article
stringlengths 7.34k
10k
|
---|
etkilenmiştir.
Etnik olarak halkın %85'i avrupa kökenlidir. Onları %8,5 ile siyahiler, yüzde 3,5 ile hispanikler, %1 ile asya kökenliler ve en son da %0,3 ile kızılderili kökenliler izler. Avrupa kökenliler içerisinde Alman kökenliler çoğunluktadır. Dini olarak hıristiyanlık baskındır. Bütün nüfusun %62'si bir Protestan kilisesine mensuptur, bunu %19 ile Katolik kilisesi izler.
Politik olarak Ortabatı eyaletleri içerisinde en tutucusu olarak bilinen İndiana'da 1964 seçimlerinden beri Demokrat Parti mensubu hiçbir aday başkanlık seçimini kazanamamıştır. Ancak yerel seçimlere bakıldığında Demokrat ve Cumhuriyetçi parti adaylarının aşağı yukarı eşit başarı sağladığı görülür. İndiana, Amerikan İç Savaşı'na kölelik karşıtı kuzey eyaletleri tarafında katılmış olmasına rağmen, eyaletin güney kesimleri kültürel olarak ABD'nin güney eyaletlerine çok benzerdir. Bunun da bir sonucu olarak 20. yüzyılın başlarında ırkçı Ku Klux Klan örgütü eyalette çok güçlenmiş ve eyalet valisi de dahil olmak üzere pek çok eyalet görevlisi bu örgütün ırkçı amaçlarına hizmet etmeye başlamıştır. Bu dönem yüksek düzey Ku Klux Klan yöneticilerini de içeren bir tecavüz ve cinayet olayının ortaya çıkmasıyla son bulmuştur.
Indiana dünyaca ünlü Indiana, Purdue ve Notre Dame Üniversitelerine ev sahipliği yapmaktadır. Bunlardan Indiana Üniversitesi, ABD'deki sayılı Türkoloji bölümlerinden birini barındırır.
Fırat Üniversitesi
Fırat Üniversitesi Elâzığ merkezde bulunan bir devlet üniversitesidir. İlk olarak 1967 yılında Elazığ Yüksek Teknik Okulu olarak açılmıştır. Aynı yıl içinde Ankara Üniversitesi Senatosu’nun Elazığ Veteriner Fakültesi’nin kurulmasını öngören kararı Millî Eğitim Bakanlığı’nca onaylanmıştır. Teknik Yüksekokul, 1184 Sayılı Kanunla 1969 yılında Elazığ Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’ne (EDMMA) dönüşmüş, Veteriner Fakültesi de 1970 yılında Ankara Üniversitesi’ne bağlı olarak öğretime açılmıştır. Kuruluşu 11 Nisan 1975 tarih ve 1873 Sayılı Kanunla gerçekleşen Fırat Üniversitesi’nin çekirdeğini Fırat Üniversitesi Veteriner Fakültesi oluşturmuştur. 1975–1976 eğitim öğretim yılında Fen-Edebiyat Fakülteleri’nin de ilavesiyle üniversite, eğitim ve öğretime üç fakülte ile başlamıştır. EDMMA (Elazığ Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi) ise Mühendislik Fakültesi’ne dönüştürülerek üniversite bünyesinde yer almıştır.
Fırat Üniversitesi Kurucu Rektörü. Prof. Dr. Mustafa Temizer (1975)
Fırat Üniversitesi Teknoloji Geliştirme Bölgesinin yönetici şirketi olan Fırat Teknokent, özellikle yeni ve ileri teknoloji alanlarında Ar-Ge faaliyetleri yürüten ve yazılım geliştirme alanında faaliyet gösteren, teknoloji firmalarına uluslararası standartlarda teknokent hizmetleri sunan 4691 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri yasasına göre Fırat Teknokent Teknoloji Geliştirme Bölgesi Yönetici A.Ş. adıyla kurulmuş olan teknoparktır.
Kafkasya Üniversiteler Birliği'nin üyesidir.
Galatasaray Üniversitesi
Galatasaray Üniversitesi (), İstanbul'un Beşiktaş ilçesi Ortaköy semtinde bulunan ve eğitim dili Fransızca olan bir devlet üniversitesi. Galatasaray Üniversitesi, Galatasaray Spor Kulübü ve Galatasaray Lisesi ile birlikte Galatasaray Topluluğu'nun en önemli kurumlarından biridir.
Galatasaray Lisesi'nin devamı niteliğinde ve Fransızca eğitim yapan bir üniversite kurulması fikri 1970'li yıllarda ortaya çıkmış, 1979 yılında Galatasaray Kulübü eski başkanı ve iş adamı Selahattin Beyazıt, Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel'le görüşerek ilk somut adımı atmıştır. Beyazıt, üniversitenin İstanbul'un Beykoz ilçesi'ne bağlı Riva'da 1975'te satın alınmış olan 1.175.000 metrekarelik Galatasaray Kulübü'ne ait araziye yerleşmesini önermiştir. Üniversitenin kurulması tartışmaları devam etmiş ve 1984 yılında Galatasaray Eğitim Vakfı Başkanı İnan Kıraç "Galatasaray Üniversitesi'nin kurulması için çalışmalara başladık" diyerek, bu fikrin artık olgunlaştığının işaretini vermiştir.
Galatasaray Lisesi mezunu Emekli Büyükelçi Coşkun Kırca'nın çabaları sonucu, Cumhurbaşkanı Turgut Özal 5 Haziran 1991'de Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand ile Paris' te yaptığı görüşmede Türk ve Fransız ortak girişimiyle bir üniversite kurulması konusunu resmen gündeme getirmiştir. Bu teklife olumlu yanıt verilmesinin ardından, Türkiye'yi ziyaret etmekte olan Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand 14 Nisan 1992'de Beyoğlu'ndaki Galatasaray Lisesi binasına gelerek, Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile birlikte, Türk Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin ve Fransız Dışişleri Bakanı Roland Dumas tarafından imzalanan Galatasaray Üniversitesi Kuruluş Belgesi imza töreninde hazır bulunmuştur. Galatasaray Üniversitesi, Türkiye' de eğitim dili Fransızca olan tek üniversite olmasının yanında, uluslararası bir antlaşmayla kurulan ilk yükseköğretim kurumudur. Galatasaray Üniversitesi'ni kuran antlaşma, 1954 tarihli Fransa-Türkiye Kültürel İşbirliği Antlaşması'na dayandırılmıştır.
Riva'daki arazi yerine, Galatasaray Lisesi'ne ait Ortaköy'deki binada faaliyete geçen "Galatasaray Eğitim Öğretim Kurumu", Haziran 1994' kadar faaliyet göstermiştir. 23 Mayıs 1993 tarihinde iç sınav ilk kez yapılmış, ilk eğitim yılı açılışı dolayısıyla 11 Ekim 1993 tarihinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel kurumu ziyaret etmiştir. 13 Aralık 1993 tarihinde Fransa'daki pek çok üniversite ile iş birliğini öngören protokoller imzalanmıştır.
Kurum, 6 Haziran 1994 tarihli ve 21952 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 3993 sayılı kanunla Galatasaray Üniversitesi'ne dönüşmüştür. Kanunun hazırlanma ve kabul aşamasında, o tarihte DYP İstanbul milletvekili olarak görev yapmakta olan Coşkun Kırca'nın yine büyük katkıları olmuştur.
Kurum üniversite statüsünü almasına rağmen, entegre eğitim-öğretim kurumu olma özelliğini korumuş ve Galatasaray Lisesi ile Galatasaray İlköğretim Okulu, Galatasaray Üniversitesi rektörlüğüne bağlı öğretim birimleri olarak tanımlanmıştır.
Galatasaray Üniversitesi'nin Türkiye'deki diğer tüm üniversitelerden farklı ve kendine özgü bir öğrenci kabul sistemi vardır. Türkiye'de Fransızca eğitim yapan liselere önemli bir ayrıcalık tanıyan bu sistemin hukuki dayanağı Galatasaray Üniversitesi'nin kurulmasını sağlayan Türkiye ile Fransa arasındaki uluslararası antlaşmadır.
Galatasaray Üniversitesi'ne her yıl 480 öğrenci kabul edilmektedir. Bu öğrencilerinin %50'si (yani 240 öğrenci) Türkiye'de Fransızca eğitim yapan 18 liseden alınır. Bu kontenjanın yarısı (yani toplam kontenjanın %25'ine denk düşen 120 kontenjan) Galatasaray Lisesi öğrencilerine ayrılmıştır. Diğer yarı ise Fransız Kolejleri (Saint Joseph Lisesi, Saint Benoit Fransız Lisesi, Notre Dame de Sion Lisesi, Sainte-Pulchérie Fransız Lisesi, Saint Michel Lisesi ve İzmir Saint Joseph Lisesi); Fransızca eğitim yapan Anadolu liseleri (Ankara Anadolu Lisesi, Kağıthane Profilo Anadolu Meslek Lisesi, Burak Bora Anadolu Lisesi, Buca Anadolu Lisesi, Bornova Anadolu Lisesi, İzmir Atatürk Lisesi); Fransızca eğitim yapan özel Türk liseleri (Ankara Tevfik Fikret Lisesi, Antakya Anadolu Lisesi, İzmir Tevfik Fikret Lisesi, İzmir Tevfik Fikret Fen Lisesi) ve Türkiye'de faaliyet gösteren fakat Fransız müfredatını uygulayan liselere (Ankara Charles de Gaulle ve İstanbul Pierre Loti) ayrılmıştır. Adaylar her yıl Mayıs ayının son pazar günü düzenlenen iki aşamalı GSÜÖSYS (Galatasaray Üniversitesi Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sınavı) ile okula kaydolma hakkını kazanırlar. Bu sınavın soruları, bahsekonu liselerde görev alan öğretmenlerce Fransızca ve Türkçe olarak ve ÖSYM'nin koyduğu kurallar çerçevesinde hazırlanır. Sınav, Galatasaray Üniversitesi'nin Ortaköy'deki yerleşkesinde yapılır.
Fransızca eğitim yapan liselerden gelen öğrenciler bu iç sınavın ardından LYS'ye de girmekle yükümlüdürler. Zira sadece kendi dallarında (EA; SÖZ; FEN) ilk 25.000'e girenlerin sınavları değerlendirmeye alınmaktadır. Bu uygulamadan Ankara Charles de Gaulle Lisesi ve İstanbul Pierre Loti Lisesi muaftır.
İç sınavla Galatasaray Üniversitesi'ne girmeye hak kazanan öğrenciler, bir yıllık Fransızca hazırlık sınıfından da muaf tutulurlar.
Galatasaray Üniversitesi öğrencilerinin diğer yüzde ellisi ise, diğer tüm üniversiteler için geçerli olan ÖSYS sistemiyle okula kayıt hakkı kazanmaktadırlar.
Galatasaray Üniversitesi, "Feriye Sarayları" olarak da bilinen ve Çırağan Sarayı' nın müştemilatı olan binalarda ve söz konusu binaların tam karşısında bulunan Yiğit Okur yerleşkesinde faaliyet göstermektedir. Sultan Abdülaziz döneminde mimar Sarkis Balyan tarafından inşa edilen (1871) ve resmi adı "İbrahim Tevfik Efendi Sahilsarayı" olan ana bina, uzun yıllar Galatasaray Lisesi' nin kız bölümü dersliği ve yatakhanesi olarak kullanıldıktan sonra Galatasaray İlkokulu'na tahsis edilmiş ve 1992 yılında da üniversiteye devredilmiştir. İlk dönemde idari birimler, sınıflar, kütüphane ve öğretim üyelerinin bürolarını barındıran ana bina, günümüzde sadece idari birimlerin bir kısmı ile Hukuk, İİBF ve İletişim Fakülte sekreterliklerini ve bu fakültelerde görevli öğretim üyelerinin bürolarını içermektedir. 22 Ocak 2013 tarihinde binada çıkan yangından dolayı şu anda kullanım dışıdır. Öğretim üyeleri yangından itibaren Yiğit Okur yerleşkesindeki Coşkun Kırca salonunda bulunmaktadır.
Zamanla öğrenci sayısının artmasıyla bu bina yetersiz kalmış ve Çırağan Caddesi'nin öteki tarafına Yiğit Okur Yerleşkesi ve Suna Kıraç Kütüphanesi inşa edilmiştir (2003). Okulun iki kısmı 2004 yılında Selahattin Beyazıt Altgeçidi ile birbirine bağlanmıştır. 2006 yılında Hukuk Fakültesi ile Fen-Edebiyat Fakültesi' nin dersliklerini içeren iki ek bina açılmıştır. Öğrenci kulüplerine tahsis edilen yapılar ile Çırağan Caddesi üzerinde okulun sahil kısmına giriş için kullanılan "Bâb-ı Sultâni" adlı anıtsal kapı da 2007 yılında tamamlanmıştır. Okulun ana bahçesinde üniversitenin kurucusu Coşkun Kırca'nın bir büstü ve Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen tarafından yapılmış olan bir aslan heykeli bulunmaktadır. Haziran 2007'de Rektörlük Binası olarak kullanılan köşkün yanına 38 metre yükseklikte bir bayrak di |
reği yerleştirilmiştir.
22 Ocak 2013 tarihinde elektrik kontağından çıkan büyük bir yangınla saray binasının çatısı ve üçüncü katı tamamen yanmış ve bina kullanılmaz hale gelmiştir. Galatasaray Eğitim Vakfı, söz konusu yapının Galatasaray Üniversitesi tarafından tekrar kullanımına hazır hale getirilmesine yönelik tüm faaliyetleri camia adına üstlenerek, çalışmalara başlamış ve bu kapsamda "Gücümüz Sevgimiz" adlı yardım kampanyasını başlatmıştır.
Tadilat ve restorasyon çalışmaları 30 Mayıs 2016 tarihinde başlamıştır ve devam etmektedir.
Galatasaray Üniversitesi öğrenci festivali 2001'den bu yana her yıl 19 Mayıs Haftası'nda gerçekleştirilmektedir.
Galatasaray Üniversitesi her yıl yaklaşık 250 Avrupalı öğrenciyi Erasmus ve Sokrates değişim programları çerçevesinde ağırlamakta ve 150 kadar öğrencisini de Fransa ve Belçika' dakiler başta olmak üzere çeşitli Avrupa üniversitelerine yollamaktadır.
Üniversitenin mezunları arasındaki dayanışmayı güçlendirmeyi amaçlayan GSÜMED 27 Ağustos 2002 tarihinde kurulmuştur.
Gaziantep Üniversitesi
Gaziantep Üniversitesi, öğretime 1973 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi`ne bağlı Makine Mühendisliği Bölümü ile başlamış ve 1987 yılında üniversite tüzel kişiliğini kazanmış olan, Gaziantep`te bulunan bir devlet üniversitesidir.
15 Fakülte, 3 Yüksekokul, Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı, 4 Enstitü ve 10 Meslek Yüksekokulundan oluşan bir bölge üniversitesi haline gelmiştir.
Tüm fakülte ve yüksekokullarda öğrenci alınan bölüm ve program sayısı 2002 yılında toplam 104 olmuştur. Mevcut öğretim elemanı sayısı 763 olup, 2009 yılı itibarıyla yaklaşık 17.200 öğrenci eğitim öğretim görmekteyken bu sayı 2014'da 34.000'e çıkmıştır. Ayrıca üniversitede 33 ülkeden 500 kadar yabancı öğrenci de eğitim görmektedir.
2009 Haziran itibarı ile 2009-2010 döneminde İslahiye İİBF, Mimarlık, Güzel Sanatlar ve Diş Hekimliği fakültelerine ögrenci alınması kararlaştırılmıştır. Ayıca Nizip Egitim, Uygulamalı Teknik Bilimler ve Havacılık ve Savunma Fakülteleri de kurulma aşamasındadır.
1973 yılında ODTÜ'ne bağlı Makine Mühendisliği Bölümü ile eğitim-öğretime başlanmış, 1974 yılında Elektrik ve Elektronik Mühendisliğinin kurulmasıyla Mühendislik Fakültesi'ne dönüştürülmüştür. Fakülteye 1977 yılında Uygulamalı Kimya Bölümü, 1981'te İnşaat Mühendisliği ve 1982'de Fizik Mühendisliği Bölümleri eklenmiştir. Uygulamalı Kimya Bölümü, 1982 yılında Gıda Mühendisliği Bölümüne dönüştürülmüştür. Bunlara ilaveten 1995 yılında Endüstri Mühendisliği ve Tekstil Mühendisliği bölümleri de açılmıştır.Tekstil Mühendisliği Bölümüne 1998-1999 eğitim-öğretim yılında, Endüstri Mühendisliği Bölümüne ise 2000-2001 eğitim-öğretim yılında öğrenci alınmıştır. Mühendislik Fakültesinin eğitim dili kuruluşundan bu yana İngilizce olup, eğitim öğretim süresi hazırlık hariç 4 yıldır.
Osman Deniz
Osman Deniz (d. 1922, Girit ö. 3 Şubat 2011, İstanbul), Türk asker.
27 Mayıs Darbesi'ne katıldı. Darbe sonrasında İstanbul Vali Muavinliği ve Şişli Kaymakamlığı yaptı.
22 Şubat 1962 olayı ve 21 Mayıs 1963 darbe girişiminin lideri Talat Aydemir ile 1961'de Ankara Kara Harp Okulu'nda öğretmenlik yaparken tanıştı ve onun aracılığıyla Türk Silahlı Kuvvetler Birliği adlı gizli örgüte üye oldu. Ankara'daki albaylarla İstanbul'daki generaller arasında imzalanan 9 Şubat 1962 darbe protokolünü bizzat kendi el yazısıyla hazırlayan kişidir. 22 Şubat 1962 ayaklanması'ndan sonra emekli edilen albaylar ve genç subayların arasında o da vardı.
21 Mayıs 1963 darbe girişimi hazırlıklarında İstanbul bölgesi temsilcisiydi. Girişim başarısız olunca darbe hazırlayanlardan dört kişi - Talat Aydemir, Fethi Gürcan, Osman Deniz ve Erol Dinçer idama mahkûm oldular. İdam edilen Talat Aydemir ve Fethi Gürcan'la Mamak Askeri Cezaevi'nde 13 ayı birlikte geçirdi, arkadaşlarının idama götürülüşlerine tanık oldu. Adalet Partisi milletvekillerinin Yassıada'daki tutukluğu esnasında Osman Deniz'in Adnan Menderes'e kahve götürmüş olduğu duyumu almış olmalarının etkisiyle idam cezası oylanmadı (hâlbuki Osman Deniz Yassıada'da görev dahi yapmamıştı.) Sinop Cezaevi'nde 3 yıl, İstanbul Toptaşı Cezaevi'nde de 8 ay yatıp, 1974'te çıkan afla serbest kaldı.
12 Mart 1971 olaylarıyla ilgili olarak yeniden tutuklandı 146/1'den yargılanıp 7 ay Selimiye Kışlası'nda yattı.
Bu dönemlere ait anıları, Yasemin Bradley tarafından romanlaştırıldı ve Eylül 2002'de Yapı Kültür yayınları tarafından "Parola: Harbiyeli Aldanmaz" adı altında yayımlandı.
Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi
Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi, 1992 yılında Tokat'ta kurulmuş bir devlet üniversitesi.
Adını Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa'dan alan Üniversite 03.07.1992 tarihinde 3837 Sayılı Kanuna Ek 24. Madde gereğince kuruldu. Ziraat Fakültesi Cumhuriyet Üniversitesi'ne bağlı açılmıştı. Fen-Edebiyat Fakültesi, Niksar Meslek Yüksek Okulu, Tokat Meslek Yüksek Okulu, Zile Meslek Yüksek Okulu, Erbaa Fen Bilimleri Enstitüsü ile Sosyal Bilimler Enstitülerinden oluşan Gaziosmanpaşa Üniversitesi 01.11.1992 tarihinde Rektör ataması ile üniversite olarak birimlerini oluşturmuştu.
Üniversitede öğretim dili Türkçedir. 2000-2001 eğitim-öğretim yılından itibaren Taşlıçiftlik kampüsündeki birimlerde bir yıl süreli İsteğe Bağlı İngilizce Hazırlık Sınıfı açıldı.
Üniversite, 11 fakülte, 7 yüksekokul, 14 meslek yüksekokulu, 4 enstitü, 15 araştırma ve uygulama merkeziyle eğitim, öğretim, araştırma ve hizmet alanlarında eğitime devam ediyor. Üniversite içinde bir de teknopark bulunmaktadır.
2002-2003 Eğitim-Öğretim yılında Tıp Fakültesine 25 öğrenci alındı. Tıp Fakültesi öğrencileri öğrenimlerine Gazi Üniversitesi'nde devam etmektedirler. Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi hizmete açıldı.
Eğitim Fakültesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu ve Tokat Meslek Yüksek Okulunda ikinci öğretim yapılmaktadır.
2013-2014 eğitim ve öğretim dönemi itibarıyla yaklaşık öğrenci sayısı 30.000 den fazladır. Üniversite de 2292 personel vardır. Bunlardan 1254'ü akademik, 1038'i idari personeldir.
Gaziosmanpaşa Üniversitesi'nde akademik yıl, iki yarıyıldan oluşmaktadır.
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Taşlıçiftlik Kampüsü, Amasya yolu üzerinde, Tokat İl merkezine 9 km. uzaklıkta Taşlıçiftlik Mevkiinde yaklaşık 2000 dekar arazi üzerinde kurulmuştur. Taşlıçiftlik Kampüsü'nde, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Eğitim Fakültesi, Fen-Edebiyat Fakültesi,İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Ziraat Fakültesi, Fen Bilimleri enstitüsü, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Beden Eğitimi Yüksekokulu, Tokat Sağlık Yüksekokulu, Yabancı Diller Yüksekokulu, Tokat Meslek Yüksekokulu ve Araştırma Uygulama merkezleri yer almaktadır. Şehir kampüsünde ise, Tıp Fakültesi, Araştırma ve Uygulama Hastanesi ve Sağlık Bilimleri Enstitüsü konuşlanmıştır. Artova ve Reşadiye hariç diğer ilçelerde yer alan Meslek Yüksek Okullarımızın kampüsleri bulunmaktadır.
Başarı ve maddi durumları dikkate alınarak, öğrenciler üniversitenin değişik birimlerinde yarı zamanlı olarak istihdam edilebilmektedir.
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Taşlıçiftlik Yerleşkesi Tokat'a yaklaşık 9 km uzaklıktadır. Şehirden 101 numaralı toplu taşıma araçları ile ulaşım sağlanır.
Gebze Teknik Üniversitesi
Gebze Teknik Üniversitesi kısaca GTÜ , 3 Temmuz 1992 tarihinde Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü adıyla kurulan, Türkiye'deki iki yüksek teknoloji enstitüsünden birisiydi. 22 Ekim 2014 tarihinde TBMM tarafından kabul edilen yasa teklifiyle "Gebze Teknik Üniversitesi" olarak yeniden yapılandırılmasına karar verildi. Üniversite Çayırova yerleşkesinden oluşmaktadır. Üniversite günümüzde 1.370.070 m toplam açık alanı ve 26.612 m toplam kapalı alanı bulunan Çayırova Kampüsü'nden oluşmaktadır. (Önceden Gebze Teknik Üniversitesi kapsamında bulunan Muallimköy yerleşkesi Bilişim Vadisi'ne tahsis edilmiştir.)
1994 yılından bu yana Gebze'de 3 Enstitü ve 4 fakültesinde çeşitli disiplinlerde yüksek lisans ve doktora düzeyinde eğitim veren Enstitü; 2001 yılından itibaren Malzeme Bilimi, Elektronik ve Bilgisayar Mühendislikleri ile Matematik ve Fizik bölümlerinde lisans eğitimine başlamış olup 2005 yılında ise ilk lisans mezunlarını vermiştir. Enstitü 2008 yılı itibarıyla Mimarlık Bölümü, Moleküler biyoloji ve genetik ve İşletme Bölümlerine de lisans öğrencisi almaya başlamıştır. Eğitim programları %30 İngilizce desteklidir.
Halen 1520 lisans ve 1156 lisansüstü öğrencisi bulunan GTÜ'de toplam 400 öğretim elemanı görev yapmaktadır. 2008 yılı itibarıyla 158 doktoralı öğretim elemanının çalıştığı enstitü, şu anda 308 doktora öğrencisi bulunmaktadır ve uluslararası yayınlarını her yıl artırmakta ve öğretim üyesi başına düşen yayın sıralamasında, ilk beş üniversite arasında yer almaktadır. Son dört yıldır Türkiye’deki devlet üniversiteleri arasında bu alanda birinci sıradadır.
Üniversitenin kuruluşundan beri aşağıdaki isimler rektörlük görevini yerine getirmiştir:
Gebze Teknik Üniversitesi tarafından akademik personel, idari personel ve öğrencilere sunulan bir anket ile 2015 yılında üniversitenin logosu 'Kelebek' figürü olarak belirlenmiştir.
Hem İstanbul hem de Kocaeli'ye ait toplu taşıma araçları ile ulaşım sağlanabilmesi avantajı ile Gebze Teknik Üniversitesi Türkiye'de ulaşım açısından en avantajlı üniversitelerden biridir. İstanbul Metrosu ile Marmaray üzerinden entegrasyonu sağlanacak üniversite kendine ait bir Gebze Teknik Üniversitesi İstasyonu'na sahiptir. Marmaray projesi tamamlanınca Gebze Teknik Üniversitesi İstanbul Raylı Sistemi üzerinden İTÜ, YTÜ, Boğaziçi Üniversitesi ile buluşacaktır. Marmaray projesi tamamlanıncaya kadar ise İstanbul ile ulaşımı Kartal Metro İstasyonu ile Gebze arasında İETT tarafından hizmete sokulan 17B isimli hat ile devam etmektedir. Bunun yanında Kocaeli'ye ait 490 isimli otobüs hattı üniversite ile KYK'ya ait Muallimköy Yurdu arasında hizmet vermektedir. Kocaeliye ait 200, 501, 502, 503 gibi hatlar da üniversiteden geçmektedir.
20 |
13 yılında ilki düzenlenen Gebze Teknik Üniversitesi'nin IEEE kulübünün gelenekselleşmiş organizasyonu olan 'Bilim ve Teknoloji Günleri' her yıl bir bilim adamına ithafen yapılmaktadır. 2013 yılında düzenlenen etkinlik IEEE'nin kurucularından olan Thomas Edison, 2014 yılındaki etkinlikte değerli bilim insanı Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu'nun anısına yapılmıştır. İlk düzenlendiği yıldan beri Türkiye'deki tüm üniversite öğrencilerinin katılımına açık olan bu etkinlik Türkiye çapında büyük derecede ses getirmiştir. Üç gün süren etkinlikte, çeşitli konularda konferanslar yapılır ve farklı sektörlerden gelen şirketlerle işbirliği içinde staj olanakları sunulur.
Mühendislik fakültesi, 1992 yılında enstitünün kuruluşu ile hizmete girmiştir.2001-2002 Eğitim-Öğretim Yılı Güz Yarıyılı’ndan itibaren Bilgisayar Mühendisliği, Elektronik Mühendisliği ile Malzeme Bilimi ve Mühendisliği Bölümleri’nde lisans düzeyinde de eğitim-öğretim sürdürmektedir. Şu anda toplam 804 lisans, 513 yüksek lisans ve 152 doktora öğrencisi bulunan Mühendislik Fakültesi bünyesinde bulunan toplam 8 bölüm eğitim-öğretim ve araştırma faaliyetlerine devam etmektedir. Bu bölümler şunlardır;
Temel Bilimler Fakültesi'nde 1994 yılından bu yana Fizik, Kimya, Matematik ve Moleküler Biyoloji - Genetik bölümlerinde sürdürülmekte olan yüksek lisans ve doktora programlarının yanı sıra, 2001 yılından itibaren Fizik ve Matematik bölümlerinde, 2010 yılından itibaren de Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünde dört yıllık lisans programı da yürütmeye başlamıştır. Eğitim öğretim programlarının %30'u İngilizcedir. Temel bilimler fakültesi kapsamında bulunan bölümler şunlardır;
Mimarlık Fakültesi bünyesindeki eğitim faaliyetini sürdüren Mimarlık Bölümü ve Şehir ve Bölge Planlama Bölümü ile eğitim faaliyetine henüz başlamayan Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü yer almaktadır. 2008-2009 Eğitim yılında Mimarlık Bölümünde lisans eğitimine başlamıştır. Mimarlık Fakültesinde şu anda 147 lisans, 40 yüksek lisans öğrencisi bulunmaktadır. Mimarlık fakültesi bünyesinde bulunan bölümler şunlardır;
1992 yılından itibaren hizmete giren işletme fakültesinde işletme, strateji bilimi ve iktisat olmak üzere üç bölüm bulunmaktadır. İşletme Bölümü 1994 yılından itibaren Yüksek Lisans, 1996 yılından itibaren Doktora ve 2008 yılından itibaren de Lisans eğitimlerini vermektedir. Strateji Bilimi Bölümü 1999 yılından itibaren Yüksek Lisans eğitimi vermektedir. İktisat Bölümü’nde 2010 yılından itibaren Yüksek Lisans ve 2013 yılından itibaren Doktora eğitimi verilmektedir. İşletme fakültesinin akademik kadrosu; dünyada "Teknoloji ve Yenilik Yönetimi" alanında ilk 50 bilim adamı arasına seçilme başarısı, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Üstün Başarılı Genç Bilim Adamları Ödülü, Dış Ticaret Müsteşarlığı Bilim Ödülü, En İyi Makale Ödülü, En Fazla Tavsiye Edilen Makale Ödülü, En İyi Yazar Ödülü gibi uluslararası ödüller gibi birçok ödül kazanmışlardır. Fakülteye bağlı bölümler şunlardır;
1992 yılında kurulan Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü bünyesinde açılan Mühendislik ve Fen Bilimleri Enstitüsü, ilk olarak 1994-1995 Eğitim-Öğretim Yılı Güz Yarıyılı’nda Elektronik Mühendisliği, Malzeme Bilimi ve Mühendisliği, Çevre Mühendisliği, Biyoloji, Kimya ve İşletme Anabilim Dalları’nda yüksek lisans öğretimine başlamış, aynı eğitim-öğretim yılının Bahar Yarıyılı’nda ise İşletme Anabilim Dalı doktora programı eklenmiştir. Fen Bilimleri Enstitüsü kapsamında bulunan ana bilim dalları şunlardır:
Gebze Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; Ağustos 1999 yılında kurulmuştur. Enstitüde halen İşletme, Strateji Bilimi ve İktisat anabilim dalında yüksek lisans; Girişimcilik ve Yenilik Yönetimi, Uluslararası Ticaret ve Finans anabilim dalında tezsiz yüksek lisans; İşletme ve İktisat anabilim dalında da doktora düzeyinde eğitim-öğretim programları yürütmektedir.
Ortabatı eyaletleri
Ortabatı eyaletleri (İngilizce: "Midwestern United States" veya kısaca "Mid-west") ABD'nin orta - kuzey bölgesinde bulunan bir grup eyaleti anlatmak için kullanılan deyim. Bu bölgedeki toprakların eyalet statüsünü kazandığı 19. yüzyılın ilk yarısında bu eyaletler, Büyük Okyanusu kıyısında kalan batı eyaletlerine oranla daha yakın oldukları için bu şekilde adlandırılırlar. Hangi eyaletlerin bu gruba girdiği deyimi kullanan kişiden kişiye değişiklik gösterse de, şu eyaletler her zaman için bu guruba dahil edilirler: Ohio, Michigan, İndiana, İllinois, Wisconsin, Minnesota, Iowa; şu eyaletler de zaman zaman kısmen veya tamamen bu gruba dahil edilebilirler: Batı Virginia, Kentucky, Missouri, Kansas, Nebraska, Güney Dakota, Kuzey Dakota. Bölgenin önemli şehirlerinin bazıları ise şunlardır: Chicago, Cleveland, Columbus, Indianapolis, Detroit.
18. yüzyılın sonunda, ABD bağımsızlık savaşının hemen ardından avrupalılarca yerleşilmeye başlanan bölge, mısır ve buğday üretimine uygun toprağıyla pek çok yerleşmeciyi kendine çekmiştir. Daha sonraları 19. yüzyılda nehir ve göl taşımacılığı sayesinde gelişmiş, bunu demiryolları ve sanayileşme izlemiştir. Sanayileşmenin getirdiği refah da 20 yüzyılda güneyli zenci nüfusun Ortabatı eyaletlerine göçüne neden olmuştur. ABD'nin kuruluşu aşamasında köleci ve köleci olmayan eyaletler arasında varılan bir anlaşma uyarınca köleliğin hiçbir zaman olmadığı bu bölge, bu göç nedeniyle bugün çok önemli oranda bir zenci nüfus barındırır.
Çoğunlukla Almanya, İsveç, Hollanda gibi kuzey ve batı avrupa ülkelerinden gelen göçmenlerin torunları olan Ortabatılılar, ülke genelinde dindarlıkları, arkadaş canlısı olmaları ve inatçılıklarıyla tanınırlar. Bunun yanında standart Amerikan İngilizcesi'nin Ortabatı eyaletlerinde konuşulan İngilizce olduğu görüşü ülke çapında yaygındır. Bu nedenle ABD'de pek çok televizyon spikeri Ortabatı kökenlidir. Belki de bölge kültüründe çok önemli bir yeri olan Protestan'lığın ve Kalvinizm'in eğitime verdiği önemin bir sonucu olarak bölge dünyaca tanınan pek çok üiversiteye ev sahipliği yapmaktadır. Bunlardan Şikago Üniversitesi, Cambridge Üniversitesi'nin ardından dünyada en çok Nobel Ödülü çıkaran ikinci üniversitedir.
Siyasi kültür açısından ise bölge büyük farklar gösterir. Bölge Cumhuriyetçi Parti'nin doğduğu yer olmasına ve Indiana gibi yıllardır hep Cumhuriyetçi adayları destekleyen eyaletlerin mevcudiyetine rağmen Demokrat Parti de bu bölgenin çeşitli kesimlerinde büyük oranda oy toplayabilmektedir. Şikago ve Cleveland gibi büyük şehirlerdeki Demokrat Parti etkinliğinin yanı sıra, özellikle Iowa, Wisconsin, Illinois ve Minnesota'dan oluşan yukarı Ortabatı bölgesinin kırsal kesimleri de Demokrat Parti taraftarlıklarıyla öne çıkarlar.
Yasemin Bradley
Dr. Yasemin (Özdemir) Bradley; tıp doktoru, haber spikeri, yazar sunucu.
Ardahan'ın Posof ilçesinden olup 1989 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu olan ve bir dönem Kanal D'de ana haber bültenini sunan spiker, 1996'da Magazin Gazetecileri Derneği tarafından "Yılın En İyi Kadın Haber Spikeri" seçildi.
17 Ağustos depremi'nden derin etkilenen Yasemin Bradley, Birleşik Krallık'a giderek, BBC Türkçe Servisi'nde prodüktörlük eğitimi gördü. Psikoterapist Anthony Bradley ile evlenen sunucu, eşinin etkisi ile Londra'daki alternatif terapi okulu ITEC'de beslenme ve diyet üzerine eğitim görüp ITEC diploması aldı.
"Gelecek Yiyeceklerde" adlı beslenme kitabını yazan spiker, aynı zamanda CNN sunucusu Larry King'in iki kitabının da çevirmenidir. Yarbay Osman Deniz'in, "Ne zaman yaparsan yap, ama sen yap!" diyerek kendisine teslim ettiği anı defterleri, kasetler ve fotoğraflardan oluşturduğu "Parola: Harbiyeli Aldanmaz" adlı anı-roman türündeki kitabı 2002 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı.
Halen TRT Haber'de "Yasemin Breadley ile Reçetesiz Hayat" adlı programı sunmaktadır.
Bilgisayar destekli eğitim
Bilgisayar destekli eğitim, bilgisayarların eğitimde kullanım alanlarından biridir. Eğitim sırasında sadece yardımcı araç olarak kullanılabilir ya da bizzat öğretici rolünü üstlenebilirler.Bilgisayarın eğitimde kullanım amacı bilgisayarın öğretmenin yerini alması değil,sistemi tamamlayıcı bir araç olmasıdır.
Bilgisayar destekli eğitimin en önemli unsurlarında biri de hiç kuşkusuz slaytlardır. Slayt; bir konunun ses, grafik, yazı, animasyon ve filmlerle belli bir kurgu dahilinde anlatılmasıdır.
Bilgisayar destekli eğitim yalnızca slayt olarak kısıtlamak yanlış olur. Bilgisayar destekli eğitim geniş bir kapsama sahiptir. Örneğin bilgisayarda hazırladığımız animasyonlar konu anlatımları materyaller dersin daha eğlenceli hale gelmesini sağlamakla birlikte derse katılımı artırır.
Öğrencinin karşılıklı etkileşim yolu ile eksikliklerini ve performansını tanıması, dönütler alarak kendi öğrenmesini kontrol altına alması ve grafik, ses, animasyon ve şekiller yardımı ile derse karşı daha ilgili olmasını sağlamak amacı ile eğitim öğretim ortamlarında bilgisayar teknolojilerinden yararlanılmasıdır.
BİLGİSAYAR DESTEKLİ EĞİTİMİN AMAÇLARI
1. Bilgi çağına uygun insan gücünün yetiştirilmesini amaçlamaktadır.
2. Bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeleri daha yakından takip edebilmek.
3. Öğrencinin öğrenme güdüsünü artırmak.
4. Bilimsel düşünce yeteneğini geliştirmek.
5. Öğrencilere tekrar olanağı sağlamak.
Eğitimde bilgisayar kullanımının, yani bilgisayar destekli eğitimin tarihçesini bu çalışmaya ışık tutması açısından Dünyadaki ve Türkiye’deki gelişimiyle incelemek yerinde olacaktır.
1950’li yılların sonlarında Amerika Birleşik Devletleri’nde, Stanford ve Illinois gibi gelişmiş üniversitelerde, bilgisayar yönetsel amaçlarla kullanılmaktaydı. 1960’lı ve 1970’li yıllarda maliyeti daha düşük bilgisayarların devreye girmesiyle, eğitim uygulamaları ile ilgili projeler de geliştirilmeye başlanmıştır. Bu projelerden en önemlileri IBM 1500, PLATO ve TICCIT sistemleridir.
Florida Eyalet Üniversitesi’nce gerçekleştirilen IBM 1500 projesi ile önceleri üniversite düzeyinde bilgisayar destekli fizik ve istatistik öğretimi, daha sonraları 1960’ların ortasında ise okuma ve matematik beceriler |
inin yükseltilmesine ilişkin öğretim yapılmıştır.
Bilgisayarın eğitimde kullanılmasına ilişkin ilk geniş kapsamlı proje sayılabilen PLATO ise İllinois Üniversitesince, Control Data Corporation işbirliğiyle gerçekleş- tirilmiştir. Projenin amacı, üniversitelerde değişik disiplin alanında öğrencilerin bilgisayar destekli öğretim gereksinimini karşılamaktır. Plato sistemi yıllardır başarı ile uygulanmakta ve günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. TICCIT sistemi ise, 1977’de Texas ve Brigham üniversitelerince ortaklaşa geliştirilen ve özellikle Matematik ve İngilizce derslerine yer veren bir projedir.
Amerika’daki bu projelerin etkisiyle, 1970’li yıllarda İngiltere, Fransa ve Federal Almanya’da bilgisayar destekli öğretim konusunda aşamalar kaydedilmiştir. İngiltere’de 1980 yılında yürülüğe konulan "Mikro-Elektronik Eğitim Programı; Fransa’da 1983’te "100.000 Bilgisayar" hedefinin belirlenmesi ve bu hedefe kısa sürede varılması üzerine 1985’te "Herkes için İnformatik" programının başlatılması; Federal Almanya’da 1975’te orta öğretimin üst kademelerine bilgisayar eğitimi verilmesi ve daha sonra alt kademelerine de yaygınlaştırılması bu gelişmelere örnek olarak verilebilir.
Günümüzde bilgisayarlar ve bunlara dayanan teknolojiden eğitimde yararlanılması Türk Eğitim sisteminde de üzerinde çok durulan bir konu haline gelmiştir. Türkiye’de 1984 yılından beri bilgisayar destekli eğitimin eğitim ve öğretim kurumlarında uygulanması gündemdedir. Ancak bilgisayar destekli eğitim uygulaması, daha önceleri eğitim teknolojisinin önemini vurgulayan ve eğitimin her kademesinde eğitim teknolojisinin işe koşulmasını öngören Dördüncü ve Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planlarında ve Milli Eğitim Temel Kanununun her derecede ve türdeki eğitim programlarının yöntem araç ve gereçlerin bilimsel ve teknolojik esaslara, yeniliklere, ihtiyaçlara göre geliştirileceği belirtilen 13. maddesinde temelini bulmuştur.
1984 yılında Türkiye’de ortaöğretim kurumlarına 1100 mikrobilgisayar alınmış ve bilgisayar eğitimine başlanmıştır. Daha sonraları ise bilgisayar eğitimi yerine bilgisayarın bir eğitim aracı olarak kullanıldığı bilgisayar destekli eğitim uygulamaları- nın başlatılması uygun görülmüştür. 12-13 Ekim 1987 tarihlerinde İstanbul’da "Türkiye’de Bilgisayar Destekli Eğitim Konferansı" düzenlenmiştir. Türkiye’de bilgisayar destekli eğitim çalışmaları ilk olarak bu konferansta bilgisayar destekli eğitim konusunda devlet eğitim sektörü temsilcileri ve yabancı uzmanlar görüş alışverişinde bulunmuşlardır. Aynı toplantıda dönemin Başbakanı tarafından belirtilen "Bilgisayar Destekli Eğitimde Bir Milyon Bilgisayar" hedefi Türkiye’de bilgisayar destekli eğitime verilen önemin bir göstergesi olmuştur.
Bilgisayar destekli eğitim konusunda 5-6 Ağustos 1989 tarihlerinde İstanbul’da toplanan "BDE Birinci Danışma Kurulu’nda uygulama modeli, yazılım, öğretmen yetiştirme, donanım ve BDE deneme planlanması konuları tartışılmıştır. 26-27 Haziran 1990 tarihlerinde İstanbul’da toplanan "BDE Projesi Değerlendirme ve Danışma Kurulu II. Toplantısı’nda ise Bakanlığın hedefleri doğrultusunda BDE’e yapılan ve yapılacak yatırımlar görüşülmüştür.
Bilgisayarın eğitimde kullanılma çalışmalarının başlatıldığı 1984-1990 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı ortaöğretim kurumlarında yaklaşık 5000 adetlik bir bilgisayar potansiyeli oluşturulmuştur. Mart 1990’da Milli Eğitim Bakanlığı ile Dünya Bankası arasında imzalanan Milli Eğitim Projesi ile ortaöğretimdeki bilgisayar adedinde artış olduğu kuşkusuzdur. Çünkü hedeflerinden biri yeni enformasyon ve iletişim teknolojilerinin eğitim sistemine uygulanması olan bu proje çer- çevesinde 53 lisede bilgisayar okur-yazarlığı ve bilgisayar destekli eğitim hedeflenmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı ortaöğretim kurumlarında bilgisayarların eğitimde kullanılmasına verilen önem, özel öğretim kurumlarına da yansımıştır. Milli Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim kurumları Genel Müdürlüğü’nün 14 Ağustos 1991 tarih ve 60606 sayılı yazısı ile özel okul ve dersanelerde bilgisayarın eğitim-öğretim ve yönetim faaliyetlerinde kullanılması gerekli görülmüştür.
Öte yandan Milli Eğitim Bakanlığı, bilgisayar destekli eğitimin önemli bir bütünleyici olan yazılım konusunda da önemli aşamalar kaydetmiştir. 1989-1990 öğretim yılında 37 ders için 2000 saatlik yazılım gerçekleştirilmiştir. 1990-1991 dönemi için gerçekleştirilmesi öngörülen yazılım ise 5000 saatttir. Günümüzde Milli Eğitim Bakanlığınca geliştirilen birçok ortak proje ile Bilgisayar Destekli Eğitimin yaygınlaştı- rılması ve geliştirilmesi sürmektedir.
Eğitsel anlamda bilgisayar kullanımının avantajlarını beş başlıkta toplayabiliriz.
Kuşkusuz her yöntem ya da sistem bünyesinde yarar ve sınırlılıkları bir arada taşır. Bir yöntemin yarar ve sınırlılıklarının bilinmesi ise o yöntemi uygulamak isteyenlere ışık tutar. Dolayısıyla bu ünitede Bilgisayar Destekli Eğitimin önce yararları, daha sonra ise sınırlılıkları anlatılacaktır.
Bilgisayar Destekli Eğitimin yararlarını şöyle sıralamak olasıdır;
Bilgisayar Destekli Eğitimin verimliliğini sağlamada önemli rol oynayan etmenlerin başında öğretmen gelmektedir. Bilgisayar Destekli Eğitim konusunda öğretmenlerin yaklaşımı ise bu konuda aldıkları eğitime göre biçimlenmektedir. Her teknoloji gibi bilgisayar da kendi başına bir mucize değildir. Bu teknoloji de insan unsuruna bağımlı olup, onun yönetimi doğrultusunda iş yapabilmektedir. Dolayısıyla Bilgisayar Destekli Eğitimde yer alacak öğretmenlerin bu alanda eğitim almış olmaları gereklidir. Öğretmenler ancak bu eğitimi aldıkları takdirde Bilgisayar Destekli Eğitim yönetiminde başarılı olabilirler.
Öğretmenlik meslek bilgisi kapsamında, öğretimin verimini arttırmaya ve her öğ- renci için üst düzeyde öğrenmeyi amaçlayan öğretimde denetimi sağlamak için öğ- retmenin öğretim etkinliği öncesinde, sırasında ve sonrasında kullanması gereken kimi nitelikleri de olmalıdır. Bu nitelikler Bilgisayar Destekli Eğitime aktarıldığında karşımıza çıkan tablo şöyle olacaktır;
Uzun bir süre bilgisayar kullanıcısı olanlar, yukarıda sıralanan niteliklerin ancak orta vadede ve bilgisayar kullanımıyla edinebileceğini bilirler. Bu niteliklerin kazandırılmasında eğitim, sadece bu sürecin biraz kısaltılmasını sağlayabilir.
Yukarıda sayılanlar dışında, öğretmenin bilgisayar konusunda sahip olması gereken nitelikler de şöyle sıralanabilir:
Öğretmen bilgi sunan tek otorite olmaktan çıkıp öğrencinin daha tecrübeli bir akranı gibi, ona rehberlik eden ve ulaştığı yeni bilgileri yorumlamasına destek olan farklı durumlar ile karşılamalarını sağlayan bir role kavuşmaya başlamalıdır.Öğrencilerin mevcut tecrübeleri ile çelişecek durumlar ortaya koyar ve teknolojinin de yardımı ile yorumlamalarını ister.
Kolaylıkla görülebileceği gibi, Bilgisayar Destekli Eğitimde görev alacak öğretmenlerin yetiştirilmesi problemi, bilgisayar ağırlıklı değil, eğitim ağırlıklı bir eğitim programı gerektirir.
Neden eğitimde bilgisayarı kullanmalıyız?
Gelecekte Bilgisayar Öğretmenin Yerini Alabilir Mi?
Bilgisayarın öğretmenin yerini tutması çok zor. Çünkü öğretmen öğretme görevini yaparken aynı zamanda öğrencinin gelişimine yardımcı eğitimler de vermektedir. Yaptığı hareketler olsun, davranışları olsun, karakteri olsun, konuşması gibi birçok konuda öğrencilerine rehberlik etmektedir. Bilgisayar destekli eğitimin yaygınlaşmasıyla öğretmene düşen görevler artacaktır. Sonuçta öğrenciyi güdüleyecek olan da öğretmenin kendisidir. Öğrencilerle birlikte sürekli öğretim çerçevesinde öğrenmeye devam eden öğretmen, daha akıllı, daha hızlı ve daha kaliteli olacaktır. Eğer bilgisayarlar öğretmenlerin yerini alabilseydi şu ana kadar yapılan az kalitede de olsa eğitim yazılımları öğrenci başarısını önemli ölçüde etkilemeliydi. Oysa her yıl üniversite sınavlarında, Anadolu Liseleri giriş sınavlarında ve diğer sınavlardaki başarısızlık oranı hala aynı. Bilgisayarları yapan ve programlayan bizler yani insanlardır. Öğretmenler de birer insan olduklarına göre bilgisayarların öğretimdeki etkiliği ancak 1 terabyte'lık bir sabit diskin yanında 1.44" lük bir disket ancak yapar. Kısaca bilgisayarlar öğretmenleri en az bir asırdan önce yakalayamaz.
BİLGİSAYAR DESTEKLİ EĞİTİMDE YARDIMCI DONANIMLAR
o Masaüstü, Dizüstü ve Tablet Bilgisayarlar
Masaüstü bilgisayarların taşınabilir ve çok daha küçük versiyonları olan dizüstü bilgisayarlar yanında, son yıllardaki teknolojik gelişmeler ışığında gelişen tablet bilgisayarlarda Bilgisayar Destekli Eğitimin ana donanımlarından biri olarak hayatımıza girmiştir.
o Projektörler
Bilgisayar ekranındaki görüntünün bir perde ya da duvar gibi düz bir zemine, büyütülerek yansıtılmasını sağlayan araçlardır. Günümüzde mobil telefon ebatlarına kadar, farklı büyüklüklerdeki modelleri bulunmaktadır. Bilgisayar üzerinde yapılan çalışma ya da etkinliklerin topluluklarla paylaşılmasına imkân tanır.
o Belge Kamera
Herhangi bir platformu üzerine konan herhangi bir materyalin görüntüsüne bağlı olarak bilgisayara aktarır. Bilgisayar ekranı ya da projektör yardımı ile de görüntü topluluklar ile paylaşılabilir. Belge kameralar ayrıca görüntü veya videoyu kaydedebilme özelliğine sahiptir.
o Akıllı Tahta
Son yılların en çok konuşulan Bilgisayar Destekli Eğitim’e yardımcı donanımlarındandır. Bilgisayar ekranının yansıtıldığı bir zeminde özel bir kalem yardımı ile kumanda edilmesi fikrine dayanır. Akıllı tahtalar kendileri için geliştirilmiş özel yazılımlar sayesinde bilgisayar ekranının dev bir dokunmatik görüntüye dönüşmesinin ötesinde geleneksel tahtalar gibi üzerine yazı yazılabilen ve bu yazıların kaydedilmesine ve gerektiğinde çıktı alınmasına imkan veren yardımcı araçlar olarak kullanılabilir. Bazı akıllı tahta yazılımları alana özel içerikler ve fırsatlarda sunabilir.
o Cep Telefonları
Bilgisayarlarda kullanmaya alışık olduğumuz çeşitli yazılımları çalıştırabilen küçük bilgisayarlar haline dönüştürülmüş araçlardır.
BİLGİSAYAR DESTEKLİ EĞİTİM YAZILIMLARININ NİTELİKLERİNİ DEĞERLENDİRME GÖSTERGELERİ
Uygunluk; Değerle |
ndirmeye konu edilen yazılımın kullanım koşulları ve beklentilerle tutarlılığıdır.
İşlerlik; Yazılımın kullanım sırasında öğrenci karşısında dayanıklılığını ve düşünüldüğü gibi çalışmasını ifade eder.
Etkililik; Yazılımın kalıcı davranış sağlama gücü ya da yazılımın öngörülen amaçları gerçekleştirebilme gücüdür.
Verimlilik; Yazılımın zamansal ve ekonomik anlamda sağlayabildiği tasarruftur.
Eğitimsel ölçme
Genel anlamda ölçme, bir olguya "anlamlı" sayı ya da semboller atama işlemidir. Eğitsel ölçme ise bu "olgu"ların öğrenme ürün ya da sürecine göre kazanımları kapsar. Eğitimsel ölçmelerin amacı ölçülmesi amaçlanan öğrenme yapılarının görgül kestirimlerini sağlamaktır. Bu amaca yönelik olarak değişik ölçme modelleri geliştirilmiştir.
Eğitimsel değerlendirme
Eğitimsel değerlendirme, eğitimsel ölçme sonucu bireyin yeterlilik düzeyinin belirlenmesine denir. Joint Committee on Standards for Educational Evaluation gibi uluslararası kuruluşlar tarafından belirlenen ölçütleri temel alır.
Guernsey
Guernsey, resmi adı Bailiwick of Guernsey (Guernsey Muhafızlığı) ( ; , ) Manş Denizi'nde Birleşik Krallık'a bağlı ada. Manş Adaları'ndan biridir, Normandiya'ya yakındır. Birleşik Krallık monarkının malı sayılmakla birlikte (kraliyete bağlılık, İngilizce: "crown dependency") içişlerinde bağımsızdır. AB'ye üye değildir.
Muhafızlığı hem Guernsey'in on ilçeleri hem Herm, Jethou, Burhou, Lihou adalarıyla onların adacıkları. "Guernsey Muhafızlığı" da iki yakın kraliyete bağlı adaları, Alderney'le Sark'ın (Brecqhou ada dahil) bazı hususlarını hükmediyor.
Savunması Birleşik Krallık'ın sorumlu olduğuna rağmen Guernsey Muhafızlığı Birleşik Krallık'a bağlı değildir. Birleşik Krallık ile İrlandayla pasaportsız seyahat alanındadır ama AB'ye üye değildir.
Guernsey Muhafızlığı (ile Jersey Muhafızlığı) Manş Adaları'nı oluşturuyor.
Guernsey ile Jersey'in isimleri Nors Dili köklüdür. İkinci parçası ("-ey") Norsca'da "ada" demek.
6000 MÖ kadar yükselen deniz seviyeleri Guernsey'i Avrupa'dan bölmüş. Bu dönemde Cilalı Taş Devrisel çiftçiler sahillerde yaşayıp dolmenler ve menhirleri kurmuş. Guernsey adasında üç önemli menhir heykelleri var.
Bretanya'ya giderken Briton'lar Manş Adaları - "Sarnia" veya "Lisia" (Guernsey) ve "Angia" (Jersey) dahil işgal ettiler. "Sarnia" hala Guernsey'in geleneksel adıdır. Gwent Krallığından gelen Aziz Sampson Hıristiyanlık Guernsey'e getirdiği inanılıyor.
933 MS adalar Bretanya'dan Normandiya Düklük tarafından alınmış. Manş Adalar orta çağ Normandiya Düklüğün son kalıntılarıdır. Adalarında II. Elizabeth'in geleneksel unvanı Normandiya Dükü.
Orta Çağ döneminde ada sık sık Avrupalı korsanlar ile deniz askerlerden saldırılmış. Özellikle Yüz Yıl Savaşında Capetlilerden birkaç zaman işgal edilmiş. 1372 yılında Owain Lawgoch altında Aragonlu paralı askerler adayı işgal etti Fransiz Kralı için. Lawgoch'un esmer paralı askerleri sonra deniz ötesinden şiddetli işgalcı periler olarak Guernsey mite gelmiş.
16. yüzyılın ortasında Normandiya'dan Kalvenciler (Protestan çeşidi) gelmeye başladı. Üç yerli Protestan kadınlar Katolik çoğunluğundan yakılarak öldürülmüş.
İngiliz İç Savaşı süresinde Guernsey Parlamento'yu destekledi, ama Jersey Kral'ı destekledi. Bu tercih bayağı dinle ilgiliymiş çünkü Guernsey'de daha çok Protestanlar vardı, ama Kral da birkaç Berberi Korsanları'ndan alınmış Guernsey'li denizcileri yardım etmemişti. Cornet Kalesi ama Kral'ı destekledi.
18. yüzyılın başında Guernsey'den Küzey Amerika'ya göçmenliği başlıyordu. 19. yüzyılda ada küresel denizcilik endüstri ve taş endüstriden çok zenginleşmiş. Bir ünlü Guernsey'li, William Le Lacheur, Avrupa'yla Kosta Rica kahve ticaretini kurulmuş.
I. Dünya Savaşı'nda 3.000 kadar adalı Birleşik Krallık için için Fransa ve Belçika'da askerlik yapmış.
II. Dünya Savaşı'nda Guernsey Alman ordusu tarafından işgal edilmiş. İşgalden önce Guernseyli çocukların çoğu akrabalar veya yabancılarla yaşamak için Britanya'ya tahliye ettirilmişler. Bazısı aileleriyle hiç birleşmemiş.
Victor Hugo, Les Misérables dahil, en önemli eserlerini Guernsay'de sürgündeyken yazmıştır. Evi St. Peter Port, Hauteville House, Paris şehri tarafından idare edilen bir müzeye dönüştürülmüştür.
Tayland
Tayland (Tayca: ประเทศไทย), resmi adıyla Tayland Krallığı, eski adıyla Siyam, Hindiçin yarımadasının orta kısmında bulunan Güneydoğu Asya ülkesi. Sınırları batıda Myanmar (1.800 km), doğuda Kamboçya (803 km), kuzeyde Laos (1.754 km) ve güneyde Malezya (506 km) ülkeleri bulunmaktadır. Güney kısmında Tayland Körfezi, batı kısmında ise Andaman Denizi yer almaktadır.
Tayland 513.120 km² yüzölçümü ile dünyanın en büyük 51. ülkesidir. Nüfusu ise yaklaşık 67 milyondur ve bu Tayland'ı dünyanın en kalabalık 20. ülkesi yapmaktadır. Ülkenin başkenti ve en kalabalık şehri Bangkok'tur. Etnik Tayların yanı sıra Çin, Khmer, Laos ve Malay kökenli halklar da Tayland'da yaşamaktadır.
Ülkenin resmi dili Taycadır. Nüfusun % 95 lik bir bölümü Budizm dininin Theravada koluna mensuptur. Ayrıca animizm inanışı ve İslâm dîni de yaygındır.
Tayland Krallığı Parlamenter Monarşi ile yönetilmektedir. 2016 yılından beri tahtta bulunan Çakri Hanedanı mensubu kral Maha Vajiralongkorn [X.Rama] devlet başkanı ve silahlı kuvvetler başkanı unvanlarına sahiptir.
Tayland'da bilinen en eski insan yerleşimi 40.000 yıl öncesine dayanmaktadır. Bölgedeki bilinen ilk uygarlıklar 6. yüzyıldan itibaren hüküm sürmüş Dvaravati Krallığı ve 8. yüzyıldan itibaren hüküm sürmüş Sumatra kökenli Srivijaya Krallığıdır. 9. yüzyıldan itibarense bölge Kamboçya merkezli Khmer İmparatorluğu'nun kontrolüne geçmiştir.
Güney Çin'de bulunan Yünnan kökenli oldukları düşünülen Taylar 10. yüzyıldan itibaren bölgeye göç etmeye başlamışlar ve 12. yüzyıl itibarıyla baskın nüfus olmuşlardır. Khmer İmparatorluğunun 13. yüzyılda zayıflamaya başlamasıyla birlikte bölgede çeşitli Tay şehir devletleri ortaya çıkmıştır.
1238 yılında kurulan Budist Sukhothai Krallığı ilk önemli Tay devleti olarak kabul edilmektedir. Aynı dönemlerde kurulmuş olan Chiang Mai merkezli Lanna krallığı diğer bir Tay şehir devletidir. Uzun süren bir refah dönemi süren Sukhothai ve Lanna krallıkları, sonraki dönemlerde ortaya çıkmış olan rakip Siyam şehir devleti olan Ayutthaya Krallığı tarafından işgal edilmişlerdir.
Sukhothai krallığının sona ermesiyle birlikte Siyam'ın başkenti Ayutthaya şehri olmuştur. Asya'daki en önemli ticaret merkezlerinden biri haline gelen Ayutthaya şehrinde, başta Portekiz olmak üzere birçok Avrupa ülkesi de ticari faaliyette bulunmuştur. Yaklaşık 400 yıl süren bir refah döneminin ardından Ayutthaya şehri Myanmar'dan gelen istilacılar tarafından işgal edilmiş ve tamamıyla yakılıp yıkılmıştır.
Ayutthaya'nın işgalinden sonra Kral Taksin başkenti günümüzde Bangkok sınırları içerisinde yer alan Thonburi'ye taşımıştır ve kaybedilen toprakların büyük bölümünü geri alarak Thonburi Krallığını kurmuştur. Çao Phraya nehrinin batı kıyısında bulunan Thonburi Burma'dan gelebilecek saldırılara karşı korunmasız olduğu için, bir sonraki kral olan I. Rama başkenti nehrin doğu kıyısındaki Rattanakosin'e taşımıştır. Rattanakosin Krallığının başkenti olmuş bu bölge doğuya kazılan bir kanal sayesinde bir ada halini almıştır ve Bangkok'un temelleri burada atılmıştır. Günümüzdeki Tayland kralı IX. Rama, Bangkok'u kuran I. Rama'nın da dahil olduğu Çakri Hanedanına mensuptur.
Avrupa ülkelerinin Hindiçin bölgesinde kolonileştiremedikleri tek ülke, Mongkut olarak bilinen kral IV. Rama'nın izlediği denge politikaları sayesinde Tayland olmuştur. Hayatı ünlü Kral ve Ben filminde işlenmiş olan Mongkut Fransa ve İngiltere'nin arasındaki rekabetten yararlanmıştır ve bu sayede Tayland, komşuları Burma, Kamboçya, Laos ve Vietnam'ın aksine asla bir Avrupa kolonisi olmamıştır. Bu durum günümüzde dahi Taylar için büyük bir gurur kaynağıdır.
Çulalongkorn olarak da bilinen Kral V. Rama ülkesini batı standartlarına getirmek için önemli reformlara imza atmıştır ve bu yüzden Tay toplumunda kendisine karşı büyük bir saygı beslenmektedir. Neredeyse bir yarı-tanrı olarak kabul edilen Çulalongkorn'un heykelleri kimi tapınaklarda Buda heykelleri ile yan yana bulunmaktadır. Çulalongkorn babasının denge politikasını devam ettirmiştir, ancak Tayland bu dönemde toprak kaybına uğramıştır. Başta Mekong nehrinin doğusunda yer alan günümüz Laos sınırları içerisindeki bölge ve Malay Yarımadası olmak üzere, daha önce Siyam sınırları içinde bulunan bazı bölgeler Avrupalı devletlerin yönetimine geçmiştir ve Tayland günümüzdeki sınırlarına çekilmiştir.
Prajadhipok olarak da bilinen Kral VII. Rama Tayland'ı mutlakiyetle yöneten son kral olmuştur. 1932 yılında kansız bir devrim sonucunda mutlak monarşiden parlamenter monarşiye geçilmiştir. 1939 yılında ise ülkenin adı Siyam yerine Tayland ile değiştirilmiştir.
II. Dünya Savaşı sırasında Tayland kısa bir dönem Japon İmparatorluğu işgali altında kalmıştır. Japonların, daha önce Fransız ve İngiliz devletlerine kaybedilen toprakları geri kazanma vaadi üzerine Tayland Mihver Devletlerine katılmış ve 1942 yılında Müttefik Devletlere savaş ilan etmiştir. Bu dönemin izleri Kanchanaburi gibi şehirlerde gözlenebilir. Bu şehirdeki ünlü Kwai Köprüsünün inşası sırasında 200.000 Asyalı işçi ve 60.000 savaş esiri ölmüştür.
1946 yılında VIII. Rama unvanlı Kral Ananda Mahidol'un yatağında tabanca ile öldürülmüş olarak bulunması üzerine başlayan tartışmalar sivil anayasal hükümetin zayıflamasında etkili olmuş ve Tayland'da askeri yönetimin yeniden işbaşına gelmesini hızlandırmıştır. Mareşal Plaek Phibunsongkhram'ın 1948'de yeniden başbakanlığa getirilmesiyle birlikte Tayland Soğuk Savaş süresince Amerika Birleşik Devletleri müttefiki olmuş ve askerî darbelerin damgasını vurduğu bir dönem geçirmiştir.
Thai Rak Thai partisinin lideri olan eski polis memuru Taksin Şinavatra'nın 2001 yılında başbakan seçilmesi ülkenin yakın dönem tarihine damgasını vuracak bir gelişme olmuştur.
Güney Tayland'daki Pattani ili ve civarındaki bölgelerde yaşayan Malay kökenli müslümanları |
n bir kısmı, 2001 yılında otonomi talebiyle silahlı mücadeleye başlamıştır. Chakri Hanedanı kralları tarafından işgal edilmeden önce Pattani Sultanlığı adında bağımsız bir krallığın bulunduğu bölge, Tayland hükümetlerinin asimilasyon politikalarına karşı tepkinin odağı olmuştur. Daha sonra Yala ve Narathiwat illerine de sıçrayan şiddet dalgası günümüze değin hız kesmeden devam etmektedir.
2004 Hint Okyanusu depremi ve tsunamisi sırasında en çok can kaybı yaşanan ülkelerden birisi de Tayland olmuştur. Felaket sonrasında ülkenin turizm endüstrisi de büyük zarar görmüştür.
Askerler tarafından yönetime yapılmış en son müdahale olan 2006 Tayland darbesi başbakan Taksin Şinavatra yurtdışında iken yapılmıştır. Büyük çapta yolsuzluk yapmakla suçlanan devrik başbakan halen sürgünde yaşamaktadır.
Darbe döneminden sonra Tay toplumunda derin bir kamplaşma meydana gelmiştir. Bangkok merkezli orta kesim ve burjuvazi "Sarı Gömlekliler" olarak da bilinen PAD içerisinde, özellikle kuzey ve kuzeydoğudaki kırsal kesimlerde yaşayan Taksin yanlıları ve diğer rejim muhalifleri ise "Kırmızı Gömlekliler" olarak da bilinen UDD içerisinde örgütlenmişlerdir. İki kesim çeşitli zamanlarda birbirleriyle ve güvenlik güçleriyle karşı karşıya gelmiştir.
Darbe sonrasında yapılan seçimlerde yönetime Taksin yanlısı Samak Sundaravej'in gelmesi üzerine Sarı Gömlekliler büyük protesto gösterileri düzenlemiş ve Suvarnabhumi Uluslararası Havaalanını haftalarca işgal etmişlerdir. Olaylar sonrasında seçimlerde hile yapıldığı gerekçesiyle anayasa mahkemesi Samak Sundaravej'in görevine son vermiş ve Sarı Gömleklilerin olumlu baktığı Demokrat Parti lideri Abhisit Vejjajiva başbakanlk görevine getirilmiştir.
Ancak bu değişiklikten memnun olmayan Kırmızı Gömlekliler Bangkok şehir merkezini aylarca işgal altında tutmuşlardır. 2010 Mayıs ayında doruğa ulaşan şiddet dalgası sonucunda yüze yakın sivil ve de asker ölmüştür. Bangkok'ta büyük bir maddi zarar meydana gelmiş ve turizm endüstrisi de büyük darbe almıştır.
Olaylar sonrasında erken seçime gidilmesi kararlaştırılmıştır. 3 Temmuz 2011 tarihinde yapılan seçimleri Taksin yanlısı Pheu Thai partisi kazanmıştır. Devrik lider Taksin Şinavatra'nın kız kardeşi Yingluck Şinavatra ülkenin ilk kadın başbakanı olmuş ve bir koalisyon hükümeti kurulmuştur.
2003 yılı Kasım ayında, Sarı Gömlekli göstericiler başbakan Yingluck Şinavatra'nın istifası talebiyle başkent Bangkok'ta sokak gösterileri düzenlemeye ve devlet binalarını işgal etmeye başlamışlardır. Başbakanı Şinavatra, ülkede günlerdir süren gösteriler üzerine 9 Aralık tarihinde parlamentoyu feshettiğini duyurmuş ve seçim çağrısı yapmıştır.
Tayland 6 coğrafi bölgeden oluşmaktadır. Bu bölgeler Kuzey Tayland, Kuzeydoğu Tayland, Güney Tayland, Batı Tayland, Orta Tayland ve Doğu Tayland'dır.
Tayland 76 ilden oluşmaktadır. Her il ilçelere, ilçeler ise alt ilçelere bölünmüştür. 2006 yılı itibarı ile 877 ilçe bulunmaktadır. Bangkok ise 50 ilçeye sahiptir..
Tayland tropik iklime sahip bir ülkedir. Mevsimler kabaca üçe ayrılmaktadır. Kasım ve Şubat ayları arasındaki dönem serin mevsim olarak adlandırılmaktadır. Bu mevsimde sıcaklık ve nem aşırı yüksek değildir ve yağışlı gün sayısı azdır. Mart ve Nisan ayları arasındaki dönem sıcak mevsim olarak adlandırılmaktadır. Bu döneme yüksek sıcaklık ve nem damgasını vurur. Mayıs ve Ekim ayları arasındaki dönem ise yağışlı mevsim olarak adlandırılmaktadır. Bu dönemde muson yağmurları etkili olur.
Temmuz 2012 itibarı ile Tayland'ın nüfusu 67.091.089 kişiden oluşmaktadır. Etnik Taylar nüfusun yaklaşık % 75'ini oluşturmaktadır. Çin kökenli Taylar ise % 14 civarındadır. Geri kalan % 11 ise Khmer, Lao, Malay gibi gruplardan oluşmaktadır. Ayrıca özellikle kuzey Tayland sınır kesimlerinde Akha, Mon, Hmong, Karen, Lahu gibi dağ kabilelerine mensup azınlıklar yaşamaktadır.
Budizm ülkenin resmi dinidir. Ülke nüfusunun yaklaşık %95'i Budizmin Theravada koluna mensuptur. Tayland Budizmi animizm, Hinduizm ve Konfüçyüsçülük inanışları ile iç içe geçmiştir. Nüfusun yaklaşık %5'i ise Müslümandır. İslam dini özellikle ülkenin güneyindeki Pattani gibi bölgelerde yaygındır. Tayland'da Hıristiyanlık, Sihizm ve Hinduizm dinlerine mensup halklar da yaşamaktadır. Tayland'daki Yahudilerin tarihi ise 17.yy'a kadar uzanmaktadır.
Theravada Budizmi'nin kültür üzerinde yoğun bir etkisi vardır. Erkek çocukların birkaç ay süresince Budist manastırlarında kalmaları beklenmektedir. Budist keşişler her sabah erken saatlerde ellerindeki taslarla kapı kapı dolaşarak yemek ve bağış toplarlar. Kadınların Budist keşişlere dokunmaları yasaktır.
Wat adı verilen Budist tapınaklarının toplumda önemli bir yeri vardır. Bu tapınaklarda insanlar ibadet etmenin yanı sıra gönüllü olarak çalışarak topluma hizmet ederler. Budist tapınaklarına girmeden önce ayakkabıları çıkartmak gerekmektedir. Tapınaklarda şort, kolsuz t-shirt, mini etek gibi kıyafetleri giymekten kaçınmak gerekir. Ayak insan vücudunun en değersiz yeri olarak kabul edildiği için, ayak tabanının Buda heykellerine veya diğer insanlara dönük olmaması gerekmektedir. Baş insan vücudunun en kutsal noktası olarak kabul edilir, bu yüzden çocukların başını okşamak hoş karşılanmaz.
Güneydoğu Asya'daki erken dönem inanış biçimi olan animizmin halen büyük etkisi vardır. Bu inanışa göre her türlü her nesne bir ruhi varlık veya ruh tarafından yönetilir. Hemen her Tayland evinin önünde bulunan ve ruh evi olarak bilinen kuş kulübesi benzeri yapılar, önceden evin inşa edildiği arazide yaşadıklarına inanılan ruhlar için tahsis edilirler. Ruhları mutlu kılmak için bu yapılara düzenli olarak adaklar adanır. Aksi takdirde ruhlar eve gelerek huzursuzluk çıkartabilirler. Ayrıca Tay toplumunda hayaletlere de yoğun bir şekilde inanılır.
Güneydoğu Asya'da uzun süre baskın din olmuş Hinduizm'in de kültür üzerinde etkisi vardır. Ganeşa gibi kimi Hindu tanrıları Tay toplumunda oldukça büyük saygı görürler. Ünlü Hindu destanı Ramayana'nın Tay versiyonu olan Ramakien Tayland kültüründe önemli bir yere sahiptir. Bangkok'taki ünlü "Wat Phra Kaew" tapınağının duvarları Ramakien destanın resimleri ile süslenmiştir. Ayrıca Tayland'ın millî sembolü olan Garuda Hint mitolojisine göre tanrı Vişnu'nun bineğidir.
Nüfusun % 14'ünü oluşturan Çin kökenli Taylar da kendi dini geleneklerini sürdürmektedirler. Bangkok'taki Çin Mahallesi ve Phuket Kasabası gibi Çin kökenli Tayların yoğun olarak yaşadığı bölgelerde Taoizm, Konfüçyüsçülük ve Mahayana Budizmi inanışlarına adanmış tapınaklar bulunmaktadır. Merhamet Tanrıçası Guan Yin'e adanmış tapınaklar özellikle yaygındır. Taoist Vejetaryen Festivali özellikle Phuket'teki Çin kökenli Taylar tarafından her yıl görkemli bir şekilde kutlanmaktadır.
Tayland kültürü Hindistan, Çin, Kamboçya, Laos, Myanmar ve diğer Güneydoğu Asya ülkeleri kültürlerinden yoğun bir biçimde etkilenmiştir.
Tayland'da insanlar birbirlerini selamlarken veya dua ederken avuç içlerini birleştirir ve başlarını öne eğerler. "Wai" adı verilen bu selamlama biçimi Hindistan kökenlidir.
Tayland'da çoğu Hindu veya Budist kökenli birçok festival kutlanmaktadır. Tayland yeni yılında yapılan su festivali Songkran ve su ruhlarını onurlandırmak için yapılan Loi Krathong önemli festivallerdendir.
Tayland'da ikili bir hiyerarşi sistemi vardır. Buna göre gençler yaşlılara, fakirler zenginlere, öğrenciler öğretmenenlere vb kesinlikle saygı göstermek zorundadırlar.
Tayland kralları bölgedeki eski tanrı-kral geleneğinin de etkisiyle son derece fazla saygı görmektedirler. Krala hakaret etmek veya eleştirmek yasaktır. Bu kurala uymayan Taylar veya yabancılar lese-majesty yasası sebebiyle hapis cezasına çarptırılabilirler.
Tayland kültüründe başkalarına karşı tolerans göstermek ve çatışmadan kaçınmak son derece önemlidir. İnsanları eleştirmek, azarlamak, kavga etmek son derece ayıp sayılmaktadır.
Tayland'da LGBT bireylere karşı da büyük bir hoşgörü gösterilmektedir. Kathoey adı verilen transseksüel ve travestiler dışlanmadan her türlü işte çalışabilmektedirler. Ayrıca kathoey kabareleri ve güzellik yarışmaları da son derece meşhurdur.
Tayland kültüründe anne, baba ve diğer aile büyüklerine saygının büyük önemi vardır. Çocuklar ailelerine destek olmakla yükümlüdürler. Tayland'daki seks turizminin en önemli sebeplerinden biri de, özellikle Isan gibi fakir kırsal kesimlerde yaşayan kadınların ve kathoeylerin ailelerine destek olmak için fuhuş sektörüne dahil olmalarıdır.
Sanuk adı verilen kavram Tayland kültüründe önemli bir yer tutmaktadır. Buna göre çalışılan işi mutlaka eğlenceli bir hale getirmek gerekmektedir. Aksi takdirde iş sıkıcı ve tekdüze olacaktır.
Batılı devletlerin Hindiçin'de tek kolonileştiremedikleri ülke Tayland olmuştur ve bu Tay halkı için büyük bir gurur kaynağıdır. Batılılar farang olarak adlandırılmaktadırlar.
Hint, Çin ve Güneydoğu Asya mutfaklarının bir karışımı olan Tayland mutfağı dünya çapında meşhurdur. Tayland yemeklerinde, her bir yemekte ya da tüm sofrada, ekşi, tatlı, tuzlu ve acı olmak üzere dört ana lezzetin dengesi gözetilir. Hindistan cevizi gibi meyveler ve baharatlar yemeklerde yoğun bir biçimde kullanılır.
Asıl adı Muay Thai olan Tayland boksu da dünyaca ünlüdür ve Tayland'daki en popüler spor dallarından biridir.
Dünya'nın en turistik ülkelerinden birisi olan Tayland 2011 yılında 20 milyona yakın ziyaretçiyi ağırlamıştır. Turizm ülke ekonomisinin yaklaşık % 6.7'sini oluşturmaktadır.
Ülkenin turizm merkezi başkent Bangkok şehridir. Suvarnabhumi Uluslararası Havaalanı vasıtasıyla her yıl milyonlarca turist ülkeye giriş yapmaktadır. Bangkok'taki Büyük Saray ve Wat Pho gibi tarihi yapıların ve müzelerin büyük bölümü Ko Rattanakosin bölgesinde bulunmaktadır. Çin Mahallesi ve Dusit tarihi eserler açısından zengin diğer bölgelerdir. Siam bölgesi Bangkok'un merkezi olarak kabul edilmektedir ve Tayland'ın en yüksek binası olan Baiyoke Kulesi II'ye de ev sahipliği yapmaktadır.Sukhumvit ve Silom gibi bölgelerde çok sayıda alışveriş merkezi ve otel bulunmaktadır. Sırt çantalı gezginler ise ünlü Khao San Road |
bölgesini tercih etmektedirler. Ulaşım için raylı sistemlerim ve taksilerin yanı sıra Tuk-Tuk adı verilen araçlar da kullanılmaktadır.
Bangkok'tan günübirlik turlarla gidilebilen Kanchanaburi şehri başta Kwai Köprüsü olmak üzere önemli II. Dünya Savaşından kalma eserlere ev sahipliği yapmaktadır. Evcil kaplanların barındığı ünlü Kaplan Tapınağı da bu bölgede yer almaktadır.
Tayland'ın zengin tarihi geçmişi Ayutthaya ve Sukhothai antik şehirlerinde gözlemlenebilir. Her iki şehirde de antik Siyam krallıklarının görkemli günlerinden kalma önemli tapınaklar ve heykeller bulunmaktadır.
Bangkok'a yaklaşık bir saat mesafede bulunan ve Chonburi iline bağlı olan Pattaya ülkenin en turistik şehirlerindendir. Günümüzde daha çok seks turizmi ile özdeşleşmiş olsa da aileleri de kendine çekmeye başlamıştır. Pattaya yakınlarındaki Ko Samet ve Ko Chang adaları da önemli turizm merkezlerindendir.
Tropik bir iklime sahip olan Tayland'ın adaları ve plajları Dünya'nın en güzellerinden olarak kabul edilmektedir. Andaman denizinde bulunan Phuket Tayland'ın en büyük ve turistik adasıdır. Phuket yakınlarındaki Phang Nga Körfezi denizden yükselen yüzlerce kalker tepesi ile meşhurdur. Krabi bölgesi ve The Beach filminin çekildiği Phi Phi Adaları diğer ünlü turizm merkezlerindendir.
Başta Andaman denizi olmak üzere Tayland'ın büyük bölümü dalış turizmi için son derece elverişlidir. Similan Adaları Dünya'nın en ünlü dalış bölgelerindendir birisidir.
Tayland Körfezinde bulunan Samui takımadaları diğer bir önemli turizm bölgesidir. Grubun en büyük adası olan Ko Samui her kesimden ziyaretçiyi ağırlamaktadır. Her ay dolunay gecesinde yapılan Full Moon Party ile meşhur olmuş Ko Pha Ngan adası ise daha çok sırt çantalı gezginleri kendisine çekmektedir. Grubun en küçük adası olan Ko Tao ise Tayland'ın önemli dalış merkezlerindendir.
Kuzey Tayland'da bulunan Chiang Mai, Chiang Rai ve Mae Hong Son gibi şehirler ise dağ kabilesi yürüyüşleri ile ünlüdürler. Bu turlarda Akha, Mon, Hmong, Karen, Lahu gibi dağ kabilelerinin köyleri ziyaret edilmektedir.
Myanmar
Myanmar, resmî adıyla Myanmar Birliği Cumhuriyeti ve ayrıca bilinen adlarıyla Burma ya da Birmanya, Güneydoğu Asya'da, Andaman Denizi ve Bengal Körfezi kıyısında, Bangladeş, Çin, Hindistan, Laos ve Tayland arasında yer alan ülke.
Ülkenin tarihî adı ülke nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan Birmanlardan gelen Burma'dır. Ülkede 1989'da tesis edilen askerî rejim, ülkenin sömürge döneminin izlerini silmek adına Burma olan ülke adını yine Birmanların adının bir başka çeşitlemesinden gelen Myanmar olarak değiştirmiştir ve bu ad günümüzde de resmen kullanılmaktadır. Bu yeni ad ülkedeki rejime destek veren Çin gibi ülkelerce hemen benimsenmişken Batılı ülkeler bu adı reddederek eski ad Burma'yı uzun süre kullansa da ülkedeki demokratikleşme hareketleri sonrası bu tavır yumuşamıştır. Ülkenin eski adı Burma'nın Türkçedeki kullanımı ise Fransızca Birmanie'de gelen Birmanya olup mevcut ad olduğu gibi kullanılmaktadır.
Myanmar'da gelişkin bir Buda uygarlığı vardır. Terk edilmiş bir kent olan Pagan'da bu uygarlıktan izler görülür.
Kentte 9-13. yüzyıllar arasında yapılmış binlerce Buda tapınağı bulunmaktadır. 11-19. yüzyıllarda Birmanya prensleri arasında amansız savaşlar oldu. 1820'de büyük Myanmar generali Maha Bandula, Hindistan'ın İmphal (Manipur) ve Assam eyaletlerini ele geçirip Bengal'e yönelince Hindistan'a o zaman egemen olan İngilizler, Myanmar'ya savaş açtılar. Maha Bandula geri püskürtüldü ve Myanmarlılar yalnızca Assam ve İmphal üzerindeki isteklerinden vazgeçmekle kalmadılar, aynı zamanda Aşağı Birmanya'nın Arakan ve Tenasserim bölgelerini de İngilizler'e bırakmak zorunda kaldılar. 1826-82'de İngilizler, Aşağı Myanmar'ı adım adım ele geçirdiler. Kral Thibavv'la 1886'da yapılan savaştan sonra, başkenti Mandalay olan Yukarı Birmanya da İngilizler'in denetimi altına girdi. 1919'dan 1937'ye kadar Myanmar, "Birmanya" adı altında Hindistan'ın bir eyaleti olarak İngiliz yönetiminde kaldı. 1948 yılında İngiltere sömürge yönetimi fiilen bitti.
1962 yılında General Ne Win başkanlığındaki askerler yönetime el koydu. 2007'de askeri diktaya karşı Budist rahiplerin öncü rol oynadığı "Safran Devrimi" adlı girişim başarısız olmasına karşın, ülkede 2008 yılında ilan edilen yeni anayasanın ardından, 2010 yılında gerçekleştirilen seçimler sonucunda cumhuriyet rejimine geçiş yapıldı. Myanmar ordusunun desteğine sahip Birlik, Dayanışma ve Kalkınma Partisi'nin seçimleri %80'lik bir oy oranıyla kazandığının ilan edildiği seçimlerde Nobel ödüllü Aung San Suu Kyi liderliğindeki Ulusal Demokrasi Birliği partisi de geniş çaplı usulsüzlüklerin yaşandığını ileri sürerek seçimleri boykot etti. Ancak 23 Aralık 2012 yılında 664 üyeli parlamentoda milletvekillerinin çeşitli görevlere atanmasıyla boşalan 45 sandalye için yapılan ara seçimlerde Ulusal Demokrasi Birliği partisi 40 sandalyeyi kazandı.
4 Mayıs 2008'de oluşan Nargis kasırgası nedeniyle son belirlemelere göre yaklaşık 51.000 kişi ölmüş, 41.000 kaybolmuştur. İktidardaki askerî cunta, ısrarlar sonucu 8 Mayıs 2008'de uluslararası yardımları kabul etmiştir.
Myanmar, Çinhindi'nin kuzeybatısında yer alır. Komşuları kuzeybatıda Hindistan ve Bangladeş, kuzeydoğuda Çin, güneydoğuda Laos ve Tayland'dır. Ülkenin güneybatı kıyıları Bengal Körfezi ile çevrilidir.
1947 yılından bu yana devam eden Arakan İsyanı'nda Myanmar Ordusu ile Myanmar'daki Müslüman azınlık Rohingyalar arasında sık sık çatışmalar yaşanmakta, 2012 Arakan Bölgesi ayaklanmaları ile artan çatışmalar sırasında Myanmar Hükümeti ve siviller tarafından Müslüman azınlığa yönelik saldırı katliam yapılmıştır.
2016 yılında Myanmar Dini İşler Bakanı Aung Ko ülkede yaşayan Budistleri tam vatandaş ilan etmiş Müslümanları ise “yan ve yarı vatandaş" şeklinde tanımlanmıştır.
Başlıca doğal kaynakları petrol, kereste, kalay, antimon, çinko, bakır, tungsten, kurşun, kömür, mermer, kireç taşı, değerli taşlar, doğal gaz ve su enerjisidir.
Çoğunluğu Budist olan Myanmar’da resmî makamlar, Müslümanların nüfusun % 4’ünü oluşturduğunu iddia etmektedirler. Ancak müslüman önderler bu oranın % 10 ile 14 aralığında olduğunu söylemektedirler. Müslümanların etnik köken dağılımı ise şöyledir: % 68 Hint, % 30 Myanmarlı, % 2 Çin asıllı. Müslümanların % 41’i Arakan bölgesinde geri kalanı ise ülkenin diğer bölgelerinde yaşamaktadırlar. Büyük çoğunluğu Hanefi mezhebindendir.
Hint asıllı Müslümanlar çoğunlukla başkent ve çevresinde yaşarken Bengal, Urdu ve Myanmar dillerinin karışımı bir dili konuşan Rohingyalar Arakan bölgesinde yaşamaktadırlar. Diğer Müslümanlara göre daha fakir olan Rohingyalar savaş, sürgün ve baskılara mâruz kalmışlardır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Arakan’da Müslüman devleti kurma faaliyetleri silâhlı çatışmalara ve hükümetin askerî operasyonlar yapmasına neden oldu. Binlerce Müslüman yurtlarından çıkarıldı ve camileri, okulları, evleri zarar gördü. Bunlardan geriye dönenleri Myanmar hükümeti ülkeye kaçak yollardan giren yabancılar olarak kabul etti.
1989 ve 1991 yıllarındaki operasyonlar sonucunda 250.000 Arakanlı müslüman tekrar Bangladeş’e sığındı ve ancak BMMYK’nın baskısı neticesinde 1992’de ülkeye geri dönebildiler. Müslümanların bir kısmı halen mülteci olarak Bangladeş’te kamplarda yaşamaktadır. Myanmar hükümeti Rohingyalar’a tam vatandaşlık hakkı vermeyi reddederek onların Myanmar vatandaşı sayılabilmeleri için vatandaşlık kanununa göre İngiliz işgali ve Hint göçmen akını başlamadan yani atalarının 1824 tarihinden önce ülkede yaşadıklarını ispatlamaya zorlamaktadır. 1948’den beri savaşan Müslümanlar ise 1999’da Arakan Rohingya Millî Teşkilâtı’nı ve 2000 yılında da Rohingya Dayanışma Örgütü’nü kurarak faaliyetlerini Bangladeş üzerinden sürdürmektedirler.
Ülkedeki müslümanlar arasında sosyal yaşamda ve dinî görevleri ifa etme hususunda farklı görüntüler sergilenmektedir. Hint asıllılar konuşma dili olarak Urduca’yı kullanırken yerliler Myanmar dilini kullanmaktadır. Hint asıllılar dini vecibelerine daha çok dikkat ederken yerliler ise eski Budist kültüründen gelen alışkanlıklarıyla karışmış bir dini hayat sürdürmektedir. Siyasî ve sosyokültürel açıdan da bölünmüşlük vardır ve her toplumun kendi derneği vardır.
Peru
Peru, (İspanyolca: ', Quechua: "Piruw", Aymara: "Piruw") ya da resmî adıyla Peru Cumhuriyeti (İspanyolca ', Quechua: "Piruw Mama Llaqta", Aymara: "Piruw Suyu") Güney Amerika'nın batısında bir ülkedir. Kuzeyde Ekvador ve Kolombiya, doğuda Brezilya, güneydoğuda Bolivya, güneyde Şili ve batıda Büyük Okyanus'la sınırlıdır.
Peru, kuzeyde Ekvador ve Kolombiya, doğuda Brezilya, güneydoğuda Bolivya, güneyde Şili ve batıda Büyük Okyanus ile sınırlı bir coğrafyada yer alır.
Peru tamamen değişik iklim bölgelerine sahiptir.
Costa Humboldt Akıntısı'nın etkisi altında olup, tarımın sadece Andlar'dan gelen nehirler boyunca ve nehir vahalarında mümkün olduğu, geniş ölçüde bir kıyı çölüdür.
Peru'nun güneyinde, Şili sınırında dünyanın en kurak çölü olan Atacama Çölü başlar. Costa'nın güney kısımlarında başkent Lima'ya kadar olan kesimde, yani kıyı şeridinin yaklaşık yarısında, yıl boyunca olan yağmur düşüşü sıradışı ölçüde enderdir.
Lima'nın kuzeyinde zemin kalitesi ve yağmur düşüşü biraz artar ki böylelikle tarım imkânı nehir vahalarının dışında da mümkün olur. Sıcaklık kışın 12 °C ve yazın 35 °C arasında oynar.
Lima'nın yanında kıyıdaki büyük şehirler (kuzeyden güneye) Tumbes, Sullana, Piura, Chiclayo, Trujillo, Chimbote, Huaral, Pisco, Ica, Nazca'dır.
İnce kıyı bölgesinin ardında Sierra başlar. Burası, uzun vadilerle kesintiye uğrayan (isp. "callejón" veya "valle") Andların çok sayıda dağ sırasından oluşur. Bütün Andlar bölgesinde tipik olan, derin kesimli vadiler (Kanyonlar) ve dağ zincirlerinde büyük nehirlerle oluşan Kordillerin doğu ve batı yakasındaki aralıklardır (isp:"Pongo").
Andlar'daki tipik kesit, kendini merkezi bölge Ancash'da gösterir. Batıdan doğuya „Kara Kordiller“ 'ini ("Cordillera Negra", yaklaşık 5.000 m kadar) "Callejón de Huaylas" (3.000 m civarında) |
takip eder. Sonraki dağ sırası "Beyaz Kordiller" 'dir ("Cordillera Blanca"). Burada Peru'nun en yüksek dağı Huascarán (6.768 m) bulunur. Doğu istikametine devam ederek "Callejón de Conchucos" uzanır (Amazonlar'ın bir kaynak nehri olan Marañón ile beraber). Sonrasında diğer dağ zincirleri ile devam eder.
En yüksek dağlar, Nevado Huascarán (6.768 m), Yerupajá (6.634 m), Coropuna (6.425 m), Ampato (6.310 m), Chachani (6.075 m) ve yanardağ Misti'dir (5.822 m).
Ülkenin kuzeyinde Andlar kar sınırına ulaşmaz ve bitki örtüsü çok zenginken (Páramo İklim Zonu), orta bölgelerde kendini çok dik, kısmen geniş vadiler ve sürekli kar ve buzullarla kaplı yüksek dağlar olarak gösterir. Peru'nun orta güneyinde (Başkent Lima'nın enleminden itibaren) tabiat kendisini 3.000 ve 4.000 metre aralığında tepelik olarak gösterir. 5000 m'den yüksek dikkat çekici karla kaplı masif dağ sayısı azdır.
Bu enlemden güneye doğru, kısmen aktif olan konik volkan Ubinas sahne alırken, beraberinde daha az dik olan dağ sıraları ve bunların arasında kalan tepelik yüksek plato görüntüsüne sahip And Dağları zincirleri, kuvvetli ölçüde yayılım gösterir. Ülkenin güneyinde (Arequipa, Puno, Moquegua ve Tacna Bölgeleri'nde) özellikle yüksek platonun belli ölçüde düz kısmı kendini gösterir. Burafa, tipik görüntüsünü Titikaka Gölü çevresinde alan, Altiplano adı verilen plato oluşur.
Ortalama yıllık ısı derecesi 3.300 m yükseklikte 11 °C'dir. Bazen, yağmur bakımından fakir bölgelerde Ekim'den Nisan'a kadar kuvvetli yağışlar beklenebilir. Bu bölgedeki büyük şehirler (kuzeyden güneye) Cajamarca, Huaraz, Cerro de Pasco, Huancayo, Ayacucho, Cusco, Puno ve Arequipa'dur.
Cusco yakınlarında efsanevi İnka şehir harabesi Machu Picchu bulunur.
Andlar'ın doğusunda Yağmur Ormanları bölgesi „Selva“ başlar. Ilıman iklimin hüküm sürdüğü tropik dağ ormanı mevcut olduğundan burada geçiş yumuşak olur.
Isı farklılıklarının az olduğu bölgelerde yıllık ortalama sıcaklık yaklaşık 26 °C olup, yıllık yağış miktarı 3.800 mm'ye ulaşır. Burada, Brezilya'ya doğru Amazon Havzası'ndan akan Amazonların diğer kaynak nehirleri doğar.
Peru, yağmur ormanları sık ve neredeyse balta girmemiştir. And Dağları'ndan çıkarak geniş kıvrımlarla Amazonlar'a akan nehirler, orman derinliklerinden geçen tek ulaşım damarlarıdır.
Bu bölgenin büyük ve turizm için önemli olan şehirleri Iquitos ve Puerto Maldonado'dur. Iquitos'a Lima'dan kara yolu ile ulaşmak mümkün olmayıp, ulaşım uçak ya da vapurlarla olur. Puerto Maldonado'ya uçak (1 ½ saat Lima; ½ saat Cuzco), vapur ya da kara vasıtasıyla ulaşılabilir. Bölgedeki diğer büyük şehirler (kuzeyden güneye) Tarapoto, Tingo María ve Pucallpa'dir.
Peru'nun önemli nehirleri Amazon Nehri ve onun kaynak nehirleri olan Río Apurímac, Río Urubamba, Río Ucayali ve Río Marañón ile Amazonlar'ın yan kolları olan Napo, Putumayo ve Huallaga'dur.
Peru'nun en büyük ve en önemli gölleri ise And Dağları arasındaki Titikaka Gölü ile Lago Junín'dir.
Peru'nun florası çok değişken ve çok yüzlüdür. Kurak ve kumlu kıyı düzlüklerde sadece az miktar otlar ve çalılar büyür. Buna karşın yağmur ormanları bölgesinde büyük bir bitki bolluğu bulunur. Bu bitki örtüsünün başlıca temsilcileri kauçuk, tesbih ağaçları, vanilya bitkileridir. Yüksek dağlık kesimde doğa şartları sebebiyle az bitki çeşitliliği mevcuttur. Burada başlıca olarak, kaktüsler, mesquiteler gibi kurak bölge bitkileri (Xerophyt) vardır.
Peru'nun hayvan dünyası da aynı şekilde florası gibi çok çeşitlilik sunar. Sahil düzlüklerinde ve sahil önlerindeki adaların kıyılarında martılar, ötleğenler, akrepler, yüzgeçayaklılar ve penguenler yaşar. Peru'nun sahil sularında başlıca olarak sardalyalar, istakozlar, ve uskumrular bulunur. Doğuda bereketli bölgelerdeki hayvanlar örneğin armadillo, timsahlar, jaguarlar, pumalar ve flamingolardır. Peru'nun millî hayvanı And kaya horozu ("Rupicola peruviana") Manu Miili Parkı'nda bulunur.
Peru, 26 bölüme ("Departamentos"), 195 eyalete ("Provincias") ve 1.828 mıntıkaya ("Distritos") ayrılmıştır. Ülkenin 2002 yılındaki bölgeselleşmesinden beri departamentolar, seçili organları olan özerk idari birimlerdir. Ülke çapında ilk bölgesel seçimler Kasım 2002 tarihinde gerçekleşmiştir. Ülkenin bölgelere ("Regiones") ayrılması da planlanmış olmakla birlikte, 30 Ekim 2005 tarihindeki referandumda, 16 depertamentonun halkının % 78'i 5 bölgede (Norte, Nor Centro Oriente, Ica-Huancavelica-Ayacucho, Cusco-Apurímac ve Arequipa-Puno-Tacna) bir araya gelmeye karşı olduğunu beyan etmiştir.
Bölgeler:
Peru'nun büyük şehirleri şunlardır: Lima (7.363.069 nüf.), Trujillo (861.044), Arequipa (860.000), Callao (824.329), Chiclayo (634.600) ve Iquitos (400.000).
"Ayrıca bakınız:" Peru'daki şehirler listesi
30 milyon civarında nüfusu olan Peru, Bolivya ve Guatemala'nın yanında nüfus çoğunluğu Kızılderili halkın olduğu üç ülkeden biridir. Nüfusun yüzde 45'i kızılderili kökenlidir. Bunlar ağırlıklı olarak Quechua (% 40) ve Aymará (% 5) konuşan halklara aittir. % 37 melez olan halkın, % 15 kadarı Avrupa kökenli, geri kalan % 3 ise kısmen Afrika kısmen ise Asya kökenlidir.
Kırsal kesimden kaçış ile oluşan ve nüfusun yaklaşık üçte birinin yoğunlaştığı başkente olan, yüksek sayıdaki göç, beraberinde büyük sosyal problemler getirir. Yerli halkın hatırı sayılır bir kesmi Lima'da, yoksulluk sınırının altında ya da kıyısında yaşar. Etnik kültürlerin zıtlıkları ve sosyo-politik eşitsizlik sebebiyle, halkın yetersiz geçim ve temin şartları meydana gelir. Bunu, temel ihtiyaç maddelerinin ithalatı ve döviz harcamaları takip eder.
İki buçuk milyon Perulu sürekli olarak göçmen vaziyette başta ABD, Avrupa ve Japonya olmak üzere yurtdışında yaşar.
Peru bin yıllar boyunca Pre-İnka kültürüne sahip olan bir ülkedir. İlk göç eden yerleşimciler, MÖ 20.000 ile 10.000 yıllarına kadar bugünkü Peru'nun olduğu bölgeye gelmişlerdir. MÖ 4000 yıllarında tarla kurmaya ve hayvan yetiştirmeye başlarlar. Bugün halen daha ayırt edilebilen en eski kültür, MÖ 800 ile MÖ 300 yıllarına kadar var olmuş olan Chavín de Huántar'dır. Titikaka Gölü çevresinde MÖ 1. yüzyıldan itbaren MS 1000 yılına kadar Tiahuanaco kültürü oluşur. Sahilde, And nehirlerinin sulak alanlarında MS ilk binyılda Lambayeque Bölgesi civarında Mochica gibi farklı kültürler oluşur. İnka Krallığı'ndan önce, gelişmiş şehir kültürü olan Chimú'nun başkenti Chanchan'dı.
İnka Krallığı 1200 civarında oluşur ve 1532'ye kadar bugünkü Kolombiya, Ekvador, Peru, Bolivya, Arjantin ve Şili'nin büyük kısmına genişler. Peru'nun yüksek platosunda bulunan Cusco şehri İnka Krallığı'nın başkentidir.
İspanyollar 1532'den itibaren bu ülkeyi fethederler ve İspanya Krallığı adına Peru Valiliği'ni kurarlarlar ki bu valilik, zirvesine ulaştığında bugünkü Panama'dan, kıtanın en güney noktasına kadar ulaşmıştır.
1821'de ülke José de San Martín ve Simón Bolívar tarafından kurtarılır ve bağımsızlığını kazanır. Bununla birlikte isyanlar ve iç savaşlar modern bir devletin gelişmesine engel olurlar.
Bugünkü Peru millî arması 25 Şubat 1825'te millî kongrenin kanunuyla kabul edilir. Çizimi parlamenter José Gregorio aittir.
1879 yılında Güherçile Savaşı patlak verir. Şili ve Bolivya bağımsızlıklarını ilan ettikleri zamandan beri Antofagasta üzerinde tartışma halindedirler. Peru tartışmalı bölgede çok sayıda guano ve maden şirketine sahiptir. Bolivya Peru'ya birlik olma halinde Antofagasta'da ekonomik ayrıcalıklar teklif eder. Ayrıca Peru, İspanyol valiliğinin kolonyal zamanında devraldığı politik ve ekonomik öncelikli pozisyonunun, Güney Pasifik'te Şili tarafından tehlikede olduğunu görmektedir.
1874'te Şili'ye karşı Bolivya ile beraber gizli bir pakt kurulur. Bu pakt yine de Şili'nin zaferine engel olamaz. Bolivya kaybedilen çok sayıdaki muhaarebeden sonra 1880 yılında savaştan çekilir ve Antofagasta Bölgesi üzerindeki hak iddiasından tamamen vazgeçer. Şili bu arada kuzeye doğru ilerleyerek Peru bölgesi Tarapacá'a girmiş ve Peru'ya ateşkes ve barış antlaşması teklif etmiştir. Peru yine de Tarapacá'yı Şili'ye bırakmayı reddeder. Şili takip eden yıllarda yeni bir savaş başlatarak, 1881'de Peru ordularını tahrip ettikten sonra Başkent Lima'ya girer. Resmi hükümet lağvedilerek, Şilili "General Patricio Lynch" ülke valisi olarak tayin edilir. Bununla birlikte, Miguel Iglesias ve Andres Caceres gibi bazı Perulu generaller kurtularak; Doğu ve Kuzey Sierra'da, başarısı şüpheli organize bir gerilla savaşı yürütmeye çalışırlar. Caceres son bir kurtuluş mücadelesinde bulunmak için Temmuz 1883'te 1500 kişilik konvansiyonel bir bölük kurmayı başarır. Kuşkusuz Şilili Albay "Alejandro Gorostiaga " Huamachuco Muharebesi'de son umutları yıkar. Saveş kesin olarak kaybedilmiştir. Ekim 1883'te Ancon Antlaşması ile savaşa son verilerek Tarapaca ve Tacna Şili'ye bırakılır ve Şili Ordusu Peru'dan çekilir.
1968'de Juan Velasco Alvarado altındaki bir askeri cunta kansız bir darbe ile hükümeti devralarak, toprak ve ekonomik reformlarla sosyal bir sistem getirmeğe çalışır. General Velasco 1975'te General Francisco Morales Bermúdez tarafından düşürülürülerek, yeniden müteşebbis yanlısı bir yön izlenir. 1980'de, 1968 yılında düşürülen Fernando Belaúnde Terry seçilmiş başkan olarak yönetimi devralır ve yeniden iktidara gelir. Terry, devletleştirlen şirketleri tekrar özel teşebbüse devreder.
1980'li yıllarda sol yanlısı gerilla örgütü Aydınlık Yol („Sendero Luminoso“) hükümete karşı silahlı bir savaş başlatır. Her iki taraf da, sivil halka karşı kendi taraflarına disipline etmek için, acımasız bir harekat yürütür. Aydınlık Yol'un faaliyetleri 1990'lı yıllara kadar devam eder. Ülkenin diğer sol gerilla hareketi Movimiento Revolucionario Túpac Amaru sivil halka karşı şiddeti reddeder.
Hükümet, temsili özellik taşıyan, merkezi olmayan ve kuvvetler ayrılığı prensibine göre yapılanmıştır. Devletin öncelikli ilgi alanı ülke güvenliğinin savunulması, halkın güvenlik tehditinin korunması ve genel refahın tesis edilmesidir. Bununla birlikte dış iktisadi başarılara rağmen, politik, sosyal ve ekonomik problemler mevcuttur.
Peru 1980'den beri Baş |
kanlık Cumhuriyeti olarak tanımlanmasına rağmen demokratikleşme süreci şu ana kadar çok az sağlam bir yapıya oturur. Bu yüzden uluslararası insan hakları yardım kuruluşları, 2000 yılındaki seçim kampanyasında hatırı sayılır ölçüde düzensizlikler tespit etmiştir. Seçim kampanyalarında vergi gelirleri kullanılmış ve de askerler seçim yerlerinde yalnızca tarafsız gözlemci olarak bulunmamışlardır. Bundan başka, gayret edilen ülkenin merkezkaç- bölgesel yönetim anlayışı, şu ana kadar filizlenmekten öteye gidememiştir. Ayrıca devlet gelirleri halen başkent Lima'ya akmakta ve buradaki devlet organizasyonları vasıtasıyla tek tek komünlere pay edilmektedir. Gayret edilen yerelleşme ile devlet, merkezi yönetimin terk edilmesinin ve yerel bağımsızlığın, ülkenin ekonomik gelişiminde pozitif etkisi olacağı vaadinde bulunur.
1993 Anayasası'na göre, her beş yılda bir halk tarafından bir devlet başkanı seçilir ve başkanın bir daha seçilme hakkı yoktur. Temmuz 2006 tarihine kadar devlet başkanı Perú Posible partisinden Alejandro Toledo olmuş, kendisinden sonra bu makama Alan García seçilmiştir. García ülkenin halen güncel başkanıdır. Başkanın geniş görev alanında, devletin içeride ve dışarıda temsil edilmesi, genel hükümet politikasının yürütülmesi, başkanlık ve kongre seçiminin çağrısının yapılması ve kanun ile anayasanın gözetilmesi vardır.
Platoların büyük toprak sahipleri ve sahilin asker sahibi Peru elitleri, yüzyıllar boyunca ülkeyi oligarşik şekilde yönetmiştir. 1969 yılındaki General Juan Velasco Alvarado'nun toprak reformu ile bu kişilerin iktidar kaynakları ellerinden alınır. Daha sonraki yıllarda oluşan yeni baskı grupları, endüstri ve finans faaliyetlerinde yoğunlaşmışlardır. Büyük kısmı Avrupa kökenli olan bu gruplar devletin korumacılığıyla yaşamışlardır. Alberto Fujimori'nin politika sahnesine çıkması ve ülke topraklarında neoliberal ekonomik politikayı yerleştirmesi, iktidar bloklarını yeni yapılanmaya götürmüştür. Bazı gruplar ağırlıklarını kaybederken sahneye yeni yarışmacı ruha sahip gruplar çıkmıştır. Günümüzde ekonomi ve politika üzerinde güçlü bir etki oynayan on ekonomik grup mevcuttur.
Ülke için en önemli ulaşım yolları Panamerikan Karayolu ve Kuzey Amerika'ya, Doğu Asya'ya ve Avrupa'ya olan deniz yollarıdır.
Peru 3.462 km'lik demiryolu hattına sahip olup, ülkede 72.900 km uzunluğunda karayolu ve 254 havalanı mevcuttur.
Andlar'ın olağanüstü büyük ölçüde yükseklik farklılıkları, en başta batı-doğu ekseni boyunca, büyük altyapı sorunları doğurur. Bu durumun kendisini gösterdiği en belirgin alan, düşük orandaki, kaplanmış otomobil yollarıdır. 9.331 km'lik bu pay, toplam yolların sadece % 13'ünü oluşturur. Bu durum, çok az yerleşim olan Selva Bölgesi'nin ikincil ve önemsiz karakterini daha da kuvvetlendirir. Bu bölgede yaşayan kırsal halk, sahil kesiminin ekonomik hareketliliğinden bir kâr elde edemez.
Peru'da son yıllarda giderek artan, kısıtlamaların kalktığı ve özelleştirmelerin olduğu bir pazar ekonomisi vardır. Bu durum, başta Kuzey Amerika holdinglerinin ve Avrupa firmalarının pazara egemen olması sonucunu doğurmuştur. Kısmen pazarda monopol tarzda yapılanma vardır. Bu konuda, ispanyol firmalarının telekomünikasyon alanındaki egemen konumları örnek olarak verilebilir.
12 Nisan 2006 tarihinde Peru ABD ile serbest ticaret sözleşmesi imzalar.
Ülke, başta altın ve bakır olmak üzere zengin yeraltı kaynaklarına sahiptir. Bu madenler uluslararası şirketler tarafından işlenerek ihraç edilir. İlaveten balıkçılık ve tarım önemli bir rol oynar. Şeker kamışının yanında çok miktarda kahve ihraç edilir. Bu ürünler başlıca olarak batıda, sadece suni sulama ile tarımın yapıldığı, yerleşim olan bölgelerde yetiştirilir. Buna karşın Selva'nın büyük bölgeleri tarımsal olarak pek fazla kullanılmaz. Burada daha çok servet ekonomisi yürütülür.
Endüstri, başta Lima olmak üzere sahilde yoğunlaşmıştır. Geri kalan bölgeler yeraltı kaynakları dışında ikincil konumdadır.
Başta ülkenin doğusundaki Yağmur Ormanları olmak üzere, çok miktarda el değmemiş bir tabiat olduğundan, ekolojik turizm çok şey sunar. Andlar, Huaraz, Cusco ve Machu Picchu'da gezi imkânı sunar ki Machu Picchu Güney Amerika'nın en sevilen arkeolojik yerlerinden biridir. Aynı şekilde Titikaka Gölü'de turistler için bir zirve noktasıdır.
Ülke yoğun bir karayolu ağı ile iyi bir şekilde örülmüş olsa da, en önemli trafik rotalarının kör noktalarında kalan yolların çoğu asfalt değildir. Dağların konumları ve uzun mesafeler seyahatleri güçleştiren faktörlerdir.
Peru'da kayıtdışı ekonomi göze çarpar. Yasa dışı ekonominin en önemli öğesi koka ağacıdır. Bu bitkinin yaprakları başta yerli halka zevk ve tamamlayıcı besin olarak hizmet eder. Zira bu bitkinin çiğnenmesi açlık, yorgunluk, soğuk ve yükseklik hastalığı duygularını bastırır.
Bu bitkinin ekim alanı yaklaşık 121.000 hek. tutar. Uyuşturucu ile mücadele ulusal makamı DEVIDA'nın ("Comisión Nacional para el Desarrollo y Vida sin Drogas") verilerine göre, Peru'da 2004 yılında 110.000 ton koka yaprağı hasat edilmiştir. Bununla Peru, dünya çapında koka hasatında % 30 pay alır (2005) ve % 54 paya sahip Kolombiya'nın arkasında, % 16'lık payı olan Bolivya'nın önünde, 2. sırada yer alır. Koka ekiminin yaklaşık % 85'i yasa dışı üretimde kullanılır. Yasadışı ihracattan elde edilen gelir, yasal olanı fazlası ile geçer.
Kültürel yaşam bihassa az sayıda büyük şehirde yoğunlaşmış olup, bunların başında başkent Lima gelir. Bugün kültürel yapının geniş alanında, İspanyol işgalcilerin getirmiş olduğu kültürün ve onların temsil ettiği dinin izleri vardır.
Pre-Kolombiyan zamanından kalma birçok dini gelenek Peru'da hala canlı olup, bu gelenekler başta kırsal bölgelerde olmak üzere yaşatılır. Alçak kesimde yaşayanların büyük bölümünün kökeni doğa dinlerinden gelir. Gaz ve petrol firmalarının varlıkları dolayısıyla giderek artan medeniyet, bu insanları kaçınılmaz olarak eski dinleri ve medeniyetlerinin bereketi arasında ikilemde bırakır.
Peru halkının yaklaşık % 90 ile % 95 kadarı katoliktir. Bu, İspanyol işgacilerin misyoner çalışmalarının (kısmen zorlama ile) ve bağımsızlıktan sonra yine Peru'nun ABD'nin Almanya'nın misyoner gruplarının, yürüttüğü çalışmaların sonucudur. Katolik hristiyan gelenekler, Hıristiyanlık öncesi devrin eski gelenekleri ile karışmıştır (senkretizm). Bu durum özellikle dini bayramlarda kendini gösterir.
Birçok Latin Amerika ülkesinde olduğu gibi Peru'da da son birkaç yıldır, evangelik ve karizmatik kiliseler ve Yedinci Gün Adventistleri, Assemblies of God, Yehova'nın Şahitleri ve Mormonlar gibi inanç cemaatleri yaşamaktadır. Bunlar finansal olarak kısmen ABD tarafından desteklenirler. Aktif olarak çalışan bu cemaatler bazen agresif olarak üye kazanma kampanyası yürütürler.
Tahminen Peru edebiyatının en eski eseri "Ollantay" 'dır. Bu eser bir drama olup, İnkalardan gelmiş ve Quechua Dili'nde yazılmıştır.
Ricardo Palma 19. yüzyılda, kurgu ve hikâyelerin canlandırıldığı bir edebiyat çeşitlemesi olan "Tradiciones"i ortaya koymuştur. Clorinda Matto de Turner'ın romanlarında en başta İnka külütürünün izleri görülür.
Şair César Vallejo 20. yüzyılda alışılmışın dışında eserler yazmıştır. Vallejo'nun özellikle ilk olarak 1922 yılında yayınlanan "Trilce" adlı eseri ünlüdür. 20. yüzyılın diğer önemli Perulu yazarları José María Arguedas, Julio Ramón Ribeyro, Manuel Scorza, Sergio Bambaren, Alfredo Bryce Echenique ve Mario Vargas Llosa'dır.
Müzik Peru kültürünün öenmli bir parçasıdır. Quena ("And flütü" olarak da adlandırılır)), Panflüt ("Zampoña" veya "Sicu"), Cajón ve klasik gitar çok yaygındır.
Peru'nun en ünlü parçası "El Condor Pasa" bir "Daniel Alomía Robles" bestesi olup (1913), aralarında Simon and Garfunkel'ınkinin de bulunduğu çok sayıda cover versiyonları sayesinde dünya çapında sevilmiştir. Peru'nun kuzey sahilinde Marinera dansı popülerdir. Geleneksel müzik türlerinin yanında rock müziği de 50'li yıllardan beri çok popülerdir. Líbido, Peru Pop/Rockband'ı için bir örnek teşkil eder. Şu an en sevilen Peru Metal/Grunge/Punk/Rock grupları Ni Voz Ni Voto, Por Hablar, Leuzemia ve La Sarita'dır.
En ünlü müzisyenler ve şarkıcılar örnek olarak Juan Diego Florez, Yma Sumac, Susanna Baca, Chabuca Granda, Lucha Reyes, Cantos del Pueblo, Raúl García Zarate, Sonia Morales, Eva Ayllón ve Zambo Cavero'dur.
Yeni dönem sanatçılarından yaylı çalgılar'da Blu Quartet Faridde Caparo ve pop/rock türünde Charlie Parra Del Riego'dur. İkili aynı zamanda violonsel ve elektro gitar ile klasik müzik ve rock parçaları cover yapmaktadır.
20'li ve 30'lu yıllarda Ricardo Villarán gibi yönetmenler tarafından birkaç sesiz ve siyah-beyaz film yaratılmış, ama bu filmler sınır ötesinde genelde seyirci bulamamıştır. 20. yüzyılın geri kalanında Peru filmleri çok az dikkat çeker.
Francisco José Lombardi, Peru'nun en önemli modern film yönetmeni olarak kabul edilir. 1991'de drama filmi "Lima üzerinde gökyüzü" ile Goya ödülünü kazanır. Onun edebi filmi " No se lo digas a nadie", uluslararası film festivallerinde başarılı olur.
Werner Herzog'un filmleri Fitzcarraldo ve Aguirre, der Zorn Gottes, Peru'da çekilmiştir.
Peru mutfağı tam anlamıyla çok yönlü olarak kabul edilir. Sahil, plato ve yağmur ormanları arasındaki coğrafi farklılıklar ve buna bağlı Peru'nun Pre-Kolombiyan sakinlerinin beslenme gelenekleri, İspanyol istilacıların kısmen Araplar'dan etkileniş mutfaklarıyla birleşir. 19. yüzyılın ortalarında Çinli göçmenler dolayısıyla, özel bir Çin-Peru mutfağı oluşur (Chifa). Siyah kölelerden Afrika elementleri de Peru mutfağına getirilir.
Tipik yemekleri şunlardır.
Peru'nun en ünlü alkollü içkisi Pisco bir brendi olup, "Pisco Sour" ve "Perú Libre" gibi kokteyllerin ana malzemesidir. Peru'da diğer sevilen içkiler Chicha, Chicha Morada ve Inca Kola'dır.
Lokal hasat bayramlarının yanında aşağıdaki tatil günleri mevcuttur.
Nepal
Nepal (Nepalce: नेपाल) ya da resmî adıyla Nepal Federal Demokratik Cumhuriyeti, Güney Asya'da Çin ile Hindistan arasında yer alan bağımsız bir ülkedir. Ülkenin sınırları içinde dünyanın en yüksek |
noktası olan Everest tepesi (8848 metre) yer alır. Başkenti Katmandu'dur.
Nepal, coğrafi konum olarak Güney Asya'da yer alır. Kuzeyde Çin ve güneyde de Hindistan’ın arasında kalan 147.181 kilometre kare alana sahip bir kara ülkesidir. Kuzeyinde Himalayalar ve güneyinde de ormanlık Terrai bölgesi ile çevrelenmiştir. Yaklaşık olarak 29 milyon nüfusa sahip olan Nepal’de, halkın büyük bölümü tarımla uğraşmaktadır. Nepal halkını Hindistan'dan gelen Racputana asıllı Gurkallarla Güney Hindistan'dan gelen Bhutialar ve Nevarlar oluşturur. Ülke halkının %80'i Hindu'dur. Nepal kendisini dünyanın tek Hindu krallığı olarak tanıtmaktadır. Nepal’de çok sayıda etnik grup bulunmakta ve çok sayıda dil konuşulmaktadır. Devletin resmi dili Nepali'dir. Yönetim biçimi cumhuriyettir. Başkenti Katmandu olup en gelişmiş ve büyük şehridir. Kişi başına düşen ulusal geliri 240 dolar olan Nepal, dünyanın en yoksul ülkeleri arasında gösterilmektedir. 1990’lı yıllardan başlayarak ekonomisinde bir takım olumlu gelişmeler yaşanmaya başlamış olmasına rağmen henüz yoksulluğun giderilmesine yönelik yeterli bir gelişme sağlanamamıştır.
Yapılan araştırmalara göre, Nepal’in bilinen ilk tarihi, M.S. 4. yüzyılda, küçük Hint prensliklerinin kurulmasıyla başlamıştır. Nepal topraklarında yer alan bu küçük prenslikler 18. yüzyılın ortalarına kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir.
1769 yılında ilk kez bu prensliklerden biri olan Gurkalar, Nepal topraklarını denetim altına almışlardır. İlk Gurka kralı Pritvi Narayan, Katmandu bölgesini ele geçirdikten sonra Nepal’de Gurkaların altın dönemi yaşanmıştır. Narayan’dan sonra yerine geçen çocukları, Nepal topraklarını, batıda Sutley Nehri'ne, güneyde Ganj Ovası'na ve kuzeyde Tibet’e kadar genişletmişlerdir.
1814 - 1816 yılları arasında İngilizlerle yapılan savaşlar, Gurkaların mağlubiyetiyle sonuçlanmış ve bundan sonra 1846’ya kadar ülke, soylu ailelerin mücadele alanı durumuna gelmiştir. Bu tarihte Rana ailesi, diğerlerine karşı üstünlük kurmuştur. Nepal, 1951 yılına kadar bu ailenin denetiminde kalmıştır. Aynı yıl Şah ailesinin üyesi olan Kral Tribhubana, ülke yönetimini ele geçirmiş ve ülke, kabineli hükümet düzenine geçmiştir. Sonra da meşrutiyet yönetimi duyurulmuştur. Ölümünden sonra yerine geçen oğlu Mahendra, ülkede büyük değişiklikler yapmış ve onun yönetimindeki 1962 yılında yeni anayasa yürürlüğe girmiştir.
1972'de Mahendra’nın ölümüyle yerine oğlu Birendra kral olmuştur. Kral Birendra, partisiz bir anayasal yönetim düzeyi olan Panchayat düzenini yürürlüğe koymuştur. Bu yönetim biçimine karşı 1979'da çıkan halk hareketler ve öğrenci ayaklanmalarından sonra Birendra, 1980'de yönetim biçimini halk oylamasına götürmüştür. Bu halk oylaması sonucu Birendra'nın Panchayat yönetim biçimi ayakta kalmıştır. 10 yıl sonra, 1990'da Birendra iktidar tekelini gevşeterek meclis düzenine geçilmessini kabul etmiştir. Böylece Nepal, çok partili yaşama geçmiştir. Bu düzene geçildikten sonra Mayıs 1991'deki seçimlerde Nepal Kongre Partisi 205 sandalyeden 110'unu kazanarak iktidara gelmiştir.
Şubat 1996'da Maocu partilerden biri, yeni bir "Demokratik Halk Cumurhiyeti" kurmak için Maocu devrim stratejisi olan gerilla savaşını başlatmış ve Nepal İç Savaşı'nı ateşlemiştir. Prachanda olarak bilinen Pushpa Kamal Dahal isimli ayaklanma önderi Ropla, Rukum, Jajarkot, Gorkha ve Sindhuli bölgelerinde kalkışmayı başlatmış; Maocular birçok bölgede geçici halk hükümeti kurmuştur.
Haziran 2001’de Prens Dipendra, kraliyet ailesinden, içlerinde Kral Birendra ve Kraliçe Aishwarya’nın da olduğu 11 kişiyi, daha sonra da kendini öldürtmüştür. Kralın ölümüyle Birendra’nın kardeşi Gyanendra'nın sultanlığı ele geçirdiği sırada Maocu ayaklanma kızışmıştır. Bundan dolayı kral, Ekim 2002’de geçici olarak hükümeti düşürmüş ve ülkeyi denetim altına almıştır.
Düzen tutturamayan hükümetler ve Maocuların Katmandu’yu kuşatması yüzünden, krallığa yönelik destek azalmıştır. 1 Şubat 2005’te Gyanendra, hükümeti düşürmüş, tüm güçleri elinde toplamış ve olağanüstü durum duyurmuştur. Siyasetçilere ev hapsi cezası verilmiş, telefon ve internet bağlantıları kesilmiş ve basın özgürlüğü ortadan kaldırılmıştır. Kral, yeni yönetim biçiminin ayaklanmacıların bastırılması amacında olduğunu ileri sürmüştür.
Şubat 2006’da yerel seçimler yapılmış fakat büyük partiler seçime katılmamışlardır. Nisan 2006’da grevler ve sokak gösterileri kralın meclisi yeniden kurmasına yönelik başkent Katmandu'da baş göstermiş ve kral bunun üzerine yönetimi siyasi partilere geri vermeye söz vermiştir. 28 Nisan’da meclis yeniden toplanmış ve başbakan atanmıştır. 10 Haziran 2006’da meclis, kralın yetkilerini sınırlayarak yasaları onama yetkisini elinden almıştır. Bu sıralarda Maocularla hükümet arasında barış görüşmeleri de başlamış ve 12 Haziran’da Nepal’in oldukça sert olan terörle mücadele yasası kaldırılarak, birçok Maocu gerillanın serbest bırakılması sağlanmıştır. 18 Haziran’da Maocu hareketin lideri Prachanda Katmandu'da hükümetle görüşerek yakın zamanda kurulacak olan geçici hükümette kendilerine yer verilmesi yönünde söz almıştır. Kasım 2006’daki antlaşmayla 1996’dan beri süregelen ve 13.000 insanın ölümüne neden olan iç savaşın bittiği açıklanmış ve sonrasında Ocak 2007’de yeni meclis kurulmuştur. Bu seçimte Maocular sandalyelerin 4’te 1’ini alarak mecliste temsil hakkı kazanmışlardır. Bundan sonra hükümet, krallığın yetkilerini sınırlamak yoluyla demokratikleşme sürecini başlatmış fakat Eylül ayında Maocular, hükümetin krallığa karşı demokratikleşme sürecinde elini ağırdan aldığı gerekçesiyle hükümetten çekildiklerini açıklamışlardır.
Uzun tartışmaların ardından Nepal'de geçici anayasa üzerinden bir anlaşma sağlanmış ve 10 Nisan 2008'de Anayasa Meclisi seçimleri tamamlanmıştır. Anayasa Meclisi seçimlerinde ezici biçimde üstün gelen Maocular, Nepal Kongre Partisi ve NKP(BML) ile Anayasa Meclisini oluşturmuştur. 28 Mayıs 2008'de düzenlenen ilk Anayasa Meclisi toplantısında daha önce geçici anayasada kararlaştırıldığı üzere monarşi yıkılmış ve Federal Demokratik Nepal Cumhuriyeti kurulmuştur.
Nüfusunun üçte biri yoksulluk sınırının altında yaşayan Nepal, dünyanın en az gelişmiş ve en yoksul ülkeleri arasında gösterilmektedir. Ekonominin ana dayanak noktası tarımdır. Halkın %76’sı tarımla uğraşmaktadır. %18'i hizmet alanında ve %6’sı da sanayi alanında çalışmaktadır. Endüstriyel üretimi tarımsal ürünlere yöneliktir. Bu ürünler süt, şeker kamışı ve tütündür. Maocularla olan çatışmalar nedeniyle oluşan güvenlik kaygıları turizmi olumsuz etkilemiştir. Yine de Nepal özellikle hidroelektirik potansiyeli ve turizm konusunda dış yatırımcıların ilgisini çekmektedir. Bunların dışındaki alanlarda ise ekonominin düşük düzeyi, teknolojik olanaksızlıklar, bir kara ülkesi olması, sivil çekişmeler ve doğal afetlerin yaşanma olasılığının çokluğu gibi nedenlerle yatırım beklenmemektedir.
Bir kara ülkesi olan Nepal, iki büyük komşusu, Hindistan ve Çin arasında sıkışmış konumdadır. Kuzeyde Himalayalar aşılamaz doğal bir sınır meydana getirmiştir ve ötesinde Çin Halk Cumhuriyeti bulunmaktadır. Güney, doğu ve batıda ise Hindistan tarafından sarılmıştır. Denize çıkış noktası bulunmayan Nepal, uluslararası ticaret ve geçiş olanakları bakımından Hindistan’a bağımlıdır.
İngiliz otoritesi (1858-1947) sırasında Nepal, jeo-stratejik izolasyona uğramıştır ve bu geleneksel izolasyonizm kısmen dış müdahale ve baskılardan özgür kalmak için üretilmiştir. Fakat 19.yy’ın ortalarında İngiltere, Hindistan’da karşı konulamaz bir güç haline geldiğinde ve Çin'de ise Qing Hanedanlığı (1644-1911) düşüşe geçtikten sonra Nepal, mümkün olan en iyi şartlarda İngiltere ile anlaşmıştır. İç meselelerde otonomisini teslim etmeksizin, Nepal dış müdahalelere ve saldırılara karşı İngiltere’den koruma garantisi almıştır.
1950’lerde, Nepal kademeli olarak açılmaya ve tarafsızlık ve bağlantısızlık politikaları yürütmeye başlamıştır. 1973’te Cezayir’de Bağlantısızlık Hareketi zirvesinde Kral Birendra şu ifadelerde bulunmuştur: “Nepal, dünyanın en kalabalık iki ülkesinin arasında bulunmaktadır, bu bakımdan bir barış bölgesi "(zone of peace") ilan edilmiş olmalıdır.” Daha sonra Birendra 1975’teki taç giyme töreni konuşmasında, diğer ülkelere teklifini kabul etmeleri konusunda resmen seslenmiş ve o zamandan sonra Nepal’in bir barış bölgesi olma görüşü Katmandu’nun dış politikasının ana teması haline gelmiştir.
1990’ların başlarında, Nepal 100 civarında ülke ile diplomatik ilişkiler kurmuş ve Birleşmiş Milletler’in aktif bir üyesi olup BM’nin uzmanlık kuruluşlarına iştirak etmiştir. Nepal ayrıca Güney Asya Bölgesel İşbirliği Örgütü’nün (SAARC) kurucu üyesi olmuş ve başarılı bir şekilde çok sayıda tek taraflı ya da çok taraflı ekonomik, kültürel ve teknik yardım programlarını görüşmüştür. Çin Halk Cumhuriyeti ve Hindistan’a olan coğrafi yakınlığı ve tarihsel bağları nedeniyle, Nepal’in dış politikası "bu iki ülkeyle barış içerisinde ve bu ülkelere yakın olmak" olmuştur. Bu politika Nepal'in bağımsızlığı ve ulusal güvenliğinin güvencesi sağlanmıştır.
Nepal bayrağı dünyada dikdörtgen olmayan birkaç sayılı bayraktan birisidir. Kırmızı bir renge sahip olan bayrağın kenarları mavidir. Kırmızı, savaştaki zaferlerini; mavi ise barışı simgeler. Nepal bayrağında hem Güneş, hem de Ay vardır. Güneş sarayı, ay ise 1951 yılına kadar ülkeyi yöneten Rana ailesini temsil eder.
Dünyanın en yüksek dağı olan Everest, Çin ile birlikte Nepal sınırları içerisinde bulunmaktadır.
( (ASIA )),
Kuzey Kore
Kuzey Kore, resmî adıyla Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (Korece: 조선민주주의인민공화국; hanja: 朝鮮民主主義人民共和國; Chosŏn Minjujuŭi Inmin Konghwaguk), Doğu Asya'da Kore Yarımadası'nda bir devlet. Yüzölçümü 120.540 km²'dir.
Kuzeyinde Rusya ve Çin, güneyinde Kore Cumhuriyeti, doğusunda Japon Denizi ve batısında Sarı Deniz ile çevrilidir. Başkenti Pyongyang'dır. Kore İşçi Partisi tarafından yönetilen devletin resmi ideolojisi Marksist-Leninist ve Juche temellerine dayalı sosyalizmdir.
Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti adıyla 9 Eylül 1948'de kuruldu. 1910-1945 yıllar |
ı arasında yaşanan Japon işgalinin (Kore Kurtuluş Günü) ve II.Dünya Savaşı'nın sona ermesinin ardından Kore Yarımadası'nın kuzeyi Sovyetler Birliği'nin güneyi ise Amerika Birleşik Devletleri'nin denetimine girdi ve 38.Kuzey Paraleli'nde ayrılan iki toprak parçasının birleşmesi konusunda anlaşma sağlanamadı. 1948'de Sovyetlerin denetimindeki bölgede sosyalist bir rejim kuruldu. Ancak bu gelişmeler üzerine ABD'nin Güney Kore'ye çıkarma yapması savaş tehlikesi yarattı. 1950 yılında Kore Savaşı başladı. Kuzey Kore Sovyetler Birliği ve Çin'den destek alırken, Güney Kore Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık ve diğer bazı NATO devletlerinden silah ve para desteği aldı. 1 milyon 300 bin kişinin ölümüne sebep olan savaş 1953 yılında sona erdi.
1994 yılında Kuzey Kore'nin ilk lideri olan Kim İl-sung'un ölümünden sonra, ülkeyi oğlu Kim Jong-il yönetmeye başladı. 17 Aralık 2011 tarihinde ülkenin 70 yaşındaki lideri Kim Jong-il de öldüğünde Kore İşçi Partisi halka ölen liderin oğlu ve varisi Kim Jong-un etrafında toplanma çağrısı yaptı.
Planlı ekonomik sisteme sahip olan ülkede topraklar kolektif olarak işlenmekte, sanayi işletmeleri ile iç ve dış ticaret de devlet kontrolünde bulunmaktadır.
Eski Koreliler, büyük bir olasılıkla Mançurya'dan (Kuzey Çin) ve Moğolistan'dan göç eden göçebe kavimlerden oluşmaktadırlar.
M.S. 1. yüzyılda yerli Kore krallıkları bağımsızlıklarını ilan etmeye başlamışlar ve IV. Yüzyılın sonlarında üç adet yerli krallık Çinli kolonilerinin yerini almıştır. Goguryeo Krallığı dağlık kuzeyi işgal etmiştir. Bu dönemde Baekche ve Silla Krallıkları da güneydeki kıyısal düzlükleri bölüşmüşlerdir. İlave olarak, Gaya adındaki 6 kabile güney bölgesini ele geçirerek Yamato adlı Japon devleti ile gevşek bir birlik kurmuşlardır. Bu üç krallık birbirleri karşısında avantaja ulaşmak amacıyla yarımadada Çin'e imkânlar oluşturmak pahasına Çin'le yakın bağlar kurdular.
Birlekendi sınırları içerisine çekmeye çalışınca, Silla Krallığı desteğini Baekche ve Goguryeo krallıları lehine kullandı ve üç devlet Çinlileri yarımadadan dışarı attılar. 668 yılında Silla Krallığı altında birleşen Kore, tek ulus haline geldi ve böylelikle kendi kültürünü ve dilini oluşturdu. Çin'den ise Siyaset Enstitülerini ödünç aldı. Sanat ve bilim büyük gelişme kaydetti, devletin dini ise Budizm oldu.
889 yılında ülkede patlak veren ayaklanmalar yüzünden parçalanmalar meydana gelmişti. Bu parçalanmalar 935 yılında Wang Kon adında bir subayın kontrolü yeniden sağlayıp iki Kore'yi tekrar birleştirmesine kadar sürdü. Devletin yeni ismi Goryeo olmuştu. Kore isminin kaynağı ise Goguryeo'nun kısaltmasından meydana gelmektedir. Sanat ve derin bilginlik merkezileşmiş Çin modeli bir hükümet altında gelişse de Kore'ye özgü sınıfsal yapı, aristokratlar, halk tabakasından olan insanları ve alt kısım (genelde kölelerin) devam etti. Soylular arası düşmanlık ve Moğollar'ın saldırıları devleti zayıflattı. Nihayet Moğollar yarım adanın kuzeyini işgal ederek Koryo Hanedanını desteklediler.
1392 yılında Goryeo Generali Yi Song-gye güç kazanarak Çin'le birlik oluşturdu. Meydana gelen Chosun Hanedanlığı beş asırdan fazla devam etti ve Konfiçyuzmu o kadar çok benimsedi ki Çin'den daha fazla Konfüçyen bir toplum haline geldi. Entelektüel alandaki gelişmeler ve başarılar devam etti. 1592 yılındaki Japon ve 1627 ila 1636 yılları arasındaki Mançurya saldırıları püskürtülse de savaş ülkenin dar görüşlü güç merkezi, Kore'nin ekonomisini epeyce yaraladı.
Japonya'nın 1894-1895 savaşı sonunda Çin'i ve 1905 Rus-Japon Savaşı sonunda da Rusya'yı yenilgiye uğratması, 1910 yılında Kore'yi ele geçirerek sömürgesi haline getirmesini sağladı. Sömürge yönetimi, Korelilere Japonca isimler alma ve Korece'nin yasaklanması gibi konularda baskılar yapmaya başlayarak Kore dilini, isimlerini ve ulusal kimliğini de yok etmeye çalışmaktaydı. Bu arada 1919 yılında 1 Mart Eylemleri olarak bilinen geniş çaplı gösteriler gerçekleşti. 2 milyon Korelinin katıldığı eylemde Japon askerleri tarafından binlerce insan öldürüldü. Koreliler bir kez daha II. Dünya savaşı sıralarında Japonlar tarafından askeri amaçlı çalışmakta kullanılarak yeniden suistimal edilmişlerdi. Savaşın bitiminde ülke 38. paralel'de ikiye bölünmüş, Amerika Birleşik Devletleri güneyi ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği de kuzeyi işgal etmişti. Soğuk Savaşın birleşmeyi önlediği sıralarda güneyde kapitalist bir cumhuriyet ve kuzeyde de Komünist bir cumhuriyet yerleşmişti.
Kore Yarımadası, 1945'te II. Dünya Savaşı'nın Müttefikler tarafından kazanılmasıyla Kore'de Japonya'nın 35 yıllık yönetiminin 1 Numaralı Genel Karar sonucunda sona ermesinin ardından ikiye bölündü. Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği 38. paralel boyunca bir kontrol bölgesi ile ülkeyi geçici olarak işgal etmeye karar verdiler.
Soğuk Savaş'ın başlangıcı ile Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği arasındaki bağımsız ve birleşik bir Kore'nin kurulması konusundaki müzakereler başarısızlıkla sonuçlandı. 1948 yılında BM gözetiminde seçimler yalnızca ABD işgali altındaki güneyde yapıldı. Bunun sonucunda güneyde Güney Kore kurulmuş olup bunu kuzeyde Kuzey Kore'nin kurulması izlemiştir. ABD Güney Kore'yi desteklerken Sovyetler Birliği ise Kuzey Kore'yi desteklemiştir ve iki hükûmet tüm Kore Yarımadası üzerinde egemenlik iddia etti.
Zaten 1948 yılında tüm Kore Yarımadasını kapsayan ülkenin kuruluş ilanından sonra 1950'li yılların başında ABD ve NATO'nun müdahalesiyle ülke kuzeye ve güneye ayrılmıştır. Ardından başarısız bir birleşme ajitasyonundan sonra, 25 Haziran 1950 yılında Kore Savaşının patlak vermesine neden olan sürpriz Güney Kore saldırısını düzenledi. Saldırıyı geri püskürtmeleri için Birleşmiş Milletler; Birleşik Krallık, ABD, Kanada, Avustralya, Filipinler ve Türkiye gibi ülkeler aracılığıyla Güney Kore'ye destek sağladı ve Kuzey Kore'yi Çin Halk Cumhuriyeti sınırına kadar sürükledi. Kuzey Kore'nin destekçisi ise Çinliler idi. Öyle ki, Seul üç yıl içerisinde dört kez el değiştirmek mecburiyetinde bırakıldı. Temmuz 1953'te yaklaşık üç milyon insanın ölümünün ardından savaş sona erdi. Böylelikle dünyanın en sıkı denetlenen sınırı ile Kore ikiye ayrıldı.
Eski gerilla lideri ve SSCB askeri olan Kuzey Kore'nin efsanevi lideri Kim Il Sung, Koreli rakiplerini saf dışı bıraktıktan sonra, katı bir yönetime sahip, askeri ve sıkı bir rejimle korunan Kuzey Kore toplumunu yarattı. Kendine bağımlılığı ile iddiada bulunan Kuzey Kore diğer taraftan Ekonomik ve Askeri yardımlar için SSCB ve Çin Halk Cumhuriyeti'ne bel bağladı. GNP'nin yüzde 25'lik bir oranını Askeri Kuvvetlerine harcayan Kuzey Kore, dünyanın en büyük ordularından biri haline geldi.
1983 yılında, Myanmar'da aralarında dört kabine bakanının da bulunduğu 17 kişilik delegasyonu yerleştirmiş oldukları bombanın patlaması sonucunda öldürdüler. Dört yıl sonra Kore Hava Yollarında patlayan bombanın ve 115 kişinin öldüğü olayın suçlularının da Kuzey Koreliler olduğu bildirildi. 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla ve komünist bloğun çözülmesiyle birlikte, Kuzey Kore en büyük ticaret ve yardım kaynaklarından birini yitirmiş oldu. Buna rağmen komşularını alarma sürükleyen ve kaynaklarını askeri programa yönelik yatırımlar yapmaya devam etti. İzole edilmiş ve hızla küçülen ekonomisi ile Kuzey Kore ekonomik bataklığın içine girdi.
1994 yılında Kim Il Sung'un ölümünden sonra hiçbir kuvvet sarf etmeden iktidara oğlu Kim Jong Il geldi. Kuzey Kore'de toplumsal durum hızlı bir biçimde çöküş yaşamakta idi ve buna da toprağın verimsizliği ve kötü hava şartları da eklenince ekin yetersizliği ve dolayısıyla kıtlık meydana geldi. Diğer taraftan askeriyeye yapılan harcamalar ve balistik füzelere harcanan paralar da ülke kaynaklarını tüketmeye devam etti. Ardından, 1994 Ekim ayında Kuzey Kore; ABD'den gelecek olan yakıt ve gıda yardımı karşılığında nükleer programını dondurma kararı aldı
Eski muhalif Kim Dae-Jung 1998 yılında ekonomik reformlar, daha geniş demokrasi ve Kuzey Kore ile gönül alıcı siyaset izleyeceği sözlerinden sonra Güney Kore'nin Başkanı olarak seçildi. İzlediği "Güneş ışığı" politikası, Kuzey Kore'nin Japonya adası Honshu üzerine fırlattığı füze ve Haziran 1999 yılında Kuzey ile Güney Kore savaş gemileri arasındaki çatışmaya rağmen yaşamını sürdürdü. Kuzey Kore lideri Kim Jong İl ile Güney Kore lideri Kim Dae-Jung arasında 2000 yılında düzenlenen zirvede yeni Kore siyaset ilişkilerinin sinyallerini verdi. Ağustos ayında, savaş zamanlarında dağılan yüz binlerce ailelerin birbirlerini yeniden görebilmeleri için geçici birleşme meydana gerçekleştirildi. Eylül ayında ise iki ülke lideri, Seul ve Pyongyang arası yeni trenyolu bağlantısını kurulması için anlaşmaya vardılar. Savunma bakanlarının da katıldığı, Bakanlar- arası görüşmeler de gerçekleştirildi.
Amerikalı bir ziyaret delegesinin açıklamalarına göre Kuzey Koreli yetkililere, ülkelerinin iki adet örtülü nükleer silah programının var olduğunu ortaya çıkararak 1994 yılı zenginleştirilmiş uranyum antlaşmasının çiğnendiğini açıkladılar. Bu açıklamalardan sonra Kuzey Kore yetkilileri bu suçlamaları reddettiler. Kuzey Kore nükleer santrallerinin bulunduğu bölgelerde konuşlandırılmış bulunan gözlemci kameraları ve mühürleri çıkararak, bir aydan da kısa bir zaman zarfından sonra da Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması'ndan çekildi.
Washington'un bildirisine göre Altı Ulus Görüşmeleri'nin nükleer krizin sona erdirilmesi için Pekin'de düzenleneceğini duyurdu. Görüşmelere ABD, Kuzey Kore, Çin HC, Japonya ve Rusya katılmaktadır. Kuzey Kore yetkilisi ise verdiği demeçte Washington'un Karşılıklı Saldırmazlık Antlaşması'nı imzaladığını hatırlatarak, Kuzey Kore'nin nükleer programını, ABD'nin Pyongyang'a yönelik "düşmanca politikalarının" sona ermemesi takdirinde parçalamayacağını da sözlerine ekledi.
2008 yılında ABD ile anlaşması sonucu nükleer reaktörünü kapatan Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, ABD'nin yaptırımları kaldırmaması ve verdiği sözleri gerçekleştirmemesi sebebiyle nükleer çalışmalarına tekrar ba |
şladı ve 2009 Mayıs ayında yer altında başarılı bir nükleer deneme yaptığını açıkladı. Nükleer deneyi doğrulayan Rus Savunma Bakanlığı, denemenin 10 ila 20 kilotonluk bir güçte olduğunu ifade etti. Nükleer silah sahibi ülkeler başta ABD, AB, Rusya, Fransa, Birleşik Krallık ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'nin komşuları Japonya ve Güney Kore olayın ardından ayağa kalktı.
Kasım 2010'da Wikileaks tarafından kamuoyuna açıklanan belgelerde, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'nin en büyük destekçisi konumunda olan Çin yönetiminin Kuzey Kore rejiminin dağılmasını ve Kore Yarımadasının Güney Kore rejiminin yönetiminde birleşmesinden yana olduğu açıklanmıştır.
Kuzey Kore'de insan hakları durumunu değerlendirmek ülkenin dışa kapalı doğası nedeniyle zordur. Hükûmet yabancıların ülkeye girişini sınırlandırmıştır. Buna rağmen Kuzey Kore her yıl, bin beş yüz kadarı batılı ülkelerden olmak üzere üç yüz bin turist tarafından ziyaret edilmektedir. Turistlerin büyük çoğunluğu Kŭmgangsan Dağları'nda bulunur ve çok küçük bir bölümü Pyongyang'ı ziyaret eder. Stratejik açıdan önemli olan Kuzey Kore otoritelerinin resmî bildirilerine göre yabancılara sadece ülkenin belli bölgeleri için izin verilir. Kuzey Kore hükumetinin resmî konumuna göre ülkede insan hakkı ihlali yaşanmamaktadır ve Kuzey Kore'deki sosyalist sistem dolayısı ile insanlar özgürce seçimlerini yapıp maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamaktadır.
Kuzey Kore'de İnternet erişimi de oldukça sınırlıdır. Yalnızca elit kesimden ve bilim adamları tarafından kullanılıyor. Onun yerine, "Kwangmyong" adında korunaklı ve "Kore Bilgi İşlem Merkezi" tarafından izlenen internet ağına sahip bir yerden, sadece izin verilen internet sitelerine erişim sağlanabiliyor.
Kore Halk Ordusu; Kara kuvvetleri, Deniz kuvvetleri ve Hava kuvvetleri ile çevrelenmekle beraber 1,08 milyon aktif ve 4,7 milyon yedek askerî gücüne sahiptir. Askerî giderler GSMH'nin giderlerinden %31,3 gibi bir miktar mal olmakta ve bu da Kuzey Kore'yi dünyanın en askerîleşmiş devleti yapmaktadır. Hemen hemen her dört Kore vatandaşından biri herhangi bir askerî mevkide hizmet vermektedir. Kuzey Kore'nin geniş ve kapsamlı kimyasal silah programına sahip olduğu söylenmektedir. Amerikan Bilim Adamları Birliği'nin bir raporuna göre Kuzey Kore kimyasal silah programına yarayacak olan en azından 180-250 ton yedek silahlanma etmeni bulundurmaktadır. Aynı zamanda raporlara göre Kuzey Kore, Ulusal Savunma Araştırmaları ve Tıbbi Akademi esasına dayanarak Biyolojik Silah Programına sahip; fakat bu program Kimyasal Silah programı kadar derin ve kapsamlı değildir. Kuzey Kore ayrıca nükleer silah programına sahiptir.
Ülke topraklarının yaklaşık yüzde 80'i dağ sıralarından ve platolardan oluşur. Ülkenin kuzeydoğusunun ortalama yüksekliği 1,000 m'yi bulan Kema Platosu kaplar. Platonun kuzey kenarında ülkenin en yüksek noktası Pektu Dağı (2,774 m) yükselir. Volkanik bir doruk olan bu dağın tepesinde büyük bir krater gölü bulunur. Ülkenin orta kesiminden kuzey-güney doğrulutusunu izleyen Nangim Dağları geçer. Bu dağlardan çıkarak güneybatıya doğru yönelen Kangnam, Myohyang, Ancin ve Myarak dağları birbirine koşul sıralar oluşturur. Bu dağlar arasındaki geniş ırmak vadileri, girintili çıkıntılı kıyıları çevreleyen Pyongyang ve Çeryang ovalarıyla birleşir.
Ülke mineral yönden çok zengindir. Endüstrisi için önemli olan kömür, kurşun, tungsten, çinko uranyum, grafit, magnezit, demir cevheri, bakır, altın, tuz madenleri bulunur.
İklimi genellikle ılıktır. Yaz mevsimi sırasında kısa bir süre nemli bir sezon geçirir. Baharda ise ağır bir yağış sürecinin arkasından ağır bir kuraklık olur. Bu ağır yağış sürecinde 2007 yılında binlerce insanın öldüğü son 40 yılın en kötü sel felaketi oldu.
Ülkenin %80'ini ormanlar oluşturur. Bu yüzden ormancılık yaygındır. Ülkenin diğer kısmını ise bozkırlar oluşturur.
Kuzey Kore, halihazırda dünyanın sayılı kapalı ekonomilerinden birine sahiptir. Önemli kömür madenleri ve zengin mineral yatakları bulunmasına rağmen, ülke başlıca temel ihtiyaçlardan çoğunu karşılayamamakta ve uluslararası yardıma olan ihtiyacını sürdürmektedir.
Son yıllarda ülkede, gübre yetersizliği ve soğuk havalar yüzünden tarımsal üretimde ciddi bir düşüş yaşanmış ve kıtlık baş göstermiştir. Uluslararası yardım kuruluşları Kuzey Kore'nin 24 milyonluk nüfusunun doyurulması için uluslararası toplumdan 1-1.5 milyon tonluk yardım alması gerektiğini belirtmektedir.
2009 yılında ülke ekonomisi %0.9, 2010 yılında %0.5 küçülmüş, 2011 yılında ise %0.5 büyümüştür. BM Güvenlik Konseyi'nin yaptırımları ve azalan üretimin bu durgunlukta etkili olduğu düşünülmektedir. Kuzey Kore'nin Satınalma Gücü Paritesi'ne göre millî geliri yaklaşık 40 milyar dolar, kişi başına düşen millî geliri ise 1800 dolardır.
SSCB'nin çöküşü ve Doğu Bloku'nun dağılmasıyla birlikte Kuzey Kore en önemli ticaret ortaklarını kaybetti. Özellikle, 1998-1999 yılları arasında yaşanan kıtlık sırasında dış ticaret 1990 yılına göre %40 azalma göstermiştir. Sovyetler Birliği ile Kuzey Kore arasındaki ticaret 1988 ile 1992 yılları arasında yarı yarıya düşmüş, 1991 yılında ise deniz yoluyla yürütülen petrol nakliyatında kesintiye gidilmiştir. 2000 yılından itibaren ise dış ticarette canlanma yaşanmıştır.
Kuzey Kore'nin 2011 yılındaki ihracatı 4.7 milyar$, ithalatı ise 4 milyar$ olarak gerçekleşmiştir.
Kuzey Kore Hükümeti tarafından akredite edilmiş tur operatörleri aracılığıyla yılın belirli ayları ülkeye 2000 kişi kadar yabancı ziyaretçi kabul edilmektedir. Seyahat öncesinde ülkeyi ziyaret edecek yabancılara Kuzey Kore’deki yasaklar ve kurallarla ilgili bir brifing verilip kuralların dışına çıkılmayacağına dair bir belge imzalatılmaktadır. Gelen ziyaretçiler genellikle Pekin üzerinden Air Koryo ile başkent Pyongyang'a ulaşmaktadır.
Kuzey Kore hükümeti tarafından görevlendirilen yetkililer eşliğinde kafileler belirli kurallar dahilinde daha önceden belirlenmiş yerleri gezip görebilmektedirler. 150.000 seyirci kapasitesiyle dünyanın en büyük stadyumu olan Rungrado 1 Mayıs Stadyumu ve Kuzey Kore-Güney Kore Sınırı başlıca turistik yerler olarak sınıflandırılmaktadır.
Etnik açıdan son derece homojen bir yapı gösteren Kuzey Kore nüfusunun yüzde 99,8'ini Koreliler, geri kalanını Çinli, Japon, Vietnamlı ve Avrupalı azınlıklar oluşturur. 2009 sayımlarına göre ülkenin nüfusu 23.923.118 olduğu beӀirtiӀmiştir.
Kuzey Kore nüfusunun yaşlara göre ayrımı:
Kuzey Kore'de resmî dil olan Korece konuşulur. Kore dili tam kesin olmamakla birlikte Altay dil grubuna girer. Çin ve Japonca yazısının aksine Korecede 1446'da kabul edilmiş 14 ünsüz ve 10 ünlüden oluşan Hangul alfabesi kabul edildi. Şu an Korece'de tam 2 tane lehçe bulunur. Bunlar Seul ve Pyongyang lehçeleridir. Kuzey Kore'de konuşulan lehçe ise Pyongyang lehçesidir.
Kuzey Kore, resmî olarak ateist bir devlettir ve halkın çoğu ateisttir; öte yandan toplumda Budizm inancı da yaygındır. Ayrıca çoğunluğunu Protestanların oluşturduğu Hristiyanlar da vardır.
Kore mimarisi tarzı, özellikle başkent Pyongyang'taki binalarda bulunmaktadır. 1950-1953 yıllarındaki Kore Savaşı'nda büyük zarar gören ve neredeyse tamamen yok olan şehir, 1960'lar ve 1970'lerde çoğunluğu Sovyetler Birliği'nde eğitim görmüş yerel mimar ve tasarımcıların projeleriyle yeniden inşa edildi. Konstrüktivist, modernist, brütalist ve fütürist eserlerlerin oluşturulduğu bu dönem, ülkenin mimarisine büyük katkıda bulundu. Kuzey Kore'nin batı dünyası ile izole yapısı da Pyongyang'daki bu yapıların günümüze kadar sapasağlam gelmesini sağladı.
Tayvan (ada)
Tayvan (basit: 台湾, geleneksel: 臺灣 ya da 台灣, pinyin: táiwān), Doğu Asya'da Çin'in ve Japonya'nın güneyinde, Filipinler'in kuzeyinde bir adadır. Günümüzde Tayvan adı, Tayvan (Formoza) adasıyla birlikte Büyük Okyanus'undaki Lanyu ve Lüdao adaları, Tayvan Boğazı'ndaki Penghu, Matzu ve Kinmen adaları gibi Çin Cumhuriyeti yönetimi altındaki topraklara işaret etmektedir.
Tayvan'ın başkenti Taipei'dir.
Tayvan adası Çin'in güneydoğu sahillerinden 200 km uzakta Tayvan boğazının karşısındadır.
Yengeç dönencesi (23°5N) adanın ortasından Jiayi şehrinin yakınlarından geçer. Yüzölçümü 35.801 kilometrekare'dir. Doğu kıyıları oldukça dağlıktır. Kuzey-güney yönünde uzanan dağlar adanın 2/3'lik bölümünü oluşturur. Batı sahili ise düzdür; nüfusun büyük kesimi burada yerleşmiştir. Adanın uzunluğu yaklaşık 400 km; eni ise en geniş yerinde 144 km'yi bulur. Tayvan'ın en yüksek doruğu Yu Shan, 3.952 metredir. Adada Yu Shan'dan başka 3500 metreyi aşan beş doruk daha vardır.
Tayvan'da sub-tropikal iklimi görülür. Kış ayları genelde yağışlıdır. Mayıs ayında ise "Erik Yağmurları" görülür. Haziran-Eylül arasında oldukça sıcak ve nemli bir hava hakimdir. Kimi zaman Ağustos - Eylül aylarında şiddetli tayfunlar meydana gelir.
Tayvan'da ilk insan yerleşimleri günümüzden 30.000 yıl öncesine kadar uzanmaktadır. 4.000 yıl önce ise bugün Tayvan aborijinleri (Çince: 原住民, pinyin: yuánzhùmín) olarak bilinen yerlilerin ataları adaya yerleşmiştir. Çinlilerin Ming Hanedanlığı döneminden başlayarak adaya yerleştikleri bilinmektedir.
1544'te adaya çıkan Portekizli denizciler buraya "güzel ada" anlamına gelen Ilha Formoza adını vermişler, ancak Tayvan'ı sömürgeleştirmeye kalkmamışlardır. Kısa süreli Hollanda Koloni Döneminin (1624-1662) ardından Tayvan Çin'e bağlanmıştır.
Birinci Çin-Japon Savaşının ardından Qing Hanedanlığı tarafından Japonya'ya terk edilen ada, 1895-1945 yılları arasında Japon kolonisi olarak kalmış, 1945'te II. Dünya Savaşı sona erdikten sonra, o dönem Çin'e hakim olan Çin Cumhuriyeti'ne (ROC, 中華民國) iade edilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası Çin'de Milliyetçi Parti (KMT,國民黨) ile Komünist Parti (ÇKP, 共產黨) arasında devam eden iç savaş 1949'da Komünist Partinin kesin zaferiyle sona ermiştir. Tayvan'a sığınan KMT lideri Chiang Kai-Shek (Çan Kayşek,蔣介石) Olağanüstü Hal ilan ederek, KMT dışında her tür partinin faaliyetlerini yasaklamıştır.
Soğuk Savaş nedeniyle Batıyla tüm ilişkileri kopan Çin'i, 1970'lerin başına kadar Birleşmiş Milletler'de Tayvan |
'daki Çin Cumhuriyeti temsil etmiştir. 1970'lerde ABD'nin Pingpong Diplomasisi sayesinde Çin ile ABD ilişkileri düzelmiş, ve Çin (PRC) tüm Çin'i temsilen BM'ye kabul edilmiştir.
1975'te Chiang Kai-shek'in ölümü üzerine başlayan Tayvan'ın demokratikleşme süreci, 1978'de Başkanlığı devralan Chiang Ching-kuo döneminde hızlanmıştır, 1948'de yürürlüğe giren Olağanüstü Hal, 1987 yılında nihayet sona ermiştir. 1996 yılında seçimle işbaşına gelen ilk Tayvan Başkanı Lee Denghui'yi 2000 yılında Tayvan Bağımsızlığı taraftarı Chen Shuibian takip etmiştir.
Tek Çin politikası uyarınca 1971'de Birleşmiş Milletlerin Çin Halk Cumhuriyeti'nin kabulü ve çoğu devletin Tayvan'ı tanımaktan vazgeçmesi Çin Cumhuriyetini dış ilişkiler alanında zor durumda bırakmıştır. Tayvan 1970'lerden bu yana, BM ve WHO, UNESCO gibi çeşitli BM kuruluşlarına yeniden katılabilmek için büyük bir çaba içerisindedir. Tayvan, Olimpiyatlar gibi uluslararası organizasyonlara ise Chinese Taipei ismiyle katılmaktadır.
Günümüzde ise, diplomatik olarak Çin Cumhuriyeti'ni tanıyan çoğu Afrika ve Orta Amerika'daki küçük ülkelerin dahil olduğu 23 ülke vardır. Buna karşılık pek çok ülke Tayvan'da yarı resmi temsilciliklerle (Örneğin, ABD Amerikan Kültür Derneği tarafından) temsil edilmektedir.
Tayvan'ın bugün 23 milyonu bulan nüfusunun %98'lik bölümü Çinlilerden (漢族, Han ulusu) oluşmaktadır. Bu etnik grubun %84'ünü günümüzde "yerel Tayvanlı" (Çince: 本省人; pinyin: Ben sheng ren) olarak bilinen daha erken dönemlerde adaya Kıta Çin'in Fujian bölgesinden gelmiş olan grup oluşturur. "Yerel Tayvanlı"'lar resmi dil Standart Çince'nin (Mandarin, Peking Çincesi) dışında Fujian'in yerel dillerinden Min-nan'ın bir kolu olan Tayvanca'yı yaygın olarak konuşur. Adaya gene erken dönemlerde göçetmiş olan Hakka'lar (Çince:客家人, pinyin: kejia ren) ise Çin'in Guangdong bölgesinden gelmektedir. Anadili Hakkaca olan bu etnik grup nüfusun %15'ini oluşturmaktadır. Çinli nüfusun geri kalan %14'lük bölümünü ise "diğer eyaletlerden gelenler" (外省人; Wai sheng ren) oluşturmaktadır. Bu terim 1949'ta kaybedilen iç savaşın ardından adaya sığınan Çinlileri anlatmak için kullanılır. Temelini Chiang Kai-shek'in askerleri ve KMT hükümetini destekleyen 1,3 milyon göçmenin oluşturduğu bu grubun bugünkü nüfustaki payı %13'tür. "Diğer eyaletlerden gelenler" Standart Çince'nin yanında geldikleri yörenin lehçesini konuşmaktadır.
Toplam Tayvan nüfusunun geriye kalan %2'ini ise 444.000'i bulan sayıları ile Tayvan aborjinleri oluşturmaktadır. Bugün hükümetçe tanınan 12 kabile vardır: Amis, Atayal, Paiwan, Bunun, Puyuma, Rukai, Tsou, Saisiyat, Yami, Thao, Kavalan ve Taroko. Adaya 4.000 yıl önce yerleştikleri tahmin edilen Tayvan aborijinleri, genetik olarak Malay-Polinezyalı halklarına akrabadır. 12 kabilenin dilleri Ostronezyen dil ailesi içinde sınıflandırılmıştır. Tayvan halkının yaklaşık %93'ü Budizm, Konfüçyüsçülük ve Taoizm karışımı dinin mensuplarıdır. %4.5'i ise Protestan, Katolik ve diğer Hristiyan mensubu üyesidirler. Kalan %2,5 kesim ise İslam ve diğer dinlerin mensuplarıdırlar.
Yemen
Yemen ( - el-Yemen) resmî adı ile Yemen Cumhuriyeti ( - El-Cumhuriyyetü'l-Yemeniyye), Orta Doğu'da, Umman Denizi, Aden Körfezi ve Kızıldeniz kıyısında, Umman'ın batısında Suudi Arabistan'ın güneyinde yer alan bir ülke. Başkenti San'a'dır.
Romalı coğrafyacılar tarafından Arabia Felix (Mutlu Arabistan) diye adlandırılan Yemen, genel olarak Mekke’yi dünyanın merkezi kabul eden İslâm coğrafyacılarına göre doğuya doğru dönüldüğünde Kâbe’nin güneyinde (sağında-yamin) kaldığından bu adı almıştır.
Orta Doğu'da bulunan ülkenin kuzeyden Suudi Arabistan ve doğudan Umman olmak üzere iki adet komşusu bulunmaktadır. Güneyinde Aden Körfezi ve Arap Denizi ile batısında Kızıldeniz ile çevrilidir. Petrol, balık, kaya tuzu, mermer, kömür, altın, kurşun, nikel, bakır ve batıdaki verimli araziler başlıca doğal kaynaklarıdır. Ülkede çöl iklimi etkilidir ve yıl içinde toz ve kum fırtınaları görülür.
Yemen'de yaşayan halka Yemenli denilmektedir. Ülkenin toplam nüfusu 25 milyon kişi civarında olup, nüfusun çok önemli bölümü Araplardan oluşmaktadır. Nüfusun azınlık bölümünü; Güneybatı Asya ve Afrika'dan çalışmaya gelen kişilerden ve Avrupalılardan oluşmaktadır. Nüfusun %99.1' i Müslümanlarda geri kalan %0,9' luk azınlık bölümünü Yahudiler,Hindular, Bahailer ve Hristiyanlar oluşturmaktadır. Müslüman nüfusun tahminen %65' ini Sünniler, %35' ini Şiiler oluşturmaktadır. Nüfusun yaş yapısının dağılımı; 0-14 yaş grubu: %41.7, 15-24 yaş grubu: %21.1, 25-54 yaş grubu: %30.9,55-64 yaş grubu: %3.7, 65 yaş ve üstü: %2.6 oranındadır (2014 tahmini). Ülkedeki okuma-yazma oranı 2011 tahminlerine göre %65.3' dür.
Yemen’de hüküm süren en eski devletlerden Ma'in devleti günümüz Yemen topraklarının kuzey bölgeleri ile Hicaz, Fedek ve Teymâ sınırlarına kadar olan bölgede hüküm sürmüştür. MÖ 1400-650 yılları arasında Yemen’de hüküm süren Main krallığının merkezi San'a’nın doğusunda harabeleri bulunan Main şehriydi.
Bölgenin en eski devletlerinden biri de Sebe’nin güneyindeki Beycân (Baihan) vadisini içeren Yemen'in orta bölümünde hüküm sürmüş Kataban Krallığı'dır. Başşehri Timna olan Kataban krallığının MÖ 8. yüzyılda kurulduğu tahmin edilmektedir. MÖ 100 yılı civarında tahrip edilen Timna şehrinin harabeleri günümüze kadar ulaşabilmiştir. Yemen'de hüküm süren önemli küçük krallıktan birisi de Evsan Krallığı'ydı. Merha vadisinde Aden Körfezi kıyılarında hüküm süren, Helen kültüründen etkilenen Evsan Devleti bilinmeyen bir dönemde bölgenin en nüfuzlu devleti haline gelerek Doğu Afrika kıyılarını da etkisi altına aldı. MÖ 7. yüzyılda Saba hükümdarı Mükarrib tarafından bu krallığa son verildi. MÖ 1500 yıllarında Yemen'in Hadramut bölgesine geldiği tahmin edilen Hadramutlular başşehri Sabata olan bir devlet kurdular. Daha sonra Sebe Devleti’ nin hâkimiyetine giren Hadramut Krallığı, Sebe zayıflayınca bağımsızlığını tekrar kazandı.
Antik dönem Yemen tarihinin en önemli krallığı Sebe Devleti olup başşehri Marib’di. Komşu Main, Kataban ve Hadramut krallıklarını egemenliği altına alan Sebe devleti, MÖ 115 yılında Himyar Krallığı tarafından ortadan kaldırıldı. Başşehri, Zafar olan Himyeri Krallığı 525 yılına kadar günümüz Yemen topraklarında hüküm sürdü. Himyerilerin son hükümdarı Zu Navas, Yahudiliği kabul ederek bu dini devletin resmi dini haline getirdiği gibi Hristiyanları da Yahudiliği kabul etmeye zorladı. 523’te ele geçirdiği Necran (Najran)’daki Hıristiyanlara yapılan katliam üzerine Hristiyan Habeş Aksum Kralı Kaleb, Bizans imparatoruyla anlaşıp Yemen’e bir ordu gönderdi. 525 yılında Yemen'e gelen Habeş ordusu Zu Navas’ı mağlup ederek Himyar Krallığı’na son verdi. Bu tarihten sonra Yemen bir süre Habeş valileri tarafından idare edilmiş olup, bu valilerden birisi olan Ebrehe, Kabe’ yi yıkmak için Mekke’ye bir saldırı düzenledi. 570 yılından itibaren Yemen’ de Sasani hâkimiyeti başladı ve bölgedeki Sasani egemenliği 630 yılında İslam ordularının bölgeye gelmesine kadar sürdü.
Muhammed’in 629 yılından itibaren yerel Himyeri meliklerine İslâm’a davet mektupları göndermesi Yemen’ de İslâmlaşma sürecini hızlandırdı. Sasaniler’in Yemen valisi Bâzân’ın İslâmiyet’i benimsemesiyle birlikte San’a halkı ve Ebnâlarda (İranlı askerlerle Yemenli kadınların evlenmesiyle ortaya çıkan ve Ebna olarak adlandırılan halk) İslâm’a girdi.(628-631) Ali, Muhammed tarafından Aralık 631'de Yemen seferine gönderildi. Bu sırada Yemen’den gelen heyetlerle yapılan anlaşma ile İslâm devletinin hâkimiyetini kabul ettiler. Ebu Bekir döneminden itibaren San’a, Cened, Hadramut’un bir kısmı olmak üzere üç bölgeye ayrılan Yemen, halifenin tayin ettiği valiler tarafından yönetildi. Bazı bölgeler ise Himyer ve Hemdân gibi kabilelerin yönetimindeydi.
Yemen toprakları, 683-692 yılları arasında Hicaz’ da halifeliğini ilan Bâzân’ in hakimiyetine geçtikten sonra yeniden Emevi egemenliğine geçti. Hadramut Kadısı İmam Abdullah Harici İbazileri’nin desteğiyle Emeviler’e başkaldırdı ve halifeliğini ilan etti, Hadramut’un ardından 746 yılında San’a’yı da ele geçirdi II. Mervan’ın tarafından 748’ de Yemen’ deki isyan bastırılarak Emevi hâkimiyeti yeniden sağlandı.
Abbasiler döneminde Yemen’de İslâm kültürünün giderek yayılması sonucunda San’a, Zemâr, Cened ve Sa’de birer ilim merkezi haline geldi. Yemen’ de, Abbasiler döneminde Tihâme bölgesinde çıkan isyanlar üzerine istikrar bozuldu. Halife Memun’ un kumandanlarından Muhammed b. Abdullah b. Ziyâd’ı ordusunun başında vali olarak bölgeye gönderdi. 818 yılında merkezi yönetimden ayrı olarak Hadramut’tan sahildeki Aden’e kadar uzanan ve başşehri Zebid olan Ziyadiler hanedanını kurdu. Abbasilerin Yemen’ in bazı bölgelerindeki hakimiyeti 897 yılına kadar devam etti. Zebid’de hüküm süren Ziyâdiler’in son dönemlerinde yönetim Habeşli vezirlerin eline geçti. Mercan adlı vezirin kölelerinden Necâh bütün rakiplerini bertaraf ederek 1022’ de kendi hânedanını kurdu. Şafii mezhebine mensup olan Necâh aynı dönemde bölgede hüküm süren Suleyhiler’le mücadeleye girdi. Necâhi hanedanı, Mehdi Emiri Ali bin Mehdi’nin 1058 yılında Zebid’i ele geçirmesiyle yıkıldı. Mehdi Emirliği’nin Tihama bölgesindeki hakimiyeti Eyyübiler tarafından 1174 tarihinde sona erdirildi.
Himyeri hanedanlığından gelen ve Şibam merkezli Emir Ya’fur 847’ de bölgeyi ele geçirerek kuzeyde Sa’da, güneyde Taiz arasında Ya’furi hanedanını kurdu. Daha sonra San’a nın ele geçirilmesiyle hanedanın merkezi buraya taşındı. 872 yılında hanedanlık merkezi Şibam’ a taşındı. Bölge ileri gelenlerinin davetiyle 897’ de Zeydi imâmetini tesis etmek üzere Sa’de’ye gelen Zeydiler’den İmam Hâdi 901 yılında San’a’yı eline geçirdiyse de Ya’furiler ertesi yıl şehri geri aldılar. İmam Hâdi, Sa’dah’a çekilmek zorunda kaldı. İmam Hâdi-İlelhak Yahyâ bin Hüseyin’in 897’ de Sa’dah’a a gelip bazı kesintilerle birlikte hâkimiyetini 1962 yılına kadar devam ettiren ve güçlü dönemlerinde Yemen’in tamamına hükmeden Zeydi İmamlığı’nı kurması Yemen tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı sayılır. Sa’de ve çevresinde egemenliğini sürd |
üren Yahyâ bin Hüseyin’in oğulları döneminde pek çok Yemen kabilesi Zeydiler’e tâbi oldu. Ebu Hasan Esad’ın 944’ de vefatı üzerine aile içi mücadeleler sonucunda Ya’furiler’in bölgedeki hâkimiyeti zayıflamaya başladı. Abdullah’ın 997’ de vefatının ardından tabi bir hanedan olarak ancak dört yıl kadar ayakta kalabilen Ya’furiler’in hakimiyeti Abdullah’ın oğlu Es’ad (II) döneminde 1001’ de sona erdi.
1047 yılında Yemen’de Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed es-Suleyhi tarafından İsmaili Şiiliğine mensup Suleyhi hânedanı kuruldu. Komşu hânedanlara karşı başarılar kazandılar. San’a’yı egemenliği altına alan ve burayı başşehir yapan Ali b. Muhammed 1060’ da Zebid’i ele geçirdi. Daha sonra 1087 yılında hanedanlığın başşehri Jibla’ ya taşındı. Süleyhiler Fatımiler’in desteğiyle Yemen’in birliğini sağladı. Kraliçe Erva’ nın, 1138 yılında ölümüyle Süleyhi hanedanlığı sona erdi. San’a ve çevresi, 1098 yılında bölgeyi Suleyhiler’e bağlı olarak yöneten Hemdâniler’den Hâtim bin el-Gaşim’in egemenliğine geçti. Hemdâni kabilesine mensup üç aile, Eyyubiler’in Yemen’de idareyi ele almasına kadar bölgede egemenliğini sürdürdü.
Eyyubi sultanı Selahaddin Eyyubi, birbirleriyle mücadele eden küçük hânedanların idaresindeki Yemen’e kardeşi Turan Şah’ı 1174’ de gönderdi. Turan Şah kısa süre içerisinde Hemdâniler, Mehdiler ve Züreyiler’e karşı başarı sağladı, onların elindeki toprakları Eyyubi hâkimiyeti altına aldı. Ancak kuzey Yemen’ deki Zeydiler’in hakimeyetindeki bölgelerin ele geçirilmesinde başarısız oldu. Eyyubi hâkimiyetinin zayıflamasıyla İmam Abdullah 1199’ da San’a’ ve Dhamar’ ı ele geçirdi. Zeydilerin iki rakip imam arasında bölünmesi üzerine Eyyubiler’in harekatı sonucu Zeydilerle 1219 tarihinde anlaşma imzalandı. Mesut Yusuf’ un 1229’ da ölümüyle Eyyubiler’in Yemen egemenliği sona erdi ve hâkimiyet Resuliler’e geçti.
Eyyubiler’in hizmetinde bulunan ve onların ordusu içinde 1223 yılında Yemen’e gelen Oğuz kökenli Ömer ibn Resul atabeg sıfatıyla Yemen hâkimiyetini üstlendi ve 1235’ de bağımsızlığını ilan ederek Yemen’de iki yüzyıldan fazla süren Sünni Resuliler hânedanlığını kurdu. Hakimiyet alanını Mekke’ den Zufar valiliği ne kadar genişletti. Ömer ibn Resul’ un yeğeni tarafından öldürülmesinden sonraki dönemde hanedanlık Zeydiler’ in saldırılarına maruz kaldı. Bölgede hakimiyeti yeniden ele geçiren Resuliler Taiz ve Zebid’i hanedanlığın merkezi yaptı. Nâsır Ahmed’in 1424’ de ölümünden sonra veba salgını ve iç karışıklıklar sonrasında hânedanlık, Tahiriler tarafından 1454 yılında ortadan kaldırıldı.
Tâhiriler Rada bölgesinden yerli Yemen kökenli bir aile olup, Resuliler’in hizmetinde bulunmuşlardı. Resulilerin çöküşüyle birlikte Tahirilerin bölgedeki gücü artmaya başladı. Tahiriler’den Amir ve Ali adındaki iki kardeş önce Lahic, 1454’ de Aden’ i ele geçirerek Resuli hanedanını ortadan kaldırdılar. Zebid, Aden, Yafrus, Rada ve Juban ile Tihame bölgesinde egemenlik kurdular. Kuzey bölgelerinde egemenlik kuran Zeydi imamlığıyla mücadeleye girdiler. Sonraki dönemlerde Şihr ve Hadramut hanedanlığın egemenliğine geçti. II. Amir döneminde Yemen’ in kuzeyindeki Zeydilerin topraklarına ilerleyiş sürdürüldü ve 1504]]’ de San'a ‘ yı ele geçirdiler ve böylece Yemen’ in büyük kısmına hakim oldular. 16. Yüzyıl başlarından itibaren Aden’ in önemini fark eden Portekizlilerin tehdidiyle karşı karşıya kaldılar. 1507’ de Portekizliler Aden karşısındaki Sokotra adasını işgal ettiler. Kızıldeniz’ deki Portekiz varlığından rahatsız olan Memluk sultanlığı bölgeye donanma gönderdi. Tahirilerin Memluk donanmasına yardımda bulunmaması Tahiri-Melük ilişkilerinin bozulmasına yol açtı. Memlukler Zeydiler’in ve Yemenli yerel kabilelerinin desteğini de alarak 1517 yılında Zebid yakınlarında yapılan savaşta Tahiri ordularını yenilgiye uğratarak Yemen’ in büyük kısmını ele geçirdiler. Ancak aynı yıl içerisinde Memlük Sultanlığı’nın Osmanlılar tarafından yıkılmasının ardından Tâhiriler’den Amir bin Davud 1521’de Aden’de yönetimi ele geçirdi ve 1538 yılına kadar burada egemenliğini sürdürdü.
Kızıldeniz ve Hint Okyanusun’ da faaliyet gösteren Portekizliler’e karşı mücadeleye giren Osmanlılar, stratejik önem taşıyan Aden’i 1538’de Hadım Süleyman Paşa tarafından alarak Tâhiriler hânedanlığına son verdi. Osmanlılar Zebid ve Aden arasında kalan bölgeyi içeren Yemen Eyaleti’ ni oluşturdular. Zeydilerle uzun süren mücadeleler sonucunda Osmanlı güçleri önce Taiz’i, 1547 yılında da San'a’ yı ele geçirdi. Zal Mahmud Paşa’nın (1560-1565) beylerbeyliği döneminde yönetimden hoşlanmayan Zeydiler’in eşkıyalık hareketlerine başlaması yüzünden eyalette yönetim kötüye gitti. Mahmud Paşa, eyaletin merkezini San’a’ dan Taiz’e taşıdı. Zeydi isyanları da giderek yayılmaya başladı. 1568’ de İmam Mutahhar öncülüğündeki Zeydi isyanı sonucunda San’a Zeydilerin eline geçti. Bunun sonucunda Yemen Osmanlı hâkimiyeti Zebid ve Tihâme bölgesi hariç dar bir bölgeye sıkıştı. Yemen isyanlarını bastırmak üzere bölgeye gönderilen Habeş Beylerbeyi Özdemiroğlu Osman Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu önce Taiz’i ele geçirdi. Kahiriye Kalesi 1569'da ele geçirilerek Mutahhar’ ın ordusu geri çekildi. Daha sonrasında Aden ele geçirildi. Sinan Paşa, San'a şehrinin kilidi durumundaki Kevkebân’ın uzun bir kuşatmanın ardından alınması üzerine Mutahhar 1572’ de Sa’de’ye çekilmek zorunda kaldı ve Yemen’de Osmanlı kontrolü yeniden sağlandı. İmam Müeyyed liderliğindeki Zeydiler, San’a’nın kuzey kesimini ele geçirdiler. İmam Müeyyed kuvvetleri San'a ve Taizi kuşattı ve 1629'da iki şehri de ele geçirdiler. Daha sonraki yıllarda Zebid ile 1635 yılında Muha’ nın düşmesiyle Osmanlı ordusunun çekilmesinin ardından Yemen’de Kasımiler dönemi başladı.
İngilizler’ in 1839 yılında Aden’ i ele geçirmesi ve Kızıldeniz’ in kontrolü altına alması üzerine Osmanlı devleti 19. Yüzyılın ortalarından itibaren Yemen’le yeniden ilgilenmeye başladı. Tihame’ yi ele geçiren Osmanlı kuvvetleri Hudeyde’ yi ele geçirdikten sonra 1849 yılında San'a üzerine hareket edilse de şehir ele geçirilemedi. Zeydi imamları arasında çıkan karışıklık sonrasında Ahmed Muhtar Paşa ordusuyla birlikte ileri harekâta geçerek 1871’de tayin edildiği Yemen vali ve kumandanlığı sırasında San’a ’yı da alarak Osmanlı idaresini yeniden kurdu. 1872 yılında Yemen vilayeti kurularak idari merkezi San'a oldu. Asir’de Şeyh İdrisi’nin başlattığı isyan 1911’de İmam Yahya’nın büyüyen isyanıyla yeniden alevlenince Osmanlı yöneticilerinin Yemen meselesini çözmek üzere 1911’de Ahmed İzzet Paşa, Yemen’ e gelerek San’a kuşatmasını kaldırdı ve İmam Yahya ile 13 Ekim 1911’de bir antlaşma yaparak isyanlara son verdi. Yapılan antlaşmayla Osmanlı Sünni halkın yaşadığı bölgelerde denetimini devam ettirirken, San’ a dahil Zeydilerin yaşadığı bölgeler İmam Yahya’ nın denetimine bırakıldı. Yemen’de Osmanlı hâkimiyeti Mondros Mütarekesi’nin ardından fiilen sona erdi ve Osmanlı güçleri Hudeyde’de İngilizler’e teslim oldu. Yemen, Lozan Antlaşması sonucunda hukuken Osmanlı toprağı olmaktan çıktı.
Osmanlılar’ın çekilmesinden sonra Yemen toprakları, Aden bölgesindeki İngiliz himaye bölgesi, San’a ve çevresinde Zeydi Emirliği, Asir ve Tihame bölgelerinde hüküm süren Muhammed b. Ali el-İdrisi ve diğer kabile şeyhleri arasında bölünmüştü. Yemen Zeydileri’nin 87. imamı Yahya, Yemen’de Osmanlı idaresinin sona ermesinin ardından bağımsız Yemen Zeydi Emirliği’ni kurarak ilk hükümdarlığını üstlendi. Yemen Zeydi Emirliği daha sonra Mütevekkili Krallığı adını aldı ve İmam Yahyâ ilk kralı oldu. Muhammed el-İdrisi’nin ölümünden (1923) sonra ortaya çıkan taht mücadelesinden faydalanan İmam Yahyâ 1925’te Hudeyde’yi ele geçirdi. 1934’ de Suudi Arabistan Krallığı ile yapılan savaş sonrasında Tâif Antlaşması imzalandı. Hudeyde’nin kendi idaresinde kalması karşılığında Asir ve Necran’ın içinde yer aldığı Kuzey Yemen’in bir kısmı Suudi Arabistan’a bırakılarak günümüz sınırı oluşturuldu. Böylece İngiliz himaye bölgesi hariç Yemen’de birliği ve istikrarı sağlandı. 1940’larda İmam Yahya yönetimine karşı oluşturulan hareket ortaya çıktı. İmam Yahya 17 Şubat 1948’ de bir suikast sonucu öldürüldü. İmam Yahya döneminde Yemen; 1945 yılında Arap Birliği’ ne, 30 Eylül 1947’ de Birleşmiş Milletler’ e üye oldu. İmam Yahya’nın ardından imam seçilen oğlu Ahmed bin Yahya, suikast esnasında çıkan karışıklıklar sonra da idareyi ele alarak Taiz’i başşehir yaptı. 1955’te İmam Ahmed’e karşı başlatılan isyan hareketi başarısızlıkla sonuçlandı. 1956 yılında Mısır ile savunma antlaşması imzalandı. İmam Ahmed, Mısır ve Suriye’nin oluşturduğu Birleşik Arap Cumhuriyeti’ ne katıldı. Ancak 1961’ de Suriye’ nin birlikten çekilmesinden sonra İman Ahmed’ de birlikten ayrıldı. İmama Ahmed’ in 1962’ de ölmesinden yerine oğlu Muhammed Bedr imam seçildi. Ancak bir hafta sonra San’a’da askeri birlikler tarafından kuşatılınca 26 Eylül 1962’ de görevi bırakıp Yemen’ in kuzeyine kaçmak zorunda kaldı.
Yemen’ in kuzeyinde Mütevekkili monarşisinin sona ermesinden sonra Mısır’ın desteğiyle Yemen Arap Cumhuriyeti (Kuzey Yemen) kuruldu, cumhurbaşkanlığına da ordu komutanı Abdullah Sallal getirildi. 1962-1970 yılları arasında Mısır destekli cumhuriyetçiler ile Suudi Arabistan destekli Mütevekkili Krallığı yanlıları arasında iç savaşı Cumhuriyetçiler kazandı.
Kuzey Yemen’ de monarşinin yıkılarak Yemen Arap cumhuriyeti’ nin kurulmasından sonra İngiliz himayesindeki Aden merkezli bölgeleri ile küçük krallıkları (Güney Yemen) İngiliz yönetiminden kurtarmak amacıyla Arap millî hareketi Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni kurdu ve bazı kabilelerin de katılımıyla İngilizler’le mücadeleye başlandı. Bu mücadele Güney Yemen ile Aden’in 1967’de bağımsızlığına kavuşmasıyla sonuçlandı. 30 Kasım 1967'de Güney Yemen'in bağımsızlığını ilan eden yeni yönetim, Batı'dan gerekli desteği göremeyince SSCB ve Çin gibi sosyalist ülkelerle yakınlaşma içine girdi. Daha sonra sosyalist blokta yer alan Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti kuruldu. Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’nde bütün partiler birleştirilerek Yemen Sosyalist Partisi oluşturuldu ve ülke bu parti tarafından yönetild |
i. Kuzey Yemen ve Güney Yemen arasında 1972 ve 1979’da kısa süreli ve sınır değişikliklerine sebep olamayan çatışmalar yaşandı. Güney Yemen’de 1986’da parti içi çekişmeler yüzünden görevinden ayrılan Ali Nasır Muhammed’in ardından ülkede siyasi kriz yaşanması sonucu iç savaş çıktı. Savaşı kaybeden Ali Nasır Muhammed bir kısım taraftarıyla Kuzey Yemen’ e kaçtı.
Kuzey ve Güney Yemen, Sovyetler 22 Mayıs 1990’da birleşti. Ülke iki buçuk yıllık geçiş döneminde iki parti tarafından ortaklaşa yönetildi. 1993 yılında yapılan seçimin ardından iki ülke tamamen birleşti. Bu seçimleri Kuzey Yemen’in eski cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih kazandı. Mayıs-Haziran 1994 tarihleri arasında Kuzey ve Güney Yemen destekçileri arasından meydana gelen iç savaşı Ali Abdullah Salih’in Kuzey Yemen güçleri kazandı. Yemen’ de 1999 yılında yapılan ilk doğrudan cumhurbaşkanlığı seçimlerini Ali Abdullah Salih yeniden kazandı. 2000 yılında anayasayı değiştirerek tekrar iki defa daha seçilme hakkı sağlandı. Salih, 2004 yılında Hüseyin Bedreddin el-Husi liderliğindeki Şii Zeydi isyanıyla uğraşmak zorunda kaldı. 2011 yılında başlarında Tunus’ta başlayıp Mısır’ la devam eden ve Arap dünyasına yayılan Arap Baharı Yemen’de de etkiledi. İşsizlik, ekonomik koşullar ve yolsuzluğu karşı uzun süren protesto gösterileri ve çatışmaların ardından 23 Kasım 2011’de imzalanan Körfez Arap Ülkeleri İş Birliği Konseyi kararıyla Ali Abdullah Sâlih’in otuz üç yıllık yönetimi fiilen sona erdi. Göreve başkan yardımcısı Abd Rabbuh Mansur al-Hadi getirildi. 21 Ocak 2012’de yapılan seçimlerde Hadi cumhurbaşkanı seçildi.Şubat 2015'ten beri yönetim fiilen ikiye ayrıldı San'a ve Aden hükûmetleri olarak.
Hadi'nin 2 yıllık geçiş sürecinde ekonomik ve sosyal sorunları çözemediğini öne süren Şii Husiler’ in Ensarullah Hareketi ile ordu kuvvetleri arasında yer yer çatışmalar meydana geldi. 21 Eylül 2014'te başkent San’a'yı kuşatarak 4 gün süren çatışmaların ardından Husiler, şehirde kontrolü ele geçirdiler.
22.01.2015'te Cumhurbaşkanı Hadi ve Başbakan Halid Mahfuz Bahhah istifa etti. 06.02.2015 de parlamentoyu feshederek, ülkeyi yönetmek üzere geçici bir başkanlık konseyi kuracaklarını bildiren Husiler, oluşturacakları konseyin Sünniler’in çoğunlukta olduğu Yemen’i iki yıl yönetecekleri bildirdiler. Yemen’de siyasi krizi çözmeye amaçlayan BM öncülüğündeki görüşmelere başlanmıştır. Ev hapsinde tutulan Cumhurbaşkanı Hadi, 21 Şubat'ta San’a dan kaçarak Aden'e geçmiş ancak Husiler'in Aden'e yaklaşması üzerine 25 Mart'ta ailesiyle birlikte ülkeyi terketti. 26 Mart'tan itibarende Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon ülkeleri tarafından Husi milislerine yönelik olarak hava harekatına başlanıldı.
Yemen ekonomisi birinci derecede tarım ve hayvancılığa dayanır. Tarım ürünlerinden elde edilen gelirin gayri safi yurtiçi hasıladaki payı %21'dir. Çalışan nüfusun %71,5'i tarım alanında iş görmektedir. Ürettiği tarım ürünlerinin başında tahıl, pamuk, hurma, muz, darı, kahve ve çeşitli meyve ve sebzeler gelir. 1992'de 820 bin ton tahıl, 170 bin ton yer bitkileri, 80 bin ton baklagiller, 320 bin ton meyve, 560 bin ton sebze üretilmiştir. Aynı yıl ülkede yaklaşık 100 bin baş deve, 1 milyon 200 bin baş sığır, 3 milyon 850 bin baş koyun, 2 milyon 250 bin baş da keçi bulunuyordu. 1991'de 86 bin ton balık ve deniz ürünü avlanmıştır. Kuzey Yemen'de yılda ortalama 65 bin ton tuz üretilmektedir. Güney Yemen'de de petrol ve doğal gaz çıkarılmaktadır. Bunların dışında önemli bir yerel kaynağa sahip değildir. 1992'deki petrol üretimi 69 milyon varil olmuştur. 1993'te açıklanan petrol rezervi 2 milyar 10 milyon varil, doğalgaz rezervi de 430 milyar m³'tü. Petrol, doğal gaz ve diğer yerel kaynaklardan elde edilen gelirlerin gayri safi yurtiçi hasıladaki payı %9'dur.
Yemen idari olarak 21 vilayete ayrılmıştır. 2013 yılında Hadramut ili' ne bağlı olan Sokotra adası bu tarihten sonra yeni kurulan Sokotra valiliği (Haritanın sağ alt köşesinde) olarak Yemen' in 22. vilayeti olmuştur. Valilikler 333 ilçe, 2.210 belediye ve 38.234 köye bölünmüştür (2001).
Kamboçya
Kamboçya, resmi adıyla Kamboçya Krallığı ve bir zamanlar Khmer İmparatorluğu olarak da bilinen, Güneydoğu Asya'da yer alan bir ülke. 181,035 km² alana yayılan ülke, kuzeybatıda Tayland, kuzeydoğuda Laos, doğuda Vietnam ile komşudur. Ayrıca güney batı kıyıları Tayland Körfezi'nde yer alır.
14,8 milyonluk nüfusuyla, dünya sıralamasında 70. sırada yer almaktadır. Resmi dini Theravada Budizmi'dir, halkın %95'i Budist'tir.
Başkent Phnom Penh, ülkenin politik, ekonomik ve kültürel merkezidir. Ülke kral tarafından parlamenter monarşi ile yönetilir.
Ülke oldukça fakirdir. Ana geçim kaynağı tekstil ve tarımdır. Tarım ürünleri içerisinde pirinç çoğu Asya ülkesinde olduğu gibi önemli yer tutar. Turizm son yıllarda gelişme göstermektedir.
Angkor krallığı bu bölgede kurulmuştur. En önemli eseri Angkor Tapınağıdır.
Kamboçya 1863-1953 yılları arasında Fransız kolonisi oldu. 1941-1945 yılları arasında Japon İmparatorluğu'nun işgali altında kaldı.
Pol Pot liderliğindeki Kızıl Kmerler (Khmer Rouge), 1975-1979 tarihleri arasında ülkeyi kontrol etti. Çin HC destekli Kızıl Kmerlerlerin lideri olan Pol Pot'un ideolojisine göre, ülkede sadece köylü sınıfı olmalıydı. Bu amaçla ülkenin tüm aydınlarını, bilim adamlarını, sanatkarlarını, kısacası köylü sınıfını oluşturmayan tüm Kamboçyalıları ağır koşullar altında pirinç tarlalarında çalışmaya zorladı. Çalışamayanlar ve muhalefet edenler Ortaçağ işkence yöntemleriyle öldürüldüler. Gözlük ve saatler de dahil olmak üzere tüm teknolojik aletler yasaklandı. Pol Pot yönetiminde dünyanın en büyük katliamlarından birini yaptılar. Verilere göre 3.3 milyon Kamboçyalıyı öldürdüler (1975-1979). Bu katliamlar Vietnam ülkeyi işgal edinceye kadar sürdü.
Ülkede 1991 yılında seçimler yapıldı. Kızıl Khmerler 1998'de Pol Pot'un ölümüyle tamamen dağıldı.
Tuol Sleng Soykırım Müzesi, Kamboçya’nın trajik ve tüyler ürpertici geçmişi sergilenmektedir. Kızıl Kmerler’in sorgulama ofisi olarak kullandığı, eskiden okul olan Security Prison 21 (Güvenlik Ofisi 21), Kızıl Kımerlerin yaptığı işkenceleri anlatan bir müzeye dönüştürülmüştür.
Turizm ülkede tekstilden sonra en büyük gelir kaynağıdır. Ocak-Aralık 2007 arasında 2 milyon turist ziyareti almıştır. Turistlerin çoğunuğu (%51) Siem Reap şehrini tecih etmiştir.Angkor Wat Tapınakları ülkenin en büyük turizm gelirini oluşturmaktadır ve Siem Reap yakınlarındadır.
Kamboçya iklimi Güney Asya iklimine benzerdir.
Kamboçya'da iki mevsim vardır. Mayıs-Ekim arası yağışlı sezondur ve hava sıcaklığı 22 °C civarında seyreder ve oldukça yüksek nem içerir. Kuru sezon ise Kasım-Nisan ayları arasındadır ve hava sıcaklığı 40 °C'ye kadar çıkabilir.
Ekvador
Ekvador, Güney Amerika'da temsili demokrasi ile yönetilen bir cumhuriyettir. Kuzeyde Kolombiya, doğu ve güneyde Peru ile komşudur ve batısında Büyük Okyanus vardır. Anakaradan 965 kilometre batıda, Büyük Okyanus'ta bulunan Galapagos Adaları da ülkenin sınırları dahilindedir. Adını aldığı ekvatorla ülke ikiye bölünmüştür.
Yaklaşık 3 ayrı bağımsızlık tarihleri vardır.
İspanya hâkimiyetinin ardından Quito on bin kişinin yaşadığı bir şehirdi. 10 Ağustos 1809 yılında Quito'da, Carlos Montúfar, Eugenio Espejo ve Piskopos Cuero y Caicedo liderliği altında İspanya'dan bağımsızlık için halkın talebi olmuştur.
Ekvador, aynı zamanda İspanya'dan ayrılmak için ilk çağrıyı yapan Latin Amerika ülkesidir. 9 ekim 1820'de Guayaquil bağımsızlığını kazanan ilk Ekvador şehridir. 24 Mayıs 1822'de Mareşal Antonio José de Sucre komutasındaki Ekvador ordusu,Quito yakınlarındaki Pichincha Savaşı'nda İspanya'yı mağlup ederek bağımsızlığını elde etmiştir.
19. yüzyılda Ekvador'da yöneticilerin çabuk değişmesinden kaynaklanan bir dengesizlik vardır. 1941 yılında ise Peru ile aralarında yaşanan tansiyon savaşa dönüşmüştür. Peru, kendi toprakları olarak beyan ettiği yerlerde, Ekvador'un askeri varlığının bulunduğunu, bunun da işgal olduğunu ileri sürmektedir. Ekvador ise tam tersini iddia etmektedir. 1941 Temmuz'unda iki ordu da harekete geçti. Peru, 11,681 asker ile savaşa girerken, karşılarında kötü eğitilmiş ve yeterince takviye yapılamamış 5,300 askerli Ekvador ordusyla karşılaştılar. 5 Temmuz 1941'de Peru güçleri Zarumilla ırmağını yerleşti. 23 Temmuz 1941'de ırmağı aşıp Ell Oro'nun içlerine doğru ilerlemeye başladı. Ekvador, böylece savaştan çekilmek zorunda kaldı.
1960'larda piyasalardaki durgunluk ve toplumsal husursuzluk popülist politikalara ve askeri müdahelelere neden oldu. Bu arada yabancı şirketler Amazon'a yakın yerlerde petrol yatakları keşfetti. 1972'de, petrolü doğudan sahil şeridine taşıyan And Dağları boru hattının inşaatı, Ekvador'u Güney Amerika'nın ikinci büyük petrol ihraç eden ülkesi haline getirdi. 1970li yıllarda askeri rejim döneminde ülkenin borçlarının kötü idare edilmesi ile başlayan kötü yönetim altındaki birçok yıl, ülkeyi esasen yönetilemez hale getirmiştir. 1990lı yılların ortalarından itibaren, Ekvador hükümeti, yasama ve yargıda temsil edilen idare sınıfını yatıştırmayla uğraşan zayıf bir sınıf olarak karakterize edildi.
Yerli halkın etken seçmenler olarak ortaya çıkması, son yıllarda ülkenin demokratik oynaklığına etki etti. Nüfus, hükümetteki daha önceki hataları telafi etmek için toprak reformu, işsizlikte azalma ve sosyal hizmetleri sağlamakla motive edildi. Bu hareket, yürütmenin bozulmasına neden oldu.
Anayasa, başkana, başkan yardımcısına ve meclis üyelerine dört yıllık hizmet etme hakkı tanıyor. 15 tane bakanlık bulunuyor. Taşra yöneticileri ve meclis üyeleri doğrudan seçimle iş başına geliyor. Meclis, Temmuz ve Aralık'ta tatil nedeniyle toplanmıyor. 20 tane yedi üyeli meclis komisyonu bulunuyor. Yargıtay üyeleri, meclis tarafından süresiz bir dönem için seçiliyor.
Ekvador, Birleşmiş Milletler üyesidir. Aynı zamanda, birçok bölgesel toplulukların içinde yer alır.
Ekvador, üç temel bölgeden, bir de Büyük Okyanus'ta bulunan bir adadan meydana gelmiştir.
Ekvador'un üç temel bölgeden meydana gelmesi ile oluşan cografi konu |
mu aynı zamanda iklim farklılığını oluşturur. Bu iklim farklılığı; muz, ananas gibi tropikal meyvelerin yanında kakao ve kahve gibi bitkiler ile pirinç, şeker, tütün, mısır, patates, elma, mandalina gibi değişik iklim tarımsal ürünlerinin yetişmesini de sağlar.
Ülke, 22 eyaletten meydana gelir ve her eyaletin kendi idari merkezi bulunur.
Ülkedeki en popüler spor, diğer Güney Amerika ülkeleri gibi futboldur. Ekvador millî takımının maçları ülkedeki en çok izlenen spor olayıdır. 2007 Haziranında FIFA, deniz seviyesinden 2,500 metre veya üzeri yükseklikteki yerlerde maç yapılmasını yasakladı. Rafael Correa ve Peru, Bolivya ve Kolombiya'daki meslektaşları bu kuralı protesto etmek için ortak bir mektup hazırladılar.
Ekvador, 2002 FIFA Dünya Kupası ve 2006 FIFA Dünya Kupası'na katılma hakkı kazandı. 2006 FIFA Dünya Kupası'nda A Grubunda Polonya ve Kosta Rika'nın önünde bitirerek; Almanya'nın ardından ikinci sırada yer aldı. Futsal da toplum arasında popülerdir.
Ekvador'da yemek türleri çok çeşitlidir. Tarımsal şartlar ile yükseklikle birlikte değişir. Domuz eti, tavuk, sığır eti engin çeşitlilikteki tahıllar, patates veya pirinçle birlikte, dağlık bölgelerde popülerdir. Ekvador'un dağlık bölgelerinde satılan sokak yiyeceği ise kavrulmuş domuz ile birlikte patatestir. Özellikle alçak bölgelerde birçok meyve çeşidi bulunur. Karides ve ıstakoz kıyı kesimlerin vazgeçilmez yiyecek maddesidir.
1991 yapımı film olan "Sensaciones" Ekvador'da çekilmiştir ve Ekvadorlu kardeşler Juan Esteban Cordero ve Viviana Cordero tarafından yönetilmiştir. Viviana Cordero, daha sonraları "Ratas, Ratones, y Rateros" ve "Un Titán en el Ring" adlı filmlerde görev almıştır.
Filmlerin dışında, Ekvador'da bir yılda sayısız kitap basılmaktadır. Bunların en önemlileri Rod Glenn'in bilik kurgu romanı The King of America ve Kurt Vonnegut'un bilim kurgu romanı "Galapagos"tur.
Felix Mendelssohn Bartholdy
Jacob Ludwig Felix Mendelssohn Bartholdy (3 Şubat 1809, Hamburg - 4 Kasım 1847, Leipzig), Alman müzisyen, besteci, piyanist, orgcu ve orkestra şefi.
Alman romantizm stilinde klasik batı müziği bestecisidir. Bach'ı yeniden hayata döndüren kişi olarak tanınır. Gelmiş geçmiş en yetenekli bestecilerden birisi kabul edilen Mendelssohn, Mozart'ın 19. yüzyıldaki eşdeğeri olarak değerlendirilmiştir.
Aristokrat bir ailenin dört çocuğundan üçüncüsü olarak Hamburg'da doğdu. Babası Abraham Mendelssohn zengin bir bankacı, büyükbabası Moses Mendelssohn Yahudi bir din adamı ve filozoftu. Her ne kadar büyükbaba din adamı olsa ve Alman yahudilerinin gettoların dışında saygı görmek için din değiştirip Hristiyan olmalarına karşı çıksa da Mendelssohn'un ailesi 1816'da Hamburg'dan Berlin'e taşındıkları sırada Musevilikten Protestanlığa geçmiş ve Bartholdy soyadını almıştır. Ancak Felix, bu değişime direnmiş ve Mendelssohn soyadını kullanmaya devam etmiştir. Protestanlığı kabul etmiş ancak Yahudi geçmişinden de gurur duyan birisi olması, kilise müziği alanında yaptığı çalışmalarda kendisini sıkıntılı tartışmaların içinde bulmasına yol açmıştır.
İlk piyano derslerini annesinden ve ablası Fanny'den aldı. Berlin'e taşındıktan sonra sonra Ludwig Berger ile piyano, Carl Zelter ile teori ve kompozisyon çalıştı. Babası, çocuklarını okula göndermeyip evde kendi geliştirdiği sistemle eğitiyor ve özel dersler aldırıyordu. Bu sebeple Felix, içine kapalı ve çekingen bir kişi olarak yetişti. Bu arada Mozart ve Bach'ın eserlerini çalışmak için ablası Fanny ile beraber Paris'e bir yolculuk yaptı. Bu bestecilerden, özellikle de Bach'tan, esinlenerek besteler yaptı.
1820'de ilk eserini besteleyen Felix 12 yaşında iken Carl Zelter onu Alman şair Goethe ile tanışmak üzere Goethe'nin evine götürdü. Felix, 72 yaşındaki şairin evinde iki hafta kaldı. Goethe'nin evinde Carl Maria von Weber ile tanıştı ve ona piyano dörtlüsünü seslendirdi. Felix'in yeteneğinden çok etkilenen Goethe, kendisine o anda yazdığı bir şiiri veda armağanı olarak sundu.
Goethe'nin şiirlerinin yanı sıra Shakespeare'in eserlerinden de ilham alan Felix, aristokrat ailelerin salonlarında çalınmak üzere besteler yapmaya devam etti. Henüz 13 yaşındayken "Do minör Senfoni"'sini yaratmıştı. 16 yaşında, türünün ilk örneklerinden birisi olan Yaylı Çalgılar için Mi diyez Majör Sekizlisini (Op. 20) besteledi. 17 yaşındayken dahi çocuk olarak ünü yayıldı ve "Bir Yaz Gecesi Rüyası" (Op. 21) uvertürü seslendirildi. William Shakespeare'in bir komedisi için bestelenen bu eser, klasik müziğin romantik döneminin en güzel eserlerinden sayılır.
1826-1829 yılları arasında ailesinin isteği üzerine Berlin Üniversitesi'nde öğrenim gören Mendelsshon, daha sonra meslek olarak müziği seçmeye karar vermiştir. Üniversite yıllarında besteciliğinin yanı sıra iyi bir bilardo ve satranç oyuncusu, iyi bir dansçı ve binici olarak tanınıp sevilmişti.
Mendelsshon, 20 yaşına geldiğinde unutulmuş bir besteci olan Bach'ın eserlerini incelemeye kendini vermişti. Henüz 13 yaşındayken doğum günü hediyesi olarak Johann Sebastian Bach'ın "Matthaus Passionu" nun ("Aziz Matta") notalarını isteyen ve bu eser üzerine çalışmalar yapan sanatçı, kendisini ileride "Bach'ı yeniden yaşama döndüren kişi” yapacak yola böylece girmişti. Öğretmeni Zelter'in itirazlarına rağmen bu yolda çalışmaya devam etti. Berlin'de Bach'ın eserlerini seslendirdiği başarılı konserlerin ardından Avrupa müziğini tanımak üzere babasının desteğiyle üç yıllık bir Avrupa turnesine çıktı.
Mendelssohn'un turnesi İngiltere'den başlıyordu. Bu ülkede, George Frideric Handel'den sonra en sevilen Alman besteci olarak gönüllerde taht kurdu. İngiltere'de iken pek çok eser besteledi ve İskoçya'ya yaptığı geziden esinle İskoç Senfonisi'ni bestelemeye başladı. Anne-babasının 25. evlilik yıldönümlerinde çalınmak üzere "Die Heimkehr aus der Fremde" başlıklı şarkı dizisini de bu dönemde besteledi. Sanatçının gezileri; Güney Almanya, Avusturya, İtalya, İsviçre, Fransa ve tekrar İngiltere'den sonra, 1832 yılının Nisan ayında yine Berlin'de sona erdi.
Öğretmeni Zelter'in ölümünden sonra Berliner Singakademie adlı müzik okulunda Zelter'den boşalan göreve gelmek istediyse de bu göreve alınmadı. Bunun nedeni akademi üyelerinin geçmişi Musevi biri ile çalışmak istememesi ve 50 yaşındaki birinden boşalan yeri 24 yaşındaki tecrübesiz bir gence devredilmesini uygun görmeyişleridir. Bu seçim, Alman müzik tarihinde önemli bir rol oynadı. Mendelsshon, 1833'te Düsseldorf kentindeki Niederrhein Müzik Festivali'nin genel direktörlüğü görevini kabul ederek şehirden ayrılmasından sonraki gelişmeler sonucu Berlin, müzik alanındaki üstünlüğünü kaybetti.
Mendellshon genel direktörlüğünü üstlendiği festival boyunca Händel Orotoryaları'nın yorumlanmasını sağlayarak Barok Dönem müziğini yeniden hayata geçirdi. Aynı yıl kendisi vokal eserlerini ve Avrupa turnesi sırasında gördüğü İtalya'nın canlılığı ve renklerinden esinlenerek İtalyan Senfonisi'ni besteledi. Londra Filarmoni'nin ısmarladığı bu eseri, festival yöneticiliği görevine başlamadan hemen önce bir kere daha Londra'ya giderek ilk seslendirilişini gerçekleştridi. Festivalin başarısından sonra Düsseldorf kenti müzik dünyasının en üst yöneticisi konumuna geldi ancak çevresi ile geçimsizliği sonucu bu görevi kısa sürede bıraktı.
Birkaç yıl sonra ise Leipziger Gewandhaus orkestrasının yönetimini üstlendi ve Leipzig kentini Almanya'nın en önemli müzik merkezlerinden birisi haline getirdi. Bach ve Händel'in eserlerinin yanı sıra Schubert'in "Büyük Senfoni"sini müzik dünyasına tanıttı.
1840 yılında Orta Avrupa'nın en tanınmış bestecisi haline gelen Mendelssohn, 1841'de Leipzig'de bir konservatuvar kurdu. Bu konservatuvar, 1846'da Avrupa'nın en üstün müzik okulu haline geldi.
1847'de ablası Fanny'nin ölüm haberi üzerine yaşama isteğini yitiren sanatçı, "Fa Minör 6. Yaylı Çalgılar Dörtlüsü" ve "Fanny için Requiem"'i besteledi. Aynı yıl bir beyin sarsıntısı geçirerek kısmi felç olan Mendelssohn, 4 Kasım 1847'de hayatını kaybetti ve ablası Fanny'nin yanına gömüldü.
2G
2G ikinci nesil kablosuz telefon teknolojisidir. Aynı 1G gibi, hücresel bir ağ sistemi kullanır. Bu hizmet Türkiye'de Turkcell, Vodafone ve Türk Telekom tarafından sağlanır.
2G'nin 1G'ye göre getirmiş olduğu en büyük yenilik, analog veri yerine sayısal veri kullanılmaya başlanmış olmasıdır. Bu geçişte ISDN'e benzer bir yapı kullanılmıştır:
2G'nin getirmiş olduğu en büyük yenilik olan sayısal teknoloji, birçok yeniliği de beraberinde getirmiştir:
İlk olarak 850 - 900 Mhz bandını kullanmak üzere tasarlanan GSM, kullanıcı sayısının artmasıyla beraber 1800 - 1900 Mhz bandına taşınmıştır. Bazı şebekeler bu yeni banttan yayına DCS adı vermektedirler, Türkiye'de ise genelde GSM1800 denir.
İnternet'in yaygınlaşmasıyla birlikte GSM'in sunduğu 9.6 kbps veri taşıma kapasitesi yetersiz olmaya başlamıştır. Buna cevap olarak:
EDGE ile pratikte 380 kbps hızında veri transferi mümkündür.
2G standardı oluşturulduğu zaman çok bant genişliği ve az istemci vardı, dolayısıyla hattı kullanmazken bile meşgul eden bir teknoloji oluşturuldu. Öte yandan, bu seçimden dolayı birçok durumda karşımıza çıkan "şebeke meşgul" iletisinin önüne geçmek operatörler için gitgide daha zor hale gelmektedir.
Buna cevap olarak verilerin yollanmadığı zaman hattın kullanılmadığı, aynı Ethernet teknolojisinde olduğu gibi iki cihazın aynı anda veri yollayınca bunu farkedebildiği bir teknoloji olan 3G oluşturulmuştur. Özellikle Avrupa'da yaygınlaşan bu teknoloji, daha da yüksek bir frekans kullanmasından dolayı (2100 Mhz) kapsama alanı sorunları yaşamaktadır.
1800 Mhz GSM standardı ile görülmeye başlanan, 3G'de daha da belirgin olan kapsama alanı sorununu çözmek için 4G teknolojisine geçilmiştir.
Marvel Comics
Marvel Comics, ABD merkezli çizgi roman yayımcısı şirkettir. Yayımlamış olduğu çizgi romanlar arasında Fantastik Dörtlü, Örümcek Adam, Hulk, Demir Adam,Thor, Daredevil, Kaptan America, serileri vardır
1960'lı yıllardan bu yana DC Comics'in yanında ABD'nin en büyük iki çizgiroman şirketinden biri olma özelliğini sürdürmüş |
tür.
31 Ağustos 2009 tarihinde The Walt Disney Company tarafından 4.000.000.000 $'a satın alındığı duyurulmuştur.
Aralık 1939‘da Timely Comics adı altında kuruldu. Şirketin kurucusu yayıncı Martin Goodman genel çizgiroman akımının aksine süper kahraman öyküleri yayınlamak istiyordu. Çizgiroman tarihinde altın çağ olarak adlandırılan dönem Superman’in evsahipliğini yaptığı Action Comics (Macera Çizgiromanı) dizisi ile başlar. Superman karakteri ile büyük başarı sağlayan National Comics isimli yayınevi (daha sonra adını DC Comics olarak değiştirecektir) başarısını 1939 yayına soktuğu bir diğer süper kahraman Batman ile devam ettirir. 1939 yılında Timely Comics ilk süper kahraman dizisi olan Namor’u yayınlar. Namor’un özelliği mitolojide sular altında kalan Atlantis’ten gelmesi ve insanlardan nefret etmesidir. Bir anlamda Namor çizgiroman tarihinin ilk anti-kahramanıdır. Namor ile başlayan atak Human-Torch (Alev Adam) ile devam eder. Bu iki kahraman ayrı öykülerde yer almasına rağmen aralarındaki sürtüşme ve kavgalar onlara belli bir popülerlik sağlar.
Amerika’nın II. Dünya Savaşına girmesine Timely evreni de kayıtsız kalmaz. Namor ve Human Torch güçlerini Nazilere karşı kullanmaya başlar. Bunun yanında 30’lu yılların çizgiroman anlayışı ile günümüz anlayışı arasındaki en temel fark öykülerde süper kötülere yer olmamasıdır. Kahramanlar ya çılgın bilim adamlarıyla ya da bilidiğimiz suçlular ile karşılaşır. Amerika’nın savaşa girişinden altı ay sonra Joe Simon ve Jack Kirby Marvel evreninin en önemli karakterlerinden Kaptan Amerika’yı yaratır.(Stan Lee’nin ilk Marvel macerası Kaptan Amerika için diyalog yazmak olmuştur.)
Savaşın ardında süper kahraman çizgi romanları ilgi çekmemeye başlamış, piyasanın merkezine western, melodram ve en çok korku öykülerine dayalı çizgiromanlar oturmuştu. Bu yıllarda Timely Comics’in yaptığı bir diğer yenilik de adını Atlas Comics’e çevirmesidir. Kid Colt ve Two Gun Kid bu dönemin en önemli karakterlerindendir.(İlginç detaylardan bir tanesi zaman atlaması sonucu vahşi batıdan günümüze gelen Two-Gun Kid’in İntikamcılar’a katılmasıdır)
Savaş sonrası Amerikan çizgi roman pazarı süper kahraman modasının düşmesini görüldü. Goodman'ın çizgi roman hattı daha büyük bir kısmı onları düştü ve hatta zamanında yayınlamıştı daha türlerinin daha geniş bir genişletilir, korku, Batılıların, mizah, komik hayvan, erkekler macera-dram, dev canavar, suç ve savaş çizgi roman sahip olan ve ormanda kitap, romantizm başlıkları, casusluk ve hatta ortaçağ macera, İncil'den hikâyeler ve spor ekledi.
Goodman, Atlas Haberler Şirket, onun sahip kafe-dağıtım şirketinin dünya logosunu kullanmaya başladı, çizgi roman üzerine başka bir şirket, Kable Haberler, Ağustos 1952 konularda onun çizgi roman dağıtmaya devam etti rağmen Kasım 1951-tarihli kapsayacak. Bu dünyanın marka birleşik bir hat Zenith Yayınlara Animirth Comics, 59 kabuk şirketler aracılığıyla aynı yayınevi, personel ve serbest çalışanlar tarafından söndürüldü.
Yerine yenilik daha Atlas, bir süre televizyon ve film-Batılıların ve hakim savaş dramına popüler trendleri takip kanıtlanmış bir yol aldı, drive-in film canavarları başka bir zaman-ve özellikle hatta diğer çizgi roman, AK korku hattı. Atlas başarısız Human Torch (Syd Shores ve çeşitli şekillerde Dick Ayers, sanat), Sub-Mariner (çizilmiş ve en çok okunan haber Bill Everett tarafından yazılmış) ile, geç 1953 ortalarında 1954 süper kahramanları canlandırmaya çalıştı ve Captain America (yazar Stan Lee, sanatçı John Romita Sr).
1956 yılında DC Comics şasırtıcı bir hamle ile Altın Çağ kahramanlarından Flash’ı Shadowcase isimli öykü içinde tekrar yayınlamaya başlar. Aynı formülü Hawkman ve Green Lantern için uygulayan ve sıradışı başarı sağlayan DC Comics çizgiromancılıkta gümüş çağı başlatır. Dikkat tekrar süper kahramanların üzerine çekilmiştir.Superman, Batman ,Wonder Woman, Hawkman, Flash, Martian Manhunter ve Aquaman’in katılımı ile Amerika Adalet Birliği oluşur. Çizgiroman tarihinin ilk süper kahraman ekibini kuran DC 50’li yıllara damgasını vurur.
1961 yılında yayınevi sahibi Martin Goodman’ın talimatı ile Stan Lee ve Jack Kirby DC ’nin Adalet Birliğine rakip olacak bir süper kahraman takımı yaratmak için kolları sıvar. Ortaya çıkan eser Fantastik Dörtlü‘dür. Fantastik Dörtlü’nün sıradışı başarısı sayesinde Marvel Comics parasal darboğazı aşıp rahat bir nefes alır. Bünyesini Steve Ditko ve Don Heck gibi genç yazar çizerler ile güçlendiren Marvel iki yıl içinde müthiş bir atağa başlar:
Yeşil Dev Hulk, Şimsek tanrısı Thor, Örümcek Adam, İntikamcılar ve X-Men. Bu yayınların başarısı ile Marvel Pazar payını genişletir ve piyasada lider konumuna gelir.
Yunan mitolojisinden Herkül de Thor'la beraber Marvel kahramanlarına katılan mitolojik karakterlerdendir.Korku edebiyatından Dracula ve Frankenstein canavarı da Marvel Comics'in serilerine katılmıştır.(Blade karakteri de ilk kez Dracula'nın serisinde görünmüştür.)
Stan Lee’nin hikâye yazarken izlediği ve daha sonra ‘’Marvel Metodu’’ olarak isimlendirilen yolu şu şekildedir. Konuyu kabaca yazarlara özetler ve onlarının yaratıcı özgürlüklerini sergilemesini bekler, çizim ve renklendirme faslı bittikten sonra öykü ve diyaloglar son haline getirilir.Konuşma balonları bu işlemden sonra yazılır.Marvel Metoduna ve Steve Ditko, Jack Kirby gibi başarılı çizelerin varlığına rağmen Marvel’ın esas sırrı kahramanlarına kişilik ve karakter katmasıdır. Her Marvel kahramanı günlük hayatta rastlayabileceğimiz problemler ile boğuşur.Bu sayede okur eserdeki kahraman ile kendini rahatça özdeşleştirebilir.
Çizgiroman tarihinde Gümüş Çağ olarak adlandırılan dönem Jack Kirby’nin Fantastik Dörtlü’nün 104. sayısının ardından ayrılıp DC Comics’e geçmesi ile sona erer. DC için Yeni Tanrılar adı altında bir dizi hazırlayan Jack Kirby daha çok yaratıcı özgürlüğe sahip olmak ve Stan Lee’nin gölgesinden kurtulmak için bu yolu seçmiştir.Kirby’nin ayrılışından kısa bir süre sonra Stan Lee yazarlığı bırakır ve editör koltuğuna oturur. O günden beri basılan her Marvel çizgiromanı "Stan Lee sunar" etiketi taşımaktadır.
1970’li yıllarda özellikle X-Men yazarı Chris Claremont ve Daredevil yazarı Frank Miller’ın çalışmaları ile Marvel pazarda liderliğini sürdürür.Chric Claremont kapatılması gündemde olan X-Men serisini John Byrne ile beraber zirveye taşır. Yepyeni bir ekip ile okuyucunun karşısına çıkan Claremont daha yazdığı ilk öyküde ekipten bir karakteri öldürmekten çekinmez -hem de sonsuza kadar, bilirsiniz genelde çizgiromanda ölen karakter defalarca dirilir- diğer süper kahraman takımlarının aksine onun yazdığı öykülerde ekip içinde devamlı sürtüşme vardır. "Dark Phoneix Saga", "Days of Future Past" gibi yenilikçi ve en klasik X-men öyküleri hep Claremont zamanında yazılmıştır. Öyle ki kapatılması düşünülen X-Men serisi onlarca başka seriye ev sahipliği yapmıştır.(X-Factor, X-Force, Excalibur, Gen-X gibi ). Hatta son dönem Marvel editörlerinden Bob Harras: "Yeni bir çizgiromanı yayına sokmanın en kolay yolu onu X-Men içinden başlatmak " demiştir.
Şu an yönetmen koltuğunda oturduğu Sin-City ile kendinden bahsettiren Frank Miller ilk çıkışını Marvel için Daredevil’ı yazarken yapmıştır. Okuyucuyu ilk şok eden hareketi kör avukatın bir suikastçi Elektra’ya aşık olması ile başlar. Bir yanda kendi adalet yargıları, bir yanda ise suçlu sevgilisine aşkı arasında kalan Matt Murdock/Daredevil’in altüst olan psikolojisi hiçbir çizgiromanda olmadığı kadar derine inilerek ve de olabildiğince gerçekçi bir şekilde verilmiştir. Bunun yanında standart bir kötü karakter olan Kingpin’i adeta baştan yaratmıştır. Çizgiroman janrına aykırı olarak mafya ve suç dünyası ilk kez bu kadar gerçekçi olarak bir çizgiromanda yer alır.
1960’lı yıllarda Steve Ditko, John Buscema gibi dikkat çekici çizerleri bünyasinde toplayan Marvel aynı hamleyi 80’lerin sonunda da başarı ile uygular. Jim Lee, Mark Silvestri, Erik Larse, Rob Liefeld ve Todd Mc Farlane çizim teknikleri ile çıtayı üst seviyeye taşırlar. Özellikle Mc Farlane tarafından yeniden düzenlene Örümcek Adam ve unutulmaz düşmanı Venom’un maceraları Marvel’ı satışlarda zirveye fırlatır. Nitekim 90’lı yılların başında Gümüş Çağı kapatan olay tekrar yaşanır. Yoğun editör baskısından bunalan bu ekip Marvel’dan ayrılıp Image Comics’i kurarlar ve sıradışı başarı kazanırlar.
1990’lı yıllarda yeni nesil okuyucuların öykülere yabancı kalması ve takip etmekte zorlanmasını yüksek sesle dile getirmesinin ardından Marvel Ultimate serilerini yayına koyar. MTV gençliğine hitap eden-lakin yer yer çok sert politik mesajlar vermekten çekinmeyen- bilgisayar oyunu tadında ve akıcılığında bu seriler ile Marvel yeni nesli de yakalamış olur. Şu günlerde sinema uyarlamaları ile adından çokça bahsettiren şirket her şeye rağmen 77 yıldır yoluna devam ediyor.
Portföy değerlendirmesi
Portföy değerlendirmesi, sınırlı bir zaman diliminde ya da saatte değil de, uzun zamana yayılan değerlendirmedir.
Sözgelimi, bir öğrencinin başarısının ölçülebilmesi amacıyla herhangi bir tür sınav uygulanabileceği gibi, öğrencinin tüm yarıyıla hatta yıla yayılan edimi, ürettikleri, katılımı, çabası dikkate alınarak da değerlendirme yapılabilir.
Edim
Edim veya yapılan iş,eylem, bireyin herhangi bir alandaki gözlemlenebilen davranışıdır. Eğitim bağlamında edim, öğrencinin derslerde yaptıklarıdır. Öğrencinin herhangi bir soruya verdiği yanıt, ürettiği herhangi bir şey, arkadaşlarıyla ya da öğretmenle olan etkileşimi onun edimidir. Hukuk alanında ise edim borçlu kişinin yerine getirmekle yükümlü olduğu davranış biçimidir.
Carl Orff
Carl Orff (d. 10 Temmuz 1895 Münih, Almanya - ö. 29 Mart 1982 Münih) Carmina Burana isimli sahne kantatının yaratıcısı olan Alman besteci. Orff çocuklara müzik öğretmek için özel bir eğitim yöntemi geliştirmiştir.
Subay kökenli, soylu bir aileden gelen Orff 10 Temmuz 1895 günü Münih'te doğdu. Annesi yetenekli bir piyanistti. Carl, müzik sevgisini annesinden almıştı ve küçük yaştan başlayarak tiyatroya da düşkündü. Henüz çocukken evde oluşturduğu kukla |
tiyatrosu için oyunlar yazan ve besteler yapan Carl, 17 yaşına geldiğinde bir opera ve pek çok şarkı bestelemişti. Münih Müzik Akademisi’ne girdiyse de, kısa sürede akademik müzik çalışmalarından sıkıldı. Sahne müziğine olan ilgisinden ötürü ortaçağ ve Rönesans döneminin ilk sahne müziği yapıtlarını inceledi. Bu çalışmaları 1935’te Carmina Burana’yı yaratması için Orff'a esin verdi.
1803’te Münih yakınlarında bir manastırın kütüphanesinde bulunan 200 kadar şarkı ve şiir Carmina Burana’ya kaynaklık etmiştir. Carmina Burana, çoğu oldukça açık saçık Latince metinlere dayanan bir üçlemenin ilk yapıtıdır. Trionfi (Zaferler) diye adlandırılan bu üçlemenin diğer yapıtları Catulli Carmina ve Trionfo di Afrodite’dir. Yapıtın ilk gösterimi 1937’de gerçekleşti ve Orff’a büyük ün getirdi.
Orff, 1924’te dans öğretmeni Dorothee Günther ile genç kızların müzik eğitimi için Münih’te bir okul kurmuştu. Bu okulda çocuklar için müzik eğitimine yönelik araştırmalar yaptı. Okul, 1944’te Naziler tarafından kapatıldı. 4 yıl sonra Orff’un bazı dans müziği kayıtlarının rastlantı olarak yayınlanması, geliştirdiği yöntemlerin Almanya’da yayılmasını sağladı ve çocuklar için müzik yayını yapan radyo programları başladı. Orff, çocuklardaki doğal müzik yeteneklerinin basit vurmalı ve yaylı çalgılar yoluyla geliştirilebileceğini düşünüyordu. Geliştirdiği teknikler şimdi pek çok ülkede kullanılmaktadır.
Carl Orff, 1930’da Münih Bach Topluluğu’nun şefi olmuştu. Nazi döneminde de bu görevde kalmıştır. Orff'un Nazi partisi ile ilişkisi öne sürülse de, kesin olarak kanıtlanamamıştır. Carmina Burana adlı yapıtı 1937'deki Frankfurt ilk gösteriminden sonra Nazi Almanya'sında oldukça tutulmuştur. Felix Mendelssohn'un müziğini yasaklayan Nazi yönetiminin, Şekspir'in Bir Yaz Gecesi Rüyası'na yeni bir olay müziği yazılması çağrısını yanıtlayan birkaç besteciden (öteki birçok besteci katılmamıştır) birisidir. Öte yandan, Orff daha Naziler yönetime gelmeden, 1917 ve 1927 yıllarında da bu oyun için müzik yazmıştı.
'Ak Gül' (Die Weiße Rose) adlı Nazi karşıtı direniş örgütünün kurucularından ve Nazi Almanya'sınca yargılanıp öldürülen Kurt Huber, Orff,un kişisel arkadaşlarından birisidir. Kurt Huber'in tutuklanmasından sonra Huber'in eşinin, Orff'un ilişkilerini kullanarak kocasını kurtarma yalvarışlarını 'Huber ile yakınlığının ortaya çıkması durumunda her şeyini yitireceği' gerekçesi ile geri çevirmiştir. Huber'in eşi, o günden sonra bir daha Orff'u görmez.
Bununla birlikte, Carmina Burana'dan gelen yazarlık parasının kesilmesi kaygısı ile, savaştan sonra Almanya'yı Nazilerden arındırmaya çalışan Birlik Ülkeleri'nin bir görevlisine, 'Ak Gül' örgütünün üyesi ve Nazi karşıtı direnişçi olduğunu öne sürmekten de kaçınmayacaktır. Orff'un örgüte üyeliği ve direnişçiliği konusunda hiçbir kanıt olmadığı gibi birçok kaynakça da yalanlanmıştır. Yıllar sonra, suçluluk duyguları içinde, ölmüş arkadaşı Huber'e mektup yazıp bağışlanma dileyecektir.
Orff, zamanının büyük bölümünü yurtta ve yurtdışında bestecilik öğretmeye adamıştır. "Yeni bir şey yaratmak istiyorsan mutlaka eski olanı kullan" anlayışı ile yapıtlar veren Orff, 1949’da yaratığı Antigonea adlı oyunu Sofokles’in bir yapıtı üzerine bestelemişti. 1950’de Münih Müzik Lisesi’ne öğretmen oldu, 1955 yılında Tübingen Üniversitesi’nden fahri doktor oldu, 1961’de Salzburg’da müzik öğretmenlerini eğitmek amacıyla Orff Enstitüsü’nü kurdu. Carl Orff, 1982’de bütün ömrü boyunca yaşadığı Münih’te öldü.
Carmina Burana, Catulli Carmina ve Trionfo di Afrodite adlı kantatlarını birleştirerek oluşturduğu Trionfi üçlemesi Başta Almanya olmak üzere pek çok ülkede bestecinin en çok seslendirilen yapıtıdır:
Attilâ İlhan
Attilâ İlhan (15 Haziran 1925 - 10 Ekim 2005), Türk şair, romancı, düşünür, deneme yazarı, gazeteci, senarist ve eleştirmen. Aydın çalışmalarıyla Türk edebiyat ve düşünce dünyasına önemli katkıları olmuştur. Tiyatro ve sinema sanatçısı Çolpan İlhan'ın ağabeyidir.
15 Haziran 1925'te İzmir Menemen'de doğdu. İlk ve orta eğitiminin büyük bir bölümünü İzmir ve babasının işi dolayısıyla gittikleri farklı bölgelerde tamamladı. İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım Hikmet şiirleriyle yakalanmasıyla 1941 Şubat'ında, 16 yaşındayken tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Üç hafta gözaltında kaldı. İki ay hapiste yattı. Türkiye'nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince, eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı. Danıştay kararıyla, 1944 yılında okuma hakkını tekrar kazandı ve İstanbul Işık Lisesi'ne yazıldı. Lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz katıldığı CHP Şiir Armağanında Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle ikincilik ödülünü pek çok ünlü şairi geride bırakarak aldı. 1946'da mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne kaydoldu. Üniversite hayatının başarılı geçen yıllarında Yığın ve Gün gibi dergilerde ilk şiirleri yayımlanmaya başladı. 1948'de ilk şiir kitabı Duvar'ı kendi imkânlarıyla yayımladı.
1948 yılında, üniversite ikinci sınıftayken Nâzım Hikmet'i kurtarma hareketine katılmak üzere ilk kez Paris'e gitti. Bu harekette faal olarak yer aldı. Fransız toplumu ve orada bulunduğu çevreye ilişkin gözlemleri daha sonraki eserlerinde yer alan birçok karakter ve olaya temel oluşturmuştur. Türkiye'ye geri dönüşünde başı sık sık polisle derde girdi. Sansaryan Han'daki sorgulamalar ölüm, tehlike, gerilim temalarının işlendiği eserlerinde önemli rol oynamıştır. Şair bu gerilim havasını ilk şiirlerinde olmasa da özellikle Bela Çiçeği gibi kitaplarında eski günlerini yâd ettiği ya da eleştirdiği şiirlerini yayımladı. Birkaç kez gözaltına alındı.
1951 yılında Gerçek gazetesinde bir yazısından dolayı soruşturmaya uğrayınca Paris'e tekrar gitti. Fransa'daki bu dönem, Attilâ İlhan'ın Fransızcayı ve Marksizmi öğrendiği yıllardır. 1950'li yılları İstanbul - İzmir - Paris üçgeni içerisinde geçiren Attilâ İlhan, bu dönemde ismini yavaş yavaş Türkiye çapında duyurmaya başladı. Yurda döndükten sonra, Hukuk Fakültesi'ne devam etti. Ancak son sınıfta gazeteciliğe başlamasıyla beraber öğrenimini yarıda bıraktı. Sinemayla olan ilişkisi, yine bu dönemde, 1953'te "Vatan gazetesi"nde sinema eleştirileri yazmasıyla başlamıştır.
1957'de gittiği Erzincan'da askerliğini yaptıktan sonra, tekrar İstanbul'a dönüş yapan Attilâ İlhan sinema çalışmalarına ağırlık verdi. On beşe yakın senaryoya Ali Kaptanoğlu adıyla imza attı. Sinemada aradığını bulamayınca, 1960'ta Paris'e geri döndü. Sosyalizmin geldiği aşamaları ve televizyonculuğu incelediği bu dönem, babasının ölmesiyle birlikte yazarın İzmir dönemini başlattı. Sekiz yıl İzmir'de kaldığı dönemde, Demokrat İzmir gazetesinin başyazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yürüttü. Aynı yıllarda, şiir kitabı olarak "Yasak Sevişmek" ve Aynanın İçindekiler dizisinden "Bıçağın Ucu" yayımlandı. 1968'de Biket İlhan ile evlendi, 15 yıl evli kaldı.
1973'te Bilgi Yayınevi'nin danışmanlığını üstlenerek Ankara'ya taşındı. "Sırtlan Payı" ve "Yaraya Tuz Basmak"'ı Ankara'da yazdı. 1981'e kadar Ankara'da kalan yazar "Fena Halde Leman" adlı romanını tamamladıktan sonra İstanbul'a yerleşti. İstanbul'da gazetecilik serüveni Milliyet (2 Mart 1982 - 15 Kasım 1987) ve Gelişim Yayınları ile devam etti. Bir süre "Güneş gazetesi"nde yazan Attilâ İlhan, 1993-1996 yılları arasında Meydan gazetesinde yazmaya devam etti. 1996 yılından 2005 yılına kadar köşe yazılarını Cumhuriyet gazetesi'nde sürdürdü. 1970'lerde Türkiye'de televizyon yayınlarının başlaması ve geniş kitlelere ulaşmasıyla beraber Attilâ İlhan da senaryo yazmaya geri dönüş yaptı.
"Sekiz Sütuna Manşet", "Kartallar Yüksek Uçar" ve "Yarın Artık Bugündür" halk tarafından beğeniyle izlenilen diziler oldu.
İlk romanı "Sokaktaki Adam" yayımlandığında 10 roman yazmıştı. Bunlar hiç gün ışığına çıkmadı. Attilâ İlhan bunun sebebini bir söyleşide şöyle açıklıyor: "... birçok roman yazdım daha önceden. Ama neden yayınlamadım? Çok akıllıca bir sebebi vardı. Çünkü biliyorum ki yazarlar ilk romanlarında kendilerini anlatırlar. O da romancılık değildir. Günlük tutmaktır." (Düşün, Haziran 1996).
Roman serüvenine başladığında döneminin diğer yazarları daha çok yerel ve kırsal olayları, kişileri işlerken Attilâ İlhan şehir insanını Türkiye'nin yakın dönem tarihini siyasal, ekonomik ve sosyal yanlarıyla ele alan bir yapı içerisinde işliyordu. Sadece İstanbul, İzmir gibi Türkiye'nin büyük şehirlerini, işlediği dönemin yaşam tarzını, ekonomik ve sosyal sorunlarını kahramanlarının gözüyle yansıtmakla yetinmiyor; aynı zamanda, batı kültürünün Türkiye'ye ne şekilde yansıdığını, olumlu ve olumsuz etkilerini, çizdiği karakterlerle ve Avrupa'daki şehirlerle örtüşen bir yapı içerisinde inceleniyordu
Romanda 'hazırlık ve arayış dönemi' diye nitelendirilebilecek dönemde, yayımladığı Sokaktaki Adam ve Zenciler Birbirine Benzemez'de yazarın Paris'te yaşadığı yıllara ait deneyimlerinin ve gözlemlerinin karakterlere yansıdığı görülür. Yazıldığı yıllarda Türkiye'deki batılılaşma uğruna toplumdan kopan kişilerin bocalamaları Sokaktaki Adam'da ele alınırken, "Zenciler Birbirine Benzemez"'de Avrupa'da komünist ve anti-komünist mültecilerle karşılaşan, hayal kırıklığına uğramış bir devrimci anlatılır. Her bölümün farklı bir karakterin ağzından aktarıldığı Sokaktaki Adam, Attilâ İlhan'ın edebiyatımıza getirdiği yeni bir söylem olarak alınabilir. Daha sonraki romanlarında da görüleceği gibi, diyalektik bir yaklaşımla işlenen olaylarda kahramanlar güçlü ve zayıf yanlarıyla okura ulaşır; birbirlerini suçlamaz ve okuyucuda önyargı oluşturmazlar. Attilâ İlhan, "Zenciler Birbirine Benzemez" için bakın neler diyor:" Kitap 'soğuk savaş'ın en belalı döneminde yazıldı, yayınlandı. Çok ikircikli bir sorunu tartışıyordum. Romanın kahramanı, İstanbul'daki ve Paris'teki 'solcu' çevrelerle düşüp kalkıyor, bunlarla ilişkilerini ve tartışmalarını anlatıyordu, her şeyi olduğu gibi yazmak, romanın yayımlanmasından vazgeçmekle eşitti. Bu bakımdan, içeriğine hafif flu bir hava verdim."
Romanın dilinin farklılığını ise yazıldığı dönem içeri |
sinde yoğun Fransızca çalışmasına bağlayan yazar, bazı cümleleri Fransızca düşünüp Türkçe yazmıştır.
Yazarın "olgunluk dönemi" diye tanımlanabilecek edebiyat süreci Kurtlar Sofrası ile başlar. Sokaktaki Adam'da ne istediğini değil, ne istemediğini bilen biri anlatılırken; Zenciler Birbirine Benzemez'de Mehmed-Ali istedikleri ile istemedikleri arasında mütereddit bir karakteri yansıtmaktadır. Oysa "Kurtlar Sofrası"'nda Mahmud ne istediğini çok iyi bilen bir karakteri çizer. Bu üç romanıyla Attilâ İlhan Türk aydınına farklı açılardan bakar, fikirlerini diyalektik-materyalist bir sentez içinde derleyerek Türkiye için bir sentez önerir- ki sonradan yazdığı yedi kitaplık Aynanın İçindekiler serisi de bu zemine oturmaktadır. Bıçağın Ucu, Sırtlan Payı, Yaraya Tuz Basmak, Dersaadet'te Sabah Ezanları, O Karanlıkta Biz, ve Gazi Paşa bu seriyi oluşturan romanlardır. Her romanda yer alan karakterler, Türkiye'nin tarihinde köşebaşlarını oluşturmuş dönemlere ayna tutan aydınlardır. Tarihi olaylar, politik ve sosyal dengelerle ele alınır. Birbirleriyle bağlantısı olan karakterlerden her biri bir romanda ön plana çıkar ve olaylar onun gözlemleriyle aktarılır. Bu serinin bütünü irdelendiğinde yine, yazarın Türk aydınına yakın tarihimize bir bakma şansı tanıdığını ve kendi toplumcu-gerçekçi bakış açısıyla önergeler sunduğu görülür.
Attilâ İlhan ilk kalp krizini 1985 yılında geçirdi. Bu tarihten sonra kardiyolojik sorunları devam eden İlhan'ın 2004'ten itibaren sağlık durumu daha da bozuldu. 10 Ekim 2005'te İstanbul'daki evinde geçirdiği ikinci kalp krizi sonucu hayata veda ettiğinde 80 yaşındaydı.
2003 Sertel Demokrasi Ödülü'ne layık görülmüştür.
1946 CHP Şiir Yarışması İkinciliği,
1974 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü tutuklunun Günlüğü ile,
1974 Yunus Nadi Roman Armağanı Sırtlan Payı ile, vefatından sonra 2007 yılında kurulan Attilâ İlhan Bilim Sanat Kültür Vakfı çalışmalarına devam etmektedir.
Martin Luther King
Martin Luther King, Jr. (15 Ocak 1929, Atlanta, Georgia - 4 Nisan 1968, Memphis, Tennessee) bir Afrikalı-Amerikalı Baptist papaz ve Amerikan yurttaş hakları hareketi önderi.
Dünya genelinde şiddet karşıtı ve ırksal eşitlik görüşleriyle tanınmaktadır ve 1964 yılında Nobel Barış Ödülü'nü kazanmıştır. Ayrıca, 1977 yılında, ölümünden 9 yıl sonra, eski ABD başkanı Jimmy Carter tarafından Başkanlık Özgürlük Ödülü'ne layık görülmüş ve onuruna Martin Luther King Günü kutlanmaya başlanmıştır. King'in en bilinen ve etkili konuşması "Bir Hayalim Var"'dır.
Martin, Atlanta, Georgia'da Marthin Luther King ve Alberta Williams King'in çocuğu olarak dünyaya geldi. Martin Luther King Jr.'ın doğum kayıtlarına göre doğduğunda ismi Michael idi. Liseden sonra Marehouse Koleji'ne devam etti. Burada rektör olan ve aynı zamanda bir yurttaş hakları lideri olan Benjamin Mays'den etkilendi. 1948 yılında Sosyoloji bölümünden mezun oldu. Daha sonra 1951 yılında Chester, Pensilvanya'daki Crozer Teoloji Fakültesinden 1. olarak mezun oldu. 1955 yılında Boston Üniversitesi'nde Sistematik Teoloji konusunda yüksek lisans yaptı.
King 1953 yılında Coretta Scott ile evlendi. King'in babası düğünü gelinin babasının evinde gerçekleştirdi. King ve Scott'ın 4 çocuğu oldu: Yolanda Denise, Martin Luther III, Dexter Scott ve Bernice Albertine. King'in 4 çocuğu da babalarının yolunda gidip birer yurttaş hakları savunucusu oldular Coretta Scott 30 Ocak 2006'da öldü.
King, 1953 yılında daha 24 yaşındayken en önemli siyah kilisesi olan Montgomery, Alabama'daki Dexter Avenue Baptist Kilisesinin pastörü oldu. 1 Aralık 1955 günü Rosa Parks, Jim Crow yasaları gereği yerini bir beyaza vermesi gerektiği halde buna karşı geldiği için tutuklandı. Bunun üzerine King, Montgomery Otobüs Boykotunu düzenledi. Boykot 382 gün sürdü ve durum o kadar gerginleşti ki King'in evi bombalandı. Bu boykot sırasında King tutuklandı. Boykot, Amerikan Yüksek Mahkemesi'nin eyaletler arası otobüslerde ve diğer ulaşım araçlarında ırk ayrımcılığını kanun dışı ilan etmesine kadar devam etti.
Bu boykottan sonra King, siyahi kiliselerin güçbirliği yapmasını ve yurttaş hakları reformu için barışçıl gösteriler yapmayı amaç edinen Güney Hristiyan Liderlik Konferansı (SCLC)'nin 1957 yılında kurulmasında önemli rol oynadı. King ölümüne kadar bu kuruluşta önemli rol oynadı. King, Mahatma Gandhi tarafından uygulanan, şiddete dayanmayan sivil itaatsizlik felsefesinin takipçisiydi ve bu felsefeyi SCLC tarafından gösterilerde uyguladı.
FBI, 1961 yılından itibaren, Yurttaş Hakları hareketine komünistlerin sızdığı korkusuyla King'i dinlemeye başladı. Fakat, böyle bir kanıta ulaşılamadı. FBI 6 sene boyunca elde ettiği kayıtları, daha sonra King'i liderlik pozisyonunu bırakması için zorlamak amacıyla kullandı.
Bir pasifist olan A.J. Muste, siyasi eylemlerinde Marthin Luther King'e danışmanlık yaptı. King, Jim Crow yasaları olarak da bilinen güneydeki ırk ayrımcısı sisteme karşı şiddete dayanmayan, iyi organize edilmiş gösteriler medyada büyük ilgi görecekti. Gerçekten de, gazetecilerin yazdıkları ve televizyonlarda yayımlanan programlar Yurttaş Hakları Hareketi'ne karşı büyük bir ilgi uyandırdı ve bu hareketi 1960'lı yıllarda Amerika'nın en önemli gündem maddesi haline getirdi.
King, siyahların oy hakkı, ayrımcılığın sona ermesi, çalışan hakları ve diğer temel haklar için gösterileri düzenledi ve organize etti. Bütün bu haklar 1964 yılında çıkan Yurttaş Hakları Kanunu (Civil Rights Act of 1964) ile 1965 yılında çıkan Oy Hakkı Kanunu (Voting Rights Act of 1965) ile Amerikan hukukunun birer parçası oldu.
King, belki de en çok 1963 yılında "İş ve Özgürlük İçin Washington'a Yürüyüş" sırasında Lincoln Anıtı önünde yaptığı "Bir Hayalim Var" konuşmasıyla ünlüdür.
SCLC'yi temsil eden King, "Büyük Altılı" denilen İş ve Özgürlük İçin Washington'a Yürüyüş isimli etkinliğin düzenlenmesinde etkili olan yurttaş hakları örgütlerinin liderleri arasındaydı. Büyük Altılıyı oluşturan diğer örgütler ve kişiler şunlardı: Ray Wilkins, NAACP; Whitney Young Jr., Urban League; Philip Randalph, Brotherhood of Sleeping Car Porters; John Lewis, SCNC; James Farmer, Congress of Racial Equality(CORE). King için bu tartışmaya neden olacak bir roldü, zira King, yürüyüşün odak noktasının değiştirilmesi konusunda John F. Kennedy'nin isteklerine razı olan kişilerden birisiydi. Kennedy başlangıçta yürüyüşe kesin olarak karşı çıktı, çünkü bu yürüyüşün yurttaş hakları hakkındaki kanunun yasalaşmasını olumsuz etkileyeceğini düşünüyordu. Fakat yürüyüşü düzenleyenler yürüyüşün devamı konusunda kararlıydılar.
Yürüyüş başlangıçta Güney'deki siyahların içler acısı halini ve yürüyüşü düzenleyenlerin istek ve şikayetlerini ülkenin başkentinde açıkça ifade etmeleri için bir fırsat olarak düşünülmüştü. Yürüyüşü düzenleyenler, federal hükumetin Güney'de yaşayan siyahların ve yurttaş hakları çalışanlarının haklarını ve güvenliğini sağlamaktaki yetersizliğini eleştirmeyi düşünüyorlardı. Fakat, grup ABD başkanının baskısına ve etkisine boyun eğdi gösteri çok daha yumuşak bir ton kullandı.
Bunun sonucu olarak, bazı yurttaş hakları eylemcileri gösterinin ırksal uyum hakkında doğru olmayan, istenmeyen kısımlardan arındırılmış bir resim sunduğunu düşündüler. Malcolm X, gösteriyi "Washington'a Saçmalık" (Farce on Washington) olarak isimlendirdi.
Fakat, yürüyüş açıkça bazı isteklerde bulunmuştu: devlet okullarında ırksal ayrıma son verilmesi, bir yurttaş hakları yasasının çıkarılması, işyerinde ırksal ayrımın yasaklanması, yurttaş hakları eylemcilerinin polis şiddetinden korunması, asgari ücretin saatlik 2 dolara çıkarılması.
Gerilimlere rağmen, yürüyüş oldukça başarılı olmuştu. Yürüyüşe farklı etnik gruplardan 250.000 kişi katılmıştı. Bu etkinlik, o zamana kadar Washington tarihindeki en kalabalık gösteri olmuştu. King'in yaptığı "Benim bir hayalim var" (I have a dream) konuşması kalabalığı daha da coşturdu. Bu konuşma, Amerikan tarihinin en iyi konuşmalarından birisi olarak sayılmaktadır.
King görevi süresince birçok defa yazı ve konuşmalar yaptı. 1963 yılında yazdığı, "Birmingham Hapishanesinden Mektup" adalet arayışının tutkulu bir göstergesidir. 1964 yılında, ABD'de ırksal ön yargıyı yıkmak için şiddet içermeyen bir direniş sergilediği için, en genç yaşta Nobel Ödülü almış oldu
Çeşitli defalar Martin Luther King, siyah Amerikalıların tarihi haksızlıklar nedeniyle tazminat alması gerektiğini ifade etmiştir. 1965 yılında Alex Haley ile konuşurken, beyazlarla siyahlar arasındaki ekonomik farkı kapatmak için sadece siyahlara eşitlik sağlanmasının yeterli olmadığını söylemiştir. King, kölelik nedeniyle mahrum olunan maaşların geri alınmasını amaçlamıyordu, zaten bunun imkansız olduğunu düşünüyordu. King, 50 milyar dolar değerindeki paranın bir devlet tazminat programı çerçevesinde 10 yıl içinde siyahlara dağıtılmasını öneriyordu. King, bu harcanacak paranın, düşük suç oranları, düşük okul bırakma oranları, aile parçalanmalarının azalması gibi sağlayacağı faydaların topluma harcanan paradan çok daha fazla maddi getirisi olacağını fark ediyordu. King, 1964 yılında yazdığı "Neden Bekleyemeyiz" (Why We Can't Wait) adlı kitabında bu fikrini daha da detaylandırdı.
King ve SCLC, SCNC'nin de kısmi katılımıyla 25 Mart 1965 tarihinde Selma şehrinden eyalet başkenti Montgomery'e bir yürüyüş düzenlemeyi denediler. 7 Mart tarihindeki ilk deneme karşıt görüşlü kalabalığın ve polisin şiddet uygulaması nedeniyle iptal edildi. Bu gün, söz konusu tarihten itibaren "Kanlı Pazar" olarak adlandırıldı. Kanlı Pazar, Yurttaş Hakları Hareketine halk desteği sağlanması konusunda bir dönüm noktasıydı. Fakat, King gösteri sırasında mevcut değildi. Başkan Lyndon B. Johnson ile görüştükten sonra King gösteriyi 8 Marta ertelemek istedi. Fakat yürüyüş King'in iradesine aykırı olarak yerel yurttaş hakları çalışanları tarafından devam ettirildi. Göstericilere karşı polisin uyguladığı şiddet, geniş bir şekilde yayınlandı ve görüntüler toplumda büyük bir infial uyandırdı.
İkinci teşebbüs 9 Mart tarihinde yapıldı. King, bu denemede göstericileri Selma şehrinin dışındaki Edmund Pet |
rus Köprüsünde durdurdu. King, bu hareketini önceden şehrin ileri gelenleriyle müzakere etmişti. King'in bu beklenmedik hareketi, yerel hareket arasında sürpriz bir kızgınlığa neden oldu. Yürüyüş tam olarak 25 Mart'ta devam etti ve sonuçlandı.
1966 yılında, Güney'de elde edilen başarılardan sonra, King ve diğer Yurttaş Hakları Eylemcileri bu hareketi Kuzey'e yaymaya çalıştılar. İlk hedefleri Chicago şehri oldu. King ve Ralph Abernaty, ikisi de orta sınıf kişiler oldukları halde, fakirlere olan desteklerini göstermek ve eğitici bir deney olması amacıyla Chicago'nun varoş mahallelerine taşındılar.
Örgütleri olan The Southern Christian Leadership Conference (SCLC), Albert Raby, Jr. tarafından kurulmuş bir örgüt olan Coordinating Council of Community Organizations (CCCO) ile The Chicago Freedom Movement (CFM)adı altında bir işbirliğine gitti. O bahar, gayrimenkul ofisleri üzerinde yapılan siyah çift/beyaz çift testleri, şu an Gayrimenkul Endüstrisi tarafından yasaklanmış olan "steering" uygulamasını açığa çıkardı. Bu testler, ev taleplerinin ırka dayalı değerlendirmeye tabi tutulduğunu, aynı gelire, eğitime, çocuk sayısına ve diğer ortak özelliklere sahip çiftlerin sadece ırklarından dolayı farklı bir muameleye tabi tutulduğu gerçeğini ortaya çıkardı.
Hareketin radikal değişiklik için isteği büyüdü ve bazı büyük yürüyüşler planlandı ve gerçekleştirildi. Bu yürüyüşlerden bazıları şu mahallerde gerçekleşti: Bogan, Belmont-Cragin, Jefferson Park, Evergreen Park (Şikago'nun bir banliyösü), Gage Park ve Marquette Park, ve diğerleri.
Abernaty'nin daha sonra yazdıklarına göre Şikago'da Güneydekinden daha kötü bir şekilde karşılandılar. Yürüyüşleri şişe fırlatan ve bağıran kalabalıklarla yüz yüze geldi ve bir isyana neden olmaktan korktular. King görüşleri itibarıyla şiddete dayalı bir olaya neden olmak istemiyordu, bu nedenle eğer King gösterinin şiddetle bastırılacağı konusunda bir şüpheye düşerse, diğerlerinin güvenliği için gösteriyi iptal ediyordu. Fakat ne olursa olsun, King ölüm tehditlerine karşın gösterilere başarıyla liderlik yaptı. Şikago'da karşılaştıkları şiddet o kadar aşılması zordu ki, bu iki arkadaşı çok etkilemişti.
Diğer bir problem şehir yöneticilerinin iki yüzlü davranışlarıydı. King ve Abernaty yapılacak eylemler konusunda anlaşma sağlamışlardı, fakat yapılan anlaşmalar belediye başkanı Richerd J. Delay'in kurduğu yolsuz politik düzen nedeniyle ortadan kalktı. Abernaty varoşlara uzun süre dayanamadı ve bir süre sonra varoşlardan ayrıldı. King bir süre daha kaldı ve Coretta ve çocuklarının berbat yaşam koşulları hakkında duygusal yazılar yazdı.
King ve müttefikleri tekrar güneye geri döndüklerinde, bir dini okul öğrencisi olan Jesse Jackson isimli ve daha önce örgütlerine katılmış olan bir kişiyi örgütlerinin başına getirdiler. Jackson üstün konuşma becerileri sergiledi ve mağaza zincirlerine karşı başarılı olan ilk boykotu düzenledi. Bu boykotlardan biri siyahları tezgahtar olarak işe almayı kabul etmesi için A&P Stores şirketine karşı düzenlendi. Bu kampanya o kadar başarılı oldu ki, 1970'lerde başlayan eşit fırsat programlarının temellerini attı. Jackson ayrıca SCLC'nin himayesinde Operation Breadbasket adında ilk "siyah EXPO"nun kurulmasına önayak oldu. Operation Breadbasket daha sonra SCLC'den ayrıldıktan sonra Operation PUSH olarak devam etti. Siyah EXPO, P.U.S.H Expo'ya dönüştü ve uzun süredir varlığını devam ettiren ve yeni kurulan Siyah İşyerlerinin kendilerini göstermeleri için yardımcı olmaya devam etti. Bu işyerlerinin bazıları şunlardır: Johnson Publishing, Parker House Sausage, Seaway National Bank, ve bugün hala iş hayatına devam edip varlığını örgütün şu anki hali olan P.U.S.H. EXCEL'e borçlu olan diğer şirketler.
1965 yılından başlayarak King ABD'nin Vietnam Savaşındaki rolü hakkındaki şüphelerini dile getirmeye başladı. 4 Nisan 1967 yılında, Newyork City Riverside Kilisesinde - öldürülmesinden tam olarak 1 yıl önce- King, Vietnamın Ötesi: Sessizliği Kırmanın Zamanı (Beyond Vietnam: A Time to Break Silence) başlıklı konuşmasını yaptı. Konuşmasında King kuvvetli bir şekilde Amerika'nın savaşdaki rolü aleyhine konuştu, Amerika'nın Vietnam'da "orayı bir Amerikan kolonisi haline getirmek" amacıyla bulunduğunu ifade etti ve ABD'yi "bugün Dünya'nın en büyük şiddet sağlayıcısı" olarak adlandırdı. Fakat, aynı zamanda ülkenin daha genel ve geniş bir ahlaki değişikliğe ihtiyacı olduğunu iddia etti:
King uzun süredir güneyli ırkının ayrımcıları (segregationists) tarfından nefret ediliyordu, fakat bu konuşması ana-akım medyayı da onun aleyhine çevirdi. Time dergisi konuşmayı "Radyo Hanoi için yazılmışa benzeyen demagojik bir saldırı" olarak niteledi. The Washington Post gazetesi de King'in "davası, ülkesi ve halkı için işe yararlığını azalttığını" ifade etti.
Vietnam'la ilgili olarak King Kuzey Vietnam'ın "onbinlerce Amerikan askeri gelene kadar büyük miktarda asker ve tedarik malzemesi göndermediğini" ( Michael Lind, Vietnam: The Necessary War, 1999 sayfa 182) ifade etmiştir. King ayrıca Kuzey Vietnam'ın toprak reformunu övmüştür. ( Lind, 1999) King ayrıca ABD'yı çoğunluğu "çocuk" 1 milyon Vietnamlıyı öldürmekle itham etmiştir. (Guenter Lewey, America in Vietnam, 1978 pp. 444–5)
Bu konuşma King'in evrim geçiren siyasi duruşunun bir yansımasıydı. Bu evrime bir bakıma King'in Highlander Research and Education Center isimli ilerici kuruluşla bağı ve bu kuruluşta aldığı eğitim neden olmuştu. King ülkenin politik ve ekonomik yaşamında gereksinim duyulan köklü değişikliklerden bahsetmeye başladı. Hayatının sonuna doğru King savaş karşıtı görüşlerini ve ekonomik ve ırksal adaletsizliği düzeltmek için kaynakların yeniden dağıtılması gerekliliğinden daha sık dillendirmeye başladı. Kamuya açık alanda, siyasi düşmanları tarafından komünizmle ilişkilendirilmemek için dikkatli olmakla beraber özel konuşmalarında demokratik sosyalizme olan desteğinden bahsediyordu:
King, Morehouse'da iken Marx'ı okudu. Fakat, "geleneksel kapitalizmi" reddetmekle beraber, Komünizmi "tarihi maddiyatçı yorumlaması", dini reddetmesi, "göreceli etik anlayışı" ve "siyasi baskıcılığı" nedeniyle benimsemedi.
3 Nisan 1968 günü, King, Mason Temple'da (Church of God in Christ Center) kendisini dinleyen heyecanlı bir kalabalığa sanki başına gelecekleri bilircesine şöyle seslendi (Mountaintop'a Gittim konuşması):
King ertesi gün, uğradığı suikast sonucu öldü.
1968 yılı Mart ayında King, siyah sağlık çalışanlarını desteklemek için Memphis'e gitti. Siyah sağlık çalışanlarını temsil eden AFSCME Local 1733, 12 Mart'tan beri grevdeydi ve daha yüksek ücretler ve daha iyi muamele talep ediyordu. Örneğin, beyaz işçilerden farklı olarak siyah işçiler kötü hava nedeniyle evlerine gönderildiğinde ücret alamıyor ve beyazlara göre daha az ücret alıyorlardı.
3 Nisan günü King, Memphis'te bir topluluğa hitaben konuştu ve "I've been to the Mountaintop" (Mountaintop'a gittim) isimli konuşmasını yaptı.
King, 4 Nisan günü öğleden sonra saat 6'da Memphis'teki Lorraine Motel'in balkonunda uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Motel odasındaki arkadaşları silah seslerini duyunca balkona koştu ve King'i boğazından vurulmuş şekilde buldular. Saat 7:04'te St. Joseph's Hastanesinde öldü. Suikast, 60'tan fazla şehirde isyanların çıkmasına neden oldu. 5 gün sonra, ABD Başkanı Lyndon B. Johnson, yas ilan etti. Aynı gün 300,000 kişilik bir kalabalık cenazesine katıldı. Başkan yardımcısı Hubert Humphrey, Başkanı temsilen cenazeye katıldı.
King'in öldürülmesinden 2 ay sonra, kaçak mahkum James Earl Ray İngiltere Heathrow Havalimanında sahte pasaportla İngiltereyi terk etmek isterken yakalandı. Ray kısa süre içinde ABD'ye iade edildi. Ray, King'in öldürülmesiyle suçlandı ve suikastı 10 Mart 1969 tarihinde itiraf etti. (Ray 3 gün sonra bu itiraftan geri döndü.) Ray, 99 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Avukatı Parcy Foreman'in önerisi üzerine Ray suçu itiraf edip böylece mahkeme tarafından verilecek bir mahkumiyeti dolayısıyla da idam cezası alma riskinden kurtulmak istedi. Fakat bu 99 yıl hapis cezası almasına engel olmadı.
Biyografi yazarı Taylor Branch'e göre, King'in otopsisinden çıkan sonuca göre, King öldüğünde 39 yaşında olmasına rağmen 60 yaşında bir insanın kalbine sahipti. Bunun nedeni 13 yıllık yurttaş hakları eylemciliği sırasında yaşadığı stres dolu yaşamdı. Buna göre, King yaşamının son 13 yılında 34 yıl yani normal bir hayat yaşayan bir insana göre 2,5 kat daha hızlı yaşlanmıştı.
Morehouse Koleji Sanatlar Fakültesi, 1948 sosyoloji mezunudur. Crozer Theoloji Seminerlerinden ilahiyat lisansını 1951'de almıştır. 1955 te Boston Üniversitesi'nde felsefe doktorası yapmıştır. 1954'de, Martin Luther King, Montgomery, Alabama'daki Dexter Baptist Kilisesi'nin papazı olmuştur. Montgomery otobüs boykotlarında liderlik etmiştir. Otobüs boykotları ülkedeki ayrımcılık yüzünden çıkmıştır. Bayan Rosa Parks'ın bir beyaza kendi oturduğu yeri vermemesi üzerine çıkan gerilim sonrası boykotlar görülmüştür. Siyahların ayaklanmaları başlamıştır. Martin Luther King eylemine, ABD yönetiminin otobüslerde gerçekleşen ayrımcılığı durdurmasıyla beraber son vermiştir.
Irkların eşitliği inancı için çabalamış, haksızlıklara karşı şiddeti öngörmeyen direnişi savunmuştur. Alabama eyaletinin Montgomery kentinde ilk protesto gösterilerini düzenleyen King, Georgia eyaletinin Atlanta şehrinde barışçı eylemleriyle tanınmıştır. King, daha sonra Washington, D.C.’de Ağustos 1963’te Lincoln Anıtı’nın önünde ünlü "Bir Hayalim Var" konuşmasını yapmıştır. Martin Luther King’in başlattığı barış yanlısı protesto eylemleri, 1964 Yurttaş Hakları Yasası’nın çıkmasını sağlamıştır. Yasayla Amerika Birleşik Devletleri’nde ırk ayrımcılığı yasaklanmıştır.
İnsan hakları için ve siyahların ikinci sınıf vatandaş olmaktan çıkarılması için yaptığı çalışmalarla King, 1964 Nobel Barış Ödülüne layık görülmüştür.
Martin Luther King, Tennessee eyaletinin Memphis kentinde 4 Nisan 1968'de bir suikast sonucu ölmüştür.
1986’dan beri her yıl Ocak ayının üçüncü Pazartesi günü ABD'de King’in doğum günün |
de medeni haklar lideri ve yaşamı boyunca savunduğu idealler anılıyor, konuşuluyor, King’in barış sevgisi dile getiriliyor.
Mihail Bakunin
Mihail Aleksandroviç Bakunin (; – 1 Temmuz 1876) tanınmış bir Rus devrimci ve kolektivist anarşizm kuramcısıdır. Anarşist düşünürlerin ilk kuşağının temsilcilerindendir ve "Anarşizmin babaları" olarak anılan düşünürlerden biridir.
Bakunin Moskova’nın Kuzeybatısı'nda, Torzok ve Kuvşinovo arasındaki Piramukhino köyündeki aristokrat bir ailenin çocuğudur. 14 yaşındayken Topçuluk Üniversitesinde askerî eğitim aldığı Sankt-Peterburg’a gitti. Eğitimi 1832 yılında tamamlandı ve Rusya İmparatorluk Muhafız Alayı’na düşük rütbeli bir subay olarak atandı ve Minsk’e, Gardinas’a, Litvanya’ya (artık Beyaz Rusya) gönderildi. Babası Bakunin’in askerî veya sivil göreve devam etmesini istiyorduysa da, o 1835 yılında ikisini de terk ederek, felsefe okumayı umut ettiği Moskova’ya geçti.
Bakunin Moskova’da eski üniversitelilerden oluşan bir grupla arkadaşlık kurdu ve ardından sistematik bir idealist felsefe çalışmasına başladı. Özellikle de Schelling, Fichte ve Hegel’e yoğunlaştı. Başından beri o ve arkadaşları çalışmalarını, o dönem modern bilimin başkenti sayılan Berlin’e bir seyahat yaparak tamamlamak istiyorlardı. Bakunin’in âilesi bu yolculuğun masraflarını karşılamayı reddetti; ama sonunda yumuşadılar ve 1840 yılında yolculuğa çıktı.
O sıralar Bakunin’in plânı üniversitede profesör olmaktı (arkadaşlarının deyimiyle “doğruluğun râhibi”). Fakat daha sonra “Sol Hegelciler” adı verilen radikal öğrencilerle karşılaştı ve onlara katıldı. Berlin’deki sosyalist harekete dâhil oldu. Buradan Proudhon ve George Sand’le karşılaşacağı, Polonyalı sürgünlerin lideriyle tanıştırılacağı Paris’e geçti. Paris’ten İsviçre’ye seyahat etti. Burada bir süre kalarak sosyalist hareketlerde faâl olarak bulundu.
İsviçre’deyken, Bakunin Rusya hükûmeti tarafından Rusya’ya çağrıldı ve çağrıyı reddetmesi üzerine mallarına el konuldu. 1848 yılında Paris’e döndüğünde, Rusya’ya karşı ateşli bir saldırı başlattı ve bu Bakunin’in Fransa’dan sürülmesine neden oldu. 1848’in devrimci hareketleri kendisine demokratik bir kampanyaya katılma fırsatını verdi ve 1849 Mayısındaki Dresden ayaklanmasına katılması nedeniyle tutuklandı ve ölüm cezasına çarptırıldı. Bununla birlikte idam hükmü ömür boyu hapse çevrildi ve Rus yetkililere teslim edildi. Hapsedildi ve 1855 yılında doğu Sibirya’ya gönderildi.
Bakunin Amur bölgesine gitmek için izin talep etti ve buradan kaçmayı başararak Japonya’ya, ardından da 1861 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nden İngiltere’ye geçti. Geri kalan yaşamını batı Avrupa’da, özellikle de İsviçre’de sürgünde geçirdi. 1869 yılında Sosyal Demokratik Birliği kurdu. Bununla birlikte Birinci Enternasyonal’in uluslararası bir organizasyon olduğu ve yalnızca ulusal organizasyonların üyeliğe kabûl edildiği bahanesiyle Bakunin’in kurduğu birlik Birinci Enternasyonal’e alınmadı. Oluşturulduğu yıl dağılan bu birliği oluşturan çeşitli gruplar daha sonra Enternasyonal’e ayrı ayrı katıldılar.
1870 yılında Bakunin Lyons’taki başarısız bir ayaklanmaya önderlik etti. Ayaklanma daha sonra Paris Komünü için örnek teşkil etti. Karl Marx ve Friedrich Engels daha sonra bu komünü onayladılar ve onu proletarya diktatörlüğünün bir örneği olarak tanımladılar; bununla birlikte Marx Lyons’taki ayaklanmanın erken ve maceracı bir ayaklanma olduğu görüşündeydi. Çünkü başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Aynı zamanda da Bakunin'in önderliğinde olması böyle bir değerlendirmeyi getirebilirdi.
Bakunin’in 1872’deki Lahey Kongresi’nde Marx’ın üstün gelmesiyle Enternasyonal’den tasfiye edilmesi, Marksist düşüncenin devletin nihâî çözülmesinden önce kurulmasını öngördüğü işçi devleti görüşü ile Bakunin’in böyle bir ara basamağa gerek olmadığına dâir görüşü arasındaki uyuşmazlığın açık bir temsili oldu. Marx’ın (dehâsını kabûl ederek) yaptığı sınıf çözümlemesini ve kapitalizme ilişkin öne sürdüğü ekonomik teorilerini kabûl etmekle birlikte, Devlet ve Otorite hakkındaki görüşlerini de son derece âciz, yetersiz buluyordu. Marx’ın küstah ve kibirli olduğunu ve yöntemlerinin komünist devrimi tehlikeye atacağını düşünüyordu. "Bakunin Yahudi kökenli olduğu için Marx’a saldırarak anti-semitist olduğunu da açığa vurdu" diyenler de vardır. Fakat ilginç olan Marx'ın redaktörlüğünü yaptığı Neue Rheinische Zeitung'da Bakunin'in Rus ajanı olduğunu iddia eden bir haberin ciddi imiş gibi yayınlanması ve Avrupa'da tüm burjuva basınının ve bunlara hâkim Yahudi kökenlilerin bu sözde haberi sık sık tekrarlamaları karşısında Bakunin anti-semitist sayılabilecek ifâdeler de kullanmıştır. Bu haber özellikle Marx'a çok yakın Utin (daha sonra Çar'dan özür dilemiş ve Rusya'da yaşamasına izin verilmiştir) tarafından sürekli gündemde tutulmuştur.
Bakunin 1873 yılında Lugano’da bir köşeye çekildi ve 13 Haziran 1876’da Bern’de öldü.
Bakunin hangi isim ya da biçim altında olursa olsun, Tanrı da dahil olmak üzere tüm dış otorite sistemlerini reddediyordu. Ölümünden sonra 1882 yılında basılan "Tanrı ve Devlet" adlı eserinde şöyle yazıyordu:
Böylece doğa kanunlarının farkına her insan kendisi varır. Bakunin'in akıl yürütmesi sonunda bu kanunların kendi doğasının kanunları olduğu için, bireyin bunlara uymaktan başka çaresinin olmadığı ve bu nedenle politik organizasyonların, yönetimlerin ve yasaların derhâl yok olacağı düşüncesine varır.
Bakunin aynı şekilde herhangi bir imtiyazlı konumu veya sınıfı reddetmiştir. Çünkü "bu ayrıcalığın acayipliğidir ve her ayrıcalıklı konum insanın kalbini ve zihnini öldürür. Ayrıcalıklı insan, politik yâhut ekonomik fark etmez, zihnen ve kalben bozulmuş insandır".
Bakunin'in devrimci programını gerçekleştirme yöntemleri de onun prensiplerinden daha az anlamlı değildir. Bakunin’in tanımladığı gibi, bir devrimci özel bir ilgi veya duyguya izin vermeyen, din, vatanseverlik yâhut ahlâk konusunda, onu kelimenin her anlamıyla varolan toplumu altüst etme görevinden saptıracak hiçbir şüphe taşımayan, sâdık bir insan olmalıdır.
Mikhail Bakunin ve Karl Marx arasındaki anlaşmazlık, anarşizm ve Marksizm arasındaki farklılığa ışık tutar: Anarşistler ve Marksistler aynı ortak hedefi (sosyal sınıfların ve devletin olmadığı özgür, eşit bir toplumun yaratılması) paylaşmakla birlikte, bu hedefe nasıl ulaşılacağı konusunda büyük anlaşmazlıklar yaşarlar. Anarşistler sınıfsız, devletsiz topluma devlet aygıtı yoluyla değil emekçilerin özyönetim organları aracılığıyla ve proletarya diktatörlüğü gibi bir geçişi aşaması olmadan geçilmesi gerekliliğine inanırlar. Anarşistlere göre iktidar yozlaştırır. Marksistler böyle bir şeyin imkânsız olduğuna ve anarşistlerin çok idealist olduğuna inanırlar. Devlet aygıtını yok etmeyi değil ele geçirmeyi amaçlarlar. Marksistler sınıfsız ve devletsiz topluma, bir siyasal geçiş dönemi olan proletaryanın devrimci iktidarı (proletarya diktatörlüğü) ile geçileceğini öngörürler.
Bakunin’in birçok anti-semitik basmakalıp sözü tekrar ettiği bilinir. Örneğin Yahudiler'i şöyle tanımlar: “sömürgeci bir mezhep, asalak insanlar, yalnızca ulusal sınırların ötesinde değil, aynı zamanda tüm politik görüş farklılıklarının ötesinde sıkıca ve samimiyetle birbirine bağlanmış homurdanan tek bir parazit… Yahudilerin ulusal karakterlerinin temel özelliğini oluşturan ticarî hırsları vardır” Bununla birlikte Samiler hakkında mı yoksa pratikteki Yahudilikten mi bahsettiği açık değildir. Ama Bakunin’in yaşamı boyunca tüm dinleri eleştirdiği, onun zamanında Hıristiyanlık ve Yahudiliğin Avrupa’da çok baskın olduğu dikkate alınmalıdır. Bakunin’in anti-semitizmi çoğunlukla olduğu gibi, Yahudilerin Avrupa kapitalizminin ve politikasının yönlendiricisi olduğu görüşüne dayanır. Karl Marx’la yaptığı bir polemiğin bir kısmını oluşturan şu sözü, Bakunin’in Avrupa’daki Museviler'i nasıl algıladığını gösterir:
“Bu Yahudi dünyası bugün çoğunlukla Marx’ın ve Rothschild’in komutası altındadır. Ben eminim ki bir taraftan Rothschildler Marx’ın faziletlerini takdir ediyorlar, diğer taraftan da Marx Rothschildler’e karşı içgüdüsel bir yakınlık ve büyük saygı besliyor. Bu tuhaf görünebilir. Komünizm ve yüksek finans arasında nasıl bir ortak nokta olabilir? Ho ho! Marx’ın komünizmi güçlü bir devlet merkeziyetçiliği istiyor ve bunun olduğu yerde – insanların emeği üzerine spekülasyonlar yapan – parazit Yahudi milleti daima varoluşunun anlamını bulacaktır…” Polemique contre les Juifs, 1872.
Vize
Vize, bir ülkeye girmek veya bir ülkeden çıkmak için yetkili makamlardan alınması gerekli izin.
Vize, pasaporta, onu kullanarak ülkeye girilebilmesi için yapılan onaydır. Belgeyi geçerli sayma ve giriş çıkışta sorun olmadığını belirtir. Pasaportu veren otoriteyi yani devleti tanıma anlamı da taşır. Yabancıların Türkiye'ye girişinde pasaport dışında giriş vizesi de gereklidir. Umuma mahsus yabancı pasaportlara vize vermeye valilikler veya onların izniyle emniyet müdürlükleri ve kaymakamlıklar, yurtdışında ise konsolosluklar yetkilidir. Uygulamada sınır kapısında vize almaya "bandrol vize" denir. Bandrol vize harçlarını Dışişleri Bakanlığı belirler. Bununla birlikte yabancıların Türkiye'ye girişlerinde pasaport ve vize denetimi Emniyet'in, yani İçişleri Bakanlığı'nın denetimindedir. Vize, ikamet veya çalışma hakkı vermez, sadece geçici bir süre kalma hakkı sağlar. Üç tür vize vardır: Tek giriş vizesi (bir yıl, sadece bir giriş için), sayısız giriş vizesi (birden çok giriş için), transit vizesi (başka ülkelere gitmek için Türkiye'den geçmek üzere tek transit ve çift transit -gidiş dönüş-lidir). Türkiye'ye dönüş vizesi yabancılara verilir, süresi bir yıldır. İkamet tezkereli yabancılardan bu vize aranmaz, buna "vize bağışıklığı" denir. PK'ye göre, emniyet izniyle, uçaktan uçağa aktarmalarda yabancılar havaalanı dışına çıkabilir. Genelde iki devlet arasında vize anlaşmaları yapılır. Ancak vize uygulamaları veya vize muafiyeti tek taraflı da olabilir. Avrupa Birliği ülkelerinin kendi aralarında vize zorunluluğu yoktur, ancak birlik ülkeleri Türkiye'ye vize zorunluluğu uygulama |
ktadır. Bazı AB ülkeleri, başka bir AB ülkesinde sürekli oturan TC yurttaşlarını vizeden muaf tutmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti de bu ülkelerden bazılarına (örneğin Almanya, Bulgaristan, Yunanistan gibi), orada yaşayan Türkiye veya Türk kökenli yabancılara kolaylık sağlamak amacıyla vize uygulamaz.
Türk Dil Kurumu ve Dil Derneği'ne göre "vize" sözcüğü, Fransızca ""visa"" sözcüğünden türetiyor, fakat "Sevan Nişanyan Türkçe Etimolojik Sözlük"e göre "vize", özgün olarak Latince ""videre"" (görmek) fiilinin ""visa"" çekiminden alınmış İtalyanca "visa" (görüldü, görülmüştür) sözcüğünden türetiyor, ve Türkçede ilk olarak 1889 yılında Ahmet Mithat tarafından ""viza"" olarak kullanılmıştır. Fransız "Centre national de ressources textuelles et lexicales"a göre Fransızca "visa" kelimesi de Latince "visa"'dan alınmıştır. Ayrıca "vize"'nin İtalyanca karşılığı "visto"'dur.
Gioacchino Rossini
Gioacchino Rossini, (d. 29 Şubat 1792, Pesaro, İtalya - ö. 13 Kasım 1868, Paris). İtalyan opera bestecisi. "Mösyö Kreşendo" takma adı ile anılır.
İtalya’nın doğu kıyısında Pesaro adlı küçük bir kasabada dünyaya geldi. Annesi opera şarkıcısı idi, babası ise korno çalardı. Çocukken şarkı söylemeye, viyolonsel ve korno çalmaya başladı. 15 yaşına geldiğinde bir müzik okuluna yazıldı ve beste yapmayı öğrendi.
İlk operası "Evlilik Sözleşmesi (La Cambiale di Matrimonio)" 18 yaşında Venedik’te sahnelendi, dördüncü eseri ciddi opera "Tancredi" ve beşinci eseri komik opera "Cezayir'de İtalyan Kız (L'Italiana in Algeri)" operaları ile ün kazandı. Başyapıtı "Sevil Berberi (Il Barbiere di Siviglia)" operasını ise 24 yaşında iken Roma’da sahneledi. Sindrella masalından esinlenen "Külkedisi (La Cenerentola)" operasını da aynı yıl (1816’da) yazdı. 18 – 37 yaşları arasıda 39 opera besteledi. Son operası uvertürü, fırtına sahnesi ve bale müziği ile ünlenen "Guillaume Tell" idi. 37 yaşında opera bestelemeyi bıraktı. Yaşadığı dönemde çok popüler bir besteci idi. Eserlerinin bir kısmı bugün de sıklıkla sahnelenir.
Napoli'deki San Carlo Tiyatrosu, Paris’teki İtalyan Operası gibi birkaç yerin müzik direktörlüğünü yürüttü. 1830 Fransız Devrimi'nden önce Kral X. Charles'ın bestecisi olarak çalıştı.
Rossini iki defa evlendi. 1822'de evlendiği eşi Isabella Colbran, eserlerinin pek çoğunda baş rol oynayan bir opera sanatçısı idi. İlk eşinin ölümü üzerine 1846’da opera şarkıcısı Olympe Pélissier ile evlendi. Rossini, 1824-1836 yılları arasında yaşadığı Fransa’ya 1855’te geri döndü ve yerleşti. Evi sanatçıların buluşma noktası haline geldi. Bu dönemde "yaşlılık günahları" diye adlandırdığı besteler yapıp kendi salonunda seslendirdi. 13 Kasım 1868’de hayatını kaybetti.
Rossini başarıyı komik operalarıyla yakalamıştı. En önemli eserleri olarak Guillaume Tell, Tancredi, ve Semiramide kabul edilir. Otello, Verdi’nin başyapıtı olmasına karşın, Rossini’nin Otello’su da dinlemeye değerdir. Gençliğinde bestelediği yaylı çalgılar sonatları onun Haydn ve Mozart gibi klasik dönem bestecilerinin eserlerini derinlemesine incelediğini gösterir.
[[Kategori:1792 doğumlular]]
[[Kategori:1868 yılında ölenler]]
[[Kategori:İtalyan opera bestecileri]]
[[Kategori:Romantik dönem bestecileri]]
[[Kategori:Père Lachaise Mezarlığı'na defnedilenler]]
Jedi
Jedi, Yıldız Savaşları filmlerinde, barışın koruyucuları olarak adlandırılan kurgusal gruptur.
Kökenleri çok eskiye dayansa da binlerce nesilden sonra Galaktik Cumhuriyet'in koruyucu ve savaşçıları haline gelmişlerdir. Jedi'lar, Coruscant adlı Galaktik Cumhuriyet'in başkentinde yer alan Jedi Tapınağı'nda eğitilip, Güç adı verilen bir metafizik kuvveti kullanmayı öğrenirler. Temel silahları ışın kılıcıdır.
Jedi olmak için en çok zeka ve derin bir bağlılık gereklidir. Güce duyarlı olmak için gerekli olan bir başka özellik de midi-kloryan seviyesinin yüksekliğidir. Bu konuda yetenekli olduğu keşfedilenler doğumundan hemen sonra veya doğum üzerinden fazla zaman geçmeden Coruscant'daki Konsey merkezinin bulunduğu Jedi Tapınağı'nda eğitime alınır. Jedi hayatı günümüzdeki manastır hayatına benzer olup, kişinin kendini bu amaç uğruna feda etmesi ve her şeyden vazgeçmesidir.
Jedi Tapınağı, Yıldız Savaşları bilim-kurgu serisinde geçen hayali bir yapıdır. Coruscant, galaktik şehrinin yapılarının 1 km. Üzerinde yüksekliğe yerleştirilmiş çok büyük bir yapıdır. Jedi tapınağı eski cumhuriyette bulunan müthiş bilgiyle dolu bir yerdir. Usta jediler padawanlarını burada eğitirlerdi. Cumhuriyete klon ordusu yapıldıktan sonra Anakin Skywalker (Darth Vader) önderliğinde jedi tapınağı saldırıya uğrayınca çöküp harabe olmuştur. imparatorluk jedi tapınağındaki bilgileri alıp jedi tapınağını çökertme kararı almıştır.
Jedi şövalyelerinin eğitim ve sınıflandırmasını oluşturan hiyerarşik yapı kabaca şu şekildedir.
Başlangıç aşamasında, (çocukluk çağında) çocuktaki "Güç" potansiyeline bakılır. Aday çok erken yaşlarda, Jedi eğitimine başlamak üzere evinden ayrılır. Eğer bu çağdaki bir çırak, 13 yaşına gelene dek bir Jedi Şövalyesi tarafından "Padawan" olarak seçilmezse, Jedi kurumu içerisinde başka bir göreve kaydırılır. Kişinin yeteneğine göre bu görev araştırma, tarım, sağlık vb. görevler olabilir.
Bir çırak akademideki eğitiminin ardından, bir Jedi Şövalyesi veya Ustası ile bire-bir eğitime başladığında "Padawan" olur. Geleneklere göre, Padawan Jedi Şövalyesi olana dek saçının bir bölümünü uzatır ve bu uzun örgülü kısım, Şövalye olduğunda kesilir. Bir Jedi sadece bir çırağa sahip olabilir, bu çırak terfi ettikten sonra yeni bir çırak alıp yetiştirebilir. Usta Yoda, 'de birçok çocuğa eğitim verirken görülür, fakat burada onlar "Padawan" olarak eğitilmeden önce Jedi öğretileri ile ilgili genel eğitim almaktadırlar. Bazı Jedi ustaları bir "Padawan'dan" fazlasını alırlar. "Padawan" sözcüğünün "Edgar Rice Burroughs'un" bilim-kurgu kitabı "Barsoom'da" geçen düşük kıdemli subaylara verilen isim olan "padwar" sözcüğünün değişmiş hali olma olasılığından bahsedilmektedir.
padawan youngling ile jedi ustalığı arasında uzun bir yoldur.
Disipline edilmiş, deneyim kazanmış padawanlar "sınavlarını" başarı ile tamamladıktan sonra, tam anlamı ile Jedi halini alırlar. Bu sınavlar genellikle, yoğunlaşma testleri, fiziksel testler ve adayın seviye, bilgi ve kendini adamışlığını saptayan başka testlerdir. Bilinen sınavlar şunlardır; fakat burada belirtilerle sınırlı değildir: beden sınavı, cesaret sınavı, beceri sınavı ve yüzleşme sınavı. Usta Yoda, çırağı Luke Skywalker'a tam bir Jedi olma yolunda aldığı eğitim sırasında ikinci kez Darth Vader ile karşılaşması için eğitim vermiştir. Bazen, sıradışı bir performans gösteren (genellikle kahramanlık) Padawan öğrenci, Jedi Şövalyesi statüsü kazanır, Obi-Wan Kenobi'de olduğu gibi, eğitiminin sonuna doğru Kenobi, Naboo Savaşı'nda,ustası Qui-Gon ölünce Karanlık Sith Lordu Darth Maul'u yenmek zorunda kalmıştır.Bu sırada bir padawandır.Jedi Şövalyesi, en genel olarak mevcut Jedi sınıfıdır, bundan dolayı, kelime sıklıkla Jedilar için genel söylem olarak da kullanılır. Ayrıca Jedi Konseyine girebilmek için en az bu mertebede olmak zorunludur.
Yanına bir padawan alıp, onu jedi şövalyesi olana dek başarıyla eğiten Jedi şövalyelerine verilen unvandır. Sistemin işleyişinden ötürü her Jedi'nin bir ustası vardır. Bu da her jedi'nin eğitimi süresince jedi topluluğuyla birey düzeyinde bir bağ kurmasını sağlar.
bilinen Jedi Ustaları'nın birkaçıdır.
Bir Jedi Konsey üyesi yeri boşaldığında, Konsey bu boş yeri, üstün özelliklere sahip bir Jedi Ustası ile doldurmaya çalışır. Mümkün olduğu durumlarda, olası adaylar Konsey üyeleri tarafından oylama ile belirlenir. Bazı durumlarda, Konsey üyeliği ile "farklı bir bakış açısı verebilecek" birkaç Şövalye'ye sahip olmuştur. Bununla beraber 'ndaki gibi (Senatör Palpatine'in isteği ile Anakin'in Ustalığa yükselmeden Konsey'de yer alması) istisnai referanslar bulunabilir. Usta olmadan Jedi Konsey üyesi olarak bilinen tek Jedi, Anakin Skywalker'dır.
Jedi Konseyi içinde çok net sınıflamalar yoktur, fakat çok açık yetki merkezleri vardır. Yoda, Konsey'de kaldığı sürece Konsey'in en kıdemli üyesi ve "Büyük Usta" olarak saygı görmüştür, Mace Windu ise ondan sonra gelmiştir.
= Ayrıca bakınız =
ASCII
ASCII (İngilizce: "American Standard Code for Information Interchange", Türkçe: Bilgi Değişimi İçin Amerikan Standart Kodlama Sistemi) Latin alfabesi üzerine kurulu 7 bitlik bir karakter kümesidir. İlk kez 1963 yılında ANSI tarafından standart olarak sunulmuştur.
ASCII'de 33 tane basılmayan kontrol karakteri ve 95 tane basılan karakter bulunur. Kontrol karakterleri metnin akışını kontrol eden, ekranda çıkmayan karakterlerdir. Basılan karakterler ise ekranda görünen, okuduğumuz metni oluşturan karakterlerdir. ASCII'nin basılan karakterleri aşağıda belirtilmiştir.
32-126 arası sayılar klavyenizde bulabileceğiniz ve bir belgeyi görüntülediğinizde veya yazdırdığınızda görünen karakterlere atanmıştır. 127 SİL komutunu gösterir.
Genişletilmiş ASCII karakterler ek karakter talebini karşılar. Genişletilmiş ASCII'de (aşağıdaki grafikte görüntülenen 0-32 arası sayılar) yer alan 128 karaktere ek olarak 128 karakter daha bulunur, böylece toplam karakter sayısı 256'ya ulaşır. Bu ek karakterlerle bile, birçok dilde 256 karaktere katılamayan simgeler vardır. Bu nedenle, bölgesel karakter ve simgeleri karşılamak için ASCII çeşitlemeleri vardır.
Örneğin, Kuzey Amerika, Batı Avrupa, Avustralya ve Afrika dillerine ait yazılım programlarında ISO 8859-1 olarak da bilinen ASCII tablosu kullanılır.
ASCII tablosundaki 0-31 arasındaki sayılar, yazıcı gibi bazı çevresel aygıtları denetlemek için kullanılan denetim karakterlerine atanmıştır. Örneğin, 12 form besleme/yeni sayfa işlevine ayrılmıştır. Bu komut yazıcıya bir sonraki sayfanın başına atlama bilgisi verir.
Ondalık Karakter Ondalık Karakter
Abdullah Kiğılı
Abdullah Kiğılı, (d. 20 Nisan 1943, Malatya)) ünlü Kiğılı giyim mağazaları zincirinin kurucusu ve sahibi ayrıca Fenerbahçe Spor Kulübü'nde başkanvekilliği de yapmış olan iş adamıdır. Aynı zamanda İs |
tanbulspor, Güreş Federasyonu, Kayak Federasyonu ve Futbol Federasyonu'nda yöneticilik yapmıştır. 1997'de kısa bir dönem Futbol Federasyonu Başkanı da olmuştur.
Abdullah Kiğılı'nın dedesinin Bingöl'ün Kiğı (1930'larda Erzincan iline bağlıyken daha sonra Elâzığ'a en son Bingöl'ün il olmasıyla Bingöl'e bağlanmıştır) ilçesinde doğmasından dolayı aile bu soyadını almıştır. Dedesi 1928'lerde buradan taşınıp Malatya'ya yerleşmiştir. Kiğılı 1943 yılında Malatya'da doğmuştur. 9 yaşında iken ailesi İstanbula göç etmiştir. Babası tekstil işiyle uğraşmaktaydı.
Orta ve lise öğrenimini İstanbul Erkek Lisesi'nde bitirmiş, 1959'da Sultanhamam'da bir kumaş mağazasında iş hayatına başlamıştır.
1965 yılında Kiğılı markası ile gömlek ve pantolon üretimine başlamıştır. 1969 yılında İstiklal Caddesi' nde şimdiki Kiğılı mağazasını açmış, 1973 yılında Beymen Beyoğlu mağazasına ortak olmuştur. 1980 yılında Kiğılı Konfeksiyon Fabrikası'nı kurmuştur. Bu tarihten itibaren fabrikasında Almanya ve Hollanda' ya erkek takım elbise fason üretimi yapmıştır. Ayrıca ürünlerini Türkiye genelinde 300 bayi aracılığıyla satar hale gelmiştir.
Beyaz eşya
Beyaz eşya, ilk zamanlarda dış görünümünde genellikle beyaz renk kullanılmış olan, fabrikalarda üretilen, ev eşyası makinelerdir. Bilimsel araştırmalara göre bir toplumun kalkınma seviyesinin bir göstergesidir. Gelişmiş toplumlar çok sayıda beyaz eşya kullanır, az gelişmiş toplumlar daha az sayıda beyaz eşya kullanırlar.
Kiralık Konak
Kiralık Konak, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Osmanlı Devleti'nin çöküş döneminde, İstanbul'da batılılaşma ile geleneksel değerlerin, kuşaklar arasında farklılaşan değer yargılarının, yaşam biçimlerinin çatışmasını irdeleyen bir romanıdır.
Mercan
Mercan aşağıdaki anlamlara gelebilir:
Mercanlar
Anthozoa ya da Mercanlar, omurgasız hayvanların Knidliler şubesinin denizlerde yaşayan bir sınıfıdır. Yumuşak mercanlar, boynuzsu mercanlar, dikenli mercanlar, gerçek mercanlar gibi çeşitleri vardır. Deniz şakayıkları da bu sınıftandır. Polip vücutlu bu canlıların mineral maddelerinden karışmış boynuzsu iskeletlerine de "mercan" denir.
Mercan iskeletlerinin binlerce yıl boyunca belli bir bölgede toplanması sonucunda da, mercan kayalıkları meydana gelir. Yalnız veya koloniler halinde yaşarlar. Vücutları ışınsal simetrilidir. Ağız çevrelerinde uzantılı dokunaçları vardır. Ağız ve kolları kaslarla açılıp kapanabilir. Küçük canlılarla beslenirler. İskeletleri dış derilerinin salgısından meydana gelir.
Akdeniz, Kızıldeniz gibi sıcak deniz diplerinde bulunan büyük taşlara yapışık olarak yaşarlar. Pek nadir olarak serbest yüzenlerine de rastlanır. Her bir mercan veya mercan ünitesi kalkerli bir kabuk içinde birbirine sıkı sıkı bağlanmış mercan hayvancıkları ihtiva eder. Mercanın vücudu sütun şeklindedir. Bu sütunun üstünde, kavrama uzuvlarını ve merkezi ağzı taşıyan düz bir disk bulunmaktadır. Mercan, kabuğun içinde belli bir miktarda büzülebilir, ancak kabuğu terk edemez. Koloni fertlerinin kabukları birbirinden değişik şekillerdedir. Kalkerden meydana gelen kabuk kütlesi, sürgün şeklindeki üreme sonucu devamlı olarak büyür. Bu büyüme sırasında sadece kütlenin yüzeyindeki mercanlar canlı olarak kalır.
Hem eşeyli, hem de bölünme veya tomurcuklanma ile eşeysiz çoğalırlar. Eşeysiz olarak üreyenler ana koloniye bağlı kalırlar. Çoğu ayrı eşeylidir. Üreme hücrelerinin döllenmesi ana hayvanın içinde veya suda serbest olarak olur. Döllenme sonucu meydana gelen kirpikli larva küçük bir kurtçuğa benzer. Kirpikleriyle bir müddet serbest yüzdükten sonra kendini bir kayaya tespit eder. Gelişimini tamamlayarak polip haline gelir ve kalkerli bir iskelet salgılar. Tomurcuklanma ile üreyerek yeni polipler meydana getirir. Koloninin salgıladığı iskeletler yığın halini alarak, mercanlar hareket edemez olur.
Mercan katılıkta taş gibidir, denizin dibinde ise adeta bitki gibi biter. Denizin diplerinde rengarenk çiçek bahçelerini andırırlar. Suyun yüzünden yukarı çıkıp kuruyunca katılaşıp toprak olur. Bu özelliklerinden dolayı mercanlar uzun yıllar denizlerde büyüyen taş haline gelmiş çiçekler olarak sanıldılar. Günümüzde ise mercanlar, omurgasız hayvanlar sınıfında incelenmektedir.
Kaynaşan mercan iskeletlerinin zamanla deniz yüzeyine kadar yükselerek meydana getirdikleri uzun mercan kayalarına resif denir. Bazen de halka şeklini alarak ortası deniz olan adalar meydana getirirler. Bunlara da atol denir. Mercan kayalıklarının meydana gelebilmesi için suyun ılık olması lazımdır. Norveç batı sahillerinde olduğu gibi soğuk iklim bölgelerinde de mercan kayalıklarına rastlanmaktaysa da, mercan kayalıklarının en çok bulunduğu yerler; Afrika'nın doğu sahillerinden Büyük Okyanusdaki Hawaii Adaları arasındaki bölge ile Bermuda'dan Brezilya'ya kadar olan bölgelerdir. Akdeniz'de de çalı veya ağaç biçimli koloniler halinde, 200 metrelik derinlerde bulunurlar.
Üç tip mercan kayalığı vardır. Bunlardan birincisi sahile yakın bölgelerde bulunur. İkincisi sahilden uzakta açık denizde, üçüncü de sığ sularda bulunur. En meşhur mercan kayalıkları Avustralya'nın kuzeydoğu sahillerinde bulunan ve uzunluğu 2000 km olan Büyük Set Resifi'ndir. Mercanların renk ve görünüşleri çeşitlidir. Çimen, yelpaze, ağaç dalı şeklinde olanları vardır. Kırmızı, yeşil, turuncu, beyaz, çizgili ve desenli de olabilirler.
Çok eskiden beri mercan iskeletlerinden süs eşyası yapılmaktadır. Kolye, gerdanlık, küpe, tesbih gibi eşya imal edilir. Kırmızı mercan en meşhurlarıdır.
Kalevala
Kalevala, Elias Lönnrot'un 19. yüzyılda Fin halk hikâyelerinden derleyip kaleme aldığı epik destan. Finlerin ulusal epik destanı olan Kalevala, aynı zamanda Fin edebiyatının en önemli eserlerinden biridir. Destan, 1917'de Finlandiya'nın Rusya'ya karşı bağımsızlığını ilan etmesi ardından ülkede yükselen milliyetçilik döneminde kaleme alınmıştır. "Kalevala"'nın kelime anlamı "Kaleva'nın Diyarı"'dır (Fince -la/lä soneki yer gösterir). Destan 50 bölüme (Fince: "Runo") ayrılmış toplam 22795 mısradan oluşur.
Asıl uzmanlık alanı tıp olan Elias Lönnrot, Finlandiya'nın değişik bölgelerinde gerçekleştirdiği gezilerinde, Fin halk hikâyelerini kaydetti. Şiirlerin çoğunu Karelya bölgesinde toplayan Lönnrot, 1829'da başladığı yolculuğu ardından Kalevala'nın "eski" halini tamamladı. Araştırmalarına devam eden Lönnrot, 1849'de Kalevala'nın bugünkü halini topladı.
Şimdiye kadar Kalevala kırk dokuz dile çevrilmiştir. Dile göre çevirilerin kronolojik kısmi listesi Rauni Puranen'in listesi temel alınarak aşağıdaki gibidir:
Destandaki ana karakter olan Väinämöinen'dir. Finler'in ulusan çalgı aleti olan kanteleyi, bir turna balığının kemiklerinden yapan kahraman, başlangıçta çok kötü çaldığı bu enstrumanı, daha sonraları hayvanları bile büyüleyebilecek kadar iyi çalmaya başlar. Daha sonraları kantelesini kaybeden Väinämöinen, kantelenin günümüzdeki hali olan şeklini, huşağacından yapar.
Kendine eş arayan ancak bir türlü evlenemeyen Väinämöinen, destanda geçen Joukahainen'in kardeşi Aino'yla evlenmek üzereyken, Aino, Väinämöinen ile evlenmek istemez intihar eder boğulur ve ölür.
Destanın bir bölümünde, kıtlık içinde yaşayan köyleri için Väinämöinen ve arkadaşları, kuzeydeki insanların yaşadığı bir kasabada, Sampo adında sürekli un üreten sihirli bir değirmeni çalmaya giderler.
Hücre
Hücre ya da odacık bir canlının yapısal ve işlevsel özellikler gösterebilen en küçük birimidir. "Hücre kelimesi", (İng. ""); Latince "küçük odacık" anlamına gelen ""cellula"" kelimesinden Robert Hooke tarafından türetilmiştir.
Robert Hooke, mikroskopla incelemekte olduğu şişe mantar parçasının yan yana dizili bitişik bölümlerden oluştuğunu görmüş. Etrafları çevrili ve içleri boş olan yapılarına uygun olarak, bu yapı birimlerine "Hücre" (""Cellula"") adını vermiş. Bu ismi 1665 yılında yayınladığı Micrographia adlı kitapta da kullanmıştır .
Daha sonra 1671 yılında Grew ve 1672 yılında Malpighi, bitkilerde de aynı yapı birimlerinin olduğunu bulmuşlardır. 19. yüzyılın ortalarında "Hücre Kuramı" ortaya atılmıştır. Günümüze dek geliştirilen hücre kuramı (hücrelerin yapısını, özelliklerini, oluşumlarını vb. tanımlayan kuram) biyolojiye büyük ilerlemeler sağlamıştır.
Atomların molekülleri, moleküllerin makromolekülleri, makromoleküllerin makromoleküler kompleksleri oluşturmasıyla, dokuların en küçük yapı taşları olan ve yaşamın tüm özelliklerini sergileyen hücreler oluşmaktadır. Genel olarak tüm hücreler temelde aynı yapıya sahiptirler. Fakat bulundukları dokuya ve dolayısıyla fonksiyonlara bağlı olarak bazı özelleşmeler gösterirler. Bitkisel ve hayvansal her organizma, bu temel yapı taşlarından oluşur.
Hücreler, basit bir tanımla zar içerisindeki sitoplazma ve genetik bilgiyi çevreleyen bir çekirdekten meydana gelir ve ancak mikroskop yardımı ile görülebilirler.
Bakteriler, arkebakteriler ve mavi-yeşil alglerdeki hücre tipleri bu gruba girer. Bunların çekirdek zarı ile çevrili bir çekirdekleri yoktur. Sitoplazmalarında mitokondri gibi zarlı organeller de yoktur. Kalıtım maddesi olan DNA sitoplazma içerisine dağılmış durumdadır. organel ollduğu bilinen ancak yine de zar taşımayan Ribozomları vardır. Bu hücrelerin hayati faaliyetleri sitoplazmada ve hücre zarında gerçekleşir.
Ökaryotlar (Lat. Eukaryota), "organel zarı" bulunduran organizmaları, dolayısıyla çekirdek materyali hücrenin sitoplazmasına dağılmamış olduğundan da gerçek çekirdeğe sahip organizmaları kapsayan canlı âlemidir. Karyon Latince'de "çekirdek" anlamını verir -eu ön takısı da "gerçek" demektir.
Kalıtsal materyal, hücre içerisinde belirli bir zarla çevrilmiş çekirdeğin içinde bulunur. Kromozomlar DNA'dan ve proteinden oluşmuş olup, mitozla bölünürler. Ökaryotlar, sitoplazmalarında karmaşık organeller bulundururlar. Ökaryotik hücreler, Prokaryotlara göre çok gelişmişlerdir, hayvanlar, bitkiler, mantarlar ve protistler âlemlerini kapsar.
"Plazma zarı" da denir. Hücreyi dış ortamdan ayıran, seçici geçirgen canlı yapıdır. Hücreyi çevreleyen birim zar ortalama olarak 75 Angström (75x10-7 mm) kalınlığındadır. B |
irim zar içte ve dışta birer protein tabakası ile ortada bir lipid katından yapılmıştır. Elektron mikroskobu çalışmaları, zarların lipoproteinlerden yapılmış mozaik şeklindeki fonksiyonel birimler olarak incelenmesinin daha uygun olacağını göstermektedir. Hücre zarı hücreye şekil vermekle kalmaz, besin maddelerinin ve artık maddelerin hücreye giriş çıkışını da ayarlar. Zar aynı zamanda hücrenin koruyucusudur.
İlk bilimsel model 1935 yılında Danielli ve Dawson tarafından ortaya atılmıştır. Bu model uzunca bir süre benimsendi ancak bu model hücre zarının işleyişini açıklayamadı. 1972 yılında Singer ve Nicolson'ın akıcı-mozaik zar modeli ortaya kondu. Bu modele göre zarın yapısında %65 protein, %33 lipit, %2 karbonhidrat bulunmaktaydı.
Hücre zarı, gözenekli ve yarı geçirgen yapıya sahiptir. Esas yapı taşları lipid ve proteinlerdir. Her hücrenin protein, yağ ve karbonhidrat oranları birbirlerinden farklı olduğu için her hücre zarı, o hücreye özgüdür. Hücreye gelen bütün kimyasal maddeler ve elektriksel iletiler hücre zarı ile alınır.Hücre zarının yapısında protein, yağ ve karbonhidrat bulunur. Hücre zarının görevleri;
Hücre zarı ile çekirdek zarı arasında kalan hücre bölümünü kaplayan, homojen nitelikte, kolloidal ve devamlı değişim halinde bulunan bir eriyiktir. Sitoplazma inorganik maddeler (çeşitli iyonlar metal tuzları, asit ve bazlar), organik maddeler, (protein, yağ, karbonhidrat, nükleik asitler, hormonlar) ve %60-95 arasında değişen sudan ibarettir. Sitoplazmanın içerisinde çeşitli canlı yapılar (organeller) ve cansız yapılar (inklüzyon cisimcikleri) bulunur. Canlı hücre maddesine “protoplazma” denir. Protoplazma, yapı bakımından sitoplazma ve çekirdekten oluşur.
Büyük oranda sudan ibaret olduğu halde ne sıvı ne de katı özellik gösterir yani kolloidal yapıdadır. Sitoplazma çözünmüş ve dağılmış tanecikler içerir. Bu çözünen taneciklerin miktarı hücre türüne göre değişiklik gösterir. İçinde bulunan genel organeller şunlardır:
Hücre çekirdeği yani Nükleus, tanecikli ve lifli bir yapıya sahiptir. Hücreyi yönetir. Çekirdek zarı, nükleoplazma, kromozom ve çekirdekçikten oluşmaktadır. Çekirdek zarı iki tabaka halinde ve çok gözenekli bir yapıya sahiptir. Nükleoplazma ise çekirdeğin özü olup özellikle protein ve tuzlar içerir. İşlevi hücrenin yaşamını sürdürmek ve çalışmasını düzenlemektir. Çekirdek ölecek olursa, hücre de ölür. Çekirdek ayrıca hücre ana maddesi içindeki birçok küçük organelin birbirleriyle uyumlu olarak çalışmasını sağlar. Çekirdeğin hücre bölünmesinde rolü vardır.Rolü görevi hücre bölmesi olduğu için çekirdek çok önemlidir.
Vücut için organ ne ise hücre için de organel odur. Organelle sözcüğünden dilimize girmiştir. "-elle" son eki küçültme eki olup Türkçedeki "-cık" ekinin karşılığıdır. Türkçedeki tam karşılığıyla organcık(küçük organ)
Özellikle karmaşık yapıdaki ökaryot hücrelerde birçok organel çeşidi bulunur. Organeller mikroskobun bulunuşundan sonra gözlemlenmeye ve tanımlanmaya başlanmıştır. Bazı hücre bilimcilerin savlarına göre birçok büyük organelin endosimbiyoz bakterisinden köklendiği öne sürülür.
2-3 mikron uzunluğunda 0,5 mikron çapında elektron mikroskobuyla kolayca görülebilen elips biçiminde parçalardır. Sosis veya çomak biçimindedir. Mitokondrinin yapısında 2 zar bulunur. Hücrenin enerji meydana getirici üniteleridir. Hücre solunumunun sitrik asit devri (Krebs döngüsü) burada gerçekleşir. Organik moleküllerden kimyasal bağların kopmasıyla açığa çıkan enerji burada ATP şekline çevrilir.
Hücrede makromoleküllerin ve maddelerin lizozomal yıkılması yaşam için önemli bir prosestir; sfingomiyelin ve karbonhidrat içeren bazı sfingolipidler hücrede az miktarda bulundukları halde bunları yıkan lizozomal enzimler kalıtsal olarak eksik olursa hücrede birikirler ve lizozomal depo hastalıkları denen çeşitli hastalık tabloları ortaya çıkar. Birçok genetik hastalıkta lizozomal enzimlerin yokluğu gösterilmiştir; etkilenmiş hücrelerde sindirilemeyen materyal hücrenin genişlemesine ve normal hücresel işlevlerin bozulmasına neden olur.
Golgi cisimciği, aygıtı ya da kompleksi, zarımsı tüp ve keseciklerin bir araya gelmesiyle meydana gelir. Genellikle çekirdeğe yakındır. Bilhassa aktif salgı yapan bez hücrelerinde göze çarpar. Asıl görevinin, hücrenin salgıladığı proteinleri depolamak olduğuna inanılmaktadır. Paketleme ve salgı görevi yapar. Salgı bezlerinin hücrelerinde sayıları daha fazladır. Örnegin; ter bezleri, gibi salgı bezleri bunlara örnektir. Golgi aygıtı büyük çalışmalar sonucu bulunmuştur. Açığa çıkan enerji burada ATP şekline çevrilir. Enerji üretir oksijenli solunum yapar. Enerji üretmekte kullanılır. Hücre dışında salgı yapar.
Sitoplazmada besin dolaşımını, yağ ve hormon sentezini sağlayan, hücre zarı ve çekirdek zarı arasında yer almış bir sıra karışık kanallar sistemidir. Üzerinde ribozom bulunmayanlarına "taneciksiz(granülsüz) endoplazmik retikulum" denir ki, burası steroid hormon salgılayan hücrelerde steroid yapımının, diğer hücrelerde ise zehirsizleştirme olayının gerçekleştiği yerdir.Granüllü E.R üzerinde küçük tanecikli ribozomlar bulunduğu için protein sentezi,granülsüz E.R ise yağ sentezi yapar.Ayrıca besin depo etmez
Kofullar, içleri kendilerine has bir özsu ile dolu yapılar olup bitki hücrelerinde hayvan hücrelerinden daha fazla bulunur. Genç hücrelerde küçük, yaşlı hücrelerde ise tek tek ve büyüktür. Kofullar plazmoliz ve deplazmoliz olaylarında rol oynarlar. Bir hücreli hayvanlarda, besinlerin sindirildiği besin kofulları ile fazla su ve zararlı maddelerin atıldığı, boşaltım kofullarının hücre canlılığını koruma da önemli rolleri vardır.
Ribozomlar hücre içi protein sentezler. Hücre içindeki en küçük organeldir. Hücrenin demirbaş organelidir çünkü hem prokaryot hücrede hem de ökaryot hücrede bulunur.
Mari El
Mari El Cumhuriyeti (, ); Rusya'ya bağlı özerk bir cumhuriyettir.
Ülke, Doğu Avrupa Ovası üzerinde, İdil Nehri etrafında Rusya Federasyon'u içinde bulunur. Bataklık halinde olan Mari Çöküntüsü ülkenin batısında yer dalır. Topraklarının %57'si ormanlarla kaplıdır.
Mari El Moskova Zaman Dilimindedir. (MSK/MSD). UTC'e göre saat farkı +0300 (MSK)/+0400 (MSD).
Mari El Cumhuriyeti'nde 476 akarsu bulunur. Bu akarsular genelde kasım-nisan ayları arasında donar.
Mari El'de 200 tane göl bulunur.
Mari El, doğal kaynaklardan yoksun bir ülkedir. Ülkede bataklık kömürü, maden suları ve kireçtaşı kaynakları bulunur.
Ülke ılıman iklim kuşağı üzerinde bulunur. Yazları sıcak, kışları ise soğık ve karlı geçer.
"Bu alt başlığın ana maddesi: Mari El İdari Yapılanması"
Eski adı Çirmiş (Çeremis, Çemeris) olan etnik Mari (Çirmiş) halkı, Fin Ural dil ailesinin bir üyesi olan Mari dili'ni konuşur. Mari (Çirmiş) dili, ülkede iki ayrı lehçe halinde konuşulur, bunlar Rusça ile birlikte ülkenin resmi dili olan Ova Maricesi ve Dağ Maricesidir.
1917'deki Sovyet Devrimi ardından Mari El Cumhuriyeti, eski topraklarının büyük bir bölümünü kaybetmiştir. Bugün Çirmiş halkının %48,3'ü Mari El dışında, %4,1'i ise Rusya dışında yaşamaktadır.
Cumhuriyeti'in %47,5'i etnik ruslardan ve %42.9'u marilerden oluşur. Ülkenin %6'Sı Tatar ve geri kalan %3,6, 50 farklı etnik gruptan oluşur.
Yoşkar-Ola, Voljsk şehirlerinde, Yoşkar-Ola'nın dolayında cumhuriyetin batısında Ruslar çoğunluğu oluşturur. Köy yerlerinde Mariler çoğunluğu teşkil ederler. Dağlı Mari rayonu (Kırık-Mari ilçesi) esas etnik yapısı - dağlı (kırık) Marilerdir. Zvenigovo rayonunda Çuvaş köyü vardır.
"ayrıca bakınız: Mari il Tatarları"
Tatarlar Yoşkar-Olada, Voljskta, Zvenigovo, Mari Türek ilçesi, Medvedevo, Morki rayonlarında durmaktadırlar. Baranga rayonunda Tatar Türkleri % 47,6 oranını teşkil etmektedirler (1989). Mari El ülkesinde 36 yerleşimde Tatar Türkleri yoğunluk sağlamıştır. 19 Tatarca öğretim veren okul vardır.
Saz
Saz şu anlamlara gelebilir:
İstanbul Hava Yolları
İstanbul Hava Yolları, Bursa Havayolları'ndan sonra 1985 yılının sonlarında Türksan Holding bünyesi altında Lütfü Renda tarafından kurulmuş ikinci özel havayolları şirketi. 90'lı yılların başında hızla büyüyerek 19 uçak ve 3 bin 375 koltuk kapasitesi ile Türkiye'nin en büyük özel havayolu şirketi durumuna gelmişti.
1997'de Lütfü Renda'nın şirketten ayrılmasının ardından küçülmeye başlar, 450 milyon mark olan şirketin cirosu, 2000'de yaşanan krizin de etkisiyle 150 milyon marka düşmüştü. Leasing şirketleri tarafından uçaklarına el konan ve bu nedenle yolcuları havaalanlarında perişan olan şirketin 17 olan uçak sayısı üçe gerilerken, seferleri aksamaya başlamıştı. 2000 yılında, artık faaliyetlerini zorlanarak da sürdüremeyen şirket, personelinin büyük bir kısmını da işten çıkarmıştı. 30 Ağustos 2000 yılında tamamen uçuş faaliyetlerini durdurmuş ve tüm personeli işten çıkarmıştı. İstanbul Hava Yolları Genel Müdürü Safi Ergin, yaptığı yazılı açıklamada: "15 yıldır 2 bini aşkın çalışanıyla, yılda 2,5 milyon yolcuya hizmet veren İstanbul Hava Yolları’nın, son 18 aydır yaşanan depremler, petrol fiyatlarındaki artış, dolar-mark paritesi farkı, PKK ve çeşitli sorunlar nedeniyle darboğaz içine girmiştir" demişti. İstanbul Havayolları yetkilileri, iç ve dış hat uçak seferlerinin durdurulmasıyla ilgili kararın Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’ne iletildiğini bildirdiler. Şirketin dönemin kur riskinden en çok etkilenen şirketlerden olduğu, giderlerinin dolar olmasına karşılık, gelirinin mark üzerinden olması ve mark'ın dolar karşısında değer kaybının İstanbul Havayolları’nın kapanmasına yol açtığı, kapanmasından bir ay önce “kurtarma” amacıyla Eximbank tarafından verilen 5 milyon dolarlık kredinin de durumunu kurtaramamıştır. Safi Ergin daha sonra yaptığı bir röportajda "..(şirket) iflas etmedi. Aynı adreste devam ediyor. Ama uçuş operasyonunu durdurdu. Herkes sanıyor ki, İstanbul Havayolları battı. Halbuki İstanbul Havayolları yaşayan bir şirket, dolayısıyla öyle bir şey söz konusu değil. Onun uçuş operasyonlarını durdurmasının çok çeşitli nedenleri var. O zamanki yönetimlerin özel sektöre getirdiği çok büyük engeller neden olmuştur." demişti |
r. Şirketin uçuşlara tekrar başlayabilmek için denemeleri olmuş lakin şirket tekrar uçuşlarına başlayamamıştır. Personeline olan borçlarının büyük ölçüde çözen şirket, bankalarla da ödeme planında anlaşmıştı. SSK borçlarını ödemesinin ardından en büyük borç kalemi olarak Maliye'ye olan 8 trilyon 361 milyar liralık vergi borcunu ‘‘Vergi Barışı’’ından yararlanarak 4 trilyon 663 milyar lira olarak 2003 yılında ödeyip kapatmıştı. (Şirketin büyük bölümü ipotekli borçlarını çok sayıda gayrimenkul satışı yoluyla kapattığı bildirildi.)
NBA seçmeleri
NBA Seçmeleri (Draft), NBA'de bulunan takımların belli kurallar dahilinde oyuncu seçmesi sistemidir.
NBA seçmelerine girebilmek için belli şartlar vardır. Girecek oyuncu seçmelerin yapıldığı gün en az 19 yaşında olmalıdır. Genel olarak NCAA liginde oynamış kolej oyuncuları tercih edilir. Kolej takımında 4 sezon oynamış ve mezun olmuş oyuncular otomatik olarak seçmelerde seçilebilir, fakat bu bir zorunluluk değildir. İsteyen her oyuncu 4 yıl beklemeyip 19 yaşına girmiş olduğu sürece istediği sezondan sonra seçmelere gireceğini açıklayabilir. Bunun dışında son yıllarda yoğun bir şekilde ABD dışındaki liglerden de genç oyuncular seçilmektedir. Yabancı oyuncular 22 yaşında girdiği yılki seçmelerde otomatik olarak seçilebilir. İsteyen oyuncular ise daha önceden seçmelere girer. Seçme sisteminin NBA'in bugünkü durumuna gelmesinde ve takımların arasındaki dengenin sağlanmasında önemli rolü vardır.
Eskiden liseyi bitiren oyuncular 18 yaşına geldiklerinde seçmelere girebilmekteydi. 2006'dan itibaren ise yaş sınırı bir yaş arttırıldı ve liseyi yeni bitiren oyunculara bir yıl daha bekleme zorunluluğu getirildi. Oyuncuların çoğu bu zamanı NCAA'de geçirirken Brandon Jennings gibi denizaşırı liglere gidip profesyonel olanlar da mevcuttur.
Yetenekli ve gelecek vadeden oyuncular bütün sezon boyunca yetenek avcıları tarafından takip edilir. Ayrıca genç oyuncular yaz liglerinde denenir. Seçmeler Haziran ayında, sezon bittikten hemen sonra düzenlenir. Seçim günü gelindiğinde takımların seçeceği oyuncular hemen hemen bellidir.
Seçmelerde ilk sıralarda genelde büyük yıldız adayları seçilse de büyük yıldız oyuncu olacakları kesin değildir. Örneğin 1998 yılında tüm otoritelerin tercihi olan ve ilk sırada Los Angeles Clippers tarafından büyük umutla seçilen Michael Olowokandi bir türlü beklenenleri veremeyip takasta kullanılırken, 1984 yılında 3. sıradan Chicago Bulls tarafından draft edilen Kuzey Karolina mezunu Michael Jordan ligin en önemli oyuncusu olmuş takımına 6 şampiyonluk kazandırmıştır.
Türk oyuncu Mirsad Türkcan 1998 yılında Houston Rockets tarafından birinci tur 18. sıradan seçilerek Türk basketbol tarihinde bunu gerçekleştiren ilk oyuncu oldu. 2000 yılında Hidayet Türkoğlu, Sacramento Kings’in ilk tur onaltıncı sırada seçtiği isim olurken, 2001 yılında Mehmet Okur Detroit Pistons tarafından ikinci tur, 37. sırada seçildi. 2005 seçmelerinde, Cenk Akyol ikinci tur 59.sırada Atlanta Hawks tarafından seçilirken, Milwaukee Bucks takımı ikinci tur 38.sırada Ersan İlyasova’yı tercih etti.
2008 yılında ise iki Türk pivot seçmelerde yer aldı. Ömer Aşık ikinci tur 36.sırada Portland Trail Blazers’un seçtiği isim oldu. Semih Erden ise ikinci tur, 60. sırada Boston Celtics tarafından seçilme başarısı gösterdi. 2011 yılında ise Enes Kanter 3.sıradan Utah Jazz tarafından seçilme başarısı göstererek NBA tarihinde en yüksek sırada draft edilen Türk oyuncu oldu.
NBA seçmeleri iki aşamada olur. Seçimler kesin kurallara göre belirlenmiştir. İlk aşamada bir önceki sezon play off'a giremeyen 14 takım katılır. Bu aşamada takımlar bir önceki sezondaki sıralamadaki durumlarına göre NBA Lottery denilen çekilişe girerler ve çıkan sonuca göre oyuncularını seçerler.
Bu takımların sıralamada alacakları sıra kura ile belirlenir. Ancak en son sıradaki takımların ilk sıralarda yer alma ihtimalleri daha yüksek tutulmuştur. Sondan başlayarak
1. 250 kombinasyon (1.seçim için ihtimal %25)
2. 199 kombinasyon (% 19.9 ihtimal)
3. 156 kombinasyon (% 15.6 ihtimal)
4. 119 kombinasyon (% 11.9 ihtimal)
5. 88 kombinasyon (% 8.8 ihtimal)
6. 63 kombinasyon (% 6.3 ihtimal)
7. 43 kombinasyon (% 4.3 ihtimal)
8. 28 kombinasyon (% 2.8 ihtimal)
9. 17 kombinasyon (% 1.7 ihtimal)
10. 11 kombinasyon (% 1.1 ihtimal)
11. 8 kombinasyon (% 0.8 ihtimal)
12. 7 kombinasyon (% 0.7 ihtimal)
13. 6 kombinasyon (% 0.6 ihtimal)
14. 5 kombinasyon (% 0.5 ihtimal)
Bu ilk 14 oyuncudan sonra sonraki 16 oyuncu ise play-off'a çıkan takımlar tarafından tercih edilir. Burada sıralama sezon içinde yaptıkları maçların galibiyet- mağlubiyet oranına göre belirlenir. Sistemin işleyişi yine bir önceki sezonu en iyi oranla bitiren takımın en son tercih etmesi şeklindedir. Burada önemli olan sezonu şampiyon bitirmek değil, normal lig maçlarındaki galibiyet yüzdesidir. Örneğin 2004 yılında play offlar sonunda Detroit Pistons şampiyon olduğu halde normal sezonda en yüksek galibiyet oranını Indiana Pacers aldığı için son sırada Indiana seçmiştir.
İlk turda oyuncular seçildikten sonra aynı sıralama ikinci tur oyuncuları için devam eder ve takımlar ikinci kez oyuncu tercih ederler. Ancak bu sıralama standart olmaz. Çünkü takımlar oyuncu transferinde veya takaslarda draft seçme haklarını da takasa sokabilirler. Yani bir oyuncu karşılığında bir draft sırasının karşı takıma verilmesi veya bunu üçlü veya dörtlü olarak takımlar oyuncu ve draft sıralarını takas ederler. Örneğin Vince Carter, Golden State Warriors tarafından draft edilmesine rağmen Golden State hakkını Orlando'ya, Orlando Washington'a, Washington da Toronto Raptors'a devrettiği için Carter Toronto'ya gitmiştir.
Misak-ı Millî
Misak-ı Millî ya da Millî Misak (Günümüz Türkçesi ile "Millî Yemin" ya da "Ulusal Ant"), Türk Kurtuluş Savaşı'nın siyasî manifestosu olan altı maddelik bildirinin adıdır. İstanbul'da toplanan son Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından 28 Ocak 1920'de oy birliği ile kabul edilmiş ve 17 Şubat'ta kamuoyuna açıklanmıştır. Bildiri, I. Dünya Savaşı'nı sona erdirecek olan barış antlaşmasında Türkiye'nin kabul ettiği asgari barış şartlarını içerir.
Toplantıdan çıkan kararlar arasında, özellikle Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyesi milletvekillerinin yoğun çabasıyla gizli bir oturumda daha önce Mustafa Kemal Atatürk tarafından hazırlanan Misak-ı millî (Millî Ant)'nin kabul edilmesi vardır (28 Ocak 1920).
Bildiri mecliste "Ahd-ı Millî Beyannamesi" adıyla kabul edilmiş, ancak daha sonra "Misak-ı Millî" olarak anılmıştır. Her iki deyim "Ulusal Yemin" anlamına da gelir. Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları, büyük ölçüde, Misak-ı Millî ilkeleri doğrultusunda oluşmuştur.
Misak-ı Millî'nin ana hatları Erzurum Kongresi (22 Temmuz - 7 Ağustos 1919) ve Sivas Kongresi'nde (4-11 Eylül 1919) biçimlendi.
Sivas Kongresi'nin talepleri doğrultusunda Osmanlı Hükümeti 11 Eylül'de genel seçim kararı aldı. Kasım ayında yapılan seçimlerde, Anadolu'nun her ilinde Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin gösterdiği adaylar kazandı. Seçilen adaylar Aralık ayı ve 1920 Ocak ayının ilk günleri boyunca ikişer üçer kişilik gruplar halinde Ankara'ya gelerek Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i Temsiliye (Temsil Heyeti) üyeleriyle görüştüler. Bildiri metni bu görüşmelerde son halini aldı. Heyet-i Temsiliye üyelerince imzalanan metin, Trabzon mebusu Hüsrev Sami Bey (Gerede) aracılığıyla İstanbul'a gönderildi.
12 Ocak 1920’de İstanbul’da çalışmalarına başlayan Meclis, yönetim organlarını seçtikten hemen sonra bildiri konusunu ele aldı. 28 Ocak'ta yapılan bir kapalı oturumda “Ahd-ı Millî Beyannamesi” kabul edildi. 12 Şubat'ta Edirne mebusu Şeref Bey’in önerisi üzerine, beyannamenin bütün dünya parlamentolarına ve basına açıklanması kararlaştırıldı.
Beyannamenin kabulü ve yayımlanma biçimiyle ilgili henüz açıklığa kavuşturulmamış bazı noktalar mevcuttur. Her şeyden önce beyannameye ilişkin görüşmeler ve özgün metin Meclis-i Mebusan zabıtlarında yoktur. Bu durumda beyannamenin resmi bir oturumda değil, (Meclis üyelerinin tümüne yakınını kapsayan) Felah-ı Vatan grubunda kabul edilmiş olduğu ihtimali dile getirilmiştir. Birleşik Krallık Büyükelçisi Sir Horace Rumbold, "yayınlanmış hiçbir imza listesi yoktur" diyerek, izlenen prosedürün “misakın geçerliliğini kuşkulu kıldığını” iddia eder.
Bunun yanı sıra Ankara'da hazırlanan 8 maddelik metinle İstanbul'da kabul edilen 6 maddelik metin arasında da farklar vardır. Ankara metninde bulunan, savaş suçlularının cezalandırılmasına ilişkin madde son metinden çıkarılmıştır. Ankara metninde iki ayrı maddede yazılan “mütareke sınırı” ve “Müslüman halkın bölünmezliği” konuları İstanbul’da birleştirilmiştir. Son maddede "Milletler Cemiyeti"’ni savunan bir ibare İstanbul’da ilan edilen metinden çıkarılmıştır.
En önemli belirsizlik birinci maddededir. Ankara'da düzenlenen metinde, Mondros Mütarekesi’yle belirlenen sınırların “içinde” yaşayan Osmanlı İslam çoğunluğunun “bölünmez bir bütün” olduğu vurgulanırken, İstanbul’da bu ifade –bazı kaynaklara göre– “mütareke çizgisinin içinde ve dışında” yaşayan Osmanlı İslam çoğunluğu olarak değiştirilmiştir. Yayımlanmış olan Misak-ı Millî metinlerinin bir bölümünde "ve dışında" deyimi vardır, bir kısmında ise yoktur. Misak-ı Millî'nin can damarını oluşturan sınırlar meselesindeki bu belirsizlik dikkat çekicidir.
Misak-ı Millî sınırlarını gösterdiği iddia edilen muhtelif haritalar vardır. Bunlardan ikisi:
Norveççe
Norveççe, Norveç'te konuşulan ve İskandinavca da denen Kuzey Cermen dil ailesine bağlı bir dildir. Norveççe, Danca ve İsveççe ile çok yakındır ve birini bilen bir kişi diğerlerini de anlayabilir. Özellikle bir Danimarkalı ve Norveçli birbirilerinin dillerini çok kolay okuyup anlayabilmektedir. Bunun temel nedeni ise iki dilin gramerinin tamamen aynı yapıda ve kalıpta olmasıdır.
16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Norveç'in resmî dili Danca idi. Yeni bir dil olarak Norveççenin oluşturulması, milliyetçilik ve edebiyat tarihi ile alakalıdır. Norveç hükümeti tarafından belirlenen iki çeşit yazılı Norveççe vardır; bokmål (edebi "kitap dili") ve nynorsk (" |
yeni Norveççe"). Dil reformları, birçok yazma ve konuşma kolaylığı ile birlikte yeni kelimeler üretmeyi de mümkün kılmıştır. Bu reformlar daha çok Nynorsk Norveççesinde etkili olmuştur. Bu yüzden günümüzde Bokmål, muhafazakâr Norveççe, Nynorsk ise radikal Norveççe olarak kabul edilebilir.
a, b, c, d, e, f, g, h, i, j, k, l, m, n, o, p, q, r, s, t, u, v, w, x, y, z, æ, ø, å
A, B, C, D, E, F, G, H, I, J, K, L, M, N, O, P, Q, R, S, T, U, V, W, X, Y, Z, Æ, Ø, Å
Norveç'in kral II. Olaf tarafından hıristiyanlaştırılmasından bir süre sonraya kadar Norveççe Orhun alfabesine benzeyen fakat harflerin başka ses değerleri taşıdığı bir Runik yazı ile yazılırdı. Örneğin Runik yazı ile yazılmış Odin veOrhun alfabesi ile yazılmış Bilge aynı harflerle yazılır.
Mithat Demirel
Mithat Demirel, Alba Berlin basketbol takımının Sportif Direktörlüğünü yapmaktadır. Alman millî basketbol takımı ile önemli başarılar kazanan Mithat Demirel, Almanya Ligi Deneyimi dışında Türkiye Basketbol Liginde Beşiktaş ve Galatasaray gibi önemli takımların da formasını giymiştir. Ayrıca İtalya Basketbol Ligi deneyimi de vardır.
Basketbola Almanya'da başlayan Mithat Demirel 2005 yılına kadar kısa süreli Bursa Takımı Oyak Renault deneyimi dışında bu ülke liginin dışına çıkmadı. Alman Basketbolunun son dönemde gösterdiği yükselişte önemli rolü olan oyunculardan biri oldu. Gerek Almanya'nın en başarılı kulüp takımlarından biri olan Alba Berlin'de, gerekse Alman millî takımında oyun kurucu gibi önemli bir pozisyonda başarıyla mücadele etti. Alman Basketbolunun tartışmasız en büyük yıldızı olarak gösterilen Dirk Nowitzki ile oyun içinde çok iyi anlaşması ile bu önemli oyuncuyu iyi bir şekilde besleyerek millî takımlar düzeyinde bir Dünya Üçüncülüğü, bir de Avrupa İkinciliği kazanılmasında faydalı oldu.
Fiziksel olarak yeteri kadar güçlü olmaması ve kısa sayılabilecek boyuna rağmen çalışkanlığı ve genç yaşta kazandığı tecrübe ile bu açığını kapatıyor. Savunmasının başarısını hucümda tam olarak gösteremedeği şeklinde eleştirilse de istatistiklerde görünmeyen şekilde takımını yönetmekte ve oyuna katkıda bulunmaktadır. Zaten onu değerli kılan özelliklerinin başında da bu geliyor.
"5 maç uzun süre, 3 maç ise 4 dakika oynadığı bir dönem sonrası sezon ortasında Türkiye'den ayrıldı."
"14 maç: 11.9 sayı ort., 1.9 reb.ort., 3.7 ast.ort."
"Bundesliga: 11.9 sayı ort., 1.8 reb.ort., 4.4 ast.ort."
"Euroleague: 1.5 sayı ort., 3 reb.ort."
"Bundesliga: 3.2 sayı ort., 1.3 reb.ort., 1.4 ast.ort."
"Euroleague: 6.8 sayı ort., 1.5 reb.ort., 2.2 ast.ort."
"Bundesliga: 10,7 sayı ort., 2,1 reb.ort., 2,8 ast.ort."
"Euroleague: 5.8 sayı ort., 7 reb.ort."
"Bundesliga: 5.1 sayı ort., 1.6 reb.ort., 1.5 ast.ort."
"ULEB Cup: 9,5 sayı ort., 2.9 ast.ort."
"Bundesliga: 7.7 sayı ort., 2.3 reb.ort., 3.5 ast. ort."
{Galatasaray Cafe Crown Kadrosu}
{Erdemir Kadrosu}
Kozaklı
Kozaklı, Nevşehir'in Kaplıca'ları ile tanınan ilçesidir. İl merkezi olan Nevşehir'e en uzak ilçedir.İlçeye bağlı 4'ü Kasaba , 21'i köy olmak üzere 30 yerleşim birimi bulunmaktadır. İlçenin il Merkezi olan Nevşehir'e uzaklığı 85 Km, çevre iller Kayseri,Kırşehir ve Yozgat'a ortalama uzaklığı ise 90 Km'dir.
İlçe 1954 yılında birbirine yakın mesafede bulunan Hamamorta, Buruncuk, Bağlıca ve Kozaklı köylerinin birleşmesi ile kurulmuştur. İlçenin ismi kurluşunda birleştirilen Kozaklı Köyü'nden gelmektedir. Kozaklı ilçesinin ahalisi Türkmen kökenli olup (Kızılkoyunlu-Akçakoyunlu-Yabanlı) aşiretlerinden oluşmaktadır. Ayrıca 18. yy sonlarında Toroslarda yaşayan yörüklerin iskan politikası sonrasında Nevşehir'in kuzey bölgelerine yerleştirilen ACIÖĞÜNLÜ (ya da acıön) aşireti de ilçenin önemli ve köklü yörük aşiretlerindendir. Hacıfaklı köyü başta olmak üzere birçok köyünde yerleşimi mevcuttur.
Kozaklı isminin nereden geldiği ise kesin olarak bilinmemektedir. Bu konu ile ilgili çeşitli rivayetler mevcuttur. Bu rivayetlerden bazıları ise şu şekildedir;
İlçede halen türbesi bulunan Kozoğlu isimli şahıs, kayalarla sıcak suyun etrafını çevirerek burada bir hamam meydana getirmiştir. Hamamın çevre köylerin ortasında bulunması sebebiyle Hamamorta adını aldığı, Türbe taşlarındaki yazılardan anlaşılmaktadır. Taşların üzerinde yapılan incelemede, Kozoğlu adlı şahsın Selçuklu'lar devrinde yaşadığı, ilçenin adının bu kişiden geldiği rivayet edilmektedir.
Anadolu'nun her alanında yaşayan yörüklerden, Aydın yöresi yörüklerinden "Kozak" isminde bir yörük beyinin geniş aile efradı ile birlikte hayvanları için yurt ve otlak arayışına çıkması ile şimdiki ismiyle anılan ve zamanında ormanlık bir alan olan "Kozaklı Köyü"ne yerleşmiş olmasıdır. Kozaklı adına değişik il ve ilçelerde rastlanmaktadır.(Örn; İskenderun, Manisa v.s.) İlk konaklama ve barınma yerlerinin Adana Kozan (sis sancağı) olduğu ve buradan iç ve batı bölgelerine doğru yayıldıkları için Kozaklı isminin bu beyin adından geldiği yoğun olarak kabul görmektedir. Bugünkü Kozaklı ilçesi sınırları içinde bulunan kaplıcalardan yükselen buharın pamuk kozasına benzediğinden, ileriden kozaya benzetilerek burada konaklandığı, bazılarının burada kalıp, bazı ailelerin daha batıya ve kuzeye doğru göç ettikleri de rivayetler arasında bulunmaktadır.
Kozaklı Kaplıcaları, Alman Kaplıcaları Birliği sınıflamasına göre Sodyum, Kalsiyum ve Klor içermekte olup A ve C grubu şifalı sular grubuna girmektedir. Su sıcaklığı 27 °C ve 93 °C arasında değişmektedir. Sağlık turizminde önemli bir yere sahip kaplıcalar ve içmeceler Kozaklı ilçesinde son yıllarda yapılan yatırımlarla kendini hissetirir duruma gelmiştir. Türkiye'nin en önemli Termal sağlık merkezlerinden biri olan Nevşehir'in Kozaklı İlçesi'ndeki turistik konaklama tesislerindeki sağlık turizmine yönelik faaliyetleri içeren 30 adet otel ve motel, 9000 yatak kapasitesi ile hizmet vermektedir. Özel hizmet veren kaplıcaların yanı sıra Kozaklı belediyesine ait kaplıcalar da bulunmaktadır. Bu sayede her bütçeye uygun hizmet vatandaşların hizmetine sunulmuştur.
Kozaklı ilçesi, Ankara-Kayseri karayolu üzerinde bulunan Topaklı'ya yaklaşık 25 km uzaklıktadır. İlçe merkezinden belirli saatlerde yapılan otobüs seferleri ile Türkiye'nin her şehrine Ankara-Kayseri karayolu üzerinden otobüs bulma imkânı mevcuttur. Türkiye'nin her yerinden Ankara-Kayseri karayolu üzerinde bulunan Topaklı'ya gelerek buradan da Kozaklı ilçesi otobüsleri ile ilçeye ulaşmak mümkündür. Ayrıca ilçeden Nevşehir ve Kayseri'ye saat başı otobüs seferleri düzenlenmektedir. Ankara-Kayseri Demiryolu güzerğahında bulunan Karasenir ve Kanlıca kasabalarına tren yolu ile ulaşıp buradan kasabalara ait belediye otobüsleri ile ilçeye ulaşım da mümkündür.
İlçe ekonomisinde tarım önemli bir yer tutmaktadır. Ekilebilir alan miktarı 675,210 dekardır. Tarım alanlarının % 7'inde sulu tarım, % 93'ünde kuru tarım yapılmaktadır.
İlçede, merkezde 1 adet, köy ve kasabalarda ise 5 adet olmak üzere toplam 6 adet sağlık ocağı mevcuttur. Ayrıca 7 köyde sağlık evi vardır. Kozaklı'da 15.10.2001 tarihinden itibaren 112 Acil Servis hizmete başlamış olup, 24 saat esasına göre görev yapmaktadır.
İlçede 120 yataklı Kozaklı Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi 2010 yılı sonunda Sağlık Bakanlığı tarafından Nevşehir Devlet Hastanesi'ne bağlı olarak hizmete açılmıştır. Termal kaplıca suyundan hasta tedavisinde faydalanılması ve lokomat cihazının felçli hastalarda etkin bir şekilde kullanılması nedeniyle, önemli bir rehabilitasyon tedavisi yapan hidrotermal sağlık tesisidir.
İlçe Halk Egitim Merkezi Müdürlüğü tarafından köy ve kasabalarda ilçe merkezi dahil 29 değişik dalda 593 kurs açılmıstır. Bu kurslardan 5.221 kadın, 1.144 erkek, toplam 6.465 kursiyere belge verilmistir.
İlçeye elektrik TEK bağlantılı olarak 1971 yılında gelmiş olup, bütün yerleşim birimlerinde mevcuttur. İlçeye elektrik, Avanos ilçesi Kalaba kasabasi trafo merkezinden verilmektedir. Ayrıca ilçede konut ve işyerlerinin büyük çoğunluğu kaplıcalardan elde edilen jeotermal enerji ile ısıtılmaktadır.
İlçede göl bulunmayıp, Doyduk Köyü'nde inşasına 1998 yılında başlanan Doyduk Barajı inşaatı devam etmektedir.
Taşlıhöyük Köyü Barajı inşaatı sonlanmış durumdadır. Şu anda su toplama aşamasındadır.
Sanal özel ağ
Sanal özel ağ (), uzaktan erişim yoluyla farklı ağlara bağlanmayı sağlayan internet teknolojisi. VPN sanal bir ağ uzantısı oluşturduğu için, VPN kullanarak ağa bağlanan bir cihaz, fiziksel olarak bağlıymış gibi o ağ üzerinden veri alışverişinde bulunabilir. Kısacası Virtual Private Network (VPN), İnternet ya da başka bir açık ağ üzerinden özel bir ağa bağlanmayı sağlayan bir bağlantı çeşididir. VPN üzerinden bir ağa bağlanan kişi, o ağın fonksiyonel, güvenlik ve yönetim özelliklerini kullanmaya da devam eder. VPN'in en önemli iki uygulaması OpenVPN ve IPsec'dir.
VPN istemcisi, İnternet üzerinden bağlantı kurmak istediği kaynakla sanal bir noktadan-noktaya (point-to-point) bağlantı kurar, kaynak ya da uzaktan erişime geçmek istediği sunucu kimlik bilgilerini kontrol eder ve doğrulama sonrasında VPN istemcisiyle uzaktan erişime geçtiği sunucu arasında veri akışı gerçekleşir. Veriler, akış sırasında noktadan-noktaya bağlantı gibi üst bilgi kullanılarak kapsüllenir. Üst bilgi, verilerin bitiş noktasına erişimleri için paylaşılan veya ortak ağ üzerinden yönlendirme bilgileri sağlar. Özel ağ bağlantısını taklit etmek için, gönderilen veriler gizlilik amacıyla şifrelenir. Paylaşılan veya ortak ağda ele geçirilen paketlerin şifreleri, şifreleme anahtarları olmadan çözülemez. Özel ağ verilerinin kapsüllendiği ve şifrelendiği bağlantı VPN bağlantısı olarak bilinir.
İki çeşit VPN bağlantısı vardır. İlki uzaktan erişim VPN, diğeri ise siteden siteye VPN’dir.
Siteden Siteye VPN bağlantısı özel bir ağın iki bölümünü birbirine bağlar. VPN sunucusu, bağlı olduğu ağa bağlantı sunarken, yanıtlayan diğer sunucu ya da yönlendirici (VPN sunucusu), yanıtlayan yönlendiricinin (VPN istemcisi) kimlik bilgilerini doğrular. Karşılıklı doğrulama sağlanır. Ayrıca siteden siteye VPN bağlantısı üzerindeki iki sunucunun gönderdikleri veri transferlerin |
in başlangıç noktaları tipik olarak yönlendiriciler veya sunucular değillerdir.
PPTP, L2TP/Ipsec ve SSTP kullanan VPN bağlantılarının 3 önemli özelliği kapsülleme, kimlik doğrulama ve son olarak ise veri şifrelemedir.
VPN teknolojisinde özel veriler, geçiş ağını çapraz geçmelerine izin verecek yönlendirme bilgilerini içeren bir üst bilgiyle kapsüllenir.
Tünel oluşturma, bir protokol türündeki paketin başka bir protokol datagramı içinde kapsüllenmesini sağlar. Örneğin, VPN, IP paketlerini Internet gibi ortak bir ağ üzerinden kapsüllemek için PPTP'yi kullanır. Noktadan Noktaya Tünel Protokolü (PPTP), Katman İki Tünel Protokolü (L2TP) veya Güvenli Yuva Tünel Protokolü'ne (SSTP) dayalı bir VPN çözümü yapılandırılabilir.
PPTP, L2TP ve SSTP protokolleri büyük ölçüde, orijinal olarak Noktadan Noktaya Protokolü (PPP) için belirlenen özellikleri esas alır. PPP çevirmeli veya adanmış noktadan noktaya bağlantılar üzerinden veri göndermek için tasarlanmıştır. IP kullanımında, PPP, IP paketlerini PPP çerçeveleri içinde kapsüller ve ardından kapsüllenen PPP paketlerini noktadan noktaya bir bağlantı üzerinden aktarır. PPP orijinal olarak çevirmeli istemci ve ağ erişimi sunucusu arasında kullanılacak protokol olarak tanımlanmıştır.
VPN bağlantılarında kimlik doğrulama üç farklı biçimde yapılır:
VPN bağlantısı oluşturmak için, VPN sunucusu bağlanmayı deneyen VPN istemcisinin kimliğini, Noktadan Noktaya Protokolü (PPP) kullanıcı düzeyinde kimlik doğrulama yöntemi kullanarak doğrular ve VPN istemcisinin uygun yetkilendirmeye sahip olduğunu onaylar. Karşılıklı kimlik doğrulama kullanılırsa, VPN istemcisi de VPN sunucusunun kimliğini doğrular; bu şekilde kendilerini VPN sunucuları gibi tanıtan bilgisayarlara karşı koruma sağlanır.
Internet Protokolü güvenliği (IPsec) güvenlik ilişkisi oluşturmak üzere VPN istemcisi ve VPN sunucusu, bilgisayar sertifikaları veya önceden paylaşılan bir anahtar değişimi için IKE protokolünü kullanır. Her iki durumda da VPN istemcisi ve sunucusu, birbirlerinin kimliklerini bilgisayar düzeyinde doğrular. Bilgisayar sertifikası kimlik doğrulaması çok daha güçlü bir kimlik doğrulama yöntemi olduğundan daha fazla önerilir. Bilgisayar düzeyinde kimlik doğrulama yalnızca L2TP/IPsec bağlantıları için uygulanır.
VPN bağlantısı üzerinden gönderilen verinin, bağlantının diğer ucundan gönderilmiş olduğunu ve aktarım sırasında değiştirilmediğini onaylamak için, veride yalnızca gönderenin ve alanın bildiği bir şifreleme anahtarına dayalı şifreleme sağlama toplamı bulunur. Veri kaynağı için kimlik doğrulama ve veri bütünlüğü yalnızca L2TP/IPsec bağlantılarında kullanılabilir.
Veriler, paylaşılan veya ortak geçiş ağından çapraz geçer ve gizliliğin sağlanması için gönderici tarafından şifrelenir. Daha sonra bu şifreler, alan tarafından çözümlenir. Şifreleme ve alan tarafından şifre çözme işlemi, göndericinin ve alanın kullandığı şifreleme anahtarına bağlıdır.
VPN bağlantısı üzerinden veri transferi yapıldığında şifreleme anahtarı olduğu için bilgiler ele geçirilse bile dışarıdaki için bir anlam ifade etmez. Ayrıca şifreleme anahtarının uzunluğu da güvenlik anlamında önemli bir faktördür. Çünkü şifreleme anahtarını belirlemek adına hesaplama işlemleri yapıldığında bu tür metotlar, şifreleme anahtarı büyüdüğünde daha uzun hesaplama zamanı alır. Bu yüzden güvenliği sağlamak adına, yani veriyi mümkün olduğu kadar gizli tutmak amacıyla şifreleme anahtarını mümkün olan en büyük boyutta seçmek veya kullanmak önemli bir faktördür.
Tünel oluşturma, bir protokol türündeki paketin başka bir protokol datagramı içinde kapsüllenmesini sağlar. Örneğin, VPN, IP paketlerini Internet gibi ortak bir ağ üzerinden kapsüllemek için PPTP'yi kullanır. Noktadan Noktaya Tünel Protokolü (PPTP), Katman İki Tünel Protokolü (L2TP) veya Güvenli Yuva Tünel Protokolü'ne (SSTP) dayalı bir VPN çözümü yapılandırılabilir.
PPTP, L2TP ve SSTP protokolleri büyük ölçüde, orijinal olarak Noktadan Noktaya Protokolü (PPP) için belirlenen özellikleri esas alır. PPP çevirmeli veya adanmış noktadan noktaya bağlantılar üzerinden veri göndermek için tasarlanmıştır. IP kullanımında, PPP, IP paketlerini PPP çerçeveleri içinde kapsüller ve ardından kapsüllenen PPP paketlerini noktadan noktaya bir bağlantı üzerinden aktarır. PPP orijinal olarak çevirmeli istemci ve ağ erişimi sunucusu arasında kullanılacak protokol olarak tanımlanmıştır.
PPTP, birden çok protokol trafiğinin şifrelenmesini ve ardından IP ağı veya Internet gibi ortak IP ağı üzerinden gönderilmek üzere bir IP üst bilgisi ile kapsüllenmesini sağlar. PPTP uzaktan erişim ve siteden siteye VPN bağlantıları için kullanılabilir. Internet, VPN için ortak ağ olarak kullanıldığında, PPTP sunucusu, biri Internet üzerinde diğeri de intranet'te bulunan iki arabirime sahip PPTP etkin bir VPN sunucusudur.
PPTP, ağ üzerinden aktarım yaptığında PPP çerçevelerini IP datagramları içerisinde kapsüller. PPTP, tünel yönetimi için Genel Yönlendirme Kapsüllemesi‘nin (GRE) değiştirilmiş bir sürümünü kullanır. Ayrıca kapsüllenen PPP çerçeveleri şifrelenebilir veya sıkıştırılabilir.
PPP çerçevesi, MS-CHAPv2 veya EAP-TLS kimlik doğrulama işlemiyle oluşturulan şifreleme anahtarları kullanılarak, Microsoft Noktadan Noktaya Şifreleme (MPPE) ile şifrelenir. PPP çerçeve yüklerinin şifrelenebilmesi için, sanal özel ağ istemcilerinin MS-CHAP v2 veya EAP-TLS kimlik doğrulama protokolünü kullanması gerekir. PPTP, temeldeki PPP şifrelemesinden ve önceden şifrelenen PPP çerçevesinin kapsüllenmesinden yararlanır.
L2TP birden çok protokol trafiğinin şifrelenmesini ve ardından IP veya zaman uyumsuz aktarım modu (ATM) gibi noktadan noktaya datagram teslimini destekleyen herhangi bir medya üzerinden gönderilmesini sağlar. L2TP, Cisco Systems, Inc. tarafından geliştirilen, PPTP ve Katman İki İletme (L2F) protokollerinin birleşiminden oluşan bir teknolojidir. L2TP, PPTP ve L2F'nin en iyi özelliklerini alır.
PPTP'nin aksine, Microsoft'un L2TP uygulaması, PPP datagramlarının şifrelenmesinde MPPE'yi kullanmaz. L2TP, şifreleme hizmetleri için Aktarım Modunda Internet Protokolü güvenliğine (IPsec) dayanır. L2TP ve IPsec'in birleşimi L2TP/IPsec olarak bilinir.
L2TP/IPsec paketlerinin kapsüllenmesi iki katmandan oluşmaktadır. Birinci katman, PPP çerçevesi L2TP ve UDP üst bilgisiyle sarılmaktadır. İkinci katman ise Ipsec güvenlik yükü dediğimiz (ESP) üst bilgi ve alt bilgi olmak üzere iletiyi ve kimlik doğrulamayı destekleyen Ipsec kimlik doğrulama alt bilgisi ve IP üst bilgisiyle sarılır. IP üst bilgisinde VPN sunucusuna karşılık gelen IP adresi yer almaktadır.
Güvenli Yuva Tüneli Protokolü (SSTP), 443 numaralı TCP bağlantı noktası üzerinden HTTPS protokolünü kullanan yeni bir tünel protokolüdür ve trafiğin güvenlik duvarlarından ve PPTP ile L2TP/IPsec trafiğini engelleyebilen Web proxy'lerden geçirilmesini sağlar. SSTP, PPP trafiğini HTTPS protokolünün Güvenli Yuva Katmanı (SSL) kanalı üzerinde kapsüllemek için bir mekanizma sağlar. PPP'nin kullanılması, EAP-TLS gibi etkili kimlik doğrulama yöntemlerinin desteklenmesine olanak sağlar. SSL, gelişmiş anahtar anlaşması, şifreleme ve bütünlük denetimi kullanarak aktarma düzeyinde güvenlik sağlar.
Bir istemci SSTP tabanlı VPN bağlantısı oluşturmaya çalışırsa, SSPT ilk olarak, SSTP sunucusunda çift yönlü bir HTTPS katmanı oluşturur. Protokol paketleri bu HTTPS katmanı üzerinden veri yükü olarak geçer.
PPTP, L2TP/Ipsec ve SSTP ile VPN çözümlerinde dikkat edilmesi gereken hususlar:
Ayrıca, bu üç tünel türünde de kimlik doğrulama, İnternet Protokolü sürüm 4 (Ipv4) ve İnternet Protokolü 6 (Ipv6) antlaşması ve ağ erişim koruması (NAP) gibi PPP özellikleri, bu üç tünelde de değişmez bir kıstastır.
Network Access Protection (NAP), Türkçeye Ağ Erişimi Koruması olarak çevrilmiştir. NAP, Windows Vista ve Windows Server 2008 tarafından teknoloji dünyasına sunulan yeni bir ağ erişim koruması sistemidir. NAP, kullanıcının ağına bağlanan bilgisayarlar için gerekli olan bütün yazılım ve sistem durumlarını tanımlayan, sistem durumunun tüm gereksinimleri oluşturmasını ve kullanılmasını mecbur tutmayı sağlayan istemci ve sunucu bileşenlerini içermektedir.
Network Access Protection (NAP), istemci bilgisayarın durumunu araştırıp değerlendirir, sistem durumunun bütün gereksinimlerini tayin eder, gereksiz olarak nitelendirdiği ve düşünülen istemci bir bilgisayar bağlandığında ağ erişimi durumunu kısıtlar ve uygun/uyumlu olan istemci bilgisayarların ağa sorunsuz ve sınırsız bağlanmaları için gerekli bütün düzeltmeleri yapar.
NAP, kullanıcının ağına bağlanmaya çalışan istemci bilgisayarda sistem durumunun tüm gereksinimlerini kısıtlar. Network Access Protection, ayrıca sorunsuz ve uygun bir istemci bilgisayar ağa bağlandığında sistem durumu zorlamasını çalıştırmaya ve etkinleştirmeye devam etmek isteyerek kısıtlar.
NAP zorlaması, istemci bilgisayar ile Yönlendirme ve Uzaktan Erişim hizmetini çalıştıran sunucusuna benzer bir ağ erişimi kullanıcısı üzerinden ağa ulaşarak veya diğer tüm ağ kaynakları ile iletişim kurma aşamasını tamamlayarak çalışmaya başlamış olacaktır.
Eğer kullanıcı bilgisayarlarında sunucu olarak yapılandırılan Yönlendirme ve Uzaktan Erişim hizmeti yerel bilgisayarlarında yüklü değil ise, kullanıcılar ilave adımlar kullanarak yapılandırmalıdırlar. Bu yapılandırmalar, VPN sunucusu olarak sistemde yapılandırılmış olarak bulunan Yönlendirme ve Uzaktan Erişim Hizmeti çalıştıran bilgisayarlarda Ağ İlkesi Sunucusu’nu (NPS) yüklemelidir.
Bunun yanı sıra bağlantı isteklerini yerel NPS sunucusuna göndermek üzere Yönlendirme ve Uzaktan Erişim (NPS) sunucusunda bulunan NPS’yi olarak yapılandırabilirler.
Türkçeye Sanal Özel Ağ olarak çevrilen Sanal Özel Ağlar (VPN), tünelleme protokolü üzerinden transferi gerçekleştiren her veriyi şifreler ve oldukça güvenilidirler.
VPN ile veri transferleri sırasında transferi gerçekleştirilecek veri paketleri güvenli olmayan ve herkes tarafından kullanılıp ayrıca görülebilen çalışma ağlarından transfer edilmeden hemen önce şifrelenmektedir.
Ayrıca bu durumda tra |
nsferlerin gerçekleştiği ağlar da şifrelenmektedir. Çok düşük bir olasılıkla veri transferi sağlanan paketlerin üçüncü kişilerce ele geçirildiğinde sistem tarafından önceden şifrelendiği için verilerin görüntülenmesi, paylaşılması veya kullanılması mümkün olmamaktadır. Ayrıca Sanal Özel Ağ, oluşturduğu bu yüksek güvenlik duvarının yanında özel ağlara göre (özel ağ satın almak yerine kiralama imkânı sunduğu için) çok düşük maliyette olan VPN ağları, özel çalışma ağına ihtiyacı olan tüm kurumsal şirket ve kuruluşların öncelikli tercihi olmuştur.
, tüm Web siteler üzerindeki engeli kaldırır.
VPN ile yönetici, iş verenin veya ülke içinde hükümet tarafından bloke edilmiş olan herhangi bir web sitesine ulaşabilir ve o engelleri kaldırabilir. Fakat VPN’ler Türkiye'de son yıllarda İnternet sitelerine uygulanan erişime kapatılma kararları ile gündeme gelmiştir. ile İnternet'te kişisel bilgilerin saklanabilmesi, ayrıca kullanıcıların casus yazılımlardan ve bilgisayar korsanlarından korumasına da yardımcı olur.
Sanal Özel Ağ, özellikle günümüzde çok sık kullanılan İnternet erişimi sağlayan bilgisayar, tabletler, oyun konsolları ve akıllı telefon gibi cihazlar üzerinde güvenli bir şekilde dolaşmayı sağlar. Bu cihazlara örnek olarak Windows PC, Mac PC, Linux PC, iPad, iPhone, Android tablet, Android telefonlar, Play station 3, Wii gibi birçok cihazla birlikte çalışır.
Ayrıca VPN ile kısıtlı ve kilitli olan dünya kanalları izlenebilir. Mesela ABD merkezli yayınlar, Alman kanalları ve Netflix, Hulu, CWTV, Pandora, Fox ve daha birçok kanalların hizmetinden VPN sistemi sayesinde faydalanılabilir.
Yönlendirme ve Uzaktan Erişim Hizmeti ( ) (RRAS), Windows Server 2003, Windows Server 2008, Windows Server 2012 ile uzaktan erişim durumuyla Windows sunucuları üzerinden VPN oluşturabilir.
İlk olarak sistemdeki RRAS servisi çalıştırılmalıdır. Kurulu gelen Windows paketlerinde bu sistem kapalı olarak kullanıcılara verilir.
Bu sebepten dolayı yönetimsel araçlar bölümünün hemen altında “yönlendirme ve uzaktan erişim” konumuna girip uzaktan erişim kısmını açmak gerekebilir.
Bu uzakta bulunan kullanıcıların o sunucu üzerinden VPN ağları ile İnternet yoluyla bağlanmaları amaçladığı için ortaya çıkan ilk durum kabul edilmelidir. Çünkü VPN bağlantısını kullanıcılar onaylayıp girmek isterlerse tekrar ilk durum kabul edilmelidir.
Bunun için en az iki adet NIC () arayüze () ihtiyaç vardır. Arayüzlerden birini dış ağ kullanıp kullanıcı ile iletişime geçerken bir diğeri ise kullanıcın iç ağ ile birebir iletişimde olmasını sağlamaktadır.
Kullanıcılara gerekli olan PPTP, VPN sistemine başladıktan sonra bağlantı oluşturacak hesap için izinlerin ve yetkilerin tamamen verilmiş olması gerekmektedir.
Bu izinler ve yetkilendirmeleri kullanıcıların kullanması içi sistemin kullanıcı hesaplarından kullanıcı özelliklerine girerek “” kısmının altında bulunan “” ("erişime izin ver") opsiyon sekmesinin seçili bir durumda olması gerekmektedir.
Aslında bu yetkilendirme ve izinler kullanıcının sisteminde bulunmayan bir alıtta () ve bir sunucu üzerinden yapılmaktadır.
RRAS kurulumunda yapılması planlanan ve olağan durumlar için bazı gereksinimler üzerinden sunucu, kendi alıtının içinde ve gayet tabii olmayabilir.
Bu durum, kullanıcıların kendi ihtiyaçlarına göre oluşan bir durumdur. Bu genel izin ve yetkilendirme ayarlarından sonra “RRAS” konsolunu açmak gerekmektedir. Kullanıcılar, PPTP VPN tanımlaması oluşturmak için de “” kısmına girmelidirler.
Kullanıcılar PPTP VPN yapılandırması yapacağından dolayı sistem tarafından otomatik olarak seçili olan ilk durumu olan “” ile ilerlemelidirler.
Kurulumun ilk aşamasında birçok ağ kurulum sistemi gösterilecektir. Fakat dikkatli bakılığında "" kısmı görülür ve sisteme ilk adım buradan atılabilir.
Kullanıcılar VPN'i seçtikten sonra ekranlara arayüzlerin bir listesi gelir. Bunun için dış ağlardan gelen bağlantıları tanımlamak için “” adlı Ethernet kartı seçilerek “” ile bir sonraki duruma geçilir. Burada oluşturulan IP numaraları tamamen sistem tarafından yapılabilir. Ayrıca kullanıcılarda manuel olarak elle giriş yapılabilir.
Eğer sistemimizde DHCP oluşturulmuş ise VPN ile kullanıcın dışarıdan bağlantı kuracağı bilgisayarlara otomatik bir şekilde IP verilebilir. Fakat bazı kullanıcıların sisteminde DHCP olmadığından böyle durumlarda dışarıdan bağlantılara manuel olarak IP ataması yapılmalı ve bunun için ekrandaki ”” kısmını seçilerek “” ile bir sonraki duruma ilerlemelidir. "" kısmı, bağlantı yapılmak istenilen bilgisayara verilecek olan IP aralığını belirlemek için oluşturulmuştur ve bunu gerçekleştirmek için “” kısmı seçilmelidir. Bu kısımda belirlenen IP aralığı, ağın iç bacağında olmalıdır. Çünkü kullanıcı tarafından dış bacağa gelen istekler, zaten iç bacağa iletilerek nadir bir şekilde iletişim sağlanmaktadır ve dışarıdan bağlantı yapan bilgisayarlarda iç ağda çalışma gibi hareket etmektedir. Bu kısımda "" ve "" aralığının yanında "" aralığı bulunur. "", gerekli olan aralıktır ve IP adresinin gerekli olarak nasıl dağıtılacağını belirtir. , ve bölümlerine IP numaralarını yazdıktan sonra IP numaralarını alarak IP sistemine bağlantıyı kurmuş olacaktır. "" bölümünün son kısmında kullanıcılara oluşturulacak bağlantı esnasında herhangi bir "" yapılıp yapılmayacağı sorulur. Bir diğer seçenekte ise "" kısmı bulunmaktadır. Kullanıcılar bu kısmı seçmeleri durumunda üzerinden oluşturulacak bir kimlik doğrulama işlemine girmiş olacaklardır. Fakat sistemin daha hızlı ve otomatik bir şekilde ilerlemesi için kullanıcılar "" kısmını seçmeleri daha uygundur.
Gerekli lisans koşullarını onayladıktan sonra "" kısmı ile bu bölümü tamamlanır.
Bu kısım ile gerekli olan PPTP VPN bağlantısını oluşturulup bu yapılandırma tamamlanmış olur. Fakat dışarıdan yapılması planlanan bağlantılar için sunucu üzerinden ve ağ sisteminin içinde yer alan "" kısmından da gerekli kapılar () için izinlerin açık olması gerekmektedir. PPTP VPN üzerinden herhangi bir özelleştirme yapılmamışsa genellikle sistemler, 1723 ve 47 numaralı kapıyı kullanmaktadırlar. Bu kısım ile birlikte , dâhilî ve haricî kısımları oluşturulur.
Gerekli yapılandırmalar yapıldıktan sonra bağlantı denenmesi, daha sonra problem yaşanmaması için tavsiye edilir. Bunun için bilgisayarlarda VPN tanımlaması yapılmalıdır. Bu test işlemini kullanıcılar, tüm Windows işletim sistemlerinde yapabilirler. Windows 7 işletim sistemin de “” ekranına girdikten sonra çıkacak olan “” kısmı seçilerek başlanır. Daha sonra oluşturulmak istenen VPN bağlantısının tanımlanmasını için “” kısmı seçilerek “” ile bir diğer adıma geçilir. kısmı, çalışmaya başladıktan sonra bu bilgisayardan yapılacağı için "" ile "” kısımlarını seçerek gerekli olan bağlantı bilgileri tanımlanmalıdır.
Burada VPN ile kurulmak istenen sunucunun dış IP adresinin eklenerek giriş yapılması ve VPN bağlantısı etkin olarak kullanmak için tüm hesap bilgilerinin tanımlanması şarttır. Kullanıcılardan istenen , ve seçenek olan bir alıttır (). Bu bilgiler girildikten sonra kısmından oluşturmaya başlanabilir.
Bu adımlarla birlikte VPN bağlantısı kurulmuş olur ve Windows bağlantılar kısmında bulunan diğer bağlantıların hemen yanında oluşturulur. RRAS ekranına bakıldığında “” kısmından bağlantı sağlanan kullanıcının bilgisayarına ait bütün bilgiler görülebilmektedir.
Tabii ki bunun yanında sunucunun iç bacağına sorunsuzca (bir bilgisayarın ağ içinde olup olmamasını tespit) durumunda olduğunu görülebilir.
İnternet bağlantısı açık iken VPN, tüm sitelere yüzde yüz erişme imkânı sağlar. Ekstra bir ayarlama veya başka bir İnternet tarayıcısıne ihtiyaç duymaz. Hiç kimse VPN trafiği sayesinde hangi sitelerde gezinildiğini göremez. Ayrıca bütün işler güvenle yapılır. Yani VPN, güvenliği ve gizliliği sağlar. ’in esas amacı İnternet sansürünü çözümlemektir. Ayrıca bilgiler 128 bit ile şifrelenmektedir. Bu sayede her kullanıcıya ait özel kullanıcı adı ve şifre sağlanmaktadır. Önceden de belirtildiği üzere bilgisayarda hiçbir değişiklik yapmaya gerek kalmaz.
VPN, Türkçe entegreli bir VPN projesidir. VPN, Mayıs 2011 îtibariyle kullanıma açılmakla birlikte 40 farklı konumdan () 52 adet sunucusuyla hizmet vermektedir. Ayrıca kullanıcı tercihine göre kotalı ve kotasız olmak üzere iki adet paket sunulmakta, bu iki pakette konum kısıtlaması yapılmamaktadır. En önemli noktalardan biri de İnternet hızını azaltmaz ve ekstra kota oluşturmaz. Sunulan 40 konum sayesinde istenen bir yerden başka bir yere çok kolay bir şekilde bağlanılabilir. Tek tuşla Amerika veya tek tuşla Singapur gibi. Ayrıca bu yazılım, 3G modemler, iPhone, Windows Mobile ve Nokia cep telefonlarıyla da desteklenmekte ve kullanılmaktadır. Ek olarak, istediğinde VPN bağlantısını keserek normal İnternet bağlantısı da kullanılabilir.
VPN, bütün yasakları kaldırır ve rahat bir şekilde Skype, VoIP, televizyon kanalları, Hulu, Netfix, BBC iPlayer gibi videoları izleyebilmeyi sağlar. Ayrıca GizlenVPZ, PPTP ve L2TP/Ipsec protokollerini desteklemektedir.
Sanal özel ağ (VPN), komşu ağlar arasında gizli bir bilgi akışını sağlamaya yönelik olarak kurulur. Veriler, İnternet üzerinden gitse de kullanılan güvenlik yazılımları sayesinde özel ve gizli verilere ulaşmak isteyen yabancı kişiler, elde ettikleri verileri anlayamayacaktır.
VPN özelliği sağlayan programlar Wippien, OpenVPN, Hamachi, Tomato, OpenWRT'dir.
VPN basit bir araç olmakla beraber birçok yaygın kullanım alanları vardır:
Satın almadan önce VPN’de dikkat etmek gereken hususlar vardır. Bu hususlardan en önemlisi kullanıcının VPN ile arasında sıkı bir bağ olması gerekir. En iyisi, bu bağları çok iyi bir şekilde kontrol edendir.
İlk olarak satın alma ve kurulumdan başlanarak VPN satıcılarının kullanıcılarına uygun ödeme avantajı sunmakla beraber satın alma sürecini kısa sürdürerek, tüketicileri endişe ettirmemelidir. Tüketicilerin ise önem vermeleri gereken şey, satın alma sürecinin güvenli bir şekilde sürmesi ve o hızla hesaplarının aktif hâle getirilip kullanıcıya hazır edilmesidir. Ayrıca VPN şirketlerinin tüketiciye zahmetsizce kurul |
um yapması gerekmektedir. VPN şirketleri hızlı ve güvenli sunucuda kendine ait kurulum dosyalarını tüketiciyle paylaşır. Ayrıca kurulan programın tüm işletim sistemleriyle uyumlu olması gerekmektedir.
İkinci olarak kullanım kolaylığına dikkat edilmelidir. VPN satın almadan önce mutlaka alakalı programları araştırmalı ve öğrenmelidir. Ek olarak birçok programlar İngilizce olduğundan eğer İngilizce bilinmiyorsa programın Türkçe kullanılıp kullanılmadığı mutlaka kontrol etmelidir. Ayrıca VPN programları kullanıcıya bazı özellikler sunmalıdır. Bunlar sunucular arasında kolay geçiş, bağlantı hatalarına karşı koruma, otomatik IP değişimi, kullanıcıya ait en yakın sunucuyu bulma ve son olarak bilgisayarın başladığı zaman VPN'in otomatik olarak başlamasıdır.
Üçüncü olarak sunucu ağı erişilebilirlik ve hız yer almaktadır. VPN şirketlerinin VPN sunucuları iyi ise ağ da iyidir. Kullandıkları programlar çok iyi olsa da yanlış bir bölgeye kalitesiz sunucu konmuşsa VPN’den hiçbir kalite beklenemez. Bu yüzden dikkat edilmesi gereken şeyler şunlardır:
Aksi takdirde IP kapanır ve erişim sona erer.
Dördüncü olarak ise satış desteği ve müşteri hizmetleri yer almaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken beş ana unsur yer almaktadır: Bunlar talep desteği, canlı destek, 7/24 destek, bilgi tabanı ve sıkça sorulan sorulara güvenilir dikkat edilmelidir. Eğer bir şirket bu beş ana unsuru şirketinde barındırıyorsa o şirket, VPN alanında o işi biliyor demektir. Unutulmamalıdır ki burada amaç, en kısa sürede bilgilere güvenle ulaşabilmek.
Beşinci olarak ise gizlilik politikası gelir. Güvenli bir şekilde VPN sunucusunun kullanıldığı düşünülebilir. Fakat bazı VPN şirketleri, edinmiş olunun bilgileri kayıt ederek ileride soruşturma açıldığında gerekli kurumlara iletebilmektedir. Fakat bu bilgileri gizli tutan şirketlerde bulunmaktadır.
Son olarak para iadesi garantisi gelir. Eğer alınan VPN hizmeti sorun çıkarırsa bazı şirketler para iade garantisini yedi hafta olarak belirlerken bazı şirketler, bu süreyi 30 güne kadar çıkarabilmektedir. Bu yüzden bir VPN hizmeti alacağınız zaman bunu da göz önünde bulundurmalıdır.
Teveccüh
Teveccüh, yönelmek demektir. Bir tasavvuf terimidir.
Tasavvufta teveccüh, şeyhin, bütün manevî gücünü adeta bir aşılama sebep olacak şekilde müridin kalbi üzerine yöneltmesi ve aktarmasıdır.
Camide toplanıp sırt sırta oturulur ve mürşit, sufilere tek tek teveccüh eder. Gözler yumulur, mürşit başta Muhammed bin Abdullah olmak üzere Sadat-ı Kiram'ın ismini zikreder. Bu sırada gözler yumulu olduğu halde caminin içinin nurla dolduğu da hissedilir. Teveccüh başladığında mürşit, sufilerin yanına gelip ellerini onların omuzuna koyup üç kez nefes verir. Bu halde sufi, mürşitten gelen nur paketlerinin içinde patladığını ve letaiflerinin açıldığını hissedebilir.
Cezbe
Cezbe, Arapça kökenli bir kelime olup herhangi bir duygunun veya inanışın etkisiyle aşırı ölçüde coşup kendinden geçmeye verilen isimdir. Günlük hayattaki kullanımının yanı sıra tasavvufi bir terimdir.
Allah'ın kulu (kişiyi) kendisine doğru çekmesi, kulun insani özelliklerinden sıyrılarak ilahi özellikleri kendisinde hissetmesi, bunun sonucu olarak da vecd halinde kendinden geçmesine verilen isimdir.
Şemdinli olayı
2005 Şemdinli olayları, 9 Kasım 2005'te Hakkari ili Şemdinli ilçesindeki Umut Kitabevinin bombalanması olayıdır.
Şemdinli'de eski PKK'lı Seferi Yılmaz'a ait kitapçı bombalanmış, bir kişi ölmüş, bombayı attığı öne sürülen bir kişinin sığındığı otomobil halk tarafından durdurulmuş ve içindeki üç kişi tartaklanarak polise teslim edilmiştir. Zanlılar asker olduklarını iddia etmiş ve bu üç kişinin serbest bırakıldığı iddiası üzerine Şemdinli halkı sokaklara dökülmüş ve polis noktası ateşe verilmişti. Otomobilde keşif yapan savcı ve CHP Hakkari Milletvekili Esat Canan'ın üzerine de ateş açılmış, bir kişi de burada ölmüştür.
Yaklaşık 500 kişi sabah saat 08.00 sıralarında ilçe girişindeki polis noktası yakınında toplandı. Göstericiler, olay yerindeki elektrik direkleri ve tellerini sökerek, yol ortasında barikat kurdu. Daha sonra polis kontrol noktasını ateşe veren göstericiler, ilçenin çeşitli bölgelerinde olay çıkardı. Polis ve jandarma ekipleri, ilçedeki belli merkezlere barikatlar kurdu.
Saat 09.00 sıralarında ilçenin DEHAP'lı Belediye Başkanı Salih Yıldız, toplanan kalabalığın dağılması için bir apartmanın balkonunda konuşma yaptı. Yıldız, ""Sakin olmazsanız, haklıyken haksız konuma düşersiniz. Burada, Yüksekova çetesi ve Susurluk benzeri bir olay var. Çözüyoruz ancak sizin sakin olmanız lazım. İşyerlerini taşlamayın"" dedi.
Kent girişindeki polis noktalarından biri ateş altında kaldığı sırada, saldırıya uğrayan polislerden biri Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Mehmet Ağar'ı aradı ve ""müdürüm kurşun yağmuru altındayız. Bize sahip çıkın"" dedi. Ağar, ""sakin olun, soğukkanlı olun oğlum, arkadaşların gelecek yanınıza"" diye yanıt verdi ve vali ile emniyet müdürünü aradı.
Bombanın patladığı Umut Kitabevi'nin önünde park halinde bulunan ve patlamanın faillerine ait olduğu belirtilen 30 AK 933 plakalı Renault 19 marka otomobilin Hakkâri Jandarma Komutanlığı'na ait olduğu ortaya çıktı. Aracın bagajında üç Kalaşnikof tüfek, bunlara ait 10 şarjör, bomba malzemeleri, polis ve asker yelekleri, krokiler ve bazı kişilere ait resimler bulundu. Kimliği belirsiz kişilerce ateş açılması sonucu otomobilde keşif yapan savcı incelemesini tamamlayamadı. Keşfi izleyen kalabalıktan Ali Yılmaz öldü, beş kişi de yaralandı.
Uzman Çavuş Tanju Çavuş, savcının keşif yaptığı anda halkın üzerine ateş etmek ve Ali Yılmaz'ın ölümüne neden olmak; PKK itirafçısı Veysel Ateş ise kitapçıya bomba atmak suçundan tutuklandılar. Her iki sanık da tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Patlamanın faillerine ait otomobilin bagajında bulunan belgeler arasında 105 kişinin adının yazılı olduğu üç liste ile içinde krokiler, haritalar, kimlik kartları ve izin kâğıtları olan 300 sayfalık dört klasör bulundu. ""Sakıncalı"", ""milis"" ve ""devlet yanlıları"" başlıklarıyla adlandırılan listelerin yanı sıra Demokratik Toplum Partisi'nin 18 delege aday adayının fotoğraflarının bulunduğu bir başka belge ortaya çıktı.
Yüksekova'da, Şemdinli olaylarını protesto etmek isteyenlerle polis arasında çıkan çatışmada üç kişi öldü, yedisi polis 16 kişi de yaralandı.
Olayın ROJ TV tarafından anında dünyaya (görüntülü olarak) duyurulması, PKK mensuplarının birbirleriyle 9-15 Kasım 2005 tarihleri arasında yaptıkları telefon görüşmeleri (Hürriyet Gazetesi 12, 13 Mart 2006) kafalarda soru işareti bırakmaktadır.
Savcı Sarıkaya, Büyükanıt'ı şunlarla suçlamıştı:
Genelkurmay Genel Sekreterliği, Şemdinli olayları nedeniyle, Van Başsavcılığı'nca orgeneral Büyükanıt ve bazı subaylar hakkında soruşturma açılması talebine ilişkin dosyayla ilgili olarak, Genelkurmay Başkanlığı'nın resmi internet sitesinden yapılan açıklamada şöyle denilmiştir:
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Deniz Baykal, Van Savcılığı'nın Şemdinli olaylarıyla ilgili hazırladığı iddianamede, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın suçlanmasını Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı ""darbe girişimi"" ve yargının bu girişime ""alet edilmesi"" olarak nitelendirdi.
Şemdinli'de ölümle sonuçlanan bombalama eyleminin iki askerle bir PKK itirafçısıdan oluşan ""çetenin işi"" olduğuna karar veren Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi, sanık astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz'i öncelikle çete kurma suçundan bir yıl 11 ay 10'ar gün hapse mahkûm etti. Mahkeme, ardından sanıkları Mehmet Zahir Korkmaz'ı öldürmekten 25'er yıl, Seferi Yılmaz'ı öldürmeye teşebbüsten 12'şer yıl, Metin Korkmaz'ı yaralama suçundan altı'şar ay hapis cezasına çarptırdı. Sanıklar toplam 39 yıl beş ay 10'ar gün hapisle cezalandırılmış oldu. Karar duruşmasında avukatının bulunmaması nedeniyle dosyası ayrılan PKK itirafçısı Veysel Ateş de adam öldürmeye tam teşebbüsten 12 yıl altı ay, olası kastla adam öldürmeden 25 yıl, olası kastla adam yaralamadan altı ay, suç işlemek için kurulmuş örgütün üyesi olmaktan bir yıl 10 ay 27 gün olmak üzere toplam 39 yıl 10 ay 27 gün hapis cezasına çarptırıldı.
Sanıkların temyiz başvrusu üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesi görevsizlik kararı verdi ve dosyayı terör, örgüt ve devletin birliğini bozmaya yönelik eylem davalarına bakan 9. Daire'ye gönderdi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi kararı eksik soruşturma gerekçesiyle bozdu. Sanıkların eylemini ""terörle mücadele görevleri kapsamında"" gören mahkeme, yargılamanın askeri mahkemede yapılmasını istedi. Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi, davayı askeri mahkemeye göndermeyince hâkim hakkında inceleme başlatıldı. 14 Aralık 2007 tarihinde, Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde görülen ilk duruşmalarında, tutuklu astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz ile PKK itirafçısı Veysel Ateş tahliye edildi.
Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi, bombalamanın ardından toplanan halkın üzerine ateş ederek bir kişiyi öldürmek ve beş kişiyi de yaralamaktan 68 gün tutuklu kalan uzman çavuş Tanju Çavuş'u, ""tutuklu kaldığı süre, suçun vasıf mahiyeti, ceza miktarı ve sabit ikametgâhının bulunduğu"" gerekçesiyle tahliye etti.
Şemdinli iddianamesini hazırlayan Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun 20 Nisan 2006 tarihli kararıyla, ""mesleğin şeref ve onurunu ve memuriyet nüfuz ve itibarını bozacak nitelikte görüldüğü"" gerekçesiyle ihraç edildi. Şimdilerde Ergenekon davası sanığı olarak tutuklu bulunan Büyük Hukukçular Birliği başkanı Kemal Kerinçsiz ise Sarıkaya hakkında ""görevi kötüye kullanmak"", ""gizliliğin ihlali"", ""orduyu aşağılama"" ve ""devletin birliğini bozmak"" suçlarından soruşturma yapılması istemiyle Adalet Bakanlığı'na başvurdu fakat ret yanıtı aldı.
2010 Türkiye anayasa değişikliği referandumu ile yapısı değişen HSYK'ya yaptığı başvuru kabul edilerek meslekten ihraç kararı kaldırıldı ve Ankara Cumhuriyet Savcılığına atandı.
Sarıkaya, 15-16 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından başlatılan FETÖ soruşturması kapsamında tanık olarak verdiği ifadede, Ş |
emdinli iddianamesinin genel çerçevesinin "askeri bir vesayetin kurulmasını önlemek, seçilmiş, demokratik yoldan işbaşına gelen hükümetin korunmasını sağlamak" olduğunu ve davaya sonradan bakan dönemin Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi başkanı İlhan Kaya'nın yönlendirmesiyle iddianameye Yaşar Büyükanıt’ı kattığını söyledi.
Uyuşmazlık Mahkemesi 2 Mayıs 2011 tarihinde Şemdinli dava dosyasını Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. Mahkeme 8 Haziran 2012 tarihinde dava sanıkları astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz ile PKK itirafçısı Veysel Ateş hakkında tekrar tutuklama kararı verdi.
İlk duruşması 21 Temmuz 2011 tarihinde yapılan davada karar, 10 Ocak 2012 tarihinde çıktı. Buna göre sanıklar adam öldürmek ve adam öldürmeye teşebbüs suçlarını işledikleri gerekçesiyle 39 yıl 10 ay 27'şer gün hapis cezasına çarptırıldı.
Roger Garaudy
Roger Garaudy (17 Temmuz 1913, Marsilya - 13 Haziran 2012, Paris) Fransız düşünür ve yazar.
1952 yılında Sorbonne Üniversitesi'nden edebiyat dalında eğitim aldıktan sonra 1954 yılında SSCB Bilimler Akademisi'nde doktor unvanı elde etmiştir.
Fransız Komünist Partisi'nde etkin bir konumda yer aldıktan sonra bu partiden ayrıldı. Fransa Parlamentosu'nda milletvekili, meclis başkan yardımcılığı, milli eğitim komisyonu üyesi ve senatör olarak görev yaptı. Daha sonra profesörlüğe devam etti.
Emekliliği sırasında pek çok akademik eser yayımlayan Garaudy, 1982 yılında Müslüman olmuştur.
Cat Stevens
Cat Stevens veya Yusuf İslam (doğum adı Stephen Demetre Georgiou, d. 21 Temmuz 1948, Londra), İngiliz şarkı sözü yazarı ve müzisyen. Genellikle müzik kariyerinin başlangıcında aldığı sahne adı Cat Stevens ile bilinir. 1977 yılında Müslüman olmuş ve bundan iki yıl sonra da adını Yusuf İslam olarak değiştirmiştir.
Georgiou, çoğu 1960'lı ve 1970'li yıllarda olmak üzere çoğunluğu Cat Stevens mahlasıyla 60 milyondan fazla albüm sattı. "Wild World", "Father and Son", "Morning Has Broken", "Peace Train" ve "The First Cut Is the Deepest", "Lady D'Arbanville" gibi ünlü parçalarıyla hatırlanır. Sanatçı 2014 yılında Rock and Roll Hall of Fame(Rock and Roll Efsaneler Müzesi)'ne dahil edilmiştir
1948'de doğmuş, Kıbrıslı Rum bir babanın ve İsveçli bir annenin üçüncü çocuğu olan Cat Stevens'ın asıl adı "Steven Demetre Georgiou"'dur.
Babası Yunan Ortodoksu olmasına rağmen Steven bir Katolik okuluna gitti. 8 yaşındayken annesi babası boşandı, bir süre beraber yaşadılarsa da annesi oğlunu alıp İsveç'e döndü. 16 yaşındayken okulu bıraktı, daha sonra Sanat Okulu`na girdi ama oradan da ayrıldı.
İlk hit parçasını ve albümünü 18 yaşındayken yaptı. "I Love my Dog" şarkısı Cat Stevens'ın doğuşu anlamına geliyordu. 1966 yılında Matthew and Son albümünü piyasaya sürdü. Bu dönemde Cat Stevens ismini aldı. 1967'de yayımlanan New Masters albümü fazla tutulmadı, bu albüm sonradan birçok kişi tarafından yorumlanan The First Cut Is the Deepest parçasıyla hatırlanır.
1968'in başında 19 yaşındayken Stevens tüberküloza yakalandı. Aylarca hastanede yattığından müziğe tekrar dönmesi 1970`i buldu.
1970'te yayımladığı folk müzik temeline oturtulmuş, önceki albümlerinden de biraz farklı sayılan Mona Bone Jakon yayımladı. Bu albümde o dönemki aşkı Patti D'Arbanville için yazılmış (daha sonra bir klasik halini alan) "Lady D'Arbanville" parçası da yer alır. Cat Stevens, 1970'in ikinci yarısında yayımladığı uluslararası bir başarı yakalayan Tea for the Tillerman albümüyle yoluna devam etti. Wild World parçası bu albümdeki en beğenilen ve popüler parça oldu.
Kendine has bir müzik oluşturan Stevens 1971`de çıkardığı Teaser and the Firecat albümüyle başarının tadını çıkarmaya devam etti. Bu albümde "Peace Train", "Morning Has Broken" ve "Moonshadow" gibi birçok hit parça yer alıyordu. 70'li yıllarda yeni albümler yayımlamaya devam etti.
1976 yılında bir kaza sonrası boğulmak üzere olan ve Tanrı'ya yakaran Cat Stevens, yıllar sonra VH1 kanalında o anda şunları aklından geçirdiğini söyler: “Oh God! If you save me I will work for you,” (Tanrım, eğer beni kurtarırsan senin için çalışacağım). Bu ölüme yakın deneyim onun ruh halini değiştirdi. Kardeşi David, Kudüs'te bir camide görüp, içini rahatlattığını düşündüğü için aldığı Kur'an-ı Kerim'i Cat Stevens'a hediye etti ve böylece İslamiyet`e geçişi başlamış oldu. 1977 yılında Müslüman olarak Yusuf İslam olarak ismini değiştirdi.
Din değiştirmesinden sonra uzunca bir süre müzik kariyerine ara verdi. Sahnelerden uzaklaştı, hatta müzik şirketlerinden artık albümlerinin dağıtılmamasını rica etti fakat bu talebi reddedildi. 2006 yılında oğlunun evinde eline aldığı gitar ile birlikte bu kararını 28 yıl sonra değiştirdi. Önce kendi eski şarkısı olan "Father and Son" şarkısını Ronan Keating ile söyledi. Ardından 2006 yılında "An Other Cup" albümünü çıkardı. Ardından, 5 Mayıs 2009'da olumlu eleştiriler alan albümü "Roadsinger" piyasaya çıktı. Müzisyen son olarak 2014 yılının sonlarında Tell 'Em I'm Gone isimli son albümünü piyasaya çıkarttı.
Şu an eşi Fauzia Mubarak Ali ve altı çocuğuyla birlikte Londra'da yaşamaktadır.
Zinedine Zidane
Zinedine Yazid Zidane (d. 23 Haziran 1972; Marsilya), genelde "Zizou" lakabıyla tanınan Cezayir asıllı Fransız eski futbolcudur.
Futbol tarihine Maradona, Pelé ve Brezilyalı Ronaldo ile birlikte damgasını vurmuş futbolculardan biridir. 2004 yılında, Pelé'nin hazırladığı FIFA 100 adı altında gelmiş geçmiş yaşayan en iyi 125 futbolcular arasında yer aldı. 2006 yılında, Fransa'da en sevilen sporcu seçilmiştir; 1998, 2000 ve 2003 yıllarında FIFA tarafından yılın oyuncusu seçildi. Brezilya'nın efsanevi oyuncusu Ronaldo'dan sonra bu ödülü 3 kez kazanan dünyadaki 2. futbolcudur. Ayrıca 1998 yılında Ballon d'or ödülünü kazanmıştır. France Football dergisi tarafından iki kez dünya tarihinin ikinci en iyi fransız futbolcusu seçilmiştir.
Orta sahada, oyun kurucu mevkiinde oynayan Fransız fultbolcu, Real Madrid ve Juventus FC gibi prestijli Avrupa kulüplerinde oynamıştır. Bu kulüplerle çok sayıda yerel ve uluslararası kupalar kazanmıştır.
Futbolunu ve performansını özellikle Fransa millî takımı'yla kazandığı 1998 FIFA Dünya Kupası ve 2000 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda, ve final oynadığı 2006 FIFA Dünya Kupası maçlarında göstermiştir. 2004 yılında Fransa millî takımını bırakmış ancak millî takımın oynadığı kötü futbolu ve 2006 FIFA Dünya Kupası perspektifi ona yeniden Fransa millî takımının yolunu gösterdi. 25 Nisan 2006 tarihinde, 2005-06 sezonun sonunda, yani 2006 FIFA Dünya Kupası'ndan sonra, futbolu bırakacağını bildirdi. Son maçını 9 Temmuz 2006 tarihinde Berlin'de 2006 FIFA Dünya Kupası Fransa-İtalya final maçında oynadı : maçın ilk dakikalarında "Panenka" hareketi yaparak penaltıdan gol atmış ancak uzatma dakikalarında Marco Materazzi'ye kafa atarak kırmızı kart görmüş ve penaltılara kalan maçı bitirememişti.
2005 yılında, Le Monde gazetesine göre Zidane'nın yıllık kazançı 14,6 milyon avroyu geçiyordu (%44'ünü sponsor'lardan almaktadır). Tony Parker'den sonra en çok kazanan Fransız sporcudur. Zidane ayrıca kariyeri boyunca ofsayta sadece bir kez 2006 FIFA Dünya Kupasında İspanya'ya karşı oynadığı maçta yakalanmıştır.
Aslen Cezayir'den kabiliye'li bir aileden gelen Zidane, Marsilya'nın "La Castellane" sitesinde büyüdü. Véronique Lentisco'yla evli olan Zidane'ın Enzo, Luca, Théo ve Elyaz adında 4 erkek çocuğu bulunmaktadır. Noureddine, Farid, Djamel adında üç erkek kardeşi ve Lila adında bir kız kardeşi vardır.
Anne ve babası Cezayir'deki Becaye bölgesindendir. Babası, Smaïl Zidane, Aguemoune Ath Slimane köyündendir.. "The Observer" dergisine verdiği demeçte ""Her gün nereden geldiğimi düşünüyorum ve halen kendi kimliğimden gurur duyuyorum : ilk önce La Castellane sitesinden bir kabilim, sonra Marsilya'dan bir Cezayirli ve son olarak bir fransızım."" demiştir.
Zinedine Zidane'nın ilk oynadığı takım, oturduğu mahallenin takımıydı: US Saint-Henri (1982). Sonradan 14 yaşına kadar SO Septèmes-les-Vallons takımında oynar. 1986 yılın sonunda, 3 günlük bir staja katılır : oynadığı maçlarda libero mevkiinde boy gösterir : kendi ceza sahası içinde rakip forvet oyuncuları çalım atması bütün dikkatleri üstüne çeker ve AS Cannes'da genç yetenekleri keşf eden Jean Varraud, Zidane'ı AS Cannes kulübünün antrenmanlarına çağırır.
Bir haftalık antrenman sonrasında, 1987 yılında, yani 15 yaşında, Guy Lacombe yönetimindeki AS Cannes altyapısına katılır. Cannes'da Elineau ailesinde kalır. Jean Fernandez, Zinedine Zidane'nı, 16 yaşında, AS Cannes'nın profesyonel kadrosuna katar.
20 Mayıs 1989 tarihinde, yani 17 yaşına basmadan önce, Marcel Desailly ve Didier Deschamps'lı FC Nantes'e karşı, ilk Ligue 1 maçına çıkar. 8 Şubat 1991 tarihinde, Ligue 1'de, yine FC Nantes'e karşı ilk golünü atar. Maçtan sonra AS Cannes başkanı olan Alain Pedretti ona Peugeot 205 hediye eder. Kulüp UEFA Kupası'na katılır ve Zidane avrupa kupalarıyla tanışır. Ertesi sene, AS Cannes Ligue 2'ye düşer ve Zidane 1992 yılında Bordeaux'ya transfer olur.
1992 yılında, Zidane, Bordeaux'nun o dönemin teknik direktörü olan Rolland Courbis ve başkanı Alain Afflelou tarafından transfer edildi. Bordeaux'dan AS Cannes takımına bir futbolcu ve AS Cannes'dan Bordeaux'ya üç futbolcu takas yoluyla transfer edildi. Yeni takımında, Christophe Dugarry ve Bixente Lizarazu'yla arkadaşlık kurur ve üçü "Bordeaux'nun üçgeni" olarak anılırlar.
İlk sezonunda 10 ve ikinci sezonunda Zidane 6 gol atar. 1996 yılında, UEFA Kupası oynayan Bordeaux'nun vazgeçilmez oyuncularından biridir : 3. turda Real Betis'le oynanan maçta 40 metreden inanılmaz gol atar ; çeyrek finalde Dejan Savićević'li AC Milanı eledikten sonra, yarı finalde Slavya Prag karşısında klasını konuşturarak, adı avrupa'da tanılmaya başladı. Ancak finalin ilk maçını cezası nedeniyle oynamadı ve Bayern Münih maçı 2-0 kazandı. İkinci maçta Zidane'lı Bordeaux yine yenilince (1-3) UEFA Kupası'ndan oldu.
17 Ağustos 1994 tarihinde Bordeaux'da oynanan Çek Cumhuriyeti maçında, ilk kez millî oldu. Maç 2-0 Fransa'nın alehineyken, 63. dakikasında oyuna giren Zidane, iki dakik |
ada 2 gol atarak, maçın berabere bitmesinde önemli bir rol oynadı. Ancak o dönemi Fransa'nın teknik direktörlüğünü yapan Aimé Jacquet, 1995'de oynanan 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası eleme grup maçlarını bekleyerek, Zidane'nı Fransa millî takımının oyun kuruculuğuna yerleştirdi.
1996 yılında, Bordeaux'yla kaybettiği UEFA Kupası finalinde sonra, Juventus'e 35 milyon fransız frankı, yani bugünkü 5.35 milyon avroya, transfer oldu. Böylece Fransa millî takımdaki arkadaşı Didier Deschamps'la aynı takımda oynayacaktı. Juventus'ün o dönemin teknik direktörlüğünü Marcello Lippi yapmaktaydı. Yeni takımıyla sezonu açmadan önce, 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası Fransa yarı finale çımasına rağmen, Zidane için vasat geçti. Nedeni, Bordeaux'yla zor bir sezon geçirmesi ve turnuvadan birkaç gün önce araba kazası geçirmesiydi.
Juventus'de ilk maçlarda (ilk üç ay) beklenen performansı gösteremedi. Ancak uyum sağlama süreci geçtikten sonra, Zidane Serie A'da ve Avrupa kupalarında patlama yaparak, otoritelerde tam not aldı. Zidane Bordeaux'yla kazanamadığı kupaları Juventus'le kazanmaya başladı: 1997 ve 1998'de Scudetto'yu, 1997'de Supercoppa Italiana'yı, 1996'da UEFA Süper Kupası ve Kıtalararası Kupası ; ancak 1997 ve 1998 yıllarında iki sene üst üste Şampiyonlar Ligi'de iki finali, takımıyla birlikte kaybetti. Juventus'le kazanamadığı kupaları kaldırmak için, 2001 yılında o dönemin en pahalı transferiyle Real Madrid'e 77 milyon avro karşılığında transfer oldu.
Zinédine Zidane, Temmuz 2001 tarihinde FIFA tarafından 20. yüzyılın en iyi futbol takımı seçilen Real Madrid'le anlaştı. Başkent ekibiyle oynadığı ilk sezonunda La Liga ve Şampiyonlar Ligi'ni (kariyerinde kazandığı tek Şampiyonlar Ligi kupası) kazanır. Şampiyonlar Ligi finalinde, Bayer 04 Leverkusen'le karşılaşmış ve kariyerin en güzel gollerinden birini atmıştır (FIFA tarafından Şampiyonlar Ligi'nin en iyi golü seçilmiştir) : Glasgow Hampden Park stadında oynanan maçta, 45. dakikada Brezilyalı futbolcu Roberto Carlos'un ortasında, Zidane sol ayağıyla vole çekmiş ve Real Madrid maçta öne geçmişti.
Ancak Florentino Perez'in uyguladığı "Galaktik" politikası (Zidane, David Beckham, Ronaldo veya Luis Figo gibi en ünlü futbolcuları transfer etmek) yavaş yavaş sınırını göstermekteydi : nitekim 2003 yılından 2006 yılına kadar Real Madrid hiçbir kupa kazanamamış ve futbolcular arasında çatlaklar görünmeye başlamıştı. Bu sebeplerden dolayı (ve fizik kondisyonu düşmesiyle birlikte), 25 Nisan 2006 tarihinde fransız kanalı olan Canal+'te verdiği demeçte 2006'da düzenlenecek Dünya Kupası'ndan sonra emekliliğe ayrılcağını duyurdu.
Artık en üst seviyede oynayamacağını belirten Zidane, 2007'de biten kontratını fes edeceğine karar verdi. Onu Real Madrid'e getiren adam olan Florentino Pérez'in gitmesi de şüphesiz kararında etkili oldu. Son maçını Santiago Bernabeu'da Villareal'e karşı oynamış ve kafayla Real Madrid'de son golünü kaydetmiştir ; stad'ta bulunan tüm seyirciler Zidane'nın 5 numaralı formasını giymiş ve "Gracias por tu magia (büyücülüğün için teşekkürler)" yazılı büyük bir pankart açmışlardır.
Real Madrid formasıyla 200 maç'tan fazla sahaya çıkan Zidane, La Liga'da 35 ve Şampiyonlar Ligi'nde 9 gol kaydetmiştir. Kariyerindeki tek "hat-trick"ini (bir maçta üç gol atmak) Real Madrid formasıyla atmıştır.
Mayıs 2006'da ""Zidane, un portrait du XXIe siècle"" belgeseli Fransa'da çıkmış ve 59. Cannes Film Festivali'nde sunuldu.
15 yaşından beri Fransa millî takımının (Fransa U-15) formasını giyen Zidane, Fransa A'yla, 17 Ağustos 1994 tarihinde, Çek Cumhuriyeti'ne karşı çıktığı ilk maçında iki gol birden atarak, takımını 2-0 mağlübiyetten 2-2'lik beraberliğe getirdi.
İngiltere'de düzenlenen 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda, turnuva başlamadan önce geçirdiği araba kazasına rağmen, ilk onbirde görev alan fransız futbolcu, takım arkadaşlarıyla birlikte yarı finale kadar çıkar ancak Çek Cumhuriyeti'ne penaltı atışlarında yenilirler.
İki sene sonra, Fransa millî takımı'yla Fransa'da düzenlenen Dünya Küpasına katılır (1986'dan beri Fransa için ilk dünya kupası) : turnuvanın ilk maçı doğduğu şehir'de, Marsilya'da, Vélodrome Stadyumu'nda Güney Afrika'ya karşı oynandı. Maçı 3-0 kazanan Fransa millî takımı, ikinci maçın'daysa, Suudi Arabistan'ı 4-0'lık bir galibiyet elde etti ; ancak Zinedine Zidane, suudi arabistan'lı futbolcuya kasten basarak kırmızı kart gördü ve iki maç ceza aldı. Son grup maçında Danimarka'ya karşı ve "Son 16" Paraguay'a karşı oynamayan yıldız futbolcu, çeyrek finalde İtalya'ya karşı turnuvaya geri döndü ve penaltı'larda atışını gole çevirerek, Fransa yarı finale kaldı. Yarı final'de, Hırvatistan'a karşı Lilian Thuram'ın golleriyle maçı 2-1 kazanan Fransa, finalde Brezilya'nın rakibi oldu. Final maçında iki gol atarak turnuva tarihine geçen Zidane, iki golüde kornerden kafayla attı (ilkini Emmanuel Petit, ikincisini Youri Djorkaeff asist yaptı) ve Fransa'ya ilk dünya kupasını kaldırttırdı ve fransız halkının sevgisini kazandı. Final maçından sonra sokaklara dökülen fransızlar, gece boyunca ""Cumhurbaşkanı Zizou"" diye tempo tuttular. Dünya kupasını kaldıran Zinedine Zidane, FIFA tarafından yılın en iyi futbolcusu seçildi ve France Football dergisi tarafından düzenlenen Ballon d'Or ödülüne layık görüldü.
2000 yılında, Avrupa Futbol Şampiyonası'nda, Zidane Fransa'yı zafere taşıdı. Ayrıca Fransa millî takımı tarihe geçerek üst üste Dünya Kupasını ve Avrupa Futbol Şampiyonası'nı kazanan ilk millî takım oldu. Çeyrek finalde İspanya ve yarı finalde Portekiz'e birer gol attı ve iki yıl aradan sonra yeniden FIFA tarafından yılın en iyi futbolcusu seçildi.
Real Madrid'le, 2002 yılında, UEFA Şampiyonlar Ligi'ni kazandıktan sonra Güney Kore ve Japonya'da gerçekleşen Dünya Kupasına Fransa'yla katıldı. Turnuva başlamadan önce, Güney Kore'yle yapılan hazırlık maçında sol bacağından sakatlanarak, dünya kupasının ilk iki maçına çıkamadı. Grup'taki son maç'ta dönüşünü yapan Zidane, Fransa'nın Danimarka'ya mağlüp olmasına engel olamayınca, Fransa millî takımı erken bir şekilde turnuvaya veda etti.
2004 Avrupa Futbol Şampiyonası'nın ilk maçında İngiltere'ye maçın son dakikalarında iki gol atarak, maçın adamı seçildi. Fransa'nın turnuvaya çeyrek finalde veda etmesine rağmen, Zidane turnuvanın karmasında yer almayı başardı. Avrupa Futbol Şampiyonası'ndan sonra, 4 Ağustos 2004 tarihinde, Fransa millî takımından çekilme kararı aldı. Ancak tam bir yıl sonra, 3 Ağustos 2005 tarihinde, kararını geri alarak, Fransa'yla yeniden oynamak istediğini ve millî takımın elemelerden çıkması halinde, 2006 FIFA Dünya Kupası'nı oynamak istediğini vurguladı.
Dönüş maçı, 17 Ağustos 2005 tarihinde, Montpellier'de oynanan Fransa-Fildişi Sahili maçıyla oldu : maç Zidane'nın kaptan olarak çıktığı ve attığı bir golle Fransa'nın 3-0 galibiyetiyle bitti.
Almanya'da düzenlenecek olan 2006 FIFA Dünya Kupası için oynanan eleme grup maçlarında, Kıbrıs Cumhuriyeti'ni yenerek son bir galibiyet alan Fransa ve İsviçre'nin İrlanda'da puan kaybetmesiyle beraber, grubun birincisi olarak Dünya Kupası vizesini aldı.
2006 FIFA Dünya Kupası Zidane için Fransa'yla kaptan olarak son turnuvası olduğu için ayrı bir önemi taşımaktaydı.
1 Temmuz 2006 tarihi, Zidane için ve kariyeri için önemli bir tarih olarak geçmektedir : çeyrek finalde Brezilya'ya karşı üstün bir futbol oynayan Fransa, Zidane'nın asistiyle ve Thierry Henry'nin golüyle maçı 1-0 kazanmış ve yarı finale çıkma hakkı elde etmiştir ; maçın adamı FIFA tarafından Zinédine Zidane olarak seçilmiştir. Maçtan birkaç gün önce, İspanya'ya takımının üçüncü golünü atarak, skoru 3-1'e getirmişti. Yarı finalde, Portekiz'e karşı penaltıdan maçın tek golünü atarak, Fransa'yı finale gönderdi. Bu onun için ikinci dünya kupası finaliydi.
İtalya'yla oynanan final maçı Zidane'nın profesyonel kariyerindeki son maçıydı. 7. dakikada penaltıdan, "panenka" hareketi yaparak şık bir gol atan Zidane, takımını 1-0 öne geçirdi. Ancak maçın uzatma dakikalarında Marco Materazzi'nin göğsüne kafa atarak, hakem tarafından oyun dışı bırakıldı. Olaydan birkaç saniye önce, Materazzi, Zidane'nın formasını fazla çekince, fransız futbolcu italyan futbolcuyla alay edercesine ""formamı o kadar çok istiyosan, maçın sonunda veririm"" deyince Materazzi ""fahişe kız kardeşini tercih ederim"" cevabını vermiş ve Zidane duygusal davranarak italyan futbolcuya vurmuş.
20 Temmuz 2006 tarihinde, Zinedine Zidane FIFA tarafından üç maça ve 7500 isviçre frankı para cezası aldı ; Materazzi ise iki maç ve 5000 isviçre frankı para cezasına çarptırıldı. Zidane turnuvanın en iyi futbolcu ödülünü cezasına rağmen korudu.
Zidane ilk kez böyle durumlarda soğukkanlılığını kaybetmiyordu : 1998 FIFA Dünya Kupası'nda Suudi Arabistan'lı futbolcuya kasten basarak kırmızı kart görmüştü; 24 Ekim 2000 tarihinde, UEFA Şampiyonlar Ligi Hamburg maçında, 24. dakikada alman defans oyuncusu Jochen Kientz'e ikisi yerdeyken kafa atmıştı, hakem terredütsüz kırmızı kart göstermiş ve Zidane 5 maç ceza almıştı.
Bu olaylara rağmen, Zidane fransız halkın gözünde kahraman olarak kalmıştır. 2007 yılında, Yannick Noah'dan sonra Fransa'da en çok sevilen 2. ünlüdür.
25 Nisan 2006 tarihinde gazetelere verdiği demeçte, 2006 FIFA Dünya Kupası'ndan sonra emekliliğe ayrılcağını duyurmuştu ancak futboldan uzak kalmak istemediğini de belirtmiş ve Madrid'de yaşayan küçük çocuklara futbolla yardım etmek istediğini vurgulamıştır. New York'ta ve Chicago'da bulunan Amerikalı futbol kulüpleri New York Red Bulls ve Chicago Fire astronomik tekliflerine rağmen, Fransız oyuncu hepsini geri çevirdi. Ancak İspanyol gazete "As"'a göre Zidane, Real Madrid ile kontratını feshedince, kulüp yöneticilere başka bir kulüple anlaşmayacağına söz verdiğini duyurdu.
Danone grubu başkanı ve futbolcunun yakın arkadaşı olan Franck Riboud, Zidane'nı grubun içinde görmek istediğini belirtmiştir, ancak fransız futbolcu bu öneriyi reddetmiştir.
1 Haziran 2009 tarihinde, Real Madrid yönetim kuruluna getirilerek, başkent ekibinin başkanı Florentino Perez'in danışmanı ve Real Madrid'in e |
lçisi olarak göreve başlamıştır. 2013 yılında Real Madrid'in başına Carlo Ancelotti'nin teknik direktör olarak getirilmesiyle, yardımcı antrenör olarak görev almaya başlamıştır. 4 Ocak 2016 tarihinde Rafa Benitez görevden alındıktan sonra Real Madrid'in başına getirildi. 31 Mayıs 2018 tarihinde istifa ettiğini açıklamıştır.
Toplam : 794 maç, 156 gol (maç başına 0.19 gol)
Zidan
Aradığınız madde aşağıdakilerden biri olabilir;
Bayırköy, Beşikdüzü
Bayırköy, Trabzon ilinin Beşikdüzü ilçesine bağlı bir mahalledir.
Mahallenin adının nereden geldiği ve geçmişi hakkında bilgi yoktur.
Mahallenin gelenek, görenek ve yemekleri hakkında bilgi yoktur.
Trabzon iline 50 km, Beşikdüzü ilçesine 3 km uzaklıktadır.
Mahallenin iklimi, Karadeniz iklimi etki alanı içerisindedir.
Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır.
Mahallede, ilköğretim okulu vardır ancak kullanılamamasının yanı sıra taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Mahallenin içme suyu şebekesi ve kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır.
Heian dönemi
Heian dönemi ( "Heian-jidai") Japonya tarihinde MS 794-1185 yıllarını kapsayan dönemdir. Heian dönemi klasik Japon tarihinin son bölümüdür ve adını başkenti bugünkü Kyoto olan Heian-kyō'dan almaktadır. Konfüçyüsçülük ve diğer Çin etkileri doruk noktasındayken Japon tarihinde yerini almış bir dönemdir. Heian Dönem'inde sanata, özellikle de şiir ve edebiyata önem verilmiştir. kelimesi Japonca "barış" veya "sükûnet" anlamına gelmektedir.
Heian Dönemi, Nara Dönemi'nin devamıdır ve 794'te Japonya'nın başkentinin 'ya taşınmasından sonra İmparator Kammu (50. imparator) ile başlamıştır. Heian Dönemi'nden nesiller sonra bile övgüyle bahsedilmekte ve Japon kültüründe yüksek bir nokta olarak değerlendirilmektedir. Bu dönem ayrıca samuray sınıfının da yükselişe geçtiği (nihayetinde gücü ele geçirdikleri ve Japonya'nın feodal dönemini başlattıkları) bir süreçtir.
Sözde, hakimiyet imparatora aitti fakat gerçekte asil Fujiwara boyu bu gücü elinde tutuyordu. Bununla beraber, Fujiwaraların ve diğer asillerin vilayetlerdeki çıkarlarını korumak için askerlere, korumalara ve polislere ihtiyaçları vardı. Bu nedenle savaşçı sınıfı Heian dönemi boyunca düzenli kazanç elde etti. 939'da Taira no Masakado, Hitachi'nin doğu bölgesinin ayaklanmasına yol açarak merkezi yönetime gözdağı verdi ve hemen hemen eş zamanlı olarak Fujiwara no Sumitomo batıda isyan çıkardı. Yönetimin gücünün çoğu şogunluğun özel ordusunun içerisinde yer aldığı için askeriyenin kontrolü ele almasına daha yüzyıllar vardı.
Savaşçı sınıfının saray etkisine girişi, Hōgen Ayaklanması'nın bir sonucu idi. Bu sırada Taira no Kiyomori, kral naipliği ile Japonya'yı yönetmek için torununu tahta geçirerek Fujiwara uygulamalarını yeniden canlandırdı. Klanları (Taira boyu) Gempei Savaşı sonrasına kadar tahtta kaldı. Kamakura dönemi 1185'te Minamoto no Yoritomo güce el koyduğu zaman başladı ve bir bakufu (Kamakura Şogunluğu) kuruldu.
Aaron Copland
Aaron Copland, (14 Kasım 1900, Brooklyn - 2 Aralık 1990, New York), Amerikan klasik müziğinin öncüsü kabul edilen bestecidir.
New York’ta, henüz ABD’nin müzik dünyasında bestecileri ile tanınmadığı bir dönemde dünyaya geldi. Piyano çalmayı ablasından öğrendi. 15 yaşında besteci olmaya karar verdi. 1921’de müzik öğrenimi için Avrupa’ya gitti. Paris’te ünlü müzik öğretmeni Nadia Boulanger’in ilk Amerikalı öğrencisi oldu. 1920'lerde caz tadında eserler yazdı. Grogh adlı bale müziği ve Music for the Theatre adlı senfonik caz eseri bu dönemin eseridir. Müziklerini 20. yüzyıla taşımaya çalışan Avrupalı klasik batı müziği bestecileri de aynı dönemde cazdan etkilenmişlerdi. Copland, tiyatro eserleri için bestelediği caz müziği etkisindeki ilk çalışmalarından sonra neo-klasisizm’in öncüsüsü Igor Stravinsky’nin etkisi ile daha katı bir klasik anlayışa ve soyut bir üsluba yöneldi.
1930’daki büyük ekonomik bunalım sonrasında insanların büyük bölümünün işsiz olduğu bir ülkede soyut eserler yazmanın anlamsız olduğunu düşünerek daha popüler çalışmalara yöneldi. Daha geniş bir dinleyici kitlesine ulaşanbilmek için müziği basitleştirme çabalarına katıldı. 1938’den itibaren yazdığı bale müzikleri müzik dünyasında etkili oldu: Billy the Kid, Rodeo, Appalachian Spring. II. Dünya Savaşı döneminde Cincinnati Orkestrası için Lincoln Portrait ve Fanfare for the Common Man adlı eserleri yazdı. 1950’lerde serializme (dizisellik / atonalcilik ya da 12 ton sistemi) yöneldi. 1965’te beste yapmayı bıraktı, ancak ders vermeye ve orkestra yönetmeye devam etti. 2 Aralık1990’da New York’ta hayatını kaybetti.
Copland daha çok bale ve orkestra eserleri ile tanınır, ancak bestelediği 8 film müziği, Hollywood’a film müziği alanında gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur. Yirminci yüzyıl klasik müziğinde Gershwin'den sonra en tanınmış Amerikan bestecisi olan Copland'ın müziği kovboy müziği ve caz etkilerini yansıtır ve sert havasıyla belirginleşir. Bugün en bilinen eserleri, yukarıda sözü edilen Appalachian Spring ve Billy The Kid adlı sahne müzikleri ile birlikte El Salon Mexico adlı orkestra eseridir.
Khalid El-Amin
Khalid Numan El-Amin, (d. 25 Nisan 1979, Minneapolis, Minnesota, ABD), Amerikalı profesyonel basketbolcudur. Oyun kurucu pozisyonunda görev almaktadır.
NCAA'de çok önemli başarılara imza atmıştır. Connecticut Üniversitesi 5'inin değerli oyun kurucularından birisi olmuştur. El-Amin ve Richard Hamilton önderliğinde 1999 yılında şampiyonluğa ulaşmışlardır.
Connecticut Üniversitesi'nden 2000'de mezun oldu. NBA'de Chicago Bulls tarafından (34.sıra), draft edildi ve Chicago Bulls forması giymeye başladı.
Aynı yıl All-Star hafta sonunda "Schick Çaylaklar Mücadelesi" 'nde oynadı ve 18 sayı kaydetti. NBA'de 50 karşılaşmada; 18.6 dakika, 6.3 sayı, 2.9 asist, 1.6 ribaunt, 1.0 top çalma, 1.1 top kaybı ve 2.0 faul ortalamalarını yakaladı.
2002 yılının Ocak ayında Fransa Pro A takımlarından Strasbourg IG ile sözleşme imzaladı. Daha sonra 2002 Kasım'ında İsrail Basketbol Ligi takımlarından Maccabi Ironi Ramat Gan 'a transfer oldu.
Türkiye Basketbol Ligi takımlarından Beşiktaş ile 2003-04 sezonu öncesinde sözleşme imzaladı. İki sezon Beşiktaş formasını giyerken, siyah beyazlı taraftarların en sevdiği oyunculardan birisi haline geldi. Beşiktaş tribünleri El-Amin'in isabetli her serbest atışı sonrası "Amin" diyerek El-Amin'e olan sempatisini somutlaştırmış oldu.
El-Amin önderliğindeki Beşiktaş ilk sezonunda yıllardır özlenen şampiyonluğa yaklaştı ve takım play-off'larda yarı final oynama başarısı gösterdi.
2004-05 sezonu ise Beşiktaş ve El-Amin açısından oldukça başarılı geçti. Takım yıllar sonra Türkiye Basketbol Ligi finali oynama hakkını Ülkerspor gibi dönemin güçlü takımını eleyerek elde etti. Ülkerspor ile oynanan serinin en kritik maçında El-Amin'in kaydettiği son saniye 3'lüğü seride durumu 2-0 yaptı ve Beşiktaş'ı finale taşıdı. El-Amin'li Beşiktaş, Türkiye Basketbol Ligi finalinde Efes Pilsen ile karşılaştı ancak rakibine serilerde 4-1 yenilerek ligi 2. bitirdi ve çok büyük bir başarıya imza attı. Sezon boyunca sergilediği üstün basketbolu ona, Türkiye Basketbol Ligi'nin en değerli oyuncusu "MVP" 'si ödülünü getirdi.
2005'te Ukrayna Basketbol Süper Ligi takımlarından Azovmash Mariupol'e transfer oldu. İlk sezonunda Azovmash Mariupol'le birlikte Ukrayna Basketbol Süper Ligi'ni kazadılar. El-Amin hem normal sezonun hem de play-off'ların "MVP" 'si seçildi.
Ağustos 2007'de Türk Telekom ile sözleşme imzalayarak 2 yıl sonra tekrar Türkiye Basketbol Ligi'ne dönüş yaptı. 2008-09 sezonu başında tekrar Ukrayna Basketbol Süper Ligi takımı olan BK Azovmaş'a döndü. Ancak sezon sonlarına doğru Mart 2009'da tekrar Türk Telekom'a geldi.
2010 yılında Litvanya Basketbol Ligi takımlarından BC Lietuvos Rytas ile 1 yıllık sözleşme imzaladı. Aralık 2011'de A-1 Liga takımlarından KK Cibona için oynamaya başladı. Hırvat ekibiyle 2011-12 A-1 Liga'yı, final serisinde KK Cedevita'yı 3-1'le geçerek, şampiyon olarak noktaladı. 2012 yılında Pro A takımı olan Le Mans Sarthe Basket'le sözleşme imzaladı.
Şubat 2013'te TB2L'de şampiyonluk hesapları yapan takımlardan Trabzonspor'a transfer oldu. Trabzonspor ile TB2L'yi şampiyon olarak noktalayarak, Beko Basketbol Ligi'ne yükseldiler.
Adile Sultan Sarayı
Adile Sultan Sarayı, 1856 yılında Sarkis Balyan tarafından Sultan Abdülmecid için kız kardeşi Âdile Sultan'a bir armağan olarak yapılmıştır. 1916'dan itibaren Kandilli Kız Lisesi olarak kullanılmış, 1986 yılında yangında harap olmuştur.
Sarayın restorasyonu Sabancı ailesinin katkılarıyla tamamlanmıştır ve 28 Haziran 2007 tarihinde yeniden hizmete açılmıştır.
Ali Vafi Köşkü
Ali Vafi Köşkü, ilk yapıldığında Ermeni bir bankere aitti ama 1915 yılında Girit'li Ali Vafi, köşkü satın aldı. Eskiden bahçesinde para basımhanesi ve suyla çalışan bir asansör olduğu söylenir. Günümüzde halen kiralanarak kullanılmaktadır.
Hasip Paşa Yalısı
Hasip Paşa Yalısı, 19. yüzyılın ikinci yarısında Neo-klasik/Neobarok tarzda inşa edilmiştir. Türk bilim ve sanat hayatında yeri olan bir ailenin günümüze kadar gelebilmiş 150 yıla yaklaşan hatırasını da taşır. Taş hizmet katı üzerine, iki ahşap/bağdadi katı olup; her katta güney ve kuzeyde olmak üzere iki merdiveni, iki büyük sofası, bir büyük sofa/salonu, altı odası, iki tuvalet ve banyosu bulunmaktadır.
Kıbrıslı Yalısı
Kıbrıslı Yalısı, Kıbrıslı Mehmet Paşa Yalısı veya Kara Vezir Yalısı, İstanbul Üsküdar'da Kandilli Göksu Caddesi'nde bulunan bir yalıdır. İstanbulda boğaz’a en geniş cephesi olan yalıdır. Sahil uzunluğu 64 metredir.
Yalının ilk sahibi I. Abdülhamit'in sadrazamlarından İzzet Mehmet Paşa'dır. İzzet Mehmet Paşa, Kara Vezir adı ile anılan Silahtar Mehmet Paşa’nın ölümünden sonra ikinci kez sadrazamlığa getirilmiştir. Bu nedenle de yalı Kara Vezir Yalısı olarak da anılmaktadır. Yalı, 18. yüzyıl'ın son çeyreğinde yapılmıştır. 1781 yılında, ikinci sada |
retinde iken görevine son verilen ve 1783'te Belgrad valisi iken vefat eden İzzet Paşa'nın yalısı, o tarihlerde ikinci Mirahur (osmanlıda has ahır'ın 2. üst düzey görevlisi) olan oğlu Sait Mehmet Bey'e geçmiştir. Bir süre bu yalıda oturan İzzet Paşa ailesi 1794 yılında yalıyı bu sefer yine İzzet Paşa ile aynı isimli olan III. Selim'in sadrazamlarından olan İzzet Mehmet Paşa'ya kiralamışlardır. 1811'de Sait Bey'in ölümünden sonra, oğlu Kapıcıbaşılarından Mehmet Ataullah Bey, büyükbabasının Kandilli'deki bu yalısında ikamet etmeye başlamıştır."
Kıbrıslı Yalısı Bostancıbaşı defterinde şu şekilde'dir:
Kıbrıslı Yalısı, Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa tarafından 1840 yılında satın almıştır. Ümran Güngör Üzümcü 2001 yılında boşandığı ikinci eşi Melahat Üzümcü ile evlendiği 1996’da yalının mabeyn (orta) bölümünü satın aldı. Yalı’nın diğer bölümlerinde Komili ailesi ile İzzet Mehmet Paşa’nın varisleri oturuyor.
Selamlık yalının en iyi korunmuş bölümü olup, buraya bahçe tarafından dört sütunlu bir portikten girilir. Selamlık sofasının dört köşesinde odalar vardır. Odaların tavanları alçı'dan bitkisel motiflerle örülüdür. Doğu salonunun zemini taşlardan yapılmış mozaiklerdendir ve ortasında mermer bir fıskiye vardır. Yalı'nın sofalarından başka, alt katta on beş, üst katla altı olmak üzere toplam 21 odası vardır.
Ayrıca deniz ve bahçe tarafındaki eyvanların tavanları ahşap kabartmalıdır. Yalının duvarlarındaki tablolar arasında Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa’nın da yağlı boya tablosu vardır. Yalının cephesi çıkmalarla hareketlendirilmiştir. Burada ince uzun pencerelere sıra halinde yer verilmiştir.
Yalının bahçesindeki 18. yüzyılın sonlarında yapılmış bir bina ve yalının 3 büyük hamamı günümüze gelememiştir. Yalının bahçesinden günümüze sadece mermer bir musluk ve havuz kalmıştır.
Bu yalı Piyer Loti ve Yahya Kemal gibi yazarların çok sevdiği bir toplantı yeriydi ve Iraklı Kral Faysal ve Fransız Prensesi Eugine gibi ünlüleri ağırlamıştır.
Yalı için 2009 yılında miras kavgaları yaşanmıştır.
Komodor Remzi Bey Yalısı
Komodor Remzi Bey Yalısı, İstanbul'un Beykoz ilçesinin Anadoluhisarı mahallesinde bulunan tarihi bir yalıdır.
1917 yılında yaptırıldı ve General Mümtaz Aktay Paşa'ya satıldı. 1972 yılında Erdal İnönü tarafından satın alındı.
Kont Ostrorog Yalısı
Kont Ostrorog Yalısı, 19. yüzyıl başı. Polonya doğumlu, şeriat hukukunun batılı uzmanı Osmanlı'nın hukuk danışmanı Léon Ostrorog burayı 1904 yılında satın almıştır. Karısı önde gelen levanten ailelerden birinin kızıydı. Ostrorog'un kişisel eşyaları ve kitapları hala burada sergilenmektedir. Rahmi Koç tarafından satın alınmıştır.
Hekimbaşı Yalısı
Hekimbaşı Yalısı, Anadolu Hisarı, Beykoz ilçesinde bulunan yalıdır. İsmini Abdülmecid dönemi Hekimbaşılarından
Hekimbaşı Salih Efendi'den almıştır. Salih Efendi, 1843 yılında Türkiye'nin ilk tıp okulundan mezun olmuştur. Üç sultanın doktorluğunu yapmış ve kentteki bütün tıbbi kuruluşları denetlemiştir. Botanik meraklısı olduğundan bir güle onun adı verilmiş. (Hekimbaşı Gülü) Soyundan gelenler hâlâ bu yalıda yaşamaktadırlar. 7 Nisan 2018'de yaşanan gemi kazası sonucu büyük ölçüde hasar görmüştür.
Mısır Konsolosluğu
Mısır Konsolosluğu binası 1902 yılında İtalyan mimar Raimondo D'Aranco tarafından Hidiv Abbas Hilmi Paşa'nın annesi Emine Valide Paşa için yazlık bir ev olarak inşa edilmiştir. Günümüzde Mısır Konsolosluğu bürolarını ve personelinin evi olarak kullanılmaktadır. Arkasındaki koruluk ise Boğaziçi Üniversitesi profesörü Fikret Kortel'e ait Kortel korusudur.
Naile Sultan Konağı
Naile Sultan Konağı, İstanbul'da bulunan, Sultan II. Abdülhamit'in kızlarından biri tarafından yaptırılmış bir Konaktır.
Rıza Bey Yalısı
Rıza Bey Yalısı, İstanbul'un Anadolu Hisarı semtinde bulunan tarihi bir yalıdır.II. Abdülhamit tarafından yaptırılmıştır. Doktor Osman Yargıcı tarafından restore edilmiştir. Boğaziçi Üniversitesi'nin eski rektörü Üstün Ergüder'e aittir.
Sadullah Paşa Yalısı
Boğazın en eski ve içi dışı en güzel klasik ahşap yalılardan biridir. Ortadaki oval salondan sekiz küçük odaya geçilen geleneksel Osmanlı yalı mimarisinde yapılmıştır. Sadrazam Koca Yusuf Paşa tarafından alınmıştır. Yusuf Paşa'nın eşi Hanife Hanım ölünce kızı Emîne Hanım'a, ondan oğlu Hamdî Paşa'ya kaldı, Hamdi Paşa, Sâdullâh Paşa'nın babası Es'ad Muhlis Paşa'ya satmıştır. Yalı Sadullah Paşa'nın uzak bir akrabası olan Emel Esin'e aittir. Yalıyı bir zamanlar Ayşegül Tecimer de kiracı olarak kullanmıştır. Günümüzde usulüne uygun bir şekilde restore ettirilerek kiralık olarak kullanılmaya devam etmektedir.
Tophane Müşiri Zeki Paşa Yalısı
Tophane Müşiri Zeki Paşa Yalısı, II. Abdülhamit'in askeri komutanlarından Tophane Müşiri Mustafa Zeki Paşa tarafından İtalyan mimar Alexandre Vallaury tarafından 20. yüzyılın başında yapılmış Boğaziçi yalısı.
Son Osmanlı padişahı VI. Mehmed'in damadı olan Ömer Faruk Efendi tarafından satın alınmıştı. Bugün Baştımar ailesine aittir. Dışı bakımsız gözükmesine rağmen içi adeta cennetten bir bahçe gibidir.
Zarif Mustafa Paşa Yalısı
Zarif Mustafa Paşa Yalısı veya diğer adıyla Zarif Mustafa Paşa Yalısı, İstanbul'un Beykoz ilçesinde yer alan yalı. 1848'te Mustafa Paşa tarafından satın alınmış ve günümüze kadar aynı ailede kalmıştır. Bir zamanlar İstanbul Boğazı'nın en büyük binalarındandı, günümüze sadece selamlığı kaldı. 1990'da bir yük gemisinin yalıya çarğması yüzünden hasar gördü ama daha sonra restore edildi.
Endian
İnsanların soldan sağa veya sağdan sola alfabelere sahip olmaları gibi işlemciler de byte'ları saklarken önemli byte'ın solda veya sağda olmasına göre sınıflandırılır. Buna "endianness" da denir. Arap rakamlarında olduğu gibi (İngilizce veya Türkçede kullandığımız rakamlar) önemli byte'in solda olduğu sıralamaya big-endian denir. Önemli byte'in en sağda olduğu sıralama ise little-endian olarak adlandırılır.
Bütün işlemciler kendi sıralamasını seçmiştir. i386 ve klonu olan işlemciler little endian'dır. Sun Sparc, Motorola 68K ve PowerPC big endian kullanır. Java Sanal İşlemcisi (Java VM) de big endian kullanır.
Farklı iki işlemcisi olan makineler birbirileri ile haberleşecekleri zaman (), bu veri dönüşümünü yapmazlar ise haberleşemezler.
Ağ protokolleri de kendi sıralamasını seçmelidir. Aksi takdirde iki farklı mimarideki bilgisayar IPC yaparak birbirleri ile haberleşecekleri zaman anlaşamayacaklardır. TCP/IP big endian sıralamasını kullanır. Bunun anlamı şu: Herhangi bir paket (IP adresi, paket uzunluğu, kontrol değeri gibi) gönderileceği zaman en önemli byte'i önce gönderilir ve alınır.
Arnold Schönberg
Arnold Franz Walter Schönberg (d. 13 Eylül 1874, Viyana, Avusturya - ö. 13 Temmuz 1951, Los Angeles, ABD)
20. yüzyıl müziğine büyük katkılar yapmış Avusturya-Macaristanlı besteci. 1941’den sonra ABD vatandaşı olmuştur.
13 Eylül 1874’te Viyana’da doğdu. 8 yaşında keman çalmayı öğrendiği zamandan itibaren beste yapmaya başladı. Teorik bilgisinin büyük bir kısmını kendi başına çalışarak kazandı. 1894’te kendisinden 3 yaş büyük besteci Alexander von Zemlinsky’den kontrpuan dersleri aldı.
1901-1903 arasında Berlin’de orkestra şefi olarak çalıştı. 1904’te Viyana’da öğretmenlik yapmaya başladı. Webern, Berg öğrencileri oldular. 1919’da yeni müziğin icrası için bir topluluk kurdu. Bu topluluğun verdiği konserlere eleştirmenler alınmıyordu. Alkışlamak yasaktı ve konser programı dağıtılmıyordu.
1925’te öğretmenlik yapmak üzere Berlin’e geri döndü. 1933’te Yahudi olduğu için Naziler tarafından Berlin’i terk etmeye zorlandı. 1898’de Hristiyanlığa geçmiş olmasına rağmen Paris’e sürgün gidince, tekrar Yahudiliğe döndü. 1934’te ABD’ye gitti, o zamana değin Schönberg olan ismini Schoenberg olarak değiştirdi ve 1936’da UCLA’da ders vermeye başladı. 13 Temmuz 1951’de Los Angeles’ta hayatını kaybetti.
Beste yaşamına 1897’de yaylı çalgılar dörtlüleriyle başladı. 1899’da Verklart Nacht’ı tamamlayıp, 1900’de Gurrelieder üzerinde çalıştı. Berlin Konservatuarı'nda görevli olduğu dönemde Pelleas und Melissande’yi besteledi.
Schoenberg, 1903 ile 1907 arasındaki eserlerinde kromatik armoninin limitlerini zorladı. Müziğinde tonal yapı giderek önemini kaybederken, en sonunda 1909’daki 3 piyano eseriyle beraber atonaliteye dönüştü. 1911’de müziğin evrimi açısından bir mihenk taşı olan kitabı, Harmonielehre yayımlandı. Bu dönemde Schoenberg aynı zamanda dışavurumcu tarzda resimler yapmaktaydı.
Schoenberg 1913-1921 arası dönemde çok az eser yazdı. 1923’te tamamladığı Op. 23 5 Piyano parçası ve Op. 24 Serenad dünyaya 12’li nota sistemini tanıtan eserlerdi.
ABD’ye gittikten sonraki yıllarda kimi zaman 12 nota sistemli, kimi zaman tonal eserler yazdı. Bu konuyla ilgili olarak “Her besteci, yaratıcılığının durmaması için, farklı tarzlarda yazabilmelidir.” demiştir.
Schoenberg’in müziği melodik ve lirik sürprizlerle dolu ve oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir. Dinleyici için bu müziği anlamak çaba gerektirir.
Ek olarak Schönberg'ten küçük bir alıntı:
"İnsanlar 'konforu' buldular ve rahatı tercih ettiler. Çağdaş insanın amacı, zahmetsiz bir yaşam geçirmektir. Yani, az hareketli, az yıpratan bir yaşam. Bu yüzden insan yüzeyselleşmiştir. Araştırmaz, incelemez, var olanla yetinir.'Konfor', zihinsel tembellikle eş anlamlıdır. Bu müzik için de geçerlidir. Geleneksel müzik durağandır. Ton sisteminin dışına çıkmaz, dolanır durur. Her ne kadar Romantik besteciler kakışımlı ses ve akorlarla düzenin(tonun) sınırlarını zorladılarsa da, bu yeterli değildir. Sonuçta, düzenin(tonun) içinde hareket ederler. Tam kopuş yoktur. Nasıl toplumdaki yozlaşmış ve tutucu, ahlaki değerlere karşı mücadele ediyorsak, yerleşmiş müzik kurallarına karşı da mücadele etmeli ve bu kuralları yıkmalıyız. Müzikte çözülen sınırlar, insan ve doğa, ruh ve dünya, ahlak ve toplum kurallarının simgeleridir."
"Sanatçının antenleri en ince karakterleri sismograf gibi saptar. İşitilemeyecek kadar hafif ve gizli(kalmış) şeyler beni çeker, merakımı yandırır. Her büyük sanatçı en belirsiz esin kaynağına tepki gösterir. Böylece, yeni olan |
kendisini dolaylı olarak açıklar. Bu bulma olgusuyla en işitilmeyen duyulur, bulunur, insan sadece kendi içine, ta dibine kadar bakabilmeli ve dinleyebilmelidir."
(1928-1929)
Chicago Bulls
Chicago Bulls Chicago, Illinois'te bulunan NBA takımıdır. Doğu Konferansı'nın Merkez Grubu'nda oynamaktadır. Boğalar olarak da bilinen takım 26 Ocak 1966 tarihinde kurulmuştur. İç saha maçlarını etkiliyici atmosferi nedeniyle tımarhane lakabını almış United Center salonunda oynamaktadır. Takım 1990'lı yıllarda 1991-98 arasında NBA'de three-peat olarak adlandırılan 3 kez art arda şampiyonluk başarısını 2 kez göstermiş ve bu dönemde toplam 6 kez şampiyon olma başarısı göstermiştir. O dönemki kadroda NBA'in gelmiş geçmiş en önemli oyuncusu Hall Of Fame Michael Jordan, Scottie Pippen ve koç olarak Phil Jackson bulunuyordu. Ayrıca takım NBA tarihinde 10 yıl içinde 2 kez thre-peat yapan ve 6 şampiyonluk birden kazanan tek takım unvanını taşımaktadır.
Bulls 1995-96 normal sezonunda 72 galibiyet alarak NBA tarihinde tek bir sezonda 70 ve üzeri galibiyet alan ilk takım olmalarının yanında bir sezonda en çok galibiyet alan takım rekorlarını kırmıştır. 1996 yılında kurdukları kadro birçok uzman ve analist tarafından NBA tarihinin en iyi kadrolarından birisi olarak kabul görmektedir. 2013 yılı itibarıyla Forbes dergisinin yaptığı bir açıklamaya göre Bulls takımının 52.200.000 $ milyon dolarlık gelirinin yanında 1 milyar dolarlık tahmini değeriyle NBA'nin şu an en değerli 3. kulübüdür. 5'i Michael Jordan'ın 1'i Derrick Rose'un olmak üzere takım oyuncuları toplam 6 kez NBA En Değerli Oyuncu Ödülü'nü kazanma başarısı gösterdiler.
Bulls takımının tarihi boyunca büyük rekabet ve çekişme içerisinde bulunduğu takımlar Milwaukee Bucks, Detroit Pistons son zamanlarda Indiana Pacers ve Miami Heat'dir. Çok büyük bir çekişme yaşadıkları Bulls / Pistons rekabeti ise 1980'lerin sonlarında ve 1990'lı yılların başlarında yaşanmıştır. Ayrıca bu çekişme NBA tarihinin en büyük rekabetlerinden birisi olarak kabul edilmektedir.
Chicago Bulls, Chicago Packers ve Chicago Stags'den sonra NBA'de mücadele eden 3. Chicago takımıdır. Bulls adını almadan önce takımın ismi olan Chicago Amerikan Gears'ın ilk kurucusu Dick Klein oldu. Daha sonra takım Bulls adını aldıktan sonra ilk yıllarda Klein takımın hem başkanlığını hem de genel menajerlik görevlerini yaptı.
Takım 1966/1967 sezonunda NBA'e giriş yaptı ve aldığı galibiyet yüzdesiyle NBA tarihindeki ilk sezonunda en iyi sonucu elde eden takım unvanını kazandı. Chicago eski NBA yıldızı Johnny Kerr'in koçluğunda ve oyuncular Bob Boozer ile Guy Rodgers'ın yardımıyla daha ilk sezonunda play-off'a kalma başarısı gösterdi ve Bulls ilk sezonunda play-off yapma başarısı gösteren tek takım oldu.
Kuruluşunun ilk iki yılında takım maçlarını Chicago Stadyumu'na geçmeden önce ev sahibi olduğu iç saha karşılaşmalarını Uluslararası Amfitiyatro'da oynadı.
Sonraki dönemde Bulls 1970'ler başlayana kadar sıra takımı olmaktan kurtulamadı. 1969 yılında takımın sahibi ve menajeri Klein genel menajerlik görevinden istifa ettiğini açıkladı. Daha sonra takımın menajerliğine Philadelphia 76ers'in menajeri Pat Williams getirildi. Menajer Williams ilk başta Jim Washington'ı eski takımı Philadelphia 76ers'e takaslayarak karşılığında Chet Walker'ı kadroya kattı. Daha sonra gelecek vadeden tecrübesiz Norm Van Lier Cincinnati Royals takımından kadroya katıldı. Ayrıca genel menajer takımın maskotu olmadığından maskot olarak Benny Bul'u yarattı. 1971-72 sezonuna +10.000 seyirci hedefi ile başlayan takım sezonu 57 galibiyet 25 mağlubiyet ile bitirerek tarihinin en iyi sezonunu geçirdi ve buna rağmen play-off'ta konferans ilk turunda Los Angeles Lakers'a elendi. 1970'lerde Jerry Sloan, Bob Love ve Chet Walker gibi defansif özelliği yüksek oyuncuların yanında oyun kurucu Norm Van Lier ve pivot Tom Boerwinkle ile sert defansı ile başarılı olabiliecek bir kadro kuran takım buna rağmen bir kez grup birinciliği hariç büyük bir başarı elde edemedi. 1975 yılında Bulls tarihinde ilk kez konferans finaline çıksa da Golden State Warriors'a 4-0 ile süpürüldü.
4 yıl sonra takımın genel menajeri Pat Williams Philadelphia ile anlaşarak geri döndü. Takımın koçu Motta ise takımının hem koçu hem de genel menajeri olmaya karar verdi. Bulls 1975-76 sezonund sadece 26 galibiyet alarak felaket bir sezon geçirdi. Daha sonra Motta kovularak yerine koçluk görevine Ed Badger getirildi.
1976 yılında Bulls takımı ABA ligi dağıldıktan sonra Artis Gilmore, David Greenwood, ve Orlando Woolridge kadroya katılarak güçlenmiş oldular. Takım 1978 yılında 1978 NBA Seçmeleri'nde ilerde takımın en önemli oyuncularından birisi olucak Reggie Theus'u 9. sıradan draft etti.
1970'lerin sonunda takım 1979 NBA Seçmeleri'nde Los Angeles Lakers'ın 1. sıradan Magic Johnson'u seçmesiyle Bulls genel menajer Rod Thorn'un isteğiyle 2. sıradan David Greenwood'u seçti. Eğer önceki sezon biraz daha tanking yapabilselerdi Johnson'u bile draft etme şansları olabilirdi.
Artis Gilmore'nin 1982 yılında Dave Corzine karşılığında San Antonio Spurs'e takas edilmesinden sonra Bulls Reggie Theus etrafında bir takım oluşturmaya karar vermiş yardımcı olarak Quintin Dailey ve Ennis Whatley'den verim alarak yollarına devam etmişlerdir. Ancak 1983-84 sezonunda Bulls Theus'u Kansas City Kings'e takaslayarak sezonu çöpe atmış oldu.
1984 NBA Draftı'nda belki de NBA tarihinin en yanlış draft seçimini Portland yaparken bundan Chicago Bulls faydalanmış ve sonraki senelerde ligi domine etme şansına sahip olmuştur. Chicago Bulls o sene 3. sırada oyuncu seçme hakkına sahipti ve önünde Houston Rockets ve Portland Trail Blazers vardı. Rockets'in pivot ihtiyacı ve Hakeem Olajuwon gibi üstün yetenekli bir oyuncunun olması ile 1. sıradan Hakeem'in seçileceği kesin gibiydi. Ancak 2. sıra için Portland'ın önünde Michael Jordan ve Charles Barkley gibi alternatifler varken Sam Bowie'yi seçti ve Chicago 3. sıradan Jordan'ı seçti. Bowie çok yetenekli oyuncu olmasına rağmen kariyeri boyunca sakatlıklarla uğraştı ancak Jordan Bulls'un tarihini değiştirdi. Burada belki de Jordan'ın ve Bulls'un en büyük şansı iki tarafında en uygun tercihi yapması oldu. Jordan bir sene önce Clyde Drexler'ı seçen Portland yerine tamamen takımı kendisi üzerine kuracak bir takıma gelmiş ve bu sistem de başarıya ulaşmıştı.
Gerçekten de takımın yeni sahibi Jerry Reinsdorf ve Genel Menajeri Jerry Krause takımı Jordan üzerine kurmayı daha ilk sezonunda kararlaştırmışlardı. Michael Jordan NBA'deki ilk sezonunda sayı ortalamasında 3. top çalmada ise lig 4. oldu. Takım sezonda 38-44'lük derece elde ederek konferansı 7. sırada bitirme başarısı göstermiş ve böylece uzun yıllar sonra Bulls plaf-off'a çıkmıştır. Ancak ilk turda Milwaukee Bucks'a 4 maç sonucunda 3-1 ile elenmişlerdir. Jordan daha ilk sezonunda yılın çaylağı ödülünü kazandı ve bunun yanında en iyi çaylak beşi, NBA en iyi ikinci beşine seçilme başarısı gösterdi.
Bir sonraki sezon Bulls sezona oyun kurucu John Paxson ve forvet Charles Oakley takviyesi ile girdi. Sezonun başlarında Jordan talihsiz bir sakatlık geçirdi ve takım play-off'lara son sıradan girdi. Jordan play-off'lar öncesi sakatlığını atlatarak takıma geri döndü. Ancak karşılarında 67-15 galibiyet yüzdesi ile çok başarılı bir sezon geçiren Larry Bird'lü Boston Celtics ekibi vardı. Bulls takımı play-off'a giren NBA tarihindeki en kötü 5. dereceye sahip takım unvanını almıştı. Celtics karşılarında çok az şansları varken hiç maç kazanamadan seriyi 4-0 ile kaybederek süpürüldüler. Bu serideki ikinci maçta Michael Jordan 63 sayı atarak play-off'da bir maçta en çok sayı atan oyuncu rekorunu kırdı. Bu seri sonrasında Bird Jordan'ın gösterdiği performans sonucu hakkında çok büyük övgülerde bulunmuştur.
Jordan her geçen gün ligi daha çok domine ediyordu. Nitekim 1986-1987 sezonunda maç başına 37.1 sayı ortalamasıyla tamamlayarak müthiş bir sezon geçirdi ve Chicago Bulls kulüp tarihinde NBA All Star maçı oynamaya hak kazanan ilk oyuncu oldu. Ayrıca sezonun sayı kralı olma unvanına erişti ve NBA yılın beşine seçilen kulüp tarihindeki ilk oyuncu oldu. Bulls sezonu 40-45'lik dereceyle bitirip konferansı 8. sırada tamamlayarak play-offa katılmaya hak kazandılar. Buna rağmen play-off'larda karşılarına yine Celtics çıktı ve yine maç kazanamadan 4-0'lık seri sonucu süpürüldüler.
1987-1988 sezonu oyuncu seçimlerinde Bulls yönetimi ve menajer Krause çok doğru bir karar daha aldı. Draft'ta seçtikleri Olden Polynice'i Seattle ile takasta kullandılar ve bu takımdan Scottie Pippen'ı aldılar. Yine bu sene 10. sırada Horace Grant'i seçerek takımı oldukça güçlü bir duruma getirdiler. Bu iki çaylak oyuncunun katkısının yanında Jordan önderdliğinde Bulls normal sezonda 50 maç kazanma başarısı gösterdi. Bu sezondaki performansı ile Jordan normal sezonda kariyerinin ilk MVP (En değerli oyuncu) ödülünü aldı. İlk turda Cleveland Cavaliers'i 5 maç sonunda 3-2 ile eledikten sonra konferans yarı finaline çıktılar ve beş maç sonunda 4-1 ile Detroit Pistons'a elenerek sezonu noktaladılar. Ayrıca bu sezonki Detroit ile yaşanan seri 1988-1991 yıllarında iki takım arasındaki yaşanacak Pistons-Bulls rekabetinin başlangıcı olmuştur.
Her sezon başarılarını bir adım öne taşıyan Bulls, bir sonraki sezon olan 1988/1989 sezonunda sezon öncesi yaz dönemini hareketli geçirdi. Sezona New York Knicks'ten Charles Oakley karşılığında Bill Cartwright takası ile başladı. Draftta ise pivot Will Perdue'yu seçtiler. Ayrıca Phoenix Suns'dan üç sayı uzmanı Craig Hodges'ı kadroya ekleyerek güçlenmiş oldular. Bu yenilenmiş kadro ile bir önceki sezonun normal sezon başarısını yakalayamasalar da tarihlerindeki ilk konferans finallerini oynadılar. Ancak karşılarına bir kez daha çıkan o sezon NBA şampiyonu olucak Pistons'a 6 maç sonunda 4-2 ile seriyi kaybederek elendiler.
1989-90 sezonunda Bulls draftta Stacey King ve B.J. Armstrong'u seçti. Jordan dördüncü kez üst üste sayı ortalaması lideri olarak kapadı. Ayrıca Scottie Pippen kariyerinde ilk kez bu sezon All Star seçildi. Ancak takım |
için bu sezonun en önemli olayı baş antrenör Doug Collins'in yerine koçluk görevine Phil Jackson'ın geçmesi oldu. Bu sezon bir kez daha play-off'larda konferans finali oynadılar ve 7 maç sonunda yine o sezon üst üste 2. kez NBA şampyiyonu olucak Pistons'a 4-3 sonucu kaybederek elendiler.
1990/1991 sezonu Chicago Bulls için ilk şampiyonluğun geldiği sezon oldu. Normal sezonu 61 galibiyetle takım rekoru kırarak tamamladılar. Play-offlarda önceki senelerde çok çektikleri Pistons'u konferans finalinde süpürdüler ve NBA Finali'ne çıktılar. Finalde karşılarına Magic Johnson'lı Los Angeles Lakers geldi ve 5 maç sonunda Lakers'i eleyerek şampiyon oldular. Michael Jordan hem normal sezon hem de finallerin en değerli oyuncusu ödülünü kazandı ve beşinci kez üst üste en yüksek sayı ortalaması tutturan oyuncu oldu.
1991/1992 sezonunda bu kez sezon içi maç kazanma rekorlarını 67'ye çıkardılar ve ikinci kez şampiyon oldular. Bu kez finalde karşılarında Clyde Drexler'lı kadrosuyla Portland Trail Blazers vardı ve bu güçlü rakiplerini 6 maçta geçtiler. Jordan bir kez daha normal sezon ve finaller MVP ödülünü kazanırken, 6 kez üst üste sayı kralı oldu.
1992/1993 sezonunda da gelen 3. şampiyonluk ile Bulls 1960'lardaki Celtics'den bu yana üç kez üst üste şampiyon olan ilk takım oldu. Bu 3 kez üst üste gelen şampiyonluk sonrası Lakers koçu Pat Riley three-peat terimini ortaya attı ve hatta bu terimin patentini bile aldı. Bu tarihten sonra üç kez şampiyon olan takımlar için bu terim kullanıldı. Finalde karşılarında kadrosunda Charles Barkley'i bulunduran Phoenix Suns çıktı ve 6 maç sonunda 3. şampiyonluk geldi. Jordan final serisinde maç başına sayı ortalaması rekoru kırarak MVP ödülünü kazandı. Aynı zamanda Wilt Chamberlain'den beri ilk kez 7 sezon üst üste sayı kralı olma rekorunu elde etti.
1993 yılının son bahar aylarında Michael Jordan'dan başta Bulls taraftarları olmak tüm basketbolseverleri şok eden bir haber geldi. Jordan, babasının cinayetle ölümü üzerine basketbolu bıraktığını açıkladı. Takım ligdeki en iyi oyunculardan biri olan Pippen önderliğinde ilk kez o yıl All Star seçilen Horace Grant ve B.J. Armstrong'le yine de başarılı bir sezon geçirdi. Takıma bu sezon Hırvat oyuncu Toni Kukoc'da katılmıştı. 1994 NBA All-Star maçında Scottie Pippen MVP seçilme onuruna erişti. Normal sezonda 55 galibiyet almalarına rağmen Bulls takımı New York Knicks'e play-off ikinci turunda 7 maç sonunda 4-3 ile elenerek sezonu noktaladı. Knicks o yıl sonunda finale ulaşsa da Houston Rockets'a yenildi. Sezon sonunda takım 27 yıl boyunca maçlarını oynadığı Chicago Stadyumundan ayrılıp yeni salonları olan United Center'a taşınarak yeni sezonu açtı.
1994 yılında Bulls, Horace Grant , Bill Cartwright, ve Scott Williams'ı bedava kaybetmesinin yanında John Paxon emekli oldu. Bu kayıplarına rağmen takım free agent'tan Ron Harper gibi yıldız bir şutör gard'ı kadroya katarak önemli bir hamle yapmış oldu. Sezonu ortalama bir takım halinde sürdürken 17 Mart 1995'de gelen haberle birden takımın havası değişti. Jordan basketbola geri dönüyordu. Jordan'ın dönüşüyle takım toparlandı ve play-offlara 5. sıradan çıktı. Dönüşünün 5 maçında Jordan New York Knicks'e 55 sayı atma başarısı gösterdi. Play-off ilk turunda Charlotte Hornets'ı elemelerine rağmen Shaquille O'Neal ve Penny Hardaway'li kadrosuna Horace Grant'ı eklemiş olan son konferans şampiyonu Orlando Magic'e elenmekten kurtulamadılar.
Bir sonraki sezon Bulls kadrosuna çok önemli bir oyuncu daha kattı. San Antonio Spurs'ten son dört sezonun rebound kralı Dennis Rodman'ı takasla kadroya eklediler. Rodman ayrıca Bulls'un en büyük düşmanı ve rakibi olan Detroit Pistons'un 1980'lerin sonundaki efsane Bad Boys kadrosunun önemli parçalarından birisiydi. Normal sezon maç kazanma oranını birden 72-10'a çıkaran Bulls'da bireysel performanslarla da ligin liderliğini ele geçirdi. Kadrosunda Harper, Jordan, Pippen, Rodman ve Longley'in yanında ligin en iyi bench'i olan Kerr, Kukoc, Wennington, Buechler ve Randy Brown ile takım lig tarihinin en büyük galibiyet yüzdesi geri dönüşünü gerçekleştirdi. Jordan 8. kez sayı kralı oldu. Rodman 5. kez üst üste rebound ortalaması birincisi oldu. Takıma yedekten gelip büyük fayda sağlayan Steve Kerr üç sayı ortalamasında liderliği ele geçirdi. Michael Jordan hem normal sezonda, hem play-offlarda, hem de final serisinde MVP (En değerli oyuncu) seçildi. Krause yılın yöneticisi, Phil Jackson yılın koçu, Toni Kukoc ise yılın altıncı adamı ödüllerini aldılar. Jordan ve Pippen NBA'de yılın takımına seçildiler. Bunu yanında Jordan, Pippen ve Rodman yılın defans takımına seçildiler. 1995-96 sezonunda Bulls birçok rekoruda kırma başarısı gösterdi. 33-8 ile ilk 41 maçta lig tarihinin en iyi başlangıcı, kendi evleri United Center'da 41-3 ile bir sezonda kendi evinde çok galibiyet oranı ve ligin en iyi kendi ev başlangıcı 37-0 rekorlarını kırmıştır. Ayrıca kendi evlerindeki galibiyet oranları NBA tarihinde Celtics'in 1985-86'deki 40-1'lik, 1971-72'de ise Lakers'ın 39-2'lik derecelerinden sonra en iyi 3. derece olarak tarihe geçmiştir. 1995-96 Chicago Bulls kadrosu yaygın basketbol tarihinin en büyük takımlarından birisi olarak kabul edilmektedir. Bu kadar bireysel ödülü ve rekorları bir sezona sığdıran takım finalde Gary Payton ve Shawn Kemp gibi oyunculara sahip Seattle SuperSonics'i geçerek dördüncü şampiyonluğunu kazandı.
1996/1997 sezonunda Bulls bu kez 69-13 gibi yine son derece yüksek bir kazanma yüzdesiyle normal sezonu kapadı. Ayrıca son 2 maçlarını kaybederek üst üste 2 sezon normal sezonda +70 galibiyet kazanma şansını kaçırdılar. United Center'da 39-2 yüzdesi ile geçen sezonki hakimiyetlerini tekrarladılar. Finalde Bulls John Stockton ile Karl Malone önderliğindeki Utah Jazz'ı geçerek 5. şampiyonluğunu kazandı. Jordan kariyerinde dokuzuncu kez sayı kralı olurken, Rodman üst üste rebound kralı olma sayısını 6'ya çıkardı. Ayrıca bu sezon kadroya katılan Celtics efsanesi Robert Parish'te kariyerinin yüzük takmadan kapama endişesinden kurtulmuş oldu.
1997/1998 sezonu son NBA şampiyonu Bulls takımı için pek de iyi başlamamıştı. Birçok kişi ve medya kuruluşu tarafından Michael Jordan'ın bu basketboldaki son yılı olduğu ve basketbolu bırakacağı spekülasyonları yapılıp tahmin ediliyordu. Takımın koçu Phil Jackson ile takım arasında sorunlar vardı ve genel menajer Jerry Krause ile koç arasında da büyüyen bir gerginlik vardı. Scottie Pippen Hırvat 6. adam Kukoc'tan daha az para kazanıyordu ve daha fazlasını hakettiğini düşünüp yönetime sinirlenip sıkça şikayette bulunuyordu. Ayrıca Pippen sözleşmesinin takım tarafından uzatılmasını istiyordu ve yeni sözleşme teklifi almadığı için rahatsızdı. Bulls bunca soruna rağmen normal sezonda 62-20'lik dereceyle doğu konferansını 1. sırada bitirip olağanüstü bir sezon geçirdi. Jordan bu sezon kariyerinin 5. ve son kez MVP ödülünü kazanma başarısı gösterdi.
Bulls play-off ilk turunda Kendall Gill ve Sam Cassell önderliğindeki New Jersey Nets ile eşleşti. Bu turu 4-1 ile rahatça geçtikten sonra konferans yarı finalinde Charlotte Hornets ile eşleştiler. Bu turuda 4-1 ile geçtikten sonra konferans finalinde Reggie Miller'a sahip Indiana Pacers ile eşleştiler. Yorumcular Pacers'ın Bulls'u eleyebilecek tek takım olduğunu düşünüyordu. Ancak son maçı 88-83 kazanan Bulls seriyide 4-2 kazanarak konferans şampiyonu olarak NBA finaline yükselmiş oldu. Utah Jazz'a karşı oynanan finalde dramatik bir şekilde Jordan'ın son saniye basketi ile Bulls seriyi 4-2 ile kazanarak üst üste 3. kez NBA şampiyonu oldu. Böylece 1990'lı yıllar sonrasında 2. kez three peat yapma başarısı göstermiş oldular. Jordan gösterdiği performansla final serisinin MVP ödülünü üst üste 3. kez olmak üzere kariyerinde toplam 6. kez kazanmış oldu. Jordan 13 Ocak 1999 tarihinde kariyerinde 2. kez emekli olarak basketbolu bıraktı.
1998 yılında şampiyon olunan sezondan sonra Jerry Krause takımı tamamen yenileme kararı aldı. Takımın yaşlanarak yavaş yavaş miladını doldurduğunu fark eden genel menajer büyük bir risk alarak takımı tamamen yeniden kurma yolunu seçti. Hatta bu planda takımın ligin dibine düşmesi ve draftta daha iyi sıralar almak da vardı. Krause planını uyguladı ve Scottie Pippen'ı Houston Rockets takımına takasta kullandı, koç Phil Jackson ile sözleşmeyi yenilemedi ve Jordan'ın bırakması için elinden geleni yaptı. Dennis Rodman, Luc Longley ve Steve Kerr gibi başarılarda önemli payı olan oyuncuları da gönderdi. Takımda kalan Toni Kukoc ve Ron Harper gibi bir iki oyuncu dışında tamamen yeni bir takım ve yeni koç Tim Floyd ile yeni bir oluşuma gitme yolunu seçti. Önceki sezonlarda yedekten gelerek katkı yapan Kukoc takımın skor yükünü taşımasına rağmen Bulls bir önceki sezona göre inanılmaz biz çöküş yaşadı ve lokavt nedeniyle geç başlayan sezonu 50 maçın sadece 13'ünü kazanarak tamamladı. 10 Nisan günü Miami Heat ile oynadıkları karşılaşmada 50 sayı atarak NBA tarihinde bir maçta en az sayı atan takım unvanını ele geçirdiler.
Önceki yılki başarısızlıkları takıma 1999 NBA Seçmeleri'nde ilk sırada oyuncu seçme olarak geri döndü ve 1. sıradan Elton Brand'ı draft ettiler. Harper, Wennington ve Barry'i bedava kaybettikten sonra takım çaylaklar Ron Artest ve Brand önderliğinde sezona başladı. Kukoc'un sakatlanmasından sonra Artest Kısa forvet pozisyonunda ilk beş çıkmaya başladı. Artest sezonda top çalma istatistiğinde tüm çaylaklar arasında 2. sırada yer aldı ve en iyi 2. çaylak beşine seçildi. Brand sayı, ribaund, blok, saha içi isabeti istatistiklerinde tüm çaylaklar arasında 1. sırada yer aldı ve sezonda gösterdiği performansla yılın çaylağı ödülünü kazanma başarısı gösterdi. Ayrıca Brand kulüp tarihinde 20-10 ortalamaları tutturan Artis Gilmore'den sonra 2. oyuncu oldu. Ancak Bulls 1999-20 sezonunu 15 galibiyet 67 mağlubiyet derecesi ile kulüp tarihinin en kötü sezonu olarak kapattı. Diğer sezonda da Jamal Crawford'u draft eden takım sezonu 17 galibiyet 65 mağlubiyet ile tamamladı.
Takım menajeri Krause 2001 NBA Seçmeleri'nde Los Angeles Clippers'ın 2. sırada draft ettiği |
Tyson Chandler'ı kendi oyuncusu Elton Brand'ın karşılığında takas ederek tüm Bulls taraftarını şoke etti. Ayrıca takım draft günü 4. sıradan Eddy Curry'i draft etti. Sezon ortasında menajer Ron Artest, Ron Mercer, Brad Miller ve Kevin Ollie'yi Jalen Rose, Travis Best, Norman Richardson ve 2. tur draft hakkı karşılığında Indiana Pacers'a takas etti. Boşalan koçluk görevine ise Bill Cartwright getirildi. Bulls 2001-02 sezonunu yine konferans sonuncusu olarak tamamlasa da bu kez 6 galibiyet daha fazla alarak 21 galibiyetle sezonu noktaladı.
Bulls takımı 2002-03 sezonuna fazla iyimser girerek başladı. 2002 NBA Seçmeleri'nde geçen sezonki başarısızlıklarının ödülü olarak 2. sıradan Jay Williams'ı draft ettiler. Takım Bill Cartwright'ın koçluğunda genç ve ellerinde bulundurdukları potansiyelli kadroyla Jalen Rose, Crawford, Fizer yeni gelen Donyell Marshall, Curry, Chandler ve gard Trenton Hassell ile 30-52 galibiyet yüzdesiyle önceki sezonlara göre başarılı bir sezon geçirdiler. Sezon sonunda takımı üstüne kurmayı planladıkları Jay Williams en iyi ikinci çaylak beşine seçildi.
2003 yazında takımın uzun süredir genel menajeri olan Jerry Krause sağlık sorunları nedeniyle görevinden istifa ettiğini açıkladı. Onun yerine GM görevine eski yorumcu, koç ve oyuncu olan John Paxon getirildi. Takım yaz aylarında büyük bir darbe aldı, takımın tüm planlarını ona göre yaptığı Jay Williams ağır bir motosiklet kazası geçirerek basketbolu bırakmak zorunda kaldı. Onun sözleşmesi 2004 yılında feshedilmiştir. Takım ayrıca 2003 NBA Seçmeleri'nde 7. sıradan Kirk Hinrich'i seçerek önemli bir hamle yaptı. Ayrıca takımın three peat döneminden efsane oyuncusu Scottie Pippen takıma bu sezon geri döndü. Bu hamlelerden sonra birçok kişi takımın yeniden şampiyonluk günlerine döneceğine inanıyordu. Ancak 2003-04 sezonu Bulls için koskocaman bir hayal kırıklığı oldu. Eddy Curry sakatlıklar ve kişisel sorunlarla uğraştığı için çok maç kaçırdı. Tyson Chandler kronik sırt sakatlığı nedeniyle 30 maç bile oynayamadı. Çok şey bekledikleri eski oyuncuları Pippen'da sezon boyunca diz sakatlığıyla uğraştı. 6. adam Jamal Crawford beklentileri veremeyerek hayal kırıklığı yarattı. Sezon boyunca verilen mücadeleden sonra sezonu 23 galibiyet 59 mağlubiyet ile yılın en kötü 2. takım derecesini elde ederek noktaladılar.
Bulls menajeri Paxson draft günü Phoenix Suns'ın 2004 NBA Seçmeleri'nde 7. sıradan seçtiği Luol Deng'i takasla kadroya kattı. Daha sonra draftta 3. sıradan Ben Gordon'u seçerek önemli bir hamle yaptı. 2. tur 38. sıradan ise Duke koleji gardı Chris Duhon'u draft ettiler. Free agent'tanda kadroya Arjantinli forvet Andrés Nocioni eklendi. Sezonun ilk 9 maçını kaybettikten sonra Bulls takım savunmalarını toparlayıp Ben Gordon'un tamamen devreye girmesiyle toparlanma belirtileri göstermeye başladı. 0-9'la başladıkları 2004-05 sezonunu doğu konferansının en iyi 3. galibiyet yüzdesiyle 47 galibiyet 35 mağlubiyet alarak sezonu tamamladılar ve böylece Michael Jordan'dan sonra ilk defa play-off yapmış oldular. Konferans ilk turundaki rakipleri Washington Wizards takımı idi. Evlerindeki ilk 2 maçı kazanıp 2-0 seride öne geçseler de sonraki 4 maçı kaybederek 4-2 seriyi de kaybedip elenmiş oldular. Sezon sonunda Ben Gordon yılın altıncı adamı ödülünü kazanma başarısı göstererek bu ödülü kazanan NBA tarihindeki ilk çaylak oldu. Ayrıca Toni Kukoc'tan sonra bu ödülü alan ikinci Bulls'lu oyuncu olma unvanına erişti.
2005 yazında takım ilk olarak bu sezon serbest kalacak Tyson Chandler'ı kadroda tutarak yeni sözleşme imzaladı. Eddy Curry'nin kalbinde bir problem olduğu ortaya çıktı ve Bulls yönetimi onun oynamaya devam etmesi için testlere girmesini şart koştu. Ancak Curry bu testlere girmeyi reddedince Michael Sweetney, Tim Thomas için New York Knicks'e Antonio Davis ile birlikte takas edildi. Ayrıca Bulls bu takas sonucu Knicks'ten 2006, 2007 draftlarından 2. tur seçim haklarını da aldı. Bulls 2005-06 sezonunda 41 galibiyet 41 mağlubiyet alarak play-off'lara 7. sıradan katılmaya hak kazandı. Play-off ilk turundaki rakipleri sezon sonunda şampiyon olucak Dwayne Wade ve Shaquille O'Neal'lı Miami Heat takımı oldu. Seriyi 6 maç sonunda 4-2 kaybeden Bulls play-off'lara ilk turdan veda ederek sezonu noktalamış oldu. Bulls için birkaç genç oyuncunun tecrübe kazanması ve Nocioni'nin Miami'ye karşı oynadığı mükemmel oyun teselli oldu.
2006 NBA Seçmeleri'nde Bulls LaMarcus Aldridge'yi 2. sıradan draft etse de Tyrus Thomas ve Viktor Khryapa karşılığında Portland Trail Blazers'a takas etti. Ayrıca draftta 16. sıradan seçtikleri Rodney Carney'i Thabo Sefolosha karşılığında Philadelphia 76ers'e takas ettiler. Daha sonra free agent'tan 4 kez yılın savunmacısı seçilmiş Ben Wallace ile dört yıllığına 60 milyon dolarlık sözleşme imzaladılar. Daha sonra Tyson Chandler'ı da Oklahoma City Hornets'e takas ettiler. 2006-07 sezonunda Bulls 3-9 ile başladıkları sezonda 49-33'lük sonucu ile konferansı 3. sırada bitirdiler.
Play-off ilk turundaki rakipleri ise geçen sene karşılaştıkları son şampiyon Miami Heat oldu. Seriyi 4-0 kazanan Bulls Miami'yi süpürerek tüm NBA izleyicilerini şaşkına uğratmıştı. Çünkü Bulls'un Heat'i elese bile 4-0 eleyeceğini kimse tahmin etmiyordu ve bu yüzden herkes şok olmuştu. Ayrıca aldıkları bu play-off serisi zaferi onların Michael Jordan'dan sonraki kazandıkları ilk play-off serisi zaferiydi. Konferans yarı finalindeki rakipleri ise ezeli rakipleri Detroit Pistons oldu. Serideki ilk 3 maçı kazanan Pistons seride 3-0 öne geçerek büyük bir avantaj yakaladı. NBA tarihinde hiçbir takım 3-0 geriye düştüğü seriden geri gelip kazanamamıştı. Sonraki 2 maçı kazanan Bulls iyi oyunuyla bunun sinyalini vermeye başlayıp ellerine şans geçse de 17 Mayıs günü kendi evlerinde 10 sayıyla yenilerek seriyi 4-2 kaybedip elenmiş oldular.
Takım 2007 yazında kadroya Joe Smith'i kattı ve ayrıca eski oyuncu Adrian Dantley kadroya eklendi. Luol Deng ve Ben Gordon'un sözleşmeleri uzatıldılar. Ayrıca 2007 NBA Seçmeleri'nde 1. tur 9. sıradan Joakim Noah'ı draft ettiler. Yaz döneminde takımın Kevin Garnett, Pau Gasol, ve en önemlisi, Kobe Bryant'ın peşinde olduğu ortaya çıktı ancak hiçbirinde başarılı olunamadı ve John Paxon'da bunlardan biriyle anlaşma sağladıklarını yalanladı.
Bulls sezona 9-16 ile başladıktan sonra koç Scott Skiles görevinden kovuldu. Ayrıca oynadıkları ilk 12 maçın 10'unu kaybetmişlerdi sonradan biraz toparlandılar. Jim Boylan 27 Aralık 2007 tarihinde takımın geçici baş antrenörü olarak göreve getirildi.
21 Şubat 2008 tarihinde Bulls takımı Cavaliers ve Seattle SuperSonics takımları ile çok büyük bir üçlü takas yaptı. Bulls yapılan takasta Ben Wallace, Joe Smith, Adrian Griffin ve 2009 2. tur draft hakkına karşılık Drew Gooden, Cedric Simmons, Larry Hughes ve Shannon Brown'u kadroya takasla katmış oldu. Bulls 2007-08 sezonunu 33 galibiyet 49 mağlubiyet ile 3 sezon play-off yaptıktan sonra play-off yapamayarak noktalamış oldu.
Jim Boylan'ın geçici koçluk süresi doldu ve takım koç aramaya başladı. Onlar eski Phoenix baş antrenörü Mike D'Antoni ile görüşmelere vardı, ama Mayıs 10, 2008 tarihinde o New York Knicks ile anlaştı. Diğer olası seçenekler eski Dallas koçu Avery Johnson ve eski Bulls koçu Doug Collins idi. Collins 4 Haziran 2008 tarihinde takımın koçluğu için Bulls yönetimiyle anlaşamadığını açıkladı. 10 Haziran 2008, Chicago Bulls G.M.'si John Paxson Bulls çalıştırıcısı için, hiçbir koçluk deneyimi olmayan Vinny Del Negroyla biraz da mecburi şekilde kısa süreli olarak anlaştı.
3 Haziran 2008 tarihinde Chicago Tribune gazetesi takımın yardımcı antrenörlük görevine eski Charlotte Bobcats baş anrenörü Bernie Bickerstaff asistan koçluğa ise uzun süredir NBA'de görevli Bob Ociepka'nın teklifleri kabul ettiğini açıkladı.
Takım, uzun bir süre başarısız sonuçlar aldı. Play-offlara ucu ucuna katılan ya da kaçıran ortalama bir takım görüntüsü çizen Chicago'nun kaderi, 2008'de değişti. %1.7 gibi düşük bir şansı olmasına rağmen 2008 draft çekilişi'ni kazandı ve 2008 NBA Seçmeleri'nde 1. sıradan seçim hakkını elde etti. Ayrıca bu kazandıkları draft hakkıyla birlikte 1994 yılından bu yana NBA tarihinde 1. seçim hakkını elde eden en düşük şanslı takım unvanını kazandılar. Bulls 26 Haziran 2008 tarihinde düzenlenen 2008 NBA Seçmeleri'nde Memphis Üniversitesi'nden mezun Chicago doğumlu Derrick Rose'u 1. sıradan seçti. Ayrıca takım drafttan 2. tur 39. sıradan swingman Sonny Weems'i draft etse de onu Portland Trail Blazers'ın 36. sıradan seçtiği Ömer Aşık ve 2. tur draft hakkı karşılığında takas etti. Bulls iç transferde ise 30 Temmuz 2008 tarihinde Luol Deng ile 71.000.000 $ değerinde 6 yıllık yeni sözleşme imzalandı. 2 Ekim günü Ben Gordon ile de 1 yıllık yeni sözleşme imzaladılar.
18 Şubat 2008 tarihinde takım Sacramento Kings ile yaptığı takasta Andrés Nocioni, Drew Gooden, Cedric Simmons ve Michael Ruffin'i vererek karşılığında Brad Miller ve John Salmons'u aldı. Daha sonra devre arasında 19 Şubat 2009 tarihinde Tim Thomas, Jerome James ve Anthony Roberson'ı New York Knicks'e vererek karşılığında Larry Hughes'i takasla kadroya kattı. Daha sonra 2006 draftında kadroya kattıkları swingman Thabo Sefolosha'yı Oklahoma City Thunder'a 2009 1. tur draft hakkına karşılık takas ederek son 24 saatteki üçüncü takasını gerçekleştirmiş oldu. 2008-2009 sezonunda Derrick Rose'un önderliğinde 7. sıradan play-offlara kalan Bulls sezonu 44-44'lük bir derece ile tamamladı. İlk turda o yıl şampiyon olucak Boston Celtics ile eşleşti. Rose, serideki ilk maçta 36 sayı 11 asist ile ilk play-off maçında en yüksek sayı atan çaylak oyuncu olarak Kareem Abdul-Jabbar'ın rekorunu kırdı. Çok çok çekişmeli giden seride oynanan 7 maç da uzatmaya kaldı. Son maçı kaybederek Chicago bu seriden 4-3 ile mağlup ayrılsa da gelecek için herkese olumlu sinyaller verdi.
Sonraki sezon 2009 NBA Seçmeleri'nde 1. tur 16. sıradan müthiş atlet forvet James Johnson'u draft ettiler. Ayrıca 2. tur 29. sıradan Taj Gibson draft edildi. Sezona iyi başladılar fakat takımın en önemli oyuncularından Ben Gordon'ın D |
etroit Pistons'e bedava gitmesiyle skor yükünü üstlenecek adam sıkıntısı yaşadılar. 18 Şubat 2010 tarihinde John Salmons'ı Milwaukee Bucks'a Joe Alexander ve Hakim Warrick karşılığında takas etti. 2009-10 normal sezonunda 41 galibiyet 41 mağlubiyet alarak sezonu 8. bitirebildiler. Play-off ilk turunda LeBron James'li Cleveland Cavaliers ile eşleştiler ve seriyi 4-1 kaybederek 2009-10 sezonunu erken noktalamış oldular. 4 Mayıs 2010 tarihinde Bulls baş antrenörü Vinny Del Negro'yu görevinden kovduğunu açıkladı.
2010-2011 sezonunda takım adeta küllerinden doğdu. 2010 yılının Haziran ayında takım boşalan koçluk görevine Boston Celtics'in asistan koçu Tom Thibodeau getirildi ve onla 3 yıllık sözleşme imzalandı. 7 Temmuz tarihinde Utah Jazz'ın forveti Carlos Boozer ile 80 milyon dolar değerinde 5 yıllık sözleşme imzalandı. Daha sonra Washington Wizards'tan eski oyuncuları Kirk Hinrich'i kadroya eklediler. Bulls ayrıca NBA'in en iyi en keskin şutörlerinden Kyle Korver ile 3 yıllığına 15 milyon dolardan anlaşmaya vardı. Aynı gün Türk All-Star Ömer Aşık ile de sözleşme imzalandı. Bench oyuncuları olarak kadroya Ronnie Brewer ve C. J. Watson, Kurt Thomas, Keith Bogans ve Brian Scalabrine transfer edildi.
Derrick Rose 2010-11 normal sezonunda harika bir sezon geçirerek NBA MVP ödülünü kazanma başarısı gösterdi ve lig tarihinde bu ödülü kazanan en genç oyuncu olma unvanına erişti. Rose ayrıca o ödülü kazanmayı başaran Michael Jordan'dan beri ilk Bulls oyuncusu oldu. Takım olarak Chicago normal sezonu 62 galibiyet 20 mağlubiyet ile normal sezonu 1. sırada tamamladı ve 1998 yılında Jordan'lı kadrodan bu yana ilk kez normal sezonu ilk sırada tamamladılar. Bulls play-off'ta ilk turda Atlanta Hawks ile eşleşti ve bu seriyi fazla zorlanmadan 4-1 ile geçtikten sonra konferans yarı finalinde Indiana Pacers ile eşleştiler. Bu seriyi de 6 maç sonucu 4-2 ile geçtikten sonra konferans finaline çıkmayı başararak Miami Heat'in rakibi oldular. 1998 yılından beri Michael Jordan'dan sonra Chicago Bulls ilk defa konferans finaline çıktı. Serinin ilk maçını kazanıp iyi sinyaller verselerde sonraki üst üste 4 maçı kaybederek seriyide 4-1 kaybetmiş play-off'lara veda etmiş oldular.
Benny Bull Chicago Bulls takımının resmi bilinen ana maskotudur. Maskot ilk kez kamuoyuna ve seyirciye 1969 yılında gösterilmiş tanıtılmıştır. Benny profesyonel spor tarihinin bilinen en eski maskotu unvanını taşımaktadır. Benny Bull'un bilinen ve destek verilen sponsoru Red Bull'dur ve maçlarda 1 numaralı forma giymektedir. Ayrıca Benny'nin 1995 yılında seyirciye tanıtılan Da Bull adında bir kuzeni vardır ve o da Chicago Bulls'un 2. maskotluğunu yapmaktaydı. Da Bull özellikle smaç yapma konusunda başarılı birisi olarak tanınır. Ancak 2004 yılında o arabada uyuşturucu ve esrar bulunduğu gerekçesiyle tutuklandı. Bu olaydan sonra Chicago Bulls onu maskotluktan kovdu. Benny kırmızı renkliyken kuzeni Da Bull aksine kahverengi rengine sahipti. Ortalama bir yüz ifadesi vardı ve 95 numaralı forma giyerdi.
NBA En Değerli Oyuncu
NBA Yılın Savunma Oyuncusu
NBA All-Star Hafta Sonu Üç Sayı Yarışması
NBA All-Star Hafta Sonu Smaç Yarışması
NBA Yılın Çaylağı
NBA Yılın Altıncı Adamı
NBA Finalleri MVP
NBA All-Star Maçı MVP
NBA All-Star Skil Yarışması Şampiyonu
ESPY Ödülleri: Yılın En İyi NBA Oyuncusu
NBA Sportmenlik Ödülü
NBA Yılın Koçu
NBA Yılın Yöneticisi
NBA Sayı Kralı
NBA Yılın Birinci Beşi
NBA Yılın İkinci Beşi
NBA Yılın Üçüncü Beşi
NBA Yılın Birinci Savunma Beşi
NBA Yılın İkinci Savunma Beşi
NBA Yılın Birinci Çaylak Beşi
NBA Yılın İkinci Çaylak Beşi
NBA All-Star seçilenler
NBA All-Star konferans koçluğu
Çekirdek (anlam ayrımı)
Çekirdek, şu anlamlara gelebilir;
Aba-Puş Balı Sultan
Aba-Puş Balı Sultan (1368, Afyonkarahisar - 1485, Afyonkarahisar), mutasavvıf şair ve Mevlevi şeyhidir. Sultan Veled´in ve Germiyanoğlu Süleyman Şah'ın torunu, Hızır Paşa'nın oğludur. Şiirlerini Farsça yazmıştır. Çocuğunun hastalığı üzerine yazdığı Türkçe bir kıta bilinmektedir.
César Franck
César Franck, (d. 10 Aralık 1822, Liège - ö. 8 Kasım 1890, Fransa), Belçika doğumlu Fransız klasik batı müziği bestecisidir.
Küçük yaşlarda müziğe olan yeteneği ortaya çıkan Belçika asıllı besteci Franck’i bankacı olan müziksever babası piyano virtüözü olarak yetiştirmek istiyordu. 1830-1835 arasında eğitim Liège’de gördü. 13 yaşına geldiğinde piyanist olarak ülke çapında bir turneye çıktı. Turnenin tamamlanmasının hemen ardından Liszt, Berlioz gibi virtüözlerin öğretmeni Anton Reicha'yla armoni çalışmak için Paris’e gitti.
1837-1842 yılları arasında Paris Konservatuvarı'nda çalışmalarına devam etti. Başlangıçta yabancı olduğu için Paris Konservaturı’na kabul edilmekte sorun yaşadıysa da (Annesi Alman’dı, babası ise Belçika-Almanya sınırındandı), okula girdikten sonra başarıları ile herkesi şaşırttı ve pek çok ödül aldı.
1843’te Fransa’ya yerleşen besteci, 1848’te öğrencisi Félicité Desmousseaux ile evlendi; 1870 yılında Fransız vatandaşlığına geçti. Bu dönemde piyanistliği bırakarak Sainte-Clotilde Kilisesi'nde koro şefliği ve orgçuluk yaptı. Ömrünün 1858’den itibaren 40 yılını aynı kilisede orgcu olarak geçirdi.
Doğaçlama yeteneği ile Parisli müzikseverlerin ilgisini çekti. Bunlar içinde kendisini kilisede dinlemeye gelen, dünyanın en iyi piyano virtüözü olarak kabul edilen Franz Liszt de vardı. 1866’da dinlediği bir konserin ardından Liszt, Franck’ın stilini Bach’a benzetti. Fransa’da klasik org yorumculuğunu yeniden canlandıran Franck, Büyük Org için 6 Parça isimli eserini 1862’de tamamladı. Yorumculuğu, besteci kimliğinin çok önünde olduğu için, yazdığı eserler bu dönemde pek önemsenmedi. 1885 yılında bir Fransız vatandaşının alabileceği en önemli nişan olan Chevalier de Legion D’Honneur ile onurlandırıldı.
Franck’in eserleri, 1880’lere kadar fazla tanınmadı. 1871’de eserlerinden birisi Ulusal Müzik Topluluğu’nun programında yer alınca, ertesi sene konservatuvarda öğretmenlik teklifi aldı ve burada bazı fikirlerini çevresinde toplanan bir grup öğrenciye aşıladı. Eserlerinin çoğu tepki çekmekteydi, ilk başarısı Ulusal Müzik Topluluğu konserinde alkışlanan Yaylı Dörtlüsü ile geldi. Bu konserden birkaç hafta sonra bir trafik kazasında hayatını kaybetti. Montparnasse Mezarlığı’ndaki mezarında büyük heykeltıraş Auguste Rodin tarafından yapılmış bir portresi yer alır.
Franck’in eserleri ölümünden sonra popüler olmuştur. Eserlerindeki özgün armonik yapı ile Debussy, Ravel gibi bestecileri etkilemiştir. Klasik formal disiplini romantik duygusal müzik diliyle birleştirerek yaşadığı dönemde ikiye ayrılmış olan Fransız müzik dünyasını birleştirmeye çalışmıştır.
Hakaslar
Hakaslar, Sayan dağlarından kuzey denizine doğru Yenisey Irmağı boyunca uzanan bölgede oturan göçebe Türk boylarına denir. Hakaslar, Abakan Türkleri, Yenisey Kırgızları, Minusinsk Tatarları veya Abakan Tatarları gibi değişik adlarla da anılmışlardır.
Esas olarak. geçen yüzyılda Abakan Türkleri olarak adlandırılan Hakaslar çeşitli ağız ve lehçeleri konuşan Güney-SibiryalıTürk halklarının bir bölümüdür. Doğu-Sibiryanın güneyinde yaşayan Hakaslar Sagay, Kaça, Beltir. Şor Türklerinden oluşur, Hakasça da bunların ortak yazı dilinin adıdır.
Hakaslar, Çin kaynaklarında 黠戛斯 "xiájiásī" (Kırgız) olarak geçen Yenisey Kırgızlarının torunları olup eski adları "Hooray" yerine Ruslarca önce "Tatar", sonra da 1923 yılında "Hakas" adı verilmişştir. Resmen Hristiyan sayılmalarına rağmen Şamanisttirler.
Hakas nüfusu 1939 sayımına göre 52.000'dir. 1959'da ise 56.600 olan nüfusun 40.000'ini Hakaslar oluşturmaktadır. Ülkede Hakasların dışında Ruslar, Ukraynalılar ve Tatarlar yaşar. Tabii Hakas özerk bölgesi dışında, Krasnoyarsk ve Tuvada'da Hakasların yaşadığını belirtmek gerekir. 1989'da ise Hakasça konuşanların toplamı 81,428'dir.
Abakan boylarında "yasaul (yasağul/yasavul)" adı verilen bir yardımcısı olan başka idare eder. Başkanlar seçimle gelir. hukuki sorunlar "bozkır kanunlarına" göre mahkeme ile çözülür. Çarlık Rusyasında bu mahkeme kararları meşru kabul edilmiştir.
Hakaslar örf ve adet bakımından Altay Türklerine benzerler. Erkek elbiseleri Ruslarınki gibidir. Kadınlarınki daha farklıdır. Saçlarına süs esyaları takarlar. Genç kızların yörüklerdeki gibi 15-20 örgülü belikleri vardır. Evlenmelerde kız beğenme, kız isteme, düğün ve düğün ziyaretleri merasimleri vardır. Kalın (gelin) kaçırma ve karşılığında kız tarafına "kalın ödeme" adeti vardır. Evli kadınların kocalarını terketmesi halinde "kalın" erkek tarafına geri ödenir. Doğan çocuklara eski adetlere göre ad verilir. Çocuklar altı aylık olduğunda resmi olarak hristiyan gözüktükleri için vaftiz edilirler ve bir hristiyan adı alırlar; ancak bu ad günlük yaşamda kullanılmaz. Şaman dininin kurallarına göre hareket ederler. Tahta sandıklara kotydukları Ölülerine elbise giydirip mezara atının eğeri ile birlikte kurganlara gömerler. Gömülmeden sonraki üç, yirmi, kırk ve yüzüncü günlerde çeşitli törenler yapılır ve yemek verilir. Kırkıncı gün töreninde ölenin atı kesilir, eti yenir; atın başı bir mızrak ucunda mezarın başına dikilir.
Hakasların sözlü edebiyatları zengindir. Bu ürünler içerisinde çok hacimli olmayan, eski Türk kültür ve inancının izlerini yoğun bir şekilde taşıyan kahramanlık destanları önemli bir yere sahiptir. Hakas foklorunda destanlar çoğunlukla "alıptığ nımah" bazen de "çaalığ nımah" şeklinde adlandırılmakta bunları icra edeır destancılara da "haycı" adı verilmektedir. En çok bilinen destanlar: "Alıp Soyan, Altın Pirkan, Ay Mökö, Kan Mergen, Altın Taycı, Kan Tögös, Altın Kus."
hakas kadın kıyafetleri ile aksesuarları erkeklerinkine göre oldukça renkli ve çeşitlidir. Giysileri rengarenk olup genelde yıldız, çiçek ve geometrik şekillerle bezelidir. Zengin kadınların elbiselerinde mercan, gümüş ve altın düğmeler bulunur. Evli kadınlar bakır tele iliştirilen birkaç mercan boncuk, gümüş, sikke ve ipek püskülden oluşan küpe takarlar, dul kaldıklarında ise bunları çıkarır, sadece tek küpe takarlardı.
Doğan Nadi Abalıoğlu
Doğan Nadi |
Abalıoğlu, (d. 1913, İstanbul, Osmanlı Devleti - ö. 1969, Londra, Birleşik Krallık), Türk gazeteci.
Orta öğrenimini Galatasaray Lisesinde yaptı. Lozan Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdikten sonra (1937) Türkiye'ye döndü ve babası Yunus Nadi´nin yayınlamakta olduğu Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladı. Ölümüne kadar Cumhuriyet´te ve bir ara Tasvir´de (1946-47) yazdı. Günlük fıkraları ile tanındı. Günlük fıkralarından seçerek meydana getirdiği, "Bir dakika" (1957) yegane kitabıdır.
Yorgo Bacanos
Yorgo Bacanos (d. 21 Eylül 1900, Silivri - ö. 24 Şubat 1977 İstanbul), Türk müziğinin ünlü udisidir.
Yorgo Bacanos, Rum ve Çingene asıllıdır. Lavtacı Haralambos'un oğludur. Birçok üyesi musikişinas olan bir ailede yetişmiştir. Aleko Bacanos erkek kardeşi, Kemençeci Anastas dayısıdır. Kemençeci Sotiri ve Paraşko Leondaridis ile de kardeş çocuklarıdır. Büyükbabası Leondi Efendi kemençe, dedesi Ligori Efendi ise kanun çalıyordu.
Saint Benoit Fransız Lisesi'nde okurken müzik tutkusuyla okulu yarıda bıraktı. Babasından aldığı ud ve lavta dersleri ile musikiye başladı. Önce babasından, sonra Udi Kirkor ve Karnik Garmiyan Efendi'den nota ve usul, Büyük Sinanyan'dan da batı musikisi türünde piyano dersi aldı. 12 yaşında, Taksim'deki Eftalipos Gazinosu'nda uduyla fasıllara katılarak musiki dünyasına girdi. Birkaç yıl içinde tanınmış bir udi oldu.
İzmir Enternasyonal Fuarı
İzmir Enternasyonal Fuarı (İzmir Fuarı veya, özellikle İzmir içinde, kısaca Fuar da denilir) her yılın Eylül ayında İzmir'in kurtuluş günü olan 9 Eylül'ü içine alacak 10 günlük bir zaman dilimi içinde düzenlenen Türkiye'nin en köklü, en tanınmış ve en kapsamlı fuarıdır. İlk kez 2007 yılında bünyesinde, uluslararası bir kongre olan 3. Türkiye Acil Tıp Kongresi'ni de barındırmış olan fuar 80. kez kapılarını 2011 yılında halka açtı. Ana teması "Çevre ve Çevre Teknolojileri" olan organizasyonun Onur Konuğu ili Denizli, Onur Konuğu ülkesi ise Avusturya olmuştur. İzmir Kültürpark'ta (bu park alanı da bazen kısaca Fuar olarak adlandırılır) düzenlenir. Ancak İzmir Enternasyonal Fuarı (İEF), esasında, örneğin 2005 yılı için İzmir Kültürpark alanında düzenlenmiş olan ve çoğu zaten uluslararası nitelikli 37 fuardan sadece bir tanesidir.
İzmir Enternasyonal Fuarı'nı İzmir'de düzenlenen diğer fuarlardan ayıran özellik, tarihçesinin yanı sıra, belli bir sektör ile kısıtlı kalmayan, ithalat ve ihracat potansiyeli olan ürünlere dönük, teknolojik yenilikler içeren ve Türkiye piyasasına ilk adımlarını atan partönerler açısından önem arzeden kimliğidir. Evvelce bir ay süren İEF süresinin kısaltılarak 10 güne indirilmesi sayılan alanlarda daha da uzmanlaşarak güçlü bir niche yakalanmasını sağlamıştır.
Bölge ve ülke ekonomisine büyük katkısı olan İzmir Enternasyonal Fuarı, böylece Türkiye'nin "dünyaya açılan penceresi" sloganıyla ülke tanıtımında ve ikili ticari ilişkilerin gelişmesinde önemli bir işlev üstlenmektedir. Türkiye'nin Fuarlar Birliği'ne üye ("1948'den beri") tek genel ticari fuarıdır. Teknolojinin ve yenilikçiliğin ön plana çıktığı sektörler olan otomotiv, elektrik, elektronik, iş makinaları, gıda ve ambalaj makinaları gibi uzmanlaşmaya dayalı faaliyet alanları fuar etkinlikleri içinde ağırlıklı bir yer işgal etmektedir.
İzmir Enternasyonal Fuarı günümüzde, İzmir Kültürpark'ta yer alan pek çok fuarcılık etkinliğini düzenleyen İzmir Fuarcılık Hizmetleri Kültür ve Sanat İşleri (İZFAŞ) tarafından organize edilmektedir.
İzmir Enternasyonal Fuarı'nın doğuşu, 17 Şubat 1923'te (henüz Cumhuriyet ilan edilmemişken) Mustafa Kemal Paşa'nın emriyle İzmir'de toplanan İzmir İktisat Kongresi'ne uzanır. İktisat Kongresi ile eşzamanlı olarak bir ticari ürünler sergisi düzenlenmiş, sergi mekanı olarak İkinci Kordon'da Osmanlı Bankası'nın deposu olarak kullandığı Hamparsumyan binası seçilmiştir. Burada, el tezgâhı ve küçük sanayi ürünleri; Isparta, Kula, Gördes, Uşak kilim ve halıları, yağ ürünleri, sabunlar, makarna ve unlu yiyecekler, kolonyalar, helvalar, ihraçlık pamuklar, ayakkabı, mobilyalar, deri ürünleri, tarım araçları, kiremit, tuğla, maden örnekleri, tütün, sigara, şarap örnekleri, kereste çeşitleri sergilenmiştir.
İzmir İktisat Kongresi Sergisi'nden sonraki ilk sergi Eylül 1927'de, "9 Eylül Mahalli Sergisi" adı altında Mithatpaşa Sanat Enstitüsü'nde açılmıştır. İzmir Ticaret Odası'nın teklifi ve İzmir Valisi Kazım Dirik'in kararı ile açılan sergide 71 resmi kuruluş, 195 yerli firma ve 9 ülkenin 72 kuruluşunun ürünleri sergilendi. Sergiyi 80 bin 744 kişi gezdi.
İkinci 9 Eylül Sergisi Eylül 1928'de yine aynı binada ve uluslararası düzeyde gerçekleşti. Sergiye 155'i yabancı olmak üzere 515 firma katıldı.
1935 İzmir 9 Eylül Panayırı dönemin İktisat Vekili Celâl Bayar tarafından açılmıştır. 311 bin kişinin gezdiği panayır, bugünün organize uluslararası fuarının öncüsü oldu. Fuar alanının temeli, evvelce 1922 İzmir Yangını'nda kül olmuş mahallelerin bulunduğu ve sonraki yıllarda şehrin ortasında bir pislik ve derbederlik yuvası haline gelmiş bulunan bugünkü yerinde 1 Ocak 1936'da törenle atıldı. 360 bin metre karelik alanın Kültürpark haline getirilmesi ve yılın belirli bir ayında bu alan üzerinde uluslararası bir fuarın gerçekleştirilmesi planlandı. Kültürpark alanının düzenleme çalışmaları, dönemin İzmir Belediye Başkanı Dr. Behçet Uz'un ve gazeteci sıfatıyla Moskova kültürparkını gezmiş olan yardımcısı Suat Yurtkoru'nun yönetiminde olağanüstü çabalarla, proje aşamasında da dönemin Moskova Belediye Başkanı Bulganin tarafından görevlendirilen mimarların tasarımı çerçevesinde 1936 yılında tamamlanmış; bu tarihten itibaren İzmir Uluslararası Fuarı Kültürpark'ta açılmıştır. İzmir, Kültürpark ve Fuar adeta özdeşleşmiştir. Lozan Kapısı önünde yapılan coşkulu törene Mısır, Yunanistan ve Sovyetler Birliği'nden 48 yabancı kuruluş, 32 vilayet pavyonu ve 45 yerli kuruluş katıldı. 1937 İzmir Enternasyonal Fuarı, diğer yıllara göre çok daha büyük bir coşkuyla hazırlandı. Açılışı İktisat Vekili Celâl Bayar yaptı. Fuar'ın en büyük özelliği Kültürpark'ın sürekli bir kurumuna dönüşecek olan Paraşüt Kulesinin açılışı oldu. 104 yabancı şirketin katıldığı Fuar'da 424 yerli kuruluş temsil edildi. Bu rakamlar 1938 yılında fuarına 140 yabancı, 46 devlet kurumu ve 527 yerli kuruluşun, 60 bin metre kare fuar alanının eklenmesiyle hazırlanan ve açılışını Başvekil Dr. Refik Saydam'ın yaptığı 1939 fuarına 574 yabancı şirket. 27 devlet kurumu ve 333 yerli şirket katılmasıyla giderek arttı.
1940 yılında sürmekte olan II. Dünya Savaşı yüzünden katılımın olmayacağı ileri sürülmesine karşın yerler çok önceden kiralandı, ancak fuar zararla kapatıldı. Açılışı Ticaret Vekili Nazmi Topçuoğlu yaptı. 30 Ağustos tarihinde Millî Piyango ilk kez fuarda çekildi. Fuara 243 yabancı, 463 yerli şirket katıldı. Savaşa karşın 1941 yılında Fuar hazırlıkları eksiksiz gerçekleşti. 1942 fuarı ise sürmekte olan savaş gerekçesiyle Hükümet kararı ile açılamadı. 1943 İzmir Enternasyonal Fuarı Başvekil Şükrü Saraçoğlu himayesinde açıldı. Ziyaretçi sayısı bir milyon kişiyi aştı. 1944, 1945, 1946 İzmir Enternasyonal Fuarı, "millî mahiyette" açılabildi. Uluslararası fuarlar 1947 yılından itibaren kesintisiz ve giderek önem kazanarak devam etti.
.28 Ağustos – 6 Eylül 2009 tarihleri arasında düzenlenmesine karar verilen 78. İzmir Enternasyonal Fuarı’nda, onur konuğu ülke Etiyopya, onur konuğu il Çanakkale olacak. Fuar teması ise İletişim Teknolojileri ve Telekomünikasyon olarak belirlendi.
78. İEF’DE TEMA: IT
İEF’nin her yıl farklı bir tema çerçevesinde düzenlenmesine ilişkin çalışmalar, önemli bir mesafe kaydetti. Tema tercihinde yeni nesil sektörlere öncelik verilirken; tematik anlayış ticari katılıma dinamizm getirdi. Tema çerçevesinde düzenlenen etkinlikler ise yaşadığımız dönemin gündemiyle örtüştü.
Buna gore; teknolojinin en hızlı geliştiği dallardan biri olan iletişim teknolojileri ve telekomünikasyon hizmetleri günlük yaşamı yeniden belirlerken ve modern dünyayı biçimlendirirken, Türkiye’nin en eski fuar organizasyonunun teması da İletişim Teknolojileri ve Telekomünikasyon oldu.
Bu yıl İEF’de, öncelikle haberleşme, yönlendirme ve bilgilendirme teknolojileri, bireysel ve kitle iletişim araçlarındaki son yeniliklerin tanıtımları yapıldı.
78. İEF ONUR KONUĞU İL : ÇANAKKALE
2005 yılından bu yana sürdürülen Onur Konuğu İl uygulaması bu yıl Çanakkale ile sürdü.
Çanakkale, 78. İzmir Enternasyonal Fuarı’nda, sanayi ve ticaretinin yanı sıra tarihsel zenginlikleri, yöresel kültürü, yemekleri, el sanatları, örf, adetleri ve diğer tüm yönleriyle kendisini tanıtma ve sergileme olanağını buldu.
Çanakkale, illerin başvuruları neticesinde, İZFAŞ Yönetim Kurulu’nun oybirliğiyle aldığı karar sonucunda 78. İEF’nin onur konuğu ili oldu.
Önceki yıllarda, sırasıyla Mardin, Uşak, Çorum ve Karabük İzmir Enternasyonal Fuarı’na onur konuğu il olarak katılmıştı.
78. İEF ONUR KONUĞU ÜLKE: ETİYOPYA
1992 yılından bu yana sürdürülen Onur Konuğu Ülke uygulaması bu yıl, Etiyopya Federal Demokratik Cumhuriyeti ile sürdü.
Şimdiye değin, sırasıyla Fransa, İtalya, Romanya, İsveç, Pakistan, Endonezya, Hindistan, Bulgaristan, Moldova, Çin Halk Cumhuriyeti, Bosna ve Hersek, Mısır, Rusya Federasyonu, Tunus, Kazakistan, Ukrayna ve Küba’nın onur konuğu ülke olduğu fuarda, kuzey Afrika dışı bir Afrika ülkesi ilk kez onur konuğu oldu.
Ülkeler arası ticari ve sosyal ilişkilerin gelşitirilmesinde önemli katkı sağlayan onur konuğu ülke uygulamasında amaç, Etiyopya’yı kültürel boyutunun yanı sıra ticari ve yatırım olanaklarıyla tanıtmak olacak.
İZFAŞ Yönetim Kurulu’nun oybirliğiyle aldığı karar sonucunda 78. İEF’nin onur konuğu ülkesi olan Etiyopya, özellikle hidroelektrik santralleri başta enerji ve telekomünikasyon konusunda Türk yatırımcı bekliyor.
Yüzölçümü bakımından Afrika’nın en büyük ülkelerinden biri olan Etiyopya, tarihsel açıdan ise 3 milyon yıl öncesinde yaşayan atalarımızın ülkesi olarak kabul ediliyor.
Bir genel ticaret fuarı niteliği taşıyan ve Türkiye’nin en eski fuar organizasyonu olan İzmir Enternasyonal |
Fuarı’na her yıl 15 farklı ürün grubunda, yerli yabancı 1000’i aşkın firma, 60’a yakın ülke katılıyor ve 10 gün süreyle açık kalan fuarı, 1,5 milyon kişi ziyaret ediyor.
77. İzmir Enternasyonal Fuarı ise 52’si yabancı, 791’i yerli toplam 843 firmanın katılımı ile 2008 yılında gerçekleşti. Onur konuğu ülkesi Küba, onur konuğu ili Karabük, teması "Küresel Isınma ve İklim Değişikliği" idi.
Fuar süresince 6 yabancı bakan, 4 bakan düzeyinde temsilci konuk eden İzmir’de, 77. İzmir Enternasyonal Fuarı kapsamında Küba, Fransa ve Özbekistan iş günü; Ukrayna iş forumu düzenlendi. Fuarın ziyaretçi sayısı ise yaklaşık 1.5 milyon civarı olarak açıklandı.
Yurdal Tokcan
Yurdal Tokcan (d. 1966, Ordu), ud sanatçısıdır.
Yurdal Tokcan, 1988 yılında İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı'ndan mezun oldu. Aynı üniversitede master yaparken 1989-1997 yılları arasında ud sazı öğretim görevlisi olarak çalıştı. 1990 yılında, sanat yönetmenliğini Tamburi Necdet Yaşar'ın yaptığı Kültür Bakanlığı İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu'na ud sanatçısı olarak atandı.
Yurdal Tokcan, ud sazının geleneksel icrasını günümüz tınılarıyla birleştirerek kendi özgün tekniğini geliştirdi. Bu tekniğin yansımalarını perdesiz gitar üzerinde de uygulayan Tokcan'ın, geleneksel melodi zenginliğini teknik ve çoksesli tınılarla birleştirdiği birçok saz eseri de bulunmaktadır.
İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu'ndaki görevinin yanı sıra, İstanbul Fasıl Topluluğu, İstanbul Tasavvuf (Dergah) Topluluğu ve özellikle akademik kurumlarda konserler verdiği İstanbul Sazendeleri ile birlikte çalışmalarına devam etmektedir. Tokcan albüm ve kayıt çalışmalarına katıldığı bu ekiplerle birlikte Türk Müziğini temsilen birçok ülkede (Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda, İspanya, Yunanistan, Türkmenistan, Bosna-Hersek, İsrail vb.) konserler vermiştir.
Bütün bu aktivitelerin yanı sıra, Nisan 2001'de Amsterdam Perküsyon Grubu ve Oda Orkestrası ile birlikte katıldığı 'Ud Sazı Etrafında Avrupa Müziği' konulu konserde solist sanatçı olarak yer almış; Mercan Dede Ensemble ile 2000-2001 yıllarında Akbank Uluslararası Caz Festivali'ne katılmıştır. Yine Şubat 2002'de Göksel Baktagir ve İsrailli Müzisyenlerle oluşturdukları Grup Baharat ile birlikte İsrail'de birçok konser vermiştir.
Almanya Dresten'de düzenlenen 3.Uluslararası Ud-Lavta Festivali'ne davet edilmiş ve burada Türkiye'yi temsilen yer almıştır.
Kudsi Erguner'in çeşitli projelerinde de yer alan Yurdal Tokcan, Erguner ile birlikte yurtiçinde ve yurtdışında birçok konsere katılmıştır.
1997'de Fransa'da, Burhan Öçal, Göksel Baktagir, Selim Güler, Arif Erdebil'den oluşan ekiple yaptıkları konser aynı zamanda albüm olarak piyasaya sürülmüş ve 1998'de Fransız otoriteleri tarafından en iyi etnik albüm olarak ödüllendirilmiştir.
2002 yılında Hisleniş isimli solu ud albümü yayınlandı. 2004 yılında ise Bende Can isimli 2. solo albümünü yayınladı.
Yunus Nadi Abalıoğlu
Yunus Nadi Abalıoğlu (1879 - 28 Haziran 1945), "Cumhuriyet" gazetesini kuran Türk gazeteci ve siyasetçidir.
II. Abdülhamid döneminde öğrencilik yıllarında başladığı gazeteciliği "Yeni Gün" gazetesini ve ardından "Cumhuriyet" gazetesini çıkararak ömür boyu sürdürdü. Gazeteciliğinin yanı sıra Osmanlı Mebuslar Meclisi'nde mebus, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde altı dönem milletvekilli olarak bulundu. Kurtuluş Savaşı'nda verilen milli mücadeleyi ve Atatürk'ün Devrimlerini kararlılıkla desteklemiş bir kişidir.
Gazeteci Nadir Nadi Abalıoğlu, gazeteci Doğan Nadi Abalıoğlu, Nilüfer Nun ve Leyla Uşaklıgil'in babasıdır.
Anısına her yıl öykü, roman, şiir, karikatür ve sosyal bilimler alanlarında ödüller verilmektedir.
1879 yılında Fethiye’de Seydiler Köyü’nde dünyaya geldi. Babası Fethiye eşrafından Abalızade Halil Efendi'dir.
İlköğrenimini Fethiye’de tamamladıktan sonra Rodos’ta Ahmet Mithat Efendi ve Tevfik Ebüzziya’nın sürgünlükleri sırasında kurdukları ve o dönemde çok saygın bir okul olan Süleymaniye Medresesi'ne devam etti. Bu okulda, Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi. Öğrenimine İstanbul’da Galatasaray Sultanisi'ne ve İstanbul Hukuk Mektebi’nde devam etti. Öğrenciliği sırasında Malumat gazetesinde yazı yazarak gazetecilik yaşamına başladı.
1901’de, hükümet aleyhtarı gizli bir cemiyetle ilgili görülerek Midilli kalesinde üç yıl hapse mahkûm edildi. Cezasını Fethiye’de çekme isteği kabul görünce Fethiye’ye gitti ve Meşrutiyetin İlanı’na kadar orada kaldı. Sürgün döneminde Fethiye’de Nazime Hanım ile evlendi. Bu evlilikten Nadir (1908), Doğan(1912), Nilüfer, Leyla (Uşaklıgil) adlı dört çocuğu dünyaya geldi.
1908’de İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye olan Yunus Nadi, Meşrutiyet’in ilanı üzerine İstanbul’a geldi. İkdam ve Tasvir-i Efkar gazetelerinde çalıştı.
1909’da Selanik’e gitti ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’yle yakın ilişkisinden nedeniyle bu cemiyetin Selanik’te çıkan yayın organı Rumeli Gazetesi'ne başyazar oldu (1910).
Balkan Savaşı başlayınca yeniden İstanbul’a dönen Yunus Nadi, 1912 Nisan-Ağustos tarihlerinde Osmanlı Meclis-i Mebusanı'na Aydın Mebusu olarak girdi. Bir yandan da babaları Tevfik Ebüzziya’nın ölümü üzerine artık Velid ve Talha Ebüzziya kardeşlerin çıkardığı Tasvir-i Efkar’da başyazılar yazmaya ve yazı işlerini yönetmeye devam etti.
Savaş sırasında işgale uğrayan Edirne’nin kurtarılması için kamuoyunu harekete geçirme görevi İttihat ve Terakki tarafından kendisine verildi ve bu amaçla başarılı bir kampanya yürüttü. Edirne’nin geri alınması ile sonuçlanan II. Balkan Savaşı’ndan sonra Sofya’da ateşemiliter olan Mustafa Kemal, memleket ve dünya hakkındaki düşüncelerini içeren yazılarını Selanik’te tanıştığı Yunus Nadi’ye göndermekteydi. Yunus Nadi, bu yazıları Tasvir-i Efkar’da yayımladı.
Çanakkale Savaşı sırasında Enver Paşa’nın getirdiği yasağa Tasvir-i Efkar gazetesi yazı işleri müdürü Abidin (Daver) Bey ile birlikte karşı çıktı ve izin verilmemesine rağmen Mustafa Kemal’in resmini gazetede yayımladı. Bu resim, Mustafa Kemal’in İstanbul basınında yayımlanan ilk resmi oldu.
1. Dünya Savaşı'ndan sonra Velid Ebuzziya ile anlaşmazlığa düştüğü için Tasvir-i Efkar gazetesinden ayrılan Yunus Nadi, 1918'de Yeni Gün gazetesini kurdu. Aynı yıl son Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nda İzmir Mebusu seçildi. Anadolu'daki milli mücadele hareketini desteklediğini Yeni Gün’de açıkça yazdı. Gazetesi, Sultan Vahdettin'in ve İngiliz güçlerinin baskısı nedeniyle sık sık kapatıldı.
16 Mart 1920’de İstanbul'un işgalinden bir gün sonra gazetesi İngilizler tarafından kapatıldı. Yunus Nadi Anadolu'ya geçmek zorunda kaldı. 10 Ağustos 1920'den itibaren gazetesini “"Anadolu’da Yeni Gün"” adıyla çıkardı ve Anadolu'daki milli mücadeleyi desteklemeye devam etti. Gazete, 11 Mayıs 1924'e kadar Ankara’da yayımlandı.
Yunus Nadi Bey, Anadolu’ya kaçışı sırasında Halide Edip Hanım ile tanışmıştı. Bu tanışma sırasında Anadolu'ya milli mücadele hakkında daha rahat bilgi akışı sağlayacak bir haber ajansı kurulması fikri doğdu, böylece Anadolu Ajansı'nın temelleri atıldı. Ajansın kuruluşu 6 Nisan 1920’de gerçekleşti.
Ankara hükümeti ile Sovyet hükümeti arasındaki yakınlaşmanın sonucu olarak 18 Ekim 1920'de Mustafa Kemal Paşa'nın emri ile kurulan Türkiye Komünist Fırkası'nın kurucuları arasında yer aldı. Yeni Gün gazetesi, Türkiye Komünist Fırkası’nın yayın organı olarak yayımlandı.
Yunus Nadi, Ankara’ya geldiği 1920 yılında Büyük Millet Meclisi'ne İzmir mebusu olarak girdi. 1924 yılında ise Muğla mebusu olarak mecliste yer alan Yunus Nadi, bir yandan gazeteciliği sürdürürken altıncı dönemin sonuna kadar TBMM'de Muğla mebusu olarak siyaset yapmaya devam etti. 1921 yılı başında Birinci İnönü Muharebesi'nden sonra İtilaf Devletleri’nin çağrısı ile gerçekleşen Londra Konferansı'nda milli hükümeti temsil eden delegeler arasında yer aldı. 1921 yılı Temmuz ayında Kütahya-Eskişehir Muharebeleri'nin Ankara hükümeti kuvvetlerince kaybedilmesinden sonra Mustafa Kemal'in başkomutanlığa getirilmesi için mücadele etti, bu konuda milletvekillerini ikna etmek için konuşmalar yaptı, Yeni Gün’de yazılar yayımladı. Savaşın zaferle biteceğine inanan ve başyazılarının çoğunu “"düşman yıkılmalıdır, yıkılacaktır"” cümlesiyle bitiren Yunus Nadi, 1922’de Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılmasından sonra Yeni Gün matbaası önünde toplanan bir halk kitlesi tarafından “"Düşman yıkıldı"” sesleriyle alkışlandı.
29 Ekim 1923 günü Cumhuriyetin kurulduğunu bildiren anayasa değişikliğini Anayasa Komisyonu başkanı sıfatıyla meclis kürsüsünden okuyan kişi idi.
Yunus Nadi, cumhuriyetin ilanından sonra İstanbul'a giderek hilafet yanlısı İstanbul basınına karşı cumhuriyeti ve devrimleri savunacak bir yayın organı olarak Cumhuriyet gazetesini yayımlamaya başladı. Gazete, Mustafa Kemal'in teklifi üzerine Hakimiyet-i Milliye ve Yeni Gün gazetelerinin birleştirilmesi ile doğmuştu. Cağaloğlu'ndaki eski İttihat ve Terakki Genel Merkez Binası (Pembe Konak), gazete binası yapıldı. Yunus Nadi çalışmalara Zekeriya Sertel ve Nebizâde Hamdi ile birlikte başladı. 7 Mayıs 1924 günü yayımlanan ilk sayıda Mustafa Kemal'le Milli Mücadele ve Kurtuluş Savaşı hakkında yapılmış bir röportaja yer verildi. Yunus Nadi, 1936'ya kadar Cumhuriyet'in başyazarlığını yaptı. Nebizâde Hamdi ve Zekeriya Sertel'in ayrılmasından sonra gazetenin tek sahibi oldu.
Gazete patronluğu yanı sıra ona büyük servet getiren .Manisa Soma'da linyit madeni işletmesi de mevcuttu.
Yunus Nadi, II. Dünya Savaşı başlangıcından 1943 yılına kadar olan dönemde savaşın gelişmelerini kendi yorumuyla okurlara aktardı. Bu dönemde Alman yanlısı olarak tanındı, faşizm avukatlığı yaptığı öne sürüldü, hatta kendisine “"Yunus Nazi"” diye lakap takıldı.
Yunus Nadi savaş sırasında bulunması zor olan gazete baskı kağıdını Almanya'da daha ucuz olduğu için oradan ithal ediyordu. Çoğu kişi bu nedenden dolayı Nadi'nin Almanya yanlısı yazılar yazdığnı düşünüyordu.
Faşizm suçlaması savaştan önce Tan Gazetesi yazarları ile girdiği ünlü polemikte de ortaya atılmıştı. 1936’da Alman Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’in bir nutkundaki bir sözü nedeniyle başlayan polemik, Sa |
biha Sertel ile Yunus Nadi arasında bir kalem kavgası olarak ortaya çıkmış, Tan’dan Ahmet Emin Yalman’ın da katıldığı polemik ancak cumhurbaşkanı Atatürk’ün araya girmesiyle son bulmuştu.
Yunus Nadi, 1943 seçimlerinde aday gösterilmedi ve meclis dışı kaldı.
Uzun süredir devam eden hastalığının tedavisi için gittiği Cenevre’de 28 Haziran 1945’de hayatını kaybetti. Cenazesi, İstanbul’da Edirnekapı Şehitliği’ne defnedildi. Ölümünden sonra gazetenin yönetimini oğlu Nadir Nadi üstlendi.
Ölümünden sonra adını yaşatmak için, Türkiye’de sanat alanında verilen ilk ödül olan Yunus Nadi Armağanı verilmeye başladı.
Ma'at
Ma'at, Mısır'ın doğruluk ve adalet tanrıçasıdır. Thoth'un karısı olduğuna inanılır ve ondan sekiz çocuğu olmuştur. Bu çocuklardan en önemlisi Amon'dur. Bu sekiz evlat, Hermopolis'in baş tanrılarıdır ve oradaki rahiplere göre, onlar yerküreyi yaratmışlardır.
Ma'at, oturan ya da ayakta duran kadın formlarında resmedilmiştir. Onun resimlerinde her zaman başında bir tüy bulunur. Bazı resimlerinde ise kollarında bir çift kanat görülür.
Firavunlar ülkelerini bu tanrıçanın belirlediği ilkelere göre yönetirlerdi ve böylece "evrensel düzenin" sağlanacağına inanırlardı. Kafasında bir devekuşu tüyü taşır. Bu tüy saf iyiliği,hakikati ve doğruluğu temsil eder ve Osiris'in mahkemesinde ölünün kalbi terazide bu tüy karşına konurdu. Böylece ölen kişinin iyi ve kötü ruhlu olduğu anlaşılırdı.
İnanışa göre, zamanın başlangıcında dünya yaratılırken ortaya çıkan kaos Ma'at'ın koyduğu kurallar ile ortadan kalkmıştır. Bu nedenle firavunların bu kurallardan uzaklaşması durumunda kaosun geri gelip Mısır ve dünyayı yok edeceğine inanılır.
Ölü kişi yargılanırken, Ma'at'ın tüyü ile ölünün kalbi terazinin kefelerine konur. Eğer, kalp tüy ile dengede kalırsa, ölü Duat'ta ölümsüz yaşama hak kazanır. Çünkü, tüy kadar hafif yürek günah ve şeytanın yükünü taşımıyor demektir.
Ma'at'ın son görevi, güneş tanrısı Ra'ya gökyüzündeki seyahatlerinde rehberlik etmektir. Her gün gökyüzünde onu taşıyan geminin rotasını belirler. Bazı inanışlara göre, gemide onunla beraber yön göstermek için yolculuk da eder.
Benjamin Britten
Edward Benjamin Britten. (d. 22 Kasım 1913, Lowestoft, Suffolk, İngiltere – ö. 4 Aralık 1976, Aldeburgh, Suffolk, İngiltere) Piyanist, orkestra şefi ve gelmiş geçmiş en başarılı İngiliz modern dönem bestecilerden birisidir. Vokal eserleri ile ün kazanmıştır.
Diş doktoru bir babanın ve amatör müzisyen annenin oğlu olan Edward Benjamin Britten, ailenin 4 çocuğunun en küçüğü ono ve keman dersleri aldı. 6 yaşından itibaren beste yapmaya başladı ve 9 yaşından ölümüne kadar düzenli olarak beste yapmayı hiç bırakmadı. 1927’de izlediği bir konserde orkestra şefi olan besteci Frank Bridge ile tanıştı ve onun özel öğrencisi oldu. Bir süre sonra Londra’daki Kraliyet Müzik Okulu’na girerek eğitim gördü ve besteleriyle çeşitli ödüller kazandı. 1933’de şaşırtıcı bir başarı kazanan A Boy was Born eserini yazdı; eserin BBC Şarkıcıları tarafından seslendirildiği bir yayın programının provasında tenor Peter Pears ile tanıştı ve böylece ömür boyu sürecek bir dostluk ve iş ilişkisi başladı. Britten’in solo şarkılarının, koral ve opera yapıtlarının çoğu tenor sesi için yazılmıştır ve Pears çoğunun ilk gösterimlerinde solist olmuştur.
1935’den II. Dünya Savaşı’nın başlangıcına kadar BBC Radyosu, GPO Film Şirketi’nin çektiği belgeseller ve Londra’daki sol kanattan pek çok küçük tiyatro topluluğu için çok sayıda eser besteledi. Bu dönemde çoğunlukla eserlerine W.H. Auden söz yazdı.
1939’da Britten, Auden ve Pears birlikte ABD’ye gitti ve Long Island, New York’a yerleşti. 1940’ta Auden ile liselerde sahnelenmek üzere geleneksel Amerikan Halk tiplerine dayanan Paul Bunyan adlı operet üzerinde çalıştı. 1942’de Boston Senfoni Orkestrası Sinfonia de Requiem adlı eserinin prömiyerini yaptı. Bu eserin başarısı üzerine gelen Boston Senfoni Orkestrası efsanevi müzik direktörü Serge Koussevitzky’nin desteğini alarak İngiliz şair George Crabbe’in bir şiirinden esinlendiği yeni operasını yazmaya başladı. Birlikte İngiltere’ye dönmeye karar veren Britten ve Pears, dönüş yolunda bu eserin senaryosu üzerinde çalıştılar; liberettoyu Montagu Slater yazdı. İngiltere’de Aldeburgh’a yerleşen sanatçı, İngiliz müziği için çok önemli bir eser olan Peter Grimes operasını 1945’de tamamladı. Bu eserden sonra opera ve diğer formatlarda çok sayıda opera besteledi. Özellikle çocuk ve gençlik orkestraları için eserler yazdı. 1976’da kraliçenin doğum gününde kendisine soyluluk unvanı verildi. Bir kalp rahatsızlığı sonucu 4 Aralık 1976’da öldü ve Aldeburgh Mezarlığı’na gömüldü. Bu mezarlıkta, Aldeburg Festivali’nin yaratılmasında kendisi ile birlikte emek veren arkadaşları Peter Pears ve Imogene Holst ile yan yana yatmaktadır.
Sovyetler Birliği’ne yaptığı ziyaretler sonrasında tanışıp, arkadaş olduğu Shostakovich, Britten’e 14. Senfonisi’ni adamıştır.
Âdile Sultan
Âdile Sultan (d. 23 Mayıs 1826 - ö. 12 Şubat 1899), Türk Divan edebiyatı şairi. Sultan II. Mahmut'un kızı, Sultan Abdülmecid'in kız kardeşi.
Âdile Sultan 1826 yılında, İstanbul'da, Sultan 2. Mahmut ile eşlerinden Zernigar Sultan'ın kızı olarak doğdu. Babası Sultan 2. Mahmut sanatçı kişiliği ile öne çıkmış, özellikle hat ve musiki ile yakından ilgilenmiş bir padişahtı. Âdile Sultan sarayda çok iyi bir eğitim görmüş, daha sonra da Kaptan-ı Derya Mehmet Ali Paşa ile evlenmiştir. Mehmet Ali Paşa daha sonra sadrazam olacak, ama çiftin mutlu evliliği ciddi kayıplarla yüzleşecektir. Öncelikle üç çocuklarını kaybederler, daha sonra Mehmet Ali Paşa ölür, son olarak da genç kızı Hayriye Hanım Sultan vefat eder. Ölümlerle sarsılan Adile Sultan yoğun bir kedere gömülür, Nakşibendi tarikatına girer. 12 Şubat 1899'da vefat eder. Mezarı İstanbul Eyüp'te, Bostan İskelesi yakınında, Hüsrev Paşa Türbesinde, kocası Mehmed Ali Paşa ile birliktedir.
Döneminin kadın şairleri Leylâ ve Fıtnat hanımlardan yetenek ve teknik bakımdan daha az başarılı sayılsa da Âdile Sultan özellikle Osmanlı tarihine tuttuğu ışık nedeniyle önemlidir. Babası, annesi, kardeşleri ve çevresi hakkında yazdıkları dönemin saray erkanının ve yönetiminin anlaşılmasına yardımcı olur. Bunun dışında Adile Sultan'ın önemli bir vasfı da Osmanlı hanedanından Divan tertip etmiş tek kadın şair olmasıdır. Ayrıca Muhibbî (Kanuni Sultan Süleyman) Divanı'nın basılmasını sağlamıştır.
Hayatında bir dönüm noktası teşkil eden kayıplarının etkisini şiirlerinde görmek mümkündür; Çocuklarının ve eşinin arkasından hissettiği hüznü çeşitli şiirlerinde yoğun bir biçimde işlemiştir. Aruzun yanı sıra hece vezniyle (ölçüsü) de şiirler yazmıştır. Şiirlerinde Yunus Emre, Fuzûlî ve Şeyh Gâlip gibi ünlü şairlerin etkisini görmek mümkündür. Şiirleri 1996'da ""Adile Sultan Dîvânı"" ismiyle yayımlanmıştır.
Gazel
Aşkta kanun imiş âşıklara cevr eylemek
Âşık oldur kim cefâ-yı yâre sabretmek gerek
Aşk nâz ü şîve evvel gösterir âşıklara
Âşık ol demde ona cânı fedâ etmek gerek
Âşıkın ancak murâdı dostunun maksûdudur
Çekse de bin derd ü mihnet hep sebât etmek gerek
Arzû-yı dü-cihândan geçmedir aşka nişân
Terk-i cân edip reh-i cânâna azm etmek gerek
Âftâb-âsâ bilip her zerresin nûr-ı safâ
Her belâ dosttan gelir kim merhabâ etmek gerek
Havf-ı a'dâ eylemez olan müsellah aşk ile
Yanmadan Hakka erilmez pertev-i tevhîd gerek
Nefsle cehd et tecellî eylesin aşk-ı Hudâ
Beyt-i kalbi Âdile ma'mûr ü pâk etmek gerek
Yayladağı
Yayladağı, Hatay'a bağlı ilçedir ve Türkiye'nin coğrafi olarak en güneydeki ilçesidir. 36°- 42° paralelleri arasındaki Türkiye'nin 36'ncı paraleline yakındır. Yayladağı sınır kapısı ve gümrüğü Türkiye'nin Suriye'ye açılan kara kapılarındandır. Komşu ilçeleri; Altınözü, Samandağ ve merkez ilçe Antakya'dır.
İslam bölgeye Abbasiler tarafından getirilmiştir, Selçuklular ile devam etmiştir. İlçe merkezinin 9. ve 10. yüzyılda kurulduğu sanılmaktadır. Avar Türkleri’nden Savcılar Boyunun başı Kasım Bey bu toprakları Bizans’tan alıp bir cami, bir köprü ve bir okul yaptırmıştır. Kasım Bey Cami ve Kasımbey Köprüsü bugüne kadar ulaşmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde ilçeye Ordu-Muradiye isimleri verilmiştir. Yavuz Sultan Selim döneminde bu bölgeye Türkleri yerleştirmiştir. Yavuz Sultan Selim Mısır Seferi dönüşünde burada ordusu ile birlikte konakladığı için buraya “ordu” denilmiştir. 1918’de İngilizler, daha sonra Fransızlar tarafından işgal edilen Hatay, 1938’de Bağımsız Hatay Cumhuriyeti’ne katıldı. 1940’da adı “Ordu” ile karıştığı için “Yayladağı” olarak adı değiştirildi. Bu adı “Yayladağı” isimli dağından almıştır. Hatay’ın kurtuluş günü olan 23 Temmuz Yayladağı’da kurtuluş günü olarak kutlar.
Yayladağı ilçesi Hatay’ın güneyine düşmektedir. İlçenin doğusunda ve güneyinde Türkiye-Suriye sınırı bulunur. Kuzeybatıda Samandağı, kuzeyde Antakya ile komşudur. Alanı 366 km²’ dir. Denizden yüksekliği ise 450 m’dir.
Yayladağı İlçesi’nin 47 tane mahallesi vardır. Yeditepe Bucağı ilçeye 11 km uzaklıktadır.Karaköse,ilçeye 15 km; Kışlak ise 18 km uzaklıktadır. İlçenin merkezinde üç tane mahalle vardır. Güneyde Çamaltı Mahallesi, Kuzeybatıda Dutlubahçe Mahallesi, Kuzeydoğuda Kurtuluş Mahallesi.
İlçede Akdeniz İklimi görülmektedir. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar yağışlı ve ılıktır. Bölge yüksek ve dağlık olduğu için kar yağışı görülür. Hatay’ın diğer ilçelerine göre daha serindir.
Genelde çam, sandal ve meşe ağaçlarından oluşan ormanlar yer kaplar. Ormanların olmadığı yerlerde makiler hakim durumdadır. Defne, kekik, zakkum, sumak, keçiboynuzu, kızılcık, atlas çiçeği ve mor menekşeler bulunur.
İlçede bulunan arazinin 96.510 dekarı tarım alanı geri kalanı kayalık ve ormanlıktır. Ekilen alanda 15 bin dekar zeytin, 15 bin dekar sebze, 42 bin dekar hububat, 9 dekar meyve, 8 dekar tütün, 5 dekar baklagiller ve 250 dekar bağ bulunur. İlçe arazisi dağlık ve verimsiz olduğu için modern tarım gelişmemiştir. Tarım araçlarından karasaban kullanılır. Son yıllarda pulluk ve traktör sayısı artmıştır. Sulu tarım gelişmemiştir. Kaynak çevrelerinde meyve ve sebzeler genellikle yer k |
aplar. Arazi dağlık ve kıraç olduğundan verim düşüktür. Hububat verimi de düşüktür. Genelde gelir kaynağı tütün, defne yağı, zeytin ve meyvedir. İlçede defne yaprağı toplanmakta ancak defne işleyecek bir işletme bulunmamaktadır.
Tütün, zeytin, zeytin yağı, ceviz, defne yağı, peynir, tereyağı, deri ve incir satar. Buna karşılık ev ve giyim eşyaları, hububat, hazır yiyecek maddeleri satın alır. Bulgur, tarhana, et, mercimek, mısır, erik, kayısı, fasulye, peynir, süt, yoğurt, çökelek, sebze ve meyve tüketilir.
En çok keçi beslenir. Daha sonra sığır gelir. Koyun az da olsa beslenir. Kümes hayvanı ve binek hayvanları da beslenir.
İlçede sağlığı tehdit edici bulaşıcı hastalık yoktur. İlçe merkezinde bir tane hastane, bir tane sağlık ocağı, hükümet tabipliği, Karaköse, Bezge, Kışlak ve Şakşak mahallelerinde birer tane sağlık ocağı bulunur. Yine ilçe merkezinde bir diş polikliniği ve iki eczane vardır.
Merkezde bir Yatılı İlköğretim Bölge Okulu, 3 ilköğretim Okulu, Mustafa Kemal Üniversitesi'ne bağlı 1 meslek yüksek okulu, 2 Lise, Kız Meslek Lisesi ve Halk Eğitim kursları vardır. Okullar Atatürk İlköğretim Okulu, Mehmet Akif İlköğretim Okulu, Yavuz Selim İlköğretim Okulu, Yatılı İlköğretim Bölge Okulu, Yayladağı Lisesi, İmam Hatip Lisesi, Kız Meslek Lisesi'dir. Okuma oranı yüksektir. Okulsuz köy olmayıp, okullardaki öğretmen eksikliği vekil öğretmenlerle giderilmektedir ve yatılı güzel sanatlar lisesi bulunmaktadır.
Yayladağı İlçesi bütünüyle dağlık bir araziden oluşur. İlçenin doğusunda Yayladağı, batıda Kel dağı, güneyde Salcan Dağı, kuzeyde Ziyaret Dağı bulunur. Araplar Dağı, Ayvacık Dağı, Oğlakçı ve Mezere Yaylaları bulunmaktadır. Dağlar arasında vadiler ve küçük düzlükler yer alır. Akdeniz kıyıları kayalık ve diktir. İlçenin en yüksek dağı Keldağı’dır (1739). Akarsular En önemli akarsuyu Kureyşi Deresi’dir. Suriye topraklarına geçip Akdeniz’e dökülür. İlçe merkezinde içme suyu Karapınar ve Gökmeryem kaynaklarından sağlanır.
Uluslararası E-5 yolu Yayladağı’ndan geçer. Türkiye- Suriye kapısına 5 km uzaklıktadır. Antakya’ya 51 km uzaklıktadır. Hatay ile ilçe arasında düzenli bir ulaşım imkânı bulunmamakta ve minibüsler ile ulaşım sağlanmaktadır.
Geçim kaynağı tarımdır. (Tarım ürünleri olarak, bodur elma, nar, defne, zeytin, meyve ve sebze, tütün yetiştirilir.) Az da olsa küçük esnaflık, çanak-çömlek yapımcılığı ve testicilik yapılır. Merkezde TEKEL'e ait 150 kişinin çalıştığı tütün işletme evi bulunmaktaydı.Özelleştirme sonrası kapatılmıştır. Dışarıya göç veren bir ilçedir. Özellikle hasat döneminde Amik ve Çukurova’ya pamuk işçisi olarak giden fazladır.
Bermil: Varil, çöp kovası vb.
Süllüm: Merdiven
Döl: Çocuk, soy
Ölük: Ölmüş, vefat etmiş
Aş: Düğünlerde verilen yemek
Aleç: İlaç, merhem
Orduevi: Ordövr, ön soğuk yemek
Zeyt: Zeytinyağı
Elpeçen: Küçük kertenkele
Ağnanmak: Gelişigüzel yatmak
Gidişmek: Kaşınmak
Süvari: Çay bardağında Türk kahvesi
Bire: Erkek çocuk
Kele: Kız çocuk
Maallef: Kül tablası
Karabalcan: Patlıcan
Manadura: Domates
Keme veya Patata: Patates
Koca: İhtiyar adam
Aspap: Giyecek
Pisik: Kedi
Yağlık: Eşarp
Silesil: Yoğurtlu bir tür yemek
Zahter: Kekik
Ağdamla veya Ağartı: Süt ürünleri
Kernep: Su kabağından tas
Mişmiş: Kayısının küçüğü
Payam: Badem
Bezzakke: Salyangoz
Aymüşlemek: Karıştırmak, mıncıklamak
Bakdeniz: Maydanoz
Attun: Siyah, küçük, buruşuk zeytin
Hölüp: Testi, toprak çanak
İt üzümü: Böğürtlen
Öte: İleri
Melhafe: Yorgan Yüzü
Elleham: Belki de,sanmak (allahu´alem)
Meatter: Zavallı insan
Hoşhana: Kase
Lakın: Çamaşır yıkanan leğen
Sakiil: Laubali insan
Gümbel veya cara: Büyük su testisi
Kama: Bıçak
Süğürtmek: Koşmak
Dıkılmak: İçeri girmek
Pinnek: Kümes(tavuk,Kaz)
Sokmak: Sokak
Taka: Dolap
Seyirtmek: Koşmak
Istıfıl ol: Ne halin varsa gör
Merkezde 1000 yıllık Kasım Bey Camii ve Kasımbey Köprüsü, 500 yıllık Hacı Hüseyin Camii ve Romalılardan kalma köprü vardır. Kel Dağı’nda Barlaham Manastırı, Ayışığı Köyü’nde Kızlar Sarayı ve Çabala Köyü’nde de bir kilise vardır. Karacurun mahallesinde taş devrinden kalma oymalı mağara vardır. Olgunlar mahallesinde de kilise kalıntıları vardır. Merkezde diğer bir tarihi bina iki katlı Askerlik Şubesi Başkanlığı binasıdır. 1930 yılında Fransızlar tarafından karakol olarak yapılan tarihi binanın malzemesi Fransa'nın Marsilya kentinden gemilerle İskenderun'a oradan da katırlarla Yayladağı'na getirilmiştir. Fransız işgalinden geriye ayakta kalan tek binadır. Aydınbahçe Mahalleninde de "Kale Boğazı" adlı yerde eski zamanlardan kalma bir kalenin kalıntıları vardır.
Tarihi eserlerin tanıtımı iyi yapılamadığından turizm gelişmemiştir. Turistler sınır kapısından geçmek için gelirler.Karacurun mahallesinde ağrılara deva olan "Yel Dede" ve çocuk sahibi olamayanların uğrak yeri "Aslan Dede" ziyareti bulunmaktadır. Karamağara denilen deniz kıyısında, tarih öncesi bir takım kaya boşlukları bulunmakta ve tarihi önemi bilinmemektedir. Aynı zamanda Karamağara'da denize girilebilmekte ve balık tutulabilmektedir.
UEFA Şampiyonlar Ligi
UEFA Şampiyonlar Ligi (İngilizce: "UEFA Champions League") veya kısa kullanımıyla Şampiyonlar Ligi, Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) tarafından her yıl düzenlenen ve UEFA'ya bağlı birinci liglerdeki takımların mücadele ettiği uluslararası futbol turnuvası. UEFA üyesi her ülke şampiyonunun (bazı ülkelerde ilk birkaç sırada yer alan takımların) katıldığı organizasyon, Avrupa'daki en prestijli turnuva konumundadır.
1955'te Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası adıyla, çift maçlı eliminasyon sistemiyle düzenlenmeye başladı. Bu dönemde şampiyonaya yalnızca, önceki sezonda ülkesinin en üst seviye ligini şampiyon olarak tamamlamış takımlar katılabilmekteydi. 1991-92 sezonuyla birlikte format değişikliğine gidilerek lig usulüyle düzenlenen grup aşaması da turnuvaya eklendi. 1992-93 sezonuyla birlikte organizasyonun adı günümüzdeki şekliyle değiştirildi. 1996-97 sezonuyla birlikte ülke şampiyonlarının yanı sıra, ülkelerin UEFA sırasına göre liglerini şampiyonun ardında tamamlayan bazı takımlar da turnuvaya katılmaya başladı. Günümüzde, bir sezonda aynı ülkeden en fazla beş takım mücadele edebilmektedir. Ligdeki pozisyonu gereğince Şampiyonlar Ligi'ne katılan takımların ardındaki takımlar ise, Şampiyonlar Ligi'nin bir alt seviyesi olan UEFA Avrupa Ligi'ne katılabilmektedir.
Günümüzdeki formata göre turnuvanın bir sezonu temmuz ortalarında başlar. Çift maçlı eliminasyon sistemiyle gerçekleştirilen üç ön eleme turu ve bir play off turu sonrasında, lig usulüyle oynanan grup aşamasına geçilir. 22 takım direkt olarak grup aşamasında turnuvaya dahil olurken, önceki turlardan gelen 10 takımın eklenmesiyle toplamda 32 takım bu aşamada yer alır. 4'er takımdan oluşan 8 grupta oynanan maçlar sonucunda, gruplarını ilk iki sırada tamamlayan takımlar bir üst tura yükselir, üçüncü sıradaki takımlar ise UEFA Avrupa Ligi'ne gider. Çift maçlı eliminasyon sistemiyle oynanan eleme aşamasındaki maçlar sonunda, mayıs ayında oynanan tek ayaklı final maçıyla birlikte sezon tamamlanır. Şampiyon olan takım, UEFA Süper Kupası ve FIFA Kulüpler Dünya Kupası'nda mücadele etmeye hak kazanır.
Şampiyonlar Ligi'nde bugüne kadar 10 farklı ülkeden 22 farklı takım şampiyon oldu, 12 takım ise birden fazla şampiyonluk yaşadı. Kazandığı 12 şampiyonlukla en çok şampiyon olan takım Real Madrid iken, İspanya takımları toplamda kazandığı 17 şampiyonlukla turnuva tarihinin en başarılı ülkesidir. Real Madrid, kupanın ilk beş sezonunda üst üste şampiyon olarak en uzun şampiyonluk serisini elde etmiştir. Organizasyonun tamamlanan son sezonu olan 2016-17 sezonunda ise şampiyonluğa Real Madrid ulaşmıştır.
2 Mart 1955'te, Viyana'da gerçekleştirilen UEFA'nın birinci kongresi sonrasında Avrupa genelinde bir turnuva oluşturulması kararlaştırıldı. Başlarda bu turnuvanın millî takımlar düzeyinde olması fikri hakimken, Fransız spor gazetesi "L'Équipe" editörü Gabriel Hanot ile aynı gazetede çalışan Jacques Ferran'ın hazırladığı turnuva taslağı baz alınarak kulüpler bazında bir turnuva gerçekleştirilmesi belirlendi. Taslağa göre maçlar çarşamba günleri oynanacaktı. "L'Équipe" tarafından, ülkelerinin en popüler takımı olarak görülen 16 takımın temsilcileri, 2-3 Nisan 1955'te gerçekleştirilen toplantılara çağrıldı. Konuyla ilgili olarak FIFA ile iletişime geçen UEFA, 8 Mayıs 1955'te Londra'da gerçekleştirilen toplantıda FIFA tarafından sunulan şartların kabul edilmesinin ardından, 21 Haziran'da düzenlediği toplantıyla Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası adlı bir turnuvanın organize edileceğini duyurdu.
Çift maçlı eliminasyon sistemiyle ve her biri farklı ülkeden olmak üzere 16 takımın katılımıyla gerçekleştirilen turnuvanın ilk sezonu olan 1955-56 sezonu, 4 Eylül günü Sporting CP ile Partizan arasında oynanan maçla başladı. Sezonu İspanya takımı Real Madrid şampiyon olarak tamamladı. Ertesi sezon, takım sayısının artmasıyla ön eleme turu düzenlenmeye başlandı. İlk beş sezonda Real Madrid şampiyonluğa ulaşan takım olurken, 1959-60 sezonu finalinde Almanya temsilcisi Eintracht Frankfurt'a karşı aldığı 7-3'lük galibiyet, günümüzde dahi en gollü final konumundadır. Real Madrid'in beş sezonluk şampiyonluk serisi de turnuva tarihinin en uzun şampiyonluk serisidir. 1960-61 ve 1961-62 sezonlarında Portekiz ekibi Benfica şampiyonluğa ulaşırken, sonraki üç sezonda İtalya temsilcileri turnuvayı kazanan takımlar oldu. 1962-63 sezonunda Milan, 1963-94 ve 1964-65 sezonlarında ise Internazionale şampiyonluğa ulaştı. Ertesi sezon Real Madrid bir kez daha şampiyon olurken, sonraki iki sezon Britanya takımlarının şampiyonluklarına sahne oldu. 1966-67 sezonunda İskoçya'nın Celtic, 1967-68 sezonunda ise İngiltere'nin Manchester United takımı turnuvayı şampiyon olarak tamamlamıştı. 1968-69 sezonu Milan'ın şampiyonluğuyla sonuçlandı.
1969-70 sezonuyla birlikte sonraki dört sezonda Hollanda takımları şampiyonluğa ulaştı. Önce Feyenoord, sonraki üç sezonda ise Ajax şampiyon olan takım oldu. 1973-74 sezonuyla birlikte ilk kez bir Almanya ekibi, FC Bayern München şampiyonluk |
yaşarken, devamındaki iki sezon da bu takımın şampiyonluğuyla sona erdi. 1976-77 sezonuyla birlikte İngiltere kulüplerinin şampiyonlukları yaşanmaya başlandı. Önce Liverpool, sonra Nottingham Forest ikişer kez üst üste, devamındaki sezonlarda ise sırasıyla Liverpool ve Aston Villa bu başarıya ulaştı. Almanya'dan Hamburger'in şampiyonluğunda geçilen 1982-83 sezonu sonrasında Liverpool bir şampiyonluk daha yaşadı. 1984-85 sezonunda, İtalyan ekibi Juventus ile Liverpool arasında 29 Mayıs 1985 günü Heysel Stadyumu'nda oynanacak final maçı öncesinde Liverpool taraftarlarının Juventus taraftarlarına saldırmasıyla oluşan panik esnasında, stadyumdan kaçmaya çalışan taraftarların üzerine stadyumun duvarının çökmesi ve bazı taraftarların sıkışması sebebiyle yaşanan olayda 39 kişi hayatını kaybetti. Maçı kazanan taraf Juventus olurken, yaşanan bu olayın ardından İngiliz takımlarına 5, Liverpool'a ise 6 yıl uluslararası karşılaşmalardan men cezası verildi.
1985-86 sezonundan itibaren sırasıyla Romanya'dan Steaua București, Portekiz'den Porto ve Hollanda'dan PSV, tarihlerindeki ilk Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası şampiyonluklarını elde etti. 1988-89 sezonunda Milan, 20 yıllık aranın ardından kupanın sahibi oldu.
Şampiyonlar Ligi'nin statüsü 1992'den beri defalarca değişmiştir. Bugün uygulanan sistem, 2003 yılından beri devam etmektedir.
UEFA Şampiyonlar Ligi'nde ön elemeler ve grup maçlarına doğrudan katılan takımlar da dahil, Lihtenştayn haricindeki 53 UEFA üyesi ülkeden toplam 77 takım mücadele etmektedir. Her ülke, UEFA ülkeler sıralaması'na göre belirlenen sayıda takımla katılır.
UEFA ülke puanı sıralamasına göre;
UEFA ülkeler sıralaması aynı zamanda hangi takımın turnuvaya hangi kademeden başlayacağını da belirler. Son şampiyon ile sıralamada ilk üçte yer alan ülkelerin lig şampiyonları, ikincileri ve üçüncüleri, 4. ile 6. arasındaki ülkelerin şampiyonları ve ikincileri, 7. ile 12. arasındaki ülkelerin şampiyonları grup maçlarına ön eleme oynamadan doğrudan katılırlar. Eğer son şampiyon kendi lig klasmanına girerse 13. sıradaki ülkenin de şampiyonu grup maçlarına doğrudan katılır. Diğer takımlar ön eleme turlarından başlarlar.
Maçlar salı ve çarşamba günleri yapılır. Temmuz - Ağustos aylarında 4 turdan oluşan ön elemeleri geçen 10 takım ile grup maçlarına doğrudan katılan 22 takım arasında, toplam 32 ekipli, 4'er takımlı ve 8 gruptan oluşan grup aşaması oynanır. Gruplarda ilk 2'ye giren takımlar ikili eliminasyonlu sistemi ile müsabakalara devam ederler, üçüncüler ise UEFA Avrupa Ligi'ne katılıp 3. turdan (son 32 turu) devam ederler. 2. tur, çeyrek ve yarı final kedemeleri ikili eliminasyon usulüyle oynanır. Final maçı ise tarafsız sahada tek maç olarak oynanır.
UEFA Şampiyonlar Ligi grup aşamasına, 1992-93 sezonundan beri (2014-15 dahil), toplam 31 ülkeden 130 farklı takım katılmıştır. 23 sezonda Manchester United(İNG) 19, Porto(POR) 19, Barcelona(İSP) 19, Real Madrid(İSP) 19, Bayern Münih(ALM) 18, Milan(İTA) 17 ve Arsenal(İNG) 17 kez ile gruplara en çok katılan takımlardır. Arsenal, 1998-99 sezonundan beri toplam 17 kez aralıksız katılmaktadır. İspanyol Real Madrid'in ise Şampiyonlar Ligi'nde beş yıl üst üste (1956-1960) şampiyon olması da ayrı bir rekordur.
UEFA Şampiyonlar Ligi Marşı, en basit tanımla UEFA Şampiyonlar Ligi'nin resmi marşıdır. 1992 yılında "Kraliyet Filarmoni Orkestrası" tarafından bestelenmiş, "St. Martin Akademisi Korosu" tarafından UEFA'nın resmi dilleri olan İngilizce, Fransızca ve Almanca dillerinde söylenmiştir. Bu marş her Şampiyonlar Ligi maçının başlangıcında, konsol oyunlarında, televizyon programlarında kullanılır.
UEFA, play offlarda kazanan her takıma €2.000.000, elenen her takıma 3.000.000€ ödeme yapar. Gruplara katılan her takıma €12.000.000 verilir. Ayrıca gruptaki her galibiyet için €1.500.000, beraberlik için 500.000€ ödeme yapar.
Ayrıca; ilk eleme turuna katılan takımlara €5.500.000, çeyrek finale çıkan takımlara €6.000.000, yarı finale çıkan takımlara €7.000.000, finali kaybeden takıma ise €10.500.000 ödeme yapılır. Kupayı kazanan takım ise €15.000.000 para ödemesi alır.
UEFA, takımlara dağıttığı parayı "havuz"dan öder. Havuzun bütçesi ise şampiyonanın yayın hakları gelirleri ile belirlenir.
UEFA Şampiyonlar Ligi, bir uluslararası şirketler topluluğu tarafından sponsorluk alır. 1992 yılında kupanın statüsünde olduğu gibi sponsorluk kriterleri de yenilendi. Buna göre en fazla sekiz sponsorluk anlaşması yapılabilecek, her şirket için saha içerisinde dörder reklam panosu tahsis edilecek, logolar ise biletlerin belirli bir kısmında yer alacaktır.
Reklam panoları, Britanya'daki stadların reklam panolarının boyutları yüzünden bazı zamanlar eleştiri almaktadır. Old Trafford, Anfield, Celtic Park ve Stamford Bridge gibi saha ile iç içe olan klasik İngiliz tipi stadların önüne koyulan reklam panolarının ön koltukta oturan seyircilerin görüş açısını düşürdüğünden dolayı sık sık eleştirilir. Bu taraftarların arasında tekerlekli sandalye kullanmak zorunda olan engellilerin de olması ve bu insanların oturdukları yeri değiştirmelerinin zor olması da bu eleştirilerin ana kaynağıdır.
Turnuvanın şu andaki ana sponsorları şunlardır:
Adidas turnuvanın ikincil sponsorudur ve tüm UEFA turnuvalarında olduğu gibi Adidas Finale ile resmi maç topu ve hakem forması gibi sportif ihtiyaçları karşılamaktadır. Konami ise "Pro Evolution Soccer" serisi ile resmî video oyunu sponsorudur. Hublot ise organizasyonda dördüncü hakemlerin kullandıkları elektronik tabela sponsorudur.
Takımlar eğer alkol ve bahis sitelerine reklam yasağı uygulanan bir ülkeye maça gidiyorlarsa bu ürünlerin sponsorluk emareleri kullanılmaz.
Örneğin, Fransa'da oynanan Olympique Lyon - Liverpool maçında Liverpool'un sponsoru olan Carlsberg'ün logo ve diğer reklam emareleri Fransa'daki alkollü içecekler için reklam yasağından dolayı kaldırılmıştır.
Şampiyonanın Avrupa'da yayınlanmadığı ülke yoktur, Avrupa dışındaki ülkeler de dahil olmak üzere toplam 70 ülkede 40 dilde yayınlanır. 2009 UEFA Şampiyonlar Ligi Finali, 109 milyon kişi tarafından izlenmiş ve 106 milyon kişinin izlediği Super Bowl XLIII karşılaşmasını geçerek o yılın en yüksek reyting alan programı olmuştur.
Aşağıdaki tabloya organizasyonun eleme aşamasındaki ve Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'ndaki istatistikler dahil değildir.
Aşağıdaki tablo, organizasyonun eleme aşamasında atılan golleri içermemektedir.Kalın yazılan oyuncular hâlâ Şampiyonlar Ligi'nin 2017-18 sezonunda ve kulüplerinde oynamaktadır..
Kanlıca mantarı
"Russulaceae" ailesinden "Lactarius salmonicolor", "Lactarius deliciosus" ve "Lactarius deterrimus" mantarlarına Türkiye'de genel olarak verilen isimdir. Bunun yanında çam mantarı ve Melki mantarı, çintar olarak da bilinirler. Türkiye'de Batı Karadeniz'de özellikle Bolu'da oldukça yaygın, lezzetli ve ekonomik bakımdan gelir getiren bir mantardır. Bolu'nun merkez, Mudurnu, Mengen ve Gerede ilçelerinin önemli besin kaynaklarındandır. Sonbahar yağmurlarından sonra yetişir. Gölgelik yerde yetişenler sarı-turuncu renkli olmasına karşın hafif güneş gören yerlerde yeşilimsi-morumsu renkte olabilir. Çam ağaçları olan yerlerde rengi daha koyu olur. Çam kanlıcası ya da kara kanlıca ismi verilir. Köknar ve kayın ağaç diplerinde yetişenler daha açık renkli olur ve al kanlıca adı verilir. Yağda kızartmak ya da ızgara yapmak suretiyle yenir.
Çörek mantarı
Çörek mantarı ("Boletus edulis"), Boletaceae familyasından yenilebilen mantar türü. Bilimsel adındaki "bolet" latincede "üstün mantar", "edulis" te "yenebilen" anlamındadır. En beğenilen mantarlardan biridir. Sote, makarna sosu, çorba, hatta çiğ olarak yenebilir.
Şapkası 7–30 cm büyüklükte, bazen biraz daha geniştir. Yarım küre şeklinde, daha sonra tümsek, nihayet yayvandır. İyi pişmiş, kabarmış çöreğe benzer. Kenarı başlangıçta içeri kıvrıktır. Şapkanın zarı düzgün değil, çıplak ve kurudur. Islak olduğu zaman parlar ve hafif yapışkandır. Rengi çok değişken, kestane kahverengisi veya soluk olabilir. Kenarının rengi hafifçe daha açık olur. Borucukları, sıkı bir şekilde yan yana yer alırlar. Sapa boyları kısalarak bağlanırlar, uzun ve incedirler. Önce boz beyaz daha sonra yeşilimsi sarı, zeytin yeşili rengindedir, şapkadan kolayca ayrılabilirler. Delikçikleri küçük ve yuvarlaktır. Önce kirli beyaz, daha sonra sarımtırak, nihayet yeşilimtırak sarıdır. Sapı kuvvetli ve katıdır, çoğunlukla ortada veya aşağıda şişkindir. Gençken dip tarafında şişkin olup daha sonra kalınlık bakımından muntazam olur. 15–20 cm kadar boyda, 3–4 cm kadar kalınlıkta olabilir. Renk bakımından önce beyaz açık bozdur, sonra esmer kahverengiye döner. Yukarı kısmı, ince, belirsiz beyaz soluk renkli damarlı ağ gibi görünüşe sahiptir, bazen bütün yüzeyi böyledir. Etli kısmı gençken sert, beyazımtırak, olgunlaşınca yumuşak, sünger gibi sarımtıraktır. Şapkada dış zarın altına gelen kısımda esmerimtıraktır. Spor izi sarıdır.
Hazirandan Ağustosa ve Eylülden Kasıma kadar yapraklı ağaçlardan meşe, huş, bilhassa kayın, iğne yapraklılardan çam, genç ladin meşçereleri altında ve çevresinde, oldukça asit karakterde topraklarda, ormandaki yol kenarlarında, orman sınırı boyunca, yaprak çürüntüsü üzerinde genelde çok sayıda bazen tek tek görülür. Hoş kokusu ve fındık gibi, mulayim, hoş ve lezzetli tadı ile yenilebilen en iyi mantarlardan biridir. Kurutularak veya yağ içinde saklanabilir.
Çörek mantarı sinekler larvaları tarafından işgal edilmeye meyillidir. Çok lezzetli olan bu mantarın o yüzden dikkatli incelenmesi gerekir.
Psilocybe cubensis
Psilocybe cubensis, Strophariaceae familyasından psilocybin ve psilocin maddelerini içeren halüsinojen bir mantar türü. Genelde tropik ve sub-tropik bölgelerde çayırlık yerlerde yetişir.
"Psilocybe cubensis", Maya'lar tarafından iyileştirme ve ruhani ayinlerde kullanılmıştır. Mantar ilk olarak 1904 yılında F.S. Earle tarafından Küba'da isimlendirilmiştir, o yüzden "cubensis" adı verilmiştir.
İçerdiği psikoaktif maddeler şunlardır:
Tüketilmesi durumunda 4-6 saatlik etkisi vardır. Alınan do |
za ve kişinin özelliklerine bağlı olarak, genelde renklerin daha canlı ve farklı görülmesi, farklı bir bilinç ve algılama durumuna geçiş ve halüsinasyonlar gibi etkileri vardır. Çok ender durumlarda kişinin yoğun psikiyatrik tedavi görmesini gerektirecek tehlikeli problemlere yol açabilir.
Genel olarak çok fazla yan etkisi olmasa da "Psilocybe" ailesindeki mantarlara çok benzeyen ölümcül derecede zehirli mantarlar ("Galerina autumnalis" gibi) olduğundan kesinlikle bilinçsizce toplanmamalı ve yenmemelidir.
Çoğu ülkede "Psilocybe cubensis" ve diğer halüsinojen mantarların üretimi, bulundurulması ve tüketimi yasaktır.
Tar (çalgı)
Tar, uzun saplı; İran, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan ve kısmen Türkiye'de kullanılan telli bir çalgıdır. "Tar" (تار) kelimesi, Farsça'da "tel" anlamına gelir.
Günümüzde İranlılar ve Azerbaycanlılar bu çalgının kendi kültürlerine ait olduğunu iddia ederler. İran tarı, beş tellidir. Derviş Han, tara altıncı bir tel daha eklemiştir. Azerbaycan tarı ise farklı çeşitte olup, on bir telden oluşur. Türkiye'de de Azerbaycan tarı çalınmaktadır. 19. yüzyılda Azeri tarzen Mirze Sadıgcan devrim yaparak tarı diz üzerinden göğüs üzerinde çalınabilecek şekilde yeniden tasarlamıştır.
Ay sınıfı denizaltı (1974)
Ay sınıfı, Federal Almanya'nın Howaldtswerke Deutsche Werft AG firmasının Tip 209 sınıfı denizaltılarından Türk Deniz Kuvvetleri'nde ilki 1975 yılında hizmete giren denizaltı sınıfıdır.
STM tarafından ve denizaltılarına modernizasyonu gerçekleştirilmiştir.
Ay sınıfı denizaltıların 2020 yılından itibaren aşamalı olarak yerini Reis sınıfı yeni nesil denizaltılara bırakması planlanmaktadır.
Kantele
Kantele, Finlere ait telli bir çalgı. En eski türlerinin 5 ila 15 telli olduğu enstrüman, günümüzde 39 tellidir. Fin kantelesi, Do Major gamına göre akort edilirler.
Kantele, diz üstünde veya küçük bir sehpa üzerinde çalınır.
Finlerin ulusan epik destanı Kalevala'ya göre, büyücü Väinämöinen, ilk kantelenin gövdesini, bir tuna balığının kemiğinden, tellerini efsanevi bir at olan Hiisi'nin yelesinden yapmıştır.
Baltık Ülkeleri'de ve Rusya'nın bazı bölgelerinde kantele benzeri başka çalgı aletleri de vardır: Letonya'da kokles, Litvanya'da kankles, Estonya'da kannel, Rusya'da gusli.
Ayrıca kantele, bir Arap çalgı aleti olan kanunla benzer bir karakteristiğe sahiptir.
Ontario
Ontario, Kanada'nın en kalabalık ve ikinci en büyük eyaletidir. Kanada'nın doğu-orta kısmında Doğu Kanada bölgesinde yer alır. Başkenti, aynı zamanda ülkenin en kalabalık kenti olan Toronto'dur. Federal başkent olan Ottawa da, Ontario eyâletinde yer almaktadır. Ontario 13,505,900 nüfusa sahiptir (2011 itibarıyla) ve bu sayı Kanada'nın toplam nüfusunun yaklaşık %40'ını temsil eder. Bunun yanında, her yıl Kanada'ya göçmen olarak gelen yaklaşık 300.000 kişinin %53'ü yaşamak için Ontario'yu tercih etmektedir. Eyaletin yüzölçümü ise 1.076.395 km²'dir.
Çavdar mahmuzu
Çavdar mahmuzu ("Claviceps purpurea"), Clavicipitaceae familyasından çavdar ve benzeri tahıllarda parazit olarak yaşayan bir mantar türü. 1800'lerin ortalarına kadar çavdar'ın normal bir parçası olduğu düşünülmüştür. En çok çavdarda görülse de diğer tahıllara da yerleşebilir. Koyu mor renkli ve birkaç santim uzunluğundadır.
Çavdar mahmuzu zehirlenmesi ölümcül olabilir. Bunun yanında deliriyum ve sanrı gibi ciddi psikiyatrik sorunlara da yol açabilir. Pek çok çavdar mahmuzu alkaloidi nörotransmiter fonksiyonları etkileyerek merkezi sinir sistemi üzerinde zehirleyici etkilere neden olurlar.
İsviçreli kimyager Albert Hofmann'ın Basel'deki Sandoz laboratuvarlarındaki çalışmalarıyla çavdar mahmuzu alkaloidlerinden elde edilen lisejik asitten LSD'nin (liserjik asit dietilamit) sentezi sağlanmıştır.
1692'de Salem, Massachusetts'te üç kadının cadı oldukları iddiası ile öldürülmeleri olayına sebep olan genç kızın çavdar mahmuzu yüzünden halüsinasyonlar gördüğü kabul edilmektedir.
Lactarius salmonicolor
Lactarius salmonicolor, "Kanlıca mantarı olarak da bilinir", "Russulaceae" ailesinden yenebilir bir mantar türü. Şapka büyüklüğü 5–15 cm kadardır. Mantar gençken ortası hafifçe çukurdur, kenarı içeri kıvrıktır, büyüdükçe ortası daha da çukurlaşarak hemen hemen huni şekline döner, rengi turuncudur, açık sarıdan erik sarısına kadar değişir. Genel görünüşle turuncu ve sarıdan ibaret halkalıdır. Çizildiği zaman havayla temas edince yeşil renkleme yoktur. Lameller başlangıçta kırmızımtırak sarı beyaz, daha sonra açık portakal rengi tonundadır. Sapa doğru kıvrımlı şekil alır, sap üzerinde birazcık devam eder. Sapı 3-6,5 cm boyunda 0,8-2,5 cm kalınlığında, silindir şeklindedir. Renk bakımından portakal sarısı, dip kısmında kırmızımtırak sarı beyaz, yukarı kısmında şarap kırmızısı turuncudur. Sapın etli kısmı kırmızı-pembedir ve koparıldığında turuncu renkte bir sıvı çıkarır, sıvı hava ile temas edince kırmızılaşır. Gençken içi dolguludur, daha sonra şapkaya kadar olan alt kısımda boşlukludur. Etli kısmı kırmızımtırak sarı beyaz renkli, meyve kokulu ve yumuşak, sünger gibidir. Spor izi parlak kırmızımtırak sarı, tunç rengindedir. Çam meşçerelerinde ve çam ormanı açıklıklarında, çayırlıklarda, Avrupa'da yapraklı ağaç ormanlarında, ilkbahar ve sonbaharda yağmurlardan sonra görülür. Mantarın tadı acımsı fakat lezzetlidir.
Lactarius deliciosus
Lactarius deliciosus, "Kanlıca mantarı olarak da bilinir", Russulaceae ailesinden yenebilen bir mantar türü. Görünüş olarak "Lactarius salmonicolor" 'a benzer, ancak erişkin formda şapkasının rengi turuncu, gri ve hafif yeşilimsi tonlardadır. Lamelleri turuncu renktedir. Kesildiği veya berelendiği zaman havaya temas edince yeşilimsi bir renk alır, sıkıldığı zaman süt benzeri bir sıvı çıkar. Tadı hafif acı-ekşimsi ama lezzetlidir.
Mengü Ertel
Mengü Ertel, (d. 1931, İstanbul – ö. 15 Mart 2000) bir grafik sanatçısıdır.
İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'ni bitiren Ertel, tiyatrolar için yaptığı dekorlarla, afişlerle tanındı. 1. İstanbul Festivali'nin afişini Mengü Ertel hazırlamıştı. Çok sayıda ödülü olan Ertel, 1998'de Devlet Sanatçısı unvanını aldı. Yurt içinde ve dışında çok sayıda sergi açan Mengü Ertel, ölümüne değin TRT-2 televizyonunda her hafta yayımlanan Cumhuriyete Kanat Gerenler adlı programın sunuculuğunu da yapıyordu.
Duxelles
Duxelles ("düksel" okunur) tavuk, hindi içi, çorbalar ve soslarda kullanılabilen, mantar, soğan ve aromalı otlardan oluşan bir karışımdır. Yemeklere mantar tadı katması için kullanılan bir üründür, bununla beraber aperatif olarak da hazırlanabilir. Yapıldıktan sonra porsiyonlanıp dondurulabilir. 17 yüzyıl Fransız şeflerinden François-Pierre de la Varenne tarafından yaratılıp işvereni Marquis d'Uxelles'e adandığı sanılmaktadır.
Ana malzemesi çok çok ince kıyılmış mantar ve soğandır. Ot olarak kekik veya mercanköşk sık kullanılır. Tuz ve karabiber ile tatlandırılır, küçük hindistan cevizi tozu da eklenebilir. Bazı aşçıların tariflerinde çektirilmiş beyaz şarap, sarımsak ve kremaya da rastlanır. Kullanılacağı tarifin yapısına göre galeta, çekilmiş ekmek içi veya kavrulmuş unla kıvamı arttırılabilir, sosa yakın bir kıvam için krema ya da et suyu ile açılabilir.
Orphaned Land
Orphaned Land, (İbranice: אורפנד לנד) İsrailli bir heavy metal grubudur. Oryantal metal tarzının öncüsü olarak da bilinir. 1991'de Resurrection adıyla kuruldu ve 1992'de bugünkü adını aldı. Grubun müzikleri Yahudi, Arap ve Batı Asya etkileri taşır. Şarkı sözleri ise İbrahimî dinler arasında barış ve birlik mesajı verir.
Orphaned Land; progressive, doom ve death metal ile Orta Doğu folk müziğini ve geleneksel Arap müziklerini birleştirerek oryantal metal adı verilen müzik türünü icra etmektedir.
Sahara (1994) albümü ile death metal ile oryantal müziği birleştirerek bir ilke imza attı. 1996'da çıkardıkları El Norra Alila albümlerinde müzik kalitelerini geliştirdiler. Arap ve Yahudi melodilerini barından albümlerinde dinlerin kardeşliği ve barış temasını kullandılar ve diğer albümlerinde de aynı temaya devam ettiler. El Norra Alila, kelime anlamı olarak Arapça'da ve İbranice'de "Karanlıkların ve aydınlıkların Rabbi" anlamına gelir.
Ut veya kanun benzeri doğuya özgü çalgı aletlerini şarkılarında kullanan Orphaned Land, 2004'te çıkardıkları Mabool albümleri ile buziki ve bağlama da çalmaya başladı. İncil'deki Nuh Tufanı'nı konu alan albüm, 12 şarkıdan oluşuyor. 2013'te yayınlanan ve 14 şarkıdan oluşan "All is One" albümlerinde, brütal vokaller azalmıştır. Albümde "Hepsi Bir" adında Türkçe bir şarkı da bulunmaktadır. İsveç ve İstanbul'da kaydedilen albüme, 9 kişilik Türk müzisyen grubu da eşlik etmiştir. 2014 yılının başında grubun kurucu üyelerinden Yossi Sassi Sa'aron gruptan ayrılmıştır.
Lactarius
Lactarius, türü mantarlar kesildiğinde ya da zarar gördüğünde salgıladıkları süte benzer sıvı ile belirlenir. Russulaceae familyasında birlikte sınıflandırıldıkları "Russula" cinsi mantarlarla aynı belirgin kırılganlığa sahiptir.
Beyaz Gül (grup)
Beyaz Gül (Almanca: "Die Weiße Rose"), Almanya'da 1940-1943 arasında etkinlik göstermiş Katolik ve antifaşist bir direniş grubunun adı.
Grup, Münih Üniversitesi'nden beş öğrenci ile onların felsefe profesörleri olan Kurt Huber'den oluşuyordu. Bu öğrenciler Sophie Scholl, erkek kardeşi Hans Scholl, Alex Schrommel, Cristoph Probst ve Willi Graf'tı.
Nazi yönetiminin soykırım eylemlerine karşı örgütlenen ve Münih ile çevresinde bildiri yazıp dağıtma ve duvarlara yazı yazma eylemleri gerçekleştiren grubun bazı üyeleri, 1943'te yine üniversitede bildiri dağıtırken yakalanmış ve ardından grubun diğer üyeleri de yakalanarak idam edilmişlerdir.
İlk aşamada, yani Haziran/Temmuz 1942'de, her biri yaklaşık yüz adet basılan 4 adet bildiri dağıttılar. Ocak 1943'te, 5. bildiri ortaya çıktı ve 6.000 ila 9.000 adet basılarak Almanya’nın güneyi ve Avusturya’da dağıtıldı. Şubat 1943'te Münih’in bazı binalarına “Batsın Hitler”, “Katil Hitler” ve “Özgürlük” yazdılar. Aynı tarihte grubun 6. bildirisi ortaya çıktı. Stalingrad’da yaşanan hezimetten de faydalanarak, Mü |
nih Üniversitesi gençliğini Nazi sisteminden uzaklaşmaya çağırdılar. 18 Şubat 1943'te, bu bildirinin dağıtımı esnasında Hans ve Sophie Scholl kardeşler tutuklandılar ve 22 Şubat 1943'te idam cezasına çarptırılarak aynı gün infaz edildiler.
19 Nisan 1943 tarihinde Schmorell, Graf ve Huber’de ölüm cezasına çarptırıldı ve infaz edildi. Ekim 1944 tarihine kadar 5 mahkeme daha yapıldı ve 12 yıla varan hapis cezaları verildi.
Bugün Almanya'da Beyaz Gül üyelerinin adlarını taşıyan okullar vardır. Yönetmen Michael Verhoeven, 1986 yılında olayı beyaz perdeye aktaran "Beyaz Gül" adında bir film çekmiştir.
2005 yılında "Sophie Scholl - Son Günler" (Almanca: "Sophie Scholl - Die Letzen Tage") adında, grup üyelerinden Sophie Scholl'ün idam edilişinden önceki günlere odaklanan bir film çekilmiştir.
Onur Aydın
Onur Aydın, (d. 15 Mart 1979), Türk forvet pozisyonunda görev yapan basketbolcudur.
Basketbola Havutça Başakspor'da başlayan Balıkesirli Onur Aydın, genç yaşta geldiği İstanbul'da Beşiktaş JK altyapısına girdi ve burada kendini geliştirmeye başladı. Uzun süre Beşiktaş JK'de forma giydi ve 1997 yılından itibaren millî takımın çeşitli kademelerinde görev aldı. Boyunun, pozisyonuna göre biraz dezavantaj getirmesine rağmen fiziksel olarak yapısının güçlü olması ve rebound yeteneği sayesinde power forvet ve maç içinde belli süreler içinde pivot olarak görev aldı. Bulunduğu pozisyon itibarıyla genelde yabancı oyuncuların tercih edilmesi de oynama süresine etki etti.
2003 yılında İzmir ekibi Pınar Karşıyaka'ya transfer olarak 8 sene formasını giydiği Beşiktaş JK'den ayrıldı. Bu takımda da oldukça başarılı oldu. Takımının 2004 yılında Türkiye Basketbol Ligi'nde yarı finale çıkmasında rol aldı.
2005 yılında İzmir'de yapılan Universiade'da (Üniversite Oyunları) Türkiye millî basketbol takımı formasını giydikten sonra, 2005-06 sezonu başında Banvit'e transfer oldu. Banvit'te 2 sezon geçirdikten sonra, 2007-08 sezonu için Beşiktaş ile anlaştı. 2008-09 ve 2009-10 sezonlarını Mersin B.B.'de geçirdi, 2010-11 sezonu öncesinde Tofaş ile anlaştı. Tofaş formasını 1 sezon giydikten sonra, 2011-12 sezonu için TB2L takımlarından Mutlu Akü Selçuk Üniversitesi'ne transfer oldu. 2012-13 sezonunda yine TB2L takımlarından birisi olan Başkent Gençlik'e geçerek basketbol kariyerine devam etti.
Ellen Johnson-Sirleaf
Ellen Johnson-Sirleaf (d. 29 Ekim 1938), Liberyalı siyasetçi. Johnson-Sirleaf, Afrika ülkesi Liberya'da 2005 ile 2018 yılları arasında devlet başkanlığı makamında bulunmuştur. Johnson-Sirleaf devlet başkanlığı seçimini kazanarak Afrika'da halkoyu ile seçilmiş ilk kadın devlet başkanı olmuştur.
35 yıllık çalışma hayatı boyunca Liberya Ekonomi Bakanı, Liberya Kalkınma ve Yatırım Bankası Başkanlığı, Dünya Bankası, HSBC, Citibank gibi kurumlarda yöneticilik yaptı. IMF, Afrika Kalkınma Bankası, Dünya Bankası gibi kurumlarda Liberya temsilcisi olarak bulundu.
1992-1997 yılları arasında Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı'nın Afrika bürosunda 5 yıl çalıştı.
1997 genel seçiminde başkanlığa aday oldu. 13 aday arasında ikinci oldu. 2005 yılında gerçekleştirilen devlet başkanlığı seçimlerinde yeniden aday olan Johnson-Sirleaf, söz konusu seçimlerde ikinci tura kalmış, ikinci turda eski futbolcu George Weah'a üstünlük sağlayarak ülkenin halk tarafından seçilen ilk kadın devlet başkanı olarak makama gelmiştir. 2011 yılında yapılan seçimlerden de birinci çıkan Johnson-Sirleaf, ikinci bir altı yıllık süreç için daha makama seçilmiştir.
Devlet başkanlığı görevini 22 Ocak 2018 tarihine kadar sürdüren Johnson-Sirleaf, söz konusu tarihte 2017 seçimlerinin galibi olan Weah'a devrederek makamdan ayrılmıştır.
Kamu Yönetimi alanında Harvard Üniversitesi'nden yüksek lisans derecesi sahibi olan Ellen Johnson-Sirleaf'ın dört oğlu ve altı torunu var.
Ersen ve Dadaşlar
Ersen ve Dadaşlar, Ersen Dinleten tarafından kurulan 1970'lerde oldukça popüler olan bir müzik grubudur.
Ersen Dinleten, Moğollar ile çalmakta olan Kardaşlar isimli müzik grubu ile çalışmaya başladı. Kardaşlar'la 2 single çıkarttıktan sonra, grubun isminin değişmesini kararlaştırdılar ve Ersen, "Ersen ve Kardaşları" olarak anılan isimlerini "Ersen ve Dadaşlar" olarak değiştirdi. Uzun süre, listelerde hep zirvede kalan grup, 1993'te müziğe ara verdi. Bu sürede dini formatta 2 albüm yapan Ersen Dinleten, bu sene Mehmet Mısır, Cevdet Canel, Zafer Şanlı ve Volkan Şanda'dan oluşan yeni Dadaşlar kadrosuyla, eski hitlerinin yeniden düzenlemelerinden oluşacak bir albümle kaldığı yerden devam edecektir. Geçmişte grupta yer alan elemanlar arasında Mithat Danışan, Taner Öngür, Cudi Koyuncu, Özkan Uğur, Fehiman Uğurdemir, Kılıç Danışman, Mehmet Gözüpek sayılabilir.
MÖ 1. yüzyıl
MÖ 1. yüzyıl, 1 Ocak MÖ 100 tarihinde başlayıp, 31 Aralık MÖ 1 tarihinde biter. Bu yüzyıl için alternatif bir isim ise MÖ son yüzyıldır. Bu MS/MÖ gösterimi 0 yılını içermez. Fakat bilimsel gösterim içerir ve eksi işaretini kullanır. Böylese 'MÖ 2' bilimsel gösterimde 'yıl -1' olur.
Gönül Akkor
Gönül Akkor, (d. 4 Şubat 1940,İstanbul) Türk Sanat Müziği sanatçısıdır.
Ankara Radyosu 'nda stajyer olarak müzik yaşamına başladı ve kısa süre zarfında memleketin en popüler isimlerinden biri haline geldi. Arka arkaya yaptığı plaklar ile büyük bir başarı elde etti. Bu başarısını, sahne çalışmalarına da aktardı ve ülkenin en çok aranan assolistlerinden biri konumuna geldi.
Asıl olarak Türk Sanat Müziği şarkıcısı olarak tanınmasına ve daha çok bu alanda ünlenmiş olmasına rağmen, Türk pop'unda da söz sahibi oldu ve bu alanda yaptığı plaklar ile de büyük bir başarı elde etti. Türk pop'unun en önemli söz yazarları olan Sezen Cumhur Önal ve Fecri Ebcioğlu ile birlikte çalıştı.
Gönül Akkor'un bu türde plakları arasında, Sahibinin Sesi tarafından yayımlanmış "Sana Ben Kulum/Böyle Gelmiş Böyle" adlı 45'liği büyük satış rakamlarına ulaşmış ve sanatçının, 1960 sonları ile 1970 başları arasında epeyce pop 45'lik yapmasına sebep olmuştur.
1970'lerin hemen başında, Bora Ayanoğlu'nun "Güller ve Dudaklar" adlı şarkısını plak yapmış ve Saner tarafından yayımlanan bu plak da büyük bir hit haline gelmiştir.
1974 yılında Türkiye'de ilk defa; Esin Engin'in aranjmanlarıyla ve yine Esin Engin'in yönettiği Batı sazları ve senfoni orkestrası eşliğinde "Sizin Seçtikleriniz" adlı eser ile ilke imza atmıştır. Bu eser yine Türkiye'de ilk defa Platin Plak kazanan eser olur. Daha sonra arabeske geçen Gönül Akkor yine ses getirecek çalışmalara imza atar.
Türk pop'unun bir başka önemli ismi Kâmuran Akkor'un ablası olan Gönül Akkor, 1994 yılında Sezen Aksu'nun önerdiği bir projeyi kabul etmiş ve "Dönüş" adlı albüm ve aynı isimli şarkı ile yeniden gündeme gelmiştir.
2002 yılında bir beyin kanaması geçirmiş, ameliyat sonrasında halen hatırlama ve konuşma güçlüğü çekmektedir.
"Uzunçalarları"
"Kasetleri"
http://www.diskotek.info/Artist/Details/86
Fırt
Fırt, yayın hayatına Mart 1976'da atılan, Tekin Aral editörlüğündeki haftalık gülmece dergisi. İsim babası, karikatürist Ferit Öngören'dir. Boyutu Gırgır'dan daha ufak olduğu ve bir çırpıda okunup bittiği için "Fırt" adını aldı.
Mizah dünyamıza "yavrunuzun sayfası" kavramını da kazandırmış olan Fırt dergisi, o dönemde Gırgır dergisiyle aynı kadroyu ve mekânı kullanarak çıkartılıyordu. Derginin Tekin Aral dışındaki ilk çizeri, o sıralar Gırgır'da da çizmeye başlamış olan Necdet Şen'dir. Daha sonra kadroya katılan Altan Erbulak, Halit Kıvanç, Müjdat Gezen, Uğur Dündar ve Sezen Aksu Fırt'ı kardeş dergi Gırgır'dan kısmen farklı, magazinel bir kulvara soktu.
Dergi, Tarzan, Kalamiti Jane, Superman gibi batı kaynaklı popüler kültür ikonlarından yararlanarak tiraj yakalama çabasına girdiyse de, hiçbir zaman Gırgır'ın satış başarısını yakalayamadı. Ama Behiç Pek ve Latif Demirci'nin yazıp çizdiği Tarzan'a sonradan eklemlenen Arap Kadri tiplemesi, bu çizgi banta yerel bir boyut kazandırdı.
1980'li yılların sonunda, kardeş dergi Gırgır'la birlikte Web Ofset grubunun patronu Haldun Simavi tarafından gazeteci Ertuğrul Akbay'a devredilen dergi, Aral kardeşlerin kontrolünden çıktı. Bir süre yayın hayatına eski telif işlerin basımı ve bilinen kalitesinden uzak yeni ekip ile giden dergi şu anda yayın hayatına devam etmiyor.
Çinko
Çinko (, , ), mavimsi açık gri renkte, kırılgan bir metal. Elementlerin periyodik tablosunda geçiş elementleri grubunda yer alır. Düşük kaynama sıcaklığı dikkat çekicidir. Bu değer özellikle pirometalurjik metal üretiminde çok belirleyici bir etmendir. Dökülmüş halde sert ve kırılgandır. 120 °C'de şekillendirilebilir. Elektrokimyasal potansiyel dizisinde demirden daha negatif değerdedir. Böylece çinko anot olarak katodik korozyon korumada önemli bir kullanım bulur. Galvanizleme bu tür uygulamalardan biridir.
Çinko, yerkabuğunda en çok bulunan elementler arasında 23. sıradadır. En çok kullanılan cevheri sfalerit (ZnS) olup %40-50 çinko ve yaklaşık %10 demir içerir. Çinkonun ayrıştırıldığı diğer mineraller smitsonit (çinko karbonat), hemimorfit (çinko silikat) ve franklinit ((Fe,Mn,Zn)(Fe,Mn)O) dir.
Çinko, bileşiklerinde +2 değerlikli olarak bulunur ve oluşturduğu bileşiklerde genelde iyonik bağ yapar. Amonyak, amin, siyanür ve halojen iyonları ile kompleks bileşikler meydana getirir. Mineral asitlerinde H çıkışıyla çözünür. Ancak nitrik asitte NO çıkışı olur. Dolayısıyla çinko, özellikle toz halde çok etkili bir ingirdeyicidir. Normal sıcaklıkta havada bırakılan metalin yüzeyinde koruyucu bir tabaka oluştuğundan bu sıcaklıkta halojenlere bile dayanıklıdır. HCl gazı çinkoyu çok çabuk korozyona uğratır. Toz çinkonun reaksiyona girme kabiliyeti oldukça fazla ise de yanıcı değildir. Yüksek sıcaklıkta oksijen, klor ve kükürt gibi elementlerle şiddetle reaksiyona girer. Civa ile sert bir amalgam meydana getirir. Klorür ve sülfat tuzları suda yüksek miktarda çözünür. Buna karşılık çinko oksit, silikat, fosfat ve organik kompleksleri ya suda hiç çözünmezler ya da çok az çözünürler. Bileşikleri arasında çinko oksitin teknik ve ekonomik değeri vardır. Organ |
ik bileşikleri arasında çinko sabunu en önemli kullanıma sahiptir.
Çinko, antik çağlardan beri bilinen ancak üretimi ve kullanılması tam anlaşılamadığından diğer metallerle karıştırılan bir elementtir. Metalin ilk tarifi, Strabos'un yazdığı Mysia adlı eserin Andriera adlı bölümünde "Sahte gümüş" (False silver, Yunanca: Pseudargyros) olarak yapılmıştır.
Bilinen en eski çinko parçası Dakya medeniyetine ait Transilvanya'daki Dortaş harabelerinde bulunan ve %87.52 Zn + %11.41 Pb + %1.07 Fe içeren bir idoldür. MÖ 500 yıllarına ait Comeros harabelerinde çinkodan yapılmış iki bileziğe ve 79'da yıkılan Pompei harabelerinde ise çinkoyla kaplanmış bir musluğa rastlanmıştır.
MÖ 200 yıllarında pirinç, özellikle Roma'lılar tarafından iyi bilinen bir alaşımdı. Yapım tekniği ZnO içerikli hammaddenin redüksiyonu, çinko buharlarının metal bakır üzerinde kondanse edilmesi ve ergitme kademelerinden oluşuyordu. Özellikle simyacılar pirinç yapımını çok iyi biliyorlardı ve amaçları bu alaşımı bakıra, bakırı da altına dönüştürmekti.
Avrupa'da ilk kez Basilius Valentinius metalik çinkoyu tariflemeden "Zinck" terimini kullandı. "Zinck" isminin bir metal olduğu ve bu metalin fiziksel özellikleri Paracelsus (1490-1541) tarafından yazıldı. "Doğunun Plinius'u" (Romalı tabiatçı ve yazar Goius Plinius Secundus'a (23-79) benzetme) olarak tanınan Kazwiui (ölümü 630) Çinlilerin çinkodan sikke ve aynalar ürettiklerini söyler. Hintler 1000-1300 yılları arasında çinkoyu ticari boyutta üretmişlerdir. Mewar eyaletinin racalarından olan Ranu Laksh Singh'in Zawar madenlerini işlettiği (1382) bilinmektedir. Ancak bu cevher çıkarma ve izabe işlemleri feodal savaşlar nedeniyle ara sıra durmuş ve en sonunda Moğollarla yapılan Maratha savaşlarından sonra 1830'dan 1940 yılına kadar tamamen kapanmıştır.
17. ve 18. yüzyılda önemli miktarlarda külçe çinko doğudan Portekiz gemileri ile getiriliyor ve Hollandalılar tarafından dağıtılıyordu. Ürün; "Spelter", "Hint kalayı", "Caloaem" ve "Tutaney" gibi değişik isimler altında pazarlandı. 1745 yılında, doğudan gelen ve İsveç açıklarında batan bir gemiden çıkarılan külçeler %98.99 Zn, %0.765 Fe ve %0.245 Sb içeriyordu.
1730 yılında çinko izabe bilgisi Çin'den İngiltere'ye geldi ve 1739'da aşağıya doğru distilasyon tekniği ile ilgili ilk patent alındı. 1740-1743 yıllarında Bristol'de üretime başlandı. Üretim yılda 200 ton civarında idi. Proseste, cevher + odun kömürü karışımı sızdırmaz kil potalarda işleniyordu. Potanın dibi bir boru ile aşağıdaki toplama kabına bağlıydı. Gazdan yoğuşan olan metal bu kaba damlıyordu. 1758'de alınan bir patentten sonra sülfürlü cevherlerden izabik çinko üretimine başlandı.
1798'de Silezya - Wessola'da demir yüksek fırınında elde edilen çinkolu artıklar (Zincky Crust = Skafold) odun ısıtmalı bir cam fırınında İngiliz yöntemi ile işlendi. Yine 18. yüzyılın sonlarına doğru kurulan Corinthia çinko izabe fırınında ilk dikey retort uygulamasına başlandı. 19. yüzyılın başlarında geliştirilen "Belçika prosesi" reverber fırınında izabe ve potada yoğuşmayı kapsıyordu . 1836'da Stolberg'te Belçika ve Silezya fırınlarının kombinasyonu olan "Renisch" fırını yapıldı. Fırın dikey retortlar, tek kondansatör ve dışarıdan ısıtma ile çalışıyordu.
Sheffield'da 1805 yılında 100-150 °C'ye tavlanan çinkonun saç haline geleceği keşfedildi. İlk sac haddesi 1812'de Belçika-Liège'de, ilk çinko levha ise 1857'de Philadelphia'da yapıldı. Endüstriyel üretime 1866 yılında La Salle-Illinois'de Matthiessen ve Hegeler tarafından başlandı.
ABD'de ilk üretim 1835 yılında Arsenal-Washington, DC'dedir. Amerikan hükümeti bu tesiste Belçika'lı uzmanlarca eleman yetiştirilmesini ve çinko metal ve alaşımlarının standartlaşmasını sağlamıştır. İlk ticari üretim ise Belçika prosesine göre 1850'de New Jersey'de başlamıştır. Bununla beraber 1856'da Friedensville-Pennsylvania'da Silezya prosesi ve 1860'ta La Salle-Illinois'deki Belçika prosesi ile yapılan üretimler de önemli boyutlardaydı. 1850-1860 yıllarında kondensasyonun fırın üstünde pik plakalar üzerinde yapılmasını kapsayan Wetherill-American prosesi geliştirildi. 1860-1880 arasında Avrupa'da sekonder hava ısıtmalı ve gaz yakmalı fırınlar yapıldı ve ilk ısı değiştiriciler kullanıldı. Dikey mufla fırınlarındaki ilk uygulamalar 1878'de Fransa'da ve A.B.D.'de gerçekleştirildi.
Yatay retort işlemi ise ilk kez 1872'de, ABD'de La Salle-Illinois'de denendi. Gaz ısıtmalı bir tünel fırında toplam 408 retort bulunuyordu. 1880'lerde sülfürlü cevherleri kavurmak ve HSO üretimi için mekanik karıştırmalı muflalı fırın (Hegeler) geliştirildi. 1881'de asidik ZnSO çözeltisinden katodik çinko üretimi denendi ve başarısız oldu. Kavurma-Liç-Elektroliz'le çinko üretimini amaçlayan ilk tesis 1914'ten sonra gerçekleştirildi. 1895'te çinko izabesinde ilk defa doğal gaz kullanıldı. 20. yüzyılın başlangıcında flotasyon devreye girdi ve 1920'lerde sfalerit'in (ZnS) selektif flotasyonu gerçekleştirildi. I. Dünya Savaşı çok sayıda fabrika kurulmasını teşvik etti. 1917'de sinterleyici kavurma uygulaması çinko üretimini arttırdı. 1920'den itibaren Japonya, İtalya ve Fransa'da küçük; Norveç'te Odda'da, Kanada Manitoba'da (Flin Flon) ve Almanya'da Magdeburg'ta büyük kapasiteli elektrolitik çinko tesisleri kuruldu. Dikey retort + sürekli distilasyon işlemi 1925'ten sonra Almanya ve İngiltere'de uygulandı. Ancak en başarılısı A.B.D.'deki New Jersey prosesi idi.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra çinko izabesinde en büyük gelişmeler kavurmada akışkan yatak ve üretimde ISP (Imperial Smelting Process 1950-1960) uygulamalarının başlamasıydı. 1960-1980 yılları arasında ise nötr liç artıklarının değerlendirilmesi konusundaki çalışmalar tamamlandı.
Günümüzün en büyük çinko cevher üreticileri Avustralya, Kanada, Çin, Peru ve ABD'dir. Avrupalı üreticiler arasında ise; Belçika'da Vieille Montagne, İrlanda'da Tara ve İsveç'te Zinkgruvan sayılabilir. Çinko metali ekstraktif metalurji yöntemleri ile elde edilir. Çinko sülfür minerali, flotasyon tekniği kullanılarak zenginleştirilir ve ardından pirometalurjik yöntemlerle kavurma işlemi uygulanarak çinko sülfürün, çinko okside kavrulması sağlanır. Çinko oksit daha sonra sülfürik asitte liç edilir ve elde edilen çözelti çinko tozu ile arındırılır. Nihayet çinko metali, bu temiz çözeltiden elektroliz yoluyla katot levhalar halinde kazanılır. Çinko katotlar ya doğrudan dökümhaneye gönderilerek ingotlar halinde dökülür ya da alüminyum ile alaşımlandırılır.
Bir diğer çinko üretim prosesi de pirometalurjik bir proses olan flaş ergitme yöntemidir, ancak bu yöntemle elde edilen çinko oksit, hidrometalurjik alternatifine göre daha düşük safiyette çinko üretimine yol açar.
Çinko, dünyada yıllık kullanım miktarı açısından demir, alüminyum, ve bakırdan sonra gelir. Çinko:
Alban Berg
Alban Berg, (d. 9 Şubat 1885, Viyana, Avusturya- ö. 24 Aralık 1935, Viyana) 20. yüzyılın II. Viyana Okulu üyesi Avusturyalı besteci.
Bir tüccarın oğlu olan Alban Berg, küçük yaşlarda bazı şarkılar bestelemiş, ancak 1904’te Arnold Schönberg’den ders almaya başlayıncaya kadar müzik eğitimi almamıştı. Kitap satıcısı olarak çalışmaya başladığı 1904 yılında Schönberg ile tanıştı ve ondan sanatçı yönünü ifade etme tekniklerini öğrendi. 2 yıl sonra kitap satıcılığı işini bırakıp kendisini tamamen besteciliğe verdi. 25 yaşına kadar Schönberg ile çalışmaya devam etti.
1908’de Op.1 Piyano Sonatı’nı, 1910’da Op.2 Şarkılar’ı ve aynı yıl atonal yapıdaki Op.3 Yaylı Dördül’ü besteledi ve 1911’de evlendiği eşi Helene’ye adadı. İlk orkestra eseri Op. 4 Şarkılar’ı 1912’de yazdı. 1914-1915’te bestelediği Op. 6 Orkestra için 3 parça’yı 40. yaş gününde Schönberg’e armağan etti.
1837'de 24 yaşında ölen Alman yazar Georg Büchner'in Woyzeck adlı eserinden yarattığı Wozzeck operası'nı 1917’de Avusturya ordusunda görev yaptığı sırada (1915-1918 )yazmaya başladı, 1922’de bitirdi. Bu eser, müzik tarih içinde ilk atonal opera olma özelliği taşır ve yirminci yüzyıl müziğinin en önemli temsilcilerinden birisidir.
1925’te bestelediği Oda Konçertosu daha klasik bir tarzdadır. 1926’da bestelediği Lirik Suit ve 1929-1935 yılarında bestelediği ikinci operası olan Lulu’daki karamsarlık ve ümitsizliğin zengin bir sanayinicin eşi olan Hanna Fuchs-Robettin ile yaşadığı umutsuz bir aşktan kaynaklandığı ancak bestecinin ölümünden onlarca yıl sonra anlaşılmıştır.
Berg, 1935’de Lulu operası üzerindeki çalışmasına ara vererek Keman Konçertosu'nu besteledi. Alma Mahler ile ikinci eşi ünlü mimar Walter Gropius’un 18 yaşlarındaki kızları Manon Gropius’un ani ölümünden ilham alan bu eser, keman konçertolarının en güzellerinden birisidir. Eseri tamamladıktan birkaç gün sonra sırtında bir çıban büyüyen sanatçı, enfeksiyonun 4 ay içinde vücuduna yayılması sonucu Viyana’da bir hastanede 24 Aralık1935’te hayatını kaybetmiştir.
Siyah yılankökü
Siyah yılankökü ("Cimicifuga racemosa"), "Actaea racemosa" olarak da bilinir, Ranunculaceae familyasından Kuzey Amerika ’nın bir yerli bitkisidir. Bu bitkinin kökleri ve kök gövdeleri, tıpta menopoz semptomlarının ve aybaşı düzensizliklerinin tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Tarihte Kızılderililer tarafından özellikle jinekolojik rahatsızlıklarla bağlantılı pek çok semptomun tedavisinde kullanılmış olduğu bilinmektedir. Yapılan çalışmalar bu botanik ilacın damıtılmış terpen glikosid şeklinde uygun bir standardizasyonunun sağlandığı hallerde menopoz semptomlarını yatıştırmakta etkili olduğunu ortaya koymuştur. Yan etkileri son derece nadirdir, ve başka ilaçlarla bilinen ve kaydadeğer herhangi bir olumsuz etkileşimi bulunmamaktadır.
ABD’de en yaygın şekilde kullanılan ve üzerinde en derinlemesine incelemeler yürütülmüş yılankökü ticari formülü, bir Alman şirketince üretilen kök gövdesi özü olan Remifemin’dir. Başka pek çok yılankökü ürünü mevcut olmakla birlikte, bunların hepsi standardize edilmiş değildir. Siyah yılankökü mavi yılankökü otu ile karıştırılmamalıdır. Mavi yılankökü farklı belirtiler için kullanılır ve daha yüksek toksik potansiyeli bulunmaktadır.
Siyah yılankökünün |
temel aktif bileşeninin aktein ve simifugosid içeren konsantre terpen glikosid olduğu düşünülmektedir. Kök gövdesi de, alkalinler, flavonoidler ve tanninler gibi biyolojik açıdan aktif potansiyelli başka maddeler içermektedir. Siyah yılankökünün terapötik etkilerinin başlangıçta dişilik hormonları (östrojen) reseptör sinir uçlarının harekete gelmesinden kaynaklandığı düşünülmekteydi. Ancak daha yeni tarihli çalışmalar, siyah yılankökü özünün bazı bileşenlerinin en az bir östrojen reseptörü alt grubunu bağlayıcı özelliği olduğunu göstermekle birlikte, bu bağlayıcılığın sinir uçları üzerinde varsa bile çok az östrojenik etkisi olduğunu, ve tersine olabilecek bazı etkileri selektif bazda bloke ediyor olabileceğini ortaya koymaktadır.
Daha eski tarihli bir çalışmada, siyah yılankökü ile uygulanan tedavilerin östrojenik etkilerle uyumlu lüteinize edici hormon (LH) düzeyi düşüşlerine sebebiyet verdiği rapor edilmektedir. Ancak daha yeni tarihli çalışmalar lüteinize edici hormon (LH) veya folikül uyarıcı hormon (FSH) veya prolaktin düzeyleri üzerinde herhangi bir etki ortaya koymamıştır. Siyah yılankökünün etkilerini östrojen reseptörler üzerinden mi, yoksa başka bir mekanizma yoluyla mı yarattığı henüz belirlenmiş değildir.
Halen siyah yılankökü özünün ana kullanım alanı menopoz semptomlarının yatıştırılmasıdır. Bitki özlü şifa ürünlerinin menopoz semptomlarına ilişkin kullanımı hakkındaki Amerikan Kadın ve Doğum Tıbbı Koleji (College of Obstetrics and Gynecology) yönergelerinde, siyah yılankökünün bu tarz kullanımı, özellikle uyku ve ruh hali bozuklukları semptomlarının ve ateşlenmenin tedavisinde altı aya kadar uzanan bir süre için desteklenmektedir (‘C’ bulgu düzeyi, uzmanlararası ortak kararlara dayalı yönergeler).
Östrojenik etkileri olduğu düşünülen diğer bitki özlü şifa ürünlerinde olduğu gibi, siyah yılankökünün kişisel geçmişinde veya aile geçmişinde meme kanseri hadisesi bulunan kadınlarda kullanımının güvenilirliğine ilişkin kaygılar dile getirilmiştir. Bu alanda ek çalışmalar gerekli olsa da, doku kültürleri üzerinde yürütülen en az bir çalışma, östrojen reseptörleri üzerinde pozitif etki potansiyeli bulunan meme kanseri hücre dizilerinin siyah yılankökü ile uyarılmadıklarını göstermiştir. Bu çalışma, siyah yılankökü özünün, tersine, tamoksifen (Nolvadeks)’in meme kanseri hücre dizileri üzerindeki engelleyici etkisini artırdığı bulgusunu ortaya koymuştur. Bu konudaki soru işaretleri henüz tam bir çözüme bağlanamamış olduğundan, doktorların meme kanseri riski taşıyan ve yılankökü almayı düşünen hastaları ile konuyu tartışmaları gerekmektedir.
Siyah yılankökü aynı zamanda dismenorenin tedavisinde de kullanılmakta olup, bu amaca dönük olarak, Almanya’da bitkisel şifa ürünlerinin uygun kullanımı için esaslar belirleyen ve bu alanda dünya çapında otorite kabul edilen Alman E Komisyonu (des BfArM - Bundesinstitut für Arzneimittel und Medizinprodukte) tarafından tavsiye edilmiştir. Ancak bu tavsiye vaka bazında raporlara dayalıdır ve siyah yılankökünün dismenore belirtilerinin tedavisinde kullanımını destekler mahiyette rastgele ortamda gerçekleştirilmiş klinik çalışmalar bulunmamaktadır.
Tamoksifen ile olası bir karşılıklı etkileşim hariç tutulursa, siyah yılankökü özü ile herhangi bir tıbbi ilaç ürünü arasında bilinen bir karşılıklı etkileşim bulunmamaktadır. Klinik çalışmalar esnasında belirgin bir sıklıkla rapor edilmiş bulunan tek karşı etki gastroentestinal rahatsızlıklardır. Daha yüksek dozlarda alındığında, siyah yılankökü başdönmesi, sersemlik, başağrıları, mide bulantısı ve kusmaya yol açabilmektedir. Bir vakaya ilişkin bir rapor, siyah yılankökü, hayıt meyvası ve eşekotu yağını bir arada almış bir kadının geliştirdiği hastalık nöbetleri üzerinde yoğunlaşmış ise de, kesin bir neden-etki ilişkisi belgelenememiştir. Siyah yılankökü ile ilintili hastalık nöbetlerini başlı başına konu eden herhangi bir rapor bulunmamaktadır.
Rahim kontraksiyonlarını tahrik etme potansiyeli sebebiyle siyah yılankökünün hamilelik esnasında kullanımı tavsiye edilmemektedir. Süt emziren anneler için siyah yılankökünün güvenilirliği ve siyah yılankökünün anne sütüne karışma düzeyi halen bilinmemektedir. Kişisel geçmişinde veya aile geçmişinde meme kanseri hadisesi bulunan kadınların siyah yılankökü kullanımının güvenilirliği üzerinde tartışmalar sürmektedir.
Siyah yılankökü üzerinde yürütülen çalışmaların ekseriyetinde Remifemin kullanılmıştır. Remifemin 20 mg'lık tabletlerde 1 mg Terpen glikosidleri içerecek şekilde standartlaştırılmıştır. Remifemin’in en yaygın olarak kullanılan dozu günde iki adet 20 mg'lık tablet şeklindedir. Azami etkileri genelde altı ila sekiz hafta arasında kendilerini göstermektedir.
Üreticilerden edinilen en yeni bilgiler ışığında, menopoz semptomlarının tedavisinde günde iki adet 40 mg'lık tabletin günde iki adet 20 mg'lık tablet kadar etkili olabildiği düşünülmektedir. Siyah yılankökü özü tablet formatının yanı sıra ispirto eriyiği şeklinde de mevcuttur. Bu eriyiğin uygun dozu 90 derecelik ispirto ile birebir ölçekte karıştırılmış 2 ml'lik miktardan günde iki keredir.
Siyah yılankökü üzerinde yürütülmüş klinik çalışmalar kesin yargılar oluşturulmasına imkân vermek için henüz yetersiz kalitede olmakla birlikte, bu bitkisel şifa ürününün menopoz semptomlarının kısa vadeli tedavisinde etkili olduğu görülmektedir. Bu etkinin mekanizması henüz tam belirginliğe kavuşmuş değildir ve eski tarihli raporlarda yer alan östrojenik etkiler daha yeni tarihli raporlar ışığında kanıtlamamaktadır. Bazı hastalar, menopoz semptomlarının denetiminde siyah yılankökünün hormon tedavisi ile aynı yararları sağladığından hareketle, hormon tedavisinin diğer ek katkılarının da siyah yılankökü kullanımı ile elde edilebileceği sonucuna varacaklardır. Bu açıdan, siyah yılankökünün bazı menopoz semptomlarının tedavisinde yararlı olabilmesine rağmen, osteoporozun ilerlemesine karşı bu ürünün koruyucu etki sağladığına dair halen hiçbir kanıt bulunmadığını doktorlar hastalarına açık bir şekilde açıklamalıdırlar.
Bu bitkiler ürünün uzun vadeli kullanımına dönük olarak da ilave bir kaygı bulunmaktadır. Endometriyum sinir uçlarının uzun süreli ve engelsiz tarzda tahrik edilmesine yol açacak rahim kanseri gelişmesi riskini artırabileceği dile getirilmektedir. Yürütülen çalışmalar her ne kadar vajinal sitoloji üzerinde herhangi bir etki ortaya koymamış ise de, siyah yılankökünün endometriyum üzerindeki etkileri üzerinde yeterli ölçekte çalışma gerçekleştirilmemiş olduğunu belirtmek gerekir. Bazı doktorlarca, uzun vadeli bazda siyah yılankökü kullanan kadınların ayrıca projesteron hormonu da almalarının yerinde olacağı görüşünü ileri sürmektedir.
Siyah yılankökü hakkında halen mevcut (botanik veya tıp alanında) bilimsel literatürün çoğunluğu Almancadır.
Siyah yılankökü, nemli ve ağır toprakta 1.5 - 2 metreye kadar boy atabilmesi, sıcak ve kuru havaya dayanıklılığı ve zarif yaprakları nedeniyle özellikle ABD'de bahçecilikte de rağbet gören bir bitkidir. Yaklaşıldığında duyulan -ve çok ağır olmayan- ilaçımsı nahoş bir kokusu olması bahçeleri haşaratlardan uzak tutmakta da yarar sağlamaktadır.
Candan Erçetin
Candan Erçetin (d. 10 Şubat 1963), Türk şarkıcı-şarkı yazarı ve öğretmen. Yirmi yılı aşkın şarkıcılık kariyeri boyunca, insan hayatını konu alan şarkılar hazırlayıp seslendirmesiyle tanındı. Albümlerini pek fazla tanıtım yapmadan çıkarmasına rağmen yine de çalışmalarının çok satarak dinleyici tarafından benimsenmesiyle birçok kez takdir edildi. Müziğini ön planda tutarak basında özel hayatıyla yer almaması sayesinde övüldü. Bazen farklı bulunan video klipleriyle ilgi çekti. Ailesinin Balkan kökenli olmasının bir sonucu olarak şarkılarında sık sık Balkan müziği enstrümanlarına yer verdi, Türkçenin yanı sıra Fransızca ve Yunanca şarkılar da söyledi.
Kırklareli'de Arnavut ve Makedon kökenli bir ailenin kızı olarak dünyaya gelen Candan Erçetin, küçük yaşlarındayken Galatasaray Lisesi'ni kazanarak İstanbul'a yerleşti. Sonraki yıllarda ses eğitimi aldı. İstanbul Üniversitesi'nde Klasik Arkeoloji bölümünü bitirdi. Okuldaki son yılında "Halley" şarkısıyla Türkiye'yi 1986 Eurovision Şarkı Yarışması'nda temsil eden Klips ve Onlar grubunun bir üyesi olarak yarışmaya dahil oldu. Ancak bir süre müzikal kariyerine başlamak istemedi ve arkeoloji eğitimine devam etti. 1995'te "Hazırım" albümüyle dikkat çeken bir çıkış yaptı, 1997'de hit olan "Yalan" şarkısını içeren "Çapkın" albümünü yayımladı. 2000'de yılın en çok satanı olan "Elbette"nin ve 2002'de "Gamsız Hayat" şarkısı eşliğinde yayımlanan "Neden"in ardından "Melek" (2004), "Kırık Kalpler Durağında" (2009) ve "Milyonlarca Kuştuk..." (2013) albümlerini satışa sundu. Bu albümlerin dışında hazırladığı "Chante Hier Pour Aujourd'hui" (2003) ve "Aranjman 2011" (2011) albümlerinde Fransızca; "Aman Doktor" (2005) albümünde ise Yunanca şarkılara yer verdi.
Erçetin, müzikal kariyerinin yanı sıra çeşitli projelerde de yer aldı. 1994'te sunuculuk yapmaya başladı, 2007'de "Candan Erçetin'le Beraber ve Solo Şarkılar" programını sundu. 2005'te "Yıldızların Altında" müzikalinin başrolünü oynadı. "Gölgesizler" (2008) ve "Kaptan Feza" (2009) filmlerinin müziklerini hazırladı ve yapımında görev aldı. Bir dönem Galatasaray Lisesi'nde müzik öğretmenliği yaptı, 2009'da Galatasaray Üniversitesi'nde diksiyon dersleri vermeye başladı. 25 Haziran 2013 tarihinde Ünal Aysal tarafından Ümit Özdemir ile birlikte Galatasaray SK Başkan Yardımcılığı'na atandı. Erçetin, 2014'te Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande tarafından Fransız-Türk ilişkilerine yaptığı katkılar sayesinde Sanat ve Edebiyat Nişanı ile ödüllendirildi, bunun yanı sıra bugüne kadar çalışmalarıyla çok sayıda ödül kazandı.
10 Şubat 1963'te anne Priştineli ve baba Üsküplü göçmen bir ailenin kızı olarak Arnavut ve Makedon kökenleriyle birlikte Kırklareli'de dünyaya geldi. İlkokulu Kırklareli'de bitirdi. Erçetin, 11 yaşında İstanbul'da burs sınavına katıldı ve Galatasaray Lisesi'ni kazandı. 11 yaşında ailesinden ayrıldı. 1989'lu yıllarda Fransız |
Chanson'u ile tanıştı. 1978'de İstanbul Belediyesi Şan Okulu'na gitti ve şan dersleri aldı. 1986'da Norveç, Oslo'da düzenlenen Eurovision Şarkı Yarışmasın da Türkiye'yi Klips ve Onlar grubu bünyesinde "Halley" şarkısını seslendirerek temsil etti ve grup Türkiye'nin o zamana kadarki en iyi derecesini elde etti. 1990 Eurovision Türkiye finallerinde Cihan Okan ile "Daha Kolay" şarkısını, 1992 Eurovision Türkiye finallerinde ise Sinan Erkoç ile "Kimbilir Nerdesin" şarkısını seslendirdi.
Candan Erçetin'in ilk albümü "Hazırım", 1995 Ağustos'unda yayınlanmıştır. 12 şarkıdan oluşan albümde Gökhan Kırdar çoğunlukta olmak üzere, Sezen Aksu, Yusuf Bütünley, Ahmet ve Balkan halk ezgileri gibi ünlü sanatçıların bestelediği şarkılar yer almaktadır. İkinci versiyonuda basılan albümün ilk versiyonunda "Sevdim Sevilmedim" ve "Umrumda Değil (Mix)" bulunmamaktadır. Albümde yer alan "Umrumda Değil", "Hangi Aşk Adil Ki", "Vakit Varken", "Daha", "Nar Çiçeği" ve "Sevdim Sevilmedim" şarkılarına klip çekilmiştir.
1996 yılında yayınlanan diğer bir albüm olan "Sevdim Sevilmedim", Candan Erçetin'in ilk remix EP olup toplamda ikinci albümüdür. 6 şarkıdan oluşan albümde ilk albümde de yer alan "Umrumda Değil" ve "Sevdim Sevilmedim" şarkılarına yapılmış remix EP'ler yer almaktadır. Candan Erçetin bu albümle birlikte çıkardığı tüm albümlerde remix albüm çıkarmaya başlamıştır.
17 Haziran 1997'de "Çapkın" albümü sanatçının ikinci stüdyo albümü olup toplamda 3. albümüdür. Albümde 12 şarkı yer alıp, albümün oluşmasında sanatçı çoğunlukla Mete Özgencil ile çalışmıştır. Albümde 10. şarkı olarak bulunan "Yalan" şarkısı büyük bir ilgi görmüş ve yoğun bir dinleyici kitlesi tarafından dinlenmiştir. Albümde yer alan "Yalan" ve "Onlar Yanlış Biliyor" şarkılarıyla ödüller alan sanatçıya, "Her Aşk Bitermiş" adlı parçaya çektiği video klipden yurtdışında en iyi klip ödülü verilmiştir. Albümde yer alan "Yalan", "Çapkın", "Onlar Yanlış Biliyor" ve "Her Aşk Bitermiş" şarkılarına klip çekilmiştir.
1998 Ağustos'u sonuna doğru yayınlanan ve Candan Erçetin'in 2. remix EP albümü olan "Oyalama Artık" albümü 7 şarkıdan oluşup "Oyalama Artık", "Aşkı Ne Sandın", "Kaybettik Biz", "Onlar Yanlış Biliyor" şarkıları yeniden düzenlenmiş remix yapılmış ve "Oyalama Artık" şarkısına klip çekilmiştir.
Mart 1998'e gelindiğinde Candan Erçetin, bir sonraki albümü için planlar yapmaya başladığını belirterek albümün yapısıyla ilgili olarak "Dünyada müziğin nereye gittiğini takip ederek yeni bir sound arıyoruz ancak çizgi fazla değişmeyecek. Kısacası benim çok severek söyleyeceğim şarkılardan oluşacak." sözlerini söyledi. Ağustos 1999'da, yeni albümün çıkışının sonbahar başlangıcına yetişmesinin hedeflendiği ve beş şarkının tamamlandığı öğrenildi. Yeni çalışmanın yayımlanması, 1999 yılına yetişemedi ve 2000 yılına kaydı. Üçüncü Candan Erçetin stüdyo albümü "Elbette", 1 Ocak 2000'de Topkapı Müzik etiketiyle yayımlandı. Şarkılardan sekizinin söz yazımını Mete Özgencil tek başına gerçekleştirdi. Erçetin ise altı şarkının bestelenmesinde görev aldı. 1960'larda çıkan Güzide Kasacı şarkısı "Unut Sevme", tekrar seslendirilerek albüme dahil edildi. "Elbette", Türkiye'nin çok satan albümler listesinde haftalarca bir numarada kaldı. 2000 yılı sonuna kadar 1 milyon 50 bin kopya satarak yılın en çok satan çalışması oldu. Müzik eleştirmenleri, albüm için olumlu eleştiriler sundular ve çalışmanın şarkıcının kişiliğiyle bütünleştiğini, dinleyenleri farklı coğrafyalarda gezdirdiğini ifade ettiler. "Zaman" gazetesinden Abdullah Kılıç, albümdeki "Elbette", "Dünya Durma" ve "Unut Sevme" şarkılarının 2000'in en çok dinlenen şarkıları olduğunu belirtti. Aralık 2009'da "Elbette", NTV'nin müzik jürileri tarafından 2000'lerin En İyi Türkçe Albümü seçildi.
2001'de NTV'de "Günlük Hayat" programını sunan Candan Erçetin, yine bu yıl içinde Melih Kibar'ın anısına yapılan "Yadigâr" albümündeki "Sevdan Olmasa" şarkısını seslendirdi. 17 Mayıs 2002'de, dördüncü stüdyo albümü "Neden"i parfüm kokan diski eşliğinde Topkapı Müzik etiketiyle yayımladı. Bu albümle birlikte, "Hazırım" albümünden bu yana süregelen Mete Özgencil-Candan Erçetin iş birliği son buldu. Müzik eleştirmenleri, "Neden"i şarkıcının önceki çalışmalarından farklı ve riskli buldular. Bir önceki albüme adını veren "Elbette" şarkısındaki düz ve sade sözlerin bu albümün tamamına yayıldığına dikkat çektiler. Albümün hit olan çıkış şarkısı "Gamsız Hayat"a klip çekilmesinin ardından "Parçalandım" şarkısına da klip çekildi. MÜYAP albüme satış başarısı yakalaması sayesinde sertifika verdi. "Neden"deki bazı şarkıların remiksini içeren albüm ise Eylül 2003'te satışa sunuldu. Yine 2003 yılında şarkıcı, Fransız şansonlarını modern düzenlemelerle seslendirdiği "Chante Hier Pour Aujourd'hui" albümünü yayımladı. Ayrıca Show Tv dizisi "Hayat Bilgisi"nin ilk bölümünde oynadı.
Candan Erçetin'in beşinci stüdyo albümü olan "Melek"in hazırlıkları, bir önceki stüdyo albümü "Neden"in yayımlanmasından hemen sonra başladı. Çalışmalar kapsamında yirmi beş şarkı ortaya çıktı ve bunlardan on bir tanesi albüme dahil edildi. Nihayetinde albüm 17 Haziran 2004'te Pasaj Müzik tarafından yayımlandı. Böylece "Melek", Erçetin'in ilk albümünden bu yana çalıştığı Topkapı Müzik'ten ayrılmasından sonra farklı bir yapım şirketiyle çalışarak çıkardığı ilk albümü oldu. "Melek"te yer alan "Şehir" şarkısında Ceza, konuk şarkıcı olarak yer aldı. Müzik eleştirmenlerine göre herkese seslenebilen şarkılar içeren albüm, Türkiye'de D&R'ın çok satan albümler listesine 27 Haziran 2004 tarihinde bir numaradan giriş yaptı ve haftalar boyu zirvede kalmaya devam etti. MÜYAP albümün 2004 yılı içinde 406 bin kopya sattığını açıklayarak albüme altın sertifika verdi. Erçetin, aynı yıl Beyazıt Öztürk, Ceza, Nev ve Harem ile birlikte Fanta Gençlik Festivali kapsamında Türkiye'yi dolaşarak 23 gün içinde 17 şehirde konser verdi. Murathan Mungan için oluşturulan saygı albümü "Söz Vermiş Şarkılar"da (2004) yer alan "Çember" şarkısını seslendirdi. Temmuz 2005'te, "Melek"teki çeşitli şarkılarının remikslerinden oluşan "Remix'5" albümü Pasaj Müzik etiketiyle yayımladı.
2005'in ilk aylarında, Beyazıt Öztürk ile başrolünü paylaştığı "Yıldızların Altında" müzikalinde oynayan şarkıcı, Türk-Yunan kültürüne ait geleneksel şarkıları seslendirdiği "Aman Doktor" albümünü ise DMC etiketiyle aynı yıl 9 Aralık'ta yayımladı. Albümdeki şarkıların bir kısmını Türkçe, bir kısmını Yunanca seslendirdi. "Aman Doktor", Türkiye'de çok satanlar listesinde bir numaraya yükseldi ve 2005 yılı içinde 105 bin; 2006 yılı içinde ise 49.500 kopya sattı. Satışlarının 100 bini geçmesi sayesinde MÜYAP tarafından altın sertifikayla ödüllendirildi. Erçetin, Haziran 2006'da "Yabancı Damat" dizisinin 68. bölümüne konuk olarak Eftelya ve Memik'in düğününde şarkı söyledi. 2007-08 yılları arasında TRT 1'de yayınlanan "Beraber ve Solo Şarkılar" adındaki programın sunuculuğunu yaptı; "Çeyrek" (2007) albümündeki "Gelmiyorsun" şarkısını ve "Söz Müzik Teoman" (2008) albümündeki "Kim" şarkısını seslendirdi. Temmuz-Ağustos 2007'de Beyazıt Öztürk ile birlikte tekrar Fanta Gençlik Festivali kapsamında turneye çıkarak 17 konser verdi. Ağustos 2007'de, Kalbimiz Sokakta Atıyor projesi kapsamında sahipsiz hayvanlar için Kuruçeşme Arena'da Ajda Pekkan, Hande Yener, Sezen Aksu ve Yaşar gibi isimlerle beraber konser verdi.
Candan Erçetin, Ocak 2009'da yayımlanan "Gölgesizler" filminin yapımcılığını üstlendi ve filmin her aşamasında çeşitli sorumluluklar üstlendi. Film için hazırladığı "Ben Kimim" şarkısını ise Kasım 2008'de yayımladı. Şarkı, "Billboard" Türkçe Top 20'de on beş haftadan fazla kaldı ve iki numaraya kadar ilerledi. Daha sonradan altıncı stüdyo albümü "Kırık Kalpler Durağında"ya dahil edilen şarkılar arasında yer aldı. Erçetin'in altıncı stüdyo albümü "Kırık Kalpler Durağında", şarkıcının "5 yıl, 5 ay, 27 gün süren suskunluğunun ardından" 16 Aralık 2009'da Pasaj Müzik tarafından satışa sunuldu. Çıkar çıkmaz 100.000 adet sipariş alan ve Türkiye'de D&R'ın çok satan albümler listesinde zirveye oturan albümde, Esmeray'ın ilk kez seslendirdiği "Unutama Beni" şarkısı yeniden yorumlandı; "Gözler" şarkısında Neyzen Tevfik ve Ömer Hayyam'ın şiirlerinden dizelere yer verildi. Müzik eleştirmenleri, Erçetin'in duraklama evresi sonrasında gelen albüm için genel anlamda olumlu eleştiriler sundular; şarkıcının entelektüel çizgisi ve farklılığının bu çalışmada da görülebildiğini ve çalışmanın tamamında baştan sona kadar dinlenebilecek bestelerin olduğunu belirttiler. "Kader", "Kırık Kalpler Durağında" ve Cemal Safi'nin yazdığı "Git" şarkıları albümün video klip çekilen şarkıları oldu. Bunlardan "Kader", "Kaptan Feza" (2010) filminin müziklerinden biri olarak kullanıldı. 2011'de yarı Fransızca yarı Türkçe şarkılardan oluşan "Aranjman 2011" albümünü piyasaya süren şarkıcı, 2012'de ise Orhan Gencebay'ın altmışıncı sanat yılını kutlamak için hazırlanan "Orhan Gencebay ile Bir Ömür" albümündeki "Beni Böyle Sev" şarkısını seslendirdi.
Yedinci stüdyo albümünün hazırlıklarına 2011 yılında başlayan Candan Erçetin, toplam bir yıl süren yapım ve kayıt aşamalarının ardından albümü tamamlayarak 3 Haziran 2013'te "Milyonlarca Kuştuk..." adıyla sessiz sedasız bir şekilde yayımladı. Bu tarihin Taksim'deki Gezi Parkı protestolarına denk gelmesi sebebiyle albüm tanıtımları ertelendi ve tanıtımlar ilk başta yalnızca şarkıcının resmî sitesi ile müzik şirketinin sitesinde yapıldı. Albümün adı, albümdeki aynı adlı şarkıya da konu olan Zümrüd-ü Anka efsanesinden yola çıkılarak belirlendi. Erçetin albüm için, Nâzım Hikmet'in "Bence Şimdi Sen De Herkes Gibisin" şiirini besteleyerek seslendirdi. Türkiye'de D&R'ın çok satan albümler listesinde bir numaraya yükselen "Milyonlarca Kuştuk...", 2013 yılının sonuna kadar 50.000 fiziki kopya satarak Türkiye'de en çok kopya satan beşinci albüm oldu. Dijital ortamda ise 54.790 kez indirilerek yılın en çok indirilen onuncu albümü oldu.
Erçetin, Ocak 2014'te Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande tarafından Fransız-Türk ilişkilerine yaptığı katkılardan do |
layı Sanat ve Edebiyat Nişanı ile ödüllendirildi. Haziran 2014'te Galatasaray'ın yönetiminde başkan yardımcılığı görevine atandı; Temmuz 2014'te ise bir sonraki sezon için kulübün basketbol şubesinden sorumlu yönetim kurulu üyesi olacağı duyuruldu. 12 Aralık 2014'te Beyazıt Öztürk'ün sunduğu "Beyaz Show"a katılan şarkıcı, Öztürk'ün "Git" şarkısına parodi bir video klip çekmesi üzerine klibe cevap vererek Öztürk'le şarkının sözleri üzerinden parodilerle atışmaya başladı. Haftalarca süren atışmalarda Erçetin; Demet Akbağ, Derya Şensoy, Esra Erol, Gupse Özay ve Saba Tümer ile birlikte Öztürk'e "kadın dayanışmalı" bir cevap verirken; Öztürk ise Erçetin'e Ali İhsan Varol, Emre Karayel, Hayko Cepkin, Mustafa Üstündağ, Nuri Alço ve Ümit Besen ile birlikte "erkek dayanışmalı" bir cevap verdi. Atışmalar, 23 Ocak 2015'te Erçetin'in tekrar "Beyaz Show"a katılıp Öztürk ile düet yapmasıyla sonlandı. "Sözcü", bu müzikli atışmalar sayesinde Erçetin'in popülaritesinin bir hayli artırdığına dikkat çekerek, atışmaların sürdüğü haftalarda şarkıcının Google'da en çok arananlar arasına girdiğini ve Facebook sayfasının beğenilerinin 600 bin kişi arttığını belirtti. 25 Nisan 2015 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından "18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Zaferi'nin 101. Yıl Dönümü" için hazırlanan, resmi Youtube kanalından yayınlanan Çanakkale Türküsü'nün seslendirildiği video da yer almıştır.
XOR kapısı
XOR (eXclusive OR) Kapısı, girişindeki işaretler birbirinden farklı olduğu zaman çıkış olarak 1 verir, diğer tüm hallerde 0 verir.
XOR kapısının Boole Cebiri eşitliği;
A xor B = A'B+AB' şeklindedir.
XOR Kapısının doğruluk tablosu:
Burada A ve B değerlerinin yalnızca birinin 1 olması durumunda çıkışı 1 olur.
Tirmit mantarı
Tirmit mantarı ("Lactarius volemus"), "Russulaceae" familyasından yenebilen bir mantar türü. Şapkası 5–15 cm kadar büyüklükte, kuru ve et gibidir, hiçbir zaman yapışkan olmaz. Gençken yarım küre şeklinde tümsek olup olgunlaşınca açılır ve derin olmayan huni şekline dönüşür, üst tarafı düzensiz, dalgalı gibi bir hal alır. Kenarı başlangıçta içeri kıvrıktır, daha sonra düzensiz olarak dalgalı olur. Gençken sarımtırak kahverengi olgunlaşınca kırmızımsı kahverengi olan mantarın iki formu vardır. Kırmızı kahverengi tipi iğne yapraklı ağaç ve kayın ormanlarında yosunlar arasında gelişir, ateş sarısı tipi yalnızca kayın ve meşe ormanlarında bulunur.
Lameller, gençken sarımsı beyaz turuncu, olgunlaşınca sarı açık kahverengidir, dokunulduğunda kahverengi olur. Bol miktarda beyaz sıvıya sahiptir. Oldukça sık olup sap üzerinde az olarak aşağı devam eder. Sapı 12 cm kadar uzunlukta ve oldukça kalın, sağlamdır. Mum gibi bir örtüsü vardır. Şapka ile aynı renkte veya birazcık daha açık, şapka tarafındaki birkaç santimetrelik kısımda sarımsı, diğer kısımlarında kırmızımtırak kahverenktedir. Etli kısmı gençken yumuşak, beyaz, olgunlukta sünger gibi, katı ve açık sarıdır, daha sonra yavaş yavaş kahverengi lekelilik kazanır. Spor izi çok açık kırmızımtırak sarıdır.
Temmuz ve Eylül arasında yapraklı ağaç meşçerelerinde bilhassa kayın ormanlarında ve sınırlarında, bazen çam meşçerelerinde gelişir. Badem gibi hoş bir tadı, balık gibi kokusu vardır. Kolay tanınabilen bir mantardır, bol miktarda çıkarılan beyaz sıvısı ile iyi ayırdedilebilir, bu sıvı çok lezzetlidir, renk değiştirmez ve balık kokusundadır. Taze mantar kesildiği zaman bol miktarda beyaz sıvısı akar, kuru ve yaşlı örneklerde bu özellik yoktur. Salamura edilmiş balık gibi olan kokusu, mantar yaşlandıkça artar.
Yenilebilen iyi bir mantardır, hatta çiğ olarak bile emniyetle yenebilir. Tuzlanıp baharatla muamele edildiği, sıcak yağda kızartıldığı zaman çok lezzetli olur. Kızartılırken lamelleri yukarı gelecek şekilde tavaya konulmalıdır. Çorbalar için de iyidir. Bununla beraber, tadı çok acı olan ve şapkasının ortasında konik bir çıkıntı bulunan "Lactarius rufus" ile karıştırılmamalıdır, bu mantar zehirli değildir fakat yenmesi lezzet bakımından tavsiye edilmez. Bir lezzet denemesi yapmak için küçük bir parça çiğ olarak tadılabilir.
Hilmi Özkök
Hilmi Özkök (4 Ağustos 1940, Turgutlu, Manisa), Türk asker. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 24. Genelkurmay Başkanı'dır.
Eğitim hayatına Turgutlu'da bulunan Namık Kemal ilkokulu'nda başladı. Daha sonra Bursa Işıklar Askeri Lisesi'nde öğrenim gördü. 1959 yılında Kara Harp Okulu'nu birincilikle tamamlayıp, 1961 yılında da Topçu Okulu'ndan mezun oldu. Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na bağlı çeşitli topçu birliklerinde 1970 yılına kadar batarya subaylığı ve batarya komutanlığı yaptı. 1972 yılında Kara Harp Akademisi'nden mezun oldu.
1975 yılında NATO Savunma Kolejinden mezun oldu. Kurmay subay olarak; 15. Piyade Er Eğitim Tugayında Harekat ve Eğitim Şube Müdürlüğü, NATO Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı Özel Silahlar Şube Müdürlüğünde Karargâh Subaylığı, Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargâhı (SHAPE) Plan ve Prensipler Dairesinde Karargâh Subaylığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Plan ve Prensipler Başkanlığında Savunma Araştırma Şube Müdürlüğü, Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliğinde Özel Kalem Müdürlüğü ve Kara Harp Okulu Komutanlığında Öğrenci Alay Komutanlığı görevlerinde bulundu.
1984 yılında Tuğgeneral rütbesine, 1988 yılında Tümgeneral rütbesine, 1992 yılında Korgeneral rütbesine, 1996 yılında da Orgeneral rütbesine terfi etti. Tuğgeneral rütbesi ile Genelkurmay Plan ve Harekat Daire Başkanlığı ve 70. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı, Tümgeneral rütbesi ile 28. Motorlu Piyade Tümen Komutanlığı ve Genelkurmay Personel Daire Başkanlığı, Korgeneral rütbesi ile NATO Türk Askeri Temsil Heyet Başkanlığı ve 7. Kolordu Komutanlığı, Orgeneral rütbesi ile NATO Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Genelkurmay II. Başkanlığı, 1. Ordu Komutanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevlerinde bulundu ve 28 Ağustos 2002 tarihinde Genelkurmay Başkanlığına atandı. 7. Kolordu Komutanı iken 241 PKK'lının öldürüldüğü Atmaca Harekâtı'nı yönetti.
28 Ağustos 2002 tarihinde Genelkurmay başkanı oldu. 28 Ağustos 2006 tarihinde emekli olarak görevini Orgeneral Yaşar Büyükanıt'a devretti. Görev yaptığı 4 yıl boyunca, önceki genelkurmay başkanlarına nispeten sivil siyasete müdahale etmeyen bir görüntü çizdi. Bu tutumu bazı ulusalcı yazarlar tarafından eleştirildi.
Haklarında yolsuzluk, emre itaatsizlikte ısrar gibi suçlamalar bulunan birçok general hakkında askerî savcılık tarafından soruşturma yapılmasına onay vererek önceki genelkurmay başkanlarına göre farklı bir tutum sergiledi. Ancak, Şemdinli olayı soruşturmasını yürüten savcı Ferhat Sarıkaya'nın Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt hakkında yaptığı suç duyurusyla ilgili olarak soruşturma izni vermedi.
29 Mart 2007'de "Nokta" dergisinin yayınladığı dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek'e ait olduğu iddia edilen günlüklerde, 2003 ve 2004 yıllarında bazı kuvvet komutanları tarafından planlanan "Sarıkız", "Ayışığı", "Yakamoz" ve "Eldiven" adlı askeri darbeler'e karşı çıkarak Genelkurmay Başkanlığı sırasında, Türkiye'de demokratik rejimin devamını sağladığı iddia edilmiştir. Özkök; dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur ve 1. Ordu komutanı Hurşit Tolon'un Ergenekon soruşturmasında tutuklanmasından sonra verdiği bir demeçte darbe teşebbüsü iddiaları hakkında "“Ne var ne de yok derim”" açıklamasını yapmıştır. Yaklaşık bir yıl sonra Ergenekon soruşturması kapsamında tanık sıfatıyla bilgisine başvurulan Özkök, Ayışığı ve Yakamoz planlarından haberdar olduğunu Eldiven'i ve Cumhuriyet Çalışma Grubu'nu duymadığını belirtti. Özkök ifadesinde Ayışığı ve Yakamoz duyumunu aldığı dönemde Şener Eruygur'a bu yönde plan ve çalışma olup olmadığını sorduğunu, "Yok" cevabını alınca da buna rağmen sık sık rektörlerin, gazetecilerin Jandarma Genel Komutanlığı'na çağrılarak görüşülmesinin yanlış anlaşılacağını söyleyerek kendisini uyardığını söylemiştir.
Bunun yanı sıra "Chronicle" dergisi, darbe planlarının yapıldığı günlerde Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'e yönelik suikast planlandığını iddia etmişti. Dergiye göre, 3 Şubat 2004'te gerçekleştirilmesi planlanan suikast, Özkök'ün kullandığı yol güzergâhını değiştirmesi ve alınan yoğun güvenlik önlemleriyle sonuçsuz kalmıştı. Özkök ise bu iddialar için ""Benim konumumdaki kişilere karşı böyle girişimler olabilir. Güvenlikten sorumlu arkadaşlar önlemlerini alırlar. Çoğunlukla da komutana söylemezler bile. Tedirginlik yaratmamak için. O tarihlerde benim güzergâhım zaman zaman bir önlem olarak değiştirilirdi."'" dedi.
Özkök'ün Genelkurmay başkanlığı döneminde zehirlenmekten korktuğu için Genelkurmay yemekhanesinde yemek yemediği ve yemeklerini evden getirdiği ve GATA'daki sağlık kontrollerine gitmediği iddiaları basında yer almıştı. Özkök, yemeklerinin evden getirdiğini doğrulamış, fakat karargâhtaki yağlı yemeklerin biraz ağır olacağı düşüncesiyle evde hazırlanan hafif gıdaları tükettiğini söylemişti.
4 Ağustos 1940 tarihinde, Manisa'nın Turgutlu ilçesinde dünyaya geldi. Babası sıhhi tesisatçılık işiyle uğraşıyordu, annesini 3 yaşında iken kaybetmişti. İngilizce ve orta derecede Rusça bilen Özkök, 1967 yılında Turgutlu eşrafından Ali Moralıgil'in kızı olan fen bilgisi öğretmeni Özenç ile evlenmiş ve bu evliliklerinden Gürler ve Çağlar adında iki oğulları olmuştur. 2006'da Genelkurmay başkanı görevinde iken emekli olduktan sonra İzmir'e yerleşmiş ve halen burada yaşamını sürdürmektedir.
Vitriol
Vitriol bir simya terimidir. Latince’de 7 sözcükten oluşan “Visita Interiora (Interiorem) Terræ (Tellus) Rectificando Invenies Occultum (Operae) Lapidem” cümlesindeki sözcüklerin baş harflerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuş sembolik bir ifadedir. Bu cümle Türkçeye “Dünyanın derinliklerini (içini) ziyaret et, damıtırken (arıtırken) gizli taşı (felsefe taşı'nı) bulacaksın.” biçiminde çevrilir.
Simyanın felsefesine göre felsefe taşı, aydınlanmanın sembolüdür. Simyacıların asıl amacı felsefe taşını bulmaktır. Bunu bulmak için ateşle taşları sürekli arıtıp, damıtırlar. Taş ile taş |
ları birleştirip üzerlerinde çalışırlar. Ve bilirler ki aslında taşları ateşle arıtırken, arındırdıkları taşlar değil kendi ruhlarıdır. En nihayetinde söylenceye göre taş en mükemmel haline ulaşır yani felsefe taşına. Felsefe taşı, ölümsüzlüğü verirken, her maddeyi altına çevirme gücüne de sahiptir. Yine bu da aslında sembolik bir anlatımdır. Simyacılar, öze dibe inerek, arınmanın sembolü olan ateş ile ruhlarını arındırmış ve nihai bilgeliğe, aydınlığa ulaşmayı hedef almışlardır. Altın, bilgeliğin, aydınlanmanın sembolüdür. Bu yüzden felsefe taşı aydınlanmış, bilge olmuş, O’na ulaşmış insanı anlatmaktadır. Vitriol söylencesinin temel felsefesine göre kişi ateşte arınmadan, cehenneme inmeden ve nihayetinde öze dönüşmeden aydınlanamaz.
Bu cümledeki yeraltına inme sembolizmiyle belirtilmek istenen, pek çok inisiyatik tradisyonda cehenneme iniş olarak ifade edilen deneyimdir. Bu cümlede simgelenen anlam “arınıp saflaşmak istiyorsan cehenneme iniş deneyimini yaşamalısın” olarak ifade edilir.
Hüseyin Kıvrıkoğlu
Hüseyin Kıvrıkoğlu (1934, Bozüyük). Türk asker. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 23. Genelkurmay Başkanı'dır.
Lise tahsilini Işıklar Askeri Lisesi'nde tamamladı ve 1955 yılında Topçu Subayı olarak Kara Harp Okulu'ndan mezun oldu. Akabinde 1957 yılında Topçu Okulu'nu bitirerek mezuniyetini takip eden sekiz yıl boyunca çeşitli Topçu Birliklerinde Takım ve Batarya Komutanı olarak görev yapan Kıvrıkoğlu, 1965-1967 yıllarında Kara Harp Akademisi'nde Kurmay Subay öğrenimini tamamladı. 1967-1968 yıllarında 39. Tümen Topçu Komutanlığı'nda (Dörtyol, Hatay) Batarya Komutanı olarak, 1968 ile 1970 yılları arasında ise 9. Piyade Tümen Komutanlığı’nda (Sarıkamış) Karargâh Subayı olarak görev yaptı. 1970 yılında ise Silahlı Kuvvetler Akademisi'nden mezuniyetini müteakip, Napoli'deki NATO'ya bağlı askeri kanat Güney Avrupa Müttefik Kuvvetleri Komutanlığı Karargahı Harekât Başkanlığı'nda plan subayı olarak görev yaptı, 1972-1973 yıllarında İstanbul'da Kara Harp Akademisi Öğretim Üyeliği görevinde bulundu. Daha sonra Genelkurmay Personel Başkanlığı'nda, general amiral şubede Kısım Amiri ve Kara Kuvvetleri Personel Başkanlığı'nda, kurmay şube müdürü olarak görev yaptı. 1975 ile 1978 yıllarında Kara Kuvvetleri Genel Plan ve Prensipler Başkanlığı’nda Savunma Araştırma Şube Müdürlüğü, 1978 ile 1980 yılları arasında ise Kara Harp Okulu Öğrenci Alay Komutanlığı görevlerini yürüttü.
1974 yılında Roma'da NATO Savunma Koleji'ni de bitirdi ve akabinde 1980 yılında tuğgeneral rütbesine terfi etti. Bu rütbesinde 1980-1983 yıllarında Mons'ta NATO Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargahı Harekât Merkez Amirliği, 1983 ile 1984 yıllarında ise 3. Tugay Komutanlığı ve 11. Tugay Komutanlığı görevlerinde bulundu. Yine akabinde 1984 yılında tümgeneral rütbesine terfi etti. Bu rütbede 1984-1986 yıllarında NATO Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri (LSE) Kurmay Başkanlığı, 1986-1988 yıllarında ise Sarıkamış'ta 9. Piyade Tümen Komutanlığı görevlerini yürüttü.
1988 yılında korgeneral rütbesine terfi etti. Bu rütbede 1990 yılına kadar Genelkurmay Personel Başkanlığı, 1990 ile 1993 yıllarında ise 5. Kolordu Komutanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı Müsteşarlığı görevlerinde bulundu, 1993 yılında ise orgeneral rütbesine terfi etti. 1996 yılına kadar NATO Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri (LSE) Komutanlığı görevini sürdürdü. 1996 yılında 1. Ordu Komutanlığı görevine getirildi ve bu görevinden ile 1997 yılında Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na yükseldi.
1997 ile 1998 yılları arasında Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevini yürüttü. Komutanlığı döneminde siviller, kamu görevlileri ve güvenlik güçlerine karşı saldırılar düzenleyen PKK'ya karşı hava ve kara destekli birçok operasyon yapıldı. En bilinenleri Çekiç ve Şafak Harekâtı'dır. Yine bu görevindeyken Kıbrıs'taki bir askeri tatbikat sırasında bir kurşun kendisini sıyırdı hemen arkasında oturan Albay Vural Berkay'ın ölümüne neden oldu.
30 Ağustos 1998 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı olarak atandı. Komutanlığı döneminde Murat Operasyonu gerçekleştirildi ve 28 Şubat Süreci başladı, kamuoyunda tartışmalara neden olan Andıç skandalı patlak verdi. Bu görevini emekli olduğu 30 Ağustos 2002 tarihinde kadar sürdürdü.
Genelkurmay başkanlığı döneminde Süleyman Demirel'in cumhurbaşkanlığında 28 Şubat 1997'de toplanan Millî Güvenlik Kurulu (MGK) kararları ile yalnız üç ay görev yapabilen 54. Türkiye Hükûmeti ve Türkiye'deki muhafazakar kesime karşı başlayan 28 Şubat süreci için 54. Türkiye Hükûmeti'nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasının ardından göreve gelen yeni başbakan Bülent Ecevit'in 28 Ocak 1999 tarihinde Hürriyet gazetesine verdiği röportajında "28 Şubat geride kaldı" sözlerine karşı Hüseyin Kıvrıkoğlu 2 Şubat 1999 tarihinde düzenlenen "MGK" toplantısında 28 Şubat kararlarını uygulamadığı ve irticayla yeterince mücadele etmediği gerekçesiyle yeni Türkiye hükümetini ve Bülent Ecevit'i eleştirerek düzenlenen MGK toplantısında "28 Şubat bin yıl sürer" dedi.
Evli ve bir çocuk babasıdır. İngilizce bilmektedir. 15 Mart 2015 tarihinde 59 yıllık eşi Olcay Kıvrıkoğlu 79 yaşında hayatını kaybetti.
Ağulu mantar
Ağulu mantar ("Omphalotus olearius"), Omphalotaceae familyasından zehirli bir mantar türü. Türkiye'de yetişen "Cüce kız, Meşe mantarı, Horoz mantarı" gibi isimlerle de tanınan "Cantharellus cibarus" ile karıştırılabilir. Fakat bu tür daha yumurta sarısı renkli, üzeri yağlımsı gibi, lamellerinin çatallı ve aralarının birleşmiş olmasıyla ayırt edilir.
Şapkası, 7–10 cm, konveks (dış bükey), sonra huni biçimli, üst yüzeyi portakal sarısı, ipek gibi parlak, dalgalı, yaşlılarda portakalımsı-kahverenklidir. Lameller, değişik uzunluklarda, eşit değil, sık, yaklaşık 5–6 mm. eninde, ince, sapa dekurrent olarak bağlanır. Sarımsı turuncu renkli, parlak, kenarları akut, genellikle diğer kısımlara rağmen daha koyudur. Taze mantarlarda lameller üzerinde biriken spor tozları, çoğu kez karanlıkta parlar, mantarın ingilizcesi o yüzden "Jack-o Lantern"'dir. Sapı 7-15 x 1–2 cm. olup, silindirik, dibe doğru biraz incelerek devam eder, şapkaya doğru çoğu kez eksantrik (Dışa doğru genişleyen) olarak bağlı, sıkı yapılı, içi dolu, lifsi, lamellerle aynı renktedir. Bu mantar, yaz başından sonbahar sonlarına kadar özellikle yapraklı ağaçların kütükleri üzerinde gruplar halinde ortaya çıkar. Özellikle zeytin ağaçları üzerinde bu mantarı görmek mümkündür.
Bu mantar nedeniyle oluşan zehirlenme olaylarında belirtiler, sindirimden sonra 30 dakika ile 3 saat arasında ortaya çıkar. Ağır ve şiddetli mide bulantısı, kusma, ishal ve karın ağrıları tipik belirtilerdir. Bunun yanı sıra, terleme, tükürük, gözyaşı ve bronş salgılarında artma, bronkospazm, miyozis, görme bulanıklığı, hipotansiyon ve bradikardi gibi belirtiler görülür. Bu mantar, İzmir, Manisa, Bursa, Çanakkale, Balıkesir, Elâzığ gibi illerde yetişen yaygın bir türdür. Zehirlenmesi genelde ölümcül değildir.
Herkulaneum
Herkulaneum, Antik İtalyan yarımadasında eski bir Roma kentidir. 24 Ağustos 79 tarihinde Vezüv yanardağının patlamasıyla yok olmuştur. Aynı günde Stabiae ve Pompeii kentleri de yıkılmış, yok olmuştur. Destanlara göre kentin kurucusu Herküldür.
Herkulaneum'de yaşayan insanlar bir pyroklast gaz ve toz rüzgarı tarafından uyurken yok edildiler.
İlk kez Aristo'nun öğrencisi Theophrastos ("Θεόφραστος") tarafından (MÖ 314) Herakleion olarak yazılarında bu kenti anlatmıştır. İtalyanlar bu kente Ercolano demektedirler.
XNOR kapısı
XNOR / NXOR Kapısı, XOR kapısının sonucunun tersini üretir. Sadece bir girişi 1 olduğunda 0 cevabı verir; diğer tüm durumlarda ise 1 cevabını verir.
XNOR Kapısının doğruluk tablosu:
Doğruluk tablosundan da görüleceği üzere , 2-girişli XNOR fonksiyonu (kapısı) basit bir eşitlik karşılaştırıcıdır.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Bilim ve Teknoloji Müzesi
ODTÜ Bilim ve Teknoloji Müzesi, 2003 yılında Ankara'da kurulan Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ne bağlı müze. Müzenin amacı MÖ 7000 yılından beri Anadolu'da gelişen teknolojinin tarihini belgelemek ve günümüz teknolojisini sergilemektir.
Üniversite yerleşkesinde bulunan müze kompleksi 4 ana elemandan oluşmaktadır. Bunlar geçmişten günümüze bilim ve teknoloji gelişimini gözler önüne seren sergi binası "Büyük Silo"; Ulaşım Tarihi sergisi binası "Hangar", 50'den fazla etkileşimli deneyin bulunduğu Uygulamalı Bilim Merkezi binası "UFO" ve açık hava sergisidir. Açık hava sergisinde üniversite birimleri ve diğer ilgili kişi ve kurumların katkılarıyla bir araya getirilmiş lokomotif, C-47 uçağı, F-104 uçağı gibi araçlar sergilenmektedir.
Müzenin kurulma çalışmalarına 2001'de başlanmış ve 2005'te tamamlanmıştır.
Eski başbakanlardan Bülent Ecevit, ilkokul öğrenciliğinden bu yana yaklaşık 70 yıldır kullandığı Erika marka tarihî daktilosunu Ekim 2003'te ODTÜ Bilim ve Teknoloji Müzesi'ne armağan etmiştir.
Galerina autumnalis
Galerina autumnalis, Cortinariaceae familyasından ölümcül derecede zehirli bir mantar türü. İçerdiği alfa-amanotoksinler ölümle sonuçlabilen zehirlenmelere yol açar. "Armillaria mellea" (bal mantarı) ve çeşitli halüsinojen "Psilocybe" mantarlarına (özellikle "Psilocybe cyanescens" ve "Psilocybe stuntzii") benzerliği zehirlenmelerin ana sebebidir.
Şapkası küçük, 1–4 cm, tümsek veya hafifçe düz, bazen çan şeklinde olabilir. Şekli düzgün, taze ve ıslakken yapışkan, diğer durumlarda kuru olabilir. Rengi genelde kahverengi veya turuncuya yakın olabilir. Spor izi kahverengidir.
2001 yılında yapılan bir çalışmada, görünümlerindeki farklara rağmen "Galerina autumnalis", "Galerina marginata" , "Galerina oregonensis", "Galerina pseudomycenopsis", "Galerina unicolor", ve "Galerina venenata" türlerinin aynı genetik yapıyı paylaştıkları, dolayısıyla hepsinin, en eski isimlendirme olan "Galerina marginata" ismi altında toplanabileceğini ortaya çıkarmıştır.
Claudio Monteverdi
Claudio Monteverdi (d. 15 Mayıs 1567, Cremona, İtalya – ö. 29 Kasım 1643 Venedik, İtalya), Geç Rönesans - Erken Barok döneminin İtalyan müzisiyeni, opera beste |
cisi, şarkıcısı.
Yaşamında üne kavuşan sanatçı uzun hayatı boyunca hem Rönesans, hem Barok dönemi eseri sayılabilecek eserler verdi ve zamanının müzik döneminde değişiklikler yarattı.
İtalyan kenti Cremona’da 1567’de doğdu. 16 yaşındayken Cremona Katedrali’nde Ingegneri ile çalışmaya başladı. Yirmi yaşına girmeden yenilikçi olmasa bile çağdaş üslupta dini ve dindışı eserler içeren müzik kitapları yayımladı.
1591 yılında Dük Vincenzo Gonzaga’ya yaylı sazlar icracısı olarak hizmet verdi. 1599’da şarkıcı "Claudio de Catteneis" ile evlendi. Bu evliliğinden üç çocuğu oldu.
Monteverdi, Floransa operalarından etkilenmişti. İlk operası olan "La favola d'Orfeo"’yu "(Orfeo Efsanesi)" 1607 yılında tamamladı. Dük 1612’de öldükten sonra Venedik’te San Mark kilisesindeki yeni görevine maestro di cappella (müzik yönetmeni) olarak başladı. Yazdığı bir dizi dini eser ona bütün Avrupa’da ün sağladı.
1637’de Venedik’in ilk opera binasının açılmasından sonra Monteverdi opera bestelemeye yoğunlaşmış; ancak bu eserlerinden sadece iki tanesi günümüze ulaşabilmiştir: "Il ritorno d'Ulisse in patria" ve "l'Incoronazione di Poppea" "(Poppea’nin Taç Giymesi)". Bu eserlerden ikincisi, onun en büyük şaheseri kabul edilir.
Bestecinin yaratıcılığı Shakspeare’e benzetilir; üzerinde çalıştığı formları değiştirip geliştirmiştir. 1587 ile 1638 yılları arasında yazdığı, madrigallerden oluşan 8 kitaplık seriyle müziğe büyük katkı yapmıştır' operaya büyük yenilikler getirmiştir. Armonideki modern anlayışın öncüsüdür.
Monteverdi, yaşamı boyunca Venedik halkından büyük saygı gördü. Mezarının bulunduğu Frarri kilisesi'ne bir anıt dikilmiştir. Ayrıca ilk büyük opera kompozitörü olarak kabul edilir.
Kıbrıs Türk Hava Yolları
Kıbrıs Türk Hava Yolları (KTHY), Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ulusal havayolu şirketiydi. Başkent Lefkoşa'dan Türkiye, Birleşik Krallık ve Almanya'ya tarifeli/tarifesiz uçuşlar yapmaktaydı. İçinde bulunduğu ekonomik sebeplerden dolayı Türkiye Cumhuriyeti Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü tarafından 21 Haziran 2010 itibarıyla tüm uçuş hakları ikinci bir karara kadar askıya alınmıştır.
4 Aralık 1974 tarihinde, Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi Konsolide Fonu İnkişaf Sandığı ve Türk Hava Yolları Anonim Ortaklığı’nın eşit iştiraki ile KKTC Şirketler Yasası Fasıl 113 esasları çerçevesinde Lefkoşa’da bir Limited Şirket olarak kurulmuş ve 3 Şubat 1975'te faaliyete başlamıştır.
KTHY, T.C. Ulaştırma Bakanlığı Sivil Havacılık Dairesi tarafından, 1998 yılında, iç ve dış hatlarda tarifeli ve tarifesiz seferlerle yolcu ve yük taşımacılığı yapmak için, yetkilendirilmiştir. Konsolide Fonu İnkisaf Sandığı, %50'sinin sahibidir.
Merkezi Lefkoşa’da bulunan şirketin , Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti dışında, Türkiye, Birleşik Krallık ve Almanya’da satış ofisleri ile temsilcilikleri bulunmaktadır.
İkinci Sanayi Devrimi
İkinci ve Üçüncü Sanayi Devrimleri, daha bilinen adı ile Teknolojik Devrim, 19. yüzyılın son çeyreğinde başlayıp, 20. yüzyılın başlarında hızlanan endüstri alanlarındaki hızlı yükselişi ifade etmek için kullanılır. Sanayi devrimi 18. yüzyılın ortalarında buhar gücünün sanayiye uygulanması ile İngiltere'de ortaya çıkmıştır. Ancak tarihsel gelişim aşamaları içerisinde teknolojide ortaya çıkan değişmeler bu durumu ileri seviyeye taşımıştır.
Birinci Sanayi Devriminden sonra 1870-1913 arasında özellikle çelik üretim yöntemlerinin geliştirildiği, elektrik, içten patlamalı motorlar, Atlantik-ötesi telgraf, radyo gibi buluşların ortaya çıktığı döneme "İkinci Sanayi Devrimi" olarak anılmaktadır. Bunun gibi II. Dünya Savaşı'ndan sonra teknolojide görülen buluşlar, Otomotiv endüstrisi geldiği nokta ile bu durumu daha ileri seviyeye taşımıştır. Bu dönemin belli başlı buluşları arasında nükleer enerji, sentetik ürünler, bilgisayar teknolojisi, mikroelektronik teknoloji gibi yenilikler sayılabilir. Ayrıca fiber optikler ve telekonmünikasyon, biyogenetikler, biyotarım, lazerler ve holografi başlıca buluşlardır olarak sayılabilir.
Cahit Berkay
Cahit Berkay (d. 3 Ağustos 1946, Uluborlu, Isparta), Moğollar adlı müzik grubunun kurucularından Türk müzisyendir.
1946'de Isparta'nın Uluborlu ilçesinde doğdu. 1959'da ailesi ile birlikte İstanbul'a geldi. Liseyi İstanbul Kabataş Erkek Lisesi'nde bitirdi. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde yüksek eğitimini tamamladı.
Müziğe ilkokulda mandolin çalarak başladı. 1960-1965 tarihleri arasında amatörce müzik yaptı. 1962'de "Siyah İnciler" adlı grubunu kurdu. 1965'de Selçuk Alagöz orkestrasında profesyonel müzik dünyasına adım attı. Selçuk Alagöz ile 1966'da Altın Mikrofon'a katıldı ve 3. oldu. 1967'de ise Rana Alagöz'ün arkasında çalıp, 1967 Altın Mikrofon'da bir kez daha üçüncü oldu.
1968'de Alagöz orkestrası bateristi Engin Yörükoğlu ile Moğollar adlı rock grubuna, gitarist Tahir Nejat Özyılmazel'in yerine girdi. Grubun ilk dönemlerinden besteleri Aziz Azmet ve Murat Ses ikilisi yaparken, Azmet'in 1970'de gruptan ayrılması ise Cahit Berkay besteci kişiliğini ön plana çıkardı. Cahit Berkay'ın ön plana çıkması ile grup Psychedelic rock ve rock and roll yerine daha folklorik ve Anadolu rock adı verilen tarza yöneldi. Gitar dışında bağlama, cura ve yaylı tambur da çalmaya başladı.
Cahit Berkay bestesi "Dağ ve Çocuk" ile popüleriteleri arttı ve 1971'de yeni bir grup arayan Barış Manço ile çaldılar. Bir yandan da solo kariyerine devam eden grup aynı yıl Danses et Rythmes de la Turquie albümünü çıkardı. Çoğunluğu Murat Ses bestelerinden oluşan bu albüm, Fransa'da "French Academie Charles Cros Grand Prix Du Disque" ödülü aldı. Bu ödül sonrası Manço'dan ayrılan grup kendi kariyerlerini devam ettirmeye karar verdi.
Moğollar, bu dönemden sonra solo 45'likler yanında, Selda Bağcan, Cem Karaca ve Ali Rıza Binboğa ile de çalıştı. Karaca'nın en önemli şarkılarından "Namus Belası" kaydedildi. 1975'te Berkay, yeniden Paris'e döndü. Eski grup arkadaşı Engin Yörükoğlu ile Moğollar'ı ikili olarak devam ettirdi. 1975'te neredeyse hepsi Berkay bestesi olan "Hittit Sun" albümü yurtdışında piyasaya çıktı. Bunun başarısı ile Berkay ve Yörükoğlu, 1976'da Klasik Türk müziği eserlerinden oluşan "Ensemble d'Cappadocia" albümünü çıkardı ancak albüm çok az sattı. 1976'da Kütahya'da kısa dönem askerlik yaptı. Berkay, grubu 1978'e kadar devam ettirse de grup dağıldı.
1993'te toplanan imza kampanyası ile Moğollar yıllar sonra tekrar bir araya gelmeye karar verdi. Grup bir yıl sonra "Moğollar 94" albümü ile geri döndü. Önceki dönemlerinden farklı olarak politik ve çevreci mesajlar vermeye başladılar. Şarkıların çoğu Cahit Berkay'a aitti. Ayrıca, Berkay bu albümle birlikte vokallere de geçmişti. Berkay'ın söz yazımında Turgut Berkes ile çalıştığı 1996 tarihli "4 Renk" ve 1998 tarihli "30. Yıl" albümleri de 1994 albümü tarzındadır.
Cahit Berkay, grup arkadaşı Taner Öngür ile birlikte Coca Cola'nın sponsorluğunu yaptığı Rock'n Coke festivaline karşı olarak Barışarock festivalinin düzenlenmesine destek oldu. 2004'te "Yürüdük Durmadan" albümü çıkardılar. 2008'de Cahit Berkay, vokali Cem Karaca'nın oğlu Emrah Karaca'ya bırakıp, gitarist ve besteci olarak Moğollar'da devam etti. Çoğu Berkay bestesi olan "Umut Yolunu Bulur" albümü 2009'da yayınlandı.
Berkay, Moğollar'dan da önce 1965'te Buzlar Çözülmeden filminin müziğini Şahin Gültekin ile bestelemişti. Moğollar'ın son döneminde ise Berkay, sinema filmleri için müzik yapmaya odaklandı. 1975'te film müziğine başlayan Berkay, aynı yıl ilk ve tek solo 45'liği "Teşekkür Ederim Babaanne" filminin müziği yayınlandı. 1976'da düzenlenen 1. İstanbul Film Festivali "En İyi Film Müziği" ödülünü "Ben Sana Mecburum" filmine yaptığı müzikle kazandı. Selvi Boylum Al Yazmalım filmine yaptığı müzik çok beğenildi. 15. Antalya Film Festivali'nde en iyi film müziği ödülünü Fırat'ın Cinleri filmine yaptığı besteyle aldı. Altın Portakal'ı bu ödülden sonra 3 kez daha aldı.
Cahit Berkay, 2009'a dek 162 tane film ve dizi müziği, sayısız da reklam müziği bestelemiştir.
Sinema dışı müziklere uzun süre ara veren Berkay, sadece 1980'de Zülfü Livaneli'nin "Günlerimiz" albümüne iki şarkıda katkıda bulundu. 1987'de arkadaşı Cem Karaca'nın ülkeye dönmesinden sonra onunla çalışmaya başladı. 1990'da Karaca, Berkay ve Uğur Dikmen, Yiyin Efendiler albümünü çıkardı. Aynı yılın Temmuz ayı, Cem Karaca'nın seslendirdiği, Cahit Berkay bestesi "Kahya Yahya" 1990 Kuşadası Altın Güvercin Müzik Yarışması'nı kazanmıştır. Üçlünün ortaklığı 1992'de Nerde Kalmıştık? albümü ile devam etti. Albümün çıkış şarkısı, Cahit Berkay bestesi "Raptiye Rap Rap" oldu ve daha sonra birçok kez farklı sanatçılar tarafından yorumlandı. 1999 tarihli "Bindik Bir Alamete..." albümünde de Cem Karaca'ya eşlik etti.
Berkay, 1997'de Kenan Doğulu'nun oynadığı "Hiç Bana Sordun Mu?" adlı dizide konuk oyuncu olarak oynamıştır. 2005'te ise İki Süper Film Birden adlı filmde "Newton Mustafa" rolünü oynamıştır. 2012 yılında Star TV de yayınlanmaya başlayan Sudan Bıkmış Balıklar isimli televizyon dizisinde "Hilmi Baba" rolünü oynamaktadır.
Moğollar'ın yanında solo kariyerini de devam ettiren Cahit Berkay, 1997'de ilk film müzikleri albümünü çıkardı. Bu albümün 1999 ve 2001 devamı geldi. 2002'de çıkan "Gitarın Asi Çocukları" adlı toplama albümde "Dörde Özlem" şarkısı ile yer aldı. 2005'te Sinema Bir Mucizedir'in film müziği albümünü yayınladı. 2007'de Grup Zan'ı kurdu ve Toprak albümünü yayınladı. 2009'da en son albümü Yağmurdan Sonra filminin müziklerini albüm olarak yayınladı.
Bu albümler dışında Barış Manço anma albümünde "Rüya" şarkısı çaldı. "Rock Sınıfı" adlı toplama albümde Replikas'a "İlk Çağda Anadolu Uygarlıkları" ve Uzay Heparı'yı anma albümü Uzay Heparı - Sonsuza'da ise 4 Yüz grubunun seslendirdiği "Masum Değiliz" şarkısına bağlama ile eşlik etti.
Henry Purcell
Henry Purcell (d. 10 Eylül 1659 Westminster, Londra – ö. 21 Kasım 1695 Westminster, Londra). Erken Barok döneminin İngiliz bestecisi.
William Shakespeare’in "A Midsummer Night’s Dream" ("Bir Yaz Gecesi Rüyası") adlı eserinden uyarlanan "Fairy Queen" ("Periler Kraliçes |
i") için yazdığı fon müziği ile tanınır. Bunun dışında 100'ü aşkın bestesi ve "Dido ve Aenas" isimli minyatür operası vardır.
Bir saray müzisyeninin oğlu olan Henry Purcell, 1677'de, 18 yaşındayken, II. Charles'ın yaylı çalgılar orkestrasının besteciliğine, 1679'da Westmininister Abbey orgculuğuna atandı. Ömrünün 25 yılını Westminister'da geçirdi ve 3 ayrı krala hizmet etti. Saraydaki görevlerinin yanı sıra operalar, sahne müzikleri ve oda müziği bestelemekle uğraştı. O dönem İngiltere’de müzik dünyasındaki önemli gelişmelerden birisi, halk konserlerinin gerçekleştirilmeye başlaması ve çeşili müzik gruplarının kurulması idi. Henry Purcell, pek çok meslektaşının aksine bu grupların sahnelemesi için besteler yapmayı utanç verici olarak görmedi ve bestelerini verdi. Sadece sahne müziği alanında değil, müziğin her alanında eserler verdi. 1695 yılında yaratıcılığının doruğunda iken hayatını kaybetti. 1876 yılında Purcell Derneği’nin kurulmasından sonra, Purcell'in bütün yapıtlarının yayımlanmasına yönelik girişimler başladı. 1965'te çalışmalarının tamamı 32 cilt olarak bir araya getirildi.
İnterpolasyon
İlk kez Uygulamalı Matematik biliminin bir alt kategorisi olan Sayısal Analiz yöntemlerinde tanımlanan ve elde varolan (bilinen) değer noktalarından yola çıkarak bu noktalar arasında, farklı bir yerde ve değeri bilinmeyen bir noktadaki olası değeri bulmaya/tahmin etmeye yarayan yöntemlerin tümüne verilen genel isimdir. En basit tanımı ile "varolan sayısal değerleri kullanarak, boş noktalardaki değerlerin tahmin edilmesi" olarak açıklanmaktadır. Türkçede bazen kolaylık olsun diye "interpolasyon" sözcüğü yerine yalnızca "tahmin" de kullanılmaktadır.
İnterpolasyon genelde mühendislik ve deneylere/ölçümlere dayalı benzeri bilim dallarında, toplanan verilerin bir fonksiyon eğrisine uydurulması amacıyla kullanılmaktadır. Elde toplanan verinin dağınık ve özellikle aşırı heterojen olduğu durumlarda interpolasyon ile boş alanlardaki değerlerin bulunması önem kazanmaktadır.
Ekstrapolasyon bilinen noktaların dışındaki bir alanda da tahmin yapmak için kullanılır.
Heterojen
Heterojen tanımı, birbirinden bağımsız işlevleri olan değerleri/nitelikleri içeren bir bütünlüğü tanımlamak için kullanılmaktadır. Bu bütünlük (veya diğer bir deyişle "grup"), çevresinden yoğunluk olarak farklılaşmasına ve bu sayede kolayca tanımlanabilmesine rağmen, grubun içinde yer alan nesne veya verilerin kendi içinde çok farklı olduğu durumlarda ""heterojen grup"" olarak tanımlanır.
Heterojen terimi fen ve matematik bilimlerinde sıklıkla kullanılan bir terimdir ve Homojen teriminin zıt anlamlısıdır. Heterojen kelimesi fen biliminde madde dağılımı ve özellikleri her yerinde aynı olmayan karışım anlamına gelir. Örnek: ayran, meyve suyu, süt, çamurlu su, toprak, yağlı su…
Mandolin
Mandolin, uta benzeyen telli çalgı dır. Mızrapla çalındığı zaman iyi ses verdiği bilinir ancak modern mandolinlerde genelde pena kullanılmaktadır. Mızrap ile çalınabilmesi mandolini ut ve gitardan ayırır. Dört çift teli olan mandolinin ses düzeni kemandaki gibidir. Kolay öğrenilir olması nedeniyle müzikle yeni tanışanların tercih ettiği bir müzik aletidir.
Mandolin ut ailesinin modern üyelerinden birisidir. Mandore, pandurina, ut, terbo, arşilut ve gitar, mandolinin yakın akrabalarındandır. Bunların içerisinde günümüzde en yaygın olanı gitardır.
Hamdi Koç
Hamdi Koç (d. 1963), Türk yazar ve çevirmen.
Hamdi Koç, 1963'te Ordu'nun Fatsa ilçesinde doğdu. Kabataş Lisesi'nde başladığı lise öğrenimini Şişli Lisesi'nde tamamladı. Bir süre ODTÜ’de okudu, ardından İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi.
Hokka dergisinin yayın kurulunda bulundu. William Shakespeare, William Faulkner, Samuel Beckett ve James Joyce'tan çeviriler yaptı. İlk romanı "Çocuk Ölümü Şarkıları" 1992'de yayımlandı.
George Best
George Best (d. 22 Mayıs 1946, Belfast - 25 Kasım 2005) Kuzey İrlandalı futbolcudur.
Kuzey İrlanda'nın başkenti Belfast'ta dünyaya gelen George Best, futbol tarihinin en yetenekli oyuncularından biri olarak kabul edilirdi. 1963 ve 1974 arası Manchester United`da oynadığı zamanlarda kariyerinin en parlak günlerini geçirdi. 1965, 1967 lig ve 1968 Şampiyonlar Ligi şampiyonluklarının kazanılmasında önemli bir rol oynadı. 1968`de Avrupa`da "Yılın Futbolcusu" ve "Futbol Yazarları Birliği (İngiltere - FWA) Yılın Futbolcusu" ödüllerine layık görüldü.
15 yaşındayken Belfast'ta Manchester United yıldız avcısı Bob Bishop tarafından keşfedildi. Bishop, dönemin Manchester United teknik direktörü Matt Busby'ye "Galiba senin için bir dahi keşfettim" yazan bir telgraf çekti. Best'in yerel kulübü Glentoran, onu çok küçük ve zayıf olduğu için daha önce reddetmişti. Best antrenmanlarda beğenilince, antrenör Joe Armstrong kendisine sözleşme imzattı. Böylece 1963 yılında profesyonelliğe geçti.
Best, Manchester United formasını ilk kez 14 Eylül 1963'te 17 yaşındayken, Old Trafford'da West Bromwich Albion'ı 1-0 yendikleri maçta giydi. Sezonun ilk yarısında takım formasını giymesi için çok genç olduğu düşünülüyordu. Bu nedenle ikinci kez formayı giymesi 28 Aralık'ta Burnley karşısındaki maçı buldu. Bu maçı Manchester United 5-1 kazanırken, Best kariyerinin ilk golünü kaydetti. Matt Busby'nin gözüne giren Best, sezonun ikinci yarısında daha çok forma şansı buldu. Sezon sonunda 26 maça çıkan futbolcu, 6 gol atmıştı. Manchester United, Liverpool'un 4 puan gerisinde lig ikincisi oldu.
İkinci sezonunda ise Best ve Manchester United, İngiltere şampiyonu oldular.
20 yaşındaki Best, 1966'da Şampiyon Kulüpler Kupası çeyrek final karşılaşmasında SL Benfica karşısında 2 gol kaydedince gazetelerde manşet oldu. Portekiz medyası kendisine "O Quinto Beatle" ("Beşinci Beatle") lakabını taktı. Yeteneği ve şova yatkınlığı kendisini bir medya yıldızı haline getirdi. Uzun saçları, yakışıklılığı ve ölçüsüz hayat tarzı ile bilinen futbolcu 1965'te ünlü müzik programı Top of the Pops'a katılmıştı. Best'in başka bir lakabı da "Belfast Çocuğu" olup, doğduğu yer olan Belfast'ta ise kendisine Georgie ya da Geordie deniyordu.
1966-67 sezonu da başarılı bir sezon olup, Manchester United ligi dört puan farkla kazandı. Sonraki sezon Best, Benfica karşısında oynanan final maçında gol atıp, Şampiyon Kulüpler Kupası şampiyonluğunu kazanıyordu. Manchester United maçı 4-1 kazanmış, Best ise Avrupa'da Yılın Futbolcusu ve Futbol Yazarları Derneği Yılın Futbolcusu ödüllerini kazanmıştı. Bu başarılı sezondan sonra, Best'in düşüşü başladı.
1960'ların sonunda Best, Manchester'da iki tane gece kulübü açtı, Oscar's ve Slack Alice's (ikincisi daha sonra 42nd Street Nightclub adını aldı). Ayrıca, Manchester City forması giyen Mike Summerbee ile birlikte moda dükkanlarına sahiptiler. Bu dönemde kumar, aşk hayatı ve alkolizm ile ilgili problemleri arttı.
Dönemin klasik İngiliz tarzında, oynadığı pozisyona göre forma numarası alıyordu. Şöhretini kazandığı 1966 ve 1968 Şampiyon Kulüpler Kupası'nın son turlarında olduğu gibi sağ kanat oynadığı dönemlerde, 7 numarayı giydi. İlk sezonunun tamamında ve 1971-72 sezonunda olduğu gibi sol kanatta oynadığında ise 11 numarayı giydi. 1960'lar ve 1970-71 sezonunun yarısından fazlasında ortanın sağında oynadığında 8 numarayı giydi. 1972'de ortanın solunda oynarken 10 numarayı giydi. Son dönemi olan 1973 sonbaharında ise 11 numarayı giydi. 22 Mart 1969'da Old Trafford'da oynanan ve attığı golle United'ın Sheffield Wednesday'i 1-0 yendiği maçta, Bobby Charlton'un sakatlığı nedeniyle 9 numarayı da bir kez giydi.
1974'te 27 yaşındayken Best, Manchester United'dan ayrıldı. Takım ile oynadığı son maç 1 Ocak 1974'te Loftus Road'da Queens Park Rangers karşısında oynanan maçtı. Toplamda 470 kere Manchester forması giyen Best toplam 179 gole imzasını koydu, altısını sadece bir maçta Northampton Town'a karşı atmıştır. 6 sezon üst üste United'ın en golcü ismi olan Best, 1967-68 sezonunda ise ligin gol kralı oldu. Sonraki on yılda ise büyük bir kariyer düşüşü yaşayan futbolcu, kulüpten kulübe transfer olup, Güney Afrika, İrlanda, ABD, İskoçya ve Avustralya'da şansını denedi.
1974'ün geri kalan sezonunda Güney Afrika takımlarından Jewish Guild'e kiralandı. Ancak bu dönemde de kumar ve içkiye yönelen hayatıyla dikkatleri çekti. Antrenmanları kaçırması nedeniyle de eleştiriler aldı. Burada 5 lig maçında forma giyip, gol bulamadı. Ancak kısa süre forma giydiği bu dönemde binlerce insanı stadyuma çekmeyi başardı.
İngiliz ekibi Dunstable Town FC'nin yeni başkanı Keith Cheeseman, takımı güçlendirmek için WBA'dan Jeff Astle ile birlikte George Best'i de 1974-75 sezonu öncesi kadrosuna kattı. Best, daha önce kulüple bağlantılı olup, stadın ağlarının yenilenmesi için cebinden 25£ vermişti. Takımın teknik adamı Barry Fry'ın da kısa bir süre George Best ile Manchester United'da oynamışlığı vardı.
Best'in Dunstable Town'a kiralanmasına onay veren United menajeri Tommy Docherty, Manchester United karması ile Dunstable Town arasında bir hazırlık maçı önerisiyle geldi. 5 Ağustos 1974'te maç oynandı ve Best, çoğu gençlerden oluşan eski takımı karşısında 3-2'lik bir galibiyet kazandı. Hazırlık maçından sonra takım ile yollarını ayırdı ve 1974-75 sezonunda maç yapmadı. 24 Kasım 1975'te Chelsea FC oyuncusu Peter Osgood'un jübile maçında Chelsea'nin stadı Stamford Bridge'te Chelsea'nin eski futbolcularından oluşan karmada yer aldı. Chelsea'yi 4-3 yendikleri maçta Best, 2 gol kaydetti.
1975 yılında FIFA, George Best'e kısa bir süre için verilen futbol yasağını kaldırma kararı aldı. Ancak Manchester United teknik direktörü Tommy Docherty, Best'i takımda tutmayı düşünmüyordu. Bu dönemde İngiliz dördüncü liginde mücadele eden Stockport County menajeri Roy Chapman, Kasım 1975'te United ile sözleşmesi bitip boşta kalan Best'i bedelsiz olarak ve maç başına ücret ödemek koşuluyla transfer etti.
28 Kasım 1975'te Swansea City FC karşısında ilk kez Stockport forması giydi. Normalde 2,000'den az seyirciye karşı oynayan takımı izlemeye 9,000'den fazla kişi gelmişti. Rakiplerini 3-0 yendikleri maçta |
, Best kullandığı korner ile ilk golü rakibin kendi kalesine atmasını sağlamış, ikinci golün asistini yapmış, üçüncü golü ise kendi atmıştı. 12 Aralık 1975'te ise Watford ile 2-2 berabere kalırlarken, bir gol daha kaydetti. Burada yaptığı üçüncü maçtan sonra takımdan ayrıldı. Best, Stockport County için attığı goller dışında, takıma hasılat geliri ve medyada daha çok yer kazandırmış oldu.
1975-76 sezonunun ikinci yarısında yeni durağı İrlanda ekibi Cork Celtic FC oldu. Takımı yöneten Kuzey İrlandalı futbolcu-menajer ve Chelsea efsanelerinden olan Bobby Tambling tarafından takıma transfer edildi. Best, maç başına 600£ almak üzere takımla anlaştı. Eski takımı Stockport County ile çıktığı son maçtan bir gün sonra 27 Aralık 1975'te İrlanda'ya geldi.
Drogheda United karşısında ilk kez forma giydi. Daha sonra iki maçta daha forma giydi. Ancak Best, maçlarda iyi bir performans gösteremiyordu. Waterford United ile oynayacakları maç öncesi kadrodan çıkartıldı. Rakip takım da başka bir Manchester United efsanesi olan Bobby Charlton'u bünyesine katmıştı ancak iki futbolcu, bu sefer rakip olarak karşı karşıya gelemediler. Best'in geçirdiği grip yüzünden takımdan ayrıldığı söylense de Celtic başkanı, Best'in "İrlanda futboluna karşı olan ilgisini kaybettiğini" söyledi.
Best, 1976'da uzun sürecek Amerika Birleşik Devletleri macerasına başladı. İlk durağı İngiliz sanatçı Elton John'un ortaklarından olduğu Los Angeles Aztecs oldu. İlk sezonunda 23 maçta 15 gol atarak iyi bir başlangıç yaptı. Takımı play-off'lara taşısa da gerisi gelemedi. All-Star'a çağrıldı. 1977 sezonu ise en başarılı sezonu oldu. Konferans finallerine çıkma başarısı gösterseler de finallere kalamadılar. Aztecs, Doğu'nun en iyi ikinci takımı olurken, Best ligin en iyi orta saha oyuncusu olarak seçildi ve yine All-Star'a çağrıldı. 1978 sezonunda ise yönetimle sorunlar yaşamaya başladı. 12 maçta 1 gol kaydeden futbolcu sezon devam ederken takım ile yollarını ayırdı.
ABD'de 1976 sezonunun bitmesi ile 1976-77'de İngiliz 2. Ligi'nde mücadele eden Fulham FC'ye transfer olarak, kariyerinde daha sona gelmediğini gösterdi. 4 Eylül 1976'da Bristol Rovers karşısında ilk maçına çıkan Best, 1-0 biten maçta galibiyet golünü kaydetmişti. 3 gün sonra Lig Kupası'nda da golle buluştu. Best, bu dönem yeniden millî takıma çağrıldı. İlk sezonunda takımın en önemli isimlerinden olup 32 maçta forma giydi. Ayrıca 6 gol kaydetti. 25 Eylül 1976'da Hereford United ile oynanan maçtaki performansıyla hatırlanan Best, o maç takım arkadaşı ve saha dışında da çok iyi bir dostu olan Rodney Marsh'ın ayağından topu çalmış, Marsh da daha sonra Best'in yanına gidip, topu ondan tekrar kazanmaya çalışmıştır.
Yaz tatilinde Los Angeles'a dönen futbolcu, 1977-78 sezonu için Fulham'a geri döndü. 10 maçta 2 gol kaydetti. Devre arasında Fulham FC'dan ayrılarak temelli olarak ABD'ye geri döndü. Kupa kazanamamasına rağmen, Best kariyerinin en eğlenceli dönemini Fulham'da yaşadığını belirtti.
Eylül 1978'te ABD'nin Detroit Express takımına Avrupa turnesi için dahil oldu. Avusturya'da oynanan iki maçta bu takımın formasını giydi. FC Lask takımı ile 2-2 berabere kaldıkları maçta bir gol kaydetti. Takım İsviçre'ye geçmeden önce takımdan ayrıldı. Ünlü İngiliz futbolcu Bobby Moore da Best ile beraber Avrupa turuna çıkan ünlü isimlerdendi.
1978 sezonu devam ederken bu sefer Fort Lauderdale Strikers'a transfer oldu. İlk sezonunda 9 maçta 4 gol ile oynadı. 1979 sezonunun tamamında forma giydi, konferans ikincisi olarak play-off'lara kalma başarısı gösterdiler ancak ilk turda elendiler. 1978'te takım arkadaşı Maurice Whittle ile All-Star'a seçilen iki isimden biri oldu. Teknik adam Ron Newman ile yaşadığı problemler nedeniyle bu macera da sona erdi.
Best, 1979'da Büyük Britanya'ya, İskoç kulübü Hibernian FC'ye transfer olarak geri döndü. Hibernian'ın başkanı Tom Hart, Edinburgh'lu bir gazeteci olan Stewart Brown'dan Best'in İngiltere'deki sözleşmesinin sahibi olan Fulham FC ile sözleşmenin biteceğini öğrendi. Best, 50000£ ve maç başına 2500£ ücret ile İskoç ekibine transfer oldu. İskoç Birinci Ligi'nde mücadele eden ancak uzun süredir problemler yaşayan ve sezona 14 maçta sadece 1 galibiyet ile başlayan takım, Best'ten çok umutluydu. 24 Kasım 1979'da St. Mirren karşısında ilk kez forma giyen Best, 2-1 yenildikleri maçta ilk golünü kaydetti. 13 lig maçında 3 gol kaydetse de takımın küme düşmesini engelleyemedi. İskoçya Kupası'nda ise yarı finale çıkma başarısı gösterdiler. 1980-81 sezona İskoçya'nın ikinci liginde başlayıp 3 maç, 2 de lig kupası maçında forma giyse de daha sonra Amerika'ya transfer oldu.
Hibernian'daki dönemi kupa anlamında başarılı bir sezon olmasa da Hibernian'ın seyirci gelirleri büyük bir artış yaşadı. İlk maçında 20000 kişi onu izlemeye gelmişti. Ancak içki problemleri bu dönemde çok dikkat çekiyordu. Bir gün İskoçya'ya turnvuaya gelen Fransa Millî Rugby Takımı ile geçirdiği bir alkollü gece sonrası takımdan kovulsa da bir hafta sonra affedildi. 22 Aralık 1979'da Glasgow Rangers ile oynadığı maçta, Rangers taraftarlarından biri ona bira kutusu fırlattı. Best, yanına düşen birayı içip kutuyu taraftarlara doğru kaldırdı. Best'li Hibernian, Rangers'ı o maç 2-1 yendi.
1984'te Hibernian futbolcusu Jackie McNamara'nın Newcastle United FC ile oynanan jübilesi için Hibernian'a son kez geri döndü.
1980'da Amerika'daki son takımı olan San Jose Earthquakes'e transfer oldu. 1980-81'de bu takımın salon futbolu kadrosunda yer aldı 16 maçta 25 gol kaydetse de bir üst tura çıkamadılar. 1981 ve 1981-82 salon liginde de forma giydi. 1981 sezonunda Fort Lauderdale karşısında yarı sahada 6 adamı çalımlayıp attığı gol ile sezonun en güzel golünü kaydetti. San Jose ile büyük bir başarı kazanamasa da taraftarın ve takımın sevgilisi oldu ve sahaları olan Buck Shaw Stadı'nda bir kapıya "George Best Kapısı" adı verildi.
1982'de birçok eski İngiliz futbolcusu gibi, o dönemin İngiliz sömürgesi Hong Kong'a gitti. Büyük ilgiyle karşılanan futbolcu, Sea Bee FA adlı takımda 2 maç forma giydi. Daha sonra da bir maçlığına Hong Kong Rangers FC forması giyip, Hong Kong macerasını sonlandırdı.
Teknik adam Don Megson, İngiltere üçüncü liginde oynayan AFC Bournemouth'a o zaman 36 yaşında olan Best'i 1982 yılının sonlarında transfer etti. 26 Mart 1983'te Newport County FC ile oynanan maçta ilk kez bu takımın formasını giyen Best, sezon sonunda dek 5 maçta görev aldı. Bu dönemde 7 numaralı formasını giyiyordu. Sezon sonunda futbolu bıraktığını açıkladı.
1983 yılında, İngiliz 5. lig ekiplerinden Nuneaton Borough FC, 40000£'luk vergi ödemesiyle karşı karşıya kalmıştı. Finansal durumu kötü olan kulüp, bu parayı toplayabilmek için o dönem birinci ligte mücadele eden komşu takım Coventry City FC ile Manor Park'ta oynanacak bir hazırlık maçı teklifinde bulundu. Seyirci toplamak için de George Best'e teklif götürüldü. O dönem Coventry'yi çalıştıran ve Best ile Man Utd yıllarında beraber çalışan Noel Cantwell'in teklifini, Best kabul etti. Mart 1983'te oynanan maçı Nuneaton Borough, 2-1 kazanırken, Best bir asist ve penaltıdan bir gol atarak maçın yıldızı oldu. Ancak, takım ile devam etmedi ve hazırlık maçından sonra kulüpten ayrıldı.
Bu mücadeleden birkaç ay sonra Ağustos 1983'te Shamrock Rovers FC ile oynanan bir hazırlık maçında, Kuzey İrlanda takımı Newry Town FC forması giyse de bu birliktelik de resmiyete dökülmedi.
1983 National Soccer League sezonunda Avustralya takımı Brisbane Lions'a transfer oldu. 3 Temmuz 1983'te 3000 seyircinin karşısında Sydney Olympic maçıyla ilk kez bu takımda forma giydi. Maçı 2-1 kazanmışlardı. Bu takımda 4 maç forma giydi ancak hiç golle buluşamadı.
1983 yılının sonlarında Batı Avustralya takımlarından Osborne Park Galeb'te bir maça çıktı. Maç için bir hafta takımla antrenman yapmıştı. Maç günü 150-200 kişilik stada 4000 kişi toplanmıştı. Batı Avustralya yerel ligi'nde Melville Alemania ile oynanan maçı Galeb, 2-1 kazanırken, Best galibiyeti getiren golü kaydetti.
Şubat 1984'te kariyerinde ilk ve son kez, memleketi Kuzey İrlanda'da mücadele etti. Tobermore United FC takımına transfer olmuş. Bu takımla sadece bir İrlanda Kupası maçına çıktı. Maç, 9 Şubat 1984'te Tobermore'un stadı Fortwilliam Park'ta oynandı. 1500 kişilik saha, Best'i görmek isteyen 3000 seyirciyle doluydu, ancak Best'in takımı maçı o sene kupayı kazanan Ballymena United'a 7-0 kaybetti.
8 Ağustos 1988'de Kuzey İrlanda millî takımının maçlarını yaptığı Windsor Park stadında George Best için jübile maçı düzenlendi. Seyirciler arasında Manchester United efsanesi Matt Busby ve Best'i futbol dünyasına kazandıran Bob Bishop da bulunmaktaydı. Maçta Osvaldo Ardiles, Pat Jennings, Liam Brady, Johan Neeskens, Johnny Rep gibi önemli isimler forma giydi. Maçı Best'in karması 7-6 kazanırken, Best biri penaltıdan olmak üzere iki gol kaydetti.
Best, 37 kez Kuzey İrlanda millî futbol takımı forması giyip, 9 gol kaydetti. Bu 9 golün dördü Güney Kıbrıs, diğerleri ise Arnavutluk, İngiltere, İskoçya, İsviçre ve Türkiye'ye karşıydı.
15 Mayıs 1971'de, İngiltere karşısında Belfast'taki Windsor Park stadında kariyerinin en ünlü "gol"ünü kaydetti. İngiltere kalecisi Gordon Banks degaj ile topu oyuna sokmak için topu havaya attığında, George Best topa ayağını sokup onu daha da havalandırdı ve topa doğru koşmaya başladı. Banks'ten hızlı koşup topa yetişen Best, topa kafayla müdahale ederek, boş kaleye gönderdi ancak hakem Alistair Mackenzie tarafından gol iptal edildi.
Best 1970'lerde düzensiz form grafiği ve saha dışı problemlerine rağmen Kuzey İrlanda millî takımına seçilmeye devam etti. Millî takımda zaman zaman çok başarılı oyunlar çıkarıyordu. 1978 FIFA Dünya Kupası elemelerinde oynanan bir maç için Kuzey İrlanda, Rotterdam'a Hollanda ile oynamak için gitti. Maç, Hollanda'nın Dünya Kupası'nda iki kez üst üste final oynadığı dönemin tam ortasına ve Johan Cruyff'un en parlak dönemine denk geliyordu. Maçın beşinci dakikasında Best sahasının solunda topla buluştu. Kaleye doğru ilerlemek yerine, sahanın ortasına doğru topu süren Best, üç Hollan |
dalı oyuncuyu geçip, sahanın en sağındaki Cruyff'un yanına geldi. Best, topu rakibine doğru sürüp, bacak arasından topu geçirdi.
Best'in 1982 FIFA Dünya Kupası kadrosuna dahil edilmesi teknik adam Billy Bingham tarafından düşünülse de 36 yaşındaki futbolcuyu yaşı ve alkolik kişiliği nedeniyle kadroya almamaya karar verdi.
"Goller ve sonuçlarda Kuzey İrlanda golleri ilk sırada gösterilmiştir."
!Toplam||37||9
Manchester United'da iken tribünlerin ve medyanın odak noktası haline geldi. "Futbolun James Dean'i" veya uzun siyah saçları, yakışıklılığıyla ""Beşinci Beatle"" lakablarını alan Best için bu şöhret; kumar, kadınlara olan aşırı tutku ve alkolizm arasında gidip gelmeye başladı. 1970'lerin başından itibaren futbolculuk kariyeri düşüşe geçen Best hakkında kendisinin de zaman zaman dile getirdiği ve yine 1970'lerin başında yaşadığı bir hikâye şu şekilde anlatılır: Lüks otelde kahvaltı servisi için odasına giren garson, George Best'i o seneki dünya güzeliyle yatakta, büyük bir şişe şampanya ve kumardan kazanılmış binlerce pound içinde görür, fakat sorar ""Hata neredeydi, George"?".
1980'lerin sonunda halka açık yerlerde çıplak bir şekilde koşmak anlamına gelen "streaking" ile ilgili çekilen "Streaker" belgeselini seslendirdi.
1998'de Sky Sports kanalının canlı programı Soccer Saturday'de futbol yorumculuğu yaptı. En son 2004'te yılında bu programda yer aldı. Kasım 2004'te 58 yaşındaki Best, Premier Lig takımlarından Portsmouth FC'ye altyapı hocası olarak katılma kararı aldı ve futbolla yeniden içli dışlı olmak istediğini belirtti.
Best'in annesinin Kıbrıs/Limasollu bir Rum,babasının Kıbrıs/Lefkeli bir Türk olduğu,annesinin ailesinin kızlarının bir Türk'den çocuk sahibi olmasını kabullenememesi nedeniyle, doğum için kızlarını Kuzey İrlanda'ya gönderdiği,doğumdan sonra Best'in İrlandalı bir aileye evlatlık verildiği, Best'in 1960'li ve 1970'li yıllarda Kıbrıs'a gelerek,çok tanınmış bir ailenin ferdi olan biyolojik babası ile görüştüğü iddia edilmiştir. Best hayatı boyunca iki kez evlendi. İlk eşi Angela MacDonald-Janes ile 1978-1986 yılları arasında evli kalıp, 1981'de oğulları Calum dünyaya geldi. 1995'te ise Londra'da Alex Pursey ile evlendi. 2004'te ayrılan çiftin çocuğu olmadı. Evlilik dışı ilişkilerinden iki tane de kızı olduğu söylenmektedir. İlk eşinin yeğeni İngiliz aktris Samantha Janus'tur.
2004'te ikinci eşi Alex Best, reality şov porgramı "I'm a Celebrity... Get Me Out of Here!"'e katıldı ve burada evlilikleri sırasında Best'ten şiddet gördüğünü açıkladı. Bu iddia daha önce 1998 tarihli Best tarafından onaylanmış biyografisi "Bestie"de de dillendirilmiş ve eşi Alex, Best'in kendisini birden fazla kez tokatladığını söylemiştir. Kitapta ayrıca George'un eski kız arkadaşlarından Mary'yi birden fazla kez dövdüğü ve Kasım 1972'de Manchester'da bir gece kulübünde garsonluk yapan Stevie Sloniecka'nın burnunu kırdığı da geçmektedir. Ocak 1973'te mahkemeye taşınan bu olayda Best suçlu bunlunmamaıştır.
Best'in eski iş ortaklarından Frank Evans, 2009'da yazdığı "The Last British Bullfighter" kitabında, 1973'te Best'in o dönemki avukatı George Carman'ın bir Manchester mafyasına ikinci eşi Celia'nın Best ile bir ilişkisi olduğunu öğrenince Best'in bacaklarını kırması için çuvallarca para verdiğini söylemiştir. Carman'ın teklifi, mafya tarafından "Böyle ailevi sorunlarla ilgilenmem ve George'a asla zarar vermeyeceğim. Bu yüzden al paranı ve başka yere git. Ama sana şunu diyeceğim - eğer George'a bir zarar gelirse bunu kimin yaptığını biliyor olacağım ve senin peşini bırakmayacağım." denerek reddedilmiştir.
1984 yılında alkollü iken araba kullanmak, polise kaba davranmaktan suçlu bulundu ve kefaleti de ödeyemediğinden 3 ay hapishanede kaldı. Yılbaşını "Ford Açık Cezaevi"'nde geçirdi. 3 Ocak 2004'te yine alkollü olarak araba kullanmaktan suçlu bulundu ve ehliyetine 20 ay el konuldu. 9 Haziran 2005'te 13 yaşın altındaki bir kıza cinsel tacizden suçlandı fakat bütün suçlamalardan beraat etti.
1981'de, ABD'de futbol oynayan Best, tanımadığı bir kadının el çantasından, alkol alabilmek için para çaldı. Best yaptığı açıklamada, "Plaj kenarında bir barda oturuyorduk, ve o tuvalete gitmek için kalktığında ben eğilip çantasındaki tüm parayı aldım" dedi.
1984'te Best, alkollü araba kullanma, polise hakaret ve kefaleti ödeyememesi nedeniyle üç aylık hapis cezası aldı. 1984 Noel'ini hapiste geçiren Best, Ford Açık Hava Cezaevi Futbol Takımına katıldı.
Eylül 1990'da Best, BBC'nin çok izlenen talk show'larından Wogan'a sarhoş çıkıp, küfürlü konuştu. Daha sonra özür dileyen Best, alkolizminin en kötü dönemlerinden birini yaşıyor olduğunu söyledi.
Best, Mart 2000'de ciddi bir karaciğer sorunu yaşadı. Ağustos 2002'de Londra'daki King's College Hastanesi'nde başarılı bir karaciğer nakli geçirdi. Nakil, devletin sosyal hizmetlerinden sayılıp, Best'in alkolizmi nedeniyle ülke çapında bir tartışmaya yol açtı. Bu tartışma 2003'te Best'in halk içinde alkol alırken görülmesi ile yeniden alevlendi. 2 Şubat 2004'te Best bir kez daha alkollü şekilde araba kullanırken yakalandı ve 20 ay boyunca ehliyetine el koyuldu.
Best içmeye devam edip Londra yakınlarındanki Surbiton'daki her zaman gittiği pub'da görünüyordu. 3 Ekim 2005'te, grip belirtileriyle gittiği Özel Cromwell Hastanesi`nde karaciğer naklinden sonra kullandığı ilaçların yan etkisinden dolayı oluşan karaciğer iltihabı ve iç kanama nedeniyle yoğun bakıma alındı. 27 Ekim'de ise gazeteler Best'in durumunun kötüleştiğini ve ölmek üzere olduğunu yazdı. Best sevdiklerine elveda mesajlarını yollamaya başlamıştı. Best'in durumu önce iyileşme gösterse de Kasım ayında yeniden kötüleşti. 20 Kasım günü Tabloit gazetelerden "News of the World", Best'in isteği üzerine hastane yatağında fotoğrafını yayımladı ve altına son mesajı olarak "Benim gibi ölmeyin" dediğini yazdı. Best'in "veda" mesajı, diğer insanların alkolizmin sonucu olan benzer bir hastalık nedeniyle acı çekmemeleri yönünde bir uyarıydı.
25 Kasım 2005'ın ilk saatlerinde tedavisine son verildi. Akciğer enfeksiyonu ve organ yetmezliğinden Best 59 yaşında hayata gözlerini yumdu. Best'in yaşam savaşı beklenenden daha uzun sürse de o gün İngiltere saatiyle 13:06'da hayatını kaybetti.
İngiliz Premier Ligi, ölümünden sonraki hafta sonu tüm lig maçları öncesi bir dakikalık saygı duruşunda bulunulacağını açıkladı. Birçok statta saygı duruşu yerine bir dakikalık alkış ile onurlandırıldı. Best'in ölümünden sonra Old Trafford'da oynanan ilk maç, Best'in 1963'te ilk kez Manchester United forması giydiğinde mücadele ettiği West Bromwich Albion ile oynanan Lig Kupası maçı oldu. United'ın kazandığı maçtan önce eski takım arkadaşı Bobby Charlton bir konuşma yaptı. Best'in oğlu Calum, eski takım arkadaşları ve ilk maçında karşılıklı oynadığı West Bromwich Albion oyuncuları bir dakikalık saygı duruşunda Manchester United takımına katıldılar. Saygı duruşu sırasında maçtan önce dağıtılan Best posterleri taraftarlar tarafından havaya kaldırıldı.
Naaşı, 3 Aralık 2005 tarihinde sabah saat 10'da, Doğu Belfast'taki aile evine götürüldü. Kortej, daha sonra kısa bir mesafe uzaklıkta olan Stormont'a geçti. Yolda 100,000 kişi Best'e eşlik etti. Stormont'ta ise 25,000 kişi saat 11'de düzenlenen cenaze törenine katıldı. Kortej, Stormont'tan ayrılırken, Gilnahirk bandosu korteje eşlik etti. BBC One'ın da dahil olduğu birçok televizyon kanalı cenazeyi canlı yayınladı. Daha sonra, Best özel bir tören ile Doğu Belfast'ı gören Roselawn Mezarlığı'nda annesi Annie Elizabeth Kelly'nin yanına defnedildi.
Belfast Şehir Havaalanı'nın adı 2006'da George Best Belfast Şehir Havaalanı olarak değiştirildi. Yeni resmi isim ve logosu, 22 Mayıs 2006'da, George Best'in 60. doğum gününde, Best ailesi ve arkadaşlarının bulunduğu bir tören ile açıklandı. Kuzey İrlanda'da havaalanının adının değiştirilmesi konusunda fikir birliği yoktu. Yapılan bir ankette 52%'lik kesim isim değişikliğini olumlu bulurken 48% ise karşı çıkmıştı. Demokratik Birlikçi Parti lideri Peter Robinson, Best'in adının havaalanı yerine bir spor stadına verilmesinin daha doğru olacağı konusunda bir yorum yaptı.
Mart 2006'da Flybe havayolları bir Dash 8 (Q400) uçağının adını "The George Best" koydu. Uçak daha sonra Best'in ailesini Manchester'da düzenlenen bir anma törenine götürdü.
Haziran 2006'da, Rus çarlık kuyumcusu Peter Carl Fabergé'nin torununun torunu Sarah Fabergé, George Best için bir Faberge yumurtası yapılması için çalışmalara başladı. 68 tane üretilen özel yumurtaların satışından kazanılan gelir George Best Vakfı'na aktarıldı. Koleksiyonun ilk yumurtası George Best Havaalanı'nda sergilenmektedir.
Ölümünün ilk yıl dönümünde Ulster Bank, beş pound değerinde hatıra parası çıkardı. Tüm banknotlar beş gün içinde satıldı. Banknot'ların eBay online alışveriş sitesinde değeri 30£'a kadar yükseldi.
Kuzey İrlanda'da Lisburn şehrinin yakınlarında yapılması planlanın yeni ulusal stadın önünde, ülkenin en ünlü spor adamlarının heykellerinin arasında Best'in de olması önerildi. Heykeller, ana spor sahasını çevreleyecek şekilde yerleştirilip, rugby oyuncusu Willie John McBride, Gal futbolu oyuncusu Cormac McAnallen, Olimpiyat altın madalyası sahibi Mary Peters, Grand National at yarışı şampiyonu Richard Dunwoody, Formula 1 sürücüsü Eddie Irvine, Dünya motosiklet şampiyonu Joey Dunlop ve dünya snooker şampiyonu Alex Higgins ile beraber Best'in de heykeli dikilecektir.
Aralık 2006'da, George Best Anma Vakfı, George Best'in gerçek boyutlarda bir bronz heykelinin yapılması için 200,000 pound'luk bir bğaış kampanyası düzenledi. 2008'de bağışlar halen toplanamamışken, yerel bir iş adamı Doug Elliott vakfın ihtiyaç duyduğu parayı vereceğini açıkladı.
George Best'in biyografileri şunlardır:
1960'ların sonu ve 1970'lerin başında, kariyerinin tam zirvesinde olan George Best, Cookstown Sosis firmasının TV reklamlarında oynayıp "En iyi aile ("Best" ailesi) sosisleri" sloganını söylemiştir. 2007'de, County Tyrone kasabasındaki domuz fabrikasına bir anı plakası asılmıştır.
1970 yılında Alman avangard film yön |
etmeni Hellmuth Costard "Fußball wie noch nie" (Daha önce olmadığı kadar futbol) filmini çekti. Film sekiz dakika boyunca bir Manchester United maçında 8 kamera tarafından çekilen George Best görüntülerinden oluşuyordu. Film ARD tarafından 1971 yılında gösterime girdi.
Best'in en çok bilinen sözlerinden biri, onun şöhretli hayat tarzını özetlemiştir: "Paramın çoğunu demlenmeye, kızlara ve hızlı arabalara harcadım - gerisini de har vurup harman savurdum."
Best, 1971 tarihli İngiliz komedi filmi Percy'de kendini oynadı.
1984'te Best, Mary Stavin ile Shape Up and Dance ile birlikte bir fitness albümü çıkardı.
"Best" olarak adlandırılan ayrıntılı bir sinema filmi 2000 yılında yayınlandı. Film, Best'in özel hayatındaki problemlere ve futbolculuk kariyerine dürüstçe yaklaşıp, Best'in tüm zamanların en yetenekli futbolcularından biri olmasına rağmen futbolculuk kariyerini bitiren alkolizmini ve hedonist yaşam tarzını göstermiştir. Film 12 Mayıs 2000'de sinemalara girip, 2003'te DVD olarak yayınlanmıştır.
Rock grubu The Wedding Present ilk albümünün adını George Best koyup, albüm kapağında da Manchester United formalı bir resmini koymuştur.
Best'in adı Bono, Gavin Friday ve Maurice Seezer tarafından yazılmış ve Bono-Gavin Friday ikilisinin seslendirdiği "In the name of the Father" şarkısında geçmektedir.
Men At Work grubunun eski vokalisti Colin Hay ve Heather Mills, Hay'in "My Brilliant Feat" şarkısını 2005'te dijital bir single olarak tekrar piyasaya sürdü Bu yeniden sürüm, Best'in ölümü üzerine, geliri vakfa verilmek üzere yayınlamıştı. Başka bir Colin Hay şarkısı olan "Are You Lookin' At Me"de Best'in adı: "Ben Yalnız Kovboy'u sevdim, ve sevdim Denis Law'ı, Ben George Best'im, çok iyi bilirim bir topa vurmayı" dizelerinde geçmiştir.
Bir başka Belfast'lı müzisyen Van Morrison George Best'i "Too Long In Exile"'da şöyle anmıştır: "George Best gibi, ben de uzun zamandır bir sürgündeyim bebeğim"
Irvine Welsh romanı "Glue"da, ana karakter Best'in mücadele ettiği kurgusal bir Hibernian maçına gitmektedir. Taraftarlar "Onun adı Georgie Best" diye bir tezahürat söylemektedir.
Bunlar dışında, Best adı daha birçok şarkı, televizyon şovu ve internet makalesinde geçmiştir. George Best, The Kinks grubunun "Dedicated Follower of Fashion" şarkısının ilham kaynağı olmuştur. Yakın zamanda ise 2008 yılında Rinaldi Sings'in çıkardığı Bingo albümü şarkılarından "Where Did It All Go Wrong, Mr. Best?" de George Best'e adanmış bir şarkıdır. İngiliz rapçi Mike Skinner, 2004 albümü A Grand Don't Come for Free şarkılarından "Such a Twat" mısralarında şöyle anmıştır: "George Best'in en iyi içtiği zamanlar gibi şişeleri yuvarlıyorum."
1994 tarihli Oasis albümü Definitely Maybe'nin albüm kapağında George Best gözükmektedir. Grup, Manchester City FC'yi desteklese de, o dönemki grup elemanlarından Bonehead bir Manchester United taraftarıydı. Albüm kapağında Manchester City futbolcularından Rodney Marsh da gözükmektedir.
1960'lar ve 1970'lerin başında popüler kültüre dahil olan ve dünya çağında tanınan George Best'in geride bıraktığı eşyalar şimdi koleksiyonerler için çok değerli hale gelmiştir. Ocak 2010'da daha önce bilinmeyen George Best fotoğrafları ve eşyaları Manchester, Worsley'de bir evde keşfedilmiştir.
Homojen
Homojen, orijinali homogeneous ve Türkçesi "türdeş" olan bu kelime, bir sıfat olup; her yerinde aynı özellik gösteren maddelerdir.
Heterojen teriminin zıt anlamlısıdır. Aynı veya birbirine yakın değerleri/nitelikleri içeren bir bütünlüğü tanımlamak için kullanılmaktadır. Bu bütünlük (veya diğer bir deyişle "grup"), aynı/yakın değerlere sahip olup, çevresinden yoğunluk olarak farklılaşır ve bu sayede kolayca tanımlanabilmektedir. Grup, içinde yer alan nesne veya verilerin tamamının veya çoğunun benzer veya aynı olduğu durumlarda "homojen grup" olarak tanımlanır.
Madde dağılımı ve özellikleri her yerinde aynı olan kimyasal karışımlara da "Homojen Karışım" adı verilmektedir (örneğin: çözeltiler, alaşımlar, gaz karışımları, vb.). Bu tür homojen karışımlarda karışan madde çeşitleri gözle ayırt edilemezler. Homojene: Tuzlu su, alkollü su, çeşme suyu ile içerisinde bulunduğumuz ve soluduğumuz hava da birer örnektir. Şunu kısaca anlatmak gerekirse "Benzer karakterlere veya yapıya sahip olan" olarak tanımlarız.
Mantarın saklanması
Mantarlar, yılın her döneminde doğada bulunmamaktadır. Hatta her tür mantar her yıl meyve de vermez. Bu durumda mantarın meyve verdiği dönemlerde ve/veya yıllarda topladığımız fazla mantarları saklamak, daha sonra mantar mevsimi olmayan dönemlerde veya mantar olmayan yıllarda tüketmek akıllıca bir davranış olur.
Besinlerin bozulmadan uzun süreli saklanabilmesi için onların mayalanmasını, çürümesini vb sağlayan bakterilerin mantarın bünyesinden ve/veya onun içinde bulunduğu ortamdan dışlanması gerektiğini biliyoruz. Yani besinlerin bünyesindeki bu işi yapan bakterileri öldürmek ve/veya mantarın bu tür bakterilerle temasını kesmek gerekecektir.
Bunun için mantarın bünyesindeki suyun alınması (kurutma), mantarı 100 °C kaynatarak bakterileri öldürmek ve/veya bakteriler için steril bir ortamda saklamak (kaynatma + dondurma / konserve yapmak), tuz ile bakteriler için steril bir ortam oluşturmak ya da turşu kurmak aşağı yukarı herkes tarafından bilinen ve uygulanabilecek olan uzun süreli saklama yöntemleridir.
Bu yöntemde mantar önce suyunu buharlaştırma ön işlemine tabi tutulur, sonra çabucak soğuması sağlanarak cam veya plastik kutu ya da kavanozlara konulup derin dondurucuda saklanır. Genel olarak bu usulde mantarın saklanabilme süresi yaklaşık bir yıldır.
Bu yöntemin bir başka biçimi de mantarın ön işlemden geçirildikten sonra, belirli oranda yağda kızartılıp derin dondurucuya öyle konulmasıdır. Ancak yağın varlığı nedeniyle dayanıklılık süresi 3-4 aya düşer.
Mantarı hiç pişirmeden çiğ olarak dondurmak da olanaklıdır, ancak bu durumda bünyesindeki %70-90 suyu da dondurmak durumu söz konusudur ki bu hem boşa enerji sarfı hem de yer kaybı açısından hiç de ekonomik, dolayısı ile de uygun bir yöntem değildir.
Bu yöntemde klasik lastik contalı kavanozlar kullanılır. Mantar suyunu buharlaştırma ön işleminden sonra kavanozlara doldurulur. Üzerine bir miktar kaynatılmış tuzlu su tuz ilave edilmelidir. Kavanoz, mantar ile takriben 2/3 oranında doldurulur ya da kavanozun ağzından başlayarak 2–3 cm kadar boşluk bırakılır.
Contalı kapak kapatıldıktan sonra kavanoz bir büyük kaba konulur ve kap kavanozu kapatacak kadar su ile doldurulur. Kavanoz ile kabın dibi arasına bir yumuşak altlık konulması uygundur. Daha sonra kabın kapağı kapatılarak kavanoz su içinde 75 dakika kadar kaynatılır. Bu süre içinde kavanozun içindeki fazla hava da basınç nedeniyle contanın kenarlarından kavanozu terkeder. Kavanoz kaptan alınarak soğumaya terk edilir. Soğuyan kavanozla birlikte içindeki hava da soğuyacak ve kavanoz içinde bir vakum oluşacaktır. Kapak bu nedenle çok sıkı bir şekilde kavanozu kapatır ve içeri herhangi bir şekilde hava ve dolayısı ile de bakteri girmesi önlenmiş olur. Bu usul ile mantarları pek çok yıl saklamak olanaklıdır.
Not: Mantarları kavanozdan çıkarmak için aynı yolu tersine katetmek gerekecektir. Aksi halde kavanozu zorlama ile açmak olanaksızdır. Bunun için kavanoz yine bir su dolu bir kabın içinde kaynatılır (içi de aynı sıcaklığa gelmelidir) ve kapak kolaylıkla açılarak mantar dışarı alınır. Kavanoz daha sonraki diğer kullanımlar için saklanır, ancak contasını değiştirmek gerekir.
Değişik şekillerde yapılabilir. Aşağıda iki tür tuza yatırmayı anlatacağız:
Ön işlemden geçirdikten sonra:
Tuza yatırılacak mantar suyunu buharlaştırma ön işleminden geçirildikten sonra bir süzgeçte süzülür ve bastırılarak bünyede kalan fazla suyu da alınır.
Bir kavanoz veya bir kaba bir sıra mantar ve üzerine örtecek kadar kaba tuz (tuzlama tuzu) doldurulur. Böylece kap dolana kadar devam edilir. En üste tuz gelmelidir. Tuz ve mantar oranı yaklaşık olarak 175 g tuz/1 kg mantar civarındadır.
Karışımı bastırmak için üzerine bir tabak veya benzeri konulur ve üstüne de bir ağırlık oturtulur. Kap serin bir yerde tutulur. Tuz mantarın bünyesindeki suyu çekecek ve böylece karışımın üzerinde tuz ve sudan bir tabaka oluşacaktır.
1 litre taze mantardan yaklaşık 0.4 litre tuzlanmış mantar elde edilir. Serin yerde tutulduğu sürece bir yıldan uzun süre saklanabilir.
Tuzlanmış mantarı pişirmeden önce bir gün ya da bir gece bol su içine yatırmak yeterlidir. Su, karışımdaki tuzu emer. Tuzu alınmış mantar bu haliyle aynı ön işlemden geçirilmiş taze mantar gibidir ve onun gibi pişirilebilir.
Kuru olarak tuza yatırma:
Bu yöntemde aynen yukarıdaki yol izlenir. Ancak bu durumda mantar ön işlemden geçirilmez.
Daha sonra mantarı yemeye hazırlamak için mantar önce bol suya bırakılarak tuzunun alınması gereklidir. Tuz miktarı yeterli miktara ininceye kadar su birkaç kez değiştirilir. Toplam tuz giderilme süresi yaklaşık 10-15 saattir. Mantar bu işlemden sonra suyunu buharlaştırma işlemine tabi tutularak pişirmeye hazır hale getirilir.
Mantar kurutulduğunda tadını ve diğer özelliklerini hemen hemen aynen korur. Ayrıca kuru mantar hacim olarak çok az yer kaplar. Eğer kurutma işlemi süratli yapılmayacaksa o zaman mantarın larva ve parazitlerden arınmış olması gereklidir, aksi halde kurutma süresi içinde bozulabilir.
Kurutulacak mantar temizlendikten sonra küçük parçalara ayrılır (2–5 mm kalınlıkta). Ve aşağıda açıkladığımız şekillerde kurutulur. Kurutulan mantarlar ağzı sızdırmaz bir örtülü bir kap içinde konursa tadını korur. Serin bir yerde saklandığı takdirde birkaç yıl hiçbir değişikliğe uğramadan kalabilir.
Kuru mantarı pişirmek için mantara tekrar eski suyunu kazandırmak gerekir. Bunun için mantar yassı bir kaba yerleştirilir ve üstünü örtecek kadar su konarak bekletilir. Mantar suyu emerek yumuşadığında aynen taze mantarlar gibi ön işleme (kaynatma/buharlaştırma) tabi tutularak pişirmeye hazır duruma getirilir.
Kuru mantarın bir iyi özelliği de öğütülerek mantar unu yapılabilmesidir. Mantar unu, sos ya da çorbalar |
da baharat (tatlandırıcı) olarak kullanılır.
Kurutmada esas olan mantar içindeki nemin alınabilmesi için üzerinden kuru (içindeki nem oranı düşük) hava geçirilmesidir. Havanın ılık olması nem oranını görece olarak azalttığından uygun olur. Ancak sıcaklığın 50 °C’nin altında kalması gerekir. Çünkü bu sıcaklığın üstünde mantar bünyesi, protein kaybına uğrayacağından lezzetini kaybeder. Bu nedenle direk güneş altında da mantar kurutulmamalıdır. Özellikle de içinde hava sirkülasyonu olmayan fırınlarda mantar kurutmaktan kaçınılmalıdır, yoksa başarısızlık kaçınılmazdır.
En genelinde kurutma işlemi mantarı temiz bir havlu, bez ya da kâğıt üzerine sererek gerçekleştirilebilir. Mantarın içinden alttan üste doğru hava akımı (olanaklı ise ılık) sağlanırsa kurutma işlemi çok verimli olur. Bunu sağlamak için ince gözlü tel ya da paslanmaz çelik kafesten altlıklar kullanılabilir. Bu altlığın alt tarafına herhangi bir hava üfleyici konulursa (örneğin saç kurutma aparatı) kurutma çok daha süratli gerçekleşecektir.
Turşu kurmak için en uygun mantarlar daha çok "Lactarius" cinsi (kırılgan yapılı mantarların sütlü olanları) mantarlardır. Bunların birkaç türü vardır ki ancak suda kaynatma ön işleminden geçirilerek yenebilirler. Tarifler bu mantarlar için verilmiştir ancak başka herhangi mantara da uygulanabilir
Malzeme: ½ litre kaynatma ön işleminden geçirilmiş "lactarius" ya da başka cins mantar.
Aşağıda verilen karışımı kaynattıktan sonra mantarlar ilave edilip kavanozlara doldurulur.
Malzeme:
150-200 g kaynatma ön işleminden geçirilmiş "lactarius" cinsi mantar.
Yanda verilen karışımı 5 dakika kadar kaynattıktan sonra mantar ve diğer malzemeyi ilave ederek tekrar 5 dakika kadar daha kaynatılıp kavanozlara doldurulur.
Bazen mantarın etleri delik delik olur ya da içlerinde gözle görünür şekilde kurtçuklar vardır. Bunlar aslında sinek ve böceklerin larvalarıdır. Bu hayvanlar mantarın hemen daha ilk evrelerinde yumurtalarını mantarın bünyesine bırakırlar. Mantarın gelişmesi ile birlikte, sıcaklık ve nemin de elverişliliğine bağlı olarak yumurtalar açılır ve içlerinden bu kurtçuklar çıkarlar. Bunlar daha sonra mantar etiyle beslenerek (asalaklık) böcek haline dönüşürken mantarı da, bazen tamamıyla yer bitirirler.
Bunların en çok bilinen türleri sivrisinek larvalarıdır. Renkleri beyaz olduğundan mantarın beyaz eti içinde gözle görülmeleri oldukça zordur, ancak biraz geliştiklerinde siyah başcıkları nedeniyle mantar içinde gözenekler (delikler) gibi görülürler.
Gelişmeleri çok hızla olur, öyle ki ormanda mantar topladıktan sonra hemen eve dönmeyekseniz ya da gecikecekseniz mantarı daha orada kesip temizlemeniz, larvalarını ayıklamanız gerekir, aksi halde eve geldiğinizde mantarların bir kısmı artık yenilir olmaktan çıkmış olabilir.
Bunlardan başka tür larvalar da vardır. Bunlar kabuklu böcek cinslerinin kurtçuklarıdır. Ve bu kurtçuklar daha büyük ve sarıya yakın renktedirler.
Mantar toplanıldığı anda hemen kaba temizliği yapılmalı ve ortasından boylamasına kesilerek larva olup olmadığı kontrol edilmelidir. Eğer var ise larvalı kısımlar kesilip atılır. Böylece bazı mantarları larvaların istilasından kurtarabilir ve böylece gereksiz yere bir ağırlığı da eve kadar taşımamış olursunuz.
Genel olarak mantarda kurtçukların varlığı mantarı yenilmez yapmaz. Ancak mantar kurtçuklar tarafından aşırı derecede yenilmiş ise, bozulmaya başlamış demektir ki ormanda bırakılmalıdır.
Sümüklü böcek: Mantara dadanan hayvanlardan biri de sümüklü böcek tir. Ancak onların mantarla ilişkisi yumurtaları aracılığı ile olmaz, doğrudan mantarı yiyerek beslenirler. Özellikle de sünger altlı mantarları çok severler.
Daha önce de bir başka yerde eğer bu hayvanlar bir mantarı yiyor iseler o mantarın zehirli olmayacağı (bir canlı yediğine göre) yanlış inancından bahsedip nedenini açıklamıştık. Ancak yenilebilir bir mantarın sümüklü böcek tarafından bazı yerlerinin yenmiş olmasının da hiçbir kötü tarafı yoktur. Normal bir mantar olarak toplanıp yenilebilir.
AçıkTürk
Açık Sistem gönüllülerince kurulan AçıkTürk'ün amacı; Türkiye şartlarına uygun ve Türkçe açık standart ve yazılımların yayılmasının savunuculuğu yapmak, kamuda, medyada ve kamuoyunda Açık Sistem ile ilgili bilinç yaratmak, bu yazılımları yaratıcı kampanya ve etkinliklerle dağıtmak ve destek forumları yardımıyla son kullanıcılara destek sağlamaktır.
Ayrıca; AçıkTürk, Türkiye kullanıcıların ve karar vericilerin OpenDocument hakkında bilgilendirilmesini, AçıkTürk Portali ile son kullanıcıların desteklenmesini, Türkçe açık standart ve yazılımlarının yaygınlaşmasını, yerelleştirme ve Türkçeleştirme çabalarının artmasını hedeflemektedir.
Destek forumlarıyla ve incelemelerle incelenen bazı programlar OpenOffice, Ubuntu, Pardus, GIMP, Mozilla Firefox, Thunderbird, PDFCreator, GAIM, AbiWord, Audacity, Celestia, The Battle of Wesnoth, 7-zip, Tuxpaint, eMule, NVU ve Blender yazılımlarıdır.
İnternet servis sağlayıcısı
İnternet servis sağlayıcısı (İSS) şirketlere ve kişilere internet bağlantısı sağlayan kurumlardır. İngilizcede ISP ("Internet service provider") olarak bilinir.
Servis sağlayıcılar internetle ilgili değişik hizmetler sunabilirler. Bu hizmetlerin bir kısmı şunlardır:
Spaichingen
Spaichingen, Güney Almanya'da olan küçük bir şehrin ismidir.
Heterodoks
Heterodoks sözcüğü, "farklı" anlamına gelen Yunanca "heteros" ve "öğreti, düşünce" anlamındaki "doxa" sözcüklerinden oluşur. Ana akımdan sapmış olan anlamına gelir. Bu kavram, dinî gruplar arasında kendilerini kutsal metne ve din kurucusunun gösterdiği yola en uygun davranan gruplar tarafından azınlıkta kalan gruplar için kullanılmıştır. Ancak heterodoks kabul edilen gruplar kendilerini heterodoks değil, aksine ortodoks (sahih) görürler.
Bu sözcük ayrıca, belirli bir düşünce, ideoloji alanında ana akıma bağlanmayıp merkezî iktidarın diliyle konuşmayan, farklılıklara açılan düşünme ve davranma biçimi diye de tanımlanabilir. Örneğin Osmanlı iktidarının dinî kimliği ortodoks İslam kabul edilen Sünnilik'in hanefilik kolu olmasına karşın, imparatorluk tebası olan Müslüman halkın önemli bir bölümünün inançları çeşitli versiyonlarıyla sufiliğin popüler veya entelektüel biçimleri, yani heterodoks İslam'dı (bkz. Alevîlik, Bektâşilik, Hurûfilik, Kızılbaşlık, Kalenderilik, Mevlevîlik, Türkmenlik). Burada kasdedilen anlamıyla heterodoks din kavramı, amacından sapmışlık ve bozulmuşluğu ifade eder.
Po
Po nehri, İtalya'nın birinci, Avrupa'nın da sayılı büyük nehiri. 652 km uzunluğundadır. Kolları ile birlikte sahip olduğu su toplama alanı, İsviçre'nin bir kısmını da içine alan 71,000 km²lik bir havzadır. Po'nun en mühim kolları Batı Alplerinde Mont Blanc ve Monviso Dağları eteklerinden doğanlarıdır. Bunlardan sonra nehir Po Ovasında kuzeyden gelen Casale, Ticino, Mincio, Adda, Oglio; güneyden gelen Tonaro, Trebbia, Secchina, Panaro gibi ırmaklarla birleşerek ovayı batı-doğu doğrultusunda boydan boya kestikten sonra, Venedik'in 60 km kadar güneyindeki Mesola'da Adriyatik Denizine ulaşır. Nehrin ağzından Piacenza ve Cremona şehirlerine kadar olan 260 km'lik kısım ulaşıma elverişlidir.
Fransız sınırı yakınlarında doğduğu yerde delice akmaya başlayan Po, ovaya gelene kadar hızını gittikçe arttırır. Ancak ovada sakin bir nehir halindedir. Ortalama debisi 3750 m³/sn'dir. Delta halinde denize döküldüğü yerde birçok küçük kıyı set gölü teşekkül etmiştir.
Irmağın kolları ile birlikte suladığı Po Ovası, İtalya ekonomisine mühim destek sağlamaktadır. Lombardiya, Emilia-Romagna, Piemonte, Veneto eyaletlerinin sınırları dahilinde 46.000 km² lik bir alanı kaplayan ovada hayvancılık, tahıl, yem, endüstri bitkileri, meyve, sebze yetiştiriciliği çok gelişmiştir.
Russula silvicola
Russula silvicola, "Russula emetica" olarak da bilinir, Russulaceae ailesinden, tadı çok acı ve yenildiği zaman kusturan hafif zehirli bir mantar türü.
Göz alıcı parlak kırmızı renkli şapkası kolayca ayırdedilmesini sağlar. Açık kırmızı ve pembe renkli de olabilir. Şapka başlangıçta konveks, daha sonra düz veya huni şeklinde olabilir, berelendiği zaman renk değiştirmez. Spor izi beyazdır.
IRIX
IRIX, Sistem V tabanlı ve BSD eklentili UNIX İşletim Sistemi'dir. Silicon Graphics (SGI) tarafından 32 ve 64-bitlik MIPS mimarili kendi iş istasyonları ve sunucularında kullanılmak üzere geliştirilmiştir. UNIX tabanlı olması sayesinde çok uzun çalışma sürelerine çıkabilir. Kullandığı XFS dosya sistemi günlüklü dosya sistemlerinin en gelişmişlerinden biri olarak kabul edilir.
IRIX özellikle 3D grafikler, video ve yüksek bant yığın veri transferlerine büyük destek sağlar. IRIX masaüstü ortamı için GUI sağlayan ilk UNIX tabanlı işletim sistemleri arasındadır. Çok gelişmiş 3D grafik desteği sayesinde bilgisayar canlandırması ve bilimsel görselleştirme alanlarında yaygın olarak kullanılmaktadır.
Almus
Almus Karadeniz Bölgesinde Tokat iline bağlı, merkezi il merkezine 34 km mesafede bir ilçe olup, doğusunda Reşadiye ilçesi ve Sivas ili Hafik ilçesi, batısında Tokat ili, kuzeyinde Niksar ilçesi, güneyinde Sivas ili bulunmaktadır. Başlangıçta köy ve nahiye iken idari taksimatta bucak merkezi olmuş, 1 Mart 1954'te ilçe olmuştur.
Almus ilçesi ceviz büyüklüğündeki vişnesi ile ünlüdür. Yakın zamana kadar yaklaşık 30 yıllık bir geçmişi bulunan "Almus vişne festivali" yapılırdı (ilk festival dönem kaymakamı Duran Duman'nın talimatı ile başlamıştır). İlçenin sosyoekonomik yaşamında ve tanıtımında önemli bir yer tutan bu festival son birkaç yıldır yapılmamaktadır.
Fatih Sultan Mehmet devrinde Rum eyaletinin bir kısmında mevcut seraskerliklerin şöylece dağıldığı görülmektedir. Amasya müstakil bir seraskerlik bölgesi sayıldığı halde, 1972 kayıtlarına göre Tokat-Yıldız-Tozanlı ile birlikte tek bir seraskerlik Gavurni-Kafirni (şimdiki Almus) ayrı bir seraskerlik görülmektedir.
Eyalet‘i Rum’daki 15. asır kalelerinden bahsedilirken Tozanlı nahiyesinde bir kale kaydı bulunmaktadır. Burasının Akarçay (Meğelli) kasabası yaylasının üzerinde bulunan ve Akıncı Kalesi diye adlandırılan y |
er olması kuvvetle muhtemeldir. Yukarıdaki kayıtlara göre Almus‘un bulunduğu mıntıka yani Tozanlı'nın mevcudiyetini 1453’den öncelerine kadar götürmek mümkün olabilmekte, bundan öncelerine ait devirler hakkında kayda dayanan bilgi bulunmamaktadır.
Bugün ilçe hudutları dahilinde eski tarihe ışık tutacak kalıntılara, topraktan pişmiş mezar lahitleri, küp kırıklarına rastlamak mümkün olmaktadır. Buna göre Almus ve civarının Bizans ve ondan öncesi Roma İmparatorluğu devirlerinde meskun bir alan olduğu söylenebilir. Yerleşme alanlarının daha ziyade dere civarlarına veya tepelere dağıldığını kalıntıların buralarda bulunuşu teyit etmektedir.
Kültür Bakanlığı tarafından 1984 yılında yayınlanmış olan "Türk Yer Adları Sempozyumu Bildirileri 11-13 Eylül 1984- Ankara" adlı eserde verilen bilgiye göre; Edebiyat Tarihçisi Prof. Dr. Fuat Köprülü etimoloji üzerine bir yazısında Almus ilçesinin bu isminin Bulgar (itil) Türklerinin hükümdarları olan Almış Han'dan geldiğini ileri sürmektedir ki, bu görüş konuyla ilgili olarak dikkate alınması gereken temel bilimsel görüştür.
Prof. Dr. Ramazan DURMAZ'IN Almus etimolojisi hakkında verdiği bilgi ise şu şekildedir: Tokat’ın Almus İlçesi’ne bağlı olan ve adı Salkavak şekline sokulan Eftelif Köyü bize ipucu verebilir. Köprülü’nün nazariyesine göre, Abdallar, Eftalitler’den yani Akhunlar’dandır. Ogurlar, Hunlar’la karışınca "karışmış" (Bulgamış) manasına gelen "Bulgar" adını aldılar. Eski Türk Bulgarlarının boylarından olan Varsaklar’dan bir ihtiyar, bize, kendilerinin "Abdallarla karışmış" olduğunu söylemişti. Bu noktada, Eftelit ile Almus / Almuş adını şöylece birleştirebiliriz: İdil Bulgarlarının hanı Almuş Han, Müslümanlığı kabul eden bir hükümdardı. Oradan, bazı İdil Bulgari oymaklarının buralara (Anadolu'ya) geldiği açıkça görülüyor. (Dipnot: Almış Han 921 yılında müslümanlığı kabul eden İlk Türk hükümdarıdır)
Tokat İli'nde eski adları ile; Almus (İtil Bulgarları/Almış Han) Kınık (24 Oğuz boyundan birisi), Avara, Yukarı Avara (Avar Türkleri), Eftelit (Eftalit/Akhun Türkleri), Çokabdal, Abdaldamı, Tomara (Kuman prenslerinden Tamara) Kımıza (Kımız) gibi, adları Eski Türk Tarihine atfedilmesi çok muhtemel yerleşim birimlerinin bulunması, Malazgirt'ten çok daha önceki devirlerde Bulgar, Avar, Oğuz, Kuman, Akhun gibi Türk boylarının Tokat Havzasına yerleştiğini gösteren etimolojik verilerdir. Tokat'ta bu konuya ilişkin olarak derinleştirilecek tarihi ve etimolojik araştırmalar ile Anadolu'daki Türk varlık başlangıcının, Malazgirt Zaferi'nden çok önceki yıllara götürüleceği ve bu varlığın Anadolu'daki ilk merkezlerinden birinin Tokat Platosu olduğunun bilimsel anlamda ispatlanacağı söylenebilir.
Kuzey yarımküresinde, enlemi: 40 derece, 22 dakika, boylamı: 36 derece 55 dakikadır. Yüzölçümü 750 km² olup, 832 m rakımlıdır. Almus‘un iklimi Karadeniz'in tesiri altında kalan sahalarla Orta Anadolu‘nun kara iklimi yanında geçiş teşkil eder. Yağış genellikle aylara dağılmıştır. Ortalama olarak yağış 5442 mm'dir. Ocak, Şubat, Mart, Nisan, Mayıs aylarında maksimum dereceye yükselir. En az yağış düşen aylar Temmuz ve Ağustos’dur. Baraj yeri ilçenin en verimli arazileri üzerinde bulunmaktadır. Vadinin aşağı kısımlarına doğru kaya mütecanis massif ve ince taneli andezidik lavlardan müteşekkildir. Bu andezitler genellikle kütle halinde olup, üst kısımlarına doğru iyice tabakalaşmış, lav akıntıları breş, konglemera ve tüfleri ihtiva etmektedir. Almus Baraj Gölünde su tutulmayı Ekim 1966 da başlanmış olup yüzölçümü 3130 ha'dır.
Almus'un yemek kültürü oldukça zengin ve iştah açıcıdır. İlçede yöreye has pek çok miktarda leziz yemekler yapılmaktadır. Özellikle hamur işlerinden Çökelekli, Katmer, Cızlak, Haşhaşlı ve Cevizli Çörek, Mantı, Yuğurtmaç; çorbalardan tarhana, Kuskus, Bacaklı Çorba, Helle Çorbası, gendime Toygası Çorbası; pilavlardan Keşkek, Mercimekli Bulgur Pilavı; tatlılardan Zile Pekmezi, Cevizli Şeker Sucuğu (Köme) Tırtıl Baklavası, Yufka Tatlısı, Zambak Reçeli yöreye has yemeklerin başlıcalarıdır.
Tokat ve Almus başta olmak üzere yerleşimde yaylacılık vardır. Yöre halkları yazın yaylalara yerleşirler. Köyleri Yayla Kültür Festivalleri olur. Yöresel oyunlar oynanır, halaylar çekilir.
Tokat ili dahilindeki turizme en uygun bölge Almus ilçesidir. İlçenin hemen yanıbaşındaki baraj gölü geniş yüzölçümü ve kıyılarını çevreleyen çam, kayın, gürgen ve meşe ormanları ile bir tabiat harikasıdır. İlçede konaklama tesisleri bulunmaktadır. Almus Baraj Gölü kıyıları çadırlı kamp yapmaya da uygundur. Gölde doğal olarak yetişen sazan türleri ve yayın gibi balıklar yanında, çiftliklerde yetiştirilen alabalık temin etme imkânıda mevcuttur. Göl amatör olta balıkçılığına açık olup, amatör balıkçılardan herhangi bir ücret alınmamaktadır. Göl sürat motoru ve su kayağı gibi çeşitli su sporları içinde uygun bir ortam oluşturmaktadır.
Almus ilçesi yayla ve dağcılık turizmi içinde çok uygun doğal şartlara sahiptir. Özellikle ilkbahar ve yaz mevsiminde ilçeyi çevreleyen yayla ve dağlarda el değmemiş bakir bir doğayı yaşama imkânı bulabilirsiniz. Piknik ve mangal için çok uygun açık alanlarda tamamen doğal beslenme ile yetiştirilmiş kuzu ve dana etlerinden tadabilirsiniz. Dilerseniz gölün hiçbir sanayi artığı bulunmayan sularında yetişen balıklardan ızgara yapabilirsiniz.
Polimer
Polimer (Yunanca: "poli" "çok", "meros" "parça"; "çok parçalı" anlamında),monomer denilen görece küçük moleküllerin birbirlerine tekrarlar halinde eklenmesiyle oluşan çok uzun zincirli moleküllerdir. Aynı monomerlerin oluşturduğu polimerlere homopolimer,en az iki farklı tip monomerden oluşan polimere ise kopolimer denir. Bir kimyasal tepkimede polimer oluşumuna, polimerleşme denir.
2 monomer = dimer,
3 monomer = trimer,
4 monomer = tetramer,
5 monomer = pentamer,
20-30 monomer= oligomer,
n monomer = polimer, (n sayısı çok yüksek rakamları ifade eder.)
Polimerler düşük üretim maliyetleri, kolay şekil almaları ve amaca uygun üretilebilmeleri nedeniyle her alanda yaygınlaşmıştır. PVC (Poli Vinil klorür), Teflon (politetrafloroetilen (PTFE)) hayatımıza giren polimer örneklerindendir.
Fiziksel özelliklerine göre polimerler 3 farklı gruba ayrılırlar;
Termoplastikler de kristal ve amorf termoplastikler olmak üzere kendi içinde ikiye ayrılırlar.
Türkçe
değişiklik özeti kaynak (Esen Yayınları 9.Sınıf Kimya )
Sully Prudhomme
Sully Prudhomme (asıl adı René François Armand Prudhomme), (d. 16 Mart 1839, Paris - ö. 6 Eylül 1907, Châtenay), Fransız şair.
Mühendislik eğitimi gördükten sonra edebiyata yönelerek şiirler yazmıştır. 1901 Nobel Edebiyat Ödülü'nü almaya hak kazanmıştır.
Başlıca eserleri; Les Solitudes, Impressions de la Guerre, Les Vaines Tendresses'tir.
1872'de Les Écuries d'Augias, Croquis Italians, Impressions de la guerre (1866-72) ve 1874'te Les Destins, La Révolte des fleurs, 1875'te Les Vaines tendresses, 1878'de La Justice, 1886'da Le Prisme, ve 1888'de Le Bonheur'u yayınladı. Bütün bu şiirlerini "Poésies" adlı eserinde topladı ve yeniden yayınladı.
Eskişehir Fatih Fen Lisesi
Eskişehir Fatih Fen Lisesi, 1989 yılında, Eskişehir'de Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları'na ait geçici bir binada Eskişehir Fen Lisesi adıyla eğitim ve öğretime başlamış olan bir fen lisesidir.
11 Eylül 1989 tarih ve 20965 sayılı onayla, adı Eskişehir Fatih Fen Lisesi olarak değiştirilmiştir. 1995-1996 eğitim öğretim yılına kadar geçici binasında hizmet veren okul, 21 Temmuz 1996 tarihinde Yenikent Mahallesi'nde yapımı tamamlanan kalıcı binasına taşınmıştır.
Her yıl 120 öğrenci kabul eden Eskişehir Fatih Fen Lisesi, kurulduğu günden bu yana 2500 kadar mezun vermiştir. Mezunları genel olarak mühendislik ve tıp alanlarını tercih etmekle birlikte işletme, ekonomi, eczacılık ve temel bilimler gibi farklı egitim alanlari da seçilmektedir.
Eskişehir Odunpazarı, Yenikent Mahallesi Uluçam Sokak 66. Numaradadır. Okulun kampüsü; şehrin kirli, gürültülü ve kargaşalı ortamından uzakta, Eskişehir Kent Ormanı'nın karşısında orman manzaralı, havadar, şehre ve yakınından geçen İstanbul-Antalya Karayolu'na hakim bir tepede bulunmaktadır.
Okul öğrencilerinin çoğunun yatılı olması dolayısıyla eğitim yapılan zamanlarda haftanın 7 günü ve her günün 24 saati renkli ve canlı bir hayat yaşanmaktadır.Pansiyonda diğer okullardan gelen öğrencilerin de bulunması okullar arası iletişimi güçlendirmekte ve daha renkli bir ortam sunmaktadır. Okulun şehir merkezine çok uzak olmaması dolayısıyla öğrenciler şehir içindeki sinema, tiyatro, spor, hamam, hali saha ve diğer her türlü sanatsal ve kültürel faaliyete aktif olarak katılabilmektedirler.
Ayrıca öğrenciler yatılı hayatına 14'lü yaşlarda atılarak büyük bir hayat tecrübesi kazanmakta, yaşıtlarına göre kendilerini her açıdan daha iyi geliştirebilmektedirler.
Okulun Eskişehir gibi kültürel etkinliklerin çok zengin olduğu bir şehirde yer alması öğrencilere her yıl çok çeşitli faaliyetlere katılma şansı vermektedir.
Geziler: Her yıl ülkemizin tarihi ve turistik yerlerine geziler düzenlenmektedir. Ayrıca her yıl İstanbul ve Ankara'daki üniversitelere yapılan geziler öğrencilere motivasyon kaynağı olmaktadır.
Konferans ve Sunumlar: Okulun salonunda çoğunlukla öğretim üyelerinin sunumuyla yapılan konferans ve sunumlar öğrencilere daha lisedeyken bilimsel olarak bir temel kazandırmaktadır. Öğrencilere üniversite tercihlerine ve akademik hayatlarına dair ideal sahibi olmalarına yönelik olarak yapılan sunumlardaysa, okula kimi zaman bölüm başkanları ve rektörler düzeyinde gruplarla gelen ODTU, Bilkent Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi, Koç Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi gibi seçkin üniversiteler kendi kurumlarını fen lisesi öğrencilerine tanıtmaktadırlar.
Turnuvalar: Her öğrenim döneminde sınıflar arası Basketbol-Futbol-Voleybol-Satranç turnuvaları düzenlenmektedir. Ayrıca okul takımları her alanda şimdiye dek Eskişehir ve Türkiye çapında önemli başarılara imza atmıştırlar.
Fen Liseleri Arası Basketbol Şampiyonası'nın ilki de Eskişehir Fatih Fen Lisesi'nde düzenlenmiş olup çok gü |
zel bir gelenek için güzel bir başlangıca evsahipliği yapmıştır.
Bahar Şenliği: Baharın gelişi okul bahçesinde türlü oyunlar, yarışmalar ve eğlenceli etkinliklerle öğrencilerin organizasyonuyla kutlanır.
Şiir ve Tiyatro Günleri: Her dönem birkaç defa öğrencilerin düzenlediği şiir ve tiyatro günleriyle öğrenciler bütün bir yılın stresini atmaktadır.
Konserler: Okulda bazı özel günlerde müzik kulübünün üyeleri ve okul öğrencilerinden oluşan müzik grupları öğrencilere yeteneklerini sergilemektedir.
Kulüpler:Okulda tamamen öğrenci tabanlı 15'ten fazla kulüp çalışmalarına devam etmektedir. Bu kulüplerden bazıları:
Kültür Edebiyat Yayın Ve İletişim Kulübü,
Spor Kulübü,
Müzik Kulübü,
Kütüphanecilik Kulübü,
Gezi Tanıtma Ve Turizm Kulübü,
Havacılık Kulübü,
Bilim-Fen Ve Teknoloji Kulübü,
Matematik Kulübü,
Tiyatro Kulübü,
Kooperatifçilik Kulübü,
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Kulübü,
Çevre Kulübü,
Yeşilay Kulübü,
Kızılay Kulübü,
Enerji Verimliliği Kulübü,
Satranç Kulübü,
Fotoğrafçılık ve Resim Kulübü
Eskişehir Odunpazarı'ndan 32 numaralı dolmuşlar ve 8, 2, 37, 63 ve 32 numaralı halk otobüsleri ile okula ulaşılabilmektedir.
Eskişehir Fatih Fen Lisesi Sayısal puan ortalamasında 2004 ve 2005 Öğrenci Seçme Sınavında Türkiye 6.sı, 2006 ÖSS'de 12., 2007 ÖSS'de devlet fen liseleri arasında 4., 2008 ÖSS'de tüm liseler arasında 25., 2009 ÖSS'de tüm liseler arasında 12., devlet fen liseleri arasında 8., 1998 ÖYS de tüm liseler arasında Türkiye Üçüncüsü olmuştur.
ÖSS Başarılarına ek olarak, Eskişehir Fatih Fen Lisesi öğrencileri okulun kuruluşundan bugüne Eskişehir ve Türkiye çapında düzenlenen birçok resim, kompozisyon, kısa öykü, tiyatro, futbol, basketbol, masa tenisi, yüzme, güreş, satranç, web tasarımı ve bilimsel proje yarışmalarında birçok derece elde etmiş ve her alanda öncü olduklarını defalarca kanıtlamışlardır.
Bilimsel ve sanatsal yarışmalar ve spor turnuvalarından ayrı olarak Eskişehir Fatih Fen Lisesi Ailesi sosyal alanda da sorumluluk sahibi bireyler olarak Eskişehir'deki yardıma muhtaç kimselere her açıdan yardım etmeyi görev bilmiştir.
Bolvadin (anlam ayrımı)
Taşikardi
Taşikardi ("Yunanca:tachykardia: tachys (hızlı) ve kardia (kalp)"), Kalbin atım hızının çeşitli nedenlerle artmasıdır.
Taşikardinin tanımı "kalp atım hızının 100 atım/dk sınırını aşması" olarak kullanılsa da; bu limit, yaş gruplarına göre değişiklik gösterir.
İnsan bünyesinde normal kalp atış aralıklarının en üst seviyeleri (atım(BPM)/dk) yaşa bağlıdır ve şu şekildedir:
Bu yaş gruplarında normal atışın 1 fazlası, kalbin hızlı attığını gösterir. Taşikardi her zaman kalp hastalığı belirtisi değildir: Koşmak, sindirilmesi güç gıda yemek, heyecanlanmak, sigara, içki, çay, kafein ihtiva eden içecekler içmek, bazı ilaçlar ve kadınların regl dönemleri taşikardiye neden olabilir. Bu tür taşikardi, nedenin ortadan kalkmasıyla geçer. Fakat kalp ve böbrek hastalıkları, ateşli hastalıklar ve zehirlenmeler de taşikardiye yol açtığından ihmal edilmemesi, doktora başvurulması gereken bir durumdur.
Taşikardiye neden olabilecek durumlar içerisinde son zamanlarda sıklıkla reklamları yapılan ve tüketilen zayıflama hapları da gösterilebilir.
Matematik Dünyası
Matematik Dünyası, Türk Matematik Derneği'nin sahibi olduğu lise ve üniversitelilere yönelik popüler matematik dergisidir. Yayın hayatına 1991'te ODTÜ'de atılmıştır. Daha sonra sorumluluğunu Akdeniz Üniversitesi'nin üstlendiği, ardından İzmir'de hazırlanmasına devam edilen dergi 2003'ten beri Ali Nesin yönetiminde yılda dört sayı çıkmaktadır. Son yıllarda tirajı 11.000'i geçmektedir.
Kapak konularında matematiği ta en başından ele alarak Türkiye'nin bir çeşit Nicholas Bourbaki'si olma iddiasındadır. 2007 yılına değin kapak konularında öncelikli olarak aksiyomatik kümeler kuramını ve sayıların inşasını işlemiştir. 2007'nin ortalarından itibaren kapak konularında analize ağırlık vermektedir. 2011'de soyut cebire yöneleceği beklenmektedir.
Roerich
Tram
Tram, renkli dokümanların 4 renkten tekrar oluşturularak basılmasında kullanılan bir tekniktir. Terim olarak ton farklılıklarını hep aynı koyulukta farklı büyüklükte (AM) veya miktarda (FM) nokta zemine dönüştürme işlemine tramlama denilmektedir. Dökümanları trama dönüştüren programlara RIP (Raster image processing) denir. Tramlama AM (Klasik tram)ve FM (Kum tram)olarak temelde iki ana gruba ayrılır. Farklı firmalara ait rip programları değişik tramlama teknikleri (Diamond, Sublima, Staccato, Megadot, IS, HQS, Sateen, Hybrit...) kullanarak dökümanları filme veya kalıba aktarmaktadır.
Örnek: Çok farklı renklerde algıladığımız fotoğrafik görüntüler 4 renk bileşenine ayrılabilir. (CMYK- Cyan, Magenta, Yellow, Black [K anahtar -key- kelimesinden gelir]). Bu dört renk sayfa üzerinde farklı açılarla yerleştirilir. Böylelikle üst üste binmeleri engellenir. Yan yana duran iki noktacığı ise gözümüz farklı bir renk olarak algılar. Çünkü bu renkler o kadar küçüktür ki ancak büyüteç ile baktığınız da bunları ayrı ayrı görebilirsiniz. Mesela fotoğraf üzerindeki turuncu bir bölge eşit büyüklükteki magenta ve sarı noktacılıkların yan yana basılması ile oluşmuştur.
Simbiyoz beslenme
Simbiyoz beslenme, "ortak beslenme" olarak da bilinir, iki canlının tek bir organizma gibi birbirleriyle yardımlaşarak bir arada yaşamaları.
Simbiyoz, iki bitki arasında olacağı gibi, bir bitki ile bir hayvan arasında da olur. Örneğin liken bir mantarla bir alglerin ortak yaşamasından oluşmuş bir organizmadır. Mantar klorofil taşımaz, haustoriumlarıyla yaşadığı ortamdan su ve madensel tuzları alır ve alg'e verir. Buna karşılık alg klorofili olduğundan fotosentez yaparak organik bileşikleri hazırlar.
Nedim Günsür
Nedim Günsür "(d. 1924, Ayvalık - ö. 13 Kasım 1994, İzmir)" “Tüm nesnelere sevgiyle yaklaşan ressam” olarak nitelenen ve naif özellikler de taşıyan figuratif bir anlayışla gerçekleştirdiği toplumsal içerikli yapıtlarıyla tanınan Türk ressam.
1924’te Ayvalık’ta doğan Günsür 1942’de girdiği Güzel Sanatlar Akademisi’nde Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğrencisi oldu. Öğrenciliği sırasında 10’lar Grubu’nun kurucuları arasında yer alan Günsür 1948'de Fransız hükümetinden aldığı bursla Paris’e gitti. André Lhote ve Fernand Léger atölyelerinde çalıştı. O zamana değin sürdürdüğü izlenimci resim anlayışını, Picasso, Léger ve Matisse’nin yanı sıra, yeni tanıdığı Afrika sanatının da etkisiyle değiştirdi, yarı soyut anlayışa yöneldi.
1952’de yurda dönen Günsür 1954-1958 yılları arasında Karadeniz Ereğlisi’nde resim öğretmenliği yaptı, daha sonra çalışmalarını bağımsız olarak İstanbul’da sürdürdü. 1961’de gerçekleştirdiği “Gökyüzü” adlı yapıtı 1963’teki 24. Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde birincilik ödülü aldı. 1972’de Milliyet Sanat dergisi tarafından “Yılın Resim Sanatçısı” seçildi. 1973’te düzenlenen Cumhuriyet’in 50. Yılı Resim-Heykel Yarışması’nda, Atatürk ve Cumhuriyet Ödülü’nü kazandı. 1950’lerde figüratif-dışavurumculuk bir anlayışla maden işçilerinin yaşamını konu alan resimler gerçekleştiren Günsür 1960’lardan sonra kent yaşamı ve sorunların ayöneldi, “Köylü Aile” (1977), “Göç” (1979) gibi yapıtlarında dramatik yönü ağır basan bir resim anlayışı sergiledi. Kent ve kıyı görünümlerini, lunapark ve bayramlerini betimlediği “Panayır” (1982), “Büyükdere’den” (1979), “Denize İnen Sokak” (1979) gibi yapıtlarında ise şiirsel bir anlatıma ağırlık verdi.
Nedim Günsür 13 Kasım 1994’de İzmir’de öldü.
Yazar ve reklamcı Mehmet Günsür'ün babası, oyuncu Yazgülü Günsür'ün dedesidir.
Gutasyon
Gutasyon, bitkilerde su basıncının arttığı zamanlarda yapraklarda hidadot denilen özel yapılardan ksilem özsuyunun damlalar halinde dışarıya çıkması. Çiy ile karıştırılmamalıdır.
Bu özel yapılardan su kök basıncı arttığı zaman, iletim aktivitesi ile dışarı verilir.Havanın neme doygun olduğu, geceleri terlemenin olmadığı bilhassa nemli iklim şartları altında yetişen bitkilerde görülür.
Bu sistem bazı özel durumlarda, odun borularında suyun taşınması için gerekli kuvveti de sağlar.
Aynı zamanda damlama ile bitki hem su hem de tuz kaybeder
Yaşarma
Yaşarma, kök basıncının suyu aşağıdan yukarıya itmesiyle bitkide iç basıncın bitki gövdesinin kesilen yerlerinden su akması.
Yaşarma olayı canlı dokularda meydana gelir. Narkoz, O azlığı, ısı fazlalığı yaşarmayı durdurur. Yoğun eriyik ihtiva eden topraklarda yaşarma durur. Yaşarma olayının gerçekleşebilmesi için kökün emme kuvvetinin toprağın osmatik değerinden fazla olması gereklidir. Yaşarma bilhassa büyükmekte olan kök sisteminde iyi görülür.
Ortaköy
Fay
Kırık, fay olarak da bilinir, kıvrılmalar sonucu oluşan kırılmalarda gözde fark edilebilecek ölçüde bir kayma bir yer değiştirme meydana gelmesi sonucu oluşur. Kırıkların uzunlukları boyunca jeolojik tabakalar iki ayrı blok halinde yer değiştirir. Bir kırığın fay olabilmesi için fay aynası, tavan ve taban blokları ve atım'a gerek vardır.
Çatlaklarda ise kırılma yüzeyleri boyunca bir yer değiştirme, bir kayma olmaz.
Kırıklarda kayma hareketi bir düzlem boyunca oluşmaktadır. Bu düzleme kırık düzlemi (= kırık aynası) adı verilir. Bu düzlem üzerinde sürtünme sebebiyle kayma çizikleri (kırık çizikleri) bulunur. Bu kırık çizikleri bize kaymanın doğrultusunu bulmamıza yardımcı olur.
Kırıklar da tabakalar gibi birer düzlemsel yapı elemanıdırlar. Dolayısıyla kırıkların da doğrultuları ve eğimleri vardır. Kırık düzlemleri iki bloğu birbirinden ayırır. Bu iki blok, kırık düzlemi üzerinde birbirine nazaran hareket ederler. Bu bloklardan kırık düzleminin üzerinde bulunan bloğa tavan bloğu, kırık düzleminin altında bulunan bloğa ise taban bloğu adı verilir.
Fay terimi kayaçlarda gözle görülecek kadar kayma hareketi gösteren kırıklara verilen genel bir isimdir. Kayaçlar bu kırıkllar boyunca koparak birbirinden ayrılırlar. Genel bir tanımlama ile kayaçların bir düzlem boyunca gözle görülecek derecede kayma göstermesi olayına faylanma, bu olay sonucu meydana gelen şekile Fay denir.Faylanma olayı sonucu çoğunlukla birbirine paralel bir veya birkaç kayma düzlemi meydana g |
elebilir veya fay zonlarındaki kayaçlar kırılıp parçalanabilir.Faylar ve çatlaklar mekanik bakımdan birbirlerine benzerlerse de çatlaklarda genellikle kırılma düzlemleri boyunca yanlara doğru bir açılma olmasına karşılık Faylarda ise kırılma düzlemine paralel olarak ve değişik yönlere doğru bir kayma hareketi söz konusu olmaktadır.
Eğim atımlı faylarda hareket fay düzleminin eğimi boyunca aşağıya ve yukarıya doğru meydana gelir.
Bu faylarda tavan bloğu fay düzlemi üzerinde tabana nazaran eğim aşağıya doğru hareket eder bu suretle ilk blok birbirlerinden uzaklaşırlar. Blokların fay düzlemi üzerinde yapmış olduğu bu hareketler oransal hareketlerdir. Blokların hangisinin hareket ettiğini saptamak imkansızdır. Bu nedenle de bu tür faylarda sadece blokların bir birine nazaran yaptıkları kaymalar göz önüne alınır. bu fayların uzunlukları çok küçük ölçeklerden kilometrelerce mesafelere kadar ulaşabilir. Bu tür faylanmalar da fay düzleminin eğim miktarı değişken olup, yatay ile düşey arasında herhangi bir derecede bulunabilir. Büyük çoğunlukta 45 dereceden daha büyük eğim miktarına sahip olurlar
Bu tür faylarda tavan bloğu taban bloğuna nazaran fay düzlemi üzerinde eğim yukarıya doğru hareket etmiş veya taban bloğu tavan bloğuna nazaran fay düzlemi üzerinde eğim aşağıya doğru hareket etmiştir. Bu suretle iki blok birbirine yaklaşır veya biri diğerinin üzerine abanır. Eğim atımlı ters fayların uzunlukları küçük ölçeklerden kilometrelerce mesafelere kadar ulaşabilir tipıi normal faylarda olduğu gibi fay düzlemlerinin eğimde yatay ile düşey arasında herhangi bir değerde olabilir. Ters faylarda eğim dereceleri genellikle 35 derece ile 75 derece arasında değişir bazı hallerde ise ters faylarda eğim dercesi 0 derece ile 35 derece arasında da bulunabilir ve bu takdirde bindirme fayları veya şaryajlar söz konu su olmaktadır. Şaryaj veya bindirme terimleri gerek saha çalışmalarında ve gerekse jeolojik harita yapımlarında sıklıkla karşılaşılan büyük jeolojik yapı çeşitleridir. Şaryaj ve bindirmelerle büyük kayaç kütleleri uzun mesafeler boyunca yer değiştirirler. Bu tür faylardan eğim dereceleri 0 ile 10 derece olan bindirme faylarına Nap fayı veya Örtü fayı adı verilmektedir.
Bu tür faylar, fay düzleminin her iki yanında bulunan blo kların birbirlerine nazaran fay düzleminin düzleminin doğrultusu boyunca kaymaları sonucu meydana gelmektedir. Doğrultu atımlı faylar kayma hareketinin yönüne göre ikiye ayrılmaktadır. Bunlar Sağ yönlü atımlı faylar Sol yönlü atımlı faylardır
Doğrultu atımlı faylarda her iki blok yatay istikamette birbirinden uzaklaşarak ayrılır. Bunların sağ yönlü mü yoksa sola yönlü mü olduğunu anlamak blokların hareket yönlerine bakmamız gerekir. Doğrultu atımlı faylar, sıkışmalı kıvrılmalı ve bindirmeli bölgelerin tipik yapılarındandır. Bunlar çoğunlukla büyük basınç kuvvetlerine uğrayan bölgelerin en son dönemlerinde ortaya çıkarlar ve dolayısı ile büyük dağ oluşum olayları ile yakın ilişkilidir..
Doğada, oluşan gerilmelerin yönü, kayaçlarda oluşan kırılmaların doğrultusu ile aynı olmadğından, bu gerilme sonucu gelişen faylar da genellikle tek bir yöne atım göstermezler. Bu durum fayların hemen tamamında değişik miktarlarda gözlenen ikinci nitelikli ve farklı yönlerde gelişen atımların oluşmasını sağlar. Ana hareket yönüne ek olarak bir ikincil harekete sahip olan bu tür faylara Oblik Atımlı Faylar denir.
Direnç
Direnç şu anlamlara gelebilir:
Ludovico Ariosto
Ludovico Ariosto, (d. 8 Eylül 1474 - ö. 6 Temmuz 1533) İtalyan şair.
Ludovico Ariosto Epik şiir Orlando Furioso'nun yazarı olarak ünlenmiştir. Bu siirin kahramanları ve olayları pek çok sanatçı tarafından tablo ve müzik eserlerinde kullanılmıştır.
Reggio Emilia'da doğan Ludovico Ariosto, asil bir aileden gelen Niccolò Ariosto ve Daria Malaguzzi Valeri'nin on çocuklarından ilkidir. Ailesi Ariosto 10 yaşındayken Ferrara'ya taşınmıştır. 1489-1494 yılları arasında hukuk eğitimi alırken aynı zamanda da Gregorio da Spoleto'dan Latin ve Yunan dili ve edebiyatı eğitimine başlamıştır. Daha sonradan yazdığı ilk şiir denemeleriyle kendini geliştirmiştir ve saraya kabul edilmiştir. Hümanist ve edebiyat formasyonunda saray ortamının etkisi yoğun olmuştur. Başlarda saray halkına gösteriler hazırlamıştır. Şair Roma'nın italyan kültürünün merkezi olduğuna inanarak Papalıkta bir görev arayışına girmiştir. Kendisine herhangi bir görev önerilmemiştir.
Floransa günlerinde Tito Strozzi adında bir tüccarın eşi Alessandra Benucci'ye aşık olmuş ve Tito Strozzi'nin ölümünden sonra Ferrara'da Alessandra ile ilişkileri başlamıştır. Evliliğe karşı isteksiz olan şair, kiliseden kendisine sağlanan ayrıcalıklarını kaybetmemek ve Alessandra'nın kocasının mirasından faydalanmak için evlenmeye razı olmuştur.
1516'da Orlando Furioso'nun ilk baskısını yayınlamıştır.
Akıntıburnu
Akıntıburnu, İstanbul boğazında, Beşiktaş ilçesinin ünlü semti Arnavutköy'de denize doğru uzanan bir çıkıntıdır.
Burundaki, Karadeniz'den Marmara Denizi yönüne hızı saatte 12 deniz miline kadar ulaşabilen devamlı yüzey akıntısı ve bu akıntının oluşturduğu girdaplar denizciler için hâlâ sorun olur.
Bazı kılavuz almamış gemiler sisli zamanlarda ve teknik arızalar ya da rotayı şaşırmaları ile burnu alamadan bu mevkiide bulunan kazıklı yola çarpmaktadırlar. Boğaziçi'nde oldukça sık rastlanan bu kazalardan, yalılar, köşkler ve kıyılarda bulunan balık lokantaları nasiplerini almaktadırlar.
1970'li yıllarda belediyeden kaçak kurulmuş halk çayhaneleri vardı. 1980'li yıllarda yeniden düzenlenen sahil yolu, özellikle Arnavutköy'ün önüne yapılan kazıklı yol sonucu herkesin serbestçe gezip hava alıp olta atabileceği bir yer oldu. Hemen yakınında Belediye dinlenme ve çay tesisi vardır.
Akıntıburnu'nda bir deniz feneri ve kıyı boyunca (Ortaköy'den Bebek'e kadar) gezinti ve balık avlama imkânları bulunur.
Burası eski İstanbul Rumlarının yerleşim yeri idi ve eski adı Rumca Mega Revma (Büyük akıntı) idi.
Yazar Orhan Türker'in, konuyla ilgili Mega Revma adlı bir eseri vardır.
Erich von Däniken
Erich Anton Paul von Däniken (d. 14 Nisan 1935, Zofingen, Aargau, İsviçre), ilk insan kültürleri üzerindeki dünya dışı etkiler hakkında tartışmalı iddialarda bulunan, 1968’de yayımlanmış “Tanrıların Arabaları” adlı en çok satan eseri de içeren kitaplara sahip İsviçreli bir yazardır. Von Daniken “paleo-contact” ve eski astronotlar hipotezinin popülerleşmesinden sorumlu olan en önemli figürlerden biridir. Kitaplarında ortaya koyduğu fikirler, çoğunlukla onun eserlerini sahte tarih ve sahte arkeoloji olarak kategorize eden bilim insanları ve akademisyenler tarafından reddedilmiştir.
Von Daniken İsviçre, Davos’taki Otel Rosenhügel’de müdür olarak çalıştığı sıralarda ilk kitabını yazdı. Kitabı yayımlandıktan hemen sonra, içinde dolandırıcılık da bulunan birkaç mali suçtan tutuklandı. Kitabın satışlarından aldığı gelir borçlarını ödemesi ve otel işlerini bırakması için yeterliydi. Von Daniken hapishanedeyken ikinci kitabı, Yıldızlara Dönüş’ü yazdı.
Von Daniken daha sonraları "Arkeolojik, Astrotonik ve SETI Araştırma Derneği"’nin ("AAS RA") kurucu ortaklarından olmuştur. 23 Mayıs 2003’de Interlaken, İsviçre’de yer alan bir tema parkı olan Gizemli Park’ı (şimdilerde Jungfrau Parkı olarak bilinen) tasarlamıştır.
Däniken Zofingen, Aargau’da doğmuştur. Koyu bir Katolik olarak yetiştirilmiş, İsviçre, Fribourg’daki Saint-Michael Uluslararası Katolik Okulu’na girmiştir. Okul yıllarında kilisenin İncil ile ilgili yorumlamalarını reddetmiş ve uçan daireler ile astronomiye olan ilgisine odaklanmıştır.
19 yaşındayken hırsızlıktan 4 aylık hapse mahkum edilmiştir. Okulu bırakmış ve Mısır’a gitmeden önce Swiss otel sahibinin yanına çırak olarak verilmiştir. Mısır'da iken, bir mücevher alışverişinde yer almış, dolandırıcılık ve yolsuzluktan İsviçre’ye dönene dek 9 ay hapis yatmıştır.
Salıverilmesinden sonra, İsviçre, Davos’taki Otel Rosenhügel’in müdürü olmuş, bu süreçte de Tanrıların Arabaları adlı eserini, gece geç saatlerde otel müşterileri odalarına çekildiği zaman müsveddeler üzerinde çalışarak bitirmiştir. Aralık 1964’te, Alman-Kanadalı Der Nordwesten dergisine Hatten unsere Vorfahren Besuch aus dem Weltraum? ("Did our Ancestors have a Visit from Space?") adlı eseri yazmıştır. Tanrıların Arabaları 1967’nin ilk zamanlarında bir yayımcı tarafından kabul edilmiş, ve Mart 1968’de basılmıştır.
Kasım 1968’de Daniken 12 yıl boyu kredi alabilmek için otel kayıtları ve kredi referansları üzerinde belgede sahtecilik yaptıktan sonra dolandırıcılıktan tutuklanmıştır. 2 yıl sonra, Daniken “yinelenmiş ve sürekli” yolsuzluk, dolandırıcılık ve sahtecilikten tutuklanmış ve yazarın “playboy” hayatı yaşadığına karar verilmiştir. Başarısız bir şekilde iptal davasına girmiş, gerekçe olarak da niyetinin kötü olmayışı ve kredi kurumlarının referanslarını yeteri kadar incelemede başarısız olmasını göstermiştir ve 13 Şubat 1970’de 3.5 yıl hapse mahkûm edilmiş, 3.000 frank da para cezasına çarptırılmıştır. Salınmadan önce 1 yıl boyu bu hükme hizmet etmiştir.
İlk kitabı, Tanrıların Arabaları yargılanmadan önce basılmış ve gelirleri borçlarını ödemesine ve otel işini bırakmasına yetmiştir. Däniken 2. kitabı Yıldızlara Dönüş’ü hapishanedeyken yazmıştır.
Däniken’in 1968 yılında Tanrıların arabaları ile başlayan ve diğer kitaplarla devam eden genel iddiası dünya dışı varlıkların ya da “eski astronotların” dünyayı ziyaret etmesi ve ilkel insan kültürünü etkilemesidir. Daniken Mısır piramitler, Stonehenge, ve Paskalya Adası’nın Moai’si ve yapıldıkları zamanın yüksek teknolojik bilgilerini yansıtan insan yapımı eserleri hakkındaki düşüncelerini yazmıştır. Ayrıca, astronotların tasvirine, hava ve uzay araçlarına, dünya dışı varlıklara ve karmaşık teknolojilere dair dünya üzerindeki eski sanat eserlerini açıklamıştır. Daniken dinlerin temelini uzaylı ırkıyla ilişkinin tepkimesi olarak açıklamış ve eski ahit İncil’in bölümlerine yorumlarını önermiştir
1966’da, Daniken ilk kitabını yazıyorken, bilim insanları Carl Sagan ve Iosif Samuilovich Shklovskii, |
başyazar Ronald Story’nin “The Space-gods Revealed” kitabında tahminde bulunduğu gibi Däniken’in fikirlerinin kaynağı olduğu düşünülen “Intelligent Life in the Universe” adlı kitaplarının bir bölümünde paleocontact ve dünya dışı varlıkların ziyaretiyle ilgili iddialardan bahsetmiştir. Bu kitaptaki birçok fikir Däniken’in kitaplarında farklı şekillerde görülmektedir.
Däniken’in çalışmalarından önce, diğer yazarlar dünya dışı varlıklarla ilişkiler hakkındaki iddialarını sunmuşlardır. Däniken, aynı ya da benzer kanıtları kullanarak aynı iddialarda bulunmasına rağmen, bu yazarları hesaba katmak konusunda başarısız olmuştur. Däniken’in Tanrıların Arabaları adlı kitabının ilk baskısında Robert Charooux’un “One Hundred Thousand Years of Man's Unknown History” adlı kitabındakilere çok benzer iddialar içerse de, alıntı yapmakta başarısız olmuş ve yayımcı Econ-Verlag daha sonraki baskılarda belge hırsızlığı davalarından kaçınmak için Charroux’u kaynakçaya eklemiştir.
Tanrıların Arabalarında, Däniken Delhi’de paslanmaz demir sütunlar olduğunu, bu sütunların dünya dışı varlıkların etkisinin kanıtı olduğunu yazmıştır. Daha sonraları Playboy röportajında, sütunun paslanma belirtileri gösterdiğini ve bunun sütunun yapı biçiminin anlaşılmasını sağladığını söylediğinde, Däniken bu kitabı yazarken başka sonuçlara ulaşmasını sağlayana araştırmalar öğrendiğini söylemiş ve sütunların artık gizemli olmadığını belirtmiştir.
Tohum ve Evren kitabında, Daniken eski uzay ziyaretçilerinin kanıtı olduğunu düşündüğü; altın, değişik heykeller ve metal tabletlerin olduğu bir mağaranın yapay tünellerinde gezindiğini yazmıştır. Onu bu tünelleri gösteren adam, Juan Moricz, Der Spiegel dergisine Daniken’in tanımlarının çok uzun bir konuşma sürecinde oluştuğunu ve kitapta yer alan fotoğraflar üzerinde oynandığını söylemiştir. Daniken Playboy’a kütüphaneyi ve diğer yerleri gördüğünü söylese de, kitabını ilginç kılmak için birkaç olayı uydurmuştur. 1978’in sonlarında, kitapta bulunan mağaraya hiç inmediğini, sadece yan girişinde bulunduğunu ve mağaraya iniş olayının tamamını uydurduğunu söylemiştir. Bir jeolog o alanı incelemiş ve mağara yapısına benzer hiçbir şeye rastlamamıştır. Daniken ayrıca Vatikan’dan arkeolojik çalışmalar yapması için özel izne sahip yerel rahip Crespi Baba tarafından tutulan altın nesneler koleksiyonundan bahsetmiştir. Fakat bir arkeoloğun Der Spiegel’e dediğine göre, orada birtakım altın parçaları olmasına rağmen, birçoğu turistler için yapılmış imitasyonlardır ve Crespi pirinci altından ayırmada zorluk yaşamaktadır.
Dr. Samuel Rosenberg’in dediğine göre, Däniken’a atfedilen Book of Dyzan kitabı Madame Blavatsky tarafından büyük bir yalanla birleştirilmiş bir uydurma üründür. Ayrıca Däniken’in bir kitabında alıntı yaptığı “Tulli Papyrus” adlı eser Book of Ezekiel adlı kitaptan kopya edilmiştir, ve Dr. Nolli’ye (Roma’daki Amerikan elçilğindeki bilimsel ataşe Dr. Walter Ramberg aracığılıyla) para teklif edilmiş, sonra Vatikan Müzesi’nin Mısır bölümünün şu anki müdürü, Tulli’nin alındığından ve papirüslerin sahte olduğundan şüphelenmiştir. NYT’dan Richard R. Lingerman’a göre, Daniken bu referansları kendisine gerçek belgeler diye gösterilen UFO kitaplarından elde etmiştir.
Daniken, 1968’deki kitabı Tanrıların Arabaları ile “Nazca Çizgileri”ni halka tanıtıp önemini artırmış ve öyle çok turist akın etmiştir ki araştırmacı Maria Reiche zamanının ve parasının çoğunu bunları korumaya harcamıştır. Däniken çizgilerin dünya dışı varlıkların talimatlarına göre yapıldığını ve onları uzay araçlarını indirdikleri pist olarak kullandıklarını söylemiştir. 1998’deki kitabı “Arrival of the Gods” da, dünya dışı varlıkların tasvirlerinin resimlerini eklemiştir. Arkeologlar onların kolomb öncesi uygarlıklar tarafından kültürel amaçlarla yapıldığından eminler ve bu tür spekülasyonları çürütmekten rahatsızlık duymamaktadırlar. Silverman ve Proulx arkeologların sessizliğinin bu uzmanlık alanına ve Peru halkına zarar verdiğini söylemektedir. Bu fikir Däniken tarafından üretilmemiştir: bu çizgileri havadan gören insanların şaka yapmalarıyla başlamış ve başka insanlar tarafından çok önceleri yayımlanmıştır. Tanrıların Arabalarında yer alan, Däniken tarafından modern havalanlarına benzetilen, kırpılmış bir fotoğrafta aslında yalnızca kuş figürlerinden birinin diz eklemi vardır ve boyut olarak küçüktür. Daniken, bunun ilk basımdaki bir hata olduğunu, bu iddiayı yazan ilk insan olmadığını söylemiş, ama hata sonraki basımlarda düzeltilmemiştir.
Däniken Tanrıların Arabaları’nı Piri Reis’in haritasının bir versiyonu olarak yazmıştır, bu haritada hala buza gömülü bazı Antarktika dağları tasvir edilmiştir ve bu yalnızca modern ekipmanlarla haritalandırılabilir. Onun teorileri Charles Hapgood tarafından yazılan “Maps of the Ancient Sea Kings” kitabından gelmektedir. Chariots’ın Some Trust kısmındaki A. D. Crown, bunun nasıl yanlış olduğunu açıklamaktadır. Daniken’in kitabındaki harita sadece ekvatorun 5 derece güneyine uzanmakta, Cape Sao Roque’de sonlanmaktadır ki bu Antarktika’ya kadar uzanmadığı anlamına gelir. Däniken ayrıca eğer El Cario üzerinde uçan bir uzay mekiği tarafından bakılırsa, haritanın bazı bozukluklar gösterebileceğini, ama aslında güneye havadan bakıldığında bozukluklar yaratacak kadar yanaşmadıklarını söylemektedir. Daniken ayrıca bir efsane iddiasında bulunmuş, Tanrının haritayı rahibe verdiğini, bu nedenle Tanrının dünya dışı varlık olduğunu söylemiştir. Ancak Piri Reis haritasını eski haritaları kullanarak çizdiğini söylemiş ve haritanın o zamanın kartografik bilgilerini içerdiğini dile getirmiştir. Ayrıca, harita Däniken’in iddia ettiği gibi tam anlamıyla doğru değildir, birçok hata ve eksikler içermektedir, bu gerçek Daniken tarafından 1998 yılındaki “Odyssey of the Gods” kitabında haritayı tekrar gözden geçirdiğinde düzeltilmemiştir. Diğer yazarlar aynı iddiayı çoktan yayımlamış, bu gerçek Däniken tarafından 1974’deki Playboy dergisiyle olan röprtajına kadar fark edilmemiştir.
Nova belgeseli “The Case of the Ancient Astronauts” göstermiştir ki Däniken’in Keops Piramitleri hakkındaki iddiaları tamamıyla yanlıştır. Yapının tekniği iyi anlaşılmış, bilim insanları hangi araçların kullanıldığını bilmektedirler, taş ocaklarındaki bu araçların izleri hala görülebilmektedir ve müzelerde korunan bir sürü araç bulunmaktadır. Däniken gerekli blokların kesilebilmesinin ve bina alanına taşınmasının Büyük Piramitlerin sadece 20 yılda yapıldığı bir zamanda çok vakit alacağını iddia etmiş, fakat Nova bir taş sütununu kırmanın ne kadar kolay ve hızlı olduğunu ve taşımada tekerleklerin kullanıldığını göstermiştir. Ayrıca Mısırlıların aniden, durduk yere piramitleri inşa etmeye başladığını iddia etmiştir, ancak Mısırlı mimarların basit mastabalardan sonraki piramitlere geçişteki kullandıkları kusursuz teknikler sayesinde birkaç piramitte gelişim görülmüştür. Däniken piramitlerin yüksekliği 1 milyonla çarpımının Güneşe olan uzaklığa eşit olduğunu, ancak sayıların çok kısa kaldığını belirtmiştir. Ve Mısırlıların, sadece uzaylıların onlara sağlayabileceği gelişmiş teknolojiyi kullanmaksızın, köşeleri gerçek kuzeye kusursuz olarak sıralayamayacaklarını iddia etmiştir, ancak Mısırlılar yıldızları gözlemleyerek Kuzey yönünü kolayca bulabilecek bir metot bilmekteydiler, ve bunu düzgün kenar yapımında kullanmak sıradandır.
Däniken “Sarcophagus of Palenque” de roketle çalışan bir uzay gemisinde oturan, uzay kıyafeti giymiş bir astronotun tasvirlendiğini iddia etmiştir. Ancak, arkeologlar bu figürde herhangi özel bir detay görmemiş, yalnızca geleneksel Mayalı saçına ve mücevherlerine sahip, diğer Mayalı çizimlerde görüleceği gibi Mayalı sembolleriyle çevrelenmiş ölü bir Mayalı kral olduğunu söylemiştir. Sağ eli hiçbir roket kontrolüne sahip değildir, ancak geleneksel Mayalı mimiği yapmakta, ayrıca kapağın diğer tarafındaki figürler de aynısını yapmakta, ellerinde hiçbir şey tutmamaktadır. Roketin şekli yerde kafaları birleşen iki iblise benzemekte, roketin alevleri de iblisin sakalı olarak gösterilmektedir. Bu şeklin altındaki roket motoru da yeraltı dünyasının sembolü bir canavarın yüzüdür.
Däniken Peru’daki teleskop kullanan oymacı erkekler, detaylı dünya haritaları, gelişmiş medikal operasyonlar gibi, aslında eski Peruluların bilgisinin çok dışındaki özelliklere sahip eski taşların fotoğraflarını öne sürmüştür. Ancak PBS televizyon dizisi Nova, taşların modern olduğunu ve onları yapan çömlekçiler tarafından yerleştirildiklerini bulmuştur. Bu çömlekçi her gün taşlar yapmakta ve turistlere satmaktadır. Daniken çömlekçiyi ziyaret etmiş ve taşları kendi incelemiştir, ancak bu olaydan kitabında bahsetmemiştir. Çömlekçi taşları kendinin yaptığını söylediğinde ona inanmadığını belirtmiştir. Müzenin sahibi, yerli cerrah Doktor Cabrera ile konuştuğunu, ve Cabrera’nın çömlekçinin dediklerinin yalan olduğunu ve taşların eski olduğunu söylediğini iddia etmiştir. Ancak çömlekçi Cabrera’nın kendisine müze için taş yapmasından ötürü teşekkür ettiğine dair kanıtı vardır. Daniken müzedeki taşların, çömlekçinin yaptığı taşlardan çok farklı olduğunu söylemiş, ancak Nova muhabirleri bir taşın yapımını gözlemlemiş ve taşın müzedekilerle çok benzer olduğunu onaylamıştır.
John Flenley ve Paul Bahn, Däniken’in Easter Adası heykellerinin yorumlamalarını desteklemesine rağmen “atalarımızın gerçek başarılarını görmezden gel ve en yüksek düzey ırkçılığı oluştur: onlar insanların bütün zekalarını ve yeteneklerini küçümsemektedir.” Kenneth Feder, Däniken’i Avrupa etnomerkezciliği ile suçlamıştır.
Ronald Story 1976 yılında, Däniken’in “Tanrıların Arabaları” kitabındaki iddialara cevaben "" adlı kitabı yayımlamıştır. Bu kitap “tutarlı ve Von Däniken’in teorilerini çürütmeye daha çok ihtiyacı olan” bir eser diye tekrar gözden geçirilmiştir. Arkeolog Clifford Wilson, Däniken’in iddialarını çürütmek için iki benzer kitap yazmıştır: 1972’de Crash Go the Chariots ve 1975’te The Chariots Still Crash
“Skeptic Magazine” dergisine 2004’te yazılan bir makalede Däniken’in “The Morning of |
the Magicians” adlı kitaptan çok fazla kavram aldığını, bu kitabın da Cthulhu Mitlerinden oldukça etkilenmiş bir kitap olduğunu ve eski astronot teorisinin H. P. Lovecraft’ın 1926’da yazdığı kısa hikâyeleri “The Call of Cthulhu” ve 1931’de yazdığı “At the Mountains of Madness” adlı kitaptan ortaya çıktığı söylenmiştir.
2001’deki bir belgeye dayanarak konuşulduğunda, Däniken arşivindeki hiçbir öge uzaylı kökenli olmadığı için bu bilimsel topluluğu tamamıyla kanıtlayamamasına rağmen, “bugünün bilimi”nin “zaman gerçek olmadığından” böyle bir kanıtı kabul etmeyeceğini hissetmiştir. O, bunun insanları “ yeni muhteşem dünyaya” hazırlamanın ilk gerekli adımı olduğunu iddia etmiştir. Ayrıca kendisinin otel müdürlüğünden “eski dünya uzmanlığı”na atladığını da eklemiştir.
Däniken’e göre, bu serinin daha sonraki kitapları 32 dile çevrilmiş ve 63 milyondan fazla kopya satmıştır.
İsviçre, Interlaken yakınlarında bulunan Jungfrau Parkı, Gizem Park’ı olarak 2003’te açılmıştır. Däniken tarafından dizayn edilen bu park, dünyanın birçok farklı gizemini keşfetmiştir.
Ridley Scott, Prometheus adlı filminin Däniken’in ilk insan ırkı ile ilgili iddialarıyla alakalı olduğunu söylemiştir.
Roland Emmerich’in Stargate filminin iki DVD’si gözden geçirildiğinde, Dean Devlin’in “Is There a Stargate?” sahnesine “yazar Erich von Daniken Dünyayı uzaylıların ziyaret ettiğine dair kanıtlar bulduğunu söylemiştir.” Diyerek atıfta bulunmuştur.
Däniken, her bölüme uygun şekilde kendi teorileri hakkında konuştuğu H2 ve History Channel şovu Ancient Aliens’da zaman zaman sunuculuk yapmaktadır.
Däniken, İsviçre Yazarlar Derneği’nin, Alman Yazarlar Derneği’nin ve Uluslararası Pen Klubünün üyesidir. Boliviana Üniversitesi tarafından fahri doktora ile ödüllendirilmiş, Peru’daki Ica ve Nazca şehirlerinden Huesped Illustre ödülü almıştır. Brezilyada, altın ve platin Lourenco Filho ödülü almış ve Almanya’da “Order of Cordon Bleu du Saint Esprit” ödülünü kazanmıştır (Alman astronot Ulf Merbold ile birlikte). 2004’te, “Explorers Festival” ödülünü elde etmiştir.
Kuzey Anadolu Fay Hattı
Kuzey Anadolu Fay Hattı (KAF), dünyanın en hızlı hareket eden ve en aktif sağ-yanal atımlı faylarından biridir.
KAF sistemi, Anadolu Levhası'nın, güneyde Arap Levhası (senede 25 mm'leri bulan hızlı sıkıştırma hareketi ile) ve kuzeyde (neredeyse hiç hareket etmeyen) Avrasya Levhası'nın arasında kalması ve bu sebeple batıya doğru açılma şeklinde hızla hareket etmesi sebebiyle yüksek sismik aktivite göstermektedir.
KAF, 1100 km uzunluğunda sağ yönlü ve doğrultu atımlı aktif fay hattıdır. Yaklaşık Van Gölünden Saros Körfezine kadar tüm kuzey Anadolu'yu keser. Tek bir faydan oluşmaz, pek çok parçadan oluşan fay zonudur. Fay hattında; parçalanmış-ezilmiş kayaçlar, soğuk ve sıcak su kaynakları, gölcükler, traverten oluşumları, genç volkan konilerine rastlanır.
Fayın bazı kısımları depremler sırasında 0,5-1,5 m düşey, 1,5-4,3 m yatay atımlar yapmıştır. Genç Kuvaterner zamanından itibaren 800–1000 m yatay atım yaptığı ötelenen genç vadi yataklarından tespit edilmiştir.
Joseph Priestley
Joseph Priestley, (d. 24 Mart 1733; Yorkshire - ö. 6 Şubat 1804; Northumberland, Pensilvanya), İngiliz fizikçi, kimyager, filozof ve papaz.
Karbon dioksit üzerine araştırmaları ve oksijenin bulunuşuna katkıları ile bilinir.
Tokat kebabı
Tokat kebabı; taze kuzu eti, kuyruk yağı, patlıcan, domates, yeşil biber, patates, soğan, sarımsak ve özel pişirilmiş kebap pidesi kullanılarak yapılan Tokat yöresine ait bir yemektir. Özel kebap ocaklarında yapılır.
Küçük parçalar halinde kesilen etler baharat, biber ve soğanla terbiye edildikten sonra hafif yağlanmış şişlere takılmak üzere bekletilir. Şişlerin en başına bir parça kuyruk yağı takılır ve sebzelerin düşmemesi için patlıcanın sap kısmı da şişin ucuna takılır. Şiş üzerine bir et bir patlıcan ve sebze aralarına bir parça ince kesilmiş patates dizilir. Patlıcanların kabuğu alınmaz yarıdan kesilmiş ve uzun selvi doğranmış patlıcanlar önceden hafifçe tuzlanmalıdır. Bir şişe de sarımsaklar müstakil olarak takılır.
Kebap ocağının ortasında bulunan yatay demire şişler asılır. Fırının iki tarafında bulunan yatay bölümde yanan odunların ateşi ile pişmeye bırakılır. Fırının alt kısmında bulunan şaç tepsiye damlayan yağlar toplanır. Özel pişirilmiş pideler bir tepsiye yayılır. Pişen etler ve sebzeler bunun üzerine sıyrılır. Tepsinin ortasına pişen domatesler konulur. Üzerine toplanan yağlardan gezdirilerek servise alınır. Eski ustaların tabiriyle Tokat Kebabı sadece ısıyla değil ışıkla pişen bir kebaptır.
Andrea Camilleri
Andrea Camilleri (Porto Empedocle, Sicilya, 6 Eylül 1925), İtalyan yazarı ve yönetmeni.
Uzun süre senaryo yazarı olarak tanınmıştır. İlk eserini bastırmak için başvurduğu 14 yayınevinden geri çevrildikten sonra, Sicilya'da tanınan bir yazar olan Sciascia'nın desteğiyle burada ilk tarihsel romanını yayınlamıştır.
"Commissario Salvo Montalbano" karakterini 1994 yılında yazmış olduğu romanıyla tanıtan yazar, artık bu karakterle anılmaya başlamıştır. Camilleri, karakterin ismini İspanyol yazar Vázquez Montalbán'a olan hayranlığından dolayı seçmiştir. Yirmi yıldan beri Roma'daki Silvio d'Amico Drama Sanatı Akademisi'nde ders vermektedir.
Dino Campana
Dino Campana (20 Ağustos 1885 - 1 Mart 1932), İtalyan şair. The Canti orfici ("Orfik Şarkılar") isimli bir şiir kitabı yazmıştır. Çocukluğunu büyük ve kalabalık bir kır evinde geçirir. Ailesi Dino'yu yatılı bir okula verir. 12 yaşındayken ilk sinirsel rahatsızlığını geçirmiştir. Şiir yazmaya bundan sonra başlamıştır. Sibilla Aleramo oldukça popüler bir aşk serüveni yaşamıştır. Campana'nın dizelerindeki ifade biçimi bir noktada tekdüze gibi görünse de biçem ve imgesel açıdan çok zengindir, yıkıcılığı ve sadeliği açısından güçlüdür. 20. yüzyıl İtalyan şiirinin en önemli isimlerindendir.
Carlo Collodi
Carlo Lorenzini (d. 24 Kasım 1826, Floransa - ö. 26 Ekim 1890, Floransa) İtalyan İtalyan gazeteci ve yazardır. Pinokyo romanının yazarı olarak ve genellikle "Collodi" takma adıyla bilinir.
Carlo Lorenzini, yoksul bir ailenin çocuğu olarak Floransa'da dünyaya geldi. Gençliğinde ilahiyat okulunda okudu, ama Avusturya'ya karşı sürdürülen mücadelede Risorgimento (Yeniden Yükseliş) hareketini desteklemek için gazeteciliğe başladı. Ünlü takma adı Collodi, annesinin doğduğu yerin adıdır. Başlangıçta bu adı 1848’de kendi kurduğu mizah dergisi Il Lampione’deki (Sokak Lambası) yazılarını imzalamak için kullanmıştı. Dergi kurulduktan birkaç ay sonra sansür dairesi tarafından kapatıldı; ama Collodi yılmayarak 1853’de La Scaramuccia (Didişme) adlı yeni bir dergi kurdu. 1859’a kadar gazeteciliği sürdürdü, sonra Giuseppe Garibaldi’nin özgürlük mücadelesi veren kuvvetlerine katıldı. 1861'de İtalya Krallığı kurulunca, gazeteciliği ve silahlı eylemleri bırakarak şehri Floransa'ya geri döndü ve resmi görevler üstlendi: Önce sansür dairesinde çalıştı (onun gibi sansürden olumsuz etkilenmiş birisi için ilginç bir seçimdi bu), sonra valilikte görev aldı. Edebiyat çalışmalarına hiç ara vermemiş olmasına karşın, 1875’e kadar dikkat çekici bir başarı sağlayamadı. 1875’de, Floransalı bir yayınevi için Perrault’nun masallarını İtalyancaya çevirdi. Bu çeviri çalışması, çocuk edebiyatının büyülü dünyasını daha yakından tanımasını sağladı ve onu derinden etkiledi. Perrault çevirileriyle başlayan çalışmalarının doruk noktasını Pinocchio (Pinokyo) oluşturacaktı.
Yapıtlarından Giannettino 1876'da, Minuzzolo 1878'de yayımlandı. Pinocchio'nun (Pinokyo 1944, 1991) ilk bölümleri 1880'de Giornale dei bambini adlı çocuk dergisinde çıktı ve çok beğenildi.
Collodi, masalın sağladığı sonsuz anlatı olanaklarını yakından tanıyınca, mizacına en uygun yazınsal biçimi bulmuş oldu; bu, uzun süre devam edcek olan verimli yazarlık döneminin, çocuk kitapları yazarlığının başlangıcı oldu. 1876-1890 yılları arasında Giannettino’yu yayımladı. Bu yedi ciltlik yapıt, öğretici hikâyeler içerir. Bu arada, 1883’ten itibaren Il Giornale dei bambini’nin yayın yönetmenliğini üstlendi. Ama bu arada bir başka dergide Pinokyo’yu bölüm bölüm yayımlıyordu. Bu eserinin edineceği ün, öteki bütün çalışmalarını gölgede bırakacaktı.
Aslında, Collodi yorulmak bilmez bir kalem ustasıydı ve Pinokyo’nun yanı sıra birçok kitap yazmıştı. Bu eserleri arasında şunları sayabiliriz: Occhi e nasi (1811; Gözler ve Burunlar), Storie allegre (1887; Neşeli Öyküler) ve ölümünden sonra yayımlanan Note gaie (1892; Neşeli Notlar) ile Divagazioni critico-umoristiche (Eleştirel-Mizahi Konu Dışına Çıkmalar). Collodi 26 Ekim 1890’da aniden öldü.
Pinokyo, Türkçeye pek çok kez çevrilmiştir. Günümüzde de, yeni çevirileri ve baskıları çıkmaya devam etmektedir. Aşağıdaki liste, bu ilginin nasıl aralıksız sürdüğü konusunda bir fikir verebilir.
Le avventure di Pinocchio (1880)..
Vasfi Mahir Kocatürk'ün de bir çevirisi var, basım tarihi belirsiz; 25 kuruş / Rafet Zaimler Yayınevi
Pipì lo scimmiotto rosa (1887).
Natalia Ginzburg
Natalia Ginzburg, İtalyan yazar.
1916 Palermo doğumlu İtalyan yazar. 1991 yılında Roma'da vefat etmiştir. En önemli eserleri: Aile Sözlüğü, Şehir ve Ev, Tüm Dünlerimiz, Şehire Giden Yol, Manzoni Ailesi, Caro Michele, Akşamın Sesleri; denemelerini "Küçük Erdemler" ve "Hiç Bana Sorma" adlı
kitaplarında toplamıştır.
Dacia Maraini
Dacia Maraini (d. 13 Kasım 1936 - Fiesole, İtalya) İtalyan yazarı.
Annesi, Salaparuta'lı (Sicilya) aristokrat Alliata ailesinden sanatçı Topazia Alliata; babası, kökeni Ticino, Birleşik Krallık ve Polonya'ya uzanan, özellikle Tibet ve Japonya hakkında yazmış olan Floransalı etnolog ve dağcı Fosco Maraini'dir. Maraini, kadın sorunlarına yoğunlaştığı çok sayıda oyun ve roman yazmış ve eserleriyle birçok ödül kazanmıştır. Ödülleri arasında, "L'età del malessere" (1963) ile kazandığı Formentor Ödülü, "Isolina" (1985) ile kazandığı "Fregene Ödülü", "La lunga vita di Marianna Ucrìa" (1990) ile kazandığı Campiello Ödülü (İtalya'da yılın kitabı ödülü), "Buio" ile kazandığı Strega Ödülü sayılabilir.
Daha k |
üçük bir çocukken, İtalyan Faşizminden kaçmak için 1938 yılında ailesiyle birlikte Japonya'ya taşındı. Askerî hükümeti tanımayı reddettikleri için 1943 yılından 1947 yılına kadar bir Japon toplama kampında esir tutuldular. Savaştan sonra İtalya'ya dönen aile, Maraini'nin annesinin ailesinin yanına, Sicilya'da Palermo'ya bağlı Bagheria kasabasına yerleşti.
Kısa süre sonra annesiyle babası ayrılınca, babası Roma'ya yerleşti. Birkaç yıl sonra on sekiz yaşına gelen Maraini de babasının yanına Roma'ya gitti.
Milanolu ressam Lucio Pozzi ile evlendi, ancak dört yıl sonra eşinden ayrıldı. 1962'den 1983'e kadar yazar Alberto Moravia ile birlikte yaşadı.
1966 yılında Maraini, Moravia ve Enzo Siciliano, "Porcospino" (Kirpi) tiyatro kumpanyasını kurdular; amaçları, yeni İtalyan oyunlarını sahneye koymaktı. Sergiledikleri oyunlar arasında Maraini'nin "La famiglia normale", Moravia’nın "L’intervista" ve Siciliano’nun "Tazza" adlı eserlerinin yanı sıra, Carlo Emilio Gadda, Goffredo Parisi, Juan Rodolfo Wilcock ve Tornabuoni'nin oyunları da vardır.
Maraini, 1973 yılında yalnız kadınlar tarafından yürütülen "Teatro della Maddalena"'nın kuruluşuna yardımcı oldu.
Özgün Başlığı Saptanamayanlar
Antikor
Bağışan ya da antikor, çok hücreli hayvansal organizmaların bağışıklık sistemi tarafından kendi organizmalarına ait olmayan organik yapılara karşı geliştirilen glikoproteinin yapısındaki moleküllerdir. Bu moleküller organizmayı yabancı moleküllerin yol açması muhtemel zarar verici etkilere karşı erkenden uyararak koruyuculuk sağlarlar.
İmmünglobulinler; IgG, IgM, IgA, IgD, IgE tipleri vardır.
Eğitimde perennializm
Perennializm, Türkçede Daimicilik olarak da adlandırılır. Eğitimde tüm insanlar için ebediyyen önemli olduğuna inanılan şeylerin öğretilmesi gerektiği düşüncesi. Perennialistler ayrıntılarda değişme olmasına karşın bunların kişi gelişiminde temel hususlar kadar önemli olmadığına inanırlar. Öğrenci insan türünün bir üyesi olduğu için öncelikle insani konular öğretilmelidir onlara göre makineler veya teknikler değil.
Perennializm özcülüğe (essentialism) çok benzemekle birlikte, perennializm kişisel gelişime öncülük verirken özcülük temel beceriler üzerinde durur. Özcü ders müfredatı olgular temelinde ve daha fazla gönüllülüğe dayalı ve daha az liberal ve ilkeseldir.
Perennializm içinde iki büyük ayrım vardır: seküler, dini. Her ikisi hedef ve metotlarında farklılık gösterirler.
Seküler perennializm 19. yüzyıl ortalarına kadar giden nispeten yeni bir felsefedir. Mortimer Adler ve Robert Hutchins tarafından desteklenmiştir.
Seküler perennialistler muhakeme etmeyi öğrenmenin önemi üzerinde dururlar. Onlara göre doğru, bağımsız muhakeme, gelişmiş zihin ve gelişmemiş zihin arasındaki farkı yaratır. Bu sebeple eğitimin ana amacı bu muhakemeyi geliştirmek olmalıdır. Bu görüşün destekleyicileri Batı literatürünün büyük eserlerini Sokratik metodu kullanan tartışmalarda destekleyerek okumakla muhakeme etmenin öğretilmesini savunurlar.
Dini Perennializm 13. yüzyılda "De Magistro," (Öğretmen) eseriyle Thomas Aquinas tarafından geliştirilmiştir.
Aquinas Tanrı'yı en büyük ve belki de tek Öğretmen görmüştür çünkü yalnızca Tanrı insanların zihinlerindeki fikirleri doğrudan biçimlendirebilir.
Umberto Saba
Umberto Saba (d. 9 Mart 1883 Trieste, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu – ö. 26 Ağustos 1957 Gorizia, İtalya) Eskiden Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na bağlı kozmopolit bir liman kenti olan Trieste’de Umberto Poli olarak dünyaya gelen İtalyan şair ve romancı. 1910’dan itibaren soyadını “Saba” olarak kullanmaya başladı, 1928 yılında resmen değiştirdi.
Hristiyan olan babası Ugo Eduardo Poli 29 yaşındayken Yahudi olan 37 yaşındaki annesi Felicita Rachele Coen ile evlenmek için 1882’de dinini değiştirip Musevi oldu. Umberto daha doğmadan babası annesini terketti. Çocukluğunda kuşçulukla ilgilendi, keskin bir okuyucu oldu ve keman eğitimi aldı.
1897’de liseyi bırakıp İmparatorluk Ticaret ve Seyrüsefer Akademisi’ne gitti. Mezun olduktan sonra gümrük ofisinde çalışmaya başladı. 1900'de şiir bestelemeye başladı. 1903 Ocağında çalışmasını ""Umberto Chopin Poli"" olarak imzaladı; ardından Arkeoloji, Almanca ve Latince okumak için Piza'ya gitti; ancak sinir bozukluğundan şikayet etmeye başladı ve Haziran ayında Trieste'ye döndü. O yılı Slovenya'da tatil ve İsviçre'de bir oyun yazmaya çalışarak geçirdi. 1904 Temmuzunda arkadaşı Amadeo Tedeschi'nin editörlüğünü yaptığı sosyalist ""Il Lavoratore"" gazetesinde bir önceki yıl yaptığı Karadağ gezisi ile ilgili bir yazısı çıktı. Mayıs 1905'de aynı gazetede ilk şiiri yayınlandı. 1905 yılında arkadaşlarıyla birlikte babasıyla ilk ke karşılaştığı Floransa'ya gitti ve adını babasının doğduğu yere atfen ""Umberto da Montereale"" olarak değiştirdi. O yaz Carolina (Lina) Wölfler ile tanıştı ve yazışmaya başladılar.
1907 ve 1908 yılları arasında zorunlu askerlik hizmetini Salerno'da piyade olarak yaptı. 1909 yılında yahudi geleneklerine göre Lina ile evlendi ve ertesi yıl kızı Linuccia dünyaya geldi.
Kasım 1910'da şiirlerini, ""Poesie"" adlı kitapta "Saba" imzasıyla yayımlandı. 1928 yılında soyadını resmen Saba yaptı. Bu adı seçimi bazı yazarlar tarafından Yahudi annesine saygı olarak yorumlanmıştır. İbranice'de "Saba" (סבא) "dede" anlamına gelmektedir; kimileri de süt annesinin soyadı olan Schobar ile benzerliğine işaret etmektedirler.
Glikoprotein
Glikoprotein, şeker ve aminoasitlerden oluşmuş organik moleküller için kullanılan genel tanım. Canlı organizmalarda bulunan pek çok molekül glikoprotein yapısındadır. Ayrıca protein ve karbonhidratlar glikoproteinleri oluşturur. Canlı organizmalarda birçok fonksiyonu tamamlayabilirler. Ayrıca bazı hormonlar ve immun sisteminin (bağışıklık sistemi) bazı kısımları glikoproteinlere dahildir. Karbonhidratlar proteinlerle birleşerek glikoproteini oluştururlar. Oluşan bu bileşik hücre zarının yapısına katılır. Hücreye antijenlik özelliği kazandırır. Hücrelerin birbiri ile iletişimini ve hücrelerin birbirini tanımasını sağlar. Virüs, bakteri ve ilaçlar için reseptör olurlar.
Beppe Severgnini
Giuseppe Severgnini, bilinen adıyla Beppe (d. 26 Aralık 1956, Crema), İtalyan yazar ve gazetecidir.
Halen Corriere Della Sera gazetesinde çalışıyor.
Susanna Tamaro
Susanna Tamaro, İtalyan kent soylu bir ailenin kızı. Trieste'de 1957 yılında doğdu, Orvieto yakınlarında Dört köpeği, on kedisi, on beş kırmızı balığı, pek çok papağanı, beş kaplumbağası, bir kirpisi ve otuz hampsteri oldu. Bisiklete binmeye, paten ve buz pateni yapmaya bayılır. Hem mızrak hem de ok atmayı bilir. Kışları kızak ve kayakla kayar. Badminton ve voleybol oynar, karate yapar.
Zor bir çocukluk dönemi geçiren Tamaro, 18 yaşındayken, bir depreme tanık olur, 25 yaşındayken ölümcül bir hastalık geçirir ve 27 yaşında yazmaya başlar.
Her başarıya ulaşmış yazarın yaşamış olduklarını o da yaşar. İlk denemelerinde başarısız olur ama bunlara aldırmadan yoluna devam eden Tamaro “Tek Bir Ses İçin” adlı kitabıyla büyük ses getirir. ”Yüreğinin Götürdüğü Yere Git” adlı bu eser de ona daha büyük bir ün kazandırır. (Bu kitap aylarca İtalya'da liste başı olmuştur.) Genelde günlük ya da mektuplar şeklinde yazar. Olayları birinci ağızdan anlatır. Eserlerinde hep bir hüzün vardır. Kahramanları genellikle ölümün eşiğine gelmiş ama bu durumu kabullenmiş; hayatta aradığını bulamamış insanlardır.
Tek Ses İçin (1998)
Yanıtla Beni (2001)
Özdemir Asaf
Özdemir Asaf (d. 11 Haziran 1923, Ankara - ö. 28 Ocak 1981, İstanbul), Cumhuriyet dönemi Türk şairlerdendir.
11 Haziran 1923 tarihinde Ankara'da doğdu. Asıl adı Halit Özdemir Arun'dur. Babası Mehmet Asaf Şura-yı Devlet'in kurucularındandır. Babasının öldüğü yıl, 1930, Galatasaray Lisesi'nin ilk kısmına girdi. 1941 yılında 11. sınıfta, bir ek sınavla Kabataş Erkek Lisesi'ne geçip 1942 yılında mezun oldu. Hukuk Fakültesi'ne, İktisat Fakültesi'ne (3. sınıfa kadar) ve bir yıl Gazetecilik Fakültesi'ne devam etti. Bu arada "Tanin" ve "Zaman" gazetelerinde çalıştı ve çeviriler yaptı.
İlk yazısı "Servet-i Fünun", "Uyanış" dergisinde çıktı. 1951 yılında Sanat Basımevi'ni kurdu ve kitaplarını Yuvarlak Masa Yayınları adı altında yayımladı. 1962'de Mehmet Ali Aybar öncülüğünde kurulan Temel Hakları Yaşatma Derneği'nin kurucularından oldu.
28 Ocak 1981'de hayata veda eden Özdemir Asaf'ın ilk eşi Sabahat Selma Tezakın'dan Seda isimli bir kızı; ikinci eşi Yıldız Moran'dan ise Gün, Olgun ve Etkin adında üç oğlu vardır.
Aliya İzzetbegoviç
Aliya İzzetbegoviç ( "Alija Izetbegović" ; d. 8 Ağustos 1925 - ö. 19 Ekim 2003), Boşnak devlet adamı ve bağımsız Bosna-Hersek'in ilk cumhurbaşkanı.
Aliya İzzetbegoviç, 1925'te bugün Bosna-Hersek'in kuzeybatısında bulunan Bosanski Šamac kasabasında Dünya'ya geldi. Ailesi İslâmî duyarlılığa sahip bir aileydi. Ancak İzetbegović, Müslümanları Avrupa'ya dışarıdan girmiş kimseler olarak gören bir çevrede yetişti. Saraybosna'da bir Alman lisesinde eğitim gördü. Bilime önem veren ve disiplinle çalışan bir öğrenci olarak tanındı.
Lise çağında üstün kabiliyetleriyle ve İslamî konulara ilgisiyle öne çıktı. O dönemde bazı arkadaşlarıyla birlikte dinî konuları tartışmak amacıyla (Müslüman Gençler Kulübü) adını verdikleri bir kulüp kurdu. Bu kulübü kurduğunda henüz 16 yaşındaydı, fakat oldukça etkin ve üretken bir düşünce kabiliyetine sahip olduğu gözleniyordu. Bu yüzden kurduğu kulüp bir düşünce kulübü olmaktan çıkarak aktivite kulübüne dönüştü. Dolayısıyla birtakım eğitim ve hayır faaliyetlerine öncülük etmeye başladı. Ayrıca genç kızlar için de ayrı bir birim oluşturdu. İkinci Dünya Savaşı esnasında da ihtiyaç sahiplerine yardım etti.
İzetbegović'in kurduğu Müslüman Gençler Kulübü oldukça önemli faaliyetler gerçekleştirdi. İkinci Dünya Harbi esnasındaki faaliyetleriyle de herkesin dikkatini çeken gözde bir oluşum hâline geldi. Ancak bu savaş esnasında tüm Yugoslavya, Almanların işgaline uğramıştı. Bu savaş esnasında Sırp Çetnikler Alman askerlerinin de desteğinden yararlanarak Bosna'da 100.000 Müslüman’ |
ı öldürdüler.
13 Ocak 1946'da Yugoslavya yeniden bağımsızlığına kavuştu. Ancak bu bağımsızlık hareketinde Komünist Parti yanlıları önemli bir rol üstlendiklerinden bağımsızlık sonrasında da ülkede yönetimi ele geçirdiler. Ülkenin resmî statüsünü de federal cumhuriyetler birliği olarak belirlediler. Buna göre Yugoslavya altı federal cumhuriyet ile iki özerk bölgeden oluşacak, cumhuriyetlerden biri de Bosna-Hersek Cumhuriyeti olacaktı.
Komünist rejimin ülke yönetimini ele geçirmesiyle birlikte dinlerin toplumsal hayattaki varlığı giderek azaltıldı. İzetbegović, politik İslamı savunduğundan ve ateizme karşı olduğundan komünist yöneticilerin en önemli hedeflerinden biriydi. Bu sebeple 1949'da İslamcılık suçlamasıyla hapse girerek beş yıl hapis cezası çekti.
İzetbegović'in sıkıntıları 1953'te iktidara gelen Tito zamanında daha da arttı. Bu arada sistemin Müslümanların meseleleriyle ilgilenmesi üzere görevlendirdiği Hasan Duzu ile ilişki kurarak onunla irtibat halinde çalışmalar yürütmeye başladı.
Tito'nun 1974'te yeni bir anayasa hazırlamasından sonra yönetim din üzerindeki kontrolünü kısmen hafifleterek bazı geleneksel İslamî kurumların yeniden işlev kazanmasına imkân sağladı. Bu yumuşama üzerine bazı camiler ve medreseler yeniden açıldı. Küçük çapta da olsa bir yumuşamayla bazı dinî kurumların yeniden hayata geçirilmesi Müslümanlar arasında hızlı bir İslamî uzlaşıya zemin hazırladı".
1980'de Tito ölünce federasyon cumhurbaşkanlığı konusunda bir anlaşmazlık ortaya çıktı. Bunun üzerine altı federal eyaletin her birinin cumhurbaşkanının sırayla bir yıl federasyon cumhurbaşkanlığı yapması üzere anlaşma sağlandı. Bu gelişmeyle birlikte ülkede kısmen bir demokratikleşme sürecine girilmiş oldu. Çünkü federal eyaletlerde yönetime geçmek isteyenler siyasal partiler vasıtasıyla faaliyetler yürütebiliyorlardı. Buna bağlı olarak hürriyetlerde de bir genişleme oldu. İzetbegović'in oğlu bu ortamdan yararlanarak babasının makalelerini bir kitapta toparlayıp, 1983'te "İslamî Manifesto" adıyla yayınladı. İzetbegović'in daha önce 1970'te de bu adla bir kitabı yayınlanmıştı. 1983'te söz konusu kitabın yayınlanması epey bir yankı uyandırdı. Hâkim sistem bu gelişmeye tahammül edemeyerek İzetbegović'i Avrupa'nın ortasında radikal İslamî bir cumhuriyet kurmak için çalışmakla suçladı ve tutuklattı. İzetbegović, mahkeme önüne çıkarılıp “hakim sistemi değiştirmek ve Bosna-Hersek'i İslamî devlete dönüştürmek için çalışmak”la itham edildi ve yargılamadan sonra 14 yıl hapis cezasına mahkûm edildi. Fakat bu mahkûmiyet onun kitabının bütün Bosna'da duyulmasını ve tesirini göstermesini sağladı. Müslümanlar muhtelif yollarla onun söz konusu kitabını temin etmeye çalışıyorlardı. Kitabın yazarının bu kitaptan dolayı hapiste olması okuyanların ruhlarındaki tesirinin daha da artmasına sebep oluyordu.
Yargıtay kararıyla daha sonra mahkûmiyet süresi 11 yıla indirildi. 1988'de çıkarılan bir afla da serbest bırakıldı.
Beş yıllık hapis süresi (1983-1988) İzetbegović'in hayatında önemli etkiler yaptı. Hapiste düşünmeye, fikir üretmeye, daha önce üretilmiş fikirlerden istifade etmeye çokça fırsat buldu. Bunun yanı sıra önemli bir fikri eserinden dolayı hapse atılması olması, onun fikirlerinin çevrede daha çok yankı uyandırmasına sebep oldu. Ayrıca onun hapiste olduğu dönemde yıllarını verdiği "Doğu ve Batı Arasında İslam" adlı meşhur kitabı yayınlandı. Bu kitabını bir arkadaşı neşretti ve çok kısa zamanda geniş bir kitleye ulaşarak büyük yankı uyandırdı. İzetbegović, bu kitabıyla İslam'ı sade ve öz bir şekliyle yetişen nesillere kazandırmayı hedefliyordu.
İzetbegović, hapisten çıktığında Dünya'da komünist rejimler çöküş dönemine girmişti. Yugoslavya'da da eski federatif yapının korunması konusunda çok fazla bir duyarlılık kalmamıştı. Bunun yerine bağımsızlık yanlısı fikirler etkisini göstermeye başlamıştı. Ayrıca eyaletlerde yönetime geçme konusunda etkin siyasi yarışlar başlamıştı. Aliya İzzetbegoviç de Bosna-Hersek Özerk Cumhuriyeti’nde Demokratik Eylem Partisi (SDA) adı verilen bir siyasi parti kurdu. Bu parti Bosna-Hersek'te 5 Aralık 1990'da gerçekleştirilen genel seçimleri kazanarak lideri Aliya İzzetbegoviç cumhurbaşkanı oldu. Bu seçim SDA'nın girdiği ilk seçim olmasına rağmen büyük bir başarı elde etti ve cumhurbaşkanlığını kazanmasının yanı sıra parlamentoda da 86 sandalye elde etti. Hastalık nedeniyle 14 Mart 1996 yılında Başkanlık görevini bırakmak zorunda kaldı .
1990'lı yıllara girildiğinde Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti içinde bir bağımsızlık hareketi baş gösterdi. Özerk cumhuriyetler birbiri ardından bağımsızlıklarını ilan ediyor ya da bu yönde niyetlerini ortaya koyuyorlardı. Bosna-Hersek de 1 Mart 1992'de gerçekleştirdiği referandum sonrasında bağımsızlığını ilan etti. Çünkü yapılan referandumda halkın % 62,8'i bağımsızlığı tercih etmişti. Ancak Sırplar hemen arkasından Bosna-Hersek yönetiminde söz sahibi olan Müslümanlara karşı savaş açarak yeni bir katliam hareketi başlattılar. Hırvatistan ve Slovenya'nın bağımsızlık mücadelesine destek olan Avrupa ülkeleri ve ABD ise Bosna-Hersek'i Sırp saldırıları karşısında yalnız bıraktılar. Bosna-Hersek Müslümanlarını en çok sıkıntıya sokan da, Avrupa'nın üçüncü büyük ordusu Yugoslavya Federal Ordusu'nun Sırp çetnikleriyle birlikte hareket etmesi, onlara destek vermesiydi. Müslümanlarsa herhangi bir askerî destekten yoksun ve silah yönünden çok zayıftılar. Sonuçta Sırplar Bosna-Hersek'in önemli şehirlerini işgal ettiler. Bu işgal hareketi bir milyona yakın Müslüman’ı göçe zorladı. Sırplar işgal ettikleri yerlerde hem katliam hem de yıkım gerçekleştiriyorlardı. Özellikle camileri ve İslamî izler taşıyan tarihî eserleri yıkmaya özen gösteriyorlardı.
Bosna-Hersek meselesinin çözümü için değişik tarihlerde gerçekleştirilen görüşmeler ve arabuluculuk çalışmaları da bir sonuç vermedi. 1994'ün sonuna gelindiğinde Bosna-Hersek'teki iç savaşın aldığı can sayısı 250.000'i, göçe zorladığı insan sayısı ise 1 milyonu aşmıştı.
Bosna-Hersek Cumhuriyeti cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç çok büyük askerî güce ve imkana sahip olan Sırplarla, her türlü askeri imkandan yoksun ve hiçbir dış desteğe sahip olmayan Bosna-Hersek halkını karşı karşıya getirmemek için önce oldukça temkinli bir politika izledi.
Bosna-Hersek Müslümanlarının direnişlerine Müslüman halklar grubu sahip çıktı. İslam dünyasının muhtelif bölgelerinden gençler direnişçiler soykırıma dur demek için bu ülkeye gitti. Direniş ve savaş aynı zamanda Bosna-Hersek Müslümanları arasında İslamî bilinçlenmenin artmasını da sağladı. Ancak ülke yönetimleri Bosna-Hersek Müslümanlarını büyük ölçüde yalnız bıraktılar. Katliamın son raddesine vardığı sırada da Sırpların isteklerini kabul etmeleri için Müslümanlara baskı yaptılar. İşte bu siyasi baskılar ve eşit olmayan savaş şartları karşısında İzetbegović, önüne konulan anlaşmayı kabul etmiştir. Çünkü savaşın devam etmesi Bosna Müslümanlarının tam bir soykırımla karşı karşıya gelmeleri gibi sonucun doğmasına sebep olabileceğini düşünüyordu. Neticede 1995'te ABD tarafından dayatılan Dayton Anlaşması'nın imzalanmasıyla savaş sona erdi. Anlaşma Bosna-Hersek topraklarının % 51'ini Müslümanlara ve Hristiyan Hırvatlara, % 49'unu da Bosna-Hersek Sırplarına (veya bu ülkeye yerleşmiş Sırplara) veriyordu. Yönetimin de bu üç halk arasında paylaşılmasını şart koşuyordu. Anlaşmayla Amerika Birleşik Devletleri, aynı zamanda Müslümanlara ellerindeki silahları imha etmelerini ve ABD patentli silahları, yedek parçasız bir şekilde satın almalarını şart koştu.
İsmail Hakkı Karadayı
İsmail Hakkı Karadayı (d. 1932, Çankırı), Türk asker. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 22. Genelkurmay Başkanı'dır.
Çankırı ilinin Merkez ilçesinin Karadayı köyünde 1932 yılında doğdu. 1951 yılında Kara Harp Okulu'ndan, 1953 yılında Uçaksavar Okulu'ndan mezun oldu. Çeşitli Topçu Birliklerinde görev yaptıktan sonra 1963 yılında Kara Harp Akademisi'ni, 1967 yılında Silahlı Kuvvetler Akademisi'ni, 1975 yılında Milli Güvenlik Akademisi'ni bitirdi. Kurmay subay olarak değişik komutanlıklarda Şube Müdürlüğü, Kara Harp Okulu'nda öğretmenlik, Orta Doğu Ülkelerinde Askeri Ataşelik, Alay Komutanlığı ve Genelkurmay Hareket Başkanlığı Plan Prensipler Şube Müdürlüğü görevlerinde bulundu ve 1977 yılında tuğgeneral rütbesine terfi etti. Bu rütbede sırasıyla Kara Kuvvetleri Tayin Dairesi Başkanlığı ve Motorlu Piyade Tugay Komutanlığı görevlerini yaptı ve 1981 yılında tümgeneral rütbesine terfi etti. Tümgeneral olarak Kıbrıs'ta iki yıl Tümen Komutanlığı yaptı ve bilahare Kara Kuvvetleri Personel Başkanlığı'na atandı. 1985 yılında korgeneral rütbesine terfi etti ve bu rütbede iki yıl Kolordu Komutanı olarak görev yaptı. 1989 yılına kadar korgeneral olarak iki yıl, 30 Ağustos 1989 tarihinde orgeneral rütbesine terfi etmesinden sonra 1 Ocak 1991 tarihine kadar Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı görevini yürüttü. 1991 yılında 1. Ordu Komutanlığı'na atandı. 30 Ağustos 1993 tarihinden itibaren bir yıl süreyle Kara Kuvvetleri Komutanlığı yaptı.
30 Ağustos 1994 tarihinden geçerli olmak üzere Genelkurmay Başkanlığı görevine atandı. 28 Şubat süreci'nde Genel Kurmay Başkanlığı yapmaktaydı, 30 Ağustos 1998 itibarıyla yaş haddinden emekli oldu. Evli ve iki çocuk babası olup Fransızca bilen Karadayı, Çankırı Vakfı ve geçmişte Haliç Üniversitesi mütevelli heyeti üyesi, Mustafa Kemal Üniversitesi'nde Akademik Konseyde üye, Nihat Erim suikasti ile arasında bir ilişki olduğu iddia edilmiş Encümen-i Daniş'te üye, Dostlar Meclisi'nde üyedir.
Medyaya yansıyan ses kasetlerinde ise İsmail Hakkı Karadayı'nın 2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçiminde ANAP Genel Başkanı Erkan Mumcu'yu etkileyerek demokratik süreci engellediği iddia edildi. Karadayı, bu ses kasetlerinin montaj olduğunu ifade etti ve iddiaları reddetti. 28 Şubat darbe soruşturması kapsamında 3 Ocak 2013 tarihinde İstanbul Fenerbahçe Orduevinde gözaltına alındı. Tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. 13 Nisan 2018 kararını açıklayan mahkeme heyeti, "Türkiye Cumhuriyeti icra vekilleri heyetini cebren ıskat |
veya vazife görmekten men" suçlamasıyla kendisi dahil 21 sanığa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi. Sanıkların duruşmalardaki tutum ve davranışları gözetilerek, cezada indirim yapıldı ve ceza müebbet hepse çevrildi. Sanıkların, yaşı ve sağlık sorunları gerekçesiyle adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar verildi.
İsmail Hakkı Karadayı iki çocuk babasıdır, Seren Karadayı ile evlidir. Fransızca bilmektedir.
Doğan Güreş
Doğan Güreş, (1926, Adana - 14 Ekim 2014, Ankara). Türk asker ve siyasetçi. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 21. Genelkurmay Başkanı'dır.
1945 yılında Kuleli Askeri Lisesi'nden, 1947 yılında Nakliye (Ulaştırma) Asteğmen rütbesi ile Kara Harp Okulu'ndan mezun oldu. 1949 yılında Ulaştırma Sınıf Okulu'nu bitirdi. Muhtelif karargâh ve birliklerde kısım amirliği, bakım subaylığı, takım ve bölük komutanlığı yaptı. 1963 yılında girdiği Harp Akademisi'ni 1965 yılında bitirerek Kurmay oldu. 1973 yılına kadar çeşitli karargâh ve birliklerde, Atina'da görev yaptı. Aynı yıl tuğgeneral, 1977 yılında tümgeneral, 1981 yılında korgeneral ve 1985 ise yılında orgeneral rütbesine terfi etti. Tuğgeneral rütbesi ile Kara Kuvvetleri Tayin Daire Başkanlığı, SHAPE Lojistik ve Silahlanma Dairesi Başkan Yardımcılığı ve Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tugay Komutanlığı, Tümgeneral rütbesi ile Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığı, Korgeneral rütbesi ile Genelkurmay Personel Başkanlığı ve 3. Kolordu Komutanlığı görevlerinde bulundu. Orgeneral rütbesinde Harp Akademileri Komutanlığı ve 1. Ordu Komutanlığı yaptı. 23 Ağustos 1989 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na atandı.
4 Aralık 1990 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı görevine atandı. Komutanlığı dönemindeki ilk sınır ötesi harekat Irak'a yapılmıştır. Türkiye'ye karşı sınır bölgelerinde saldırıları arttıran PKK'ya karşı 5-21 Ağustos 1991 tarihleri arasında Türk Hava Kuvvetleri'ne ait helikopter ve savaş uçakları eşliğinde Süpürge Harekâtı adı verilen sınır ötesi operasyon düzenlendi. Yine 2 Eylül 1992 tarihinde silahlı kuvvetler havadan ve karadan Türkiye-Irak sınırı yakınındaki ve Irak sınırları içerisindeki PKK kamplarına karşı havadan harekat gerçekleştirilmiştir. 11 Ekim 1991 tarihindeki "sınırlı" sınır ötesi operasyon ardından 25 Ekim 1991 tarihinde PKK militanları Çukurca ilçesinde üç jandarma karakoluna saldırmış, 17 asker hayatını kaybetmiş, saldırının akabinde Kuzey Irak'taki Kürt grupların desteği ile havadan ve karadan 25 Ekim 1991 tarihinde Irak'a sınır ötesi harekat başlatıldı, operasyonlar sonrası PKK ağır zayiat vermiştir.
Güreş'in komutanlığı döneminde PKK'ya karşı 28 Ocak 1994 tarihinde o güne kadar düzenlenen en kapsamlı sınır ötesi hava operasyonu yapıldı. Türk Savaş uçakları, Irak'ın başkenti Bağdat'ın doğusundaki Süleymaniye kenti yakınlarındaki PKK'nın Zeli Kampı'nı hedef aldı. 6 Şubat 1994 tarihindeki operasyonun ardından Hakkari Dağ Komando Tugayı'nda Tuğgeneral Osman Pamukoğlu'nun komuta ettiği 4 bine yakın asker Irak topraklarına 15 kilometre içeri girerek teröristlerin bulunduğu bölgelerde operasyon yaptı. PKK ile mücadelede dönemin başbakanı Tansu Çiller ile uyumlu çalışmalarıyla tanınan Güreş, O zamanlar bir gazetenin "Tak emrediyor, şak yapıyorum" demecinde İngiltere Genelkurmay Başkanı'nın "Kadın Başbakanınız emir veriyor mu?" sorusuna "Ne demek rahat emir verebiliyor mu? Tak diye emir veriyor ben de şak diye selamı çakıp emri uyguluyorum" demişti. Yine Güreş'in genelkurmay başkanlığı döneminde "Çekiç Güç" olarak da bilinen, Türkiye'nin isteğiyle gerçekleştirilen ve Birleşik Krallık güçlerininde katıldığı Huzuru Temin Harekâtı sırasında Türkiye ile Birleşik Krallık arasında Yeşilova Olayı olarak adlandırılan kısa süreli bir kriz yaşanmış, Türkiye'ye sığınan Iraklı Kürt sığınmacılar için getirilen malzemelere el koymak isteyen Türk askerleri ile Britanya Kraliyet Deniz piyadeleri arasında yaşanan gerginlik yaşanmıştır. Yine komutanlığı döneminde bir sınır karakoluna PKK tarafından gerçekleştirilen saldırı sonrası gazeteci Uğur Dündar'ın genelkurmaya yönelik askerin yeterli eğitim görmeden PKK ile mücadele saflarına götürüldüğüne dair eleştirisine Doğan Güreş komando tugayını ziyareti sırasında "Bazı münafıklar var, yeterli eğitimi görmeden oraya götürülüyorlar diyor. Bunlar münafık" demişti.
Doğan Güreş Genelkurmay Başkanlığı döneminde Türkiye'nin Kuzey Irak'taki PKK hedeflerine karşı gerçekleştirdiği ilk operasyondan, "Çekiç Güç"ten, sınırı ihlal eden uçaklardan ve dönemin Diyarbakır Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı görevindeki Orgeneral Necati Özgen'e verdiği "vur" emirlerden dönemin cumhurbaşkanı Turgut Özal'a, Başbakan Süleyman Demirel'e danışmadığını, MGK'da görüşmediğini ve o dönem her istediğini yapabilecek bir ortamı olduğunu gazeteci Fikret Bila'ya verdiği röportajında söylemiştir.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da güvenlik güçlerine karşı meydana gelen ayaklanmalar için Doğan Güreş 25 Eylül'de gerçekleştirilen Millî Güvenlik Kurulu toplantısının akabinde 26 Eylül 1992 tarihinde yayınlanan, Milliyet gazetesine verdiği bir demecinde Kürt sorunun olmadığını, güneydoğu sorunun olduğunu ve dönemin hükumetiyle işbirliği ile topyekun mücadele döneminin başladığını söylemiştir.
1991 yılında dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, Kara Kuvvetleri Komutanı Muhittin Fisunoğlu, 1. Ordu Komutanı İsmail Hakkı Karadayı ve 3. Kolordu Komutanı Korgeneral Hikmet Köksal denetimde bulunma amacıyla gittikleri İstanbul'da bulunan 26. Zırhlı Birlikler Tugay Komutanlığında siyanürlü suikast girişimine maruz kalmış, komutanlar için hazırlanan özel yemeğe ve ikram edilen kahvelere siyanür katıldı. Komutanların özel yemek yerine Mehmetçik karavanasından yemek yemeleri sonrası suikast girişimi sonuçsuz kalmış, siyanürlerin Tugay Komutanı Tuğgeneral Habil Küçük'ün özel aşçıları tarafından koyulduğu anlaşılmış 20 yıl boyunca görülen dava 2012 yılında özel yetkili sivil mahkemeye devredilmiş ancak zanlılar yakalanamamıştır.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nde 30 Ağustos 1994 tarihinde görev süresi bitmesinin ardından Doğru Yol Partisi ile siyasete girdi. 20 ve 21. dönemde Kilis Milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde görev yaptı.
14 Ekim 2014 tarihinde, Ankara'da tedavi gördüğü GATA'da vefat etti. 16 Ekim 2014 tarihinde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ve eski başbakanlardan Tansu Çiller'in katıldığı cenaze töreni ile Cebeci Askeri Mezarlığı'na defnedilmiştir.
Hemoglobin
Hemoglobin, solunum organından dokulara oksijen, dokulardan solunum organına ise karbondioksit ve proton taşıyan protein. Eritrositlerin içerisinde bulunur. Oksijeni +2 değerlikli demir içeren hem molekülleri ile bağlar. Başlıca sentez yeri eritrosit üretimi sırasında kemik iliğidir. Yaş, cinsiyet ve türe göre küçük farklılıklarla da olsa kanda belli bir değerin altında bulunmasına anemi, yüksek miktarda bulunmasına ise polisitemi denir. Hemoglobinin prostetik grubu hem, proteiniyse globulindir.
Hemoglobin, bir oligometaloproteindir. Yapısında 4 hem halkası olduğundan (4 tane) demir atomu bulunur. Bu demir miktarı hemoglobinin %0,33'üne karşılık gelir ama yine de bu oran az olsa da fark edebilir. Yapısında bazik aminoasitler -özellikle histidin- bulunur. Hemoglobin; α (alfa), β (beta), ɣ (gama) ve δ (delta) olmak üzere birbirine kovalent olmayan bağlarla bir arada tutunmuş 4 polipeptid zinciri içerir. Yetişkin bir insanın hemoglobini, hemoglobin A olarak adlandırılır ve %97,5 (αβ), %2,5 (αδ)'den ibaret bir polipeptid zinciridir. α zinciri 141, β, ɣ ve δ zincirleri 146 aminoasidden oluşmuştur. Fetustaki hemoglobin olan hemoglobin F ise αɣ zincirlerinden oluşur. α ve β zincirlerindeki hatalı bir sentez çeşitli hastalıklara neden olur. Örneğin; β zincirinin altıncı durumundaki glutamik asit yerine valinin geçmesiyle hücreler orak şeklinde kıvrılır ve oksijeni yeterli miktarda bağlayamaz. Böylece hemoglobinin dalakta çok hızlı olarak yıkılmasıyla anemizma oluşur. Fetus hemoglobinindeki ɣ zincirinin doğumdan sonra β zinciri şekline dönüşmesi gerekir. ɣ zincirinin β zinciri şekline dönüşememesi Akdeniz anemisi (β-talasemi) meydana getirir.
Hemoglobin O taşınmasında görevlidir ve vücudun en önemli tamponudur. Hemoglobindeki Fe'in koordinasyon sayısı 6 olup bu koordinasyon yerlerinden dördüne pirol halkasının azotu, beşincisine globin molekülünün histidininin imidozol grubunun azotu, altıncısına ise su molekülü bağlanarak hemoglobin teşekkül eder. Suyun yerine O geçerse bu hemoglobine oksihemoglobin adı verilir. Hemoglobin molekülünde dört hem grubu bulunduğuna göre oksijen için dört birleşme yeri vardır. Hemoglobinin oksijen yerine CO ile birleşmesine karbaminohemoglobin (karbhemoglobin) adı verilir. Dayanıksız bir bileşiktir. Hemoglobinin altıncı koordinasyon yerine CO gelirse buna da karboksihemoglobin adı verilir. Hemoglobinin CO'e ilgisi O2'den daha fazladır. Hemoglobindeki demirin Fe haline yükseltgenmesiyle elde edilen maddeye hemin adı verilir ve bu hemoglobin çeşidine de methemoglobin adı verilir. Hemoglobindeki altıncı koordinasyon yerine CN bağlanırsa buna da siyanohemoglobin adı verilir ve bu tür zehirlenme gören kimselere sodyum tiyosülfat acil olarak verilmelidir.
Vücutta her gün yıkıma uğrayan hemoglobin miktarını yerine koymak üzere yaklaşık 5-6 gram kadar hemoglobin sentez edilir. Hemoglobin sentezi hücrenin mitokondri ve sitoplazmasında olur. Hemoglobin sentezi için protoporfirin IX, Fe ve globuline ihtiyaç vardır. Pantotenik asit, piridoksal fosfat, B vitamini ve intrinsik faktör bu sentez için gereklidir. Proeritroblastlar hemoglobin sentezinin önemli kısmını gerçekleştirirler; retikülositte hemoglobin sentez etme oldukça düşmüştür. Olgun eritrositler, hemoglobin sentez edemezler. Hemoglobin sentezi için protoporfirin IX endojen olarak vücutta sentez edilir. Eğer organizmaya protoporfirin şırınga edilirse veya besinlerle eksojen olarak verilirse organizma bundan yararlanamaz. Dışkı ve idrarla dışarı atar. Hemoglobin retiküloendeteryal sistemin ribozomlarında sentez edilir.
Hemoglobin eritrositlerin kemik iliğinden dolaşıma geçişinin |
120-130. günü retiküloendeteryal sistem hücrelerini ihtiva eden dalak, karaciğer ve kemik iliğinde yıkılıma uğrar. Hemoglobinin iki yolla yıkıma uğradığı düşünülmektedir.
Fetus hemoglobini erişkin insan hemoglobininden farklıdır. Fetusta hemoglobin sentezi proeritroblast, normoblast ve retikülositlerde olur. 12. haftadan önceki hemoglobin gower tip 1 ve gower tip 2 ve Hb Portland'dır. 2. ve 3. trimestır boyunca fetuste ana hemoglobinolarak HbF bulunurur. HbF iki alfa ve iki gama alt zincirinden oluşur. HbF'in oksijene aflinitesi erişkin tip hemoglobinden yani HbA'dan %50 daha fazladır.
Kalegüney, Beşikdüzü
Kalegüney, Trabzon ilinin Beşikdüzü ilçesine bağlı bir mahalledir.
İsmini mahalledeki kalenin göneyinde bulunmasından almıştır.
Trabzon iline 59 km, Beşikdüzü ilçesine 14 km uzaklıktadır.
Mahallenin iklimi, Karadeniz iklimi etki alanı içerisindedir.
Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır.
Mahallede, ilköğretim okulu vardır ancak kullanılamamasının yanı sıra taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Mahallenin içme suyu şebekesi ve kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol yarı beton yarı toprak olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır.
Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargâhı
SHAPE (Supreme Headquarters Allied Powers Europe), Belçika'da Brüksel yakınlarındaki Mons'da bulunan NATO karargahıdır. NATO'nun tüm operasyonlarını kontrol ettiği merkezi karargahıdır.
William Gibson
William Ford Gibson (d. 17 Mart 1948), yazdığı bilim kurgu romanları ile tanınan Amerikan roman yazarı. Siberpunk akımının babası olarak bilinen Gibson'ın ilk romanı "Neuromancer", yayınlandığı 1984 yılından bu yana, tüm dünyada 6.5 milyonun üzerinde satmıştır.
Gibson Güney Carolina'nın Conway şehrinde dünyaya geldi. 1968^de Vietnam Savaşı'na katılmayı reddederek bir süreliğine Kanada'ya yerleşti. 1972 yılından bu yana, bilim kurgu kitaplarını yazmaya başladığı Vancouver şehrinde yaşamaktadır. İlk çalışmaları sibernetik ve siberuzay teknolojilerinin gelecekte insan ırkı üzerindeki muhtemel etkilerini konu almıştır. 80'li yıllarda kaleme aldığı kurguları daha çok soğuk ve kasvetli bir etki bırakmaktadır. İlk romanı "Neuromancer" üç büyük bilim kurgu ödülüne layık görülmüştür. (Nebula, Hugo ve Phillip K. Dick)
Daha sonra yayınladığı iki romanı "Count Zero" ve "Mona Lisa Overdrive", "Neuromancer" ile birlikte "Sprawl" Üçlemesi'ni tamamlamıştır.
Gibson'ın ikinci üçlemesi olan "Bridge", ilkiyle benzer konularda olmakla beraber, bu sefer daha gerçekçi bir zemine oturuyordu. San Francisco'nun yakın geleceğini anlatan hikâye "Virtual Light", "Idoru" ve "All Tomorrow's Parties" romanlarından oluşmaktadır.
Yıllar geçtikçe Gibson kendisini meşhur eden kötümser kurgularından gittikçe uzaklaşmış, romanlarını olaydan olaya atlayan bir şekilde yazmak yerine, realist bir tutum benimseyerek, süreklilik gösteren ve daha hikâyesel bir tarzda yazmıştır. Bununla birlikte romanlarında, değişen teknolojinin, özellikle olumsuz sosyal etkilerini vurgulamaya devam etmiştir.
Necip Torumtay
Necip Torumtay, (1926 Vakfıkebir, Trabzon - 28 Ağustos 2011, Ankara). Türk asker Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 20. Genelkurmay Başkanı.
1944 yılında Topçu Asteğmen rütbesi ile Harp Okulu'ndan mezun oldu. 1946 yılında Topçu Sınıf Okulu'nu bitirdi. Muhtelif Topçu Birliklerinde Takım Komutanlığı ve Topçu Okulu'nda öğretmenlik yaptı. 1954 yılında Harp Akademisi'ni bitirerek Kurmay oldu. 1970 yılına kadar çeşitli karargâh ve birliklerde, Tokyo Kara Ataşe Muavinliği ve TMR Kara Plan Subaylığı görevlerinde bulundu.
1970 yılında Tuğgeneral, 1974 yılında Tümgeneral, 1978 yılında Korgeneral ve 1982 yılında Orgeneral rütbesine terfi etti. Tuğgeneral rütbesi ile 1. Zırhlı Tümen Komutan Yardımcılığı, 2. Zırhlı Tugay Komutanlığı ve SHAPE Harekât Plan Daire Başkanlığı, Tümgeneral rütbesi ile Genelkumay Plan Harekât Daire Başkanlığı ve 4. Piyade Tümen Komutanlığı, Korgeneral rütbesinde Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı, Genelkurmay Harekât (J3) Başkanlığı ve Genelkurmay Genel Plan ve Prensipler (J5) Başkanlığı görevlerinde bulundu. 12 Eylül Darbesi'ni planlayan komuta heyeti içindedir ve "Bayrak Planı" olarak adlandırılan yönetime el koyma planı kendisine Genelkurmay Genel Plan ve Prensipler Başkanlığı dolayısıyla verilmiştir. Orgeneral rütbesinde Devlet Başkanlığı ve Millî Güvenlik Konseyi Genel Sekreter Yardımcılığı, Cumhurbaşkanlığı ve Millî Güvenlik Konseyi Genel Sekreter Yardımcılığı ve Genel Sekreterliği, Genelkurmay 2. Başkanlığı ve 1. Ordu Komutanlığı yaptı.
2 Temmuz 1987 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na, 24 Temmuz 1987 tarihinde Genelkurmay Başkanlığına atandı. Görev süresi sona ermeden 3 Aralık 1990 tarihinde kendi isteği ile Genelkurmay Başkanlığı görevinden emekliye ayrıldı. Görevden ayrılmasına sebep olarak I. Körfez Savaşı'nda hükümetin tutumuna tepki olduğu öne sürüldü. Ordunun teçhizatının yetersiz olduğu için, zamanın cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından Irak'a karşı ABD ile beraber hareket edilmesine uymak istemediği ileri sürüldü.
24 Haziran 2011 tarihinde kalp spazmı nedeniyle Muğla'nın Marmaris ilçesinde hastaneye kaldırılan Torumtay sonra da helikopterle GATA'ya götürüldü. 28 Ağustos 2011 tarihinde tedavi gördüğü Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi hastanesinde vefat etti.
Necdet Üruğ
Mustafa Necdet Üruğ, (1921, İstanbul). Türk asker. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 19. Genelkurmay Başkanı'dır.
1939 yılında Bursa Işıklar Askeri Lisesi'nden, 1941 yılında Topçu Asteğmen rütbesi ile Harp Okulu'ndan mezun oldu. 1942 yılında Topçu Sınıf Okulu'nu bitirdi. Muhtelif Birliklerde Batarya Takım Komutanlığı yaptıktan sonra 1948 yılında girdiği Harp Akademisi'ni 1950 yılında bitirerek Kurmay oldu. 1966 yılına kadar çeşitli karargâh ve birliklerde görev yaptı. Aynı yıl tuğgeneral, 1969 yılında tümgeneral, 1973 yılında korgeneral ve 1977 yılında ise orgeneral rütbesine terfi etti. Tuğgeneral rütbesi ile Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreter Yardımcılığı ve Genelkurmay Strateji Plan Dairesi Başkanlığı, Tümgeneral rütbesi ile Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığı, NMR Başkanlığı ve Genelkurmay Eğitim Daire Başkanlığı, Korgeneral rütbesi ile Genelkurmay Genel Plan ve Prensipler Başkanlığı ve 15. Kolordu Komutanlığı görevlerinde bulundu. Orgeneral rütbesinde Yüksek Askerî Şûra üyeliği yaptı. 1. Ordu Komutanı iken, 27 Ağustos 1981 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutan Yardımcılığına atandı. Kara Kuvvetleri Komutan Yardımcılığı uhdesinde olmak üzere 27 Ağustos 1981 - 15 Kasım 1982 tarihleri arasında Devlet Başkanlığı ve Millî Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliği, 15 Kasım 1982 - 1 Temmuz 1983 tarihleri arasında ise Cumhurbaşkanlığı ve Millî Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliği görevini de yürüttü.
12 Eylül Darbesi sonrası yapılan Yüksek Askerî Şûra sonrası 1 Temmuz 1983 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığına, 6 Aralık 1983 tarihinde de Genelkurmay Başkanlığına atandı. 2 Temmuz 1987 tarihinde kendi isteği ile emekli oldu. Yerine Orgeneral Necdet Öztorun gelecekti ve dönemin başbakanı Turgut Özal'a kamuoyunda tartışmalara neden olan "emri vaki" mesajı de iletildi ancak Turgut Özal bu durumu Cumhurbaşkanı Kenan Evren'le görüşmüş ve izin vermedi.
Eski Genelkurmay Başkanlarından ve 1973 yılında 6. Cumhurbaşkanlığı'na aday olan Faruk Gürler'in yeğenidir.
Smalltalk
Smalltalk, Alan Kay önderliğinde aralarında Adele Goldberg, Dan Ingalls, Ted Kaehler'in bulunduğu bir grup tarafından Xerox PARC'ta () geliştirilmiş nesne yönelimli bir programlama dilidir.
Grafik kullanıcı arabirimleri alanında çok derin çalışmalar yapan Xerox PARC'ta geliştirilmesi sonucu Smalltalk WIMP () sistemlerinin prototiplerini üretmede kullanıldı. Bu tip kullanıcı arayüzleri kişisel bilişimi şekillendirmiş ve günümüzde hâlen GNOME, KDE, Mac OS X, Microsoft Windows v.s. sistemlerinde kullanılmaktadır.
Istranca meşesi
Istranca meşesi ("Quercus hartwissiana"), kayıngiller (Fagaceae) familyasından yaprak döken bir meşe türü.
25 m'ye kadar boylanabilen düzgün gövdeli dar tepeli bir meşe türüdür. Gövde kabuğu düzenli aralıklarla çataklıdır. Sürgünleri dört köşeli, kahverengi, çıplak çok az sayıda lentisel vardır. Tomurcuklar terminal durumludur.
Yapraklar ters yumurta biçiminde; loplar sığ, 7-10 civarında yaprak damarı bulunur. Damarlar birbirine paralel, her iki yüzüde çıplaktır. Alt yüzünde basit ya da yıldız tüyler bulunur. Yaprak saplıdır.
Meyve bir yılda olgunlaşır. Kadeh pulları birbiri üzerine sıkıca kapanmış, uçları serbesttir. Meyve sapı 2–7 cm uzunluğundadır. Bir sapta 3-4 tane meyve bulunur.
Dünya'da Bulgaristan, Romanya, Gürcistan ve Rusya'da yayılış gösterir. Türkiye'de Marmara bölgesinde Yıldız Dağları'nda ve Batı Karadeniz'de bulunur.
Nurettin Ersin
Nurettin Kimani Ersin (1918, Gelibolu – 3 Ekim 2005, Ankara). Türk asker. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 18. Genelkurmay Başkanı'dır.
Öncelikle 1931 Yılında Hocailyas Ortaokulundan Mezun Oldu.1935 yılında Bursa Işıklar Askeri Lisesi'nden, 1937 yılında Piyade Asteğmen rütbesi ile Harp Okulu'ndan mezun oldu. 1938 yılında Piyade Sınıf Okulu'nu bitirdi. 1945 yılına kadar çeşitli birliklerde Takım ve Bölük Komutanlığı görevlerinde bulundu. 1945 yılında girdiği Harp Akademisi'ni 1948 yılında bitirerek Kurmay oldu. 1964 yılına kadar çeşitli karargâh ve birliklerde görev yaptı.
1963 yılında tuğgeneral, 1966 yılında tümgeneral, 1970 yılında korgeneral ve 1974 yılında orgeneral rütbesine terfi etti. Tuğgeneral rütbesi ile 3. Ordu Kurmay Yarbaşkanlığı, 66. Tümen Komutan Yardımcılığı ve Vekilliği, Genelkurmay Etüt ve İnceleme Heyeti Üyeliği, MİT Müsteşarlığı, Tümgeneral rütbesi ile aynı göreve devam ederek takiben 4. Piyade Tümen Komutanlığı, Korgeneral rütbesi ile Batı Menzil Komutanlığı, MİT Müsteşarlığı 6. Kolordu ve Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı görevlerinde bulundu. 1974 Kıbrıs Harekâtı'nda birliklere bizzat Kıbrıs'ta komuta etti. Orgeneral rütbesinde Yüksek Askeri Şura Üyeliği, 22 Ağ |
ustos 1975 ile 5 Ocak 1976 tarihleri arasında Jandarma Genel Komutanlığı yaptı. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği ve 1. Ordu Komutanlığı görevini takiben 9 Mart 1978 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na atandı.
12 Eylül Harekâtı'ndan sonra, aynı zamanda Milli Güvenlik Konseyi Üyeliği görevini de yürüttü. 1 Temmuz 1983 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı'na atanarak Milli Güvenlik Konseyi Üyeliği görevine devam etti. 3 Aralık 1983 tarihinde kendi isteği ile emekli oldu.
3 Ekim 2005 tarihinde vefat etti. Ankara'da Cebeci Askerî Şehitliği'nde toprağa verildi. Ayrıca Ankara Etimesgut Kara Kuvvetleri Komutanlığı Lojmanları'nda bulunan İlköğretim Okulu'na ve KKTC'nin Girne şehrinde yapılan bir camiye ismi verildi.
Tüylü meşe
Tüylü meşe ("Quercus pubescens"), kayıngiller (Fagaceae) familyasından yaprak döken bir meşe türü.
Orta boylu bir ağaçtır bazen 20 m'ye kadar kadar ulaşır. Yaprak, tomurcuk ve sürgünleri kadifemsi tüylerle kaplıdır. Yapraklar 5-7 lopludur, 8–10 cm uzunluğundadır. Üzeri kadifemsi tüylerle kaplıdır. Tüyler yaprakta belirgindir. Kadeh meyvenin 2/3'ünü kaplar.
Kuraklığa dayanıklı meşe türlerindedir. Türkiye'de Ankara, Kayseri, Konya'da karaçamla beraber, saçlı meşe ("Quercus cerris") ile yükseklerde (1700 m) karışım yapar.
Semih Sancar
Semih Sancar, (1911, Erzurum – 8 Aralık 1984, Ankara) Türk asker. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 16. Genelkurmay Başkanı'dır.
1930 yılında Kuleli Askeri Lisesi'nden, 1932 yılında Topçu Asteğmen rütbesi ile Harp Okulu'ndan mezun oldu. 1934 yılında Topçu Sınıf Okulu'nu bitirdi. 1939 yılına kadar çeşitli Topçu birliklerinde Batarya Takım Komutanlığı yaptı. 1939 yılında girdiği Harp Akademisi'ni 1942 yılında bitirerek Kurmay oldu. 1960 yılına kadar çeşitli karargâh ve birlik Komutanlığı görevlerinde bulundu.
1960 yılında Tuğgeneral, 1963 yılında Tümgeneral, 1964 yılında Korgeneral ve 1969 yılında Orgeneral rütbesine terfi etti. Tuğgeneral rütbesi ile 4. Tümen Komutanlığı, Genelkurmay Personel Başkanlığı ve Genelkurmay Harekât Başkanlığı, Tümgeneral rütbesi ile Harp Akademileri Komutan vekilliği, 5. Kolordu Komutan vekilliği ve Kara Kuvvetleri Harekat Kurmay Yarbaşkanlığı, Korgeneral rütbesi ile Kara Kuvvetleri Eğitim Kolordusu Komutanlığı ve 9. Kolordu Komutanlığı görevlerinde bulundu. Orgeneral rütbesinde 29 Ağustos 1969 - 29 Ağustos 1970 tarihleri arasında Jandarma Genel Komutanlığı, bu tarihten sonra 28 Ağustos 1972 tarihine kadar 2. Ordu Komutanlığı yaptı. 28 Ağustos 1972 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na atandı.
20 Temmuz 1974 tarihinde başlayan Kıbrıs Harekâtı sırasında Genelkurmay Başkanlığı görevini sürdürdü. Kıbrıs Barış Harekâtı'nın başladığı günlerde dönemin başbakan yardımcısı Necmettin Erbakan'a söylediği şu söz ile hatırlanmaktadır:
Harekât sonrasında kendisine Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan tarafından Mareşal rütbesine terfi ettirilmesi teklif edildiyse de bu teklifi geri çevirdi.
6 Mart 1973 tarihinde atandığı Genelkurmay Başkanlığı görevinde, hükümet tarafından bir yıl daha görev süresi uzatılarak 7 Mart 1978 tarihine kadar kaldı. Temmuz 1980 yılında Cumhurbaşkanı Vekili İhsan Sabri Çağlayangil tarafından Kontenjan Senatörü olarak Cumhuriyet Senatosu'na atandı. 12 Eylül 1980 Darbesi sonrası bu görevi sona eren Sancar geçirdiği ağır bir kalp krizi sonucu tedavi gördüğü GATA'da 9 Aralık 1984 sabahı öldü.
Hem
Hem, Hemoglobinde bulunan demirli-porfirin proteindir. Hemoglobinin prostetik grubudur. Metalloporfirinler "(Metal + porfirin)" grubundandır. Hem vücutta başlıca kemik iliğindeki olgunlaşmamış eritrositlerde ve karaciğerde sentezlenir. Olgunlaşmamış eritrositlere eritroblast adı verilir.
Hem sentezi bozulduğunda
Hem sentezinde
Metalloporfirin
"Metalloporfirin"', Metal + porfirin yapısındaki proteinlerdir. Bu proteinlerin biyolojik olaylarda önemli görevleri vardır. Bunlar
Mazı meşesi
Mazı meşesi ("Quercus infectoria"), kayıngiller (Fagaceae) familyasından herdem yeşil bir meşe türü.
12 m'ye kadar boylanır. 60–70 cm çap yapar. Yapraklar oldukça serttir, lobları üçgenimsi kaba dişli yuvarlakçadır. Tanen bakımından son derece zengindir. Türkiye'de Güneydoğu Anadolu'da yayılış yapar.
Faruk Gürler
Ömer Faruk Gürler, (1913 İstanbul - 23 Ağustos 1975). Türk asker ve siyasetçi. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 15. Genelkurmay Başkanı'dır.
İlk olarak 1929 yılında Kuleli Askeri Lisesi'ni, 1931 yılında Topçu Asteğmen rütbesi ile Harp Okulu'nu , 1933 yılında topçu Sınıf Okulu'nu bitirdi. 1939 yılına kadar çeşitli Topçu Birliklerinde Batarya Takım Komutanlığı yaptıktan sonra, 1939 yılında girdiği Harp Akademisi'ni 1942 yılında bitirerek Kurmay oldu. 1959 yılına kadar çeşitli karargâh ve birliklerde ve Napoli'de görev yaptı.
1958 yılında Dokuz Subay Olayı'nda Demokrat Parti iktidarına karşı askeri darbe düzenlemeye hazırlanan askeri gruba üye olmakla suçlanmışsa da askeri yargı tarafından delil yetersizliği gerekçesiyle beraat etti. 1959 yılında tuğgeneral, 1962 yılında tümgeneral, 1963 yılında korgeneral ve 1966 yılında orgeneral rütbesine terfi etti. Tuğgeneral rütbesi ile Harp Okulu Komutan Vekilliği, Harp Akademileri Komutan Vekilliği, Tümgeneral rütbesi ile MSB Müsteşar Vekilliği ve 15. Kolordu Komutan Vekilliği, Korgeneral rütbesi ile 5. Kolordu Komutanlığı ve Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı görevlerinde bulundu.
Orgeneral rütbesinde MSB Müsteşarlığı, Genelkurmay II. Başkanlığı ve 2. Ordu Komutanlığı yaptı. Kıdem sırasında Kore Savaşı'na katılan 1. Ordu Komutanı Faik Türün'den sonra ikinci olmasına rağmen genç subayların gönlünü kazanmış olması ve onlar üzerindeki siyasi etkisi göz önünde tutularak 28 Ağustos 1970 tarihinde Süleyman Demirel başbakanlığındaki hükümet tarafından Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na atandı. 29 Ağustos 1972 tarihinde atandığı Genelkurmay Başkanlığı görevinden 5 Mart 1973 tarihinde Cumhurbaşkanı adaylığı için kendi isteği ile emekli oldu.
Genelkurmay Başkanlığı'ndan daha bir sene dolmadan ayrılması konusunda pek çok yorum yapıldı. Bunlardan biri şu şekildedir: 12 Mart 1971 muhtırası ile, ordu Mart 1973'te yapılması gereken cumhurbaşkanlığı seçimiyle Çankaya Köşkü'ne de hakim olmak istiyordu. Bu iş için ise Faruk Gürler uygun görülmüştü. Henüz altı ayını doldurmadığı genelkurmay başkanlığından ayrıldı ve cumhurbaşkanlığına aday oldu. Ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi, "ya Gürler ya da askerî darbe seçeneğiyle karşı karşıyaydı. Oylamalara bu hava içinde geçildi. Ertesi gün Milliyet gazetesi şu ayrıntıyı veriyordu: Cumhurbaşkanlığı seçimini Genelkurmay Başkanı Semih Sancar ve 52 general izledi. Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur ise meclise gelmedi.
1. Ordu Komutanı Orgeneral Faik Türün ise Faruk Gürler'i 9 Mart 1971 darbe teşebbüsüne adı karışan sol kökenli bir Millî Demokratik Devrimci olarak gördüğü için seçilmesine karşı çıkmış ve eğer Ankara'daki cuntacılar o seçilmedi diye darbe yapmaya kalkacak olurlarsa 1. Ordu ile Ankara'ya yürüyüp Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni koruyacağını Adalet Partisi Genel Başkanı ve eski Başbakan Süleyman Demirel'e bildirmişti.
Adalet Partisi'nden Sabit Osman Avcı'nın başkanlığında TBMM'de yapılan ilk tur oylamaları tam bir şoktu: Adalet Partisi adayı Emekli Orgeneral Tekin Arıburun 282, Emekli Orgeneral Faruk Gürler 175, Demokratik Parti adayı, eski Adalet Partisi mensubu ve eski TBMM Başkanı Ferruh Bozbeyli ise 45 oy almışlardı. Daha sonra Adalet Partisi lideri Süleyman Demirel ile CHP lideri Bülent Ecevit'in aralarında anlaşmaları sonucu 6 Nisan 1973 tarihinde, Emekli Oramiral Fahri Korutürk, Türkiye'nin 6. Cumhurbaşkanı olarak seçildi.
5 Haziran 1974 tarihinde görev süresi dolana kadar senatör olarak TBMM'de kaldı. Hastalandı ve on sene sonra 1983'te Genelkurmay Başkanı olacak yeğeni Necdet Üruğ'un yanında hayatını kaybetti.
Porfirin
Porfirin, dört metiliden (-CH=) köprüsüyle birbirine bağlı dört pirol halkasından ibaret olan porfin halka sistemi ihtiva eden molekül sistemidir. Doğada genellikle I ve III numaralı porfirin şekli bulunur. Porfirinlerdeki yan grupların dizilimi simetrik olduğu takdirde Tip I; asimetrik olduğu takdirde Tip III izomerleri oluşur. Tip III izomerleri en fazla bulunan ve önemli olan tiptir.
Doğada bulunan porfirinler, porfin çekirdeğindeki hidrojenlerin yerine çeşitli yan grupların (asetil, propil, metil, vinil) bağlanmasıyla oluşurlar. Porfirinler; sübstitüe(tamamlayıcı) porfinlerdir. Porfin halkasında her pirol halkasının dört karbon atomundan sadece ikisinde hidrojen vardır ve toplam sekiz olan hidrojen atomları yerine organik sübstitüentlerin geçmesiyle porfirin halka sistemi oluşur. Porfin halkasında metil, etil sübstitüentleri hidrojen yerine geçerek etioporfirinler oluşur ve bunlar doğada bulunmaz. Üroporfirinlerdeyse kısa sübstitüent olarak asetik, uzun sübstitüent olaraksa propionik gruplar bulunur. Koproporfirinlerdeyse üroporfirinlerin asetik yan zincirinin dekarboksilasyonu sonucu oluşan kısa sübstitüent metil, uzun sübstitüent ise propionil grubudur. Protoporfirin IX da ise kısa sübstitüent metil, uzun sübstitüentlerden ikisi vinil, ikisi ise propionik grubudur. Koproporfirinlerin iki propionik grubunun dekarboksilasyonu sonucu etil gruplarının teşekkül etmesiyle oluşan porfirine mezoporfirin adı verilir. Mezoporfirin IX da iki etil grubunun hidroksietil grubu şekline dönüşmesiyle hematoporfirin IX oluşur.
Üroporfirin I, III, koproporfirin I, III, protoporfirin IX, mezoporfirin IX ve hematoporfirin IX doğada bulunan başlıca porfirinlerdir. Üroporfirin I, III idrarda, mezoporfirin dışkıda, koproporfirin I, III dışkıda, idrarda, safrada, eritrositlerde, maya ve bakterilerde bulunan porfirinlerdir.
Üroporfirin, koproporfirin ve protoporfirin birikmesi deri lezyonlarına ve ışığa karşı hassasiyete neden olur. Yapılarında konjuge bağ içerdiklerinden kolaylıkla güneş ışığını absorbe ederler. Serbest radikal oluşumu artarak dokuda hasara neden olur.
Konjuge çifte bağlı bileşikler olduklarından dolayı organik çözücülerde anorganik asitlerdeki çözeltileri kırmızı fluoresan gösterir. Porfirin hal |
ka sistemindeki pirollerin azot atomları demir, magnezyum, bakır, çinko gibi bazı metal iyonlarıyla şelat teşkil edebilir. Protoporfirinlerin demirli metal iyonu içeren porfirin sistemleri kanın kırmızı rengini veren hemoglobin, kasın kırmızı rengini veren miyoglobin, sitokrom, sitokrom oksidaz, katalaz ve peroksidazlar demir atomu içeren porfirinlerdir. Klorofilse metal iyonu olarak magnezyum içerir ve yeşil renkli olan bir porfirindir. Protoporfirin IX un Fe iyonu ile meydana getirdiği kelat bileşiğine hem adı verilir. Bu bileşikte Fe pirol halkasındaki azotların iki hidrojeni yerine geçmiş diğer iki azot atomuyla koordine kovalent bağ meydana getirmiştir.
Porfirinler metalsiz ya da metal-porfirin olarak kullanılabilirler. Porfirinlerin fotofiziksel özellikleri uygun bir metal seçerek, pirol birimlerinin sayısı arttırılarak (genişletilmiş porfirin) ya da bazen uzun dallar ekleyerek ayarlanabilir. Çinko ve magnezyum içeren porfirinler daha fazla nitrojen içeren ligand tarafından koordine edilirler ve koordinasyon bağı dinamik olarak değişebilir, Fe(III), Co(III), ve Ru(II)CO’lu diğer metal içeren porfirinlerde ise bağlı nitrojen dinamik sistemler için uygun değildir çünkü bunların değişim hızları çok yavaştır.
Son zamanlarda fonksiyonelleştirilmiş supramoleküler çinko-porfirin sistemleri, ışık toplayan antenlerde ve foto-akım üretiminde fotosentezi taklit etmek için, karbon malzemelerin spesifik çıkarılmasında ve moleküler anahtarlar olarak kullanılmaktadır. Aşağıda çinko-porfirinlerin bazı uygulamaları verilmiştir.
UYGULAMALAR
Işık toplayan antende üç adet çinko(II)-porfirin dimeri serbest temelli porfirine ve zar duvarlarına bağlanmıştır. ‘unilamellar’ keseye bağlı olan porfirin dimerin seçici eksitasyonu ile çinko-porfirinden serbest temelli porfirine enerji transferi gösterir. Çinko-porfirinin benzer özellikleri elektron transferini de mümkün kılar.
Çinko-porfirin cımbızları kiralite algılama için örnek olarak verilebilir. Bu molekülde kiral diamin, amino asit ve amino alkol gibi moleküllere iki uçtan bağlanabilen iki adet çinko-porfirin birbirine alkil zinciriyle bağlanmıştır, ve o molekülün kesin konfigürasyonunu Cotton etkisine dayanarak belirleyebilir. Kiralite kiral bileşenler eklenmesiyle (ya da akiral bileşenlerin modifiye edilmesiyle) ya da iki akiral porfirinin kiral bir şekilde diğer kiral moleküllerle birleştirilmesiyle porfirinlere sağlanabilir.
Çinko-porfirinler fullerenler gibi π-konjuge moleküllerin ayrıştırılmasında da kullanılmaktadır. Mesela bazı ikili porfirinler C60 ve C70 ile kıyaslandığında daha fazla karbonlu fullerenlere karşı 10 ila 16 kat daha fazla ilgiye (afinite) sahiptir, ve onların ayrıştırılması için kullanılabilir.
Çinko-porfirinlerin bir önemli özelliği de çoklu porfirin sistemleriyle birleştiklerinde moleküler anahtar işlevi görmeleridir. Çinko-porfirinlerin bazı ligandlar ile supramoleküler etkileşimi, elektronik yapıda değişimler yaratabilecek şekilsel değişiklikler meydana getirebilir. Bunun bir sonucu olarak makromolekülün floresans tayfı ve emisyon şiddeti değişir. Bu işlem yarışan ligandlar yardımıyla tamamen tersinirdir.
Bazen uzun dallara ayrılmış birimlerin porfirinlere eklenmesi, dallı (dendrimerik) yapılar oluşturur. Bu moleküller genelde küresel yapılar oluşturur, özellikle düzensiz olarak eklendiklerinde moleküler tanıma yapabilmektedirler. Bu nedenle onlardan nano-ebatlarda reseptör olarak faydalanılabilinir, daha fazlası metaloenzimleri taklit ederek, kimyasal reaksiyonların gerçekleşebileceği özel dizayn edilmiş nano-bölgeler sağlayabilirler. Çinko temelli porfirinler fotokimyasal özellikleri sayesinde bu işlemler için uygundurlar ve aynı zamanda birçok organik molekülle koordinasyon kompleksi oluşturma kabiliyetleri vardır.
Holodomor
Holodomor () ya da Ukrayna Kırımı, 1932–1933 arasında, o dönem Sovyetler Birliği'nde, şimdiki Ukrayna ve Rusya'nın Kuban bölgesinde suni olarak yaratılan kıtlık sebebiyle yaklaşık olarak 8 milyon insanın öldüğü olaylara verilen addır.
Sovyet arşivlerinin açılmaması yüzünden, ölü sayısını kesin olarak belirleyebilecek araştırmalar günümüze kadar hâlâ yapılamamış olmasına rağmen, Ukrayna nüfusunun dörtte birinin o dönemde hayatını kaybettiği düşünülmektedir.
Holodomor'un sebeplerinden en önemlisi, Sovyet döneminin uygulamaya çalıştığı ekonomik ve sosyal politikalardır. Özellikte kooperatif tarım uygulamalarını kabul etmeyen Ukrayna köylüsü zorlamalar karşısında tarım üretiminden vazgeçerek, üretimi durdurmuştur. Durumun gidişatını önceden kestirebilecek olan dönemin yöneticileri, "anti-kolhoz" hareketin yayılmasını önlemek amacıyla, sorunu hafifletecek önlemler almaktan kaçınmış ve bir nevi bölgede diğer direnişçi köylülerce ibret alınabilecek bir olay çıkarmak istemiştir. Açlığın en tepeye ulaştığı dönemde dahi, Sovyet yönetimi, 1932'de 1,7 milyon ton, 1933'te 1,84 milyon ton tahıl ihraç etmiştir. Bölgede artan açlıktan kaçmak isteyenlerin başka bölgelere gitmesine engel olunarak, katliama seyirci kalınmıştır. O dönemde kıtlık haberleri mümkün olduğunca sansürlenerek dünyanın dikkatinden saklanmıştır.
Holodomor, Ukraynaca (морити голодом) "açlıkla öldürmek" anlamına gelir.
Sovyetler Birliğinin toprakta özel mülkiyete dayanan üretimi tasfiye ederek, köylüleri kolhoz ve sovhozlarda toplamak istemesi zengin köylülerin ve onların etkisi altındaki kimi köylülerin sert tepkisiyle karşılaştı. Çünkü tarımda kolektifleştirme girişimlerinin başarıya ulaşması demek zengin köylülerin eski ayrıcalıklarını kaybetmesi anlamına gelmekteydi. Bu nedenle zengin köylülerin kolektifleştirme hamlesine tepkisi tarımsal üretimi durdurmak oldu. Bu durumun neticesinde de Ukrayna'da kıtlığa ve kıtlığın tetiklediği salgın hastalıklara bağlı ölümler gerçekleşti. Ölümler neticesinde Sovyet hükümeti köylülerden aynı miktarda tahıl toplamaktan vazgeçerek toplanan tahıl miktarını düşürmüştür. 1940'ların sonunda Penisilin'in bulunmasıyla önüne geçilen salgın hastalıkların 1930'lu yıllarda önüne geçilmesine teknik olarak imkân yoktu. Penisilin bulunana kadar ABD ve Avrupa ülkeleri de dahil olmak üzere milyonlarca insan salgın hastalıklara yakalanarak hayatlarını kaybetmişlerdi.
Sovyet önderi Josef Stalin’in köysel kooperatifleşme hareketine en büyük muhalefeti ve direnci, bir kolhoz ya da sovkhoz için çalışmak yerine, özel üretimi tercih eden Ukrayna ve Don havzası köylüleri göstermiştir. Önceleri, verimli özel çifliklerin bu şekildeki ekonomik faaliyetlerine göz yuman Bolşevikler, sonraları, bu üretim tarzını, merkezi planlamaya karşı bir tehdit olarak algılamışlardır.
Devrimciler, Rus İç Savaşı sırasında, şehirlilere göre daha az destek aldıkları köylüleri, bu sistemle kontrollerine daha kolay alabileceklerini düşünüyorlardı. 1929 ve 30'ları takiben, hükümet köylerde kollektivizmin gelişimini sağlamak için, binlerce resmi görevlisini tarlalara kooperatifleri organize etmeleri için göndermiştir.
1932 yılı hasadının iyi olmayacağının anlaşılması üzerine, hükümet suçu, o dönemde nispeten sistem dışında kalan özel çifliklere attı ve alınan kararlarla, hasatta hesaplanan eksiklerin bu çifliklerden vergi olarak tahsil edilmesine karar verildi. Silahlı güçler kullanılarak, bir sonraki yılın tohumlukları ve çifliklerde yaşayanların ihtiyaçları göz ardı edilerek, belirlenen miktarda tahıl zorla alındı. Çiflik sahipleri, kooperatiflerde çalışmaları için devletin el koymak istediği büyük baş hayvanları kestiler ve bu yüzden tarlada üretimde kullanılabilecek hayvan sayısı azaldı.
Bir yıl sonrası tam bir felaket oldu. Ukrayna'daki en verimli tarım alanları, tam anlamıyla birer kıtlık alanına dönüştü. Gelen kıtlık haberleri üzerine bölgeye gitmek isteyen gazetecilere engel olundu. Hükümet ve yerel politikacılar, acil olarak bölgede önlem alacaklarını ve yardım edeceklerini söylemelerine rağmen, yeterli çaba gösterilemedi. Ukrayna'da insanlar ölürken SSCB tahıl ihracatını arttırdı. Görgü tanıklarına göre, bölgede açlıktan kaçmak isteyen binlerce çocuk, ya ailelerinin olduğu yerlere ya da yetimhanelere geri gönderildi ve oralarda bakımsızlık ve açlık gibi sebeplerden öldüler.
Bilgi ve haber akışını önlemek amacıyla bizzat Stalin ve Molotov tarafından imzalanan yönergelerle, seyahat edeceklere izin almaları şartı getirildi. Bölgeden kaçmaya çalışanların aslında Sovyet düşmanlarınca organize edilen kişiler olduğu ve halkın buralardan çıkarılmamaları gerektiği savunuldu. Uygulamaların tam sonuç vermesi için Stalin bizzat Pavel Postişev'i Ukrayna İkinci Sekreteri olarak atadı. Onunla birlikte binlerce Sovyet görevlisi de, "kollektivizmin" gelişimini sekteye uğratacak her tehlikeyi önleme görevi ile Ukrayna'ya geldi. Stalin böylece Ukrayna'da kontrolü tamamen ele aldı.
1933-34 baharında nispeten iyi giden iklimin de etkisiyle, 1932-33 dönemindeki etkisiz ekim ve çalışan sayısındaki büyük azalmaya rağmen hasat iyi oldu. Köylülerin sayıca azalmasıyla etkisizleşen muhalefet hareketi bu dönemde de etkili olamadı. SSCB'nin kendi kur rejimi açısından gerekli gördüğü tahıl ihracına bu yıl da devam edildi.
1933 yılının sonunda, Ukrayna ve Rusya'da tahminen 5-10 milyon insanın öldüğü düşünülmektedir. Kurbanların %81.3'ü Ukraynalı, %4.5'i Rus, %1.4'i Yahudi ve %1.1'i Polonyalıdır. Tüm köylü nüfusunun %25-50'si hayatını kaybetti. Ukrayna'nın kuruluş temelini teşkil eden köylülük bilincinin bu dönemde aldığı yara, günümüzde hala halkına acısını hissettirmektedir.
Olayların soykırım özeliğinde olup olmadığı tartışılsa da, Ukrayna'nın uluslararası alanda Holodomor'un soykırım olarak tanınması yönündeki taleplerine, Rusya şiddetle karşı çıkmaktadır.
Holodomor'u şu an 26 ülke ve 1 uluslararası kuruluş, soykırım olarak tanıyor: Ukrayna, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri, Andorra, Arjantin, Avustralya, Azerbaycan, Belçika, Brezilya, Çek Cumhuriyeti, Ekvador, Estonya, Gürcistan, İspanya, İtalya, Kanada, Kolombiya, Letonya, Litvanya, Macaristan, Meksika, Moldova, Paraguay, Peru, Polonya , Slovakya ve Vatikan ve birçok ülkede çok sayıda eyalet aldıkları kararlarla |
Holodomor'u soykırım olarak kabul etmektedir. Ukrayna'da her yılın kasım ayının son Cumartesi günü, Holodomor kurbanlarını anma günüdür.
Opsiyon (finans)
Opsiyon Latince bir terim olup tercih, seçim anlamına gelmektedir. Ekonomi dünyasında opsiyon sözleşmeleri herhangi bir varlığı belirli bir vadede ya da vadeye kadar belirli bir miktarda, belirli bir fiyattan alma ya da satma hakkı veren sözleşmelerdir.
Opsiyon piyasalarında alıcı açısından iki çeşit opsiyon vardır:
Alıcısına gelecekte belirli bir miktarda varlığı, belirli bir fiyattan alma hakkı veren opsiyon sözleşmesidir.
Alıcısına gelecekte belirli bir miktarda varlığı, belirli bir fiyattan satma ya da satın alma hakkı veren opsiyon sözleşmesidir.
Bu iki opsiyonda da taraflar miktar, işlemin vadesi, vade tarihindeki fiyat ve opsiyon hakkını alan tarafın ödeyeceği prim konusunda bugünden anlaşırlar. Anlaşma tarihinde opsiyon hakkını alan taraf anlaşılan prim miktarını opsiyon hakkını veren tarafa nakden öder. Bunun dışında herhangi bir para değişimi yapılmaz.
Opsiyonların uygulanabilme vadelerine göre ise iki türü vardır:
Amerikan tipi opsiyonlar vadeden önce herhangi bir tarihte opsiyon alıcısı tarafından kullanılabilirler. Avrupa tipi opsiyonlar ise yalnızca vadesinde kullanılabilirler. Bu yüzden Amerikan tipi opsiyonların değeri genelde Avrupa tipi opsiyonların fiyatlarından yüksektir.
1973 yılında Amerikan Ekonomistler Fischer Black, Myron Scholes ve Robert C. Merton aynı zamanda opsiyonların gerçek değerlerini belirleme yöntemi adlı birbirinden ayrı iki makale yayınlamışlardır. Black Scholes Option Pricing Model. Scholes ve Merton’ın çalışmaları 1997 yılında Nobel Ödülünü almıştır.
Opsiyonun, alıcısı açısından ne uygulanabilir değerde olması ne de olmaması durumudur. Yani opsiyon ne kârda ne de zarardadır.
Alım ya da satım opsiyonlarından birinin bulunmadığı piyasalarda bulunan opsiyon, opsiyonun altında yatan varlık ve borçlanma kullanılarak bulunmayan opsiyona eşdeğer bir opsiyon elde edilebilir. Buna "Alım-Satım opsiyon paritesi" (Put-Call parity) adı verilir. Aşağıdaki denklem ile açılanır:
P+S=C+B(x)
Burada P satım (Put) opsiyonu değeri, S opsiyonun altında yatan varlık (örneğin hisse senedi), C alım (Call) opsiyonu değeri ve B(x) opsiyonun vadesi geldiğinde alım-satım için uygulanacak olan ve önceden üzerinde anlaşılmış olan uygulama fiyatının (Exercise Price) bugünkü değeridir (Present Value). Bu eşitliğin geçerli olabilmesi arbitraj fırsatlarının tüketilmiş olması ya da işlem maliyetlerinin arbitraj getirisinden yüksek olması gerekir.
Örneğin, Alım opsiyonunun bulunmayıp Satım opsiyonunun bulunduğu bir piyasada yukarıdaki parite denkleminden yararlanarak getirisi Alım opsiyonuna denk bir portföy oluşturulabilir:
C=P+S-B(x)
Satım opsiyonu ve opsiyon altında yatan varlık satın alınıp uygulama fiyatının bugünkü değeri kadar borç verilirse portföyün getirisi Alım opsiyonunun getirisine denk olacaktır.
Bir çiftçi tarlasındaki ürününü hasat zamanında (diyelim ki 4 ay sonra) kilosunu en az 3 tl den satmak istiyorsa bugün belirli bir prim ödeme karşılığında 4 ay sonra ürününü 3 tl den satım opsiyonu satın alır. 4 ay sonra piyasada o ürün 3 tl den daha düşük bir fiyat seviyesinde ise ürününü 3 tl den satma hakkına ship olur. Ancak eğer piyasada fiyat düzeyi 3 tl den daha yüksek ise ürününü daha yüksek olan piyasa fiyatından piyasaya satar ve bu tercihi (opsiyonu) için primin maliyetine katlanır.
Amaç: 3 tl nin altına ürününü satmamayı garanti altına almak.
Bedel: Prim maliyeti.
Reçine
Reçine, katı ya da yarı akışkan, billurlaştırılması güç, suda çözünmeyen, organik çözücülerde çözünen, ısıtılınca yumuşayan ve eriyen madde.
Reçineler, bitkilerde bir yağ içerisinde erimiş halde veya zamklarla birlikte bulunurlar. Çamgiller, baklagiller, maydanozgiller gibi familyalarda reçine taşıyan bitkiler çoktur. Bu bitkilerde yağ ve zamklarla birlikte bulunan reçineler salgı kanallarında toplanır. Bitkilerde salgı kanalları tabii olarak bulunduğu gibi, patolojik bir olay veya her yaralanma neticesinde meydana gelir. Reçinesi, hücrelerinde veya salgı tüylerinde toplanan bitkiler de vardır.
Eskiden eczacılıkta ilaç hammaddesi olarak kullanılan kehribar, Baltık sahillerinde bulunan Pinus succinifera (Kehribar çamı) adlı bir çam türünün fosilleşmiş reçinesinden ibarettir.
Reçineler bitkilerden saf olarak elde edilmeyip, yağ gibi çeşitli maddelerle karışım halinde elde edilir. Reçine elde etmek için bitkinin kabuğu özel bir bıçakla çizilir. Sonra balyozla dövülerek veya alevle yakılarak yaralanır. Bazı bitkilerde ise reçine; etanol, eter gibi maddelerin yardımıyla, tüketme metodu ile elde edilir.
Bugün sanayide tabii reçinelerin yerini büyük ölçüde suni reçineler almıştır. Suni reçineler, fiziksel yönden tabii reçinelere benzeseler de kimyasal yönden farklılıklar gösterirler. "Termoplastik" ve "termoset" reçineler olarak iki sınıfa ayrılırlar. Suni reçineler en çok plastikte, ayrıca vernik, yapıştırıcı ve iyon değiştiricilerin üretiminde kullanılır.
Aşağıda polimerleşme ile elde edilen bazı reçineler verilmiştir:
Memduh Tağmaç
Memduh Tağmaç (1904 Erzurum – 30 Mart 1978). Türk asker. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 14. Genelkurmay Başkanı'dır.
1926 yılında Kuleli Askeri Lisesi'ni, 1928 yılında Topçu Asteğmen rütbesi ile Harp Okulu'nu, 1930 yılında Topçu Sınıf Okulu'nu bitirdi. 1935 yılına kadar çeşitli Topçu Birliklerinde Batarya Takım Komutanlığı yaptı. 1935 yılında girdiği Harp Akademisi'ni 1938 yılında bitirerek Kurmay oldu. 1956 yılına kadar çeşitli karargâh ve birliklerde görev yaptı.
1956 yılında tuğgeneral, 1959 yılında tümgeneral, 1962 yılında korgeneral ve 1964 yılında orgeneral rütbesine terfi etti. Tuğgeneral rütbesi ile Jandarma Subay Tatbikat ve Astsubay Okul Komutanlığı, 23. Tümen Komutan Yardımcılığı, 3. Jandarma Tugay Komutanlığı ve 1. Ordu Kurmay Başkan Vekilliği; Tümgeneral rütbesi ile Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı ve Genelkurmay II. Başkan Vekilliği; Korgeneral rütbesi ile aynı göreve devam ederek takiben 3. Ordu Komutan Vekilliği yaptı. Orgeneral rütbesinde 1. Ordu Komutanı iken, 23 Ağustos 1968 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na atandı. 16 Mart 1969 tarihinde atandığı Genelkurmay Başkanlığı sırasında, 9 Mart 1971 darbe teşebbüsüne mani olmak için 12 Mart Muhtırası'nı verip, Millî Demokratik Devrim'in ilk aşaması olan askeri darbeyi gerçekleştirmek isteyen genç subayları ordudan tasfiye etti. 29 Ağustos 1972 tarihinde kendi isteği ile emekli oldu.
Evli ve iki çocuk babası Memduh Tağmaç 30 Mart 1978'de vefat etti. İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verildi.
Fevzi Çakmak
Mustafa Fevzi Çakmak (12 Ocak 1876, İstanbul – 10 Nisan 1950, İstanbul), Osmanlı paşası ve Türkiye'nin Kemal Atatürk'ten sonraki ikinci ve son mareşali. Ayrıca ilk Millî Savunma Bakanı ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Cumhuriyet dönemindeki ilk genelkurmay başkanıdır.
Mareşal Fevzi Çakmak, 12 Ocak 1876'da İstanbul Rumeli Kavağı'nda Çakmakoğullarından Topçu Albayı Ali Sırrı ile Hesna Hanım'ın oğlu olarak dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Kuleli Askeri Lisesi'nde tamamladıktan sonra 29 Nisan 1893'te Harp Okuluna kaydolarak 28 Ocak 1896'da Piyade Teğmen rütbesiyle mezun oldu. Akabinde "Mekteb-i Erkân-ı Harbiye"ye girerek 25 Aralık 1898'de Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle bitirdi.
Bir süre Erkan-ı Harbiye (Genelkurmay) 4. Şube'de görev yaptıktan sonra 1899'da 3. Ordu'ya bağlı Metroviçe'deki 18. Fırka'nın kurmay heyetinde görevlendirildi. Balkanlar'daki Sırp ve Arnavut çetelere karşı verilen mücadeleye katıldı. Kısa aralıklarla terfi ederek 1907'de miralaylığa (albay) yükseldi. 1908 yılında İkinci Meşrutiyet ilan edildiğinde 35. Fırka Komutanı ve Taşlıca Mutasarrıfıydı. 1910'da Arnavutluk'ta çıkan ayaklanmayı bastırmakla görevlendirilen Kosova Kolordusu'nun kurmay başkanlığı'na atandı. 1911'de Trablusgarp Savaşı başlayınca Rumeli'nin savunmasıyla görevli Garp (Vardar) ordusunun kurmay başkanlığına getirildi. Balkan Savaşı (1912-1913) sırasında 21. Fırka Komutan Vekilliği ve Vardar Ordusu 1. Şube (Harekat Şubesi) Müdürlüğünü yaptı.
Fevzi Çakmak'ın, Balkan Savaşları çıktığı dönemde 21. Yakova Nizamiye Fırkası K. Vekilliğinde; 6 Ağustos 1912'de Kosova Kuvay-ı Umumiye Kurmay Başkanlığı'nda; 29 Ekim 1912'de de Balkan Harbi Seferberliği'nin başlangıcında Vardar Ordusu K. I. Şube Müdürlüğü'nde görevlendirildiğini daha önce de belirtmiştik. Sırp Cephesi'nde Vardar Ordusu Harekât Şube Müdürü olarak bulunan Fevzi Paşa'nın başarılı askerî faaliyetlerine rağmen, Garp Vilayetleri'nde 10 Mayıs 1913'ten itibaren Türk Hakimiyeti sona ermiştir.
1913'te 5. Kolordu Komutanlığı'na atandı. Mart 1915'te rütbesi mirlivalığa yükseltildi.
I. Dünya Savaşı'nda Çanakkale, Kafkas ve Suriye cephelerinde savaştı. 1918'de ferikliğe yükseldi.
Fevzi Paşa, V. Kolordu Komutanı olarak 6 Ağustos ve 13 Ağustos 1915 tarihindeki muharebelere katılmıştır. Fevzi Paşa'nın komutasındaki XIII. ve XIV. Tümenler muharebeye katılmamış fakat 21 Temmuz'dan itibaren cepheye gelerek, I. Tümen hariç yıpranmış ve yorulmuş eski tümenleri değiştirmişlerdir. Ayrıca İkinci Ordu Tümenleri'nin bölgeye (Kereviz Dere-Zığın Dere) gelmeleri üzerine VI. ve VII. Tümenler, Saros Gurubuna gönderilmiştir.
Düşman Kirte istikametinde yapacağı taarruzlar doğrultusunda Alçıtepe'yi almayı planlıyordu. Fakat Türk direnişi karşısında amacına ulaşamayan düşman çok fazla ilerleyememiştir. 6 Ağustos'ta düşmanın taarruz ettiği Arıburnu - Conkbayırı bölgesine gönderilen VIII. ve IV. Tüm. ile yetinmeyen Vehip Paşa, 9 Ağustos'ta Fevzi Paşa'nın komuta ettiği V. Kolordu Komutanlığına bağlı V. ve XIV. Kolorduların son ihtiyatları olan 41. ve 28. Alayları da bu bölgeye gönderdi. Bölgeye gönderilen bu iki alay Conkbayırı'nın düşmanın eline geçmemesine ve Albay Mustafa Kemal Bey'in 10 Ağustos tarihinde Conkbayırı taarruzuna yardımcı oldu. Mustafa Kemal Bey'in rahatsızlığı nedeniyle 10 Aralık 1915'te Fevzi Paşa 5. Kolordu Komutanlığı kendisinde kalmak üzere, ek görev olarak Anafartalar Grubu komutan Vekilliğine g |
örevlendirildi (Mustafa Kemal Bey ise 16 Aralık 1915'de cepheden ayrıldı).
Bu muharebelerde V. Kolordu Komutanı olarak görev alan Fevzi Bey'in komutasındaki XIII. Tüm. 21 Ekim 1915'te Keşan'a hareket etti. XIV. Tümen ise 12 Ocak 1916'da bölgeden ayrıldı.
Mondros Mütarekesi imzalandığında sağlık nedenleri ile İstanbul'da bulunuyordu. 24 Aralık 1918'den 14 Mayıs 1919'a kadar Ferik rütbesiyle Osmanlı Devleti'nin Erkan-ı Harbiye Reisliği (bugünkü Genelkurmay Başkanlığı) görevinde bulundu. 1. Ordu Müfettişliği, Askeri Şura üyeliği, Ali Rıza Paşa ve Salih Hulusi Paşa hükümetlerinde Harbiye Nazırlığı (Millî Savunma Bakanı) (Şubat - Nisan 1920) yaptı. Harbiye nazırlığı sırasında Anadolu'daki millî kurtuluş hareketine silah ve cephane gönderilmesini kolaylaştırıcı bir tutum izledi.
İstanbul'un İtilaf Devletleri tarafından resmen işgalinin (16 Mart 1920) ardından Anadolu'ya geçmeye karar veren Fevzi Paşa, 27 Nisan 1920'de Ankara'ya ulaştı. İstasyonda Mustafa Kemal Paşa tarafından törenle karşılandı. Birinci dönem TBMM'ye Kozan milletvekili olarak katıldı. 26 Mayıs 1920'de İstanbul Hükümeti tarafından ulusal hareketin önderlerinden biri olarak rütbesinin kaldırılmasına, nişanlarının geri alınmasına ve idamına karar verildi.
3 Mayıs 1920'de Millî Müdafaa Vekilliğine (Millî Savunma Bakanlığı) getirildi. 24 Ocak 1921'de Mustafa Kemal Paşa'nın İcra Vekilleri Heyeti Reisliğinden ayrılması üzerine, Millî Müdafaa Vekilliği üzerinde kalmak kaydıyla İcra Vekilleri Heyeti Reisliğini (Başbakanlık) de üstlendi. İkinci İnönü Muharebesi'nin zaferle neticelenmesinin ardından 3 Nisan 1921'de rütbesi TBMM kararıyla birinci ferikliğe (orgeneral) yükseltildi. Kütahya-Eskişehir Muharebeleri'nde mirliva İsmet Paşa komutasındaki Garp Cephesi ordularının mağlup olup Yunanların Temmuz 1921'de Kütahya, Afyonkarahisar ve Eskişehir'i ele geçirmelerinden sonra İsmet Paşa'nın (İnönü) yerine TBMM tarafından Genelkurmay Başkanlığı görevine de getirildi. 3 Ağustos 1921'de Başvekillik, Millî Müdafaa Vekilliği ve Erkan-ı Harbiye Reisliği görevlerini hep birlikte yürütmeye başladı ve Sakarya Savaşı sırasında TBMM Reisi ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile birlikte bizzat cephede harekatı yönetti.
14 Ocak 1922'de millî müdafaa vekilliği, 9 Temmuz 1922'de icra vekilleri heyeti reisliği görevlerinden ayrıldı ve Genelkurmay Başkanı olarak Büyük Taarruz'un askeri planlarını hazırladı. Zaferle sonuçlanan Dumlupınar Meydan Muharebesi'nin (30 Ağustos 1922) ardından 31 Ağustos'ta rütbesi Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'nın tavsiyesi üzerine TBMM tarafından Müşirliğe (Mareşal) terfi ettirildi.
"Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekilliği"nin kaldırılmasıyla 30 Ekim 1924'e kadar TBMM'de Kozan Milletvekilliği görevine devam etti. Mustafa Kemal Paşa'nın askerlik yapanların siyasete karışmamaları gerektiğine dair talimatından sonra, 31 Ekim 1924'te askerlik görevini, siyasete tercih ederek Kozan Milletvekilliği'nden istifa etti.
Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği görevini 23 yıl yaptıktan sonra 12 Ocak 1944'te 68 yaşında Askerî ve Mülkî Tekaüt Yasası'na göre Tahdit-i Sin yani yaş haddinden dolayı emekliye sevk edildi.
1946 seçimlerinde Demokrat Parti listesinden bağımsız aday olarak TBMM'de VIII. Dönem İstanbul Milletvekili seçildi. 5 Ağustos 1946'da milletvekili seçilerek 22 sene sonra tekrar Meclise katılan Fevzi Paşa, Demokrat Parti genel başkanı Celal Bayar'ın dönemin Cumhurbaşkanı'nın demokratik seçimlere izin vermesi için söylediği "Devr-i Sabık yaratmayacağız" (yani iktidara geldikten sonra yapılan yanlışların ve yolsuzlukların hesabını sormayacağız) demesinden sonra partisinden istifa ederek, 19 Temmuz 1948'de Osman Bölükbaşı ile birlikte Millet Partisi'nin kurucu üyeleri arasında yer aldı.
10 Nisan 1950 tarihinde vefat etti. Cenazesi 12 Nisan 1950'de Eyüp Sultan Camiinden kaldırılırken, cenaze namazında yüzbinlerce vatandaş bulundu. Cenazesi İstanbul'daki Eyüp Sultan Mezarlığında Küçük Hüseyin Efendi dergahı türbesine defnedildi ve ailesinin isteğiyle Ankara'daki Devlet Mezarlığı'na nakledilmedi. Mareşal Çakmak, Fitnat Çakmak (1892-1969) ile evli ve Nigar (1909-21 Ocak 1982) ile Muazzez adlarında iki kız çocuk babasıydı.
Atatürk'ün Özel Kalem Müdürü Hasan Rıza Soyak'ın anlattığına göre Atatürk, kendisinin halefi olarak Fevzi Çakmak'ı görmekteydi. "Şüphesiz ki, konuşma ve seçme hakkı TBMM'ye aittir ancak bu konudaki düşüncelerimi belirtmek isterim. Akla ilk olarak İsmet Paşa gelmektedir; kendisi bu ülkeye büyük katkılarda bulunmuştur. Ancak, bir nedenden dolayı kamuoyunun teveccühünü kazanamamış gibi görünüyor. Mareşal Fevzi Çakmak da ülkesine büyük katkılarda bulundu ve bununla birlikte herkesle de iyi geçinebilmekte. Üslerinin düşüncelerini her zaman takdir etmiş ve kimse ile kavga içerisinde değil. Bu sebeplerle kendisi devletin başı için en uygun adaydır."
Ninni
Ninni, çocukları büyüten anne veya akrabaların, çocukları uyutmak için belli bir ezgiyle söyledikleri manzum veya mensur sözler. Ninniler, çocuk edebiyatına malzeme olacak halk kültürü ürünlerindendir. Aynı zamanda ninniler, çocuğun uzun ömürlü olması, nasibinin bol olması, nazar ve hastalıklardan korunması, bebeğin ağlamaması, uslu olması, çabuk büyümesi, gelin ya da damat olması çocuğun gelecekte mutlu olması gibi dilekleri içeren doğaçlama söyleyişlerdir. Ninnilerde yerel öğeler, gelenek ve görenekler, tarihî ve toplumsal pek çok konu bulunmaktadır.
Diğer bir tanımı: Annelerin veya diğer yakınların genellikle bebeği uyuturken bazen de onu sevip oyalarken, kendilerine has ezgi ile söyledikleri, çoğu kez söyleyenin çocuk hakkında dilek ve umutlarını yansıtan, ayrıca çocuğun ve söyleyenin o andaki durumlarını yansıtan, genellikle dörtlüklerden oluşan, başlarında ve sonlarında ahengi tamamlayan, dolgu ve klişe sözler ihtiva eden halk edebiyatı mahsulleridir.
Genel anlamıyla ninniler, annelerin veya diğer yakınların genellikle bebeği uyuturken bazen de onu sevip oyalarken, kendilerine has ezgi ile söyledikleri, çoğu kez söyleyenin çocuk hakkında dilek ve umutlarını yansıtan, ayrıca çocuğun ve söyleyenin o andaki durumlarını yansıtan, genellikle dörtlüklerden oluşan, başlarında ve sonlarında ahengi tamamlayan, dolgu ve klişe sözler ihtiva eden halk edebiyatı mahsulleridir.
Ninniler, sade bir dille ezgili olarak söylenen şiirlerdir. Söyleyeni belli olmayan bu ürünlerin neredeyse tamamı kadınlar tarafından üretilmiştir. Hem yaşanan önemli olaylar hem de annenin ninni söyleme anında fiziksel durumu ve buna bağlı duygusal durumu ninninin konusunu, işlevini ve yapısını belirlemektedir. Sözlü kültür ortamında ve geleneksel aile yapısı çerçevesinde yer alan kadının içinde bulunduğu sosyal ve fiziksel mekânlar, annenin söylediği ninnileri etkilemektedir. Sözlü gelenekte uzun yıllar içerisinde ortaya çıkan ve aktarılan ninniler, annenin kendi çevresini algıladığı şekilde biçimlenmektedir. Ninniler; anne ile çocuğun ahengini, birliğini, yakınlığını ve uyumunu sağlayan, tarih boyunca hemen her toplumda var olmuş müzik değeri taşıyan edebi örnektir. Ninniler, çok yönlü işleve sahip oldukları için konuları da çeşitlilik göstermektedir. Ninnilerin konusu bebek veya çocukla, çocuğun yakınlarıyla, evde bulunan kişilerle, o anda evde oluşan durumlarla veya olaylarla ilgili olabilmektedir.
Ninnilerin kültür aktarımında önemli rolleri vardır. Bu roller hem toplumsal yaşamın süreğenliğinin sağlanmasında hem de çocukların bireysel gelişimleri anlamında da önemli etkilere sahiptir. Ninniler, topluma ait değerlerin de nesilden nesile aktarılmasını sağlamaktadır. Bir dili iyi öğrenebilmek ya da öğretebilmek için, o dille ortaya konan ve o dilin konuşulduğu topluma ait kültürü yansıtan eserlerden yararlanmak gerekmektedir. Türk aile yapısı, örf, âdet ve gelenekleri, dini inanış, yaşam şartları, aile içindeki ilişkiler, bebeğe duyulan sevgi ve daha pek çok şey ninniler aracılığıyla çocuklara aktarılmaktadır.
Bütün kültürlerde ninnilerin çocukları sakinleştirici etkisi bilinmektedir. Ancak çocuklar için ninnilerin daha farklı anlamları vardır. Ninniler, çocuklar için gözleri kapatmadan önce dinlenilen ve öğrenilen bir sestir. Yavaş ilerleyen ritmi, tekrarlayan yapısı ve duygusal sözleriyle çocukta stresi azaltmakta ve uykuyu kolaylaştırmaktadır. Bu nedenle çocuğun gelişimini olumlu yönde etkilemektedir.
Çocukluk döneminde çocuklara yakınları tarafından söylenen nitelikli ninniler çocukların bilişsel, dil, motor, sosyal-duygusal gelişim alanlarında etkili olmaktadır. Ninniler sayesinde çocuklarda beynin çeşitli bölümleri harekete geçmekte ve ninniler beyin gelişimini hızlandırmaktadır. Aynı zamanda ninniler, çocuğun ailesine ve sosyal çevresine olan uyumunu kolaylaştırmakta, okul başarısına katkıda bulunmaktadır. Çocukta dil becerilerinin alt yapısını hazırlamakta ve hızlı gelişmesine katkı sağlayarak ileride bireylerle iletişim kurmasını kolaylaştırmaktadır. Bu durumda çocuğun bağımsız, yeterli ve kendine güvenen bir birey olmasına katkı sağlamaktadır. Ninniler, gerek formal gerekse informal yolla çocuklara verilmesi gereken beceri, kavram veya olayları öğretmede bir araç olarak kullanılmakta ve çocukların gelişim hızlarına göre gelişmelerine olanak tanımaktadır. Böylece çocuklar, daha fazla keşfetme ve öğrenme için fırsat yakalamaktadır. Bu açıdan çocukların eğitiminde önemli rol oynayan eğitimcilerin ve anne-babaların bu konuda bilinçli ve hassas davranış göstermeleri gerekmektedir.
Şathiye
Şathiye, Dini ve tasavvufi halk şiirinde mizahi manzumelerdir.
Şathiyeler, mutasavvıf şairlerce söylenmiş ya da yazılmış, tasavvufi inançları dile getiren, anlaşılması yorumlanmasına bağlı şiirlerdir. Tasavvufi konuları işleyenleri şathiyat-ı sûfiyâne adını alırlar. Şathiyelerde Allah’ın celâl sıfatının değil, cemâl sıfatının ön plana çıkarıldığı görülür. Bu tür şiirlere genellikle Alevi-Bektaşi şairlerinde rastlanır. Allah ile alay eder gibi yazılmış şathiyeler küfür sayılmıştır. Ama şathiyeler asla küfür değildir. Şathiyeler biçimce komik ve alaylı olabilir ama şathiyede aranan şiirin arkasındaki düşüncedir. Anlanıp yorumlan |
dığında çok derin anlamlara sahip oldugu görülür. Şathiye çok derin tasavvufi konular işleyen felsefi şiirlerdir. Kaygusuz Abdal ve Yunus Emre şathiye yazmıştır.
Nilgün Marmara
Nilgün Marmara (13 Şubat 1958, İstanbul - 13 Ekim 1987, İstanbul), Türk şair.
Nilgün Marmara, Balkan göçmeni olan bir ailenin iki kızından biri olarak, 13 Şubat 1958’de İstanbul, Moda’da doğdu. Bir Marksist olan babası Fikri Marmara, muhasebe müdürüydü. Babası, Bulgaristan’ın Plevne şehrinden, annesiyse Vidin'den İstanbul'a göç etmişlerdir.
Liseyi Kadıköy Maarif Koleji'nde okudu. Üniversite hayatına İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden başladı ancak siyasi sebeplerle burada devam edemeyip tekrar sınava girdi ve Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü kazandı. Okulu, Sylvia Plath’in Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi tezi ile 1985'te bitirdi. Mezun olduktan sonra Marmaris'te bir tatil köyünde çalışmaya başladı. Farklı şirketlerde sekreterlik, Mısır Konsolosluğunda memurluklarda bulunsa da iş hayatı çok uzun süreli olmadı.
1982’de, arkadaş ortamında tanıştığı endüstri mühendisi Kağan Önal ile evlendi. Eşinin işi dolayısıyla 16 ay Libya’da yaşadılar.
13 Ekim 1987'de 29 yaşındayken kaldığı evin balkonundan atlayarak intihar etti.
İntiharının ardından Ece Ayhan, "Meçhul Öğrenci Anıtı" şiirinde "Aldırma128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında.." mısralarıyla kendisine seslendi.
Ferda Erdinç, “üstü ağır oturaklı bir kadın, altı ayak parmakları birbirine bakan bir çocuktu”, Cemal Süreya 841. gün eserinde, "Nilgün ölmüş. Beşinci kattaki evinin penceresinden kendini aşağı atarak canına kıymış, Ece Ayhan söyledi. Çok değişik bir insandı Zelda. Akşamları belli saatten sonra kişilik hatta beden değiştiriyor gibi gelirdi bana. Yüzü alarır bakışlarına çok güzel ama ürkütücü bir parıltı eklenirdi. Çok da gençti. Sanırım otuzuna değmemişti daha.. Bu dünyayı başka bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu. Dönüp baktığımda bir acı da buluyorum Nilgün’ün yüzünde. O zamanlar görememişim. Bugün ortaya çıkıyor." demiştir. Ayrıca Seyhan Erözçelik , Nilgün Marmara'nın intiharının ardından "Nilgün'ün Göztaşı" isimli şiiri yazmıştır.
Nilgün Marmara'ın intihar etmediği, öldürüldüğü ve Nilgün Marmara'nın ölümünde eşi Kağan Önal'ın ihmali olduğu söylenmiştir.
Kağan Önel, kendisine yöneltilen suçlamalara yönelik, "Oysa Nilgün’ün tedavi olması gerekiyordu ama o doktordan kaçıyordu. Doktor, geldiğinde evde olması gerekirken evde değildi. Doktor beklemişti. Gelince de konuştular... Doktor bana “İşiniz çok zor, tedavi olması lazım ama çok zeki ve kültürlü. Yani en zor vakalardan” demişti. Çünkü iyileşmesi için entelektüel faaliyetlerde bulunmaması gerekiyordu. İlacı dayayacaklar ve uyuşacaktı. Orta kültür ve zekalı durumlarda bu hastalık genelde 20’li yaşlarda ortaya çıkarmış, Lityum tedavisi ile başarılı olunurmuş. Ancak Nilgün bu tipte değildi. Tedavi olması, buna ikna olması, tedaviden memnun kalması hepsi ayrı bir dertti. Dolayısıyla tedavi olmadı. Öldüğü gün bana tedaviye tekrar başlayacağına dair söz vermişti." şeklinde açıklamıştır.
Nilgün Marmara'nın, ölümünün ardından basılan Kırmızı Kahverengi Defter isimli kitap büyük bir tartışma yarattı. Kitap, Nilgün Marmara'nın günlüklerini yayımladığını söylüyor olsa da Libya'da geçirdiği zamana dair tek alıntıyı "Kağan eteğine pis bir herif oldu, her gün barlarda sürtüyor." şeklinde yapmıştı ve kitabın en büyük sorunu "baskının kesilip biçilme tarzı nedeniyle, Nilgün Marmara, ıstıraplar içinde, sadece ölümü ve arada da şiiri düşünen, asık suratlı, sinik ve sonuç olarak intiharından ibaret birisiymiş, yaşamamış, yani aslında intiharına kadar bayağı varolmamış biri gibi" sunmasıydı.
2016 yılında Everest Yayınları'nca Nilgün Marmara'nın arkasında bıraktığı "“"günlüklerinin ‘Kırmızı Kahverengi Defter’ adıyla izinsiz bir şekilde yayımlanmasından itibaren başlayan yanlış anlamalar, yersiz kuşkular, haksızlıklar, aşırı yorumlar silsilesine bir son vermek amacıyla eksiksiz olarak yayımlanan ‘Defterler’, Nilgün Marmara ile ilgili soru işaretlerini ortadan kaldırıyor. ‘Defterler’ ile Nilgün Marmara adı etrafında dönen spekülasyonlar, yalan haberler, yanlış iftiralar sona eriyor. ‘Defterler’ gündelik yaşama, çevresine, ilişkilerine bakışını yansıtarak şimdiye kadar bilinenden, varsayılandan farklı bir Nilgün Marmara portresini de gözler önüne seriyor".” arka kapak yazısıyla günlüğün tıpkıbasımı da içerir şekliyle yayımlandı.
2017 yılında günlüklerini tuttuğu iki defterinden başka notları da yine Everest Yayınları'nca Kağıtlar ismiyle yayımlandı.
http://www.agos.com.tr/tr/yazi/17166/defterler-ve-kagitlar-arasinda-nilgun-marmarayla
https://aysundemirdogen.wordpress.com/2014/08/01/slviya-plath-ve-nilgun-marmara-siirlerinin-karsilastirmasi/
http://www.littera.hacettepe.edu.tr/TURKCE/23_cilt/karkiner_19.pdf
http://zaferyalcinpinar.com/nilgunmarmarakagitlar.pdf
https://muratgulsoy.wordpress.com/2016/11/08/nilgun-marmaranin-defterleri/
http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/durgun-hayat-kadininin-defterleri-434716
https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2016/11/09/nilgun-marmaranin-kagitlari-da-yayimlandi/
http://www.abcgazetesi.com/haftanin-kitabi-nilgun-marmaranin-defterleri-30514h.htm
http://pulbiberdergi.com/2016/10/20/nilgun-marmaranin-orijinal-gunlukleri-yayimlandi/
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kultur-sanat/636119/_Nilgun_un_cok_baska_halleri_.html#
https://burakeldem.blogspot.com/2017/07/nilgunden-yadigar-defterler.html
https://eminegurbuz.blogspot.com/2011/10/nilgun-marmara-hayatn-neresinden.html
http://t24.com.tr/k24/yazi/nilgun-marmaranin-defterler-ve-kitaplari,1037
http://www.bakıo.com/bir-nilgun-marmara-gecti-dunyadan-iyi-ki/
http://postdergi.com/uc-adimlik-yerkure-nilgun-marmara-siir-dunyasi/
http://www.artfulliving.com.tr/edebiyat/dunyayla-yarali-nilgun-marmara-i-832
http://blog.milliyet.com.tr/nilgun-marmara---hayatin-neresinden-donulse-k-rdir-/Blog/?BlogNo=572587
http://www.karakoymono.com/2017/11/15/bir-sair-nilgun-marmara/
http://www.felsefetasi.org/nilgun-marmara/
http://t24.com.tr/k24/yazi/nilgun-marmarada-siir-yasamak-ve-olmek-ustune,151
Katherine Moennig
Katherine Sian Moennig (bilinen adıyla Kate Moennig; d. 29 Aralık 1977; Philadelphia, Pensilvanya),
Amerikan oyuncu.
Bir Broadway dansçısı (Mary Zahn) ve bir keman yapımcısının (William Moennig) kızıdır. Babasının ilk evliliğinden bir üvey kız ve erkek kardeşi vardır. Oyuncu Blythe Danner'in yeğeni ve Oscar'lı yıldız Gwyneth Paltrow'un kuzenidir. Moenning, Paltrow'un kendisinden çok farklı olduğunu dile getirmektedir..
18 yaşında "American Academy of Dramatic Arts" isimli sanat okulunda eğitim almak üzere New Yok'a taşınan Moennig, burada modellik yapmaya başladı ve ardından çeşitli tiyatro oyunlarında rol aldı.
1999 yılında Kanadalı alternatif rock grubu Our Lady Peace'in "Is Anybody Home?" adlı video klibinde rol aldı.
Dikkate değer ilk rolünü televizyon dizisi "Young Americans"da üstlendi. Bu dizide Jacqueline "Jake" Pratt rolüyle beğeni topladı. "Boys Don't Cry" isimli filmin seçmelerine Brandon Teena rolünü üstlenmek için katıldı. Ancak, bu rolü Hilary Swank'a kaptırdı. Çeşitli televizyon dizilerinde küçül roller üstlendi ve dizilere konuk oyuncu olarak katıldı.
Gerçek anlamdaki patlamasını ve popülaritesini, ilk 2004 yılında yayınlanan ve 6 sezon süren The L Word isimli dizide üstlendiği karakteriyle yakaladı. The L Word isimli dizinin ana karakterlerinden biri olana çiçekten çiçeğe atlayan, kalp kırıcı lezbiyen kuaför Shane McCutcheon'ı canlandırdı..
2008 yılında Csi Miamide konuk oyuncu oldu, Mary Landis karakterini canlandırdı, bölüm "Rock ve Hard Place"
2009 yılında, CBS yayınlanan Three Rivers'te Dr Miranda Foster.
2010 yılında, Dexter'da bir dövme sanatçısı oynadı bölüm "First Blood".
2011 yılında, The Lincoln Lawyer filminde de, Gloria, uyuşturucu bağımlısı bir fahişe olarak küçük bir rol oynadı.
2012 yılında, Gone filmde Erica Lonsdale'dı canlandırdı.
Şapka
Şapka, başa giyilen veya takılan, pek çok farklı türü olan aksesuar. Başı sıcaktan, soğuktan veya yağıştan korumak amacıyla, dinî bir gereklilik olarak ya da sadece süs eşyası olarak giyilir.
.ru
.ru Rusya için internet ülke kodu üst seviye alan adıdır. (ccTLD)
.pl
Polonya'nin internet kod harfleri.
.pt
Portekiz'in internet kod harfleri.
.se
İsveç'in internet kod harfleri.
.no
Norveç'in internet kod harfleri.
.nl
Hollanda'nın internet kod harfleri.
.gr
Yunanistan'ın internet kod harfleri.
.mk
Makedonya Cumhuriyeti'nin internet kod harfleri.
.ro
.ro Romanya'nın internet kod harfleri.
.ua
.ua, Ukrayna'nın internet kod harfleri. "com.ua", "edu.ua" ve "gov.ua" gibi ücretsiz; "org.ua" ve "net.ua" gibi ücretli alan adları vardır.
.il
.il İsrail'in internet kod harfleri.
.it
İtalya'nın internet kod harfleri.
.es
İspanya'nın internet kod harfleri. İspanya Ağ Bilgi Merkezi tarafından yönetilmektedir.
.be
.be, Belçika'nın İnternet Ülke Alan Kodu (ccTLD) harfleri. 1989 yılında faaliyete geçmiştir. Leuven Katolik Üniversitesi'ndeki Pierre Verbaeten tarafından işletilmiştir. 2000 yılında DNS.be'ye yönetme hakkı geçmiştir. 2005 yılı itibarıyla 450.000'den fazla kayıt bulundu.
.kr
.kr Güney Kore'nin internet uzantısıdır. 1986'da kullanılmaya başlamıştır.
Rakım Çalapala
Rakım Çalapala, (d. 1906, İstanbul - ö. 28 Kasım 1995, Ankara), Türk gazeteci ve yazar.
1906'da İstanbul'da doğan Rakım Çalapala'nın tam adı Mehmet Rakım Çalapala'dır. İstanbul Lisesi'ni ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi (1935). Henüz lise öğrencisiyken "Yarın" gazetesinde gazetecilik yaşamına atıldı. Daha sonra ise "Son Posta" ve "Akın" gazetelerinde yazdı. Bir yıl süreyle Osmanlı Bankası'nda da çalıştı (1932). 1932'de öğretmen Nimet Hanım'la evlendi. 1936'da Türkiye Yayınevi'ne girerek, orada "Yavrutürk" ve "Çocuk Haftası" dergilerini yönetti. "Resimli Hayat", "Yedigün" ve "Karikatür" |
dergilerinde de çalıştı. Musevi Lisesi'nde ve Alman Lisesi'nde öğretmenlik yaptı. 1951'de "Hürriyet" gazetesinden ayrılarak Atlas Yayınevi'ni kurdu.
Çok sayıda ders kitabı yazan Çalapala, daha çok halk için romanlar, çocuk öykü ve romanları (çoğunlukla eşi Nimet Çalapala ile) yazdı. 1964'te sinemaya uyarlanan "Köye Giden Gelin" adlı romanını Ülkü Erakalın yönetti.
ŞİİRLERİ : Yaz, Öğretmen,Okulumuz,Cumhuriyet Bayramı,
Zühtü Müridoğlu
Zühtü Müridoğlu (26 Ocak 1906 - 21 Ağustos 1992). Türk heykeltıraş. İstanbul'da doğdu. Kasımpaşa Cezayirli Gazi Osman Paşa Camisi başimamı Hafız Mehmet Efendinin oğlu Zühtü, evlerinin tavan arasında bulduğu boyaları kullanmayı öğrenmesine katkı sağlayan Mithat Özar'ın önerisi ile 1924 yılında girdiği Sanayi-i Nefise Mektebi (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi) heykel bölümünde 1928 yılında mezun oldu. 1927-28 öğretim döneminde yurtdışı sınavını kazanır ve Fransa'ya gönderilir. Giderken önceden aldığı adresi izleyerek ilk olarak daha önceden Parise gelen Arkadaşı Hadi Bara'yı bulur. Onun varlığı ve tavsiyelerini dinler. Paris'te özel okul bir olan Collarossi Akademisi'nde, yapıtlarını sevip beğendiği sanatçı Marcel Gimond atölyesine yazılıp çalışmaya başladı.1932 yılı Ocak ayı başında yurda döner. 1932 yılı Nisan ayında Samsun Lisesi'nde resim öğretmenliğine atanır, o yılın Eylül ayında Gülhane Parkı girişindeki Alay Köşkünde ilk sergisini açar (arkadaşları ve hocalarından oluşan bir grup sergisi). İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde, Müzeler Genel Müdürlüğü bünyesinde İstanbul Heykel ve Mulaj Atölyesi Şefliği görevinde bulundu. Müzeden ayrılarak bir süre Ankara Üniversitesi Gazi Eğitim Enstitüsü'nde öğretmenlik yaptı. Daha sonra Akademi'ye atanarak orada öğretim üyesi oldu. 1950'den sonra ilk soyut heykellerini yapmaya başladı.1969'da profesör oldu. 1974'de de emekliye ayrıldı. Ali Hadi Bara ile 1941-43 arasında Beşiktaş'taki Barbaros Anıtı'nı, Zonguldak'taki atlı Atatürk ve İnönü heykelini o yaptı. 1953 yılında Anıtkabir'in büyük merdiveninin batı yanındaki kabartmaları, 1965 yılında Büyükada, Muş Atatürk anıtlarını, daha sonra Sivas Atatürk anıtı ve İstanbul Eyüp'te Atatürk heykellerini de yapmıştır. Yurt içinden ve dışından çok sayıda ödül almıştır. 1979'ta Simavi Ödülü'nü aldı. Çok sayıda sergi açmıştır. Birçok yapıtı İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nde sergilenmektedir.
Sanâyi-i Nefîse Mektebi
Sanayi-i Nefise Mektebi, güzel sanatlar alanında eğitim vermek üzere İstanbul’da 1882’de kurulmuş bir yüksekokuldur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk güzel sanatlar okuludur. Günümüzde Eski Şark Eserleri Müzesi olarak hizmet veren binada 2 Mart 1883’te eğitime başlayan okul, 1928’de Güzel Sanatlar Akademisi adını almıştır; 1982’den beri Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi adıyla eğitime devam etmektedir.
Sanayi-i Nefise Mektebi, 1882’de Osman Hamdi Bey'in, II. Abdülhamit tarafından Sanayi-i Nefise Mektebi Müdürlüğü'ne tayin edilmesiyle resmen kuruldu. Okulun kuruluşundaki resmi adı, kuruluş fermanındaki şekliyle "Mekteb-i Sanayi-i Nefise-i Şahane" 'dir. Okulun adı, resmi yazışmalarda ve dönemin arşiv belgelerinde ise "Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi" olarak geçer.
Başlangıçta Ticaret Nezareti’ne bağlı bir kurum idi. 1886’da Maarif Nezareti’ne bağlandı.
Paris Güzel Sanatlar Okulu (Ecole Des Beaux-Art)’nu örnek alarak kurulan okulda 1882 yönetmeliğine göre resim, heykeltıraşlık, mimarlık ve hakkaklık ile sanat dersleri okutulunacak ve öğretilecekti. Dersler antik sanat ağırlıklı idi. Osman Hamdi Bey, okulun Arkeoloji Müzesi’ne yakın olması gerektiğini düşünüyordu. Mimar Alexandre Vallaury’den okulu müzenin ana giriş kapısının karşısına, Çinili Köşk'ün yanına inşa etmesini istedi. Vallaury beş derslik ve bir atölyeden oluşan küçük bir bina yaptı. 1916’ya kadar kullanılan bu bina, 1892 ve 1911’de yapılan eklerle genişletilmiştir. Vallaury aynı zamanda mektebin il mimarlık hocası olarak görevlendirilmiştir.
Okul binasının yapımı, kütüphane oluşturulması, akademik ve idari kadro temini gibi meseleler halledildikten sonra, okul eğitime resmen 2 Mart 1883 tarihinde başladı. Sekiz eğitmen ve yirmi öğrenci vardı. Öğrencilerin hepsi erkek, çoğu gayri-müslimdi. Okulu dahili öğrencileri mektepte tahsil görüp orada yatılı kalırlar iken, harici öğrenciler yalnız binayı yatıp-kalkmak için kullanırlar, eğitimlerini diğer Fransız okullarında alırlardı. 1890’ların sonlarında öğrenci sayısı 200’ü bulmuştur.
Osman Hamdi Bey ölümüne kadar bu okulun müdürlüğü görevini sürdürdü. 1910’da ölümü üzerine kardeşi Halil Ethem Bey okul müdürlüğüne atandı.
1911 yılında okulun yapısı ve müfredatı hakkında yeni bir talimatname yürürlüğe girdi. Bu talimatnamede öğrencilerin 1 sene hazırlık gördükten sonra, resim bölümü 5 sene, mimarlık ve heykeltıraşlık 4 sene, hakkaklık ise 3 sene olarak okuyacakları belirtilmiştir. Önceden 17 olan öğrenci yaşı 16’ya indirilmiş; sınır 25 yaş olarak belirlenmiştir. Öğrencilerin lise mezunu olması şatı vardı. Atölye çalışmalarında canlı model kullanılacağı belirtilmişti.
Okul binası artan öğrenci sayısına yetersiz gelmekteydi; savaş dolayısıyla eski binayı onarmak imkansızdı. Okul, öğrenim için uygun olmayan çeşitli yapılarda çalışmaya devam etti. 1916’da Cağaloğlu’ ndaki Lisan Mektebi binasına nakledildikten sonra 1920 döneminde Şehzadebaşı’ndaki bir binaya ardından, Divanyolu’nda “"Gedikler Kahyası Salih Efendi Konağı"” adıyla bilinen, şimdiki Sıhhiye Müzesi binasına taşındı. 1921’de tekrar Lisan Mektebi binasına döndü.
Bu dönemde okul müdürlüğüne Nazmi Ziya Bey gelmişti . Okul müdürlüğünü 1921-1924 arasında Cemil Cem’in üstlendi. 1924’te Nazmi Ziya Bey yeniden okul müdürü oldu. yıl yeni bir talimatname hazırlandı ve 1934’e kadar uygulandı. Okula tezyinat ve resim öğretmenliği bölümleri eklendi.
Cumhuriyet dönemi ile birlikte yabancı hocaların yerini Türk hocalar aldı. Öğrenciler klasikten uzak daha rahat ve serbest çalışmalar yapmaya başladı.
Kız öğrenciler için 1914’te İnas Sanayi-i Nefise Mektebi Zeynep Hanım Konağı’nda hizmete girmişti. Bu okul öğretim kadrosu büyük ölçüde Sanayi-i Nefise Mektebi’nden sağlamaktaydı. 1926’da iki kurum birleşti. Sanayi Nefise Mektebi’ne Fındıklı’ daki eski Meclis-i Mebûsân binası (Cemile Sultan Sarayı) tahsis edildi. Kız ve erkek öğrencileri bu binada ve bir arada öğrenim görmeye başladılar.
1927’de Namık İsmail’in müdürlüğünde mektebin ismi önce “"Sanayi-i Nefise Akademisi"” olarak değişti Zamanla Güzel Sanatlar Akademisi adı benimsendi
1929’da mektepte seramik bölümü faaliyete geçti. 1930’larda atölyeler daha da çeşitlendi. 1936’da “Türk Tezyini Sanatlar Bölümü” eklenmiştir. 1938’de alınan kararla, mimari bölümü liseden sonra 5 sene oldu; bölümün adı da “"Yüksek Mimarlık"” bölümü olarak değişti. 1959’da artık tüm bölümlere liseyi bitirenler, imtihanla alınmaktadır. Ayrıca tüm bölümler 5 senelik olmuştur.
1969 yılındaki yasa ile akademi, bilimsel bir özerkliğe kavuşmuştur ve artık ismi “"İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi"” olarak geçmektedir. 1975’te akademiye birçok bölüm eklendi.
1981’de Akademi YÖK çatısı altına girdi ve adı da artık “"Mimar Sinan Üniversitesi"” oldu. Üniversite kuruluşunun 121. yılında tekrar isim değiştirdi ve “"Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi"” ne dönüştü.
Alkazar Sineması
Alkazar Sineması, Beyoğlu İstiklal Caddesi'nde 1923'ten bu yana kısa aralıklıklarla kapalı kalan, 1994 yılından bu yana estetik kaygı ile çekilen ve sinema sanatına katkıda bulunan filmleri izleyiciyle buluşturmayı amaç edinen Alkazar Sineması, uzun süredir yaşadığı zorluklar nedeniyle 1 Mart 2010 tarihinde perdelerini son kez kapatmıştır.
1918-1920 yılları arasında inşa edildiği sanılmakta olan Alkazar Sineması, Safvet ve Naci Beyler tarafından 1923'te "Cine Salon Electra" adıyla işletilmeye başlandı. 1925'te bugünkü ismi Alkazar'ı almıştır. Sinemanın bulunduğu binanın mülkiyeti 1955-1956 yıllarında Doğubank`a geçmiş, daha sonra Kadri ve İzzet Cemali kardeşler tarafından işletilmiştir.
Koloğlu ve Ahududu sokakları arasındaki alanda, İstiklal Caddesi`ne bakan dar cepheli bir binadır. Dört katlı olan binanın zaman içerisinde geçirdiği onarımlar nedeniyle, yapım sistemi hakkında kesin bir yargıda bulunmak mümkün değildir. Yarım daire kemerli giriş kapısının açıldığı koridorun tonoz örtüsü, alçı kasetlerle bezemelidir. Parsel üzerinde, koridorun sonunda yer alan sinema salonuna giriş, fuayenin de bulunduğu birinci kattan sağlanmaktadır. İkinci katta da bir diğer salon girişi bulunmaktadır.
Yapıldığı dönemin eklektik anlayışını yansıtan cephesi, kilit taşı yerindeki barok kartuş ile üçüncü katın geriye çekilmiş, taş parmaklıklı küçük balkonu, barok bezeme öğreleri cepheyi zenginleştirmektedir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında daha çok kovboy ve korku filmleri gösteren Alkazar, 1950'lerde fantastik seri filmlere ağırlık verdi. Türk sinemasındaki seks furyasıyla 1970'lerden itibaren ağırlık seks filmlerine kaydı. 1990'lı yıllardan itibaren Avrupa filmleri, bağımsız filmler gösterimleriyle başka bir hale bürünmüştür.
Kopuz
Kopuz – Türk ve Altay halk kültüründe çalgı. Komus da denir. Bağlama’nın atası olan müzik aletidir. Türkler’de önemi büyüktür. Bağlama ve Kopuz kutsal sayılır. Bunun yanında diğer önemli telli çalgılar arasında Iklığ ve Gizek adı verilen yaylı olanlar ile Yatuğan denen ve yatık olarak çalınanlar yer alır. Kobzamak, kopzatmak gibi fiiller çalgı çalmayı ifade eder. Havada uçan veya ölen kopuzlar masallarda zaman zaman yer alır. Kopuzun, Korkut Ata’nın buluşu olduğu söylenir. Hastalıkların tedavisinde bile kullanılır. Kopuzun sahibi onu bir başkasına vermeyi tabu sayar ve birinin elinin değmesinin günah olduğunu kabul eder. Şamanlar ruhları onunla çağırır. Aldacı (Ölüm Tanrısı) bile Kopuz’un sesinden Korkut Ata’nın canını veya o civarda bulunanların ruhunu almaya gelemez. Onun sesinde bir haşmet vardır. Korkut Ata öldükten sonra kopuzu yıllarca acıklı sesler çıkarmıştır.
Kopuz, en eski Türk halk çalgısı olarak bilinmektedir. Ancak kopuz adıyla anılan |
farklı çalgılara rastlanmaktadır. Şu anda hâlâ Anadolu, Kafkasya ve Orta Asya'da kullanılmaktadır. Şamanlar törenlerde kopuzu kullanırlardı. Teknik olarak çalgı bağlama ailesi içinde değerlendirilmelidir.
(Kop) kökünden türemiştir. Hızlı hareket etmek anlamını taşır. Kopmak, Anadolu'da aynı zamanda koşmak demektir. “Kop Gel” bu anlamda kullanılır.
Osman Hamdi Bey
Osman Hamdi Bey (30 Aralık 1842, İstanbul - 24 Şubat 1910, İstanbul) Osmanlı arkeolog, müzeci, ressam ve Kadıköy'ün ilk belediye başkanı.
Sakız Adası'ndan ufak yaşta evlatlık olarak gelen Rum asıllı Osmanlı sadrazamlarından İbrahim Ethem Paşa’nın oğlu, İstanbul Milletvekilli, Belediye Başkanı, müzeci, kimyager ve felsefeci Halil Ethem Bey ve nümizmat İsmail Galip Bey’in ağabeyidir.
İlk Türk arkeoloğu kabul edilir. Bağdat’ta ilk arkeolojik çalışmalarını yaptıktan sonra asıl gerekli yasanın çıkarılmasını sağlayarak ve tüm arkeolojik çalışmaların kontrolünü üstlenerek modern arkeoloji biliminin Osmanlı'da temellendirilmesini sağladı. En önemli arkeolojik kazısı 1887-1888'de gerçekleştirildiği Sayda Kral Mezarlığı (Lübnan) kazılardır. Bu kazılar sırasında dünyaca ünlü İskender Lahdi’ni bulmuştur.
Osman Hamdi Bey İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin 29 yıl müdürlüğünü yapmış ve müzeyi dünyanın sayılı müzeleri arasına ekletmiştir. Osman Hamdi Bey'i çağdaş Türk müzeciliğinin kurucusu sayanlar, bunu Osmanlı dönemindeki ilk Türk müze yöneticisi olmasıyla ve müzeyi geliştirmesiyle gerekçelendirirler.
Günümüzde varlığını Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi olarak sürdüren Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi'nin de kurucusudur.
İlk Türk ressamlarından birisidir ve Türk resminde figürlü kompozisyon kullanan ilk ressam olarak tarihe geçmiştir.
Osman Bey'in çok yönlü yetişmesinde öncelikle ailesi rol oynamıştır. Babası Sadrazam İbrahim Ethem Paşa gibi kendisi de öğrenimini Avrupa’da görme fırsatı bulmuştur. Osmanlı'nın ilk maden mühendisi olan İbrahim Ethem, Sakızlı'daki bir isyanın bastırılmasından sonra devşirilen bir Rum çocuk olduğu söylenir. İstanbul'a getirildiğinde Kaptan’ı Derya Hüsrev Paşa tarafından alınıp yetiştirilmeye başlamıştır. Çocuğu olmayan Hüsrev Paşa, yanına aldığı çocukları çok iyi yetiştirmeye gayret etmiştir. 1829 yılında İbrahim Ethem henüz 9-10 yaşlarındayken Hüsrev Paşa tarafından Fransa’ya eğitim için gönderilen ilk çocuklar arasına katılır. İbrahim Ethem Hariciye Nazırlığı, Ticaret Nazırlığı, Valilik, Berlin Elçiliği, Viyana Elçiliği, Tanzimat Meclisi üyeliği, Encümeni Daniş üyeliği, Şurayı Devlet üyeliği ve Sadrazamlık yaptı, Sultan Abdülmecit’in Fransızca öğretmeni oldu. Pasteur’ün sınıf arkadaşı olduğu da rivayet edilir.
Sultan Abdülmecit’in Yağlıkçılar Kâhyası Hacı Mustafa Ağa’nın kızı Fatma Hanım ile evlenen İbrahim Ethem'in bu evlilikten dört çocuğundan en büyüğü olan Osman Hamdi Bey'in üç kardeşinin adları Halil Ethem, İsmail Galip, Abdullah ve Mustafa'dır. En küçük ve en az ünlü olan Mustafa Bey İstanbul Gümrük Müdürü olür.
Osman Bey'in kardeşi Halil Ethem Eldem (1861-1938) kimya okuduktan sonra felsefe doktorası yapmış, ardından müzecilik, Ser Askerlik Fabrikalar Nezareti Müşavirliği, Genel Kurmay Dairesi Tercüme Şubesi görevliliği, İstanbul Şehremini, Asar-ı Atika Müzeleri Müdürlüğü, Darülşafaka, Mülkiye Mektebi, Darü’l-Muallimin ve Darülfünun Tabiiye ve Jeoloji Öğretmenliği, Sanayi Nefise Mektebi Müdürlüğü, Tarih-i Osmani Encümeni Üyeliği, Maarif Vekaleti Türk Tarih Encümeni Üyeliği, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti Kurucu Üyeliği ve Asbaşkanlığı, TBMM IV.ve V. Dönem İstanbul Milletvekilliği ile IV. ve V. Dönem Kitaplık Encümeni Reisliği gibi çok çeşitli alanlarda faaliyet göstermiştir.
Diğer kardeşi İsmail Galip Bey (1848-1895), Türkiye'de nümizmatik bilimsel disiplininin kurucusu kabul edilir.
Kızı Nazlı Hamdi (1893–1958) bir Osmanlı diplomatı olan Esat Cemil ile evlenmiştir. Onların kızı Cenan Hamdi Sarç(1913-2012), İstanbul Üniversitesi rektörü Ömer Celal Sarç ile evlenmiştir.
Kardeşi İsmail Galip'in torunun oğlu Edhem Eldem, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nde öğretim üyelisidir, misafir öğretim üyesi olarak Berkeley, Harvard, École des Hautes Études en Sciences Sociales, École Pratique des Hautes Études ve École Normale Supérieure’de ders vermiş, Berlin’de Wissenschaftskolleg’de araştırmacı olarak bulunmuş ve çok sayıda bilimsel eser vermiştir.
30 Aralık 1842'de İstanbul'da dünyaya geldi. Ülkenin ilk maden mühendislerinden olan babası İbrahim Ethem Bey, 1877’de sadrazamlığa kadar yükselen bir devlet adamıydı. Ailenin ikisi kız altı çocuğundan en büyüğü Osman Hamdi’dir. Erkek kardeşlerinden Mustafa Bey İstanbul gümrük müdürü, İsmail Galip Bey Türkiye’de nümizmatik biliminin kurucularından biri, Halil Ethem Bey ise müzeci olmuştur.
Osman Hamdi, ilkokul öğreniminin ardından, 1856 yılında Maarif-i Adliye okuluna başladı. Daha 16 yaşındayken yaptığı kara kalem resimlerle çevresinin dikkatini çekti. Babası ile birlikte gittiği Viyana’da, müze ve sergilerle ilgilendi. Oğullarının yurt dışında öğrenim görmesini isteyen babası onu birkaç yıl sonra hukuk öğrenimi için Paris'e gönderdi. Paris’te kaldığı 12 yıl boyunca hukuk öğrenimini sürdürürken o dönemin ünlü ressamlarından olan Jean-Léon Gérôme ve Boulanger'in atölyelerinde çıraklık yaparak iyi bir resim eğitimi aldı. Onun Paris’te bulunduğu dönemde Osmanlı Devleti resim öğrenimi için Şeker Ahmet Paşa ve Süleyman Seyyid’i Paris’e göndermişti. Bu üç kişi, Türk resim sanatının ilk kuşağını oluşturdu. Osman Hamdi Bey, 1867 Paris Dünya Sergisi’ne bugün nerede oldukları bilinmeyen “Çingenelerin Molası”, “Pusuda Zeybek “ve “Zeybeğin Ölümü” adlı üç yapıtını gönderdi. Paris’te tanışıp evlendiği Marie adlı eşi ile 10 yıl evli kaldı, Fatma ve Hayriye adlı iki kızları oldu.
Yurda döndükten sonra devletin farklı kademelerinde görev aldı. İlk görevi Bağdat İli Yabancı İşler Müdürlüğü idi. Mithat Paşa’nın Bağdat’a vali olması nedeniyle geldiği bu şehrin çeşitli görünümlerini yansıtan tablolar yaptı, Bağdat tarihi ve arkeolojisi ile ilgilendi. O sırada vali Mithat Paşa’nın yardımcısı olan, geleceğin ünlü romancısı Ahmet Mithat Efendi ile tanışıp dost oldu.
İstanbul’a döndüğünde Saray Protokol Müdür Yardımcısı olan Osman Hamdi, bu sırada Viyana’da düzenlenen Uluslararası Sergi’ye komiser olarak katıldı. Viyana’da iken tanıştığı adı Marie olan bir başka Fransız hanımla ikinci evliliğini yaptı. Naile Hanım adını alan ikinci eşinden Melek, Leyla, Ethem, Nazlı adlı çocukları dünyaya geldi.
1875 yılında Kadıköy'ün ilk şehremini (belediye başkanı) olarak görevlendirildi ve bu görevi bir yıl sürdürdü.
Osmanlı-Rus Harbi’nden sonra devlet memurluğundan ayrılan Osman Hamdi Bey, 1881'de Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) müdürü Anton Dethier’in ölümü üzerine padişahın şahsi emri ile müze müdürlüğüne atandı.
1 Ocak 1882’de padişah II. Abdülhamit, tarafından bir başka göreve daha atandı. Türkiye’nin ilk güzel sanatlar okulu olan Sanayi-i Nefise Mektebi’nin müdürlüğü ile görevlendirilmişti. Okul binasını Mimar Vallaury ile birlikte tasarladı. Binanın inşası ve akademik kadronun kurulmasının ardından okulu 2 Mart 1883’te öğretime açtı.
Müze-i Hümayun müdürü olarak ilk işi eski eserlerin yurt dışına götürülmesini yasaklayan bir tüzük hazırlamaktı. Yürürlükte bulunan 1874 tarihli "“Asar-ı Atika Nizamnamesi""ni 1883 yılında yeniden düzenledi ve yürürlüğe soktu. Bu yeni düzenleme ile Batılı ülkelere Osmanlı topraklarından eski eser kaçırılmasını önledi.
Müze müdürlüğü sırasında ilk Türk bilimsel kazılarını başlatan Osman Hamdi Bey, Nemrut Dağı, Lagina (Muğla, Yatağan) ve Sayda (Lübnan)'da arkeolojik kazılar gerçekleştirdi. Sayda’da yaptığı kazılarda bulduğu antik eserler arasında arkeoloji dünyasının başyapıtlarından sayılan İskender Lahiti de bulunmaktadır. Söz konusu eserler, İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir. Osman Hamdi Bey, ona uluslararası ün getiren bu kazılarla ilgili olarak arkeolog Salomon Reinach ile birlikte “ Une necropole a Sidon (Sayda Kral Mezarlığı)” adlı bir kitap yazmış ve 1892’de Paris’te yayımlatmıştır.
Osman Hamdi Bey, yakın çevresini de çeşitli kazılarda görevlendirmişti. Oğlu Mimar Ethem Bey’in Tralles antik kentinde (Güzelhisar, Aydın) yaptığı kazılarda Antik Yunan tanrısı Artemis'e atfedilmiş bir tapınağın frizleri ile daha birçok eser ortaya çıkarıldı ve Müze-i Hümayun’a getirildi. Aydın’da Alabanda ve Sidamara antik kentlerindeki kazılarının başında kardeşi Halil Ethem Bey’i görevlendirdi. Müze memurlarından Makridi Bey, Rakka, Boğazköy, Alacahöyük, Akalan,Langaza, Rodos, Taşöz ve Notion kazılarını yürüttü.
Osman Hamdi Bey, kazılar neticesinde artan eserleri sergileyebilmek için yeni bir bina arayışına girdi. Eserler, Aya İrini’den sonra Çinili Köşk’e taşınmıştı ancak burası da yetersiz gelmekteydi. Devrin yöneticilerini ikna ederek bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzesi binasını inşa ettirdi. Üç aşamada tamamlanan müze binasının ilk kısmı 1899'da, ikinci kısmı 1903'de, üçüncü kısmı 1907 yılında ziyarete açıldı. Müzenin içinde fotoğrafhane, kütüphane, modelhane yaptırdı.
Müze-i Hümayun, arkeoloji ağırlıklı bir müze olmuştu. Koleksiyondaki silahlar ve askeri teçhizatlar Aya İrini’de bırakıldı ve ""Esliha-i Askeriye Müzesi"" adıyla düzenlendi. Bugünkü Askeri Müze’nin temeli olan bu yeni müze, 1908’de ziyarete açıldı. Osman Hamdi Bey’in İstanbul dışındaki kentlerde kurdurduğu eser depoları ilerde kurulacak bölge müzelerinin temeli oldu. Sanayi Nefise Mektebi öğrencilerinin eserlerini mektebin büyük salonunda toplayarak Güzel Sanatlar Müzesi’nin çekirdeğini oluşturmaya başladı. Tüm bu çabaları, onu çağdaş Türk müzeciliğinin kurucusu yapmıştır.
Osman Hamdi Bey, müzecilik ve arkeoloji çalışmalarını sürdürürken resim yapmayı hiç bırakmadı. Resimlerini genellikle Eskihisar, Gebze’deki evinde geçirdiği yaz aylarında yaptı. Türk resminde ilk kez figürlü kompozisyonu kullanan ressamdı. Resimlerinde okuyan, tartışan, özlemini duyduğu Türk aydın tipini ve dışarıya açılmış kadın imgesini ele aldı. Dekor olarak tarihi yapıları, aksesuar olarak tarihi eşyala |
rı kullandı. "Kaplumbağa Terbiyecisi" (1906), "Silah Taciri" (1908) Osman Hamdi’nin en ilgi çeken ve özgün eserlerindendir. Birçok resmi İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Londra, Liverpool ve Boston müzelerinde sergilenmektedir.
Sanatçı, 24 Şubat 1910 tarihinde Kuruçeşme’de(İstanbul) yalısında hayatını kaybetti. Ayasofya’da kılınan cenaze namazının ardından müzenin bulunduğu Çinili Köşk’e getirilen cenazesi, vasiyeti üzerine Eskihisar’a götürülerek defnedildi. Mezarının başına Bakanlar Kurulu kararıyla iki isimsiz Selçuklu taşı kondu. Sanatçının Eskihisar' daki köşkü 1987’den bu yana müze olarak hizmet verir.
Osman Hamdi Bey resmî web sitesi
Müntahabat-ı Eş'ar
Müntahabat-ı Eş'ar. İbrahim Şinasi şiirlerini bu eserde toplamıştır. Bu eserde çeşitli türlerde yazdığı şiirler yer almaktadır. Şiirleri şekil ve muhteva bakımından tamamen değişmiştir. Şiirde yenilik yapmaya Fransa'dan dönüşü ile başlamıştır. Mustafa Reşit Paşa'ya yazdığı ilk kaside eski kaside şeklinin tüm özelliğini taşıdığı halde sonraki kasidelerde; gerek şekil gerek muhteva bakımından çok fark vardır. Hayal ve acemane mübağalaları bırakmış, övüşlerinde klişe özelliklere değil, kişinin şahsiyetini ön plana çıkaran özellikler yer vermiştir. Dili yalınlaştırmak, şekli basite indirgemek için çaba sarfetmiştir. Ama denemenin yeniliğinden ve şair kişiliğinin yeterli olmayışından çalışmalardan fazla verim alınamamıştır.
Keban Barajı ve Hidroelektrik Santrali
Keban Barajı, Elâzığ ilinin Keban ilçesinde, Fırat Nehri üzerinde, 1965-1975 yılları arasında inşa edilmiş olan elektrik enerjisi üretimi amaçlı barajdır. Beton ağırlık ve kaya dolgu tipi olan barajın gövde hacmi 16.679.000 m³, akarsu yatağından yüksekliği 210,00 m, normal su kotunda göl hacmi 31.000,00 hm³ normal su kotunda göl alanı 675,00 km²'.
Keban Baraj Gölü bu özellikleriyle Türkiye’nin Atatürk Barajı'nın gölünden sonra en büyük yapay gölüdür. Doğal göllerle bir arada sıralandığında Van Gölü, Tuz Gölü ve Atatürk Baraj Gölü'nün ardından 4. sırada yer almaktadır. Baraj gölünün Murat Nehri Vadisi boyunca uzunluğu 125 km’dir. Genişliği yer yer değişmektedir. Keban baraj gölünde elektrik üretiminin yanı sıra su avcılığı yapılmakta ve balık üretimi de gerçekleştirilmektedir. Gölün etrafında Elâzığ ve çevre illerin halkının faydalandığı eğlence ve mesire yerleri mevcuttur. Üzerinden feribotla, Tunceli'nin Pertek ve Çemişgezek ilçelerine geçiş yapılabilen gölün, özellikle iskelelerinde ve Elâzığ-Bingöl karayolu üzerindeki sahilinde çok sayıda balık lokantası hizmet vermektedir.
Enerji açısından Türkiye’nin ilk dev yatırımlarındandır. 1965 yılında yapımına başlanılmıştır. 1974 yılında ilk 4 büyük türbini, 1981 yılında da diğer 4 türbini devreye girdi. Barajın toplam kurulu gücü 1330 Megawatt olup yıllık enerji üretimi 6 Milyar kWh dir. Kurulduğunda Türkiye’de üretilen elektriğin %20 sini tek başına karşılayan santral şu an tüketilen toplam elektriğin % 8’ini karşılamaktadır. Keban Barajı böylece 1950'lerde Hirfanlı Barajı ve Sarıyar Barajı'nda büyük baraj inşaatı tecrübesini kazanmış Türk mühendisliğinin ortaya koyduğu ilk dev baraj olup, gururu ve alnının akıdır.
Baraj mevkii Elâzığ'ın 45 km kuzeybatısında, Malatya'nın 65 km kuzeydoğusunda olup, Karasu ve Murat nehrinin birleştiği yerden 10 km daha aşağıda nehrin aktığı en dar boğazlarından birindedir. Karasu ile Murat nehirlerinin birleşmeleri ile meydana gelen Fırat nehrinin bu birleşme noktasından itibaren ilk uygun baraj yeridir.
Fırat nehri yılın muhtelif zamanlarında çok farklı bir akım düzenine sahiptir. Ortalama geçen su miktarı 635 m³/sn.'dir. Kış aylarında ortalama debi 200 ile 300 m³/sn. arasında değişir. Nehrin bir yıl içinde geçirdiği suyun % 70'i kar erime mevsiminde yani Mart ile Haziran ayları arasında geçer.
Tanen
Tanen, "tannik asit" (Fransızca: "tanin" - sepi maddesi) olarak da bilinir. Tanenler polifenolik bileşikler olup, kolza, bakla, çay ve sorgumda gibi bitkilerden elde edilen, açık sarı-kahverengi toz, pul ya da süngersi bir kütle halindeki biçimsiz (amorf) maddelere verilen addır.
Tanenler genellikle bitkilerin kök, odun, kabuk, yaprak ve meyvelerinde bulunur. Başlıca kullanım alanı olan dericilik ve boyacılık dışında tanenler şarap ve biranın berraklaştırılmasında, petrol kuyularındaki sondaj çamurunun akışkanlığının artırılmasında ve buhar kazanlarının çeperlerinde birikinti oluşumunun engellenmesinde kullanılır. Tıpta damarları ve mukozayı büzücü etkilerinden ötürü bademcik, farenjit, basur ve bazı deri hastalıkları ilaçlarının bileşimine girer.
Tanenler kimyasal açıdan, hidroliz olabilen tanenler ve kondanse tanenler olmak üzere iki ana grupta incelenir. Birinci grupta yer alan tanenler bir asit ya da enzim eşliğinde hidroliz olarak gallik asit, pirokateşik asit ve şeker gibi, suda çözünebilen bileşikler verir. Suda az, alkolle asetonda iyi çözünür. Hidroliz olabilen tanenlerin en iyi bilinen örneklerinden biri gallotanenlerdir. Çok daha geniş bir grup olan kondanse tanenler ise hidroliz olamazlar. Bunlar ısı karşısında kuvvetli asitlerle ya da bazı yükseltgeyici maddelerle "flobafen" denen koyu kırmızı renkli çözünmez bileşikler oluşturur.
Tanenler, aynca tripsin ile a-amilazların sindirimdeki aktivitesini, substratlarla kompleks teşkil ederek önlerler veya onlara bağlanarak protein ve nişasta sindiriminin aksamasına yol açarlar. Tanenler vitamin B ile de kompleks oluşturarak emilimini önlerler.
Tannik asit çayda vardır. Ticari ölçüde elde edildiği en mühim kaynak mazı meşesidir. Meşe palamudunda da bol miktarda bulunan tanenler aynı zamanda; antiseptik bileşiklerdir. Tannik asit, bitkinin sıcak suyla ekstrakte edilmesiyle (çayın demlenmesi gibi) suya çekilir. Bundan sonra çözelti buharlaştırmaya tabi tutulur ve katı halde tanen (veya tannik asit) elde edilir.
Sentetik tannik asitler egzama tedavisi kapsamında çeşitli preparatlar içinde bulunurlar.
Tanen, şarap içeriğindeki doğal koruyuculardan biridir. Şarabın rengini, yıllandırmaya uygunluğunu ve ağızda bıraktığı tadı etkilediği için şarapçılıkta önemli bir yer tutar. Şarap içeriğine, üzüm kabuğu, çekirdeği ve dallarının da üzümlerle birlikte fermante edilmesiyle veya şarabın meşe fıçılarda bekletilmesiyle katılır. Beyaz şarap üretiminde kabuksuz üzüm kullanıldığı için kırmızı şarap, genellikle daha yüksek tanen içerir. Tanenin şarabın tadına doğrudan bir etkisi yoktur fakat çeşitli proteinlerle etkileşime girmeye eğiliminden dolayı, ağızda kuruluk hissi yaratır ve şaraba acımsı bir tat verir. Tanen içeriği yüksek şaraplar, süt, süt ürünleri ve kırmızı et ile tüketimi yaygındır.
Film (fotoğrafçılık)
Film, fotoğrafçılık, sinema, röntgen ve radyografide görüntüyü tespit etmeye yarayan yarı saydam plastik şerit. Esasını bir plastik şerit üzerine emülsiyon halinde sürülüp kurutulmuş ince, ışığa duyarlı bir tabaka teşkil eder.
Fotoğrafçılığın başladığı ilk yıllarda, plastik şerit yerine cam kullanılırdı. Sonradan eğilip bükülebilen nitroselülozdan yapılmış filmler kullanılmaya başlandı. Fakat bunlar yanıcı olduğundan, terk edilip, yanıcı olmayan, esnekliğini uzun zaman muhafaza eden ve yıkama işlemleri sırasında boyutları değişmeyen asetilselüloz esaslı filmler yapıldı. Işığa duyarlı tabakayı meydana getiren emülsiyonun esasını, ışık görünce değişen gümüş tuzları (gümüş klorür, gümüş iyodür, gümüş bromür) teşkil eder. İlk zamanlar gümüş tuzları kolodyum denilen çözelti içine çöktürülerek plastik film şeridinin üzerine sürülürdü. Kolodyum kuruyunca, filmin banyo işlemini zorlaştırdığından, bunun yerine jelatin kullanılmaya başlandı. Gümüş tuzları jelatin içinde billur veya tanecikler halinde yayılmış haldedir. Jelatin çözeltisine, gümüş nitrat ve sodyum veya potasyum tuzlarını katmak suretiyle elde edilen emülsiyon, filmin üzerine bir yarıktan geçirilerek yayılır. Soğutulduğunda jelatin kuruyarak sertleşir. Meydana gelen kaplama tabakasının kalınlığı onda bir milimetre kadardır. Röntgen filmlerinin iki yüzü de kalın bir tabakayla kaplanır. Renkli fotoğraf filmleri kat kat değişik gayeleri için tabakalarla kaplanırlar. Eni ve boyu çok büyük olan film topları istenilen en ve boyda kesilerek makaralara sarılır. Sinema filmleri gibi kabın da kenarlarına delik açılır.
Film üzerindeki jelatinli tabakaya ışık düşünce burada bulunan gümüş tuzları, gümüşe veya tabakanın diğer maddeleriyle reaksiyona girebilen bir halojene dönüşür. Meydana gelen gümüş çok az olduğundan görüntü gizlidir.
Bu gizli görüntü developman işlemiyle belirgin hale getirilir. Bu işlemin temelini gümüş tuzlarını gümüşe dönüştüren kimyasal maddeler meydana getirir. Işık görmüş gümüş tuzları tanecikleri, bu kimyasal maddelerden daha çabuk etkilenerek gümüşe dönüşür. Işık görmemişler ise bu maddelerden etkilenmezler. Görüntüdeki ara tonlar, taneciklerin bir kısmının etkilenip, bir kısmının etkilenmemesinden ileri gelir. Görüntüler bu yüzden taneli bir yapıya sahiptir. Tanecikler ne kadar büyükse, resmin taneli yapısı da o kadar belirgin hale gelir. Ayrıntıları görüntülemek güçleşir.
Filmlerin duyarlılığını ölçmek için DIN ve ASA olmak üzere iki sistem kullanılır. Az duyarlı yavaş filmler küçük sayılarla, çok duyarlı hızlı filmler ise büyük sayılarla belirtilir. ASA sisteminde duyarlık iki katına çıkınca, sayı da iki katına çıkar. DIN sisteminde ise duyarlıktaki artış sayıya 3 eklenerek belirtilir.
Renkli filmlerde mavi, yeşil, kırmızı ışıklara duyarlı kat kat tabakalar bulunur. Diğer renkler bu tabakaların etkilenme derecelerine göre tespit edilirler. Bu tabakalarda gümüş tuzları yanında renk maddeleri de bulunur. Siyah-beyaz filmlerde görüntüyü gümüş meydana getirdiği halde, renkli filmlerde gümüş temizlenerek atılır. Görüntüyü ise developman işlemi için katılan kimyasal maddelerin yükseltgenmiş halinin renk maddeleriyle reaksiyona girmesi meydana getirir. Doğrudan pozitif görüntü veren renkli filmlerin yapısı aynıdır. Farklılık, banyo işlemlerinden ileri gelir.
Filmin kimyasal esası 1787'de Alman Johann Heinrich Schulze tarafından keşfedilmiştir. Schulze, tebeşir ve gümüş |
nitrat karışımını bir cam şişe üzerine sürmüş ve bir kısmını kapatarak güneşte bırakmıştır. Üstü kapanmayan kısmın güneş ışığı ile siyaha döndüğünü belirlemiştir.
1840'ta İngiliz William Henry Fox Talbot, gümüş iyot ile kaplanmış bir kâğıttan negatif ve pozitif kısımlar elde edileceğini göstermiştir. Yarım dakikalık bir ışıkta kalmadan sonra, negatif gallik asit ve gümüş nitratlı banyodan geçirilmekteydi. Işık görmeyen gümüş iyodun sodyum tiosulfat veya hipoya geçmesiyle resim tespit edilebiliyordu. 1847'de Fransız Niepce de Saint-Victor, ışığa hassas maddeleri toplayıp cama sürerek daha ileri gelişme sağladı. İngiliz Frederick Scott Archer, 1851'de kolodyum ve banyo için pirogallik asit kullandı. Kolodyumu kullanmadan hemen önce cama sürülmesi ve yaş olarak banyodan geçirilmesi önemli bir zorluk çıkarmaktaydı. Ancak bu yolla binlerce resim elde edilmiştir.
Modern film 1870'te jelatin emülsiyonun kullanılmasıyla başladı. Bu madde ışığa hassas gümüşü alta bağlıyor ve ışığa hassaslığı artırıyordu. Kullanımdan önce sürülebilmesi ve resmi negatifte uzun zaman tutup, banyoyu istenilen zamanda yapma imkânı vermesi çok büyük kolaylık sağlıyordu.
Keban (anlam ayrımı)
Filo
Filo (İtalyancadan), aynı hizmeti yapmaları için görevlendirilen ve bir kumanda altında bulunan gemi veya uçaklardan meydana gelen birliğin adı. Ticaret ve balıkçı gemilerinden meydana gelen birliklere de filo adı verilir. Hava Kuvvetlerinde uçakların cinsine ve yaptıkları görevlerine göre filolara isim verilir: Avcı filosu, av bombardıman filosu, keşif filosu, nakliye filosu gibi.
Eskiden yelkenli gemilerin kullanıldığı zamanlarda, fırkateynden daha küçük gemilerden meydana gelen gemi birliklerine de filo denirdi. Bugün bir milletin denizlerde gezdirdiği gemiler, taşıtlar ve ticaret araçlarının hepsine birden "ticaret filosu" adı verilmektedir.
Güzelçamlı, Kuşadası
Güzelçamlı, Aydın'ın Kuşadası ilçesine bağlı bir mahalle.
Sakarya Üniversitesi
Sakarya Üniversitesi, Türkiye'nin Sakarya ilinde bir devlet üniversitesi.
Sakarya Üniversitesi'nin temelini 1970 yılında açılan Sakarya Mühendislik ve Mimarlık Yüksekokulu oluşturur. 1971 yılında Sakarya Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi’ne dönüşen yüksekokul, 1982-1992 yılları arasında İstanbul Teknik Üniversitesi’ne bağlı bir fakülte olarak öğretime devam etmiştir.
3 Temmuz 1992 tarih ve 3837 Sayılı Kanun ile Sakarya Üniversitesi kurulmuştur .
Sakarya Üniversitesi’nde 17 fakülte, 5 enstitü, 3 yüksekokul ve 14 meslek yüksekokulu bulunmaktadır.
Prof. Dr. İsmail Çallı'nın rektörlüğü döneminde 2000 yılında uzaktan eğitim uygulamasına lisans programlarındaki bazı derslerin internet üzerinden verilmesiyle başlamıştır.
2001-2002 öğretim yılında Bilgi Yönetimi ve Bilgisayar Programcılığı ön lisans programlarına başlamıştır.
2004 yılında e-mba programına ve 2008 yılında Türkiye'de ilk olarak uzaktan eğitim lisans programına e-lisans Bilgisayar mühendisliği, Endüstri Mühendisliği ve İnsan Kaynakları alanlarında başlamıştır.
Sakarya Üniversitesi'nde akademik yıl iki yarı yıldan oluşmaktadır. Akademik yılın birinci dönemi Eylül ayının ortasında başlamakta ve Ocak ayının ortasında tamamlanmaktadır. İkinci dönem, Şubat ayının ortasında başlamakta ve Mayıs ayının sonunda sona ermektedir.
Öğrencileri, sportif ve kültürel etkinlikleri sergilemeleri için kampüste bulunan 2 adet spor salonu 1 adet açık spor tesisi, futbol sahalarından eğitim ve öğretim dönemi boyunca faydalanabilmektedirler.
Fotoperiyodizm
Fotoperiyodizm, bitkilerin günlerin uzunluğuna bağlı olarak gösterdiği gelişim.
Bitkilerin gelişim gösterdikleri evreye ise fotoperiyot denir. Fotoperiyot, bitkilerde büyüme, gelişme, çiçeklenme, yaprakların dökülmesi ve durgunluk döneminin başlaması gibi fizyolojik olayları etkilemektedir. Ayrıca gün uzunluğu bazı bitkilerin dünya üzerindeki yayılışını da belirler.
Gece ve gündüz uzunluğunun yıl içindeki çevrimi, bitkilerin büyümesini ve çiçeklenmesini doğrudan etkiler. Örneğin kısa gün bitkisi denen bazı bitkilerde, gecelerin kısalıp gündüzlerin uzadığı mevsimde yalnız kök, dal ve yapraklar geliştiği halde, gündüzler ya da ışık alma süresi belirli bir minumum altına düşüp geceler uzadığında ilk tomurcuklar belirir ve bitki hızla çiçeklenir. Oysa uzun gün bitkilerinde durum tam tersidir ve bitkinin çiçeklenmesi için karanlık dönemin ya da gecelerin kısa, gündüzlerin uzun olması gerekir. Bazı bitkilerde ise, gece-gündüz uzunluğu eşitlendiğinde çiçeklenme hızlanır.
Fotoperiyodizme göre 3 tür bitki vardır:
Tiroksin
Tiroksin veya T ; tiroid bezi tarafından salgılanan, tirozin aminoasitlerinden üretilen, iyot atomları içeren bir hormondur.
T, iki adet tirozin aminoasitine toplam 4 tane iyot atomunun bağlanmasıyla oluşur. Bazal metabolizma hızını arttırır, protein sentezine etki eder ve vücudun katekolaminlere (adrenalin vs.) olan duyarlılığını arttırır. Bazal metabolizma hızının artması, hücre reaksiyonlarının hızlanması, böylece daha hızlı ve yüksek oranda enerji açığa çıkması nedeniyle vücut ısısı yükselir. Soğuk iklimli bölgelerde yaşayan insan topluluklarının daha sıcak iklimde yaşayanlara oranla daha fazla T salgıladığı bilinmektedir.
Triiyodotironin
Triiyodotironin veya T; tiroid bezi tarafından salgılanan, iki adet tirozin aminoasitinden oluşan, iyot atomları içeren bir hormondur.
T, tiroid bezi tarafından salgılanan bir diğer hormon olan tiroksinden (T) sadece 1 adet daha az iyot atomu ihtiva eder. T'de, tirozin aminoasitlerine toplam 4 adet iyot atomu bağlıyken, T'de toplam 3 adet iyot atomu bağlıdır. T, tiroid hormonlarının hedefi olan hücrelerde, T'den 1 adet iyot atomunun çıkarılmasıyla oluşur; bu işlem özgün bir enzim olan deiyodinaz yardımıyla gerçekleşir.
T de biyolojik olarak aktiftir ama asıl işlevsel olan tiroid hormonunun T olduğu düşünülmektedir. Bazal metabolizma hızını arttırır, büyümeyi düzenler.
T3 çok güçlü bir hormondur ve insan vücudundaki, vücut ısısı, nabız ve gelişim dahil olmak üzere hemen hemen tüm işlevlere etkisi bulunmaktadır.
Fotodinamizm
Fotodinamizm, hayvanların derisindeki bazı maddelerin ışığın etkisiyle başka maddelere dönüşmesi.
Fotodinamizmle ortaya çıkan yeni bileşikler yararlı olabileceği gibi bazen deri hastalıklarına da yol açabilir. Fotodinamik ya da ışığa duyarlı maddeler ya derinin doğal bileşenidir ya da biyokimyasal süreçlerdeki kalıtsal bir eksikliğin sonucudur ya da böyle bir dönüşümde bu etkenlerin tümü rol oynamıştır.
Tiroid hormonu
Tiroid hormonları, tiroid bezi tarafından üretilen ve salgılanan tiroksin (T), triiyodotironin (T) ve kalsitonin hormonlarına verilen isim.
Kalsitonin, tiroid bezi tarafından üretilip, salgılansa ve "tiroid hormonları"ndan olsa da tiroksin ve triiyodotironin kadar sık bakılmadığı için, çoğu zaman "tiroid hormonları" ifadesi yalnızca tiroksin ve triiyodotironin için kullanılmaktadır.
Tosya
Tosya, Kastamonu ilinin bir ilçesidir.
Tosya Gaska, Hitit, Firigya, Kimmer, Lidya, İran, Roma, Bizans, Danişment, Çobanlar, Candarogulları Beyliği, Osmanlı, Moğol ve Selçuklu medeniyetleri sınırları içinde kalmış “Paflogonya” (Kastamonu) bölgesinin eski bir kazasıdır. Tosya halkının tarih içerisinde zaman zaman Orta Asya'dan Anadolu'nun diğer bölgelerine göç edip yerleşmiş Türkler olduğu belirlenmiştir.
Tosya, tarihi süreç içerisinde “Kuzeybatı Anadolu”’da önemli bir kültür ve ticaret merkezi olarak bilinmektedir. Tosya adı ilk defa Prehistorik dönemlerde “Zoaka”, Bizans İmparatorluğu döneminde “Doccia” olarak kullanılmış, Türk fethinden sonra da “Tukıya” adıyla kullanılagelmiştir. Tosya adını, Bizans döneminde kullanılan adı “Doceia”dan almıştır.
Tosya'nın kuruluş tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte arkeolojik kazılardan elde edilen bulgulara göre yaklaşık dört bin senelik bir geçmişe sahiptir. Bulunduğu bölgeye (doğuda Kızılırmak, batıda Bartın Çayı, güneyde Aydost Dağları'nın Kızılırmak ile birleştiği saha) MÖ 7. yüzyılda hüküm sürmüş Yunan hükümdarı "Homeros" döneminde “"Paflagonya"” denildiği bilinmektedir. Tosya adını Bizans İmparatorluğu döneminde kullanılan adı “Doceia”dan almıştır.
1830 (Rumî 1250) tarihli nüfus kayıtlarına göre bugünkü Tosya Kazası hudutları dahilinde Tosya ve Saz olmak üzere iki kazaya rastlanmaktadır. “Tosya”, Kastamonu vilayetine bağlı 30 mahalle 41 köy, “Saz” kazası ise Çorum'a bağlı 9 köyden ibaret olup, ilçenin yeri “Kuşçular” ve “Çakal köyü” arasında kaydedilmiştir.
1880 (Rumî 1300) tarihine ait kayıtlarda yalnız Tosya kazası görülmekte, Saz kazasından bahsedilmemektedir. Saz kazasına bağlı köylerin de Tosya kazasına bağlı olduğu görülmektedir. Bundan da Saz kazasının 1830 ile 1880 yılları arasında Tosya kazasına bağlandığı anlaşılmaktadır. Bu kayıtlarda, Tosya 16 mahalle ve 41 köyden oluşmaktadır.
1904 (Rumî 1320) yılından sonra “Yerkuyu köyü” Ilgaz kazasına, “Arak”, “Beygircioglu” ve “Ügüz” köyleri “Kargı kaza”sına bağlanmış; “Musa”, “Keçeli” köyleri “Taşköprü kaza”sından, “Gövdecik” ve “Bürük” köyleri Kastamonu vilayetinden Tosya kazasına geçmiş; bazı köy parçaları da müstakil köy haline gelmiştir.
“Ortalıca” ve “Karaköy” köyleri 1935 yıllarında “Kargı” kazasına, 1948 yılında da Kargı kazasından tekrar Tosya kazasına bağlanmıştır. Bugünkü durumda Tosya ilçesi 23 Mahalle, 52 köy ve 1 beldeden ibarettir.
Milli Mücadele yıllarında eli silah tutan Tosya’lılar cephede savaşırken geriye kalanlar cepheye silah ve mühimmat sevkiyatında bulunmuşlardır. Tosya, işgale uğramamış olmasına rağmen, Kuva-i Milliye’ye her türlü desteği sağlamış; Sakarya ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi savaşlarında resmi kayıtlara göre 310 şehit vermiştir.
Tosya, Batı Karadeniz bölümünde bulunur. tosya ovasının kuzey kenarında kuruludur. Kaynağını Ilgazlar'ın devamı olan Gevur Dağları'ndan alan, sonra Devrez Çayı'na katılan Kurudere'nin ovasına kuruludur. Güneyde en yüksek zirve 2065 m ile Köstepe, kuzeyde 2578 m ile Büyükhacettepe'dir.
Tosya Ovasını kuzeyden Ilgaz Dağları, güneyden Kös Dağları ve Geçmiş Dağları çevreler. Tosya Ovası Kuzey Anadolu Fayı |
nın Ilgaz ve Kös Dağları kenarında oluşturduğu çöküntü alanında bulunur.
Coğrafi olarak Karadeniz Bölgesi'nde bulunan Tosya'da Karadeniz'in ılımanlaştırıcı etkisi çok görülmez. Ilgaz Dağları ve Küre Dağları deniz etkisini kesmektedir. Tosya'nın yıllık ortalama sıcaklığı 11,2°C, en sıcak ay temmuz 21,6°C, en soğuk ay -0,2°C'dir. En fazla yağış 61,6 mm ile mayıs ayında düşer, en az yağış ise 17,8 mm ile ağustos ayında düşer. Toplam yıllık ortalama yağış 467 mm'dir. İklim Türkiye'de Karadeniz iklimi ile İç Anadolu Karasal iklim arasında geçiş tipidir.
Tosya'nın en büyük ekonomik gelir kaynağı olarak pirinç üretimi ilk sırada gelmektedir.
İlçede üretilen ahşap kapı pencere ve mobilyalar Türkiye’nin her yerine pazarlanmakta, ayrıca ihraç edilmektedir. İhraç ediliyor olması gelişmişliğinin belgesi durumundaki ağaç sanayinde 1500 işyeri ve 14 fabrika faaliyet göstermektedir. Ağaç sanayi, klasik ahşap kapı ve pencere yapımı yanında son yıllarda modern “Amerikan kapı” ve özellikle mutfak mobilyası alanında çok büyük gelişmeler sağlamıştır.
Bunların yanında yine Tosyaya özgü Tosya Kesesi, Tosya Kuşağı, Tosya Bıçkısı ve Tosya Telası ilçenin önemli geçim kaynaklarındandır.Ayrıca Türkiye tela üretiminin %70'ini karşılamaktadır.
Tosya Belediyespor 2010-2011 sezonunda Kastamonu Amatör Ligini birinicilikle bitirerek şampiyon olmuş, 2011-2012 sezonunda Bölgesel Amatör Lig'inde oynamaya hak kazanmıştır. Şu an Bölgesel Amatör Lig 6.Grupta mücadele etmektedir.
Bağ kültürü ve gümele Tosya halkı hayat tarzında önemli bir yer tutmaktadır. İlkbaharda bağlara göç eden Tosya halkı bütün yazı burada geçirmekte bu arada ürettiği taze sebze ve meyveleri de pazara getirip satmaktadır. Aynı zamanda turşu, reçel, pekmez, pelverde (marmelat) gibi kış yiyeceğini de hazırlamaktadır. Büyük şehirlere göç etmiş bulunan insanlarda yazları gelerek bağ evlerinde tatil yaparak dinlenmektedirler. Şehirleşmenin getirdiği problemlerden dolayı bağ turizmi giderek daha büyük önem kazanmaktadır. Tahir Musa Ceylan'ın Yarım Adamın Aşkları romanının küçük bir bölümü bu ilçede geçmektedir.
2012 Mart ayı verilerine göre ilçede 21 ilk öğretim okulu, 8 lise, bir anaokulu, çeşitli özel yurt ve dershaneler yer almaktadır. İlçedeki toplam 52 öğretim kurumundaki 323 derslikte 450 öğretmen 7163 öğrenciye eğitim vermektedir.
İlçe merkezinin üst tarafında yaklaşık 2 km dışında, 2010 yılında çevre düzenlemesi ile yeniden canlanmış bir mesire yeridir.
Tosya Merkeze 18 km, E23 karayoluna 8 km uzaklıktaki orman içinde doğal piknik alanıdır. Konaklama için 32 yataklı bir otel ve 2 adet ağaç ev bulunmaktadır.
Sekiler Köyü'ne 3 km, Tosya merkeze 25 km uzaklıkta bulunan bu şirin gölcük bir doğa harikasıdır. Göl çevresi çam ormanları ve piknik alanları ile kaplıdır. Gölün çok yakınında ayrıca bir gölet bulunmaktadır.
Tosya merkeze 25 km. uzaklıkta bulunan Çukurhan doğal piknik alanlarına ve ağaç evlere sahiptir. Orman İşletme Müdürlüğü 'ne bağlı yapıların çevresinde doğal sular, yeşil alanlar ve spor alanları bulunmaktadır.
Tosya merkeze 40 km. uzaklıkta olup, Ahmetoğlu Köyü sakinleri tarafından yakın zamana kadar yayla olarak kullanılmakta idi.
Referandum
Referandum ya da plebisit; anayasa değişikliği, yasaların kabulü gibi bazı önemli meselelerde halkın iradesini belirlemek amacıyla yapılan oylamadır. Referandumda halkın iradesi idareye doğrudan doğruya yansımakta olup doğrudan demokrasinin güzel bir örneğidir. Temsili demokraside ise, halkın seçtiği insanlar, halkın iradesini yansıtmaya çalışmaktadır. Ancak bu tür oylamalar, muhalefetin onayını almadan, popüler uygulamaları hayata geçirmekte kullanılabildiğinden, totaliter rejimlerde yönetimin isteklerini hukuka uydurmaya alet edilebilirler.
Plebisit genelde yasama organlarının biri tarafından halkın oylamasına sunulan bir sorudur. Plebisitlerde genellikle seçmene farklı seçenekler sunulmaz, sadece bir teklifin kabulü veya reddi oylanır. Bu nedenle plebisit bir şekilde "güven oylaması" manasını ihtiva ettiği için, günümüzde referanduma nazaran daha az kullanılır.
Referandum kelimesi genelde plebisit kelimesiyle beraber anılır. "Plebs", Eski Roma'da, ayrıcalıklı "patricii"ler dışında kalan kalabalık halk sınıfına verilen isimdir. Plebs meclislerinin aldığı karar anlamında olan Latince "plebiscitum" sözünden gelir. Referandum ise Latince "referre" (geri getirmek) kökünden gelir.
Bazı antik toplumlarda vatandaşlık hakkına sahip bir kısım halk, gerçek bir hükümet ve yasama organı gibi toplanırdı. Bugün ise bazı İsviçre kantonlarında ve bir kısım Amerikan kominlerinde, yılda bir defa toplanan halk genel kurulunun görevi, sadece yöneticileri denetlemek ve tekliflerini bildirmektir.
Doğrudan demokrasinin fiilen uygulanmasındaki güçlük sebebiyle temsili demokrasi sistemine gidilmiştir. Bu sistemin de mahzurlarını gidermek ve doğrudan demokrasi sistemine yaklaşmak için, yarı doğrudan demokrasi sistemine gidilmiştir. Referandum bunlardan birisidir. Yarı doğrudan demokrasi denilen, halkın yönetime katılmasının bu şeklinde ise; seçmenlerin görevi, sadece temsilciler seçmek değildir. Seçmenler, gerek anayasa yapma ve gerekse yasama yetkisine oylarıyla katılırlar.
Hazırlanmakta olan bir kanunun kabulüne veya bir kanun teklifine halkın katılması iki şekilde olur:
Meclisin hazırlamış olduğu kanun, yürürlüğe girmeden önce halka sunulur. Seçmenler, hazırladıkları bir dilekçe ile kanunun karşısında yeterli sayıda imza toplayabilirse, kanunun tasdiki veya yürürlükten kaldırılması hususunda halkın reyine başvurulur. Karşı oylar yetersiz kalırsa kanun, referandumla tasdiklenmiş sayılır. Karşı oylar fazla gelirse, kanun yürürlükten kalkmış olur. 1789 Fransız ihtilali sonucu Fransa'da uygulanan bu sistem, bugün bazı Amerikan eyalet anayasalarında yer alır. Buna halkın tasdiki veya halk vetosu denir. Bazen de, Alman Weimar Anayasasında olduğu gibi; devlet başkanı dilerse, herhangi bir kanunu tasdik etmeden önce, bir defa da halkın oyuna gerek duyabilir.
Anayasaların, yeni hazırlanmalarından sonra veya önemli değişikliklerde referandumla halkın oyuna başvurulur. Türkiye'de, Fransa'da ve İsviçre'de yeni anayasaların kabulü bu şekilde olmuştur. Buna "Anayasa Referandumu" denir.
Kanunların halkın referandumuna sunulması usulü ABD ve İsviçre'de temel bir prensip olarak kabul edilmiştir. Bugüne kadar referanduma sunulmuş dünya anayasaları içinde sadece 1946 Fransız Anayasası halk tarafından birinci oylamada reddedilmiştir. Bu anayasa ikinci referandumda kabul edilmiştir.
Kalsitonin
Kalsitonin 32 amino asitlik tek bir polipeptitten oluşan, insan vücudunda tiroid bezinin crista neuralis kökenli C hücreleri tarafından üretilen bir hormondur. Hayvanlarda genelde ultimobrankial cisimde üretilir. Kalsitonin kandaki kalsiyum oranını düşürür.
Kalsitonin salgısı "hiperkalsemi" (kandaki kalsiyum oranının anormal biçimde yükselmesi) ile uyarılır ve kalsitonin salgısı artar, "hipokalsemi" (kandaki kalsiyum oranının düşmesi) ile ise inhibe olur (engellenir) ve kalsitonin salgısı azalır.
Kalsitonin hormonu kemik dokusuna etki eder. Kemik hücrelerine bağlandığında hücrelerin membranı (hücre zarı) üzerine bulunan kanallardan kemiğe kalsiyum iyonunun (Ca) geçişi hızlanır. Böylece kandaki kalsiyum seviyesi düşerken kemikteki kalsiyum seviyesi artar, bunun sonucu olarak da, kemikte sertleşme meydana gelir - kemik güçlenir. Ayrıca, kalsitonin böbreklerdeki kalsiyum reabsorpsiyonunu (yeniden emilimini) ve bağırsaklardaki kalsiyum absorpsiyonunu (emilimini) düşürür.
Kaizen
Kaizen, belirli bir zaman diliminde müşteri memnuniyetinin arttırılması ve rekabet güçlerinin etkilenmesi amacıyla süreçlere yönelik, çalışan, süreç, zaman ve teknolojide yavaş yavaş; fakat çok sayıda hızlı bir gelişme sağlamayı ve maliyetlerde bir düşmeyi ifade eden bir kavramdır. Japonca bir birleşik sözcük olan "kaizen"i oluşturan sözcüklerden "kai" değişim, "zen" ise daha iyi anlamına gelmektedir.
Kaizen’in uygulanması 2 ile 5 gün sürebilen, özel olarak oluşturulmuş fonksiyonel bir takım tarafından iyileştirmeleri belli bir sürece veya iş planına uygulamasına dayanır.
İmalatta uygulandığında iyi sonuçlar verebilen Kaizen, hizmet veya teknik alanlarda da uygulanabilmektedir.
Kaizen, sürekli iyileştirmedir. Kaizen("Sürekli İyileştirme"), sonuçlardan ziyade süreçlere yöneliktir. Çünkü, eğer sonuçlar iyileştirilmek isteniyorsa bu sonuçları ortaya çıkaran süreçler iyileştirilmelidir. Kaizen "çalışan boyutunda", insanın kaynak olarak görülmesini, işletmenin dışında da bu kaynaklara yönelinmesini eğitim, yetiştirme, gelişmeye önem verip uygulamaya girişilmesini ekip oluşturmayı ve çalışanları yalnızca performansları sonucunda ortaya koydukları sonuçlar nedeniyle değil, gelişme sürecindeki katkıları nedeniyle de ödüllendiren bir sistemdir. "Süreç boyutunda" ise, süreçlerin korunmasını, düzeltici önlemler alınmasını ve süreçlerin iyileştirilmesini; "zaman boyutunda", pazardaki değişmelere, gelişmelere hızlı cevap verebilme, hızla yenilik yapma ürün çeşitliliği vb. maliyetleri düşürerek geliştirme ve böylece faaliyetlerin daha kısa sürede yapılmasını hedeflemektedir. "Teknoloji boyutunda" ise, maliyetleri düşürme, teknolojileri birbirine dönüştürme, basitleştirme vb. uygulamalar ile gerçekleştirilmektedir. Kaizen’in faydalarını ve gerekliliklerini öğrenmeden önce onun işyeri yönetim felsefesine uygunluğunu görmek için,firmaların ve organizasyonların benimsemeleri gereken yalın düşünce’nin önemi kavranmalıdır. Kaizen’in amaçlarından biri de işi birinci elden görenlerin herhangi bir sorunla karşılaştığında çözebilmelerini sağlayabilecek düşünce yapıları oluşturmaktır.Böylece organizasyona PUKÖ(Planla-Uygula-Kontrol et-Ölç) analizi ile çözüm yöntemleri gösterilir. İyi uygulanmış bir Kaizen tahmin bile edilemeyecek bir hızda ve büyüklükte faydalar getirebilir.
Her zaman, her kademede bütün nesnelere yapılacak olan sürekli iyileştirme çalışmalarıdır. Sürekli iyileştirmeler kalite çemberleri, takım çalışmaları, otomasyon ve işçi-üst yönetim işbirliği stratejileriyle elde edileb |
ilir. Şirkette çalışan her işçi kaizenden sorumludur. Sürekli iyileştirmelerin tam anlamıyla yapılabilmesi için iş yerindeki her kademelere gereken sorular sorulur, formlar doldurtulur ve onların fikirleri öğrenilir. Bunlardan elde edilen veriler sonucunda da iyileştirmeler yapılır. Geri beslemelerle süreç sürekli hale getirilir.
PUKÖ analizinde de P harfinden belirtildiği gibi Planlama adımında Kaizen için gerekli kaynakların tanımlanmasına, hedeflerin belirlenmesine ve tanıtımların programlandırılmasına karar verilir.Planlama adımı uygulamaya başlamadan en az dört hafta önce tasarlanmaya başlanmalıdır.Genellikle Kaizen’le ilgili tecrübesi olmayanlara altı haftalık planlama çevrimleri tavsiye edilse de bu konuda tecrübesi olan ve güçlü bir Kaizen takımı olan organizasyonlar dört haftadan kısa bir sürede de planlama yapabilmektedir.
Kısa Tanıtımlar
Kaizen metodolojisinin uygulanma süreci boyunca Kaizen takımı tarafından değiştirilmesi istenen bölüme yapılan kısa tanıtımlar her gün sonunda yapılabileceği gibi günde birkaç seferde yapılabilir.Bu tanıtımlar takım üzerinde inanılması güç bir olumlu etki bırakır.Takım bu sayede kendisini ölçebilmekte,yeterliliğini sorguluyabilmekte,mevcut bulgularını tartışıp gelecekle ilgili düşüncelerini geliştirebilmektedir.
Uygulama için seçkin kişilerden oluşan Kaizen takımı görevinin ilk gününde yeni bir işe başlıyormuş gibi kendini olaya uzak hissedebilir.Takım üyelerinin tanışmamış olmasının da vermiş olduğu bu hissiyat rollerinin tam olarak bildirilmemesi ile artabilmektedir. Burada takım liderine önemli görevler düşmektedir.Başarılı bir uygulama için başlangıç önemlidir.Takım lideri saygınlığı ile takıma etkisini ve değişikliklerdeki gücünü sözlü olarak ifade etmelidir.Organizasyonların olgunluğu ile lidere başlangıçta duyulan saygı ters orantılıdır.Kaizen bir organizasyona uyglanması istenildiğinde düzenli toplantılar yapılır ve bu toplantılar birkaç saat sürebileceği gibi günlerce sürebilmektedir.Uygulanacak alan şirketin herhangi bir bölümü olabileceği gibi tüm organizasyonu müşterileri ve tedarikçileri de içine alacak şekilde kapsayabilmektedir.
Ayrıca başlangıç toplantısında olayın sponsoru ve en önemli katma değere sahip olan sürecin elemanları hazır bulunmalıdır.Büyük kurumlarda CEO veya eş mevkideki çalışanların başlangıçta olaydan söz etmeleri takım üzerinde pozitif etki bırakmaktadır.
Kaizen olayına aşina olmayan takım üyeleri eğer süreçte bir disiplinsizlik var ise Kaizen Emirleri’ni küçümseyebilmektedirler.Fakat daha sonra bu şartların değerinin farkına varmakta ve onları araştırmaya koyulmaktadırlar.
Kaizen uygulamasına başlanılmadan önce Takım üyelerinin kendilerine güveninin tam olduğundan emin olunmalıdır.Takım üyelerine verilen bu önem Kaizen’in temelinde lider tabanlı bir değişimden ziyade ekip ruhuyla seçilen sürecin değişimini gerçekleştirmektir. Lider, takımının kendisine olan güveninin ancak kendisine yöneltilen soruların başlamasıyla oluştuğunu anlayabilir,sadece güvenilen ve yakınlık duyulan önderlere samimi soruların yönlendirildiği açıktır.
Etkili bir süreç iyileştirmesi iyi planlanmış bir geziye çok benzer.Süreç analizi yapmak için yola koyulan Kaizen ekibi’ni başlangıç ve bitiş noktalarını belirlemekten daha fazla görevler beklemektedir.Başarılan her ilerleme kaydedilmeli ve belgelenmelidir.Mevcut durumu belgelemek takımın süreç hakkındaki farkındalığını azımsanmayacak derecede iyileştirir.Durumu kaydetmenin faydaları şöyle sıralanabilir;
Uygulama yürütülürken yapılması gereken ana başlıklardan birisi de “İsrafın Tanımı ve Kök Analizi ” adımıdır.Bu adımda tüm süreçler incelenir,incelenen işlemle ilgisi olan süreçlere daha fazla önem atfedilerek katma değerli ve katma değersiz süreç analizleri yapılır.Katma değersiz süreç müşteriye ulaşan ürüne herhangi bir değer katmadığından dolayı analistler tarafından elenmesi uygun görülmektedir.Bu adımların diğer adımlara zarar vermeyecek şekilde düzenlenerek elenmesi işletmeye neredeyse her zaman kazanılan zaman,insan bazında faydalı olmaktadır.
Kaizen metodolojisi, süreç analizlerini yaparken bir kısım matematiksel ifadeleri de beraberinde getirir.Bu sayede projeyi hazırlayacak, uygulayacak, onaylayacak kişilerin Kaizen süreci boyunca daha isabetli kararlar aldığı gözlenecektir.Kaizen,ürün için gerekli hammaddelerin satın alınmasından müşteriye ulaştırılıncaya kadar olan süreci ilgi kapsamına alır ve iyileştirmeyi tüm süreç boyunca gerçekleştirir.
Metrik ifadesi Kaizen kavramına ait bir tanımdır ve bir takım hesaplar içerir.Ürünün hazırlanmasına kadar geçen her işlem incelenir ve departmanına göre ayrılır(Malzeme,Finans,Yöneticiler).İlişki haritası çıkartılan adımlar Katma değerli-değersiz ayrımı yapıldıktan sonra işlem süresi belirtilir.
Tüm işlem süreleri tüm adımlar eklendikten sonra belirlenir ve müşteri çevrim süresi ile her adımda kıyaslanır,bu sayede Pareto Analizi’ne benzer şekilde en verimsiz adım duruma göre elenmeye veya değiştirilmeye çalışılır.
%KDY=100*Katma Değerli Adım Sayısı/Adım sayısı
Bu yüzde belirlendikten sonra arttırılmaya çalışılır.
Kaizen takımının ana hedefi sadece israfın elenmesi değildir, israfın kök sebebinin ortadan kaldırılmasıdır.Toplam Kalite Yönetimi veya Altı Sigma gibi kavramlara aşina olanlar kök analizi ile benzer kavramlara rastlayacaklardır.Temel araçlar şunlardır;
Tüm analizler önceki adımlarda tam anlamıyla gerçekleştirildikten sonra bu adıma geçilebilir.Analiz ve tanımlama adımlarında yapılacak herhangi bir eksiklik durumu eskisinden daha da kötüye götürebileceğinden dikkatli olunmalıdır.Burada öncelikle yapılacak olan takımın daha kolay biçimde fikir alışverişine imkan vermek ve önerilen fikirleri etkili bir biçimde uygulayabilmek için inovasyon kelimesinin önündeki engelleri kaldırmak ve Kaizen iyileştirme sürecine dahil olan herkesi önerilerin kolay uygulanabilirliğine ikna etmek gerekmektedir.
Beyin fırtınası için şu adımları izlemek süreci hızlandıracaktır;
Burada üçüncü adım en kritik adım olarak da kendini göstermektedir, sadece bu adımda belirlenecek fikirler uygulamada rol oynayabilir.Dolayısıyla fikirlerin hangi değerlerin baz alınarak görüşüleceği önemlidir ve burada birkaç öneri Kaizen takımını işini kolaylaştırabilir;
Kaizen kapsamında geliştirilen bu fikirlerin öncelik sıraları oluşturulur.Uygulamaya konulmadan önce önemli bir adım daha vardır.Bu da iki boyutlu olarak beklenti-zorluk grafiğinin oluşturulmasıdır. Bu iki kriterden en yüksek puanı alan öneriler uygulamaya konulur.Böylece öneriler, ancak birçok aşamadan geçirildikten sonra firmaya gereken beklentiyi verecek şekilde uygulamaya konulabilir.
Aşağıda gösterilen şekil,Kaizen takımı tarafından üretilen fikirlerin zorluk-fayda kriterlerine göre sınıflandırılmış halidir.Bu şekle göre yerleştirilmiş fikirler duyanlara ilginç gelebilecek biçimde elenir.Öncelikle Kolaylık(y) eksenin ortasından x eksenini tam ortadan kesen çizgisinin üst ucuna kadar çeyrek çember çizilir,ve bu yarım çizgi arttırılırak iki sefer daha arttırılır.Böylece çember sınırında kalan fikirler eşdeğer olarak sınıflandırılabilir.
Aşağıda Kaizen sürecinin şirketlere uygulanmasına dayalı örnek bir uygulama süreci geliştirilmiştir.
1.Gün
2.Gün
3.Gün
4.Gün
Kaizen'in sorunlara yaklaşımı "Hoş Geldiniz Problemler" şeklindedir. Çünkü;
Kaizenin birden fazla amacı vardır
Ana hedefleri arasında yüksek müşteri memnuniyeti yer almaktadır, çünkü müşteri edinmek müşteri tutmaktan daha pahalıdır. Müşteri memnuniyetini sağlamak için, üç faktör öne çıkmaktadır:
Kaizen destekleyicileri mevcut bir durumun her zaman daha fazla gelişebileceğine ve bunu için çalışmalara hep devam etmek gerektiğini savunmaktadırlar.
Ayrica personel alanındada değişimler gerekmekte. Böylece çalışanların taahütleri sürekli eğitimle garantilenmeli ve her çalışanın değişiklikler konusunda söz hakki olacak şekilde, iç hiyerarşileri ayarlanıması gerekmektedir.
Kaizen felsefesi bir şirketin tüm bölümlerinin daha iyi bir çalışma ortamı yaratmak amacıyla sürekli bir çaba göstermeleri gerektiğini savunuyor. Bunu da süreç iyileştirmeleri ve en iyi kalitede ürünler sağlayarak garantiliyor. Her alanda sürekli iyileştirme yapmak gerekiyor.
Sürekli iyileştirmenin temelinde; uygulama, geliştirme ve standartlaştırma işlemleri yatmaktadır. Klasik gelişim anlayışı ile yenileşmede ise başkalaşım vardır. Bu daha çok Batılı yaklaşımların düştüğü yanılgının temelini oluşturur. Kaizen felsefesindeki üstünlüğü oluşturan temel öğe insandır. İnsana verdiği önem yanında, birikimlerin değerlendirilerek iyileşme sürecinin geliştirilmesidir.
Kaizen uygulamaları,proje tamamlandıktan sonra sona ermez,çünkü bir defa uygulanıp sonra eren bir olay değildir.İyileştirmeye yönelik esaslı bir yaklaşımdır ve firmanın ömür boyunca devam etmelidir.İlk Kaizen uygulaması gerçekleştirildikten ve otuz günlük hedefler,ödevler atandıktan kısa bir süre sonra yeni bir toplantı gerçekleştirilmelidir.
5S uygulaması birçok Kaizen uygulaması örneğinin bir parçası olarak yerini almıştır.Standart işin ve görsel yönetimin devamı için 5S uygulamasına önem vermek gerekmektedir.
Kartal (anlam ayrımı)
Kartal şu anlamlara gelebilir:
Kapuz
Kapuz, Muğla ilinin Ula ilçesi sınırları içerisinde bir kanyonun yöresel adıdır. Kırkurgan olarak da isimlendirilir. Rivayete göre kırk urgan birbirine bağlanmış ancak kanyonun dibine ulaşmamıştır.
Adapınar, Ceyhan
Adapınar, Adana ilinin Ceyhan ilçesine bağlı bir mahalledir.
Mahallenin adı, 1928 yılına ait Türkçe kaynaklarda Karamezar olarak geçmektedir. Günümüzde ise Adapınar ismiyle köy statüsünü sürdürmektedir.
Adana il merkezine 52 km, Ceyhan ilçesine 16 km uzaklıktadır.
Cemal Tural
Ahmet Cemal Tural, (1905, Erzincan – 17 Aralık 1981, İstanbul) Türk asker ve siyasetçi. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 13. Genelkurmay Başkanı'dır.
İlk olarak 1923 yılında Kuleli Askeri Lisesi'nden, 1925 yılında asteğmen rütbesi ile Kara Harp Okulu'ndan mezun oldu. 1930 yılına kadar Meclis Muhafız Takım Komutanlığı yaptı. 1930 yılında girdiği Harp Akademisi'ni |
1933 yılında bitirerek kurmay oldu. 1954 yılına kadar çeşitli karargâh ve birliklerde görev yaptı.
Tuğgeneral rütnesine 1954 yılında, tümgeneral rütbesine 1956 yılında, korgeneral rütbesine 1959 yılında ve orgeneral rütbesine 1961 yılında terfi etti. Tuğgeneral rütbesi ile 57. Tümen Komutanlığı ve 1. Ordu Kurmay Başkanlığı, Tümgeneral rütbesi ile Genelkurmay Harekât Başkan Yardımcılığı, Genelkurmay Plan Harekât Daire Başkanlığı ve 66. Tümen Komutanlığı , Korgeneral rütbesi ile 2. ve 7. Kolordu Komutanlığı ve 1. Ordu Komutan Vekilliği görevlerinde bulundu. Orgeneral rütbesinde 2. Ordu Komutanı iken, 22 Ağustos 1964 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na, 16 Mart 1966 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı'na atandı.
16 Mart 1969 tarihinde atandığı Yüksek Askerî Şûra üyeliği görevinden 16 Ağustos 1969 tarihinde emekli oldu.
Emekliye ayrıldıktan sonra siyasete atıldı. 1973 yılında Millet Partisi genel başkanlığına seçildiyse de, kısa süren bu görevden 1974 yılında istifa etti.
İbrahim Akın
İbrahim Akın (d. 4 Ocak 1984, İzmir), Sol açık pozisyonunda görev yapan Türk millî futbolcudur. 3. Lig ekiplerinden Altay'da forma giymektedir. Eski Göztepe kalecisi Erdoğan Akın'ın oğludur.
Futbola 1996 senesinde, Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü’nde başladı. 3 sene orada oynadıktan sonra Altay’ın alt yapısına transfer oldu. Altay'da 3 sezon oynadı. Beşiktaş'ta 74 lig maçına çıktı, 35'ine ilk 11'de başlamıştır ve 13 gol atmıştır. 2007-2008 sezon arasında İstanbul Büyükşehir Belediyespor'a transfer oldu. Takımıyla Türkiye Kupası'nda final oynadı.
Gaziantepspor kulübünün resmî sitesinden yaptığı açıklamaya göre 2011-12 sezonunun ara transfer döneminde İbrahim Akın ile 3.5 sezonluğuna anlaşıldığı açıklanmıştır. Burada 2sezonda 35 maça çıkıp 3 gol atan Akın'ın, 2014-15 devre arasında sözleşmesi feshedilirken İbrahim, eski hocası Sergen Yalçın'ın takımı Sivasspor'a transfer oldu.Sivasta 1.5 sezon geçirip 3 gol atan İbrahim Akın 2016-2017 transfer döneminin son gününde altyapısından çıktığı Altay'a geri döndü
9 kez Türkiye A millî takımı formasını giymiştir. En son 2006 senesinde A millî takıma davet edilmesine rağmen son zamanlar sergilediği istikrarlı performansıyla dört sene aradan sonra 17 Kasım 2010 tarihinde Hollanda ile oynanacak hazırlık maçı için Türkiye A millî takımına davet edilmiştir.
İbrahim Akın, 12 Temmuz 2011'de "Şike yapmak" suçlamasıyla gözaltına alındı. Savcılık tarafından ifadesi alınan Akın, tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildi. Çıkarıldığı mahkemece tutuklandı. Yaklaşık 5 ay Metris Cezaevinde tutuklu kaldıktan sonra Sporda Şiddet ve Düzensizliği Önleme Yasası'nda yapılan değişiklikten sonra tahliye edildi.
İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi, 2 Temmuz 2012 tarihinde İbrahim Akın'ın "Şike yapmak" suçunu işlediğine hükmetti. Mahkeme ayrıca İbrahim Akın hakkında "Spor kulüplerinde ve federasyonlarda görev yapmaktan yasaklama" ve "Stadyumlara giriş yasağı" kararları verdi.
Yaklaşık 1 yıl 7 ay hapis cezası ile cezalandırılan İbrahim Akın, kararı temyiz etti.
Ayrıca İbrahim Akın Türkiye Futbol Federasyonu tarafından yapılan sportif yargılamada "Müsabaka sonucunu etkilemeye teşebbüs" gerekçesiyle 2 yıl müsabakalardan men cezası ile cezalandırıldı. Kasım 2013'te cezasını tamamlamıştır ve profesyonel futbolculuk yapmaya devam etmektedir.
17 Ocak 2014 tarihinde Yargıtay 5. Ceza Dairesi, hakkındaki mahkeme hükmünü bozmuştur.
Hipokrat Yemini
Hipokrat Yemini (ya da Hipokrat Andı), hekimlerin ve diğer sağlık çalışanlarının mesleklerini onurla uygulayacaklarına dair tarih boyunca ettikleri yemindir. Antik çağda yaşamış ve Batı tıbbının kurucusu olduğu kabul edilen Hipokrat (Hippokrates) ya da onun öğrencilerinden birisi tarafından yazıldığı kabul edilir.
Ragıp Gümüşpala
Ragıp Gümüşpala (d. 1897, Edirne – ö. 6 Haziran 1964, İstanbul), Türk asker ve siyasetçi. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 11. Genelkurmay Başkanı'dır.
Edirne Lisesi'nde öğrenci iken Talimgâha çıktı ve 1917 yılında asteğmen rütbesine terfi etti. 63. Alay 12. Bölük Komutan Vekili iken, 2 Ekim 1918 tarihinde Sina ve Filistin Cephesi'nde Nablus Muharebesi sırasında İngilizlere esir düştü. 6 Ekim 1920 tarihine kadar esarette kaldı. Esaret dönüşü İstanbul'dan Ankara'ya geçerek 13 Aralık 1920 tarihinde İstiklal Savaşı'na katıldı. Millî Mücadele'ye katkılarından dolayı Kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası ile taltif edildi. Takım ve Bölük Komutanlığı görevlerinde bulunduktan sonra 1931 yılında girdiği Harp Akademisi'ni aynı yıl bitirerek kurmay subay oldu.
Çeşitli karargâh ve birliklerde görev yaptıktan sonra 1948 yılında tuğgeneral, 1951 yılında tümgeneral, 1955 yılında korgeneral ve 1959 yılında orgeneral rütbesine terfi etti. Tuğgeneral rütbesi ile 65. Tümen Piyade Tugay Komutanlığı, Motorlu Birlikler Okul Komutanlığı, 9. Tümen Komutan Yardımcılığı ve 3. Ordu Kurmay Başkanlığı, Tümgeneral rütbesi ile 65. Tümen Komutanlığı ve 2. Kolordu Komutan Vekilliği, Korgeneral rütbesi ile 7. Kolordu Komutanlığı ve 3. Ordu Komutan Vekilliği görevlerinde bulundu.
1960 yılında orgeneral rütbesinde 3. Ordu Komutanı iken 27 Mayıs Darbesi oldu. Ankara'da darbe yapan Millî Birlik Komitesi'ne liderlerinin kim olduğunu sordu ve eğer liderleri kendisinden daha kıdemli bir orgeneral değilse emrindeki 3. Ordu ile Ankara'ya yürüyüp isyana son vereceğini bildirdi. Bunun üzerine cuntacılar, emekli orgeneral Cemal Gürsel'i askeri uçakla İzmir'den Ankara'ya getirip, darbenin en kıdemlisi olan tümgeneral Cemal Madanoğlu'nun yerine lider gösterdiler. 3 Haziran 1960 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı'na atandı. 2 Ağustos 1960 tarihinde, daha sonra Emekli İnkılap Subaylar Derneği'ni (EMİNSU) oluşturacak olan yaklaşık 5000 subayla birlikte Millî Birlik Komitesi tarafından re'sen emekliye sevk edildi.
Askerlik sonrası siyasete girdi. 29 Eylül 1960 tarihinde Demokrat Parti'nin (DP) kapatılmasından sonra, bu partinin seçmen kitlesini toplayacak bir siyasal partinin kurulması çalışmalarına katıldı. 11 Şubat 1961 tarihinde kurulan Adalet Partisi'nin (AP) ilk genel başkanlığına seçildi. Bu partinin ilk genel başkanı olarak 1961 genel seçimleri'nde İzmir milletvekili seçildi. 20 Kasım 1961 tarihinde İsmet İnönü başkanlığında kurulan CHP-AP koalisyon hükümetinde görev almadı. 1962 yılında toplanan AP I. Kongresi'nde yeniden genel başkan seçildi.
6 Haziran 1964 tarihinde İstanbul'da vefat etti. Kabri Zincirlikuyu Mezarlığı'ndadır. Evli ve altı çocuk babasıydı.
Ölümünden sonra AP genel başkanlığına Süleyman Demirel seçildi. DP'nin devamı olarak algılanan AP, 1965 seçimlerinde %52 oy oranıyla tek başına iktidara geldi.
Türkiye'nin coğrafi bölgeleri
Türkiye'nin coğrafi bölgeleri, 6 Haziran - 21 Haziran 1941 tarihleri arasında Ankara'da toplanan Birinci Coğrafya Kongresi tarafından belirlenmiştir. Kongre ilk, orta ve lise müfredat programları ile okul kitapları, coğrafya terimleri ve coğrafî isimlerin yazılması, Türkiye Coğrafyası'nın ana hatları ve yerlerin adlandırılması üzerinde çalışmalar yapmak amacıyla toplanmıştı. Bu çalışmanın sonucunda Türkiye'nin üç tarafının denizlerle çevrilmiş olması, dağların Anadolu'nun iç kesimlerini kıyılardan ayırması, iklim, ulaşım ve bitki örtüsü gibi kriterler dikkate alınarak Türkiye'nin coğrafi bölgeleri belirlenmiştir.
Coğrafi bölgeler ve coğrafi bölgelerin sınırları belirlenirken şu etkenler dikkate alınmıştır;
Doğal, beşerî ve ekonomik özellikler yönünden sınırları içinde benzerlik gösteren geniş alanlara bölge denir. Sınırları içinde benzerlikleri olan ancak bölgenin diğer yerlerinden farklı olan küçük alanlara ise bölüm denir. Birinci Coğrafya Kongresinde Türkiye 7 coğrafi bölgeye ve 21 bölüme ayrılmıştır.
Türkiye'nin yedi coğrafi bölgesinden dördüne komşu olduğu denizin adı verilmiştir (Akdeniz Bölgesi, Karadeniz Bölgesi, Ege Bölgesi, Marmara Bölgesi). Diğer üç bölge de Anadolu bütünü içindeki konumlarına göre adlandırılmışlardır (İç Anadolu Bölgesi, Doğu Anadolu Bölgesi, Güneydoğu Anadolu Bölgesi).
Türkiye'nin yön isimlendirilmesinde Doğu şark, Batı Garp, Güney Cenup, Kuzey Şimal olarak adlandırılır.
Türkiye’deki coğrafi bölgeler arasında nüfus miktarı ve yoğunluğu yönünden önemli farklar bulunmaktadır. Bu farklarin oluşmasında fiziki faktörler (iklim özellikleri, yerşekilleri, toprak özellikleri) ve beşeri faktörler (sanayileşme, tarım, yeraltı kaynakları, turizm, ulaşım) önemli rol oynarlar. Nüfusun en yoğun olduğu bölge Marmara Bölgesi en seyrek olduğu bölge de Doğu Anadolu Bölgesidir. Marmara'nın kalabalık bir nüfusa sahip olmasında İstanbul önemli bir rol oynar.
Türkiye'nin coğrafi bölgelerinin karakteristik özelliklerinden bazıları şöyle sıralanabilir:
Panionion
Panionion (veya Latince ismiyle Panionium), Aydın kıyı şeridinde, millî park konumuna sahip Dilek Yarımadasında yer alan Samson Dağı'nın ya da Dilek Dağı, (antik çağdaki adıyla Mykale) denize bakan kuzey yamacında bulunan tarihi sit.
Sitin ismi, Panionion'da düzenlenmeye başlanmış ve günümüzdeki süregelen yansıması Olimpiyat Oyunları olan düzenli bir festival ve oyunlar ("Panionia Festivali" veya "Panegyris") ile özdeşleşmiştir. Bu festivalin başlangıcı muhtemelen buradaki ilk tapınağın kurulması ile eşzamanlıdır (MÖ 8. yüzyıl).
Antik çağ da dahil olmak üzere, kentsel yerleşime konu olmamış bir alan olmasından ötürü, pek çok kaynakta en yakınındaki tarihi yerleşim olan Melia ile birlikte anılır ("Melia-Panionion") .
Sitte MÖ 8. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlandığı bilinen, Poseidon'a adanmış bir İyon tapınağı bulunmaktadır. Tapınakta düzenli olarak yapılan festivaller sırasındaki toplantılar ve tartışmalar Paniyonya Birliği'nin politik çerçevesini oluşturmuştur. On iki İyon şehir devleti'ne Smyrna'nın da katılmasıyla oluşan bu birlik, Herodotos'a göre şu şehirlerden müteşekkildir: Miletos, Myus, Priene, Ephesos, Kolophon, Lebedos, Teos, Klazomenai, Phokaia, Samos, Khios, Erythrai. (I.142) Bu birlik daha sonraları sadece dini olarak varlığını sürdürmüştür. Festivalin ve oyunların yanı sıra, daha sonra kazandığı tarihi önemde bir diğer unsur, |
MÖ 6. yüzyılda Pers İmparatorluğu'nun Lidya Krallığı'nı yıkması ve Anadolu'yu tamamiyle işgalinden sonra 12 İyon kenti arasındaki işgale direniş amaçlı toplanma yeri olmasından kaynaklanmaktadır (İyon Ayaklanması).
Tapınak İyonya kentlerinden biri olan ve Samsun Dağı'nın iç bölgeye bakan yamaçlarından 5 km. uzaklıkta bulunan Priene kentinin denetimindeydi. Dini ayinlerin, festivalin ve oyunların yöetim ve denetimi ve burada toplantılar düzenlendiğinde başkanlık Priene kenti temsilcileri tarafından sağlanmaktaydı.
Pers İmparatorluğu idaresi altında Panionion'daki dini faaliyetlerin sekteye uğradığı bilinmektedir. MÖ 5. yüzyılın sonlarında yazan Tukididis İyonyalıların o çağda festivallerini artık Efes'te düzenlemeye başladıklarını belirtmekte, Diodorus da yarımadadaki sürekli çatışma ortamı nedeniyle Panionia festivalinin Efes'e taşındığı bilgisini doğrulamaktadır. Büyük İskender çağında oyunlar ve festival yeniden Panionion'a dönmüş, ve önemleri zaman içinde giderek azalsa da, varlıklarını Roma İmparatorluğu dönemine kadar sürdürmüşlerdir
Panionion'un yaklaşık yeri Antik Çağ yazarlarınca tarif edilmiştir. Örneğin, Herodot yerinin "Mykale'nin kuzey yüzünde" olduğunu belirtmekte, Strabo da "Sisam Boğazını geçtikten sonra, Mykale dağı yakınında, Efes'e doğru denizyolu ile gidilirken denizden üç stadia yüksekte" demektedir. Ancak bu bilgilere rağmen sitin kesin yeri zaman içinde unutulmuştur.
19. yüzyıl sonunda ünlü Alman arkeolog Theodor Wiegand burada, Güzelçamlı yakınlarında, bir sit keşfetmiş, ve bu sit 1958'de Gerhardt Kleiner, Kurt Hommel ve Wolfgang Müller-Wiener tarafından kazılmıştır. 2004'teki yeni keşiflere kadar Wiegand'ın bulduğu bu sitin Panionion'a denk geldiği düşünülmüştür.
Theodor Wiegand'ın bulduğu sit bir "temenos" duvarı ile çevrelenmekte ve orta yerinde, MÖ 6. yüzyıla tarihlendirilen ve Poseidon sunağı olduğu düşünülen 17,5 m - 4,25 m boyutlarında bir taş kaide bulunmaktadır. Yamacın daha aşağısında, sunağın 50 m güneybatısında küçük bir tiyatro veya odeum yer almaktadır. Yarım daireyi biraz aşan bir şekle sahip olan bu odeum 32 m çapındadır ve kayaların içine kesilmiş 11 sıra oturağı bulunmaktadır. Bu mekanın Panionion Birliği toplantılarının cereyan ettiği konsey odası olduğu varsayılmıştır. Halihazırdaki kalıntılar MÖ 4. yüzyıldan kalma olup, bu dönem de Panionia Festivallerinin yeniden canlandırıldığı çağa denk gelmektedir. Sunak ile konsey odası arasında geniş bir yeraltı mahzeni bulunmaktadır. Bu mahzenin ne gibi bir işlevi olabileceği henüz açıklığa kavuşturulamamıştır. Antik çağ kaynakları burada kurban törenleri yapıldığını belirtmekte, ancak tam anlamıyla bir tapınak binasına atıfta bulunmamaktadır. Nitekim sunak kompleksi dışında gerçek anlamda bir tapınak bulunamamıştır.
Ancak 2004'te bölgede yüzey araştırmaları yapan Alman arkeolog Hans Lohmann daha yükseklerde ikinci bir arkeolojik sit keşfetmiştir. Erken İyon özelliklerini taşıyan bu ikinci sitte MÖ 6. yüzyıldan kalma bir ayin alanı ve küçük bir yerleşim alanı yer almaktadır. 2005 yazında sit Aydın Müzesi gözetiminde kazılmıştır. Lohmann bu sitin, konumu ve yazılı ipuçlarına daha uygun olması nedeniyle, hakiki Panionion olması gerektiğini düşünmekte, araştırmalar devam etmektedir.
Kenan Özbel
Prof. Dr. Kenan Özbel, (d. 1905, Yanya Osmanlı imparatorluğu - ö. 1989) Anadolu koleksiyoncusu, yazar, öğretim üyesi.
Sanayi-i Nefise Mektebi'nin Resim Bölümü'nü bitirdi. Değişik illerde resim öğretmenliği yaptı. Ankara'daki İsmet Paşa Kız Enstitüsü'nde öğretmenken Anadolu'yu gezdi; köylülerin giyimleri ve Türk el sanatları konularında incelemeler yaptı. 1952'de Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde öğretim üyeliğine atandı. 1969'da oradan emekli oldu. Anadolu'yu gezerek topladığı eşya, 1970'te Topkapı Sarayı bünyesinde açılan Kenan Özbel Halk Sanatları Galerisi'nde sergiye açıldı. El Sanatları başlıklı 13 kitapçık ve Türk Köylü Çorapları adlı bir kitap yazdı.
Melahat Özgü
Prof. Dr. Melahat Özgü (d. 1906), tiyatro araştırmacısı, çevirmen, öğretim üyesi.
İstanbul'da dünyaya geldi. Berlin ve Bonn Üniversitelerinde burslu olarak Alman Dili ve Edebiyatı, sanat tarihi, tiyatro, düşün ve eğitimbilim öğrenimi gördü. 1934'te Ankara Kız Lisesi'ne Almanca öğretmeni olarak atandı. 1935'te kurulan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin Alman Dili ve Edebiyatı kürsüsüne atanarak, orada öğretim üyesi olarak görev yapmaya başladı. 1955'te Türk-Alman Kültür İşleri Kurulu, onu Shiller Madalyası'na layık gördü. 1964'te aynı fakültede, daha sonra DTCF Tiyatro Bölümüne dönüşecek olan Tiyatro Kürsüsü'nü ve kürsünün de içinde bulunduğu Tiyatro Araştırmaları Enstitüsü'nü kurdu.
Anason
Anason ("Pimpinella anisum"), maydanozgiller familyasından 50–60 cm uzunluğunda bir yıllık otsu bitki türü. Anavatanı Doğu Akdeniz'dir.
Gövde dik, silindir biçiminde, içi boş, çok dallı, tüylü ve üstü çizgilidir. Alt yaprakları uzun saplı, oval veya kalp biçimindedir. Çiçekler bileşik şemsiyelerde toplanmışlardır. Meyveleri armut şeklinde küçük, üzeri tüylü, yeşilimsi sarı renklidir.
Anason, anason bitkisinin tohumlarından elde edilir. Rakı gibi alkollü içkilere çeşni katmak için kullanılır. Anasonun tatlımsı tadı ve özgün kokusu içinde bulunan "anethol" denilen yağdan gelir. Anethol alkolde çözünür, ama su oranı arttıkça çökelir. Bu nedenle anasonlu içkiler suyla karıştırıldığında beyaz olur. Anason, tatlılarda da kullanılan bir baharattır. Ayrıca kedi köpek mamalarına tat vermek için de kullanılır.
Atça Parkı
Atça Parkı, Atça'daki sekiz ana caddenin birleştiği yerde bulunan park, beldenin merkezi.
Çapı 95 metre olan bir daire olup 7084,625 metrekarelik bir alanı kaplar. Sekiz ana caddenin birleştiği bu nokta, Atçalıların dinlenme ve eğlenme yeridir. İlk önceleri çocuk bahçesi, hayvanat bahçesi gibi bölümlerden oluşan parkta, bu gün aile çay bahçesi ve çocuk parkı bulunmaktadır.
Caddelerin uzunluğu 500 metredir. Brüt alanı 58000 metrekaredir. Atatürk caddesi parke ile kaplı, diğer bütün caddeler beton ve asfalt kaplamadır.
Tutankhamun
Tutankhamun ya da Tutankamon (Mısırca:twt-ˁnḫ-ı͗mn, "Amun`un yaşayan resmi" veya "Amun şerefesi adına" anlamında) Mısır firavunu. MÖ 1332-MÖ 1323 yılları arasında hüküm sürmüştür.
Asıl adı Tutankhaton'dur. Mısırda ilk kez Tektanrılı Aten dinini kuran, IV. Amenotep'in oğludur. Babası ölünce, başka bir anneden olan üvey kızkardeşi Ankhesenamen ile evlenerek tahta çıktı. Saltanatının ilk yıllarında, Mısır'ın eski çok tanrılı dinine dönüş yaşandı. Kendisi de Tutankhaton adı yerine Tutankhamun adını aldı. Böylece, IV. Amenhotep'in kurduğu Aten dini söndü. Tutankhamun'un çağı barış içinde geçti. Çok genç yaşta ölen bu kraldan sonra, babasına vezirlik, kendisine de küçüklüğünde naiplik yapmış olan Ay, dul kraliçe ile evlenerek tahta çıktı.
1922 yılında Howard Carter tarafından bulunmuştur. Tutankamon’un mezarı Krallar Vadisi'nde yer almaktadır. Tutankhamun'un mumyası haricinde mezardan çıkarılanlar Kahire müzesinde sergilenmektedir. Mezarı 1972'de Londra'da ve daha sonra ABD'de sergilenmiştir.
Kral Tutankhamun'un mezarı, diğer kralların mezarlarına göre oldukça gösterişlidir. Tutankhamun'un genç yaştaki sıradışı ölümünün nedeni bugün bile pek bilinmemektedir. Sanki Tutankamon aceleyle gömülmüştür. Bir kısım araştırmacılara göre mezar bir soylu için hazırlanmaktaydı fakat o sırada Tutankamon ölünce aceleyle buraya gömdürüldü. Ancak mumyasının kafatası sol kulağının arkasında zedelenme bulunduğu için şu anki Mısır bilimcilerinin son açıkladığı durum Tutankhamun'un generali olan Horemheb'in yönetimi ele geçirme amacıyla Tutankhamun'un kafatası arkasına sert bir cisimle vurmuş olabileceği tezidir.
Tutankamon’un mezarı iki odadan ve ilk odaya inen bir merdivenden oluşmaktadır. İlk odada bir at arabası, Tutankamon’un tahtı ve bunlar gibi Tutankamon’un hayattayken kullandığı paha biçilemez eserler bulunmuştur. Bu oda bulunduğunda, odanın Krallar Vadisi'inde yer almasından dolayı, bir mezar olması gerektiğini düşünen Howard Carter ve arkadaşları odanın duvarlarına vurarak duvarın arkasındaki boşlukları aradılar. Sonunda bir boşluk bulundu ve duvar kırıldı. Duvarın arkasındaki bir odada, yeni bir oda gibi görünen kocaman bir tahta kutu vardı. Kutu mühürlüydü. Howard Carter, mühürü -hayatında gördüğü ve göreceği en güzel şeyi- görmüştü. Bir lahtin içindeki som altından tabut mum ışığında bile parlıyordu. Howard Carter bu keşfi ile kendisine iyi bir kariyer sağlasa bile fakirlik ve unutulmuşluk içinde ölürken cenazesine bir iki kişi dışında kimse katılmamıştır.
Lanetler, Carter'in çok sevdiği kanaryasının bilinmeyen bir nedenden dolayı Mısır'ın simgesi olarak kabul edilen bir kobra yılanı tarafından yenilmesiyle başladı. Bir süre sonra kazı işlerinin ücretini karşılayan Lord Carnavron'un Kahire'de kan zehirlenmesi nedeniyle ölümü büyük yankı uyandırdı ve turist akını yaşandı. Ayrıca mezara giren bazı kişilerin ateşli bir hastalıktan ölmesi de firavunun laneti adında bir hurafe başlatmıştır.
Firavun'un lahitinde hiyeroglif olarak bulunan yazılarda dikkat çekmektedir; "Firavunun mezarına her kim dokunursa ölümün kanatları onu saracaktır."
Nazilli
Nazilli, Ege Bölgesi'nde Aydın ilinin en büyük nüfusa sahip olan 2. ilçesidir. Aydın-Denizli Karayolu (E-87 Karayolu), İzmir-Denizli demiryolu üzerinde, Efeler ilçesine 45 km, Denizli'ye 81 km uzaklıkta bulunmaktadır.
İlçeye her gün günde 7 kez karşılıklı düzenlenen İzmir (Basmane) - Aydın - Nazilli - Denizli ve 4 kez karşılıklı Denizli - Nazilli - Aydın - Söke tren seferleri ile ulaşılabilir.
Nazilli, Ege Bölgesinin en eski yerleşim merkezlerinden birisidir. İlçe merkezinin ilk yerleşim yeri hakkında kesin bilgiler bulunmamaktadır. Ancak Karya bölgesinde kalan Menderes Vadisine Luviler'in yerleştiği bilinmektedir.
Bu bölgede ilk yerleşim merkezi Lidyalıların kurduğu antik Mas tavra kentidir. O dönemlerde bölgenin batısındaki İyonya kentlerinin ekonomik alanda gelişmesi ve kentin Ege ve Önasya ülkeleri arasındaki ticaret yolu (Hierapolis-Tripolis-Mas Tavra-Nysa-Tralleis-Magnes |
ia-Efes) üzerinde bulunması Nazilli yöresinin önem kazanmasına ve gelişmesini sağladı. İlçedeki tren istasyonunun Türkiye'nin ilk demiryolu hattı olan İzmir-Aydın hattının üzerinde olması da ilçenin hızla nüfuslanmasını sağlamıştır. Ayrıca 1937 yılında Atatürk'ün açılışını yaptığı Nazilli Sümerbank Fabrikası Türkiye'nin ilk basma fabrikasıdır. Ancak bu fabrika 2002 yılında kapatılmış ve yerleşkesi Adnan Menderes Üniversitesi'ne devredilmiştir.
Arazi varlığı, coğrafi konumu, iklim koşulları, su kaynakları ve toprak yapısının uygunluğu Nazilli'de tarım ürünleri ve bitkiler açısından büyük bir çeşitlilik ve zenginlik gösterir.
Öyle ki özel iklim koşulları gerektiren çay ve birkaç tarım bitkisinin dışında Türkiye'de yetişen diğer bitkiler Nazilli'de de üretilir.
Nazillinin güneyinde bulunan ve Menderes Irmağı ile beslenen Nazilli Ovasında ağırlıklı olarak pamuk, yonca ve mısır üretilir. Aynı zamanda Nazilli dağ köyleri, kestane, incir ve zeytinin en iyisini yetiştirmekle meşhurdur.
Kar Helvası olarak adlandırılan ilçeye bağlı Bozdoğan yerleşkesinin Madran Dağı'ndan getirilen kar ve şerbet ile yapılan özgün yaz içeceği diğer güney yörelerinin benzer içeceklerini andırır. Ayrıca, "Nazilli Pidesi" olarak adlandırılan kıymalı, kaşarlı, peynirli, yumurtalı, otlu, kuşbaşılı, karışık ve tahinli çeşitleri bulunan pide çeşitleri de yöreye özgüdür.
1 Devlet hastanesi ve 1 Özel hastanenin yanı sıra çok sayıda özel poliklinik, görüntüleme merkezi, diyaliz merkezi vb. sağlık hizmet kurumları ilçede faaliyet göstermektedir.
Devlet Hastanesi'nde 400 yatak 236 personel; Nazilli Devlet Hastanesi'nde 400 yatak, 200 personel; özel hastanede 19 yatak, 10 personel; verem savaş dispanserinde 22 personel ve AÇSAP merkezi vardır.
Ziyad Ebüzziya
Zübeyir Ziyad Ebüzziya (1911, İstanbul - 27 Mayıs 1994, İstanbul), Türk siyasetçi.
İstanbul Hukuk Fakültesi mezunudur. Merkez Bankası Memurluğu, İş Bankası İstanbul Şubesi Memurluğu, Robert Koleji Öğretmenliği, Matbaa-i Ebüzziya sahipliği ve Müdürlüğü, Tasvir-i Efkâr Gazetesi sahipliği, İdare Müdürlüğü ve Başyazarlığı, "Son Saat" gazetesi Kuruculuğu ve Yöneticiliği, Tasvir Gazetesi sahipliği ve Başyazarlığı, Beyoğlu Kitap Sarayı Müesseseleri Kuruculuğu, Yazarlık, Hürriyet Partisi Kurucu Üyeliği, TBMM IX. ve X. Dönem Konya Milletvekilliği, Avrupa Konseyi, Dünya Parlamentolar Birliği, Avrupa Parlamentolar Birliği Türk Temsilciliği, Avrupa Konseyi Kalkınma Fonu Türk Temsilciliği yapmıştır. Evli ve iki çocuk abasıdır.
Ziyad Ebüzziya, 12.yüzyılda Horasan'dan göç edip, Anadolu'da Koçhisar'a gelen Şerefli aşiretinden Horasan'lı At Çeken Hacı Hasanoğulları'na mensuptur. Gazeteci, yazar, matbaacı olan dedesi Ebüzziya Tevfik'ten sonra, babası Gazeteci Talha ve amcası Velid Ebüzziya'nın sürdürdüğü gazetecilik mesleğine 1933 yılında amcasının çıkardığı Zaman gazetesinde başlamıştır. Ebüzziya’nın annesi, eserlerini Ruhsan Nevvara takma adıyla yazan Hadiye Hanım, 12.yüzyılda Horasan'dan gelip Burdur'a yerleşmiş Bayraktar Selimoğlu ailesindendir.
Ziyad Ebüzziya’nın ilk yazısı 1 Haziran 1931’de Ziyad Talha adıyla ilk yazısı Yeşilköy Gece’de yayınlanmıştır.
İlk ve ortaokuldan sonra liseyi Galatasaray Lisesi’nde (1924-1933), yüksek okuluysa İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde (1933-1936) başarıyla bitirerek mezun olan Ziyad Ebüzziya iş kariyerinde sırasıyla şu görevlerde bulunmuştur: İstanbul İş Bankası ve Merkez Bankası Memuru (1934 -35), Robert Kolej’de öğretmenlik (1938 -1943), Ortadoğu Teknik Üniversitenin kurucu ve Mütevelli heyeti azası (1955 -1960), Güven Sigorta Şirketi Yönetim Kurulu üyesi (1968 -1972), Denizcilik Bankası ve Deniz Nakliyat Şirketi Yönetim Kurulu üyesi (1972-74), İ.Ü. Basın Yayın Yüksek Okulu öğretim görevlisi (1979-1985), Türk Kültürüne Hizmet Vakfı kurucu ve Yönetim Kurulu üyesi (1985-1989).
Ziyad Ebüzziya 1933 - 47 yılları arasında yarı ortağı olduğu Matbaa-ı Ebüzziya 'nın idareciliğini üstlendi. 1940 yılında yayımlamaya başladığı Tasvir-i Efkar' ın adını ertesi yıl Tasvir olarak değiştirdi. Aynı yıl "Son Saat" adlı gazeteyi de çıkarmaya başlayan Ebüzziya, 1943 yılında kurduğu Tasvir Neşriyatı'ndan 60 kadar kitap yayınladı. 1949'da gazetelerini kapatıp politikaya atıldı.
1950 seçimlerinde DP'den Konya Milletvekili seçilen Ziyad Ebüzziya (DP üyeliği 1945-1955), 1955’de 19’lar Hareketi dolayısıyla DP'den ihraç edildi. Daha sonra Hürriyet Partisi kurucusu ve Yönetim Kurulu üyeliğinde (1955 -1958) bulundu. 4. Seçimde İstanbul ve Konya Hürriyet Partisi adayı (1957’de seçilemedi) oldu.
Ziyad Ebüzziya 1940-47 yılları arasındaki gazeteciliği sırasında demokrasi mücadelesi verirken, gazetesi 17 defa kapatıldı; 35 defa mahkemeye verildi. 1950-60 döneminde Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde Türkiye temsilciliği görevinde bulunan Ebüzziya, 1946 -70 yılları arasında düzenli olarak yayımladığı bir tür resimli duvar ansiklopedisi denilebilecek Ebüzziya Takvimi'yle ünlendi. Kendine ait yayınevi için 'Kim Kimdir?' dizisi kapsamında kitaplar yazdı. Ebüzziya Tevfik'in Yeni Osmanlılar Tarihi'ni gözden geçirerek, genişletti, ekler koydu ve üç cilt olarak yeniden yayımladı. Ahmed Rıza'nın Batı'nın Doğu Politikasının Ahlaken İflası kitabını 1984'te çevirerek yayımladı.
Ziyad Ebüzziya’nın yayınlanmış telif, tercüme ve derleme 10’u aşkın kitabı vardır.
İstanbul Kızıltoprak (Kadıköy)'taki her tarafı antika eşyalar ve tarihi eserlerle dolu, adeta düzenli bir kitaplık ve müze görünümündeki evinde vefat eden Ziyad Ebüzziya’nın naaşı 26 Mayıs 1994 tarihinde Fatih Camii’nde cenaze namazı kılındıktan sonra Zincirlikuyu mezarlığında defnedilmiştir.
Nuit
Mısır mitolojisinde tanrıça Nuit (veya Nut), Şu ve Tefnut'un kızları, Geb'in eşi, yeryüzünün tanrısıdır. Gündüz gökyüzünün ve bulutların yaratıldığı yerin tanrıçasıdır. Daha sonraki dönemlerde, yalnızca gündüz değil genel olarak gökyüzünün tanrıçası oldu. Güneş ve Ay onun vücudu etrafında dolaşarak, gündüz ve geceyi meydana getirirlerdi. Nut'u gökyüzünde Hava Tanrısı olan Shu tutuyordu. Nut'un kocası olan Tanrı Geb ise dünyaya hükmediyordu. Nut'un piramitlerde ki kazı çalışmalarında çıkartılmış oln heykeli Louvre Müzesi'ndedir.
Nuit'in Geb'den dört çocuğu oldu. Osiris ve onun eşi İsis, Set ve onun eşi Nephthys.
Apep
Apep ("Apepi", "Aapep" veya "Apophis" olarak da yazılır), Mısır mitolojisinde, Nun'ın suyu dedikleri ve kutsal ettikleri Nil Nehri'nde yaşayan çok büyük bir yaratıktır. Devasa bir yılan olduğu söylenir. Şeytani bir cin/iblis olan Apep karanlığın ve kaosun tanrısı ve sembollerindendi. Varlığına dair inanç Orta Krallık döneminde ortaya çıkmış ve daha sonraki hanedanlıklar boyunca da devam etmiştir.
Bazı söylentilere göre de Ra her gün doğumunu başlatmak için 12. kapıya geldiğinde onu durdurmaya çalışırmış. Ayrıca Set'in firavunluğunu kaybetmesinden sonra Apep'le Ra'ya karşı birleştikleri de söylenir.
Kocaeli Yarımadası
Kocaeli Yarımadası, Kocaeli ili'nin İzmit Körfezi kuzeyinde kalan bölümünü ve İstanbul'un Anadolu yakasını kapsayan bir yarımadadır. Yarımada, kuzeyinde Karadeniz, güneyinde İzmit Körfezi, batısında İstanbul Boğazı ile çevrilmiştir.
Yarımada
Yarımada, üç tarafı su ile çevrili bir tarafı karaya bağlı kara parçasına denir.
Türkiye, Danimarka, İtalya, Portekiz ve İspanya gibi bazı ülkeler yarımadalar üzerindedir. Türkiye Anadolu Yarımadası, Danimarka Jylland Yarımadası, İtalya İtalya Yarımadası, İspanya ile Portekiz ise İber Yarımadası üzerindedir.
Aksaray Fen Lisesi
Aksaray Fen Lisesi Aksaray'da bulunan fen lisesidir. 1994 yılında eğitim vermeye başlamış, 1998 yılında ise yapımı tamamlanan yeni binasına taşınmıştır. Aksaray şehir merkezinin 8–10 km dışında yer alan Süleyman Demirel Eğitim Kampüsü içinde yer alan okul, Aksaray Güzel Sanatlar Lisesi, Zihinsel Engelliler Okulu ve Aksaray Polis Meslek Yüksek Okulu ile de komşudur.
Okul binasının hemen yanında bulunan yurt binasında konaklayan öğrencilerin bursları kapsamında 3 öğün yemek, kırtasiye ve giyecek yardımı da mevcutttur. Okul önünden şehir merkezine işleyen dolmuşlar vasıtasıyla çarşı bölgesine ulaşım mevcuttur. Okul binası içinde bir çim futbol sahası ve 4 basket potası yer almakla birlikte birçok diğer spor etkinliği için de uygun alanlar vardır.
Ayrıca Lise mezunları internet üzerinden birbirleriyle bağlarını devam ettirmeye çalışmaktadır. Bazı dönemlerin kendi özel siteleri de bulunmaktadır.
Aşkın sayı
Matematikte "cebirsel" olmayan herhangi bir karmaşık sayıya aşkın sayı denir. Diğer bir deyişle, katsayıları tamsayı (ya da rasyonel) olan bir polinomun kökü olamayan reel sayılara aşkın sayı denir. Buradan, tüm aşkın sayıların irrasyonel olduğu sonucuna varılabilir. Ancak tüm irrasyonel sayılar aşkın sayı değildir, örneğin formula_1 irrasyoneldir, ancak formula_2 polinomunun bir köküdür.
Sayılamaz sayıda aşkın sayı vardır. Aşağıdaki sayılar, aşkın olarak bilinir:
Rüştü Erdelhun
Mustafa Rüştü Erdelhun, (1894, Edirne – 9 Kasım 1983) Türk asker. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 10. Genelkurmay Başkanı'dır.
Annesi ve babası Romanya'da doğdu. Ailesi Trakya'ya göç edince 1894 yılında Edirne'de dünyaya geldi.
İlk olarak Edirne Lisesi'nden mezun olduktan sonra 1914 yılında Topçu Asteğmen rütbesi ile Harp Okulu'nu bitirdi. Topçu Birliklerinde Batarya Takım Komutanlığı ve Yaverlik görevlerinde bulundu. 1917 yılında I. Dünya Savaşı sırasında Kafkas Cephesi'nde savaştı. İzmir Silah Komisyonu'nda görevli iken 2 Nisan 1921 tarihinde Anadolu'ya geçerek Kurtuluş Savaşı'na katıldı. Savaştaki başarılarından ötürü Kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası ile taltif edildi. 1923 yılında girdiği Harp Akademisi'ni 1926 yılında bitirerek Kurmay Subay oldu. 1945 yılına kadar çeşitli karargâh ve birlikler ile Tokyo, Roma ve Londra Askeri Ataşelikleri'nde görev yaptı.
1945 yılında Tuğgeneral, 1947 yılında Tümgeneral, 1952 yılında Korgeneral ve 1956 yılında Orgeneral rütbesine terfi etti. Tuğgeneral rütbesi ile 15. Tugay Komutanlığı ve Genelkurmay Eğitim Yarbaşkanlığı, Tümgeneral rütbesi ile Genelkurmay Eğitim Daire Başkanlığı, 6. ve 51. Tüm |
en Komutanlığı, MSB İstanbul Tetkik Kurulu Üyeliği, Korgeneral rütbesi ile Tokyo İrtibat Heyeti Başkanlığı, 18. Kolordu Komutanlığı ve Genelkurmay II. Başkanlığı görevlerinde bulundu. Orgeneral rütbesinde 2. Ordu Komutanı iken, 1 Ağustos 1958 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na atandı. 23 Ağustos 1958 tarihinde atandığı Genelkurmay Başkanlığı görevinden 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra 3 Haziran 1960 tarihinde emekliye sevk edildi.
Genelkurmay Başkanlığını yürüttüğü sırada askerlerin siyasete karışmasına ve askeri cuntalara karşı çıkması ile, toplumdaki sosyal ve politik endişeler, anayasa ihlali gibi konulardan rahatsızlık duyan düşük rütbeli silahlı kuvvetler üyelerine karşıt olarak, bu konularda hükümet yanlısı tutumuyla tanındı. Komuta kademesindeki çoğu komutan tarafından da paylaşılan bu tutumun, özellikle bazı genç subaylar arasında yayılmakta olan huzursuzluğu hızlandırıcı bir etkisi oldu. Silahlı kuvvetler içinde gelişen darbeci eğilimler, DP iktidarı kadar silahlı kuvvetlerin komuta kademelerine de yönelikti.
1960 Mayıs ayında darbe hazırlığı istihbaratını alan Erdelhun, Ankara dışından takviye kuvvet getirilmesini emreder. Ancak cuntacı ekip, Genelkurmay Başkanı'nın bu hamlesini Savunma Bakanı Ethem Menderes vasıtasıyla boşa çıkarır. Paşa'ya göre, 'takviye kuvvet rahatsızlık oluşturur' fikrine Savunma Bakanı aracılığıyla Başbakan Adnan Menderes kandırılır. Bunun üzerine Erdelhun Paşa, darbeyi önlemek amacıyla 27 Mayıs'tan bir gün önce cuntacıların da aralarında olduğu subayları Genelkurmay Karargahı'nda toplar. Erdelhun burada şu konuşmayı yapar:
"1912'de Balkan Harbi'nde Silahlı Kuvvetler İttihatçı ve İtilafçı diye ikiye bölündü. Emir komuta ve idarenin muhal olması neticesinde Osmanlı İmparatorluğu parçalandı. Bütün bu misaller askerlerin mesleklerinden gayri bilmedikleri ve rejimin kendilerine vermediği hakları zorla alarak ya aşırı milliyetperverlik ya da birden, sıfırdan yüze çıkabilmek için yaptıkları hareketlerdir. Anayasa iç hizmet kanunu ile silahlı kuvvetler, millet iradesi yetkisine verilmiştir. Parlamento ve onun icra ettiği hükümetin elindeki bir kuvvettir. Demokratik rejimlerde parlamento ve hükümet, milletin seçimi ile meydana gelir. Partiler içerisinde en çok rey alan iktidara geçer. Bugün Demokrat Parti iktidardır. Silahlı Kuvvetler parti diye değil, seçimle gelmiş bir iktidar hükümetinin emrindedir. Yarın seçimleri Halk Partisi kazanırsa ordu onun başkanına da itaat etmeye ve emirlerini yapmaya mecburdur. Seçimle gelen hangi iktidar veya partinin herhangi bir kusuru olursa onu millet takdir eder. Ve seçmez, düşürür. Kulağıma gelen bazı haberlere göre Ankara'da 60 kadar subay Sayın Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nü ve Millet Meclisi'ni basarak istifalarını isteyecekmiş. Bugün Türkiye'nin en değerli malı Silahlı Kuvvetler'dir. Bunun diğer maddi ve fiziki kıymetlerinden başka hassaten itaatkârlığı, hükümet ve milletime; kanunlarına riayeti sayesinde malıdır. (Silahlı Kuvvetler'de) Kıta ile veya kıtasız, cüzi ve külli yapılacak böyle bir hareket, yukarıda Türkiye için değerli mal olarak ifade ettiğim biricik kıymetli silahlı kuvvetlerin bu değerini gaip etmesiyle (kaybetmesiyle) neticelenir. Sonra, demokrasiye ve seçime bir darbe olacak böyle bir hareketin milletin büyük ekseriyetince tutulmayacağından neticesi hüsran olur. 1941'de İkinci Dünya Harbi'nde Japonlar, Amerikalılarla anlaşmaya çalışırken silahlı kuvvetlerin tazyiki ile Pearl Harbor baskını yapılarak Amerika ile harbe tutuşmuş ve neticesinde mağlup olup kayıtsız şartsız teslim olmuşlardır. Yunan Silahlı Kuvvetleri'nin Geminis hükümetine müdahalesi neticesinde İstiklal harbinde mağlup olmuşlardır. İtalyan ordusunun Mussolini ile faşizme kayması neticesinde silahlı kuvvetler siyasete girmiştir. 1935'te Japonya Silahlı Kuvvetleri bütçesinin zayıf tutularak gerekli askerî silah ve malzeme teçhizatının temin edilmemesi nedeniyle maliye bakanını öldürmeleri neticesi, Japonya'nın mali buhranlara uğramasına neden olmuştur."
Erdelhun, bu konuşmadan yalnızca 12 saat sonra 27 Mayıs günü gece saat 3'te tutuklanarak Harp Okulu'na götürülür. Ancak aynı gün Erdelhun'a cuntacı subaylar tarafından "Cuntanın lideri ol" teklifi yapılır. O gün aldığı teklifi Erdelhun notlarında şöyle anlatır:
"27 Mayıs günü öğleye kadar bazı subaylar gelerek bu hareketin (27 Mayıs darbesi) benim tarafımdan yapılmasının beklendiğini ilettiler. Fakat benim körü körüne hükümete bağlılığımın bu neticeyi verdiğini, kendime yazık ettiğimi iki saat içinde her şeyin olup bittiğini söylediler. Pek sevdiğim ve takdir ettiğim sınıf arkadaşım emekli bir korgeneral de 15-20 kadar subayla birlikte benim radyoya giderek beyanat vermemi, ihtilalcilere iltihakımı ve bu işin başına geçmemi teklif etti. Bu ilgisine teşekkür ettim, fakat 15-20 saat evvel, yani dün Genelkurmay'da ihtilal aleyhine konuştuğumu ve böyle bir hareketi asla tasvip etmediğimi söylediğimi ve halen mevkuf olup, ne sıfatta olduğumu bile bilmediğimi, hayatım pahasına da olsa böyle bir dönekliğin kabil olmayacağını söyledim ve reddettim"
Bunun üzerine Yassıada Mahkemesinde yargılandı ve idama mahkûm edildi. Cezası daha sonra ömür boyu hapse çevrildi. Bu cezası da, 1964 yılında Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel tarafından affedildi. Kayseri Cezaevi'nde iken ailesine yazdığı mektuplarda "Çok şükür ki görev yaptığım süre içerisinde orduyu siyasete karıştırmadım. Bizim hakkımızda tarih karar verecek." demiştir.
9 Kasım 1983 günü 89 yaşındayken İstanbul, Kabataş'ta hayata gözlerini yumdu. İngilizce, Fransızca, Japonca, Almanca, Arapça ve Rusça ve Osmanlıca biliyordu. Vasfiye Erdelhun ile evliydi ve çocuğu olmadı.
Barbaros Hayreddin Paşa
Barbaros Hayreddin Paşa (1478; Midilli - 4 Temmuz 1546; İstanbul), Osmanlı Devleti tarihinin ünlü Türk denizcilerinden, kaptan-ı derya olarak Osmanlı İmparatorluğunun ilk kaptan paşası ve Kaptan-ı deryası. Akdeniz’de Osmanlı egemenliğini pekiştirdi, öyle ki bu deniz bazı tarihçilerce bir "Türk Gölü" olarak anıldı. Osmanlı'nın deniz politikasına ve Tersane-i Amire'ye nizam verdi.
Hayreddin Paşa'nın asıl adı Hızır Reis'ti. Ona, "dinin hayırlısı" anlamına gelen Hayreddin adını, Osmanlı Devletine yaptığı hizmetinden dolayı Padişah Yavuz Sultan Selim verdi. Avrupalılar ağabeyi Oruç Reis'e kızıla çalan sakalı yüzünden Barbarossa adını vermişlerdi, Oruç Reis'in ölmesinin ardından küçük kardeşi Hızır için kullanılan bu isim, Türkçeye "Barbaros" olarak geçti.
Hayreddin Paşa, Selanik Vardar Ağalarından ve Midilli fatihlerinden Arnavut veya Türk bir sipahi olan babası Vardari Yakup Ağa ile ada halkından Rum Katerina'nın) dört oğlundan biri olarak 1470'li yıllarda Midilli adasında doğdu. Kendisine verilen "Barbaros" lakabı, İtalyanca "kızıl sakal" anlamındaki ""barba rossa""dan gelir.
Oruç Reis, genç yaşta kardeşi İlyas ile birlikte deniz ticareti yaparken, Ege Denizi'nde Rodos Şövalyelerine tutsak düştü. Serbest kaldıktan sonra, yaşadığı olayın etkisiyle tüccar yerine korsan olmaya karar verdi. Bir süre sonra kardeşi Hızır Reis de ticareti bırakıp ona katıldı. Akdeniz kıyılarına akınlar düzenleyip, ganimetler elde ettiler. Cerbe adasını üs olarak kullanan Hızır Reis ve ağabeyi Oruç Reis’in ünü bütün Akdeniz’e yayıldı. İki kardeş Tunus Sultanı Muhammed ile anlaşarak Tunus’taki Halkü’l-Vaâd (La Gaulette) liman kalesini kullanmaya başladı. Hızır ve Oruç, ele geçirdiği ganimetin beşte birini Tunus sultanına veriyor, kalan malları Tunus pazarında satıyorlardı
Hızır ve Oruç 1516'da ele geçirdikleri yüklü bir gemiyi armağan olarak Piri Reis himayesinde Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim'e gönderdiler. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim de onlara verdiği desteğin bir ifadesi olarak armağanlar yolladı. Oruç Reis ve Hızır Reisi'in, ağabeyleri İshak'ın da kendilerine katılmasından sonra korsanlıkla yetinmeyip Kuzey Afrika'da toprak edinmeye başladılar. 1516-1517'de İspanyollara karşı savaştılar ve Tenes, Tlemsen ve Oran kentlerini ele geçirerek Cezayir'i denetimlerine aldılar.
Hızır Reis 1520-1525 arasında Avrupa'nın Akdeniz kıyılarını vurarak büyük ganimetler elde etti. 1525'te Cezayir'i yeniden ele geçirdi. Ertesi yıl Jijel'e baskın düzenleyen Cenevizli Amiral Andrea Doria'yı yenilgiye uğrattı. I. Süleyman'ın Alman seferi sırasında Andrea Doria'nın Mora kıyılarına saldırması Osmanlıları güç duruma düşürdü. Bunun üzerine Kanuni, Hızır Reis'i İstanbul'a çağırdı ve 1533'te "Hayreddin" adını verdiği Hızır Reis'i Osmanlı donanmasının başına (kaptan-ı derya) atadı
Hızır ve Oruç 1516'da ele geçirdikleri yüklü bir gemiyi armağan olarak Piri Reis himayesinde Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim'e gönderdiler. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim de onlara verdiği desteğin bir ifadesi olarak armağanlar yolladı. Oruç Reis ve Hızır Reisi'in, ağabeyleri İshak'ın da kendilerine katılmasından sonra korsanlıkla yetinmeyip Kuzey Afrika'da toprak edinmeye başladılar. 1516-1517'de İspanyollara karşı savaştılar ve Tenes, Tlemsen ve Oran kentlerini ele geçirerek Cezayir'i denetimlerine aldılar. Oruç Reis Cezayir hükümdarı ilan edildi. İspanyollar ertesi yıl Cezayir’i geri almak için Araplarla birleşerek saldırıya geçti. Bu savaşta Hızır Reisin ağabeyleri olan İshak Reis ve Oruç Reis öldürüldü. Hızır Reis, Yavuz Sultan Selim adına para bastırıp hutbe okutarak ona bağlılığını bildirdi. Yavuz Sultan Selim de Hızır Reis’i Cezayir Beylerbeyliğine atayarak koruması altına aldı. Bunun üzerine önce Tunus ve Tlemsen Beyleri birleşerek Cezayir'e yürüdüler. Cezayir şehri dışındaki toprakları alıp, Cezayir içindeki halkı ayaklandırdılar. Ayaklanmayı bastıran Hızır Reis beyleri durdurdu. 1519'da Cezayir'e gelen İspanyol donanmasını mağlup etti. Ama Cezayir halkının durumu ve Tunus Beyi ile yapılan savaşın iyi netice vermemesi üzerine gemileri ve kendine bağlı Reislerle Cezayir'i bırakıp Seyşel Adaları’na çekildi.
Hızır Reis 1520-1525 arasında Avrupa'nın Akdeniz kıyılarını vurarak büyük ganimetler elde etti. 1525'te Cezayir'i yeniden ele geçirdi. Ertesi yıl Jijel'e baskın düzenleyen Cenevizli Amiral Andrea Doria'yı yenilgiye uğrattı. |
I. Süleyman'ın Alman seferi sırasında Andrea Doria'nın Mora kıyılarına saldırması Osmanlıları güç duruma düşürdü. Bunun üzerine Kanuni, Hızır Reis'i İstanbul'a çağırdı ve 1533'te "Hayreddin" adını verdiği Hızır Reis'i Osmanlı donanmasının başına (kaptan-ı derya) atadı.
Hayreddin Paşa 1534'te Akdeniz'e açıldı ve İtalya kıyılarına seferler düzenleyip Tunus'u ele geçirdi. Ancak Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanması karşısında ertesi yıl Tunus'u bırakmak zorunda kaldı ve İstanbul'a döndü. 1536'da daha güçlü bir donanmayla yeniden Akdeniz'e açılan Barbaros, İtalya kıyılarını vurdu ve Ege Denizi'ndeki Venedik adalarını Osmanlı topraklarına kattı.
Osmanlıların Akdeniz’deki denetiminin artması üzerine, Papalık, Venedik, Ceneviz, Malta, İspanya ve Portekiz gemilerinden oluşan bir "Haçlı donanması" kuruldu ve başına Andrea Doria getirildi. Osmanlı donanması ile Haçlı donanması 1538'de Arta Körfezi önlerinde karşılaştı. Haçlıların 600'den fazla gemisi vardı. Bunun 308'i harp teknesi olup, 120'si en büyük oturak gemileriydi. Haçlılar donanmaya on binlerce forsadan başka 60 bin asker bindirmişlerdi. Hayrettin Paşa komutasında ise 122 kadırga ve forsalar dışında 20 bin askeri vardı. Toplamı 80 bin kişiyi bulan bir deniz savaşı daha önce hiç görülmemişti. Savaş sonucunda haçlı donanması 128 gemisini kaybetmiş, 29'u da Osmanlı denizcileri tarafında ele geçirilmişti. Hayrettin Paşa hiçbir gemisini kaybetmezken 400 kadar leventi şehit olmuştu. Hayreddin Paşa, tarihe Preveze Deniz Savaşı olarak geçen savaşın mutlak galibiyetini Osmanlı devletine kazandıran Kaptanı Derya olarak adını tarihe yazdıracaktı. Bu zafer Osmanlı Devleti’nin Akdeniz'deki egemenliğini pekiştirdi.
Kutsal Roma-Cermen İmparatoru Şarlken, Preveze’nin öcünü almak için 1541'de Cezayir'e saldırdıysa da başarılı olamadı. Bu arada Fransa Kralı I. François, Şarlken'e karşı Osmanlılardan yardım isteyince, Kanuni Barbaros’u Fransa’nın Akdeniz kıyılarına gönderdi. Barbaros, Toulon'da Fransız donanmasıyla birleşerek 1543'te Nice'i aldı.(nice kuşatması). Ertesi yıl İstanbul’a dönen Barbaros Hayreddin Paşa, 4 Temmuz 1546’da burada öldü, Beşiktaş'taki türbesine defnedildi.
Osmanlı Devleti'nin kaptan paşaları, hil'atlerini Barbaros'un Beşiktaş'taki türbesinde giyerlerdi, bu törende dua edilir ve fakir fukaraya yemek verilirdi.
Sefere çıkan veya tatbikata giden Türk savaş gemileri -günümüzde dahi- bu türbenin önünden geçerken Barbaros'u top atışıyla selamlarlar.
Barbaros Hayreddin Paşa’nın anısına 1941-1943’te İstanbul’un Beşiktaş semtinde dikilen Barbaros Anıtı, ünlü heykelciler Ali Hadi Bara ile Zühtü Müridoğlu tarafından yapılmıştır. Heykelin arkasında Yahya Kemal Beyatlı'nın şu dizeleri yazılıdır:
Beşiktaş'taki Kadıköy iskelesine Beşiktaş Barbaros Hayrettin Paşa İskelesi adı verildi ve mimarlar Erkan İnce ile M. Hilmi Şenalp tarafından Osmanlı Mimarisi tarzında yenilendi.
Türk Donanması'ndaki muhtelif gemilere adı verildi.
Gazavat-ı Hayrettin Paşa - Türk Edebiyat tarihinin ilk otobiyografi denemesidir. Eserin baş tarafında da belirtildiği gibi Barbaros Hayreddin Paşa biyografisini Seyyid Muradi'ye yazdırmıştır. Kanuni Sultan Süleyman bir gün Barbaros Hayreddin'i huzuruna çağırmış ve ferman etmiş:" "Bre Hayrettin bir kulun ömrüne bu kadar az zamanda bu kadar çok fütuhat düşmez. Bana ister manzum ister mensur bir eser yaz ben de hazine-i amiremde saklayayım ki bizden sonra gelecek nesillere ibret ve ders olsun."" Bu ferman üzerine kendi söylemiş, Seyyid Muradi yazmıştır.Ayrıca Gaye-el Mûna diye bir kitap daha yazdı.
1951 yapımı "Barbaros Hayreddin Paşa" filminde Barbaros Hayreddin Paşa'yı Cüneyt Gökçer canlandırmıştır. 2003 yapımı "Hürrem Sultan" adlı dizide Halil Kumova, 2011 yapımı "Muhteşem Yüzyıl" adlı dizide ise Tolga Tekin tarafından canlandırılmıştır.
Taruh
Taruh, kendisi Taruh bin Nahor bin Seruk bin Reu bin Peleg bin Ever bin Şelah bin Arpakşat bin Sam diye bilinmektedir İbrahim peygamberin öz babasıdır. İncil ve Eski Ahid'deki adı Terahtır. Kuran'da adı Azer olarak geçmekte olup oğlu İbrahim'in aksine putperestti.
Feyzi Mengüç
İbrahim Feyzi Mengüç, (1896, İstanbul – 23 Haziran 1966) Türk asker. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 9. Genelkurmay Başkanı'dır.
1914 yılında İstihkâm Asteğmen rütbesi ile Harp Okulu'ndan mezun oldu. 1919 yılına kadar istihkâm Bölüklerinde ve Yol İnşaat Şubesi'nde İstihkâm Subaylığı yaptı. 1919 yılında girdiği Harp Akademisi'ni 1921 yılında bitirerek Kurmay oldu. 1939 yılına kadar çeşitli karargâh ve birliklerde görev yaptı.
1939 yılında Tuğgeneral, 1941 yılında Tümgeneral, 1947 yılında Korgeneral ve 1953 yılında Orgeneral rütbesine terfi etti. Tuğgeneral rütbesi ile Ağrı Hudut Tugay Komutanlığı ve 15. Tümen Komutan Vekilliği, Tümgeneral rütbesi ile 15. ve 69. Tümen Komutanlığı, Korgeneral rütbesi ile Harp Akademileri Komutan Vekilliği ve 7. Kolordu Komutanlığı, Orgeneral rütbesi ile 3. Ordu Komutanlığı, Harp Akademisi Komutanlığı ve Yüksek Askeri Şura Üyeliği görevlerinde bulundu. Askeri Yargıtay Başkanı iken, 11 Ekim 1957 - 22 Ağustos 1958 tarihleri arasında idareten Genelkurmay Başkan Vekilliği görevini yürüttü. 15 Aralık 1959 tarihinde Askeri Yargıtay Başkanlığı'ndan kendi isteği ile emekli oldu.
Hakkı Tunaboylu
İsmail Hakkı Tunaboylu (1895, Rahova, Bulgaristan – 28 Ekim 1958) Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 8. Genelkurmay Başkanıdır.
1914] yılında Topçu asteğmen rütbesi ile Harp Okulu'nu bitirdi. 1924 yılına kadar çeşitli birliklerde Batarya Takım Komutanlığı, Yaverlik ve Refakat Subaylığı yaptı. Kuleli Askeri Lisesi öğretmeni iken, 31 Temmuz 1921 tarihinde Anadolu'ya geçerek Milli Ordu'ya iltihak etti. 1924 yılında girdiği Harp Akademisi'ni 1927 yılında bitirerek Kurmay oldu. 1945 yılına kadar çeşitli karargâh ve birliklerde görev yaptı. Aynı yıl tuğgeneral, 1947 yılında tümgeneral, 1950 yılında korgeneral ve 1955 yılında orgeneral rütbesine terfi etti. Tuğgeneral rütbesi ile Yedek Subay Okul Komutanlığı, Tümgeneral rütbesi ile 65. ve 28. Tümen Komutanlığı ve Kara Kuvvetleri Harekât Başkanlığı, Korgeneral rütbesi ile Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı, 3. ve 15. Kolordu Komutanlığı, 1. Ordu Komutan Vekilliği ve Genelkurmay Harekat Başkanlığı yaptı. 6 Haziran 1955 ile 25 Ağustos 1955 tarihleri arasında idareten Kara Kuvvetleri Komutan Vekilliği, Orgeneral rütbesi ile 25 Ağustos 1955 ile 17 Eylül 1955 tarihleri arasında idareten Genelkurmay Başkan Vekilliği görevlerinde bulundu.
17 Eylül 1955 tarihinde asaleten Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na atandı. Bu görevde iken, 6 Haziran 1956 tarihine kadar Genelkurmay Başkanlığı görevine de vekâlet etti. 6 Haziran 1956 tarihinde atandığı Genelkurmay Başkanlığı görevinden 3 Ekim 1957 tarihinde kendi isteği ile emekli oldu. Ardından DP'den Yozgat milletvekili seçildi. Bu görevindeyken 28 Ekim 1958 tarihinde vefat etti.
Derya Köroğlu
Derya Mustafa Köroğlu (d. 1955), Yeni Türkü grubunun 1977 yılında kurulduğundan bu yana solistliğini yapan müzisyendir.
Derya Mustafa Köroğlu, 1955 yılında İstanbul'da doğdu. İlkokulu Ankara Alparslan İlkokulu'nda, ortaokulu Ankara Cumhuriyet Lisesi'nde ve liseyi Ankara Fen Lisesi'nde tamamladı. 1979 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü'nden mezun oldu. 1983 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümü'nde yüksek lisansını tamamladı.
1984 yılına kadar Gazi Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümü'nde asistan olarak çalıştı. 1985 yılında İstanbul'a yerleşti ve bilgisayar yazılım sektöründe Teleteknik ve TESS şirketlerinin yazılım yöneticiliğini yaptı. 1995 yılına kadar AnaBritannica, Temel Britannica ansiklopedileri ve İletişim Yayınları için çeşitli veri tabanı uygulamaları yazdı.
Ortaokul yıllarında başladığı müzik hayatı lise ve üniversite yıllarında da sürdü. 1977 yılında Selim Atakan ve Zerrin Atakan ile kurdukları Yeni Türkü grubu bünyesinde çıkan "Buğdayın Türküsü" adlı ilk albümleri yanı sıra daha sonraki Yeni Türkü albümlerinde solo vokal, gitar, bağlama ve vurmalı çalgılar gibi sazlarda yer aldı. Grubun bestelerinin büyük bir bölümünde imzası vardır.
1996 ve 2001 yılları arasında çeşitli yapımlarda müzik prodüktörlüğü yaptı ve bir müzik stüdyosu kurdu. Yeni Türkü dışında, özellikle belgesel ve dizi film müzikleri yaptı. 1997'de bu çalışmalardan oluşan etnik-New Age müzik tarzındaki enstrümantal parçalar, "Musikarium" adlı albümünde yayınlandı.
Beş yıl süren ilk evliliğini Yeni Türkü şarkılarının birçoğunun söz yazarı olan Meral Özbek ile yapmıştır. İkinci eşi Sibel Erülgen ile evliliği dokuz yıl sürmüştür. 2009 yılında tiyatrocu Ayşe Özgürkaya ile evlenmiştir. Bir erkek çocuk babasıdır.
Antonín Dvořák
Antonín Dvořák (Türkçe okunuşu; Antonin Dvorjak) (d. 8 Eylül 1841 – ö. 1 Mayıs 1904 Prag). Çek, geç romantik dönem, klasik batı müziği bestecisi ve keman ve org virtüözüdür.
Bohemya’da Prag yakinlarinda olan "Nelahozeves" kasabasinda 8 Eylül 1841’ bir kasabın oğlu olarak dünyaya geldi.
Bedřich Smetena’nın müziğini işittiğinde besteci olmaya karar verdi. Sonunda, Smetana’nın orkestra şefi olduğu Prag Ulusal Tiyatrosu’nda viyolacı oldu. Bestelerini üretebilmek için 1873’te orkestradan ayrıldı ve 1 yıl içinde Avusturya ulusal ödülünü alan 3 numaralı senfonisini yazdı ve jüride yer alan Johannes Brahms’ın takdirini kazandı.
1878’de Dvořák’ın ünü dünyaya yayılmıştı. Sadece Brahms’ın değil, eserlerini konserlerinde ve turnelerinde seslendiren Richard Wagner, Edward Elgar gibi bestecilerin de desteğini aldı. Bu dönemde defalarca İngiltere’ye gitti. Prague Konservatuarı’nda profesör oldu, Cambridge Üniversitesi’nden onursal doktora aldı; New York’taki Ulusal Müzik Konservatuarı’nın yöneticiliğine getirildi. Yurt sevgisinden ötürü Amerika’dan gelen teklifi başlangıçta kabul etmediyse de Prag’daki işinden kazandığının 25 katının ödeneceğini öğrenince fikrini değiştirdi.
3 yıl ABD’de yaşayan Dvořák, çok verimli bir dönem geçirmesine rağmen büyük vatan özlemi yaşadı. Bu özlemin etkisiyle eserlerinde Amerikan folk geleneklerinin öğelerini kull |
andığı söylenir. "Yeni Dünya Senfonisi"nde de Amerikan yerlilerinin melodilerini tema olarak almış ancak bu tematiklik Dvořák' ın düşüncelerindeki tahminsel ve kurgusal bir üretim olmuştur, özellikle bu eserdeki "Amerikan folk müziği" Dvořák' ın kendi tasarısı olan bir üründür. 1895’te ailesiyle birlikte yurduna döndü ve Prag Konservatuvarı’ndaki görevine geri geldi. 1901’de konservatuvarın yöneticisi oldu. 1904’te bir İnme sonucu öldü.
En popüler eseri "9. Senfoni"dir. Bu eserin popülerliği sebebiyle uzun zaman diğer eserleri göz ardı edilmiştir. Brahms etkisinin açıkça görülebildiği 8 numaralı Sol Majör Senfonisi de oldukça popülerdir. 7 numaralı Re minör Senfonisi en önemli eserlerindendir. Çello Konçertosu No:2 ve Keman Konçertosu, en önemli konçertolarıdır. Bestelediği 10 opera arasında ise Rusalka başyapıtıdır ve yurtdışında tanınmasını sağlamıştır. Bununla birlikte senfonik şiirleri (Vodnik, Polednice) orkestral müziği açısından önemli yapıtlarıdır.
Dürümlü, Keban
Dürümlü, Elâzığ ilinin Keban ilçesine bağlı bir köydür.
Eskiden Ağın ilçesine bağlıyken, 1998 yılında ulaşım kolaylığı nedeniyle Keban'a bağlanmıştır. Köyün ilçeye uzaklığı 20 km.dir. Hane sayısı 38, nüfusu 134'tür. Köy Keban Baraj Gölü ile bitişiktir. Geçim, bağ, bahçe, hayvancılık, çiftçilik ve balıkçılık ile sağlanmaktadır. En önemli yerlerinden birisi Mineyik Höyüğüdür. Gölün karşı kıyısında Munzur dağları uzanır. Köy zamanla göç vermiş ve nüfusu azalmıştır. Ancak son yıllarda özellikle ekonomik iyileşme ve terör korkusunun azalması ile köye yapılan ziyaretler artmaktadır.Köyde Türk ve Kürt nüfus beraber yaşamaktadır
Batı illerinde bir tür hıyara ecür ya da acur denirken, Elâzığ'da ecür bir tür hoş kokulu kavun'a denmektedir. Köyde bu meyveden bolca üretilmekte ve tüketilmektedir. Görünüş olarak kavundan daha ufak ve oval boyutlarda olan ecür, daha mayhoş ve küçük çekirdeklere sahiptir.
ÖncekiKöyün eski adı (minayik) şimdiki adı olan Dürümlü, bölgede genellikle ermenice kökenli olan köy isimlerinin türkçeleşmesi için sonra da herhangi bir nedene dayandırılmadan verilmiştir. Köy yaşlılar arasında "Mıneyik" adıyla bilinir. Yeni ismi son zamanlara gençler arasında kullanılmaya başlansa da yeterli yaygınlığa kavuşmamıştır.
Elâzığ iline 65 km, Keban ilçesine 17 km uzaklıktadır.
Köyün iklimi, karasal iklim etki alanı içerisindedir.sondönemde keban barajı dolayısı ile ılıman iklime dönüşü görülmektedir.
Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Özellikle baraj gölünde balık popülasyonunun artması ile balıkçılıkta giderek önem kazanmaktadır. Köyde geçimini balıkçılıkla sağlayan birkaç aile bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Keban Barajı'nda kerevit avcılığı da yapılmaya başlanmıştır. Bu konuda pazar sıkıntısı çekilmektedir.KEREVİT İşiyle ilgilenler dürümlü köyü ile irtibata gecmeleri gerekmektedir.
Köyde, ilköğretim okulu vardır ancak kullanılamamasının yanı sıra taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Köyün içme suyu şebekesi vardır.Ayrıca 2007 yılında kendi su ihtiyacını karşılayacak bir su kaynağına kavuşmuştur.Ancak kanalizasyon şebekesi yoktur.Ama 2008 yılında bu sorunuda halledilmek üzere çalışmalar yapılmaktadır. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Köye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır.Ayrıca tüm GSM şebekeleride kapsama alanındadır.Köye beledye otobüsü yoktur ama pazartesi ve cuma günleri olmak üzere Elâzığ'a özel servisi vardır.bunun yanı sıra beledye pazartesi ve cuma günleri otobüs gönderilirse köy halkı memnun kalacaktır
Nefertiti
Nefertiti (MÖ 14. yüzyıl), Mısır kraliçesi (hd MÖ 1379-62), Mısır Firavunu IV. Amenhotep'in (sonradan Akhenaton) eşi, Firavun Tutankhamun'un kayınvalidesidir. Adının kelime anlamı "güzellik geliyor" ya da "güzelden gelen" anlamındadır.
Nefertiti Mısır'ın en güçlü kadınlarından biriydi. Çünkü Nefertiti kocası Akhenaton, yani firavunla aynı düzeyde bulunuyordu. Hatta firavunun uygulaması gereken cezaları ya da yapması gereken işleri yapabilme yetkisi vardı. Bu durum, Mısır'da alışkın olunan bir uygulama olmadığından halk ve din adamları hiç memnun değildi. Tahtta çok uzun süre kalamadıklarından dolayı bu memnuniyetsizlik uzun sürmedi. Akhenaton saraya yayılan salgın bir hastalıktan öldü. Nefertiti de ondan sonra bir süre tahtta kaldı ve öldü.
Sağ tarafta bulunan büst en çok kopyalanmış Antik Mısır eseridir. Ünlü Mısırlı heykeltıraş Tutmose tarafından yapılmış bir eser olup atölyesinde bulunmuştu.
Firavun IV. Amenhotep (Akhenaton) ile evlenme tarihi tam bilinmese de beşi salgın hastalıktan dolayı ölmüş altı çocuğunun adı biliniyor. Geriye Ankhsenpaaten kalmıştır. Altı kız çocuğunun isimleri:
Nefertiti'nin mezarı Krallar Vadisi'nde bulunmuştur. Bulunan kemikler ilk sonuçlara göre Nefertiti'nin kemikleridir. Araştırmalar hâlâ devam etmektedir. İlk bulgulara göre Nefertiti başına sert bir cisimle vurulmak suretiyle öldürülmüştür. - "Kaynak:national geograpic ansiklopedisi"
Nurettin Baransel
Ahmet Nurettin Baransel (1897, İstanbul – 21 Mayıs 1967) Türk asker. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 7. Genelkurmay Başkanı'dır.
1912 yılında Piyade asteğmen rütbesi ile Harp Okulu'nu bitirdi. 1919 yılına kadar Takım Komutanlığı, Emir Subaylığı ve Bölük Komutanlığı yaptıktan sonra 1919 yılında Harp Akademisi'ne girdi. 1 Mart 1921 tarihinde Harp Akademisi'nde öğrenci iken Anadolu'ya iltihak ederek çeşitli birliklerde görev yaptı. 1923 yılında tekrar girdiği Harp Akademisi'ni 1925 yılında bitirerek kurmay oldu. 1939 yılına kadar çeşitli karargâh ve birliklerde görev yaptı. Aynı yıl tuğgeneral, 1941 yılında tümgeneral, 1947 yılında korgeneral ve 1951 yılında orgeneral rütbesine terfi etti. Tuğgeneral rütbesi ile 1. Süvari Tümen Komutan Vekilliği, Tümgeneral rütbesi ile 16., 5., 22. ve 17. Tümen Komutanlığı, 1. Ordu Kurmay Başkanlığı, Korgeneral rütbesi ile 6. ve 3. Kolordu Komutanlığı ve 3. Ordu Komutan Vekilliği , Orgeneral rütbesi ile 3. ve 1. Ordu Komutanlığı görevlerinde bulundu.
6 Nisan 1954 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevine atandı. 28 Mayıs 1954 tarihinde atandığı Genelkurmay Başkanlığı görevinden 25 Ağustos 1955 tarihinde ayrılarak Yüksek Askeri Şura Üyeliği görevine atandı. Bu görevde iken 14 Temmuz 1960 tarihinde yaş haddinden emekli oldu. Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'na katıldı.
İstanbul Maltepe'de bulunan 2. Zırhlı Tugayı kışlasına adı verildi.
İmparator mantarı
İmparator mantarı ("Amanita caesarea"), Amanitaceae familyasından yenilebilen bir mantar türü. Güney Avrupa kökenlidir, Roma imparatorlarının favori mantarı olduğu için "caesarea" yani Sezar mantarı olarak da isimlendirilmiştir. Tadı keskindir, balığı andırır.
Turuncu şapkası ve sarı lamelleri vardır. Sporları beyazdır. "Amanita umbonata" olarak da sınıflandırılmıştır. Türkiye'de Göksu vadisi civarında "Sarı göbelek" olarak adlandırılmıştır. İstanbul, Şile, Kandıra güzergahında ise "Gelin Mantarı" olarak
bilinmektedir.
Görünüşünün çok ayırdedici olması sayesinde "Amanita" türleri arasında nispeten en güvenli olarak yenebilecek olanıdır, ancak aynı aile mantarlar aleminin en tehlikeli mantarlarını da barındırdığından bu tür mantarlar kesinlikle sadece uzmanları tarafından toplanmalıdır. Amatör ve yeni başlayan mantar toplayıcılarına tavsiye edilmez.
Nuri Yamut
Mehmet Nuri Yamut (1890, Selanik – 5 Haziran 1961), Türk Silahlı Kuvvetlerinin 6. Genelkurmay Başkanı'dır.
1908 yılında teğmen rütbesi ile Harp Okulu'ndan mezun oldu. Manastır 6. Kolordu 50. Alay 3. Bölükte iken, 1912 yılında esir düştü. Esaret dönüşü, 1913'te Harp Akademisi'ne girdi. 1 yıl okuduktan sonra tahsili bırakarak Orduya katıldı. Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı'na katıldı. 1919'da tekrar başladığı akademi tahsilini 1920'de bitirerek Kurmay oldu. Aynı tarihte Anadolu'ya geçerek Kurtuluş Savaşı'nda yer aldı. İstiklal Savaşı'na katıldı. Muharebe Gümüş Liyakat, Alman Demir Salip Nişanı ve Harp, Muharebe Gümüş ve İstiklal Madalyası sahibidir. 1935 yılına kadar çeşitli karargâh ve birlikler ile Afganistan'da görev yaptı.
1935 yılında tuğgeneral, 1936 yılında tümgeneral, 1939 yılında korgeneral ve 1945 yılında orgeneralliğe yükseldi. Tuğgeneral rütbesi ile 9. Tümen Tugay Komutanlığı, Tümgeneral rütbesi ile 9. ve 57. Tümen Komutanlığı, Korgeneral rütbesi ile 2. ve 12. Kolordu Komutanlığı, Orgeneral rütbesi ile 2. ve 1. Ordu Komutanlığı görevlerinde bulundu.
Gelibolu 2. kolordu komutanı iken, Alçıtepe köyünde Saros Körfezine hakim bir tepede, 26 Haziran-12 Temmuz 1915 tarihleri arasında yapılan Sığındere savaşlarında öldürülen 10.000 kişi adına 1943 yılında bir anıt yaptırmıştır. Bu anıt Mehmet Çavuş Abidesi'nden sonraki ilk özel anıttır. Paşa'nın bu anıtı yaptırmak için İstanbul'daki iki evini sattığı ve tüm ölülerin kemiklerinin toplanıp mermer kaidenin altına gömüldüğü söylenir.
3 Ocak 1949 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na atandı. 1 Temmuz 1949 tarihine kadar aynı zamanda Genelkurmay Başkan Vekilliği görevini de yürüttü. 6 Haziran 1950 tarihinde atandığı Genelkurmay Başkanlığı görevinden 10 Nisan 1954 tarihinde kendi isteği ile emekli oldu.
TBMM X. ve XI. Dönem İstanbul Milletvekilidir. Milletvekili iken 27 Mayıs Darbesi sonrası tutuklanmıştır. Tutuklama sırasında dövüldüğü iddia edilmektedir. Daha sonra Yassıada Yargılamaları sırasında vefat etti.
Nafiz Gürman
Abdurrahman Nafiz Gürman, (1882, Bodrum - 6 Şubat 1966) Türk asker. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 5. Genelkurmay Başkanı'dır.
1903 yılında Teğmen rütbesi ile Harp Okulu'nu bitirdi. Aynı yıl girdiği Harp Akademisi'ni 1906 yılında bitirerek Kurmay oldu. Çeşitli birliklerde Birlik Komutanlığı, Tabur Komutanlığı ve Kurmaylık görevlerine bulundu. Afrika Grupları Kurmayı iken, 8 Mart 1919 - 8 Ekim 1919 tarihleri arasında Fransız ve İtalyanlara esir düştü. Esaret dönüşü Akhisar Cephe Komutanlığı ile 1. Kolordu Kurmay Başkanlığı görevlerini müteakip 8 Şubat 1921 tarihinde Anadolu'ya iltihak etti. Çeşitli karargâh ve birliklerde görev yaptı.
1926 yılında Tümgeneral rütbesine terfi ett |
i. 1930 yılında Korgeneral rütbesine terfi etti. 1937 yılında Trakya Manevraları'na katıldı. 1940 yılında Orgeneral rütbesine terfi etti. Tümgeneral rütbesi ile 6. Kolordu Komutanlığı, Korgeneral rütbesi ile 9. Kolordu Komutanlığı, MSB Müsteşarlığı, 4. Kolordu Komutanlığı ve 2. Ordu Komutan Vekilliği, Orgeneral rütbesi ile 2. Ordu Komutanlığı ve Yüksek Askerî Şûra Üyeliği görevlerinde bulundu. 8 Haziran 1949 tarihinde atandığı Genelkurmay Başkanlığı görevinden dönemin başbakanı Adnan Menderes tarafından 6 Haziran 1950 tarihinde darbe hazırlığı yaptığı iddiasıyla 15 general ve 150 Albay ile birlikte görevinden alındı ve Yüksek Askerî Şûra üyeliğine atandı. 6 Temmuz 1950 tarihinde Yüksek Askerî Şûra üyesi iken emekli oldu.
6 Ocak 1961 ile 15 Ekim 1961 tarihleri arasında Kurucu Meclis Devlet Başkanı Temsilciliği yaptı. Günümüzde Samatya , Fatih Güngören, İstanbul'da ve Bayraklı, İzmir'de birer mahalleye ve Bodrum Cumhuriyet Mahallesinde bir caddeye adı verildi. İstanbul'daki mahalle halk arasında daha çok Merter adıyla bilinir.
Salih Omurtak
Salih Omurtak, (1889, Selanik – 23 Haziran 1954, Ankara) Türk asker. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 4. Genelkurmay Başkanı'dır.
1907 yılında Harp Okulu'nu Teğmen rütbesi ile bitirdi. Aynı yıl girdiği Harp Akademisi'ni 1910 yılında bitirerek Kurmay oldu. Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Azerbaycan'ı ve Kuzey Kafkasya'yı kurtaracak olan 2. Kuvve-i Seferi'de görev aldı. 1920 yılına kadar çeşitli karargâh ve birliklerde görev yaptı. 22 Ocak 1920'de görevle geldiği Ankara'da kalarak Milli Ordu'ya iltihak etti. Kurtuluş Savaşı'nda Genelkurmay Harekât Şube Müdürlüğü görevini yürüterek Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün karagahında bulundu. Başkumandanlık Meydan Savaşı'nda 61. Piyade Tümen Komutanlığı görevinde iken Afyonkarahisar kuzeyindeki Yunan taarruzlarını püskürtme ve Yunan Sağ kanadına karşı-taarruz yapma başarılarını gösterdi. 1926 yılına kadar çeşitli birliklerde komutanlık yaptı.
1926 yılında Tümgeneral (Mirliva), 1930 yılında Korgeneral ve 1940 yılında Orgeneral rütbesine terfi etti. Tümgeneral rütbesinde 8. Kolordu Komutanlığı, Korgeneral rütbesi ile 9. ve 3. Kolordu Komutanlığı görevlerinde bulundu. Orgeneral rütbesinde Yüksek Askeri Şura Üyeliği, Genelkurmay 2. Başkanlığı ve 1. Ordu Komutanlığı yaptı. 29 Temmuz 1946 tarihinde Genelkurmay Başkanlığına atanarak 8 Haziran 1949 tarihine kadar Genelkurmay Başkanlığı yaptı. Rahatsızlığı nedeniyle 1 Ocak 1950 tarihine kadar sıhhi sebepten izinli bulundu. Yüksek Askeri Şura Üyeliği görevinde iken, 6 Temmuz 1950 tarihinde isteği ile emekli oldu.
23 Haziran 1954 tarihinde vefat etti. Ankara Hava Şehitliği'nde toprağa verildi. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanları ve Mustafa Kemal Atatürk'ün silah arkadaşları için Atatürk Orman Çiftliği arazisinde oluşturulan Devlet Mezarlığı'na nakledildi.
Almanca ve Fransızca bilmekteydi. Evlenmedi.
Kâzım Orbay
Mehmet Kâzım Orbay, (11 Mart 1886, İzmir - 3 Haziran 1964) Türk asker ve siyasetçi. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 3. Genelkurmay Başkanı'dır.
1904 yılında topçu teğmen rütbesi ile Harp Okulu'nu bitirdikten sonra, aynı yıl girdiği Harp Akademisi'ni 1907 yılında bitirerek Kurmay oldu. 1922 yılına kadar çeşitli birlik ve karargâh görevlerinde bulundu. Hareket Ordusu ile 31 Mart İsyanı'nın bastırılmasına, Karadağ Hudut Olaylarına Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve Dersim Harekâtı'na katıldı. Yine 31 Ağustos 1922 tarihinde Mirliva rütbesine terfi etti. "Mirliva" rütbesi ile 3. Kafkas Tümeni Komutanlığı ve Genelkurmay 2. Başkanlığı görevlerini yürüttü. 30 Ağustos 1926 Ferik rütbesine terfi etti. Aynı göreve devam ederek bilahare Afganistan Askeri Heyet Reisliği ve 4. Kolordu Komutanlığı görevlerinde bulundu. 30 Temmuz 1930 tarihinde Jandarma Genel Komutanlığı'na, 24 Ağustos 1935 tarihinde 3. Ordu Müfettişliğine atandı. 30 Ağustos 1935 tarihinde orgeneral rütbesine terfi etti. 15 Şubat 1943 tarihinde Yüksek Askerî Şura Üyesi olarak atandı. 1 Aralık 1943 tarihinde Genelkurmay 2. Başkanlığı görevine atandı.
12 Ocak 1944 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı olarak atandı. Ankara Cinayeti olayı sonrası 23 Temmuz 1946 tarihinde görevinden istifa etti. Hala gizemini koruyan bu cinayette Kazım Orbay'ın oğlu Haşmet Orbay, Doktor Neşet Naci Arzan'ın öldürülmesinde azmettiren olarak yargılandı. Doktor Arzan aynı zamanda Sovyetler Birliği elçiliğinde çalışmakta idi. Orbay, 29 Temmuz 1946 tarihinde Yüksek Askerî Şura üyesi olarak atandı. 6 Temmuz 1950 tarihinde Yüksek Askerî Şûra üyeliği görevinden emekli oldu. Görevde bulunduğu sürece gösterdiği başarılardan dolayı 4. rütbeden Osmani, Gümüş, Altın, Liyakat, 4. rütbeden Mecidi, 1. Rütbeden Demir Salip, Kılıçlı Krom Şövalye, Alman Kırmızı Kartal ve Kırmızı şeritli İstiklal Madalyası gibi nişanlar aldı.
9 Ocak 1961 ile 26 Ekim 1961 tarihleri arasında Kurucu Meclis Devlet Başkanı Temsilcisi olarak katıldı ve bu meclisin başkanlığını yaptı. "Temsilciler Meclisi Başkanlığı" görevinden sonra 1961'de Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel tarafından kontenjan senatörü olarak seçildi. 1963 Aralık ayında mide ameliyatı geçirmiş ancak bu rahatsızlığını atlatamayarak 3 Haziran 1964 tarihinde vefat etti. Aynı zamanda Enver Paşa'nın eniştesiydi.
Mediha Orbay (1895-1983) ile evli Kâzım Orbay bir çocuk babasıydı. Fransızca, Almanca, İngilizce ve İtalyanca biliyordu.
Eda Özülkü
Eda Özülkü (d. 2 Haziran 1966, Gölcük), Türk şarkıcı ve müzisyen.
Aslen Mersinlidir. Asker baba ve öğretmen annenin 2. çocuğudur. İlk ve orta okul yıllarını İzmit'te geçirdi. Liseyi İstanbul'da tamamladı ve Marmara Üniversitesi Müzik Bölümü'nden mezun oldu. Aynı üniversitede şan eğitimi üzerine yüksek lisans yaptı.
Daha sonra Işık Lisesi'nde ve mezun olduğu üniversitede öğretim görevlisi olarak çalıştı. Öğretmenliğinin yanında müzik çalışmalarına eşi Metin Özülkü ile birlikte devam etti. Eşinin bestelediği pek çok şarkının sözlerini yazdı. Bunların arasından öne çıkan; "Sözler yetmez", "Seninle Olmak Var Ya", "Eğlen Güzelim", "Oyalama Beni", "Kuşlar", "Alladı Pulladı", "Doğum Günü", "Parolayı Söyle", "Yürü Ya Kulum", "Yaralım" şarkılarıydı. Eşiyle birlikte yaptığı şarkıların demolarında solist olarak yer alan Eda Özülkü, müzik yapımcılarından gelen albüm tekliflerini uzun bir süre kabul etmedi. Ancak eşinin de ısrarlarıyla, aldığı klasik batı müziği eğitimini pop müzikte kullanmaya karar verdi.
1993 yılında albüm çalışmalarına başlamasıyla birlikte öğretim görevinden ayrıldı. Bu çalışma sonucu "Parolayı Söyle" adlı ilk albümü ortaya çıktı. Bu çok beğenilen albümün ardından sırasıyla "Dalgacı" (1994), "Uçurdum Da Uçurdum" (1995), "Al Beni" (1997) ve "İnce Sızım" (2003) adlı dört solo albüm ve eşiyle birlikte "Böyle Aşk Olmaz" (1999) adlı bir albüm daha yayınladı. 2004 yılında Masalcılar grubuyla beraber çocuklara masallar anlatan Masalcılar - 1 adlı projede yer aldı.Şu anda Bilfen Çamlıca ilköğretim okullarında müzik öğretmenliği yapmaktadır.
Celâl Sılay
Celâl Sılay (1914-7 Eylül 1974). Türk şair, denemeci ve öykü yazarı. Bursa'da doğdu. Bursa Işıklar Askeri Lisesi'nin ilk ve orta bölümlerini bitirdi. İstanbul'da Hayriye Lisesi'nde ve İstiklâl Lisesi'nde öğrenimini sürdürdü. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin Felsefe Bölümü'nde okudu. 1940-1951 arasında Vatan, Tasvir-i Efkâr, Her Hafta, Her Gün ve Ticaret Postası gazetelerinde çalıştı. 1952-1955 arasında Yeni Memleket gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. 1957-1958'de Yeni Gazete'de ve 1959-1960'ta da Her Gün gazetesinde Ahmed Selâmi Sel takma adıyla köşe yazıları yazdı. 1944'te dört sayı boyunca İşte ve 1956-1957 yıllarında da on beş sayı boyunca Esi dergilerini yönetti. 1952-1956 arasında toplam otuz sayı olarak çıkan Doğu ve Batı ile 1963-1971 arasında toplam yüz beş sayısıyla okuyucuyla buluşan Yeni İnsan dergilerini o kurdu. Ayrıca Yeni İnsan Yayınları'nın da kurucusudur.
Ahmed Selâmi Sel şairin 1957-1958'de Yeni Gazete'de ve 1959-1960'ta da Her Gün gazetesinde köşe yazıları yazarken kullandığı takma adıdır.
Varfarin
Varfarin (Coumadin®, Jantoven®, Marevan®, ve Waran® marka adlarıyla da bilinir), kalp ve damar sisteminde pıhtılaşmaya karşı kullanılan bir ilaçtır. "Anticoagulant" etkisi vardır. Aynı etkiyi gösteren ilaçların en eski kuşağındandır ve çok ekonomiktir.
Varfarin, K vitamininin olağan yapım yıkımını bozmaktadır. K vitamini, pıhtılaşma etmenlerinin amino-ucunda yer alan özgül glutamik asit rezidüelerine bir karboksil grubu ekleyen karaciğerin bir enzimi olan gama karboksilazın yardımcı etkenidir. Fosfolipitlerin zarlara bağlanabilmeleri için, bu etmenlerin gama karboksilasyonu gereklidir. Varfarin, gama karboksilaz için gerekli bir yardımcı etken olan K vitamininin indirgenmiş biçimini oluşturmaktan sorumlu bir enzim olan K vitamini epoksit indirgeyiciyi engellemektedir. Varfarin varlığında, pıhtılaşma etmenleri üretilmekte; ancak gama karboksilaz ile işlevsel biçimlerine dönüşmeleri engellenmekte; bu da pıhtılaşmayı engelleyici bir etki oluşturmaktadır.
Varfarin, kullanılmaya başlandığında o anda dolaşımda var olan pıhtılaşma etmenlerini baskılamadığından, genellikle yeterli bir pıhtı önleyici etkiye ulaşması 4 ile 5 günü bulmaktadır. Üstelik, hastada Varfarin ilk başlatıldığında, yaklaşık ilk 10 saat boyunca hastanın kanı pıhtılaşmaya daha da eğilimli olmaktadır. Bu ters etkinin nedeni, pıhtılaşmayı engelleyen Protein C ve S'nin de tıpkı diğer pıhtılaşma etmenleri gibi K vitamininin yardımcı etkenliği yoluyla karboksillenmesi gerekmesidir.
Bundan dolayı, Varfarin sağaltımının ilk günlerinde hastada pıhtılaşmanın engellenmesi için heparin kullanılmalıdır. Genellikle, hastalar varfarine başladıktan sonra en az dört gün heparin almalıdırlar; pek çok uzman sağaltımsal Varfarine bağlı pıhtı engelleyici etkiye ulaşıldıktan sonra 1 ila 2 gün daha heparinin sürdürülmesini önermektedirler. Varfarinin yükleme dozlarından sakınılmalıdır; çünkü kanamayla sonuçlanabilmektedir. Varfarinin tipik başlama dozu; yetişkinler için günde 5 mg'dır. Çok yaşlı birey |
lerde günde 2.5 mg kullanılmalıdır. Çok yaşlı bireylerde, Varfarin'i gizillediği bilinen ilaç alanlarda (örneğin Amiodarone) ve K vitamini alımı azalmış hastalarda doz azaltılmalıdır.
Varfarin sağaltımı özenli bir şekilde izlenmelidir; çünkü pıhtı-engelleyici etkisi bireyden bireye değişebilmektedir. Varfarini'in takibinde kullanılan laboratuvar incelemesi protrombin zamanıdır (PT). Varfarin terapisi PT'yi uzatmaktadır.
Warfarin bir stereocenter içerir ve iki enantiomerden oluşur. Bu bir rasemat, yani (" R ") - ve (" S ") - biçimi: 1: 1 karışımıdır:
Protrombin zamanı
Protrombin zamanı (prothrombin time) (PT)
Pıhtılaşmanın ortak ve ekstrinsik yolunu değerlendirmede kullanılan bir testtir. Bu testte plazmaya kalsiyum ve tromboplastin (doku faktörü) eklenerek, ekstrinsik yoldan fibrin pıhtısı oluşana dek geçen süre ölçülür.
Moskova Muharebesi
Moskova Muharebesi veya Moskova Meydan Muharebesi (Alman ordusunun harekât koduyla: Unternehmen Taifun / Tayfun Harekâtı), II. Dünya Savaşı’nın Doğu Cephesi’nde, 1941 yılında Alman ordularının, bir duraklamanın ardından Moskova yönünde yeniden başlattıkları genel taarruzlarıdır. Moskova Muharebesi bazı tarihçiler tarafından II. Dünya Savaşı'nın dönüm noktalarından biri olarak kabul edilmektedir. Sovyet savunması, Hitler'in Barbarossa Operasyonu'nun önemli stratejik hedeflerinden biri olan Moskova'nın ele geçirilmesini engelleyerek savaşın uzamasına ve Barbarossa herkatının başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olmuştur.
Kod adı Tayfun Harekâtı olan Alman stratejik taarruzu, ikili bir kıskaç manevrası olarak planlandı. Moskova'nın kuzeyinden gelen kıskaç kolu (sol kıskaç), 3. Panzer Grubu ve 4. Panzer Grubu tarafından, Moskova - Leningrad demiryolunu kesecek şekilde Sovyet Kalinin Cephesi'ne karşı, kıskacın güney kolu ise 2. Panzer Ordusu tarafından Sovyet Batı Cephesi'ne karşı Tula'nın güneyinden yapılacaktı. Aynı anda 4. Ordu da batıdan doğruca Moskova üzerine ilerleyecekti. Kod adı Wotan Harekâtı olan ayrık bir operasyon, Alman genel taarruzunun son evresine dahil edildi.
Sovyet planı ise iki evreli bir plandı, önce savunma yapılacak, Alman taarruzu durdurulduktan sonra stratejik ihtiyatlarla, stratejik karşı taarruzlara girişilecekti. İlk olarak Sovyet kuvvetleri üç savunma kuşağı ile Moskova Oblastı'nın stratejik savunmasını düzenledi. Bu savunma kuşaklarında yeni teşkil edilen ihtiyat orduları ile Sibirya ve Uzakdoğu Askeri Bölgesi'nden getirilen birlikler mevzilendirildi. Alman saldırısı durdurulduktan sonra Sovyet stratejik karşı taarruzları ve daha küçük ölçekli taarruz operasyonları başlatıldı. Bu karşı taarruzlar Alman ordularını gerideki Oryol, Viyazma ve Vitebsk'e çekilmeye zorlamak amaçlanmaktaydı. Bu operasyonlarla neredeyse üç Alman ordusu kuşatıldı.
II. Dünya Savaşı, Alman kuvvetlerinin 1 Eylül 1939 günü Polonya'ya saldırmasıyla resmen başladı. İngiltere 3 Eylül'de, ardından da Fransa Almanya'ya savaş ilan etti. Polonya'ya saldırı öte yandan Almanya'nın Doğu'daki savaşının da başlangıcı olmuştur. Diğer deyişle Almanya, II. Dünya Savaşı'a Doğu'da bir harekâtla başlamıştır. Almanya'nın Batı'daki savaşı 9 Nisan 1940 tarihinde Norveç ve Danimarka'ya yapılan saldırılarla başladı. Alman orduları kısa sürede Norveç ve Danimarka'da kontrolü sağladılar. Wehrmacht 10 Mayıs 1940 tarihinde de Fransa Seferi ile Fransa'ya saldırmıştır. Batı Avrupa'daki en geniş kapsamlı ve en parlak Alman başarısı bu harekât oldu. Fransa'nın neredeyse yarısının işgali ve Alman ordularının Paris'e girmesinden sonra Fransa teslim oldu. Bir sonraki savaş Alman Hava Kuvvetleri Luftwaffe'nin 10 Temmuz 1940 tarihinde İngiliz topraklarına akınlarıyla başladı. İngiltere'nin teslim olmasını sağlamaya yönelen bu hava akınlarında istenen sonuç elde edilemedi. Avrupa'daki bir sonraki savaş, 28 Ekim 1940 - 1 Haziran 1941 tarihleri arasında Balkanlar'da yaşanmıştır. Alman panzer kuvvetleri Balkan topraklarında hızla ilerlediler ve Balkan devletleri birbiri ardına işgal edildi.
Güneyde kuzeyde ve batıda güvenliği sağlayan Hitler, Barbarossa Harekâtı kod adı verilen bir planla Sovyetler Birliği'nin istilasına 22 Haziran 1941 tarihinde başlamıştır. Wehrmacht orduları üç koldan, Kuzey Ordular Grubu, Merkez Ordular Grubu ve Güney Ordular Grubu olarak teşkil edilmiş olarak, müttefiki Romen ve Slovak ordularının oluşturduğu dördüncü kolla birlikte Sovyet topraklarına taarruz ettiler. Taarruz, Sovyet savunması için tam bir sürpriz oldu, Stavka bu kadar erken bir tarihte saldırı beklemiyor, Molotov-Ribbentrop Paktı'nın getirdiği güvencenin bir süre daha süreceğini varsayıyordu. Luftwaffe, Sovyet Hava Kuvvetleri'nin büyük bir kısmını yerde imha ederken kara kuvvetleri, yıldırım savaşı tekniklerini kullanarak Sovyet topraklarında hızla derinlemesine, zırhlı birlillerse ikili kıskaç manevrasıyla ilerlediler. Özellikle Sovyet Hava Kuvvetleri'nin kayıpları çok ağırdır. Alman taarruzunun ilk günlerinde uçak kayıpları 3.922 olmuştur.
Cephenin merkezinde Temmuz ayı itibarıyla Merkez Ordular Grubu Minsk yakınlarında Bialistok-Minsk Muharebesi'nde birkaç Sovyet ordusunu kuşatmayı başardı. Sovyet hatlarından çok geniş bir gedik oluştu. Sovyet kuvvetlerinin bu gediği kısa sürede kapatma olanağı yoktu, Batı Cephesi kuvvetleri imha edilmiş, Cephe, düzenli bir kuvvet olmaktan çıkmış ve Stavka'nın muharebeye sürebileceği ihtiyatı kalmamıştı. Ağustos ayında, Moskova yaklaşımında önemli bir müstahkem mevki olan Smolensk alındı. Smolensk tarihsel olarak da, Dvina, Dinyeper ve birkaç diğer nehir arasında yer alan bir kara köprüsü olması dolayısıyla Moskova yaklaşımının anahtarı sayılmaktadır. Kara birliklerinin, geniş nehirler üzerinde büyük köprüler inşa edilmesine gerek kalmadan hızla ilerleyebilmelerine olanak sağlamaktadır. Smolensk civarındaki Sovyet savunmasının durumunun umutsuz olmasına karşın 10 Temmuz'dan 10 Eylül'e kadar iki ay süreyle direnmeyi sürdürdüler. Bu şiddetli çatışmalar Smolensk Muharebesi olarak bilinir.
Kuzey kanattan taarruz eden 4. Panzer Grubu Leningrad üzerine ilerlerken birinci haftanın sonunda bölgedeki Sovyet zırhlı birliklerinin % 90'ını imha etmişlerdir. Kuzey Ordular Grubu kuvvetleri Baltık Devletleri'ni hızla geçerek ilerlediler ve Leningrad yakınlarındaki Luva savunması önünde neredeyse bir ay boyunca saplanıp kaldılar. Daha sonra 30 Ağustos'ta Neva Nehri'ne ulaşarak Leningrad'ın son demiryolu bağlantısını kestiler. Son kara bağlantısı ise 8 Eylül'de Lagoda Gölü'ne ulaşılarak kesildi.
Merkezde 2. Panzer Grubu ve 3. Panzer Grubu, Bialistok çevresindeki Kızıl Ordu birliklerini kuşatarak Minsk'te birleşmek üzere ilerlediler. Bu panzer grupları 27 Haziran'da Minsk'in doğuduna temas kurarak geniş bir bölgedeki Kızıl Ordu birliklerini kuşattı ve bu birliklerin büyük bir kısmı geriden gelen piyade kolordularının katılımıyla Bialistok-Minsk Muharebesi sırasında imha edildi. Bialistok ve Misnk civarınaki bu kuşatma ve çatışmalarda Kızıl Ordu birliklerinin ölü, yaralı, tutsak olarak 600 bin kayıp verdiği kabul edilmektedir.
Cephenin güney kanadında Sovyet kuvvetleri daha sert bir direnme gösterdiler. Sovyet mekanize kuvvetleri 26 Haziran'da Alman 1. Panzer Grubu'na bin tanktan oluşan bir kuvvetle taarruz etti. Doğu Cephesi'nin en kanlı çatışmalarından biri olan Brodi Muharebesi sonunda Sovyet tanklarının 800 kadarı imha oldu. Bu yenilgi üzerine bölgedeki Kızıl Ordu birllikleri bir stratejik geri çekilmeyle durumlarını korumaya çalıştılar.
General Guderian'ın 2. Panzer Grubu ileri panzerleri 10 - 11 Temmuz'da Dinyeper'i önemsiz sayılabilecek bir , hızla ilerleyerek 3. Panzer Grubu'yla birlikte 26 Temmuz'da Smolenk'i kuşatmıştır. On gün süren çatışmalar sonunda 180 bin Sovyet askeri tutsak alınmıştır. Guderian ilerlemesine devam ederek 20 Temmuz'da Yelnya'yı , hemen ardından 1 Ağustos'ta Roslavl'ı aldı.
Harekâtın Smolensk'den sonraki operatif hedefleri daha önce revize edildi. Hitler, 19 Temmuz'da çıkardığı bir emirle beklenen hedef olan Moskova yerine Kiev'i gösterdi. Merkezden iki panzer grubu alınarak biri güneye, Kiev bölgesindeki, diğeri de Smolensk - Leningrad arası bölgedeki Kızıl Ordu birliklerinin kuşatmak üzere sevk edildi.
Moskova yönünde bir ilerleme, cephenin merkezinde çok geniş ve derin bir çıkıntı yaratacaktı ve bu çıkıntının her iki yanı, Kızıl Ordu'nun kanatlardan girişeceği karşı taarruzlar karşısında savunmasız olacaktı. Öte yandan Hitler, Almanya'nın Ukrayna'dan gelecek maden - mineral ve gıda maddelerine gereksinmesi olduğunu düşünüyordu. Bu nedenlerle Wehrmacht'a ilk hedefin Don Havzası olduğu, Moskova'ya bu bölgenin kontrol altına alınmasından sonra yönelineceği yönünde emir verildi. General Guderian'ın 2. Panzer Grubu, General Gerd von Rundstedt'in büyük bir Kızıl Ordu kuvvetinin bulunduğu Kiev'e yapacağı taarruzu desteklemek üzere güneye döndürüldü. Stavka'nın 29 Haziran'daki bir toplantısında Jukov, Kiev'deki kuvvetlerin daha doğudaki bir hatta çekilmesini önermiş ve bu öneri Stalin tarafından geri çevrilmişti. Bu durum gerek Aleksandr Vasilevski'nin gerek Georgi Jukov'un anılarında belirtilmektedir. Neticede Kiev Muharebesi ile birkaç Sovyet ordusu Wehrmacht tarafından, çok geniş bir kıskaç manevrasıyla kuşatıldı ve imha edildi. Kuşatmanın 16 Eylül'de tamamlanmasıyla Kızıl Ordu 450 binin üzerinde askerini kaybetmiş oldu. Kuşatma dışında kalan Sovyet kuvvetleri,19 Eylül'de çekilmek zorunda kaldılar. Kiev'den çekilme önerisi Jukov'a, Genel Kurmay Başkanlığı görevinden alınmasına mal olmuştu, fakat Alman kuşatması konusundaki öngörüsü doğru çıkmıştı. Alman kuvvetlerinin cephenin güney kesiminde ileri hareketleri önündeki en büyük engel bu şekilde kalkmış oldu. Kiev Muharebesi'nin sonuçlanmasından sonra Hitler Moskova üzerine genel bir taarruzun başlatılması emri vermiştir.
Haziran - Ekim ayları arasında Sovyet kuvvetleri yaklaşık 3 milyon tutsak vermişlerdi. Kızıl Ordu mevcudu 4,7 milyondan 2,3 milyona düşmüştü. Tüm savaş boyunca Kızıl Ordu'nun en zayıf olduğu dönemdir bu dönem. Açıktır ki Kızıl Ordu'nun Tayfun Harekâtı arefesine kadar uğradığı zayiat sadece b |
u değildir. Ölü, yaralı ve kayıp olarak uğranılan zayiat da (Eylül ayı başları için) 2,4 milyon rakamına eklenmelidir. Öte yandan Barbarossa Harekâtı'nın ilk haftalarında büyük miktarda ikmal malzemesi, başta mühimmat, akaryakıt, gıda maddeleri olmak üzere elden çıkmıştı ve çok sayıda nakliye aracı ile nakliye hayvanı kaybedilmişti.
İşgalin yol açtığı tablo ise en az bu derecede kötü bir tablodur. Alman işgali altındaki Sovyet nüfusu 80 milyondur, toplam nüfusun yüzde kırkı. İşgal edilen bölgelerle Sovyet ekononimisi, endüstriyel kapasitesinin üçte birini, kömür üretiminin yüzde altmış üçünü, çelik üretiminin yüzde elli sekizini, demir cevheri rezervlerinin yüzde yetmişini, alüminyum rezervlerinin yüzde altmışını ve tarım alanlarının yüzde kırk yedisini kaybetmiş durumdadır.
Hitler'in basın müdürü Otto Dietrich, dünyanın önde gelen gazetelerinin muhabirleriyle 3 Ekim 1941 günü yaptığı basın toplantısında, ""Moskova'yı savunan … son Rus ordusu olan Mareşal Timoşenko komutasındaki birliklerin başkent önünde kapanan iki Alman çelik çemberinin içinde sıkıştığını, Mareşal Budyenni komutasındaki güney ordularının bozguna uğratılıp dağıtıldığını ve Mareşal Voroşilov'un altmış, yetmiş tümenlik ordusunun da Leningrad'da kuşatıldığını"" açıkladı. Basın açıklaması, ""Tüm askeri amaçlar bakımından Rusya'nın işi bitmiştir artık.""" cümlesiyle kapanmaktadır. Öte yandan Amerikan Genel Kurmayı, daha Temmuz ayı ortalarında, Sovyetler Birliği'nin birkaç hafta içinde çökeceğini düşünmekteydı. Sonuç olarak Tayfun Harekâtı başladığı sıralarda tüm dünya, Kızıl Ordu'nun sıfırı tükettiği kararına varmış bulunmaktaydı. Bu yargının mantıksal temellerini dünya komuoyuna iki gün öncesinde veren yine Hitler'di. Hitler 1 Ekim 1941 günü radyodan Alman ordularına seslenen ve "Askerler" diye başlayan konuşmasında Doğu Cephesi'nde o tarihe kadar 2,4 milyon tutsak alındığını, 17.500 tankın, 21 bin parça topun imha edildiğini ya da ele geçirildiğini, 14.200 uçağın düşürüldüğünü ya da yerde imha edildiğini belirtmektedir.
Hitler için Moskova en önemli askeri ve politik hedefti, kentin teslim olmasının kısa sürede Sovyetler Birliği'nin genel bir çöküşe sürüklenmesine yol açacağına inanıyordu. Alman Genel Kurmay Başkanı General Franz Halder daha 1940 yılında güncesine şunları yazmıştır. ""En iyi çözüm, Moskova üzerine doğrudan bir saldırı olacaktır."" Bu nedenle hacim olarak daha büyük ve iyi teçhiz edilmiş Merkez Ordular Grubu için birincil hedef Moskova'ydı.
Hitler, Tayfun Harekâtı ile ilgili emrini (35 Sayılı Emir ) 6 Eylül 1941 tarihinde çıkardı.
Tayfun Harekâtı'na katılacak Alman kuvvetleri üç ordu, 2. Ordu, 4. Ordu 9. Ordu ve onları destekleyen üç panzer grubu, 2. Panzer Ordusu, 3. Panzer Grubu, 4. Panzer Grubu ile hava unsuru olarak Luftwaffe'nin hava filosu Lufttlotte 2'den oluşmaktadır. Bu kuvvetler, Kuzey Ordular Grubu'ndan 4. Panzer Grubu ve 2. Ordu ile, Güney Ordular Grubu'ndan da iki panzer, bir mekanize kuvvetle takviye edilmiştir.
Bu takviyeler sonucunda Merkez Ordular Grubu, 22 Haziran 1941 tarihindeki orijinal durumuna göre 20 tümenlik ek bir kuvvet almış oldu. Netice olarak Tayfun Harekâtı'nın kuvvetleri, 50 piyade tümeni, 14 panzer tümeni, 8 mekanize tümen ve 4 güvenlik tümeninden oluşmaktadır. Diğer yönden bu kuvvetler, Doğu Cephesi'nde muharebeye giren tüm Alman birliklerin yüzde 43'ünü ve tüm zırhlı kuvvetlerin ise yüzde 74'ünü kapsamaktaydı. Güç olarak ise bu kuvvetler, toplamda 1.800.000 kişilik bir kuvvettir. Ağır silahlar ise 14 bin parça top ve havan ile 1.700 tanktan oluşmaktadır..Merkez Ordular Grubu bünyesinde ayrıca özel polis birlikleri ve SD unsurları da katıldı. Bu teşkil ""Moskova Grubu"" olarak adlandırıldı. Görevleri devlet ve parti otoritesini yıkmak, önde gelen sendika liderlerini, sosyal, ekonomik, kültürel ve bilimsel alanlarda etkili olan kişileri tutuklamaktır.
Muharebeye sürülen hava gücü esasen zayıflamıştı. Harekâtın başladığı 22 Haziran'dan itibaren Alman Hava Kuvvetleri, 1.603 uçak kaybetmiştir ve 1.028 uçak da hasar görmüştür. Neticede Luftflott 2'nin elinde muharebe edebilecek durumda 549 uçak vardır. Bu uçaklar, 158 bombardıman ve pike bombardıman uçağı ile 172 avcı uçağıdır.
Alman planı, Moskova'nın kanatlardan kuşatma manevrasıyla ele geçirilmesi prensibine dayandırılmıştır. Ancak Moskova batısındaki Viyazma ve Bryansk bölgelerinde büyük Sovyet kuvvetlerinin bulunması nedeniyle ikili kanatlardan kuşatma planı geliştirildi. Viyazma ve Bryansk'taki Kızıl Ordu birliklerinin kuşatılması görevi, Alman taarruz gruplarının iç kanatları tarafından yapılacaktı. Bu kuşatmalar da ikili bir manevra olarak planlandı. Viyazma bölgesi, Alman taarruzunun merkez kesimindeki kuvvetler tarafından kuşatılacak, güney kesimdeki kuvvetlerin sağ kanadı kuzeye doğru geniş bir çark hareketi yaparak bu kuvvetlerle birleşecek ve böylece Bryansk bölgesindeki Sovyet birliklerini de kuşatmış olacaktır. Moskova'nın kuşatılması ise, Alman taarruz gruplarının dış kanatları tarafından yapılacaktı. Kuzeyde Kalinin, güneyde Tula yönünde daha derinlemesine ilerlemeyle kent kuşatılacak, bu kuvvetler kentin doğusunda Noginsk'de birleşerek kenti çevirecekti.
Tayfun Harekâtı'nın esas olarak Merkez Ordular Grubu sorumluluğunda olmasına karar verildikten sonra ordular grubu kadrosu özellikle zırhlı kuvvetler yönünden takviye edilmiştir. En büyük takviye, Kuzey Ordular Grubu emrinden aktarılan 4. Panzer Grubu'dur.
Öte yandan ordular grubu içinde de birlik kaydırmalarına gerek duyuldu. General Guderian'ın emrindeki 46. Panzer Kolordusu 4. Panzer Grubu emrine verildi. Bunların yerine daha önce Grup emrinden alınmış olan 1. Süvari Tümeni ile 48. Panzer Kolordusu, 34. Kolordu ve 35. Kolordu General Guderian emrine verildi.
Taarruz genel hatlarıyla, Merkez Ordular Grubu'nun üçlü gruplanmasına dayandırılmıştır.
Merkezde kuzeyden güneye 6. Kolordu, 41. Panzer Kolordusu, 56. Panzer kolordusu, 5. Kolordu ve 7. Kolordu olarak taarruz edilecektir. 41. Panzer Kolordusu derinlemesine bir ilerleme yaparken 56. Panzer Kolordusu geniş bir kavis çizerek Viyazma yönünde taarruz edecek, 5. Kolordu ise Viyazma batısına çekilecek olan Sovyet kuvvetlerini kuzey yanından saracaktır.
General Guderian kuvvetlerini, Gloçov - Oryol genel istikametinde taarruz etmek üzere tertiplemiştir. Merkezde 24. Panzer Kolordusu, sağda (Putivl bölgesi) 48. Panzer Kolordu, solda ise (Şostka civarı) 47. Panzer Kolordusu şeklinde taarruz düzeni alındı. Piyade kolorduları ise panzer kolordularının gerisinde 34. Piyade Kolordusu sağda, 35. Piyade Kolordusu solda olmak üzere geriden ilerleyeceklerdir. Harekât öncesinde Guderian emrine 100 panzerlik bir takviye gönderildi. Ancak bu panzerlerden 50 tanesi yanlışlıkla Orşa'da trenden indirildiği için harekâta çok daha geç tarihlerde katılabilmiştir.
Alman kuvvetlerinin karşısında, üç Sovyet "Cephe"sine bağlı, birkaç aydan beri yoğun çatışmalara katılmış olan ve bu yüzden muharebe yorgunluğu içindeki kuvvetler bulunmaktadır. Moskova savunması için toplanmış olan kuvvetler, 1.250.000 kişilik bir kuvvet olup bin tank ve 7.600 topu bulunmaktadır. Sovyet Hava Kuvvetleri de çok büyük kayıplara uğramıştı, bazı kaynaklara göre 7.500 , bazı kaynaklara göre ise 21.200 uçak kaybetmişti. Sovyet ekonomisi olağanüstü endüstriyel başarıları ile kayıpları karşılamaya başladı ve Sovyet Hava Kuvvetleri, 578 adeti bombardıman olmak üzere 936 uçağı, başkentin savunması için harekete geçirdi. Bununla birlikte takviyelerle bile Sovyet hava gücü, savaş öncesindekinin dörtte birine düşmüştü. Sadece sayısal üstünlükle Alman kuvvetleri için büyük bir tehdit oluştursa da Sovyet birliklerinin yerleşimi yetersizdi. Birliklerin çoğu, tek bir hat üzerinde mevzi almışlardı ve geride ihtiyat ya çok azdı ya da hiç yoktu. General Vasilevski anılarında bu duruma işaret etmektedir. Başlangıçta Sovyet savunmasının iyi hazırlanmış olduğunu, birliklerin yerleşimi konusundaki handikapta, önceki evrelerdeki Alman başarısının büyük payı olduğunu ifade etmektedir. Bundan başka bazı Sovyet birlikleri, muharebe deneyimi konusunda oldukça zayıftı. Bazı önemli silahlar da yetersiz sayıdaydı, örneğin tanksavar silahları. Üstelik tankların çoğu da eski modeldi.
Stavka kent çevresinde geniş ölçüde ve yaygın bir savunma kurmaya başladı. En ileride Rijev - Viyazma savunması düzeni, Rijev - Viyazma - Bryansk hattında, kentten yaklaşık 200 km. ilerde kuruldu. İkinci hat, Mozhaisk savunma hattı, çift hat olarak Kalinin - Mozhaisk - Kaluga hattına yayılmıştı. Bu savunma hattı, Moskova'nın 112 km. kuzeyindeki, Moskova'nın kullanma suyu gereksinmesini karşılamak üzere oluşturulmuş Volga kıyısındaki göletten başlayıp kentin yaklaşık 90 km. güneyinde Oka Nehrine kadar kabaca bir yarım daire oluşturmaktadır. Üçüncü savunma kuşağı "Moskova Savunma Bölgesi" olarak kenti etrafını çevreleyen bir savunma kuşağı olarak inşa edildi. Bu tahkimatların inşaasına, çoğu kadın ve genç kız olmak üzere sivil halktan da 500 bin kişi katılmıştır. Bu çalışmalarda 30 km. ejder dişleri, 19 bin taşınabilir bir engel türü olan "kirpi engel", 26 km. dikenli tel ve 10 km. barikat oluşturuldu. Ayrıca sivillerin katıldığı bir iç savunma düzeni organize edildi. Tüm semtlerde, sokak savaşı koşullarına göre eğitilen tank imha taburları düzenlendi. Hava savunma taburlarında 24 bin moskovalı görev aldı. Birçok ev, topçu mevzi ve makineli tüfek yuvası haline getirildi. Açıkçası şehrin tümü müstahkem mevkiye dönüştürülmüşdü. Kente Alman taarruzu başlatıldıktan sonra 19 ekim'de Moskova'da kuşatma durumu ilan edilmiştir. Bu aşamadan itibaren de moskovalılar savunmada görev üstlendi ve muharebe alanlarının hemen gerisinde tertiplendiler. Tüm bu savunma hatlarının inşa çalışmaları Temmuz ayı ortalarından itibaren sürdürülmektedir. En önemli savunma hattı olan Mozhaisk Savunma Hattı, Eylül ayı sonlarında ancak yarı yarıya tamamlanmış durumdadır. Diğer üç tahkimat olan Volokolamsk, Maloyaroslavets ve Kaluga'nın durumu da yaklaşık olarak aynıdır.
Alman ilerlemesinin hızlı olması nedeniyle Moskova taarruzu başladığında b |
u savunma düzeni henüz tam olarak hazır değildi. Dahası Alman saldırı planından oldukça geç haberdar olundu. Sovyet birlikleri, genel bir savunma alarmına ancak 27 Eylül'de geçebildi. Öte yandan yeni Sovyet tümenleri Volga'da, Asya'da ve Urallar'da teşkil ediliyordu, ancak muharebeye sürülmeleri birkaç aylık bir süre gerektirecekti.
Eylül ayı başlarında Moskova savunmasında yer alan Kızıl Ordu tümenlerinin ortalama mevcudu 3 bin kadardır.
General İvan Konev komutasındaki Batı Cephesi, kuzeyden güneye 22. Ordu, 29. Ordu, 30. Ordu, 19. Ordu, 16. Ordu ve 20. Ordu düzeninde yaklaşık 340 km.lik bir cephe hattını tutmaktadır. Mareşal Budyenni'ni İhtiyat Cephesi emrindeki 24. Ordu ve 43. Ordular 95 km.lik cephe hattında, 31. Ordu, 32. Ordu, 33. Ordu ve 49. Ordular geride bulunmaktadır. Savunmanın güney kanadında ise General Yeryomenko'nun Bryansk Cephesi kuvvetleri bulunmaktadır. Kuzeyden güneye 50. Ordu, 3. Ordu, 13. Ordu ve Ermakov Operatif Grubu olarak 290 km.lik bir cephe hattında mevzilenmiştir. Bu birliklerin çoğu savaşın başından bu yana çatışma içindedir. Bir kısmının karargahı tutsak edilmiş, bir kısmının karargahı da birkaç kez kuşatmayı yarıp kurtulmayı başarmıştır.
Ancak savaşın bu devresinde Kızıl Ordu'nun ikmal sorunları daha da ağırlaşmıştı. Mühimmat, benzin, uçak yakıtı ve nakliye araçları, önceki muharebelerde büyük ölçüde harcanmıştır. Öte yandan Alman generallerin tanıklık ettiklerinin tersine, belirgin bir kışlık giysi açığı vardır.
Moskova savunmasına katılan Kızıl Ordu askerleri, ülkenin batısındaki askerlerin yüzde kırkını oluşturmaktadır. Bu birlikler, 193 bini yeni silah altına alınan askerler olmak üzere toplamda 1.250.000 kişidir. 83 piyade tümeni, 2 mekanize tümen, 9 süvari tümeni ve toplam 13 tank tugayı. Tümenlerin savunmadaki yerleri ise, 66 piyade tümeni cephe hattında, 17 piyade tümeniyle 7 tank tugayı ikinci kademededir. Diğer birlikler, 12 piyade tümeni ve 6 tank tugayı ihtiyat olarak tutulmaktadır. Tüm bu birliklerde 990 tank, 7.600 top ve havan ile 863 uçak bulunmaktadır.
Moskova genel taarruzuna katılacak Alman kuvvetleri 2. Panzer Ordusu, 3. Panzer Grubu, 4. Panzer Grubu, 4. Ordu ve 2. Ordu'dur.
Moskova savunmasında üç Sovyet "Cephe"si yer almıştır. Batı Cephesi, Bryansk Cephesi ve İhtiyat Cephesi. Batı Cephesi Mareşal Semyon Timoşenko komutasında idi. Ancak 10 Ekim'de Stalin'in emriyle Georgi Jukov komutayı devralmıştır. Bryansk Cephesi Andrey Yeryomenko, İhtiyat Cephesi ise Mareşal Semyon Budyonni komutasındadır. Bu üç "Cephe"nin toplam kuvveti 1.250.000 erat ve subay, 7.600 top ve havan, 990 tanktır.
Alman taarruzu sol kanatta 3. Panzer Grubu ve 9. Ordu ile Duhovşçina bölgesinden, 19. ve 30. ordular arasından vurdu. Kısa bir süre sonra, 49. Ordu cephesini de yararak 20–30 km. ilerleme sağlandı ve harekâtın dördüncü gününde, 6 Ekim'de 56. Panzer Kolordusu'yla Viyazma'ya ulaşdı. Aynı sırada taarruzun merkez kesiminde 4. Panzer Grubu ve 4. Ordu, 24. Ordu ve 43. Ordu savunmasını, ardından 33. Ordu cephesini yardı. Kuzeye keskin bir dönüş yapan 40. Panzer Kolordusu 3. Panzer Grubu'yla Viyazma yakınlarında birleşti. Bu kuşatma çemberi Sovyet 19., 20., 24. ve 32. Orduları çok geniş bir bölgede kuşatmış oldu. Söz konusu Sovyet orduları, kuzeylerindeki ve güneylerindeki Alman yarmasıyla kuşatılmamak için geri çekilmişlerdi. Viyazma batısındaki bu kuşatma 10 Ekim'de tamamlandı. Bu sırada 3. Panzer Grubu Komutanı General Hoth, Güney Ordular Grubu'nun 17. Ordu'su Komutanlığına atandı, yerine general Hans Georg Reinhardt atandı.
Sovyet Batı Cephesi ve İhtiyat Cephesi kuvvetlerinden kuşatma dışında kalanlar, Mozhaisk civarına çekilmeyi ve bu kesimde hatlarını pekiştirdiler. Alman kuvvetlerince kuşatma altına alıınan bölge başlangıçta kabaca 75 km.'ye 35 km.lik bir alandı. Muharebenin ilk üç günü geçtiğinde 20 km.ye 20 km.lik bir alan olarak daraldı. Bununla birlikte kuşatılan Kızıl Ordu birlikleri tümüyle imha olmadılar. Müfrezelerden tüm bir piyade tümenine kadar değişen büyüklükte birlikler gruplar halinde kuşatmadan sıyrılmayı başardılar. Örneğin ilk birkaç günlük süre içinde General Boldin, beraberinde 85 bin kişilik bir kuvvetle, fakat tüm ağırlığını geride bırakarak çemberi yarıp çekilmeyi başardı. Daha önceki kuşatmalarda olduğu gibi burada da Kızıl Ordu birlikleri kuşatıldıkları için silah bırakmadılar. Tam tersine Alman kuvvetlerine inatla karşı koydular. Alman Komutanlığı bu kesimdeki Sovyet birliklerini imha edebilmek için, esasen Moskova yönündeki ilerlemeleri için şiddetle gerek duydukları 28 tümeniik bir kuvveti burada kullanmak zorunda kaldı. Öte yandan Viyazma civarındaki uzun süren direnme, Stavka'ya Moskova yönündeki savunmayı takviye etmek üzere dört orduyu hızla bölgeye getirmek ve Uzakdoğu'dan üç piyade tümeni ile iki tank tümeni sevk etmek için zaman kazandırmıştır. Bölgeye getirilen ordular 5. Ordu, 16. Ordu, 43. Ordu ve 49. Ordu'dur. Bazı kaynaklarda "Viyazma Cebi Muharebesi" olarak geçem bu muharebede Sovyet Batı Cephesi ve İhtiyat Cephesi kuvvetleri 25 piyade tümeni ve 5 tank tugayı yitirdiler.
3. Panzer Grubu'nun 9. Ordu'dan piyade birlikleriyle desteklenen sol kanatı Viyazma'dan Kalinin yönünde bir taarruza girişti ve duraksamadan kenti 14 Ekim'de aldı. Böylece Moskova'nın uzak kuzeyden kuşatılması için elverişli bir durum oluştu. Stavka bu ilerlemeyi durdurmak için 17 Ekim'de General İvan Konev komutasında Kalinin Cephesi'ni kurmuştur. Bu yeni "Cephe"nin faaliyetleri Alman 9. Ordusu'na bağlı kuvvetleri durdurmayı başardı ve doğrudan Moskova yaklaşımına yönelmelerini engelledi.
Cephenin kuzey kesimindeki Alman başarıları, Sovyet komutanlığını birliklerini Volokolamsk - Dorohov - Narofominsk hattındaki yeni bir savunma durumuna çekmeye zorladı. Bu yeni savunma durumunda Sovyet birliklerinin yerleşimi şöyledir. Volokolamsk yönü General Rokossovski'nin 16. Ordusu, Mozhaisk yönü General Dmitri Leluşenko'nun 5. Ordusu, Maloyaroslavets yönü General İvan Golubyev'in 43. Ordusu, Kaluga General Konstantin Zaharkin'in 49. Ordusu ve Narofominsk General Mihail Yefremov'un 33. Ordusu. En şiddetli çatışmalar Volokolamsk kesiminde oldu. Alman kuvvetleri 27 Ekim'de bu kesimde durduruldular. Rokossovski'nin anılarını topladığı kitabı, Bir Askerin Görevi: ""16 Ekim sabahı düşman zırhlı ve motorize birlikleriyle ordumuzun sol kanadına yüklendi. Tam buradan beklliyorduk ve çok dikkatli hazırlanmıştık. Sadece bu kesimde düşman dört tümen -iki zırhlı ve iki motorize- toplamıştı, toplamda 200 den fazla tank. Esas taarruz General İvan Panfilov'un 316. Tümen'i üzerine yüklendi. O'nun ileri hatları Volokolamsk yolundan 12 - 15 km. ilerdeydi. Naziler sık düzende piyade avcı hatlarının önünde 30 - 50 tanklı güçlü gruplarla, topçu ve hava desteğiyle saldırdılar. İyi düzenlenmiş savunmayla karşılaşan düşman, yeniden saldırmak için geri çekildi. Ağır kayıplara uğradı ve ihtiyatlarını savaşa sürmek zorunda kaldı. Çatışmalar yavaş yavaş tüm 16. Ordu cephesi boyunca yayıldı.""
Sovyet savunmasının aşılamaması üzerine Luftwaffe kenti yoğun biçimde bombalamaya çalıştı. Ancak son derece başarılı bir hava savunması tüm hava akınlarını püskürtmeyi başardı. 2. Hava Kolordusu sadece Ekim ayında 31 hava akını düzenlemiştir. Bu hava akınlarının 2 bin çıkışından sadece 72 uçak Moskova üzerine bomba bırakmayı başarabilmiştir.
Taarruzun güney kanadının Tula önlerinde durdurulması Tayrun Harekâtı'nı Ekim ayı sonlarında çıkmaza sokmuştur. Bu durum üzerine Alman komutanlığı, Volokolamsk yönündeki esas taarruz ekseninde kuvvetlerini yeniden tertiplemek için taktik duraklama kullandı. Volokolamsk - Klin ekseni üzerinde ilerlemek için 3. Panzer Grubu'nu bölgeye kaydırıldı. Bu duraklama Sovyet komutanlığının da geriden ihtiyatları getirmek ve mevzileri pekiştirmek için zaman kazandırdı. Bu kısa süre içinde yoğun bir istihkam çalışması yürütüldü. Ağır bir topçu ateşi ve hava bombardımanı ardından 15 Kasım'da 3. Panzer Grubu unsurları Klin yönünde ilerlemelerine yeniden başladılar. Ertesi gün 4. Panzer Grubu Rokossovski'nin 16. Ordu'sunun aynı kanadına yüklendi. Taarruz, General Panfilov'un 316. Piyade Tümeni ve General Lev Dovator'un operatif grubu'nun mevzilenmiş olduğu bölgeye yönelmiştir. Özellikle General Panfilov tümeni kesiminde son derece inatçı bir direnme sergilendi. Panfilov'un Siyasi Komiser'i Vasili Kloçkov'un ifadesiyle ""Rusya büyük, fakat çekileceğimiz bir yer yok. Arkamız Moskova."" sözleri, tüm ordu ve ülke tarafından slogan edinildi. Kloçkov ve hemen hemen tümü ölen 28 adamı, 18 Kasım'da 18 panzeri savaş dışı bırakarak Alman ilerlemesini bir süre için durdurmayı başardılar. Tüm bunlara karşın 3. Panzer Grubu şiddetli çatışmaların sonucunda Klin'i 19 Kasım'da, Istra'yı da 27 Kasım'da aldı.
Genel taarruz güneyde General Guderian'ın Gluçov - Şostka hattından çıkan taarruzuyla 30 Eylül'de başladı. Ancak bundan önce Guderian, asıl taarruzuna başlamadan önce sağ yanını emniyete almak için 48. Panzer Kolordusu'nun bazı birlikleriyle Summy - Nedrigailov yönünde bir taarruz girişiminde bulunmuştur. Ancak bu girişim, bölgedeki Kızıl Ordu savunmasını atmakta başarılı olamadı ve 29 Eylül'de taarruz çıkış hatlarına geri çekilmek zorunda kaldı.
Güneyde Bryansk civarında Sovyet savunması Viyazma'ya göre biraz daha başarılıydı. Kuşkusuz bunda, taarruzun daha erken başlamış olmasının etkisi vardır ancak, Stavka bu kadar geç bir tarihte böylesi bir genel taarruz beklemiyordu. General Guderian'ın taarruzu, tüm Sovyet savunmasını bir bakıma gafil avlamışdı. General Guderian'ın asıl taarruzu Glukhov üzerinden Orel genel istikametinde başlamıştır. 2. Panzer Ordusu, kuzey kanatta 47. Panzer Kolordusu, merkezde 24. Panzer Kolordusu, Sovyet 13. Ordusu ile Ermakov Grubu arahattını vururken sağ kanatta da 48. Panzer Kolordusu Ermakov Grubu mevzilerine yüklendi. General Guderian emrindeki iki piyade kolordusu, 34. Piyade Kolordusu sağ kanattan, 35. Piyade Kolordusu ve 1. Süvari Tümeni ise sol kanattan taarruza ikinci kademe olarak katılmışlardır. Sisli ve yer yer yağmurlu bir gündü, Luftwaffe'nin hava desteği |
çok sınırlı kaldı. Bu yüzden gerek "Cephe" Komutanlığı, gerek Üst Komutanlık, sınırlı bir taarruz olduğu izlenimine kapılmıştır. Yine de iyi düzenlenmiş topçu hazırlık ateşi ve kitlesel olarak saldıran panzer grupları, tek kat Sovyet savunmasını kolayca yardılar. Taarruzun ana darbesi, 47. Panzer Kolordusu ve 24. Panzer Kolordusu'ya Sevsk yönünde geliştirildi. Taarruzun sağ kanadında 48. Panzer Kolordusu, hazırlıksız yaklananan beş tümenlik Ermakov Operatif Grubu'nu kısa sürede dağıttı ve 13. Ordu ile arasında yaklaşık 20 km.lik bir gedik oluşturdu. Her ne kadar General Ermakov kendini toparlayıp ertesi gün bir karşı taarruza giriştiyse de, elinde çok az sayıda tank vardı ve hava desteği yoktu, başarı elde edemedi.
General von Weichs'in 2. Ordusu, Sovyet 50. Ordu'sunun kanatlarında gerçekleştirdiği yarmalarla bir kuşatma manevrasına girişmişti. Ordunun sağ kanadı Bryans üzerinden, Guderian'un 48. Panzer Kolordusu'nun katılımıyla devam ederek 50. Ordu'yu Bryansk kuzeyinde 8 Ekim'de kuşattı. General Mihail Petrov, ertesi gün, 18. Panzer Tümeni kesiminde hayatını kaybettiği kısmen başarılı bir yarma hareketini kuzeydoğu yönünde başlattı. Bu birliklerden bir kısmı Suşa Nehri gerisinde mevzi aldılar.
Harekâtın baskın etkisi sonucunda General Guderian'ın panzer ileri unsurları 1 Ekim günü, hafif kayıplarla 135 km. ilerlemeyi başardılar. Baskın etkisi izleyen günlerde de kendini hissettirmeye devam etmiştir. Orel yönünde ilerleyen iki panzer kolordusundan 47. Panzer Kolordusu 3 Ekim'de, geniş bir çark hareketiyle Bryansk'a yönelmek üzere emir aldı, 24. Panzer Kolordusu ise aynı gün Orel'e girmiştir. Orel kenti bütünüyle hazırlıksız bir biçimde Alman kuvvetlerinin eline geçti. 4. Panzer Tümeni 3 Ekim 1941 günü kente girdiğinde elektrikli tramvaylar halen çalışmaktaydı ve fabrikalar sökülmüş ama henüz taşınmamıştı, sökülmüş makineler ve çeşitli malzeme yığınları tren istasyonunda ve yol kenarlarında bulunmuştu. Bu kolordu 11 Ekim'de Orel'in 49 km. kuzeydoğusunda Oka Nehri'nin bir kolu olan Zuşka kıyısındaki Mtsenk önlerinde 1. Muhafız Piyade Kolordusu tarafından durduruldu. 47. Panzer Kolordusu'nun 9 Ekim'de Bryansk'a ulaşarak 2. Ordu birlikleriyle temas kurmasıyla Sovyet 3. Ordu'su ve 13. Ordu'su kuşatılmış oldu.
Luftflotte 2, 3 Ekim'de 984 çıkış yağarak 679 araç imha etti. Bir araya getirilen pike bombardıman ve bombardıman uçaklarından oluşan 100 uçaklık bir hava kuvveti 4 Ekim'de demiryolu hattını imha etti ve Sumy - Lgov - Kursk bölgesindeki Sovyet birliklerinin manevralarını engelledi, Sovyet Bryansk Cephesi ve Güneybatı Cephesi arasındaki iletişimi kesti. General Guderian, Kızıl Ordu'nun taarruz tekniğinde, sonuçları itibarıyla etkili bir değişiklik olduğunu anlatmaktadır. Kızıl Ordu karşı taarruzlarda, cepheden piyadeyle, kanatlardan da kitlesel olarak muharebeye sokulan zırhlı araçlarla taarruz etmeye başlamıştır.
İlk kar 6 Ekim gecesi yağmaya başladı. General Guderian yeniden kışlık giysi isteğinde bulundu ve "bu türden gereksiz isteklerde bulunmamaklığı…" emredildi. Hava 3 Kasım'da dona dönmüştü, 7 Kasım'da şiddetli don yaptı ve sıcaklık hızla düştü. 12 Kasım'da - 15 derece iken bir sonraki gece 7 derece birden düştü.
Kış koşullarının yanı sıra giderek sertleşen Kızıl Ordu savunması ve karşı taarruzları Alman orduları üzerinde yıpratıcı bir etki yaratmaya başladı. General Guderian anılarında durumu ""Son muharebelerin eni iyi subarylarımızı bile nasıl etkilemiş olduğunu görmek insanı ürkütüyor"" şeklinde ifade etmektedir.
Sovyet 3. Ordu'su ve 13. Ordu'su kuşatıldılar fakat onlar da silah bırakmadı. Küçük gruplar hallinde Poniry - Mtsensk civarındaki ara savunma hattına çekilmeyi başardılar. Alman kuşatmasında ilk kriz Sisemka civarında 9 Ekim'de yaşandı. Kuşatılmış olan Sovyet birliklerinin güçlü bir çıkış taarruzu, General Werner Kempf'in 48. Panzer Kolordusu'na bağlı 293. Piyade Tümeni'nin sol kanadını vurmuş ve tümeni geri atmıştır. Bölgede gün boyu şiddetli çatışmalar yaşandı ve Sovyet 13. Ordu'su karargahı da dahil olmak üzere çok az sayıda Rus kuvveti çemberi yarıp çıktı. Dahası, Kurs yönünde ilerlemesi planlanmış olan 48. Panzer Kolordusu'nun bütünüyle Sevsk bölgesine çekilmesi gerekmiştir. 23 Ekim'de kuşatma altında kalan son birlikler de çekilmeyi başardı. Bölgedeki Alman taarruzu 7 Ekim'de gerçek anlamda çamura saplandı. Mevsimin ilk karı yağdı ve hızla eridi. Yollar ve arazi, Rusya'da "rasputitsa" olarak adlandırılan çamur mevsimiyle, çamur denizine döndü. Alman zırhlı ve mekanize grupları bu çamur içinde büyük ölçüde yavaşlatıldı, kolay manevra yapamaz duruma geldi. İnsanlar ve tanklar aşırı zorlandı. Aceleyle tertiplenen ve General Dmitri Lelyuşenko komutasına verilen 1. Muhafız Özel Piyade Kolordusu, Mtsensk yakınlarında 4. Panzer Tümeni'ni pusuya düşürdü. Kolorduya verilen görevler Orel'e girmek, Alman zırhı birliklerini yavaşlatmak ve Tula yolunu tutmaktı. 4. Panzer Tümeni'nin geçiş bölgesinde iki yandaki ormanlara gizlenen T-34'leri, piyadenin engellediği Alman birliklerine her iki kanattan saldırmıştır. Bu operasyonda Kolordu komutasındaki, Komreg (alay komutanı) Mihail Katukov'un 4. Tank Tugayı, oldukça başarılı bir muharebe vermiştir. Daha sonra 4 Ekim'de başlayan ve iki hafta süren bu çatışmalar, Orel-Bryansk Savunma Harekâtı olarak kayıtlara geçmiştir. Wehrmacht için bu yenilgi öylesine büyük bir şok etkisi yarattı ki özel bir soruşturma açıldı. General Guderian ve birlikleri, Alman tank silahlarının Sovyet T-34 tanklarına karşı etkili olmadığını dehşetle fark ettiler. General'in saptaması yerindeydi, "Bizim Pz-IV tanklarımızın kısa namlulu 75 mm.lik topları, bir T-34'e ancak arkadan ateş edildiğinde motor bölümünden vurarak etkili olabilmekteydi." Luftlotte 2, 4. Panzer Tümeni'ne hava desteği sağlamak için 1.400 çıkış yaparak 20 tank, 34 parça top ve çeşitli türden 650 araç imha etmiştir.
Bryansk'ın hemen kuzeyindeki Sovyet birlikleri 17 Ekim'de Alman 2. Ordu'suna teslim oldu. Bu bölgede 50 bin Sovyet askeri tutsak edildi ve 400 top ele geçirildi. Sonuçta Sovyet 50. Ordu'sunun büyük bir bölümü imha edilmiş oldu. Çekilmeyi başaran kuvvetler Zuşka batısında tertiplenmişlerdir.
Başka yerde kütlesel bir Sovyet karşı taarruzları Alman taarruzunu daha da yavaşlattı. General Guderian'ın kuvvetlerinin kuzeyinde, Bryansk bölgesindeki Kızıl Ordu birliklerini çevirmek için harekât yürüten 2. Ordu güçlü bir Sovyet karşı taarruzuyla karşılaştı. Bu kesimde Sovyet birlikleri şiddetli hava akınlarıyla desteklenmişti. Luftwaffe, sayısal olarak daha az uçağı harekete geçirmiş olmasına karşı Sovyet Hava Kuvvetleri'ne ağır kayıplar verdirdi. 152 Stuka ve 259 bombardıman uçağı Sovyet saldırısını geri püskürttü. Diğer yandan Bryansk bölgesinde 202 Stuka ve 188 bombardıman uçağı ikmal kollarına saldırdı. Sovyet kuvvetleri Luftwaffe'nin akınlarına açık alanda yakalandı. 22 tank ve 450'nin üzeride aracın imha edilmesi üzerine Sovyet taarruzu bozguna dönüştü.
Guderian'ın panzerleri 29 Ekim'de Tula'ya 3 km. kadar yaklaştıklarında güçlü bir tanksavar ateşiyle ""birçok tank ve subay kaybederek"" durduruldular. Etkili bir uçaksavar savunması nedeniyle yeterli hava desteği de sağlanamamıştır. Tula'nın bir hücumla alınamayacağı anlaşılınca 30 Ekim'de etrafından dolaşılmaya karar verildi.
Moskova yaklaşımındaki bu yenilginin büyüklüğü korkutucu oldu. Alman kaynaklarına göre her iki kuşatmada toplam 673 bin Sovyet askeri tutsak alınmıştı. Son araştırmalar daha düşük, ama yine de çok yüksek bir rakamı ortaya koymaktadır. Buna göre Sovyet güçlerinin % 41'i, 514 bin kişi tutsak edilmiştir. Sovyet komutanlığı insan kayıplarını 499.001 olarak belirlemiştir. Ancak Kızıl Ordu'nun her şeyi göze alan direnmesi Alman ilerlemesini bir hayli yavaşlattı. Alman ilerlemesi 10 Ekim'de, Moskova yaklaşımındaki esas Sovyet savunma mevzileri olan Mozhaisk Hattı'na ulaştığında iyi hazırlanmış bir savunma düzeni ve yeni, taze Sovyet kuvvetleriyle karşılaştı. Aynı gün General Georgi Jukov, Leningrad'dan, Moskova savunmasının sorumluluğunu üstlenmek üzere geri çağırıldı. General Vasilevski'nin de desteklediği bir girişimle derhal, kullanılabilir tüm savunmanın Mozhaisk Hattı'nda toplanması emrini verdi. Luftwaffe bölge üzerinde hava hakimiyetini kurmuştu. Stuka ve bombardıman gurupları 537 çıkış yaparak, çoğu motorlu araç ve çekiciler olmak üzere 440 araç ve 150 parça top imha etti.
Stalin, 13 Ekim'de Komünist Partisi'nin, Genel Kurmay'ın ve çeşitli sivil hükümet görevlilerinin Moskova'dan ayrılmaları emrini verdi. Geride sadece az sayıda yetkili kalacaktı ve diğerleri Kuibyşev'e gidecekti. Ancak Stalin Moskova'da kaldı. Bu tahliye Moskova'da bir panik havası yarattı. Kentteki pek çok sivil 16 - 17 Ekim günleri kentten kaçmaya çalıştı, trenlere yığıldı ya da yollara döküldü. Tüm bunlara karşın Stalin'in kentte kalması paniği yatıştırdı.
Alman kuvvetleri 13 Ekim'de Mozhaisk Savunma Hattı önlerine ulaştılar. Moskova yaklaşımında çift hat müstahkem mevkii olarak, hızla düzenlenmiş olan bu tahkimatlar, Kalinin'den Volokolamsk ve Kaluga'ya kadar uzanmaktadır. Ancak bu tahkimata yerleşen Sovyet ordularının toplam gücü, son takviyelere karşın zar zor 90 bine ulaşabilmiştir. Sovyet 5. Ordu, 16. Ordu, 43. Ordu ve 49. Ordu kuvvetlerinden oluşan bu güç, Alman ilerlemesini durdurmak için anca kılı kılına yeterli olabilecektir. Savunmanın bu durumunu değerlendiren General Jukov, kuvvetlerini dört kritik noktada toplamaya karar vermiştir, Volokolamsk, Mozhaisk, Maloyaroslavets ve Kaluga. Viyazma civarındaki kuşatmada neredeyse tümüyle yok olan Sovyet Batı Cephesi şimdi sıfırdan yeniden kuruluyordu.
Moskova bir müstahkem şehir haline getirilmiştir. General Jukov'un verdiği bilgilere göre 250 bin kadın ve genç insan, Moskova civarındaki tank engelleri ve siperlerin inşaasında çalışmıştı. Sadece insan gücüyle hemen hemen 3 milyon metreküp toprak hafriyat yapılmıştı. Moskova'daki fabrikalar hızla askeri endüstri komplekslerine dönüştürüldü. Otomobil fabrikaları hafif makineli tüfek, bir saat fabrikası mayın fünyesi, bir çikolata fabrikası cephe i |
çin gıda maddesi üreten tesislere ve bir otomobil onarım atölyesi tank ve askeri araçların onarımını yapacak tarzda dönüştürüldü. Ancak Alman panzerlerinin hala ulaşacağı konumdaki Sovyet başkenti için durum çok tehlikeliydi. Ayrıca Moskova, her ne kadar yoğun uçaksavar savunması ve etkin bir sivil itfaiyenin varlığı, olası zararı sınırlı tutuyorsa da, halihazırda yoğun hava akınlarının hedefi durumundaydı.
Alman kuvvetleri 13 Ekim 1941 günü (bazı kaynaklarda 15 Ekim) taarruzlarını yenilediler. İlk başta Alman komutanlığı doğrudan doğruya Sovyet savunmasına saldırmayı planlamıyordu. Bu savunmaya çatmadan geçip, kuzeydoğu yönünde görece daha zayıf savunulan Kalinin'e ve güney yönünde Kaluga ve Tula'ya taarruz girişiminde bulunmayı düşündüler. Bu hedeflere, Tula hariç, 14 Ekim'de ulaşılması hedefleniyordu. Elde edilen ilk başarıların verdiği güvenle Alman Komutanlığı Sovyet tahkimatına karşı bir cephe taarruzuna girişti. Mozhaisk ve Maloyaroslavets 18 Ekim'de, Naro-Fominsk 21 Ekim'de ve şiddetli çatışmaların ardından Volokolamsk 27 Ekim'de ele geçirildi. General Jukov, kanatlardan taarruzlara uğrama tehlikesi arttığından kuvvetlerini emniyete almak için Nara Nehri gerisine (doğusuna) çekmek zorunda kaldı.
Güneyde General Guderian'ın 2. Panzer Ordusu, Tula yönünde nispeten daha rahat ilerledi. Mozhaisk Savunma Hattı daha fazla güneye uzatılmamıştı, bu yüzden bu kesimde General Guderian'ı yavaşlatacak büyüklükte Kızıl Ordu toplanması yoktu. Aşırı derecede olumsuz hava koşulları, hasarlı yollar ve köprüler, akaryakıt sıkıntısı, Alman ilerlemesini önemli ölçüde yavaşlattı. General Guderian Tula'nın banliyölerine 26 Ekim tarihinde ulaşabildi. Orijinal Alman planı bir darbede Tula'yı düşürmeyi ve Tula üzerinden güneyden Moskova'yı çevirmeyi gerektiriyordu. Ancak kent, ilk taarruz girişimiyle alınamadı. Alman panzerleri Sovyet 50. Ordu'su ve sivil gönüllülerin gözü kara direnciyle durduruldu. General Guderian'ın ordusu, 29 Ekim'de kentin görüş mesafesinde durmak zorunda kaldı.
Alman kuvvetleri yıpranmıştı, motorlu araçların sadece üçte biri çalışır durumdadır, piyade tümenleri yarı ya da üçte bir güce düşmüştür, dahası ciddi lojistik sorunlar dolayısıyla kış koşullarında gerekli olan bazı malzemelerin cepheye getirilmesinde ciddi güçlükler yaşanmaktadır. Hatta Hitler, Sovyetler Birliği ile olan savaşın uzun süreceğini artık kabul etmiş görünüyordu. 1939'daki ağır kayıplara mal olan Varşova Kuşatması deneyimi ardından, böylesi büyük bir kente güçlü piyade desteği olmadan tankları göndermek de riskli görünüyordu.
Nazi ekonomisi üzerine yaptığı çalışmada Adam Tooze, Kızılordu'nun sırf ayakta kalmasının, Almanların Rusya'da savaşı kaybetmiş olduğunu gösterdiğini ileri sürmüştür. Böylece savaş Smolensk'in doğusuna geçmiş olmakla, Alman ikmal hatlarının, dayanabileceği sınırın ötesine geçecek kadar gerilmiş olmaktadır. Ayrıca Doğu Cephesi'nde kesin sonuçlu bir zafer kazanılmazken büyük miktarlardaki malzemeyi Doğu Cephesi'ne göndermenin, Alman ekonomisi için ölümcül bir kan kaybı olduğuna dikkat çekmektedir. Haziran - Aralık arasındaki olaylar, Almanya'nın hem kaynak hem de zaman yönünden bir darboğazda olduğunu açıkça göstermektedir.
Hem Kızılordu'nun savaşma kararlılığı pekiştireceğini, hem de sivil moral desteği artıracağını düşünen Stalin, geleneksel 7 Kasım Ekim Devrimi yıldönümü askeri törenlerinin Kızıl Meydan'da yapılmasını emretti. Kızıl birlikler Kremlin'in önünden geçit töreni yaptılar ve doğru cephe hattına yürüdüler. Bu törenin, sembolik de olsa Sovyet kararlığı ve savaş azmine önemli bir katkısı olmuştur ve izleyen savaş yıllarında sık sık hatırlanmıştır. Ancak bu yürekli gösteriye karşın gerçekte Kızılordu'nun durumu oldukça tehlikeli bir durumdadır. Klin ve Tula hattındaki savunma ilave 100 bin kişilik kuvvetle takviye edilmiş olmasına karşın yenilenen Alman taarruzu umut vadediyordu ve Sovyet savunması halen görece ince sayılırdı. Yine de Stalin Alman hatlarına karşı birkaç önleyici karşı taarruz yapmaktan yanaydı. Ancak General Jukov, geride yeterince ihtiyat bulundurulamayacağı için bir karşı taarruza karşıydı. Alman kuvvetleri Kızılordu'nun, esasen Moskova savunmasında kullanabileceği bu kuvvetlerle giriştiği taarruzları püskürtmeyi başardı. Sadece Moskova yakınlarındaki Aleksino'daki Sovyet taarruzu başarılı oldu. Kalın zırhlı T-34 tanklarına karşı halen Alman tanksavar silahları etkili olamıyordu, bu yüzden bu karşı taarruzda Alman 4. Ordu'su ciddi kayıplara uğramıştır.
Aleksino'daki yenilgiye karşın Wehrmacht, Kızılordu karşısında insan gücü ve kara kuvvetleri olarak belirgin bir üstünlüğe sahipti. Moskova'ya yönelik son genel taarruz için muharebeye sürülen Alman kuvvetleri 1.943.000 kişi, 1.500 tanktır. Buna karşın Sovyet kuvvetleri ancak 500 bin kişilik bir kuvvettir ve 890 adet tankları vardır. Bununla birlikte Ekim ayındaki durumla karşılaştırıldığında Sovyet piyade tümenleri çok daha iyi mevzilere sahiptiler. Üç kuşak halindeki savunma mevzileri kenti sarıyordu ve Mozhaisk Hattı'nın Klin yakınlarındaki bazı kesimleri halen Sovyet birliklerinin elindeydi. Sovyet piyade ordularının çoğu artık, ikinci kademede en az iki piyade tümeniyle kademeli savunma mevzilerinde bulunmaktaydı. Topçu desteği ve istihkam takımları da Alman kuvvetlerinin taarruzlarında kullanacağı düşünülen ana yollar boyunca mevzi almıştı. Sonuç itibarıyla Sovyet birlikleri, özellikle de Sovyet subayları artık çok daha deneyimliydiler ve taarruz için daha iyi hazırlıklıydılar.
13 Kasım'da Merkez Ordular Grubu Karargâhı'nın bulunduğu Orşa'da yapılan bir toplantıda "1941 Sonbahar Genel Taarruz Emri" verildi. 2. Panzer Ordusu'nun hedefi Moskova'nın 400 km. doğusundaki Gorki olarak verilmişti. Guderian'ın Kurmay Başkanı General Liebenstein Ordu'nun, Tula'nın 52 km. doğusundaki Venev'den (Venyov) ileri gidecek gücü olmadığını söyledi. Bu görüşe katılan General Guderian durumu bir yazı ile Merkez Ordular Grubu'na bildirdi. Gerçekten de 14 Ekim'de ve bir sonraki gün 43. Kolordu'ya yönelen Kızıl Ordu taarruzları ağır kayıplara neden oldu. General Guderian'ın birlikleri Sibiryalı birliklerle ilk kez 17 Kasım'da çatışma başladı. Doğu Cephesi'nde Guderian'a göre ilk kez bir panik baş gösterdi ve cephenin bir kesiminde, 12. Panzer Tümeni kesiminde yayıldı.
Sıcaklık giderek düştü ve sonunda 15 Kasım'da zemin dondu, böylece çamur sorunu da ortadan kalkmış oldu. Alman zırhlı kuvvetlerin ileri unsurları, Moskova'nın doğusundaki Noginsk kentinde temas kurarak başkenti kuşatmak amacıyla harekete geçirildiler. 3. ve 4. Panzer gruplarının hedeflerine ulaşabilmek için kuvvetlerini Moskova su deposu ile Mozhaisk arasında toplamaları gerekmektedir. Daha sonra Klin ve Solneçnogorsk'a ilerleyerek kenti kuzeyden kuşatacaklardır. Güneyde 2. Panzer Ordusu, halen Sovyet kuvvetlerinin elinde olan Tula'yı çevreden dolaşıp Kaşira ve Kolomna'ya ilerlemek ve kuzey kıskacıyla Noginsk'te temas kurmak planındadır.
Alman tank orduları Klin yönünde taarruzlarına 15 Kasım'da başladıklarında Moskova savunmasının elinde hiç ihtiyat yoktu, çünkü Stalin, Volokolamsk üzerine bir karşı taarruz başlatmak istiyordu. Bu amaçla daha güneydeki tüm ihtiyat birliklerinin kuzey kesime kaydırılmasını emretmişti. Alman taarruzu kısa zamanda 16. Ordu ile 30. Ordu arasında girerek cepheyi ikiye böldü. Birkaç gün boyunca şiddetli çatışmalar birbirini izledi. General Jukov anılarında şöyle anlatır, "Kayıpları göz ardı eden düşman, ne pahasına olursa olsun Moskova'yı almak isteğiyle cephe taarruzuna girişiyordu." Alman kuvvetlerinin çabalarına karşın kademeli savunma hatları Sovyet kayıplarının düşük gerçekleşmesini sağladı. Kademe kademe geri çekilen Sovyet 16. Ordu'su, tahkimat içinden ilerleyen Alman kuvvetlerini sürekli olarak hırpaladı.
Klin, sert çatışmaların ardından 24 Kasım'da 3. Panzer Ordusu tarafından alındı. Ertesi gün 3. Panzer Ordusu Solneçnogorsk'a girdi. Yine de Sovyet direnci halen güçlüydü ve savaşın nereye varacağı belirsizdi. Söylendiğine göre Stalin Jukov'a, Moskova'nın başarıyla savunulup savunulamayacağını sordu ve "bir komünist gibi dürüstçe" yanıt vermesini emretti. Jukov, mümkün olduğunu söyledi, fakat takviye kuvvetlere şiddetle ihtiyaç vardı. Alman 7. Panzer Tümeni, 28 Kasım'da Moskova - Volga Kanalı geçerek bir köprübaşı ele geçirdi. Bu nokta, Moskova'dan önceki son önemli engeldi ve Kremlin'e halen 35 km. mesafedeydi. Ancak 1. Vurucu Ordu'nun güçlü bir karşı saldırısıyla kanalın diğer tarafına atıldılar. Hemen kuzeyde Alman birliklerinden bir kısmı, Moskova'dan 20 km. mesafedeki Krasnaya Polyana'ya ulaştı. Alman subaylar, arazi dürbünleriyle Sovyet başkentindeki bazı büyük binaları görebiliyorlardı. Ancak her iki tarafın da gücü fazlasıyla yıpranmıştı. Bazı alaylarda sadece 150 -200 kişi kalmıştı. Normal olarak bir bölükteki asker sayısı.
Moskova'nın kuzey ve güney cephelerinde aşılamayan direnme karşısında Alman komutanlığı, 1 Aralık'ta doğrudan doğruya kentin kuzey ve batı yaklaşımlarından, Minsk - Moskova yolunun her iki yanından ve Naro-Rominsk kenti yakınlarından yeni bir genel taarruz denemesine girişti. Taarruz 9. Ordu'nun bazı zırhlı birlikleriyle takviye edilmiş olan 4. Panzer Grubu ve 3. Panzer Grubu tarafından başlatıldı. Bu kuvvetler, Barbarossa Harekâtı'nın başından bu yana tek bir muharebeye sürülen en büyük zırhlı kuvvetini oluşturmaktadır.
Sovyet kuvvetleri, donmuş Moskova Nehri üzerinden art arda yan taarruzlar geliştirdiler. General Hoepner, ileri unsurlardan her seferinde bazı birlikleri geri çekerek ordusunun yanlarını korumak zorunda kaldı. General von Kluge'un 4. Ordusu taarruza 2 Aralık'ta katıldı ve tüm taarruz, von Kluge emrinde yürütüldü. General von Kluge cephe hattında daha önce yaptığı ziyaretlerde alt rütbeli subayların ve astsubayların, Moskova'ya girilebileceği inancı taşıdıklarını ve istekli olduklarını gözlemlemişti. 4. Ordu'nun 2 Aralık günü başlayan taarruzu daha başlarda tıkandı, öğleden sonra birçok birlikten durduruldukları rapor edilmeye başlanmıştı. Aynı günün akşamı Merkez Ordular Grubu Komutanı General Fe |
dor von Bock, Kurmay Başkanı Halder'e telefon ederek harekâta artık devam edilemeyeceğini bildirmiştir. Ertesi gün Halder günlüğüne ""Düşman direnmesi en yüksek noktasına vardı."" diye yazmaktadır. Bir sonraki gün tekrar telefon eden General Bock, ""Askerlerimizin gücünün yitirecekleri dakika yaklaşmaktadır."" demektedir.
Alman taarruzu, 1. Muhafız Motorize Piyade Tümeni'nin direnciyle göğüslenmesi ve Sovyet 33. Ordu'sunun kanattan geliştirdiği karşı taarruzla önce durdurulmuş, dört gün sonra da püskürtülmüşdü. Moskova'nın 70 km. güneybatısındaki Naro-Fominsk yakınlarındaki bu muharebede Alman kuvvetleri yenilgiye uğradı. Bu arada 4. Panzer Grubu'nun 258. Piyade Tümeni'nden bir keşif müfrezesi 2 Aralık'ta Moskova'nın kuzeybatısındaki, Moskova'ya o tarihlerde yaklaşık 20 km. mesafedeki banliyölerinden Himki'ye kadar ilerlemeyi başarmıştı. Fakat 4. Ordu Kurmay Başkanı General Günther Blumentritt'in ifadesiyle ""Rus işçileri fabrikalarından dışarı fırlayıp çekiçleriyle ve diğer aletlerle"" bu birliği geri attılar. Aynı gece Moskova savunmasına girmeyi başaran küçük Alman grupları yoğun karşı taarruzlara uğradı. General von Kluge, kolordu komutanlarının da ""düşman hatlarının aşılmasını artık mümkün görmediklerini"" bildirmeleri üzerine taarruzun durdurulmasına, fazlaca ileri çıkmış birliklerin geri çekilmesine karar vermiştir.
David Glantz'a göre Aralık ayı başlarında ısı - 20, -50 derece arasında değişti. Alman askerleri arasında 130 binden fazla donarak ölüm olayı rapor edilmiştir. Donmuş yağ her mermi sürülüşünde değiştirilmeliydi ve araçlar, hareket edebilmeleri için bir süre ısıtılmalıydı.
Beş piyade tümeni, iki süvari tümeni ve bir tank tugayından oluşan bir Sovyet kuvveti 3 Kasım'da güneyden Yefremov üzerinden Tula yönünde taarruza girişti. Alman 53. kolordusu ile bu birlikler arasında 13 Kasım'a kadar süren çatışmalar oldu. Alman kuvvetleri sonunda bir tank tugayıyla takviye edilerek Kızıl Ordu birliklerini geri attı.
General Guderian 23 Kasım'da Merkez Ordular Grubu Karargâhı'na giderek Mareşal Bock'la görüştü. Emrindeki orduya verilen görevin değiştirilmesini, taarruz emrinin iptal edilmesini ve kış koşullarına uygun mevzilerde savunmaya çekilmesine (taktik tertipleniş) izin verilmesini istedi. Bu talepler Mareşal tarafından telefonla OKW'ye hemen bildirildi. Ancak Kara Kuvvetleri Komutanı taarruza devam edilmesini emretti. Hemen ertesi gün Venev, 24 Kasım'da 24. Panzer Kolordusu tarafından aldı. Ancak 17 Ekim'de büyük kısmı Bryansk dolaylarında imha edilmiş olan Sovyet 50. Ordusu 299. Piyade Tümeni, 31. Süvari Tümeni, 108. Tank Tugayı ile bazı bağlı birliklerle takviye edilmiş halde, 24. Panzer Kolordusuna taarruz etmek üzere bölgeye yaklaşmaya başlamıştır. Bu durum 2. Panzer Ordusu için yeni bir bunalım oluşturmaktadır.
Güneyde Tula civarında savaş, General Guderian'ın 2. Panzer Ordusu'nun kenti kuşatma amacıyla 18 Kasım'da taarruza geçmesiyle yeniden başladı. Wehrmacht kuvvetleri o güne kadarki çatışmalarda son derece yıpranmıştı ve halen kışlık giysiler cepheye ulaşmamıştı. Sonuç olarak Alman kuvvetleri günde 5 – 10 km. ilerleme şansına sahip olabildi. General Guderian için bu yetersiz bir ilerlemeydi. Ayrıca Tula yakınlarında mevzideki Sovyet 49. Ordu ve 50. Ordu, Alman panzer kuvvetlerinin kanatlarına saldırdı. Bu kanat saldırısı sonrasında Alman ilerleyişi daha da yavaşladı. Ancak General Guderian, kuvvetlerini yıldız biçimi yayarak taarruzunu sürdürdü ve 22 Kasım 1941 tarihinde Stalinogorsk'u ele geçirdi ve bu kesimde savunmada olan bir Sovyet piyade tümenini kuşattı. Panzerler 26 Kasım'da, Oka Nehri üzerinde, Moskova'nın 115 km. güneyinde ve başkente ulaşan önemli bir karayolu üzerinde bulunan Kaşira'ya yaklaşmıştı. Kızıl Ordu tepkisi, ertesi gün başlatılan şiddetli bir karşı taarruz oldu. General Belov komutasındaki 2. Süvari Kolordusu alelacele bir araya getirilmiş birliklerle (173. Piyade Tümeni, 9. Tank Tugayı, iki bağımsız tank taburu, eğitim ve milis unsurları ) desteklenerek harekâta girişti ve Alman ilerlemesini Kaşira yakınlarında durdurdu.
Tula'nın alınması için genel bir taarruz planlandı. İkmal malzemesi sıkıntısının rahatlatılabilmesi için Tula'ya ulaşan ulaşım hatlarına ve kentin havaalanına şiddetle gereksinim duyulmaktadır. Taarruz, 27 Kasım'da başlamak üzere iç ve dış kıskaçlarla bir kanatlardan kuşatma manevrası olarak planlanmıştır. 24. Panzer Kolordusu kuzeyden ve doğudan, 43. Panzer Kolordusu batıdan, 53. Kolordu Moskova yaklaşımını öretecek biçimde kuzeyden, 47. Panzer Kolordusu da doğudan hareket edecektir. 27 Kasım'da 24. Panzer Kolordusu'nun 10. Motorize Piyade Tümeni, Michailov'a ulaştıktan sonra plan gereği bir müfreze çıkararak Raisan-Kolomna demiryolu hattını tahrip etmeliydi. Ancak bölgedeki Kızıl Ordu savunması bunu engelledi. İki gün sonra Tümen, Sovyet karşı taarruzuyla Skopin'i tahlliye etti. Tula'nın alınmasının gecikmesi üzerine 28 Kasım'da OKW General Guderian'ı uyardı. uyarı, 30 Kasım'da yinelendi. Yine de Guderian kuvvetleri 30 Kasım'da Tula'nın 6 km. kadar güneyine ulaşılmıştı Devam eden taarruzlarla 3 Aralık'ta Tula-Moskova yolu kesildi. 4. Panzer Tümeni 4 Aralık'ta Tula-Serpuçov yoluna ulaştı. Bu kesimde ulaşılan en ileri noktadır. Ancak aynı gün yapılan keşifler Sovyet kuvvetlerinin bu bölgeye iki yandan saldırı hazırlığında olduğunu göstermektedir. 4 Aralık'ta Sovyet avcı uçaklarından fırsat bulunabildiği kadarıyla yapılan hava keşiflerinde Kaşira'dan güneye de bazı Kızıl Ordu birliklerinin hareket halinde olduğu görüldü. 5 Aralık'ta 43. Kolordu taarruzu ilerleme sağlayamadı. Kuzeyden gelen Kızıl Ordu taarruzları da 24. Panzer Ordusu'nu hareket edemez hale getirdi. Aynı gün kuzeyde 4. Ordu savunmaya geçti. Kuzeyden gelen Kızıl Ordu taarruzlarının sol kanada ve geriye yönelmesi üzerine General Guderian da 4 Aralık akşamı savunmaya çekilme kararı aldı. Böylece Moskova'nın güney yaklaşımı Kızıl Ordu açısından emniyete alınmış oldu. Tula, siperlerdeki asker ve sivillerden oluşan kararlı savunmacılar tarafından elde tutuldu ve korundu. Alman taarruzunun güney kesiminde Moskova'ya daha fazla yaklaşılamadı.
General Guderian anılarında "Moskova taarruzu başarısız oldu… Biz düşmanın gücünü, onun büyüklüğünü ve iklimi hafife aldık." Birliklerimi 5 Aralık'ta durdurdum, aksi halde bir felaket kaçınılmaz olacaktı." diye yazmaktadır.
Guderian, kuvvetlerinin halihazırda bulundukları hatlarda savunma yapmanın olanaksız olduğunu düşünmektedir. Toprak donmuş olduğu için siper kazılamıyor, açıkta savunma yapmak ise olanaksız görünüyordu. Bu durumda arazi yapısının savunmaya uygun olduğu ve önceden hazırlanmış mevzilerin bulunduğu Susha-Oka hattına çekilmeye karar vermiştir. Buradaki mevziler, Ekim ayında hazırlanmıştı. Guderian emrindeki 24. Panzer Kolordusu belirli bir plana göre geri çekildi. Ancak bu sırada 53. Ordu kesiminde Kızıl Ordu taarruzları devam ediyordu. Diğer taraftan 47. Panzer Kolordusu 7 Aralık gecesi Michailov'dan geri atıldı. Bu çatışmalarda 10. Motorize Piyade Tümeni ağır kayıplara uğradı. Bu çekilmeler sırasında Kızıl Ordu taarruzları da devam etmiştir. 95. Piyade Tümeni'nin bir bölümünü 9 Aralık'ta kuşattı. 47. Panzer Kolordusu güneybatı yönünde geri çekilme emri aldı. 2. Ordu cephesine yönelen taarruzlar da belirli bir gelişme göstermekteydi. Guderian, 43. Kolordu bölgesindeki gediği kapatabilmek için 4. Ordu'dan bir piyade tümeni istemek zorunda kaldı. Aralık ortalarında Kızıl Ordu taarruzları 2. Panzer Ordusu cephesinde artık 40 km.llik bir gedik oluşturmuştu. 24. Panzer Kolordusu ile 43. Kolordu arasındaki bu gediği kendi kuvvetleriyle kapatma olanağı yoktu. 14 Aralık'ta Roslavl'da OKW Başkomutanı Mareşal Brauchitsch, von Kluge ve Guderian arasında yapılan toplantıda 2. Ordu'nun Guderian emrine verilmesi ve 2. Panzer Ordusu'nun Suşa - Oka hattına çekilmesi onaylandı. 14 Aralık'ta bir gün önce 2. Ordu cephesinde ortaya çıkan bir Kızıl Ordu girmesi ilerleme sağladı ve 45. Panzer Tümeni'ni kuşatıp çok sayıda zayihat verdirdi. Hitler, 16 Aralık gecesi Guderian'la yaptığı telefon görüşmesinde geri çekilmeme emri verildi, ama geri çekilme başlamıştı. Noel'de, 24 Aralık gecesi daha kuzeydeki 53. Ordu mevzileri bir Kızıl Ordu taarruzuyla yarıldı ve Guderian'ın 10. Mekanize Piyade Tümeni'nin bir kısmı Cern'de kuşatıldı. Her ne kadar bu kuvvetler ertesi gün çekilmeyi başardılarsa da olay von Kluge ile şiddetli bir tartışmaya neden oldu. von Kluge'nin talebi üzerine Hitler, Guderian'ı 26 Aralık sabahı görevden aldı. General Guderian Tayfun Harekâtı'nın sonucunu çok özlü olarak ifade etmektedir,
Taarruzun başarısız olmasına karşın Alman istihbaratı, Kızıl Ordu'nun hiç ihtiyat birliği olmadığını bildirmektedir. Dolayısıyla Alman kuvvetleri için bir karşı taarruza uğrama riski olmadığı hesaplanıyordu. Bu değerlendirme yanlıştı. Stalin, Sibirya'dan ve Uzakdoğu'dan bazı birlikleri bölgeye getirmişti. Japonya'da faaliyet gösteren istihbaratçı Richard Sorge'den, Japonya'nın Sovyetler Birliği'ne saldırmayacağı yönünde gelen istihbarata güveniyordu. Kızıl Ordu Aralık ayı başlarında 58 tümenlik bir ihtiyat kuvvetini bölgeye getirmişti. General Jukov ve General Vasilevski'nin önerdiği taarruz, bu tarihlerde Stalin tarafından kabul edildi. Ancak operasyon yapabilecek Sovyet kuvvetleri bu yeni ihtiyat kuvvetleriyle bile 1.100.000 kişilik bir kuvvete ulaşmıştı ve karşılarındaki Mihver kuvvetlere göre hafif bir sayısal üstünlük sağlayabilmişlerdi. Yine de kuvvetlerin taarruz bölgeleri dikkatlice belirlenip bu birkaç taarruz bölgesinde bire iki sayısal üstünlük sağlandı. Kızıl Ordu karşı taarruzu, Kalinin Cephesi tarafından 5 Aralık 1941 günü başlatıldı. İki gün içinde, ilerleme sınırlı da olsa, Krasnaya Polyana ile birlikte Moskova'nın yakın çevresindeki birkaç kent geri alındı.
Hitler, tüm cephe savunma durumuna geçileceğini bildiren 39 Sayılı Emri 8 Aralık 1941 tarihinde imzaladı. Hitler'in bu emri tüm generallerinin gözünde bir felaketler dizisinin başlangıcı olacaktı. Tüm Alman gerenralleri, Merkez Ordular Grubu'nun güvenli bir kış hattında ancak tutunab |
ileceğini, bu yüzden derhal Moskova önlerinden çekilmek gerektiğini düşünüyorlardı. Hitler, tüm generallerine karşı çıktı ve emrini verdi.
Hitler, kontrollü bile olsa geri çekilmenin kısa sürede kontrolsüz bir genel ricata dönüşebileceğini hesap etmişti. Napolyon Bonapart ordularının (Grande Armée) 1812'deki felaketinin (Napolyon'un Rusya Seferi) tekrarından kaçınmak istiyordu. Olayların devamı generallerini değil O'nu haklı çıkardı. General Kurt von Tippelskirch tarafından Liddell Hart'a anlatılanlar, ""Bir kara ve demiryollarının merkezi olan kentleri tuttuk ve buraların etrafını tahkim ederek -bu Hitler'in fikriydi- sıkıca savunmayı başardık. Durum kurtulmuştu."" şeklindedir.
Ancak Alman birlikleri bulundukları yerleşimde sağlam bir savunma düzeni kuramadılar ve hatlarını pekiştirmek için geri çekilmek zorunda kaldılar. Aynı gün General Guderian, General Hans Schmidt ve General Wolfram von Richthoven ile yaptığı görüşmeden bahsetmektedir. Her üç general de hali hazırdaki cephe hattının tutulamayacak olduğu konusunda görüş birliği içindedir. General Halder ve General von Kluge 14 Aralık'ta, Hitler'in onayı olmaksızın Oka Nehri batısında sınırlı bir geri çekilme için onay verdiler. Hitler, 20 Aralık'ta üst rütbeli subaylarıyla yaptığı bir toplantıda geri çekilme emrini iptal etti ve her karşı toprağın savunulacağı emrini verdi. Donmuş toprakta siper kazmanın neredeyse olanaksız olduğu belirtildiğinde ise I. Dünya Savaşı sırasında obüslerle siper açtıklarını, bugün de aynısını yapmalarını emretti. General Guderian, soğuk nedeniyle ortaya çıkan kayıpların muharebe kayıplarından fazla olduğunu, kışlık malzemenin, ulaşım sorunları yüzünden Polonya'da bekletildiğine işaret ederek durumu protesto etti.
Bu arada Kızıl Ordu karşı taarruzları devam ediyordu. Kuzeyde Klin 15 Aralık 1941'de, Kalinin 16 Aralık 1941'de Sovyet birliklerince geri alındı ve Kalinin Cephesi kuvvetleri batı yönünde ilerlemeye devam ettiler. "Cephe" Komutanı General Konev, Alman Merkez Ordular Grubu'nu kuşatma için bir girişimde bulunduysa da sert bir direnmeyle karşılaşarak Rijev yakınlarında durmak zorunda kaldı. Bu kesimde Sovyet cephe hattında oluşan çıkıntı 1943 yılına kadar sabit kalmıştır. Güneyde de taarruz aynı derecede iyi gelişti. Güneybatı Cephesi kuvvetleri 16 Aralık 1941 tarihinde Tula'yı geri aldılar. Hitler'in, durumu "kurtarmak" için tek umut olarak gördüğü Luftwaffe takviye edildi. Almanya'dan yeni savaş uçakları getirtilirken kuşatılan birliklere havadan ikmal sağlayabilmek için Luftflotte 4'e bağlı 102 Junkers Ju 52 nakliye uçağı Doğu Cephesi'ne getirildi.
Bu bir son dakika çabası oldu ve işe yaradı. Alman hava kuvvetleri Merkez Ordular Grubu'nun genel bir çöküşe sürüklenmesini önledi. Luftwaffe'nin yoğun çabasına karşın Sovyet hava üstünlüğü, Kızıl Ordu'nun Moskova'daki galibiyetinde önemli rol oynadı. Luftwaffe 17 - 22 Aralık tarihleri arasında Tula civarında 299 motorlu araç ve 23 tank imha etmiştir. Bu darbeler Kızıl Ordu'nun Alman ordularını izlemesini bir hayli güçleştirmiştir. Merkezde Kızıl Ordu ilerlemesi daha yavaş oldu. Sovyet birlikleri Naro-Fominsk'i ancak 26 Aralık'ta, Kaluga'yı 28 Aralıkta ve Maloyaroslavets'i on gün süren sert çatışmaların ardından 2 Ocak'ta geri aldı. Sovyet ihtiyatlarının da cephede kullanılmasıyla ve cepheye yeni ihtiyat getirilemeyince Kızıl Ordu ileri hareketi 7 Ocak 1942 günü durmuştur. Yine de bu karşı taarruzlarda Alman kuvvetleri Moskova önlerinden 100 – 250 km. geri atılmış oldu. Wehrmacht'ın yenilgisiyle sonuçlanan bu zafer, Kızıl Ordu ve siviller için son derece belirgin bir moral desteği sağladı. Sovyetler Birliği'ni tek bir darbeyle yenilgiye uğratma girişiminin başarısız olması sonucu Almanya artık Doğu'da uzun sürecek bir mücadeleye hazır olmak zorunda idi. Sonuç itibarıyla Barbarossa Harekâtı başarısız olmuştu.
Moskova Muharebesi II. Dünya Savaşı'nın en önemli muharebelerinden biridir. Öncelikle, Sovyet birlikleri, başkentin ele geçirilmesini amaçlayan en tehlikeli ve yakın girişimi önlemişlerdi. Bu muharebe ayrıca bir milyonun üzerindeki kayıplarıyla II. Dünya Savaşı'nın en büyük muharebelerinden de biriydi. Diğer açıdan, 1939'da savaşa giriştiklerinden bu yana Wehrmacht kuvvetleri ilk kez yenilgiye uğruyorlardı ve bu, çok geniş kapsamlı bir geri çekilmeyle sonuçlanıyordu. Wehrmacht daha önce Eylül ayında Yelnya Muharebesi ve 1. Rostov Muharebesi sırasında geri çekilmek zorunda kalmıştı. Fakat bu geri çekilmeler görece daha küçük çaplı ve daha sınırlı alanda çekilmelerdi.
Ordularının Moskova'yı alamamalarından dolayı zaten öfkeli olan Hitler, bazı üst rütbeli subayları görevlerinden almıştır, bazı subaylar da çeşitli nedenlerle görevlerinden ayrıldılar.
Başkomutan Hitler, tüm askeri kararları kesin olarak üstlendi ve deneyimli Alman subaylarının çoğunu karşısına aldı. Ayrıca Hitler, kendini savaş deneyimi çok az ya da olmayan bir subay kadrosuyla çevreledi. General Guderian anılarında "Bu durum ilişkilerimizde, etkileri daha sonra da azalmayan bir soğukluk yarattı" diye yazmıştır. Yine bu durum üst rütbeli subaylarının Hitler'e olan güvensizliğini arttırdı ve baskın askeri liderliği nedeniyle Alman avantajlarını belirgin biçimde zayıflattı. Artık Almanya uzun sürecek bir yıpratma savaşı olasılığı ile karşı karşıyadır ve bu yıpratma savaşı, uzun dönemde kayıpları arttıracaktır. Almanya'nın :Doğu Seferi olan Barbarossa Harekâtı, Mihver için acı bir yenilgi olmuştu. Her ne kadar bu yenilgi Almanya'nın ezilmesi değilse de, Sovyetler Birliği üzerinde kesin sonuçlu ve hızlı bir zafer kazanma umudunun sonuydu.
Kızıl Ordu Alman kuvvetlerini Moskova'dan geri atmışsa da, cephe hattının halen başkente yakın olması dolayısıyla tehdit altında kabul edilmektedir. Stalin, Moskova yönündeki hızlı Alman ilerlemesiyle doğal olarak telaşa kapılmıştı ve bir süre daha Moskova'yı birincil öncelikli görmeye devam etti. İzleyen dönemde Sovyet karşı saldırıları Rijev çıkıntısını almayı başaramadı, Merkez Ordular Grubu'ndan birkaç tümen mevzileri tutmayı başarmıştı. Doğrudan Moskova'ya yönelen Alman taarruzunun hemen ardından başlayan ve Rzhev - Syçevka - Vyazma bölgesine yönelik bir dizi Sovyet karşı taarruzu (Rzhev-Vyazma Stratejik Taarruz Harekâtı), her seferinde her iki taraf için de ağır kayıplarla yol açmıştır. Sovyet hatlarındaki bu çıkıntı 1943 başlarından Wehrmacht kuvvetlerinin bölgede muharebeyi kesip geri alınmasıyla ortadan kalkmış ve tüm cephe batıya çekilmiştir. Sovyet kayıpları değişik kaynaklarda 500 bin ile bir milyon arasında gösterilmektedir, Alman kayıpları ise 300 bin ile 450 bin arası. Yine de Moskova cephesi 1943 yılı Ekim ayına kadar tam olarak güvende değildi. Bu tarihte gerçekleşen 2. Smolensk Muharebesi sonunda Alman Merkez Ordular Grubu Smolensk köprübaşından ve yukarı Dinyeper'in batı kıyılarından tümüyle geri atılmıştır.
Harekâtın başladığı 1941 Haziran'ından bu yana ilk kez Kızıl Ordu Alman kuvvetlerini durdurmuş ve geri sürmüştü. Kızıl Ordu'nun elde ettiği sonuç Stalin'in artık kendine güvenmesine yol açtı ve taarruzları daha ileriye götürmeye karar verdi. Kremlin'de 5 Ocak 1942 tarihinde yapılan bir toplantıda Stalin baharda bir genel taarruz planladığını açıklamıştır. Bu taarruz eşzamanlı olarak Leningrad, Moskova ve güney Rusya'yı içine alacaktır. Bu plan General Jukov'un itirazına karşın onaylandı. Ancak Kızıl Ordu'nun yetersiz ihtiyatları ve Wehrmacht'ın taktik ustalığı, Rijev yakınlarında "Rijev kıyma makinesi" diye tanımlanan kanlı bir beraberliğe, İkinci Harkov Muharebesi'nde Kızıl Ordu'nun bir dizi yenilgisine, Demyansk girintisini ortadan kaldırmak için yapılan başarısız girişimlere ve Leningrad Kuşatması'nı kırma girişiminde General Vlaslov ordusunun kuşatılmasına yol açmıştır. Sonuçta bu başarısızlıklar, 1942 yılı baharında cephenin güneyinde başarılı bir Alman saldırısına ve Stalingrad Muharebesi'ne varmıştır.
Tüm bunlara karşın Moskova Savunması, Mihver kuvvetlerin istilasına karşı direnmenin bir sembolü oldu. Moskova zaferinin 20. yıldönümü olan 1965'de, savaşı anmak için kente "Kahraman Kent" unvanı verildi.
Moskova Muharebesi'nde her iki tarafın kayıpları konusu halen tartışmalıdır. Farklı kaynaklar tarafların kayıpları konusunda farklı farlı rakamlar vermektedir. Her şeyden önce "Moskova Muharebesi"'nin hangi tarihler arasında yer aldığı konusunda tarihçiler hemfikir değildir. Çoğu tarihçi, muharebenin başlangıç tarihi olarak Tayfun Harekâtı'nın başlangıç tarihi olan 30 Eylül 1941 tarihini ya da bazı tarihçiler 2 Ekim 1941 tarihini kabul eder. Neticede başlangıç tarihi konusunda belirgin bir anlaşmazlık söz konusu değildir. Bununla birlikte Alman taarruzunun sonu için iki farklı tarih kabul edilmektedir. Bazı siyasi - askeri tarihçiler (örneğin Erickson ve Glantz ) Rijev Taarruzu'nu ayrı bir harekât olarak değerlendirerek Moskova Muharebesi'nin dışında tutarlar. Böylelikle Moskova Taarruzu'nun sonu, 7 Ocak 1942 tarihi olarak verilir. Bu tahlilde kayıplar daha düşüktür. Rijev ve Viyazma muharebelerini Moskova Muharebesi içinde değerlendiren bazı tarihçiler de 1942 Mayıs ayını esas alırlar. Doğal olarak kayıplar daha yüksektir.
Çeşitli kaynaklarda verilen rakamlarda bu bağlamda farklılık vardır. John Erickson "Barbarossa: Mihver ve Müttefikler" adlı çalışmasında Sovyet kayıplarını 1941 Ekim - 1942 Ocak aralığında 653.924 olarak vermektedir. David Glantz'ın kitabı "When Titans Clashed", yine Sovyet kayıplarını, savunma evresinde (kış taarruzlarının başladığı 7 Ocak 1942 tarihine kadar) 370.955 olarak verir. 1973 - 1978 tarihleri arasında yayımlanmış olan Büyük Sovyet Ansiklopedisi, 1942 yılı Ocak ayı itibarıyla Alman kayıplarını 400 bin olarak göstermektedir. 1997 yılında yayımlanan Moskova Ansiklopedisi yazarları çeşitli kaynaklara dayanarak savunma evresinde Alman kayıplarını 145 bin, Sovyet kayıplarını 900 bin olarak vermektedir. Aynı kaynak, Sovyet taarruzu sırasındaki (7 Ocak 1942 tarihine kadarki karşı taarruzlar) Alman kayıpları 103 bin, Sovyet kayıpları 380 bin olarak vermektedir. Bu çerçevede 30 Eylül 1941 tarihine kadarki Alman k |
ayıpları 248 bin, Sovyet kayıpları 650 bin, 7 Ocak 1942 tarihine kadarki Alman kayıpları 400 bin, Sovyet kayıpları 1.280.000 olarak alınabilir.
Rakamlar bir yana, Moskova Muharebesi'nin savaşlar tarihi boyunca en kanlı savaşlardan biri olduğu ortadadır.
İzmirspor
İzmirspor, dernek yapısındaki İzmir merkezli Türk spor kulübü.
1923 yılında Eşrefpaşa semtinin ileri gelenleri tarafından, turuncu-siyah renklerle "Altınay" adıyla kuruldu. Altınay’ın, Sakarya Kulübü ile girdiği rekabet, bir süre sonra sertleşince camianın ileri gelenleri, bu iki kulübü tek çatı altında birleştirmeye karar verdi. 28 Kasım 1930’da Altınay ile Sakarya, İzmirspor adıyla birleşti.
Kulübün resmi renkleri ise “mavi-beyaz” olarak tescil edildi. Ancak bu renkler, Fahrettin Altay Paşa’nın isteği üzerine daha sonra “lacivert-beyaz” olarak değiştirilmiştir.
İzmirspor adıyla yapılan ilk resmi maç, 23 Ocak 1931’de Alsancak Stadı'nda Türkspor ile oynandı ve İzmirspor bu maçı 5-0 kazandı. 1937 yılında diğer İzmir kulüpleri arasında güçlenen “birleşme” fikrine razı olan İzmirspor, Göztepe ile “Doğanspor” adı altında birleşti. Ancak bu rüzgar kısa sürdü ve sezon sonunda takımlar ayrıldı. İzmirspor, kısa bir bir süre “Ateşspor” adıyla faaliyetlerini devam ettirip eski adına geri döndü. İzmirspor, Türkiye Birinci Ligi’nde resmi maç oynayan ilk kulüptür. Lacivert-beyazlılar, 21 Şubat 1959 tarihinde oynanan bu maçı 2-1 kazanırken, Özcan Altuğ, ligin ilk resmi golünü atan futbolcu olarak da tarih sayfalarındaki yerini almıştır. 1. Lig’de 9 sezon mücadele eden İzmirspor’da Metin Oktay, Tarık Gencay, Seyfi Talay, Sami Özok ve B.Mustafa gibi unutulmaz oyuncular yetişmiştir. Metin Oktay, İzmirspor ve Galatasaray formalarıyla ligde tam 217 gol atarak kırılması güç bir rekora ulaşmıştır.
1975 yılında İnciraltı’ndaki araziyi satın alan İzmirspor, inşa ettiği tesislerde bugün binlerce sporcu yetiştirmektedir. İzmirspor’un, 1978’de kurulan spor okullarında ise iki binin üzerinde genç eğitim görmektedir. Tüm bunlar, İzmirspor’un Türk futbolunda üstlendiği “yetiştiricilik” misyonunun bir ürünüdür. Bugün Türkiye liglerinde İzmirspor alt yapısından yetişmiş yüzlerce futbolcu vardır ve her transfer döneminde İzmirspor, Türk futbolunun en büyük vitrini olmaktadır.
Uzun yıllar 1. Lig'de oynadıktan sonra destek bulamayan takım, önce 2. Lig'e daha sonra 3. Lig'e ve tarihinde ilk kez amatör lige düştü.
2015-2016 Sezonunda Bölgesel Amatör Lig 10. Grup'da mücadele eden İzmirspor, diğer 2 İzmir takımları olan Ödemişspor ve Bornova 1881'in gerisinde kaldığı, ayrıca grubu 12. yani sondan 2. bitirdiği için statü gereği İzmir Süper Amatör Lige düştü.
Elektrik motoru
Elektrik motoru, elektrik enerjisini mekanik enerjiye dönüştüren aygıttır. Her elektrik motoru biri sabit (Stator) ve diğeri kendi çevresinde dönen (Rotor ya da Endüvi) iki ana parçadan oluşur. Bu ana parçalar, elektrik akımını ileten parçalar (örneğin: sargılar), manyetik akıyı ileten parçalar ve konstrüksiyon parçaları (örneğin: vidalar, yataklar) olmak üzere tekrar kısımlara ayrılır. Alternatif akım ile çalışan elektrik motorlarında rotor ve statorun manyetik akıyı ileten kısımları fuko akımlarından kaçınmak amacıyla tabakalandırılmış saçlardan yapılır. Rotor ve Stator saç paketlerinin yapılması için 0,35 - 1,5 mm kalınlığında, tek ya da çift taraflı yalıtılmış saç levhalar makas tezgâhlarında şeritler halinde kesilir. Bu şekilde oluşturulan saç şeritler şerit çekirdekli trafoların ve makinaların yapımında başka bir işleme gereksinilmeden derhal kullanılabilmektedir. Makastan çıkan saç şeritler çok seri - çalışan kalıp - kesme presine verilir. Dakikada 300 - 500 kesme yapan 500 000 kp’lık presler stator ve rotor saç profillerini bir dizi - kesme halinde arka arkaya çıkartır.
Rotor ve stator saç profilleri birbirinin boşluğunu dolduracak şekilde kesildiğinden (kalıpla), üretim sonu kırpıntı parça miktarı çok azdır. Büyük çaplı rotor ve stator saç paketleri genellikle tek - kesmede çıkartılır. Bunun için, önceden hazırlanmış disk şekildeki saçlar üst üste gelecek şekilde yerleştirilir. Bu şekilde yerleştirilmiş saç tabakaları kalıp - kesme presinde tek bir hamlede kesilir. Sargıların yerleştirilmesi için gerekli oluklar makinelerde açılır. İşlem görecek parça miktarı fazla değil ise oluk açma otomatında oluklar tek tek açılır. Büyük sayıdaki parça miktarları ve büyük çaplı saçlar için her seferinde 5-6 oluk açabilen otomatlardan yararlanılmaktadır. Oluk açma otomatlarından gelen saçlar özel sayıcı terazilerde tartılır, istif makinesinde üst üste tabakalandırılır ve 5 - 10 kp/cm² lik bir basınç altında saç paketi halinde birleştirilir.
Stator ve rotor sargı oluklarına uygulamada genellikle karton döşenmektedir. Yalıtmak amacıyla döşenen kartonun görevi: Oluk içindeki pürüzleri örtmek ve sargı tellerini hasarlardan korumaktır. Karton ile yalıtılan oluklara sargılar döşenir. Stator ve rotor sargıları tek kat ya da çift kat sarımlı yapılırlar. Tek katlı sargılarda her oluk içinde her bir sargının yalnız bir kenarı, buna karşın çift katlı sargılarda çift sayıda bobin kenarı (genellikle iki) bulunur. Stator Sargıları: Tek katlı sargılarda, önceden bir sargı makinasında hazırlanmış ve izole edilmiş sargı paketleri açık oluklara tek tek yerleştirilir. Büyük gerilimli statorlarda açık oluklu saç paketleri kullanılır. Yarı açık oluklara sargılar özel kalıp ya da şablonlar yardımıyla tek tek döşenmektedir. Tam kapalı oluklar içine, teller statorun alın tarafından başlayarak, ipliğin iğneye geçirildiği gibi tek tek geçirilir. Sonra bu teller sargı haline getirilir. Oldukça uğraşılı bu tür sarım yerine özel sargı paketleri de kullanılmaktadır. Bu sargı paketlerindeki iletkenler sadece daha önceden hazırlanmış taraflarından oluklara sokulur. Bu şekilde olukların diğer tarafından dışarı çıkan sargı başları birbirleriyle sert lehim ya da kaynak suretiyle birleştirilir.
Şayet oluklara az sayıda ve büyük kesitli iletkenler sokulacaksa, çubuk şeklindeki iletkenler kullanılır. Bunlar sonradan kendi aralarında vidalarla ya da lehimlemek suretiyle birleştirilir. Tahta ya da fiberden yapılmış oluk kamaları ( ya da takozları ) oluk ağızlarını kapatmaya yarar. Oluklardan dışarı çıkan sargı başları pamuk ya da cam pamuğu ile sıkıca sarılarak yalıtılır. Sargıların devre bağlantıları sağlandıktan sonra stator bir fırın içinde 100 °C civarında kurutulur ve sonra yalıtkan vernik emdirilir. Vernik emdirme işlemi havasız bir ortam içinde yapılır. Bunun için önce stator bir vakum kabı içine yerleştirilir ve kap sıkıca kapatılarak havası çekilir. Sonra kabın üstünde bulunan vernik musluğu açılarak içeriye vernik gönderilir. Ortam havasız olduğundan içeriye gönderilen vernik sargıların en küçük aralıklarına dahi nüfuz eder. Vernik emdirme işleminden sonra stator tekrar kurutma fırınına sokulur ve burada son kurutma işlemi yapılır. Rotor sargıları elde ya da makinede sarılır. Bunun dışında uygulanacak bütün işlemler stator sargılarında olduğu gibidir.
Klasik olarak elektrik motorları DA ve AA olarak iki bölüme ayrılır.
AA alternatif akımla calışan
DA doğru akımla calışan motorlardır.
Alternatif akım elektrik enerjisini, mekanik enerjiye çeviren elektrik motorlarıdır. Bu motorların asenkron tipleri standart bir aygıt olmuştur. Senkron tipleriyse, büyük güç gerektiren yerlerde kullanılabilir. Alternatif akım motorları iki grupta toplanabilir: asenkron motorlar (indüksiyon motorları) ve senkron motorlar. Bütün bu motorların temel ilkesi, manyetik saclardan yapılmış bir kütlenin, döner bir elektromanyetik alan yardımıyla sürüklenmesine dayanır. Bu iki grup motorlarda da eksenli iki armatür bulunur: bunların ilki olan stator sabit, ikincisi rotorsa hareketlidir. Senkron motorun statoru asenkron motorun statoruyla aynı şekilde ve aynı yapıdadır; birbirinden vernikle yalıtışmış manyetik saclardan oluşan bir bilezik biçimindedir; bu sacların üzerindeki yivlere üç fazlı akımlarla beslenen bir sargı sarılmıştır. Bir senkron motorda manyetik alanı, rotorun sargısını besleyen bağımsız bir doğru akım yaratır; burada rotorun çalışma hızı vardır. Bu tip motorların başlıca yetersizliği, rotorun kendi başına harekete geçmemesi sorunudur. Asenkron motorun çalışması oldukça farklıdır: rotorun sargısı çok fazladır ve rotora yalnız statordan kaynaklanan tek alan akım indükler. Rotor başka hiçbir enerji kaynağına bağlı değildir. Dönme hızı ne olursa olsun (ilk çalışmada bile), mekanik bir kuvvet çifti sağlar; düzenli çalışma sırasında bu hız senkron hızından (yani döner alan hızından) farklıdır; bu hız farkı motorun üzerindeki yüke bağımlıdır. Sincap kafesli motorlarda sargı, yapraklı bir rotorun yivlerine yerleştirilmiş bakır veya alüminyum çubuklardan oluşur; bu yapı basit, sağlam ve ucuzdur. Bu tip motorlar, imalat sanayinde, pompaların ve vantilatörlerin çalıştırılmasında veya ambalajlamada çok yaygın olarak kullanılan standart aygıtlardır. İlk olarak Nikola Tesla tarafından tasarlanmış ve geliştirilmiştir.
Bir DA motor, doğru elektrik akımı ile çalışmak üzere tasarlanmıştır. Saf DA tasarımlara iki örnek Michael Faraday'ın tek kutuplu motor (nadiren kullanılır) ve bilyeli yatak motor (orijinalden çok uzaktır). En yaygın türleri fırçalı ve fırçasız tiplerdir.
Küçük çaplı ve genellikle içerisinde kompanzasyon sargısı olan, kuvvetli manyetik alanı boyu uzun doğru akım motorlarına servo motor denir. DA motorlar gibi imal edilirler.
1 devir/dakikalık hız bölgelerinin altında bile kararlı çalışabilen, hız ve momentkontrolü yapan yardımcı motorlardır. Örneğin hassas takım tezgâhlarında ilerleme hareketleri için genellikle servo motorlar kullanılır. Servo motorların AA ile çalışan modelleri fırçasız, DA ile çalışan modelleri ise fırçalıdır. Bunlar, elektronik yapılı sürücü/programlayıcı devrelerle birlikte kullanılır. Günümüzde yapılan servo motor çalıştırma sürücüleri,tamamen mikroişlemci kontrollü ve dijital yapılıdır.
Bu tip servo motorlar, genellikle iki fazlı sincap kafesli indüksiyon tipi motorlardır.
İki fazlı asenkron motorlar, büyük güçl |
ü yapılmakla birlikte çoğunlukla otomatik kontrol sistemlerinde servo motorlar olarak kullanılmak amacı ile küçük güçlü yapılır.
Fırça ve kolektör olmadığından arıza yapma ihtimalleri az, bakımları kolaydır. AA servo motorlar, iki fazlı ve üç fazlı olmak üzere iki tipte incelenir.
İki fazlı servo motorun statorunda eksenleri arasında 90° lik elektriksel açı olan referans ve kontrol sargısı olmak üzere iki adet sargı vardır. Rotoru ise sincap kafesli sargı taşır, fakat yüksek dirence sahip olması gibi birtakım özellikler kazandırılmıştır.
AA servo motorlarında rotor devresi, oldukça yüksek dirence sahip olacak şekilde imal edilir.
Bu işlem ya sincap kafes çubuklarında ya da çubukların bağlantı noktalarında yüksek dirençli maddeler kullanılarak yapılır.
DA servo motorlar, genel olarak bir DA motoru olup, motora gerekli DA akımı aşağıdaki metotlarla elde edilir.
Bir elektrik yükselteçten
AA akımın doyumlu reaktörden geçirilmesinden
AA, akımın tristörden geçirilmesinden
Amplidin, retotrol, regüleks gibi dönel yükselteçlerden elde edilir.
D.C servo motorlar, çok küçük güçlerden çok büyük güçlere kadar imal edilir (0,05 Hp’den 1000 Hp’ye kadar).
Bu motorlar, klasik DA motorlar gibi imal edilir. Bu motorlar, küçük yapılırdır ve endüvileri (yükseklik.uzunluk/çap oranıyla) kutup ataleti momentini minimum yapacak şekilde tasarlanır.
Küçük çaplı ve genellikle içerisinde bir kompanzasyon sargısı olan kuvvetli manyetik alanlı, boyu uzun doğru akım motorlarına da servo motor denir.
Exproof motorlarda koruma sınıflarına göre yüzey sıcaklıkları limitlenmiştir ve yine koruma sınıfına göre alev, kıvılcım ve ark sızdırmazlık özellikleri bulunmaktadır.
Pontus Rumcası
Pontus lehçesi (Helence: Ποντιακά "Pontiaka", Ρωμαίικα "Romeika"), 1923 Türkiye-Yunanistan nüfus mübâdelesine değin Kandıra ile Batum arasında yaşayan Rumlar tarafından konuşulmuş, günümüzde Müslümanlar tarafından Anadolu'da sadece Trabzon ve Rize'ye bağlı 70 civârında köyün yanı sıra (özellikle Maçka ve Tonya), Yunanistan'a gönderilen Ortodoks Hristiyan mübâdillerin yaşadığı kentlerde konuşulmaya devam edilen Helencenin bir diyalektinin yöredeki adı olup Pontiaka, Pontus Rumcası, Karadeniz Rumcası adlarıyla da bilinmektedir. Osmanlı dönemi ve sonrasında Karadenizli Rumların göç ettiği Gürcistan, Kırım ve Stalin döneminde sürüldükleri Rusya ile Kazakistan’da Hristiyan Pontoslular tarafından hâlen konuşulmaktadır. Ukrayna'daki Rumeylerin dili Rumeyce ile karıştırmamak gerekir.
İyon ağzının devamı olmasına karşın Türkçe, Farsça ve Lazcadan yoğun biçimde etkilenen Romeikayı dilbilimci Manolis Triantafyllides 2 gruba ayırmıştır:
İlk olarak dilbilimci Michael Deffner 1877 yılında Karadeniz Rumcasının Of, Şerah ve Trabzon merkez diyalektlerini birbirleri, Antik Yunanca ve Modern Yunanca ile karşılaştırınca arkaik ögeler taşıyan Romeikanın Orta Çağ Rumcası olduğunu bildirmiştir.
Çoğunlukla Batı Trakya ve Makedonya'ya yerleşen 1923 mübadilleri tarafından konuşulmaktadır
Aslan (astroloji)
Aslan, (Latince: Leo, simge: ♌), zodyakta yer alan bir burç. Aslan takım yıldızının 23 Temmuz-22 Ağustos arasında doğan insanları etkilediğine inanılır.
Marcus Manilius'un astrolojinin esaslarını kaleme aldığı beş ciltlik "Astronomica" adlı eserde Aslan burcunun özellikleri şu şekilde yer almaktadır:
.am
.am, Ermenistan'nın İnternet Ülke Alan Kodu (ccTLD) kod harfleri. İnternet Kurumu tarafından işletilmektedir.
Dağlık Karabağ Cumhuriyeti için kullanılan ve Ermenistan'ın internet kodu olan .am uzantısı altında oluşturulmuş
internet ülke kodu alt seviye alan adıdır. Ancak bu ad kullanılmamaktadır.
Güzelleme
Güzelleme, Âşık Halk Edebiyatı'nda kullanılan; konusu aşk ve sevgi olan lirik şiirlere verilen ad. Güzellemeler, semai ya da koşma nazım biçimleriyle yazılırlar.
Güzellemeler coşku ve övgü içerikli şiirlerdir. Sevilen kişilere veya varlıklara karşı olan bağlılığı ifade etmek için yazılırlar. Güzellemelerde ele alınan konular ayrı ayrı ya da birlikte ele alınabilir. Özele indirgendiğinde, temel güzelleme temleri: bir kadına, at gibi Türk kültüründe önemli yeri olan hayvan ya da varlıklara, doğaya... duyulan sevgidir. Bunun yanında güzellemeler özlem gibi düşünsel-estetik konuları da işler. Güzellemeler halk edebiyatında en çok tercih edilen türlerdendir. Bugün güzellemeler anlamsal boyutta özellikle adlandırma bazında modern edebiyata da tesir etmiştir. Örneğin Tuna'yı anlatan bir seyahat kitabına "Tuna Güzellemesi" adı verilirken, İkinci Yeni şiirinin temsilcilerinden Cemal Süreya'nın anlam bakımından güzellemeye yaklaşan bir şiirinin adı da "güzelleme" dir. Güzelleme yalnızca koşma biçimine mensup şiirler için kullanılan bir tabir olmayıp, anlamsal bir içeriği vardır. Bunun için güzelleme konularını işleyen semailer de güzelleme olarak değerlendirilir. Güzelleme türünün en önemli temsilcisi olarak lirik söyleyişleriyle 17. yüzyıl halk ozanı Karacaoğlan kabul edilmektedir. Karacaoğlan'dan örnek bir güzelleme incelersek:
Görüldüğü gibi bu şiirde ozan yârini ne kadar sevdiğini lirik bir söylemle dile getirmiştir. İşte güzellemeler, anlatılan duyguyu lirik bir biçimde övgüyle anlatan Türk halk şiiri ürünleridir.
Neandertal
Neandertal ya da Neandertal insanı, günümüzden yaklaşık 200 bin ila 28 bin yıl önce yaşamış insan türüdür. İkili adlandırmada "Homo neanderthalensis"dir. Fosilleri muhafaza etmeye müsait kireç taşı mağaralarda yaşadıkları için haklarında en fazla bilgi sahibi olunan ve bunun bir sonucu olarak modern kültürde tipik "mağara adamı" kalıbını yaratan tarih öncesi insan türüdür.
İlk neandertal fosili Almanya'nın Düsseldorf kenti yakınlarındaki Neander vadisinde 1856'da bulundu. Bu nedenle Neandertal ismi verildi. Almanca "tal" ve eski Almanca'da "thal" sözcükleri "vadi" anlamına gelir.
Neandertaller günümüzden yaklaşık 200 ila 100 bin yıl önce ortaya çıkmışlardır. Soyları yaklaşık 28 ila 35 bin yıl önce tükenmiştir. Atlantik kıyılarından Orta Asya'ya, en kuzeyde Belçika'dan, güneyde Akdeniz ve güneybatı Asya'ya kadar olan bölgede yaşamışlardır.
Neandertaller muhtemelen Avrupa'da, soğuk iklim koşullarına uyum sağlayabilmek amacıyla ortaya çıktı. Daha sonra batı Asya'ya ulaştı ve muhtemelen Levant'da (doğu Akdeniz) Homo sapiens ile karşılaştı. Neandertalların Afrika'ya ya da Özbekistan'ın doğusuna ulaştıkları konusunda herhangi bir iskeletsel kanıt yoktur.
Neandertallerin evrimsel kaderi ile modern insanın ortaya çıkışı doğrudan alakalıdır. Homo sapiens, yaklaşık 200 ila 100 bin yıl önce doğu veya güney Afrika'da ortaya çıkmıştır. Modern insan, yaklaşık 40 byö kuzeye doğru yayılmış, bu esnada yerel tarih öncesi insan türlerini sürmüş veya tüketmiştir. Bunun sonucu olarak, güneybatı Asya, Orta Asya ve orta Avrupa'daki Neandertaller çeşitli oranlarda modern insan ırkı tarafından absorbe edilmişlerdir. Modern insana geçişin göreceli olarak geç yaşandığı batı Avrupa'da bile Neandertaller ile ilk modern insanların çiftleştiğine dair kanıtlar vardır.
Neander Vadisi'nde 1856'da bulunan ilk fosiller 16 parçadan oluşuyordu. İlk etapta bunların tarih öncesi bir insan ırkına ya da anormal bir modern insana ait olabileceği düşünüldü. 1886'da Belçika'nın Spy bölgesindeki bir mağarada bulunan fosiller ilk tespiti haklı çıkardı. Mağaradaki Neandertal fosillerinin yanında, Orta Paleolitik döneme ait taş aletler ve soyu tükenmiş hayvanların fosilleri vardı.
1910'da batı ve orta Avrupa'da bir dizi Neandertal iskeletine ulaşıldı. Bu verilere dayanarak bilimadamları Neandertallerin tam dik ayakta duramayan, modern insandan daha az zekaya sahip bir yarı-insan oldukları sonucuna vardı. O dönemde, daha eski insan formları yaygın olarak kabul görmediği için, Neandertallerin insansı maymunlar ile modern insan arasında bir tür olduğu, modern insandan çok farklı oldukları için de insanın atası olamayacakları düşünüldü. II. Dünya Savaşı'ndan sonra bu görüşün hatalı olduğu, evrimsel bir bakış açısıyla Neandertal ve modern insanın oldukça yakın olduğu görüşü hakim oldu. Bu nedenle Neandertaller Homo sapiens türüne dahil edildi ve sıklıkla ""Homo sapiens neanderthalensis"" olarak anılmaya başlandı. Yakın dönemde Neandertaller Homo sapiens olarak değil de yakın fakat farklı bir tür olarak, ""Homo neanderthalensis"" şeklinde adlandırıldı.
Neandertal iskeletleri, birçok arkeolojik materyalle birlikte Avrupa, güneybatı Asya ve en son Özbekistan dahil Orta Asya'da yoğun olarak bulundu. Günümüzde yaklaşık birkaç yüz tane bireye ait Neandertal fosiline ulaşılmıştır. Bunlardan bir kısmı neredeyse tam iskeletlerdir.
Neandertaller ile ilk modern insanlar arasındaki en önemli fark güçlülük ve dayanıklılıktır. Neandertaller de tıpkı diğer tarih öncesi insan türleri gibi modern insandan daha güçlü ve dayanıklı canlılardı. İlk modern insanın kol ve baldırları günümüz insanına nazaran daha kalın olmakla birlikte Neandertallere göre daha inceydi. İlk modern insanın el anatomisinin daha hassas tutuş için değiştiği düşünülmektedir. Bacak anatomisinin fazla değişmediği anlaşılmaktadır. Zira tüm Pleistocene dönemi avcı-toplayıcı topluluklarında hızlı hareket etme önemliydi. Ön dişler küçüldü, yüz kısaldı, çene sivrildi, kaş çıkıntıları küçüldü. Beyin boşluğu daha yukarıya çıktı, yuvarlaklaştı ancak büyümedi. Bunun yanı sıra Neandertallerin geniş kafatasının farklı bir beyin şekli dolayısıyla da farklı bir düşünme yapısına işaret ettiği, bu yüzden de modern insandan daha zeki olabileceği yorumları yapılmaktadır.
Nejla Yasemin Yatkın
Nejla Yasemin Yatkın, Türk koreograf ve modern dansçı.
Almanya'da doğup büyüyen Necla Yatkın, Berlin “Die Etage Performing Arts Academy”'den mezun olmuştur. Halen Maryland-College Park üniversitesinde doçent olarak görev yapan sanatçı, Vaşington, D.C.'de solo kariyerine devam etmektedir. Çeşitli büyük ABD sahnelerinde (The Kennedy Center, The New Jersey Performing Arts Center) sahneye çıkmıştır. Sanatçı hayatı boyunca etkisinde kaldığı değişik tekniklerden Mozaik adını verdiği kendi stilini geliştirmektedir.
.ad
.ad, Andorra'nın İnterne |
t Ülke Alan Kodu (ccTLD) kod harfleri. Andorra Telekom (Servei de Telecomunicacions d'Andorra) tarafından istenmiştir.
Fakat kısaltma reklamlar için kullanılmaktadır. Bu yüzden bazı reklam şirketleri tarafından reklam kesmek için kullanılmaktadır.
.lt
Litvanya'in internet kod harfleri.
.ae
Birleşik Arap Emirlikleri'nin İnternet Ülke Alan Kodu (ccTLD) kod harfleri.
.af
.af, Afganistan'ın internet kod harfleri.
.ag
.ag, Antigua ve Barbuda'nın İnternet Ülke Alan Kodu (ccTLD) kod harfleri.
Almanya'da .ag kodunun ikinci bir anlamı da vardır. AG, Aktiengesellschaft halka açık bir şirket için de kullanılır. Örnek: www.bmw.ag
.ai
.ai, Anguilla'nın İnternet Ülke Alan Kodu (ccTLD) kod harfleri. Anguilla hükümeti tarafından işletilmektedir.
1. seviye alan adı dışında 2. seviye alan adları yani off.ai, com.ai, net.ai ve org.ai çok sayıda bulunmaktadır.Fakat diğer alan adlarının kullanımına bakıldığında dünya çapınca kullanım oranı düşüktür. 15 Eylül 2009'da 2. seviye alan adı dünya çapında herkes tarafından kullanılabilir hale getirildi. .ai kayıtı için 100 $ ücret ödemek gerekmektedir. 100 $ 2 yıllık süre için geçerlidir.
.al
.al, Arnavutluk'un İnternet Ülke Alan Kodu (ccTLD) kod harfleri. Arnavutluk Elektronik ve Posta İletişim Kurumu (AKEP) tarafından işletilmektedir.
2. düzey için doğrudan kaıt izin verildi. Ancak birkaç alan koduna verilmedi bunlar: uniti.al, tirana.al, soros.al, upt.al ve inima.al'dır.
.an
.an, Hollanda Antilleri'nin İnternet Ülke Alan Kodu (ccTLD) kod harfleri. Hollanda Antilleri Üniversitesi tarafından işletilmektedir. Hollanda Antilleri 2010 yılına kadar kaldırılması nedeniyle bir üst düzey alanı belli değildir. .an üzerinde 800 domain kullanıcısı bulunmaktadır.(Doğrudan veya üçüncü düzeyde.) Bunlardan en çok ziyaret edilenleri google.com.an , youtube.com.an , yahoo.com.an ve visa.com.an'dir.
.ao
.ao, Angola'nın İnternet Ülke Alan Kodu (ccTLD) kod harfleri. Agostinho Neto Üniveristesi tarafından işletilmektedir. Domain alışı için 166 € (yıllık) gerekmektedir.
.aq
.aq, Antarktika'nın İnternet Ülke Alan Kodu (ccTLD) kod harfleri. Antarktika'daki çalışmaları yapmak ve Antarktika organizasyonları ve Güney Okyanusu bölgeleri için ayrılmıştır. Auckland, Yeni Zelanda tarafından yönetilmektedir. Kullanımı uydu bağlantı sistemi ve uydu tabanlı cihazların kullanımı ile gerçekleştirilmektedir. Heard Adası ve McDonald Adaları'nın kendi ccTLD .hm olmasına rağmen, Heard Adası koruma çalışmaları için Avustralya hükümeti web sitesi heardisland.aq olarak açılmıştır.
.as
as., Amerikan Samoası'nın İnternet Ülke Alan Kodu (ccTLD) kod harfleri. AS Domain Registry tarafından işletilmektedir. Kullanım için herhangi bir sınırlama yoktur. Amerikan Samoası'nda yaşayan insanlar tarafından ve Amerikan Samoası ile bağlantıları olan bazı şirketler tarafından kullanılmaktadır. AS" veya "A / S" Norveç, Danimarka ve Çek Cumhuriyeti gibi bazı ülkelerde bir anonim şirket belirten ektir.
.aw
.aw, Aruba'nın İnternet Ülke Alan Kodu (ccTLD) kod harfleri. SETAR tarafından işletilmektedir.
İkinci düzey kayıtlara doğrudan izin verilmektedir. .com.aw ticari siteler için açılmıştır.
.az
.az, Azerbaycan'ın İnternet Ülke Alan Kodu (ccTLD) kod harfleri. Azerbaycan İletişim tarafından işletilmeketedir.
Bazı ikinci seviye alanları bunlardır : .az are com.az, net.az, int.az, gov.az, org.az, .edu.az, .info.az, .pp.az, .mil.az, .name.az, .pro.az ve biz.az.
.za
Güney Afrika'nın internet kod harfleri.
.sa
Suudi Arabistan'ın internet kod harfleri.
.sg
Singapur'un internet kod harfleri.
.bo
Bolivya'nın internet kod harfleri.
.bf
.bf, Burkina Faso'nun İnternet Ülke Alan Kodu (ccTLD) harfidir. DELGİ tarafından işletilmektedir. Ekim 2005 yılında telekomünikasyon sağlayıcısı ONATEL ile kayıtlara başladı. Bir e-posta ile SSS gönderilebilmektedir.
.bd
.bd, Bangladeş'in İnternet Ülke Alan Kodu (ccTLD) harfleri. Bangladeş Telekomünikasyon Bakanlığı tarafından yürütülmektedir.
Kebir
Mani
Muktedir
Mümin
Mümin, bir erkek ismi ve soyadı, şu anlamlara gelebilir:
Rahman
Reşid
Reşid, Reşit ya da Rosetta (Arapça "رشيد", "Rashid"), Kuzey Mısır'da Akdeniz kıyısında bir kenttir. İskenderiye kentinin 65 km kadar doğusunda, Mısır'ın El-Buheyra ilinin içinde yer almaktadır. Nüfusu yaklaşık olarak 70.000 kadardır. Kentin Mısır'ın kıyı ticaretinde önemli bir yeri vardır. Kara ve demiryolları ile İskenderiye ve Demenhur şehirlerine bağlantısı vardır.
M.S. 800 yılında Harun Reşid tarafından kurulduğu için onun adını almıştır. Rosetta adını Mısır'ı 18. yüzyılın sonlarında işgal eden Fransızlar vermişlerdir.
MS 800 yılında Harun Reşid tarafından kurulmuştur. 1571 yılında Mısır'ın Osmanlılar tarafından fethinden sonra önem kazanmıştır. 18. yüzyıla değin önemli bir ticaret merkezi olan kent İskenderiye'nin tekrar canlanmasıyla önemini yitirmiştir. 19. yüzyılda İngilizler için popüler bir sayfiye yeri olmuştur. Ünlü Rosetta Taşı 1799 yılında bu kentte bir Fransız lejyoner tarafından bulunmuşur.
Şehid
Şehid kavramı aşağıdaki anlamlarda kullanılabilir:
Vasi
Vasi sözcüğü ile şunlardan biri kastedilmiş olabilir:
Veli
NLP
Bir kısaltma olarak, NLP çeşitli anlamlara gelmektedir.
Atilla Atalay
Atilla Atalay (doğum 1963 İstanbul), Türk yazar.
İTÜ İnşaat Fakültesi İnşaat Mühendisliği mezunu olan Atilla Atalay, 1979 yılından başlayarak profesyonel mizah yazarı olarak çeşitli dergilerde yazılar yazdı. Gırgır, Fırt, Hıbır Mizah dergileriyle birlikte bir süre haftalık olarak yayınlanan Gazete Pazar'da ve Milliyet Gazetesi Kültür Sanat Eki'nde köşe yazıları yazdı. Mizah dergilerindeki köşeleri Eray ve Sıdıka büyük ilgi çekti. Yazıları halen Leman ve Lemanyak Dergileri'nde sürmektedir.
"Sıdıka" adlı tiplemesi Atıf Yılmaz ve Mahinur Ergun'un yönetiminde Show TV için televizyon dizisi olarak çekildi. Haluk Bilginer ve Zuhal Olcay için yazdığı "Gelecekte İnecek Var" adlı mini TV dizisi ise atv'de yayınlandı.
Yurt Ansiklopedisi
1981 yılında Anadolu Yayıncılık tarafından İstanbul'da yayınlanmış il il Türkiye hakkında kapsamlı bilgi veren 10+1 ciltlik bir çalışmanın adıdır. İlk 10 ciltte Adana'dan Zonguldak'a dek 67 il farklı yazar kadroları tarafından kaleme alınmış 11. Ek ciltte ise Türkiye'nin dünü, bugünü, yarını istatistikler ve projeksiyonlar yardımıyla her yönüyle ele alınmıştır.
Goethe Enstitüsü
Goethe-Enstitüsü, Almanya'nın dünya çapında etkinlik gösteren kültür enstitüsüdür.
Almancanın yurtdışında öğrenilmesini teşvik ediyor ve uluslararası kültürel iş birliği çalışmalarına katkıda bulunuyor. Kültürel, toplumsal ve politik yaşama ilişkin bilgilerle Almanya'yı tüm yönleriyle tanıtıyor.
Goethe enstitüleri, Goethe merkezleri, kültür toplulukları, okuma salonları, dil öğrenim ve sınav merkezlerinden oluşan ağımızla yurtdışı kültür ve eğitim politikasının başlıca görevlerini üstlenmekte. Bunun yanı sıra kültürel değerlerin aktarılmasında rol oynayan özel kuruluşlar, kamu kurumları ve kişilerle, ayrıca Alman eyaletleri, belediyeler ve ekonomik sektörle ortak çalışmalar yürütmekte.
Almanya, Alman dili ve kültürüyle aktif olarak ilgilenen herkese hizmet veriyor. Etkinliklerde özgür ve siyasi açıdan bağımsızdır.
Mitokondri
Mitokondri, hücre organellerinden biridir. Yunanca "mitos" ("iplik") ve "khondrion" ("tane") sözcüklerinden türetilmiştir. Boyları 0,2-5 mikron arasında değişir. Şekilleri ise ovalden çubuğa kadar değişkenlik göstermektedir. Bazı hücreler tek bir büyük mitokondri içerebilse de mitokondriler hücrelerde çoğunlukla fazla sayılardadır. Sayıları hücrenin enerji ihtiyacına göre değişir. Özellikle kas ve sinir hücreleri gibi enerji ihtiyacı fazla olan hücrelerde çok sayıda mitokondri bulunur. Bir karaciğer hücresinde sayıları 2500 civarına ulaşabilir.
Mitokondride 4 kısım vardır. Bunlar dış zar, iç zar, zarlararası (periferal) bölge ve matriksdir. Dış zar iç zara göre daha kalındır ve porin denilen taşıyıcı proteinler bulundururlar. Mitokondri içerisine girecek maddeler porinlerle alınırlar. İç zar dış zara göre daha seçici geçirgen yapıdadır. Dış ve iç zar arasındaki bölgeye periferal bölge adı verilir. İç zar mitokondri matriksine doğru girintiler yaparak krista denilen yapıları oluşturur. Kristalar kese, boru, tüpçük, zigzag gibi çeşitli şekillerde olabilirler. Kristaların mitokondri eksenine uzanma biçimleri genelde enine olmakla birlikte, boyuna ve çapraz olarak da olabilir. İç zar üzerinde solunumda görev alan ETS proteinleri bulunur. Bu sebeple enerji ihtiyacı fazla olan hücrelerin mitokondrilerindeki krista sayısı daha fazladır. İç zar üzerinde elementer partikül ( Racker partikülü) denilen yapılar vardır. Bu yapıların iç zarla bağlantılı olan bir sap bölgesi ve buna bağlı baş bölgesi vardır. Baş bölgesinde kimyasal enerjiden ATP sentezi gerçekleştiğinden bu bölgeye ATPozom ismi verilmektedir. Matrikste organel proteinlerinin 2/3'ü bulunur.
Endosimbiyoz Kurama göre mitokondriler, uzun zaman önce, büyük hücrelere geçebilen tek canlı organizmalardı. Fakat hücre içindekilere göre enerjiyi daha verimli ayrıştırabildiklerinden dolayı içine geçtikleri hücrelere çok fayda sağladılar ve zamanla hücrelerin kalıcı birer parçası haline dönüştüler. Buna rağmen, kendi genetik bilgilerini taşır ve içinde bulundukları hücrelerden bağımsız bir şekilde bölünürler. Yani mitokondri, kendini çekirdek bilgisi dahilinde eşleyebilir.
Mitokondriler kalıtımsal olarak yavruya annesinden geçer, babadan gelen spermlerin bu konuda yavruya hiçbir katkısı yoktur.
İlk bu organeli inceleme işlemleri 1840'larda yapılmıştı. Richard Altmann, 1894 yılında bu organeli keşfetti ve "bioblasts" adını verdi. "Mitokondri" terimi ise 1898 yılında Carl Benda tarafından kullanılarak literatüre geçti. Leonor Michaelis, Janus yeşili boyasını keşfetmesiyle supravital boyama yöntemiyle 1900'de mitokondriyi ayrıntılı inceledi. Friedrich Meves, 1904'te bitkilerdeki ilk mitokondri("Nymphaea alba") kayıdını yaptı. 1908 yılında Claudius Regaud |
bu organelin protein ve lipit içerdiğini destekledi. 1925 yılında David Keilin'in sitokromları keşfedene kadar solunum reaksiyonları açıklanamadı.
1941'de hücresel metobolizmada ATP fosfat bağlarınından enerji elde edildiği Fritz Albert Lipmann tarafından keşfedildi. Bu yılları takiben, bu olayın hücresel solundaki önemi araştırıldı ancak mitokondrinin etkisi bilinmiyordu. Albert Claude, doku fraksiyonasyonu ile mitokondriyi diğer hücrelerden izole etti. Bu deneyde zamanla solunumda mitokondrinin etkisi görülmüştür.
İlk yüksek çözünürlüklü mikrograflar 1952 yılında oluşturuldu. Bu yöntem, Janus Yeşili boyama yönteminin yerini alarak mitokondri incelemesinin tercih edilen yöntemi olmuştur. Bu yolla mitokondrinin hücreden hücreye değişmekte olduğu anlaşılmıştır.
Popüler bir terim olan "hücrenin güçevi", Philip Siekevitz tarafından 1957'de ortaya çıkmıştır.
1967'de, mitokondrinin ribozomlar içerdiği ortaya çıkmış; 1968'de mitokondri gen haritası metotları keşfelilmiş ve 1976'da ise mitokondri gen haritası tamamlanmıştır.
Psilocybin
Psilocybin (4-phosphoryloxy-N, N-dimethyltryptamine), "Psilocybe cubensis" gibi "Psylocybe" türü mantarlardan elde edilen halüsinojen etkileri olan bir maddedir. Yapısı insan beyin fonksiyonları için çok önemli fonksiyonları olan "Serotonin'e" çok benzer. 9 ağır obsesif kompulsif kişi ile yapılan çalışmalar bu maddenin obsesif kompulsif belirtileri 4-24 saat arasında kaldırdığını, bazılarının ise birkaç gün boyunca takıntılarından kurtulduğunu belirtmiştir ancak çalışmayı yürüten Dr. Moreno halüsinojen etkisi nedeniyle ilaç olarak kullanılamayacağını belirtmiştir. Halüsinojen etkisi olmayan kimyasal türevlerini üretmek için çalışmalar sürmektedir.
Morula
Morula, embriyonik gelişiminin çok erken bir evresindeki embriyoya verilen isim. Gelişimin bu evresine de morula denir. Hücreler yığınıdır.
Morula, Latince "morus" ("dut") kelimesinden türetilmiştir. Döllenme (fertilizasyon) sonunda oluşan tek hücreli zigot hızlıca bölünmeye başlar, böylece blastomerler (hücreler) oluşur. Blastomer (hücre) sayısı 16'ya ulaştığında zigot morula diye adlandırılır. Döllenmeden (fertilizasyon) 3-4 gün sonrasına kadar sürer.
Ortalama bir blastula yaklaşık 32 hücreye (blastomer) sahiptir, bir tür hücreler yığınıdır. Morula uterusa (rahime) doğru fallop tüplerinden aşağı doğru hareket eder, döllenmeden yaklaşık olarak 4 gün sonra rahime ulaşır ve bu sırada blastomerlerin arasına sıvı girer ve birikir. Bunun sonucu olarak iç tarafta sıvı dolu bir boşluk oluşur. İçinde sıvı dolu bir boşluk olan morulaya artık blastosist adı verilir.
Panteizm
Panteizm ya da tüm tanrıcılık, her şeyi kapsayan içkin bir Tanrı'nın, Evren'in ya da doğanın Tanrı ile aynı olduğu görüşüdür. Panteistler kişileştirilmiş ya da antropomorfik bir Tanrıya inanmazlar.
Panteizm, genellikle monizm ile ilişkili bir kavramdır. Panteizmde her şey Tanrı'nın bir parçası olarak kabul edilir, Tanrı her şeydir ve her şey Tanrı'dır. Tanrı doğada, nesnelerde, insan dünyasında vardır.
Panteizm, 17. yüzyıl filozofu olan Baruch Spinoza'nın çalışmalarına dayalı bir teoloji ve felsefe olarak modern çağda popüler oldu. Monizm, Spinoza'nın felsefesinin temel bir parçasıdır. Spinoza, terim ölümünden sonrasına kadar icat edilmemesine rağmen panteizmin en ünlü savunucusu olarak kabul edilir.
Panteizm, Yunanca ' ("tüm" anlamında) ve ' ("Tanrı" anlamında) köklerinden türetilmiştir.
Felsefî bir görüş olarak Panteizm, Eski Yunan felsefesinde Plotinos (205-270), Rönesans'tan sonra Giordano Bruno (1548-1600) ve Spinoza (1632-1677) tarafından ağırlıklı olarak temsil edilmiştir. Spinoza ağırlıklı Panteizm algılayışına göre Tanrı her şeydir ve her şey Tanrı'dır. Tanrı-Evren-insan ayrımı yoktur, böyle bir ayrım aklın illüzyonu, yanılsamasıdır. Bilimsel olarak Tanrı, Evren ve insan birdir, aynıdır.
19. yüzyılda panteizm pek çok önde gelen yazar ve filozofun teolojik bakış açısı oldu. Britanya'da William Wordsworth ve Samuel Coleridge; Almanya'da Johann Gottlieb Fichte, Friedrich Wilhelm Joseph Schelling ve Georg Wilhelm Friedrich Hegel; Amerika Birleşik Devletleri'nde Walt Whitman, Ralph Waldo Emerson ve Henry David Thoreau panteist yaklaşıma sahip kişilerdir.
Albert Einstein birçok yazısında panteist eğilimler sergiler, kişileştirilmiş bir tanrıya inanmadığını belirten "Asla doğaya bir amaç ya da hedef ya da insanmerkezci (antroposantris) olarak anlaşılabilecek herhangi bir şey yüklemedim" sözü, Spinoza hayranlığını belirttiği yazısı "Evren'in harikulade düzenlenmiş olduğunu ve belli yasalara uygun hareket ettiğini görüyoruz ama bu yasaları sadece bulanık bir şekilde anlayabiliyoruz. Spinoza’nın panteizmine hayranım, ama onun modern düşünceye katkısına çok daha fazla hayranım, çünkü o ruh ve bedenî iki ayrı şey değil de bir bütünmüş gibi gören ilk filozoftur" ve "Tanrıya inanıyor musun?" sorusuna verdiği cevap "Varolanların düzenli uyumunda kendini gösteren Spinoza’nın Tanrısı’na inanıyorum, insanların kaderiyle ve eylemleriyle ilgilenen bir Tanrı’ya değil."
20. yüzyılın sonlarına doğru panteizm, genellikle neopaganizmin benimsediği teolojik yaklaşım olarak ilan edildi. ve panteistler, panteizm için özel olarak örgütler kurmaya başladı.
Yakın zamanda Paul D. Feinberg panteizmi sınıflandırmıştır; göreli monistik, akosmistik, absolutistik monistik, immanentistic, hylozoistic, karşıtlıkların özdeşliği, neoplatonik ya da emanationistik panteizm.
20. yüzyılın son çeyreğinde iki panteist örgüt kuruldu. Tüm çeşitli panteistlere açık olan Evrensel Panteist Derneği 1975 yılında kuruldu. Dünya Panteist Hareketi bir çevreci, yazar ve eski Evrensel Panteist Derneği'nin başkan yardımcısı olan Paul Harrison tarafından yönetilmektedir. Dünya Panteist Hareketi panteizmin natüristik sürümünü teşvik amacıyla 1999 yılında kurulmuştur.
Dinlerde panteizmin kökeni Hint ve yerli Amerikan dinlerine kadar uzanır. Bilinen en eski panteist fikirlerin Hindu dini metinlerinde yer aldığı iddia edilmektedir.Alevilik panteist unsurlar içerir. Alevilik'te vahdet-i vücud olarak isimlendirilen yaklaşımda Dünya'daki bütün varlıklar ve tüm Evren, Tanrı'nın yansımaları olarak görülür. Vika gibi modern pagan dinleri panteist görüşler içermektedir.
Kan proteinleri
Kan şekilli elemanlar ve plazmadan oluşur. Plazmada ortalama 7-8g/dL protein bulunur. Plazma proteinleri 3 ana gruba ayrılır.
Bu proteinler plazmanın içinde ya da hücrelerarası "(interstisiyel)" sıvıda fonksiyon yaparlar. Plazma proteinleri, hücreler tarafından kullanılmak üzere plazmadan ayrılamazlar. Hücreler kendi proteinlerini yapmak için plazmaki amino asitlerini kullanırlar. Uzun açlık durumlarında enerji verici olarak işlev görür ve vücutta bağışıklığın sağlanmasında görev alırlar.
Commodore 64 oyunları listesi
Bu liste Commodore firması tarafından üretilen Commodore 64 modelindeki bilgisayarlar için üretilmiş oyunların alfabetik bir sıralamasını vermektedir. Listenin eksiksiz olduğu düşünülmemelidir.
Game Boy oyunları listesi
Nintendo tarafından geliştirilen Game Boy taşınır oyun cihazları için üretilmiş oyunların listesi:
Adaptör
Adaptör ya da uyarlaç, dalgalı akımı küçük değerde doğru akıma çeviren elektronik araç gibi bir şeyi başka bir şeye değiştiren bir cihazdır.
Elektronik aygıtlar (radyo, teyp, hesap makinesi) genellikle düşük değerdeki (3-12 volt arası) doğru akımla çalışır. Kullanma esnasında bu araçlar pille çalıştırılacak şekilde yapılmışlardır. Ancak daha ekonomik olması bakımından bazı durumlarda şehir akımı ile de çalıştırmak istenir. Bu durumda uyarlaç şu işi yapar. Önce dönüştürücü 110 veya 220 V'luk şehir akımını, aygıtın istediği gerilime düşürür. Bu dalgalı bir gerilimdir. Daha sonra diyotlar bu gerilimi doğru akıma çevirirler. Ancak hiçbir zaman uyarlaçtan elde edilen doğru akım, pildeki kadar düzgün olmaz. Bu yüzden bazı radyolarda şehir akımı ile çalışma sürecinde istenmeyen sesler oluşur. Dönüştürücü (transformatör) istenen gerilimde seçilerek değişik çıkış gerilimli uyarlaç yapılabilir. Uyarlaçlar dogrultucular olarak da adlandırırlır.Yarim dalga dogrultucu,Tam dalga dogrultcu ve köprü tipi olarak üçe ayrılırlar.
Gods
Gods, Bitmap Brothers tarafından geliştirilen popüler bir platform oyunudur. Oyunun amacı Herkül'ü yöneterek 12 farklı seviyede, 15 farklı silah ve 20 tür iksir ile yüzlerce düşmanla savaşarak ölümsüzlüğü elde etmektir. Oyunun dikkat çekici özelliklerinden biri de John Fox tarafından bestelenen müzikleridir.
Sri Ramakrishna
Sri Thakur Gadadhar Chattopadhyaya Ramakrishna Paramahamsa (18 Şubat 1836 - 16 Ağustos 1886) Hindu azizdir. Ana tanrıça Kali'ye bağlı ve Advaita Vedanta üstadı olarak "tüm dinlerin aynı amaca ilettiğini" vaaz etti.
Ramakrishna Batı Bengal kırsalındaki Kamarpukur köyünde yoksul bir ortodoks Brahman ailesine mensup olarak doğdu. 1855'te kardeşi Ramkumar'ın 'nda keşiş olmasıyla birlikte ona yardımcı oldu ve 1856'da kardeşinin ölümünden sonra onun yerini aldı. 1859'da Saradamani Mukhopadhyaya (daha sonra Sarada Devi) ile evlendi. Bhakti geleneğine bağlandı: İlk spiritual eğitimini Vaishnava bhakti ve Tantra üstadı bir kadın olan çileci Bhairavi Brahmani'den aldı. Bhairavi Brahmani onu 1863'te tamamlanana kadar Tanrta ile inisiye etti. 1864'te guru Jatadhari rehberliğinde Rama'nın çocukluğunu temsil eden metal bir imgeye yoğunlaştı. Ramakrishna'ya göre bu metal imgede çocuk Rama'nın varlığını canlı bir tanrı olarak hissedebilmişti. 1865'te tapınağı ziyaret eden ve gittiği yerlerde çok kısa sürelerle kalmasına rağmen on bir ayını Ramakrishna ile geçiren Ishwar Totapuri'nin rehberliğinde ikiliksizlik temelindeki öğreti olan Advaita Vedanta eğitimi aldı. Ramakrishna Paramahamsa ismi de ona Totapuri tarafından verilmiştir. 1866'da Govinda Roy'un mürşitliği ile Tasavvvuf'u tecrübe ederek İslam'da inisiye oldu ve Arap'lar gibi giyinerek zikir ve namaz ile meşgul oldu. 1873'ten sonra da birkaç yıl boyunca Hıristiyanlık ile ilgilendi.
1886'da gırtlak kanseri nedeniyle öldü.
Ramakris |
hna'nın Hindu geleneğinde "Nirvikalpa Samadhi" olarak adlandırılan mistik deneyimi onun çeşitli dinlerin tanrı anlayışlarının yalnızca Mutlak'ın çeşitli yorumları olduğunu ve Nihai Hakikat'in beşeri terimlerle asla ifade edilemeyeceğine inanmaya sevketti. Bu anlayış Rig Vedalardaki "Hakikat birdir fakat bilgeler onu değişik isimlerle adlandırırlar" beyanıyla da uyum içerisindedir. Bu görüşün bir sonucu olarak Ramakrishna, hayatının çeşitli dönemlerini İslamiyet, Hristiyanlık ve Hinduizm içindeki çeşitli Yogik ve Tantrik sektlerine ilişkin anlayışını geliştirmeye çalıştı.
Ramakrishna'nın öğretilerindeki anahtar kavramlar:
Ramakrishna'nın hayatı ve öğretilerine ilişkin kişisel ifadeleri talebesi "M" adıyla bilinen Mahendranath Gupta tarafından yazılan "The Gospel of Sri Ramakrishna" adlı eserde yer almaktadır. Adi Sankara tarafından binlerce yıl öncesinde yapıldığı gibi Ramakrishna Paramahamsa da aşırı ritüellere gömülmüş Hinduizmi yeniden canlandırmış ve modern dönemin başlarındaki İslamiyet, Hristiyanlıktan gelen meydan okuyuşlara karşı onu desteklemiştir.
Macar meşesi
Macar meşesi ("Quercus frainetto"), kayıngiller (Fagaceae) familyasından doğal olarak Güney Avrupa, İtalya, Balkanlar ve Türkiye'de yayılış gösteren bir meşe türü.
40 m'ye kadar boy yapabilen kalın dallı geniş tepeli büyükçe bir ağaçtır. Gövde kabukları yukarıdan aşağıya doğru çatlaklı haldedir. Yan tomurcuklar sarmal dizilmiştir. Genç sürgünleri tüylü ya da çıplaktır. Lentiseller çok sayıda ve görülebilir haldedir. Tomurcuklar son derece iri ve dolgundur. Tomurcuklar keçe gibi tüylerle örtülmüştür.
Yapraklar ters yumurta şeklindedir. Orta damara kadar olan loblar ayrılır. Damarlanma tali (ikincil) loblara göre şekillenir. Lop sayısı 6-9 civarındadır. Yaprak sapları yok denecek kadar azdır. Yaprağın dip tarafında kulakçıklar bulunur.
Meyve daha çok sürgün uçlarındadır. Meyve kadehi 15 mm civarında ve sapsızdır. Palamut oldukça iridir; 25 mm kadar az tanenli ancak nişastalı dır.
Türkiye'de, Trakya, Kuzey Batı Anadolu ve Marmara bölgesinde yayılış yapar.
SD WLAN
SD WLAN veya SD Wi-fi olarak da adlandırılan bu kart PPC (Pocket pc veya Handheld) için kullanılmakta ve wi-fi özelliği olmayan PPC leri Wireless LAN (WLAN) veya Türkçe adıyla kablosuz ağdan yararlandırmak için üretilmiş bir karttır.
İspir meşesi
İspir meşesi ("Quercus macranthera "subsp." sysprensis"), kayıngiller (Fagaceae) familyasından Türkiye'ye özgü endemik meşe alt türü.
7 m'ye kadar boylanabilen küçük bir ağaçtır. Sürgünler önceleri tüylü sonradan dökülür. Tomurcuklar 4–6 mm uzunluğunda tüylüdür. Yaprakları ters yumurta biçiminde sürgünün ucunda toplanmıştır. 5-9 adet düzenli loptan oluşur. Yan damarlar 6-10 civarında birbirlerine paraleldir. Yaprak sapı çok kısadır. Kadeh pullarının üzeri biz şeklindedir. Meyve yarım küre şeklinde 1,5 cm kadar olup kadah pullarının 1/2 ya da 2/3'ünü içine almıştır.
Endemik bir tür olan ispir meşesi Türkiye'de Doğu Anadolu bölgesi'nde yayılış yapar.
İsveççe
İsveççe İsveç ve Finlandiya'nın güney ve batı sahillerinde 9 milyonu aşkın kişi tarafından konuşulan, bir İskandinav dilidir.
İsveççe Hint-Avrupa dil grubunun, Cermen dil ailesinin Kuzey Cermen koluna aittir. Diğer İskandinav dillerinden Norveççe ile en çok, Danca ile biraz daha az derecede karşılıklı anlaşılabilecek şekilde yakınlık teşkil eder. İzlandaca ile ise daha az benzerdir.
Modern İsveççe, 19. yüzyılda İskandinav dillerinden ayrılmış ve 20. yüzyılda ayrı bir dil olarak kabul edilecek duruma gelmiştir. Bugün, İsveççe bilenlerin %99'u aynı dili konuşur ve yazarlar. Yerel yönetimlerce desteklenmelerine rağmen, farklı şiveler gitgide yok olmaktadır.
İsveççe İsveç'te 8 milyon İsveçli'nin anadili, 1 milyon göçmenin ikinci dili olmak üzere, bu ülkede yaşayan 9 milyon insan tarafından konuşulur. Finlandiya nüfusunun %5,5'inin (290 000 kişi) anadili İsveççedir. Finlandiya'da anadili Fince olan kişiler arasında da ikinci veya üçüncü dil olarak konuşulur. Estonya nüfusunun % 2'si (26 000 kişi) İsveççe konuşur. İstatistiklere göre dünyada ABD'de yerleşik 67 000, diğer ülkelere göç etmiş 200 000 dolayında İsveçli de dahil olmak üzere toplam 9,6 milyon insan İsveççe bilmektedir.
A, B, C, D, E, F, G, H, I, J, K, L, M, N, O, P, Q, R, S, T, U, V, W, X, Y, Z, Å, Ä, Ö
Turkiet (turkiska: Türkiye), officiellt Republiken Turkiet (Türkiye Cumhuriyeti), är ett eurasiskt land som sträcker sig över halvön Anatolien i sydvästra Asien och Balkanhalvön i sydöstra Europa. Turkiet gränsar till åtta länder: I Europa gränsar det till Bulgarien och Grekland och i Asien till Georgien, Armenien, Azerbajdzjan (exklaven Nachitjevan), Iran, Irak och Syrien. Det gränsar till Medelhavet i söder, Egeiska havet i väster och Svarta havet i norr. Turkiet innehåller också Marmarasjön, som används av geografer som gränslinje mellan Europa och Asien.[1] Turkiet räknas ofta in i det geografiska området Mellanöstern.
Yaban (roman)
Yaban, Türk edebiyatında aydın-halk arasındaki uçurumu açık ve kaygıdan uzak şekilde ele alan nadir romanlardan biridir.
Yaban, Yakup Kadri’nin zincir romanları içinde bir yerde düşünülebilir ama farklılığı bu zincir içinde ilk defa Anadolu’dan bir bakışın romana hakim olmasıdır. Roman I. Dünya Savaşı yıllarından başlayarak Sakarya Meydan Muharebesi'ne kadar olan zamanı kapsar. İç Anadolu Bölgesi'nde Porsuk Çayı civarında bulunan bir köyde yaşanır. Ahmet Celal bir İstanbul çocuğudur ama Anadolu’nun bambaşka bir gerçeğini anlatır; alabildiğince fakirlik ve bunun verdiği daha büyük bir ruhsuzluk.
Bir paşa oğlu olan Ahmet Celal yedek subay olarak katıldığı I. Dünya Savaşı'nda bir kolunu kaybeder. Ahmet Celal bir kolunu kaybetmesinden ötürü büyük bir üzüntü duymaktadır ve bazı öğrenilmiş çaresizlikler içindedir. İstanbul'u İngiliz kuvvetlerinin işgal etmesi üzerine emireri Mehmet Ali'nin çağrısı ile Anadolu'nun Porsuk Çayı kıyılarındaki bir köye yerleşir. Ahmet Celal bu köyde Emine adlı bir kadını sevmeye başlamıştır. Fakat Ahmet Celal'in sevdiği kadın Mehmet Ali'nin kardeşi olan İsmail'in karısıdır. İlerleyen dönemlerde köyü Yunan kuvvetleri işgal eder. Köylü bu işgali umursamamaktadır. Yunan kuvvetleri köydeki evleri yakıp yıkarken köy ahalisi bazı şeylerin farkına varır. Ahmet Celal ise işgal altındaki köyden sevdiği kadın olan Emine ile kaçmak istemektedir fakat bir süre sonra bu ikili yaralanmıştır. Ahmet Celal ve Emine geceyi bir mezarlıkta geçirip sabah olunca da yola çıkmak isterler. Ahmet Celal, ağır yaralı ve kımıldayamayacak halde olan Emine'yi orada bırakır; kendisi bilinmeyen bir yöne doğru gider.
Kelebek Etkisi
Kelebek Etkisi (Özgün adı: The Butterfly Effect), 2004 yılı ABD yapımı bir dram, bilim kurgu ve gerilim filmi. Başrollerini Ashton Kutcher, Amy Smart, Eric Stoltz paylaşmaktadır.
Evan Treborn doğuştan zihinsel sorunları olan bir çocuktur. Kötü olaylar yaşamış fakat gidip gelen hafızası yüzünden bu olayları tam olarak hatırlayamamaktadır. Zaman geçer, Evan artık bir yetişkin olur ve hafıza sorunu olmadan gayet normal bir yaşantı sürer. Bir gün küçüklüğünde sorunu çözmek için tuttuğu günlüklerden birini tesadüfen okur ve zamanda yolculuk yaparak yarım anılarının hatırlayamadığı karanlık kısmına döner. O anda değiştirdiği olaylar bulunduğu zamandaki yaşantısını etkileyecek ve geri döndüğünde kimsenin zarar görmediği normal bir hayat için mücadele verecektir.
Umman
Umman Sultanlığı (Arapça: عمان), güneybatı Asya'da, Arap Yarımadası'nın güneydoğusu kıyısında yer alır. Kuzeybatıda Birleşik Arap Emirlikleri, batıda Suudi Arabistan, güneybatıda ise Yemen ile sınır komşusudur. Güneyde ve doğuda Hint Okyanusu, kuzeydoğuda ise Basra Körfezi ile çevrilidir.
Bugünkü Umman topraklarında insan yerleşiminin izleri en az 10 bin yıl önceye dayanır. Umman'ın bugünkü kabile sisteminin kökleri Arap Yarımadası'nın güneybatısından MS 2. yüzyılda başlayan göç hareketine kadar uzanır. Kabile çekişmeleri ve İran'dan gelen saldırılar, bölgenin İslam dinini benimsediği 7. yüzyıla değin sürdü. Arap Yarımadasının coğrafî kopukluğunun yarattığı elverişli ortamda kolayca yayılma olanağı bulan Hariciliğe bağlı İbadiyye mezhebi, aynı zamanda bölgede siyasi birliğin sağlanmasına zemin hazırladı. Culende bin Mesud'un 751'de imam seçilmesiyle kabileleri bir araya getiren dinsel bir rejim ortaya çıktı. Büyük kabileler ve dinsel önderler arasındaki anlaşmayla belirlenen imamların yönetimi, Benu Nabhan'ın başa geçtiği 1154'ten sonra yerini istikrarsız hanedanlara bıraktı.Deniz ticaretine bağımlılık nedeniyle güçlerini kıyı şeridine kaydıran hanedanlar, imamlık kurumunun 1428'de yeniden ortaya çıkmasıyla iç kesim üzerindeki denetimi büyük ölçüde kaybettiler. Öte yandan, 1507'de Maskat'a saldıran Portekizliler, kısa sürede bütün kıyı şeridini ele geçirdiler. 1624'te imam seçilen ve kabile çatışmalarına son veren Nasr bin Mürşid, Portekizlileri bölgeden çıkardığı gibi İran ve Doğu Afrika'daki Portekiz kolonilerini de Umman'a bağladı.
18. yüzyılda Hinavi ve Gafiri kabileleri arasında başlayan iç savaş, İran hükümdarı Nadir Şah'ın 1737'de Umman'ı ele geçirmesiyle sonuçlandı. İran kuvvetlerini yenilgiye uğratan ve tarafların uzlaşmasıyla imamlığa seçilen Ahmed bin Said, güçlü bir yönetim kuran bin Said hanedanının temellerini attı. Önce Seyyid, daha sonra da, sultan olarak anılan hanedan üyeleri, yeni fetihlerle Umman'ın deniz ticaretini güvence altına aldılar. İngilizlerle sıkı bir iş birliğine giden Said bin Sultan (1806-56) Zanzibar'ı önemli bir gelir kaynağı durumuna getirdi. Onun ölümünden sonra oğulları iktidar kavgasına düştüler ve 6 Nisan 1861'de Sultanlık, Zanzibar ve Umman olarak ikiye bölündü. 6. oğul Seyid Mecit bin Said El-Busaid (1834-1870) Zanzibar Sultanı, 3. oğul Seyid Tuvaini bin Said El-Said ise Umman Sultanı olmuştur. Böylece Umman ve Zanzibar hanedanın iki ayrı koluna geçti.
Umman'da İbadiyye imamına bağlı kabilelerin saldırılarına karşı koyamayan Teymur bin Faysal (1913-32), İngilizlerin arabuluculuğuyla iç kesimde özerk bir imamlık yönetimi kurulması |
nı kabul etti. Suudi Arabistan'dan destek gören İbadiyye imamının bağımsızlık girişimini gene İngilizlerin yardımıyla boşa çıkaran ve 1959'da bütün ülkede denetimi sağlayan Said bin Teymur'un (1932-70) baskıcı politikaları, 1965'te Dofar bölgesinde sol eğilimli Umman Halk Kurtuluş Cephesi'nin bir gerilla mücadelesine yol açtı. Bir saray darbesiyle babasının yerine geçen Kâbus bin Seyd El Ebu Seyd, 1975'te bu ayaklanmayı bastırdıktan sonra yönetimini sağlamlaştırma yönünde adımlar atarak geniş çaplı bir modernleştirme programına girişti.
Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler'e 1971'de katılan Umman, 1981'de de Körfez İşbirliği Konseyi'nin kurucu üyeleri arasında yer aldı. ABD ile sıkı ilişkilerin yanı sıra ılımlı Arap devletleriyle yakınlaşmaya girerek Umman'ı dış dünyaya açılmasını sağlayan Kâbus yönetimi, İran-Irak Savaşı boyunca tarafsızlık politikası izledi. Körfez Savaşı sırasında belirgin bir rol oynamamasına karşın, üslerini batılı güçlere açmayı kabul etti. 1992'de Yemen'le imzaladığı anlaşmayala bu ülkeyle yaşadığı 25 yıllık sınır sorununa son verdi. Umman Arap yarımadası'nın Osmanlı hakimiyetine geçmesiyle birlikte Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı bir vilayet halini almış, I. Dünya Savaşında İngiltere'nin petrol siyaseti yüzünden Osmanlı'dan ayrılmıştır.
Suudi Arabistan'la 676 km, Birleşik Arap Emirlikleri 410 km ve Yemen'le 288 km boyunca sınırı bulunan ülke Orta doğu topraklarına yerleşmiştir.Kıyıda sıcak ve nemli, iç kısımlarda sıcak ve kuru iklim görülür.Arazisi Orta çöl ovası, kuzey ve güneyde engebeli dağlık bölgeden oluşur. En yüksek noktası 2,980 m ile Jabal Shamstır. Petrol, Bakır, asbest, mermer, kireçtaşı, krom, alçıtaşı, doğal gaz ülkedeki başlıca doğal zenginliklerdir.
Ortalama nüfusu 2.650.000 kişi olan Umman'da nüfusun çoğunluğu Ummanlı olup 600.000'lik kesim Pakistan, Hindistan, Bangladeş gibi Güneydoğu Asya ülkelerinden çalışmaya gelmiş göçmenlerden oluşmaktadır. Okur yazarlık oranının düşük olduğu ülkede başlıca din İslam, dil Arapça'dır.
Umman 4 valilik ("muhafaza") ve 5 bölgeye ayrılmıştır.
Valilikler: Maskat, Musandam, Dofar, Al Buraymi.
Bölgeler: Ad Dakhiliyah, Al Batinah, Al Wusta, Ash Sharqiyah, Az Zahirah (Ad Dhahirah).
Tarık Ali
Tarık Ali (d. 21 Ekim 1943, Pakistan), Pakistan asıllı Britanyalı yazar ve film yapımcısıdır. New Left Review adlı akademik derginin hakemler kurulunda yer alır ve The Guardian gazetesinde düzenli olarak yazar.
"Edward Said ile Söyleşiler" (2005), "Bush Babil'de" (2003), ve "Clash of Fundamentalisms: Crusades, Jihads and Modernity" (2002) kitaplarının yazarıdır.
İlk ve orta öğrenimini Pakistan'da tamamlayan Tarık Ali, yüksek öğrenimini Birleşik Krallık'ta Oxford Üniversitesi'nde tamamladı. 1960'lı ve 1970'li yılların önemli siyasal kişilerinden birisi olan Tarık Ali dört yıl boyunca Birleşik Krallık Televizyonu Channel 4'te yapımcı olarak çalıştı ve "Bandung File" (Bandung Dosyası) programının yapımcılığını üstlendi.
Gerek o yıllarda gerekse daha sonra bugünlere değin, uluslararası politik eylemci kimliğiyle, kitlesel eylemlerle siyasal hareketlerde etkin rol oynamasının yanı sıra, geniş bir ilgi alanına ve türlere yayılan yapımcılığı, oyunları ve kitaplarıyla da beğeni toplamış ve yankı uyandırmıştır. Şimdilerde New Left Review dergisi editörlerinden ve Londra'da yaşıyor.
Ali, Türkiye'nin güneydoğu illerinde süregelen sokağa çıkma yasaklarının ve şiddetin bir an önce son bulmasını talep eden akademisyen ve araştırmacılardan oluşan bir inisiyatif olan Barış İçin Akademisyenler inisiyatifinin bildirisine imza atan 1128 akademisyen arasındadır.
Nötronmetre
Nötronmetre, toprak neminin ölçülmesi için kullanılan bir araç. Bu araç ile toprakta istenilen derinlikte nem değerleri tespit edilebilir. Kalibrasyonu yapıldıktan sonra okuma yapıldığı anda topraktaki nem değeri öğrenilenilir. Nötronmetre radyoaktif bir madde içerir.
Tarla kapasitesi
Tarla kapasitesi, toprak suyla doygun hale geldikten sonra toprak zerrelerinin yerçekimine karşı tuttuğu su miktarı.Aynı zamanda 1/3 atm basınç altında tutulabilen toprak suyu şeklinde de ifade edilebilir. Toprak nemini ifade eden kavramlardan birisidir. Tarımda sulama zamanının ve miktarının tespitinde gereklidir.
Peter Weiss
Peter Weiss, (8 Kasım 1916; Potsdam, Almanya - 10 Mayıs 1982; Stockholm, İsveç) Alman yazar.
Dokuma imalatçısı Yahudi bir baba ile aktris bir annenin oğludur. 18'ine kadar Almanya'da yaşamış' sonra Nazi soykırımları nedeniyle Londra'ya göç etmiştir.
Otobiyografik "Ailenin Ayrılması" (1961) ve "Kaçış Noktası"`ında (1962) romanları savaşın yıkıcı izlerini ve sömürünün, işkencenin karşısına dikilen bir başkaldırıyı ortaya koymuştur.
8 oyun, üç roman ve 900 sayfayı aşan not defterleri, ayrıca resim çalışmaları vardır.
En ünlü eseri, kısa adı ile "" Marat\Sade"" olarak bilinen, "Jean Paul Marat'ın Takip Edilip Öldürülmesi'nin, Charenton Akıl Hastanesi'nde Marquis de Sade yönetiminde hastalar tarafından canlandırılması"'dır. Bu oyun, 1964'te Berlin Schiller Theater'de ilk kez sahnelendiğinde Weiss'ın Brecht'den sonra en önemli yazar olarak değerlendirilmesini sağlamıştır. ""Marat (Sade)""de devrim teması oyun içinde oyun biçiminde ele alınmaktadır. Oyun; Marquis de Sade'ın Fransız devrimini ve devrimci Jean Paul Marat'ın öldürülüşünü konu alan bir oyun yazması ve bu oyunu kendisinin de içinde bulunduğu Charenton Akıl Hastanesi'ndeki hastalara oynatması çerçevesinde gelişen olaylar dizisinden oluşmaktadır.
Diğer önemli eserleri, Portekiz'de Salazar dönemini anlatan "Saloz'un Mavalı", 1941 - 1945 yılları arasında Auschwitz toplama kampında öldürülenlerin sorumlularının yargılanmasını konu alan "Soruşturma (Ermittlung)" çeşitli yayın evleri tarafından kitap olarak da yayımlanmıştır.
Claude Debussy
Claude Debussy (22 Ağustos 1862 - 25 Mart 1918), 20. yüzyılın en önemli Fransız bestecilerinden birisidir.
Müzikte empresyonizm, izlenimcilik akımının en önemli temsilcidir.
Paris yakınlarında doğan Claude Debussy’nin anne ve babası porselen eşya satan bir dükkân işletmekteydi. Müzikal yeteneği ilk defa Chopin’in bir öğrencisi olan piyano öğretmeni Bayan Maut de Fleurville tarafından keşfedilmiştir. Bayan Maut, onu Paris Konservatuvarı’na gönderdi ve Debussy orada 1872’den itibaren 10 yıl eğitim gördü. Debussy, başlangıçta piyano virtüözü olmak istiyordu fakat 1878 ve 1879’daki piyano sınavlarından kalınca bu fikirden vazgeçti; Ernest Guiraud’un kompozisyon derslerine devam etti ve bu sayede 1884’te Roma Ödülü’nü alarak Roma’da 3 yıl eğitim görme şansına erişti.
Claude Debussy, piyano öğretmeni Marmontel’in kendisini tavsiye etmesi üzerine 1879-1882 yılları arasında Bayan Nadezhda Filaretovna von Meck’in evinde özel piyanist olarak çalışma şansına erişmişti. Bir Rus mühendisin zengin dul eşi olan Bayan von Meck, evinde daima bir piyanist, bir kemancı ve bir çellocu bulundururdu. Bayan von Meck Tchaivkosky’nin finansal destekçisi idi ve iletişimini yıllar boyu sadece mektuplarla sürdürdüğü Tchaivkosky’e hayrandı. Debussy, onun evinde bol bol Tchaivosky’nin oda müziği eserlerini ve patronunun istekleri doğrultusunda doğaçlama eserler çaldı; çocuklara piyano dersi verdi ve bir yaz Bayan von Meck ile birlikte Floransa, Venedik, Viyana ve Moskova’yı gezdi. Bu gezi sırasında Viyana’da Wagner’in Tristan und Isolde operasını dinleyerek çok etkilendi. 1888-1889’da Bayreuth Festivali’ne giderek Wagner’in müziğini dinleyen ve etkisinde kalan Debussy, daha sonra Wagner’in müzik yaklaşımını reddetmiştir.
1890’lar Debussy’nin kariyerindeki en verimli dönemdir. Bu dönemin en önemli eseri "Pellas et Melisande" operasıdır. Bu eserin 1902’de seslendirilişi uluslararası bir başarı oldu. Pell as’dan sonra ünlenen Debussy, Avrupa başkentlerini gezerek eserlerini piyanist veya orkestra şefi olarak seslendirdi. Bu dönemde yazdığı makalelerle esprili bir eleştirmen olarak da tanındı.
1887'den itibaren kendisini bir besteci olarak gören Debussy, kendi eserlerini çaldığı bazı zamanlar hariç sahneye piyanist veya orkestra şefi olarak çıkmadı. Arkadaş çevresi müzisyenlerden değil, şair Stéphane Mallarmé‘nin evine gidip gelen empresyonist şairler ve ressamlardan oluşuyordu. Bu çevrenin etkisi ilk önemli orkestra eseri L’aprésmidi d’un Faune (Bir tabiat ilahının öğleden sonrası) adlı senfonik şiirinde kendisini gösterir. Bu eserin 1894’te sahnelenmesi, empresyonist müziğin doğuşuna işaret eder ve Debussy’nin 20 yıl sürecek en verimli dönemini başlatır. Bu dönemde Noktürnler, Deniz, Tablolar adlı orkestra eserlerini, çok sayıda piyano eserini, çeşitli şarkılar ve oda müziği eserleri, bale müziği ve tek operasını yazdı.
Debussy’nin çok sayıda kadınla ilişkisi olmuştu. Bu kadınlardan metresi Gabrielle Dupont intihara teşebbüs etmiştir. Ayrıca Debussy de sanatçılara özgü bir tutku yoğunluğuyla sürekli intihar düşüncesi taşımaktaydı. 1899’da bir terzi olan Rosalie Texier ile evlendi. Rosalie Texier ile aralarındaki kültür farkı ve Texier'nin Debussy için kültürel anlamda yetersiz kalması sebebiyle Debussy 1904’te eşini, bir bankacının eşi olan amatör şarkıcı Emma Bardac için terketti. Emma ile bir apartman dairesine taşındı ve ömrünün geri kalanını orada geçirdi. 1905’te Claude-Emma adlı kızı doğdu ve 1908’de Bayan Bardac ile evlendi. Children’s Corner (Çocukların Köşesi) adlı eserini kızına adadı.
Kansere yakalanan ve bu hastalık yüzünden enerjisi tükenen Debussy, her şeye rağmen beste yapmayı sürdürdü ancak 1914’te I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi üzerine müziğe olan ilgisini kaybetti. “Bu kadar insan kahramanca ölümle yüzleşirken ne gülebildiğini ne de gözyaşı dökebildiğini” söyledi ve 1 yıl süren bir sessizliğe gömüldü. Ancak daha sonra besteleriyle mücadeleye katılması gerektiğini düşünerek en son eserlerini verdi. Son eseri olan piyano ve keman için sonatı 1917’de seslendirildi ve Debussy, piyanoyu kendisi çaldı. 1918’in Mart ayında Paris bombardımanında hayatını kaybetti.
Debussy, en önemli eserlerini piyano için bestelemiştir. Eserleriyle piyano çalma tekniklerinde devrim yaratmıştır. 20. |
yüzyılbaşında, çağdaşları üzerinde Debussy kadar etki yaratan Schönberg dışında kimse yoktur. Debussy adı yaşadığı dönemde empresyonizm ile özdeşleşmişti. Bunun yanı sıra piyano eserleri de büyük ilgi görür.
22 Ağustos 2013 günü 151. Doğum günü anısına Google tarafından özel bir doodle hazırlandı.
Orgazm
Orgazm, uzun süreli cinsel uyarı sonucunda ulaşılan ve kişiye zevk veren fizyolojik ve psikolojik durum. Orgazm cinsel deneyimin en üst düzeyidir. Bu durum, genellikle erkeklerde cinsel boşalma; her iki cinste de kızarma, nefes ve kalp hızının artması, istemsiz kasılmalar gibi fiziksel etkilerle beraber görülür. Orgazma cinsel ilişki ya da mastürbasyon ile ulaşılabilir. Orgazm durumu 10 ile 20 saniye arası kadar sürer. Ama kullanılan bazı ilaç ve kremlerle bu süre uzatılabilir.
Kadınlar, erkeklerden daha geç orgazma ulaşmalarına karşın eğer gerekli uyarı verilirse erkeklerden daha kapsamlı (şiddetli) orgazm durumları yaşayabilmektedirler.
Wilhelm Reich, orgazmı, cinsel periodun 4. basamağı olan "boşalma" terimi ile ifade eder.
Orgazm sonrasında her iki cinste de salgılanan seratonin hormonu mutluluk vericidir ve bu deneyimin iyi hatırlanmasında etkili olur.
Bazı kadınlar, orgazm yaşadıkları halde bunu fark etmeyebilirler. Kadınlarda orgazmın en önemli belirtilerinden biri, kadının sakinleşmesidir. Kadınlar kurgusal yayınlarda görülen aşırı ve abartılı orgazmı yaşamadıkları için orgazm olmadıklarını düşünebilirler. Ancak orgazmın yoğunluğu tamamen kişiye ve cinsel ilişkiye bağlıdır. Bu sebeple yaşanan orgazmı fark etmemek mümkündür.
Tekfur
Tekfur, Bizans İmparatorluğu zamanında vali düzeyinde olan yöneticilerle Anadolu ve Rumeli'deki Hıristiyan beylerine verilen genel ad.
Tekfur Ermeniceden alıntı bir sözcük olup Osmanlı Türkçesinde Hıristiyan hükümdarlara verilen bir sandır. Aslı Takavor, anlamı ise "taç taşıyan"dır. Bizans İmparatorluğu'nda merkez dışındaki şehirlerin müstakil valilerine Tekfur denirdi. Bunların idari ve askeri vazifeleri vardı. Türkiye Selçukluları ve Osmanlı Devleti'nin ilk zamanlarında Tekfurlarla çok sıkı münasebet kuruldu. Tekfurlar Türk akınlarından korunup, istiklallerini muhafaza etmek için Türklere çok miktarda vergi verirlerdi.
Tekfurların bazıları durumlarını muhafaza edebilmek için Türk kumandan ve beyleriyle akraba olma yollarına başvururlardı. Bu sebepten ekserisi kızlarını Türk kumandan veya oğullarına gelin verirlerdi. Bu tekfurların içinden Müslüman olanlar da oldu. Bunlardan Harmankaya Tekfuru Köse Mihal en meşhurudur. Osmanlı Devletine ve İslamiyete hizmetlerde bulundu.
Bizans İmparatorluğu yıkılınca tekfurluk da tamâmen tarihe karıştı.
Altay dilleri
Altay dilleri Avrupa'dan, Orta Doğu'ya ve Orta Asya'dan Uzak Doğu'ya kadar uzanan büyük bir coğrafyada konuşulan dilleri kapsayan bir dil ailesidir. Altay dillerinde Türk dilleri, Moğol ,Tunguz ve bazen Japonca ve Korece dilleri bulunur.
Ancak günümüzde Türk dillerinin Moğolca ve Tunguzca ile köken olarak bağı olmadığı saptanmıştır.
Kimi dil bilimcilerce Estonca, Fince ve Macarca gibi Ural dillerinin de bir Ural-Altay dil ailesinin parçası olarak bahsi geçen Altay dillerinin uzaktan akrabaları olduğu savunulmaktaysa da, bu görüş Dünya dil bilimcileri tarafından genel kabul görmemiştir.
Türk dilleri, ve dolayısıyla bugünkü Türkçe, çok uzaktan da olsa, Moğolca, Japonca, Macarca, Fince gibi diller ile de bağlantılıdır. Ne var ki, bu gibi bağlantıları kurmaya yarayan benzerlikler, acaba ortak bir dilden gelme sonucu mudur?Yoksa yakın bölgelerde bir zamanlar birlikte oturmuş olmanın yarattığı dil alışverişlerinin yansıması mıdır? Bu noktaların tartışılması, Türkbilimciler arasında onyıllardır sürüp gitmektedir.
Türk, Moğol ve Tunguz dillerinin birbiriyle ilişkili olduğu düşüncesi, ilk olarak 1730 Philip Johan von Strahlenberg tarafından iddia edilmiştir. Strahlenberg'i bu görüşe sevk eden durum, İsveçli bir subay olarak Büyük Kuzey Savaşı'ndan sonra bir savaş tutsağı olarak Rus İmparatorluğu'nun doğusuna yaptığı seyahatlerdeki edindiği izlenimlerdir. Bununla birlikte, Alexis Manaster Ramer ve Paul Sidwell (1997) tarafından belirtildiği gibi Strahlenberg, daha sonra "Altay dilleri" olarak bilinen bu diller arasında bir bağlantı olduğu savına karşı çıkmıştır. Strahlenberg'in tasnifi, Altay dili olarak vasıflandırılan dillerin birçoğu için ilk sınıflama girişimiydi.
"Altay dili" ya da "Altayistik" teriminin, bir dil ailesine tatbiki 1844'te Matthias Castrén tarafından gerçekleştirilmiştir. Bir öncü olarak Fin filolog Castrén, dönemindeki Ural dilleri çalışmalarına en çok katkı sağlayan araştırmacılardandır. Başlangıçta Castrén tarafından ortaya koyulduğu gibi, Altay dilleri yalnızca Türk, Moğol, Mançu ve Tunguz dillerini kapsamaz. Fin-Ugor ve Samoyed dilleri de bu kapsam içerisine alınmalıdır.
Başlangıçta Altay dil ailesi olarak adlandırılan bu yapı Castrén'den sonra Ural-Altay dil ailesi olarak adlandırılmaya başlamıştır. Ural-Altay terminolojisinde, tıpkı Türk, Moğol ve Tunguz dillerinin "Altay dilleri" olarak sınıflandırılması gibi, Fin-Ugor ve Samoyed dilleri Ural kolu olarak nitelendirildi. Korece bazen Altay dillerinden kabul edilmekle birlikte, Japonca da bazı araştırmacılar tarafından bu aileye dâhil edildi.
20. yüzyılın ilk yarısı ve 19. yüzyılın büyük bölümünde, Ural-Altay dil ailesi bilimsel çevrelerde yaygın bir kabul görmüştür. Bu görüş, Altay dili olduğu varsayılan dillerdeki ünlü uyumu ve sözcük çekim ve yapımının eklemeliolmasına dayandırılmıştır. Dil bilimciler tarafından birçok yönden eleştirilerek, doğrulanmasının imkânsız olduğu kanısı oluşsa da, Ural-Altay dil ailesi varsayımı, bün hâlâ birçok saygın ansiklopedi, dil atlası, ortaöğretim ders kitapları ve benzer genele hitap eden kaynaklarda varlığını devam ettirmektedir. Son dönemin önemli Altayistik araştırmacılarından Sergey Starostin, Ural-Altay dil ailesi fikrinin artık hiçbir geçerliliğinin kalmadığını savunmaktadır.
1857'de, Avusturyalı bilgin Anton Boller, Japoncanın da Ural-Altay dil ailesinin mensubu olduğunu iddia etmiştir. 1920'de G.J. Ramstedt ve E.D. Polivanov, Korecenin de bu dil ailesine mensup olduğunu savunmuştur. Bununla birlikte, Ramstedt, 1952–1966 arasında kaleme aldığı "Einführung in die altaische Sprachwissenschaft" adlı kitabının 3. cildinde Ural-Altay varsayımını reddetmiş ve Koreceyi Altay dil ailesine dâhil etmiştir. O, eserinin 1. cildinde "Lautlehre" yani ses bilimi bölümünde, Altay diline mensup olduğu düşünülen diller arasındaki ses denkliklerini ilk kez ortaya koymaya çalışarak, Altayistik'teki karşılaştırmalı metodun önemli öncülerinden biri hâline gelmiştir.
1960'da Nicholas Poppe Ramstedt'in ses bilimi üzerine yazdığı bu cildi önemli ölçüde revize ederek yayımlamıştır. Bu kitap daha sonrasında yapılan Altayistik çalışmaları için standart bir eser hâline gelmiştir. Poppe, Türk, Moğol, Tunguz dilleri ile Kore dilleri arasındaki bağlantının net çizgilerle ayrılamayacağını düşünmüştür. Onun bu görüşü, üç olasılığı içermektedir. 1. olasılığa göre, Korece diğer Altay dilleri ile kalıtsal bir ilişkiye sahip değildir. 2. olasılığa göre, Korece bu dillerle, diğer dillerin birbiriyle ilişkisi nispetinde bağlantılıdır. Son olasılık ise, Korece diğer Altay dillerinden bu dillerdeki temel karakteristik özellikler belirginleşmeden kopmuştur.
Altay dil ailesinin kolları şöyledir:
Tezlerden birisi Türkçenin Moğol dilleriyle yakından ilişkisi olduğudur. İki dildeki sözcüklerin ve gramerin birbirine yakınlığı bu iki dilin Altay Dil Ailesine birlikte alınmasını sağlamıştır. Tarihsel açıdan da Türk ve Moğolların birbirlerine yakınlığı göz önüne alındığında iki dilin birbirine benzer olması kaçınılmazdır. Fakat, Altay Dil Ailesinin tanınmasına karşı çıkan dil bilimcileri de, savunanlar kadar çoktur. Bu dil bilimciler Türkçe ve Moğolca'nın benzerliğinin tarih boyunca birlikte yaşama ve birbirini etkileme sonucu olduğunu savunmaktadılar.
Moğolcadaki n sesleri Türkçede karşılığı c'dir ve yukardaki tabloda "yazmak" örneğinde de gördüğümüz gibi r seslerinin de z'dir , örnek:
Bu r -> z değişimi Türkçenin içinde de birçok sözcükde gerçekleşmiştir. Örneğin "göz" kelimesi "görmek"ten türemiştir.
Tabii ki bundan ötürü Türkçe ve Moğolca arasında bin yıllardır büyük ses değişimine uğramamış kelimeler de mevcuttur.
Moğolca ve Türkçe arası göze çarpan gramer benzerlikler yoğundur, bu sadece cümle kuruluşunun benzerliğinle bitmiyor, birçok Türkçeden tanıdık ekler de kullanılır. Örnekler:
Türkçe ve Moğolca arası zamir benzerlikleri:
Büküm hâlde:
Bugün hâlen daha Japoncanın bir Altay dili olduğu Moğolca ve diğer Türk dilleri gibi kesinlik kazanmamıştır. Bâzı dil bilimcilere göre Japonca, Korecenin en eski lehçesinden türemiştir; ancak ağır basan görüş Altay kökenli olduğudur. İki dil grubu arasında ekler, takılar, eylemler, çekimleri, tümce yapısı ve söz diziminde birebir koşutluk görüӀür.
İmhotep
İmhotep ("barış içinde gelen", MÖ 2667 - MÖ 2648), Antik Mısır'da mimar, yazar, hekim, mucit, mühendis, heykeltıraş, astronom ve firavun Djoser'in veziri olan efsanevi kişi.
İmhotep, çağının en büyük dehalarından biridir; bilimsel bilgileri yenileyip zenginleştiren bazı hekimlik ve astronomi incelemelerinin yer aldığı Ahlak Bilgilerinin yazarıdır. Adı "Sulh ve sükûndan gelen" anlamında olan İmhotep, engin tıbbî bilgisinin yanı sıra mimârî ve astrolojide de söz sahibi, yazarlık ve rahiplik yapan, çok yönlü bir alimdir. İmhotep, aynı zamanda kâtiplerin de başıdır. Yunan ve Mısırlı kâtipler, yazı yazdıklarında son damlayı İmhotep için dökerlerdi.
Babası mimar Khanofer ve annesi Khereduankh'dir. Ronpetnofret adında bir eşi vardır. Dehasından ötürü sonraki Mısır nesilleri tarafından tanrısallaştırılmıştır.
İmhotep ilk yapılan basamaklı piramidin mimarıdır. Bu piramidi yaparken Antik Mısır yazılarında kutsal olan "Üçgen"den (firavunu sonsuzluğa taşıması için) ve merdivenden (firavunu sonsuzluğa daha rahat ulaştırması için) yararlanmıştır .
İmhotep Mısır'da iyi bir hekimdi. Tıbbın babası olarak kabul edilen Hipokrat'dan y |
üzyıllar önce modern tıbbı kullanmıştır.
İmhotep'in mezarı hala bulunamamıştır ama hastalarını tedavi ederken kullandığı oda bulunabilmiştir ve modern tıbbı kullandığı kanıtına bu yolla varılmıştır .
Universal Pictures, çektiği Mumya filmlerindeki Mumya büyücüye onun adını vermiştir.
Erdoğan Çokduru
Erdoğan Çokduru (1937-1999). Marmaris'te Karaduman´ların Fatma Çokduru ile Zile`li Jandarma uzatma Onbaşı Sabri Çokduru evliliğinin ilk göz ağrısı olarak dünyaya geldi. Ankara´da 62 yaşında toprağa verildi. İki kız ve iki erkek kardeşi vardır. Ancak yine de İzmir´li şair olarak tanınır. Hava Kuvvetlerinden kıdemli Albay rütbesiyle emekli olarak, 12 yaşından beri, Bursa, Eskişehir ve İzmir´deki askeri okullarda başlayan askerlik kariyerini noktaladı. Tüm yaşamı boyunca şiirler, yazılar yazdı. Resimler, portreler ve karikatürler yaptı. Tiyatrolarda oynadı. Çok yönlü yetenekleri olan, yaratıcı bir sanatkârdı vede iyi bir pilot hocasıydı. Şiirleri değişik dergilerde yayımlandıysa da, en çok tiyatro oyuncusu olmayı isterdi. Hatta bunun için ordudan ayrılmayı bile göze almışti. Fakat babasını ikna edememişti. Yaşamını istediği gibi sürdürememek onu gençliğinden beri kahrederdi. Şiirlerini Şey ve Adam adlı kitaplarda toplayıp yayımladı. "Okaliptüs" terimini şiirde kullanan yegane bir şair olması nedeniyle de ünlüdür. Aslında Okaliptüs yerine, çok sevdiği Marmaris yerel şivesindeki, eşanlamlısı "Zufata" terimini kullanmak istemiş ama anlaşılmaz diye vazgeçmiştir. Ölümünden sonra, daha önce yayımlanmamış şiirleriyle birlikte, yazdığı tüm şiirler Şadan Gökovalı tarafından derlendi ve Salihli Belediyesi Kültür Yayınları tarafından Karnaval Gecesi adıyla kitaplaştırıldı.
Rusça
Rusça ( , okunuşu: ruskiy yazık), Slav Dillerinden, Avrasya'da yaygın olarak konuşulan bir dil.
Rusça, Beyaz Rusça ve Ukraynaca ile birlikte Hint-Avrupa dil ailesinin Slav Dilleri grubunun Doğu Slav Dilleri alt grubuna girer. 20. yüzyılda politik açıdan önemli bir dil olan Rusça, Birleşmiş Milletlerin resmi dillerinden biridir. Rusça dünya üzerinde en çok konuşulan 7. dildir. Rusça Kiril alfabesini kullanır. Çünkü Latin harfleri Rus dilindeki tüm sesleri ifade etmek için yeterli değildir. Rusçada vurgu çok önemlidir. Rusça sözcüklerde vurgunun belli bir yeri yoktur. DolayısıyӀa sözcükleri öğrenirken vurguyu ve telaffuzu doğru öğrenmek önemlidir. Rusça kelime okunuş vurgu bulunduğu yere bağlı olarak değişebilir. Mesela: золото [zólata] - золотой [zalatóy]
Ukrayna ve Beyaz Rusya dili Rusçaya en yakın olan dillerdir. Doğu Slav dilleri de Rusçaya çok yakındır. Ukrayna ve Beyaz Rusya'nın doğu ve güney bölgelerinde de Rusça konuşulur. Eski bir Doğu Slav lehçesi olan Novgorod Lehçesinin Rusçanın oluşumunda büyük önem oynadığı kabul edilir. Bulgarca her ne kadar dil bilgisi olarak Rusçadan farklı olsa da her ikisi de 19. ve 20. yüzyıllarda Slav etkisi altına girmiştir. Bu yüzden Rusça ile Bulgarca arasında birçok ortak kelime vardır. Rus dilinde harfleri yumuşatmak veya kalınlaştırmak için oluşturulan özel harfler vardır. "ь" bu harf önüne gelen sesi yumuşatır. "ъ" bu harf ise sertlik işaretidir. Rusça yüzyıllar içerisinde İngilizce, Fransızca, Almanca, Hollandaca, Lehçe, Latince gibi dillerden etkilenmiştir.
Monterey, Kaliforniya'da yer alan Savunma Dil Enstitüsüne göre İngilizceyi akıcı konuşabilen birinin 720 saatlik bir eğitimle Rusça öğrenilebileceğini hesaplamıştır. Rusça dünya politikasında kritik rol oynadığı için Birleşmiş Milletler İstihbarat Topluluğunda "sabit hedef" dili olmuştur.
Rusçanın en yaygın kullanıldığı ülkeler Rusya, Ukrayna, Kazakistan ve Beyaz Rusya’dır. Bir zaman Sovyetler Birliği’ni oluşturan ülkelerde de eskisi kadar yaygın olmasa da kullanılmaktadır. Sovyetler Birliği zamanında farklı etnik grupların konuştuğu dillere yönelik devlet politikası sık sık değişse de, ağırlıklı olarak Rusça kullanılmaktaydı. 1990 yılında Rusça, birliğin resmi dili olarak kabul edildi. 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte yeni bağımsızlığını kazanmış devletlerin çoğu kendi yerel dillerini destekleyen politikalar izlediler. Ancak Rusçanın bölgedeki önemi güncelliğini korumaktadır. Örneğin Estonya'nın % 67,8'i Rusça konuşmaktadır. Sovyetler Birliği'nden dağılan ülkelerin çoğunda Rusça resmî dildir. Resmî dil değilse bile Rus dili okullarda öğretilmektedir.Baltık ülkelerinde ya yabancı dil olarak ya da anadil olarak Rusça konuşulmaktadır. Kazakistan, Beyaz Rusya ve Kırgızistan'da Rusça hâlâ resmi dildir. Kuzey Kazakistan'ın büyük bir kısmı hala Rusça konuşmaktadır.Litvanya nüfusunun % 60'ı Rusça bilmektedir. İsrail'de 750.000 kişi tarafından Rusça konuşulmaktadır. Bunlar eski Sovyetler Birliği'nden gelen Yahudi göçmenlerdir. Kazakistan, Beyaz Rusya, Özbekistan, Ukrayna, Kırgızistan, Moldova, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan ve Tacikistan'da okullarda zorunlu Rusça eğitimi verilir.
Bilinen Rus dili tarihinin başlangıç yılı 858'dir. Rusça sistemi Slav dillerinden gelmiştir ve en çok sözcük Eski Rus Dilinden aktarılmadır. Rus dilinde Kiril Alfabesi kullanılır. 988 yılında Kiev Rusyasının prensi Vladimir, Konstantinopolis’ten Ortodoks dinini Kiev Rusyasına taşıdı. Bulgar eğitimci Konstantin (en tanıdık adı Kiril’dir) ve Metodius kardeşler Slavlar için Glagol Alfabesini ürettiler. Glagol Alfabesi Slav dili için kullanışsızdı. Onun için Kiril ve Metodius yeni Kiril Alfabesini üretince, İncil'i Slavcaya çevirdiler. O zamandan beri Rus dilinde Kiril Alfabesi kullanılır. Şimdiki Rus stilinde Kiril Alfabesinde 33 harf vardır.
Rusça 33 harften oluşan ve Kiril abecesinin Rusçaya uyarlanmış şekli olan bir abece kullanır. Bu abece:
Rusçada sesliler iki gruba ayrılır: sert ve yumuşaktır.
Sert sesliler: а, о, у, ы, э, ъ
Yumuşak sesliler: я, ё, ю, и, е, ь
Sert sesliler ч ve щ’den sonra olursak, daima yumuşaktır. Aynı Türkçe gibi.
Ö: чашка [çáşka] (fincan), щука [şçúka] (turnabalığı), чаща [çáşça] (çalılık)
Yumuşak sesliler ц, ш ve ж’den sonra olursak, daima serttir
Ö: центр [tsentr] (merkez), шея [şéya] (boyun), жизнь [jızn'] (hayat)
Tonlu sessizler: б, в, г, д, ж, з
Boğuk sessizler: п, ф, к, т, ш, с
Tonlu ve boğuk harfleri telaffuz ederken diliniz ve damağınız aynı seviyededir, fakat tonlu harfler biraz daha yüksek sesle telaffuz edilir.
Tonlu sessiz harfi sözcüğün sonunda olursa, her zaman boğuk ses söylenir.
Ö: зуб [zup], рог [rok], раз [ras], рожь [roş]
Tonlu sessiz harfinden sonra boğuk sessiz harf varsa, iki sessiz de boğuktur.
Ö: автобус [aftóbus], ложка [lóşka], легко [lihkó], мягкий [m’ahkiy]
Boğuk sessiz harfinden sonra tonlu sessiz harf varsa, iki sessiz de tonludur.
Ö: вокзал [vagzál], отговорка [adgavórka] сдача [zdáça]
Kişi Zamirleri:
Bazı dil bilimciler Kuzey ile Güney arasında iki ana bölge arasında lehçe olduğunu söylerler. Rus lehçelerini Moskova ikiye bölüyor. Rus lehçelerini ayırmak gerekirse Kuzey, Merkez ve Güney Rus lehçeleri diye ayırabiliriz. Moskova Orta bölgeyi oluşturuyor. Rusça bölgelere göre farklılık gösterir. Lehçelerde sık telaffuz ve tonlama, kelime ve gramer ayrı ve standart dışı özellikler göstermektedir. Rus lehçeleri aynı zamanda başka ülkelere'de ilham olmuştur.Kuzey Rus lehçesi Beyaz Rusya'yı Sloboda ve bozkır lehçeleri ise Ukrayna'yı etkiler.
Rus lehçeleri birbirlerine oranla farklılık gösterir. Bu farklılıkların çoğu tonlama, telâffuz hatta kelimeler de bile gerçekleşebilir.
Kuzey Rus lehçesi kelimeleri olduğu gibi telâffuz eder. Kelimeleri yumuşatmaz. Vurgu çok azdır. Ama gene de vurgu bulunan yerlerde belirli bir kuralı yoktur. Kuzey Rus lehçesi Rus alfabesinde bulunan ь harfini kelimelerde kullanmadan yutarak söylerler. Tıpkı bazı Türk yerleşimlerindeki insanların bazı harfleri yutması gibidir. Örneğin; nasıl Trakya'da yaşayan nüfusun yerlileri h sesini zor telâffuz ediyorlarsa aynı şey Kuzey Rusya'da yaşayan Ruslar için de geçerlidir. Örneğin; Rus dilinde aşk anlamına gelen любить (lyubid şeklinde okunur.) Kuzey Rus lehçesi bu kelimenin son harfini yutar. Bundan dolayı bu kelimeyi любить (lyubit) şeklinde telâffuz ederler. Aynı zamanda Kuzey Rus lehçesinde e ve o harfleri biraz daha uzatılarak söylenir. Bu söyleyiş Ukrayna diline benzer. Örneğin; Rus dilinde yağmur anlamına gelen дождь(dojid şeklinde okunur.) Kuzey Rus lehçesinde o harfi uzar. Bu kelime Kuzey Rus lehçesinde дождь (doojit) şeklinde telâffuz edilir. O harfi uzatılır. Kuzey Rus lehçesi Bulgarca'ya ve Makedonya diline telâffuz ve söyleniş bakımından çok benzer. Bu lehçe Beyaz Rusya diline de ilham olmuştur.
Merkez lehçesi Rus dilinin en düzgün ve gerçekçi hâlidir. Kelimelerde telâffuz normaldir. Sesler konuşma dilinde yutulmaz veya uzatılarak söylenmez. Tıpkı Türk dili için kullanılan İstanbul Türkçesi ifadesi Merkez lehçesini ifade etmek için uygundur. Rus dilinin en sade hâli bu lehçedir. Rus yazı dilinde bu lehçe kullanılır. Rusya'nın başkentinde bu lehçe konuşulduğu için Rus diplomatların, politikacılarının, siyasetçilerinin ve hatta Rus devlet başkanlarının çoğunun lehçesi Merkez lehçesidir. Merkez lehçesinin en önemli özelliği Rus dilindeki tüm yazıların bu lehçe esas alınarak oluşturulmasıdır. Fakat gene de Rus dili yazıldığı gibi okunan bir dil değildir. Birçok harf yumuşatılır. Vurgu olamayan o sesi a olarak okunur. Örneğin; Rus dilinde demir anlamına gelen железо (jelyeza) şeklinde okunur. Yani lehçe olduğu gibi yazı dilinde de esas alınsa gene de bazı harflerin okunuşları farklıdır.
Güney Rus lehçesi Kuzey Rus lehçesine oranla daha kibardır. Hiçbir harf yutulmaz. Ancak bu lehçenin en büyük farklılığı telâffuzdur. Harfler ve kelimeler olduğundan çok daha farklı bir şekilde telâffuz edilir. Genel olarak sessiz harflerin çoğu yumuşatılır. Aynı zamanda konuşma dilinde de birçok harf düşürülebilir. Tıpkı Türk dilindeki ünlü düşmesi gibi bu lehçede de birçok sesli harf düşebilir. Örneğin; Rus dilinde çember anlamına gelen круг (kurug şeklinde okunur.) Yazı dilinde Merkez lehçesi esas alınır. Eskiden bu kelime куруг şeklinde yazılırdı. Güney Rus lehçesinde ilk u harfi düşer. Bundan dolayı Güney Rusya'da yaşa |
yanlar bu kelimedeki ilk u harfini söylemezler. Bu ilginç telâffuz biçimi Merkez lehçesinin yazı diline ilham olmuştur. Fakat Merkez lehçesindeki kişiler bunu hâlâ (kurug) şeklinde telâffuz eder. Bu sadece yazı diline ilham olmuştur. Tıpkı Türkçedeki dram,grup kelimeleri gibi bunların arasında bir harf vardır fakat yazı dilinde yazılmazlar. Aynı şey Rus dilinde de geçerli bu kelimenin arasında bir harf var fakat yazılmıyor. İşte Rus dilinde bu kelimenin ilk ünlü harfinin yazılmama nedeni Güney Rus lehçesinde bu harfin yutulmasıdır. Bu harfin yutulması yazı dilinde Ruslar tarafından hoş karşılanmıştır. Bundan dolayı bu kelime günümüzde de круг şeklinde yazılır.
Rus dilinde fen anlamına gelen наука (nauga) şeklinde okunur. Bu sözcüğün bu şekilde okunmasının nedeni Güney lehçesidir. Bu okunuş çoğu Ruslarda aynı şekildedir. Kuzey Rus lehçesini konuşanlar dışındaki Merkezdeki Ruslarda dahil olmak üzere herkes bu kelimeyi böyle okur. Bu lehçede bu kelimedeki k harfi yumuşatılmış ve g olarak okunmuştur. Bu okunuş ise yaygınlaşmıştır. Merkez lehçesini konuşan çoğu kimse de bu kelimeyi bu şekilde okur. Fakat yazı dilinde ise Kuzey lehçesi kullanılmıştır.
Çince
"Bu madde günlük dilde kullanılan Çince hakkındadır. Çin'de konuşulan "Sinitik diller" hakkında bilgi almak için bu maddeye bakınız."
Çince (Çince: 汉语 / 漢語, pinyin: hàn yǔ, diğer adları: 中文, 國文, 华文, 华语), Çin'de ve çevresinde yaşayan bir milyardan fazla kişi tarafından konuşulan binlerce ufak dilin tümüne birden verilen addır ve bunlar tek bir dil sayılırsa, Dünya'da en çok konuşulan dildir.
Dünyadaki her beş kişiden birinin anadili olarak konuştuğu Çince, tamamen ayrı birer dil olarak kabul edilebilecek kadar farklı "dilcik"lerden oluşmuştur. Bu yüzden Çincenin bir dil değil, bir dil ailesi olduğu iddia edilir. En çok konuşulanı Mandarin, yaklaşık 850.000.000 kişi tarafından konuşulur. Daha sonra Şanghay ve civarındaki 90.000.000 insan tarafından konuşulanı Wu lehçesidir. Göçmen topluluklarda en çok Kantonca kullanılır. Bunun sebebi göç eden Çinlilerin genelde güney kesimlerden olmasıdır. Bu dil, Çin-Tibet dilleri ailesinin koluna dahildir.
Çince, dünyanın en çok konuşulan dili olduğundan Birleşmiş Milletler'in aynı zamanda resmî dillerinden biridir.
Çin dilinin zamanında Doğu Asya dilleri üzerinde etkisi çok olmuştur. Gerek alfabesi, gerek dil yapısı ile birçok uzak doğu ülkesinin dilini etkilemiştir. Çin dilinin Korece, Japonca, Vietnamca gibi dillerin üzerinde etkisi görülmektedir.
Her ne kadar Vietnamca Latin harfleri ile yazılıyor olsa da Çince, Modern Vietnamca sözlüğünün %60'ını oluşturur. Japonca ve Korece ise Çin dilinden alfabe olarak etkilenmişlerdir. Japoncanın Kanji alfabesi karakterleriyle Çince karakterler, mânâları ve okunuşları Çinceden çoğu zaman farklı olsa da şeklen birbirlerine çok benzerler. Aynı şekilde Korece karakterler de Çinceye benzer; fakat bu benzerlik Japon dilindekinden biraz daha azdır. Korece kelimelerin çoğunun kökenini Çince kelimelerdir.
Çin yazısı bu dile has bir yazı sistemidir. Bu sistemin 3500 yılı bulan bir tarihi vardır. Çin dilindeki karakterler yan yana gelerek kelimeyi oluşturmazlar. Çin dilinde her kelime için farklı bir karakter vardır. Çincenin geleneksel ve Mao tarafından yaptırılan basitleştirilmiş karakterleri vardır. 1954 yılından önce Çince, geleneksel karakterler ile yazılıyordu. Çin bunları kolaylaştırmış ve basitleştirilmiş karakterlere dönüştürmüştür. İyi eğitim almış bir Çinli okuyucu 5.000 ilâ 7.000 karakter bilir. Çince bir gazete okuyabilmek için en az 3.000 karakter öğrenilmelidir.
Çin dili bölgelerine göre farklılık gösterir. Çin'de en popüler olan lehçe Mandarindir. Çin dilinin hangi bölgelerde ne kadar bir nüfus tarafından konuşulduğu şöyledir:
Betül Tarıman
Betül Tarıman, (d. 7 Eylül 1962; Keşan, Edirne) Türk şair.
İlk ve orta öğrenimini Anadolu'nun çeşitli kentlerinde tamamladı. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nü bitirdi.
İlk şiiri Ağustos 1992 tarihli Kıyı dergisinde çıktı. Şiirlerini Varlık, Şiir Odası, Yeni Biçem, Edebiyat ve Eleştiri, İnsan, Bahçe, Şiiri Özlüyorum başta olmak üzere çeşitli dergilerde yayımladı. Şiirlerle fotoğraf sergisi açtı. Şair ve yazar Rıfat Ilgaz anısına 2001 yılından bu yana şiir dalında verilen Rıfat Ilgaz Şiir Ödülü'nün kurucusu oldu.
Cumhuriyet Kitap ekinde aralıklarla kitap tanıtımları yapıyor. Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi (WALD) tarafından Mahalleleri ve Muhtarlıkları Güçlendirme Projesi kapsamında kurulan Kastamonu Mahalle Evi'nde gönüllü olarak sanat danışmanlığı yaptı. Oğuz Atay Öykü Ödülü ve Roman Ödülü kuruculuğunu yaptı. 2004 yılında Necatigil Ödülünü kazandı. Şair, Antalya'da yaşamaktadır.
Harran Üniversitesi
Harran Üniversitesi, Şanlıurfa'da bulunan devlet üniversitesidir.
Şanlıurfa'da kurulan ilk yüksek öğretim birimi Şanlıurfa Meslek Yüksekokulu'dur (1976). Sonra Dicle Üniversitesi'ne bağlı Ziraat Fakültesi (1978), Mühendislik Fakültesi İnşaat Bölümü (1984) ve Gaziantep Üniversitesi'ne bağlı İlahiyat Fakültesi (1988) kurulmuştur.
Daha sonra 09.07.1992 tarih ve 3837 sayılı kanunla Harran Üniversitesi kurulmuş ve daha önce var olan okullar bu kanuna göre Harran Üniversitesine bağlanmıştır. Ayrıca Fen-Edebiyat, Tıp Fakültesi, Şanlıurfa Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Sosyal Bilimler, Fen Bilimleri ve Sağlık Bilimleri Enstitüsü kuruluş kanununda yer almıştır.
1994 yılında Siverek, Hilvan, Suruç, Birecik, Viranşehir ve Bozova Meslek Yüksekokulları; 1995 yılında ise Veteriner Fakültesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi ile Akçakale ve Ceylanpınar Meslek Yüksekokulları; 1997 yılında da Sağlık Yüksekokulu ve Kahta Meslek Yüksekokulu kurulmuştur.
Üniversite bugün 9 fakülte, 3 yüksekokul, 11 meslek yüksekokulu, 3 enstitü, 9 araştırma ve uygulama merkezi ile faaliyetlerini sürdürmektedir.
Üniversiteye adını veren tarihi Harran Kenti, Şanlıurfa'nın 44 km güneydoğusunda yer alan, tarihte önemli olaylara sahne olmuş bir kent merkezidir. Üniversite 10. yüzyılda kurulmuştur.
İnönü Üniversitesi
İnönü Üniversitesi 3 Nisan 1975 tarihinde Malatya'da kurulan devlet üniversitesidir. İlk olarak Temel Bilimler Fakültesi ve Eğitim Fakültesi olarak kuruldu. 28 Şubat 1977 tarihinde Temel Bilimler Fakültesi'nin Fizik, Kimya ve Matematik bölümlerine öğrenci alınmasıyla fiilen eğitim ve öğretime başlandı.
İnönü Üniversitesi, 14 Fakültesi (Bakanlar Kurulu aşamasına kadar getirilen Fen-Edebiyat Fakültesinin Fen Fakültesi ve Edebiyat Fakültesi olarak ikiye ayrılması çalışmaları tamamlandığında bu sayı 15’e çıkacaktır), 1’i Devlet Konservatuvarı olmak üzere 4 yüksekokulu, 12 meslek yüksekokulu, 5 Enstitüsü, 1 Teknokenti, Turgut Özal Tıp Merkezinin de aralarında bulunduğu 23 Araştırma ve Uygulama Merkezi yle yaklaşık 43.500 öğrenciye eğitim ve öğretim hizmeti veren bir üniversitedir. Şehir merkezine 10 km. mesafede bulunan üniversite, 7000 dekarlık merkez kampüsünün yanında, 620 dönümlük Battalgazi Kampüsünde ve 2’si şehir merkezinde 4’ü ilçelerde olmak üzere toplam 6 yerleşkesinde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma ve uygulama faaliyetlerini sürdürmektedir. İnönü Üniversitesi kampüsü Türkiye'nin en güzel 10 kampüsü arasında gösterilmektedir.
Agdistis
Agdistis. Antik Anadolu tanrıçalarından biri. Adını Sivrihisar bölgesindeki Agdos dağından almıştır.
Pausanias’ın anlattığına göre, Zeus bir rüya görüyor ve tohumları yeryüzüne saçılıyor bu tohumlardan kendisinde hem dişilik hem de erkeklik vasfı bulunan Agdistis yaratılıyor, tanrılar bu tuhaf mahluku yakalıyorlar. Erkeklik uzvunu kesiyorlar. Kesilen uzvun yerinden bir badem ağacı çıkıyor. Sangrios (Sakarya) nehrinin kızı, bu ağaçtan bir badem koparıyor, göğsüne koyuyor ve gebe kalarak Attis’i dünyaya getiriryor.
Domain
Domain, Latinceden gelen bir terim: "dominus" = sahip
C-4
C4 ("Composition C-4"), yüksek kaliteli ve çok yüksek patlama hızına sahip askerî bir plastik patlayıcıdır.
A-4'ten sekiz kat daha etkili, yüksek kalitede ve yüksek patlama hızına sahiptir. RDX, C-4'ün toplam ağırlığının %91'ini oluşturur. 1960'larda geliştirilmiştir. C, C-2 ve C-3 isimlerindeki plastik patlayıcı ailesinin bir üyesidir. Gri renkli, kokusuz ve katı hâldedir. Sabun kalıbı gibi bir görüntüde olup bulaşmaz. Patlaması için bir fünyeye ihtiyacı vardır.
Genel olarak askerî alanda demir ve çelik tahrip işlemleri ile mühimmatların imhası için kullanılır. Çeşitli terörist eylemlerde de sıklıkla kullanılmıştır. Madencilik ve inşaat sektöründe çok nadir olarak genelde kullanılan anfonun yerine tercih edilir.
Hong Kong
Hong Kong (Çince: 香港), Çin'in güney kıyısında bulunan, 1 Temmuz 1997 tarihine kadar Britanya Krallığına bağlı sömürge ve adalar grubuyken, bu tarihten itibaren Çin Halk Cumhuriyeti'ne bağlı özel yönetim bölgesi olmuştur. Hong Kong; Hong Kong Adası, Kowloon Yarımadası ve 235 kadar küçük adadan meydana gelmiştir. Hong Kong, Asya'nın en büyük serbest pazarı ve limanı, en işlek ticaret, endüstri ve turizm merkezidir.
Hong Kong, 1842 yılında Nanking Antlaşması'yla Çinlilerden İngilizlere geçti. 1949'da Birleşik Krallık'ın Çin'i tanımasıyla ekonomik hayatı gelişti. II. Dünya Savaşı esnasında (24 Aralık 1941'de) Japonların eline geçen Hong Kong, 1945'te yeniden Britanyalılara verildi. Yapılan anlaşma neticesinde 1 Temmuz 1997'de Çin'e geri verildi. Böylelikle, ülke yönetimindeki 135 yıllık İngiliz hakimiyeti sona erdi ve Hong Kong, Çin'e bağlı özerk bir bölge haline geldi.
Hong-Kong'un yayıldığı adalar grubu dağlıktır. Buralarda düzlüklere pek az rastlanır. Düzlükler denizin doldurulmasıyla elde edilmiştir. En yüksek yeri 551 m ile Victoria Zirvesidir.
Hong-Kong'da tropikal muson iklimi hakimdir. Sıcaklık ortalaması yazın 28 °C, kışın ise 15 °C'dir. (Okyanus iklimi nedeniyle nem oranının yüksek oluşu hissedilen sıcaklığın bu sıcaklık değerlerinin çok üzerinde olmasına neden olmaktadır.) Ortalama yağış miktarı 2.159 milimetredir. Yağışlar genellikle haziran ve eylül ayları arasında görülür. Yaz aylarında çok büyük zararlar meydana |
getiren tayfunlar olur.
Nüfusun hemen hepsi Çinlidir ve büyük bir kısmı Budisttir. Bunun yanında Konfiçyüscüler, Müslümanlar, Hindular, Museviler, Hıristiyanlar ve Taoistler de bulunur. Nüfus yoğunluğu bakımından km² başına 1108 kişi ile dünyada 27. sırayı alır. Hong-Kong'a başlayan göç hareketleri, 1942 yılında Pekin Hükumeti izin verince daha da hızlanmıştır. Ayda 70.000 kişiye çıkınca Hong-Kong'un imkânlarını aştı ve çözüm olarak da göçmenler Çin'e geri gönderilmeye başlandı. En büyük meselesi gayet çok olan nüfus yoğunluğu ve tatlı su ihtiyacıdır. İçme suyu, Çin'den borularla getirilir.
Ülke topraklarının % 13'ü ekime müsait alandır. Buralarda Hong-Kong'un fazla nüfusunun ihtiyacını karşılamak için meyve ve sebze ekimi yapılmaktadır. Bir adalar sömürgesi olduğu için balıkçılık çok gelişmiştir.
Hong-Kong'da ticaret ve sanayi II. Dünya Savaşından sonra çok gelişmiştir. 1960'lardan 1990'lara dek yüksek büyüme oranları ve hızlı sanayileşmeleriyle bilinen Dört Asya Kaplanı'ndan biridir. Hong-Kong; tekstil endüstrisi, hafif sanayi (oyuncak, radyo, elektronik), sinema endüstrisi, az da olsa ağır sanayi (gemi inşası, çimento ve demir sanayi) ve özellikle bankacılıkla büyük bir ticaret merkezidir. (Son zamanların gelişen ve değişen dünyasında hem Hong Kong para birimi olan Hong Kong doları'nın Çin para biriminden düşük olmasıyla hem de Hong Kong içinde vergi olmamasıyla da desteklenmesiyle birlikte daha çok elektronik alanında ihracatın kalbini oluşturmaktadır.) Çin Halk Cumhuriyeti ile bu ülkeyi tanımayan ülkeler arasındaki ticari trafik Hong-Kong'dan geçer. Hong-Kong büyük bir ticaret merkezi olması dolayısıyla sanayi hızla gelişmektedir. İhracatının en önemli kısmı (giyecek ve çeşitli sanayi ürünleri) özellikle ABD ve Birleşik Krallık ile yapılır.
Faroe Adaları
Faroe Adaları (Faroece: Føroyar) Danimarka'ya bağlı bir ülkedir. 1948 yılında kurulmuş özerk bir yerel yönetime sahiptir. Keçileri ile meşhur olan bu ülke, "keçi ülkesi" olarak da anılır. Başkenti Tórshavn'dır. Resmi dili Faroece ve Dancadır. Danimarka'ya bağlı olmasına karşın Avrupa Birliği içerisinde değildir.
St. Brendan Vaat Edilmiş Azizler Ülkesi'ni bulmak için harita veya yön bulmak için bir alet kullanmadan sal vasıtasıyla yolculuk yapmış İrlandalı bir rahip ve dini liderdir. Bu şahıs Faroe Adaları'nın önünden geçerken iki büyük ada gördüğünü belirtmiş ve bunları Kuşlar Adası ve Koyunlar Adası olarak adlandırmıştır. Bu iki adanın Streymoy ve Suðuroy olduğunu düşünülmektedir.
Arkeolojik kanıtlar, Faroe Adaları üzerinde 300 ve 600 yılları arasında İskandinav, ilk ve 600 ve 800 yılları arasında ikinci varıştan önce üst üste iki dönem yaşayan yerleşimciler gösterir. Bilim adamları Üniversitesi Aberdeen da bulunan erken tahıl polen evcil bitkiler, daha fazla öneriyor insanlar olabilir yaşadı Adaları önce Vikingler geldi. Arkeolog Mike Kilise kaydetti Orada yaşayan insanlar, İrlanda, İskoçya ve İskandinavya, belki oraya yerleşen tüm üç alanda gruplar olabileceğini de öne sürdü.
484-578 yıllarında yaşayan İrlandalı bir manastır aziz olan Brendan'ın yaptığı bir sefer keşfi, Faroe Adaları'nı andıran insulae (adalar) tanımını içermektedir. Ancak bu ilişki, açıklamasında kesinlikle kesin değildir.
9. yüzyılın başlarında İrlandalı bir keşiş olan Dicuil daha net bir keşif yazmıştı. Norveçli korsanların gelene kadar neredeyse yüz yıl boyunca İngiltere'nin kuzey adalarında yaşamış olan, De mensura orbis terrae, coğrafi eseri olan exem nostra Scotia'nın ("İrlanda topraklarımız / İskoçya emanetler") güvenilir bir yer olduğunu iddia etti.
Norse ve Norse-Gael yerleşimcileri muhtemelen doğrudan İskandinavya'dan gelmedi, daha çok İrlanda Denizi, Kuzey Adaları ve İskoçya'nın Outer Hebrides'lerini çevreleyen Norveç topluluklarından (Shetland ve Orkney adaları da dahil olmak üzere), İrlandalı adalar için geleneksel bir isim olan Na Scigirí, ada sakinlerine verilen (Eyja-) Skeggjar "(Island-) Beards" kelimesini ifade eder
Laos
Laos resmî adı ile Laos Demokratik Halk Cumhuriyeti, denize kıyısı olmayan bir Güneydoğu Asya ülkesidir. Başkenti Vientiane'dir. Luang Prabang, Savannakhet ve Pakse diğer büyük şehirleridir. Laos, tek partili sosyalist bir cumhuriyet olarak yönetilir. Batıda Tayland ve Myanmar, doğuda Vietnam, kuzeyde Çin, güneyde Kamboçya tarafından çevrelenmiştir. Myanmar 235 km, Çin 423 km, Vietnam 2.130 km, Kamboçya 541 km ve Tayland'a 1.754 km sınırı vardır.
Üzerinde yeraldığı Çinhindi Yarımadası'nın yüzey biçimleriyle benzer özellikler gösterir. Tibet Platosu'ndan güneydoğuya doğru uzanan dağ sıralarından en doğudaki, ülkenin kuzeyini iki ana kütle olarak engebelendirdikten sonra Vietnam-Laos sınırı boyunca Annam Dağları olarak güneye iner. Mekong Irmağı ve kollarının derin vadileriyle yarılı ve tepeleri kalkerli platolarla birbirinden ayrılan bu iki kütle arasında yer alan 1.200 - 1.500 m yükselti Tran Nınh platosu güneye ülkenin orta kesimine Vieng-Chan ovasıyla açılır. Ülkenin en yüksek noktası kuzeyde yükselen Pou Bia Dağı'dır(2 817 m). Ülkenin orta ve güney kesimlerinde görülen yer biçimleriyse, doğudan batıya doğru eğimi ve tabanları kırmızı kumtaşlı kalın bir tabakayla örtülü, orta yükseltili platolardır. Bunların en önemlisi Boloven platolarıdır. Ovalar ise Jarres dışında Mekong Irmağı kıyılarında dizilidir. Laos'da Mekong dışında en önemli akarsular, bu ırmağın kolları olan Tu, Hou ve Seng ırmaklarıdır.
Laso'ta sıcak ve nemli tropikal iklim egemendir. Mayıs ve Ekim aylarında düşen Muson yağmurları yıllık yağış ortalamasının 2 000 mm'in üzerine çıkmasında en önemli etkendir. Ülkenin güney kesiminde yılın on iki ayı sıcaklık 25 °C'nin altına düşmez. Ülkenin %60'ı tekağaç ve türlerinin egemen olduğu herdem yeşil, seyrek ağaçlı ormanlarla kaplıdır. Kuzeydeki dağların yüksek kesimlerindeyse bu ormanlar yerlerin otsu savanlara bırakır.
Bugün Laos'tta egemen etnik grup olan Lao'lar. Tay halklarının bir koludur. Taylar MS 8. yüzyılda Güneybatı Çin'de güçlü Nanchao krallığını kurduktan sonra güneye doğru ilerleyerek Çinhindi Yarımadası'na girdiler. Laolar, öbür Tay halklarıyla birlikte, 5. yüzyıldan beri Kamboçya'daki Khmer İmparatorluğu'nun egemenliği altında yaşayan Laos'un yerli kabilelerine üstünlüklerini kabu ettirdiler. 12. ve 13. yüzyıllar boyunca Laolar, Muong Swa (daha sonradan Luang Prabang) prensliklerini kurdular.
Laos'a ilişkin ilk tarihsel kayıtlara , Angkor'daki Khmer kralının da yardımlarıyla Lao'taki ilk devlet olan Lan Xang'ı(Milyon Fil Kralığı) kuran Fa Ngum'la başlar. Fa Ngum 1353-1371 arasında bugünkü Laos topraklarının bütününü ve Tayland'ın kuzey ve doğu bölgelerini fethetti. 1373'te yerine oğlu Phya Sam Sene Thai geçti ve krallığın yönetim ilkelerini belirleyip, savumasını örgütledi. 1416'da onun ölümünden sonra 1478'de Vietnamlılar'ın işgaliyle kısa süreli bir kesintiye uğrayan uzun barış dönemi, 1520-1548' arasında hüküm süren Photisarath döneminde son buldu ve Myanmar ve Siyam'a karşı savaş yürütüldü. Siam'a karşı yürütülen üç savaştan sonra 158'de Lan Xang devleti en geniş sınırlarına ulaştı. Photisarath' ölümü üzerine tahta çıkan oğlu Sethatrirath döneminde başkent, Luang Prabang'dan Vientiane'ye taşındı. 1565 ve 1570'deki iki Burma saldırısı püskürtüldü. Ne ki 1571'de Sethhathrirah ölünce, Burmalılar'ın saldırıları yoğunlaştı. ve 1574'de Vientiane düştü; ülke Burmalılarca yıkıma uğratıldı. Bu karanlık dönem 1637'de Souigna-Vongsa'nın tahta çıkıp düzeni yeniden kurana dek sürdü. Souigna-Vongsa Vietnam ve Siam'la antlaşmalar yaparak sınırları belirledi Budacılığın tutkulu bir savunucusu ve güzel sanatların koruyucusu oldu. Vientiane'yi güzelleştirdi; 1694'te ölünce yerine Vietnam ordularının da yardımıyla yeğenleri geçti ve böylece Laos'ta Vietnam egemenlği başladı. Bu dönemde Lan Xang krallığı parçalandı. Vietnam egemenliği kabul etmeyen kimi kraliyet ailesi üyeleri, 1707'de egemenlikleri altındaki kuzey bölgelerinde bağımsızlıklarını ilan ettiler ve Luang Prabang ve Vientiane krallıklarını kurdular. Güneyde ise 1713'te Champassak krallığı kuruldu. Böylece Lan Xang üç krallığa bölündü.
XVIII. yüzyıl boyunca üç Laos krallığı, Burma ve Siyamlılar'ın baskılarına karşı bağımsızlıklarını korumaya çalıştılar. Ancak 1778'de Vientiane Krallığı Siamlılarca işgal edilip egemenlik altına alındı(1782). Luang Prabang 1752'de Burmalılar'ın, 1778'de ise Siamlılar'ın egemenliğini kabul etmek durumunda kaldı. Güneyde Champassak, 1778'de işgal edilerek Siyamlılar'a bağımlı duruma geldi. Bu krallıkların her birinin başına Siamlı bir yönetici atandı ve Bangkok'a haraç öder krallık oldular. 1805-1823 arasında Vientiane krallığını yürüten Chaou-Anou, Lan Xang'ın eski güney sınırlarına dek egemenlik alanını genişletti. Ancak kısa süre sonra Siamlılar Vientiane üzerine yürüyüp Anou'yu yenilgiye uğratarak Vientiane'yi ilhak ettiler. Ancak Siamlılar'ın kuzeybatıya doğru genişlemesi, Vietnam üzerinde sömürge kurmuş bulunan Fransa'nın çıkarlarına zarar verir duruma geldi. Fransa, Siam-Vietnam sınırlarının belirlenmesi konusunda Bangkok'la görüşmelere başladı(1886). Ardında Mekong Vadisi'nde Fransızlar ile Siamlılar arasında patlak veren bir dizi çatışmadan sonra Büyük Britanya'nın da tavsiyesiyle Siamlılar, Mekong'un batı yakasını boşalttı ve boşaltılan bölgede Fransız sömürgesi resmen tanıdı.(1893). Fransa'nın bölgeyi ilhakı 1904'te ve 1907'de Siam'la yapılan antlaşmalarla tamamlandı.
Fransa, bölgeyi Laos Sömürgesi olarak örgütledi, Luang Prabang krallığı varlığını sürdürürken; diğer bölgeler bir Fransız subayının dolaysız yönetimine alındı. 1942'de Japon birlikleri Mekong Irmağı kıyılarına yerleştikten sonra, 1945'te Laos'un bağımsızlığını ilan ettiler. Fransız sömürgeciliğine karşı bir hareket olan Lao Issara(Hür Laos) erki ele geçirdiyse de, 1946'de Fransız askeri birlikleri ülkede yeniden egemen konuma geçtiler. Bu dönemde Laos'ta iki siyasal hareket ortaya çıktı: Birincisi Japonya egemenliğine karşı Luang Prabang Sarayı ve Champassak Prensi çevresinde odaklanan hareket; ikincisi, Fransa egemenliğine karşı, Vinetiane'de üslenen |
ve başını Prens Petsarath'ın çektiği hareket. Bu iki hareket, erk savaşımını Fransız birlikleri gelinceye dek sürdürdüler. 1946'da Fransa, geçici olarak Luang Prabag kralı Sisavang Vong'un yönetimi altında Laos'un bütünlüğünü ve iç işlerinde özerkliği kabul etti. Sonuçta, bir anayasa'nın kabulü ve genel seçimlerden sonra, Bir Fransız-Laos antlaşması imzalandı(1949). Bu antlaşmayla Laos, Frans birliği içinde bağımsız bir devlet oldu.
Bu gelişmeyi yeterli gören Laos Issara hareketindeki çoğunluk Hür Laos Hareketini dağıtarak hükümete katıldılar. Bu görüşe karşı çıkanlar, 1950'de Pathet Lao hareketini kurdular ve Prens Souphanouvong'un önderliğinde, Vietnamlı yurtseverlerle de bağlaşarak Fransız sömürge birliklerine karşı gerilla savaşına giriştiler. Kuzey eyaletlerinde güçlene Pathet Lao, yavaş yavaş krallık yönetimine karşı da askeri eylemlere geçti. 1953 yazında Vietnamlı yurtseverlerin Fransız sömürgecilerini ağır bir yenilgiye uğratmasından sonra, Viet Minh güçleriyle birlikte Pathet Lao, krallık başkenti Luang Prabang'ı tehdit eder duruma geldi. Ne ki Fransız sömürgeci askerler, Pathet Lao-Viet Minh birleşik güçlerini dağıtarak Vietnam'ın kuzeybatı dağlarını işgal ettiler, Dien Bien Phu'da bir kale kurdular. 1954 Maysı'nda Vietnamlılar'ın Dien Bien Phu'yu ele geçirmesinden sonra ise, Fransa'nın askersel bakımdan ayakta kalması olanaksızlaştı. Bu bağlamda açılan Cenevre Konferası'nda katılan Fransa, Birleşik Krallık, Amerika Birleşik Devletleri, Çin, SSCB de içlerinde 14 ülke Laos'un bütünsel ve bağımsız varlığını tanıdı. Bu gelişmeye koşut olarak 1956'da Pathet Lao, Neo Lao Hak Sat(Laos Yurtsever Cephesi) adıyla yasal bir siyasal parti durumuna geldi; Prens Souvanna Phouma başkanlığında, Prens Souphanouvong'un katıldığı bir ulusal birlik hükümeti kuruldu.
1958' seçimlerinden Pathet Lao ve Anti-Amerikan Santiphab Partisi kazançlı çıkınca, sağcı partiler telaşa kapılarak Souvanna Phoumayı görevden ayrılmaya zorlayıp kendi öz adayları Phoni Sananikone'yi başkanlığa getirdiler. Phoni Sanakione tüm devlet kadrolarına Ulusal Çıkarları Savunma Komitesi adlı anti-Komünist hareket yandaşlarını getirdi. 1959 Mayısı'nda Souphanouvong'un tutuklanmasını, Phoni'nin Cenevre Antlaşmaları'na aykırı olarak ABD ve Filipinler askersel yardımını istemesi izledi. Bunun üzerine Pathet Lao Cenevre Antlaşmarıyla saptanan tarafsızlık siyasetinin açıkça çiğnendiğini ilan etti. Ardından Phong Saly ve Sam Neua gibi kuzey eyaletlerinde denetimi ele alan Pathet Lao merkezi hükümet temsilcilerini bölgeden çıkarttı. Pathet Lao ile merkezi hükümet arasında askersel çatışmaların süregenleşmesi üzerine, hükümet Birleşmiş Milletler'e başvurdu. BM Genel Sekreteri Dag Hammarskjöld de Phoni Sananikone'ye gerçekten tarafsız bir siyaset gütmesini salık verdi. Phoni bu öğüde uymak isteyinde, Ulusal Çıkarları Koruma Komitesi'nin desteğini yitirdi. ve görevde ayrılmak zorunda kaldı.(Aralık 1959). Bunun üzerine General Poumi Nasavan'ın başını çektiği bir grup sağcı subay erke elkoydu ve sol hareketlere karşı yoğun bir baskı uygulamasına girişti. Ağustos 1960'da Vientiane'de bir darbe yapan Kong Le, Souvanna Phouma'yı başbakanlığa getirdi ve hapisten kaçmış olan Souphanouvong'a, birleşik ve tarafsız Laos'u yeniden kurmayı önerdi. Büyük Britanya, Fransa ve SSCB'nin desteklediği bu öneri, Güney Laos'ta üstlenen Phouni Nasavan ve Prens Boun Oum tarafından kabul edilmedi. ABD ve Tayland askeri birliklerinin yardımıyla Phonmi 1960 Aralığı'nda Vientiane'yi yeniden ele geçirdi. Kong Le, Pathet Lao güçlerine katıldı. Bu dönemde ABD siyasetinde önemli bir değişiklik oldu ve ABD 1961 Mayıs'ında yeniden tarafsız Laos'u savunmaya başladı. 1962 Haziran'ında savaşan taraflar bir koalisyon kurma konusunda anlaştılar ve bir ay sonra uluslararası güvence altında birleşik ve tarafsız Laos'un kurulması planı kabul edildi. Suvanna Phouma, Pathet Lao ve sağ partilerin katıldığı hükümet kuruldu. Ne ki her grup her grup kendi silahlı gücünü korumaya ve ateşkes anında denetlediği bölgeleri elinde tutmaya devam etti. Komünist ve tarafsız güçlerin elinde kuzey ve doğu eyaletleri, sağcı güçlerin elindeyse Mekong Vadisi vardı. 1962 Hattı iki bölge arasında adeta gayriresmi bir sınır oluşturuyordu. Bu durum 1963'te taraflar arasında yeni çatışmaların patlak vermesinin maddi zeminini oluşturdu. Pathet Lao'nbun bakanları Vientianeyi terkederek kendi bölgelerine çekildiler. Kuzey Vietnam'dan destek alan Pathet Lao ile ABD'nin desteklediği ve sağ güçlerin çevresinde toplaştığı Souvanma Phouma arasında iç savaş patlak verdi. Pathet Lao'nun başarıları üzerine 1965'den başlayarak ABD hava kuvvetlerine bağlı uçaklar Pathet Lao bölgelerini bombalamaya girişti. 1970'de Jarres ovalarının Pathet Lao denetimine girmesiyle general Van Pao'nun komuta ettiği 25 bin kişilik özel ordu, 25 bin Taylandlı asker ve 3 000 Amerikalı askeri danışman, Ho Şi Minh yolunu takip eden Pathet Lao ve Kuzey Vietnamlı Yurtseverlere karşı yoğun bir taarruza girişti. Ne var ki gerek bu taarruz, gerekse 1971 Şubat'ında ABD uçakları desteğinde Güney Vietnam güçlerince başlatılan taarruz, Pathet Lao, Kuzey Vietnam ve Laos Halk Kurtuluş Ordusu güçlerince etkisiz kılındı. Bunun üzerine 1973'te ABD bombardımanlarına son veren bir ateşkes imzalandı. 1975'te Vientian'ye giren Pathet Lao güçleri, Souphanvuong önderliğinde ulusal birlik geçici hükümeti kurdu. 1975'te harekete geçen Pathet Lao birlikleri ülkenin güneyini denetimleri altına alırken, ABD askeri birlikleri, sağcı güçlerle birlikte Birmanya ve Tayland'a çekildi. Böylece Ağustos 1975'te Laos Demokratik Halk Cumhuriyeti'nin kurdu ve monarşiye son verdi. Laos Demokratik Halk Cumhuriyeti ilan edilerek Souphanouvag Cumhurbaşkanı oldu. Laos Demokratik Halk Partisi(LDHP) Kaysone Phomvihan ise başbakanlığı üstlendi. Suvanna Phuma da hükümet danışmanlığına atandı. Partinin denetiminde köylere kadar uzanan yeni bir yönetsel örgütlenmeye gidildi.
Yeni rejim Vietnam'la iş birliği içindeydi ve kitlesel siyasal kampanyalara girişti. Bu sırada Vientiane'da birer temsilcilikleri bulunan Tayland ve Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkiler giderek gerginleşti. Özellikle Jarres Ovasu'nda Miao Gizli Ordusu adlı sağcı gerillalarla yoğun çarpışmalar sürmekteydi. 1977'de Vietnam'la 25 yıllık bir dostluk ve iş birliği antlaşması imzalandı. Ancak Çin'le olan ilişkiler gerginliğini korudu. Çin Halk Cumhuriyeti, hükümete karşı mücadele eden gerillalara 1979'a kadar yardım etmeyi sürdürdü. 1979'da Yurtsever Cephe adını Ulusal Kurtuluş İçin Laos Cephesi olarak değiştirdi. Karşıtları da Ulusal Kurtuluş Cephesi'ni kurarak mücadeleye başladılar. Ancak önemli bir başarı sağlayamadılar. 1981'de birinci beş yıllık plan uygulanmaya başlandı. 1982'de yapılan LDHP'nin III. kongresinde Çin en tehlikeli düşman olarak tanımlandı. 1985'de ülke besin üretimi yönünden kendine yeterli duruma geldi. Cumhurbaşkanı Souphanouvong'un sağlık nedeniyle istifa etmesi üzerine yerine Phumi Vangvicit vekaleten getirildi. Tayland'la sınır anlaşmazlıklarından kaynaklanan çatışmalar sürmekteydi. 1988 başında daha da şiddetlenen çatışmalar 1988 Şubat'ında imzalanan bir ateşkesle son buldu. 1988'de yabancı yatırımların desteklenmesine başlandı. Laos'da 1975'den sonra ilk parlamento seçimleri Mart 1989'da gerçekleştirildi.
2 Aralık 1975'ten beri bir demokratik halk cumhuriyeti rejimiyle yönetilen Laos'ta devlet başkanlığı görevini Choummaly Sayasone yürütmektedir. Yasama erki Yüksek Halk Konseyi ve 264 üyeli Kurucu Meclis'e aittir.
Laos eyalet sistemini kullanmaktadır ve on yedi eyalete bölünmüştür. Bunlar;
Uzun süreli bir savaşın yolaçtığı yıkım nedeniyle KBYUG bakımından dünyanın en geri ülkelerinden biri durumuna düşen Laos, 1981'de hazırlanan Birinci Beşyıllık Planla gıda maddeleri bakımından kendine yeterli bir ülke olmayı hedefledi. Son derece dağlık bir yüzey biçimleri ve tropikal iklim, ülke ekonomisinin ana kolunu oluşturan tarıma iki özellik vermektedir: Bir yandan son derece küçük toprak parçaları üzerinde güçlü bir etkin nüfus yoğunlaşması, öte yandan hemen hemen işlenmemiş zengin bir orman varlığı. Nitekim işlenen topraklar ülke yüzölçümünün yalnızca %4'lük bir bölümünü kaplamaktadır; bunun da % 90'ında pirinç üretilmektedir. Tarım üretimi kuraklık ve su baskınlarıyla yıldan yıla büyük değişiklik gösterdiğinden, Birinci Beşyıllık Plan çerçevesinde küçük baraj ve pompalama sitemleri kurarak su rejimini düzene koyma yolunda önemli çalışmalar yürütülmektedir. Pirinç dışında mısır, sebze, pamuk, şeker kamışı, tütün, kahve diğer önemli tarım ürünlerini oluşturmaktadır. Hayvancılık ve Mekong Irmağı ve kollarında yürütülen balıkçılık önemli bir besin kaynağıdır. Ülkede başta demir ve kurşun olmak üzere bakır, kalay vb yeraltı kaynakları var olmakla birlikte işletilmemektedir; son dönemlerde bunların yanı sıra antrasit ve petrol yatakları da bulundu. Laos'ta sanayi olarak henüz gıda ve tekstil alanları dışında anılmaya değer bir tesis yoktur.
Bresenham'ın çizgi algoritması
Bresenham'ın çizgi algoritması, Amerikalı bilgisayar mühendisi Jack Bresenham tarafından, 1960'lı yıllarda IBM için doğrunun bilgisayar ekranına çizimi için geliştirilen bir algoritmadır.
Bresenham Algoritmasi DDA'ya göre daha hızlıdır, çünkü DDA'nın aksine ondalıklı sayılarla (float) işlem yapılmaz. Bresenham algoritması tam sayılarla(int) toplama, çıkarma ve ikiyle çarpma işlemlerini içerir. İkiyle çarpma işlemi shift Operasyonu ile Assembler düzeyinde çok hızlı yapılabildiğinden, Bresenham algoritması oldukça verimli bir algoritmadır.
Pseudo kod ile şu şekilde ifade edilir. Bu hali ondalıklı sayılarla işlem içerdiği için kullanılmaz.
Bu hali sadece tam sayılar kullandığı için oldukça verimlidir. Aşağıdaki hali algoritmanın anlaşılması için basitleştirilmiştir. aşağıdaki hali x-eksenin y-ekseninden daha hızlı arttığını (yani deltax'in deltay'den büyük olduğunu) ve x0'ın x1'den küçük olduğunu varsaymaktadır.
Bresenham algoritması verimliliğini, yavaş artan eksenin belirli bir kurala göre arttığını gözlemlemesine borçludur. Hızlı artan |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.