tarihten itibaren faaliyetlerine resmen başladı. Topluluğun amacı, çağdaş medeniyetin temelinde yatan fikri geleneklerin Türkiye'de tanıtılmasını temin etmek; piyasa ekonomisi, etik, özgürlük, insan hakları, adalet, barış, hoşgörü, hürriyetçi demokrasi gibi, insanların güven, düzen ve refah içerisinde yaşamasını sağlayan değerlerin ve kurumların anlaşılmasına ve benimsenmesine yardımcı olacak çalışmalar yapmak; vatandaşlarımızın düşünme ve muhakeme kabiliyetlerini geliştirmek için başvurabilecekleri fikrî, felsefî, emprik kaynakların oluşumuna katkıda bulunmak; dernek amaçlarına uygun araştırma ve inceleme faaliyetlerinde bulunan kimselere maddî ve manevî destek sağlamak ve buna benzer faaliyetlerde bulunmaktır. Topluluk, ayrıca bu doğrultuda Türkiye'nin temel problemlerine liberal ilkelerle bağdaşan çözüm yolları bulmayı ve kamu politikasının oluşturulmasında etkili ve yetkili odakları yeniden eğitmeyi ve bilgilendirmeyi hedeflemektedir.
Liberal Düşünce Topluluğu aktif politikayla ilgilenmemektedir. Siyasî partilerden bağımsızdır. Bir siyasî hareket olarak değil fikir akımı olarak faaliyet göstermektedir.
Üç aylık hakemli akademik bir dergi olan Liberal Düşünce Dergisi, topluluk tarafından çıkarılmaktadır.
Topluluk, ayrıca, isteyen vakıflara, derneklere ve gayri resmi topluluklara, gerek liberalizmin tarihinin ve başlıca tezlerinin, gerekse muhafazakârlık, sosyalizm, sosyal demokrasi, komüniteryenizm gibi modern sosyal teorilerin ve adalet özgürlük, hoşgörü, insan hakları gibi çağdaş siyaset felsefesinin temel kavramlarının öğretilmesine yönelik paket eğitim programları sunmaktadır.
Kalp
Kalp veya yürek (Arapça: قلب "kalb"; Latince: "cor" ; Yunanca: Καρδιά = kardia), kalp kası olarak bilinen özel bir tip çizgili kastan oluşmuş, içi boş, kendiliğinden kasılma özelliğine sahip kuvvetli bir pompa.
Temel görevi kanı vücuda pompalamak olan kalp, metabolizma faaliyetleri sonucunda oluşan artık ürünlerin de vücuttan uzaklaştırılması, vücut ısısının düzenlenmesi, asit-baz dengesinin korunması, hormonlar ve enzimlerin vücudun gerekli bölgelerine taşınması gibi görevleri yapar.
Kalp, bu sistem içerisinde motor görevi yapar. Kalp insanda dakikada 60-80 çarpma arasında değişen bir hızla dakikada 5-35 litre arası, günlük ise 9000 litre kanı vücuda pompalar. Günde yaklaşık 100 bin, yılda 40 milyon, tüm insan hayatı boyunca yaklaşık 2,5 milyar kere, hiç durmadan yaklaşık 8 bin ton kanı vücuda pompalar. Yetişkin bir kadında ortalama ağırlığı 200-280 gram, yetişkin bir erkekte ise 250-390 gram ağırlığındadır. Her kişinin kalbi kendi yumruğu büyüklüğündedir.
Kalp, göğüs boşluğunda, 2 akciğer arasında, sternum'un arkasında, diyafram kası üzerinde ve 4. 5. ve 6. Costae'ların arka yüzünde, üçte ikisi orta çizginin solunda, üçte biri ise sağında yer almaktadır.
Kalbin içerisinde 4 adet odacık bulunmaktadır:
Kalbin sağ ve sol kısımları septum aracılığıyla birbirinden tamamen ayrılmaktadır. Kalp, içi boş dört bölmeden oluşmaktadır. Sağ kalp, sağ kulakçık ve sağ karıncıkdan oluşmakta olup burada oksijen bakımından fakir olan venöz kan bulunmaktadır. Sol kalp ise sol kulakçık ve sol karıncıkdan oluşmuş olup içerisinde oksijen bakımından zengin olan arterial kanı bulundurur. Ayrıca sol karıncığın pompalama
görevinden dolayı duvar yapısı diğer boşluklara göre oldukça gelişmiştir.
Kalpte iki adet atrioventriküler kapak, iki adet de büyük damar kapakları (semilunar kapak) olmak üzere 4 kapakçık bulunmaktadır. Kulakçıklar ile karıncıklar arasında ve karıncıklar ile buradan çıkan damarlar arasında kapaklar bulunur. Kapakçıklar, kanın tek yönlü akmasını yani geriye dönüşünü engellemeye yarar. Kapaklar, kanın karıncıklara tek yönlü girişini sağlarken aynı zamanda tek yönlü çıkışını da sağlarlar.
Kalbin içerisi her ne kadar kan ile dolu olsa da, içerisindeki kanla değil, aort damarından ayrılan sağ ve sol kalp atardamarlarından beslenmektedir. Başta iki ana dal hâlinde olan bu arterler daha sonra kollara ve dallara ayrılıp kalbi beslerler.
Ayrıca LAD ve Cx arterlerinin dallandığı çok kısa bir Sol Ana Koroner Arter bulunmaktadır. Bu damarlar içerisinde en önemlisi LAD, kalbin neredeyse üçte ikisini besler. Tıkanması durumunda zarar gören kas kitlesi önemli düzeyde olduğundan ölüme neden olma durumu yüksektir, bu nedenle bu damara "Dul bırakan damar" (widowmaker) adı da verilmektedir. Sağ koroner arter sinüs düğümüne kan verdiğinden damar tıkanıklığı gerçekleştiğinde kalpte durma ve ritim bozuklukları sıkça görülür.
Kalp 3 tabakadan oluşur. Dıştan içe doğru perikart, miyokart ve endokart olarak adlandırılmaktadır. Dışta bulunan "perikart", kalbi dıştan saran fibro seröz yapıda bir zardır. Bu zarın arasında sürtünmeyi azaltan bir sıvı bulunur. Ortada bulunan "miyokart", kalbin kas tabakasıdır. Kalbin en kalın tabakası burasıdır. Pompalama görevi yapan karıncıklar, kulakçıklara göre özellikle sol karıncıkda daha kalın durumdadır. En iç kısım olan "endokart", tek katlı epitel hücrelerden oluşmuştur. Kalbin iç yüzeyini örten bu tabaka, içeriye doğru uzantılar vererek kalpteki dört kapağın temelini oluşturur.
Kalbin kasılarak kendisine gelen kanı bir pompa gibi davranarak vücuda vermesi elektrik akımları sayesinde kasılması ile olmaktadır. Kalbin yönetim sisteminde özel hücre kümeleri, demetleri ve lifleri bulunmaktadır. Uyarı ve ileti sistemi, sinoatrial düğüm (SA), atrioventriküler düğüm (AV), atrioventriküler demet (his demeti) ve purkinje lifleri olmak üzere dört bölümden oluşmaktadır. Bunlardan ilk ikisi uyarı sisteminde, diğer ikisi ise ileti sisteminde yer almaktadır.
Bir kalp atımı, kalbin sağ kulakçığının üst bölümlerinde bulunan sinoatrial düğümün elektriksel bir uyarı çıkarmasıyla başlamaktadır.
Bu düğümün özelliği eşit aralıklarla ve belirli bir hızda (dinlenme durumunda dakikada ortalama 60-80 kez) uyarı çıkarmasıdır. Bu bölge kalbin doğal pili olarak bilinmektedir (pacemaker). Sinüs düğümünde (Sinoatrial) oluşmuş olan bu uyarı, kalbin her iki kulakçığı boyunca, yine bu iş için özelleşmiş iletim yolları ile aşağıya doğru yayılıp bu uyarı ile birlikte kulakçıklar kasılarak içlerindeki kanı karıncıklara gönderirler. Sonrasında uyarı, kulakçıklar ile karıncıklar arasında bulunan diğer bir özel bölgeye; atrioventriküler (AV) düğüme gelir. Elektrik iletisi karıncıklara ulaştırılmadan önce atrioventriküler düğümde 0.1 saniyelik gecikme kulakçıkların karıncıklardan önce kasılmasını sağlar. Böylelikle kulakçıklar ile karıncıkların aynı anda kasılması engellenir. Böylece atrioventriküler düğümden geçen akım, His-Purkinje sistemi ile uyarı tüm karıncıklara yayılır ve karıncıklar kasıldıklarında içlerindeki kanı akciğerlere ve aort yoluyla vücuda pompalarlar. Böylelikle sinüs düğümü yeniden başka bir uyarı çıkarıp başka bir döngü başlatır. Sinoatrial düğüm dakikada ne kadar uyartı çıkartıyorsa (dinlenme durumunda ortalama 60-80 defa), kulakçıklar ve karıncıklar o sayıda sistol yaparlar. Bir kalp vuruşu karıncıkların sistolüdür.
Panzerkampfwagen II
Panzerkampfwagen II (Zırhlı muharebe aracı II), Alman yapımı II. Dünya Savaşı hafif tanktır. Mühimmat envanter tanımı Sd.Kfz. 121'dir (özel amaçlı taşıt 121). Heereswaffenamt,(Alman Ordusu Silah Teşkilatı)10 tonluk ve 20mm'lik topa sahip bir tankın geliştirilmesini emretti. Bu Tank Panzer III'ün tasarımı hazır olana kadar kullanılacak bir geçiş tankı olarak tasarlandı. Bunun sonucunda Henschel firması şasi üretimiyle Daimler-Benz ve Krupp ise gövde üretimiyle görevlendirildi. Şirketler 1935 yılında prototiplerini Alman Genel Kurmayı'na sundular. Versay Antlaşması gereği Almanya'nın zırhlı araç üretmesi yasak olduğundan "ağır tarım traktörü" ("landwirtschaftlicher schlepper") adı ile üretildiler. Panzer II'ler eğitim tankı olarak tasarlandılarsa da İspanya İç Savaşı'nda kullanıldılar. Burada kazanılan tecrübeler diğer tank modelerinin geliştirilmesi için temel oluşturdu. II. Dünya Savaşı'nın daha geç başlayacağını düşünen Alman Hükümeti savaş erken başlayınca mecburen bu tankları Polonya ve Fransa işgallerinde kullandı. Almanya'nın müttefiki olan Bulgaristan, Macaristan ve Romanya ordularına da bu tanklardan verildi.
Tankın üç mürettebatı vardı. Bunlar sürücü, komutan-topçu, yükleyici-telsizci şeklindeydi. Bunlar arasındaki iletişim ses boruları ile sağlanıyordu.
Nobel Ödülü sahipleri listesi
Nobel Ödülleri (, ), İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi, İsveç Akademisi, Karolinska Enstitüsü ve Norveç Nobel Komitesi tarafından kişiler veya kuruluşlara |
fizik, kimya, edebiyat, barış ve fizyoloji veya tıp alanlarındaki olağanüstü başarılarına verilmektedir. 1895 yılındaki Alfred Nobel'in vasiyeti doğrultusunda, 1896 yılından bu yana Nobel Vakfı tarafından idare edilmekte ve yürütülmektedir. Ekonomi dalında verilen bir başka ödül ise 1968 yılında Sveriges Riksbank ile merkez bankasının İsveç ekonomisine yapmış olduğu katkılar nedeniyle verilmeye başlanmıştır.
Her ödül ayrı bir komite tarafından verilir; İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi fizik, kimya, ekonomi alanındaki ödülleri, Karolinska Enstitüsü Fizyoloji veya Tıp alanındaki ödülleri ve Norveç Nobel Komitesi edebiyat alanındaki ödülleri vermektedir. Norveç Parlamentosunca İsveç Akademisinden seçilen beş kişilik bir kurul ise barış alanındaki ödülleri verir. Ödül almayı hak eden kişi veya kurum bir madalya, bir diploma ve yıllar içinde değişen miktarda para ödülü almaktadır. 1901 yılında Nobel Ödülünü ilk alanlara 150.782 SEK verildi. Bu ödül Aralık 2007'deki 7.731.004 SEK'e eşitti. 10 Aralık 2008 tarihinde Stockholm'de yapılan Nobel'in ölüm yıl dönümü törenlerinde, ödülü kazananlara 10.000.000 SEK para ödülü verilmiştir.
2011 yılı itibarıyla, 20 kuruluş ve 69 ekonomi alanında ödül kazananlar da dahil olmak üzere, toplam 826 kişi ve kuruluşa ödül verilmiştir. Dört Nobel ödülü sahibine, Nobel Ödülünü alması amacıyla kendi hükûmetleri tarafından izin verilmedi. Almanya Adolf Hitler hükûmeti, Richard Kuhn (kimya, 1938), Adolf Butenandt (kimya, 1939) ve Gerhard Domagk (Fizyololji veya Tıp, 1939)'ın ödüllerini almasına izin vermedi. Sovyetler Birliği'nin baskısı doğrultusunda Boris Pasternak (edebiyat, 1958) ödülü reddetti. Ayrıca Nobel Ödülü almaya hak kazanan Jean-Paul Sartre (edebiyat, 1964) ve Lê Ðức Thọ (Barış, 1973) ödüllerini almayı reddettiler. Bunlardan Sartre hayatı boyunca tüm resmi ödülleri reddetmiştir. Lê Ðức Thọ ise o yıllarda Vietnam'ın içinde bulunduğu durum nedeniyle ödülü almamıştır.
Bugüne kadar, altı kişi ya da kuruluş birden fazla kez Nobel kazanmayı başarmıştır. Bunlar içinde Uluslararası Kızıl Haç Komitesi, üç Nobel Barış Ödülü ile ilk sırayı almaktadır. 826 Nobel ödülü kazanandan, 43'ü kadındır; 1903 yılında fizik ödülünü alan Marie Curie, Nobel Ödülünü kazanan ilk kadın olmuştur. Curie ayrıca 1911 yılında Nobel kimya ödülünü almaya da hak kazanmış; böylece iki Nobel ödülünü birden almaya hak kazanan ilk kişi olarak tarihe geçmiştir.
Nobel Ödülü dış nedenler, aday olmamasına bağlı olarak verilmediği yıllardaki para ödülleri, ödülü vermeye yetkili temsilciliklerin fonlarına iade edilmektedir. 1940 ve 1942 yılları arasında II. Dünya Savaşı nedeniyle Nobel Ödülleri verilememiştir.
Aydın Fen Lisesi
Aydın Fen Lisesi, Aydın'da dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından açılmış olan bir okuldur. Mezun verdiği ilk yıllardan bu yana her yıl, ÖSS sayısal, eşit ağırlık ve sözel puan türlerinde Türkiye'nin en başarılı okullarından biri olmuştur. İzmir Fen Lisesi'nin yıllardır elinde tuttuğu üniversitelere giriş ve yerleştirme sınavları puan ortalamaları bazında Türkiye'deki en başarılı lise unvanını art arda iki defa elde etmiş, bu bağlamda yerel ve ulusal basında geniş yankı uyandırmıştır. Özellikle, 2006 ÖSS'de Sayısal-1, Sözel-1, Eşit ağırlık-1 ve Sayısal-2 puan türü Türkiye Birinciliği unvanını elde eden Aydın Fen Lisesi, bu anlamda kırılması güç bir başarı rekoruna da imza atmıştır. 2009 yılı ÖSS Sayısal puan türü Türkiye birincisini de bünyesinden çıkartan Aydın Fen Lisesi, yılda 52 öğrenci alır. Ayrıca yıl boyunca okulda düzenlenen dinleti, tiyatro ve diğer sosyal etkinliklerle, salt akademik çalışmalara kilitlenen ve öğrencilerin sosyal becerilerinin geliştirilmesini unutan klasik fen liselerinden ayrılan farklı bir çizgisi vardır. Okulun yıllardır her iki ayda bir yayımlanan öğrenci dergisi Günebakan ise Türkiye'de yayımlanmakta olan en istikrarlı ve dikkat çekici öğrenci yayınlarından biridir. Aydın Fen Lisesi, son olarak, Türkiye genelinde 2011 YGS'de sayısal ve eşit ağırlık puan türleri ortalama puan sıralamasında Türkiye 2.'si , sözeldeyse Türkiye 3.'sü olmuştur ve yıllarca süren başarı grafiğine bakılarak denilebilir ki üniversite giriş ve yerleştirme sınavı puan ortalaması sıralamalarında tüm zamanlarda Türkiye'nin en başarılı ilk üç lisesi arasındadır.
Aydın Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü tarafından düzenlenen kompozisyon yarışmasındaCeyda Gül Selcen ŞENTÜRK 1.lik (2011)
Aydın Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü tarafından düzenlenen kompozisyon yarışmasındaSezin Dilara EMRAL 3.lük (2011)
Milli Prodüktivite Merkezi tarafından düzenlenen Aydın VAP (Verimliliği Arttırma Projesi) kompozisyon yarışmasında Oğulcan ALTINOLUK 1. lik. (2011)
24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle düzenlenen şiir yarışmasında Aysu YUMUŞAK birincilik (2010)
10 Kasım Atatürk'ü Anma ve Atatürkçülük Haftası nedeniyleAydın İl Milli Eğitim Müdürlüğümüzce düzenlenen şiir yarışmasında Hilal Dilşad ARABACI 1. lik (2010)
10 Kasım Atatürk'ü Anma ve Atatürkçülük Haftası nedeniyleGençlik ve Spor İl Müdürlüğünce düzenlenen kompozisyon yarışmasında Mehmet Emin KISA 1. lik(2010)
10 Kasım Atatürk'ü Anma ve Atatürkçülük Haftası nedeniyleGençlik ve Spor İl Müdürlüğünce düzenlenen şiir yarışmasında İpek Çamoğlu 1. lik(2010)
"Nevruz" nedeniyle Aydın İl MEM tarafından düzenlenen kompozisyon yarışmasında Hazal YILDIRIM 2.lik (2009)
"Kütüphanecilik haftası" nedeniyle Aydın İl Halk Kütüphanesince düzenlenen kompozisyon yarışmasında Pelin ÇIBIK 1. lik (2009)
Antalya 15. Liselerarası Tiyatro Şenliğinde ekip olarak "canlandırmada bütünlük" ödülü,3öğrencimize oyunculuk özel ödülü (Hakan Görkem KAZICI Müzik Özel Ödülü,Özge KARAYEL , Zeynep Selin GÜL, Özhan Özcan DEMİRTAŞ oyunculuk Ödülü) 1 öğrencimize müzikteki başarısı nedeniyle jüri özel ödülü (2008)
"24 Kasım Öğretmenler Günü" nedeniyle Aydın İl MEM tarafından düzenlenen kompozisyon yarışmasında Öznur EGE 1.lik (2008)
"10 Kasım Atatürk'ü Anma ve Atatürkçülük Haftası" nedeniyle Aydın İl MEM tarafından düzenlenen kompozisyon yarışmasında İlkyaz SAGUŞ 2.lik (2008)
"Nevruz" nedeniyle Aydın İl MEM tarafından düzenlenen kompozisyon yarışmasında Özge KARAYEL 2.lik (2008)
"Bilgi Hizmetleri ve Yeni Yaklaşımlar" konulu Aydın İl Halk Kütüphanesince düzenlenen kompozisyon yarışmasında Pınar ÖZCAN 1. lik(2006)
”Kutlu Doğum Haftası” nedeniyle Aydın İl MEM tarafından düzenlenen “Örnek İnsan Hz. Muhammed” konulu kompozisyon yarışmasında Sabri SAYILGAN 2.lik, Ramazan EROL 3. lük (2006)
Aydın İl MEM tarafından düzenlenen Eğitime % 100 destek öykü yazma yarışmasında D.Güncel UĞRAŞ 1.lik.(2006)
"24 Kasım Öğretmenler Günü" nedeniyle Aydın İl MEM tarafından düzenlenen kompozisyon yarışmasında Duygu BİLGİLİ 1.lik (2005)
"Atatürk ve 10 Kasım” konulu Aydın İl MEM tarafından düzenlenen kompozisyon yarışmasında Yudum KÜÇÜKSAYAN 1.lik (2005)
"29 Ekim Cumhuriyet Bayramı" nedeniyle Aydın İl MEM tarafından düzenlenen kompozisyon yarışmasında Cansel KARACA 1.lik (2005)
"Polis Haftası" nedeniyle Aydın İl MEM tarafından düzenlenen kompozisyon yarışmasında Merve GÜLŞEN 2.lik (2005)
"Polis Haftası" nedeniyle Aydın İl MEM tarafından düzenlenen kompozisyon yarışmasında Aras ÇIRAK 1.lik (2005)
"Kütüphane Haftası" nedeniyle Aydın İl MEM tarafından düzenlenen kompozisyon yarışmasında Merve GÜLŞEN 1.lik (2005)
"Tüketici Haklarını Koruma Haftası" nedeniyle Aydın İl MEM tarafından düzenlenen kompozisyon yarışmasında Aras ÇIRAK 1.lik (2005)
"24 Kasım Öğretmenler Günü" nedeniyle Aydın İl MEM tarafından düzenlenen kompozisyon yarışmasında Senem ERTEKİN 1.lik (2004)
"Nevruz" nedeniyle Aydın İl MEM tarafından düzenlenen kompozisyon yarışmasında Aylin GÖKE 2.lik (2003)
"24 Kasım Öğretmenler Günü" nedeniyle Aydın İl MEM tarafından düzenlenen kompozisyon yarışmasında Alev ÖZAYDIN 2.lik (2003)
"24 Kasım Öğretmenler Günü" nedeniyle Aydın İl MEM tarafından düzenlenen resim yarışmasında Nurullah TAŞKIRAN 2.lik (2003)
"Ağaç Sevgisi" konulu Aydın İl MEM tarafından düzenlenen kompozisyon yarışmasında Fatma AKSOY 1.lik(2003)
"Atatürk ve 10 Kasım" konulu Aydın İl MEM tarafından düzenlenen kompozisyon yarışmasında İlke MIRIK 2.lik (2002)
"İnsan Hakları" konulu Aydın İl MEM tarafından düzenlenen kompozisyon yarışmasında Aylin GÖKE l.lik (2002)
" Nevruz" konulu Aydın İl MEM tarafından düzenlenen kompozisyon yarışmasında Fatih DEMİREL l.lik ,(2000)
"Polis Haftası" konulu Aydın İl MEM tarafından düzenlenen kompozisyon yarışmasında Aylin GÖKE 1.lik,(2002)
"Turizm Haftası" konulu Aydın İl MEM tarafından düzenlenen kompozisyonyarışmasında Sabiha TEZCAN 2.lik, Ömer Orkun DÜZTAŞ 3.lük, (2001)
"Atatürk'ün Samsun'a çıkışının 81. Yılında 81 İlden 81 Genç" temalı yurt geneli etkinlikler kapsamında "Atatürk'ün Demokrasi Anlayışının Gençler Üzerindeki Etkisi" konulu ve "Deniz Kabukları" başlıklı yazısıyla Ozan ÖNEN - AYDIN İl 1.'liği Ödülü ve Mustafa Kemal Atatürk'ün manevi kızı Ülkü Adatepe'den Samsun'da alınan onur ödülü. (2000)
Aydın Belediye Başkanlığının "Şehrin Sorunları" Konulu Aydın İl MEM tarafından düzenlenen kompozisyon yarışmasında Asena DEVRİM Mansiyon Ödülü (1999)
"24 Kasım Öğretmenler Günü" konulu Aydın İl MEM tarafından düzenlenen şiir yarışmasında Eda GÜRSOY 2.lik (1999)
"24 Kasım Öğretmenler Günü" konulu Aydın İl MEM tarafından düzenlenen kompozisyon yarışmasında Ozan ÖNEN 2.lik (1999)
"Hz. Mevlana" konulu Aydın İl MEM tarafından düzenlenen şiir yarışmasında H.İbrahim DOKUYUCU 1.lik (1998)
2006-2007 Öğretim Yılıİl MEM tarafından Eğitimde Kalite Uygulamaları çerçevesinde düzenlenen Aydın'ın en kaliteli okulu yarışması 1. liği
2006-2007 Öğretim Yılı Milli Eğitim Bakanlığı Yılın Kaliteli Okulu/Ekibi Yarışmasında okul kategorisinde teşvik ödülü
Bumerang
Bumerang. Özellikle Avustralya yerlileri (Aborjin), ayrıca eski Mısırlılar ve Avrupalılar, Hindistan'ın bazı yörelerindeki kabileler tarafından silah olarak kullanılan yassı bir kesite sahip eğri bir sopa. Avustralya ve ABD'de hala spor aracı olarak kullanılmaktadır. Genellikle akasya ve okaliptus gibi sert ağaçlardan yapılmakta ve boyu 40–90 cm kada |
r olmaktadır. Eğriliği, kolları arasındaki açı 90°den büyük olacak şekildedir. Bazıları düz olarak fırlatıldığı yönde ilerler, bazıları ise havada bir dairevi yörünge çizerek tekrar geri gelirler. Her iki tipte de bumerang döndürülerek fırlatılır ve kendi ekseni etrafında bir daire çizerek döndüğünden dolayı bir jiroskop gibi kendisini havada dengeler. Aynı zamanda sahip olduğu aerodinamik şeklinden dolayı havada ilerlerken kaldırma kuvvetine maruz kalır. Böylece yere paralel olarak fırlatılan bumerangın çok uzak mesafelere gitmesi mümkün olur.
Geri dönen bumeranglar, kendi ekseni etrafında bir pervane gibi döndüğünde oluşan kurgusal daire düzlemi, dik düzlemden biraz sağa veya sola eğik olacak şekilde fırlatılır. Bu eğiklik sağ elle fırlatılan bumeranglarda sağa doğrudur. Dolayısıyla fırlatılan bumeranglar da sağa doğrudur. Dolayısıyla fırlatana göre sağdan başlayıp sola doğru dairevi bir yörünge çizerek geri gelir. Bumerang havada belli bir hızla hareket ederken aynı zamanda döndüğünden üst kısma gelen kolun havaya göre izafi hızı alttakinden daha fazladır. Çünkü dönme hareketinde cismin teğetsel hızı daireye teğet olacak şekilde yön değiştirir. Bu hız üst kısımda bumerangın hareketi yönünde, alt kısımda ise ters yöndedir. Üst kısmın hızının fazla olması, üst kısma daha fazla kaldırma kuvvetinin tesir etmesine sebep olur. Bu da dönen bumerangın oluşturduğu kurgusal daireyi, sağa eğik atılmışsa sola doğru devirmeye çalışır. Fakat kendi ekseni etrafında dönmesinden ileri gelen jiroskopik tesirle devrilmeyip, kurgusal dairenin dik ekseni etrafında dönme yapar. Bu hareket neticesi kurgusal dairenin yönü daima değişir ve neticede dairevi bir yörünge takib ederek ilk başlangıç noktasına gelir.
Acıgöl
Acıgöl aşağıdaki anlamlara gelebilir:
Noter
Noter, noterlik mesleğini yapan kişidir. Noterlik bir kamu hizmetidir. Noterler, hukuki güvenliği sağlamak ve anlaşmazlıkları önlemek için işlemleri belgelendirir ve kanunlarla verilen başka görevleri yaparlar. Her asliye ve münferit sulh mahkemesinin bulunduğu yerde, o mahkemenin yargı çevresindeki noterlik işlerini görmeye yetkili olmak üzere bir noterlik kurulur.
Noterlikler dört sınıfa ayrılır. Birinci, ikinci ve üçüncü sınıf noterlikler, Türkiye Noterler Birliğinin mütalaası alınarak Adalet Bakanlığınca sınıflandırılır. Bu sınıflandırmada, her noterliğin yetki çevresi içindeki nüfus, iş yoğunluğu ve noterlik geliri esas tutulur. Genellikle, aynı mahkemeye bağlı noterlikler aynı sınıftan sayılır.
Noterler üç sınıfa ayrılır. İlk defa üçüncü sınıf bir noterliğe atanarak mesleğe girenlerin, işe başladıkları tarihte üçüncü sınıf hizmeti başlar. Noterin ikinci ve üçüncü sınıfta asgari hizmet süresi dörder yıldır. Bu sürenin sonunda noterin sınıfının yükselebilmesi, Adalet müfettişi tarafından hakkında düzenlenen son hal kağıdında olumlu kanaat belirtilmiş olmasına bağlıdır. Noterliğin sınıfının yükseltilmesi noterin sınıfına tesir etmez.
Noterlerin meslek odası Türkiye Noterler Birliği'dir. Yurtdışında noterlik hizmetini konsolosluklar verir.
Bomba
Bomba, içi patlayıcı ve yanıcı maddeyle dolu, bir ateşleme düzeniyle donatılmış, madensel küre biçiminde yokedici ateşli silah.
Bombalar genelde dört bölümden oluşur. Bunlar dış kılıf, bombanın havada dengeli gitmesini sağlayan kanatçıklar, tapa ve tapayı ateşlemeye yarayan düzenektir. Bombalar hedeflere değişik biçimlerde gönderilebilir. Uçaktan bırakılabilir, bir roket yardımıyla fırlatılabilir, elle atılabilir ya da hedefe önceden yerleştirilip bir zaman yaralayıcısıyla patlatılabilir. Füze ile farklıdır. Bombalarda, top mermisindeki sevk barutu gibi itici bir madde bulunmaz. Ama ilk bombalar top mermisine benziyordu ve barut doldurulmuş metal bir küre biçimindeydi. Ağır ağır yanan bir fitille ateşlenerek patlatılıyordu. Düşman siperlerine elle ya da havan topuyla atılan bu tür bombalar ilk kez 16. yüzyılda kullanılmıştır.
El bombası denen küçük bombalar kol gücüyle 30 metre kadar uzağa fırlatılabilir. Ayrıca, özel tüfeklerle çok daha uzağa fırlatılabilen bombalar da vardır. II. Dünya Savaşı'nda denizaltılara karşı kullanılan su bombaları gemiden suya bırakılıyor ve istenilen derinliğe indiğinde patlatıyordu. Günümüzde ise, gelişmiş güdümlü su bombaları kullanılmaktadır.
Bazı bombalar gaz, duman ya da zehirli kimyasal maddelerle doldurulur. Bu tür bombalar, içindeki maddelere göre adlandırılır. Bunların başlıcaları kimyasal bomba, gaz bombası, sis bombası, biyolojik bomba ya da göz yaşartıcı bombadır. Ateşlendiği anda çok büyük bir ısı açığa çıkararak çevresindeki her şeyi yakan bombalara da yangın bombası denir. Bu tür bombalarda termit ve napalm gibi son derece yanıcı maddeler kullanılır.
Bombaların uçaktan fırlatılması ilk kez I. Dünya Savaşı’nda gerçekleşti. Daha önce bombalar bir savaş uçağına yükleniyor ve hedefin üzerindeyken elle aşağıya atılıyordu. Kanat altlarında ya da gövdenin içindeki özel bölmelerde bomba taşıyan savaş uçakları sonradan geliştirildi. Bombardıman uçakları denen bu uçaklardan bombalar doğrudan hedefe bırakılır.
İlk bombardıman uçakları 300 kg ağırlığında bombaları atabiliyordu. II. Dünya Savaşı'na girildiğinde artık her uçak en az 450-500 kilogramlık birkaç bombayı taşıyabilecek kapasitedeydi. İngiliz yapımı Lancaster bombardıman uçağı ise, 10 bin kilogramlık bir bombayı taşıyabilecek biçimde yapılmıştı. Bombalar, havanın direncini en aza indirmek için genellikle balık gövdesi biçiminde yapılır ve hedefe sapmadan ulaşması içinde kuyruk kısmına kanatçıklar takılır. Günümüzde radyo sinyalleriyle çalışan ateşleme düzenekleri sayesinde bombalar hedefe en çok zarar verebilecek yükseklikte patlatılabilmektedir.
II. Dünya Savaşı'nda Almanlar, bomba sınıfından sayılabilecek iki güçlü silah geliştirdiler. Bunlar V1 bombası ile V2 roketiydi. Bir uçan bomba olan V1, aslında burnun kısmında bir patlayıcı dolu bölmesi olan küçük bir jet uçağıydı. V1, otomatik pilotla hedefe ulaşmaya yetecek kadar yakıtla gönderiliyordu. Hedefin üzerinde yakıtı bitince de yere çakılarak patlıyordu. Almanlar II. Dünya Savaşı’nda 15 bin kadar V1 kullanmışlardır.
V2 roketleri, yakıt olarak alkol ve sıvı oksijen kullanıyordu. Bu roketler 100 kilometre yüksekliğe çıkabiliyor ve saatte 5.000 kilometrelik bir hıza ulaşabiliyordu. V2 roketlerinin bugünkü uzun menzilli füzelerin öncüsü olduğu söylenebilir. Ama fırlatıldıktan sonra hedefe varıncaya kadar yönlendirilebilen bugünkü güdümlü bombalar ya da füzeler, çok daha gelişmiş silahlardır.
Günümüzün savaş uçakları çok daha öldürücü ve şaşmaz bir duyarlıkla hedefi bulan bombalarla donatılmıştır. Yine de, birkaç nükleer başlık taşıyabilen kıtalararası balistik füzeler bütün bombardıman uçaklarından çok daha büyük yıkıma yol açabilen kapasitede silahlardır.
İlk atom bombası, II. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru ABD’de yapıldı. Nazi Almanya'sında da aynı konuda araştırmalar yapıldığı için atom bombasının yapımı çok gizli tutulmuştu. 1945'te Japonya’nın iki kentine atıldı. 6 Ağustos'ta Hiroşima'ya atılan ilk bomba yaklaşık 75 bin kişinin, 9 Ağustos'ta Nagasaki'ye atılan ikinci bomba da yaklaşık 39 bin kişinin ölümüne yol açtı. Atom bombasının bu yıkıcı gücü, uranyum ve plütonyum atomlarının bölünmesi sırasında açığa çıkan enerjiden kaynaklanıyordu.
ABD, 1952'de atom bombasından çok daha etkili ve yıkıcı bir silah olan hidrojen bombasını geliştirdi. Hidrojen bombasının ürkütücü boyutlardaki patlama gücü, hidrojen atomlarının birleşerek helyum atomlarına dönüştüğü termonükleer tepkimeden doğar. Bir başka deyişle, hidrojen bombasının patlaması bir çekirdek kaynaşması ya da birleşmesidir (füzyon). Oysa atom bombasınınki bir çekirdek bölünmesidir (fisyon).
Sovyetler Birliği, bu iki bombayı da ABD’den daha sonra geliştirdi. İlk atom bombasını 1949'da, ilk hidrojen bombasını 1953'te yaptı. İngiltere ise ilk atom bombasını 1952'de, ilk hidrojen bombasını 1957'de denedi. Daha sonra Fransa 1960'ta, Çin de 1964'te ilk atom bombalarını patlattılar .
Bir tek nükleer bombadan doğan patlama dalgaları ve açığa çıkan ısı, bütün bir kenti yok edebilecek güçtedir. Çevreye yayılan radyoaktif ışınlar ya da radyasyon da bütün canlıları öldürür ya da kuşaktan kuşağa geçecek onarılmaz hasarlara yol açar. Öte yandan bu ışınlar ve rüzgârla savrulan radyoaktif tozlar, uzun süre atmosferde kalabilir ve yeniden yeryüzüne indiğinde de (radyoaktif serpinti) canlılar için sürekli bir tehlike oluşturur.
Bu yıkıcı silahların kısıtlanması ve yasaklanması için 1963'ten bu yana silahsızlanma çalışmalar yürütülmüş ve bu çalışmalarda belirli bir başarı elde edilmemiştir.
Vaşak
Vaşak, kedigiller (Felidae) familyasından "Lynx" cinsini oluşturan orta büyüklükte etçil omurgalı ve yabani hayvan türlerinin ortak adı.
Kediye benzemekle birlikte normal kedi ağırlığından 5-6 kat daha ağırdırlar. Vaşakların ağırlıkları 18–25 kg arasındadır. Kulakları normal kediye kıyasla daha uzun ve uçları tüylüdür. Kış bastırdığında ise sadece kulaklarının üzerindeki tüyler değil tüm vücudu kalın bir tüy tabakası ile kaplanır. Patilerinin genişliği karda yürümelerini kolaylaştırır.Afrikalı vaşaklar, vücuduna oranla Afrika'nın en hızlı ve en tehlikeli hayvanıdır.Örneğin bir antilobun boynuna atılıp onu yere çekme yeteneğine sahiptir. Gövdelerine göre küçük kalan başları ve kısa kuyrukları ile ilk bakışta ürkütücü gözükseler de görünüşleri kesinlikle etkileyicidir. Renkleri kum renginden koyu kahveye kadar değişir. Evcilleştirilebilirler.
Vaşak türleri arasında görünüş farklılıkları mevcuttur. Engebeli arazilerde ve genellikle çam ormanlarında yaşarlar ama açık ormanlık araziler ya da diğer coğrafi mekanlarda da rahatlıkla yaşamlarını sürdürebilirler. Hatta denizden 3000 metre yükseklikte yaşayan vaşaklar bulunmaktadır.
Sadece iyi bir dağcı değil aynı zamanda iyi birer yüzücüdürler.Çok hızlı, çevik ve boyutuna oranla güçlü bir yırtıcı olduğundan kar tavşanı, kemiriciler, ördek, yer kuşları, balık ve bazen de geyik gibi hayvanları kendilerine av yaparlar. Her vahşi kedide olduğu gibi avını mükemmel gözler ve yaklaştığı |
nı hissettirmez. Vaşaklar istisnai durumlarda avlanırken birlikte hareket ederler. Özellikle tavşan gruplarını avlarken birlikte hareket ettikleri görülür. Avlanma zamanı olarak geceden ziyade gündüzü tercih ederler.
Çiftleşme döneminde egemenlik alanının dışına çıkarlar. Genellikle de Ocak sonu ya da Mart başı arasında çiftleşirler. Dişi vaşakların hamileliği yaklaşık 70 gün sürer ve 2 ila 3 yavru doğurur. Yavrular annelerinin bir dahaki çiftleşme dönemine kadar ayrılmazlar. Dişi vaşaklar 21 aylıkken erkek vaşaklar ise 33 aylıkken erginleşirler.
Doğal hayatın bir parçası olan vaşaklar insanoğlunun tehdidi altındadır. 600 kadar vaşağın yaşadığı Norveç'te sadece 2 ay içinde 117 vaşak avcılar tarafından öldürülmüştür. World Conservation Union (~Dünya Koruma Birliği) açıkladığı nesli tehlike altındaki 120 memeli türü arasında vaşaklara da yer verilmiştir. Vaşakların avlanılması yaşadıkları ülkede hala yasaklanamamıştır.
Amanita verna
Amanita verna, Amanitaceae familyasından çok zehirli bir mantar türü. Bu tür özellikle Avrupa'da bahar aylarından belirmektedir. Bu mantar, çok yıllık bitkilerle veya tek yıllık bitkilerle ortakyaşam içine girebilir.
Mehmet Coral
Mehmet Coral (d. 1947, İzmir) Türk yazar. İzmir Maarif Koleji (Bornova Anadolu Lisesi)'ni bitirdi. Amsterdam Üniversitesi'nde iş idaresi ve ekonomi üzerine ihtisas yaptı. Mezun olduktan sonra Lahey Uluslararası Hukuk Akademisi'nde lisans üstü çalışmalar yaptı. Ardından İstanbul'a yerleşti. 1990'lı yıllardan itibaren yazarlığa başladı. 1999'da Türkiye'yi temsilen katıldığı Balkan halkları edebiyat ödülü Balkanika'da ödül komitesince eserlerinin, bütün Balkan dillerine çevrilmesine karar verildi. Kitapları İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve Yunanca'ya çevrildi.
Piksel
Piksel. Dijital göstergelerde görüntünün elde edilmesini sağlayan ve kontrol edilebilen en küçük birimdir. Pikselin Türkçesi "Gözek" olarak adlandırılmaktadır. Benek ise İngilizcede spot ile anlamına gelerek ana bir renk içerisindeki farklı renkteki küçük taneciklere verilen addır. Renkli görüntü sistemlerinde, bir rengi oluşturmak için üç veya dört renk kullanılır. Bu renkler kırmızı, yeşil ve mavi veya ciyan, eflatun, sarı ve siyahtır.
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, 20 Temmuz 1982 tarih ve 41 sayılı kanun hükmünde kararname ile kurulmuştur.
Üniversite Van Gölü'nün kuzey kıyısında ve Erciş yolu 15. km'de yerleşmiştir. 30.000 civarı öğrencisi bulunan Üniversite 23 Ekim 2011 tarihinde yaşanan büyük Van Depremi nden dolayı eğitime bir süre ara vermiştir. 2011-2012 Akademik yılını büyük sıkıntılar içerisinde tamamlayan üniversitede 2012-2013 Akademik takvim açılışı Tıp Fakültesi haricinde 30 Ekim 2012 tarihine kadar ertelenmiştir.
Ağlama Bebeğim (albüm)
Ağlama Bebeğim, Ahmet Kaya'nın 1984 yılında çıkardığı ilk albümüdür.
Asu Maralman
Asu Maralman, (d. 20 Şubat 1948, İstanbul) Ermeni asıllı Türk şarkıcı, müzisyen ve oyuncu.
Gerçek adı Silvia Bursalıoğlu'dur. Çocuk yaşlarda evde piyano ve şan eğitimi ile müziğe başladı. 70’li yılların başında “Şimdi Sen Varsın Dünyamda” plağıyla ünlenen Nonna Bella’nın (Azad Bursalıoğlu) kız kardeşidir.
1961 yılında düzenlenen Caddebostan Ses Yarışması’nda birinci oldu ve ablası gibi kendini müzik dünyasının içinde buldu. İtalyan Ticaret Lisesi’nde okurken gizli olarak çeşitli düğün salonlarında sahne çalışmaları yaptı ve daha sonraları Uğurtan Günal, Önder Bali, Boğaziçi Orkestrası (Ersan Erdura ile birlikte) eşliğinde çeşitli yerlerde dans müziği yaptı.
1968 yılına kadar yaptığı bu sahne çalışmalarına Silvia Bella adında çıktı. 1967 yılında Orhan Şevki ile evlendi ve kendi orkestralarında çalışmaya başladı. Evlendikten sonra ‘Asu Maralman’ adı ile sahneye çıkmaya başladı.
İlk plağı olan “Bir Görsem Ölmeden – Nerdesin” 1971 yılında Diskotür firmasından yayınlandı. Profesyonel olarak ilk defa 1973 yılında Zeki Müren desteğiyle Erenköy Lalezar Gazinosu’nda sahneye çıktı. 1974 yılında ‘Bir Ayrılık, Bir Yoksulluk, Bir Ölüm’ adlı parça ile 1. Toplu İğne Beste Yarışmasında finale kaldı ama dereceye giremedi.
1977 yılında sözlerini Bülent Pozam’ın yazdığı Selmi Andak bestesi “Bal Gibi Olur” 45liği ile en büyük çıkışını yaptı. Bu çıkışın arkasından gelen “Sabah Ola Hayrola” ve “Şarkılar Yazdım” 45'likleri ile başarısını devam ettirdi. 1980 yılında kendisinin finanse ettiği, ilk ve tek LP’si olan “Bağrı Yanık Dostlara” yayınlandı.
1983 yılında gazinolarda ve gece kulüplerinde yaptığı sahne çalışmalarını bıraktı. 1986 yılında “Pop-Folk” adında, türkülerin aranje edildiği bir kaset çalışması yaptı. 1987 yılında Amerika ve Kanada’da bir yıl boyunca sahne çalışmalarında bulundu. 1989 yılından itibaren turistik tesislerde on iki dilden şarkılar söylediği programlara başladı.
2000 yılında Ada Müzik tarafından Eski 45’likler projesi dahilinde 45’liklerinden derlenen şarkılardan oluşan “Best Of” albümü yayınlandı.
2006 yılında Star TV'de yayınlanan "İki Aile" dizisinde rol almıştır. Dizi 93 bölüm sürmüştür.
Ağlama Bebeğim
Kara Ahmed
Kara Ahmed (1870, Razgrad - 1902, Eyüpsultan), Türk güreşçi.
Bugün Bulgaristan sınırları içinde bulunan Deliorman'ın Razgrad şehrindeki Omurbey köyünde doğdu. Uzun Ali Ağa'nın oğludur. Küçük yaşta güreşe başladı. Yirmi yaşlarında Rezgrad yörelerinde başa çıktı. İlk ustasının yakın köylüsü Torlaklı Hafız Pehlivan olduğu sanılıyor. Döneminin ünlü pehlivanlarından Hergeleci İbrahim'in çırağı olarak yetişti. Kuvveti ve güreş yeteneği sayesinde kısa zamanda adını duyurdu. 1892'de İstanbul'a gelerek bir müddet Tahtakale Leblebici Han'da kaldı. Bu sırada yakın köylüsü Ezelceli Hergeleci İbrahim Pehlivan'a çırak oldu ve Mısırlı Prens Abbas Halim Paşa'nın himayesine girdi. Hayatının en başarılı güreşlerini Fransa ve Rusya gibi ülkelerde yaptı. 1897'de öğretmeni Hergeleci İbrahim ile birlikte ilk kez Avrupa'ya gitti ve orada yaptığı tüm güreşleri kazandı.
1899'da 20. yüzyıla giriş nedeniyle Paris'te düzenlenen büyük fuar dolayısıyla yapılan ilk dünya güreş şampiyonluğu müsabakalarına katıldı. Bu şampiyonada dünyanın en seçkin güreşçilerini birbiri peşi sıra yenerek ilk resmi dünya şampiyonluğunu kazandı. İstanbul'a döndüğünde padişah II. Abdülhamid tarafından Osmanî Nişanı ile ödüllendirildi. 1902 yılında hastalanarak vefat etti. Kabri Eyüp semtindedir.
Lale Müldür
Lale Müldür, (d. 1956, Aydın) Türk şair ve yazar.
Liseyi Robert Kolej’de bitirdi. Şiir bursu alarak İtalya'ya Floransa’ya gitti. Türkiye’ye dönüşünde birer yıl Orta Doğu Teknik Üniversitesi Elektronik ve Ekonomi bölümlerine devam etti. 1977’de Birleşik Krallık'a giderek Manchester Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden lisansını, Essex Üniversitesi Edebiyat Sosyolojisi Bölümü’nden master derecesini aldı. 1983'te Belçikalı ressam Patrick Jacquart ile evlenerek Brüksel'e gitti. 1983-1986 arasında burada yaşadı. 1986'da yurda döndü.
İlk şiirleri 1980’de Yazı ve Yeni İnsan dergilerinde çıktı. Gösteri, Defter, Şiir Atı, Oluşum, Mor Köpük, Yönelişler, Sombahar dergilerinde birçok şiir ve yazısı yayınlandı. Şiirlerinden bazıları bestelendi ve filmlerde kullanıldı.
Şiirlerinden bir seçki "Water Music" adıyla Dublin’de yayınlandı (Poetry Ireland, 1998). Fransız ressam Colette Deblé’nin resimleri üzerine yazdığı şiirler ise Fransız Enstitüsü’nden "Yağmur Kızı Böyle Diyor" adıyla Fransızca yayınlandı.
Bir dönem Radikal gazetesinde yazdı. Yurt dışındaki birçok toplantıda Türkiye’yi temsil etti. Türk şiirinin lirizm birikimleriyle ilintisiz, imge ya da görüntü düzeyinden çok beslendiği farklı kültürlerdeki kavramlar ve kaynaklar üzerine kurulu Türk şiirinin köşe taşlarından sayılan bir şiiri vardır.
1998'de yazdığı Divanü lügat-it-Türk isimli kitabı Fransız bir Türkolog tarafından Fransızca'ya çevrilmiştir. Halen çok sayıda yabancı yayınevinden teklif almaktadır . Şairin, New York'ta yayımlanacak bir şiir kitabının çevirisi ise devam etmekte ve şiirlerinin bir kısmı İsrail'de İbranice'ye çevrilmektedir.
13.İstanbul Bienali’nin başlığı, şairin “Anne, ben barbar mıyım?” isimli deneme kitabından alınmıştır.
Musa Çözen
Musa Çözen, (d. Kırşehir, Türkiye), Türk yönetmen.
TRT'de başladığı meslek hayatına özel televizyonların kurulması sonrasında başta Süper Lig karşılaşmalarının yayını olmak üzere canlı yayın yönetmeni olarak devam etmektedir. Aralarında "32. Gün" de olmak üzere birçok televizyon programının da çekimlerinde yönetmenlik görevi üstlenmiştir.
Serxwebûn
Serxwebûn (), PKK'nın ilk kuruluş yıllarında çıkardığı siyasi ve ideolojik dergi.
Türkçe olarak yayın yapan derginin İlk genel yayın yönetmeni Mazlum Doğan'dır. Dergi her ay yayınladığı yazılarda gündemdeki politikaları ele almış ve PKK'nın bu politikalara karşı takındığı siyasi tutum aktarılmıştır.
Almanya'da basılıp dağıtılan derginin Türkiye'de yayımlanması yasaklanmıştır. Ayrıca Türkiye üzerinden derginin internet sayfasına da erişim yasağı uygulanmaktadır.
Bülent Akarcalı
Bülent Akarcalı (d. 17 Kasım 1943, İzmir), Türk siyasetçi.
Saint Joseph Fransız Lisesi ve Brüksel Üniversitesi Ekonomi Bilimleri Fakültesi mezunudur, aynı fakültede İktisadi Analiz ve İktisadi Politika alanında yüksek lisans yapmış, daha sonra aynı üniversite bünyesinde araştırmacı uzman olarak görev almıştır. Türkiye'ye dönüşünde dış ticaret ve müteahhitlik hizmetleri ve sigortacılık yapmıştır. Sonradan Eti Bisküvi ve İMTAŞ Sigorta genel müdürü olmuştur. Türkiye Demokrasi Vakfı kurucusu ve başkanı, Bilgi Üniversitesi kurucusu ve yöneticisidir. Siyasi hayatında 17., 18., 19., 20. ve 21. Dönem'de ANAP İstanbul Milletvekilliği ile Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı ve Turizm Bakanlığı yapmıştır. Evli, 2 çocukludur, çok iyi düzeyde Fransızca ve İngilizce bilmektedir.
Kapalı mekanlarda sigara içme yasağı Bülent Akarcalı'nın çabalarıyla kanunlaştırılmıştır.
Coşkun Sabah
Coşkun Sabah, (d. 16 Ekim 1952; Diyarbakır, Türkiye), Süryani asıllı Türk şarkıcı, besteci, udi.
Annesinin adı Roza, babasının adı Tekin'dir. Evli ve iki kız babasıdır, kızına annesinin adını koymuştur. |
Çok sayıda hit olmuş bestesi vardır ve 1980'li yılların sonu 1990'lı yılların başında büyük bir çıkış yakalamış olup Tsm-Pop ve Fantezi müzik arasında, kendisinin "Coşkun Sabah tarzı" olarak adlandırdığı bir tarzda müzik yapmıştır. Son yılların önemli ud virtüözlerindendir.
1990 yılında piyasaya çıkan "Beni Unutma-Aşığım Sana" adlı albümü 1990 yılı itibarıyla Türkiye'de tüm zamanların en çok satan çalışmasıdır (3 milyon adet). Altın çağlarını yaşadığı dönemlerde işletmeciliğini de kendisinin yaptığı "Sies" isimli mekanda çıkmaktaydı. Önce "Özel Konser" isimli kaseti yüzünden, 3 kaset yaptığı Oscar Plakçılık' la, daha sonra "Gel Gelebilirsen" isimli kasetini şarkılarının üzerine şiirler ekleyerek tekrar piyasaya süren plak şirketiyle ve en son olarak da 1992'de bitmeden ve izinsiz olarak piyasaya sürülen "İsyanlardayım" isimli albüm nedeniyle 3 albüm çıkardığı Emre Plakçılık' la davalık oldu.
Kütahya'da yapılan konserinde şimdiye kadar yaptığı en iyi bestesinin "Anılar" olduğunu ifade etmiştir.
Kışın İstanbul'da sahne almakta, yazın ise yeni besteler yapmak için Bodrum Türkbükü' ndeki evine kapanmaktadır. Gülben Ergen' in de aranjörlüğünü yapan Taşkın Sabah kardeşi, keman ve ud sanatçısı olan ve Avustralya'da yaşayan Bülent Sabah ise ağabeyidir.
Elektro Udun yaratıcısı
1997 yılında tasarladığı elektro ud ile sahne performansını artıran Sabah, elektro udunun patentini almadığı için çok pişmanlık duymaktadır . Elektro ud ile sahnede daha aktif olan Sabah, artık sahneye hep bu udla çıkmaktadır.
"Hatıram Olsun, Anılar, Aşığım Sana, Aşk Kitabı, Baharı Bekleyen Kumrular Gibi, Sen Bambaşkasın, Benimsin, Beni Unutma, Gelebilirsen, İsyanlardayım, Var mı Böyle Bir Sevda, Son Buluşmamız, Bir Pazar Günü, İşte Bizim Hikayemiz, Okyanus."
Pegasus firmasının reklamında rol alan Coşkun SABAH, oldukça popüler olan "Anılar" eserini reklam formatına göre mizahi bir eda ile yorumlamıştır.
Albüm - LP
Albüm - Kaset
Albüm - CD
Knesset
Knesset, İsrail devletinin yasama organıdır. Knesset kelimesi İbranice "meclis" anlamına gelir. (İbranice sinagog / tapınak anlamına gelen "Beit Knesset" ile karıştırılmamalıdır.)
İsrail hükümetinin yasama organıdır. Kanun koyma, Başbakan ve Cumhurbaşkanı atama (Başbakan sembolik olarak Cumhurbaşkanı tarafından atanır), hükümetin icraatlerını kontrol etme, Cumhurbaşkanını görevden alma, meclisi dağıtma ve erken seçime gitme yetkileri vardır. Erken seçim olmadığı sürece, 18 yaşını doldurmuş kişilerin oylarıyla dört senede bir seçilirler. Hükümetin kurulabilmesi için meslis üyelerinin çoğunluğu kurulacak hükümeti onaylaması gerekir.
Knesset'in kanunen parlamenter egemenliği bulunur, basit çoğunlukla (bazen İsrail'in Temel Yasaları'yla celişse bile) yasalar çıkarma hakkına sahiptir.
Knesset, uygun konularda yasa tasarılarını düzenlemek amacıyla komitelere bölünmüştür. Komite başkanları, komite üyeleri tarafından meclis komitesinin önerisi üzerine seçilir. Her bir komitenin farklı gruplardan oluşmuş olması, Knesset’in yapısını temsil eder. Komiteler kendilerine alt komiteler seçebilir ve diğer komitelerle, birden fazla komiteyi ilgilendiren konular için birleşik komiteler oluşturabilir. Görüşmelerini ileri seviyeye taşımak için komiteler; bakanları, kıdemli yetkilileri ve uzmanları, tartışmalarına davet ederler. Komiteler, herhangi bir konuda, ilgili bakandan bilgi veya açıklama talep edebilir ve ilgili bakan da talebe cevap vermek zorundadır.
Knesset’te dört türde komite bulunur. Daimi komiteler, kendi yetki alanlarına giren konulardaki yasalara eklemeler yapar ve yasama sürecini başlatabilir. Buna rağmen, bu tür yasama süreçleri, Temel Kanunlar ve Knesset’i, Knesset’e yapılacak seçimleri, Knesset üyeleri ya da devlet denetçisini ilgilendiren kanunlar içindir. Özel Komiteler, daimi komitelere benzer bir şekilde çalışır ama gündemde olan özel konular için görev alırlar. Geçici olabilir ya da daimi komite olabilirler. Parlamento soruşturma komitesi, genel kurul tarafından, milli öneme sahip olduğu belirlenen özel konular için görevlendirilir. Ek olarak, ihtiyaç doğduğunda oluşturulan iki tip komite vardır: Knesset içi prosedürlerle ilgili başvuru ve şikayetleri değerlendiren Yorumlama Komitesi ve Knesset ile ilgili konularla ilgilenen Halk Komiteleri .
Diğer komiteler arasında, Düzenleme Komitesi ve Etik Komitesi. Etik Komitesi, Knesset üyeleri arasında ahlaki kuralları ihlal eden ve meclis dışı yasadışı faaliyetlere katılan meclis üyelerinin soruşturulmalarıyla sorumludur. Sorumlulukları çerçevesinde, herhangi bir meclis üyesi üzerine çeşitli yaptırımlarda bulunabilir, ama üyenin oy verme hakkını elinden alamaz. Düzenleme Komitesi, daimi komitelerinin kurulumları üzerine her seçim sonunda önergeler sunar, komite başkanlarını önerir, partilerin Knesset’teki oturma düzenini yapar ve meclis üyeleri ve partilere odalar dağıtır .
Knesset’in 120 üyesi vardır ve bu sayı reform bekleyen bir konu halini aldı. 1996’da, Adalet Bakanı Yossi Beilin başarıya ulaşamayan ‘Norveç Kanunu’nu ileri sürdü. Kanuna göre, kabineye seçilen vekillerin vekilliklerini bırakmaları gerekecek ve yerlerine partilerinden diğer üyelerin gelmesini sağlanacaktı. Böylece mecliste daha aktif bir grup olacak, kabine üyeleri de verimli bir şekilde çalışacaktı. Bu yasa önerisi, Yitzhak Levi ve günümüzde başbakan olan Benjamin Netanyahu tarafından da desteklendi.
120 meclis üyesi (MK’lar) 4 yıl olmak üzere seçilir (genelde erken seçimlere gidilir). 18 yaşını doldurmuş ya da daha yaşlı İsrail vatandaşı seçimlere katılabilir. Seçimler gizli oylama ile yapılır. Knesset’teki sandalyeler birçok parti içinden seçilmiş üyelere D’Hondt Metoduyla verilir. Bir parti Knesset’te yer almak için %2 barajını geçmek zorundadır. Partiler kapalı listeyle kendi adaylarını seçerler. Böylece oy verenler partiye oy verirler.
Barajın %2 olmasından dolayı ve Knesset içindeki partilerin sayısının çok olmasından dolayı, Knesset’in yasama faaliyetleri çok verimli ve hızlı ilerlemez. Barajın çok düşük olmasından dolayı hiçbir zaman hükümet iktidar bir parti tarafından oluşturulmamıştır ve hükümetler hep koalisyonlardır. Koalisyonların doğasından gelen istikrarsızlıktan dolayı genelde İsrail’deki hükümetlerin ömrü genelde ortalama 25 aydır.
Knesset ilk olarak 20 Ocak seçimlerinden sonra 14 Şubat 1949 yılında toplandı ve manda dönemi boyunda Yahudi toplumunun meclisi olma görevini üstlendi. ‘Knesset’ terimi antik Büyük Toplantı ya da Büyük Sinagog (İbranice: כְּנֶסֶת הַגְּדוֹלָה) tan türedi. Daha çok dini bir topluluk olduğundan, Bu büyük tarihi meclisle günümüzdeki arasında sadece sayı (120 kişi) benzerliği vardır.
1948’deki Arap-İsrailli Savaşından önce, Knesset, batı Kudüs’te Şeyh Badr adıyla bilinen ilçede bir tepe üzerindeydi. Şimdi ise Givat Ram’da. Israil Devlet’ine bir hediye olarak, Knesset, James A. Rothschild tarafından finanse edildi. Knesset, Kudüs Yunan Ortodoks Patriği’nden kiralanan bir alan üzerine inşa edildi .
Doğuş (şarkıcı)
Orhan Baltacı, ya da tanınan adıyla Doğuş (d. 30 Haziran 1974, Almanya), Türk şarkıcı.
Doğuş, 30 Haziran 1974'te Almanya'da doğdu. Aslen Rize, İkizdereli olan şarkıcı 4 yaşına kadar Almanya'da yaşadı. 4 yaşında ailesiyle birlikte Türkiye'ye taşındı. Aile içi sorunlarından dolayı evden kaçtı ve çocuk yaşta sokakta yaşamaya başladı. Çeşitli zorluklarla karşılaştı. Adını "Doğuş" olarak değiştirdi. Survivor'da yarıştı. 2014 yılının Kasım ayında Azerbaycanlı sunucu Hoşkedem Hidayetkızı ile evlendi, ikiz çocukları var
Çalışma hayatına başlangıcını 1997 yılında İskender Ulus prodüktörlüğünde kendi söz-müziklerinden oluşan "DOĞUŞ" adlı albümüyle yaptı. İlk albümü olmasına rağmen "Gamsız", Uyan", "Ben Sensiz Ne Yaparım" gibi şarkıları liste başı oldu.
1998'de "Yalancı", "Milyonda Bir", "Bunun Adına Yürek Derler" gibi parçaları içeren kariyerinin ikinci albümü olan Doğuş ve Şarkıları'nı çıkardı.
2000'de Almanya'da yapılan kariyerinin üçüncü albümü Hadi Hızlandır ile şarkıcılık kariyerine devam etti. Albümde "Gülüm", "Günah Pazarı", "Bebişim", "Ayrılmalıyız" gibi bilinen şarkıları da vardı.
2001'de dördüncü albümü Sevdim'i, Temmuz 2002'de ise beşinci albümü Denge'yi çıkardı.
İkinci bir 2 yıllık aranın ardından Haziran 2004'te 6. His adlı albümünü çıkardı.
Yıllardır bir aile olduğu Ulus Müzik'ten ayrıldı ve Promise Production ile anlaştı. Ardından Tam Doğuş adlı albümünü çıkardı. Bu albümünde Grek ezgilerini de içeren şarkılar yer aldı.
Daha sonra Doğuş kendi müzik firması olan Doğ Müzik'i kurdu ve ilk prodüktörlüğünü Elif Karlı'nın albümünde yaptı.
Promise Production'da şanssızlıklar yaşayan Doğuş, DSM'ye geçti. Ekibinde köklü değişikliklere gitti ve DSM etiketiyle "Bozuk" isimli maksi teklisini çıkardı. Bu albümde bir de olan "Don’t Cry" isimli Ceza’nın ingilizce versiyonu bulunmaktadır. Ayrıca bu şarkısına çektiği klibi Doğuş'un ilk video klibi oldu.
Doğuş'un 2006′daki dev projelerinden biri de yıllardır üzerinde çalışılan Unicef yararına çekilecek film. Doğuş bu filmde başrolde hayatını oynacaktır.
Doğuş 2006 yılında 6 ay arayla 2. ve aynı zamanda tamamen tarzını değişerek arabesk bir albümle sevenleriyle tekrar buluştu. Albüm 21 Ekim 2006 tarihinde raflardaki yerini aldı. Albümle birlikte aynı gün ilk videoda albümün 1 numaraları şarkısı "Dönek"e çekildi.
2008'de "Ten" adlı maksi teklisini çıkararak aynı zamanda yurtdışında yabancı şirketle çalışmasını tamamladı. Proje DSM etiketiyle Türkiye müzik piyasasında yerini aldı.
2009'da "Onbirde Bir" albümünün şarkıları kendisine ait olan söz ve müzik albümünde solist performansı sergiledi.
2010'da Kırık Hançer albümünde Doğuş, Cankan ve Niran Ünsal ile düet yaptı. Albümün çıkış parçası olan "Gitme" isimli şarkı için İshak Paşa Sarayı'nda klip çekildi. Klibin yönetmenliğini Doğuş kendisi üstlendi.2014 yılında Azerbaycanda Seni Axtariram isimli programin sunucusu olan Xosqedem Baxseliyeva ile evlendi
Muzaffer Eryılmaz
Muzaffer Eryılmaz, (d.1949) Çankaya, Ankara ilçesinin eski belediye başkanı.
Süvari astsubayı olan babasının görevi nedeniyle |
bulundukları Sarıkamış'ta, 1949 yılında doğdu. Bunun dışında bütün eğitim ve mesleki yaşamı Ankara'da, Çankaya'da geçti.
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde gördüğü eğitimin ardından aynı kurumda Radyoloji Bölümü'nde uzmanlık eğitiminin ardından, aynı bölümde öğretim üyesi olarak görev yaptı. Evli ve iki çocuk babasıdır.
1968 yılında Hacettepe Üniversitesi Sosyal demokrat Derneği'nde başladığı siyasi yaşamını, 1969'da Çankaya İlçe Gençlik Kolu'nda, 1970'de Ankara İl Gençlik Kolu'nda, 1972'de Sosyal demokrasi Dernekleri Federasyonu'nda sürdürdü. 1974'de CHP Gençlik Kolları Merkez Yönetim Kurulu üyeliği ve genel sekreterlik görevine seçildi. 1977'de CHP ve Ankara Belediyesi tarafından 250 mahallede yürütülen hizmetlerin koordinasyonunu yaptı.
"Yamyamlar" sözü ile ünlenen Eryılmaz, Belediye başkanlığı sırasında gerçekleştirdiği sağlık işleri ihalelerinde yolsuzluk yaptığı iddiasıyla yürütülen bir soruşturmadan sonra tutuklandı. Halen Elmadağ Cezaevi'nde tutuklu bulunan Eryılmaz'ın meclis üyelerini suçladığı kasetleri yayınlanınca CHP'de şok etkisi yaratmıştı. CHP, bu olay nedeniyle Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunmuştu.
12 Aralık 2012'de serbest bırakılmıştır.
Cevat Durak
Cevat Durak (d. 10 Şubat 1955, Malatya), İzmir'in Karşıyaka ilçesinin CHPli belediye eski başkanıdır.
10 Şubat 1955 yılında öğretmen bir ailenin çocuğu olarak Malatya'da doğdu. Lise eğitimini Malatya Turan Emeksiz Fen Lisesi’nde, yükseköğrenimini ise Ege Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Fakültesi'nde tamamladı. Daha sonra aynı Fakülte’de bir dönem öğretim görevlisi olarak hizmet verdi. Lise öğrenimi sırasında Karayolları bünyesinde işçi olarak başladığı çalışma hayatını 30 yılı aşkın bir süre Karşıyaka'da sürdürdü. Eğitimi gereği meslek yaşamında mühendislik hizmetleri üzerine çalıştı. Konut, fabrika ve işyeri inşaatları yaptı.
Amatör sporları destekleyen Durak, bir dönem Bostanlıspor Kulübü Başkanlığı yaptı. İnşaat Mühendisleri Odası, Ege Üniversitesi Mezunları Derneği’ne ve KSK'ye üye olan Durak, Bayındırlık Bakanlığı tarafından verilen inşaat mühendisliğinde ehli vukuf (uzman bilirkişi) belgesine sahiptir. 1977 yılında CHP'ye üye olan Cevat Durak, 1983'de SODEP ve 1984'de ise SHP’ye üye oldu. 1989-1991 yıllarında iki yılı aşkın bir süre SHP Karşıyaka İlçe Başkanlığı görevinde bulundu. 1992 yılında CHP'nin Karşıyaka Kurucu İlçe Başkanı olan Durak, dört yıl İlçe Başkanlığı, bir yıl İl Yöneticiliği ve birçok defa Kurultay Delegeliği görevlerinde bulundu ve Parti Tüzüğü’nün hazırlanmasında görev aldı.
Cevat Durak 2004 yılı seçimlerinden büyük bir başarı ile çıkarak Karşıyaka Belediye Başkanı oldu. 2009 seçimlerinde de % 64,27 oy oranıyla yeniden bu göreve seçildi.
2014 seçimlerinde partisi tarafından aday gösterilmedi. Yerine Hüseyin Mutlu Akpınar gösterildi ve seçimlerde Cevat Durak yerine Belediye başkanı olmuştur.
Birsen Durak ile evli olan Cevat Durak'ın Burak ve Elif adında iki çocuğu, beş torunu bulunmaktadır.
Clipperton Adası
Clipperton Adası (Fransızca Île de Clipperton, [il dö klipërton] Île Clipperton ya Île de la Passion), Büyük Okyanusda 11 km²lik Fransız ıssız bir mercan adası.
Fransa'ya bağlıdır. Üzerinde yerleşim yoktur. İsmini İngiliz korsan John Clipperton'dan alır.
Orta Amerika'da, Kuzey Pasifik Okyanusunda, Meksika'nın 1,120 km güneybatısında yer almaktadır.Ülkede Tropikal iklim hakimdir.
Ülke hukuki olarak Fransa'ya bağlıdır.
Ülkede 115 balık türü bulundurmasına rağmen tek ekonomik etkinlik ton balıkçılığıdır.
Navassa Adası
Karayib Denizi'nde küçük bir adadır. 1850'lerde ABD'den bir gübre şirketi adayı sahiplendi ve fosfat çıkarmaya başladı. 1898'de ada tamamen terkedildi. Şimdi adada insan yaşamamaktadır.
Küba'nın Guantanamo Körfezi'nin güneyinde, Jamaika ve Haiti arasında yer alan, sadece stratejik bir yere sahip olabilecek bir toprak parçasıdır.
Haiti adanın kendisine ait olduğunu iddia eder, ancak ABD tarfından bu istek kabul görmez.
Batı Şeria
Batı Şeria (Cisürdün) (Arapça: الضفة الغربية, (ed-Diffa el garbiyya), İbranice: הגדה המערבית, (heagadah hema'ravit), Orta Doğu'da batı, kuzey ve güneyinde İsrail, doğusunda ise, Şeria nehri ve Lût Gölü ile çevrili bölgedir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasının ardından bölge Britanya yönetimindeki Filistin Mandası'nın bir parçası haline geldi. 1948 Arap-İsrail Savaşı'nın ardından Batı Şeria Ürdün tarafından ilhak edildi. 1967 yılında gerçekleşen, Altı Gün Savaşı'nda bölgeyi İsrail işgal etti. Bölgenin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ve Uluslararası Adalet Divanı tarafından İsrail işgali altında olduğu kabul edilmektedir. Batı Şeria, şu an itibarı ile Filistin Devleti kontrolündedir. Ancak Filistin Devleti çok az devlet tarafından tanındığı için Batı Şeria yönetimi, meşru olarak hiçbir devlete ait değilmiş gibi gösterilmektedir.
1995 yılında Yaser Arafat ve İzak Rabin arasında yapılan İkinci Oslo görüşmesinin ardından Batı Şeria A (yüzde 17), B (yüzde 24) ve C (yüzde 59) bölgeleri olarak üçe ayrıldı. A bölgesi tamamen Filistin Otoritesi'ne, B bölgesi Filistin Otoritesi ve İsrail'in ortak yönetimine ve C bölgesi de tamamen İsrail kontrolüne verildi. Filistin nüfusunun yüzde 98'i A ve B bölgelerinde yaşıyor.
CIA World Factbook'a göre Batı Şeria'da yaklaşık 2,5 milyon Filistinli yaşamakta. Yine aynı kaynağa göre Batı Şeria'da 187.000, Doğu Kudüs'te ise 177.000 kadar İsrailli yerleşimci bulunmakta. 2006 yıllı verilerine göre nüfus artışı yüzde 3,06'dır. Nüfusun yüzde 75'i Sünni ağırlıklı olmak üzere Müslüman, yüzde 17'si Yahudi ve yüzde 8'i Hıristiyan'dır.
İsrailli "Barış, Şimdi" örgütüne göre 2008 yılında Batı Şeria'da 1518 yeni Yahudi yerleşim birimi inşa edildi. Bu durum önceki yıla göre yüzde 60 oranında artış anlamına geliyor. Yerleşim faaliyetlerinin dondurulması, bölgede çözüme yönelik olarak yapılan uluslararası anlaşmalarda yer alan isteklerden biri.
Bugün Batı Şeria olarak bilinen topraklar 1516 yılında Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı topraklarına eklendi. I. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasının ardından Filistin Mandası'nın bir parçası olarak Britanya yönetimine geçti. 1947'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Filistin'i Yahudiler ve Araplar arasında bölüştürmeye karar verdi. 1948'de İsrail'in kurulmasının ardından çıkan 1948 Arap-İsrail Savaşı'nda Batı Şeria Ürdün tarafından ele geçirildi ve 1950'de de ilhak edildi. 1967'de Altı Gün Savaşı'nda İsrail Batı Şeria'yı işgal etti. 1988 yılında Ürdün Batı Şeria üzerindeki iddialarından vazgeçti ve tüm haklarını Filistin Kurtuluş Örgütü'ne devretti.
Gazze Şeridi
Gazze Şeridi (Arapça: قطاع غزة , "Kıta'a Gazze", İbranice: רצועת עזה Retzu'at 'Azza), Filistin'in batısında, Akdeniz kıyısında bir sahil şeridi. Filistin Özerk Yönetimi kontrolündedir.
Adını en büyük şehri Gazze'den alır. Güneybatı'da Mısır, kuzeyde ve doğuda İsrail ile komşu, uzunluğu 41 km., genişliği ise 6 ile 12 km.ler arasında değişen Gazze Şeridi'nin 360 km²lik alanında 1.4 milyon insan barınır.
1967 yılından 2005 yılına kadar İsrail tarafından yönetilen Gazze Şeridinde İsrail, Filistin Özerk Yönetimi ile yapılan Oslo Anlaşmasına uygun olarak hava sahasının, su kaynaklarının ve kıyı boyundaki deniz ulaşımını kontrol etmeye devam etmektedir.
Gazze Şeridi Orta Doğu'da, 31-25 Kuzey enlemleri, 34-20 Doğu boylamları arasında bulunmaktadır. İsrail ile 51 kilometre ve Mısır ile 11 kilometre uzunluğunda kara sınırı vardır. Akdeniz'de 40 kilometre uzunluğunda bir sahil şeridine sahiptir.
Gazze Şeridi ılıman bir iklime sahiptir. Kışları serin yazları sıcaktır. En yüksek noktası denizden 105 metre yüksekte olan Abu 'Awdah'dır. Doğal kaynakları; ekilebilir arazi ve yeni keşfedilmeye başlanan doğal gazdır.
Doğal tehlikeler erozyon, temiz su kaynağı eksikliği ve yeraltı sularının kurumaya başlamasıdır.
Gazze Şeridi'nde yaklaşık 1,37 milyon Filistinli yaşar. Bunların çoğunluğu 1948 İsrail-Filistin Savaşı sırasında İsrail'den kaçan veya atılanlardır. 1967 yılına gelindiğinde nüfus 1948'e göre 5 kat artmıştı. Yoksulluk ve işsizlik de aşırı nüfus artışı, savaş vb. nedenlerden dolayı çok yükselmiştir. 1970'den bu yana Gazze Şeridi'nde 25 tane İsrail'e ait bina inşa edilmiş ama Ağustos 2005'te yıkılmıştır. Nüfus artışı %4 seviyesindedir. Bölgede yaşayanların %99'undan fazlası Filistinli Müslüman ve %0.7'si Filistinli Hıristiyan'dır.
Ok (anlam ayrımı)
Ok, aşağıdaki anlamlara gelebilir;
Nihat Aybars
Nihat Aybars (d. 1916 - ö. 11 Aralık 2005), Türk tiyatro ve sinema oyuncusu, yönetmen.
1943'te Ankara Devlet Konservatuvarı Yüksek Bölümü'nü bitirdi. 1948'de Hollywood'a giderek, bir bölümü Hollywood'da, bir bölümü ise Türkiye'de geçen Hollywood Rüyası adlı filmi çekerek, türünün ilk örneği olan filmi yaptı. 1949'dan başlayarak emekli olana değin, Devlet Tiyatroları'nda sanatçı ve yönetmen olarak çalıştı.
Emekli olduktan sonra da oyunlar sahnelemeye devam eden Nihat Aybars, ayrıca resim sanatı ile ilgilendi ve çeşitli sergiler düzenledi. 11 Aralık 2005 günü İstanbul'da yaşamını yitirdi.
Türkiye İşçi Partisi
Türkiye İşçi Partisi (TİP), 1961 yılında Türkiye'de kurulan siyasi parti. TBMM'ye milletvekili seçtirebilen ilk sosyalist parti olmuştur. 1971 ve 1980 darbeleri sonrasında kapatılmış, 1988 yılında TKP ile birleşmiştir.
13 Şubat 1961'de, 1961 Anayasasının getirdiği demokratik ortamda, 12 sendikacı'nın İstanbul Valiliği'ne verdikleri bildirimle kurulmuştur. Kurucular, Şaban Yıldız, Kemal Sülker, Kemal Türkler, İbrahim Güzelce, Ali Demir, İbrahim Denizcier, Adnan Ardan, Avni Erakalın, Kemal Nebioğlu, Hüseyin Uslubaş, Ahmet Muslu ve Salih Özkarabaydır. Parti 1961 seçimlerine katılamadı.
Artun ÜNSAL'ın kitabında (2002) kurucular şöyle geçmektedir:
1962 yılında kurucular, işçi sınıfı ile aydınları buluşturmak hedefiyle ve yaşadıkları tıkanıklığı aşmak için, aydınları partiye çağırdılar. Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Adnan Cemgil, Nazife Cemgil, Cemal Hakkı Selek, Yunus Koçak, Fethi Naci ve daha birçok aydın partiye üye oldular. |
Kurucu genel başkanı sendikacı olan Avni Erakalın'dı. Kurucular Doç. Dr. Mehmet Ali Aybar'a genel başkanlık önerdiler. Böylece Mehmet Ali Aybar genel başkan oldu. Türkiye Sosyalist Partisi Mayıs 1962'de TİP'e katıldı. Kasım 1962'de Ahmet Muşlu ile Saffet Göksüzoğlu partiden ayrıldılar. Şubat 1963'te bağımsız senatör Niyazi Ağırnaslı ve kontenjan senatörü Esat Çağa TİP'e girdi.
TİP'in görüşleri basında Vatan ve Öncü gazetelerinde destek buldu. Yayın organı Sosyal Adalet sıkıyönetimde kapatıldı. Yön dergisi TİP'i desteklemedi.
1963 yerel seçiminde parti 9 ilde 36.000 oy aldı. 1964 senato yenileme seçimlerine YSK kararıyla katılamadı. Diğer partilere yapılan Hazine yardımı TİP'e yapılmadı.
TİP, 1965 seçimlerinde, 54 ilde, %3 oy alarak TBMM'ye 15 milletvekili göndermeyi başardı: Mehmet Ali Aybar, Rıza Kuas, Muzaffer Karan, Tarık Ziya Ekinci, Sadun Aren, Yahya Kanbolat, Cemal Hakkı Selek, Adil Kurtel, Behice Boran, Yunus Koçak, Şaban Erik, Yusuf Ziya Bahadınlı, Ali Karcı, Kemal Nebioğlu, Çetin Altan. Partide Mihri Belli'nin Milli Demokratik Devrim grubu yenilgiye uğradı. TİP, anayasa mahkemesinden 141 ve 142. maddelerin iptalini istedi, mahkeme 1 oy farkla bunu reddetti. Parti düşünce özgürlüğünden yanaydı, NATO ve Ortak Pazar'a karşıydı.
1966 yılında Malatya Kongresi ile ilk büyük ayrılık yaşandı. MDD'ci olarak bilinenler partiden ihraç edildi.Parti paralelinde Sadun Aren'ciler tarafından kurulan FKF içine taşınan tartışmalar sonucunda gençlik FKF içinde MDD paralelinde örgütlendi. FKF yönetimi partiden ihraç edilen MDD hareketinin etkinliğine girdi. Dev-Genç ile birlikte TİP ile gençlik arasındaki bağlantılar tümüyle koptu.FKF ve Devgenç de etkinliği tümüyle kalmayan TİP paralelindeki sosyalist gençler "SGÖ-Sosyalist Gençlik Örgütü"yü kurdu.
1966 Senato kısmi seçimlerinde de bir senatörlük sağlayarak (Fatma Hikmet İşmen) TBMM grubunu 16 üyeye çıkarmıştır. Çetin Altan'ın da aralarında olduğu bu milletvekilleri etkili bir muhalefet görevi üstlendiler. Bu durum, Türkiye'de temsili demokrasinin gelişiminde bir dönüm noktasıdır. Derhal gerekli düzenlemeler yapılıp bu tür muhalefetlerin meclisteki varlığı önlenmiş ve seçim barajları sayesinde mecliste yalnızca yüksek hazine desteklerinden yararlanan büyük partilerin temsil edilmesi garanti altına alınmıştır. Ayrıca varolan milletvekilleri de bastırılmak için çeşitli yöntemler denenmiş, fiziksel saldırı (Çetin Altan'ı dövme girişimi) yanı sıra dokunulmazlığın kaldırılması gibi hukuki saldırılar da yürürlüğe sokulmuştur. Bu sonuncu girişim Anayasa Mahkemesi tarafından reddedilmiş, ancak seçim barajları TİP'in sonraki dönemlerde bir temsilinin olmamasını sağladığı gibi karmaşıklaşıp ağırlaşarak günümüzde de sürmektedir.
1968 Haziran yenileme seçiminde TİP oylarını artırdıysa da senatörlük kazanamadı. Ancak yerel seçimde Yozgat Bahadın'da belediye seçimini kazandı. Bu yıl TİP'e yapılan saldırılar şiddete dönüştü ve Vedat Demircioğlu öldürüldü. Parti içindeki görüş ayrılıklarında Mehmet Ali Aybar'ın tam bağımsız, insancıl sosyalizm görüşüyle, Behice Boran'ın Emek grubunun görüşü arasında tartışma çıktı. Aybar istifa etti, sonra geri getirildi.
1968’de Sovyetler Birliği'nin Çekoslovakya’yı işgali partiyi ikiye böldü. Aybar işgali destekleyen Behice Boran ve arkadaşlarına tepki gösterdi ve 1969'da genel başkanlıktan istifa etti. 1969 seçimlerinde de %3 oy almasına rağmen, TİP'in önünün kesilmesi için seçim kanununun değişmiş olması nedeniyle ancak 2 milletvekilliği (Mehmet Ali Aybar ve Rıza Kuas) kazanabildi. Şubat 1971'de Aybar parti üyeliğinden de istifa etti. Parti içinde MDD, ASD, PDA, Emek grupları arasında ayrılmalar yaşandı. 1971'de faşizme hayır kampanyası yapıldı.
12 Mart 1971 muhtırası sonrasında 21 Temmuz TİP kapatıldı. Liderleri tutuklandı, 15 yıla kadar değişen hapis cezaları aldı. Bir kısmı 1974 affıyla serbest kaldı. 1975 yılında Genel başkan Behice Boran önderliğinde yeniden örgütlendi ancak etkili olamadı. 1977'de TİP %0,1 oy oranıyla sadece 20.000 oy alabilmiştir. 1979 senato yenileme seçiminde ise 33.000 oy aldı, SDP, TBP, TSİP'in gerisinde kaldı.
Türkiye İşçi Partisi`nden 2. Kongrede Troçkist suçlamasıyla ihraç edilen Yalçın Küçük, Metin Çulhaoğlu, İlhan Akalın, Mesut Odman (Odabaşı) ve çevresi Eylül 1979`da Sosyalist İktidar dergisini çıkarmaya başlanmıştır.
12 Eylül 1980 darbesiyle TİP kapatıldı. 1987 yılında TİP, TKP ile birleşerek Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) adını aldı. Bu parti daha sonra kapatıldı. Bu partinin kadrolarının bir kısmı daha sonra ÖDP ve TKP'ye katıldı.
Kısır (yemek)
Kısır; ana bileşeni bulgur, salça, domates, maydanoz ve sarımsak olan, kimi yörelerde (örneğin Antakya) nar ekşisi de eklenerek yapılan soğuk yemek türü.
Arap mutfağındaki Tabule salatası ve Akdeniz usulü kuskus salatalarına benzeyen kısır, genellikle soğan (kuru ve/veya yeşil), domates salçası, domates, maydanoz, salatalık, kıvırcık vb. sebzeleri ihtiva eder. Kısırda pilavlık bulgurun yerine köftelik ince bulgur kullanılır. Sos olarak genellikle limon ve zeytinyağı tercih edilirken bazı yörelerde limon yerine nar ekşisi de kullanılabilir. Kısır Türk kültüründe özellikle çayla beraber veya çayın önünden servis edilir. Türkiye'de özellikle Osmaniye, Adana, Mersin, Antalya, Karaman, Konya, Gaziantep, Kilis ve Antakya, Kahramanmaraş'da çok sık tüketilen bir yiyecektir. Şanlıurfa'da kısır farklı şekilde yapılıp daha çok kadın günü veya altın günü gibi günlerde servis edilir.
Şelpe
Şelpe (Farsça: "Şelpe") elle vurma, şaklatma.
Bağlama'da mızrap kullanılmaksızın çalma tekniğidir. Bağlamanın perdelerine parmak ucuyla vurarak ses çıkartılır.
Frank Capra
Frank Capra (d. 18 Mayıs 1897 – ö. 3 Eylül 1991), İtalyan asıllı Amerikan sinema yönetmeni.
Genellikle sıradan Amerikan insanını konu alan duygusal ve ahlaki değerleri ön planda tutan filmlere imza atmakla birlikte II. Dünya Savaşı yıllarında çektiği savaş belgeselleri ve propaganda filmleri ile de ödüller almıştır.
Capra'nın filmleri; her insanın kendinde görmekten hoşlanacağı değerleri taşıyan sıradan kahramanları, bu insanların savundukları haklı davaları ve filmlerinin mutlu sonları ile uluslaşma sürecindeki Amerikan halkının ilgi ve beğenisini toplamıştır. Filmleri bu temelde diğer ülkelerde de yoğun ilgi çekmiştir.
Capra "Amerikan Rüyası"'nın hararetli bir temsilcisi olmuştur. Meslektaşı John Ford, Capra'yı ""Amerikan Rüyası'na inananların ilham kaynağı, büyük bir adam ve büyük bir Amerikan"" olarak nitelemiştir.
Gerçek adı ile Francesco Rosario Capra, 18 Mayıs 1897 tarihinde İtalya'da Sicilya - Palermo'nun Bisacquino kasabasında doğdu. 1903 yılında ailesi ile birlikte Amerika Birleşik Devletleri'ne göçerek Los Angeles - Kaliforniya'ya yerleşti.
Çocukluk yılları fakirlik ve zorluklarla geçen Capra, o zamanki adı Throop Institute olan Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü'nde Kimya Mühendisliği okudu. 1920 yılında hastalığı nedeni ile yarım kalan askerlik hizmeti sonrasında ABD vatandaşlığına kabul edildi.
Sinema hayatına dönemdaşı diğer yönetmenler gibi sessiz filmlerle başladı. Bu dönemde genellikle kısa metrajlı bazı komedi filmlerinde yazar ve yönetmen olarak görev aldı. Baş rollerinde Harry Langdon ve "Bizim Takım - Our Gang" çocuklarının oynadığı toplam 220 kısa ve bir uzun metrajlı filmden oluşan, farklı adlar taşıyan sessiz komedi serisi bu dönemdeki kayda değer çalışmalarındandır.
Capra, 1930 yılında Columbia film şirketine girdi. Senaryo yazarları Robert Riskin, Sidney Buchman ve görüntü yönetmeni Joseph Walker ile birlikte çalıştı. Bu dönem filmlerinden; 1934 yapımı "Bir Gecede Oldu - "It Happened One Night"" en iyi yönetmen ve en iyi film, 1936 yapımı "Şehre Dönüş - "Mr. Deeds Goes to Town"" en iyi yönetmen ve 1938 yapımı "Para Beraber Gitmez - "You Can't Take It with You"" en iyi yönetmen ve en iyi film Oscar ödüllerini almıştır.
II. Dünya Savaşı'nda ABD ordusuna katılan Capra 1942-1948 yılları arasında, birçok askeri belgesel ve propaganda filmleri yaptı.
"Savaşa Giriş - "Prelude to War"" (1942), "Nazi'lere Darbe - "The Nazis Strike"" (1942), "Britanya Savaşı - "The Battle of Britain"" (1943), "Bölmek ve Fethetmek - "Divide and Conquer"" (1943), "Düşmanın Japon'u Tanı - "Know Your Enemy Japan"" (1945), "Tunus Zaferi - "Tunisian Victory"" (1945) , ""Two Down and One to Go"" (1945) adlı savaş belgeselleri ve "Neden Savaşıyoruz - "Why We Fight"" adlı Oscar ödüllü propaganda film serileri bu dönemdeki eserleridir.
Capra, kalp krizi sonucu 1991 yılında Kaliforniya'da öldü. 91 yaşında ölen Capra, Kaliforniya - Coachella Valley Mezarlığı'nda toprağa verilmiştir.
Belleten
Belleten, Türk Tarih Kurumu tarafından, Ocak 1937'den bu yana dört ayda bir Türkçe olarak yayımlanmakta olan, dil ve tarih konulu makalelere yer veren bir dergidir.
Dergi, 1910'da yayınlanmaya başlayan "Tarih-i Osmani Encümeni" mecmuasının devamıdır. 1931'de 101. sayısından sonra "Türk Tarih Encümeni Mecmuası" olarak adı değişen dergi, 1937'de Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından "Belleten" adı verilmiştir. (ATATÜRK'ün ismini koyduğu ve gördüğü son eser) Türkiye'nin en eski dergilerden biri olan Belleten, Latin alfabesi ile yayınlanan ilk tarih dergisidir.
Evangelinos Misailidis
Evangelinos Misailidis (Ευαγγελινός Μισαηλίδης), (1820-1890) Karamanlı (anadili Türkçe olan Ortodoks Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı) yazar ve gazeteci.
Manisa'nın Kula ilçesinde doğdu. İzmir'deki Protestan Okulunu bitirdikten sonra Atina'da üniversiteye devam etti. Bir süre Alaşehir'de öğretmenlik ve okul yöneticiliği yaptı. İzmir'de Rumca yayımlanan "Amalthea" gazetesi yazı heyetine katıldı. "İrfanname" adında Rumca harfli Türkçe bir eser yayımladı. Türkçenin Rum harfleriyle daha düzgün yazımı için noktalı harfleri içeren bir sistem geliştirdi. Türkçe "Şark" adlı haftalık bir siyasi dergi ve "Mektebi Fünunu Şarkiye" adlı bir risaleler dizisi çıkardı.
1850 İzmir yangınından sonra matbaasını İstanbul'a taşıdı. 1851'den itibaren İstanbul'da Anatoli isimli Türkçe gazeteyi çıkararak 40 yıl boyunca idare etti. Ayrıca kısa sü |
relerle "Mikra Asia" (Küçük Asya) adlı Rumca bir gazete ve "Kokorikos" adlı bir mizah dergisi neşretti. 1871-1872 yıllarında dört cilt halinde Rum harfleriyle yayımlanan "Temaşa-i Dünya ve Cefakar ü Cefakeş" adlı eseri Türkçenin seyahat-macera türündeki ilk romanı sayılabilir. Geçtiğimiz yıllarda "Seyreyle Dünyayı" adıyla ve Latin alfabesiyle yeniden basılmıştır.
Misailidis 1890'da İstanbul'da vefat ederek Balıklı Rum Mezarlığı'na defnedildi.
Lökopeni
Lökopeni veya Lökositopeni dolaşımdaki kanda bulunan lökosit ("akyuvar" veya "beyaz kan hücresi") sayısının azalması durumuna verilen isimdir. Lökositlerin ana görevi enfeksiyonlarla savaşmak olduğu için, lökosit sayısındaki düşüş enfeksiyon oluşumu riskini yükseltmektedir.
Lökosit tiplerinin en yüksek sayıda bulunanı nötrofildir. Nötrofil sayısındaki azalmaya ise "nötropeni" denir. Nötropeni kavramı bazen lökopeni yerine kullanılır, bunun nedeni nötrofil sayımının enfeksiyon riskinin en önemli göstergesi oluşudur. Yine de, nötropeniyi lökopeninin bir altkümesi olarak değerlendirmek en doğrusudur.
Kemoterapi, lösemi, miyelofibroz ve aplastik anemi düşük lökosit sayımlarına yol açabilir. Ayrıca, bazı yaygın ilaçlar da lökopeniye neden olabilir.
Lökopeni tam kan sayımı yardımıyla tanımlanabilir.
Juraj Jakubisko
Juraj Jakubisko, Slovak uzun metraj film yönetmenidir.
Doğu Avrupa halk kültüründen esinlenmiş büyülü gerçekçilik öğelerinin süslediği filmleri ile fantastik sinemanın önemli yönetmenlerinden biridir. Bin Yaşındaki Arı filmi ile tanınır.
Francis Ford Coppola
Francis Ford Coppola (doğumu 7 Nisan 1939, Detroit, Michigan), İtalyan asıllı Amerikalı film yönetmeni, yazar ve yapımcıdır. Baba üçlemesinin yönetmeni olarak ün salmıştır.
Coppola ayrıca 1980'li yıllarda çektiği Rumble Fish ("Siyam Balığı") ve The Outsiders filmleriyle o dönemin gençliğine hitap eden yapıtlar ortaya koymuştur.
Ayrıca; kendisi Nicholas Cage'in amcasıdır.
Altan Erkekli
Reşit Altan Erkekli (d. 18 Kasım 1955, İstanbul), Türk tiyatro, sinema ve televizyon oyuncusudur.
Lise eğitimini Kadıköy Maarif Koleji'nde aldı. Lise döneminde tiyatroyla ilgilenmeye başlayan Erkekli, karşılaştığı zorluklar sebebiyle tiyatrodan vazgeçip inşaat mühendisi olmaya karar verdi. Ancak lisedeki İngilizce hocasının ısrarıyla bu kararını değiştirerek 1975 yılında Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'ne girdi.
Eğitimi sırasında, fakülte öğrencileri tarafından hazırlanan ""Kopermikli Yüzbaşı"" oyununda, başrol oyuncusunun gösterime gelememesi sebebiyle başrolde sahneye çıktı. Oyunun galasının ardından yanına yaklaşan Rutkay Aziz'in ""AST gemisine hoş geldin"" sözleriyle profesyonel oyunculuğa başlamış oldu.
Mezun olduktan sonra, DTCF Tiyatro Bölümü Oyunculuk Ana Sanat Dalı'nda öğretim görevlisi olarak çalıştı ve AST'ta oyunculuğa devam etti. 1985 - 1989 yılları arasında Devlet Tiyatroları'nın Çocuk ve Gençlik Tiyatroları bölümünde çalışan Erkekli, 1989 yılında yeniden AST'a döndü. Susam Sokağı'ndaki Edi karakterini seslendirdi.
BKM (Beşiktaş Kültür Merkezi) Oyuncuları arasına AST'daki görevine veda ederek katılan Erkekli, "Bir Demet Tiyatro" adlı dizide de rol aldı. "Sen Hiç Ateş Böceği Gördün mü" adlı tiyatro oyununda, vefat eden Gürdal Tosun'un rollerini üstlenen sanatçı, "Vizontele" adlı sinema filminde de Yılmaz Erdoğan ve Demet Akbağ'la başrolü paylaştı.
2009 Yerel seçimleri'nde, Cumhuriyet Halk Partisi'nden Beşiktaş Belediye meclisi üyeliğine seçildi. 2007 yılından beri, Başkent İletişim Bilimleri Akademisi'nde, Diksiyon, Spikerlik ve Sunuculuk, Seslendirme ve Oyunculuk eğitimleri vermektedir.
Dinamit
Dinamit, nitrogliserinin diatomite soğurulmasıyla üretilen bir patlayıcı türüdür. İsveçli kimyager Alfred Nobel tarafından 1866'da keşfedilmiş ve 1867 yılında patenti alınmıştır. Genellikle 20 cm uzunluğunda ve 2,5 cm çapında çomaklar halinde satılır ancak başka boyları da mevcuttur.
Dinamitin ana kullanım alanları inşaat, madencilik ve yıkımdı ama son yıllarda daha üstün özelliklere sahip patlayıcıların piyasaya sürülmesiyle kullanımı azalmıştır. Şu anda, su altı yıkımlarında asıl patlayıcı ve diğer alanlarda da ek patlayıcı olarak kullanılmaktadır.
Dinamit bazı silahlı güçler tarafından, düşmanı yavaşlatmak üzere yol ve köprülerin tahrip edilmesinde de kullanılmıştır.
Yaygın inanışın aksine kasalar gibi korumalı eşya ve odaların patlatılmasında dinamit değil, dinamitin kaynatılıp oluşan sıvının üzerindeki nitrogliserin kaymağının alınmasıyla elde edilen nitrogliserin kullanılmaktaydı.
Dinamit, 3 ölçü nitrogliserin, 1 ölçü diatomit ve küçük bir miktar sodyum karbonatın karıştırılmasıyla elde edilir. Hamur halinde olan karışım klasik çomak şekline getirilir ve kağıda sarılır.
Nitrogliserin kendi başına çok kuvvetli bir patlayıcıdır ve saf hali şoka duyarlıdır. Yani ani hareketler patlamasına sebep olabilir. Nitrogliserin, üretimi üzerinden zaman geçtikçe daha da kararsız maddelere dönüşür ve taşınmasındaki tehlike artar. Diatomite adsorbe edildiği zaman nitrogliserinden doğan tehlike azaltılmış olur.
Dinamit, kara baruttan daha güçlü ve güvenle kullanılabilecek ilk patlayıcıydı. Keşfinin patentini Ekim 1867'de alan Nobel, buluşunu ilk defa "Nobel'in Güvenli Patlayıcı Tozu" adıyla satmıştır. Piyasaya çıkışından hemen sonra, barut ve nitrogliserinden güvenli bir seçenek olarak görülmüştür. Nobel, buluşunun patent haklarını çok sıkı biçimde korumuş ve izinsiz kopyacıların fabrikalarının kapatılmasını sağlamıştır. Nobel'in çabalarına karşın bazı fabrikalar, hafifçe değiştirilmiş bir formül kullanarak kendi dinamitlerini üretmişlerdir. Nobel, patent haklarını çiğneyenlere karşın dinamit sayesinde büyük bir servet edinmiş ve Nobel Ödülü'nü başlatmıştır.
1940'lardan sonraki yıllar boyunca dünyanın en büyük dinamit üreticisi Güney Afrika'ydı. De Beers 1902 yılında Sommerset West'de bir fabrika kurmuştu. Bu fabrika daha sonra "Afrika Patlayıcı ve Kimyasal Endüstrileri" isimli kuruluş tarafından işletilmeye başlanmıştı. Ülkedeki büyük dinamit isteğinin nedeni Witwatersrand ve çevresindeki altın madenleridir.
Dinamitin sorunlarından birisi, üretiminde ortaya çıkan tehlikelerdir. 1960'larda Somerset West'de çok büyük iki patlama olmuştu. Bu patlamalarda can kaybı yaşanmasına karşın fabrikanın modüler yapısı ve etrafındaki ağaçların basıncı emmesi zararı azaltmıştı. Bu fabrika 1985 yılında kapatılmıştır.
Dinamit sözcüğü eski Yunanca "Güç" anlamına gelen δυναμις (dunamis) ve ιτης (-itēs) ekinden oluşturulmuştur.
Şebnem İşigüzel
Şebnem İşigüzel (d. 1973, Yalova) Türk yazar.
İlk ve orta öğrenimini Yalova'da tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Antropoloji bölümüne girdi. Pek çok dergi, gazete ve televizyon kuruluşunda muhabirlik ve editörlük yaptı. 1993 yılında ilk kitabı olan "Hanene Ay Doğacak" ile Yunus Nadi Öykü Ödülü'nü kazandı. Bu kitabı "Öykümü Kim Anlatacak" (1994) ve ilk romanı olan "Eski Dostum Kertenkele" (1996) takip etti ve Eylül 2009 da "Kevnedostê Min Gumgumok" ismiyle Ronî War tafından Kürtçeye çevirildi. Bir kız (Tamar) ve bir oğlan (Ararat) annesi olan yazar hayatını yazarak sürdürmektedir.
Levrek
Levrek, Moronidae familyasını oluşturan ılık ve soğuk denizlerde yaşayan balık türleri.
Vücudu fusiform şeklinde ve derisi iri pullarla örtülü, sırtı kurşun, karnı gümüş renktedir. Küçük kara benekli olduğundan alabalığı andırır. Genç levreklerin sırtları kara benekli, erginlerin sırtları ise beneksiz veya koyu renktedir. Dillerinin üzerinde diloit dişleri vardır. Boyları 40–100 cm arasında değişir. Genellikle ağırlıkları 8–10 kg’dır.15 kg'a kadar çıktığı görülmüştür.
Eti yağsız ve çok lezzetlidir. Taze olarak yenir. Türkiye kıyılarında Karadeniz, Marmara ve Akdeniz’de bulunur. Her mevsimde, genellikle de mayıs ortalarından kasım sonuna kadar avlanır. Sonbahar ayları sırasında ırmak ağızlarında üremeye başladıklarında sürüler halinde toplanırlar. Karadenizde kış aylarında dere ağızlarına Akdenizde Nisan-Mayıs ayları arasında ürerler.
Karadeniz, Ege ve Akdenizde çiftliklerde yaygın olarak, yumurtadan pazara kadar üretimi yapılmaktadır. Üretimin büyük kısmı özellikle AB ülkelerine ihraç edilir.
Etçil ve yırtıcıdırlar. En çok karides, küçük balık, yengeç ve kurtçuklarla beslenirler. Izgaradan ziyade, buğulaması ya da "tuzda levrek" çok daha lezzetli olur.
Üreme zamanlarında yağsız olmaları nedeniyle lezzetsizdirler. Ancak çiftliklerde üretilen levrek balıkları yılın her zamanında yağlı olmaları nedeniyle lezzetlidirler.
Celal İbrahim
Celal İbrahim (1884 - 1917), Osmanlı futbolcu ve Galatasaray Spor Kulübü'nün 4 numaralı kurucu üyesi. "Kürt Celal" takma adıyla da tanınmaktadır.
Celal İbrahim üç Galatasaraylı kardeşin en küçüğüdür. En büyük abisi Ahmet Galatasaray Lisesi'nde hat hocalığı yapmıştır. Bakırköy civarındaki bağında okulun tatil olduğu zamanlarda güreş yaptığı söylenmiştir. Diğer abisi Hüseyin de sporcudur ve Faik Üstünidman'ın öğrencisidir.
Emin Bülent Serdaroğlu 1912'de Balkan Savaşı'na gidince takımın kaptanı Celal İbrahim olmuştur.
Irak'ta Müstakil Süvari Alayı Birinci Bölüğü'nde teğmen rütbesiyle görev yapmıştır. Gittiği gördüğü yerlerde Galatasaray Spor Kulübü için yararlı olacağına inandığı şeyleri toplamıştır. Ali Sami Yen ile cepheden mektuplaşmaya devam etmiştir. Bu mektuplar şu an Galatasaray Müzesi'ndedir. 21 Mart 1917' de I. Dünya Savaşı'nda Irak'ta vefat etmiştir.
Galatasaray Lisesi'de hukuk öğrencisi olan 646 okul numaralı Celal İbrahim, Çanakkale Savaşı'na gönüllü asker toplandığı sırada kayıtlardan bir gün önceki gece askerlik şubesinin kapısında beklemiş ve sabah gönüllü listesine ismini ilk yazdıran kişi olmuştur.
Emin Bülent Serdaroğlu
Emin Bülent Serdaroğlu (d. 1886, Halep – ö. 28 Kasım 1942, İstanbul), Galatasaray Lisesi mezunu eski Türk futbolcu ve Fecr-i Ati şairidir.
Galatasaray’ın ilk Türk kaptanıdır ve önemli bir futbolcudur. Fecr-i Ati Topluluğu kurucuları arasında yer alır. Victor Hugo’nun “"Mavi Gözlü Yunan"” şiirine karşılık yazdığı “"Kin"”(1910) şiiri meşhurdur.
1886’da dünyaya geldi. Dede |
si Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa, babası Ömer Muzaffer Bey'dir. Annesi ise, Müşir Cemil Paşa'nın kızıdır. Çocuk yaşta annesini kaybetti.
Mekteb-i Sultani'de okudu ve futbola orada başladı. 1905 yılında liseden mezun oldu. Arkadaşı Ali Sami Yen ile birlikte Galatasaray Spor Kulübü'nü kurdu. Kulübün 2 numaralı kurucu üyesi; Galatasaray Futbol Takımının ilk Türk kaptanıdır. Fenerbahçe'yle 17 Ocak 1909'da yapılan ilk maçta iki golü de o attı.
Hudut Sıhhiyesi, İnhisarlar İdaresi, İstanbul Elektrik Tramvay ve Tünel İşletmelerinde çalıştı. Arazi ve İstimlâk Servis Şefliği yaptı.
Tevfik Fikret’in izinden giderek şiirler yazan Bülend Emin, Fecr-i Ati Topluluğu kurucularından biriydi. "Kin" ve "Hisarlara Karşı" adlı millî temalı şiirleri önemlidir. Fecr-i Ati döneminde destansı yönü ağır basan epik bir şairdir. Bireysel ve toplumsal konulu şiirler yazmıştır.
Victor Hugo'nun "Mavi Gözlü Yunan Çocuğu" adlı eserine karşı yazdığı "Kin" adlı şiiri ile o dönemde çok geniş yankılar uyandırmıştır. "Kin" ve "Hisarlara Karşı" adlı eserleriyle Millî Edebiyat çığırının habercisi kabul edilir. Ahmet Haşim, onun şiiri için ""Türk şiirinin üstünden bir kuyruklu yıldız gibi geçti. Ondan ağzımızda tamamlanmamış bir lezzet kaldı"" demiştir.
Balkan Savaşı'na kendi atıyla katılan, I. Dünya Savaşı'nda Çanakkale cephesinde çarpışan Emin Bülent Serdaroğlu cumhuriyet devrinde büyükbabası Ömer Paşa’nın ünvanından hareketle “"Serdaroğlu"” soyadını aldı.
Liman İdaresi Umumî Kâtibi (Genel Sekreter) iken 1942'nin aralık ayında karaciğer kanserinden öldü. Ölümünden önceki son sözleri, ""Lüleburgaz, Lüleburgaz. Harp ediyoruz"" olmuştu. Çamlıca Selamiefendi Mezarlığına gömüldü. Serdaroğlu evliydi ve Sara adında bir kızı vardı.
Sağlığında şiirlerini kitaplaştıramayan Emin Bülend’in manzumeleri, Salih Zeki Aktay tarafından "Emin Bülend’in Şiirleri" (İstanbul, 1945) adıyla bir kitapta toplanmıştır. R.Necdet Evrimer'in hazırladığı "Fec-i Âti Şairleri: Emin Bülend", 1958 yılında yayımlandı.
Ali Sami Yen
Ali Sami Yen (20 Mayıs 1886, Üsküdar - 29 Temmuz 1951, İstanbul), Türk futbolcu, teknik direktör ve spor yöneticisi. Edebiyatçı Şemsettin Sami'nin ikinci oğlu olan Ali Sami, Galatasaray'ın kurucuları arasındadır.
İstanbul'un Kandilli semtinde dünyaya gelen Ali Sami, öğrenim gördüğü Galatasaray Lisesi'ndeki edebiyat dersinde, sınıf arkadaşlarıyla birlikte bir futbol kulübü oluşturmaya karar verdi. 1905 yılının Ekim ayında kurulan Galatasaray Spor Kulübü'nün bir numaralı kurucu üyesi oldu. 1906'da Galatasaray Lisesi'nden mezun oldu. Türkiye'deki ilk spor müzesi olan Galatasaray Müzesi'ni 1910 yılında kurdu. 15 yaşındayken spor yapmaya başladı. Türkiye İdman Cemiyetleri Örgütü'nün de kurucusudur.
1924 Yaz Olimpiyatları'na katılan Türk kafilesinin başkanlığını yaptı. 1926-1931 yılları arasında Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi'nin başkanlığı görevini yürüttü. Galatasaray'da 1905-1918 arasında 13 yıl, 1925'te 1 yıl olmak üzere iki dönemde 14 yıl başkan olarak hizmet verdi.
Millî Takımın Romanya ile yaptığı ilk maçta, ilk teknik adam olarak takımın başında o vardı. Ali Sami Yen memuriyet hayatını bitirdikten sonra komisyonculuğa başlamıştır. Galatasaray Spor Kulübü'nün kurucusu Ali Sami Yen'in adı, takımın maçlarını oynadığı stada verilmiştir. Ayrıca 2007 Aralık ayında inşasına başlanan ve içinde stad, spor salonu ve AVM olan komplekse de Ali Sami Yen Spor Kompleksi ismi verilmiştir. Ali Sami Yen 1951 yılında vefat etti. Galatasaray Beyoğlu Hasnun Galip Kulüp Merkezi' nden çıkan kortej, çelenkler eşliğinde taraftarlar ve ailesi ile birlikte Feriköy'e yürüdü ve Feriköy Mezarlığında toprağa verildi.
Tahsin Nahit
Tahsin Nahit (1887 İstanbul - 12 Mayıs 1919, İstanbul), Galatasaray Spor Kulübü'nün 9 numaralı kurucu üyesidir. Hukuk eğitimi almıştır, "Adalar Şairi" olarak tanınmış bir şair ve oyun yazarıdır. Fecr-i Ati topluluğunun bir üyesidir. Yazar ve çevirmen Mina Urgan'ın babasıdır. Faik Üstünidman' ın yeğenidir.
1887 yılında istanbul'da doğdu. Galatasaray Lisesi'ni bitirdikten sonra bir süre hukuk öğrenimi gördü. Öğrencilik yıllarında edebiyat ve politikayla ilgilendi, İttihat ve Terakki Partisi'ne girdi ancak partinin çalışmalarından hoşnut olmayınca politikayı bıraktı. Galatasaray Spor Kulübü kurucularından olan Tahsin Nahit, sağlık sebepleri nedeni ile 11 Eylül 1906' da Galatasaray' dan ayrıldı. Bu nedenle adı kurucular listesinden çıkarılsa da Galatasaray' ın son tüzük değişikliği ile adı tekrar kurucular listesine girdi.I. Dünya Savaşı yıllarında İaşe Müfettişliği’nde bulundu. Büyükada'da doğup yetişmiş Şefika Hanım ile yaptğı evlilikten bir kızı oldu. 12 Mayıs 1919 günü, Rakibe adlı oyunun Darülbedayi'deki provaları sırasında hayatını kaybetti. Mezarı Büyükada'dadır.
Tahsin Nahit, yazı yaşamının başlangıcında şiirle ilgilendi. II. Meşrutiyet'ten sonra oyun yazarlığna yöneldi. İlk şiirleri Selanik’te çıkan "Çocuk Bahçesi" dergisinde “T.Nahide” adıyla yayımlandı (1905). "Hale, Muhit, Resimli Kitap" dergilerinde şiir ve öyküleri yayımlandı. Aşiyan’da yayımlanan “Ben, Rûh-ı mağdur, Şiirlerim için, Serab-ı müstakbel, yaz gecesi” gibi manzumeleri daha geniş bir çevrede tanınmasını sağladı. Genellikle aşk üzerine şiirler yazan şaire en çok ün getiren şiiri “Adalar, Kamer ve Zühre ” oldu. Şiirlerinde Ahmet Haşim etkisi vardır. Son şiirleri "Şair" (1918) ve "Nedim" (1919) mecmualarında yayımlanmıştır.
Tiyatroya olan ilgisi onu başka yazarlarla ortak eserler vermeye yönelltti. Fecr-i Ati'nin kadn yazarlarından "Ruhsan Nevvare" ile üç perdelik Jön Türk adlı oyunu yazdı (1908). Bu oyun, Ferah Tiyatrosu'nda sahnelendiğinde bir sanat olayı olarak nitelendi. Ruhsan Nevvare ile Aşkımız (1907) ve Sanatkârlar isimli basılmamış birer perdelik iki komedisi daha bulunmaktadır.
Başka yazarla ortak yazdığı eserlerin en ünlüsü Şahabettin Süleyman ile birlikte yazdığı Kösem Sultan adlı tarihi piyestir (1910). Tiyatro alanında etkisi altında kaldığı Şahabettin Süleyman başka ortak eserler de vermiştir. Tahsin Nahid’i asıl tanıtan eseri üç perdelik Rakibe adlı oyundur. Rakibe, Henry Kıstemaeckers ve Eugene Delard’ın La Rivale adlı dört perdelik oyunundan adapte edilmiştir. Eser, yazarın ölümünden sonra 16 Haziran 1919'da oynandığı zaman çok başarılı sayılmıştır.
Tahsin Nahid sayısı az da olsa Fecr-i Âti ve Servet-i Fünûn mecmualarında tiyatro eleştirileri de yazmıştır.
Refik Cevdet Kalpakçıoğlu
Refik Cevdet Kalpakçıoğlu (1886 - 7 Şubat 1959), Galatasaray Spor Kulübü'nün 7 numaralı kurucusu.
Refik Cevdet Kalpakçıoğlu, Galatasaray Spor Kulübü'nün 7 numaralı kurucu üyesi ve Ali Sami Yen'den sonra kulüp başkanlığı yapan ikinci Galatasaraylı'dır. Galatasaray Lisesi 1904 dönemi mezunudur. 1919-1922 ve 1934 yıllarında iki dönem Galatasaray Spor Kulübü başkanlığı, ilk yönetim kurulunda ise başkan yardımcılığı yapmıştır. Kulüpte sarsıntı yaratan Güneş ayrılığı zamanında da başkandır. Galatasaray Lisesi' nde uzun dönem öğretmenlik yapmıştır. Tevfik Fikret' in müdürlüğü zamanında Galatasaray Lisesi' nde idari işlerden sorumlu olarak çalışmıştır. 6 Şubat 1959'da öldü.
Abidin Daver
Abidin Daver (d. 1886, İstanbul - ö. 8 Şubat 1954, İstanbul), Türk gazeteci ve politikacı.
Şehremenati Mümeyyizlerinden Ali Vahyi Bey'in ve Fatma Revan'ın oğlu olup, Prenses Zeynep Kamil'in manevi evladıdır. 1 yaşından itibaren annesi tarafından babasından ayrı bir yerde yetiştirildi. 1908 yılında Galatasaray Spor Kulübü' ne kayıt oldu ve 8 nolu üye olarak yeraldı.
Eğitimini, Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi'nde almaya başlayan Daver, daha sonra girdiği Mekteb-i Sultani'yi 1917 yılında tamamladı. Yüksek öğrenimini Sanayi-i Nefise Mektebi’nde sürdüren Daver, öğrencilik yıllarında çeşitli gazetelere yazılar yazmaya başlamıştı. 1908’den sonra gazeteciliği meslek edinerek önce Tasvir-i Efkar’da, sonra Yeni Gün, Tercüman-ı Hakikat, İkdam ve Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarı olarak "Hem Nalına Hem Mıhına" başlığı altında yazdığı fıkralar ile geniş okur kitlelerinin beğenisini kazandı.
Galatasaray SK'nın 8 numaralı kurucu üyesi olan Daver, 1929-1930 yılları arasında kulübün başkanlığını üstlenmiştir. 1939-1943 arasında VI. Dönem İstanbul Milletvekili olarak TBMM’de görev yapan Daver, yazıları ile Türk denizciliğine yaptığı katkılardan dolayı sivil amiral olarak da anılır. 8 şubat 1954’te ölümünün ardından ismi Denizcilik Bankası’nın bir şilebine verilmiştir.
Abidin Daver'in "Kanatların Zaferi", "Mülazımın Romanı", "Deniz", "Gemi", "Dünkü-Bugünkü-Yarınki İstanbul" ve "Radyo Konferansları" adlı altı adet kitabı vardır.
Picinae
Picinae, kuşlar (Aves) sınıfının, karinalılar (Carinatae) bölümünün, gökkuzgunumsular (Coraciiformes) takımına giren Ağaçkakangiller (Picidae) familyasına ait bir alt familya.
İz Sürücü
İz Sürücü (Rusça: Сталкер) Andrei Tarkovsky`nin 1979 tarihli filmi. Film üç adamın (yazar, bilim adamı ve iz sürücü) "Bölge"`ye (Zone) yolculuğunu ve Bölge`de yaşadıklarını anlatır. Bölge`ye girmek yasaktır, çünkü Bölge insanın girdiği zaman en içteki dileğini gerçekleştirdiğine inanılan bir odaya sahiptir. Filmin başrol oyuncuları; iz sürücü rolünde Alexander Kaidonovsky, yazar rolünde Anatoly Solonitsyn ve profesör rolünde Nikolai Grinko`dur. Alice Friendlich`de İz Sürücü`nün karısı rolündedir.
Film, Boris ve Arkady Strugatsky kardeşlerin"Yol Kenarında Piknik" adlı kısa romanının (Rusça:Пикник на обочине) birebir olmayan bir uyarlamasıdır. Romanda, Bölge bilime karşı gelen birçok garip yapıdan ve döngüden oluşur. Romanla film tam anlamıyla aynı olmasa da karakterler ve yaşadıklarına tepkileri benzerdir.
Tarkovsky`nin bilim kurgu filmi "Solaris"`inin büyük başarı kazanması üzerine, Sovyet filminin de Hollywood filminin yaptığı her şeyi yapabileceğini kanıtlamak amacıyla bu film için çok geniş bir bütçe ayrıldı. Filmin ilk olarak sansasyonel özel efektler ve ilginç yan hikâyelerle dolu olması bekleniyordu.
Tarkovsky, bütün özel efektleri ve bütün yan hikâyeleri senaryodan çıkardı ve tamamen orijinal hikâyeye ve bu hikâyenin asıl sorusuna odaklandı: ""Eğer en derindeki dile |
ğinizi gerçekleştirme fırsatınız olsaydı, bunu gerçekten ister miydiniz ?"" . Ayrıca hikâye üç kişi üzerine kurulu biçimde tekrar yazıldı.
Çekimler tamamlandıktan sonra ekip Moskova`ya döndü; fakat filmin bir laboratuvar kazası sonucu harap olduğunu gördü (bazıları filmin Sovyet sansürüne takıldığını ve bilerek yok edildiğini söyler).
Filmi tekrar çekmekten başka yol yoktu, ikinci çekimler başladığında iklim daha kötüydü, benzer sahneleri tekrar çekmek sinir bozucuydu ve bu yüzden filmdeki karakterlerin korkmuş ve kederli halleri aslında tam anlamıyla bir rol değildir.
1957`de yaşanan fakat daha sonra saklanan Mayak nükleer kazasının oluşturduğu binlerce kilometrelik çöle benzeyen Bölge`nin de Tarkovsky`i etkilediği söylenir. Film çekildikten 7 yıl sonra yaşanan Çernobil kazası`nın ardından terk edilmiş nükleer bölgede çalışanlar kendilerine "İz Sürücü" demiş, bu alanı da "Bölge" olarak adlandırmıştır.
Grand Theft Auto (seri)
Grand Theft Auto, resmi kısaltması ile GTA, oyun programcısı David Jones ve Mike Dailly, Dan ve Sam Houser kardeşler ile oyun tasarımcısı Zachary Clarke tarafından yaratılan video oyunu serisidir. İlk olarak Rockstar North (eski adıyla DMA Design) tarafından Birleşik Krallık’da geliştirilmiş ve Rockstar Games tarafından yayımlanmıştır. Serinin adı büyük otomobil soygunu anlamına gelen “grand theft auto” teriminden gelmektedir.
Seride geçen hayali mekanlar Amerikan şehirlerinden esinlenilerek tasarlanmıştır. Oyunlar oyuncuların hikâyede ilerleyebilmek için görev yapabildikleri, bununla birlikte aksiyon-macera, sürüş, rol yapma, gizlilik ve yarış elementlerini de içeren serbest dünya üzerine odaklanmıştır. Serinin konusu genellikle Amerikan kültürünün komedi ile eleştirisi olsa da yetişkinlere yönelik doğası ve şiddet teması ile tartışmalara neden olmuştur. Oyunların konusu suç dünyası içerisinde farklı nedenlerle yükselmeye çalışan farklı ana karakterlere odaklıdır. Yan karakterler genellikle ana karaktere ya da onun örgütüne ihanet eden veya ana karakterin ilerlemesini yavaşlatan karakterlerden oluşmaktadır.
Video oyunu geliştiricisi DMA Design günümüzde on oyun ve dört geliştirme paketine sahip olan seriyi geliştirmeye 1997 yılında başlamıştır. Serinin üçüncü oyunu "Grand Theft Auto III" üç boyutlu grafikleri seriye kazandırmış ve bir dönüm noktası olması sebebiyle ilham kaynağı olduğu gibi serbest dünya aksiyon oyunlarının ""Grand Theft Auto" benzeri" adlandırılmasına neden olmuştur. Sonraki oyunlar "Grand Theft Auto III"’nin kurduğu konsepti devam ettirmiştir. Michael Madsen, Ray Liotta, Burt Reynolds, Dennis Hopper, Danny Trejo, Gary Busey, Samuel L. Jackson, Chris Penn, James Woods, Joe Pantoliano, Debi Mazar, Jenna Jameson, Frank Vincent, Robert Loggia, Ricky Gervais, Andy Dick, Debbie Harry, Kyle MacLachlan, Phil Collins and Peter Fonda gibi sinema ve müzik sanatçıları çeşitli karakterleri seslendirmiş ve Aralık 2012 itibarıyla seri, toplamda 125 milyondan fazla kopya satarak ticari başarı sağlamıştır. "Grand Theft Auto" serisinin dördüncü döneminde Michael Hollick, Jason Zumwalt ve Scott Hill gibi daha az tanınan aktörlere yer verilmiştir.
Her oyunu oyuncuları büyük bir şehirde taklitçi ya da suça ortak olmayı ve oyunun verdiği yönergeler aracılığıyla organize suç dünyasında yükselmeye çalışan bir birey olmasını sağlar. Oyuncu yeraltı dünyasındaki önemli kişiler ve büyük idoller (örn: Mafya babası) tarafından hikâyenin ilerleyişine göre çeşitli görevler almaktadır. Adam öldürme ve bazı ağır suçlar olağandır. Taksi kullanma, sokak yarışı yapma, otobüs kullanma ya da helikopter ve uçak kullanmayı öğrenme gibi aktiviteler(aynı zamanda görev olabilen) eklenmiştir.
"Grand Theft Auto III "ve sonraki oyunlarında daha fazla seslendirme, radyo istasyonu ve Amerikan kültürünü yansıtan müzikler kullanılmıştır.
"Grand Theft Auto" serisi gerçek dünyanın kurgulanmış ve farklı zaman dilimlerindeki yerlerinde geçer. Serinin New York'dan esinlenilerek tasarlanan Liberty City, Miami'den esinlenilerek tasarlanan Vice City, Los Angeles'dan esinlenerek tasarlanan Los Santos, San Francisco'dan esinlenerek tasarlanan San Fierro, Las Vegas'dan esinlenerek tasarlanan Las Vanturas ve Kaliforniya'dan esinlenilerek tasarlanan birçok şehri, kırsal alanı, dağlık alanı ve kasabayı içinde bulunduran San Andreas eyaletinde geçmektedir. İlk oyundaki San Andreas eyaletinde yalnızca San Francisco'dan esinlenilmiştir. Eklenti paketleriyle oyun şehri Londra üzerine inşa edilmiştir.
Roman Katılımı'nın Onyılı
Roman Katılımı'nın Onyılı (Decade of Roma Inclusion) 8 Orta ve Güneydoğu Avrupa ülkesinin Romanların(çingene) sosyo-ekonomik durumu ve bölgede sosyal olarak azınlık kapsamına alınması için kurulmuş bir organizasyondur. Girişim 2005 yılında başalatıldı, 2005-2015 yılları arasında devam edecek, ve Avrupa Romanların yaşam seviyesini arttırmak için oluşturulan ilk çok uluslu projedir.
Bu projede yer alan ülkeler; Bulgaristan, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Makedonya, Romanya, Sırbistan-Karadağ ve Slovakya. Tüm bu ülkelerde önemli seviyede Roman nüfusu vardır, ve bu nüfus ekonomik ve sosyal açıdan kötü durumda bulunmaktadır.
2005'te, yukarıdaki hükümetler uçurumu kapatacaklarını, Roman ve Roman olmayan halk arasında eşit imkânlar oluşturacaklarını belirtmişlerdir. Ayrıca yoksulluk ve Romanların dışlanmışlıklarını da çözeceklerini belirtmişlerdir.
Nikolaos Trikupis
Nikolaos Trikupis (Yunan: Νικόλαος Τρικούπης; d. 1869 - ö. 1956), Yunan asker. Türk Kurtuluş Savaşı sırasında Yunan Ordusu'nda 1. Kolordu Komutanı olarak görev yaptı.
1881'de Pire'deki askeri okula girdi. 7 yıllık askeri eğitimden sonra 1888 yılında mezun oldu ve topçu sınıfına kaydoldu. Şubat 1889'da öğrenim izni alarak Fransa'ya gitti. Orada yaklaşık 7 yıl kaldı ve bir süre Le Mans'daki 26. Sahra Topçu Alayı'nda görev yaptı. Ovur'da ve Orleans civarındaki Serkote'deki kampta topçuluk eğitimi ve atış üzerinde çalıştı.
1890-1892 yılları arasında Fontenblo'daki Topçu Tatbikat Okulu'na ve ardından Somür'deki Süvari Tatbikat Okulu'na davam etti. 1893-1895 yılları arasında Paris'teki Yüksek Harp Okulu'na devam etti. 1895 Kasım'ında Yunanistan'a döndü. Atina'da düzenlenen 1896 Yaz Olimpiyatlarında, askeri tüfekte ve serbest tüfek olaylarında yarıştı. Hedefe olası 40'ın 34 katı vurduktan sonra ilk olarak 1.713 puanla üçüncü oldu. İkinci yarıştaki yeri ve puanı bilinmiyor ancak ilk beşte bitiremedi.
1897 Osmanlı-Yunan Savaşı sırasında 1. Piyade Tümeni kurmaylığına atandı. 1904'te yeni kurulan Genelkurmay Başkanlığı'nda görev yaptı ve 1912-13 yılları arasındaki Balkan Savaşları'na 3. Piyade Tümeni ve Damianos Müfrezesi Komutanı olarak katıldı. Balkan Savaşları'ndan sonra alay komutanlıklarında ve ordu kurmay başkanlıklarında görev yaptı. 3. Ordu kurmay başkanlığı ve Yunan Ordusu Kurmay Başkan Yardımcılığı görevini yürüttü.
1917'den itibaren I. Dünya Savaşı'nın Makedonya Cephesi'nde 3. Piyade Tümen komutanı olarak görev yaptı. 1918 yılında Tümgeneral rütbesine terfi etti. Yunan Ordusu'nun İzmir'e çıkmasından sonra başlayan Türk Kurtuluş Savaşı'nın ilk yıllarında 3. Tümen'e komuta etti. İnönü muharebelerinde görev aldı.
1921 yılında yapılan taarruz öncesinde Eskişehir'i ele geçirmekle görevli Kuzey Grubu'na komuta etti ve Temmuz ayında Afyonkarahisar'daki Güney Grubuna atandı. Eylül ayında 2. Kolordu komutanlığına, Aralık ayında 1. Kolordu komutanlığına atandı.
Ağustos 1922'deki Büyük Taarruz sırasında, bölgedeki üst düzey Yunan komutanıydı, emrinde 5 tümende vardı. Yeterli keşif yaptırmayı ihmal ederek Türk saldırısına hazırlıksız yakalandı. 1. ve 4. tümenlerin ön cephesinin çöküşünü önlemek için 13 Şubat'ta Afyon müstahkem mevkiinin ikinci hattına çekilmesi emredildi. Bununla birlikte başarılı Türk saldırıları ve 1. ve 2. Kolordu bölgelerinin bir kaç gün içinde teslim olmaları Yunan Ordusunun tam bir bozguna uğramasına yol açtı ve düzensiz bir şekilde İzmir'e çekilmeye başladı. 29 Ağustos'ta Kütahya yakınlarındaki Allıören olarak da bilinen Karacahisar yakınlarında Türk süvari birlikleri tarafından saldırıya uğradı ve 5000'den fazla asker ve 300 subayı ile birlikte teslim oldu. Türk Ordusu Başkomutanı Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın huzuruna çıkarıldı. Mustafa Kemal Paşa tarafından İzmir'deki Yunan Genel Karargâhı tarafından Yunan Ordusu başkomutanlığına atandığı bildirildi; bu durum Yunan ordusundaki komuta düzeninin tamamen bozulduğunu gösteriyordu.
1923 yılında savaş esirleri mahkemesinin bir parçası olarak Yunanistan'a döndü, ancak Altılar davasında felaketteki rolünden ötürü sorumlu tutulan diğer üst düzey görevlilerden ve siyasetçilerden farklı olarak, hiçbir zaman yargılanmadı.
Askerlik görevine devam etti. 27 Kasım 1927 tarihinde emekliye ayrılmadan önce Korgeneral rütbesine terfi etti ve daha sonra Attika ve Boeotia'nın valisi olarak görev yaptı. 1956 yılında öldü.
Marco Pallis
Marco Pallis(d.19 Haziran 1895,Liverpool - 5 Haziran 1989) Yunan asıllı İngiliz yazar ve dağcı.
1895 yılında Liverpool'da yaşayan Yunan bir çiftin çocuğu olarak dünyaya geldi. Harrow ve Liverpool üniversitelerinde öğrenim gördü. 1989 yılında öldü.
I. Dünya Savaşında İngiliz ordusunda hizmet verdi. Arnold Dolmetsch ile müzik çalıştı ve perennialist yazarlar Ananda Coomaraswamy ve René Guénon'dan etkilendi.René Guénon'u Kahire'de ziyaret etti ve iki kitabını arkadaşı Richard Nicholson ile birlikte İngilizce'ye tercüme etti.
1923'de bir dağcı grubuyla güney Tibet'e gitti. Sikkim ve Ladakh manastırlarında kaldı ve Tibet geleneğiyle ilgilendi. II. Dünya Savaşından sonra Seylan ve Güney Hindistan'a gitti ve Ramana Maharshi'den darşan almak üzere Tiravunnamalai'ye gitti. Shigatse yakınlarındaki Tibetli lamalardan eğitim gördü ve "Thubden Tendzin" adını alarak Tibet manevi geleneğine dahil oldu.
1950'de İngiltere'ye dönüşünde Richard Nicholson ve diğer bazı müzisyenlerle birlikte ilk dönem İngiliz müziğini araştırdı ve bu grupla birlikte konser turları yaptı.
Pallis Tibet'te yaşadığı tecrübeleri ve Tibet geleneği ve metafiziği hakk |
ındaki bilgilerini ""Peaks and Lamas"" (1939) ve ""The Way and the Mountain"" (1960) kitaplarında dile getirdi. "Pallis Journal Studies in Comparative Religion" adlı yayın organında daha sonra bir kısmı ""A Buddhist Spectrum"" (1980) adlı eserde kitaplaştırılacak makaleler yazdı.
Yazarın Türkçeye tek bir eseri çevirilmiştir. Tibet budizmine ait gözlem, tecrübe ve görüşlerini içeren ve orijinal adı "The Way and the Mountain" adlı eseri Türkçeye "Yol ve Dağ" adıyla çevrilmiştir.
Death metal
Death metal, 1980'lerin sonunda thrash metal'in teknik yetkinliğini ve bir punk alttürevi olan hardcore'un dolaysızlığını sentezleyen grupların ortaya çıkardığı metal müzik türüdür.
Türün en çok satan albümü, Morbid Angel'ın Covenant isimli albümüdür.
Death Metal tınısını belirleyen ve onu diğer metal türlerinden ayıran başlıca öğeler brutal vokal, distorsiyon doygunu elektro gitar, yapısökümcü tabir edilebilecek bir kompozisyon tarzı, sürat ve nihilist/dışavurumcu imgelemdir.
Death Metal'in arkaik örnekleri arasında, Speed Metal ile karıştırılan Thrash Metal tarzına yakın bir çizgide müzik yapan Death Strike'ın 1985 tarihli "Fuckin' Death" albümü sayılabilir. Ancak türün ilk yapılaşmış örneği,Chuck Schuldiner önderliğindeki Death imzasını taşıyan "Scream Bloody Gore" albümüdür. 1980'li yılların ortalarında belirişini takiben 90'lı yılların sonlarına kadar oldukça üretken bir janr olan Death Metal kanonunun en önemli örneklerinin altında Possessed, Obituary, Morbid Angel, Death, Six Feet Under, Cannibal Corpse, Incantation, Krabathor, Acheron, Sinister, At the Gates, Deicide, Autopsy, Carcass, Atheist, Napalm Death, Gorefest, Bolt Thrower, Asphyx, Pestilence, Unleashed, Immolation, Monstrosity, Morta Skuld, Sextrash, Entombed, Dismember, Grave, Toxodeth, Mortuary, Headhunter D.C., Krisiun, Nunslaughter, Demigod, Abhorrence, Interment, Aggressor, Malevolent Creation, Massacre, Nocturnus, Acid Death, Comecon, Terrorizer gibi öncü toplulukların isimleri vardır.
Bir alt kültürel enerji olarak 90'lı yılların başlarında Grunge akımının ve temsil ettiği değerlerin denge ağırlığını teşkil eden Death Metal, 90ların sonlarında, Metal anajanrından doğan alttürevlerin, cross-over'ların ve farklı janrların gramerlerini Metal'e sentezleyen yenilikçi yaklaşımların karşısında ortodoks damarını bütünüyle yer altına çekmiş ve doğası doğrultusunda, popülerliğin süzgecinden geçmiş diğer Metal janrlarının aksine, ifade tarzını daha da sertleştirmiştir. Ne var ki Metal arenasında dinleyiciler ve gruplar arasında yoğunlukla tartışılan ticaret - etik ikiliği ekseninde, Death Metal de, geniş kitlelere ulaştığı 90'lı yılların ortalarında piyasalaşmakla suçlanmıştır.
Death Metal'in doğuşundan bugününe Türkiye'de gelmiş geçmiş en önemli temsilcileri arasında Capital Punishment Andarkan Death Project, Deathroom, Suicide, Asafated, Cenotaph, False In Truth, Hecatomb
Brutal vokal, diğer metal türlerinde ve popüler müziğin genelinde doğalcı biçimiyle kullanılan vokalin, enstrümantan enformasyonun distorsiyonuna paralel bir şekilde, performans veya kayıt sırasında dışsal bir müdahale olmaksızın, vokalist tarafından distorte edilmesiyle elde edilen, konvansiyonel vokalin ifade yelpazesini tek bir kalıp içinde hayata geçirmeye çalışan vokalizasyon türüne metal icracıları ve dinleyicileri tarafından verilen isimdir.
Death Metal tınısı tok, distorsiyon doygunu gitar tonlarına, brutal vokallere yaslanır. Bunların yanı sıra dışavurumcu, kinik, nihilist bir tavrı yansıtan veya gore gibi şok öğeleri üzerinde duran şarkı sözleri ve görseller Death Metal alamet-i farikası sayılır. Death Metal gitar jargonu çalış tekniği açısından Thrash Metal'in doygunlaştırdığı 'palm mute' (gitar tellerinin avuç kenarı ile kapatılarak sesin boğulması) tekniği ve strumming (vuruş) çeşitliliğiyle biçimlenen, kompozisyonel yönelim açısından ise yüksek tempolu, fragmanlı veya nakarat yapılı parçalar üreten, vokal dışavurumun belirginleştiren bir anlayışla yapılanır. Death Metal gruplarının bir bölümü [Deicide, Suffocation] melodizmi dışlayarak keskin bir ritmofoniyi sahiplenir. Bu ritmofoni ağırlıklı yaklaşım, bir Death Metal altjanrı sayılan ancak bu janrla aynı yıllarda şekillenen Grindcore'un da merkezinde yer alır. Davulda
yüksek hızlarda twin, ride ve trampet üçlüsü kullanılmaktadır. Ataklar tuşeli ve çok hızlıdır. Ziller yoğun olarak kullanılmaktadır. Davul setlerinde 3 alto ve 2 floor tom tercih edilmektedir.
Yeni Akım İsveç Death Metal'i (NWOSDM) adı verilen İsveç okulu ise İngiliz Klasik Metalinin melodizmini Death Metal'in yoğunluğuyla birleştirir. Ancak istisnalar hariç birçok İsveç Death Metal grubu zamanla tarzın köklerinden dışarı çıkmaya başladığı halde hala Death metal olarak anıldıkları için tepki görmüşlerdir. Bu türün gerçek örnekleri olarak Unleashed, Entombed, Nihilist, Paganizer, Grave, Dismember, Comecon, Repugnant verilebilir.
2000'li yıllarla birlikte yükselen Metalcore türü Death Metal'in sofistike enerjisini yumuşatarak benzer bir dışavurumcu teknik lügatı sahiplenmiştir.
Endüstriyel metal
Endüstriyel metal, heavy metal ve thrash metal etkileşimli olup; endüstriyel müzik, elektro-endüstriyel ve endüstriyel dans müziği alt yapısına sahip bir metal müzik türüdür. Klavye kullanımı yoğundur ve gitar riffleri endüstriyel dans müziğini andırırcasına tekdüzedir.
Skinny Puppy türün öncülerindendir. Godflesh, KMFDM ve Ministry ile 80'lerde alternatif kültür arasında varlığını devam ve bir türlü hakettiği ilgiyi bulamayan endüstriyel metal, 90'ların ilk yarısında Nine Inch Nails ile popülarite kazanmıştır. Nine Inch Nails'in tek üyesi Trent Reznor'un yükselttiği grup Marilyn Manson ve Rammstein'ın çalışmaları da türün ününü iyice arttırmıştır. Rammstein türü atmosferik öğelerle yorumlamıştır. Laibach bu türe önemli katkılarda bulunmuştur.
Endüstriyel metal grupları genellikle kalabalıktır. Çoğu grup çift gitar kullanır ve gitarlar sampler'lar ve synth'lerle desteklenir. Gitar tonları çok sert olabilir. Melodik ögeler varlığını sürdürmekle birlikte çoğunlukla arka planda kalır. Gitar sololarına ise çok sık rastlanmaz.
Korn
Korn (resmî yazılış şekliyle KoЯn), 1993'te kurulan Bakersfield, Kaliforniya kökenli metal grubudur. Grubun şu an beş üyesi mevcuttur: Jonathan Davis, Brian "Head" Welch, James "Munky" Shaffer, Reginald "Fieldy" Arvizu ve Ray Luzier
Korn, 1993 yılında kuruldu ve aynı yıl "Neidermeyer's Mind" adındaki demo albümünü yayınladı. Grubun iki eski üyesi Brian "Head" Welch vr David Silveria, albümde yer aldı. "Neidermeyer's Mind"'da çalıştıkları müzisyenlerle birlikte 1994 yılında çıkış albümleri "Korn"'u yayınladılar. Grup, Nisan 1996'da "Life Is Peachy"'i kaydetmeye başladı ve 15 Ekim 1996 tarihinde albüm, piyasaya çıktı. 1998'de Billboard 200 listesinde 1 numaraya yerleşen "Follow the Leader" Korn'un esas tanınmasını sağlayan albüm olarak kabul edilmektedir ve 1999'da çıkardıkları "issues" albümü de aynı listede 1 numarada yer aldı. Grup, 11 Haziran 2002 tarihinde "Untouchables" albümünü ile 21 Kasım 2003 tarihinde "Take a Look in the Mirror" albümünü yayınladı ve her ikisi de Billboard 200 listendeki en iyi 10 içinde zirveye çıktı. İlk derleme albümleri olan "Greatest Hits Vol. 1", Billboard 200'de 4 numaraya yükseldi. "See You on the Other Side", 6 Aralık 2005 tarihinde piyasaya sürüldü ve Korn'un isimsiz albümü, yaklaşık iki yıl sonra 31 Temmuz 2007'de yayınlandı.
Günümüze kadar, Korn, Birleşik Devletler'de 16 milyon albüm sattı
05/05/2012 yılındaki Rockhingham konserinde Korn, Brian "Head" Welch ile tekrar bir araya gelmiştir ve Brian gruba tekrar dahil olmuştur. Şu sıralar yeni albümleri "The Paradigm Shift" üzerinde çalışıyorlar.
Korn 1993 yılında kurulmuştur. 1994 kasımında yayınladıkları "KoRn" albümleri büyük beğeni kazanmıştır. Daha sonra yayınlanan "Life is a Peachy" albümü 96 yılında 3. sıradan listelerdeki yerini almıştır. Ağustos 1998'de yayınlanan "Follow the Leader" albümü ile Korn nu-metal'i icat eden grup olduğunu herkese kanıtlamıştır,ayrıca bu albüm Korn'un en çok satan albümü olarak yer alır."Freak on a Leash" ve "Got the Life" albümün öne çıkan parçaları olmuş; Freak on a Leash videosuyla grup Mtv En iyi Rock Video ödülüne layık görülmüştür.
Follow the Leader albümü sonrası grup Family Values Tour adlı bir tur düzenlemiş; Incubus, Orgy, Limp Bizkit,Ice Cube ve Rammstein ile aynı sahneyi paylaşmıştır. 1999 Kasım'ında yayınlanan Issues, 1 numaradan listelerde yerini almıştır. 2001 yılında Stone Temple Pilots, Linkin Park, Staind, Static-X ve Deadsy ile son Family Values Tour da aynı sahneyi paylaşmıştır. Haziran 2002'de "Untouchables" albümünü yayınlayan grup düşük albüm satışları nedeniyle hayal kırıklığına uğramıştır.Bunun nedeni albümün mağazalardan önce internet ortamına düşmesidir. Albümden çıkan single Here to Stay, En iyi metal performansı dalında Grammy ödülü almıştır. Grubun 2003 kasımında yayınlanan "Take a Look in the Mirror" albümü grup hayranlarını tatmin etmiştir. Korn bir anlamda eski sesine dönmüştür. 2004 yılında Korn bir Greatest Hits albümü yapmıştır. Albümde Cameo-Word Up ve Pink Floyd'un "Another Brick in the Wall" coverları bulunmaktadır.
22 Şubat 2005 Korn için bir dönüm noktasıydı. Grubun gitaristi Brian Welch dini inançlarından dolayı grubu bıraktığını açıklamıştı ancak daha sonra kızı için ayrıldığını itiraf etmişti ve Korn dağılma noktasına gelmişti. Fakat grup devam kararı aldı ve 6 Aralık 2005'de "See You On The Other Side"'ı yayınladı. İlk video Twisted Transistor adlı şarkıya çekildi. Videoda Lil' Jon, Snoop Dogg, Xzibit,ve David Banner gibi rap yıldızları yer aldı.Aslında See You on the Other Side albümü sevenleri tarafından pek tutulmadı.
Son albümlerini ise 31 temmuz 2007'de Untitled adı altında çıkardılar.İlk bakışta Untitled (isimsiz) sözcüğü bir albüm için yakışmıyor ama Jonathan Davis" Fanlarımız albümü dinlesin ve adını öyle koysun" demiştir.
Son günlerde oluşan bir gelişme Korn fanlarını üzmüştür.Grubun bateristi David Silveria gruptan ayrılmıştır.Tam kesin b |
ir gelişme olmasa da Munky bir rapörtajında "Benim için çok zor , David benim en iyi arkadaşımdı.Onla 20 sene Gitar ve Bateri çaldık.Benim için kabullenmesi çok zor bir olay" demiştir.
Mutlak değer
Matematikte, mutlak değer bir gerçek sayının işaretsiz değerini verir. Örneğin, 3; hem 3'ün hem de -3'ün mutlak değeridir. Bilgisayarlarda ise, bu ifade etmek için kullanılan matematiksel fonksiyon genelde abs(...)'dir (Örnek:
abs(sayi) gibi.)
Mutlak değer fonksiyonunun gerçel sayılarla kullanımı dışında, geniş bir matematiksel kullanım alanı vardır. Örneğin, mutlak değer karmaşık sayılar gibi kümeler için de tanımlanabilir.Kısacası mutlak değer; bir sayının 0'a olan uzaklığıdır.
Karmaşık sayılara kadar olan kısımda, verilen mutlak değer özellikleri karmaşık sayılar kümesine aynen uygulanamaz. Önerme 1'i ele alırsak:
her gerçel sayının bir karmaşık sayı olduğunu ve,
bir karmaşık sayının
olduğunu düşünürsek göreceğiz ki, gerçel sayılarda y katsayısı 0'a eşit. Öyleyse gerçekte formula_3'nin mutlak değer (ya da karmaşık sayılarda bazen modül olarak adlandırılır) şu şekilde tanımlanabilir.
Öyleyse bir gerçel sayıda bu işlemi şöyle gerçekleştirebiliriz:
Mutlak değer bir sayının orijine uzaklığını verir. Karmaşık sayılar iki boyutlu düzlem üzerinde incelendiğinden Pisagor teoremi iki nokta arasındaki uzaklığı bulmada işimize yarayacaktır.Karmaşık düzlemde iki karmaşık sayı arasındaki uzunluğu bulmak içinse aynı gerçel sayılardaki
ise, ve
z karmaşık sayısının eşlenik'i ise, açıkça görülür ki:
Pansitopeni
Pansitopeni eritrosit (alyuvar), lökosit (akyuvar) ve trombosit hücrelerinin sayısının azalması durumuna verilen isimdir.
Pansitopeni genel olarak kemik iliğini etkileyen hastalıklar sonucu oluşur. Bunun dışında hipersplenizm yüzünden de oluşabileceği bilinmektedir. Pansitopeniye neden olan kemik iliği bozukluklarından bazıları miyelofibroz, lösemi ve aplastik anemidir.Bir parazit hastalığı olan visseral leshmaniasis de pansitopeniye neden olur.
İslamcılık
İslamcılık ya da Siyasi İslam ( ' veya '), İslam'ın kişisel hayat dışında sosyal ve politik alanlarda da yol gösterici kılınmasını hedefleyen "politik-ideolojik hareketler" olarak tanımlanmaktadır. Modern dönemlerde İslam dini üzerinden hareket edilerek ortaya konulan ideoloji. Siyasi İslam kavramı ile eş anlamlı kullanılsa da bunu aşan ve kültürel yanları da olan bir kavramdır. Panislamizm, İttihad-ı İslam, İslamlaşma kavramlarıyla da eş anlamlı kullanıldığı olmuştur.
Kökleri itibarıyla Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh'a dayandırılmaktadır. Bu anlamda anti-emperyalist bir söylemi benimseyen bir ideoloji olarak belirmiştir. Osmanlı coğrafyası üzerinden yeşeren İslamcılık, temel olarak 19. yy'ın ikinci yarısında Namık Kemal, Ali Suavi gibi Genç Osmanlılar'a da dayandırılmaktadır. Ancak bugünkü anlamda daha çok II. Meşruiyet döneminde ortaya çıkmıştır. Sultan II. Abdülhamid'in panislamist siyasetine rağmen, İttihad-ı İslam kavramı daha geniş mana da kültür, siyaset ve toplum projesi olarak ortaya çıkmıştır. Esas itibarıyla İslamcılık, batılı güçlerin İslam dünyasına, özellikle askeri ve ekonomik alanlardaki meydan okuyuşunun hız kazandığı 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başlarından Müslüman aydınların aradığı kurtuluş çarelerinden biri olarak ortaya çıkmıştır.
Kavramı Türkiye'de ilk kullanan Babanzade Ahmed Naim'dir. O da olumsuz anlamda kullanmıştır.
Kavram üzerinden mutabakat bulunmamaktadır. Vehhabi İslamcılığı, Selefi İslamcılığı, İrancı İslamcılık, Sufi İslamcılık gibi farklı eğilimleri de kapsamakla birlikte, bu bakış genel bir bakıştır. İslamcılar Kur'an ayetleri üzerinde tek bir yoruma sahip homojen bir grup değildir.
İslam merkezli bir siyaset ve kültürün uygulanması temel hedefi çerçevesinde, İslam dünyasının bağımsız hareket etmesi, Batı sömürgesinden kurtulması, askeri ve idari anlamda Batı etkisinden uzaklaşılması gibi temel argümanlara sahiptir.
Günümüz dünyasında kendisini İslamcı olarak nitelendiren farklı tipte, farklı yöntemleri benimsemiş çok sayıda grup bulunmaktadır. Sudan'da el Şebbab, diğer bölgelerde El Kaide gibi silahlı örgütlerin yanında DAEŞ/ IŞİD gibi örgüt de bu çerçevede bir söylem kullanmaktadır. Ancak genel olarak İslamcılığın entelektüel bir çerçeveden hareket ettiği, modern dünya ve demokratik tavra karşı bir uyumu sergilediği görülmektedir. Türkiye'de Millî Görüş, Tunus'da Gannuşi gibi daha çok siyasi, kültürel, iktisadi önerileri olarak toplum hareketleri İslamcı olarak görülebilecektir. Üzerinde hala mutabık olunmayan akımın, net olarak silahlı örgütlerle bağının kurulamayacağı söylenebilir.
İslamcılıkta önemli ve öne çıkan figürler; Cemaleddin Efgani, Reşid Rıza, Muhammed Abduh gibi yazarların eserlerinde geleneksel İslam düşüncesi ve anlayışının eleştirisiyle ilk nüvelerini göstermeye başlamıştır. 20. yüzyılda da Muhammed İkbal, Seyyid Kutub, Ali Şeriati, Ayetullah Humeyni, Mevdudi gibi isimler İslam düşüncesine katkıda bulunmuşlardır. Türkiye'de ise Said Halim Paşa, Mehmet Akif, Babanzade Ahmed Naim ilk dönem İslamcıları arasında yer alırken, 1950 sonrasında ise Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu gibi isimler İslamcı hareketin önde gelen isimleri olmuşlardır.
Söz konusu yazarların eserlerinde görülmeye başlanan dindeki doğaüstü bazı ifadelerin "hurafe" ile nitelendirildiği, geleneksel dini otoritelerin eleştirildiği ve hurafelerden arınmış Kur'an'ı yeniden anlamaya ihtiyaç duyulduğu anlayışı tüm Müslüman ülkelerde yankı bulmaya başlamış, dönemin Osmanlısında da dindarlıklarıyla bilinen bir kısım âlim de bu görüşlerden etkilenmişlerdir. Bunun neticesinde Mustafa Sabri Efendi, Necip Fazıl Kısakürek ve daha birçok şair, bilgin ve yazar Müslümanlar ile İslamiyet arasındaki ayrımı güçlü bir şekilde vurgulayıp dönemin İslam anlayışının İslam toplumlarını geri bıraktığı şeklinde bir yaklaşımı savunmaya devam etmişlerdir.
İslamcılığın diğer ideolojiler gibi modern bir ideoloji olduğu gerekçesiyle geleneksel İslam'a dönüşü savunan çevreler de İslamcılık eleştirisi ortaya koymaktadır. Konuyla ilgili çalışmalar yapan İsmail Kara'ya göre her Müslüman'ın İslamcı olmayacağı, ama her İslamcının Müslüman olması gerekir.
Almora
Almôra, Soner Canözer'in 2001 yılında hayata geçirdiği Senfonik Rock tarzındaki projesidir.
Almôra, Soner Canözer'in 2001 yılında hayata geçirdiği Senfonik Rock tarzındaki projesidir.
Bu proje kapsamında 2002 yılından bu yana 5 albüm ve 3 single yayınlayan Soner Canözer, yurt içinde ve yurt dışında önemli başarılara imza attı. Albümlerin tümü yazılı medya tarafından yayınlandıkları yılların En İyi Albümleri arasında gösterilerek çeşitli ödüllere layık görüldü. Şu ana kadar Japonya’da iki, Meksika’da dört albüm yabancı plak şirketleri tarafından yayınlandı.
2005 yılında Japonya’da yayınlanan “Shehrâzad” albümündeki iki bestesinin Japonya’nın efsanevi müzikal topluluğu Takarazuka Revue tarafından sahnelenmesi Soner Canözer'i müzik kariyerinde farklı bir yere taşıdı. Revue of Dreams – Jazzy Fairies müzikalinde Güneşin Ozanları ve Fantasy isimli şarkıları Japonca olarak seslendirilen Soner Canözer böylelikle Ritchie Blackmore, Ronnie James Dio, Enrique Garcia ve Chris Impelliteri gibi dünyaca ünlü müzisyenler ile aynı müzikalde buluştu. Tokyo Takarazuka Theater’da sahnelenen bu müzikal 2006 yılında TCA Pictures tarafından tüm dünyada DVD olarak yayınlandı.
Müziğinde farklı denemeler yapmayı seven Soner Canözer, “1945” albümünde dünyaca ünlü Türk Tenor Hakan Aysev ile çalıştı. Türk Rock Müziğinde bir ilk niteliğinde olan Rock- Opera tarzındaki bestelerini dinleyiciye sundu.
2008 yılında yayınlanan “Kıyamet Senfonisi” albümü ile Soner Canözer, Türk Rock Müziğinde yapılan İlk Türkçe Sözlü Gotik Rock albümüne imza attı. “Kıyamet Senfonisi” yazılı ve görsel basında büyük ses getirdi. Albüm, büyük müzik marketlerin En Çok Satanlar listesinde 1 numara oldu ve haftalarca en üst sıralarda yer aldı. Bu albümde yer alan “Tılsım” şarkısı Amerika merkezli dijital müzik platformlarından DigitalDreamDoor’da senfonik rock tarzında “Tüm Zamanların En İyi 100 Şarkısı” arasında gösterildi.
Mika Häkkinen
Mika Pauli Häkkinen (d. 28 Eylül 1968, Helsinki), Fin yarış otomobili sürücüsü.
Finlandiya' nın Helsinki şehrinde doğmuştur. 1998 ve 1999 yıllarında McLaren-Mercedes takımı ile Formula 1 dünya şampiyonu olmuştur. "Uçan Fin" ve "Buz Adam" isimleriyle tanınır. 2001 yılında Formula 1' i bırakan Häkkinen, halen Alman Binek Otomobiller Şampiyonası'nda Mercedes adına yarışmaktadır. Birçok formula 1 otoritesi tarafından gelmiş geçmiş en yetenekli pilot olarak ifade edilir. Erja Hakkinen ile evlidir.
Formula 1 kariyerine 1991 sezonunda Lotus ile başlamıştır. İlk Formula 1 otomobili deneyimini ise 1990 sezonunda Benetton ile yaşamıştır. 1993 sezonunda McLaren'a transfer olup, sezonun son 3 yarışına kadar test pilotluğu görevi yapmıştır.
McLaren'la ilk yarışına Portekiz GP'sinde çıkmıştır ve sıralama turlarında takım arkadaşı efsanevi Ayrton Senna'yı geride bırakmayı başarmıştır. Ayrıca, Schumacher'in diskalifiye edildiği, Villeneuve'ün şampiyon olduğu sezonun son yarışında kariyerinin ilk zaferini kazanan Häkkinen aynı sezonun son yarışı Japonya GP'sinde 3. olup kariyerinin ilk podyumunu kazanmıştır.
İlk en hızlı turunu ise, 1997 İtalya GP'sinde, ilk GP zaferini ise 1997 Jerez'de kazandı.
1998'de ise Häkkinen-Schumacher rekabeti başladı. Sezon boyunca David Coulthard'ın bir birincilik elde etmesinin dışındaki tüm yarışları ya Häkkinen ya da Schumacher kazandı. Sezon sonunda ise 16 yarışın yarısını kazanan Mika Häkkinen, Schumacher'in önünde ilk şampiyonluğuna ulaştı. 1999 yılında ise Häkkinen, İngiltere Grand Prix'inde bacağını kıran ve aylarca pistlerden uzak kalan Schumacher yerine Eddie Irvine'a karşı yarıştı. Ancak, Häkkinen üst üste ikinci kez şampiyonluğunu kazandı. 2000 sezonunda ise yine çok çekişmeli geçen bir sezonun ardından Schumacher şampiyonluk unvanını son 4 yarışı art arda kazanarak geri aldı.
2001 yılına ise sezona ciddi bir kaza ile başlayan ve yarışlarda mekanik proble |
mlerle uğraşan Häkkinen, sezon boyunca ancak iki yarış kazanarak sezonu beşinci sırada tamamlamış ve sezon sonunda Formula 1'e 1 yıl ara vereceğini açıklamıştır.Fakat kendisi 1 yıl sonra geri dönmeyip, kariyerine son noktayı koymuştur. Michael Schumacher ise onun pistlere erken veda etmesinin ardından üst üste 4 şampiyonluk kazandı. Mika Hakkinen son olarak 2012 yılında Le Mans serisinin Çin ayağında Mercedes SLS AMG ile yarışmıştır.
1991
Takımı: Lotus
Katıldığı yarış sayısı: 16
Aldığı Puan: 2
Şampiyonadaki sıralaması: 15
1992
Takımı: Lotus
Katıldığı yarış sayısı: 16
Aldığı Puan: 11
Şampiyonadaki sıralaması: 8
1993
Takımı: McLaren ("Michael Andretti"'nin yedek pilotu)
Katıldığı yarış sayısı: 3
Aldığı Puan: 4
Şampiyonadaki sıralaması: 15
1994
Takımı: McLaren
Katıldığı yarış sayısı: 15
Aldığı Puan: 26
Şampiyonadaki sıralaması: 4
1995
Takımı: McLaren
Katıldığı yarış sayısı: 15
Aldığı Puan: 17
Şampiyonadaki sıralaması: 7
1996
Takımı: McLaren
Katıldığı yarış sayısı: 16
Aldığı Puan: 31
Şampiyonadaki sıralaması: 5
1997
Takımı: McLaren
Katıldığı yarış sayısı: 17
Aldığı Puan: 27
Şampiyonadaki sıralaması: 6
1998
Takımı: McLaren
Katıldığı yarış sayısı: 16
Şampiyonadaki sıralaması: Dünya Şampiyonluğu
1999
Takımı: McLaren
Katıldığı yarış sayısı: 16
Şampiyonadaki sıralaması: Dünya Şampiyonluğu
2000
Takımı: McLaren
Katıldığı yarış sayısı: 17
Aldığı Puan: 89
Şampiyonadaki sıralaması: 2
Gönülçelen (roman)
Gönülçelen ya da Çavdar Tarlasında Çocuklar (Özgün adıyla: The Catcher in the Rye), J. D. Salinger'in romanıdır. Eser ilk olarak 1951'de Birleşik Krallık ve ABD'de kitap olarak basıldı.
"Modern zamanların başyapıtı" olarak değerlendirilen bu eser, "ahlâk dışı" ve "açık saçık" bulunduğundan ABD'nin birçok tutucu bölgesinde uzun süre yasaklı kaldı. Hâlâ bazı Amerikan kütüphanelerinde yasaklı kalmasına rağmen, kitabın yasaklanması günümüzde ilginç bir hal almıştır: ABD'de lise düzeyinde en çok yasaklanan kitap olmasına rağmen aynı zamanda en çok okutulan kitaptır.
1967'deki Adnan Benk'in İngilizce aslından değil de Fransızca versiyonu olan "L'Attrape-cœurs"den yaptığı dolaylı çevirisinden ötürü kitap Türkiye'de "Gönülçelen" olarak tanınır. Kitabın Yapı Kredi Yayınları basımı çevirisi Coşkun Yerli'ye aittir ve bu kez Türkçe adı özgün adına daha yakındır: "Çavdar Tarlasında Çocuklar".
Kitap, anti-kahraman Holden Caulfield'ın okuldan atılmasıyla başlayan süreci Holden'ın kendi ağzından anlatır. Stylist.co.uk sitesi tarafından "En iyi ve en ikonik 100 giriş cümlesi" listesinde romanın giriş cümlesi birinci sırada yer alırken "En iyi 101 kapanış cümlesi" listesinde on beşinci sırada yer aldı.
Hikâye ilk ağızdan anlatılır. Holden Caulfield'ın üç gününü kapsayan kitap, Holden'ın okuduğu Pencey Prep'ten Noel'den (tahminen 1949) hemen önce kovulmasıyla başlar. Daha önce, iki okuldan daha kovulmuştur ve bu sefer ailesiyle yüzleşmemek için eve gitmek istemez. İlk önce eski tarih hocası Mr. Spencer'ı ziyaret eder. Canını sıkan hocasından kurtulan Caulfield, yurda döner fakat orada da başta yakışıklı ve atletik Stradlater olmak üzere yurt arkadaşlarıyla kapışır ve orayı da küfürler savurarak terk eder.
New York'ta içmiş şekilde gezmeye başlayan Caulfield, tanıdıklarıyla rastlaşır. Sürekli olarak etrafındaki her insanın "samimiyetsiz/yapmacık ("phony")" olduğunu söyleyen Caulfield sonunda bir otele çekilir ve bekaretini kaybetmek için bir kadın satıcısıyla kız konusunda anlaşır. Odasına yaşıtı olduğunu tahmin ettiği bir kız gelir, fakat nedense sevişmek istemeyen Holden yüzünden işler yolunda gitmez ve kadın satıcısı fazladan 5 $ daha alır. Holden daha sonra eski kız arkadaşlarından Sally Hayes ile çıkmaya karar verir ve onu arar. Beraber tiyatroya ve buz pateni yapmaya giderler. Sonunda dayanamayan Caulfield kıza hakaret eder. Sally kaçtıktan sonra Caulfield bunalmış bir şekilde, ailesine çaktırmadan kız kardeşi Phoebe`yi görmek için eve gider. Küçük kız kardeşi ona Noel için biriktirdiği parayi verir. Caulfield ailesi geldiği anda evden kaçar.
Kitabın sonlarına doğru, Holden güvendiği tek hoca olan Mr. Antolini'nin evine gider. Hocası ona geleceği için mantıklı ve yararlı öğütler verir. Uyumaya başlayan Caulfield gözlerini açtığında hocasının onun alnını okşadığını görür. Neden bunu yaptığı kitapta tam açıklanmasa da, Holden bunu hocasının eşcinsel eğilimlerine yorar. Evden kaçan Holden, bir tren istasyonunda uyuyakalır. Sabah kalktığında da, Batı`ya doğru otostop çekip gitmeyi kafasına koymuştur. Tanıdığı bütün insanlardan kaçıp vardığı yerde sağır taklidi yaparak bambaşka bir hayat sürecektir. Fakat önce bitirilmesi gereken bir iş vardır, kız kardeşinin parasını geri vermek.
Holden, Phoebe'nin okuluna gider ve sekretere kız kardeşini öğle teneffüsünde okulun yakınındaki müzede beklediğine dair bir not bırakır. Phoebe, Holden'ın yanına vardığında elbiselerle dolu bir bavul taşımaktadır. Niyeti bellidir: Ağabeyiyle birlikte gitmek.
Holden bu isteğini sertçe reddeder. Kız kardeşine kötü örnek olduğunu düşünmeye başlamıştır artık. Phoebe ona küser ve Holden gitmekten vazgeçtiğini söyler, kız kardeşini sehir parkina götürür. Atlı karıncaya binen Phoebe, Holden'ı neredeyse ağlatacak kadar mutlu eder.
Holden Caulfield'ın hikâyeyi anlatması burada bitiyor. Günümüze dönerek olaylardan sonra hastalandığını, şu anda bir psikaytrist ile görüştüğünü ve sonbaharda okula gideceğinden bahsederek kitabı sonlandırıyor.
Olayların 1940'ların sonu 1950'lerin başı gibi geçtiği/yaşandığı açıktır. Kitap da, bu dönemde yazılmıştır. Holden'ın kardeşi Allie'nin ölüm tarihi 18 Temmuz 1946 olarak verilir. O sıralarda Holden on üç yaşındadır. Kitaptaki olaylar ise Aralık 1949 tarihinde geçmektedir.
Kitabın sonunda bahsedilen bugünkü durum 1950 yazıdır. Noelin (Christmas) pazar gününe denk geldiği düşünülürse; kitabın büyük bir bölümünü kapsayan iki günün 18 ve 19 Aralık olduğu tahmin edilir.
Bonobo
Bonobo "(Pan paniscus)", Primates (primatlar) takımının Hominidae (büyük insansı maymunlar) familyasına dahil "Pan" (şempanze) cinsini oluşturan iki türden biridir ve yakın geçmişe dek daha çok "pigme şempanze" ya da "cüce şempanze" adları ile anılmıştır. "Pan" cinsinin diğer türü olan "Pan troglodytes" (adi şempanze), iki türün daha iri yapılı olanıdır ve "şempanze" adı daha çok bu türü ifade etmek için kullanılır. Bu maddede ise bu konuda artış göstermekte olan eğilim tercih edilmiş ve "şempanze" terimi "Pan" cinsini (dolayısıyla da o cinsi oluşturan iki türü birden) ifade edecek şekilde kullanılmıştır.
Bonobo, Belçika'daki Tervuren müzesinde bulunan ve genç bir şempanzeye ait olduğu düşünülen bir kafatası üzerinde çalışan ABD'li anatomi uzmanı Harold Coolidge tarafından 1928'de keşfedilmiştir. Ancak tür otoritesi olarak, bu konudaki bulguları 1929'da bilimsel yayın haline getiren Alman Ernst Schwarz kabul edilmiştir.
Bu tür, dik duruşu, anaerkil ve eşitlikçi toplum yapısı ve bu toplum içinde de cinsel etkinliğin belirgin rolü gibi özelliklerle dikkat çeker.
Cüce şempanze ya da Bonobo (Pan paniscus), bugün nesillerinin tükenmesi tehlikesi ile karşı karşıya olan yüzlerce canlı türünden biridir. Cüce şempanzelerin ilginç hatta insanın genel bakış açısına göre "uçlarda" yaşam tarzı, kültür kavramının sadece insanlara ait olan bir olgu olmadığını ve yaşamın, sosyal boyutta bile nasıl çeşitlilik gösterebildiğine güzel bir örnek.
Demokratik Kongo Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan cüce şempanzeler diğer bir adıyla Bonobolar, ana erkil toplum yapısına sahipler. Dişiler arasında örgütlenme genel şempanze türünde olduğundan farklı olarak baskın bir özellik göstermekte. Erkekler arasındaki işbirliğinin düzeyi dişilere nazaran oldukça düşük. Öyle ki dişi bireye bir erkek tarafından saldırı olur ise dişilerden oluşan bir grup, erkek saldırganı saf dışı etmekte hiç zorlanmıyor. Fakat erkek bireye yapılan bir saldırıya, erkek şempanzeler tarafından topluca bir karşılık verildiği gözlenmemiş. Bu örneğe bakarak şiddetin bonobolar arasında yaygın olduğunu düşünmeyin tam tersine bonoboların en az şiddete başvuran memeli olduğunu öne süren bilim insanları mevcuttur. Bunun nedenleri aşağıdaki gibi özetlenebilir:
Bonobo toplumunda seks, bir üreme aracı olmanın ötesinde sosyal bir davranış özelliği gösterir. Hatta sosyal yaşamın çok önemli bir parçası olduğunu söylemek mümkündür. Her ne kadar cinsellik bizim sosyal yaşantımızda da büyük etkilere neden olan bir olgu olsa da, bonoboların hayatında cinselliğin kullanıldığı boyut insanlardakinden epey farklı, belki de başarılı demek daha doğru olur. Bunun ana nedeni, cinselliğin bizim hayatımızda aşırı bastırılmış içgüdülerin bir tezahürü olarak varolması. Oysa bonobolarda cinsellik, erkek ve dişi arasında sosyal dengelerin kurulmasında önemli rol oynayan sosyal bir davranış özelliği göstermekte.
Bonobolar insanlar gibi yüz yüze çiftleşebiliyor ve yine insanlar gibi seks yapmanın üreme dışında bir anlamı olduğu bonobo sosyal hayatında da gözleniyor. Seksin her varyasyonu bonobolar tarafından uygulanmakta. Seks veya cinsel içerikli hareketler her türlü anlaşmazlığı çözmekte yahut ödüllendirme amacı ile kullanılıyor. Ana-oğul dışında her birey birbiri ile çeşitli boyutlarda cinsel oyun oynayabiliyor.
Genel şempanze gruplarında şiddete başvurulan durumlarda bonobolar birbirine dokunarak hatta seks yaparak barışı sağlıyorlar.Bu yüzden genel şempanze toplumunda görülen şiddet eğilimi Bonobolarda görülmüyor. Araştırmacılar bonobolar ile genel şempanze türü arasındaki farkın şempanze ile insan arasındaki fark kadar olduğunu ileri sürüyorlar. Bonobolar genetik açıdan bize en yakın primat türü olarak kabul ediliyor. Genel şempanze bireylerinden daha kısalar, iskelet ve kas yapıları da farklılık gösteriyor. Özellikle kas ve iskelet sistemi insansı atalarımıza benzer özellikler gösteriyor. Bir şempanze türü olarak kabul edilen Bonobolar hakkında araştırmalar ilerledikçe farklı bir sınıflamaya koyulmaları konusunda daha fazla ikna edici veriler elde ediliyor. Hayvanbilimci Frans B. M. de Waal, insanoğlunun geçmişini |
anlamak için şempanzeler, bonobolar ve insanın içinde bulunduğu üçlünün araştırılmasının temel olacağını söylemiştir.
Bonobo, DNA verilerine göre Homo sapiens ile yüzde 98 oranından fazla benzerler, insanlara gorillerden daha çok yakındırlar. İnsan ve şempanze genleri DNA kritik bölgeleriyle ilgili başka bir çalışmada yüzde 99.4 benzer oldukları bulunmuştur.
En son DNA kanıtları Bonobo ve genel şempanze türlerinin birbirlerinden bir milyon yıldan az bir zaman önce ayrıldıklarını göstermektedir. Şempanzeler insanlarla en son ortak atadan yaklaşık altı milyon yıl önce ayrılmışlardır. Homo sapiens dalından başka hiçbir tür yaşamadığı için her iki şempanze türü insanların yaşayan en yakın akrabalarıdır.
Bonobo'ların ortalama ömürleri 40 yıldır (doğal ortamındaysa).Eğer özel bakım evi gibi doğal ortamının dışındaysa 60 sene de yaşayabilirler.
Ali Şen (spor adamı)
Ali Şen veya tam adıyla Ali Haydar Şen (d. 1939; Prizren, Yugoslavya Krallığı (bugünkü Kosova)) Türk iş adamı ve Fenerbahçe eski başkanıdır. Daha çok "Ali Şen" ismiyle tanınmaktadır.
Şu sıralar Bodrum'un Yalıkavak beldesinde yaşamaktadır. 1997'nin sonlarında, bir daha Fenerbahçe'nin başkanı olmayacağını açıklamıştır. Kulübün başına Ali Şen'den sonra Aziz Yıldırım gelmiştir.
Ali Şen, Rumeli Yönetici ve İş Adamları Derneği'nin (RUYİAD) kurucu üyelerinden olup, aynı derneğin 1993-1995 yılları arasında başkanlığını yapmıştır.
Liseyi bitirdikten sonra Kosova'dan ailesiyle birlikte Türkiye'ye göç eden Ali Şen, Türkiye'ye yerleştikten sonra İstanbul'un, Fatih ilçesinde manav dükkânı açmış ve bir süre manavlık yapmıştır. Fenerbahçe'ye gelmeden önce kısa bir süre de gazetecilik yapmıştır. İlk kez 1975 yılında Fenerbahçe'ye geldiğinde kulübün basketbol branşının başına getirilmiştir. 12 Nisan 1981'de kulübün başkanı seçilmiş, başkanlığı Razi Trak'tan devralmıştır.
Ali Şen'in işçi olarak Danimarka'ya gidişinde, Kopenhag'a bağlı Rödovre semtinde yaşayan varlıklı bir mobilyacının 18 yaşındaki kızı Bente ile yaşadığı aşk ve zaman içinde işçilikten patronluğa yükselişi Danimarka televizyonunda bir belgesele konu olmuştur. "Sınırsız Aşk" adlı belgesel, aynı saatte yayınlanan Milan-Liverpool Şampiyonlar Ligi finalinden daha fazla izlenerek bir milyondan fazla kişiyi ekran başına toplamıştır.
Sahibi olduğu şirket, Botaş'ın açtığı doğalgaz dağıtım ihalesini 37 şirket arasında kazanan 4 şirketten biri olması ile gündeme gelmiştir.
Başkanlığının ilk senesinde (1980-81 sezonunda) 1978'den beri şampiyon olamayan bir takım devralmış, o sezon da şampiyonluktan kopan takım son 3 maçını yitirerek 10. sıraya kadar gerilemiştir. Küme düşme potasındaki takımların hepsinin son 3 maçlarını kazanmalarıyla Fenerbahçe ligi biri küme düşen beş takımla aynı puanda bitirmiş ve rakip taraftarların "averajla kümede kaldı" yakıştırmalarına maruz kalmıştır. Oysaki böyle bir durum haftalar önce matematiksel olarak ihtimal dışı kalmıştı.
İddialı transferlerle 1981-82 sezonuna giren Fenerbahçe, Donanma Kupası, Westphalia Kupası ve Hürriyet Gazetesi Kupası şampiyonluklarına ulaşmış, 1982-83 sezonunda ise fırtına gibi eserek hem ligi hem de kupayı kazanmış, ayrıca TSYD Kupası, Donanma Kupası ve Çalenç Kupası'nı da alarak 1967-68 sezonundaki "bir sezonda beş kupa" rekorunu egale etmiştir. Ali Şen 1983-84 sezonunda da takım liderken 10 Aralık 1983'te istifasını vererek görevini sonlandırmıştır.
Döneminde Mustafa Kemal Atatürk'ün doğumunun 100. yılı münasebetiyle Fenerbahçe Avrupa Karması ile oynamış, ilk kez bir Türk futbolcusu İsa Ertürk Dünya Karması'nda forma giymiş ve ilk kez bir Türk takımı yurtdışında düzenlenen özel bir uluslararası turnuvada (Berlin Turnuvası) şampiyon olmuştur.
İlk kez forma reklamı alınan amatör branşlar da atılım yapmış, Efe Aydan ve Calvin Roberts'in transferleriyle güçlenen basketbol takımı 1982-83'te lig şampiyonluğunu son maçta kaçırmış, voleybol takımı birinci lige çıkmış, güreş takımı kurulmuş, masatenisi, atletizm, kürek ve yelken branşları şampiyonluklara ulaşmış ayrıca masatenisi takımı Avrupa Gençler Şampiyonası'nda dördüncü olmuştur.
Döneminde tesisleşme hamlesi de başlamış, 1982-83 sezonunda Fenerbahçe Stadı tekrar kullanıma açılmış, ayrıca çimlendirilen Dereağzı tesisleri de Türkiye'nin ilk çim antrenman sahası olmuştur.
Ali Şen'in ikinci başkanlığı da Fenerbahçe'nin daha önce karşılaşmadığı sıkıntılı bir döneme denk gelmiştir. Üstüste en çok dört sezon şampiyonluk göremeyen kulüp, 1989'dan sonra ilk kez şampiyonluksuz beş sezonu geride bırakmış, formda başladığı 1994-95 sezonunda da arka arkaya aldığı 3 yenilgi ve 2 beraberlikle şampiyonluk yarışına daha ilk yarıda havlu atmış, ayrıca UEFA Kupası'na da 1. turda Fransız temsilcisi Cannes'a 0-4 ve 1-5'lik yenilgilerle veda etmişti. Başkan Hasan Özaydın'ın istifasını müteakip, 18 Aralık 1994'te düzenlenen olağanüstü kongrede Ali Şen başkanlık yarışını kazanmıştır. O dönemde her başarısız sonuçtan sonra Fenerbahçe taraftarının attığı "Ali Şen başkan, Fenerbahçe şampiyon" sloganı Ali Şen'e müthiş bir kamuoyu desteği kazandırmış, bu sayade Şen daha önce iki kongrede seçilmesine engel olan grupların da kerhen desteğini alabilmiştir. 1995-96 sezonunda Fenerbahçe 1989'dan beri ilk şampiyonluğuna ulaşmış ve yine o sezondan beri ilk kez Türkiye Kupası'nda final oynamıştır.
1995-96 sezonunun sonunda ise kulübün efsane isimlerinden Aykut Kocaman ve Oğuz Çetin'in takımla ilişiğini kesmiştir.
1996-97 sezonunda ligi üçüncü sırada bitiren takım sadece şampiyon takımların katıldığı son UEFA Şampiyonlar Ligi'nde gruplara kalmış, 6 maçta 2 galibiyet ve 1 beraberlikle o zamana kadar bir Türk takımı için rekor olan 7 puanla grubu 3. bitirmiş ve son maçta çeyrek finale kalma şansını kaçırmıştı. 40 yıldır kendi sahasında (Old Trafford) yenilgi görmemiş Manchester United'ın 30 Ekim 1996'da Fenerbahçe tarafından 1-0 yenilgiye uğratılması ve bu unvanını yitirmesi de Türk futbol tarihinin en önemli maçlarından biri olarak tarihe geçmiştir.
Ali Şen ve yönetimi o dönemde yabancı kısıtlaması (o dönemde 3+1 idi) ve hakem hataları nedeniyle sık sık Türkiye Futbol Federasyonu ile karşı karşıya gelmiştir. Ali Şen, grupların Fenerbahçe kongrelerindeki hegemonyasını kırmak için de kulübün tüzüğünün değiştirilmesi ve üye sayısının artırılması için büyük çabalar sarf etmiştir.
Kulübün amatör branşları da Ali Şen döneminde başarıdan başarıya koşmuş, basketbol takımı Türkiye Ligi'nde final, Avrupa Koraç Kupası'nda çeyrek final oynamış, voleybol hariç diğer branşlar Türkiye şampiyonluğuna ulaşmış, ayrıca 1998'den itibaren Türkiye şampiyonluklarına ambargo koyacak yüzme takımı kurulmuştur.
Ali Şen ve yönetim kurulu 15 Şubat 1998'de futbol takımı liderken olağan kongre ile yönetimi devretmiştir.
Atasay Kamer
Atasay Kamer 1941 yılında Denizli Çivril'de doğmuştur., 1989 yılında Atasay Kuyumculuğu kurmuştur. Oğlu Cihan Kamer hâlen şirketin Genel Müdürlüğünü yapmaktadır.
Şirketin temelleri 1934 yılında Denizli'nin Çivril ilçesinde Atasay Kamer'in babası Hacı Mustafa Kamer tarafından atılmıştır. Kamer Kuyumcusu olarak işlettikleri dükkânda manifaturacılık da yapılırmış. Atasay Kamer hâlen kendini geliştirmeye ve sektöre genç fikirleriyle katkıda bulunmaya devam etmektedir. Atasay Kuyumculuk, bu çerçevede, 20 ton üretim kapasitesi ile sektöründe dünyanın ilk 10 firması içinde yer almakta, Türkiye sathına dağılmış 107 mağazası ve yurtdışı temsilcilikleri bulunmakta, Yenibosna'da 7 kat üzerinde toplam 10000 metrekarelik bir fabrikada üretim faaliyetlerini bir araya getirmektedir. Oğlu Cihan Kamer babası Atasay Kamer adına Denizli'nin Çivril ilçesinde Pamukkale üniversitesine bağlı Atasay Kamer meslek yüksek okulunu yaptırmıştır.
Aile, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a yakınlıkları ile tanınır. Rize'de yaptırdıkları bir sağlık merkezine Erdoğan'ın annesi Tenzile Erdoğan'ın adını vermişlerdir. AKP döneminde şirketin yıldızı kuyumculuk dışı alanlarda da parlamıştır. İlk olarak, Aydınlı iş adamı Ömer Bağcı ile birlikte ortağı oldukları Şavk Elektrik'e 2004'te Enerji Bakanlığı tarafından İran'dan elektrik ithal etme izni verilmiştir (Cihan Kamer bu izinden hemen önce ortaklıktan ayrılmış, Ömer Bağcı ile yine enerji sektöründe ayrı 4 ortaklık kurmuştur). Son olarak, Atasay Kuyumculuk'un şirketin Botaş'ın doğalgaz dağıtım ihalesini başvuru sahibi 37 şirket arasında kazanan 4 şirketten biri olması ile gündeme gelmiştir.
Gödül, Kelkit
Gödül, Gümüşhane ilinin Kelkit ilçesine bağlı bir köydür.
Gödül köyü adını Karahisarışarkı ve Kelkit'te yaşamakta olan yörük taifesinden almaktadır. Gödül, eski kayıtlarda gödüllü olarak gecer.
96 haneden müteşekkil bir köydür. İlçe merkezine uzaklığı 12 km’dir. İlçenin kuzey-doğusunda kurulmuştur. Halen faal durumda işletilen kömür ocakları mevcuttur. Köyün geniş mera alanları vardır. Hayvancılık gelişmiştir. Köroğlu mağarası ve sonradan camiye çevrilen kilise görülmeye değerdir. Behçimen gözesi, Söğüt, Yayla, Değirmenler, Tilkinin Bahçesi, Hatunoğlu ve Çatalçam köyün mesire alanları olarak sayılabilir. Yüzölçümü olarak ilçenin en büyük köylerinden biridir(32 km²). Deniz seviyesinden yüksekliği 1.790 km’dir.
Köyün iklimi, Karadeniz iklimi etki alanı içerisindedir.
Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Gödül köyü giderek gelişme ve değişme göstermektedir. Köyde henüz bir lise olmadığı için köyün gençleri okullarına devam edebilmek için ailelerinin yanından ayrılmak zorunda kalmaktadırlar. Bu yüzden köyün genelinin yaşlılardan ve çocuklardan oluştuğunu görürüz. Köyde tarım ve hayvancılık dışında başka sektörler olmadığından gençlerin burada çalışma ve hayatlarını sürdürme olasılığı pek fazla yoktur. Ayrıca köyde herhangi bi sosyal faaliyet de yoktur.
Köyde ilköğretim okulu vardır. Okul 3 derslik ve 1 öğretmeni vardır. Köyde 15 kız 11 erkek öğrenci vardır. Köyün içme suyu şebekesi ve kanalizasyon şebekesi vardır. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi vardır ancak ebe, hemşire ve doktor yoktur. Köye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır. |
400 Darbe
400 darbe, "(Les Quatre Cent Coups)", François Truffaut tarafından yönetilen, okuldan kaçan küçük çocuğun hikâyesini anlatıldığı 1959 yapımı bir filmdir. "400 darbe" Fransızcada "okulu kırmak" anlamında bir deyimdir.
François Truffaut'un 1959 yapımı filmi sinema sanatının başyapıtları arasındadır. Film mevcut düzen ve toplumsal yapıya eleştirel bir açıyla yaklaşır. "Cahiers du Cinema" dergisinde yazdığı yazılarda, Fransız sinemasını ağır bir dille eleştiren Truffaut, 400 Darbe ile yaptığı bu eleştirileri sinema dilinde de anlatmış ve Fransa'da yeni bir akımın doğmasını sağlamıştır.
"400 darbe" "okul kırmak" anlamına gelen bir Fransız deyimidir. Ödevini yapamadığı için ceza alma korkusu ile okuldan kaçan küçük kahramanımız yolda arkadaşı ile yürürken annesini bir yabancının kollarında görür. Ertesi gün okula gittiğinde öğretmeni niçin okula gelmediğini sorar ve çocuk "annem öldü" der. Öğretmeni çocuğun ailesi ile konuşur. Ailesi ve öğretmenleri neden böyle bir yalan söylediklerini öğrenmeye çalışırlar. Daha sonra küçük çocuk ve arkadaşı bulundukları yerden kaçmaya karar verirler. Amaçları denize ulaşmak ve orada yaşamaktır; fakat hiçbir şey istedikleri gibi gitmez.
Araklı
Araklı (eski adı Pontusça "Ηράκλεια" - Erakleia), Trabzon ilinin bir ilçesidir.
Doğu Roma İmparatoru Herakleios'un 626 yılında ordusuyla bugünkü Araklı burnunda konakladığı için buraya "hêráklia" yani "Heraklios'un yeri" dendiğine inanılmaktadır. Araklı adının Arakale kelimesinden bozularak üretildiği de iddia edilmektedir.
Doğu Karadeniz'deki diğer yerlerde olduğu gibi Araklı'nın da tarih öncesi arkeolojik çalışmalarla aydınlatılmış değildir. Ancak binyıllar boyunca Doğu-Batı ticaretinin en canlı güzergahı olan İpek Yolunun Karadenize Ulaştığı toprakların üzerinde kurulmuş olması ticari değerinin yanında askeri ve jeostratejik değerlere sahip olması ilçedeki yerleşimin Trabzondan çok sonra olmadığını düşündürtmektedir. Doğu Karadenizi Güneyden kuşatan ve savunmasını kolaylaştıran, dağlar Anadolu'ya hükmeden yönetimlerin bölge üzerinde otorite kurmasını, ticari ve sair ilişkilerle bölge kültürünün değiştirilmesini uzun süre engellemiş kendi bildiğince kendine yeterek yaşamayı benimseyen bir insan tipinin oluşmasına neden olmuştur. Hititler döneminde bölgenin madenlerini işleyen halkı Haliblerden maden alındığı, Asurluların Batı İran'dan gelerek bölgeyle sınırlı ticari ilişkilerde bulundukları bilinmektedir.
Bölge ilk sömürgeci ziyaretini MÖ 750 yıllarında Miletliler vasıtasıyla yaşadı. Ancak bu yıllarda Kafkasya üzerinden başlayan Kimmer akınları sebebiyle sömürgeciler bölge yerleşmeye fırsat bulamadılar. Kimmerler'den sonra İskitler, Medler ve Persler kısa süreli hakimiyetleri olmuştur. Trabzon çevresindeki halklardan bunların özelliklerine yaşama biçimlerine yetiştirdikleri karakterlere dair bilgilerden sözeden Ksenefon MÖ 400 yılında Bayburt-Trabzon yolculuğunda bölgenin yerli halkları olan Kolhlar Makronlarla savaşlarını eseri Anabasiste yazar.
Araklı, Trabzon'un doğusunda olup, ilk yerleşim merkezi bugünkü ilçe merkezinin batısında bulunan 'Konakönü' mevkiidir. İlçe, 1916 yılında Rus işgaline uğramış ve 1918 yılında bu işgal sona ermiştir. 1953 yılında Sürmene'den ayrılarak ilçe olmuştur.
Araklı'nın 70 km güneyinde bulunan çam ağaçlarıyla kaplı 'Pazarcık' Turizm Bakanlığı'nca turizm merkezi olarak ilan edilmiştir. Pazarcık'a girişte Pazarcık Mağarası bulunmaktadır. Yeşilyurt Beldesi ve Yılantaş Yaylası'nda her yıl 25 Ağustos'ta şenlikler yapılmaktadır. Yeşilyurt'ta, 1. Dünya Savaşı'ndan kalma bir şehitlik bulunmaktadır. İlçe merkezine 10 km uzaklıkta Bereketli köyünde 'Acısu' olarak bilinen madensuyu vardır. Ayrıca 55 km uzaklıkta Çörmeler Pilitli'de ve 80 km uzaklıkta Balahor'da madensuyu şifalı olarak bilinmektedir.
Araklı, 372 km'lik bir alana sahip olup Karatepe silsilesi ile Küçükdere dağ silsilesinin kıyıya kısmen dik olarak inmesinin belli oranda iç kısımlara kadar uzanmasını sağlamıştır. Arazi Yapısının çok engebeli ve dağlık olması tarıma olan ilgiyi azaltmıştır. Tarım sınırı kıyıdan yaklaşık 600 km'ye kadar çıkmaktadır. İlçede yoğun olarak mısır, fındık ve çay üretimi yapılabilmektedir. Bunun yanında önemli olmayan miktarlarda baklagil de yetiştirilmektedir.
İlçede hala geleneksel "Ahır" hayvancılığı devam etmektedir. Etinden, sütünden ve derisinden gereği gibi yararlanma beklentisi ve becerisi oluşamamıştır. Halk daha çok kendi ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir hayvan bakıcılığı yapmaktadır. İlçede ve köylerinde toplam 247 adet saf "Jersey" ineği bulunmaktadır, bu rakam, ihtiyaçları karşılamada yetersiz kalmaktadır. Ayrıca 9223 tane de yerli kara inek olduğu ilçe tarım müdürlüğünün verilerinde tespit edilmiştir.
Arıcılık, yavaş yavaş olsa da gelişmektedir. 1650 arıkovanı ile 181 belgeli arıcı yılda 4500 ton bal üretmektedir. Özellikle bölgede üretilen ve "Cifin" denilen çiçeğin özününde karıştığı için "Delibal" olarak adlandırılan bu balın besin değeri yüksek olduğu bilinmektedir.
Denizlerimizde çeşitli sebeplerden meydana gelen verimsizlik denize kıyısı olan ilçemiz içinde olumsuzluklar oluşturmuştur. Bunun yanında bilinçsiz avlanma neticesinde ilçe deniz kıyısında olmasına rağmen yeterli oranda balık tüketememektedir. Ancak son yıllarda Sahil Güvenlik teşkilatının kurulması, bu tür avlanmaları ve balık nesillerinin tükenmesini önleyici uygulamaları başlatmıştır
İlçemiz sınırları içerisinde bulunan Pazarcık mevkiinin Turizm bakanlığınca birinci dereceden turizm bölgesi ilan edilmesinin ardından bölgeye olan ilgi daha da artmıştır. Her yıl gerek Trabzon'un yerli halkı gerek komşu illerden bölgeye yoğun olarak ziyaretçi gelmektedir.
Özellikle şehir dışında yaşayan Trabzon halkının en fazla rağbet ettiği alan Pazarcık olmaktadır. Gösterilen bu yoğun ilgiye paralel olarak bölgede konaklama ve benzeri temel ihtiyaçları karşılayacak yeni tesisler inşa edilmiştir. Böylece yeni istihdam alanları oluşturulmuştur. Yayla turizmi artık Araklı halkı için yeni bir ekonomik canlılık kaynağı olmaya başlamıştır. Geldiğimiz aşamada çok büyük etkisi olmamakla birlikte yayla turizmi hızla gelişmektedir.
Ayrıca Araklı'dan Trabzon istikametine doğru yaklaşık 3 km uzakta tarihi Kalecik Kalesi bulunmaktadır ki kale Canayer Kalesi'nin bir uzantısıdır.
Araklıspor, 3. lig 2. grupta oynayan bir futbol takımıdır. Araklıspor, Trabzon'un ilçelerinden Araklı'nın takımıdır. Renkleri yeşil-siyahtır. Daha önce 2000-2001 sezonunda eski 3. ligde de oynamıştır. 2001-2003 arasında yeniden Trabzon Amatör Ligi'nde oynadıktan sonra yeniden 3. lige (4. kademe) dönmüştür.
Kendi grubunda lider olan Araklıspor 2006-2007 sezonunda 15 Nisan 2007 Pazar günü kendi sahasında konuk ettiği Bulancakspor'la 1-1 berabere kalarak, 2. Lig B kategorisine çıkmayı garantilemiştir.
Ayrıca 2006-2007 sezonunda Türkiye'nin tek, Avrupa'nın ise 7 yenilgisiz takımından biri olmayı başarmıştır.
22 Aralık 2007 tarihinden itibaren teknik direktörlüğünü sona erdi Mesut Demiroviç yürütmektedir. Boşnak teknik adam Mesut Demiroviç, 20.05.2008 tarihinden itibaren Araklıspor teknik direktörlüğünü bırakmıştır.
Hala 3. Ligde mücadele etmektedir.
Evrensel (gazete)
Evrensel, 7 Haziran 1995 tarihinden bu yana Türkiye'de günlük yayımlanan bir gazetedir.
Gazete kendisini işçi sınıfının sömürüsüz, sınıfsız bir toplum, sosyalizm davasının bir aracı olarak nitelendirmektedir. Yayın çizgisi gereği işçilerin, emekçilerin, fabrikalardan, atölyelerden kendi yazdığı haber ve mektupların yayımlandığı bir gazetedir.
Emek Partisi'ne yakınlığı ile bilinmektedir.
Her ay kitap eki, iki haftada bir Çarşamba günleri "Genç Hayat" adıyla gençlik eki, kent ekleri, her ayın ilk cumartesi günü "Ekmek ve Gül" adıyla kadın eki, her pazar günü ise "Evrensel Pazar" adıyla çeşitli ekler yayımlamaktadır.
İlk kez 1995 yılında yayına giren gazete, 1999 ve 2000 yıllarında çeşitli kapatma davalarına maruz kalmıştır. Abdullah Öcalan'ın Türkiye'ye getirilmesini izleyen süreçte ""Barış talebine idam"" manşeti atan gazete dönemin mahkemeleri tarafından kapatılmış, ardından "Yeni Evrensel" adıyla tekrar kurulmuştur. Bu dönemde Kürt sorunu ile ilgili yazılar sebebiyle gazeteye 7 ile 10 gün arasında değişen birçok kapatma cezası verilmiştir.
Çizerler
Kutsal Duman
Kutsal Duman. Yönetmenliğini Jane Campion'ın yaptığı, başrollerini Kate Winslet ve Harvey Keitel'ın paylaştığı 1999 ABD yapımı 115 dakikalık film. Orijinal adı "Holy Smoke"dur.
Avustralyalı genç bir kız olan Ruth (Winslet), Hindistan'da tatilini geçirmektedir. Tatili bitmesine rağmen anne babasını arayarak bir süre daha orada kalacağını söyler. Sesinde bir gariplik hisseden ailesi bundan hiç de hoşnut olmaz ve bir tarikatın etkisi altına girdiğini düşünmeye başlar. Bunun üzerine Ruth'un ailesi bu konularda uzman olan ve daha önce 200'den fazla benzer vakada çalışmış ruhbilimci PJ Waters'ı (Keitel) çağırır.
Bu arada ailesi Ruth'a babasının ölüm döşeğinde olduğunu söyleyerek Avustralya'ya dönmesini sağlar. Ruth'un gelmesiyle birlikte, üç aşamalı bir program uygulamayı düşünen PJ Waters çalışmaya başlar. 3 gün boyunca bir evde yalnız kalacak olan ikili arasında cinsel yönden yakınlaşma başlaması ile olaylar karışmaya başlar.
Kutsal Duman, sinema eleştirmenlerinin gazabına uğramış dolayısıyla da gösterime girdiği 1999 yılında büyük bir gişe başarısı sağlayamamıştır. Yeni Zelendalı yönetmen Jane Champion'ın 1993'te çektiği Piano ile senaryo dalında Oscar sahibi olmasının ardından 1999 yapımı Kutsal Duman yönetmenin düşüşe geçitiğinin bir işareti olarak kabul edildi.
Tüm zamanların en çok hasılat getiren filmi Titanic'de şöhret olduktan sonra önüne yığılan birçok teklifi geri çeviren Kate Winslet'in Kutsal Duman'daki oyunculuğu eleştirildi.
Kutsal Duman, Jackie Brown ile sinemaya geri dönen Pam Grier'in de tam anlamıyla harcandığı film olarak kabul edildi.
Çekimleri esnasında Winslet'in çıplak göründüğü sahneler ile adından oldukça söz ettiren film tüm eleştirilere ve büyük bir gişe başarısı yakalayamamasına rağmen çeki |
m teknikleri ve farklı konusuyla sinemaseverlerin beğenisini kazandı.
Film, Türkiye sinemalarında da gösterime girdi.
Holy Smoke
Hikmet Şimşek
Hikmet Şimşek (1924, Pervari - 12 Ekim 2001, İstanbul), Türk müzisyen, orkestra şefi.
Hikmet Şimşek, Harp Okulu'ndan müziğe ilgisi nedeniyle 1946 yılında ayrıldı ve Ankara Devlet Konservatuvarı'nın kompozisyon bölümüne girdi. Burada Eduard Zückmeyer ve Ferit Alnar ile çalıştıktan sonra Adnan Saygun'un öğrencisi oldu. 1953'te mezun olarak, aynı konservatuvara öğretmen olarak atandı.
Konservatuvar orkestra ve korosunu yöneterek şefliğe ilk adımını atan Hikmet Şimşek, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nı başarılı bir şekilde yönetince dikkatleri üzerine çekti ve yurt dışına kursa gönderildi. 1959 yılında yurda dönünce de Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'na yardımcı şef olarak atandı. 25 yıla yakın bir süre boyunca burada şeflik görevinde bulundu. Bunun yanı sıra, Ankara Devlet Konservatuvarı'nda öğretmenliğe de devam etti.
Türkiye'de büyük çoğunluk onu pazar günleri TRT 1 ekranında yönettiği Pazar Konseri adlı program ile tanıyordu. 15 yıl süren bu program ile Türk halkına dünya baş yapıtlarını tanıttı. Pazar Konseri dışında 5 yılı bulan "Çağdaş Türk Bestecileri" programıyla TRT-INT kanalıyla dış ülkelere de program hazırlayan Hikmet Şimşek, çocukların müzik eğitimine katkıda bulunmak için altı yıl sürdürdüğü ve her hafta çeşitli kanallarda dokuz kez yayınlanan "Birlikte Söyleyelim" programını hazırladı.
Hikmet Şimşek'in konserlerinin en önemli özelliklerinden biri de çalacağı parçaları seyircilere anlatmasıydı. Bu programda da olmak üzere yaşamı boyunca çocuklardan büyüklere kadar her yaş grubuna müziği anlattı ve icra etti.
Başarıları dolayısıyla ile pek çok ülke tarafından Liyakat Nişanları aldı. Bunun yanında 1981 yılında Türkiye Cumhuriyeti Devlet Sanatçısı unvanına lâyık görüldü. Budapeşte Filarmoni Orkestrası ile yaptığı "Dört Türk Orkestra Eseri" ve Macar Radyo Orkestrası ile doldurduğu "Orkestra Eşliğinde Türk Halk Türküleri" plakları, 1984 Avrupa Müzik Yılı nedeniyle Fransız Plak Akademisi'nin ödüllerini aldı.
Hikmet Şimşek klasik müzik alanında birçok ilki başaran müzikçilerden biriydi. Türkiye'deki ilk müzik festivallerini yönetti. Evrensel müziğin yurt alanına yayılmasında öncülük ederek Ankara Radyosu Oda Orkestrası ile Çoksesli Korosu'nun ve televizyon müzik bölümünün kurulmasına hizmet etti. Bu kuruluşlarda iki yıl süreyle yöneticilik yaptı.
İzmir Devlet Senfoni Orkestrası, Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası ve Bursa Senfoni Orkestrası'nın da kuruculuğunu üstlendi.
Hikmet Şimşek, çağdaş, evrensel Türk müziğinin gönüllü misyoneri olarak yurtiçinde sunduğu bini aşkın konser, radyo ve televizyon programlarının yanı sıra, yurtdışında yönettiği 200 kadar konserin büyük çoğunluğunda bu eserlerin tanınmalarını sağladı.
Türkiye'deki birçok ilk etkinliğin yanı sıra, yurtdışında plak kaydı yapan ilk Türk orkestra şefiydi. Atatürk yılı nedeniyle Avrupa'da Atatürk adına yaptığı konserlerde 19 Türk eserini yönetti ve bant kayıtlarını yaptırarak radyodan yayınlattı.
Hikmet Şimşek, ressam Nihal Şimşek ile evliydi. 2001 yılında ölen Hikmet Şimşek sağlığında tüm bedenini Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne bağışlamıştır.
Gindri
Gindri, Afrika mitolojisinde bir baş tanrı.
Zaire çevresine ait olan Gindri inancına göre Gindri Tanrı'dır, her şeyin yaratıcısıdır. Hayatı ve ölümü o yaratmıştır, hayat veya ölümü canlılara bahşedendir. Ayrıca insanlar şifa bulsun diye iyileştirici, şifalı bitkileri yarattığına inanılır.
Coriolis etkisi
Coriolis kuvveti, dönen bir platformun merkezinden karşı tarafına yürümeye çalışan biri tarafından anlaşılabilir. Yürümek istediği tarafa doğru dik açıyla itildiğini görür. Benzer şekilde, dönen yer kürenin yüzeyi üzerinde hareket eden hava, kuzey yarım kürede hareket yönünün sağına, güney yarım kürede soluna saptırır. Bu saptırma gücüne "coriolis kuvveti" denir. Fransız matematik ve fizikçisi, Gustave Gaspard Coriolis (1792-1843) onuruna atfen bu ad verilmiştir.
Coriolis kuvveti nedeniyle rüzgarlar irtifada izobarlara yaklaşık 10° açı ile neredeyse paralel, alçak basınca meyilli eser. Yeryüzünün sürtünme etkisi sonucu rüzgar alçak irtifada daha yavaştır, dolayısıyla coriolis kuvveti de daha zayıftır. Bunun sonucunda rüzgarın izobarlara yaptığı açı denizde yaklaşık 20°, karada da 30°'ye kadar çıkar.
Havaya düşey atılan bir topun dönen dünyanın merkezine olan mesafesi büyüyecektir. Tekrar yerine düşmesinde atıldığı noktanın aynı zaman aralığında aldığı mesafeden daha büyük bir yay boyunca hareket eder. Bu, topun bir çeşit ivmelendirilmiş olması gerektiği ve dolayısıyla kuvvet etkisi altında bulunduğunu gösterir. Bu tür kuvvetler, meteorolojide ve okyanus biliminde önemlidir. Genel olarak dönen bir referans sisteminde hareket eden cismin yörüngesine dik olarak etki eder. Bunlar görünen zahiri kuvvetlerdir. Mesela; dönen bir plak üzerine düz bir çizgi eğri şeklinde belirir. Eğer plak ortasında bir gözleyici bulunursa, o kimse tepesinin bir kuvvetle kenara doğru itildiği zannına kapılır.
Benzer olay, dünya gibi üç boyutlu dönen bir sisteme nazaran hareket ettiğinde müşahede edilir. Rüzgâr ve okyanus akımlarında bu kuvvetin etkisi görülür. Yörüngelerine dik hareket etme eğilimi gösterirler, bu kuvvetler uzun menzilli füzelerin yörüngelerinin hesaplanmasında önemli rol oynar.
Ataköy, Bakırköy
Ataköy, İstanbul'un Bakırköy ilçesinde yer alan bir semt olup Türkiye'de uygulanmış ilk uydu kent projelerinden biridir. Yunus Emre Kültür Merkezi, Bakırköy Belediye Konservatuvarı, Galleria Alışveriş Merkezi, Ataköy Marina, Atrium AVM gibi kurum ve merkezleri de semt içinde bulunur.
Emlak Bankası'na ait bir proje olan Ataköy'ün ilk olarak 9-10. kısmı 1986 yılında kuruldu. 1990'da da 7-8. kısım faliyete geçti. Sonrasında 11 kısıma kadar yayılan apartman bloğu tarzındaki yapılarıyla 4 farklı mahalle idaresine bölünmüş bir semt oldu.
Bahçelievler'in Şirinevler mahallesine komşudur ve iki bölge birbirlerine E-5 (D-100) karayolu üzerinden bir üst geçit ile bağlanır.
Ataköy bugünkü haliyle, merkezlere yakınlığı, yapıların kalitesi, park ve yeşil alanları ile İstanbul'un en lüks semtlerindendir. Bölgede hala gelişmekte olan Residence arazileri ve siteleri Ataköy'ün değerini giderek arttırmaktadır.
Ataköy Bugün 4 muhtarlık tarafından yönetilmektedir. Bunlar: Ataköy 1. Kısım, Ataköy 2-5-6. Kısım, Ataköy 3-4-11. Kısım ve Ataköy 7-8-9-10. Kısım'dır.
Mahallenin iklimi, marmara iklimi etki alanı içerisindedir.
Saint Paul, Minnesota
Saint Paul, Amerika Birleşik Devletleri'nin orta batı bölgesinde bulunan Minnesota eyaletinde bulunan ikinci büyük nüfuslu ve bu eyaletin başkenti olan şehir.
Hemen batı kıyısında bulunan Minneapolis ile birlikte Twin Cities olarak bilinir. Minnesota eyaletinin başkentidir.
Saint Paul'ün resmen 11 tane kardeş şehri vardır:
Fenolftalein
Fenolftalein, soluk sarı renkte, toz halinde bir organik bileşik. Formülü CHO olup, erime noktası yaklaşık 250 °C'dir. Alkolde çözünür. Fakat suda asla çözünmez. Fenolftalein sıcak sülfürik asit veya çinko klorür katalizörlüğünde fenol ile ftalik anhidridin reaksiyonundan elde edilir.
Fenolftalein asit-baz indikatörü olarak kullanılır. Asitli ortamda renksiz olan fenolftalein bazik ortamda pembe renklidir. Nötral ortamda da renksizdir. Fenolftalein ilave edilmiş asidik çözeltiye baz ilave edilirse, çözeltinin pH'sı 8,2 olduğu an, fenolftalein çözeltiyi pembe renge boyar ve çözeltinin bazik olmaya başladığı anlaşılır. Fenolftalein asitli çözeltide renksiz trifenil karbinal türevine, bazik çözeltide ise kırmızı renkli kinoit yapılı bir bileşiğe dönüşür. Ayrıca fenolftalein asidik ortamlarda amonyak kokusu yayar.
Fenolftalein çeşitli isimler altında müshil ilacı olarak da satılır. Tesir mekanizması belli değildir.
ELO
ELO, bir sıralama, derecelendirme sistemidir. İsmini Arpad Elo'dan alır. Satranç ve Go gibi iki kişilik oyunlarda izafi yetenek düzeylerini ölçmek için kullanılır. Benzer bir amaçla, kimi çok oyunculu bilgisayar oyunlarında da kullanılmaktadır. Günümüze kadar en yüksek ELO'ya ulaşan kişi Magnus Carlsen'dir ve derecesi 2882'dir (Mayıs 2014 ELO listesinde).
Türkiye'de ise ulusal düzeyde geçerli olan UKD (ulusal kuvvet derecesi) sistemi de ELO ile birlikte kullanılmaktadır.
Beklenen fayda
İktisat biliminde, kişiler ve benzeri aktif unsurların, olasılıklar barındıran bir duruma dair sahip oldukları nicel beklenti düzeyini anlatmak için kullanılan ifade.
Beklenen fayda kuramı, temellerini Daniel Bernoulli'nin, St. Petersburg Paradoksu için 1738'de önerdiği çözümden alır. Bernoulli bu çözümde, kişilerin edindikleri para miktarı arttıkça ek bir birim paradan giderek daha az fayda sağladıkları düşüncesinden hareket etmiştir. Bu bir anlamda iktisat biliminde azalan marjinal fayda bağlamında ortaya atılmış ilk önermedir.
1944 yılında John von Neumann and Oskar Morgenstern kişilerin rassal sonuçlar içeren durumlara dair seçimlerini aksiyomlara dayandırarak yeniden yorumlamış, ve kuramın bugünkü halinin temellerinin oluşmasını sağlamışlardır.
Karabük Üniversitesi Safranbolu Fethi Toker Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi
Fethi Toker Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi, Karabük'ün Safranbolu ilçesinde yer alan Karabük Üniversitesi'ne bağlı bir fakültedir.
İlk olarak Bakanlar Kurulu'nun 30 Mayıs 2002 tarihli kararı ile Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Rektörlüğü'ne bağlı olarak kurulmuş ve kurulma kararı 28 Haziran 2002 gün ve 24799 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmıştır. 2007 yılının Mayıs ayında Karabük Üniversitesi kurulduğu için Karabük Üniversitesi'ne bağlanmıştır.
Safranbolu'nun Tarihi Frengi Hastanesi Binasında faaliyete geçen Fakülte bünyesinde Yüksek Öğretim Kurulu kararı ile "Mimarlık Bölümü", "Resim Bölümü" ve "Müzik Bölümü" açılmıştır. 2003 - 2004 Eğitim - Öğretim yılında 25 öğrenci ile öğretime başlayan Fakülte, 1 yıllık İngilizce hazırlık sınıfından sonra, 4 yıllık lisans öğrenimi vermektedir. Eğitim - Öğretim tarihi binanı |
n yanı sıra Göztepe Kampüsü'nde kullanılan binalarda gerçekleştirilmektedir.
Araç, Kastamonu
Araç, Kastamonu iline bağlı bir ilçedir.
Prehistorik çağlardan sonra bölgenin bilinen en eski sakinleri Gas'lardır. Bilinen tarihi Hititler ile başlar, Frigya, Lidya Krallıkları ile Pers hakimiyetiyle yerel krallıklar olarak devam eder. Pontus ve Bizans (Doğu Roma İmparatorluğu) hakimiyeti ile devam eden egemenlik Anadolu'nun Türkleşmesine kadar devam eder. Bu dönemlerde bölge; savaşçı yapısı ve iyi at yetiştirmesi ile bilinir.
Paphlagonia adı verilen Kastamonu, Sinop, Çankırı, Bolu ve Karabük illerini kapsayan bölge 1105 yılında Danişmendliler zamanında Türk hakimiyetine geçmiştir. Uzun süre bölgede Beylikler hakim olmuştur, beyliklerin en önemlisi olan Candaroğulları Beyliği 1460 yılında Osmanlı yönetimine geçmiştir.
Beylikler döneminde Kastamonu merkezli bir ilim ve kültür merkezi olma özelliği de kazanan Araç ilçesinde,
Küre-i Hadid (Demirli) Köyü İsmailbey Camii, Tatlıca Köyü Camii ve Antik Dönem'i işaret eden kaya mezarları tarihi özellikleriyle dikkat çeker. Kastamonu Müzesi'nde sergilenmekte olan görkemli Lahit ve Gökçesu (Moğsu) köyünden alınıp gezmesin diye ayağı kırılıp Kastamonu'da müzeye teslim edilen Hitit Arslanı ve "Geley" Hanözü köyünde bulunan, Anadolu Piramidi olarak da adlandırılan iki adet olarak bulunduğu bilinen tümülüsler, Kesüt köyünde Çökele mevkiinde yer alan ören yerleri Katarta'da bulunan konaklar incelemeye ve turizm açısından ve yörenin tarihi değerlerinin ortaya çıkması için incelenmeyi bekleyen tarihi kalıntılardır.
Anadolu'daki en eski yerleşim bölgelerinden biri olan Araç'ın tarihi kaynaklarda adı ilk defa MÖ 1132 yılında "Timanidis" olarak geçmekte bu duruma göre de yaklaşık 3000 yıllık bir yerleşim geçmişine sahip bulunmaktadır.
Buna 1866 yılında belediye örgütünün kuruluşunu, 1868 yılında da bucak örgütünün ilçeye dönüşünü eklersek, Araç'ın en eski belediyelerden ve yine en eski ilçelerinden olduğu görülür.
Karadeniz ile iç bölgeler arasındaki ticari ve beşeri bağları kuran kervanların işlediği önemli bir yol güzergahında, önemli bir durak ve uğrak yeri olması, ilçeye Araç adının verilmesine neden olmuştur.
Araç ilçesi Türkiye Cumhuriyeti'nin en eski ilçelerindendir. Araç özellikle doğa turizmi ile ön plana çıkması gereken yurdumuzun cennet köşelerinden bir tanesidir. Araç yüzölçümünün çok büyük bir bölümünü ormanlar kaplamaktadır. Özellikle yaylaları bir doğa harikasıdır. Yaylaları çok çeşitli ağaçları bünyesinde barındırır.
İlçe ülkenin en eski ilçelerinden biri olmasına rağmen iş alanı eksikliğinden dolayı sürekli göç vermiştir. 40-50 bin civarı olan nüfus günümüzde şehir merkezinde 6000, genelde ise 28.650'ye gerilemiştir. İlçenin tek büyük sanayi kuruluşu Gürmen Tekstil ve merkez köyü olan İğdir köyündeki Aktek'tir.
İlçede 2010 yılında Kastamonu Üniversitesi'ne Bağlı Araç MYO açılmıştır. Her sene temmuz ayında Araç Hacı Bekir Şekerciler, Pastacılar ve Yayla Kültürü Festivali düzenlenmektedir.
Araç'ın güneyinde ve Araç çayının üzerindedir. Kale gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı önlem almak maksadıyla Doğu Romalılar (Bizanslılar) tarafından inşa edilmiştir.
Kalenin günümüze ulaşan hali, Bizans tarafından yapılan ve Osmanlı döneminde tamir edilen halidir.Çok eski bir yerleşim yeri olan Araç'ta bu kayalık üzerine daha eski yapılar olmuş olma ihtimali oldukça yüksektir.Kalenin doğusundaki duvarlar yıkılarak yerine evler yapılmıştır.
Araç'in kuzeyinde, Üyükveren köyü civarındadır. Bir kısmı tahrip edilmesine rağmen hala ayaktadır. Bunun da nedeni duvarların geniş olması ve yapıda kumlu kireç kullanılmasıdır. Kale yöreye hakim vaziyettedir.
Araç'ın Karandı köyünün batısındaki Eğriceova Ormanı civarındadır. Romalılar tarafından yapılma ihtimali güçlü olan kale harap vaziyettedir.
Araç'ın Boyalı nahiyesi'nin batısında Andras (Bahçecik) köyüne 2 kilometre mesafedeki Soğanlı çayı üzerindedir, halk arasında Andıraz adı ile de bilinmektedir. Geley Yaylasının güney yakasındadır. Soğanlı çayının yatağındaki Çaykaşı (Soğandere)nin oradan kalenin tepesine 45 dakikada çıkılabilmektedir. Kale surları tahribata rağmen hala eski şeklini muhafaza eder haldedir.
Araç'ın Dırvana köyünün doğusun da, Örencik civarındadır. Burada bir şehir harabesinin mevcut olduğu söylenmektedir.
Araç Karandı'da Köşklü Pınar adını taşıyan yerde mevcuttur. Burada hala eski bina hara belerine rastlanmaktadır.
Araç'ın Karandı köyü ile Aşağı güney köyleri arasında, tahminen bu köylere 1 kilometre uzaklıkta bir aslan heykeline rastlanmaktadır. Aşağı Güney köyü eski su dağıtım sistemi de örnek gösterilebilir bir yerdir. Okulun üst tarafında bulunan bir kaya mezarı bulunmaktadır. Bu da bizi buranın eski tarihlerden kalma bir yerleşim yeri olduğu kanısına götürüyor.
İğdir'in Kesut köyünde Çökele isimli yerin doğusundadır.
Su sarnıçları bulunmaktadır.
Orada kilise arakası diye bilinen tarlalardan mermer bloklar çıkmaktadır. Bu mermer blokların büyüklüğü ortalama 50 cm, eni 1-1.5 metre uzunluğunda kalıplar halindedir. Kilise olduğu söylenen tarlalardan çıkmakta bazılarının üzerinde girinti çıkantı vardır bunlar kilisenin temel ya da duvarında kullanıldığı söylenmektedir örnekleri köy meydanında vardır köy meydanında oturma amaçlı kullanılıyor. Ayrıca küp çıkan diye bilinen tarlalardan çok sayıda küp çıkmıştır onlarda eski caminin tavanında kullanılmıştır.
Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi
Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi, Türkiye'nin Zonguldak ilinde 13 fakülte, 3 enstitü, 5 yüksekokul, 7 meslek yüksekokulu, 1 devlet konservatuvarı ve 30 araştırma merkezinden oluşan devlet üniversitesidir.
Bülent Ecevit Üniversitesi kurulduğu dönemden Nisan 2012'ye dek Zonguldak Karaelmas Üniversitesi adını taşımıştır. Ancak 11 Nisan 2012 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlan "İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" ile "Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu'nda yapılan değişiklikle", "Zonguldak Karaelmas Üniversitesi"nin adı "Bülent Ecevit Üniversitesi" olarak değiştirilmiştir.
Bülent Ecevit Üniversitesi , “IU GreenMetric World University Ranking 2015″ değerlendirmesi sonucunda, Türkiye’de birinci üniversitedir. 29.073 aktif öğrencisi ve 46.526 mezunu bulunmaktadır. 159 ön lisans, 180 lisans, 71 lisansüstü programı bulunmaktadır. 1188 öğretim elemanı görev yapmaktadır. Akademik personel başına 25 öğrenci düşmektedir.
Fakültede 4 bölüm içerisinde 8 farklı anabilim dalı bulunmaktadır.
Genç Kalemler Dergisi (GKD) yılda üç kez yayımlanan bir dergidir. Türkçe - Edebiyat ile ilgili yazılar, şiirler ile bu alanların eğitimi ve öğretimine ilişkin her türlü yazı yayımlanır. Öğretmen adayları ve hocalar tarafından yayınlanmaktadır.
Ereğli Eğitim Fakültesinde Doruk binasında ve Kepez binasında olmak üzere 2 adet kütüphane mevcuttur.
Bülent Ecevit Üniversitesi, Avrupa Üniversiteler Birliği ve Akdeniz Üniversiteler Birliği üyesidir. Avrupa Diploma Eki etiketi ile çift diploma vermektedir. Kafkasya Üniversiteler Birliği'nin kurucu üyesidir. 62 farklı ülkeden 522 uluslararası öğrencisi bulunmaktadır. 105 üniversite ile ERASMUS, 94 üniversite ile FARABİ ve 20 üniversite ile MEVLANA anlaşması bulunmaktadır.
Bülent Ecevit Üniversitesi (BEÜ), “IU GreenMetric World University Ranking 2015″ değerlendirmesi sonucunda, Türkiye’de birinci, dünya üniversiteleri arasında ise 217. oldu. Bülent Ecevit Üniversitesi, GreenMetric World University Ranking 2014 yılında da Türkiye birincisi olmuş, dünya sıralamasında ise 239’uncu olmuştu.
2016 yılı itibariye Koleksiyon sayısı;
Karaca Ahmet
Karaca Ahmet Sultan, Horasanlı bir Türkmen Beyi'nin oğludur. İlk yazılı kaynak miladi 1371'de tanzim edilen bir vakfiye senedinde adı "Süleyman Horosani oğlu Karacaahmet" diye geçmektedir.
Karaca Ahmet Sultan, Hacı Bektaş Veli’nin yanında dervişlik hizmeti yaptı. Üsküdar sınırları içinde, Gündoğumu Caddesi ile Nuhkuyusu Caddesi'nin birleştiği köşede "Karacaahmet Sultan Dergahı" ve türbesi vardır. Türbe Kanuni Sultan Süleyman'ın Bektaşi tarikatına mensup eşi Gülfem Hatun tarafından yaptırılmıştır.
İstanbul,Üsküdar'da bulunan ve Türkiye^'nin en büyük mezarlığı olan Karaca Ahmet Sultan mezarlığı çok eski bir Yeniçeri ve Bektaşi mezarlığıdır. Yine Üsküdar Nuhkuyusu Caddesi Üzerince türbesi bulunan Kartal Baba, Karaca Ahmet'e bağlı bir Bektaşi Babasıdır.
Dergahın bulunduğu bölge (Çiçekci, Bağlarbaşı, İbrahimağa) 1481 yılında Padişah II. Beyazıd tarafından Karaca Ahmet Sultan Bektaşi Vakfına bağışlanmıştır.
Üsküdar Nuhkuyusu Caddesi Üzerinde bulunan ve şu anda tadilat yapılan Kartal Baba Tekkesi ve Kısıklı Nurbaba Caddesi üzerinde bulunan Nurbaba Tekkesi'de Karacaahmet Sultan'ın himayeleri altındaki Bektaşi tekkeleridir.
Üsküdar Kısıklı Nurbaba caddesi Emniyet sokak üzerinde bulunan meşhur Bektaşi Tekkesisir. 1800'lü yılların sonunda ve 1928 e kadar İstanbul'un en meşhur tekkesi idi. Yakub Kadri Karaosmanoğlu'nun Nurbaba isimli romanı bu tekkedeki hayali olaylar üzerine yazılmıştır.
Üsküdar, Nuhkuyusu caddesinde Askerlik şubesi binasının karşısında bulunan Bektaşi tekkesidir.1480'li yıllarda kurulan Tekke 1826 yılındaki Yeniçeri, Ahi ve Bektaşi Ocaklarının kapatılması esnasında kapatılmış ve Padişah II. Mahmud tarafından tekkeye Nakşi bir şeyh atanmıştır. Ancak II. Mahmud'un vefatıyla birlikte Tekke tekrar Bektaşilere iade edilmiştir. Günümüzde arazisi üzerine 1970'li yıllarda yapılmış Kartalbaba isimli bir cami, bir apartman ve dükkanlar bulunmaktadır.
Hacı Bektaş-ı Veli Tekkesi. Üsküdar Paşalimanı'nda bulunan şimdiki Abdurrahman Ağa Camii yanında idi. Bu tekke Yeniçeri ve Levent'lerin boğazdaki önemli uğrak yerlerindendir.
Erik Satie
Alfred Eric Leslie Satie (d. 17 Mayıs 1866 Honfleur - ö. 1 Temmuz 1925 Paris) Fransız besteci, piyanist.
Piyano eserleri, tiyatro ve bale müzikleri bestelemiştir. Besteleri orijinal, mizahi, minimalisttir. Müzikte mizahın babası olarak tanınır. Mizahçı kişiliği parçalarına verdiği adlarda ("Armut biçiminde parça" ) ve müziğe koyduğu anlatım biçiml |
erinde ("dişi ağrıyan bir bülbül gibi") görülür.
Normandiyalı bir baba ve İskoç bir annenin çocuğu olan Satie, Normandiya'da doğdu. Müziğe org çalarak başladı. Önce, ünlü orgcu Felix Alexandre Guilmant ile çalıştı, daha sonra Paris Konservatuvarı'nda Albert Lavignac ile derslere devam etti. Başarısız bir öğrenci olan Satie, 8 yıl sonra 1886'da konservatuvardan ayrımak zorunda kalarak orduya yazıldı; bir sene sonra bronşite yakalandı ve bu sebeple ordudan ayrıldı; adını Erik olarak değiştirdi ve ilk eseri Valse-Ballet'i yayınladı.
Sivil hayata dönünce, dönemin mizahçı, ressam ve empresyonistlerinin buluşma noktası olan evinin yakınındaki Le Chat Noir kabaresininin abonesi oldu. 1888'de piyano için Trois Gymnopédies adlı eserini besteledi. Bu eserde arkadaşı J. P. Contamine de Latour'un bir şiirinden esinlendi. Bir sene sonra Paris Büyük Sergisi'nde duyduğu Rumen pop müziği ve Endonezya vurmalı çalgılar topluluğu'nun yaptığı müzikten etkilenerek Gnossiennes üzerinde çalıştı. 1891'de bir kabarede ikinci piyanist olarak çalışmaya başladı ve burada besteci Claude Debussy ile tanıştı. Bir yanlış anlaşma yüzünden 1916'da dostlukları bozuluncaya kadar çok iyi arkadaş idiler.
Aynı yıl bir Katolik tapınağında mistik bir organizasyonun yöneticisi olan Josephin Pelodin ile tanıştı; onun takipçisi ve daha sonra da şapelin yöneticisi oldu. Trois Prélude du Fils des étoiles ve Le Sonneries de la Rose-Croix eserlerini bu mistik havanın etkisi ile yazdı. 2 yıl sonra ustası ile anlaşmazlığa düştü ve özgürlüğünü ilan ederek gruptan ayrıldı.
Hemen ardından 1893'te Danses gothiques'i yazdı. Bu eseri bilinen tek aşkı olan ressam Suzanne Valadon ile ilişkisinin bitmesi üzerine yazdı. Valadon, bir portresini yaparak kendisine armağan etmişti ancak bu hediyeyi verdikten 6 ay sonra sonra onu terketti. Acı çektiği bu dönemde ruhunu dinlendirmek için bu piyano eserini besteledi.
1893-1895'te kendi kilisesini kurdu. Bu kilisenin tek üyesi kendisiydi. Bu dönemde dini ve sanatsal görüşlerini açıklayan mektuplar, kitapçıklar yazdı. 1895'te, 18 saat boyunca aralıksız 840 defa çalınacak 8 ölçülük bir motiften oluşan Vexations'i besteledi. Aynı yıl, kendisine kalan az bir miktar miras ile görüntüsünü değiştirdi, bir rahip kılığı taşımaktan vazgeçti ve "Kadifeli Centilmen" görünümüne büründü.
1898 sonlarında ekonomik nedenlerle Paris'in bir kenar mahallesine taşındı, kendisine ilham veren büyük odalı bir evde Pièces froides (Soğuk odalar)'ı besteledi. Her gün, ölünceye kadar yaşadığı bu evden çıkarak Paris'in içine kadar 10 km yürüyerek gittiği, çeşitli kafelere uğrayıp içki içtiği ve bestelerini yaptığı, gece aynı şekilde döndüğü bilinmektedir.
1900'de tüm gizemli ve mistik uğraşlara son vererek müzikhol divası Paulette Darty ile çalışmaya başladı. Bu dönemde kafelerde konserler verdi ve popüler müzik ile uğraştı. Je te veux, La Diva de l' 'Empire, Tendrement gibi şarkılar besteledi. Son yıllarında yazdığı kabaret müziği eserlerin hepsini değersiz olarak niteledi.
1905'te halen amatör bir müzisyen olarak görülmekten ve akademik müzik dünyası ile çatışmaktan bıktığı için bir okula yazıldı ve Albert Roussel ile kontrpuan çalıştı. 1908'de diplomasını aldı.
1910'da müziği Serge Diaghilev, Pablo Picasso, Francis Picabia, Maurice Ravel, Igor Stravinsky ve Jean Cocteau'nun dikkatini çekti. Cocteau ile birlikte her ne kadar grup ile birlikte sayılmasa da Les Six (Altılar)adlı besteciler grubunun kurucusu oldu. Bu grup, Ravel ve Debussy'de görülen empresyonizme, Stravinsky'nin Slavizmine, Schöenberg'in post-Wagnerciliğine karşı olan ve net bir müzik dilini savunan 6 besteciden oluşmaktaydı (Louis Durey, Arthur Honegger, Germaine Tailleferre, Darius Milhaud, Georges Auric ve Francis Poulenc) .
Kırklarına kadar besteci olarak ciddiye alınmayan Satie, Parade (Geçit Resmi) adlı bale müziği ile üne ulaştı. O sırada Paris'i kasıp kavuran Rus Balesi'nin programına alınan bu eseri Cocteau ve Picasso ile beraber yaratmıştı. Balenin sunuş metnini Apollinaire yazdı, koreografisini Massine, dekorlarını Picasso yaptı. Cocteau'nın önerisi ile eserin orkestrasyonunda daktilo, sis düdüğü ve bebek çıngırağı gibi araçlar kullanmıştı. Bu eser, büyük skandala yol açtı ve Satie'nin besteci olarak adını duyurmasını sağladı. Zürih'te Dadacılar onu hareketlerinin onursal üyesi yaptılar.
1924'te, Picabia'nın metnine dayanan Relache adlı ikinci bale eseri, René Clair tarafından Entr'acte adıyla filme alındı ve büyük olay yarattı.
Onun müzik anlayışını en iyi yansıtan eseri ise 4 soprano ve bir oda orkestrası için yazılmış Socrates adlı senfonik dramadır. Bu eser Stravinsky'i büyük ölçüde etkilemiştir.
Satie, 1 Temmuz 1925'te Paris'te bir hastanede siroz hastalığından hayatını kaybetti. Müziği geniş kitleler tarafından sevilmese de özellikle genç besteci ve müzisyenler arasında pek
çok hayranı vardı.
Hayatı boyunca gariplikleri ile anıldı. Ölümünden sonra gardrobunda bulunan birbirinin aynı 12 kadife takım elbise, düzinelerce şemsiye ve birbirine eş 84 mendil uzun süre müziğinden daha çok konuşuldu. Müzik dünyasının ilgisinin onun garip kişiliğinden, eserlerine yöneltmesi 1948'de ABD'de bir üniversitede gerçekleşen Satie Festivali ile mümkün oldu. Bu festivali organize eden Amerikalı besteci John Cage, Satie'nin Vexations adlı eserini duymuştu ve 1963'te New York'ta 10 piyanistin 2 saatlik nöbetlerle piyano çalması ile eser seslendirildi. Bu deneyimden sadece John Cage değil, Yoko Ono ve John Lennon da çok etkilenmişti ve kendi ifadelerine göre 1968 yılında Vietnam Savaşı'nı protesto için hafta boyunca kendini hapsetme protestosunu Vexations deneyiminden esinlenerek gerçekleştirdiler. Satie'nin eserleri, 1960'lardan sonra popüler oldu.
1917, 1920 ve 1923'tye yazdığı 5 eser, musique d'ameublement (Mobilya Müziği) olarak adlandırılır. Dinlenmek için değil, arka planda yer almak için yazıldığını söylediği mobilya müziği parçalar, deneysel çalışmalardır. Bu eserler defalarca tekrarlanan birkaç ölçülük kısa parçalardan ibarettir. Dinleyicinin dikkatini çekmemeye çalışır. Vexations mobilya müziği örneklerindendir.
Gnossiene 1
Gnossiene 2
Gnossiene 3
Panther (firma)
Panther (firma), 1970'li yıllarda zırhlı araç üreten firma 1980lerde Surrey (Birleşik Krallık)'ta kurduğu fabrika ile binek ve spor otomobil üretimi de yapmıştır. 1990'da Güney Kore'li SsangYong alıp kendi bünyesine kattıktan sonra Panther'i fesh etmiştir.
Fındıklı
Fındıklı, Rize iline bağlı ilçe ve aynı adı taşıyan ilçe merkezi. Yüzölçümü 409 km²; ilçe nüfusu 16.100 merkez nüfusu 10.776 (2012); köy sayısı 17'dir.
Lazca adı Vitze (Laz alfabesiyel; Vi3'e / ვიწე) ( Türkçe Okunuşu: Viçe) olan yerleşimin adı ilk olarak Bizanslı Stephanus tarafından Vizirikos Limni adıyla anılmış olup, Özhan Öztürk'e göre Viçe adını Karadeniz bölgesinin yerli halklarından Byzerlerden almakta olup bölgede pek çok aile ve köyün adı olan Of ilçesi Visir, Akçaabat Visera, Sürmene Vizera hatta Trakya'da Vize kelimeleriyle ilişkilidir. Yazara göre Viçe'nin de aralarında bulunduğu bu kelimelerin ortak kökü Trak dilinde köy anlamına gelen vis kelimesidir. Özhan Öztürk benzer şekilde komşu ilçe Arhavi kelimesini de Arkha (Yunanca eski) + viçe (köy) forumda Eski köy olarak çözmüştür..
Tarihte Roma İmparatorluğu ve Trabzon Krallığı egemenliklerinde bulunan Fındıklı, 1509'da Osmanlı egemenliğine girdi. İlçe, Artvin'e bağlıyken, 1953'te Rize'ye bağlandı. Adını ise zamanında sakinlerinin fındık yetiştirmesinden dolayı alan fakat artık yerini çay yetiştiricilerine bırakmış bir ilçedir. Kıyı şeridi çok geniş olmayan, ancak denizden Kaçkarlar'a gittikçe genişleyen, Abu ve Pishala derelerinin arasında kalan geniş vadileri ile yarı tropikal bir cennettir. Fındıklı ilçesi Fatih Sultan Mehmet’in 1461 yılında Trabzon’un fethinden sonra Osmanlı egemenliği altına girmiştir. Önceden bölgede Tiranlılar,Makedonyalılar ve Bizanslılar yaşamıştır. 1886 yılına kadar “KARYE” (Köy ile Nahiye arasında idari birim) olan Fındıklının eski adı Viçe’dir. Kaynaklara göre Viçe 1887 yılında Hopa ilçesine bağlı bir nahiye oldu. 15 Şubat 1916 tarihinde Rus işgaline uğrayan Viçe, Rusya'da 1917 yılında gerçekleşen Bolşevik ihtilalinden sonra imzalanan Brest Litovsk Barış Antlaşmasından sonra 11 Mart 1918 tarihinde işgalden kurtulmuştur. Viçe, 11 Haziran 1947 tarihinde Fındıklı adıyla Çoruh (Artvin) iline bağlı bir ilçe olmuş ve 1948 yılında belediye teşkilatı kurulmuştur. Fındıklı 27 Kasım 1953 yılında Artvin ilinden ayrılıp Rize iline bağlanmıştır.
Yüzölçümü 409 km² olan ilçenin doğusunda Arhavi, batısında Ardeşen, Güneyinde Yusufeli ilçeleri ve kuzeyinde ise Karadeniz ile çevrili olup, 13 km kıyı şeridi vardır. Kıyıda çok az olan düzlük alanlar Kaçkarlara doğru, tepeler ve dağlar şeklinde yükselir. Vadiler arasında yer yer düzlükler mevcuttur. İlçe topraklarını Sümer, Arılı ve Çağlayan derelerinin etrafındaki vadiler oluşturur. Bu dereler boyunca otlaklar ve yaylalara rastlanır. Kaçkar eteklerine doğru yükseldikçe daimi kar sınırları ile karşılaşılır.
Tipik Karadeniz arazi yapısı ve iklimine sahip olan ilçede yılın 6 ayı kapalı, 4 ayı çok bulutlu, 1,5 ayı bulutlu, 19 gün açık hava bulunmakta ve 365 günün yarısı yağışlı geçmektedir. Yıllık yağış miktarı 2500 mm'den 3000 mm'ye çıkmakta olup, en yüksek nem oranı % 95, en düşük nem oranı % 40 civarıdır. En yüksek sıcaklık 30 °C, en düşüğü ise –4 °C civarındadır.
Yöre halkının bölge şartlarına göre geçim kaynağı, başta çay ve fındık olmak üzere kısmen meyvecilik, su ürünleri, arıcılık ve hayvancılıktır.
İlçemizde yaklaşık 2500 çiftçi ailesi tarımsal gelir ekonomik refahı sağlamada yeterli olmadığından çalışır nüfusun büyük çoğunluğu işçi, memur ve esnaf gibi tarım dışı alanlarda çalışmaktadır. İlçemizde tarımsal faaliyetlerden yılda yaklaşık 32 bin ton yaş çay, 750 ton kuru kabuklu fındık, 1350 ton süt, 60 ton et, 200.000 adet yumurta, 10 ton bal ve kıyı balıkçılığında yaklaşık 40 ton çeşitli cins balık avlanmaktadır.
Yapılan değerlendirme ve hesaplamalara göre ilçemizin gayrisafi yıllık tarımsal geliri a |
ile başına ortalama 1.500 TL'dir. İlçemizde çoğunluğu Jersey melezi 1500 baş sığır, 700 baş yerli sığır, 1600 küçükbaş hayvan, 3000 adet Tavuk, 3500 adet fenni ve 500 adet ilkel arı kovanı mevcuttur. İlçemizde tarımsal amaçlı bir Fındık Tarım Satış Kooperatifi, bir Tarım Kredi Kooperatifi ve 3 adet Çay Ekicileri Kooperatifi ve 10 adet Yapı Kooperatifi mevcuttur.
İlçede son yıllarda yeni bir ürün olan Kivi'nin üretimi alternatif ürün olarak yaygınlaş-maktadır.
İlçede Ziraat bankasının şubesi bulunmaktadır. Fuar, sergi ve panayır bulunmamakla birlikte haftanın Perşembe günleri yöre halkı tarafından üretilen ürünler ile çevre ilçe esnafının sattığı mallardan oluşan pazar kurulmaktadır.
İlçede küçük sanayii ve zanaatkârlık (Ustalık – Çıraklık) alanlarına ilgi duyulmamakta olup, çalışan kesimin büyük çoğunluğu memur ve işçi’dir. Genç nüfusun büyük çoğunluğu işsiz olduğundan ilçemiz sürekli göç vermektedir.
Lazca ismi Vitze'dir. vitza, vitza is. Çalı parçası, ağaç dalı (Çayeli Raşot), “Bundan başka çocuklar büyük ağaçlarda viça adı verilen tuzakla kışın karatavuk avlarlar” SK1 259, RŞ 204 (Rize), “Karabaş denilen kuşları yakalamak için yapılmış, iki çatallı uzun sopa” RK 116, “geçmişte bu kuş viça ile tutulurdu. Viça çatallı bir sopadır. Bu sopanın çatalları arasına çu-buktan bir köprü yerleştirilirdi. Bu köprü, i-nek kuyruğu kılından yapılan ilmeklerle tuzaklanırdı. Sopanın çatalları yukarıdan bir iple birbirine bağlanır bu ipte de canlı bir çekirge sallandırılırdı” RM 40; viçalamak “Sopa ile çalı ile döğmek” RŞ 204
Tunç Ünver
Tunç Ünver, (d. 1953). Türk keman sanatçısı.
Müzikle ilgilenmeye beş yaşında başladı. Ankara Devlet Konservatuvarı’nda keman ve teori dersleri aldı. Yetenekli çocuklara yurtdışında öğrenim olanağı sağlayan 6660 sayılı yasa ile 1965’te devlet bursuyla Fransa’ya gönderildi. Paris Ulusal Konservatuvarı’nda Marcel Debot, Gabriel Bouillon, Zino Francescatti ve Arthur Grumiaux ile keman, Henry Challan ile armoni, Jacgues Fevrier ile oda müziği çalıştı. Konservatuvarı bitirdikten sonra Cziffra Vakfı’nın “Üstün Yorumcu” ödülünü aldı. Genevieve Joy-Dutilleux ve Jacques Fevrier gibi ünlü piyanistler eşliğinde resitaller verdi. Paganini’nin 1. Keman Konçertosu’nun Türkiye’de ilk defa seslendirilmesini gerçekleştirdi. Fransa'nın önde gelen müzik merkezlerinde, ayrıca Danimarka, Almanya, Avusturya, Romanya ve Kıbrıs’ta sanatını icra etti. Fransa’da yorumladığı konçertolar üzerine Le Figaro ve Midi Libre gibi basın organlarından övgü aldı. Gstaad Festivali’nde Yehudi Menuhin için özel bir resital sundu, 1977’de Bükreş’te yapılan “Avrupalı Müzikçiler Festivali”ne katıldı.
1981 yılında Devlet Sanatçısı unvanına lâyık görüldü. Türkiye’de ilk defa seslendirilmesini gerçekleştirdiği eserler:
Tunç Ünver, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın solistidir.
Karacaahmet
Martin Mystere
Martin Mystere, İtalyan Bonelli Comics şirketi tarafından yayınlanmakta olan bir çizgi roman serisidir. Hikayesinde temel olarak arkeoloji, bilim-kurgu, fantastik edebiyat, tarih, mitoloji gibi konulardan bahseder.
Martin Mystere 1982 yılında Alfredo Castelli ve Giancarlo Alessandrini tarafından yaratılmış bir Çizgi-roman kahramanıdır. İlk sayısı Nisan 1982'de İtalya'da Bonelli Comics yayınevinden çıkmış olup, iki yıl sonra Türkiye'de de yayın hayatına başlamıştır. O sıralar Türkiye'de çizgi-roman piyasasını elinde tutmakta olan Tay Yayıncılık tarafından çıkartılmaya başlanan Martin Mystere, bazı politik nedenlerden dolayı Türkiye'de "Atlantis" adı altında yayımlanır. Tay Yayıncılıktan çıkan 31 ve 50 sayılık iki serinin sonunda Martin Mystere de yayın hayatına son vermek zorunda kalır. Uzun bir süre yeni bir sayısı Türkiye'de yayınlanmayan Martin Mystere, 1990'larda AD\Doğan Egmont Yayıncılık tarafından yeniden, bu kez orijinal isim ve formatta basılmaya başlanır. 31 sayı süren bu seriden sonra, 2000'lerin başlarında Aksoy Yayıncılık tarafında basılan 15 sayıyla birlikte yayın hayatına ikinci kez ara verir. 2002 yılında Lal Kitap tarafından yeniden yayın hayatına dönen Martin Mystere, halen Lal Kitap tarafından çıkartılmaktadır.
Serinin kahramanı Martin (Jacques) Mystere birçok konuda uzmanlaşmış bir profesördür. Bu konular arasında arkeoloji, antropoloji, sanat tarihi ve sibernetik sayılabilir. Fakat asıl uzmanlık alanı, esrarengiz konuların araştırılmasıdır. Bu sebeple "İmkansızlıklar Dedektifi" diye de anılır. Söz konusu esrarengiz konular, geleneksel bilim tarafından aydınlatılamayan konulardır. Serinin başlarında bu konular Atlantis ve Mu ile kısıtlıyken, ilerleyen bölümlerde kapsam genişletilmiştir. Ana fikir, başka gezegenlerden dünyaya gelip, geçmişte çok ileri teknolojik seviyelere ulaşmış uygarlıkların, savaşlar sonucu yokolduklarıdır. Martin, araştırmaları esnasında eski uygarlıkların kalıntılarını bulur, ama hemen her defasında Kara Adamlar tarafından kanıtlar yok edilir (Zaten aksi takdirde, keşfedilen şey dünyanın çehresini değiştirecektir. Bu da serinin sonu olur).
Java
Martin'in Himlaya'lardaki bir macerası esnasında rastladığı Neanderthal insanlarından biridir. Martin'le birlikte modern dünyaya adım atmıştır. Altıncı hisleri çok kuvvetlidir. Şaşırtıcı bir gücü ve çevikliği vardır. Serinin ilk bölümlerinde Martin'e katkısı hemen her macerada altıncı hisleri ya da koku alma duygusuyla birilerini ya da bir şeyleri bulmakken, ilerleyen bölümlerde, arkadaş ve yoldaş vurgusu artmıştır.
Diana
Martin'in uzatmalı sevgilisi ve en sonunda eşi Diana Lombard. Sosyal hizmetler üzerine çalışan güzel Diana, Martin'e aşıktır ama Martin'in oyalamaları sebebiyle uzun süre evlenemezler. Martin'in maceralarında ona sık sık eşlik eden güzel kadınları çok kıskanır. Zaman zaman ön plana çıktığı öyküler de vardır.
Sergej Orloff
Martin'in eski ortağı. Agartha'da Kut Humi tarafından birlikte yetiştirildikleri, Martin'in eski ortağıdır. Java'nın katıldığı macerada, "gücün kötü yanı"nı seçer. Bir macerada geçirdiği kaza sonunda yüzü yanar ve bir gözü ile bir elini kaybeder. Bundan hep Martin'i sorumlu tutar. Acımasız ve hırslıdır. Martin'le yolları zaman zaman kesişir. İlerleyen maceralarda Sergej karşımıza İtalya'da büyük bir teknoloji şirketinin sahibi olarak çıkar. Martin'e saygı duyar ve zaman zaman onu kurtarır. Daha sonrasında ise arkadaşlıkları yeniden başlayacaktır.
Travis
Martin'in polis müfettişi olan arkadaşı. New York'ta gerçekleşen ve polisle ilgili maceraların çoğunda yer alır.
Chris Tower
Eski CİA ajanı, "Altrove" (Türkçe çevirilerde "Başka Bir Yer" olarak geçer) isimli çok gizli devlet üssünün komutanı. Martin'in üniversiteden arkadaşıdır.
Sapanca
Sapanca, Sakarya
Sapanca, Sakarya iline bağlı ilin batı sınırında yer alan ilçe.
Bilinen yazılı belgelere göre MÖ 1200 yılında Frigyalıların bölgeye gelmesiyle, bir yerleşim yeri olarak adı geçen Sapanca, gerçek anlamda M.S. 378 yılında Bitinya Krallığı tarafından kurulmuştur. Ilk defa 391 senesine ait Lazca bir kaynakta Siphonensis Lacus ismi kullanıldı. Doğu Roma İmparatorluğu döneminde Buanes, Sofhan ve Sofhange adıyla anılmıştır.
Sapanca ve çevresinde 1075 tarihinde Anadolu Selçukluları'nın gelmesiyle bölge Ayan ve Ayanköy adıyla anılmaya başlamıştır. Haçlı Seferleri sonrasında bölge yeniden Bizanslılar'a geçmiştir. 1640 yılında Erzurum seyahatına giderken kasabadan geçen Evliya Çelebi, kasaba hakkında şu bilgileri vermektedir:
"" Bir zamanlar İzmitli bir ihtiyar buradaki orman ve çalıları temizleyerek saban yürüttüğünden Sabancı Koca adıyla bir köy kurulur. Sonra zaman geçtikçe Mamur bir hale gelerek Kanuni Sultan Süleyman zamanında kasaba olmuştur.
Kasabada Sarı Rüstem Paşa 170 ocaklı bir han yaptırmıştır. Güzel bir camisi hamamı ve çarşısı vardır. İmaretleri gök kurşunla kaplıdır. 1000 kadar kiremit örtülü ev vardır. İmaretlerin tamamı Mimar Sinan yapısıdır. Bir diğer Mimar Sinan eseri ise Pertev Paşa hanıdır. Bu hayrat eserin çoğu Rüstem Paşa'nın olduğu için vakfın mütevellisi tarafından idare edilmektedir. Buranın bir yeni çeri Serdarı vardır. Övüleceklerinden beyaz kirazı meşhurdur. Hamamının dibinde bir ekmekçi dükkanı vardır. Bir dervişin hayır duası bereti ile bir çeşit beyaz ve has ekmek somun pişirir ki sabanca somunu adıyla her tarafta şöhret bulmuştur. Kırk bile dursa kuruyup küflenip lezzetini kaybetme ihtimali yoktur. O kadar meşhurdur ki birini ılgarla taze taze Acem şahına götürmüşler o da beğenmiş. O kadar lezzetli ve has ekmek olmasını bazıları suyundadır derler."
1837 yılında 2. Mahmut Döneminde Adapazarı kaza merkezi haline getirilmiştir. Sapanca buraya nahiye olarak bağlanmıştır. İzmit - Bolu yolu Sapanca'dan geçmekte idi. Kâtip Çelebi, Cihannüma adlı eserinde bu yolun Sapanca kısmı hakkında yolun burada yarım mil su içinden geçtiğini ve suların kabarık olduğu zaman üzengiye çıktığını kaydetmektedir. Aynı tarif 19 yüzyılın ilk yarısında Charles Texir tarafından yapılmıştır. Bir saat kadar gölün kumları üzerinde gidilmektedir. Bazı yerlerde sular eğer kolonlarına kadar çıkar. 1890 yılında Sapanca'ya gelen demir yolu yukarıda sözü edilen dar kıyıdan yarma açılmak suretiyle geçilmiştir. Demir yolunun inşaasından sonra kara yolu ihmal edilmiş ve hemen hemen geçilmez olmuştur.
Cumhuriyet devrinde karayolu gölün dar kıyısından değil, yamaçların gerisinden geçirilmiştir. Böylece kasaba tarihi ulaşım yolu görevini hem demir hem de karayolu ile yerine getirmeye devam etmiştir. 1950'li yıllarda E5 Karayolu'nun gölün karşı kıyısından geçirilmesiyle Sapanca bir müddet önemini yitirir gibi olduysa da 1989 yılında TEM Otoyolu'nun ilçeden geçmesi ile tarihi misyonuna yeniden kavuşmuş oldu. Sapanca 1957'de bucak olarak bağlı olduğu merkez ilçeden ayrılıp ayrı bir ilçe olmuştur.
Sapanca, Sakarya iline bağlı bir ilçedir. Kuzeyinde Sapanca Gölü, doğusunda Sakarya merkez ilçesi Adapazarı, güneyinde Samanlı Dağları, Geyve ve Pamukova İlçesi, batısında da Kocaeli merkez ilçesi İzmit yer alır. Yüzölçümü 140 km² denizden yüksekliği de 36 m'dir. Sakarya'nın alan olarak yüzölçümü en küçük, nüfus yoğunluğu en fazla olan ilçesidir.
İklim |
i Akdeniz iklimi ile Karadeniz iklimi arasında geçiş özelliği gösterir. Kışları bol yağışlı yağışlar genellikle yağmur şeklindedir. Yağışın en çok düştüğü mevsim kış, en az olduğu mevsim yazdır. Yazları sıcak ve kuraktır, bağıl nem yüksektir. En sıcak ay 22,8 °C ile Temmuz, en soğuk ay 5,5 °C ile Ocak ayıdır. Yıllık ortalama sıcaklık 14,3 °C'dir..
Ayrıca anlık ölçülen en düşük sıcaklık -11,2 °C (01.03.2000) en yüksek sıcaklık ise 40,2 °C'dir (08.18.2007).
İlçe toprakları yer şekilleri bakımından iki bölüme ayrılır.
Birinci bölümü, Bolu'nun güneyinden uzanan Köroğlu Dağları'nın bölgedeki uzantısı olan Samanlı Dağları'nın kuzey yamaçları ve bu yamaçlarda oluşmuş vadileri içine alır. Bu bölüm oldukça engebelidir. İkinci bölümünü ise, Samanlı Dağları'nın kuzey eteklerinde Sapanca ilçe merkezinin de yer aldığı dağ eteği ovasıdır. Bu ova dağların kuzey yamaçlarından inen derelerin taşıdığı alüvyonlarla oluşmuştur.
Bu dağlardan inen derelerin en önemlileri İstanbul Deresi, Kurtköy Deresi ve Mahmudiye Deresidir. Ayrıca ilçenin en önemli deresi olan Akçay Deresi de Sakarya Nehri ile birleşir. Kuzey Anadolu Fay Hattı Sapanca Gölü'nden geçer. Bu sebeple ilçe, birinci derece deprem bölgesidir. Ancak fay hattının gölden geçmesi ilçe merkezinin ve diğer yerleşim alanlarının depremden daha az etkilenmesini sağlamıştır. İlçe 17 Ağustos 1999 depremini bu sebeple az hasarla atlatmıştır.
İlçe İstanbul başta olmak üzere civar kentler olan yakınlığı ve bir göl ve yeşillikler beldesi olması sebebiyle son dönemde kısa süreli tatiller için tercih edilmektedir. Özellikle göl civarına kurulan turistik tesisler ile turizm geliri her geçen gün artmaktadır. 1999 yılındaki deprem sonrası göl kenarındaki tesislerin kullanılamaz duruma gelmesi sonucu gerileme gösteren ilçedeki turizm son yıllarda yeniden canlanmaya başlamıştır. Özellikle ilçe çevresinde bulunan Maşukiye, Kırkpınar gibi yerleşim birimlerinde pek çok tatil köyleri ve yazlıklar kurulmuştur.
Son senelerde gelişme gösteren bir diğer bölge ise Maşukiye yakınlarındaki Samanlı Dağlarından en yükseği olan Kartepe'dir. Burada kurulan yeni tesisler ile kış turizmi de gelişmeye başlamıştır.
2006 yılında turizme açılan 5 yıldızlı Richmond Oteli, 2007 yılı anayasa tasarısının hazırlanması sırasında dönemin bakanlarını konuk etmiştir. 12 Nisan 2008 tarihinde Sapanca'nın Kırkpınar beldesine 5 yıldızlı spa wellness konseptli Güral Sapanca Wellness Park Otel açılmıştır.
Bizanslılar döneminden kalma lahitler Sapanca Hükümet Konağı önünde sergilenmektedir. Lahitlerden ikisi 1976 yılında İlmiye köyü yakınlarında, diğer ikisi ise 1987 yılında TEM Otoyolu'nun yapım çalışmaları sırasında bulunmuştur.
Ayrıca Kurtköy köyiçi mevkiinde Bitinyalılar dönemine ait son kralın saklanmak için yaptırttığı kalelenin kalıntıları mevcuttur.
Elde kesin bir bilgi bulunmamakla beraber Mimar Sinan tarafından yaptırıldığı söylenen Kemer'in bulunduğu yerden İpek Yolu'nun geçtiği rivayet edilir. Kemer birkaç kez onarım gördüğünden bugün sadece ana gövdesi tarihi eser niteliğindedir. Kemer'in ilk onarımı 1905 yılında orijinal yapısı korunarak Sapanca'da Nahiye Müdürlüğü yapan Yanyalı Vecihi Orhon tarafından yapılmıştır.
Sultan Abdülmecit'in 4. hanımı Rahime Sultan tarafından 1892 yılında yaptırılmıştır. 1967'de onarım görmüştür. Özgün yapısını büyük oranda koruyan caminin 17 Ağustos depreminden sonra minaresi hasar görmüştür.
Kanuni Sultan Süleyman'ın damadı ve veziri olan Rüstem Paşa tarafından 1555 yılında Mimar Sinan'ın kalfalarına yaptırılmıştır. İlçe Merkezinde bulunan camii zaman içerisinde bazı tadilatlar görmesine rağmen halen ibadete açıktır.
Osmanlı Veziri Hasan Fehmi Paşa tarafından 1885 yılında yaptırılmıştır. Sapanca'ya 3 km uzaklıkta Mahmudiye köyünde bulanan camiinin içi çok güzel işlemlerle süslüdür.
Çarşı içinde bulunan camii 1899 yılında yaptırılmıştır. Bu cami isminden de anlaşıldığı gibi Camii Cedid Mahallesinde yer almaktadır. Cami son yıllarda yapılan restorasyon ile yenilenmiştir.
PH belirteci
pH belirteçleri (İndikatörler), çözeltinin pH'sına bağlı olarak renk değiştiren, karmaşık yapıdaki organik bileşiklerdir. Bu tür bileşikler, asit ya da baz titrasyonunun bitiş noktasını saptamak amacıyla kullanılır. pH belirteçlerini asit, baz, redoks ve çöktürme belirteçleri olarak sınıflamak mümkündür.
Asit Baz belirteçleri zayıf asit veya zayıf bazdırlar. İndikatörler genelde HIn veya InOH sembolleri ile gösterilirler. Bu indikatörlerin ayrışma tepkimeleri ise şu şekilde gerçekleşir;
Belirteçler, bu ayrışma ya da birleşme tepkimeleriyle renk değiştirirler. Örneğin metil kırmızısı HIn formundayken kırmızı, ayrıştıktan sonra In formuna girer; ki bu da sarı renktedir.
Bir çözeltinin içerisine asit bırakıldığı zaman, sudaki hidrojen (H) iyonu miktarını artar. Bu da çözeltideki hidrojen derişimini artırır. Le Chatelier ilkesine göre yukarıdaki reaksiyonda hidrojen iyonu derişimi arttığından dolayı denge, girenler yönüne yani HIn yönüne kayar. Bu da HIn derişimini arttırır. Metil kırmızısı örneğini verecek olursak, bu indikatörün HIn formundaki renginin kırmızı olmasın-dan dolayı rengi kırmızıya dönüşür. Aynı şekilde çözeltiye baz eklenirse çözeltideki hidrojen iyonu derişimi azalır. Denge ürünler yönüne kayar, hidrojen iyonu ve In derişimi artar. Yine metil kırmızısı örneğini verecek olursak, metil kırmızısının In formundaki renginin sarı olmasından dolayı çözelti sarıya dönüşür.
pH belirteçleri titrasyon adı verilen deneylerde kullanılır. Bu deneylerde bir asidin veya bazın pH değeri ölçülür. Her indikatörün kendine has hazırlanma şekilleri vardır. Örneğin metil kırmızısı %95 etanol çözeltisinde iyi çözünürken, metil turuncusu saf su ile daha iyi çözünür. Daha iyi sonuç almak içinse karışık indikatörler hazılanabilir. Bu şekilde daha dar bir pH aralığında kesin renk değişimi elde edilir.
Hades
Hades (Antik Yunanca: Ἅιδης/ᾍδης), Yunan mitolojisinde ölülere hükmeden yeraltı tanrısıdır. Zeus, yeryüzünün hâkimiyetini kardeşleri arasında paylaşırken Zeus'a gökyüzü, Poseidon'a denizler ve Hades'e yeraltı düşer. O artık ölüler ülkesi tanrısıdır; ancak kötü değildir. Yer altının tüm hazineleri Hades'in olduğu için Romalılar onun adını varlıklı yani, Plüton olarak değiştirmiştir. Eşi, Demeter ve Zeus'un kızı Persephone'dir. Hades ve eşi Persephone amansız, insafsız, yürekleri hiçbir yakarış, hiçbir sunu ya da kurbanla yumuşamayan korkunç tanrılar olarak bilinir. Gigantlar arasındaki karşıtı Alcyoneus'dur.
Kelime anlamı olarak "Hades" görünmez manasına gelmektedir. Onu görünmez yapan bir miğferi ve Bident denen iki uçlu bir asası vardır. Bu asanın bir ucu ölümü, bir ucu yaşamı temsil etmektedir. Yeraltı zenginliklerinin sahibidir, yerden çıkan değerli metaller onu bolluk çokluk ve servet tanrısı yapmıştır. Dilediğini zengin dilediğini fakir yapardı. Acımasız ve korkunç olsa da sözünden dönmez ve birçok tanrının aksine kaprisli bir tanrı değildir. Mitolojik öykülerde adı çokça yer almamaktadır. Bilinen en önemli öyküsü eşi Persephone'yi kaçırması ile ilgili olandır. Ancak Hades'in en önemli sıfatı, ölümün tanrısıdır. (Ölüm de başlıbaşına bir tanrıdır: Thanatos)
Hades aynı zamanda ölüler ülkesinin de adıdır. Hades ülkesi Asphodel, Tartarus ve Elysium olmak üzere üçe ayrılır. Ölen insanlar, fani yaşamlarında iyilerse Elysium'da, ne kötü, ne de iyilerse Asphodel'de yaşamlarını sürdürürler. Zeus ve Olimpos tanrılarının düşmanları, katiller vb. kişiler ise ceza olarak Tartarus'a atılırlar. Ayrıca Hades'in ülkesinde Phlegeton (ateş ırmağı), Lethe (unutuş ırmağı) ve tanrıların adına yemin ettikleri kutsal ırmak Styx bulunur. Zeus gibi Hades de insanlara rüyalar gönderir. Düşler yer altı dünyasından çıkarken iki kapıdan geçerler. Boynuz kapıdan çıkanlar güzel, iyi rüyalar, fildişi kapıdan çıkanlar kötü rüyalardır.
Enteresandır ki, Hades'in yeraltı ülkesine yaşayanlar da ölmeden geçebilmektedir. Hades'e inip de dönen kahramanlar Odysseus, Orpheus, Theseus ve Herkül, Hades'e inip de canlı dönen kahramanlardır. Ancak diyarın girişini üç kafalı şeytani bir köpek olan Cerberus korur. Herkes o köpeğin dehşetinden korkar ve kimse o kapıyı geçemez. Herkül bir macerasında bu köpekle yüzleşmeye gider.
Hades her ne kadar birçok zenginliğe sahip olsa da ortalıklarda pek gezinmez, övünmez, konuşmaz, diğer tanrıların Olimpos'ta katıldıkları şölenlere katılmazdı. Çünkü sahibi olduğu yeraltı ülkesi o kadar karanlık bir ülkedir ki, efendisi orayı tercih eder. Bir keresinde Poseidon, Hades'i sinirlendirmek için üç başlı çelimsiz mızrağını yere saplar ve yeryüzü boydan boya yarılarak Hades'in karanlık yeraltı ülkesi meydana çıkar. Hades sinirlenmiştir, daha sonra yetmiş bin kişilik Ölüler Ordusu ile Atlantis Denizini kurutur.
Roma'da gladyatörlerin yıkandığı ve uyuduğu yerlerin başlarına ölümü hatırlatmak için siyah Plüton heykeli konulurdu. Plüton, tanrılar ve ölümlüler arasında en korkulanı ve sevilmeyen tanrıydı. İnsanlar onun dikkatini çekmemek için adını anmaktan kaçınırlardı ve onu yatıştırmak için kara koyunlar kurban ederek koyunların kanlarını derin çukurlara ya da yerdeki yarıklara akıtırlardı ve ona dua ederken de başlarını yere vururlardı.
Yahudi âhiret inancında öldükten sonra Şeol'e (Septuagint "Hades", ölüler diyarı) gitme yerine yeniden.
Yeni Ahit sözcükleri içerir: "Gehenna" (cehennem) ve "Hades". Kelime "Gehenna" bulunursa 12 kez gösterilmiştir. Kelime "Hades" oluşur 7 kez gösterilmiştir. Genellikle mezar olarak çevrilmiştir:
Gondor
Gondor, J. R. R. Tolkien'in kurgusal Orta Dünya evreninde bir ülkedir.
İkinci Çağ'ın 3320 yılında kuruldu ve Dördüncü Çağ başladığında varlığını hala sürdürmekteydi. Konumu, Mordor'un batısında, Belfalas Körfezi'ndedir. Gondor isminin anlamı "taş ülkesi"dir. Gondor ülkesi ayrıca "Güney Krallığı", "Taş Ülke" olarak da bilinirdi.
Númenor'un Yıkılışı'nın ardından Elendil tarafından Orta Dünya'da kurulan iki görkemli insan krallığından biridir. Diğeri kuzeyde bulunan Arnor'dur. Gondor, ilk kurulduğu yıllarda Elendil'in oğulları Isildur ve Anárion tarafından |
yönetilmekteydi. Elendil ve Anárion'un Barad-dûr Kuşatması'nda yaşamını yitirmesinden ve, kısa süre sonra Isildur'un Ferah Çayırlar'da öldürülmesinin ardından Gondor krallığı Anárion oğlu Meneldil'e geçti. Bu bakımdan Gondor kralları, Anárion'un soyundan gelmektedir ve Eärnur dönemine kadar babadan oğula geçmiştir.
III. Çağ'ın 2050 yılında Eärnur'un yitirilişinin ardından Gondor'un hükümdarlığı Kral'ın vekilharcı Mardil Voronwë'ye geçmiştir. Eärnur'un ölümü kesin bir ölüm değildi; bu sebepten ötürü Mardil ve ardından gelen vekilharçlar "kral geri dönene kadar" hükümdarlık yapma kuralına uydular. Bu süre yaklaşık olarak bin yıl boyunca devam etti. Ta ki III. Çağ'ın 3019 yılında Anárion'un büyük kardeşi Isildur'un soyundan gelen Aragorn II - Elessar, ortaya çıkıp Gondor tahtındaki hakkını iddia edene dek.
Gondor, Orta Dünya'nın güneybatısında bulunan bir bölgedir. Üçüncü Çağ'ın sonlarında Gondor'a; Lefnui Nehri ve Anduin arasında kalan Ak Dağlar'ın güneyindeki bölge, Mering Çayı ile Anduin arasında Ak Dağlar'ın kuzeyindeki Anórien bölgesi ve Anduin'in doğusunda Mordor ile sınırı oluşturan Ithilien bölgesi dahil edilmiştir.
Gondor'un en geniş ve en kalabalık nüfuslu kısmı Ak Dağlar'ın güneyinde, Belfalas Körfezi'nde bulunmaktaydı. Lossarnach, Lebennin, Lamedon, Belfalas ve Anfalas beylikleri Belfalas Körfezi'ndeki yerleşim birimlerini oluşturmaktaydı. Bu bölgelerin efendileri, Gondor hükümdarının hiyerarşik olarak altındaydı.
Lossarnach, Ak Dağlar'ın güneydoğu bitiminde kalan vadilerdeki küçük fakat kalabalık nüfuslu bir bölgeydi. Dağlardan gelen Erui Nehri Lossarnach'tan geçerek Lebennin'e doğru akarak Anduin'e dökülürdü.
Lebennin, Lossarnach'ın batısında kalmaktaydı. Erui ile birlikte, Anduin'e dökülen Sirith ve Celos Nehirleri ile Belfalas Körfezi'ne akan Gilrain ve Serni Nehirleri Lebennin üzerinden geçmekteydi. Lebennin batı sınırını Gilrain, güney sınırını ise Anduin oluşturmaktaydı.
Lebennin dağların güçlü insanların bulunduğu geniş bir beylikti. Lebennin halkı Dúnedain ile bölgenin yerli halkının karışımıyla oluşmuş durumdaydı. Lebenninli balıkçılar bölgede Anduin'in ağzında yaşamaktaydı. Bir liman kenti olan Pelargir; Anduin'in Sirith Nehri'ne bağlandığı yere yakın bir noktadaydı. Linhir kenti ise Gilrain ve Serni Nehirleri'nin birleştiği yerde bulunan geçitleri kapsamaktaydı.
Belfalas, Belfalas Körfezi'nin çıkıntısında yer alan oldukça büyük bir bölgeydi. Bölgenin merkezi dağlıktı. Bir liman kenti olan Dol Amroth; Belfalas'ın batısında, bu bölgedeki burundan Cobas Limanı'na üstten bakan bir konumdaydı.
Belfalas, Dol Amroth Prensleri tarafından idare edilirdi. Prensler Númenor soyundan gelmekle birlikte damarlarında aynı zamanda elf kanı da taşımaktaydılar. Belfalas'ın yerlilerin pek çoğunun ataları da Númenorlular'a dayanmaktaydı.
Lamedon; Belfalas'ın kuzeyinde Ak Dağlar'ın eteklerinde konumlanmış bir bölgeydi. Ciril ve Ringlo Nehirleri kaynaklarını bu bölgede almaktaydılar. Ethring kenti, Ringlo Vadisi'nden kaynağını alan Ringlo Nehri üzerindeki geçitler dolaylarına inşa edilmişti. Calembel kenti ise Ciril geçitlerindeydi.
Belfalas'ın batı sınırlarında Ciril ve Ringlo Nehirleri, Belfalas'a akan Karakök Nehri ile birleşmekteydi. Bir elf limanı olan Edhellond; körfezde, Karakök Nehri'nin ağzına kurulmuştur. I. Çağ'ın sonlarından, III. Çağ'ın ortalarına dek bu bölgede elfler yaşamış ve bu bölgeden Ölümsüz Topraklar'a yelken açmışlardır.
Karakök Nehri kaynağını Ak Dağlar'dan alıp, Karakök Vadisi'ndeki Ölülerin Yolu'nun kapısından çıkmaktaydı. Erech Taşı'nın bulunduğu Erech Tepesi Karakök Vadisi'nde bulunmaktaydı. Vadi, zengin tarım alanlarına sahipti ve nüfusu yoğundu.
Anfalas, Belfalas'ın batısı boyunca uzanan bir kıyı bölgesiydi. Anfalas'ta çok sayıda küçük köy bulunmaktaydı ve bölge nüfusu genelde çobanlar, balıkçılar ve avcılardan oluşmaktaydı.
Lefnui Nehri, Anfalas'ın batı sınırını oluştururken aynı zamanda Ak Dağlar'ın güneyinde Gondor'un da batı sınırını oluşturmaktaydı. Lefnui'nin ötesinde, Andrast denen Belfalas Körfezi'nin denizdeki çıkıntısı bir yarımada bulunmaktadı. Söylentilere göre bu yarımadada Druedain denen gizemli bir insan ırkı yaşamaktaydı. Bahsi geçen bölgede Gondorlu insanlar hiç ikamet etmemiştir. Yarımadanın uzak ucunda yalnızca kıyı muhafızları ve deniz feneri görevlileri bulunmaktaydı.
Güneydeki yerleşim yerleri yollar ile birbirine bağlanmaktaydı. Güney Yolu, Minas Tirith'den çıkarak Lossarnach ve Lebennin üzerinden Pelargir'e ulaşırdı. Pelargir'den çıkan bir başka yol ise batıdaki Linhir'e ulaşıp, burada kuzeybatıya dönerek Ethring ve Calembel'e doğru ilerler. Yol, Tarlang Boğazı'ndaki sığ geçitlerden geçerek, Erech Tepesi'nde son bulur.
Anórien Ak Dağlar'ın kuzeyinde, dağların doğu ucuna dek uzanan bir bölgedir. Doğuda Anduin ile kuzeyde ise Entsuyu Ağzı ile sınırlanır. Batıda Mering Çayı, Anórien'i Rohan'dan ayırır. Kadim Batı Yolu, Minas Tirith'den çıkarak Anórien boyunca uzanarak Rohan'dan geçer ve Kuzey-Güney Yolu ile birleşerek Arnor'un Kuzey Krallığı'na uzanır.
Çamlık, Anórien ile Rohan arasındaki sınırda bulunmaktaydı. Ormanın yarısından büyük bir bölümünün Anórien'de bulunmasına rağmen Çamlık, Rohan toprakları arasında sayılmaktaydı. Halifirien tepesi Çamlık içerisindeydi.
Halifirien, Anórien boyunca uzanan Gondor'un işaret kulelerinin bulunduğu tepelerin sonuncusuydu. Bu tepelerde bulunan işaret kuleleri, ihtiyaç anında Rohan'ı yardıma çağırabilmek için tutuşturuldu. Diğer işaret kuleleri ise Calenhad, Min-Rimmon, Ak Dağlar'ın eteklerinde bulunan Erelas, Nardol, Eilenach ve Doğu Anórien'deki Drúadan Ormanı'nda bulunan Amon Dîn'deki tepelerdeydi.
Drúadan Ormanı'nın yerlileri Drúedaindi. Drúedain yabancılara pek kendisini göstermeyen, ormana yabancı biri girdiğinde kendini gizleyen yabani bir halktı. Drúadan Ormanı ile Ak Dağlar arasında Taşaraba Vadisi bulunurdu.
Minas Tirith, Mindolluin Dağı'nın köklerinde, Ak Dağlar'ın en doğu ucunda bulunan yedi katlı bir şehirdi. Şehrin etrafındaki Pelennor Çayırları zengin tarlalardan oluşmaktaydı ve şehrin etrafı Rammas Echor denen surla kapalıydı. Minas Tirith, III. Çağ'ın ikinci döneminden itibaren Gondor'un başkenti durumuna gelmişti.
Osgiliath ise Gondor'un ilk ve asıl başkentiydi. Anduin'e kurulmuş bu büyük ve güzel şehir, Minas Tirith'in 15 mil kuzeydoğusunda bulunmaktaydı. Osgiliath, nehrin her iki yakasına da inşa edilmiş, iki yaka birbirine görkemli köprüler ile bağlanmıştı. Şehrin batı yakasındaki kısmı Anórien'de, doğu yakasındaki kısmı ise Ithilien'de bulunmaktaydı.
Ithilien, Gondor'un Mordor ile sınırında, Gölge Dağları ile Anduin arasında kalan latif ve yeşil kısmıydı. Ithilien kuzeyde Emyn Muil tepeleri, Islakçene bataklığı ve Ölü Bataklıklar ile sınırlanmaktaydı. Poros Nehri Ithilien'in güneydeki sınırını çizmekteydi. Harad Yolu güneyden gelerek Poros Geçişi ve Ithilien boyunca ilerleyip, Mordor'un Kara Kapısı'na ulaşmaktaydı.
Minas Ithil, Minas Tirith'in eş şehri, Gölge Dağları'nın eteklerinde bulunmaktaydı. 2002 yılında şehir Nazgúl tarafından ele geçirildi ve ismi Minas Morgul olarak değiştirildi. Morgul Yolu, Minas Morgul'dan çıkarak Osgiliath'a varmaktaydı. Morgulduin, Morgul Vadisi'nden kaynağını alıp, yol boyunca akarak Anduin'e dökülmekteydi. Emyn Arnen tepeleri Morgul Yolu'nun güneyinde kalmaktaydı.
Cair Andros; Anduin Nehri üzerinde bulunan, Ithilien ile Anórien arasında kalan bir adaydı. Ada, düşmanın nehri geçişini engellemek amacıyla askeri yönden korunaklıydı. Tolfalas adası; Anduin'in ağzında, Belfalas Körfezi'nde bulunmaktaydı.
Gondor'un sınırları, tarihsel süreç içerisinde birkaç defa değişikliğe uğramıştır. 2510 yılından önce Rohan, Calenardhon ismiyle Gondor'un bir eyaletiydi. Poros ile Harnen Nehri arasındaki Güney Gondor bölgesi Gondor ile Harad arasındaki çekişme sebeplerinden biridir. Hyarmendacil I döneminde, Gondor gücünün doruklarındayken sınırları Umbar'a kadar uzanmaktaydı. Bu süreçte Gondor, Anduin Nehri'nin doğrusundan Rhûn Denizi'ne kadar olan toprakları ve Dumanlı Dağlar'ın batısından Grisel'e kadar uzanan toprakları da sınırları içerisinde bulundurmaktaydı. Fakat sözü edilen bu bölgelerde Gondorlular hiç yaşamamıştır.
Numenor'un çöküşünden sonra Orta Dünyanın güneybatısında kurulmuş olan Dunedain krallığıdır. Elendil'in oğulları Isildur ve Anarion tarafından kurulmuştur. Başkenti ilk başlarda Osgiliath olup,Minas İthil ve Minas Anor'dan,ülkenin doğu ve batısının yönetilmesinde yararlanılıyordu. Fakat doğudaki Minas Ithil'in işgali vede Osgiliath'ın başına gelen birçok felaket sonucunda yavaş,yavaş yokolması sonucunda başkent; artık Minas Tirith adıyla anılan, Minas Anor'a taşınır. Krallık uzun süre boyunca Anarion'un soyundan gelen krallar tarafından yönetildikten sonra, 2050 yılında son kral Earnur'un kayıplara karışması sonucu,vekilharç Mardil ve onun soyundan gelen diğer vekilharçlar yönetimi ele geçirirler. Bu durum,Minas Tirith'in kuşatıldığı Pelennor savaşına dek sürecektir.Pelennor'da kazanılan zaferden sonra; zaferin kazanılmasında büyük bir pay sahibi olan ve uzun süre önce yıkılmış olan Arnor kraliyet hanedanının son üyesi olan Dunedain Şefi Aragorn, Isildur'un varisi olmasının verdiği yetkiye dayanarak Gondor tahtı üzerinde hak iddia eder. Bir savaş kahramanı oluşu ve halkın gözünde büyük bir komutan olması sayesinde başarılı olarak, son Gondor vekilharcı Faramir'in yerine tahta geçer ve uzun süredir Gondor'da tahta çıkan ilk Kral olur. Kral Elessar adıyla taç giydikten sonra kuzeye giderek eski Arnor krallığını yeniden kurarak Gondor ve Arnor devletlerini, Birleşik Krallık adı altında yeniden birleştirir.
Sonradan Gondor adıyla anılacak bu bölge, seyrek bir nüfusa sahip olmaktaydı. Bölgede, Ak Dağlar civarında yaşayan ve batıdaki Elfler tarafından "Drúedain" adıyla anılan, Drughu adlı insan toplulukları yaşardı. Drughular genellikle diğer insanlardan uzak durmaları ve Ak Dağlar'da yabani bir yaşam tarzı sürdüklerinden dolayı "Vahşiler" olarak bilinirlerdi ve diğer ırklarla pek etkileşim içinde olmazlardı.
Drughular Numenoreanlarla etkileşim iç |
erisine girerek onlardan birçok şey öğrendiler; fakat buna rağmen aralarındaki ilişkiler fazlaca ileri gidememiştir.Geçen zaman içerisine Sauronun Mordor'daki yükşelişi ve doğudan yayılan orkların saldırıları sonucunda Drughuların birçoğu öldürüldü. Geri kalanlarsa bölgeden kaçarak kuzeydeki Bozdiyar ve Bree çevresine göç ettiler. Bazılarıysa Dumanlı dağlardaki derin vadilere ve Gri orman gibi yabani bölgelere saklandılar. Sauronun 1701'de Numenorean ve Elfler karşısında yenilgiye uğraması ve ardından, Numenoreanların gücünden korkarak, gücünü zayıf ve güçsüz durumdaki doğuya kaydırması sonucu bölge Numenoreanlara kalmış oldu. Numenoreanların Orta Dünya kıyılarında koloniler, sömürgeler kurması ve Numenoreanlar arasındaki siyasi çatışmaların başlamasıda bu zamana rastlar.
Su ladini
Su ladini ("Metasequoia glyptostroboides"), servigiller (Cupressaceae) familyasında anavatanı Çin olan yaprak döken bir iğne yapraklı ağaç türü.
Kışa dayanıklıdır. Yarı gölge alanlarda ve toprak isteği bakımından kanaatkardır. Rutubetli toprakları sever.
Kadırga Yaylası
Kadırga Yaylası, Gümüşhane ili, Kürtün ilçesinde Zigana dağları üzerinde, Zigana geçidinin batı yakasında bulunan bir yaylanın adıdır.
Yaylanın eski (Rumca) adı Eskaladır . Kadırga adı ise 2 formda analiz edilmektedir :
Trabzon'un batısındaki tüm ilçelerinin yanı sıra, Gümüşhane, Torul hatta Giresun'dan gelen onbinlerce kişinin katılımıyla Yayla ortası veya Çürük ortası denilen Temmuz ayının son iki ve Ağustos ayının ilk haftası yörede dernek olarak adlandırılan yayla şenlikleri düzenlenmektedir. Özellikle Temmuz ayının üçüncü cuma günü düzenlenen Kadırga Festivali
tüm yaylacıları (Otçuda denilmektedir) çeker
Köyler sabah erkenden kafileler halinde için yola çıkar, kemençe çalarak, horonlar edilerek, havaya silah atılarak yaylaya varılır. Bütün gün türlü türlü Yemekler, yenilip,oyunlar oynanıldıktan sonra akşam her topluluk kendi yönüne geri döner.
Murat Ses
Murat Ses (d. 1946, İzmir), Türk elektronik müzik sanatçısı.
1963 yılında Sankt Georg Avusturya Lisesi'nde okurken Animals, Dave Clark Five, Del Shannon gibi grupların şarkılarını Meteorlar grubunda çalmaya başladı. Bu grupta org çalıyordu. Meteorlar döneminde iki 45'likte yer aldı: "Keep Searchin / The Beating Of My Heart" ve "Neredesin Tatlı Sevgilim / I Know You"
1967'de Mesut Aytunca'nın Silüetler grubuna eski grubunun vokalisti Aziz Azmet ile katıldı. Aydın Daruga ve Nejat Özyılmazel'in de bulunduğu bu grup ile birlikte, genel olarak popüler yabancı şarkıları yorumladıkları "Silüetler" adlı bir albüm yaptılar. Albüm de Murat Ses de geri vokalleriyle vokallerde polifoniye yardımcı oluyordu.
Bir sene sonra İzmir'de, Aytunca dışındaki tüm kadro Silüetler'den ayrılıp Moğollar grubunu kurdu. Moğollar grubunda, gerek aranjmanlarındaki gerek bestelerindeki zurna türündeki org (Hammond LP-100) sounduyla dikkat çekti. Grup ilk olarak Altın Mikrofon yarışmasına girerek dikkat çekti. Bu dönemde Murat Ses - Aziz Azmet ikilisi şarkı yazımını üstlenmiş, plakların aranjmanlarını da Murat Ses yapıyordu. 1970'te Murat Ses'in solosuyla dikkat çeken "Dağ ve Çocuk" ve Ses-Azmet bestesi "Garip Çocuk" şarkılarıyla Moğollar ününün doruklarına ulaştı.
Aynı yıl Barış Manço ile Moğollar yollarını birleştirdi. Birlikte kaydedilen şarkılardan "İşte Hendek İşte Deve" ve "Binboğanın Kızı" şarkıları dikkat çeken Murat Ses soloları barındırıyordu. Konserlerde Garip Çoban, Ağrı Dağı Efsanesi, Behind the Dark gibi Murat Ses bestelerinin Barış Manço vokalli versiyonları da yer alıyordu. 1971'de yollarını ayırdılar.
Moğollar ile 1971 yılında Paris'te "Danses et Rythmes de la Turquie d'Hier à Aujourd'hui" isimli albümleriyle her yıl Fransa Kültür Bakanlığı'nın verdiği Academie Charles Cros Büyük Plak ödülüne layık görüldü. Bu ödülden sonra, albümde yer alan Anadolu Pop türündeki parçaların, tamamına yakınının bestecisi ya da otantikten düzenlemecisi olduğundan, SACEM/Paris'e (Uluslararası Besteciler ve Söz Yazarları Örgütü) üye olarak kabul edildi. Albümün çok bestesinde yer alan Murat Ses, grubun en popüler şarkılarından "Ağrı Dağı Efsanesi"ni de besteledi.
Ersen Dinleten, Selda Bağcan ve Barış Manço'yla çalışan Moğollar kadrolarında yer aldıktan sonra 1972'de Moğollar'dan ayrılarak çeşitli gruplarda klavye çaldı. 1972'de "Ağrı Dağı Efsanesi" grubunu kurdu. 1973'te Kurtalan Ekspres'ine katılıp Barış Manço ile iki plak çıkardı. 1974'te arkadaşı Özkan Uğur ile gruptan ayrılıp Edip Akbayram ve Dostlar grubuna girip bir plak çıkardı. 1976'da Moog Sonic synthesizer kullanarak ilk solo 45'ligini (Fasulya Dişli Adam) çıkardı.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi ve Johannes Kepler Üniversitesi'nde gördüğü eğitimden sonra Avusturya Federal Bilim ve Teknoloji Bakanlığı bursu'yla 1979'da master ve doktora yapan ve o zamandan beri de Avusturya'da ve ABD'de yaşayan sanatçı 90'lı yıllara doğru geliştirdiği Electric Levantine türünde çalışmalarını bugüne değin sürdürmüştür. 1990'lı yıllarda bir süre Cumhuriyet Gazetesi'nde gezi ve müzik yazıları yazdı. Grammy seçici kurulu üyesi Ses, 2015 yılında Akademia ve Global Music Awards ödüllerini kazanmıştır.
2016 yılında çıkardığı "Endless Dance" adlı maxi single, 9 Şubat 2016 itibarıyla Billboard dergisi listelerine girmiştir.
Electric Levantine (Anadolu Pop 2.0), 1990'lı yıllarda Murat Ses'in geliştirdiği ve 'Anadolu Pop'un daha deneysel bir biçemi' olarak tanımladığı, sample, çeyrek akortlu synthesizerlar ve Anadolu tınıları içeren bir sound.
1990'dan itibaren Murat Ses'in yapmış olduğu solo çalışmalar (Automaton, Binfen, Culduz, Automaton², Binfen 2005 Remix, Electric Levantine, Umami, Beside the Sun, Light Cone, Sundial, Kiosk Torba ve Tidal Locking) bu türde. Uluslararası açıdan değerlendirildiğinde etnik, elektronik unsurlar barındıran ama bizim taraflardan (Anadolu, Orta Doğu, Orta Asya, Doğu Akdeniz) bir sound.
(Murat Ses bu albümde Ihlara Valley ile yer alıyor.)
(Murat Ses bu albümde Binfen 2 ile yer alıyor.)
(Murat Ses bu albümde Electric Levantine ve Eastern Love ile yer alıyor.)
(Murat Ses bu albümde Binfen 2 ile yer alıyor.)
(Murat Ses bu albümde Visible Light ile yer alıyor.)
Katalitik konvertör
Katalitik konvertör ya da katalitik dönüştürücü, motorların egzozlarındaki (dışarı verdikleri gaz) çevreye zararlı maddeleri daha az zararlı maddelere dönüştüren aygıt.
En yaygın uygulaması otomobillerdedir. Bir katalitik konvertörün yaptığı, tam olarak yanmamış hidrokarbonlara ikinci bir yanma ve kirletici gazlara bir indirgenme ortamı sağlamaktır. Bu yanma ve indirgenme birtakım katalizörler (platin, palladyum ya da rodyum) kullanılarak yapılır. İkinci yanma işlemi motor dışında gerçekleştiğinden bundan işe dönüştürülebilir enerji elde edilmez.
Üç yollu bir katalitik konvertörde aşağıdaki üç tepkime eşzamanlı olarak meydana gelir:
Bu üç tepkime, dengeli çalışma noktasında, yani yakıt-hava karışımı ne zengin ne de fakirken dengededir. Fakir karışımla çalışılırken yukarıdaki ilk iki tepkime üçüncüsünden daha çok gerçekleşir. Zengin karışımla çalışılırken ise üçüncü tepkime diğer ikisinden daha çok gerçekleşir, yani karışımın zengin olması nedeniyle tam olarak yanamayan yakıt, katalitik konvertörde yakılır. Katalitik Konvertör kanalları Platin, Paladyum, Rodyum ve Seryum ile kaplanmıştır. Konvertör içindeki Paladyum ve Platin HC ve CO lerin oksitlenmesini, Rodyum ise NO 'lerin indirgenmesini sağlar. Seryum ise zengin ve fakir çalışma esnasında değişiklik gösteren oksijen miktarını, oksijeni depolayarak gerekli miktarda katalizörde tutmaya yarar.
Diego Maradona
Diego Armando Maradona (, d. 30 Ekim 1960, Buenos Aires) Arjantinli teknik direktör ve eski futbolcudur. Birçok uzman, futbol eleştirmenleri, eski futbolcular, şimdiki futbolcular ve futbol taraftarlarınca tüm zamanların en iyi futbolcularından biri olarak görülmektedir. Ayrıca Pelé ile beraber FIFA 20. Yüzyılın Oyuncusu ödülü almıştır.
Transferde iki kez en yüksek ücret rekoru kıran tek futbolcudur. Barcelona'ya 5 milyon £ karşılığında transfer olup rekor kırdıktan sonra Napoli'ye 6,9 milyon £'a transfer olarak yeni rekor kırmıştır. Maradona profesyonel futbol kariyeri boyunca Argentinos Juniors, Boca Juniors, Barcelona, Napoli, Sevilla ve Newell's Old Boys takımlarında oynamıştır. Kulüp seviyesinde en ünlü olduğu Napoli takımında çok sayıda övgü almıştır. Arjantin adına 91 millî maça çıkmış ve 34 gol atmıştır.
Dört FIFA Dünya Kupası turnuvasında oynamıştır ve Arjantin adına kaptanlık yaptığı 1986 Dünya Kupası'nda, Batı Almanya'yı finalde 3-2 yenip kupaya uzanmışlardır. O maçtan sonra Altın Top ödülü almıştır. Aynı turnuvada çeyrek finalde İngiltere'ye iki gol atarak 2-1'lik galibiyeti sağlamıştır ve iki gol de tarihe geçmiştir. İlk golü eliyle atmıştır ve ceza verilmemiştir, o gole "Tanrı'nın eli" denmiştir. İkinci golü ise topu 60 metre sürerken beş oyuncuyu geçerek atmıştır. Bu gol 2002 yılında FIFA.com tarafından "Yüzyılın Golü" seçilmiştir.
Maradona, sporun en tartışmalı ve haber değeri taşıyan figürlerinden biri olarak kabul edilir. İtalya'da 1991 yılında başarısız geçen bir kokain testinden sonra 15 ay boyunca futboldan uzaklaştırılmıştır. ABD'de efedrin testinin pozitif çıkması sonucu 1994 FIFA Dünya Kupası'nı evinde izlemek zorunda kalmıştır. 2005 yılında önemli miktarda kilo vermiş ve kokain bağımlılığının üstesinden gelmiştir. Açık sözlülüğüyle, basın ve spor yöneticileriyle anlaşmazlıklarıyla çokça gündeme gelmiştir. Teknik direktörlük tecrübesinin çok az olmasına rağmen Kasım 2008 tarihinde Arjantin teknik direktörlüğüne getirilmiş ve 15 ay sonra 2010 FIFA Dünya Kupası'nda istifa etmiştir.
Diego Armando Maradona, 30 Ekim 1960 tarihinde Corrientes'ten fakir bir ailenin çocuğu olarak Buenos Aires, Lanús'ta Evita Hastanesi'nde dünyaya geldi. Üç kızından sonra ilk oğullarıydı. İki erkek kardeşi Hugo ve Raúl (Lalo) da kendisi gibi profesyonel futbolcuydu. Maradona İtalyan ve yerli kökenlidir.
İtalyan kökenli olan Diego Armando Maradona'nın soyu Calabria'dan gelmektedir.
Maradona 10 yaşınday |
ken bir yetenek avcısı tarafından fark edildi ve mahalle kulübü olan "Estrella Roja"da amatör olarak oynamaya başladı. Kısa bir süre sonra "Los Cebollitas" adlı kulübe geçti ve orada üç sezon geçirdikten sonra Buenos Aires'in Argentinos Juniors kulübünün altyapısına girdi. 12 yaşındayken devre aralarında top ile cambazlık yaparak seyircileri eğlendiriyordu.
20 Ekim 1976 tarihinde Maradona Argentinos Juniors adlı kulüple ilk profesyonel sözleşmesini imzalarken 16 yaşına girmesine on gün kalmıştı. 1976 ve 1981 yılları arasında çıktığı 167 maçta 115 gole imza attıktan sonra 1 milyon £ karşılığında Boca Juniors kulübüne transfer oldu. 1981 sezonunun yarısında Boca Juniors'a transfer olan Maradona, 1982 yılında ilk kez lig şampiyonluğu madalyasını aldı.
1982 FIFA Dünya Kupası'ndan sonra Haziran ayında Maradona, İspanyol kulübü FC Barcelona'ya 5 milyon £ ($7.6m) karşılığında transfer oldu ve en pahalı oyuncu unvanını aldı. 1983 yılında César Luis Menotti teknik direktörlüğünde Maradonalı Barcelona, Real Madrid'i eleyerek Copa del Rey'i, Athletic Bilbao'yu yenerek Supercopa de España'yı aldı. Ancak, Maradona'nın Barcelona macerası kısa sürdü. Athletic Bilbaolu oyuncu Andoni Goikoetxea ile mücadelesinde ayak bileği kırıldı ve futbol kariyeri tehlikeye girdi. Ama tedaviden sonra sahalara geri döndü.
Sakatlık geçirmesine rağmen Maradona 58 maçta 38 gol attı. Ancak daha sonra kulübün başkanı Josep Lluís Núñez ile sık sık anlaşmazlık yaşayan Maradona 1984 yılında transfer listesine kondu. İtalya Serie A takımı Napoli'ye 6.9m £ ($10.48m)karşılığında transfer olarak yeni rekor kırdı.
Maradona Napoli'de profesyonel kariyerinin zirvesine ulaştı. Kısa sürede taraftarların sevgilisi oldu ve takım en başarılı dönemini yaşadı. Maradona önderliğinde Napoli,1986/87 ve 1989/90 sezonlarında lig şampiyonu oldu. 1987/88 ve 1988/89 sezonlarında ise lig ikincisi oldu. Ayrıca 1987 yılında Coppa Italia, (1989 yılında Coppa Italia ikinciliği), 1989 yılında UEFA Kupası ve 1990 yılında Supercoppa Italiana'yı aldılar. Maradona 1987/88 sezonunda Serie A'da gol kralı oldu.
İtalya'da yaşadığı süre boyunca Maradona'nın kişisel sorunları arttı. Stresten kokain kullanmaya başladı ve kaybettiği maçlar ve turnuvalardan dolayı kulüp tarafından 70,000 $ para cezası aldı.
Daha sonra Maradona'nın Napoli'deki başarılarının şerefine giydiği 10 numaralı forma emekliye ayrıldı.
Kokain ve uyuşturucu testlerinde başarısız olan Maradona 15 ay futboldan men edildikten sonra 1992 yılında Napoli'den ayrıldı. İspanya'dan Real Madrid ve Fransa'dan Olympique de Marseille kulüplerinin ilgilenmesine rağmen Sevilla'yı seçti ve bir yıl orada oynadı. 1993 yılında Newell's Old Boys'a transfer oldu. 1995 yılında Boca Juniors'a geri döndü ve iki yıl orada oynadı. Maradona'nın Boca Juniors taraftarları için efsaneleşmesi ile La Bombonera stadyumunun girişine ispanyolca "Boca es mi religion, Maradona es mi dios, la Bombonera es mi iglesia" (dinim Boca, tanrım Maradona, mabedim La Bombonera) satırları yazılmıştır.
Maradona ayrıca 1986 FIFA Dünya Kupası öncesinde Tottenham Hotspur formasıyla Internazionale karşısında bir hazırlık maçına çıktı. Tottenham maçı 2-1 kazandı. Daha sonra birlikte oynadığı Glenn Hoddle için Arjantin'de on numaralı formayı giymekten vazgeçti.
Diego Maradona, Arjantin millî takımı ile çıktığı 91 maçta 34 gol attı. İlk millî maçına 27 Şubat 1977 tarihinde daha 16 yaşındayken, Macaristan karşısında çıktı. 18 yaşındayken Dünya Genç Şampiyonası'nda oynadı ve finalde karşılaştıkları Sovyetler Birliği maçında parladı ve 3-1 kazandılar. 2 Haziran 1979 tarihinde Maradona, A millî takımdaki ilk golünü Hampden Park'ta 3-1 kazandıkları İskoçya maçında attı. 1979 ve 1986 yıllarında FIFA 20 Yaş Altı Dünya Kupası ve FIFA Dünya Kupası'nda Altın Top alarak bunu başaran tek futbolcu oldu.
Maradona'nın millî takım bazında oynadığı ilk turnuva 1982 yılındaki Dünya Kupası oldu. Barselona'daki turnuvanın açılış maçı Arjantin ve Belçika arasındaydı. 3. gruba düşen Arjantin, Belçika ile yaptığı maçta 1-0 yenildi. Grubun diğer maçlarında Macaristan ve El Salvador'u yenen Arjantin, ikinci tura yükseldi. C grubunda Brezilya ve o senenin şampiyonu İtalya ile eşleşti. Claudio Gentile'in Maradona'ya karşı agresif bir şekilde oynadığı İtalya maçını, İtalya 2-1 kazandı. Maradona Beş maçın tamamında forma giydi ve Macaristan'a iki gol attı, ancak Brezilya maçında maçın bitmesine 5 dakika kala kırmızı kartla oyun dışı kaldı. O maçta 3-1 yenilen Arjantin kupaya veda etti.
Maradona'nın kaptanlık yaptığı Arjantin millî takımı, 1986 FIFA Dünya Kupası'nda Meksika'da oynanan finalde Batı Almanya'yı yenerek kupanın sahibi oldu. 1986 Dünya Kupası boyunca Maradona'nın turnuvanın en dinamik oyuncusu olduğu söylendi. Tüm maçlarda forma giyen Maradona 5 gol atıp 5 asist yaptı. Turnuvadaki ilk rakibi olan Güney Kore'ye karşı üç asist yaptı. Turnuvadaki ilk golünü ise bulunduğu grubun ikinci maçında İtalya'ya attı. Sonraki iki golünü ise çeyrek finalde İngiltere'ye atarak takımının 2-1 kazanmasına katkıda bulundu. Maçın arka planında hâlâ Falkland Savaşı'ndan kalan duygular vardı. Maradona maçtaki ilk golünü "Tanrı'nın Eli" olarak bilinen golü attı. Maradona bu golle ilgili olarak "Maradona'nın kafasıyla ve Tanrı'nın eliyle gelen küçük bir gol" dedi. 22 Ağustos 2005 tarihinde Maradona bir televizyon programında golü bilerek eliyle attığını ve topun kafasına isabet etmediğini itiraf etti. Bu gol Dünya Kupası tarihinin uluslararası bir fiyaskosu olarak tanındı.
Maradona eliyle attığı golden sadece dört dakika sonra ikinci golünü attı. Bu gol FIFA tarafından FIFA Dünya Kupası tarihinin en iyi golü seçildi. Kendi yarı sahasında topu alan Maradona, topu etrafında döndürerek ve topa 11 kez dokunarak altı İngiliz oyuncuyu (Peter Beardsley, Steve Hodge, Peter Reid, Terry Butcher, Terry Fenwick ve kaleci Peter Shilton) geçerek golü attı. Bu gol 2002 yılında FIFA tarafından yapılan çevrimiçi ankette "Yüzyılın Golü" seçildi.
Yarı finalde Belçika'ya iki gol daha attı. Finalde Batı Almanya defanslarının uyguladığı çifte markaja rağmen Jorge Burruchaga'ya gol pası vererek takımının galibiyet golüne katkıda bulundu. Arjantin'in 3-2 yendiği maçta, Azteca Stadyumu'nda 115,000 seyirci vardı.
Turnuva boyunca Maradona, 90 kez, Arjantin'in herhangi bir oyuncusundan üç kat daha fazla top sürdü. Ayrıca 53 kez faule maruz kalarak diğer oyunculara göre takımına iki kat daha fazla serbest vuruş kazandırdı. Maradona, turnuva boyunca Arjantin'in 14 golünün 10'u kendisinden geldi veya kendi asistiyle gerçekleşti.
Turnuva sonunda yapılan oylamayla turnuvanın en iyi oyuncusu seçilerek Altın Top ödülünü aldı. Azteca Stadyumu'nun girişine heykeli dikildi.
Maradona kaptanlığında Arjantin, 1990 FIFA Dünya Kupası'nda finalist oldu. Ayak bileğinden geçirdiği bir sakatlık onun performansını etkiledi. Arjantin grubunda üçüncü olmuştu ve neredeyse eleniyordu. Arjantin, son 16'da karşılaştığı Brezilya'yı, Maradona'nın yaptığı atakta Claudio Caniggia'nın attığı golle yendi.
Çeyrek finalde Yugoslavya ile yaptığı maçta 120 dakikada 0-0 biten maçın sonunda penaltı atışlarıyla Arjantin, maçı kazandı. Maradona maçta sağa doğru zayıf bir şut çekerek penaltıyı kaçırdı. Yarı finalde de ev sahibi İtalya ile 1-1'in sonunda maç berabere kaldı ve penaltılara gitti. Maradona bu sefer penaltıyı gole çevirdi. Finalde Batı Almanya ile karşılaşan Arjantin 1-0 yenildi ve maçın tek golü, Rudi Völler'in faulüyle gelen tartışmalı penaltıyı gole çeviren Andreas Brehme'den geldi.
1994 FIFA Dünya Kupası'nda sadece iki maçta oynadı. Yunanistan'a bir gol attı. Maç sonrasında kendisine yapılan doping testinde başarısız olan Maradona evine gönderildi. Maradona otobiyografisinde dopingin çıkmasının nedeninin antrenörünün verdiği Rip Fuel adlı bir güç içeceği olduğunu savundu. Antrenörü ise farkında olmadan farklı bir kimyasal verdiğini söyledi. Arjantin o sene ikinci turda elendi.
O doping testi, Maradona'nın millî futbol kariyerinin sonu oldu. 17 yaşından beri millî takımda oynayan Maradona 91 maçta 34 gol kaydetmişti.
Maradona, Argentinos Juniors'tan takım arkadaşı Carlos Fren ile birlikte antrenör çalışmaya başladı. Corrientes'in Mandiyú takımını ve Racing Club adlı takımı çalıştırdı ve küçük başarılar elde etti. Mayıs 2011 tarihinde Birleşik Arap Emirlikleri'nin Dubai kulübü Al Wasl'da teknik direktörlüğe başlayan Maradona, 10 Temmuz 2012 tarihinde takımdan kovuldu.
Arjantin millî futbol takımı teknik direktörü Alfio Basile'in 2008 yılında istifa etmesiyle, boşalan koltuğa, Diego Maradona geçti.
29 Ekim 2008 tarihinde AFA başkanı Julio Grondona, Maradona'nın Aralık 2008'den itibaren teknik direktör olacağını doğruladı. 19 Kasım 2008 tarihinde, Diego Maradona Arjantin teknik direktörlüğündeki ilk maçına Glasgow'da Hampden Park'ta İskoçya karşısında çıktı ve ilk maçını 1-0 kazandı.
Üç maçlık bir galibiyet serisinden sonra Bolivya'ya 6-1 yenilen millî takım en farklı mağlubiyetini egale etti. 2010 FIFA Dünya Kupası elemelerinde son iki maç kala beşinci olan Arjantin'in FIFA Dünya Kupası'na gidememe tehlikesi bulunuyordu. Ama son iki maçta finallere gitmeyi başardılar.
Arjantin'in finallere gitmesi sonrasında maç sonrası basın toplantısında küfürlü dil kullandığı gerekçesiyle FIFA tarafından tüm futbol aktivitelerinden 15 Ocak 2010 tarihine kadar iki aylık bir men cezası aldı. Bunun yanında CHF 25,000 para cezasına çarptırıldı. Evde 15 Aralık'ta ile evde yapılması planlanan hazırlık maçı ceza nedeniyle iptal edildi. Arjantin, Maradona'nın cezası sırasında deplasmanda ile yaptığı deplasman maçını 4-2 kaybetti.
Haziran 2010 tarihinde Dünya Kupası finallerine kalan Arjantin ilk maçında Nijerya'yı 1-0 yendi. 4-1 kazandıkları Güney Kore maçında Gonzalo Higuain hat-trick yaptı. Gruptaki son maçını Yunanistan ile yapan Arjantin maçı 2-0 kazanarak gruptan lider çıktı ve ikinci turda Meksika ile eşleşti. Meksika'yı da 3-1 ile geçen Arjantin çeyrek finalde Almanya'ya 4-0 yenildi ve turnuva dışı kaldı. Arjantin turnuvada beşinci oldu. Almanya yenilgisinden |
sonra Maradona Arjantin teknik direktörlüğü geleceği hakkında "Yarın bırakabilirim" dedi. 15 Temmuz 2010 tarihinde Arjantin Futbol Federasyonu 2014 yazındaki Dünya Kupası'na kadar geçerli olabilecek dört yıllık bir sözleşme teklifi yapabileceğini açıkladı, ancak 27 Temmuz'da AFA sözleşme yenilememe kararı aldı. 29 Temmuz 2010 tarihinde Maradona AFA başkanı Julio Grondona ve millî takımlar direktörü Carlos Bilardo'nun kendisini görevden aldığını söyledi.
Halil Hamid Paşa
Halil Hamit Paşa (d. 1736 Isparta - ö. 1785 Bozcaada) I. Abdülhamid saltanatında, 31 Temmuz 1782 - 31 Mart 1785 tarihleri arasında sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamı.
1736 Isparta doğumludur. Babası Gözcüoğlu Ali Ağa, annesi Zeynep hanımdır. Küçük yaşlarda İstanbul'a gelmiş, kâtipliklerde ve Beylikçi maiyetinde çalışmıştır. Babadağ'da görev yaparken Divan-ı Hümayun Hocalığı rütbesini kazanmıştır. Devlet işlerindeki başarılarından dolayı 1779 yılında Büyük Tezkerecilik görevine getirilmiştir. 1780 yılında Tersane Emini ve bir sene sonra da sadrazam kethüdası oldu.
1782'de Yeğen Seyyid Mehmed Paşa'nın azledilmesi üzerine Silahdar Mehmed Paşa vasıtasıyla Sadrazamlığa atandı. Sadrazamlığı sırasında Yeniçeri Ocağı'nı ıslah etmek ve gücünü kısıtlamak yönünde çalışmalarda bulundu. Fransa ile yakın ilişkiler kurarak, askeri reform için gereken personeli ülkeye davet etti. Güçlü ve reformcu bir sadrazam olarak tanındı.
Muhaliflerinin yoğun baskısı sonucu I. Abdülhamit'in gazabına uğradı. Yolsuzlukla ve darbe planlamakla suçlanarak görevinden azledildi ve Gelibolu'ya sürüldü. Ancak birkaç gün sonra Bozcaada'ya getirilerek burada başı kesilerek idam edildi. Vücudu Bozcaada'da defnedilmiş, kesilen başı ise İstanbul'a getirilek Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilmiştir.
Baltacı Mehmed Paşa
Baltacı Mehmed Paşa veya Pakçamüezzin Baltacı Mehmed Paşa (d. 1662, Osmancık, Çorum – ö. 1712, Limni), III. Ahmed saltanatında, 25 Aralık 1704 - 3 Mayıs 1706 ve 19 Ağustos 1710 - 20 Kasım 1711 dönemlerinde iki kez sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamı.
1662 Çorum'un Osmancık ilçesine bağlı, bugün kendi adını taşıyan köyde (esk. "Karaağaç Köyü") doğmuştur. Genç yaşta ilim merakı ile Trablus, Tunus ve Cezayir'e kadar gitmiştir. Daha sonra İstanbul'a dönmüş ve akrabalarından Hacı Sefer Ağa vasıtası ile saraya girmiştir. Burada önce baltacı oldu. Güzel sesli olduğundan musikiye heveslenmiş ve müezzin olup "Mehmed Halife" namını, temiz yüzlü ve akça-pakça bir insan olduğu için de "Pakçemuezzin" lakabını kazandı. Ardından kâtipliğe heveslenen Baltacı Mehmed Efendi, önce yazıcı ve Aralık 1703'te ikinci imrahorluğa tayin edildi.
Bu sırada şehzade Ahmed ile yakın ilişkiler kurdu. 1703'de Edirne Vakası sırasında İstanbul'da ve sonra Edirne'ye giden isyancılarla yakın bağlantılar kurdu ve bunların II. Mustafa'yı tahttan indirip yerine kardeşi III. Ahmed'i tahta geçirmeleri için büyük gayretler gösterdi. III. Ahmet tahta geçtikten sonra sadrazm Moralı Damat Hasan Paşa sultanın tevecühünü kazanan ve böylece hızla ilerlemesi beklenen Baltacı Mehmet'i kendine rakip olarak gördü ve onu terfi ettirmedi. Birinci imrahorluğa geç yükseldi ama bu sefer de Trablusşam ve Halep taraflarına tahsildar olarak görevlendirilerek İstanbul'dan uzaklaştırıldı. 1704'de Kalaylıkoz Hacı Ahmet Paşa sadrazam olduğu zaman İstanbul'a dönebildi.
Kasım 1704'te vezirlik de verilerek kaptan-ı derya yapıldı. Sadrazam olana kadar 1 ay kadar bu görevi yaptı. 21 Aralık 1704'te de birinci kez sadrazam oldu. Bu sırada kendi taraftarlarını önemli işlere yerleştirme ile uğraştı. Daha başka bir iş yapamadan 3 Mayıs 1706'da sadrazamlıktan azledildi.
Azlinden sonra Sakız Adası'na sürüldü. Daha sonra darüssaade yazıcısı Nevşehirli İbrahim Efendi'nin yardımıyla Erzurum valiliğine getirildi. Haziran 1707'de ise Sakız muhafızlığı görevi verildi. Ocak 1709'da Halep valiliğine atandı.
Baltacı Mehmed Paşa, 18 Ağustos 1710'da Köprülüzade Damat Numan Paşa'nın azledilmesinden sonra 2. kez sadrazam oldu. İsveç Kralı XII. Karl'in (Demirbaş Karl)'ın 28 Haziran 1709 Poltava Savaşında Ruslara yenilmesi ve İsveç ordusundan artakalan 1.500 kadar kuvvetle güneye çekilerek Osmanlı Devleti'ne iltica etmesi; önce Özi kalesine sığınması ve sonra da Bender'e yerleşmesi ile Osmanlı Devleti ile Rusya arasında çıkan anlaşmazlıklara ve çatışmalarla uğraşmak paşanın ilk faaliyetleri oldu. Bender'de mülteci bulunan XII. Karl'ın İstanbul'a yazdığı mektuplarla Rusya aleyhine yaptığı kışkırtmanın etkisi ile Sultan III. Ahmed 1711'de Rusya'ya karşı savaş ilan etti ve Prut Savaşı veya "1710-1711 Osmanlı-Rus Savaşı" adı verilen savaş başladı.
Sadrazam olan Baltacı Mehmet Paşa Şubat 1711'de Serdar-ı Ekrem olarak tayin edildi. Sefer hazırlıkları tamamlandıktan sonra 9 Nisan 1711'de İstanbul'dan 200.000 kişilik bir orduyla ayrılan Baltacı Mehmet Paşa Tuna'yı geçerek Eflak'a girdi. Osmanlı kuvvetleri, 18 Nisan'da başlayan ve 4 gün süren Prut Savaşı çarpışmaları ile Kırım Ordusunun da desteği ile Rus birliklerini Prut Nehri kıyısında bulunan bataklık arazideki Stanileşti kasabası yakınına sürdü ve çember içine aldı. O an için kurtuluş imkâni bulunmayan Rus ordusu komutanı olan Rus Çarı I. Petro, Moskova'ya bir mektup yazarak durumun zorluğunu ve ümitsizliğini anlattı. Bunun üzerine Rusya Başkomutanı Mareşal Şeremitiyev Baltacı Mehmet Paşa'dan barış istemiştir. Baltacı Mehmet Paşa savaş heyetini toplamış ve Rus başkomutanının kendisinden barış istediğini ve her türlü talebi kabul ettiğini belirtmiştir. Bunun için heyette bulunanların görüşlerini almıştır.Büyük çoğunluk bu barış önerisinin kabul edilmesini istemiştir. Çünkü uzayan savaşta Yeniçerilerin rahatsız olduğu ve savaşın uzamasının ileride Osmanlı ordusunda sıkıntı çıkaracağı düşünülmüştür. Bütün bu olasılıkları düşünen Baltacı Mehmet Paşa Rusya Başkomutanı Mareşal Şeremitiyev'in barış önerisini kabul etmiştir.Ardından meşhur Prut antlaşması imzalanmıştır.
Antlaşmanın imzalanmasından Sultan III. Ahmed de memnun olmuştu. Ancak ordusunu kuşatmadan kurtaran Çar I. Petro'nun, vaatlerini yerine getirmemesi, sadrazama karşı İstanbul'da bir muhalefet grubunun oluşmasına yol açtı. Sadrazam Baltacı Mehmet Paşa istediği tam neticeyi almak için ağır davranmaktaydı. Bu tutumu İstanbul'da yanlış yorumlara neden oldu. Ordu ile Sadrazam Baltacı Mehmt Paşa Eylül'de Edirne'ye geldi. 20 Kasım 1711'de III. Ahmet'in emriyle sadrazamlıktan azledi.
Sicill-i Osmani'ye göre
Tarihçiler, Deli Petro'nun esirlikten kurtulmasına rüşvet ve İsveç kralına hiddet manasını verirler. Herhalde Rusya ordusunu imparator ile birlikte esir etse, tarihimizce şan aldıracak bir hizmetle iyi ün kazanmış olacaktı.
Diğer taraftan Baltacı Mehmet Paşa ile Çariçe Katerina arasında bir tür ilişki kurulduğuna dair zaman içinde geniş kapsamlı söylentiler, tartışmalar ve literatür oluşmuştur. Bunun doğru olmadığı Ahmet Akgündüz tarafından yapılan Rus ve Osmanlı kronikleri incelemelerinde belgelenmiştir. Akgündüz'e göre, Sadrazam Baltacı Mehmed Paşa ile Çariçe Katerina'nın olay sırasında karşı karşıya geldiği gibi bir durumun söz konusu olmadığı gibi hatta Katerina'nın o sırada oralarda olduğunu gösteren bir kaynak da mevcut değildir.
Sadrazamlıktan azledilmesinden sonra Baltacı Mehmet Paşa kalebentlikle Midilli adasına sürüldü. Ardından Temmuz 1712'de Limni adasına sürgüne gönderildi. Eylül 1712'de Limni adasında vefat etmiştir. Vefat ettiğinde yaşı elliyi biraz geçmişti. Mezarı "Niyaz-ı Mısrî'nin gömülü bulunduğu mezarlıktadır.
Sicill-i Osmani'de Baltacı Mehmet Paşa şöyle değerlendirilir:
Akıllı, tedbirli, cesur, vakur, bunun yanında düzenbaz, gaddardı.
Osmanlılar Ansiklopedisi'nde ise şu değerlendirme yapılmaktadır:
Mizaç bakımından hırslı ve devlet işlerinde entrikaya meyilli, fazla kabiliyeti olmayan bir kimseydi.
Ortaköy'de yaptırdığı bir cami bulunmaktadır.
Asil Nadir
Asil Nadir, (1 Mayıs 1941 Lefke) Kıbrıs Türkü iş adamıdır. Nadir, İngiltere'de cezaevinde zimmet suçundan dolayı aldığı 10 yıllık hapis cezasına çarptırılmıştır Ayrıca Vestel Elektronik şirketinin kurucusudur. Bunların yanı sıra Nadir'in adı eski eşi Ayşegül Tecimer'in medyaya tarihi eser kaçakçılığı yapması ile yansımıştır. 21 Nisan 2016 tarihinde İngiltere'deki cezaevinden tahliye edilerek Türkiye'ye iade edilmiştir. Bir gece Silivri Cezaevinde kaldıktan sonra tahliye edilmiştir. 23 Nisan 2016 sabahı İstanbul'dan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne dönmüştür.
İrfan ve Safiye Nadir'in oğlu olarak 1 Mayıs 1941 tarihinde Lefke'de doğdu. Babası İrfan Nadir 1950'li yıllara kadar Kıbrıs'ta polislik yapıyordu. Daha sonra babası polislik görevinden ayrıldı ve Mağusa'ya yerleştiler. Ailesi ile birlikte Maronit Eleni isimli bir kişinin evinde kiracı olarak oturuyorlardı. Nadir çocukluğunda Mağusa'nın Maraş bölgesinde gazete satışı yapıyordu.
Ailesi İngiltere, Türkiye ve Yunanistan arasında Kıbrıs Cumhuriyetinin kuruluş anlaşmasını imzalamalarının ardından 1963 yılında İngiltere'ye taşındı. Asil Nadir'i ise İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ne öğrenim görmesi amacıyla göndermişlerdi. Fakat o daha sonra okulu yarım bırakarak babasının gözetimi altında iş hayatına atılmıştır. Üniversiteyi ise 1980 yılından sonra tamamlamıştır. Aile Londra'ya yerleştikten sonra perakendecilikte bir tür market olan cash and carry sistemiyle çalışan Wear Well isimli şirketi satın aldı. 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı'nın ardından Lefkoşa'ya dönerek tekstil işi yapmaya başladı. Babası İrfan Nadir Kıbrıs'a döndüğünde batık durumda olan Mağusa Türk Gücü Kulübü'nün borçlarını ödemiştir. 1983 yılında ise Asil Nadir'in 1980 yılında satın almasının ardından yükselişe geçen Polyy Peck International isimli şirketin satılan hisselerinden gelen parayla serbest limanda Uni-Pac Ambalaj isimli karton kutu imalat tesisini kurmuştur.
Ürettiği tekstil ürünlerini bu dönemde İngiltere'de bulunan ve zarar etmiş olan Polly Peck International (PPI) isimli şirket aracılığıyla Orta Doğu'ya pazarlıyordu. 1980'lerde hisselerini satın aldığı bu şirket yükselişe geçti. Bu yıl Asil Nadi |
r İngiltere'de en zengin 100 iş adamı arasına girdi. 1982 yılında Polly Peck'in brüt kârı 9 milyon sterlin olarak açıklanmıştır. Ayrıca 1984 yılında Asil Nadir ticaret amacıyla satın aldığı ilk geminin adını annesine ithafen Safiye Sultan olarak koymuştur. Nadir yine 1989 yılında Türkiye piyasasına Niksar markasıyla şişelenmiş su üretimiyle de girmiştir.
04 Mayıs 1985 tarihinde saat 11.00'de Manisa ilinde Vestel Elektronik Sanayi ve Ticaret A.Ş. isimli fabrika, Turgut Özal'ın katıldığı bir törenle açıldı. Vestel ürettiği ilk televizyonları Vestel Ferguson adıyla satıyordu. Fakat Vestel'in açılışı 1985 tarihinde yapılsa da 1984 yılı itibarıyla Asil Nadir'in yönetiminde bulunan Nadir Şirketler Grubu Türkiye'de, Vestel Elektronik Sanayi ve Ticaret A.Ş., Su ve Şişeleme Sanayi Anonim Şirketi, Meyna Tarım Ürünleri Sanayi ve İhracat A.Ş. ile UNIPAC Paketleme ve Ambalaj Sanayi A.Ş. şirketleriyle faaliyet gösteriyordu. Yine bu dönemde Polyy Peck International isimli şirketi ile taze meyve ve sebze ihratacı yapıyordu. 1985 yılında Türkiye'de meyve ve sebze ihracatçılarına yüzde 2.75 oranında bir vergi indirimi getirilmiştir. Asil Nadir'in 1985 yılındaki serveti 500 milyon sterlin olarak biliniyordu.
1988 yılında Pizza Hut'ın Türkiye'deki ilk şubesini Ataköy Galeria'da açan Nadir bu yıl dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan Turgut Özal'ın tavsiyesi ile "Günaydın" isimli gazeteyi Haldun Simavi'den 44 milyon Türk Lirası ve 5 milyon sterlin karşılığında satın alarak medya işine girdi. Bu satın almanın ardından "Güneş" gazetesini ve "Tan" isimli gazete ile "Nokta" isimli dergiyi de yayınlayan Gelişim dergi grubunu satın aldı. Yine bu yıllarda Nadir, KKTC'de de bazı medya organlarını satın almıştır.
1989 yılında meyve pazarlama şirketi olan Del Monte'yi 875 milyon dolar karşılığında satın aldı. Yine bu yıl Japon Sansui isimli elektronik şirketini de satın aldı. 14 Aralık 1989 tarihinde ise bu dönem ABD'nin Kıbrıs işlerinden sorumlu olan Nelson Ledsky, Asil Nadir'e KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın yerine Cumhurbaşkanı olmasını teklif etmiş fakat Nadir bu teklif reddetmiştir. 1990 yılında "Sunday Times" isimli gazete tarafından yayınlanan zenginler listesinde kimi kaynaklara göre 36'ncı kimi kaynaklara göre ise 11'inci sırada bulunuyordu.
Fakat bu yıl paravan şirketler kurarak Polly Peck International (PPI) isimli şirketin hisselerini yapay şekilde yükselttiğine dair suçlamalar ile mali krize girdi. Polly Peck International (PPI) isimli şirket 1990 yılında 550 milyon sterlin borçla iflas etti. 16 Aralık 1990 tarihinde Asil Nadir İstanbul'dan uçakla İngiltere'ye gitti. Polly Peck International bundan hemen öncesinde kayyuma devredilmişti. Asil Nadir hakkında çıkarılan yakalama kararı ile 17 Aralık 1990 tarihinde tutuklandı. Bu tarihte hakkında 18 zimmet suçu bulunuyordu. 1991 yılı Kasım ayında ise suçlamaların sayısı 76'ya ulaşmıştı. Hakkındaki bu suçlamaların sayısı ise 1992 yılı Haziran ayında 30'a düşürüldü.
1993 yılına kadar İngiltere'de hapishanede tutuldu. 1993 yılında 3,5 milyon sterlin kefaletle serbest bırakılmasını ardından kendisine ait özel uçağıyla KKTC'ye kaçtı. 2010 yılında ise kendi isteği ile İngiltere'ye döndü. İngiliz yetkililere teslim ettiği KKTC pasaportunda adı Asil Nadir Türkkan olarak geçiyordu. Hakkında açılan davaları kazanacağını ve İngiltere Devletinden 3 ila 4 milyar sterlin tazminat alacağını düşünüyordu. Ayrıca yakınları Asil Nadir'in İngiltere'den hakkında açılan dava ile ilgili güvence alarak gittiğini beyan etmişlerdir. 2012 yılında tamamlanan yargılama sonucunda 29 milyon sterlini zimmetine geçirmekten dolayı suçlu bulundu.
Hakkındaki duruşmada üzerine atılı 13 suçlamanın 10'undan toplam 10 yıl hapse mahkûm oldu. 2013 yılında İngiltere'deki mahkeme Asil Nadir'in mağdur bıraktığı yatırımcılara 5 milyon sterlin ödemesi durumunda cezasının geriye kalanınını Türkiye'de çekmesini kararlaştırdı. Medyada ise bu haberler doğrultusunda Asil Nadir için gereken tazminatın ödenmesi için annesi Safiye Nadir'in 311 dönüm arazisini ipotek ettirdiği bilgileri yer aldı. Bazı kaynaklarda ise tazminatın Onur Air'in sahibi Hamit Cankut Bagana ile arkadaşları tarafından ödendiği yer aldı. Ayrıca yine bu haberlerde Asil Nadir'in toplam 5 yıl hapis yattıktan sonra çıkabileceği yer aldı.
Hakkında yapılan suçlamalardan birisi ise Polly Peck International (PPI) isimli şirketten "Günaydın" isimli gazeteyi satın almak amacıyla 5 milyon sterlini zimmetine geçirmesiydi. Nadir mahkemenin hakkında aldığı kararları temyize götüreceğini açıkladı. Asil Nadir halen Londra'da bulunan Belmarsh hapishanesinde tutulmakta idi. Asil Nadir mahkemede herhangi bir gelirinin bulumadığını belirtmesine rağmen, Crystal Cown, Olive Tree, Unipac fabrikası, ICP ilaç fabrikası, Sunzest paketleme tesisleri, Sunzest konsantre fabrikası, Wearwell konfeksiyon, Traveloz, Safeco Sigorta, Kend Bank, AN Grafik, Benlarit limited, Derece Lim, Cemar Ar gibi şirketlerin kendisine ait olduğunu dair iddialar bulunmaktadır.
Asil Nadir'in arkadaşı olan Yorgo Yakovu 2012 yılında Kıbrıs müzakerelerinde başmüzakerecilik yapmıştır. Asil Nadir'in İngiltere'de Polly Peck International isimli şirketi satın almasının ardından, bu şirketin yükselişi ile birlikte Türkiye piyasalarına girmesinin asıl nedeninin kendisinin silah sanayiine girme isteği olduğu medyaya yansımıştır. Vestel şirketinin de bu kapsamda gösterişten ibaret bir şirket olduğunu açıklayanlar bulunmaktadır.
Asil Nadir adıyla İzmir ilinin Balçova ilçesinde bir ortaokul ve Seferihisar ilçesinde ise bir lise bulunmaktadır.
Asil Nadir'in ilk eşi 15 Eylül 1962 tarihinde evlendiği Ayşegül Tecimer (d. 09.08.1945) 'dir. Asil Nadir ile Ayşegül Tecimer 1961 yılında İstanbul'da tanışmışlardır. 1989 yılında ise Ayşegül Tecimer ile boşanmışlardır. Nadir 2 Aralık 2005 tarihinde Neriman Nur ile evlenmiştir.
Hypsipyle
Hypsipyle. Lemnos adası kralı Thoas'ın kızı. Lemnos kadınları ayaklanıp kocalarını öldürmeye başlayınca Hypsklye yaşlı babasını kaçırdı ve Khios adasına götürdü. Arganaotlar bu adaya çıktığı zaman Jason'la karşılaştı ve ona aşık oldu. Jason'dan iki çocuğu oldu.
Reich
Reich , Türkçede Rayh olarak okunur. Sözlük anlamı imparatorluk, krallık, devlet ve zenginlik olan; tarihte ise Almanların dünyada söz sahibi olduğu devirlere verilen ad. Tarihte üç adet Reich dönemi vardır.
962 yılında kurulup 1806 yılında yıkılan ve Batı Roma İmparatorluğu'nun mirasını devraldığı söylenen Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu olarak kabul edilir.
Otto von Bismarck'ın 1871′de Alman şansölyesi olması ile başlayan ve II. Wilhelm'in I. Dünya Savaşı'ndaki yenilgisiyle sonlanan, Prusya önderliğindeki Alman İmparatorluğu dönemidir.
Adolf Hitler tarafından kurulan, resmî ismi Alman İmparatorluğu olan Nasyonal Sosyalist Almanyadır. 1943'te sınırların fazlasıyla genişlemesi üzerine Büyük Alman İmparatorluğu ismini almıştır. Nasyonal Sosyalist Almanya, “Üçüncü Reich” ("Drittes Reich") olarak da bilinir. Adolf Hitler, Üçüncü Reich'ın ilk yöneticisidir. Onun döneminde Cumhurbaşkanlığı ve Şansölyelik makamları birleştirilmişti (2 Ağustos 1934 itibarı ile). Hitler'in intihar etmesinden sonra bu iki makam tekrar ikiye ayrıldı. Şansölyelik görevine Hitler'in yerine Joseph Goebbels geçmiş, fakat o da intihar edince yerine Ludwig Schwerin von Krosigk geçmiştir. Cumhurbaşkanlığına ise Büyük Amiral Karl Dönitz atanmıştı. Hitler hayattayken Almanlar tarafından "Führer" (kılavuz, rehber, önder) olarak isimlendirilmiştir. Üçüncü Reich 1945'te Almanya'nın savaşı kaybetmesiyle yıkılmıştır.
İlk Adam
İlk Adam ("Le premier homme") Albert Camus´nun ölmeden önce üzerinde çalıştığı ancak bitiremediği romanıdır.
4 Ocak 1960´ta Camus, 47 yaşında, Paris´te geçirdiği bir trafik kazasında yaşamını yitirmiştir. Camus´nun kendi yaşamını anlattığı otobiyografik bir roman olan "İlk Adam"ın taslak yazımları, kazanın yakınlarında bir çamur gölü içinde bulunmuştur ve kızı tarafından 1995´te bitmemiş haliyle yayımlanmıştır. Camus, bu romanının en iyi eseri olacağını ummaktaydı ve hatta bazı eleştirmenler, bu romanın, bitmemiş olsa bile öyle olduğu kanısındalar .
Lech Kaczyński
Lech Aleksander Kaczyński (18 Haziran 1949, Varşova - 10 Nisan 2010, Smolensk, Rusya), 2005-2010 arasında Polonya Cumhurbaşkanı, 2002-2005 arasında da Varşova Belediye Başkanı olan Polonyalı siyasetçi. Aynı zamanda Polonya eski Başbakanı Jarosław Kaczyński'nin ikiz kardeşidir. 10 Nisan 2010 tarihinde Rusya'da bir uçak kazasında eşiyle birlikte ölmüştür.
Varşova'da mühendis bir babayla filolog bir annenin çocuğu olarak doğdu. Varşova Üniversitesi'nde hukuk eğitimi aldı. İş hukuku alanında uzmanlaştı. 1970'lerdeki ülkedeki komünist rejime karşı olan bir bağımsız işçi sendikası hareketi içinde yer aldı. 1980'de Gdańsk tersanesindeki İşletmelerarası Grev Komitesi'ne danışman oldu, aynı zamanda Solidarność ("Dayanışma") hareketine de katıldı. Aralık 1981'de ilan edilen sıkıyönetim sırasında gözaltına alındı. Serbest bırakıldıktan sonra yeraltına çekilen Solidarność hareketine katıldı. 1980'lerin sonlarında Solidarność'un yasal hale gelmesinden sonra Kaczyński Lech Wałęsa'nın danışmanı oldu. Nisan 1989'dan itibaren hükümet ile Solidarność ve diğer muhalefet grupları arasında yapılan Yuvarlak Masa Görüşmeleri'ne katıldı.
Solidarność'un kazandığı haziran 1989'da yapılan ilk kısmi serbest seçimlerde senatör seçildi ve Solidarność'un başkan yardımcılığına getirildi. 1990'da Lech Wałęsa'nın cumhurbaşkanlığı adaylığını destekledi ve danışmanlığını yaptı. 1991'de yapılan parlamento seçimlerinde bağımsız olarak parlamentoya seçildi. Wałęsa tarafından Başkanlık Konseyi'nde güvenlik bakanlığına getirildi, ancak 1992'de bu görevden aldı.
1992-1995 arasında Yüksek Denetim Konseyi başkanlığı, adalet bakanlığı ve Jerzy Buzek'in hükümetinde Polonya başsavcılığı (2001-2002) görevlerinde bulundu. Tüm bu görevleri sırasında yolsuzluklara karşı takındığı tavizsiz tutumla halk arasında takdir topladı. 2001 yılında, kardeşiyle beraber muhafazakar Hak ve Adalet Partisi'ni (Prawo |
i Sprawiedliwość – PiS) kurdu. 2001-2003 arasında bu partinin başkanlığını yaptı.
2002'de ezici çoğunlukla Varşova belediye başkanlığına seçildi. Göreve başlarken yolsuzlğa karşı savaş açtığını belirtti. 2004'te Varşova Gettosu Ayaklanması Müzesi'ni açtı. Eşcinsel yürüyüşlerini iki kez engelledi. Kaczyński bu uygulaması yüzünden 2007 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 11. maddesine göre toplantı özgürlüğünü ihlal ettiğine karar verildi.
Mart 2005'te cumhurbaşkanlığı adaylığını açıkladı. Kaczyński, 23 Ekim 2005 tarihinde yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda aldığı yüzde 54 oy oranıyla rakibi Donald Tusk'ı yenerek ve Polonya Cumhurbaşkanı seçildi. 23 Aralık 2005'te yemin ederek göreve başladı. Dış politikada Polonya'nın enerji güvenliğini garanti altına almaya yönelik bir siyaset güttü. 2006'da Helsinki'de yapılan Avrupa Birliği-Rusya görüşmesinde, Rusya'nın Polonya'nın et ve tarım ürünlerine uyguladığı ithalat yasağına misilleme olarak Rusya-AB ortaklık görüşmelerinin başlatılmasını veto etti. 2009'da Sırbistan'a yaptığı ziyarette Polonya'nın Kosova'nın bağımsızlığını tanıma kararınından hoşnut olmadığını açıkladı.
"Ana madde: Smolensk Uçak Kazası 2010"
10 Nisan 2010 tarihinde, Lech Kaczyński, eşi Maria Kaczyńska ve diğer Polonya heyeti üyelerini Katyn Katliamı'nın anısına yapılacak törene katılmak üzere Varşova'dan Smolensk'e götüren Tupolev Tu-154 model yolcu uçağı Smolensk Hava Üssü'ne yaklaşması sırasında pistin yaklaşık 1 km uzağında ormanlık araziye düştü. Kazada uçakta bulunan 89 yolcu ve 7 kişilik mürettebatın tamamı yaşamını yitirdi.
Cenazesi ertesi gün Polonya'ya getirildi. 17 Nisan'da Varşova'da yapılan devlet töreninin ardından, ertesi gün yapılan toplu ayinin ardından Kaczynski ve eşi krallar, azizler ve ulusal kahramanların mezarlarının bulunduğu Krakow'daki Wawel Katedrali'ne defnedildi.
Maurice Ravel
Joseph-Maurice Ravel (7 Mart 1875, Ciboure, Pyrénées-Atlantiques, Fransa – 28 Aralık 1937, Paris, Fransa), Fransız besteci ve piyanist.
20. yüzyılın önemli bestecilerindendir. Özellikle orkestrasyon konusunda çok başarılı olan Ravel’in en tanınmış eseri Bolero 'dur. Bolero kadar ünlü bir diğer çalışması, 1922’de Rus besteci Modest Musorgski’nin eseri Bir Sergiden Resimler adlı piyano eserinin orkestrasyonudur. Uluslararası Telif Hakları Hukuku'na göre, Ravel'in eserleri 1 Ocak 2008 tarihinde birçok ülkede kamu malı haline gelmiştir.
Ravel, Fransa’nın Bask bölgesinde, İspanya sınırında bir küçük köy olan Ciboure’da dünyaya geldi, Paris’te büyüdü. Annesi Bask, babası ise İsviçreli bir sanayiciydi. Müzik yeteneğini ve detaylara düşkünlüğünü babasından aldı. Detaycılığı nedeniyle besteci Stravinsky onu müziğin İsviçre saati yapımcısı diye nitelemiştir. Bestelerinde, bir saatin parçaları gibi küçük müzik "blok"ları yaratıp, onları birleştirerek daha karmaşık yapılar oluşturmaktaydı.
7 yaşında piyano dersleri almaya ve 5-6 yıl sonra beste yapmaya başladı. Paris Konservatuvarı’nda piyano eğitimi aldı. Konservatuvar yıllarında kendilerini Apaches diye adlandıran ve düzenledikleri içkili eğlencelerle tanınan genç sanatçılar grubuna katıldı. Konservatuvarda 14 yıl boyunca dönemin en ünlü müzik eğitimcilerinden Gabriel Fauré ile çalıştı. Okulun verdiği prestijli Roma Ödülü’nü almayı defalarca denedi ama başaramadı. Ödülün favorisi olarak gösterildiği yıl ilk aşamada elenmesi bir skandala dönüştü ve okulu bıraktı. Olay, konservatuvar müdürünün de istifasına yol açmıştı.
Ravel ve Claude Debussy karşılıklı olarak birbirlerinden etkilenmişlerdir. Bu nedenle müzik tarihinde adları genellikle birlikte anılır. İkisi de empresyonist ressam Claude Monet’nin resimlerinden ilham almaktaydı. Ravel, Amerikan Cazı, Asya müziği, Avrupa halk şarkıları gibi dünya müziklerinden de etkileniyordu. Şehrazat (1898) adlı eseri Doğu müziklerine ilgisini gösterir ancak en çok İspanyol müziğine yönelmiştir. İspanyol müziği tadındaki eserlerinden en tanınmışları İspanyol Rapsodisi(1908) ve Bolero (1928)’dur.
1910-1920 yıllarında Paris’te bulunan Rus besteci Stravinski ve Rus Balesi Topluluğu bestelerini etkiledi. Daha geleneksel bir tarza yöneldi ve neo-klasik eserler verdi.
I. Dünya Savaşı'nda yaşı ve sağlık sorunları nedeniyle orduya alınmadı, ancak ambulans şoförlüğü yaptı. Savaştan sonra orkestra şefi olarak seyahat etti. Özellikle ABD’de ilgi gördü, burada tanıştığı Amerikan caz müziğinin etkileri daha sonraki eserlerinde hissedilir.
Ravel 1921’de Fransız hükümetinin Légion d'Honneur ödülünü reddetti, 1931’de Oxford Üniversitesi’nin verdiği onursal doktorayı ise kabul etti.
Az sayıda öğrenci yetiştirdi. Belli başlı öğrencileri Vaughan Williams ve Maurice Delage idi.
Ravel, 1927’de bazı nörolojik problemler yaşamaya başladı. Birkaç yıl sonra kas problemleri ve afazi (söz yitimi) problemi ile karşılaştı. Zamanla bunama belirtileri oluştu ve 1932’de geçirdiği trafik kazası ile durumu ağırlaştı. Bu rahatsızlıklar nedeniyle eser veremez oldu. 1937’de geçirdiği başarısız beyin ameliyatı sonucu hayatını kaybetti.
Ravel’in müzikal-komedi niteliğinde iki operası vardır. L'heure espagnole ve L'enfant et les sortilèges. Birincisi, 18. yüzyıl İspanya’sında bir saat üreticisinin sadakatsiz eşinin bir gününü anlatır; ilk defa 1911’de Paris’te sahnelenmiştir. İkincisinin librettosunu romancı Collette yazmıştır. Yaramaz bir çocuğun çevresindeki hayvanlar ve mobilyalar tarafından cezalandırılması anlatılır. İlk defa 1925’te Monte Carlo’da sahnelenmiştir.
Ravel, Daphnis et Chloé balesini Rus opera yöneticisi Dyagilev’in siparişi üzerine bestelemiştir. Koreografik senfoni olarak tanımlanan eser Helenistik bir romana dayanır. Ma mère l'oye, Valses nobles et sentimentales ve koreografik şiir La Valse piyano düeti olarak bestelenmiş, bale müziği olarak uyarlanmıştır. Bestelediği son bale müziği ise Bolero’dur.
Ravel’in en bilinen orkestra eseri İspanyol Rapsodisi’dir. İki piyano konçertosundan ilkini savaşta sağ kolunu yitiren piyanist Paul Wittgenstein’ın isteği üzerine 1930’da sadece sol el için bestelemiştir. 1931’de tamamlanan ikinci piyano konçertosu ise iki el içindir.
Vokal eserleri arasında en göze çarpanı Şehrazat’tır. Bu eser, mezzo-soprano ve orkestra için yazılmıştır. Don Quichotte à Dulcinée ise film müziği olarak bestelenmiştir.
Kendisi de iyi bir piyanist olan Ravel çok sayıda piyano eseri ve birkaç oda müziği eseri bestelemiştir.
Bu seçilmiş eserler şu listede sıralanabilir:
Ümit Ünal
Ümit Ünal, (d. 14 Nisan 1965 - Tire, İzmir), Türk yönetmen, senarist ve yazar.
9 Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema TV bölümünü 1985 yılında bitirdi. Okul sırasında yaptığı kısa filmler çeşitli ödüller aldı. İlk senaryosu "Teyzem", 1986 Milliyet Gazetesi Senaryo Yarışması'nda Birincilik Ödülü aldı ve Halit Refiğ tarafından filme çekildi. 1986-93 yılları arasında sekiz senaryosu filme çekildi.
İlk filmi "9"'u 2001 yılında yazdı ve yönetti. "9", 2003 yılı Yabancı Film Oscar'ı için Türkiye'nin adayı seçildi ve çeşitli festivallerde ödüller aldı. 2004 yılında senaryosunu yazdığı "Anlat İstanbul" adlı filmi 4 farklı yönetmenle birlikte yönetti. 2008 yılında gösterime giren, yazıp yönettiği "Ara" filmi, 27. Uluslararası İstanbul Film Festivali jüri Özel Ödülü'nü ve 15. Altın Koza Film Festivali'nde en iyi senaryo ve en iyi kurgu ödüllerini aldı. 2008 yılında Hasan Ali Toptaş'ın "Gölgesizler" adlı romanını senaryolaştırdı ve yönetmenliğini üstlendi. 2010 yılında senaryosu Uygar Şirin'e ait olan "Ses" filmini yönetti. Ünal, son olarak, 2011 yılında senaryosunu kendisinin yazdığı "Nar" filminin yönetmenliğini yaptı.
Dört kitabı yayımlandı.
Arif Erkin Güzelbeyoğlu
Arif Erkin Güzelbeyoğlu (d. 10 Eylül 1935 Gaziantep), Gaziantep doğumlu Türk mimar, müzisyen, tiyatro- sinema oyuncusu ve bürokrattır. Güzelbeyzade adlı bir Türkmen boyundan gelen soyadı Güzelbeyoğlu olarak Türkçeleştirilmiştir.
İstanbul Teknik Üniversitesi'nde mimarlık, Devlet Opera ve Balesi'nin, Opera Dershanesi'nde müzik eğitimi aldı. İstanbul Radyosu'nda solist ve korist olarak çalıştı. Önce Genç Oyuncular tiyatro grubunun kuruluşunda yer aldı. Ardından Dostlar Tiyatrosu'nu kuran beş kişiden biri oldu. Aynı zamanda tiyatro müziği yapmaya başladı. Umut, Karakolda Ayna Var, Gramafon Avrat, Bir Milyara Çocuk, Bizimkiler gibi pek çok görsel yapımın müziklerine emek verdi. Umut filmi ile 1969 Adana Altın Koza Film Festivali'nde en iyi müzik ödülünü aldı.
Keşanlı Ali Destanı filmi ile başladığı oyunculuk hayatında ünlenmesi İkinci Bahar dizisi ile oldu. Aralık 2005 itibarıyla Yabancı Damat dizisinde ""Memik Dede"" karakterini canlandırdı. 2007 yapımı Beyaz Melek adlı sinema filminde de ""Mala Ahmet"" karakterini canlandırmıştır. Son olarak Canım Ailem dizisinde ""Cabbar Ağa"" olarak karşımıza çıktı. Muhteşem Yüzyıl adlı dizide Piri Mehmet Paşa adlı divan üyesini oynadıktan sonra "Doksanlar" ve "Kadim Dostum" adli dizilerde yer almıştır. Şimdi ise Çoban Yıldızı dizinde oynamaktadır.
Christiane Nüsslein-Volhard
Christiane Nüsslein-Volhard, (d. 20 Ekim 1942, Magdeburg), Alman biyolog.
Aldığı 100´e yakın ödülün içinde 1991´deki Temel Bilimlerde Albert Lasker Ödülü ve 1995´te Eric Wieschaus ve Edward B. Lewis ile paylaştığı, embriyonik gelişimin genetik temelleri konulu çalışması nedeniyle layık görüldüğü Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü vardır.
Christiane Nüsslein-Volhard, 1985'ten beri Max Planck Enstitüsü'nün Gelişim biyolojisi Başkanıdır. Bilim kadınlarını desteklemek için bir vakıf da kurmuştur.
C. Nüsslein-Volhard´ın makaleleri - PUBMED listesi
Günyüzü
Günyüzü, İç Anadolu'da Eskişehir iline bağlı bir ilçedir.
Hititler ve Roma/Bizans döneminde bazı küçük yerleşim birimleri olsa da bölgede ilk yerleşim Anadolu’da ilk Türk uygarlığı olan Selçukluların Sivrihisar’a 1072 yılında yerleşmesi ile birlikte başlar. 1289'da Osmanlı İmparatorluğu'nun yerleşme bölgesi içine girer. Osman Bey bütün Eskişehir çevresinin idaresini kardeşi Gündüz Beye vermiştir. 3000 kadar |
Türkmen aşireti çevreye yerleştirilmiştir. Türkmen, Yörük gelenekleri bölgede hakim kültürdür, Oğuz Türkmen aşiretinin devamıdır. Bölgede iskan edilen Türkmen Aşiretleri; KARKIN Aşireti; Sivrihisar Karkın Köyü, Günyüzü’nde Beydili ve Yörme arasına / BEYDİLİ Aşireti; Günyüzü’ndeki Bedil Köyüne, / YAZIR Aşireti; Günyüzü-Yazır Köyüne, / BUĞDÜZ Aşireti; Günyüzü-Ayvalı yaylasına / KILIÇ Aşireti; Sivrihisar merkez Kılıç mahallesi ve Gecek Köyüne, iskân edilmişlerdir. Cumhuriyet öncesinde Kozağacı adıyla köy olan Günyüzü, 1932 yılında bucak ("nahiye"), 1972 yılında belediye teşkilatı oluşturulmuş, 20 Mayıs 1990 tarih ve 20523 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan 3644 sayılı kanunla müstakil İlçe olmuş, 6 Ağustos 1991 tarihinde resmen çalışmaya başlamıştır.
Osmanlı Arşiv belgelerinden XVI. yüzyılda Sultanönü sancağı ve Eskişehir için yapılan araştırmada;
Günyüzü nahiyesinde bulunan dirliklerin tamamı sipahi tımarı idi. İnönü kazasında 21 tımar, Günyüzü nahiyesinde ise 9 tımar bulunuyordu. ve Ayrıca, Günyüzü "Tabi-i Sivrihisar" Sultanönü sancağı Serpiyade'sine bağlı olan nahiyedir. bilgileri verilir. Günyüzü nahiyesinden bir dönem de, İsaklı nahiyesine göç edenler olmuştur.
Günyüzü İlçesinin arazileri ova görünümünde olsa da yer yer yüksek dağ ve kayalıklar arazideki düzlüğü bozmaktadır. Konya ilinin Yunak ve Çeltik İlçelerine giden yol güzergahı üzerindedir. Ayrıca, ilçe sınırları içinde üç yayla ve mandıra bulunmaktadır.
Batısında Yazır (1.5 nm), kuzeyinde Hamamkarahisar (4.1 nm) ile Çardaközü (3.3 nm), doğusunda Beyyayla ("Sürez") (1.7 nm) ve güneyinde Gecek (1.0 nm) gibi yerleşim yerleri konumlanır.
Eskişehir İl Merkezine 135 km, Sivrihisar ilçesine 39 km, başkent Ankara'ya 118 km uzaklıktadır.
Planlanan yeni sivrihisar-polatlı-günyüzü-yunak yolu projesinde yeni yol ayrımı bademlik tesislerinden 15 km daha doğudan yaklaşık olarak Oğlakçı mahallesinin girişinden planlanmıştır. Bu durum gerek Eskişehir, gerekse Polatlı tarafından gelenler için bademlik ayrımının tarih olacagını, daha yüksek standartlardaki bir yolla ilçemize ulaşacağımızı ortaya koymaktadır.
İlçe iklimi, karasal iklim etki alanı içerisindedir.
İlçe ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanır. Arpa, buğday, yulaf, haşhaş, ayçiçeği ve şeker pancarı yetiştirilmektedir. Günyüzü ilçesi kavun diyarı olarak da bilinmekdedir. İlçede büyük sanayi kuruluşu bulunmaz.
Günyüzü ilçesinin 8 km güneyinde, eskiden Yörme olarak bilinen şimdiki Gümüşkonak beldesinde Bizans harabelerinde St Michael at Germia isminde bir azizin kabri bulunur.
Anaerkillik
Anaerkillik, toplumda kadının, özellikle "ana"nın etkin (baskın-başat) olma halidir. "Matriarka" veya "maderşahilik" olarak adlandırılan bir tür toplumsal örgütlenme düzeni. Bu düzenin temelini kadının üstünlüğü fikri oluşturur; soy kadınlar tarafından belirlenir, hakimiyet kadınlarındır. Bu toplumlarda kadınlara erkeklerden daha çok saygı gösterilir. Bu kadın üstünlüğü ilkesi etrafında, toplumun kültürü, adetleri, inancı ve mitolojisi, ataerkil düzenli toplumunkinden farklı bir biçim oluşturur.
"Anaerkillik" kelimesi Türkçe kökenlidir. Türkçeye Fransızca'dan geçmiş olan ve batı dillerinde anaerkillik manasında kullanılan matriarka kelimesi ise Latince "mater" (anne) ve Yunanca "achein" (hükmetmek) kelimelerinden türemiştir. Anaerkilliğe dayanan, ana erki temelli olan oluşumlara "anaerkil", "maderşahi" veya "matriarkal" denir.
Çoğu zaman anaerkillik ile karıştırılan çeşitli terimler vardır; jinekokrasi (kadınların yönetimi) ve matrilokalite (evlilikte kadın veya anne tarafına yerleşme) bu terimlerden bazılarıdır.
Modern dünyada anaerkilliğin hakim olduğu toplumlar bulunmamaktadır. Bazı tarihçilere göre ataerkillik (partiyarka) dünya toplumlarına egemen olmadan önce anaerkil toplumlara rastlamak mümkündü.
1896 Yaz Olimpiyatları
1896 Yaz Olimpiyatları veya resmî adıyla I. Olimpiyat Oyunları, 6-15 Nisan 1896 tarihleri arasında Yunanistan'ın başkenti Atina'da gerçekleştirilen çok sporlu etkinlik. İlk modern Olimpiyat Oyunları olma niteliği taşıyan etkinlik, antik Olimpiyat Oyunları'nın doğduğu yerin antik Yunanistan olması nedeniyle Atina'da düzenlendi. Atina, 23 Haziran 1894 tarihinde Paris'te, Fransız pedagog ve tarihçi Pierre de Coubertin tarafından düzenlenen bir kongrede oy birliği ile ev sahibi şehir olarak seçilmişti. Uluslararası Olimpiyat Komitesi de bu kongre esnasında kurulmuştu.
Oyunlar, o tarihe kadar gerçekleştirilen etkinlikler arasında uluslararası anlamda en yüksek katılımın sağlandığı etkinlik oldu. Müsabakaların birçoğunun gerçekleştirildiği Panathinaiko Stadyumu, dönem itibarıyla bir spor etkinliğini seyretmek için gelen en kalabalık insan topluluğuna ev sahipliği yaptı. 9 farklı sporda toplam 43 müsabakanın düzenlendiği etkinliklerde en başarılı ülke 11 altın, 7 gümüş ve 2 bronz madalya kazanan Amerika Birleşik Devletleri idi. Ev sahibi Yunanistan ise toplamda 49 madalya toplayarak en çok madalya kazanan ülke olurken altın sayısı 10'da kaldığından madalya sıralamasında ikincilikte yer aldı.
Oyunların ardından Yunanistan Kralı I. Georgios ile Amerika Birleşik Devletleri'ni temsil eden bazı sporcuların da aralarında bulunduğu bir kesim, gelecekteki oyunların da Atina'da düzenlenmesi için Coubertin ve Uluslararası Olimpiyat Komitesine talepte bulundu. Ancak 1900 Yaz Olimpiyatları, daha önceden planlandığı gibi Paris'te düzenlendi ve resmî bir organizasyon sayılmayan 1906 Ara Olimpiyatları hariç, 108 sene sonraki 2004 Yaz Olimpiyatları'na kadar Olimpiyatlar Yunanistan'a dönmedi.
16. yüzyıldan itibaren Avrupa'da, antik Olimpiyat Oyunları'ndan esinlenilerek çeşitli küçük çaplı spor etkinlikleri gerçekleştirilmeye başlanmıştı. Antik Olimpiyat Oyunları'nın çıkış noktası olan Yunanistan'daki ilk benzer etkinlik 1859 yılında Yunan girişimci Evangelis Zappas tarafından Olimpiyatlar adıyla organize edildi. Fransız pedagog ve tarihçi Pierre de Coubertin, İngiliz William Penny Brookes'un çeşitli ulusların katılacağı bir çok sporlu etkinlik düzenleme fikrini uygulamak için harekete geçti. 15 Kasım 1892'de, Union des sociétés françaises de sports athlétiques tarafından Paris'te düzenlenen bir etkinlikte Olimpiyatları canlandırma fikrini ilk kez dile getirdi. 16-23 Haziran 1894 tarihleri arasında Sorbonne'da organize ettiği kongreye katılan 12 ülkeden gelen 79 delegeye, gerçekleştirmeyi düşündüğü planları sundu. Sunduğu teklifin kongrede kabul görmesiyle birlikte ilk modern Olimpiyat Oyunları için bir tarih belirlenmesi konusu gündeme geldi. Coubertin, 1900 yılında Paris'te gerçekleştirilecek olan Expo ile eş zamanlı olarak düzenlenmesi fikrini ortaya atsa da, etkinliğin altı yıl sonra gerçekleştirilmesi durumunda halkın ilgisinin kaybolabileceğini öne süren kongre üyeleri 1896 yılı konusunda anlaştı. Tarih konusunun belirlenmesinin ardından etkinliğin gerçekleştirileceği yer konusuna geçildi. Bazı kongre üyeleri Londra'yı önerse de Coubertin buna karşı çıktı. Kongre başkanlığını da yürüten Yunan Demetrius Vikelas ile Coubertin'in Atina konusunda fikir birliğine varması sonrasında Vikelas, etkinliğin Atina'da düzenlenmesi önerisini 23 Haziran günü kongreye sundu. Teklif kabul görürken aynı toplantı sırasında kurulan Uluslararası Olimpiyat Komitesi başkanlığına da Vikelas seçildi.
Oyunların Yunanistan'da düzenleneceğinin belirlenmesinin ardından Başbakan Harilaos Trikupis ve Zappas Olimpiyat Komitesi Başkanı Stefanos Dragumis, yaşadıkları finansal ve siyasi sorunlar sebebiyle Yunanistan'ın bu etkinliğe ev sahipliği yapamayacağını belirtmişti. 1894 yılında kurulan Yunanistan Olimpiyat Komitesinin başkanı Stefanos Skuludis tarafından sunulan raporla, organizasyon maliyetinin Coubertin tarafından hesaplanandan üç kat fazla olacağı belirtildi. Raporda, Yunanistan'ın mevcut şartlar altında oyunları düzenleyemeyeceği ve ülkenin ev sahipliğinden çekilmesi gerektiği ifade edilmekteydi. Bu durumun ardından Skuludis ve ona katılan bazı komite üyeleri görevinden istifa etti. Ocak 1895'te Veliaht Prens Konstantin komitenin başkanlığına getirildi. Konstantin, bu göreve gelmesinden sonra etkinlik için maddi kaynaklar aramaya başladı. Organizasyonda kullanılmak amacıyla ülke halkından yaklaşık 300.000 drahmi bağışın yanı sıra, özel olarak hazırlanan posta pullarının satışlarından 400.000 drahmi, bilet satışlarından 200.000 drahmi toplandı. Evangelis Zappas ve kuzeni Konstantinos Zappas'ın mirası da organizasyon kapsamında kullanıldı. Panathinaiko Stadyumu'nun yenilenmesinin 920.000 drahminin üzerindeki maliyeti ise Georgios Averof'un yaptığı bağışla karşılanmıştı. Bu bağış karşılığında Averof'un stadyum dışına yapılan heykeli 5 Nisan 1896 tarihinde açıldı.
Uluslararası Olimpiyat Komitesi tarafından 1894 yılında oluşturulan yönetmelikle oyunlara yalnızca amatör sporcuların katılması karar altına alındı ve eskrimdeki bir kategori dışındaki tüm müsabakalarda amatör sporcular mücadele etti. Bu dönemde bazı spor dalları için uluslararası anlamda kabul gören kurallar bütünü bulunmadığından, organizasyon komitesi farklı kurumların oluşturduğu kuralları baz aldı. Öte yandan Prens Georgios baş hakemdi ve son karar yetkisi ona aitti. Bu durum için Coubertin "Kendisinin varlığı, hakem kararlarına otorite ve etkinlik kazandırdı." şeklinde bir değerlendirme yapmıştı.
Atletizm, güreş, halter ve jimnastik müsabakalarına Panathinaiko Stadyumu ev sahipliği yaparken Maraton'da başlayan maraton koşusu Panathinaiko Stadyumu'nda sona erdi. Atıcılık etkinlikleri Kallithea'da, bisiklet etkinlikleri Neo Faliron Veledromu'nda -yol yarışı ise istisnai olarak Maraton ile Atina arasındaydı-, eskrim etkinlikleri Zappion'da, tenis etkinlikleri Athens Lawn Tennis Club'da, yüzme etkinlikleri ise Paşalimanı koyunda gerçekleştirildi.
6 Nisan günü (o dönem Yunanistan'da kullanılan Jülyen takvimine göre 25 Mart) oyunların açılışı resmî olarak gerçekleştirildi. 25 Mart günü aynı zamanda Yunanistan'ın bağımsızlığını elde ettiği gün kabul edilmekte ve ulusal bir bayram olarak kutlanmaktaydı. Açılışta stadyumda yaklaşık 80.000 kişinin yanı sıra Yunanis |
tan Kralı I. Georgios, karısı Olga ve çocukları da yer almıştı. Katılan sporcuların çoğu sahada dizilmiş ve milletlerine göre ayrılmıştı. Organizasyon komitesi başkanı Veliaht Prens Konstantin'in yaptığı konuşmanın ardından, I. Georgios tarafından oyunların resmî açılışı gerçekleştirildi.
Açılışın ardından, sözleri şair Kostis Palamas tarafından yazılan ve Spiridon Samaras tarafından bestelenen Olimpiyat İlahisi, bir bandoya eşlik eden 150 kişilik koro tarafından seslendirildi. 1960 Yaz Olimpiyatları'na kadarki açılış törenlerinde müzikal yönden farklı uygulamalar yapılsa da, 1958 yılında Uluslararası Olimpiyat Komitesi tarafından alınan kararla, 1896 Olimpiyatları'nda icra edilen bu marş, oyunların resmî marşı olarak kabul edildi.
Oyunların resmî kapanışının 14 Nisan (Jülyen takvimine göre 5 Nisan) günü yapılması planlansa da, aşırı yağmur sebebiyle kapanış töreni 15 Nisan'da gerçekleştirildi. Kraliyet ailesinin de yer aldığı tören, Yunanistan millî marşı ile Grekçe bir odun George S. Robertson tarafından okunmasıyla başladı. Sonrasında kral tarafından yarışmaları ilk iki sırada tamamlayan sporculara ödülleri takdim edildi. Günümüzün aksine yarışmaları ilk sırada tamamlayanlara birer gümüş madalya, zeytin dalından yapılan taç ve diploma, ikinci sırada tamamlayanlara ise birer bakır madalya, defne yaprağından yapılan taç ve diploma verilmişti. Madalyalar Jules Chaplain, diplomalar ise Nikolaos Gizis tarafından tasarlanmıştı. Katılan diğer sporculara ise Nikiforos Litras tarafından tasarlanan hatıra madalyası verilmişti. Coubertin'in arkadaşı Michel Bréal'den kupa alan Spyridon Louis gibi bazı sporcular ise ek ödüller aldı. Ödüllerin verilmesinin ardından Louis'in liderlik ettiği madalya sahipleri, çalınan Olimpiyat Marşı eşliğinde stadyumun çevresinde şeref turu attı. Kral Georgios, ilk Olimpiyatların sona erdiğini bildirmesinin ardından, Yunanistan millî marşı eşliğinde stadyumu terk etti. Aynı günün akşamı Hotel Grande Bretagne'da, sporcular ve diğer ülkelerden gelen muhabirler adına bir etkinlik düzenlendi.
Bundan sonraki oyunların da Atina'da düzenlenmesi gerektiğini savunan Kral Georgios'un bu fikrine yarışmalarda mücadele eden Amerikalı sporcuların çoğu destek vermiş ve bu düşünceyi belirten bir yazı hazırlayarak Veliaht Prens Konstantin'e sunmuştu. Bu düşünceye karşı olan Coubertin ise sonraki oyunların farklı yerlerde düzenlenmesi fikrini savunmaktaydı. Dört yıl sonra, 1900 yılında gerçekleştirilen II. Olimpiyat Oyunları da bu kapsamda Paris'te düzenlendi.
10 sene sonraki 1906 Ara Olimpiyatları'na kadar millî takım konsepti Olimpiyat hareketinin önemli bir parçası olmamasına rağmen birçok kaynak, 1896'nın katılımcılarının milletlerini listeler ve madalya sayılarını verir. Oyunlarda mücadele eden sporcuların ülkeleri hakkında farklı değerlendirmeler vardır. Uluslararası Olimpiyat Komitesi 14 rakamını vermektedir. Bill Mallon; Kıbrıs ve Smirni'nin oyunlarda temsil edildiğini belirtip Bulgaristan ile Şili'yi dışarıda tutarak oyunlara katılan ülke sayısını 15 verir.
Oyunlara katılan sporcu sayısı hakkında da farklı görüşler mevcuttur. Uluslararası Olimpiyat Komitesi oyunlarda, tamamı erkek 241 sporcunun mücadele ettiğini belirtir. Oyunlarda mücadele eden 179 katılımcının adı bilinmektedir. Mallon ise adı bilinen sporcu sayısını 177 olarak verir. Adı bilinmeyen Yunan sporcuları hesaba katarken ise, farklı yüzme etkinliklerinde mücadele eden kişilerin aynı kişi olabileceğini de belirterek oyunlarda toplam 166 Yunan sporcunun mücadele ettiğini ifade eder ve genel olarak oyunlara 245 sporcunun katıldığını belirtir.
Resmî raporlara ve Uluslararası Olimpiyat Komitesine göre oyunlarda mücadele eden ülkeler şu şekildedir:
Farklı kaynaklara göre oyunlarda şu ülkelerin de mücadele ettiği gösterilir:
Oyunlarda yer alacak sporlarla ilgili yapılan ilk duyuruda futbol, ragbi ve kriketin de adı geçse de bu sporlar resmî programa dahil edilmedi. Kürek ve yelken de program dahilinde yer almaktaydı; ancak bu müsabakaların düzenleneceği günlerdeki olumsuz hava şartları sebebiyle etkinlikler iptal edildi. Oyunlar kapsamında 9 farklı sporda toplam 43 etkinlik düzenlendi. Aşağıda, oyunlar kapsamında yarışılan sporlar ve parantez içerisinde bu sporlar kapsamında düzenlenen etkinlik sayısı verilmektedir:
! Nisan ||width=60| 6 ||width=60| 7 ||width=60| 8 ||width=60| 9 ||width=60| 10 ||width=60| 11 ||width=60| 12 ||width=60| 13 ||width=60| 14 ||width=60| 15
! Nisan || 6 || 7 || 8 || 9 || 10 || 11 || 12 || 13 || 14 || 15
On ülkenin temsilcileri madalya kazanmayı başarırken farklı milletlere mensup sporculardan oluşan karışık takımlar da toplamda üç madalya kazandı. En fazla altın madalyayı kazanan Amerika Birleşik Devletleri madalya sıralamasında ilk sırada yer alırken en çok madalya kazanan ülke 46 madalyayla ev sahibi Yunanistan oldu. Sıralamada ikinci sırada yer alan Yunanistan, aynı zamanda 17 gümüş ve 19 bronz madalyayla bu madalyaları da en çok kazanan ülkeydi.
Müsabakaları birinci sırada tamamlayan sporculara birer gümüş madalya, zeytin dalı ve diploma, ikincilere ise birer bakır madalya, defne yaprağı ve diploma verilmişti. Uluslararası Olimpiyat Komitesi ise müsabakaları ilk üç sırada tamamlayan sporcuları, sırasıyla altın, gümüş ve bronz madalya kazanmış gibi göstermektedir.
1984'te NBC'de yayımlanan "" adlı iki bölümlük mini dizide oyunların kuruluşu, gerçekleştirilmesi ve oyunlara yapılan hazırlıklar konu edilmekteydi.
Anasoyluluk
Anasoyluluk veya matriliniyal sistem, bir toplulukta soyun ana tarafından, ana esaslı bir çizgi halinde geçmesini anlamına gelir. Babasoyluluktan farklı olarak, ailenin soyağacı (şecere) baba tarafına değil, annenin ailesine dayandırılır. Terim sık sık anaerkillik ile eşanlamlı olarak kullanılsa da, anasoyluluk ana tarafının egemen olduğu bir yapıyı gerektirmez.
Anasoyluluk, aile reisi öldüğünde mirasın nasıl paylaşılacağını belirlemede önemli rol oynar. Patriliniyal sistem baba soyunun hakimiyeti ve üstünlüğünü, matriliniyal sistem ana soyunun üstünlüğünü, bilateral sistem ise her iki tarafın eşit olarak pay almasını öngörür. Matriliniyal sistemde baba tarafının akrabaları, akraba olarak kabul edilmez.
Uluslararası Bakalorya
International Baccalaureate ya da Uluslararası Bakalorya, Uluslararası Bakalorya Örgütü (International Baccalaureate Organization - IBO) tarafından dünyanın birçok ülkesinde uygulanan ve 3 değişik gruptan oluşan bir sistemdir.
İngilizce
Fransızca
ve İspanyolca.
UB Diploma Programı, her biri çeşitli seçenekler sunan başlıca altı ders grubundan oluşan bir programdır. Bu program, şematik olarak bir altıgen ile gösterilmektedir.
Program 6 dersten oluşur. Bunlar Standart Seviye (Standard Level) ve İleri Seviye (Higher Level) diye sınıflandırılır. Aralarındaki fark o ders için iki senelik programda ayrılan zamandır ve ders içerikleridir. Öğrenciler genelde 3 standart seviye ve 3 ileri seviye olmak üzere 6 dersi de kendileri seçer. Birinci grup, Ulusal dilde, diğer gruplar İngilizce, Fransızca ya da İspanyolca verilmektedir.
Türkiye'deki Türk okulları için Türkçe dersleridir.
Çeşitli dillerde seçmeli derslerdir. İngilizce, Fransızca, Almanca veya İspanyolca olabilir.
İşletme ve Yönetim, Ekonomi, Coğrafya, Tarih, İslâm Tarihi, Küreselleşen Toplumda İletişim Teknolojisi (ITGS), Felsefe, Psikoloji, Sosyal Antropoloji ve Türk Sosyal Bilimler gibi dersler yer almaktadır. Ancak öğrencinin, Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı Fen Bilimleri Alan Diploması alabilmesi için bu grupta çoğunlukla Fizik dersleri alınmaktadır. Türkçe-Matematik alanında okuyan öğrenciler ise birleştirilmiş Coğrafya, Tarih ve Felsefe dersleri alabilirler.
Bu gruptaki dersler Biyoloji, Kimya, Fizik, Çevre Sistemleri ve Tasarım Teknolojisi'dir. Derslerin içeriğinde teorik bilgiler kadar deneysel uygulamalar da vardır.
Matematik, Matematiksel Yöntemler, Matematik Çalışmaları ve İleri Düzey Matematik derslerini içerir. Derslerin içeriği öğrenciye matematiksel düşünceyi kavratmak ve kendisine üniversite eğitimine yardımcı bilgiler sağlamaktır.
Bu grupta Görsel Sanatlar, Müzik ve Tiyatro yer almaktadır. Buradaki derslerin içeriği okuldan okula değişse de, öğrenci eğer Fen Bilimleri Alan Diploması alacaksa, bu grupta Biyoloji dersleri seçebilir.
Öğrenciler her dersten 7 puan alabilmektedir. Derslerden alınan puan sayısı 42'yi bulabilir. Bunun dışında Uzun Tez (Extended Essay) olarak adlandırılan yaklaşık 4000 kelimeden oluşan ve konusu özgür seçilen kapsamlı bir çalışma sonucu ve Bilgi Kuramı (Theory of Knowledge) hakkında yazılacak bir tez sayesinde 3 puana daha ulaşabilirler. Toplam ulaşabilinen puan sayısı 45'dir. Ancak bir öğrencinin UB Diplomasına sahip olabilmesi için "Yaratıcılık, Bedensel Hareket ve Hizmet" (Creativity, Action, Service - CAS) etkinliklerinden oluşan 150 saatlik bu programı 2 yıl içinde başarıyla tamamlanması gerekmektedir.
Avaz (albüm)
Avaz, Replikas grubunun 2005 yılında piyasaya sürülen albümüdür. Genel olarak ses örgüsü açısından post punk/noise bir albümdür. Topluluk için köklere dönüşü ifade etmektedir.
Replikas'ın önceki albümlerine göre daha fazla sözlü parçanın yer aldığı albümün prodüktörlüğünü, daha önce Sonic Youth ve Pussy Galore gibi isimlerle çalışmış olan Wharton Tiers üstlenmiştir.
Washington, DC
Washington, DC, Amerika Birleşik Devletleri'nin başkentidir. DC kısaltmasının açılımı "District of Columbia" (Kolumbiya Bölgesi)'dir. Maryland ve Virginia eyaletlerinin arasında yer alır. Kendi başına bir eyalet değildir ve hiçbir eyaletin sınırları içinde yer almaz. Doğrudan federal devlete bağlıdır.
Beyaz Saray, ABD Kongresi, ABD Yüksek Mahkemesi, Dünya ülkelerinin büyükelçilikleri, kabine sekreterlikleri (bakanlıklar) gibi bütün federal kurumlar bu kentte yer alır.
Amerika Birleşik Devletleri'nin başkentinin herhangi bir eyaletin sınırları içinde yer almasının o eyalete çok büyük bir ayrıcalık sağlayacağı düşüncesiyle bu kent District of Columbia denilen özel statüde bir bölge olarak kabul edilmiştir. Kentin belediye başkanı vardır |
; ama valisi yoktur. Kenti kongrede temsil eden kongre üyesi bulunur; ancak bu kongre üyelerinin oy hakkı bulunmamaktadır. Benzer bir şekilde bölgeyi temsil eden senatör bulunmamaktadır. Bu açıdan Washington, DC kenti, dünyada başka örneği bulunmayan bir statüye sahiptir. Bölge sakinlerinin 1961 yılında Anayasa'nın 23'üncü maddesinde yapılan değişikliğine kadar Başkan seçimlerinde de oy hakkı bulunmuyordu.
Nacotchtank olarak bilinen bir Algonkin halkının yaşadığı Anacostia Nehri etrafındaki bölgeye Avrupalılar ilk kez 17. yüzyılda geldi. Ancak, Nacotchtank halkı büyük ölçüde 18. yüzyıl başlarında bölgeden taşındı.
James Madison 23 Ocak 1788'de yayınlanan "Federalist No. 43" kitabında yeni federal hükümetin bakım ve güvenliğini sağlamak için bir ulusal başkent olması gerektiğini savundu. Beş yıl önce, bir grup ücretsiz asker Philadelphia'da Kongre üyeleri toplantıdayken kongreyi kuşattı. 1783 Pennsylvania İsyanı olarak bilinir, olay ulusal hükümetin güvenlik ihtiyacı için hiçbir eyalete güvenmemesi gerektiğini vurguladı.
ABD Anayasası 1. Madde 8. Bölüme göre bölge (10 mil kareyi aşmayacak) belirli eyaletlerin feragat etmesi ve Kongre'nin de kabul etmesi sonucu kurularak ABD hükümetinin merkezi olmuştur." Ancak, Anayasa başkent için bir konum belirtmemiştir. 1790 Uzlaşması olarak bilinen, Madison, Alexander Hamilton, ve Thomas Jefferson'ın anlaşmalarına göre federal hükümet Güney ABD'de yeni ulusal başkent kurulmasına karşılık her eyaletin Bağımsızlık Savaşından kalan borçlarını ödeyecek.
9 Temmuz 1790'da Kongre Potomac Nehri yakınlarında ulusal başkent kurulma yasası olan Residence Yasasını geçirdi. Tam yeri yasada imzası bulunan Başkan George Washington tarafından 16 Temmuz'da belirlendi. Maryland ve Virginia eyaletleri tarafından feragat edilen arazide oluşturulan federal bölgenin ilk şekli her iki tarafta ve toplam dir.
Önceden var olan iki yerleşim bölgeye dahil edildi: 1751'de kurulan Georgetown, Maryland limanı ve 1749'da kurulan Alexandria, Virginia şehri. 1791–92 boyunca, Andrew Ellicott ve Benjamin Banneker adındaki özgür Afrika kökenli Amerikalı astronomu da içeren birkaç yardımcısı, federal bölge sınırlarını belirledi ve her mil noktasına, çoğu hala duran, sınır taşları koyuldu.
Yeni bir "federal şehir" Georgetown'ın doğusunda Potomac'ın kuzey kıyısına inşa edilmişti. 9 Eylül 1791'de başkentin inşaatını denetleyen üç komiser şehrin adını Başkan Washington'ın onuruna verdiler. Federal bölge o zamanlarda Birleşik Devletler'in şiirsel adı olan Columbia olarak adlandırıldı. Kongre Washington'daki ilk toplantısını 17 Kasım 1800'de yaptı.
Kongre'den bölgenin ve federal hükümetin özel denetiminde olan tüm yerlerin resmi olarak nasıl düzenleneceğinin belirtildiği 1801 Organic Yasası geçti. Ayrıca, bölge tüzel kişiliği olmayan iki ilçeye (county) ayrıldı: Potomac'ın doğusunda County of Washington ve batısında County of Alexandria. Yasa geçtikten sonra, bölgede yaşayan vatandaşlar artık Maryland ya da Virginia sakinleri olarak kabul edildi, bu nedenle Kongrede kendilerini temsil hakları sona erdi.
24–25 Ağustos 1814'te 1812 Savaşı sırasında Britanya kuvvetleri Washington'ın yakılması olarak bilinen bir baskınla başkenti işgal etti. Kongre Binası, Hazine ve Beyaz Saray yakıldı ve saldırı sırasında tahrip edildi. Çoğu hükümet binaları hızlıca yenilendi; ancak, Kongre Binası bu sırada büyük ölçüde yapım aşamasındaydı ve 1868 yılına kadar şu andaki görünümüne kavuşamadı.
Washington, DC, ABD'nin doğu kıyısının orta Atlantik bölgesinde yer alır. Columbia bölgesi retrosesyonuna göre şehir, 1,590 km² si toprak ve 180 km²si (10.16%) su olmak üzere toplam 1,770 km²dir. Bölge kuzeybatıda Montgomery County, Maryland, doğuda Prince George's County, Maryland, güney ve batıda ise Arlington ve Alexandria, Virginia ile çevrilidir.
Potomac Irmağı bölgenin Virginia ile olan sınırını oluşturur ve iki büyük kolu vardır: Anacostia Nehri ve Rock Creek. Tiber Creek, bir zamanlar National Mall'dan geçen doğal bir suyolu, 1870'li yıllarda yer altına kapatılmıştır. Dere ayrıca 1815'ten 1850'lere kadar şehirden Anacostia Nehrine geçişe izin veren, şu an doldurulmuş Washington City Canal'ın bir parçasıydı. Washington'daki Atlantic Seaboard düşme hattının yukarısında (kuzeybatı) yer alan Chesapeake ve Ohio Canal Georgetown'da başlar ve 19. yüzyıl boyunca Potomac Nehrinin Great Falls'unu atlatmak için kullanılırdı.
Bölgedeki en yüksek doğal yükselti deniz seviyesinden 125 m yüksekteki yukarı kuzeybatı Washington'da bulunan Fort Reno Park'tır. En alçak nokta ise deniz seviyesindeki Potomac Nehri. Washington'un coğrafi merkezi kuzeybatıda 4. ve L caddelerinin kesişiminin yakınlarındadır. Bir şehir efsanesinin aksine, Washington ıslah edilmiş bir bataklığın üstüne kurulmamıştır, ancak sulak alanlar su boyunca araziyi kaplıyordu.
Bölge şehrin toplam alanının yaklaşık %19'u kadar 30.206 km² park alanına sahip, bu ABD şehirleri içindeki en yüksek ikinci yüzde. Ulusal Park Hizmeti, ABD hükümetinin sahip olduğu 36.915 km² şehir arazisini idare eder. Şehri ikiye bölen bir dere vadisi boyunca 150 km uzanan Rock Creek Park kuzeybatı Washington'da bulunan 7.098 km²'lik bir kentsel ormandır. 1890'da kuruldu, ülkenin dördüncü en eski millî parkıdır. Rakun, geyik, baykuş ve çakalları da içeren birçok bitki ve hayvan türleri çeşitliliğine ev sahipliği yapar. Diğer Ulusal Park Hizmetleri özellikleri C&O Canal National Historical Park, National Mall and Memorial Parks, Theodore Roosevelt Island, Columbia Island, Fort Dupont Park, Meridian Hill Park, Kenilworth Park and Aquatic Gardens, ve Anacostia Park'ı içerir. DC Parklar ve Rekreasyon Dairesi şehrin 3.6 km² atletizm ve oyun alanlarına, 40 yüzme havuzuna, ve 68 rekreasyon merkezine bakar. ABD Tarım Bakanlığı kuzeydoğu Washington'da bulunan 1.805 km² ABD Ulusal Arboretumunu işletir.
Washington Ilıman dönencealtı iklimi bölgesinde (Köppen: "Cfa") yer alır ve dört ayrı mevsim gözükür. Bölge soğuğa dayanıklılık endeksine göre şehir merkezi yakınlarında 8a bölgesinin, ve şehrin diğer yerlerinde 7b bölgesinin içinde yer alır, bu ılıman bir iklimi gösterir.
İlkbahar ve sonbahar sıcak, kış ise yıllık ortalama 39 cm kar yağışı ile serindir. Kış sıcaklıkları Aralık ayı ortalarından Şubat ayı ortalarına kadar ortalama 3.3 °C civarındadır. Yazlar sıcak ve nemlidir. Temmuz ayında günlük ortalama 26.5 °C sıcaklık ve günlük ortalama %66 nispi nem ortalama bir insanı rahatsız edebilir. Yazın sıcaklık ve nem kombinasyanı çok sık fırtına getirir, bazıları bazen alanda kasırga oluşturur.
Kar fırtınaları Washington'a ortalama her dört ila altı yılda bir etki eder. En şiddetli fırtınalara "nor'easter" denir, genellikle ABD'nin Doğu Sahilinin büyük bölümünü etkilerler. Kasırgalar (ya da kalıntıları) bazen yaz sonu ve sonbahar başında kısmen şehrin iç konumuna doğru bir alan izler ama Washington'a gelene kadar genellikle zayıflar. Potomac Nehri seli, ancak, suların yükselmesi, fırtına kabarması, ve yüzey akışının bir kombinasyonu sebebiyle olur. Georgetown'da büyük maddi hasarlara neden olmasıyla bilinir.
Şu ana kadar en yüksek hava sıcaklığı 20 Temmuz 1930 ve 6 Ağustos 1918'de 41 °C olarak kaydedilmiştir. En düşük hava sıcaklığı ise 1899 Büyük Kum Fırtınası sırasında 11 Şubat 1899'da −26 °C olarak kaydedilmiştir. Tipik bir yıl boyunca, şehir ortalaması 37 gün 32.2 °C veya daha üstü ve 64 gece donma noktasında ya da altındadır.
Washington, DC kenti bir başkent olması nedeniyle diplomatik ve siyasi açıdan büyük bir önem taşır. Dünyaca ünlü Smithsonian Institution'a bağlı 10 müze ve bir hayvanat bahçesi burada bulunur. Smithsonian'dan başka, her yıl çok sayıda ziyaretçi ağırlayan dünyaca ünlü, birçok ücretsiz müze daha vardır. Ülkenin en saygın gazetelerinden biri olan Washington Post bu kentte yer alır. Ayrıca Washington D.C Afroamerikalıların çoğunlukta olduğu (~%60) bir kenttir.
Washington, DC konumu itibarı ile kendi başına çok dar bir alanı kapladığı için, şehir merkezinde çalışanların büyük çoğunluğu sırasıyla Virginia, Maryland ve Batı Virginia eyaletlerinde yaşar. Günlük araba trafiği olarak New York City'den sonra ABD'nin en yoğun olan bölgesi olan Capital Area'nın merkezi konumunda bulunmaktadır. Şehre ulaşımı kolaylaştırmak için I-495 ve I-395 yolları şehrin büyük bir kısmını dışarıdan dolaşırlar.
Washington mimarisi büyük ölçüde değişiklik gösterir. 2007 yılında Amerikan Mimarlar Enstitüsü'nün "Amerika’nın Favori Mimarlık Listesi"nde yer alan ilk 10 binadan altısı Columbia Bölgesi'nde yer alır. Bunlar Beyaz Saray, Washington Ulusal Katedrali, Thomas Jefferson Anıtı, Amerikan Kongre Binası, Lincoln Anıtı ve Vietnam Şehitleri Anıtı'dır. Neoklasik, Georgian, gotik ve modern mimarlık stillerinin hepsi bu altı yapıda ve Washington'daki birçok önemli yapıda yansıtılmıştır. Kayda değer istisnalar Eisenhower Executive Office Building gibi Fransız İkinci İmparatorluk stilindeki binalardır.
Washington şehir merkezi dışında mimari stiller daha değişiktir. Tarihi binalar öncelikle Queen Anne, Châteauesque, Richardsonian Romanesque, Georgian revival, Beaux-Arts ve bir çeşit Victorian stilleri ile tasarlanmıştır. Sıra evler özellikle İç Savaş'tan sonra gelişen bölgelerde belirgindir ve tipik olarak Federalist ve geç Victorian tasarımlarıdır. Georgetown'ın Eski Taş Evi 1765'te inşa edildi. Buna şehrin ayakta duran en eski orijinal binasıdır. 1789'da kurulan, Georgetown Üniversitesi Romanesque ve Gothic Revival mimarisi özelliklerinin karışımını gösterir. Ronald Reagan Building yaklaşık 3.1 milyon kare feet (288,000 m²) alanıyla bölgedeki en geniş binadır.
Smithsonian Institute: Bir müze değil, 14 müzeyi toplayan kapsamlı bir enstitüdür. Bu müzeӀerin 13 tane Washington'da, bir tanesi de New York'ta yer aӀır. Enstitü, müzelerde sadece yüzde biri sergilenen, 75 milyonun üzerinde sanatsal ve bilimsel esere sahiptir. Bütün müzelere giriş ücretsizdir.
Washington’da üç hava limanı hizmet vermektedir. Dulles Havaalanı şehir merkezinden 42 kilometre uzaklıktadır ve şehire ulaşmanız 45 dk. alır.
Baltimore - Washington Ul |
uslararası Havaalanı’ndan da yaklaşık aynı zamanı gerektirir.
Şehire en yakın olan Ronald Raegan Havaalanı’ndan 15 dakikada şehir merkezine ulaşabilirsiniz. Tüm limanlarda özel otobüs servisi mevcuttur. Diğer bir alternatif ise uçaktan iner inmez araba kiralaması olabilir. Şehir içinde ise Metrorail metro sistemi kullanmak en iyi seçimidir.
Washington tüm büyük profesyonel erkek sporlarından takımı olan 12 ABD şehrinden biri ve bir büyük profesyonel kadın takımına da ev sahipliği yapıyor. Washington Wizards (Ulusal Basketbol Birliği), Washington Capitals (Ulusal Hokey Ligi), ve Washington Mystics (Kadınlar Ulusal Basketbol Birliği) Chinatown'daki Verizon Center'da oynar. 2008'de Güneydoğu DC'de açılan Nationals Park Washington Nationals'a (Beyzbol Birinci Ligi) ev sahipliği yapar. DC United (Birinci Futbol Ligi) RFK Stadyumu'nda oynar. Washington Redskins (Ulusal Amerikan Futbolu Ligi) Landover, Maryland'daki FedExField'da oynar.
Bugünkü DC takımlarının toplamda 10 profesyonel lig şampiyonluğu vardır:
Washington Redskins 5 , D.C. United 4 ve Washington Wizards (o zamanki Washington Bullets) 1 şampiyonluk kazanmıştır.
Washington'daki diğer profesyonel ve yarı profesyonel takımlar: Washington Kastles (World TeamTennis); Washington D.C. Slayers (ABD Ragbi Ligi); Baltimore Washington Eagles (ABD Avustralya Futbolu Ligi); D.C. Divas (Bağımsız Kadınlar Futbol Ligi); ve Potomac Athletic Club RFC (Ragbi Süper Ligi). Rock Creek Park'taki William H.G. FitzGerald Tenis Merkezi Citi Open'a ev sahipliği yapar. Washington ayrıca iki büyük maraton yarışına ev sahipliği yapar: her sonbahar yapılan Deniz Piyadeleri Maratonu ve ilkbaharda yapılan Rock 'n' Roll ABD Maratonu. Deniz Piyadeleri Maratonu 1976'da başladı ve bazen katılımcılara ödül vermeyen en geniş katılımcı maraton olduğu için "Halkın Maratonu" olarak da adlandırılır.
Bölgenin dört NCAA Division I takımı var, American Eagles, George Washington Colonials, Georgetown Hoyas ve Howard Bison and Lady Bison. Georgetown Hoyas erkek basketbol takımı en çok dikkate değer olandır ve maçlarını Verizon Center'da oynar. 2008'den 2012'ye kadar, Bölge RFK Stadyumunda Military Bowl olarak adlandırılan yıllık kolej futbolu bowl game'e ev sahipliği yaptı. DC bölgesi bir bölgesel spor televizyon şebekesine ev sahipliği yapar, Bethesda, Maryland merkezli Comcast SportsNet (CSN).
Washington, DC'nin on üç resmi kardeş şehir anlaşması vardır. Listedeki şehirlerden George Washington'ın atalarının evini bulunduran Washington kasabasını içeren Sunderland dışındakiler başkenttir. Paris ve Roma tek kardeş şehir politikalarından dolayı "partner şehir"dir.
Arizona Rüyası
Arizona Rüyası, Bosnalı yönetmen Emir Kusturica'nın 1993 yılında David Atkins ile beraber senaryosunu yazdığı ve yönettiği ilk ingilizce filmi. Başrolde Johnny Depp rol almıştır. Filmin birçok sahnesi Douglas, Arizona'da çekilmiştir. Filme damgasına vuran müzikler Arizona Dream Soundtrack albümünde toplanmıştır. In The Deathcar filmin unutulmaz müziklerindendir.
Bu film senaryosunun bir kısmında Andrei Platonov'un Chevengur isimli romanından esinlenildiği düşünülmektedir. Filmde geçen "Fish doesn't think because fish knows everything" - "Balık düşünmez, çünkü o her şeyi bilir" sözünün, bu romanda balıkçının oğluna söylediği şu sözlerden geldiği sanılmakta: "İnsan anlamsızdır(nonsense). Şimdi balığı düşünelim. Balık yaşam ile ölüm arasında durur. Onun için suratı ifadesizdir. Balık her şeyi bilir."
Filmde bazen rüyalar ve gerçekler iç içe geçer.
Film 1991 yılında çekilmiş olmasına rağmen Avrupa'da 1993 yılında, ABD'de ise 9 Eylül 1994 yılında gösterime girmiştir. Film 142 dakika olmasına rağmen ABD'de VHS ve TV kayıtlarında 119 dakika gösterime sunulmuştur. Sinemalarda 142 dakikanın tamamı gösterime girmiştir.
Teslimiyet (film, 1998)
Teslimiyet yönetmenliğini Bernardo Bertolucci'nin yaptığı, başrollerini Thandie Newton ve David Thewlis'in üstlendiği İtalyan-İngiliz ortak yapımı 93 dakikalık film. Türü dramadır.
Orijinal adı "Besieged"dir. Filmin ismi önce "The Siege"di. Fakat aynı yıl gösterime giren Denzel Washington - Bruce Willis ikilisinin oynadığı The Siege - Kuşatma ile karıştırılmaması için ismi Besieged olarak değiştirildi.
Film, Türkiye sinemalarında da gösterime girmiştir.
Shandurai (Newton) öğretmen olan kocasının politik sebepler yüzünden hapse atılması sebebiyle Afrikadaki ülkesinden kaçarak göçmen olarak Roma'ya yerleşmiştir. Bir taraftan tıp alanında eğitim alırken diğer yandan da besteci ve piyanist olan Mr. Kinky'nin (Thewlis) evinde temizlikçi olarak çalışmaktadır. Günler geçtikçe Mr. Kinky, Shandurai'ye ilgi duymaya başlar.
Sonunda birgün Mr.Kinky tüm sevgisini Shandurai'ye açıklar ve onun sevgisini kazanmak için ne isterse yapacağını söyler. Shandurai'de ondan kocasını kurtarmasını ister. Bunun üzerine Mr. Kinky, genç kadının kocasını kurtarmak için tüm varlığını satmaya başlar. Bundan çok etkilenen Shandurai, iki erkek arasında kalmıştır.
Film, bir kesim eleştirmen tarafından düşük tempolu olmakla eleştirildiyse de sinemaseverlerin beğenisini kazanmıştır. Filmin ilgi çekici çalışmalarından biri ise görüntü yönetmenliği dalındadır. Fabio Cianchetti değişik çekim teknikleri kullanarak (spiral merdiven gibi) bazı ilgiye değer sonuçlar elde etmiştir.
Pelé
Edison "Edson" Arantes do Nascimento veya bilinen ismiyle Pelé (d. 23 Ekim 1940; Três Corações), forvet mevkiinde görev almış eski futbolcudur.
Dünya'da bilinen adıyla Pelé, 23 Ekim 1940'ta doğdu. Aile tarafından Pepe takma adıyla çağrılırdı ama kuzenleri ve küçük arkadaşları tarafından yaramaz anlamına gelen 'Peli lakabı takıldı, bu lakap zamanla Pelé oldu.
11 yaşında keşfedilene kadar ayakkabı parlatıyordu. 4 yıl sonra onu keşfeden De Brito, bir gün Santos'un yöneticilerine ""Bu çocuk dünyanın en iyi futbolcusu olacak."" dedi. Sonraki sezonda Pelé, ligin yıldız oyuncusu olunca bu sözün doğruluğunu ispatlamış oldu.
Kariyerine Brezilya Ligi'nin o zamanların en iyi takımlarından Santos'ta başlayıp ve yine ünlü bir kulüp olan Cosmos'ta bırakmıştır. Futbol tarihinde en çok gol kralı olan futbolcudur. Cosmos forması ile bir sezon boyunca ligde 52 maçta 12 gol kaydederek "en fazla gol atan gol kralı" olarak futbolu bırakmıştır.
Dünya'nın gelmiş geçmiş en iyi futbolcularından biri olarak kabul görmektedir. 3 kere, FIFA Dünya Kupası'nı kazanan takımda yer almıştır. İlk dünya şampiyonluğunu 1958 yılında yaşadı. Futbol kariyerinde 1281 gol atarak kırılması çok zor olan bir rekora imza atmıştır. Bununla beraber Pele, kariyeri boyunca 6 defa bir maçta 5'er gol kaydederek ayrı bir başarıya daha imza atmıştır. 30 defa da bir maçta 4'er gol kaydeden Pelé tam 92 maçta da hat-trick yapmıştır.
Nijerya Pelé'nin maçını izlemek için Biafra ile yaptığı savaşta 2 günlük ateşkes ilan edilmiştir.
Bir başka olayda Brezilya Ligi'nde oynanan bir maçta Pelé'nin oyundan atılması sonrası taraftarlar isyan etmiş ve hakemi zor durumda bırakmıştır. Bunun üzerine Pelé 15 dakika sonra oyuna tekrar dönmüştür. Bu olayda en dikkat çeken şey ise hakem hakkında hiçbir cezai işlem uygulanmaması hatta hakemin takdir edilmesidir.
2013 FIFA Ballon d'Or Prix d'Honneur ödülünü ilk kez alan oyuncudur.
22 Şubat 1962 ayaklanması
Şubat Olayı, 1962'de, Harp Okulu Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir ve arkadaşlarının, ordu içindeki 27 Mayısçıların tasfiyesi için, 20 Şubat günü başlatılan atama ve gözaltına almalara karşı direnişi olayıdır.
27 Mayıs 1960’tan sonra, 9 Temmuz 1961’de %65 evet denen halk oylaması ile yeni Anayasa kabul edilmişti.
27 Mayıs’a vurulan her darbeye generallerden çok, genç subaylar tepki gösteriyordu. İstedikleri ise; 27 Mayıs’ın, DP’yi deviren basit bir hükümet darbesi olmaktan çıkaran devrimci yanının garantiye alınması gibi gösterilmek istenilse de, iktidarın sivillere devredilmemesiydi. Silahlı Kuvvetler Birliği bu amaçla oluşturulmuştu. 6 Haziran 1961’de Korgeneral Cemal Madanoğlu'nun emekliye sevk edilmesi ve Korgeneral İrfan Tansel'in Hava Kuvvetleri Komutanlığına atanması olayına "genç subaylar", 13 Kasım 1960’taki 14’ler tasfiyesinde olduğu gibi tepkisiz kalmadılar. Diğer tayinler konusunda sözünü kimseye dinletememiş olan Harp Okulu Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir ve arkadaşları İrfan Tansel’in tayinine bir muhtıra ile karşı durunca saflar daha da netleşti. Silahlı Kuvvetler Birliği üyeleri (bu birliğe katılmayan general ve üst düzey subay yok gibiydi), 27 Mayıs darbesi ile elde ettikleri "iktidarı" korumak için 28 Haziran 1961’de bir genelge yayınlayarak bunu dile getirmişlerdi.
Seçim sonuçlarından sonra, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde bir fikir ayrılığı belirmeye başladı.
21 Ekim Protokolü’ne göre; yeni seçilen TBMM toplanmadan önce en geç 25 Ekim 1961’e kadar bir askeri müdahale kararı alınmıştı. Ancak bu protokol uygulanamadı.
Cumhuriyet tarihinin ilk koalisyon hükümeti CHP ve AP tarafından kuruldu. 26 Ekim 1961’de de Türkiye’nin dördüncü Cumhurbaşkanlığı’na, ihtilal lideri Cemal Gürsel seçildi. Bu ortam, 27 Mayıs öncesi CHP–DP tartışmalarının tekrar manşet olması ve AP yanlılarının açıkça 27 Mayıs aleyhinde propagandalara başlamasıyla siyasi ortam yeniden gerginleşmişti. 27 Mayıs cuntacıları, daha bir yıl geçmeden meşru müdafaa durumunda kalmışlardı.
19 Ocak 1962’de Genelkurmay başkanının (Cevdet Sunay) başkanlığında düzenlenen, yüksek rütbeli subayların katıldıkları bir başka toplantıda, Harp Okulu Komutanı Talat Aydemir, Jandarma Okulu Komutanı albay Necati Ünsalan ve öteki bazı komutanlar askeri müdahalenin kaçınılmaz olduğunu savundular. 9 Şubat 1962’de İstanbul’da Balmumcu’da toplanan 57 General ve albaydan 37’sinin; askeri müdahalenin 28 Şubat’a kadar gerçekleştirilmesi yolunda imzaladıkları protokole Talat Aydemir’de sonradan katıldı.
Ancak,16 Şubat gecesi İstanbul’da, örgütün general ve amiral sınıfının aldığı bir kararla; sadece general, amiral ve albayların katıldıkları ve 1.Ordu İstihbarat Başkanı Vahit Gürkan’ın boykot ettiği bir toplantı düzenlendi.
19 Şubat günü Genelkurmay Başkanı ile Albay Talat Aydemir |
, Albay Selçuk Atakan ve Necati Ünsalan, Hava Kuv. Komutanı İrfan Tansel, Kara Kuv. Komutanı Muhittin Önür ve Jandarma Genel Kumandanı Abdurrahman Doruk Paşa arasında yapılan görüşmede; "Sunay, ancak İnönü ölürse veya çekilirse" bu işin yapılabileceğini belirtti. Bunun üzerine biz, bilhassa Selçuk Atakan şöyle bir teklif ileri sürdü:
Buna rağmen 20 Şubat günü Hükümet ve Genelkurmay belirli birlik kumandanları ve maiyetleri için süratle atama ve gözaltına alma işlemleri başlattı. Buna karşı, atamaların durdurulmasını ve gözaltına alınanları serbest bırakılmasını isteyenler de direnişe geçtiler.
Albay Talat Aydemir 20 Şubat gecesi Harp okuluna gidince, Hava kuvvetleri tarafından ‘Harp okulu alarma geçti’ denilerek Meclis Muhafız taburu alarma geçirildi. Bunun üzerine Tank taburu da kontr-alarma geçti ve onun civarında bulunan 2.Piyade Alayı ile Binbaşı Fethi Gürcan komutasındaki Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Süvari Grubu da hükümete bağlı kuvvetlere karşı kontr-alarma katıldı. Tankların bir kısmı sabaha karşı Ankara’nın varoşlarına kadar sokuldular. Bu sırada saat 02.30’dur. Bu yanlış alarm durumu Talat Aydemir tarafından iptal ettirilir ve tanklar garajlarına dönerler.
20/21 Şubat 1962 gecesi Kara Harp Okulu’nun alarma geçtiği ihbarını alan Genelkurmay İkinci Başkanı Memduh Tağmaç, bir heyetle Harp okuluna gider ancak, ortada alarm durumunun olmadığını ve Hava Kuvvetlerinden gelen yanlış bir ihbarın olduğunu görür.
Havacıların alarmıyla başlayan süreçte, doğal olarak karşı alarma geçen Karacıların lideri Talat Aydemir suçlanacak ve O'na bağlı alay komutanları tevkif edilecekti. Talat Aydemir’in bu harekatla ilgisinin olmadığını söylemesine karşın 21 Şubat sabahı Genelkurmay, darbe girişimcisi üç albayın görevlerinden başka yere atandıklarını açıkladı. (Albay Talat Aydemir, Necati Ünsalan ve Selçuk Atakan). Kararı kabul etmeyen Talat Aydemir, Genelkurmay’a karşı koşullar öne sürüp Harp Okulu’na döndü. Genelkurmay bu kez de aralarında Talat Aydemir, Necati Ünsalan, Dündar Seyhan, Selçuk Atakan, Emin Arat, İhsan Erkan, Haldun Doran ve Şükrü İlkin’in de bulunduğu subayları görevlerinden alıp başka görevlere getirmeyi kararlaştırdı. Albay Talat Aydemir ise Genelkurmay’a gönderdiği muhtırada bu kararın da uygulanmamasını, Kara kuvvetleri komutanının durumunun gözden geçirilmesini, Hava kuvvetleri komutanlığının alarm komuta heyetine üniformalarıyla katılan Millî Birlik Komitesi üyelerinden Mucip Ataklı ve Haydar Tunçkanat’ın cezalandırılmalarını istedi.
Aydemir, o yıl Harp Okulu’nu bitirme döneminde bulunan 600 kadar asteğmeni toplayarak son günlerde olanları anlatır. Harp Okulu öğrencileri, komutanlarını teslim etmeme kararı alırlar. 22 Şubat 1962 günü Genelkurmay; Kurmay Albay Semih Sancar’ı yeni Harp Okulu Komutanı olarak, bir heyetle Harp Okulu’na gönderir. Okulun girişinde okul muhafızları tarafından silahlarından tecrit edilirler. Talat Aydemir, huzuruna çıkartılan heyete; bu tayinin prosedürlere uygun olmadığını ve geçersiz olduğunu söyleyerek, onları geri gönderir.
Bu arada 229. Piyade Alayı Kumandanı Albay İhsan Erkan da Genelkurmay’a çağrılmış, fakat gözaltına alınacağını öğrenince Piyade Alayını alarma geçirmişti. Ankara grubunun önünde iki şık vardı. Ya gözaltına alınarak teslim olmayı kabul edecek ya da harekete geçeceklerdir. Harp Okulu’ndaki öğrenci ve subay taburları da galeyana gelmiştir. Sonunda Talat Aydemir, Harp Okulu’nu alarma geçirdi. Emin Arat ve Dündar Seyhan da oraya davet edildi. Alarm haberi diğer birliklere de sirayet etti. Böylece Tank Okulu, Süvari Grubu, Muhabere Okulu, Zırhlı Birlikler Eğitim Merkezi ve Jandarma okulu da kendiliğinden alarma geçip Ankara’da duruma hakim oldular. Böylelikle ayaklanma başlamış oldu. Polatlı’daki topçu birliklerinden ve Çubuk’taki 230. Piyade Alayı’ndan bazı kuvvetler Talat Aydemir’e karşı Ankara’ya getirildilerse de, bunlarla birlikte Meclis taburu da Talat Aydemir'in buyruğuna girdi.
22 Şubat öğlen saatlerinde; Çankaya Köşkü’nü koruyan Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’nın kumandanı Şükrü İlkin’in yerine Cihat Alpan atanmıştı. Ancak, Muhafız Alayının süvari grubu Binbaşı Fethi Gürcan emrinde harekete geçerek yeni atanmış olan Albay Cihat Alpan’ı gözaltına aldılar. Binbaşı Fethi Gürcan, güvendiği birlik ve subaylarla; o sırada içeride toplantı halinde olan Cumhurbaşkanı, Başbakan ve birkaç bakanı, Genelkurmay Başkanı ve MGK üyeleri olan kuvvet kumandanlarını etkisiz hâle getirmiş oluyorlardı. Binbaşı Fethi Gürcan’ın, Çankaya’dan ayrılmadan önce Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın tutuklanmaları yolunda yaptığı öneriyi Albay Talat Aydemir kabul etmedi. Çünkü amacı darbe yapmak değildi. Albay Talat Aydemir, TBMM’nin derhal kapatılmasını ve atamaların durdurulmasını, gözaltına alınanların bırakılması ve Hava Kuvvetleri’ndeki cunta karşıtlarının da cezalandırılmasını istedi.
Genelkurmay’da Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in başkanlığında yapılan, Başbakan, parti genel başkanları ve kuvvet komutanlarının katıldıkları toplantıda Albay Talat Aydemir'in istediklerinin kabul edilmemesine, Cumhurbaşkanı emekli Orgeneral Cemal Gürsel ile Başbakan emekli Orgeneral İsmet İnönü’nün radyodan yatıştırıcı konuşmalar yapmasına karar verildi. YTP genel başkanı ve Talat Aydemir’in akrabası Ekrem Alican’ın Harp Okulu komutanı ile yaptığı arabuluculuk görüşmesinde de bir sonuca varılamadı. Cemal Gürsel, Mürted hava üssü’ne, İsmet İnönü ve parti liderleri o zamanlar Radyoevi binasının arkasında yer alan Hava kuvvetleri karargahına gittiler. Fethi Gürcan kendisine bağlı birliklerle radyonun Etimesgut’taki verici istasyonunu ele geçirince yayın durdu. İsmet İnönü, birkaç saat sonra Esenboğa havaalanındaki verici aracılığı ile konuşmasını yapabildi. 22 Şubat saat 01.00 sularında Aydemir’e Genelkurmay tarafından gönderilen bir kurul, kan dökülmeden harekatı durdurursa kimseye ceza verilmeyeceğini bildirdi ve bu konuda İnönü’nün güvence veren mektubu kendisine iletildi.
Talat Aydemir'in atamaların durdurulması yolundaki ısrarını İsmet İnönü kabul etmedi. Ancak, saat 03.30’da Talat Aydemir alarmı kaldırdığını bildirdi ve evine döndü. Ertesi gün tutuklandı ve Genelkurmay Başkanlığı’nda göz altına alındı. Harp Okulu öğrencileri ise memleketlerine gönderildi. Başlarında Talat Aydemir'in bulunduğu, 22 Şubat direnişine katılan genç subaylar emekliye sevk edildi. Ancak, emeklilik hakkı kazanmamış olanlar ise ordudan tard edilmiş oldular. TBMM, 30 Nisan 1962’de ayaklanmaya karışanların ceza kovuşturmasına uğramamasına ilişkin yasayı kabul etti.
Nesir
Nesir, edebiyatta düzyazı sanatı. Dil kurallarından başka hiçbir ölçüye bağlı olmayan düz ve tabu anlatma yolu.
"Yunanların ve bilhassa Latinlerin nesir dedikleri nesir, hulasa bugün aydınlığının hudutsuzluğuyla insanları insan eden nesir Araplar'da da yoktu, Acemler'de de yoktu. Biz Türkler, Arap ve Acemden etkilendiğimiz için, ayrıca da, kendi milli kusurumuz olarak, az yazdığımız için nesirsiz kaldık. Asıl edebiyat nesirdir" (Yahya Kemal, edebiyata dair, İstanbul Fetih Cemiyeti 1984, s.70.)
Eski nesir, “sade nesir” ve “süslü nesir”(sanatkarane) olmak üzere başlıca iki koldan yürümüştür. Sade nesir, konuşma dilinde yazılan, açık, tabiî nesirdir. Bu nesirle halkla ilgili eserler ve bazı tarihler yazılmıştır. Süslü nesir ise yabancı kelime ve dil kurallarıyla yüklü, çeşitli söz sanatlarıyla ve kelime oyunlarıyla süslü nesirdir. Bu nesirle, aydın kimselere hitap eden eserler yazılmıştır. Yeni nesir'de, yazı dili konuşma dili ile birleştirilmeğe çalışılmıştır. Yazı dilinin konuşma dili haline getirilmesi hareketi, 1911 de Selanik'te çıkarılmaya başlanan “Genç Kalemler” dergisinde, Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp gibi sanatçılar ve fikir adamları tarafından ileriye sürülmüş ve bu hareket, bugünkü yazı dilinin ayırıcı vasfı olmuştur. Yeni nesrin başlıca özellikleri şu noktalar üzerinde toplanabilir. Konuşma dilinde karşılığı bulunan yabancı kelimeler dilden atılmıştır.
Bütün yabancı dil kuralları bırakılmış, Türk diline Türk dilbilgisi hâkim kılınmıştır.
Eski nesir, çok kere, iç içe girmiş cümleciklerle uzatılan bileşik cümlelerle yazılırdı; yeni nesir ise, çok kere, kısa cümlelerle yazılmaktadır. Eski nesirde söz hüneri göstermeye çalışılır, cümle sonlarında seciler kullanılır, bunu sağlamak için de doldurma sözlere yer verilirdi; yeni nesirde ise seçici kullanılmaz, sadece düşünceleri anlatmaya yetecek kadar kelime kullanılır doldurma sözlere yer verilmez.
Kethuda Camii
Kadıköy’ün en eski camii olarak düşünülen Kethuda Camii yaklaşık 450 yıl önce muhtemelen Kanuni Sultan Süleyman döneminde yapılmıştır. Üzerinde tarih yoktur. Fakat camiin yerinde bir tekke ve bir mescid olduğu Beyazıt Kethudası Mustafa Ağa tarafından tahminen 1550 yılında yapıldığı bilinemktedir. Kahya anlamına gelen kethuda bu yapının padişahın kahyasına ait olduğunu kanıtlar. 1952 yılında tamir edilip, 1989’da restorasyondan sonra minare yapılmıştır. Kadıköy Çarşısı’ndadır.
Ön Bulgarlar
Ön Bulgarlar veya Protobulgarlar, asıl kitlesini Ogur (Otuz-Ogur, On-Ogur) kitlelerinin oluşturduğu, 7. yüzyılda Karadeniz'in kuzeyi ile daha sonra İdil Nehri ve Tuna nehri bölgelerinde de yaşamış, Türkçe konuşan, yarı göçebe Türk kökenli bir halk. Bulgarlar; Sabir, Uz, Hazar v.b diğer Türk kökenli halklardan kalıntıları da içlerinde barındırmakla birlikte, bazı Fin-Ugor boylarının da (Çeremiş, Mordva, Zuryaken, Voltyake) Bulgarların içinde yer aldığı bilinmektedir. Ayrıca aralarında Sarmat ve Alan kökenli kitlelerin de var olduğu düşünülmekte.
"Bulgar" sözcüğünün kökeninin Türkçe olup anlamının genellikle Türkçenin (Eski Türkçe döneminde) bulga- (bugünkü "bula-" fiili “bulamak, bulaştırmak”) fiilinin -r ekiyle genişlemesiyle oluşturulmuş, "karışık, karışan, karıştırılmış.(bulanık)" olduğu düşünülmektedir. Bir diğer varsayım ise "bel gur", "beş kabile/boy" anlamına geldiği yönündedir.
Ön Bulgarlar Karadeniz’in kuzeyinde çoğunluğunu Onogurların oluşturduğu (Kutrigur-Utigurlar); Sabirler, Hazarlar, Uzlar, Suvarlar gibi birçok diğer küçük Türk ve Hun topluluğunun parçalarını da aral |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.