article
stringlengths
7.34k
10k
istan ve daha sonra 16. yüzyıl Hindistan’ındaki Moğol İmparatorluğu’na kadar uzanan başarıların bir belgesidir. Köhne Ürgenç’te, Kubreviye ve Zahabiye tarikatlarının kurucusu Necmeddin Kübra’nın türbesi, Türkmenler'in dört büyük velisinin (Priyar Veli, Danıyar Veli, Şıhatar Veli ve Döven Veli) mezarları, Harezmşah İl Aslan'ın ve Sultan Tekiş'in türbesi (Gökgömmez - Mavi Kubbe olarak bilinir) ile camisi, Harzemşahların sarayı olarak kullanılan Türebeg Hanım Türbesi yer alır. Yazın sıcaklık +40 → +45 °C, kışında soğuk -20 →-30 °C'dur. Köhne Ürgenç, 2005 yılında Dünya Miras Listesi’ne alınmıştır. Emevîler Emevîler, veya Emevîler Halifeliği (Arapça:( الخلافة الأموية) "Al-Hilāfah al-ʾUmawiyye"), Dört Halife Dönemi’nden (632-661) sonra kurulan Müslüman Arap devleti.Ali bin Ebu Talib’nin 661’de öldürülmesinden sonra başa geçen Emevîler, 750’de Abbâsîler tarafından yıkılıncaya değin hüküm sürdüler. Emeviler hilafeti doğası gereği laikti. O dönemde Emevi vergi ve idari uygulamaları bazı Müslümanlar tarafından adaletsiz olarak algılanıyordu. Hıristiyan ve Yahudi nüfusun hala özerkliği vardı; Adli konularda kendi yasalarına ve kendi dini başkanlarına veya atamacılarına göre işlem görmüşlerdi, ancak merkezi devlet polisliği için kelle vergisi ödüyorlardı. Muhammed, yaşamı boyunca İbrahimî dini grupların cizye vergilerini ödemeleri koşuluyla kendi dinlerini icra etmesine izin verilmesi gerektiğini belirtmişti. Muaviye'nin karısı Maysum (Yezid'in annesi) de bir Hıristiyandı. Bu dönemde Müslümanlar ve devletin Hıristiyanları arasındaki ilişkiler istikrarlı idi. Emeviler, İmparatorluğun birçok başka yerinde olduğu gibi, Hıristiyanlığı devam ettiren Suriye'de kendilerini korumaktan endişe etmeden, Hıristiyan Bizanslarla sık sık savaşa karıştılar. Arap kabileleri arasındaki rekabet, Suriye'nin dışındaki illerde, özellikle MS 680-692'de İkinci Müslüman İç Savaşı'nda ve 740-743'te Berberi Ayaklanması'nda huzursuzluğa neden olmuştu. İkinci İç Savaş sırasında Emeviler hanedanının önderliği ailenin Sufyanid kolundan Marwanid koluna geçti. Sürekli savaşlar, devletin kaynaklarını ve insan gücünü tükettiğinde, 744-747'deki Üçüncü Müslüman İç Savaşı'nda zayıflayan Emeviler, 750/132'de Abbasi Devrimi tarafından devirildi. Ailenin bir kolu Kuzey Afrika'dan Endülüs'e kaçtı ve burada 1031 yılına kadar süregelen Córdoba Hilafetini kurdu. =Tarihçe= Muaviye, Mekke'nin Kureyş kabilesine bağlı Ümeyye ailesindendi. Ebu Süfyan'ın oğludur. Ebu Süfyan bir çeşit kent kralı idi ve oldukça akıllı bir adamdı. İslamın hızlı ilerleyişi karşısında ve birçok savaş sonrasında Mekke'yi Muhammed'e ve İslam ordusuna teslim edip Müslüman olmakla beraber ailenin politik gücünü asla elinden bırakmamış 3. halife Osman döneminde İslam ordularının Arabistan, Mısır ve İran'ı kontrol altına almalarını izlemiş ve önemli politik noktalara kendi ailesinden adamları yerleştirmiş ve iktidarın asla Haşimoğulları'nın eline geçmemesine çalışmıştır. Ebu Süfyan'ın (561-652) ölümünün ardından Muaviye, Beni Ümeyye (Emevî) ailesinin başına geçti. Muaviye, Ömer döneminde 641'de Şam valisi olmuş, üçüncü halife Osman zamanında Suriye'yi denetimi altına almıştı. Muaviye, 656’da halife olan Ali'nin hilafetini tanımadı. Onu üçüncü halife Osman'ın öldürülmesine engel olamamasından ve katillerinin bulunamamasından sorumlu tuttu. Şiiler tarafından Ali'nin halifeliğini tanımamasının gerçek sebebi kendi hilafetini ilan edip saltanatını kurmak istemesi olduğu iddia edilmektedir. Ali, Şam valiliğine bir başkasını atayınca da çekişme savaşa dönüştü. Muaviye, Sıffin Savaşı'nda (657) yenilmek üzere olan askerlerinin mızraklarına Kuran yapraklarını taktırdı ve böylece Ali'nin ordusunu durdurdu. Hilâfet sorununu savaşla değil hakeme başvurarak çözmeyi önerdi. Ne var ki Muaviye'nin hakemi Ali’nin hakemini iki tarafında halifelikten vazgeçmesi şartıyla ile ikna etti. Lakin Ali'nin hakemi ile Muaviye'nin hakemi anlaştıktan sonra Ali'nin hakemi orduların önünde yüzüğünü çıkartarak "Ali'yi halifelikten aldım." dedi. Aynı şeyi yapması beklenen Muaviye'nin hakemi anlaşmaya uymayarak halifelikten vazgeçmesi gerekirken masadan Ali'nin yüzüğünü aldı ve "Ben Muaviye'yi halife yaptım." dedi. Böylece hile ve sahtekarlık ile Ali halifelikten indirilmiş oldu. Ali ve yandaşları (Şiiler) bu haksızlığı, hileyi kabul etmemekle birlikte Ali'nin denetimindeki toprakları yavaş yavaş yitirdi ve bir süre sonra da harici bir suikastçi tarafından öldürüldü. O zamanlar Şam'da Suriye valisi olan Muaviye, Ali'nin oğlu olan Hasan ile yaptığı "halifelik babadan oğula geçmeyecek, halifelik saltanata dönüşmeyecek" diye anlaştılar ve Muaviye halife oldu. Hilafet merkezini de Kufe'den Şam'a taşıdı. Muaviye'nin yirmi yıllık hilafet dönemi içindeki olaylar, gelişmeler tarihçiler ve değişik mezhep taraftarları arasında gayet büyük tartıșmalara yol açmakta ve birbirine tamamen zıt sonuçlara varmaktadır. Bu gelişmeleri tarafsız incelemeye yeltenmek bile her iki taraftan gayet uygunsuz eleştiri almaktadır . Muaviye Arap asıllı büyük bir ordu oluşturdu. Bu orduyla Emevî egemenliğini doğuda Hindistan sınırına, batıda Kuzey Afrika'ya, oradan da Güney İspanya'ya kadar yaydı. Yeni kurulan donanmayla 669-678 arasında Bizans’ın başkenti Konstantinopolis'i (İstanbul) ele geçirmek için seferler düzenlendi, ama bu hedefinde başarılı olamadı. Muaviyenin 680'deki vefatının ardından hilafet Hasan ile yapılan anlaşmaya uymayarak saltanata dönüştürüldü. Muaviye'nin ölümü ardından Emevi halifesi I. Yezid yapıldı. Yezid Emevilerin Hicaz valisi aracılığıyla Ali'nin oğlu Hüseyin'den biat istedi. Fakat Hüseyin I. Yezit'e biat etmeyeceğini ve Yezid'in babası Muaviye'nin kendi ağabeyi Hasan'la yaptığı anlaşmaya uyarak halifelik iddiasını bırakması gerektiğini iddia etti. Onu halife tanımadığını ilan etti. Ali'nin eski hilafet merkezi Kufe halkının yoğun çağrısı ve istekleri ile Hüseyin oraya doğru yola çıktı. Yezid Hüseyin'i katledilmesine fetva verdi. Emiri uygulamak için Ömer bin Sad'a bir ordu vererek Hüseyin'in üzerine yolladı. 680'de bu ordu 72 kişilik Hüseyin kafilesi ile Kerbela'da karşılaşıp çatışmaya girdi. Hüseyin ve taraftarları Kerbala'da öldürüldü. Bu olay, İslam tarihindeki sünnî ve şii mezhep ayrılığını da kesinleştirdi. Şiiler, Emevileri halife olarak saymamaya ve halifelik makamının Ali ile başlamak üzere Ali’nin soyundan gelen kişilere ait olduğunu yani halifeliğin sırasıyla 12 İmam'a ait olduğunu kabul ettiler. I. Yezid, yaklaşık üç yıl Emevi halifeliği yaptı. I. Yezid'in ölümünden sonra 683'te oğlu II. Muaviye halife oldu. II. Muaviye’nin iktidarı yalnızca bir yıl sürdü. II. Muaviye ve önceki iki hükümdar, Ebu Süfyan’ın soyundan geldikleri için "Süfyaniler" olarak anılır. II. Muaviye’den sonra 684'te I. Mervan halife olarak Emevî Devleti’nde "Mervaniler" dönemini başlattı. Emevîler en parlak dönemini Abdülmelik ve onun oğlu I Velid döneminde (685-715) yaşadı. Bu dönemde Irak ve İran'daki ayaklanmalar bastırıldı. Hindistan ve Orta Asya'da yeni fetihlerle devletin sınırları genişletildi. Süleyman’ın halifeliği sırasında Bizans İmparatoru III. Leo'un 717'de Emevî ordusunu ağır bir yenilgiye uğratması, Emevî Devleti’nin gerileme döneminin başlangıcı oldu. Araplar arasında kabile çatışmaları yeniden başladı ve "Mevâlî" denen, Arap olmayan Müslümanların merkezi yönetime karşı hoşnutsuzlukları arttı. 717-720 arasında halifelik eden Ömer bin Abdülaziz'in başlattığı yenileşme hareketleri de kalıcı bir sonuç getirmedi. Hişam bin Abdülmelik döneminde (724-743), 732'de İspanya üzerinden Fransa'yı fethe girişen Emevî ordusu Poitiers'de (Puvatya) durduruldu. Emevîler Anadolu'da Bizans'a karşı üstünlüklerini de yitirdiler. Orta Asya'da Türkler, Kuzey Afrika'da Berberiler Emevî egemenliğine başkaldırdılar. Emevîler Arapları üstün tuttuğu, ""Mevâlî"" olarak andıkları Arap asıllı olmayan müslümanları küçük gördükleri ve hatta yeni İslam dinine katılanlardan "cizye" vergisi aldıkları için islam dinine girenlerin sayısı azalmıştı. Hişam bin Abdülmelik ölümünden sonra her biri çok kısa dönem halifelik yapan üç halife sırayla başa geçti: Bunlar II. Velid bin Yezid (2 ay 21 gün), III. Yezid bin Velid (6 ay 2 gün) ve İbrahim bin Velid (2 ay). Son Emevî Halifesi II. Mervan döneminde (744-750) Abbasiler denetiminde gelişen muhalefet Emevî egemenliğini sarstı. Zab Muharebesi'nde Abbasilere mağlup olan II. Mervan devletinin yıkılışını önleyemedi. Emevî Devleti’nin yıkılışında Ebu Müslim Horasani de önemli bir rol oynadı. Sonunda 750'de Abbasilerin önderi Ebu'l-Abbas Seffah, Emevî egemenliğine son verdi ve Emevî hanedanının yakalayabildiği bütün üyelerini öldürttü. Bu kıyımdan canını kurtarabilen I. Abdurrahman, İspanya'ya giderek orada Endülüs Emevîleri Devleti'ni kurdu. Abbasîler uzun süren bir propaganda dönemi ve 747'de açıkça başlayan savaş sonunda Emevî halifelerini 750'de Şam'dan atmışlardır. Abbasîlerin ilk halifesi olan Ebu'l Abbas Seffah bütün Emevî Hanedanı mensuplarının öldürülmesini emretmiştir. Bu Emevî katliamından kaçabilen 10. Emevî Halifesi Hişam bin Abdülmelik'in torunu Abdurrahman Endülüs'e sığınmış ve Kurtuba'da Endülüs Emevî Devleti'ni kurmuştur. Bu devletin sekizinci emiri olan III. Abdurrahman, 929 yılında Bağdat'ta idare kuran Abbasî halifelerinin meşruluğunu kabul etmeyerek kendisini Endülüs Emevî halifesi ilan etmiştir. Emevîler dönemindeki devlet yönetimi sonraki İslam devletlerine örnek oluşturdu. Ömer döneminde (634-644) ortaya çıkan divan adlı kurumu Emevîler daha da geliştirdi. Halifeler devlet işlerini vezirler aracılığıyla yürütmeye başladılar. Emevî toprakları eyaletlere ayrılarak yönetildi, ama eyaletler Şam’daki merkezi devlete bağlıydı. Emevî Devleti, İslam devleti olmaktan çok bir Arap devletiydi. Emevîler, Müslüman Araplar ile Arap olmayan Müslümanları birbirinden ayırıyorlardı; Arap olmayan Müslümanlara "Mevâlî" (köle) diyorlar ve devlet yönetiminden, ordudan uzak tutuyorlardı. Ayrıca müslüman oldukları halde cizye vergisi almaya devam ediyorlardı. Emevî Devleti’nin yıkılmasında en önemli etkenlerden bir
i bu ayrımcılık oldu. Araplaştırma siyasetinin bir sonucu olarak Arapça devletin tek resmi diliydi. Devlet gelirleri, dinsel gereklerden kaynaklanan vergiler ile fethedilen yerlerden ve savaşlardan elde edilen ganimetlerden oluşuyordu. İslam tarihinde ilk altın para da Abdülmelik döneminde (685-705) basıldı. Emevî sanatı, özellikle mimarlık alanında gelişmişti. Emevî döneminden günümüze pek çok cami, saray, kale gibi yapılar kalmıştır. Emevî sanatı; Yunan, Bizans, İran’daki Sasani sanatından etkilenmiştir. I. Velid döneminde (705-715) Şam'da yaptırılan Emevîye Camisi (ya da Ümeyye Camisi), Emevî mimarlığının karakteristik özelliklerini taşır. Dikdörtgen planlı cami, eski bir Roma tapınağının temeli üzerinde yükselir. Yapı, dört büyük ayağın taşıdığı dört kemere oturtulan bir kubbeyle örtülüdür. Caminin kare planlı üç minaresi vardır. Avlusunu üç yandan iki katlı revaklarla çevrilidir. Emevîye Camisi, günümüze pek az örneği kalan zengin mozaik bezemeleriyle de dikkati çeker. Bu bezemelerde Yunan ve Bizans etkileri açıkça görülür. Kudüs'te sekiz köşeli Kubbetü's-Sahra da (ya da Ömer Camisi) Emevî mimarisinin önemli bir örneğidir. Emevîlere karşı ayaklanan Abdullah bin Zübeyr Mekke'yi ele geçirince, Halife Abdülmelik Muhammed'in namaz kılmış olduğu yerde, Müslümanların hac ödevini yerine getirmeleri için bu camiyi yaptırmıştır. Gene Abdülmelik döneminde Kudüs'te yapılan Mescid-i Aksa büyüklüğüyle dikkat çeker. Emevîlerin Suriye çöllerinde yaptırdıkları saray, köşk, kale gibi yapılardan günümüze çok azı ulaşmıştır. Lût Gölü'nün kuzey ucundaki Kuseyr Amra Köşkü, çevresi geniş surla çevrili bir alandadır ve salon ile hamamdan oluşur. Salonun duvarlarının Emevîlerin askeri zaferlerini betimleyen resimlerle kaplı olması dikkat çekicidir. Bu resimlerde de Yunan ve İran etkisi görülür. Emevî sanatının bir özelliği de, duvar yüzeylerini hiç boş yer bırakmaksızın bezemekti. Şam'ın 200 km güneyinde kurulmuş tipik bir çöl sarayı olan Mşatta Sarayı, kulelerle güçlendirilmiş bir surun ortasında yer alır. Mşatta Sarayı’nın içinde de Yunan ve İran etkisi taşıyan zengin bezemeler vardır. Emevîlerden kalan bir başka yapı biçimi de bir tür han olan ribat idi. Bir surla çevrili olan ribatlarda odalar, ambar, ahır, sarnıç ve gözcü kuleleri bulunuyordu. Uzun yolculuklar sırasında konaklamak için kullanılan ribat, aynı zamanda küçük birer askeri üstü. Kelime-i şehadet Kelime-i şehâdet (Arapça : شهادتان, Türkçe: "Tanıklık sözü") veya Kelime-i tevhid, İslam inancında Allah'tan başka İlah olmadığı, Muhammed'in de O'nun kulu ve Elçisi esasının beyanı olan ibaredir. İslâm i'tikadı, ifadesi ile beyân olunur. İslâmiyet'in kabul ve tasdik edildiği anlamına gelen bu deyiş, anlamına gelir ki, ondan başka tüm olası ilahların mevcut olabileceği ihtimâlini de dışlamış olmaktadır. Tevhid inancının tasdikinden sonra da, Muhammed'in Allah'ın peygamberi olduğu, ibaresiyle ikrar edilir." ""Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü."" şeklinde telaffuz edilir. Şehadet etmek İslam'ın beş şartından birincisidir. Türkçe anlamı şudur: Çaydanlık Çaydanlık, çay yapmada kullanılan, genelde iki parçalı ve metalden yapılma, bazen demliği porselen olan pişirme gereci. Çaydanlık ilk başlarda tek parça halinde kullanılmakta iken süreç içerisinde günlük ihtiyaçların giderilmesine yönelik olarak, alt kısmı daha büyük olacak şekilde iki parçalı hale gelmiştir. Her iki parçanın üzerinde geniş bir ağız ve bu ağzı örtmeye yarayan bir kapak bulunur. Suyun çay servisi yapılırken bardaklara doldurulması için gövdede el ve bardak arasında en uygun açı ile dökülmesini sağlayacak şekilde dar ağızlı ibrik kısmı bulunur. Çaydanlık, binlerce yıl önce Çin kültürünün bir parçası olarak, bronz ve diğer metallerden yapılan seramik güğüm ve şarap kaplarından ilham alınarak yapılmıştır. En eski çaydanlık örneği bugün Çin'de Flagstaff House Museum of Teaware müzesinde bulunan Yixing kilinden 1513 yılında Gongchun tarafından yapıldığı düşünülen çaydanlıktır. Çay, 17. yüzyıl sonlarında Çin'den Avrupa'ya lüks tüketim malı, baharat olarak ihraç edilmiştir. Aynı zamanda çay ile birlikte porselen çaydanlıklar da getirilmiştir. Bu çaydanlıkların çoğunluğu mavi ve beyaz sırlı idiler. Demlik, ilk başlarda porselen gibi ısıya dayanıklı maddelerden imal edilmiş olan, çay demlemeye yarayan ancak sonradan çaydanlığın bir parçası haline gelen araçtır. Sırlı çaydanlıklar asla sabunlu su ve bulaşık makinasında yıkanmazlar. Sadece sıcak su ile yıkanarak durulanır ve ters çevrilerek kurumaya bırakılır. Çaydanlıkta oluşan taneni gidermek için çaydanlık ve çay kaşıkları sodalı kaynar suya yatırılarak dinlenmeye bırakılır. Çeşitli ülkelerde çeşitli şekillerde servis edilen çay, Türkiye'de çoğunlukla altı ve üstü çelik çaydanlıklarda hazırlanır. İsteğe göre harmanlanmış kuru çay, demlik olarak adlandırılan ve çaydanlığın üst kısmında bulunan ve genellikle alt kısmından daha küçük olan bölüme konur. Alt kısımda kaynayan su, bir süre sonra üstteki demliğe içindeki kuru çayın miktarına göre dökülür ve çayın rengini, lezzetini bırakması ve çökmesi için 8-10 dakika kadar beklenir. Çeşitli araştırmalar çayın demleme süresine göre etkisinin de farklı olduğunu söylese de henüz bu çok yaygın olarak bilinmez. İyi demlenmiş çayın en fazla 1 saat kadar lezzetli olduğu tiryakiler tarafından söylenir. Daha uzun süre beklemiş çay acılaşır. Demliğin aşırı sıcaklığa maruz kalması, çayın yanmasına (tabirsel olarak) ve tadının kötüleşmesine neden olmaktadır. .bg .bg, Bulgaristan'ın İnternet Ülke Alan Kodu (ccTLD) harfleri. Register.bg. tarafından işletilmektedir. Bulgar şirketler ve kuruluşlar veya Bulgaristan şubeli şirketler tarafından kullanılmaktadır. İlk Bulgar patent ofisinde bir ticari marka olarak tescil edilmiş ise, genel olarak herhangi bir isim kullanılabilir. Alan adı tescili yıllık 30 €'dur. İkinci seviye alan adları "(.com.bg.org.bg vb.)" bulunmamaktadır. .ac .ac, Ascension Adası'nın internet kod harfleri. .ac aynı zamanda Birleşik Krallık (.ac.uk), Japonya (.ac.jp), Belçika (.ac.be) gibi bazı ülkelerde üniversiteler gibi akademik kuruluşlara verilen ikinci düzey alan adıdır. Hu Hu, Arapça "O" anlamına gelen ve kullanılan bir ifadedir. Sufi literatürde sıklıkla Allah'ı kastetmek için kullanılır. Ayrıca Ekankar'da Allah'a söylenen sevgi şarkısının adıdır. Türkçede kullanılan "Hayy'dan gelen Hu'ya gider" sözünde demek istenen de aslında Allah'dan gelenin Allah'a döneceği anlamını taşır ki Hayy, Allah'ın isimlerinden birisidir ve "diri, dirilten, yaşamın kaynağı olan" anlamına gelir. Eskiden dervişler arasında kullanılan bir selamlaşma sözüdür .jp Japonya'nın internet ülke alan adıdır. Japonya Kayıt Hizmeteleri tarafından işletilmektedir. Diğerleri: Koenzim Koenzim, organik ya da inorganik, çoğunlukla fosfat içeren ve protein kısmına göre çok daha küçük moleküllü kısmı. Enzimde faaliyet gösteren ve esas işi yapan bu kısımdır. Koenzim kısmı, genellikle protein kısmından ayrılabilir. Yapılan analizlerde birçok vitamini bünyesinde bulundurduğu saptanmıştır. Bazı vitaminler vücut hücrelerinde koenzimlerin parçası olarak işlev görürler. Yani koenzimler, enzimin protein olmayan organik yapıdaki yardımcı kısmıdır. Gezegenimsi nebula Gezegenimsi bulutsu, başlangıç kütlesi sekiz Güneş kütlesinden az olan bir yıldızın hafif patlama, kırmızı dev yıldızlarının dış katmanlarını atması, sonucunda oluşan gaz bulutuna verilen isimdir. Yıldızın geçirdiği değişim sonucu yıldızlararası ortama attığı dış katmanları, yani atmosferinden oluşur. Yıldızların kaderlerini belirleyen son basamakları neredeyse tamamen doğarken sahip oldukları kütleye bağlıdır. Başlangıç kütleleri sekiz Güneş kütlesinden az olanlar, hayatlarına gezegenimsi bulutsu (nebula) püskürterek son verirler. Yıldızdan geriye kalanlar ise beyaz cücelerdir. Fakat başlangıç kütleleri sekiz Güneş kütlesinden fazla olanlar, hayatlarına süpernova patlaması ile son verirler ve yıldızdan geriye kalanlar ise nötron yıldızları veya karadeliklerdir. Başlangıçtaki kütlesi sekiz Güneş kütlesinden küçük olan yıldız, çekirdek hidrojen yanmasını bitirip bir kırmızı deve dönüşür. Burada şimdi çekirdekte helyum, karbon ve oksijen oluşturmak üzere yanar ve bu anda çekirdeğin çevresinde ince bir kabukta kalan hidrojen de yanmaya devam eder. Yıldız, 1000 ile 10 000 kat arasında parlaklık artışı gösterir. Dışta kalan, zengin hidrojen zarf devasa boyutlara şişer. Genişliği Dünya'ın hatta Mars'ın yörüngesine varan boyutlara kadar şişer. Genişleyen zarfın yüzey sıcaklığı 2500 ile 3500 dereceye kadar düşer. Bu sıcaklık da bir yıldız için soğuktur ve yıldızın kırmızı görünmesine sebep olur. Bu sırada yıldızın yüzeyinden, Güneş'inkine benzer ama daha güçlü rüzgarlar esmeye başlar. Tabii bu da kırmızı devin merkezindeki çekirdeğinin çevresinde bulunan hidrojen zarfı kaybetmesine neden olur. Zarfın bitimine doğru, yani kütle kaybının en fazla olduğu zaman yıldız titremeye başlar (puls atımı). Yüzey katmanları tekrar eden çevrimlerle genişler ve büzülür. Bu periyotlar birkaç aydan uzun yıllara kadar sürer. Bu tür puls yapan yıldızlara uzun dönemli değişenler denir. Yıldız tarafından püskürtülen zarf materyali zamanla genişleyerek bizim gezegenimsi bulutsu dediğimiz gaz kabuğunu oluşturur. Gezegenimsi bulutsular tipik olarak Güneş'in 2/10'u kadar kütleye sahiptir. (Daha da kütleli olanlar da bulunmuştur.) Gaz kabuk saniyede 15 ile 30 km (saatte 60 000 ile 120 000 km) genişleme hızı ile yıldızlararası ortama doğru sürüklenirler. Gezegenimsi bulutsular aslında merkezlerindeki yıldız(lar) tarafından aydınlatılırlar. Bazıları küresel veya sarmal, bazıları çift kutupludur fakat bazılarında herhangi bir düzgün şekil yoktur. Ama her ne olursa olsun genellikle çok güzel görüntüleri vardır. Tabii bu güzel görüntüler de burada sonsuza dek durmaz, kabuk genişledikçe yıldızlararası ortamla birleşir ve dağılırlar. Ortalama olarak her yıl galaksimizde bir tane gezegenimsi nebula oluşurken bugüne kadar 1
500 tanesi de kataloglanmıştır. Köken bilimi (anlam ayrım) "Köken bilim" iki açıdan incelenebilir: Mappo Mappō (末法 Çince: mòfǎ; Japonca: mappō), Dharma'nın sonu ya da Şerli çağ, Budizm'de tanımlanan Üç çağın sonuncusu, Dharma'nın gerilemeye girdiği, Budizmin bozulmaya başladığı çağdır. İlk iki çağ Doğru Dharma Çağı (正法 Çince: zhèngfǎ; Jp: shōbō) ve Sözde Dharma Çağı (像法 Çn: xiàngfǎ; Jp: zōbō)'dır. Bu çözünme çağında insanlar Şakyamuni Buda'nın sözleriyle aydınlanmaya ulaşamayacaklar, toplum ahlakı çürüyecektir. Budist düşünceye göre Buda'nın öğretileri bu çağda da doğruluğunu koruyacak, ancak insanlar öğretileri takip etme yeteneklerini kaybedeceklerdir. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Türkiye’de çok sesli müziği yayma, tanıtma sevdirme, Türk bestecilerin eserlerini yurtdışında seslendirme amaçlarına hizmet eden Ankara'da yerleşik senfoni orkestrasıdır. Dünyada, kuruluşundan itibaren varlığını kesintisiz sürdüren en eski orkestralardan biridir. 1826'da Osmanlı padişahı II. Mahmut devrinde İstanbul'da batılı bir bando oluşturmak düşüncesiyle "Mızıka-ı Hümayun" adı ile kurulan topluluk, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın temelini oluşturur. Mızıka’ı Humayun 1924 yılında Atatürk'ün isteği ile Ankara'ya taşındı ve 1932 yılında "Riyaset-i Cumhur Filarmoni Orkestrası" adını alarak Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlı olarak hizmetlerine devam etti. 1957 yılında "Riyaset-i Cumhur Senfoni Orkestrası" adını almış orkestra günümüzde Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlıdır. Mehter takımı yerine batılı bir askerî bando oluşturmak için kurulan Mızıka-ı Hümayun, zamanla çeşitli müzik, sahne sanatı ve eğlence dallarını bünyesinde toplayan bir örgüt olmuştu. Orkestranın başına başlangıçta İstanbul'da yaşayan Fransız uyruklu bir sanatçı getirildiyse de yetersiz olduğu görülünce Sardunya Hükümeti'nin tavsiyesi üzerine davet edilen Giuseppe Donizetti 17 Eylül 1828 tarihinde İstanbul'a gelerek Orkestra Şefliği'ne atandı. Donizetti, 1856'daki ölümüne kadar görevini sürdürdü. Donizetti'nin yerine İtalyan sanatçı Callisto Guatelli orkestranın yönetimine getirildi. Callisto’nun 1899'da ölümünden sonra Aranda Paşa orkestrayı yönetti. 1908 yılında flütist Saffet Atabinen ilk Türk şef olarak orkestranın başına geçti ve orkestraya yenilikler getirdi. Mızıka-ı Humayun’un ilk parlak sanatsal yükselişi, 1919 yılında 60 kişilik kadrosu ile Avrupa kentlerinde verilen konserler ile gerçekleşti. Konser öncesinde Mızıka-ı Humayun yönetciliği ile orkestra şefliği birbirinden ayrılarak Osman Zeki Üngör ilk defa bağımsız bir orkestra şefi olarak göreve başlamış, Türk Kurtuluş Savaşı yıllarında orkestra, Osmanlı Padişahı'na bağlı bir kurum olarak varlığını devam ettirdi, saltanat kaldırılınca halifeye bağlandı ve "Makam-ı Hilafet Mızıkası" adını almıştır. Hilafetin kaldırılmasında 8 gün sonra, 11 Mart 1924'te orkestra, TBMM'nin karşısındaki binada ilk konserini verdi. Yeni hükümetin önünde ilk sınavını böylece veren orkestra, 27 Nisan 1924 tarihinde dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Atatürk'ün emri ile Ankara'ya taşındı. Osman Zeki Üngör'ün yönetiminde çalışmalarına devam eden orkestra, Türk Ocağı'ndaki konserlerin yanı sıra radyo konserlerine ağırlık verdi. Cumhuriyet dönemindeki ilk yurtdışı turnesi 1926 yılında gerçekleşti. "Karadeniz Gemisi"ndeki Yerli Malı Sergisi'nin Avrupa sahil şehirlerine yaptığı 4 aylık geziye katılan orkestra büyük ilgi gördü. Yine Türkiye Cumhuriyeti Millî Savunma Bakanlığı'na 1932 yılına kadar bağlı olarak çalışmayı sürdüren orkestra, 23 Haziran 1932 tarihinde Zeki Üngör'ün çabaları ile Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlandı. "Riyaset-i Cumhur Filarmoni Orkestrası" adını alarak cumhuriyet ile özdeşleşti. Bu adın alınması ile bando ve orkestra kesin olarak birbirlerinden ayrıldı. Zeki Üngör 1934'te orkestradan ayrıldı. Orkestrada idari ve sanat otoritesi 1951 yılına kadar tek şefte toplanmış. Orkestra sanatçıları aynı yıl kendilerine bir yönetim kurulu seçtiler. Bu yönetim şekli 1957'de "Kuruluş Özel Yasası" ile resmileşmiş, orkestra yönetimi yönetim kurulu ve teknik kurul olmak üzere iki organa ayrılmış, her sene tekrarlanan bir seçimle orkestrayı yönetecek 5 kişilik yönetim kurulu belirlenmeye başlanmış ve seçilen yönetim kurulu orkestranın senelik programını belirlemeye, teknik kurul ise yabancı şef ve solistlerin seçimini yapmaya başlamıştır. Orkestra, çalışmalarını 1961 yılında kendisine tahsis edilmiş ve 1962'de konser salonuna dönüştürülmüş olan binada sürdürür. Söz konusu bina Gençlik Parkı'nın güneyinde, Talatpaşa Bulvarı üzerindedir. 1995'te mevcut konser salonu ile Ankara Adliyesi arasındaki bölgede temeli atılan yeni binanın inşaatı devam etmektedir. Binanın 2013 yılında bitirilmesi planlanıyor. Double-double Double-double basketbolda bir oyuncunun 5 olumlu istatistik olarak kabul edilen sayı, rebound, asist, top çalma ve bloğun ikisinde çift haneli sayılara (10 ve üzeri) ulaşmasında kullanılan terimdir. Double-double performansına, özellikle sayı ve rebound sayıları kolaylıkla 10'un üzerine çıkabilen pivot ve power forward oyuncuların sıklıkla ulaşabilir. Bu sebepten triple-double'a oranla daha sık karşılaşılır. 2004/2005 sezonunda NBA'de sekiz oyuncunun sezon ortalam istatistikleri double-double'a ulaşmıştır. Steve Nash dışında tüm oyuncular sayı ve rebound'da bu başarıya ulaşırken, Steve Nash sayı ve asist ortalamalarında 10'u geçmiştir. Komplo teorisi Komplo teorisi, kamuoyu tarafından belli bir şekilde algılanmış herhangi bir olay hakkında geliştirilmiş, kamuoyundan saklandığı iddia edilen bilgilerle, gizli bilgilere veya olayın arkasındaki görünmeyen güçlerle ilişkilendirilen alternatif açıklamalara verilen addır. Bazı kişiler komplo teorileri üreten kişileri paranoyak, ilgi çekmeye uğraşan ya da yanlış yönlendirmelerle toplumu yanıltarak bundan politik, ekonomik (ya da medyatik) çıkar sağlamaya çalışan kişiler olarak görür ve iddiaları gülünç ve önemsiz kabul ederler. Öte yandan bu tip iddialar popüler kültür alanında her zaman kendisine yer bulabilmiş, ilgi çekmeyi başarabilmiştir. Bilim adamlarına göre komplo iddialarına yatkın toplumlar uzun süreli politik, ekonomik veya ahlaki çöküntü yaşayan veya kendilerine karşı önemli bir tehdit yöneldiğini düşünen insanlardır. Öte yandan, İngiliz sosyolog Mark Fenster'a göre belgelendirilebilen pek çok komplo teorisinin fos çıkması, bunların hepten önemsiz olmaları anlamına gelmiyor. Fenster, bu teorilerin ortaya koyduğu gerçeğin, toplumda var olan sisteme karşı genel güvensizlik ve özellikle her şeyin yüzeyde şeffaf ve özgür gözüktüğü demokratik sistemlerde aslında alttan alta süregelen başka mekanizmaların varolduğuna dair inançtır. Tarım devrimine ardından da sanayi devrimine tanıklık eden insanlık tarihi, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren de geçirdiği bilişim devrimiyle uzmanların "bilgi toplumu" olarak nitelendirdigi toplumsal dönüşüm sürecine geçişe sahne oldu. Bu yeni çağın en önemli getirilerinden biri, gelişen teknolojinin doğurduğu, tasidigi veri kapasitesi ve hızı inanılmaz derecede artmış bir iletişim ortamı yarattı. Bu yeni ortamda artık bireylerin istedikleri hatta kimi zaman da istemedikleri kadar çeşit ve yoğunlukta bilgiye erişme olanakları, televizyon, internet ve cep telefonu gibi çeşitli medyalar aracılığıyla neredeyse sınırsız bir biçimde arttı. Artık dünyanın hemen herhangi bir yerinde olan bir olayı neredeyse anında haber alabiliyor, konu hakkında ayrıntılara ve yorumlara ulaşabiliyor, dilersek kendi görüş ve düşüncelerimizi yine aynı medyaları kullanarak anında başkalarına iletebiliyoruz. Öte yandan paradoksal şekilde artan bilgi akışı insanları gelen bu bilgilerin doğruluğundan daha az emin olmaya yöneltiyor. Eskiden az ve öz şeklinde nitelendirebileceğimiz kadar bilgi edinebilen insanlar, ellerine geçen bilginin doğruluğunu akıl yolu haricinde sorgulamanın zorluğundan ve çoğu zaman da buna gerek görmediklerinden, ellerine geçtiği haliyle benimseyip kabul ediyorlardı. Günümüzdeyse manipüle edilmiş bilgilerin de en az gerçek bilgiler kadar kolay olarak iletilebildiği bu dünyada, bilgi tüketicilerinin kaynağı belli olamayan bilgilerin doğruluğundan şüphe duymaları şaşırtıcı değil. Böyle bir ortamda bu şüpheciliği ilerletip, gerçekleşen irili ufaklı her tür olayın aslında doğru yansıtılmadığı ve mutlaka arkasında başka birseylerin oldugundan süphe edip komplo teorileri geliştirenlerin oranı son yıllarda bir hayli arttı. Özellikle internet ortamında aklınıza gelebilecek her türlü olayla ilgili komplo teorileri bol miktarda bulunmakta ama iddialarinin arkasında güçlü kanıtlar da bulunduğunu öne süren bu tip teorisyenler, çoğunluğu başta Amerika olmak üzere Batı dünyasında televizyon programlarına da çıkmakta, gazetelere demeçler vermekte hatta görüşleriyle ilgili kitaplar da yayınlamaktalar. Bu tip komplo teorilerine halk ilgisi de her zaman yüksek oranda olduğundan dolayı, bu görüşlere sahip insanlara medya desteği her zaman bulunmaktadır. Günümüzde toplumsal güvensizliği yaratan en önemli unsurlardan biri de şüphesiz ki terörist eylemlerdir. Çok boyutlu komplo teorilerinin miladı olarak kabul edilen 1963 yılındaki Amerikan Başkanı John F. Kennedy suikasti ile üretimi ivmelenen komplo teorileri arasında dünya dışı varlıklar, dini teoriler, devlet sırları ve derin devlet gibi ana başlıkların arasında her zaman terörist eylemler de olagelmiştir ama özellikle 11 Eylül saldırıları sonrasında terörün küresel bir önem kazanması ve en sonunda, bu tarihe kadar terörün sadece yerel olaylarla sınırlı kalacağını ve kendilerine bulaşmayacağını düşünen güçlü ülkelerin de terörden nasiplenebileceğinin anlaşılmasıyla, terör hakkındaki komplo teorileri Batı dünyasında da yaygınlık kazanmış ve geniş ilgi uyandırmaya başlamıştır. Verem Verem veya tüberküloz (kısaca TB), bakteriyel ve bulaşıcı bir hastalık. Halk arasında ince hastalık olarak da bilinir. "Mycobacterium tuberculosis" mikrobunun neden olduğu uzun seyirli ve granülomatöz karakterde bakteriye
l ve bulaşıcı bir enfeksiyon hastalığıdır. Tüberküloz birden fazla organda görülebilen bir enfeksiyon olmasına karşın, daha çok akciğerler ve akciğerlere ait mediastinal lenf bezlerinde gözlenir. Basil, aktif bir tüberküloz hastasından öksürük, hapşırık ya da diğer yollarla tükürük içerisinde havaya damlacık yoluyla saçılır ve havada asılı kalan partiküllerin alınmasıyla enfeksiyon yayılır. Pek çok vakada bakteri akciğerlere yayılarak tüberkül denen peynir benzeri yapılar oluşturur ve solunum dokularına zarar vererek akciğerlerde oyuklar oluşturur. Kan dolaşım sistemindeki hasar nedeniyle, hastalığın ileri safhalarında hasta parlak renkte kan tükürebilir. Genel olarak Mycobacterium türlerinden ileri gelen tüm enfeksiyonlar "mikobakteriozis" olarak isimlendirilmekle birlikte tüberkülozis terimi sadece insan ve sığırların mikobakteriozisinde kullanılır. İnsanlarda çoğu enfeksiyon semptomsuzdur ve latent enfeksiyon olarak kalır. Bunların da yaklaşık onda biri ilerde aktif enfeksiyona (hastalığa) ilerler. Albert Calmette ve Camille Guérin adlı iki araştırmacı, 1920'lerin sonunda vereme karşı bir aşı geliştirmişlerdir. Bu iki araştırmacının soyadına atfen bu aşıya BCG (Bacillus Calmette-Guérin) adı verilmiştir. HIV enfekte olmayanlarda sadece % 5-10 oranında tüberküloz enfeksiyonu aktif hastalığa dönüşürken buna karşılık HIV ile ko-enfekte olanlarda bu oran % 30'lara çıkmaktadır. Ekstrapulmoner TB, akciğer TB ile birlikte görülebilir. Sistemik belirtiler ateş, titreme, gece terlemesi, iştahsızlık, kilo kaybı ve yorgunluktur. Çomak parmak da görülebilir. Göğüs ağrısı, yan ağrısı, 2 hafta ya da daha uzun süren öksürük, nefes darlığı, hemoptizi, balgam, ses kısıklığı gibi çeşitli semptom ve bulgular görülebilir. Akciğer dışı tüberkülozda semptom ve bulgular tutulum yerine göre geniş bir yelpazede değerlendirilir. Tüberküloz etkeni bir dönem "Mycobacterium tuberculosis" (M. hominis) ve "Mycobacterium bovis" olarak adlandırılmasına karşın günümüzde bu iki serotipin "Mycobacterium avium" suşu olduğu tespit edilmiştir. Yani insanlardaki tüberkülozis etkeni "Mycobacterium avium" sups. tuberculosis, sığır tüberkülozisinin etkeni ise "Mycobacterium avium" sups. bovis'tir. Mycobacterium türleri gram pozitif, hareketsiz, asit fast boyalara dirençli (bu yüzden Ziehl-Nielsen gibi özel metodlarla boyanırlar) basillerdir. 5 yaş altı çocuklar, HIV enfeksiyonlu kişiler, silikozis, kronik böbrek yetmezliği, lösemi, lenfoma, diyabet, akciğer kanseri, gastrektomi, jejunoileal bypass, bağışıklığı baskılayan tedavi alanlar, ilaç bağımlılığı, sigara, alkol risk faktörlerinden önemlileridir. Hastalığın bulaşmasında portörler önemli rol oynarlar. Aktif akciğer tüberkülozlu hastadan öksürük, hapşırık, konuşma, şarkı söyleme ya da tükürme gibi eylemlerle, 0,5 - 5 mikron çapında bulaşıcı damlacıklar dışarı atılır. Tek bir hapşırıkla 40.000 damlacık dışarı atılabilir. Bu partiküller havada asılı kalarak bir süre canlılıklarını korurlar. Sağlam kişilerin bu partikülleri almasıyla hastalık bulaşmış olur. On bakteri bile enfeksiyona neden olabilir. En bulaştırıcı hastalar balgam mikroskopisinde basil görülen akciğer ve larinks tüberkülozlu hastalardır. Mikroskopisinde basil gösterilemeyen hastaların bulaştırıcılığı düşüktür. Bulaşma riski en yüksek grup ise hasta ile yakın temaslılardır. Bunlar; aile fertleri, ev arkadaşları, işyeri arkadaşlarıdır. Uygun ve düzenli tedavi ile bulaştırıcılık 2-3 haftada sona erer. Bu sebeple hasta izole edilmeli ve tedavisine hemen başlanılmalıdır. Aktif ancak tedavi edilmemiş tüberkülozu olan bir kişi yılda 10-15 insana hastalık bulaştırabilir. Mycobacterium tuberculosis ile enfekte olanların yaklaşık % 90'ı asemptomatik latent enfeksiyon olarak kalır, latent TB olgularınında ömürleri boyunca % 10 oranında verem hastalığına ilerleme riskleri vardır. Ancak tedavi edilmediği takdirde aktif TB olgularında ölüm oranı % 50'den daha fazladır Tüberküloz, granülomatöz inflamatuar durumlardan biri olarak sınıflandırılır. Makrofajlar, T lenfositler, B lenfositler ve fibroblastlar burada görev alırlar. lenfositler, enfekte makrofajları çevreleyerek granülomları oluşturur. Granülom mikobakterilerin yayılmasını engeller ve bağışıklık sistemi hücrelerinin etkileşimi için yerel bir ortam sağlar. Bakteriler granülom içinde atıl hale gelirler ve latent enfeksiyon oluştururlar. Tüberküloz granülomlarının bir başka özelliği, tüberküllerin merkezinde anormal hücre ölümü (nekroz) gelişmesidir. Çıplak gözle doku yumuşak beyaz peynir görünümünde olduğundan kazeöz nekroz olarak adlandırılır. Bilinen en eski hastalıklardan biri olmasına, sebebinin kesin olarak bilinmesine, 50 yıldır tedavisinin mümkün olmasına ve üstelik korunabilir bir hastalık olmasına karşın, hâlâ dünyada en yaygın ve ölümcül bulaşıcı hastalıklardan biri olmaya devam etmekte ve yılda üç milyonu aşkın kişi verem nedeniyle kaybedilmektedir. Yerküre üzerinde yaşayan her üç kişiden birisi tüberküloz ile karşılaşmış ve onunla tanışmış durumdadır. Halen yılda 8 milyon yeni verem hastası teşhis edilmektedir. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde nüfusun çok büyük bir bölümü "Mycobacterium tuberculosis" bakterisi ile çocukluğunda karşılaşmıştır. Hastalık farkedilmeden geçirildikten sonra, bakterinin çok dirençli olması nedeniyle, vücutta uyur bir şekilde kalır. Kişinin savunma sisteminin zayıfladığı durumlarda yeniden hastalık oluşturma potansiyeline sahiptir. Hastalanan kişinin tanısı konulduktan sonra mutlaka en az 6 ay süreyle ilaç tedavisi görmesi gerekmektedir. Tedavi ile iyileşme görülen hastalar "Verem Savaş Dispanseri" 'ne kontrole giderler. Önceleri sık olan kontroller daha sonra hastanın durumuna göre daha seyrek olur. Alınan etkenler öncelikle primer efekt denilen lezyonları oluşturur. Burada makrofajlar etkenleri fagosite ederek lenf dolaşımı aracılığıyla yakın lenf yumrularına götürür. Burada ise etkene karşı tekrar yangısal bir reaksiyonun oluşturduğu primer kompleks denilen yapılar oluşur. Mekanizma şöyledir: Makrofajlarca fagosite edilen etkenler yüksek virulensa ve barındırdıkları enzimler sayesinde makrofajların ölümüne neden olur. Fagosite edilen etkenlere karşı makrofaj lizozomları peroksidaz, süper oksit dismutaz ve iNOS (Nitrik oksit sentetaz) gibi reaktiflerin yanına defensin adı verilen molekülleri de üretir fakat Mycobacterium etkenlerine karşı bu işlem başarısız olur. Bunu diğer fagositlerin göçü izler. Ölen makrofajlar ve lenfostiler fagositoza devam eder ancak etkenler her defasında bu savunma hücrelerini öldürerek serbest kalır. Bunu izleyen süreçte majrofajların salgıladığı Growth faktörleri ve fibronektik gibi mediatörler bölgeye fibrosit göçünü sağlar. Fibrositler fibrin ve bağ doku üretmeye başlayarak etkeni kapsül içinde (tüberküloz granülomu, Ghon fokusu) sınırlandırmaya çalışır. Tüm bunlar süregelirken granülomun merkezinde nekrotik yani ölü hücrelerden oluşan bir alan vardır. Burada post disftrofik kalsifikasyon sonucu kalsiyum tuzları çöker. Tipik olgunlaşmış bir granülom şunları içerir; merkezde kalsifiye alan, bunun etrafında kazefikasyon nekrozu geçirmiş savunma hücreleri, nekrotik kuşakta histopatolojik tanıda önem taşıyan Langhans tipi dev hücreleri ve en dışta bağ doku kapsülü. Hastalığın teşhisi balgamın özel boyalar ile boyandıktan sonra, mikroskopta muayenesi sonunda, hastalık etkeni olan "Mycobacterium tuberculosis"in gösterilmesi ile konulur. Ayrıca balgamın özel işlemlerden geçirildikten sonra kültüre ekilmesi sonucu, kültürde üremesi de tanıyı kesinleştirir. Bazen, balgam muayenesinde hastalık etkeni görülemez iken, kültürde üreyebilmektedir. Balgam muayenesi hemen sonuç verirken, kültür sonucu iki ay gibi bir süre sonunda elde olunmaktadır. Bazı kültür tekniklerinde daha kısa sürede sonuçlar alınabilmektedir. Akciğer grafisi en çok görülen form olan "akciğer tüberkülozu"nun tanısında diğer önemli bir testtir. Ayrıca hastalık etkeni ile karşılaşılıp karşılaşılmadığını gösteren PPD testi ya da TDT denilen tüberküloz deri testi yapılır. Hastalığın sık görülen formlarında balgamın mikroskop altında muayenesi, kültüre ekilmesi, akciğer filmi tanı için çoğunlukla yeterlidir. Ancak bakteriyolojik muayene yapmadan, sadece akciğer filmi ile tanı konulması yeterli değildir. Tüberküloz taramalarında amaç yüksek riskli grupların taranmasıdır. Bu grupta; sağlık çalışanları, verem hastalarının temaslıları, cezaevlerinde kalanlar ve bağışıklığı baskılayan herhangi bir hastalığı olanlar yer alır. Bunun yanında huzurevinde kalanlar, göçmenler, mülteciler, evsizler, alkolikler, ilaç bağımlıları da risk grubu olarak kabul edilir. Tarama amacıyla akciğer grafileri ve tüberküloz cilt testi kullanılır. Bunlarda patoloji saptananlar ya da semptomu olanlardan balgamda basil araştırılması ve daha ileri incelemeler yapılır. Tüberküloz kesinlikle başarıyla tedavi edilebilen bir hastalıktır. Tedavide rifampisin, izoniazid, pirazinamid ve etambutol içeren antibiyotikler kullanılır. Tedavinin ilk iki ayında bu dört ilaç kullanılmaktadır. İki aydan sonraki dört ayda rifampisin ve izoniazid kullanılmaktadır. Standart tedavi süresi altı aydır. Bunun yanında tedavi süresi; tüberküloz basilinin tuttuğu organ, dirençli basille enfekte olma durumu, nüks ya da kronik vaka olması, eşlik eden diğer hastalıkların varlığı ve hastanın diğer özellikleri dikkate alınarak düzenlenir. Parçacık fiziği Parçacık fiziği, fiziğin atomaltı parçacıkları inceleyen dalıdır. Atomaltı parçacıklar bağımsız olarak ömürleri çok kısa olduğu için normal şartlar altında gözlemlenemezler. Bu amaçla oluşturulan parçacık hızlandırıcısı denilen dev düzeneklerde, yüksek elektriksel alan etkisi ile hızlandırılmış parçacıkların manyetik alan etkisi ile odaklanarak çarpıştırılması ile ortaya çıkan farklı parçacıklar incelenebilir hale getirilmeye çalışılır. Bu işlemlerin yapılmasında ve yaratılan çarpışmalarda ortaya çıkan enerji miktarları çok büyük olduğundan parçacık fiziği yüksek enerji fiziği olarak da adlandırılır. Parçacıkları ve etkileşimlerini açıklayan en günc
el kurama Standart Model adı verilir. Fermiyonlar, leptonlar ve kuarklardırlar ve şimdiki bilgilerimize göre başka parçacıklardan yapılmamış olan en temel parçacıklardır. Fermiyonlar, dönüş (spin) kuantum değerleri kesirlidir (½ gibi). Bu parçacıklar dönüş değerleri kesirsiz (0, 1 gibi) olan bozonlar sayesinde birbirleri ile etkileşirler. İki çeşitleri vardır. Leptonlarin en çok bilineni elektrondur. Elektron şimdilik başka parçacıklardan yapılmamış olarak kabul edilmektedir. Leptonların spin'i (dönüş; parçacığın iç açısal momentumu) ½ ve elektrik yükleri (protonun elektrik yükünün katları olarak) -1 veya 0 dır. Yunanca lepton "hafif temel parçacık" anlamına gelmektedir. Şimdilik (2007'de) bilinen 6 lepton vardır: Temel parçacıklar içinde adını Murray Gell-Mann ve George Zweig tarafından alan parçacıklar kuarklardır. Kuarklarda spin ½ ve elektrik yükleri 2/3 veya -1/3 olan parçacıklardır. Şimdilik (2007'de) bilinen 6 kuark vardır: Doğada şimdilik varlığı bilinen dört temel kuvvet vardır. Bu kuvvetler belli parçacıkların değiş-tokuşu ile oluşurlar ve şöyle sınıflanabilirler: Kuarklar ve/veya antikuarklar gluon tarafından zamklanarak hadronları oluştururlar. Yeğin kuvvet gereğince kuarklar hadronlar içinde hapsolmuş olarak bulunurlar; serbest parçacık olarak gözlemlenemezler. 3 kuarktan (veya antikuarktan) oluşan spini kesirli hadronlara Baryonlar (bu kelime Yunanca "ağır" anlamındadır), bir kuark ve bir antikuarktan oluşan spini tam sayı hadronlara ise Mezonlar (bu kelime "Mezzo" orta sözünden gelir) denir. Atom çekirdeği temel parçacık değildir, nükleon adı verilen proton ve nötronlardan meydana gelir. Elektron ve çekirdeğin içindeki nötron ile proton kararlı parçacıklardır. Kuarklar bir araya gelerek nükleonları oluştururlar. Nötron u,d,d kuarklarından, proton ise u,u,d kuarklarından meydana gelmiştir. Elektrik yükleri hesaplandığında nötronun yüksüz (2/3 - 1/3 - 1/3 = 0) ve protonun +1 yüklü (2/3 + 2/3 - 1/3 = 1) olduğu görülür. Bir atom çekirdeğini oluşturan nükleonlar aradaki mezon alışverişi ile kararlı parçacıklar ortaya çıkar. Bu olay esnasındaki kuvvet Yeğin etkileşimdir ve çekirdeği parçalanmadan tutar. Bu olgu ilk kez Hideki Yukawa tarafından ortaya konulmuştur ve bu olayda en çok rol oynayan mezon pi mezondur. Ortalıkta fazla görülmeyen bu parçacıkların ömrü çok kısadır. Yüklü pi mezon formula_1 sn yaşar. Bir atom çekirdeğinin her zaman kararlı değildir, kararsız atom çekirdeklerinde, ki radyoaktif maddelerin çekirdekleri böyledir, çekirdek parçalanması olur. Bunun nedeni zayıf etkileşim adlı kuvvettir. Yukarda belirtilen bu parçacıkların Pauli yasası dahilinde spinleri göz önüne alındığında, ya tam sayılı (0,1..) veya buçuklu (1/2, 3/2...) olduğu görülür. Yarı tam sayılı spinli parçacıklar Fermi istatiklerine, tam sayılı spine sahip olanlar Bose-Einstein istatiklerine uyarlar. Bu nedenle spinler göz önüne alındığında parçacıklar iki kısma ayrılırlar. Fermi istatistiklerine uyan parçacıklar aynı anda aynı kuvantum sayılarına sahip olamazlar (elektron gibi). Bose istatiklerine uyanlar ise aynı anda aynı konumda olabilirler. (fotonlar bu grupta oldukları için lazer ışını oluşabilir). Yukarıda bahsi geçen Temel Kuvvetlerin etkileşim parçacıkları Bozonlardır. Tüm bahsedilen parçacıkların bir antiparçacığı da mevcuttur; bu parçacıkların tamamı antimadde olarak adlandırılır. Arnavut kaldırımı Arnavut kaldırımı, desenden bağımsız, belli büyüklükteki taşlarla kaplanmış, yaya veya araç trafiğine açık yol. Yağmur sularının taşların arasından akmasına izin verdiği için yoğun yağış alan bölgelerde kullanımı yaygındır. Ayrıca altyapı kazılarının yoğun olduğu dönemlerde, sökülmesi ve tekrar döşenmesi kolay olduğu için de tercih edilir. Asfalt bulunmadan önce, önemli ticaret yolları buna benzer teknikler kullanılarak döşenmiştir. Jean Cocteau Jean Cocteau (5 Temmuz 1889 - 11 Ekim 1963), Fransız film yönetmeni. 1889 yılında Maisons-Laffitte, Yvelines'te doğan Cocteau gençlik yıllarında şiir ve yazına ilgi duydu. Dönemin sürrealist, dadacı ve kübist öncü sanatçılarıyla arkadaşlıklar kurdu, şiirler, piyesler, romanlar ve şarkı sözleri yazdı. Garip özel yaşamıyla dikkat çekmiş, çeşitli erkekler ve kadınlarla egzantirik ilişkiler yaşamıştır. Bir dönem uyuşturucu da kullanmıştır. Cocteau'nun filmleri yoğun sanatsal ve fikri altyapıları ile fark yaratır. Cocteau modern sanat ve sinema dünyasına çok büyük katkılarda bulunmuştur. 11 Ekim günü Édith Piaf’ın öldüğü açıklandıktan kısa bir süre (aynı gün içinde) çok sevgili dostu Jean Cocteau da hayata veda etti. Cocteau’nun Piaf’ın acısına dayanamadığı için kalp krizi geçirdiği söylenir. Hababam Sınıfı Uyanıyor (film) Habbam Sınıfı Uyanıyor, 1976 yapımı Türk güldürü filmi. Yapımcılığını ve yönetmenliğini Ertem Eğilmez yapmıştır. Hababam Sınıfı'na Ahmet adında çalışkan bir öğrenci gelir. Hababam, başta köylü diye alay ettiği Ahmet'i de kendisine benzetmeye çalışır. Ne var ki, Ahmet kolay pes etmeyen, duyarlı ve duygulu bir çocuktur. Bu filmde Tarık Akan olmadan yola devam eden Hababam ekibi, sürekli haylazlığı pohpohladıklarını kabul etmeyerek sosyal duyarlılık için çağrıda bulunmaktadır. Halit Akçatepe' nin oynadığı son hababam filmidir. Sosis Sosis, içinde hayvan eti bulunan, genellikle baharatla yoğurularak, hayvan bağırsağı içinde yarı ya da tam pişirilerek hazırlanan gıda maddesidir. Baharatlı içeriği sebebiyle, ilk olarak Orta Doğu-Hint bölgesinde ve Çin'de üretildiği düşünülmektedir. Et kültürü bulunan her bölgede benzer ürünler görmek mümkündür. M.Ö. 500 yıllarının Çin ve Yunan kaynaklarında kayıtlar mevcuttur. Çiğ, pişmiş, tütsülenmiş ve kurutulmuş olmak üzere çeşitleri mevcuttur. Bob Dylan Robert Allen Zimmerman veya sahne adıyla Bob Dylan, (24 Mayıs 1941, Minnesota), Amerikalı müzisyen ve yazar. Robert Allen Zimmerman (Shabtai Zisel ben Avraham) 24 Mayıs 1941 tarihinde Minnesota eyaletinin Duluth şehrinde bulunan St. Mary's Hospital'de Abram Zimmerman ile Beatrice "Beatty" Stone'nın oğlu olarak dünyaya geldi. Aynı eyaletin Hibbing şehrinde büyüdü. Büyükbabası Zigman Zimmerman ve babaannesi Anna Zimmerman Trabzon (Osmanlı Devleti)'dan Odessa (Rus İmparatorluğu)'ya göç etmiş ve 1905 yılında yaşanmış antisemitik pogramından sonra ABD'ye göç ettiler. Annebabası Benjamin Edelstein ve anneannesi Lybba Edelstein Litvanyalı Yahudi olup 1902 yılında ABD'ye göç ettiler. Dylan 2004 yılında "Chronicles: Volume One" adlı anılarında babaannesinin ailesinin Kağızmanlı olduğu, evlenmeden önceki adının "Kirghiz" (Kırgız) olduğu, onun ebeveyni de aynı bölgeden gelen ayakkabı ustası ve sepici olduğu ve onun sülalesinin aslen İstanbul'dan geldiğini, ilk gençliğinde söylediği Ritchie Vales'in In a Turkish Town (Bir Türk Kasabasında) şarkısının, herkesin dilindeki La Bamba'nın tersine kendisiyle daha uyuşur göründüğünü yazdı. Sonradan "Huzurevine oranla daha fazla kişinin öldüğü yer" olarak tanımlayacağı üniversiteden atıldığında, henüz 18 yaşında bir gençti.Yirmisinde ise dağınık ve kirli saçları, eski püskü giysileri, omzunda gitarı ile New York'ta, "Beatnik"lerin arasında bulunmuştur. Ona göre New York "Henüz çok fazla insanın gitmediği, gidenin de geri dönmediği" bir yer ve oraya gitmek, "Aya gitmek gibi bir şey"dir. 13 Ekim 2016'da Nobel Vakfı tarafından 2016 Nobel Edebiyat Ödülüne layık görüldü. Oscar'ı ve Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan iki ( George Bernard Shaw ) yazardır. "The Freewheelin' Bob Dylan" 1963'te piyasaya çıktığında, Dylan, en iyi olma yoluna çıkmıştır. Albümün kapağında New York sokaklarında sevgilisi Suze Rotolo ile birlikte çekilmiş bir fotoğrafı bulunmaktadır. "Blowin' In The Wind", herkesin diline düşmüştür. Her seferinde farklı bir şeylerden bahseden Dylan; savaşların anlamsızlığından, Tanrı’dan, adaletsizlikten, seksten, aşktan, sevgiden bahsetmiştir. Her seferinde değişik kesimlerin tepkisini çekmiştir. Bir şeyler söylüyordu; fakat bir başka sefer aynı şeyleri tekrarlamıyordu. Çoğu kişiye göre o, sadece içinden geleni yapıyordu. Belki de, kitleler onu görmek istedikleri gibi görüyordu. Folk müziği seçmesinin nedeni de zaten, gitarı ve armonikasından başka hiçbir şeye ihtiyaç duymayacak olmasıydı. Joan Baez’in söylediğine göre, "gördükleri sadece kendisi için bir şey ifade ediyordu". "Başkalarının ihtiyaçları için kafa yoran biri değildi." Yine de Baez ona aşık oluyordu. Geceliği on iki dolarlık izbe bir otel odasında gazetecilere üstünde kocaman siyah ceketi, beyaz gömleği ve mor kol düğmeleri ile röportaj verirken, Baez’in gözünde "Gözleri bütün gerçekleri görmüş gibi yaşlı ve kendisi bir kış yaprağı kadar naif"ti. Dylan, 1965'te İngiltere turnesi sırasında yanındaki "elit bohemlerle" birlikte Savoy Otel’de ikamet etmiştir. Ve Marianne Faithfull ona yakın olabilmek için otele gider, odada bir köşeye çekilir. Dylan’ın daktilosuna, "eninin ideal mısra ölçüsü olduğunu söylediği" kalın bir tuvalet kağıdı takılıdır. Faithfull onun dikkatini çekmediğini düşünürken, o, sürekli bir şeyler yazmıştır. Ne yazdığını sorduğunda, aldığı cevaba şaşıracaktır Faithfull. Dylan, onun hakkında bir şiir yazmaktydı. Dylan’ın teklifi üzerine, yeni albümünü dinlerler bir gece otel odasında. Ona göre; "Onun özel dinleyicisi olmanın bir bedeli vardır, O gece duygusal biri olmuş, ona kur yapmaktadır". Fakat Faithfull hamiledir ve bir hafta sonra evlenecektir. Faithfull’un o gece gerçeği söylediği için pişmanlık duymasının nedeni, onunla yatamamış olması değil, o tuvalet kâğıtlarına kendisi için yazılanları hiçbir zaman öğrenemeyecek olmasıdır. İngiltere turnesi Joan Baez’le ilişkilerinin de sonu olur. Forest Hill Konseri’ne kendisini davet ederek New York’tan Amerika’ya açılmasına yardımcı olan Joan Baez’i, İngiltere turnesinde sahneye davet etmemiştir. 1973’teki “Pat Garrett and Billy The Kid” albümüne kadar bir süre sessiz kalır. Bu yıl, “Knockin’ on Heaven’s Door” ile Bob Dylan olduğunu bir kez daha hatırlattığı yıldır. Üç yıl sonra gelen Desire albümündeki “One More Cup Of Coffee” ise bir başka klasik olacaktır.
Hırvatça Hırvatça, ("hrvatski") Slav dillerinin güney grubundan, Hırvatların konuştuğu dildir. Sırpça ile birlikte "Sırp-Hırvat dili" olarak da bilinirdi. Bugün Hırvatistan Cumhuriyeti'nin ve Avrupa Birliği 'nin resmî dili olması dışında Bosna-Hersek'in fiiliyatta üç etnik yapılı bölümlenmesi sebebiyle burada da resmiyete sahiptir. Hırvatça, Boşnakça gibi Latin Alfabesiyle yazılır. 900 yıllık bir geçmişi vardır. Standart Hırvatça yazı dili, merkez ağız bölgesinden oluşmuştur. Slav menşeli dillere dâhil edilen Hırvatça, diğer Slav dillerinden din ve kültürel yapı sebebiyle farklılaşır. Hırvatların Katolik mezhebine mensup olmaları ve fakat diğer Slavların Ortodoks mezhebine mensup olmaları, esasen kelime hazinesinde olan farklılıkları doğurmuştur. Sırpça ile, kelime hazinesinin yanında, alfabe ve /e/-/ije/ (belo-bijelo) denkliği bakımlarından farklılık gösterir. Alfabede 30 harf + 2 (i+e=ie, r+r=ŕ) vardır: a, b, c, č, ć, d, dž, đ, e, f, g, h, i, j, k, l, lj, m, n, nj, o, p, r, s, š, t, u, v, z, ž. q, w, x, y harfleri sadece yabancı özel isimlerde kullanılır. Estonlar Eston, Estonya'nın çoğunluğunu oluşturan ve ülkenin resmi dili olan Estoncayı konuşan etnik gruba verilen isimdir. Estonlar, binlerce yıl önce Uralların ötesinden bulundukları bölgeye göç etmişlerdir. Konuştukları dil Ural Dil Ailesi'nin Fin-Ugor dilleri grubundandır. Finler ve Macarlarla tarihi yakınlıkları vardır. Estonya sözcüğünün bölgenin Baltık denizinin doğusu olması nedeniyle doğuda yaşayanlar manasında Eastern'den türediği söylenir. 600 yıl önce Baltık Denizi kıyısındaki limanları geliştirmişlerdir. Estonlar Avrupa'da Hıristiyanlığı en geç kabul eden uluslardan biridir. 12. yüzyılda bölgeye ticaret amacıyla gelen Cermenler bölgede yaşayan Pagan Baltık ve Fin-Ugor halklarını Hristiyanlığa davet ettiler. İsteksiz halka Hristiyanlığı zorla kabul ettirmek amacıyla Papa tarafından asker gönderildiği bilinmektedir. 13. yüzyılda Töton şövalyeleri Estonya ve Letonya topraklarında Livonya Konfederasyonu adı verilen bir konfederasyon kurdular. Yüzyılın sonlarında Tallinn dahil birçok Estonya kentleri Kuzey Alman Ticaret ortaklığı olan Hansa Birliği'ne katıldılar. Estonlar 16. yüzyıl ortalarına kadar Alman soyluları tarafından yönetildi. Estonca Estonca (""), Estonya'nın resmî dilidir. 1.1 milyon Estonya vatandaşına ek olarak on binlerce Estonyalı göçmen tarafından konuşulan dil. Ural Dil Ailesi'nin Fin-Ugor dilleri'ne mensuptur. Dil, Finceye oldukça benzemektedir. Dili ailedeki diğer dillerden ayıran en önemli özellik, "kısa", "uzun" ve "çok uzun" olmak üzere üç farklı tonlama barındırmasıdır. Estonya'da 13. yüzyıldan 1918 yılına kadar hüküm süren Kuzey Haçlılarının etkisi nedeniyle ülke, Danimarka, Almanya, İsveç, Rusya gibi Cermen veya Slav halkların etkisinde kaldı. Bunun bir sonucu olarak geçmişte Estonca verilen eserler oldukça azdır. Bu dilde verilen eserlerin sayısındaki en belirgin artış, 19. yüzyıldaki Aydınlanma Çağı süreciyle başladı. Her ne kadar Baltık Cermenleri arasında, Estonya'yı Cermenlerle kaynaştırma düşüncesi yaygın olduysa da, Estonya'nın tarihi olarak aydınlanması ve Cermen istilası öncesindeki Eston kültürünün benimsenmeye başlanmasıyla Estonlar, Danlara ve Almanlara karşı bağımsızlık savaşlarına başladılar. Estonya Bağımsızlık Savaşı'nın ardından, Estonca da hemen ülkenin resmî dili haline getirildi. II. Dünya Savaşı'nda Sovyetler Birliği tarafından ele geçirilen Estonya'nın resmî dilleri arasına Rusça da eklendi. Yetmişlerin ikinci yarısında, iki dil bilme baskısı nedeniyle, ülkede Rusça bilenlerin sayısı ivmeyle arttı. Rusça, Estonlara, diğer Sovyet ülkelerinde olduğu gibi "kardeş halkların dili" olarak tanıtıldı ve çocuklara erken yaşlarından itibaren bu dil öğretildi. Her ne kadar Eston olmayan Estonya vatandaşlarına okullarda Estonca öğretimi zorunlu olsa da, birçok kişi tarafından bu gereksiz görüldü. Perestroyka Dönemi sürecinde, Ocak 1989'da Estonca yasası kabul edildi. Sovyet Rusyası'nın dağılmasıyla beraber Estonya bağımsızlığını ilan etti ve Estonca, tekrar devletin tek resmi dili oldu. Bilinen en eski Estonca yazıtlar 13. yüzyıldan kalmadır. Livonyalı Henry'nin vakayınamesi olan "Originates Livoniae", Estonca yer isimleri, kelimeler ve cümle parçaları barındırır. Günümüze kadar gelen ve baştan sona Estonca olan en eski yazıtlar ise Kullamaa duaları olarak bilinen yazıtlar olup 1524 ve 1528 yıllarından kalmadır. 1525 yılında, Estonca yazılan ilk kitap basıldı. Kitap Luteran el yazmalarından biridir. Ancak bu kitabın alıcısına asla ulaşmadığı ve basımından kısa süre sonra yok edildiği bilinmektedir. Yine günümüze kadar gelen ilk Estonca kitap ise 1535 yılında S. Wanradt and J. Koell tarafından yazılan ve hem Almanca, hem Estonca olan Luteran soru cevap formatındaki kitaptır. Bunun dışında 1627'de din adamlarının kullanması için Almanca yazılan bir Estonca dilbilgisi kitabı basıldı. 1686'da Yeni Ahit'in bir kopyası Güney Estoncaya, 1715'te ise Estoncaya çevrildi. Daha sonra iki lehçe, Anton Thor Helle tarafından Kuzey Estonca lehçesi üzerine tekrar birleştirildi. Eston Edebiyatı'nda verilen en çok eser 19. yüzyılda, Estofili döneminde (1750-1840) yazılmıştır. Milli Eston Edebiyatı ise 1810'dan sonra ortaya çıktı ve Kristjan Jaak Peterson gibi şairlerin felsefi şiirleri yayımlandı. 1525'ten 1917 yılına kadar 14.503 eser yayımlanırken, 1918 yılı ile 1940 yılları arasında 23,868 eser yayımlandı. Modern dönemde Jaan Kross ve Jaan Kaplinski Estoncadaki en bilinen ve kitapları en çok dile çevrilen sanatçılar olarak kaldı. Estonca, Ural dillerinin Baltık-Fin dilleri koluna mensuptur. Bu nedenle Estonca, birçok özellik bakımından Fince ile oldukça yakın olduğu gibi, Avrupa'da Hint-Avrupa dillerine mensup olmayan birkaç dilden biridir. Her ne kadar kültürel sürecin etkisiyle Estoncada birçok komşu dillere ait sözcük bulunsa da, Estonca yine de yakın dillerden olan İsveççe, Letonca, Rusça gibi dillerin hiçbirine benzememektedir. Estonca, Avrupa dillerinden Fince dışında Macarca ile yakın akrabadır. Ancak bu iki dil arasında da oldukça belirgin farklar mevcuttur. Estonca, Fince ve Macarca ile beraber sondan eklemeli bir dildir. Dilde sözcüklere birçok ek getirilerek oldukça uzun sözcük kurabilmek mümkündür. Ancak Estonca, diğer tüm Ural dillerinden farklı olarak ünlü uyumu özelliğini kaybetmiştir. Ancak eski Estonca metinlerde bu uyuma rastlamak mümkündür. Tüm bunların dışında Estonca, sözcük sonlarındaki seslerin aşınması özelliğine sahip olup, hemen hemen tüm günlük konuşmada bu durumla karşılaşmak olasıdır. Estonca, özne-yüklem sırası itibarıyla, Özne-Yüklem-Nesne düzenine sahiptir. Estonca lehçeler Güney ve Kuzey lehçeleri olmak üzere iki gruba ayrılır. Kuzey Estonca lehçeleri başkent Tallinn çevresinde konuşulurken ülkenin de resmi dili olan Estonca bu lehçelerdendir. Güney Estonca lehçeleri ise Tartu ve çevresinde konuşulur. Bu ana lehçelerin dışında bir de ülkenin kuzeydoğusunda konuşulan "kirderanniku" lehçesi mevcuttur. Kuzey lehçeleri "kesk" veya orta lehçesini de içine alır. Batı lehçeleri veya "lääne", Läänemaa, Pärnumaa, Saaremaa ve Hiiumaa'nın bulunduğu "saarte" (adalar) ile kuzeybatı kıyılarının "ida" (doğu) lehçelerine karşılık gelir. Güney grubu Tartu, Mulgi, Võro ve Seto lehçelerini kapsar. Bunlardan bazıları Güney Estonca lehçelerinin birer parçasıyken, bazıları başlı başına bir dildir. Özetle Võro başlı başına bir dilken Seto da bu dilin bir lehçesi durumuna gelmiştir. Fincede olduğu gibi Estoncada Latin alfabesi kullanılmakta olup fazladan "ü" ve "õ" harflerine sahiptir. Dile daha sonradan yabancı özel adların yazımında kolaylık sağlamak adına "š","ž", "c", "q", "w", "x" ve "y" harfleri eklenmiştir. Estonca adların hiçbirinde "f", "z", "š" ve "ž" harflerine rastlanmaz. "Ö" ve "ü" harfleri de Almanca, İsveççe ve Türkçede olduğu gibi okunur. "Ä" harfi [æ] olarak okunduğu gibi "a" ve "e" seslerinin ortasına bir ses verir. "Õ" harfinin verdiği ses ise başlı başına Estonca'ya özgü olup, /ɤ/ şeklinde okunmaktadır. Aynı harfin bulunduğu Portekizcede bu harf daha farklı okunmakla beraber, diğer dillerle karşılaştırıldığında Kazakçadaki "ұ" ve Vietnamcadaki "ơ" harflerinin verdiği seslere çok benzemektedir. Yine Türkçedeki "ı" harfi ile Rusçadaki "ы" harfleri de bu sese yaklaşık bir okunuşa sahiptir. Estoncada farklı genişlikte ve seste on sekiz ünlü ses vardır. Estoncada birçok durak mevcuttur. Üç farklı uzunluk mevcut olup b d g, p t k ve pp tt kk şeklinde yazılırlar. Diğer ünsüzlerin her biri ise farklı uzunluklara sahiptir. Ancak sadece kısa ve uzun ünsüzlere yazı dilinde yer verilir. Seslilerle beraber, iki segmental uzunluk bölümleri fonemiktir ve üçüncü bölüm ise kesitüstü fonemiktir. Örnekle; 'n' harfi için; "lina" (sayfa) sözcüğündeki "n" kısa; "linna" (kentin) sözcüğündeki "n" yarı uzun ve "linna" (kente) sözcüğündeki "n" ise çok uzundur. Sonuncu olanın uzunluğu dilbilgisi işareti "-han" ile izlenilebilirken, telaffuz ederken atlanılır. Estonca'nın atası sayılan Proto-Fincede damaksıllaşma özelliği diğer Ural dilleri'nden farklı olarak kaybolmuştur. Ancak Estonca bu özelliği Slav dilleri'nden tekrar kazanmıştır. Bunun yanında Estoncadaki damaksıllaşma özelliği, Rusçadakinden farklıdır. Estoncada seslerin değişmesi, farklı tonlamadaki ses uzunluklarının farklı dilbilgisi formlarıyla değişmesi yoluyla gerçekleşir. Nicel değişiklikler (güçlü tonlama : güçsüz tonlama) Nitel değişiklikler (güçlü tonlama : güçsüz tonlama) Tonlamaların ad çekimiyle ayrılması Tonlamaların eylem çekimiyle ayrılması Estoncada vurgu genelde ilk hecededir. Ancak kimi zamanlarda vurgu ikinci heceye kayabilmektedir. "Aitäh" "teşekkürler", "sõbranna" "bayan arkadaş" gibi sözcükler, vurgunun ikinci heceye kaydığı sözcüklere örnektir. Yabancı dillerden geçen sözcüklerde de genelde yine asıl dilindeki karşılığındaki vurgu alınır. "İdeaal" "ülkü", "professor" "uzman, profesör" gibi sözcükler bunlara örnektir. Vurgu, güçsüz olup, çoğu sözcük eşit vurguya sahiptir. Tipolojik olarak Estonca, sondan eklem
eli dillerle kaynaşmalı diller arasında bir geçiş görünümü vermektedir. Bunun baş nedenlerinden biri, Cermen halklarının ve dillerinin Estonca üzerinde sürekli etki bırakmasıdır. Estonca isimlerde ve adıllarda cinsiyet yoktur. Ancak birçok durum ekinin sayısı diğer Ural dillerine oranla nispeten az olup on dört tanedir. Eylemlerin dolaysız nesneleri, yükleme durumu veya parçacıl tanımlık durumu şeklinde bulunabilir. Yükleme durumu ayrıca tekil durumdaki tamlayan durumu ile ve çoğul durumdaki yalın durumla uyuşur. Estoncada bunun yanında diğerlerinden farklı bir gelecek zaman kipi yoktur. Bu zaman geniş zamanla sağlanır. Aynı şekilde eylemlerde gizli öznenin yaptığı fiilleri açığa çıkarmanın özel formları mevcuttur. Her ne kadar Estonca ve Cermen dilleri tamamen farklı kökenlere sahipse de, Estoncada birçok Avrupa dilleri kökenli sözcüklere rastlanır. Bunun nedeni Estonca'nın sözcük haznesindeki her üç sözcükten birini Cermen dilleri'nden almış olmasıdır. Bu Cermen dilleri'nin başında Aşağı Saksonca gelir. İstatistiksel verilere bakıldığında Estoncada her yüz kelimeden 22-25'i Estonca kökenli olmayıp, bunun %15 kadarı Aşağı Saksoncadandır. Estonca plancılarından olan Ado Grenzstein, Estonca'ya yoktan sözcükler üretme girişiminde bulunmasıyla bilinmektedir. Grenzstein'ın icatları arasında "kabe" (dama oyunu) ve "male" (satranç oyunu) sözcükleri yer almaktadır. Estoncadaki en ünlü yenilikçilerden olan Johannes Aavik (1880-1973), yeni birtakım çalışmalarda bulundu. Çalışmaları arasında, başta Fince olmak üzere birçok sözcüğü Estonca formatıyla dile sokmaya çalıştı. O dönemde "Genç Estonya" oluşumuna katılan Aavik, Tartu'da eğitim aldı. 1921'de hazırladığı sözlükte 4000 sözcük yer almaktaydı ve bunlardan çoğu -sözde- yoktan türetilmişti. Bu sözcüklerin arasında • "ese" (nesne), • "kolp" (kafatası), • "liibuma" (yapıştır-), • "naasma" (geri dön-), • "nõme" (aptal), • "range" (sıkı), • "reetma" (ihanet et-), • "solge" (ince, esnek, nazik) (fazla geçerlik kazanamadı) ve • "veenma" (ikna et-) gibi sözcükler olup günümüzde Estoncada sıklıkla kullanılmaktadır. Her ne kadar 1921'deki sözlüğünde yer almasa da • "nentima" (kabul et-), • "nördima" (darıl-), • "süüme" (vicdan), and • "tõik" (durum) gibi sözcükler de Aavik tarafından geliştirilmiş olup bu sözcükler de Estoncada yaygın olarak kullanılmaktadır." Ancak özellikle Aavik tarafından geliştirilen sözcüklerin büyük kısmı yoktan var edilmemiş olup, çevre dillerdeki karşılıkların Estonlacalaştırılmasıyla elde edilmiştir. Bu dillerin başında Rusça, Almanca, Fransızca, Fince, İngilizce ve İsveççe gelir. Bu bakımdan Aavik, yabancı sözcük karşıtı olarak nitelendirilememektedir. Baltık Denizi Devletleri Konseyi Baltık Denizi Devletleri Konseyi (BDDK), Soğuk Savaş'ın ardından Baltık Denizi çevresinde meydana gelen jeopolitik değişimlere cevap verebilmek ve hükümetlerarası işbirliğini tesis etmek amacıyla 5 - 6 Mart 1992 tarihlerinde kurulmuş birliktelik. BDDK'nın üyeleri Estonya, Letonya, Litvanya, İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya, İzlanda, Almanya, Polonya, Rusya ve Avrupa Komisyonu'dur. Konsey üyelerinden Norveç ve İzlanda'nın Baltık Denizi'ne kıyısı yoktur. Baltık Devletleri tabiri genellikle aralarında tarihi ve coğrafi birliktelik bulunan ve Baltık Denizi'ne kıyısı bulunan Estonya, Letonya ve Litvanya'yı kastetmek amacıyla kullanılır. Ancak BDDK'nın kurulmasıyla bu kavram BDDK üyesi devletleri kastetmek amacıyla da kullanılır olmuştur. Baltık devletleri Baltık devletleri, Baltık Denizi'ne kıyısı olan tarihi ve coğrafi birliktelikleri olan bağımsız cumhuriyetler. Önceleri sadece Estonya, Letonya ve Litvanya için kullanılan bu tabir günümüzde zaman zaman Baltık Denizi Devletleri Konseyi'ni kastetmek amacıyla da kullanılır. Üç Baltık Devleti, aralarında tarihi ve coğrafi yakınlık bulunan Estonya, Litvanya ve Letonya'dır. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bağımsızlıklarını ilan eden bu ülkeler 2004 yılında Avrupa Birliği, 2005 yılında ise de NATO'ya üye olmuşlardır. Baltık Devletleri, Rusya'ya bağlı olan ancak Rusya ile kara bağlantısı olmayan Kaliningrad Bölgesi ile Rusya arasında yer almaktadır. Üç Baltık Devleti, Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından kurulan Bağımsız Devletler Topluluğu'na üye değildir. Baltık Denizi Devletleri Konseyi, Soğuk Savaş'ın ardından Baltık Denizi çevresinde meydana gelen jeopolitik değişimlere cevap verebilmek ve hükümetlerarası iş birliğini tesis etmek amacıyla 5 - 6 Mart 1992 tarihlerinde kurulmuş birlikteliktir. BDDK'nın üyeleri Estonya, Letonya, Litvanya, İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya, İzlanda, Almanya, Polonya, Rusya ve Avrupa Komisyonu'dur. Üye ülkelerden Danimarka, Norveç ve İzlanda'nın Baltık Denizi'ne kıyısı yoktur. Konstantinos Kavafis Konstantinos Kavafis (29 Nisan 1863- 29 Nisan 1933) Yunan şair. Çağdaş Yunan şiirinin önde gelen isimlerinden biridir. 1863 baharında İskenderiye`de doğdu. 1850 yılında Mısır`a yerleşen İstanbul-Yeniköy kökenli Pedros Kavafis ile Harikleya Fotiyadi`nin dokuzuncu çocuğuydu. Kavafis 7 yaşındayken babasını kaybetti (1870). Babası arkasında eski sıhhatli günlerine nazaran pek bir şey bırakmadı. Aile 2 yıl sonra 1872`de Birleşik Krallık'a gitti. Konstantinos, eğitimini burada sürdürdü. Babadan kalan şirket 1876 bunalımı sonrasında, erkek kardeşlerin de tecrübesizliğinin etkisiyle batınca aile 1880 yılında İskenderiye`ye geri döndü. Kavafis İstanbul'da yaşadığı 1882-1885 yıllarında, Bizans ve Helen tarihini inceledi, demotiki olarak bilinen halk dilini burada tanıdı. İskenderiye'ye döndükten sonra Su İşleri Bakanlığı'nda uzun yıllar kâtiplik yapmış, İskenderiye Borsası'nda simsar olarak çalışmıştır. Ömrünün son yıllarında gırtlak kanserine yakalanan Kavafis 29 Nisan 1933'de İskenderiye'de yalnızlık içinde ölmüştür. İlk şiirleri 1903'te Yunanistan'da yayımlandı. Bir yıl sonra 14 şiirden oluşan ilk kitabını çıkardı. 1907'de Nea Zoi (Yeni Hayat) adlı edebiyat dergisinin çevresinde toplanan genç sanatçılarla ilişki kurdu. 1910'da birinci kitabını 12 şiir ekleyerek yeniden yayımladı. 1911'den ölümüne dek şiirlerini dergilerde yayımlayan Kavafis'in 154 şiiri toplu olarak 1935'te yayımlanabildi. Bütün şiirleri 1963'te gün yüzü görebildi. En önemli şiirlerini 40 yaşından sonra yayımladığı için kendisini "yaşlılığın şairi" olarak nitelendirmiştir. Kavafis konularının çok büyük bir bölümünü tarihten almıştır. Onun asıl ilgi alanı olan Helenistik dönem ve Bizans, bir kahramanlar çağı değil, karmakarışık olaylar, nedensiz gibi görülen savaşlar, uydu krallıklar, sürgün edilmiş kukla krallar, politik dalgalar, kıskanç, tutkulu sanatçılar çağıdır. Doludizgin bir cinsellik bu örgünün dokusuna işlenmiştir. Robert Joseph Flaherty Robert Joseph Flaherty (d. 16 Şubat 1884 – ö. 23 Temmuz 1951) Amerikalı yönetmen. Atça, Sultanhisar Atça, Aydın'ın Sultanhisar ilçesine bağlı bir mahalle. 12 Kasım 2012'de TBMM'de kabul edilen 6360 sayılı kanun öncesinde belde statüsündeydi. Mahallenin planı, Paris'teki Charles de Gaulle Meydanı'na benzemektedir. Romalılar Döneminde kurulan Atça'da belediye teşkilatı 1867 yılında kurulmuştur. Atça Belediyesi Ege Bölgesi'nin ilk belediyelerinden birisidir. Atça, 27 Mayıs 1919'da uğradığı Yunan işgali'nden 5 Eylül 1922'de kurtulduğunda mağlup Yunan Ordusu'nun kaçarken yakıp yıktığı virane bir görünümde iken Cumhuriyet'in ilanıyla tekrar büyümeye başlamıştır. Uzun zaman Avrupa'da kalan ve Fransa'da şehir planlamacılığı konusunda eğitim alan Abdi Bey hayran olduğu Paris'in Şanzelize (Fransızca: Champs-Élysées) gibi ünlü caddelerinin birleştiği, ismi daha sonra Charles de Gaulle olacak olan Etoile Meydanı'nı örnek alarak Atça'yı yeniden imar etmek üzere Osmanlı'nın son döneminde ve cumhuriyetin ilk yıllarında belediye başkanlığı yapan Maşacızade Hafız Mehmet Efendi'nin talebi üzerine görevlendirilmiştir. Aynı meydanda bulunan Zafer Takı (Fransızca: Arc de Triomphe)'nın bulunduğu yere de Atça Parkı'nı yerleştirdi. Etoile Meydanı'na bağlanan 12 caddeye karşılık Atça'ya da 45° açı ile 8 simetrik ana cadde ve bunları dik kesen yüzlerce düzenli sokaklar yerleştirdi. Sekiz ana cadde "(bunlar: Karakol Caddesi, Kurtuluş Caddesi, Abdi Bey Caddesi, Nazilli Caddesi, Kavaklar Caddesi, Jurnalı Caddesi, Batı Caddesi ve Atatürk Caddesi)" kent merkezindeki Atça Parkı'nda birleştiği; çok katlı yapılaşmaya izin verilmeyen belde, daha çok bahçe içindeki müstakil evlerle donatıldı. Türkiye'de bu şekilde tasarlanmış ilk ve tek yerleşim birimidir. Atça Parkı, Atça'nın merkezidir. Çapı 95 metre olan bir daire olup, 7084,625 m² lik alanı kaplar. Sekiz ana caddenin birleştiği bu nokta, Atçalıların dinlenme ve eğlenme yerlerinden biridir. İlk önceleri çocuk bahçesi, hayvanat bahçesi gibi bölümlerden oluşan parkta, bugün aile çay bahçesi, kafetarya ve çocuk parkı bulunmaktadır. Sekiz ana caddenin her birinin uzunluğu 500 metredir. Brüt alanı 58000 m²'dir. Atatürk Caddesi ve Karakol Caddesi parke ile kaplı, diğer bütün caddeler beton ve asfalt kaplamadır. 1979 yılı imar çalışmalarında ele alınan bir çevre yolu projesi tamamlanmıştır. Atça'da halkın büyük bölümü çilek, karpuz, kavun, pamuk, zeytin, incir, üzüm, narenciye, şeftali ve sebzecilik işleriyle süt ve besi hayvancılığı yaparak geçimini sağlamaktadır. 1990'lı yılların başından itibaren çilek üretimi şehrin ana geçim kaynaklarından biri haline gelmiştir. Atça'da her yıl mayıs ayında çilek festivali de düzenlenmektedir. Atça Sanayi Sitesi'nde 107 adet dükkân bulunmaktadır. Bunun yanında ihracat yapan 1 adet dişli fabrikası, 1 adet tekstil (brode) fabrikası, 4 adet zeytinyağı fabrikası, 3 adet narenciye mumlama fabrikası, 2 adet pamuk çırçırlama fabrikası, 1 adet kasa fabrikası, 1 adet deterjan fabrikası ve 1 adet su dolum tesisi faaliyet göstermektedir. Atça'da okuma yazma oranı %97'dir. Bölgedeki ilk eğitim kurumu Yağdere köyünde 1923 yılında açılmıştır. 2007 yılında Adnan Menderes Üniversitesi'ne bağlı Atça Meslek Yüksekokulu'nun kurulması için protokol imzalanmış, inşaat tamamlanıp 2008-2009 eğitim-öğreti
m yılında açılmıştır. Yükseköğretim öğrencileri için de erkek yurdu ve kız yurdu olmak üzere 2 adet yurt tahsis edilmiştir. Atça'da 1 adet anaokulu, 3 adet ilkokul, 2 adet ortaokul 1 adet endüstri meslek lisesi, 1 adet anadolu lisesi ve 1 adet meslek yüksekokulu bulunmaktadır. Atça'daki ilk ve orta dereceli okullarda yaklaşık olarak 100 adet öğretmen bulunmaktadır. Özlem Tekin Özlem Tekin (d. 18 Kasım 1971, Kaliforniya), Türk rock şarkıcısı. Babası dilbilimci ve Türkolog Talat Tekin'in Berkeley Üniversitesi'nde öğrenim görevlisi olması nedeniyle uzun bir süre ABD'de kaldı. İlk öğretime başlamadan önce Türkiye'ye geldi. İlk öğretimi Fransızca eğitim veren Tevfik Fikret Lisesi'nde okudu ve bu süre boyunca piyano dersleri aldı. Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nda eğitim gördü ve 1992 yılında mezun oldu. Aynı zamanda ABD vatandaşıdır. Profesyonel sahne çalışmalarına Grup Lokomotif'in üyesi olarak, Seyyal Taner ve Zerrin Özer'e sahnede vokal yaparak başladı. Şebnem Ferah ve Ebru Bank (Eroğlu) tarafından Bursa'da temelleri atılan Volvox grubunda solist ve klavyeci olarak görev aldı. 1994 yılında solo çalışmalarına başlayan şarkıcı 1996 yılının Ocak ayında ilk solo albümü "Kime Ne?"`yi çıkarmıştır. İkinci albümü "Öz"ün ardından sanatçı "Laubali" ve "Tek Başıma" albümlerini yayınladı. Remixlerden oluşan Rock'n Coke albümü sponsorlar tarafından konserlerde ücretsiz dağıtılmak üzere basıldı. "Mucizeler Komedisi" adlı müzikli tiyatro oyununda yer alan şarkıcı 2005 yılında "109876543210" isimli albümünü piyasaya çıkardı. 2006 yılında Cem Yılmaz ile başrolünü paylaştığı "Hokkabaz" adlı sinema filminde yer aldı. 2006 yılı başında yönetmenliğinini Kartal Çidamlı'nın gerçekleştirdiği,başrolünü Burhan Öcal ile paylaştığı Maçolar adlı dizide rol aldı.Bu dizi 5. bölümden sonra yayından kaldırılmıştır. 2007 yılında Fesupanallah adlı dizide rol aldı. 2007 yılı başında hayran sitesi önderliğinde, Özlem Tekin Bahar Ormanı, Tema Vakfı aracılığıyla oluşturuldu. 8 Ağustos 2008 tarihinde Cem Öcal ile evlendi. 29 Nisan 2010 tarihinde "Bana Bi' Şey Olmaz" adlı albümünü çıkardı ve ilk klibi bu albümdeki "Yatağım Boş" parçası için çekildi. Sinek mantarı Sinek mantarı ("Amanita muscaria"), "Gelin mantarı" olarak da bilinen, Amanitaceae familyasından zehirli ve halüsinojen bir mantar türüdür. İbotenik asit, müsimol gibi zehirli bileşikler içerir ve Pantherina sendromu zehirlenmesine yol açar. Yarattığı delilik krizleri 4-6 saat sürer. Bu mantardan etkilenenlerde; ruh halinin değişmesi, (keyifli veya kaygılı durum), nedensiz gülme, hayal görme, konuşma güçlüğü, kas spazmları, görme ve işitme bozukluğu, yorgunluk gibi belirtiler görülür. Bu mantardan zehirlenmelerde ölüm olayı nadirdir, özellikle küçük çocuklarda tehlikeli olabilmektedir. Parlak kırmızı ve turuncu renklerde olabilir. Diğer amanita türleri gibi beyaz renkli, yumurta şeklinde bir kapsülden çıkar, genelde üzerindeki zar'ın kalıntılarından kaynaklanan beyaz noktalar taşır. Avrupa'da sinek mantarının şans getirdiğine inanılır. Ortaçağ'da üzerine konan sinekleri sersemletip boğduğu için bu mantarın suyu sineklerden korunmak için kullanılmıştır. Etimolojik açıdan incelendiği zaman Yunancada "amanitai" "detaysız mantar", "musc" ise sinek anlamına gelir. Bu mantar her zaman insanların ilgisini çekmiş, süslemelerde, çocuk kitaplarında kırmızı renkli beyaz benekli sevimli bir mantar olarak resmedilmiştir. Sibirya'da şamanlar tarafından çeşitli amaçlarla kullanıldıkları, Vikinglerin de bir yeri işgal etmeden önce cesaret vermesi için bu mantarı yedikleri bilinmektedir. Şamanlar ayinlerini düzenlemeden önce bu mantarlardan yerler ve uykuya yatarlar. Mantarın getirdiği uyku hali ve halüsinojenik etkilerle gördükleri rüyaları anlatarak kehanette bulunurlar.Ayrıca ünlü oyun Mario'nun mantarının bu mantar türünden esinlendiği bilinmektedir. Half-Life 2 Half-Life 2, bilim kurgu temalı, birinci tekil şahıs gözünden oynanan, Half-Life'ın devamı olarak Valve Corporation tarafından yapılan bir bilgisayar oyunu. Valve Corporation tarafından geliştirilen oyun 22 Haziran, 2004 tarihinde piyasaya çıkarılmıştır. 2004 yılında 40'ın üzerinde "yılın oyunu" ödülü almıştır. Ayrıca Half-Life 2, "yapılmış en iyi bilgisayar oyunu" seçilmiştir.. Half-Life ise oylamada 9. olmuştur. Oyunun ana karakteri Gordon Freeman ise "gelmiş geçmiş en iyi oyun karakteri" seçilmiştir. 7 Aralık 2012'de yapılan 10. Spike TV Video Oyun Ödülleri'nde "son on yılın en iyi oyunu" seçilmiştir Half-Life 2, modern bir fizik motoru ve online etkinleştirme sistemi kullanan ilk oyundur. Online etkinleştirme Steam üzerinden yapılır. Oyun, daha sonradan Xbox, Xbox 360 ve PlayStation 3, Android için uyarlanmıştır. Android için uyarlanan versiyonu Nvidia Shield tarafından yapılmıştır. Gpu'su Tegra olan Android işletim sistemine sahip telefon,tablet,konsollarda oynanabilmektedir. 2006'da , 2007 yılında ise adlı devam niteliğinde iki genişleme pakedi çıkarılmıştır. Oyunun yapımı sırasında 40 milyon dolar değerinde kaynak kod internete sızmıştır. Valve'nin geliştirmiş olduğu Source Motoru isimli grafik motorunu kullanmaktadır. Ayrıca Havok fizik motoru gibi birçok üçüncü şahıs teknolojiyi içermektedir. Half-Life 2, İlk oyundaki Black Mesa Kazası'ndan 20 yıl sonra Doğu Avrupa'daki Şehir-17'de başlar. Dr. Gordon Freeman, G-Man tarafından Şehir 17'deki tren durağına gönderilir. Combine güçlerine karşı Freeman, Black Mesa'daki bilim adamları ve bazı arkadaşları tarafından organize edilen Barney Calhoun, Alyx Vance ve Dr.Kleiner'ın da bulunduğu yeraltı direniş örgütüne katılır. Gordon, Dr.Eli Vance'in laboratuvarı Black Mesa Doğu'ya ışınlanmak istenirken başarısız olur. Laboratuvara eski şehir kanallarını kullanarak ulaşır. Black Mesa Doğu'ya vardığında Alyx'in robot hayvanı Dog ile tanışır ve burada yer çekimi silahını alır. Daha sonra laboratuvar Combine saldırısına uğrar ve Dr. Eli Vance, eskiden üst düzey bir hapishane olan Nova Prospekt'e götürülür. Mossman ise sözde kaçırılmıştır. Gordon terkedilmiş ve zombiler ile dolu olan Ravenholm Kasabasından gider. Papaz Grigori'nin yardımıyla otoyol 17 ye ulaşır ve Tau topu isimli silahla donamlı olan arazi aracıyla Deniz feneri'ne ulaşır ve orayı Combine'a karşı savunur. Arazi aracını orada bırakarak yola yürüyerek devam eder. Antlionlar ile dolu olan bir sahili geçer ve bir antlion guard ile savaşır. Yakındaki kamptan gelen Vortigaunt Gordon'a antlion guardların antlionları kontrol etmek için kullandığı Pheropodlar diğer adıyla Bugbaitler verir. Gordon bugbaitleri kullanarak Nova Prospekt'e ulaşır ve Alyx ile buluşur. Eli'nin yerini tespit ederler ve Mossman'ın bir Combine casusu olduğunu öğrenirler fakat Mossman Alyx ve Gordon onu durduramadan kendini ve Eli'ı Citadel'e ışınlar.Ardından Alyx ile birlikte Dr.Kleiner'ın Laboratuvarına ışınlanırlar ve bu sırada Nova Prospekt patlar. Işınlanma bir hafta sürmüştür.Direniş Nova Prospekt'in patlamasını Combine'a ayaklanma başlatmak için bir sinyal olarak görmüştür. Gordon ile Citadel'a ulaşmaya çalışan Alyx kaçırılır ve Citadel'a götürülür. Gordon Direniş üyeleriyle beraber, Combine ve striderlar ile savaşır ve Gordon Barney ve Dog'un yanına ulaşır. Barney ve Dog, Gordon'ın Citadel'a girmesine yardım ederler. Gordon, Citadel'a girmiştir. Citadel'da ilerlerken Breen'in El Koyma odasına giriş yapar ve Yerçekimi silahı hariç her silahı yok olur. Yer çekimi silahına gelen enerji sayesinde silah daha güçlü olur ve Gordon onu Combine'a karşı kullanır . İlerleyen kısımlarda Gordon da Dr. Breen tarafından yakalanır. Dr. Breen burada insanlar ve Combine ile ilgili planlarını anlatır ve anlattıkları Mossman'ın söylediklerine zıttır. Sinirlenen Dr. Mossman, Gordon, Alyx ve Eli'yi serbest bırakır. Dr. Breen, Kara Enerji Geçidine girer ancak Gordon, Dr.Breen'i Alyx'in yardımıyla durdurur. Reaktörün patlamasıyla G-Man zamanı durdurur. Gordon'ı yaptıkları için tebrik eder ve ona "Gordon'ın hizmetleri için gelen teklifler"den bahseder. Gordon'ın görevi bitmiştir ve G-Man Gordon'ı zamansız bir boyuta koyar. Half-Life 2, bir birinci tekil şahıs oyunudur. Olaylar oyuncunun gözünden anlatılmaktadır. Tüm olaylar ilk oyun olan Half-Life'ta ki konunun üzerine kuruludur. Ekranın altında oyuncunun sağlığını, cephanesini; üstte ise silahların olduğu listeyi gösteren bir monitör bulunur. Oyuncu sağlığını ve enerjisini ilk yardım paketlerinden, enerji pillerinden veya duvara entegre edilmiş ilk yardım panellerinden yükseltebilir. Oyuncuya gitmesi gereken hikâye içindeki seviyeye göre üstündeki zorluğu değişen tek bir yol bulunur. Bu yolda işgâlci Combine polisi veya askerleri, zombiler, kafa yengeçleri, vortigaunt'lar ve daha birçok çeşit uzaylı bulunabilir. Oyuncu, gitmesi gereken yolda birçok engel ve çözmesi gereken bulmacalarla karşılaşır. Örneğin, önüne kilitli bir kapı çıktığında çok daha uzun başka bir yol kullanarak bu kapının arkasına geçmesi gerekebilir. Bir barikat çıktığında bu barikatı aşmak için patlayıcı kullanması gerekebilir. Oyuncu, düşmana karşı bilim kurgusal veya gerçek birçok silah kullanır. Bu silahlar arasında 9 mm'lik bir tabanca, hafif makineli tüfek, el bombası, roket atar, arbalet, pompalı tüfek bulunur. Ayrıca oyun motoru'na dahil edilen fizik motorunun sayesinde "Sıfır noktası enerji alanı yönlendiricisi" ya da diğer adıyla Yerçekimi silahı kullanır. Bu silah, cisimleri oyuncuya doğru çeker ve çok büyük bir kuvvetle başka bir alana doğru fırlatabilir. Yerçekimi silahı oyunun bazı kısımlarında bulmacaları çözmek için de kullanılır. Örneğin asla kumlara basılmaması gereken bir bölümde oyuncu, etrafındaki nesneleri kullanarak kendine yol yapar. Diğer bir örnek ise oyuncu otoyolda ilerlerken önüne arabalardan bir engel çıktığında yer çekimi silahı ile arabaları itebilir. Sarayköy (anlam ayrımı) Sarayköy Sarayköy, Denizli'nin bir ilçesi. Sarayköy ilçesinin kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemesine rağmen, 14. yüzyılın sonlarına doğru Türkmen aşiret Reisi Sarıbey tarafından kurulduğu tahmin edi
lmektedir. Sarıbey’in kendi adı ile kurduğu köyün adı, daha sonraları çeşitli değişikliklere uğrayarak günümüzde Sarayköy’e dönüşmüştür. 1763 yılına kadar köy olan Sarayköy, bu tarihte Aydın iline bağlı bucak olmuştur. 1867 yılında Denizli livasının kazaya çevrilmesi üzerine, Denizli’ye bağlı bir nahiye olarak statüsünü korumuş, 26 Şubat 1882 yılında Denizli’nin sancak olması üzerine bu tarihten itibaren Denizli Sancağı’na bağlı bir kaza olmuştur. 15 Mayıs 1919’da Yunanların İzmir’i işgal ederek Aydın, Nazilli ve Sarayköy’e doğru ilerlemeleri karşısında Sarayköy Heyet-i Milliyesi zaman kaybetmeden harekete geçti. Müftü Ahmet Şükrü Yavuzyılmaz, Sarayköy ve civarında eli silah tutabilen herkesi topladı. Bu girişim sayesinde toplanan gönüllü kuvvet Menderes köprüsünü ve havalisini koruyarak, düşmanın ilerlemesini ve Denizli’ye girmesini engellemiştir. Bu günün anısı ve Sarayköylü vatanseverlerin gösterdiği kahramanlık nedeniyle bir efe heykeli yaptırılmış, bu heykel Sarayköy’ün sembolü olmuştur. Her yıl 24 Mayıs gününde bu anlamlı ve coşkulu olay tüm ilçede “Sarayköy’ün Millî Mücadeleye Katılım Günü” olarak şenliklerle kutlanmaktadır. Denizli merkeze 20 km mesafedeki Sarayköy’ün kuzeyinde Buldan, doğusunda Denizli, güneyinde Babadağ, batısında Buharkent, Kuyucak ilçeleri ile çevrilidir.. Aydın Dağları ile Menteşe Dağları arasında akan Büyük Menderes akarsuyu nedeniyle, aynı adı alan ovada yerleşilmiş, ancak bazı köyler çevredeki dağ eteklerinde sıralanmışlardır. Yüzölçümü 470 km²’dir. İlçenin kuzeyinden Büyük Menderes akarsuyu geçmektedir. Ayrıca yazın suyunu kaybeden küçük çaylarda bulunmaktadır. Akdeniz ikliminin özelliklerinin görüldüğü ilçede, yazlar sıcak ve kurak, kışlar ise çok soğuk olmamakla beraber yağışlı geçmektedir. Sarayköy’ün Sazak dağı ise genelde çıplak, ancak dağın ve çevresinin ağaçlandırılması için Denizli Orman Bölge Müdürlüğü’nce yoğun çalışmalar sürdürülmekte ve bu nedenle birçok fidan dikilmiş bulunmaktadır. Sarayköy'e bağlı 32 mahalle vardır. Sarayköy ve çevresinde en gelişmiş sanayi dalı dokumacılıktır. Eskiden beri Babadağ ve köylerinde yürütülen dokumacılık son yıllarda Sarayköy’ün çevre köylerine de girmiştir. Buralarda çoğunlukla tüccar için fason dokunan ham bezler daha sonra işlenerek ve desen baskıları yapılarak çarşaf ve nevresim halinde piyasaya sunulmaktadır. Köprübaşı köyündeki iki tekstil fabrikası bu yöntemle ürettiği tekstil mamullerini yurt dışına ihraç etmektedir. Sarayköy’de bulunan meşrubat fabrikasında gazoz ve kola gibi içecekler üretilmektedir. Ayrıca Sarayköy-İzmir yolu üzerinde Sarayköy'e 3 km uzaklıkta Menderes Tekstil Fabrikası, Sarayköy nüfusuyla birlikte, Manisa, Aydın ve ilçeleri olmak üzere birçok aileye iş imkânı sunmuş, 8 bine yakın çalışanı ile büyük istihdamı başta Sarayköy halkı olmak üzere çevre illere bu imkânı sunmuştur. Sarayköy'de bahçe kültürüde oldukça yaygındır; şeftali, erik, kayısı başta olmak üzere çok sayıda meyve yetiştiriciliği yapılmaktadır. Ayrıca Sarayköy iklimi elverişli olması nedeniyle kendi kendine yetebilen bir ilçemiz olduğu kadar çevre ilçelere, illere ve dış ülkelere de ihraç etmektedir. Çiftçiliğin geçim kaynağı olduğu Sarayköy'de pamuk üretimi ve bağcılık verimli ovasında yetiştirilmektedir. İlçenin Hasköy köyünde 1 adet tavuk çiftliği bulunmakla beraber Tekke hamamları civarında seracılık oldukça yaygındır. Sarayköy'ün Denizli'ye uzaklığı 22 km olması ulaşımı kolaylaştırmış, sanayi ürünlerinin maliyetini düşürmüş, piyasaya sunulmasını kolaylaştırmıştır. Denizli-Sarayköy güzergahı üzerinde 300'e yakın sanayi tesisi bulunmaktadır. Kızıldere jeotermal santralinden dışarıya atılan atık sıcak su kullanılarak, merkezî ısıtma yöntemi ile Sarayköy ilçe merkezinde yaklaşık 5.000 konut ısıtılmaktadır. Kızıldere jeotermal santraline ek olarak yapılan bir tesiste santralden dışarıya atılan atık sudan kurubuz ve sıvı karbondioksit üretilmektedir. Tesisin işletme kapasitesi yurdumuzun bu ihtiyacını karşılayabilecek düzeydedir. Üretilen bu ürünler yurdumuzda meşrubat sanayiinde, gıdaları dondurma ve şoklama işlemlerinde ayrıca endüstride de kullanılmaya başlanmıştır. Büyük Menderes akarsuyunun suladığı Sarayköy ovası sulu tarımın yapıldığı çok verimli bir arazidir. Kanal ve kanaletler sistemi ile ekili alanların büyük bir bölümü sulanmaktadır. 105.000 dekarlık pamuk ekili alanı toplam arazinin %68’ini oluşturmakta, ardından sebze ile erik, kayısı şeftali üretimi gelmektedir. Bunların dışında çok olmamakla birlikte zeytin üretimi de yapılmaktadır. İlçe yer altı kaynakları yönünden zengindir. Yeşilyurt köyü çevresinde alçıtaşı ocakları bulunmaktadır. Sazak dağında ve Kabaağaç alanında kalorisi çok yüksek fakat damar olarak az olan Linyit kömür ocakları bulunur Yakın çevrede Kızıldere, Tekke, Yenice ılıcaları olmak üzere bu şifalı sular Büyük Menderes akarsuyu çevresinde bulunmaktadırlar. İlçe sınırları içinde ayrıca in hamamı ılıcaları da vardır. Kızıldere Jeotermal Santrali: Denizli Sarayköy ilçesi Karataş köyü sınırları içerisindedir. Atçalı Kel Mehmet Efe Atçalı Kel Mehmet Efe (1780 - 1830; kısaca "Atçalı Kel Memet" de denmektedir), Aydın'ın Atça kasabasında fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve genç yaşında dağa çıkarak zeybek olmuş, daha sonra da 1829-1830 Aydın İhtilali olarak anılan harekete önderlik etmiştir. ("ihtilal" teriminin Osmanlı tarihlerinde yerel düzende ayaklanan, mevcut idarecileri kaçıran veya karışıklığa meydan verenler için kullanıldığını burada belirtmek gerekir.) 1829'da Kuyucak'ta başlayan Kel Memet'in önderliğindeki Aydın ayaklanması bir halk ihtilali özelliklerini taşır görünmektedir. Osmanlı İmparatorluğu'nun girdiği savaşların vergi yükünden bunalan halka bu vergiyi kaldırdığını ilan etmiş, mültezimlerin, voyvodaların ve zabitlerin halktan keyfi olarak topladıkları vergileri kaldırmıştır. Bunlarla da yetinmeyerek, 'vali-i vilayet, hademe-i devlet, Atçalı Kel Memet' şeklinde imzaladığı fermanlarda hükümetten serbest ticaret ve tarımın korunmasını, kanunların değiştirilmesini, daha eşit kanunlar yapılmasını ve askerliğin yeni esaslara bağlanmasını istemiştir. Aydınlıların yanı sıra, Kütahya, Manisa, Burdur ve Denizli'nin bazı kazaları, onun ileri sürdüğü fikirleri sevinçle karşılamış, ona kapılarını açmış ve kendilerine efendi yapmışlardır. İlk ayaklanmasında Aydın mütesellimi ve yanındaki adamlarıyla girdiği çatışmalar hariç, diğer kasabalarının hiç birisinde ona karşı silah atılmamıştır. Aksine, adamlarıyla birlikte bu kasabalara birer kurtarıcı gibi girmiştir. İdaresi altında bulunan yerlerde halkının malına, canına ve ırzına saygı gösterdi. Seyahat hürriyetine engel olmamıştır. Zulmü ve adaletsizliği ortadan kaldırmak, yeni bir düzen kurmak için çalışmıştır. Savunduğu fikirlerin II. Mahmut'un reformları ve sonrasındaki Tanzimat ilanı ile paralellikler arzettiği ileri sürülebilir. Öte yandan, Aydın İhtilali döneminin, Osmanlı İmparatorluğu'nun pek çok bölgesinde bir önder etrafında toplanarak yerel idareleşmeye (veya derebeylik kurmaya) yönelen hareketlerle eşzamanlı olduğu unutulmamalıdır. Boyut ve tarzları farklılıklar göstermekle birlikte, Manisa'da Karaosmanoğulları, Çukurova'da Ramazanoğulları, Yanya'da Tepedelenli Ali Paşa, Tuna boyunda Pazvantoğlu, hatta Mısır'da Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanları aynı dönemin hadiseleridir. Osmanlı Devleti, uğradığı kayıplara rağmen, bunların hepsini aşmıştır. Atçalı Efe'nin yaptıkları devlete karşı gelmek olarak algılanıp padişahça onaylanmamış ve üzerine gönderilen Osmanlı kuvvetlerine 1830'da yenilen Atçalı Efe çatışmada ölmüştür. Ancak cesareti ve halın canını ırzını namusunu korumak için yaptıkları Yörük Ali Efe gibi Ege efelerine ilham vermiştir. Aydın ile Nazilli arasındaki Atça kasabasında bugün Atçalı'nın anısına bir "Atçalı Kel Mehmet Efe" heykeli bulunmaktadır. Mimar Tamer Başoğlu'nun projesini hazırladığı heykelin temeli 8 Temmuz 1969 tarihinde atılmıştır. 82000 TL'ye maledilen heykel 27 Eylül 1970 tarihinde tamamlanmıştır. Heykelin kaidesinde, su elin, çeşme elin, tekne Atçalı Kel'in yazmaktadır. Atçalı Kel Mehmet'in kişiliği ve hayatı, senaryosunu İlhan Engin ve Murat Sertoğlu'nun yazdığı, Asaf Tengiz yönetmenliğinde 1964 yapımı bir filmde çekilmiştir. Bu filmde Fikret Hakan, Tijen Par, Hayati Hamzaoğlu, Erol Taş ve Hüseyin Baradan gibi zamanın ünlü oyuncuları oynamıştır. Atçalı Kel Mehmet'in hayatı Orhan Asena tarafından tiyatroya aktarılmıştır. Orhan Asena bu tiyatro eseriyle 1970 TRT Sanat Ödülleri Yarışması'nda başarı ödülü almıştır. Atçalı Kel Mehmet'in hayatı ve kişiliği, 2011 yılında Ege Üniversitesi Türk Halk Dansları Topluluğu (TÜHAD) tarafından, 'Atçalı Kel Mehmet'in İsyanı' adıyla ve Salih Kalyon'un desteği ile dans tiyatrosu olarak sahnelenmiştir. Çocukluğunda çok ürkek olduğu anlatılan bu efe, bir gün köy kahvesinde otururken, ahalinin ve kendisinin devlet tarafından sömürüldügünü ve yok yere acı çektirildigini düşünüp buna bir çare araken, üç iri köpeğe karşı cılız bir köpeğin kapışmasına şahit olur. Hasımlarınca bir hayli yıpratılan küçük köpek, can havliyle kaçarken bir çıkmaz sokağa girer. Kaçacak yeri yoktur. Direncinin son noktalarında olmasına rağmen sırtını duvara vererek bu üç köpeğe çılgıncasına saldırır ve onları kaçırmayı başarır. Atçalı da bundan ibret alır. Ayrıca Atçalı Kel Mehmet Efe'nin zeybeklikten önceki dönemine ait olarak, bölgenin hakim ailesi Arpazlılar 'dan Arpazlı Hacı Hasan Bey ile ilgili rivayetler de bulunmakta olup, bunların bahsi ilgili sayfadadır. Bulgarca Bulgarca, Hint-Avrupa dilleri ailesinden, Güney Slav dillerine bağlı dil. Bulgaristan'ın resmi dilidir. Yazı dili IX. yüzyılda oluşmaya başlayan Bulgarca, Selanikli Aziz Kiril ve kardeşi Metodiy'in tarafından 862 yılında Bulgaristan'ın Preslav kasabasında oluşturulan Kiril alfabesi kullanılarak yazılır. Harflerin çoğu Yunan alfabesinden ilham alınarak hazırlanmıştır. Bulgarca, yazıya dökülen ilk Slavik dildir. (Yapılan son araştırmalara göre aynı alfabe zaten bölgede bulunmaktaydı, fakat bir düzen içerisinde değildi
, alfabe birliği yoktu). Eski Bulgarca (9. yüzyıl-11. yüzyıl), Orta Bulgarca (11. yüzyıl-15. yüzyıl) ve Modern Bulgarca (16. yüzyıldan günümüze) olmak üzere üç temel aşamadan geçmiştir. Kuzey hazar bölgesinden göç ederek, bugünkü Bulgaristan topraklarına yerleşen Ön Bulgarlar'dan bugün sadece 20-30 tane kelime kalmıştır. Zaman birimleri: Güllü Agop Agop Vartovyan (Güllü Agop ya da Agop Ağa olarak tanınır; sonradan Müslüman olarak "Mehmet Yakup" ismini almıştır.) (1840; Beşiktaş, İstanbul - 1902, İstanbul), Osmanlı dönemi tiyatro oyuncusu ve yönetmeni ve Türk tiyatrosunun kurucularındandır. Oyunculuğundan ziyade kurduğu ve yönettiği tiyatro toplulukları ile başarı kazanan bir sanatçıdır. İstanbul’da ilk kez Müslüman oyuncuların sahne aldığı bir tiyatro grubu oluşturmuş; Türkçe oyun oynama imtiyaz almıştır. Kurduğu tiyatro topluluğu, Darülbedayi'nin ve İstanbul Şehir Tiyatroları'nın kurulmasına gidecek sürecin temel taşı kabul edilir. 1840 yılında Beşiktaş, İstanbul’da dünyaya geldi. Ermeni İlkokulu’nda öğrenim gördükten sonra sıvacılık, nakkaşlık gibi işlerde çalıştı. 1861-1862 yılları arasında, Balıkhanede memurken Beyoğlu’ndaki Şark Tiyatrosu'nda sahneye çıktı. Çeşitli oyunlarda Mardiros Mınakyan, Tomas Fasulyeciyan gibi dönemin ünlü oyuncuları ile birlikte oyunlar oynadı. Yabancı dilde oyun oynama tekeli, Naum Tiyatrosu’nu işleten Naum Efend’deydi. Şark Tiyatrosu’nda Ermeni sanatçılar Hugo, Dumas, Schlller ve Molière’den Türkçe çevirileriyle oyunlar sahnelemiştir. Bir süre İzmir'de genç Ermenilerin oluşturduğu amatör bir grubun yönetmenliğini üstlenen Vartovyan, İstanbul'a döndükten sonra Sırabiyan Hekimyan ile bazı oyunlar oynadı. Hekimyan’ın işlerinin bozulmasıyla birkaç ikinci derece oyuncuyla "Asya Kumpanyası" adlı topluluğu kurdu ve Gedikpaşa’daki sirki, tiyatroya çevirerek bu ekiple Ermenice oyunlar sahneledi. Geceleri aktörlük yapan sanatçının, gündüzleri sıvacılık yaptığı ve Beylerbeyi Sarayı’nın inşaatında çalıştığı; sarayın küçük balkonlarının oymalarını tutturmayı başarınca ödül olarak Sultan Abdülaziz’den 500 altın alan Agop’un bu para ile Gedikpaşa Tiyatrosu’nu tamir ettirdiği söylenir. Bu sahnede daha önce Razi adlı bir İtalyan, “Osmanlı Tiyatrosu” adıyla oyunlar sahnelemişti. Güllü Agop’un topluluğu da “"Osmanlı Tiyatrosu"” (Tiyatro-i Osmani) adıyla anılmaya başladı. Vartovyan, tiyatroyu Osmanlı hükümetinin koruması altına almak ve bu sanatı Türk seyircisine de sevdirerek kazancını arttırmak istiyordu. Eski bir aktör olan Garabet Papazyan’ın tavsiyesi üzerine Ermenice “"Sezar Borciya"” piyesini Türkçe’ye çevirtti. Eseri, 16 Nisan 1868’de sergilendi ve başarılı oldu. Gedikpaşa’daki Türkçe oyunlar seyirciden ilgi görünce kumpanya aynı yıl Üsküdar’a geçti ve Aziziye Tiyatrosu’nda birkaç gösteri düzenledi. Orada da büyük başarı kazanınca Kadıköy ve Beyoğlu’nda hazırladığı çeşitli gösterileri halka sundu. Türk seyircisi tiyatroya büyük bir ilgi gösterdi. 1869 yılında ilk olarak Fuzuli’nin ‘Leyla ile Mecnun’undan düzenlenmiş beş perdelik oyunu sergilendi. Siranuş, Teresa Çuhacıyan ve Annik Çuhacıyan, Mari Nıvart, Tomas Fasulyacıyan, Mardiros Mınakyan ve Bedros Magakyan gibi oyuncularla hem Türkçe hem de İstanbul Ermeni cemaatine hitap eden tiyatro faaliyetleri sürdürdü. Bengliyan ve Karakaşyan kız kardeşler ekibe katıldılar. Türkçe’yi tam olarak konuşmakta güçlük çeken ermeni oyunculara diksiyon dersleri verildi, pek çok ünlü batılı eser Türkçe’ye tercüme edildi. Ulusal bir tiyatro kurmak isteyen Sadrazam Ali Paşa'nın desteğiyle Güllü Agop, 1870 yılında saraydan, on yıl boyunca İstanbul'da Türkçe oyun oynayacak tek tiyatro olma imtiyazını aldı. Böylece Osmanlı Sarayı ile ilk resmi tiyatro anlaşması da yapılmış oldu. Vartovayan’ın edindiği imtiyazda, 6 ay içinde İstanbul ve Üsküdar'da, 3 yıl içinde de Galata, Tophane ve Beyoğlu'nda birer tiyatro binası kuracağı ve gelir gidere bakılmadan her yıl Üsküdar'da en az 30, Galata ve İstanbul'da 50 oyun oynanması şart koşulmuştu. Yoksullar yararına yapılması zorunlu olan gösterimler tiyatro zevkini halka yayma amaç ve çabasının açık bir göstergesiydi. Müslüman kadınların da tiyatroya gelebilmeleri için özel bölmeler oluşturulmuştu. Osmanlı Tiyatrosu bu özellikleriyle, sonradan Darülbedayi'nin ve İstanbul Şehir Tiyatroları'nın kurulmasına gidecek sürecin temeltaşı oldu. Namık Kemal, Ebüzziya Tevfik, Ahmet Mithat Efendi, Şemsettin Sami gibi önemli yazarların kaleme aldığı Türkçe eserler sahnelendi. Türkçe oyun sayısını o kadar arttırdı ki bir sezonda sadece birkaç Ermenice oyuna yer verilebiliyordu. Vartovyan Fransa’dan bir eğitmen de getirterek operet üzerine de çalışmalara başladı. Beyazıt Tiyatrosu’nda yerli operetler sahneleniyordu. Vartovyan, Avrupa operetlerini sahnelemeyi tercih etti. Güllü Agop, 1880 yılında 10 yıllık imtiyazın sona ermesiyle etkinliği azalan Gedikpaşa Tiyatrosu'ndan ayrıldı. Bir süre Mınakyan ile birlikte Şehzadebaşı'ndaki başka bir tiyatroda çalışmaya başladı. 1882 yılında II. Abdülhamid'in emriyle Mızıka-yı Hümayun'a alındı. Bu arada kendi isteğiyle Müslüman olarak "Güllü Yakup Efendi" adını aldı. Hayatının sonuna kadar sarayda yaşayan Güllü Agop'un kabri Beşiktaş'ta Yahya Efendi Mezarlığı'nda bulunmaktadır. Tiyatrosunda sergiledigi çeviri oyunların yanı sıra Ebüzziya Tevfik, Direktör Ali Bey, Recaizade Ekrem, Namık Kemal, Ahmed Mithat Efendi, Şinasi gibi döneminin önde gelen yazarlarına ısmarladığı ya da onlardan oynadığı oyunlarla Türk tiyatro dilinin gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur. Teodor Kasap'ın ve Ahmed Vefik Paşa'nın Moliere uyarlamalarını da geniş kitlelere tanıttı. Müslüman oyuncuların da topluluğuna katılması için çaba gösterdi. Ünlü oyunculardan Ahmed Fehim, Ahmed Necip, Muhterem Efendi, Mehmed Vamık gibi ilk Türk tiyatro oyuncuları onun yanında yetişti. Kel Hamit, Kavuklu Hamdi, İsmail Hakkı, Küçük İsmail gibi ünlü tuluatçılar da gene Gedikpaşa Tiyatrosu'nda yetişmiş sanatçılar arasındadır. Güllü Agop'un tiyatro sahnelerine taşıdığı çok sayıda oyundan bazıları şunlardır: Leyla ile Mecnun (1869), Zor Nikahı (1869), Tosun Ağa (1870), Ayyar Hamza (1871), Vatan yahut Silistre (1873), Pinti Hamid (1873), Baba Himmet (1874), Direktörün Hali (1875). Bunlardan Vatan yahut Silistre adlı oyunun oynanması üzerine Osmanlı Tiyatrosu’yla ilişkide olan yazarların sürgüne gönderilmesi ve Güllü Agop’un da kısa bir süre tutuklanması gibi hadiselere rağmen faaliyetler devam etti. Hatta Vatan yahut Silistre olayının ardından Kıbrıs ’a sürülen Namık Kemal'in sürgünde yazdığı oyunların Güllü Agop tarafından daha sonraları yazar ismi verilmeden defalarca oynatıldı. Güllü Agop, Cumhuriyet döneminin en ünlü keman virtüözlerinden Necip Yakup Aşkın'ın babası, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi rektörü Yücel Aşkın'ın dedesidir. Rektör Yücel Aşkın'ın 2005 yılı içinde karşılaştığı adli soruşturmalar sürecinde, AKP Aksaray milletvekili Ramazan Toprak ve bir kısım sağ basın tarafından dedesinin kökenine ilişkin olarak yapılan atıflarla bir kez daha gündeme gelmiştir. Tataristan Tataristan Cumhuriyeti (Tatarca: "Tatarstan Cömhüriyäte"; Rusça: "Респу́блика Татарста́н"),Rusya'ya bağlı ve Volga Federal Bölgesi'nin coğrafi sınırları içinde bulunan federal bir yapıdır. Özerk bir Türk cumhuriyetidir. Rusya Federasyonu 2010 yılı nüfus sayımına göre 3.786.488 nüfusu ve 67.836 km alanı olan petrol ve maden zengini bir devlettir. Tataristan Cumhuriyeti, 30 Ağustos 1990'da bağımsızlığını ilan etmiş olan Tataristan Cumhuriyeti'nin ardılıdır. 6. yüzyılda Hazar Türkleri tarafından kurulmuş Hazar İmparatorluğu'nun yıkılmasıyla batıya ve kuzeye göç eden Kıpçak boyuna dahil bir Türk kavmi olan Bulgarlar Kağan Asparuk komutasında batıya giderek bugünkü Bulgaristan'ın temelini atarak Tuna Nehri havzasında Birinci Bulgar İmparatorluğu'nu, kuzeye giden Bulgarlar ise Volga Bulgarya devletini kurmuşlardır. Bu iki devleti kuran Türklerin ataları bugünkü Tatarlar ve Çuvaşlar sayılmaktadır. Tataristan bölgesi 1922 yılına kadar Bulgaristan olarak anılmaktaydı. Tataristan devletinin adına kaynaklık eden “Tatar” adını, tarihte asıl meşhur eden Altın Orda Devleti olmasına rağmen, bu ad, komşuları (bilhassa Ruslar) tarafından ve eski, batılı yazarlar tarafından, bazen Asya’daki bütün Türkleri adlandırmak üzere kullanılmıştır. İşte bu devletin yıkılması ile ortaya çıkan hanlıklar da (Kazan, Kırım, Kasım, Astrahan, Nogay, Sibir hanlıkları) Avrupalılar ve Ruslar tarafından, genellikle Tatar hanlıkları olarak bilinse de, bu bölgedeki Türkler, bu adı, ancak 19. asır sonunda kullanmaya başlamışlardır. Hakas Türkleri de Tatar anlamında kendilerine "Tadar" demektedirler. Tuva Türkleri arasında soyadı olarak da kullanılan sülale adı Tatar manasında Tadar kullanılmaktadır. Tatar + istan: Tatar “Halk adı”; -stan “Farsça son ek; ülke, bölge” bu ek Türkçeye istan olarak geçmiştir. Tataristan Cumhuriyeti, Doğu Avrupa’da, Çulman ile İdil ("İtil, Volga") nehrinin birleştiği yerde bulunmaktadır. Ülke, İdil Nehri (Tatar Türkçesi: "İdél") havzasının orta kesiminde yer almaktadır. Moskova'nın yaklaşık 800 kilometre doğusunda, 68 bin kilometrekare büyüklüğünde, İdil ile Çulman nehirlerinin birleştiği noktanın çevresinde yer alır. Bir Türk boyu olan Bulgarlar, Büyük Bulgarya devletinin parçalanmasıyla MS 7. asırda (665 yılı ve civarı) bu bölgeye yerleşmeye başladılar. Bölgenin halklarından Fin-Ugorları (Çeremiş, Mordva, Zuryen, Votyak kavimleri vb.) da idarelerine alan Bulgarların bu bölgede Hunlardan, Sabarlardan, Uzlardan ve Hazarlardan da bazı kalıntılar buldukları muhakkaktır. Bulgarlar bölgede dokuzuncu asırda bir devlet kurdular. 922 yılında İslamiyet’i resmen kabul ettiler. Tatarlar, İdil boyunda kurulan Bulgar devletinden başlayarak, Altın Orda ve onun devamı olan hanlıklar içinde, bilhassa Kıpçak Türklerinin karışımı hâlinde teşekkül etmişlerdir. 13. yüzyılda Moğol istilasından sonra bölgede Altın Orda Devleti’nin hâkimiyeti kuruldu. On altıncı asrın hemen başında Altın Orda Devleti yıkıldı ve hâkim olduğu bölgelerde Kazan, Kırım, Kasım, Astrahan, Sibir han
lıkları ve bağımsız Nogay Uruğları ortaya çıktı. Uzun mücadelelerden sonra Ruslar, Kazan Hanlığı’nı yıkarak bölgeye hâkim oldular (13 Ekim 1552). 1552 tarihi başta Tatar Türkleri olmak üzere, Kuzey Türkleri için önemli bir tarihtir. Bu tarihten sonra evre evre Rusların doğuya doğru ilerleme hareketleri sistematik bir şekilde devam etmiştir. 1552'de Kazan'ın düşmesiyle başlayan Rus yayılması 1885'te Batı Türkistan'ın işgaliyle tamamlanmıştır. On sekizinci asırda Müslüman Tatarlar içinden hatırı sayılır bir kesim, Rusların siyasî, iktisadî ve dinî baskıları yüzünden yurtlarını terk ederek bugünkü Başkurdistan'a Urallar’a ve ötesine göç etmek mecburiyetinde kaldı. 1552 yılında Kazan Hanlığı'nın Korkunç İvan tarafından yıkılmasından beri, Tatarların Kazan'a nehir ve ulaşım yollarına yakın yerlere yerleşmeleri yasaklanmıştı. Müslümanlıktan vazgeçmeyen Tatar halkı, köylerde yaşamaya mahkûm edilmişti. Bu dönemde kontroldan uzak olması sebebiyle Tatarlardan bazı gruplar Başkurt ve Mordovların yaşadığı bölgelere yerleştiler. Buralarda gizli mektepler açtılar. 1774'te çıkan Pugaçev İsyanı sonunda Tatarlar, Ruslardan birtakım dinî ve ticarî serbestlik aldılar. 1789'da yayınlanan bir kararnameyle Orenburg'da müftülük kuruldu ve İslamiyet resmen Ruslar tarafından tanınmış oldu. Bu durum ancak yarım asır sürdü. 1860'lı yıllarda Tatarlar devletin Hristiyanlaştırma ve Ruslaştırma politikalarına ufak çapta isyanlarla cevap verdiler. Bir kısmı da çeşitli bölgelere ve Anadolu'ya göç ettiler. Fakat buna taviz vermediler. 19 yüzyılda Tataristan'ın da bulunduğu İdil muhiti, Türk Dünyası içinde Ceditçilik yani yenileşme, aydınlanma hareketlerinin merkezi konumuna gelmiştir. İdil-Ural Tatarları arasında aydınlanma fikirlerini başta Abdunnasır Kursavi, Abdurrahim Utız-İmeni, İbrahim Helfin gibi kültür ve eğitim adamları öne sürmüşlerdir. Lakin 18. yüzyıl sonlarıyla 19. yüzyıl başlarında aydınlanma fikirlerinin yaygınlık kazanmasını sağlayacak sosyal-iktisadî ve kültürel-ideolojik şartlar gerekli derecede oluşmadığından, bu fikirler halk arasında yayılmamış, geniş bir yankı bulmamıştır. 19. yüzyılın ortasında Tatarlar arasında aydınlanma fikirleri, yeniden gelişmeye başlamış ve bu devrede yaygınlık kazanmıştır. Bu yıllarda Tatar aydınlanmasının Şehabeddin Mercani, Hüseyin Feyzhanov ve Kayyum Nasıri gibi temsilcilerinin fikirleri ve uygulamaları yaygınlık kazanmıştır. İdil bölgesi Türk toplumunun yenileşmesi için fikirler gelişmiştir. Batılı tarzda eğitim görenler, Tatar halkının eğitimde ilerlemesi için batılı tarzın Tatar mektep ve medreselerine sokulması için girişimlerde bulundular. "Usul-i Cedit" denen Avrupa'daki okullar gibi yazı tahtası, öğretmenin kürsü ve sandalyesi, öğrencilerin de sıraları olmalı, sınıflar gerekli olan tablo ve haritalarla donatılmalıydı. Bu fikri savunanlara "ceditçi" dendi. 1917 İhtilali Rusya'da çarlığın devrilmesine ve geniş politik faaliyetlere sebep oldu. "Bütün Rusya Müslümanlarının İttifakı" toplandı ve ilk defa çarın tayin etmediği bir müftü seçildi. 1917 Haziran ayında Kazan'da toplanan kurultaydaysa “İç Rusya ve Sibirya Müslüman Türk-Tatarlarının” medeni muhtariyeti ilan edildi. Ardından 120 kişilik Millet Meclisi için seçimler yapıldı. Bu meclis 29 Kasım 1917'de İdil Ural Devleti projesini ilan etti. Bu devlet 1918'de Bolşevikler tarafından ortadan kaldırıldı. İhtilalden sonra, diğer bazı alanlarda olduğu gibi Tatar yazılı kültürü de kan kaybetmeye başlar. Millî bağımsızlık duygusuyla yazdıkları eserlerle halkı aydınlatmayı amaçlayan ve ihtilali tasvip etmeyen Ayaz İshaki, Sadri Maksudi Arsal, Abdullah Battal Taymas, F. Tuktar gibi aydınlar ülkelerinden göçmeye mecbur kalırlar. Bu durum Tataristan’da birçok alanı etkileyecek büyük kayıplar doğuracaktır. Bolşevikler Tatar-Başkurt ÖSSC'ni kurduklarını açıkladılar. 23 Mart 1919'da Başkurt, 27 Mayıs 1920'de de Tatar ÖSSC kuruldu. Böylece Tatar-Başkurt ÖSSC'nin yerine iki ufak muhtar cumhuriyetin kurulması bölgede Türk birliğinin parçalanmasına sebep oldu. Yirmili yılların başında ülkede diktatörlüğün güçlenmesi ve bütün hayatın zorla ideolojik zincirler altına alınması neticesinde, yazarların da sanat hürriyeti günden güne daralır, yazılan eserlerin değeri sadece sınıf mücadelesi ilkesi gözlüğünden değerlendirilmeye başlanır. Sovyetler Birliği'nin dağılması sürecinde, 30 Ağustos 1990'da Tataristan da, tam siyasî bağımsızlığını ilan etti. Rusya'dan ayrılma niyetini bildirince, Rusya Parlamentosu buna ret cevabı verdi. Bu bağımsızlık hiçbir devlet tarafından tanınmamıştır. 15 Şubat 1994 tarihinde Rusyan Federasyonu başkabın Boris Yeltsin ile Tataristan Cumhuriyeti başkanı M. Şamiyev arasında imzalanan anlaşma ile Tataristan Cumhuriyeti resmen Rusya Federasyonu içerisinde "Tataristan Cumhuriyeti" olarak bir federal yapı niteliğini kazanmıştır. Söz lkonusu anlaşma daha sonra Tataristan Devlet Konsey'i tarafından kabul edilmiş, Tataristan anayasasının 1. maddesi anlaşma doğrultusunda değiştirilmiştir. 1992 yılında ülkede referandum ile yeni anayasa oylanmış ve % 62 kabul oyu ile kabul edilmiştir. 15 Şubat 1994 tarihinde Tataristan Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu arasında kurumların konu ve yetkilerinin sınırlandırılmasına dair antlaşma imzalanmıştır. Tataristan Cumhuriyeti, federasyon içinde Kirov Oblastı (kuzey); Udmurtya Cumhuriyeti (kuzey/kuzeydoğu); Başkurdistan Cumhuriyeti (doğu/güneydoğu); Orenburg Oblastı (güneydoğu), Samara Oblastı (güney); Ulyanovsk Oblastı (güney/güneybatı); Çuvaşistan Cumhuriyeti (batı); Mari El Cumhuriyeti (batı/kuzeybatı) bölge ve cumhuriyetleriyle komşudur. Güneydoğu yönünde Kazakistan ile Tataristan arasında Orenburg Oblastı yer almaktadır. Tataristan toprakları genelde alçak ve engebelidir. İdil Nehrinin batısında yüksekliği 235 metreye ulaşan arazi İdil Tepelerinin en kuzey ucunu meydana getirir. Doğuda Ural Dağları’na doğru yükselen bölgenin güneydoğusunda, yaklaşık 338 m yükseklikteki Bögelme-Belebey Platosu yer alır. İdil Nehri bölge topraklarının batı ucundan kuzey-güney doğrultusunda akar. Toprakların büyük bölümünü İdil'in bir kolu olan Çulman Nehri sular. Nokrat ve Ak İdil nehirleri Çulman Nehri’nin en önemli kollarıdır. Tataristan Cumhuriyeti, Moskova zaman diliminin (UTC+3) içindedir. Tataristan’da yer alan en büyük akarsulardır. İdil ve Çulman, bu akarsular içinde en büyükleridir. Tataristan, petrol, doğal gaz, alçı kaynakları bakımından oldukça zengindir. Ülkede bir milyar ton petrol rezervi bulunduğu tahmin edilmektedir. Tataristan'da kara iklimi hâkimdir. Kışlar uzun ve sert, yazlar ise sıcak geçer. Senelik yağış miktarı ortalama 420–510 mm'dir. En çok yağış yaz aylarında görülür. Kar kalınlığının 60 santimetreye ulaştığı olur. Cumhuriyet topraklarının % 16'sı ormanlarla kaplıdır. Nehir kenarlarındaki taşkın ovalarında geniş çayırlar yer alır. Tataristan Cumhuriyeti idarî yapılanmasında 43 rayon (idarî bölge) ve 20 civarında şehir bulunmaktadır. Başkent Kazan, 1.000 yıllık bir şehirdir ve ilginç mimarîsiyle ilgi çekmektedir. Ülkede nüfus ve etkinlik olarak öne çıkmış başlıca şehirler şunlardır: "Kaynak: Rusya Federal Devlet İstatistik Servisi" Ülkede bugün en büyük oran açısından 2 milyon Tatar kökenli, bir buçuk milyon kadar Rus kökenli insanın yaşadığı belirtilmektedir. Bu iki etnik yapı dışında ülkede, çoklukla Tatarca konuşan Çuvaşlar, Çirmişler ve Udmurtlar yaşar. Ukraynalılar, Mordvinler ve Başkurt Türkleri de Tataristan’daki hatırı sayılır azınlık gruplarındandırlar. Bölgede yaşayan Tatarlara, Kazan veya İdil Tatarları ismi de verilir. Dünyada kendisini bu halkın üyesi sayan yedi milyon kadar kişi bulunmaktadır. Ancak bunların dörtte biri (1/4'ü) Tataristan'da yaşamaktadır. 1989 sayımına göre Tataristan’da 1.765.404 olan bu sayı, bütün SSCB’de toplam 6.645.588’dir. Tataristan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Tataristan’ın millî fikrini "Buldırabız!" ("Oldururuz: Biz yapabiliriz/Bizim elimizden her şey gelir!") şeklinde belirtmiştir. Tatarların tamamına yakını Müslüman’dır. Kereşenler olarak bilinen küçük bir Tatar grubu ise Ortodoks’tur. Ülkede özellikle tarihten günümüze dek Tatarlar üzerine sağlanmaya çalışılan bölünme ve Ruslaştırma, Ortodokslaştırma girişimlerinin pek başarılı olamadığı; Tatarların her şeye rağmen dil ve dinleri bağlı kaldıkları söylenebilir. Tataristan’da yaşayan farklı etnik grup olarak Karatay Mordvinleri gösterilebilir. 100 civarında bir sayıda olan Karatay Mordvinleri, Mordvince sözler barındıran bir Tatarca konuşurlar. Rusya Federasyonu 2002 Nüfus Sayımı’na göre Tataristan Cumhuriyeti’ndeki nüfusun etnik dağılımı şu şekildedir: • Tatar Türkleri %52,92 • Ruslar %39,49 • Çuvaşlar %3,35 • Udmurtlar %0,64 • Ukraynalılar %0,64 • Mordvinler %0,63 • Çirmişler %0,50 • Kereşenler %0,50 • Başkurt Türkleri %0,39 • Azerbaycan Türkleri %0,26 • Beyaz Ruslar %0,16 • Ermeniler %0,16 • Özbek Türkleri %0,13 • Tacikler %0,1 • Yahudiler %0,09 • Almanlar %0,08 • Kazak Türkleri %0,05 • Gürcüler %0,05 • Moldovlar %0,03 • Romlar %0,02 • Lezgiler %0,02 • 800 kişiden az olan gruplar • %0,02 Bilinmeyenler. Geçmişten günümüze nüfus dağılımının sayımlardan yansıması şu şekildedir: Tataristan Cumhuriyeti’nin resmî dilleri Tatarca ve Rusçadır. Ülkede 2002 Rusya Federal Yasasına ("Rusya Federasyonu İnsanlarının Dillerinde") göre resmî alfabe Kiril alfabesidir. Tatarlar içinde yüksek bir orandaki kesimin Kiril harflerine karşı olduğu belirtilmektedir. Ülkede az olmakla beraber halk arasında Başkurt Türkçesi, Çuvaşça, Mordvince de kullanılmaktadır. Eğitim Rusça ve Tatarca yapılmaktadır. İlk ve orta öğretimde Rusça ile Tatarca, yüksek öğrenimde ise Rusça kullanılır. Ülkede okuma-yazma bilmeyen yoktur. Ülkede 13 üniversitede, 70.000 öğrenci bulunmaktadır. Kazan Devlet Üniversitesi, Rusya Federasyonu'nun ikinci en eski üniversitesidir. Kazan Devlet Üniversitesi 1804'te kurulmuştur. Üniversiteye bağlı 17 fakülte vardır. Tataristan'da büyük öneme sahip yükseköğrenim kurumları Kazan Devlet Üniversitesi, Kazan Devlet Tıp Üniversitesi, Kazan Devlet Teknoloji Üniversitesi, Kazan Devlet Tek
nik Üniversitesi, Kazan Devlet Finans ve Ekonomi Enstitüsü ve Rusya İslam Üniversitesi'dir. Bu üniversite ve enstitülerin hepsi Kazan'da yer alır. Tataristan yönetiminin başında cumhurbaşkanı yer alır. Tataristan Cumhurbaşkanı Rustem Minnikhanov'dur. 25 Mart 2010’da görevine başlamıştır. Tataristan Anayasası’na göre cumhurbaşkanı sadece Tataristan halkı tarafından seçilebilir. Ancak Rusya Federasyonu yasalarına göre bu yasa belirsiz bir tarihe kadar askıya alınmıştır. Rusya’daki cumhurbaşkanlığı seçim yasasına göre yöneticiler, yerel meclisler tarafından seçilebilirler ve söz konusu yönetici adayları sadece cumhurbaşkanlığı olarak seçilebilirler. Tek kamaralı, 100 sandalyeli cumhuriyet meclisi olan Tataristan Cumhuriyeti Devlet Şûrası’ndaki (Tatar Türkçesi: "Tatarstan Respublikasınıŋ Devlet Şurası") yerlerden 50’si siyasî partilere, diğer 50’si yerel yönetime aittir. Tataristan devlet şûrasının başkanlığını 27 Mayıs 1998’den beri Ferit Muhammetşin (Tatar Türkçesi: "Ferit Möhemmetşin") yürütmektedir. Tataristan Cumhuriyeti, Rusya'nın anayasal cumhuriyetidir. Tataristan Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu arasındaki ilişkiler, yetki düzenlemeleri, idarî düzenlemeler Tataristan Cumhuriyeti Anayasası’nda hassas bir şekilde belirtilmiştir. Anayasının birinci maddesi Rusya ile Tataristan arasında imzalanana anlaşma doğrultusunda değiştirilmiştir. Cumhuriyet, geçmişten günümüze gelen üç kültür (Türk, Slav, Fin-Ugor) ve iki dinin (İslam, Ortodoksluk) tarihî ve kültürel mirasına sahiptir. Bu miras bugün ülkedeki üniversitelerde, müzelerde, tiyatrolarda, kütüphanelerde çeşitli boyut ve yönleriyle irdelenmektedir. Ülkedeki ana kütüphaneler Kazan Devlet Üniversitesi Bilim Kütüphanesi ve Tataristan Cumhuriyeti Millî Kütüphanesi’dir. Cumhuriyet çapında öneme sahip iki, yerel olarak da 90 müze bulunmaktadır. Yakın geçmişte açılmış birkaç müze söz konusudur. Tataristan’da 12 tiyatro enstitüsü/kurumu vardır. Tataristan Millî Orkestrası, ülkenin millî orkestrasıdır. Tataristan, Rusya Federasyonu’ndaki ülkeler içinde ekonomik gelişkinliği en üst düzeyde olan cumhuriyetlerden biridir. Cumhuriyet, federasyon içinde büyük endüstri kuruluşlarının, otoyolların, doğu ve batı, kuzey ve güney bağlantı yollarının bulunduğu bir konumda bulunur. Yakıt ve petrokimya endüstrisi (ham petrol, sentetik kauçuk, lâstikler, polietilen ve petrol ürünleri) Tataristan’ın endüstriyel görünümünü belirler. Ülkede helikopter, uçak, uçak motoru, TIR, otomobil, kompresör ve petro-gaz pompalama donanımları, yüksek teknolojiye sahip elektrikli cihaz üretimi yapan mühendislik girişimleri, şirketler bulunmaktadır. Tataristan Cumhuriyeti yılda yaklaşık 32 milyon ton ham petrol üretmektedir. Kamaz markasının kamyon üretiminin %24’ü Tataristan’a aittir. Ülkenin petrokimya şirketlerinin polietilen, sentetik kauçuk ve otomobil lâstiği üretim miktarı Federasyon içinde üçüncü sıradadır. 2008 yılında Tataristan Cumhuriyeti’nin gayri safi bölgesel hasılası %7.1 (karşılaştırılabilir fiyatlarda) oranında artarak 930 milyar Ruble olmuştur. 2008 yılı endüstri sonuçları, yerli mal üretimi iş ve hizmetlerinde %4.3 artışla yaklaşık 910 milyar Ruble olduğu belirtilmiştir. 2008 yılı, ülkede büyük bir atılımın olduğu yıldır. Brüt tarım üretimi %9.3 oranında artarak 124 milyar Ruble olmuştur. Federasyonda fiyatlar açısından Krasnodar Krayı’ndan sonra ev eşyası sevkinde, 6.2 milyon ton ile ikinci sırada yer almıştır. Tataristan’ın ülke dışına yaptığı ekonomik bağlantılar, ülke ekonomisi açısından büyük bir önemdedir. Ülkenin en büyük tabii zenginliği petrol ve doğal gazdır. Petrol ve doğal gaz Elmet, Leninogorsk, Alabuğa, Mendeleyev şehirlerinde çıkarılır. Çıkarılan petrol boru hattıyla Moskova, Perm, Gorkiy, Kuybişev, Yaroslavl, Rezon ve Başkurdistan'daki rafinerilere gönderilir. Petrol ve doğal gaz sanayisinin yanında kimya ve petrokimya sanayisi de gelişmiştir. Kimya fabrikalarında polietilen, aseton, sentetik kauçuk, film gibi dört bine yakın kimyevi madde imal edilmektedir. Ayrıca Kazan'da uçak, bilgisayar, kamyon ve dizel motor fabrikaları vardır. Ülkede tarım faaliyetleri eski Sovyetler Birliği’nin diğer bölümlerinde olduğu gibi devlet çiftliği (Sovhoz) ve kolektif çiftlikler (Kolhoz) tarafından yürütülür. Başlıca tarım ürünleri çavdar, buğday, mısır, keten, şeker pancarıdır. Ayrıca sebzecilik ve meyvecilikle, hayvancılık ve buna bağlı olarak mandıracılık gelişmiştir. Tataristan'da ulaşımda nehirlerden faydalanılır. Irmak limanlarıyla Moskova ve İdil Nehri havzasının diğer şehirlere düzenli yolcu taşımacılığı yapılır. Demiryolu ulaşımı fazla gelişmemiştir. Ülkenin kuzeybatı ve güneydoğu ucundan Moskova ve Urallara uzanan iki ana hat geçer. Birçok merkeze karayolu bağlantısı vardır. Ülkede birçok otoyol vardır. Tataristan Cumhuriyeti’ne özgü dinî tatiller: Bu günler resmî tatil kapsamındadır ve bu tarihlerde işler tatil edilir. Bunların dışında Sabantoy ve Karavon da Tataristan’daki önemli panayır zamanlarındadır. Özellikle Sabantoy etkinlikleri ülkenin sınırlarını da aşan bir ün kazanmıştır. 2008 yılındaki Sabantoy etkinlikleri 21 Haziran’da başlamıştır. Tataristan Cumhuriyeti yasasına (Tataristan Cumhuriyeti’ndeki Tatiller ve Anma Günleri) göre ana dili günü her yıl 26 Nisan’da kutlanır. Feyyaz Uçar Feyyaz Uçar (d. 27 Ekim 1963; Avcılar), forvet mevkiinde görev almış "Kibar Feyzo" lakaplı Türk eski futbolcu ve günümüz teknik direktörü. Babası Bekir, annesi Nadide Hanım'ın ilk çocuğudur. 2. çocukları ise kızkardeşi Feyzan'dır. Futbola Avcılar Kulübü'nde başladıktan kısa süre sonra Beşiktaş Genç Takımına geçti. Serpil Hamdi Tüzün yönetimindeki genç takımın en iyilerinden biri olarak sivrilerek 1982-83 sezonunda A Takıma yükseldi. Metin-Ali- Feyyaz üçlüsünün en skorer ismiydi. 16 sezonda 320 lig maçında 170 golle, Beşiktaş'ın Türkiye Ligi'ndeki en büyük golcüsü oldu. İstanbul Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Beden Eğitimi ve Spor bölümü futbol ihtisas mezunu olan Feyyaz Uçar 1987-1993 yılları arasında okul arkadaşı ve özel kondüsyoneri Murat Arslan tarafından özel çalıştırıldı. Aynı zamanda Heybeliada Hüseyin Rahmi Gürpınar Lisesi ve Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi'nde Beden Eğitimi öğretmenliği yapan ikili gece gündüz demeden antrenman yaptılar. Üst üste şampiyonluklar ve gol kralığı yaşayan Feyyaz ayrıca çok iyi İngilizce konuşan ve az oranda Fransızca bilen kültürlü az konuşan çok düşünen futbolu aklıyla oynayan bir eğitimci akademisyen antrenör ve futbolcuydu. Beşiktaş'a geldiği ve genellikle yedek beklediği ilk 4 sezon haricinde 15 golün altına düşmedi. 1989-90'da da 33 maçta 29 golle 1.Lig'in gol kralı oldu. Avrupa kupalarında da 6 gole imza attı. Derbilere damgasını vuran ünlü forvet Galatasaray'a 18, Fenerbahçe'ye 16 gol atarak Hakkı Yeten ve Şeref Görkey'in ardından Beşiktaş'ta yetişen en büyük golcü olduğunu kanıtladı. Ayrıca Türkiye Kupası'nda da 17 golle tüm zamanlarda bu kupada Bobo'dan sonra en çok gol atan ikinci Beşiktaşlı unvanını elinde tutmaktadır. 4 Lig, 3 Kupa, 4 Cumhurbaşkanlığı Kupası, 1 Başbakanlık, 6 TSYD Kupası şampiyonluğu yaşayan Feyyaz 25 kez A, 3 kez Ümit ve 2 kez genç millî takım formasını giydi. 1994-1995 sezonunun başında kulübü ve başkan Süleyman Seba ile bir tartışma yaşayan Feyyaz'ın Beşiktaş'la ilişiği kesildi. Feyyaz bu olaydan sonra ezeli rakip Fenerbahçe'ye transfer oldu. Sezonun üçüncü maçı olan Denizlispor maçında ilk kez Fenerbahçe forması giydi. 3. maçı olan Adana Demirspor maçında sarı-lacivertli formayla ilk golünü attı. 20 Kasım 1994'te Fenerbahçe'nin Kayserispor'u 8-1 yendiği maçta Feyyaz, 4 gol kaydetti. Sezon sonunda Feyyaz, Aykut Kocaman'ın ardından takımın en golcü ikinci ismi oldu ve 12 gol attı. Bu gollerin üçünü penaltıdan kaydetti. Sezon sonunda lig dördüncüsü ve Türkiye Kupası ikincisi oldular. Feyyaz, Başbakanlık Kupası finalinde forma giydi. Penaltılarla kaybedilen kupada Feyyaz kullandığı penaltıyı gol yapamadı. 1995-96 sezona da Fenerbahçe ile başlayan Feyyaz, sezon öncesi düzenlenen TSYD Kupası'nda iki maçta da forma giydi. Fenerbahçe, sezona bu kupayla başladı. Ancak, sezon içinde sadece 5 maçta forma giyebildi. Gol atamayan Feyyaz, Elvir Bolic, Dalian Atkinson, Aykut Kocaman ve Bülent Uygun gibi forvetler arasında teknik direktör Carlos Alberto Parreira tarafından tercih edilmedi. 1995-96 sezonunun kasım ayında Antalyaspor'a transfer oldu. Antalyaspor'daki üçüncü resmi maçı olan, eski takımı Fenerbahçe karşısında oynadığı maçta penaltıdan gol atarak, bu takımdaki ilk golünü attı. Ligi 7. olarak bitirdiler ve Intertoto Kupası'na katılma hakkını kazanan Antalyaspor, ilk kez Avrupa sahnesine çıkma şansını yakaladı. Feyyaz ise 2'si penaltıdan olmak üzere 8 gol kaydetti. Ligde eski takımı Beşiktaş'a karşı sakatlığı nedeniyle forma giyemese de kupa maçında eski takımına karşı oynadı ancak 2-0 yenilerek kupadan elendiler. Sezon sonunda Antalyaspor ile sözleşme konusunda anlaşamayan Feyyaz, takımdan ayrıldı. 1996-97 sezonunda Türkiye 2. Lig'e yeni yükselen Kuşadasıspor, Feyyaz Uçar'ı kadrosuna kattı. Böylece Feyyaz ilk kez bu ligde forma giymiş oldu. İkinci maçında Bucaspor ile 2-2 beraber kalan Kuşadasıspor'da 2 golü de kaydetti. 14 maçta 5 gol kaydeden Feyyaz, takımının grup ikincisi olup 1. lige yükselme grubuna çıkmasına yardım etti. Yükselme grubunda ise başarı gösteremeyen takım, play-off grubu sonuncu olarak 2. Lig'de kaldı. 18 maçın sadece yarısında oynayan Feyyaz, bir gol kaydetti. Sezon sonunda ise futbolu bıraktı. Feyyaz, Türkiye millî futbol takımında ilk maçına 29 Nisan 1987'de İngiltere karşısında oynanan EURO 1988 eleme maçında çıktı. İkinci kez millî formayı yine bir EURO 1988 eleme maçı olan Yugoslavya maçında giydi ve ilk golünü de bu maçta kaydetti. Feyyaz, 1990 FIFA Dünya Kupası maçlarında da Türkiye kadrosunda yer aldı. Feyyaz, EURO 1992 ve 1994 FIFA Dünya Kupası elemelerinde de kadroda yer aldı. 28 Nisan 1993'te Norveç ile oynanan FIFA Dünya Kupası eleme maçı son kez millî formayı giydiği maç oldu. Türkiye'nin 3-1 yenildiği maçta son golünü kaydetti. Fey
yaz Uçar, millî takım kadrolarına yalnızca Beşiktaş forması giyerken çağrıldı. Futbolu bıraktıktan sonra teknik adamlık yolunu seçen Feyyaz, Rıza Çalımbay’la birlikte önce Göztepe, ardından Denizlispor’da Çalımbay'ın yarımcısı olarak görev yaptı. Feyyaz Uçar, 2002-03 sezonu başında Beşiktaş'ta Lucescu'nun yardımcılığını üstlendi ve Beşiktaş'ın 100. yılındaki şampiyonluğunda büyük pay sahibi oldu. 2005-06 sezonunun ikinci yarısından, 2006-07 sezonunun son haftasına kadar Lig A takımı Karşıyaka'yı, Mardinspor'u ve Malatyaspor'u çalıştıran Feyyaz Uçar, 2009 yılının Ocak ayında art arda yaşanan puan kayıplarından sonra TFF 1. Lig takımı olan Altay'daki görevinden alındı. 27 Aralık 2014 tarihinde, 2014-2015 sezonunun 19. haftasında Mustafa Uğur'dan boşalan Yeni Malatyaspor teknik direktörlüğü görevine getirildi. Takımı sezon sonunda 1. Lig'e çıkaran Uçar, 2015-2016 sezonu öncesinde teknik direktörlük görevinden ayrıldı. 2016-2017 sezonunda, İsmail Ertekin'in istifasından sonra Bandırmaspor ile sözleşme imzaladı. 13 Ocak 2018 tarihinde Van Büyükşehir Belediyespor takımının başına geçmiştir. Ecel Ecel (Arapça: أجل) (Sözlük anlamı: Hayatın sonu, ölüm zamanı.) İslam dininde insanın mukadder. (Allah tarafından yazılıp kararlaşmış) olan ömrünün son bulmasına denir. Ecel geldiği zaman, ne bir dakika ileri gider ne de bir dakika geri kalır. İslam inancında insan her ne sebeple ölürse ölsün, eceli ile ölmüş olur. Ecelin ne zaman geleceğini Allah bilir. Yalnız intihar ve öldürülme olayında kişinin öleceği Allah katında bilinmektedir. İntihar ve öldürülme eceli değiştirmek değil, Cüz'i irade çerçevesinde ölümün şeklini değiştirmektir. İslam inancına göre Allah, her varlık için bir yaşama süresi belirlemiştir. Buna ömür denir. Ömrünü tamamlayan her varlığın yaşamı sona erer. İşte ömrün bittiği,hayatın sona erdiği zamana ecel denir. Kaza Kefen Kefen, ölen kişinin, kabre konulmadan önce sarıldığı bez. Erkekler için, kamis, izar, lifafe; kadınlar için ise, "kamis, izar, lifafe, baş örtüsü" ve "göğüslerin üzerine bağlanan bez"den ibarettir. Yeteri kadar bez bulunamayacak olursa, erkekler için izar ve lifafe, kadınlar için de izar, lifafe ve baş örtüsü kâfi görülür. Bu kadar da bulunamazsa, cenaze bir beze sarılıp gömülür. Kefenin beyaz ve pamuklu kumaştan olması tercih edilir. Kablosuz ağ Kablosuz yerel ağ, kablolu iletişime alternatif olarak uygulanan, "RF" (Radyo Frekansı) teknolojisini kullanarak havadan bilgi alışverişi yapan esnek bir iletişim sistemidir. Özellikle arazi koşullarının zor olduğu, telekom altyapısının olmadığı veya yeterli kablo mesafesinin olmadığı durumlarda, binalar arasında kablosuz cihazlarla (Wireless Bridge) ve ekipmanlarla oluşturulan bağlantı şeklidir. Aynı bölgedeki bilgisayar sistemlerinin kablosuz olarak bir ağ oluşturmasıdır. Bina içi veya kampüs alanında, mobil kullanıcılar için geliştirilmiş bir teknolojidir. "LAN to LAN" bağlantıda mesafe birkaç kilometreye kadar çıkabilir. Kablolu ağ ile kablosuz ağ birbirine entegre edilebilir. Kablolu ağlarda kullanıcıların yeri sabittir ve hareket edemezler. Kablosuz ağlarda ise kaplama alanı içinde kullanıcılar istedikleri gibi yer değiştirebilirler. Kablolu ağdaki bütün kaynaklara erişebilirler. Cenaze namazı Cenâze namazı (Arapça: صلاة الجنازة), İslam dinindeki namaz ibadetinin bir türü. Vefat eden Müslümanlar hakkında duâ olan cenaze namazı, farz-ı kifâyedir. Cenaze namazında, birinci tekbirden sonra, sübhâneke (“ve celle senâüke” ile beraber) okunur. İkinci tekbirden sonra, salli, barik okunur. Üçüncü tekbirden sonra, cenaze duası, Cenaze duâsını bilmeyenler burada kunut duâsını veya duâ niyeti ile Fâtiha'yı okurlar. Daha sonra dördüncü tekbir alınır, eller yan tarafa bırakılıp sağa ve sola selam verilir. Sonra ölen için dua edilir Cenaze namazından sonra meyyiti birlikte kabre götürmek sünnettir, bu esnada veya cenaze merasiminin herhangi bir safhasında bağırıp çağırmak, yüksek sesle ağlamak, slogan atmak, ıslık çalmak, zılgıt çekmek, tezahürat yapmak haramdır. İslâm álimleri böyle davranışlar bir yana, cenazeyi taşırken yüksek sesle tekbir getirmeyi bile çirkin görüp mekruh addederler. Cenaze merasimlerine çiçek, çelenk göndermenin İslâm'a göre ölene hiçbir faydası yoktur. Faydasız bu tür harcamalar yapmak ise israfa girer, israf ise haramdır. Allahümmağfirlihayyina ve meyyitina ve şaahidina ve ğaaibina ve zekerina ve ünsaana ve sağiirina ve kebiirina. Allahümme men ahyeytehü minna feahyihi alel islaam ve men teveffeytehü minna feteveffehü alel iman. Ve hussa hazihil meyyitete birravhi verraahati velmağfirati verridvaan.Allahümme in kanet muhsineten fezid fii ihsaniha. Ve in kanet müsiieten fetecavez anha veleggıhal emne vel büşra vel keramete vezzülfa. Birahmetike ya erhamerrahımiin. (Anlamı: "Özellikle bu vefat etmiş olan kadını kolaylığa, rahata, mağfirete ve rızana erdir. Allahım! Eğer bu muhsine ise (iyilik etmiş kimselerden ise) ihsanını artır.Eğer günahkar ise, onu bağışla, ona güven ile sevinç ve iyilik ver, onu rahmetine yakın kıl, Ey merhamet edenlerin en merhametlisi Yüce Allahım.") Ve hussa hazel meyyite birravhi verraahati velmağfirati verridvaan.Allahümme in kane muhsinen fezid fii ihsanih. Ve in kane müsiien fetecavez anhü veleggıhil emne vel büşra vel keramete vezzülfa. Birahmetike ya erhamerrahımiin. (Anlamı: "Özellikle bu vefat etmiş olan erkeği kolaylığa, rahata, mağfirete ve rızana erdir. Allahım!Eğer bu muhsin ise (iyilik etmiş kimselerden ise) ihsanını artır. Eğer günahkar ise, onu bağışla, ona güven ile sevinç ve iyilik ver, onu rahmetine yakın kıl, Ey merhamet edenlerin en merhametlisi Yüce Allahım.") Allahümmecalha lena ferataa.Allahümmecalha lena ecravvezühra.Allahümmecalha lena şaafiammüşeffeah. (Anlamı: "Allahım!Onu bize, önden gönderilmiş bir sevap sebebi kıl, onu bizlere bir şefaatçi ve şefaatı kabul edilmiş yap.") Allahümmecalhü lena ferataa. Allahümmecalhü lena ecravvezühra.Allahümmecalhü lena şaafiammüşeffeaa. Allahümme innî es’elüke bismikel azîm. Ve es’elüke bismikellezî hüve kıvâmüddîn. Ve es’elüke bismikellezi yurzeku bihil ibâd. Ve es’elüke bismikellezî kamet bihis semâvâtü vel ard. Ve es’elüke bismikellezî tuhyî bihil hayyü ve tümîtü bihil-mevtâ. Ve es’elüke bismikellezî izâ süilet bihi a’teyte ve izâ dui’yet bihi ecebte. Rabbe Cebrâile ve Mîkâile ve İsrâfile ve Azrâile. Yâ Bedî’as-semâvâti vel-ard. Yâ Zelcelâli vel-ikrâm. Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Vağfir lenâ ve lehü, verhamnâ ve iyyâhü birahmetike yâ erhamerrâhimîn.” Definde şu yedi sûreyi okumak da iyi kabul edilir: Fâtiha, Muavvizeteyn (Felak ve Nas), İhlâs, Nasr, Káfirún, Kadir. Marko Popović Marko Popović "(Marko Popoviç)", (d. 12 Haziran 1982), Hırvatistan millî takımı ve Zalgiris Kaunas basketbol takımınında oyun kurucu (guard) pozisyonunda oynayan basketbolcudur. "(25 sayı ort.)" Adriyatik Ligi: 11.3 sayı ort., 1.5 reb.ort., 3.6 ast.ort. Adriyatik Ligi: 17.9 sayı ort., 2.4 reb.ort., 4.7 ast.ort. ULEB Cup: 19,9 sayı ort., 2.6 reb.ort., 2.9 ast.ort. Hırvat Ligi: 23.1 sayı ort., 2.9 reb.ort., 2.0 ast.ort. EuroLeague: 5.5 sayı ort., 1.5 reb.ort., 1.5 ast.ort. İspanya Ligi: 6.3 sayı ort., 1.3 ast.ort. Euroleague: 9.8 sayı ort., 3.6 reb.ort., 2.6 ast.ort., 1.8spg Adriyatik Ligi: 13.3 sayı ort., 2.3 reb.ort., 4.7 ast.ort. Hırvat Ligi: 9.9 sayı ort., 1.6 reb.ort., 3.1 ast.ort. Euroleague: 15.4 sayı ort., 2.1 reb.ort., 4.0 ast.ort., 1.9spg Adriyatik Ligi: 12.2 sayı ort., 1.8 reb.ort., 3.4 ast.ort. Hırvat Ligi: 21.8 sayı ort., 4.8 reb.ort., 6.3 ast.ort. Piyanist (film, 2002) Piyanist drama türünde, 2002 yılında çekilmiş, yönetmenliğini Roman Polanski'nin yaptığı, senaryosunu Ronald Harwood'ın, Wladyslaw Szpilman'ın hayatını anlattığı kitabın üzerine kurduğu Fransa-Almanya-Polonya ortak yapımı filmdir. Filmin müziklerinin çoğu Chopin'in nocturne'lerinden oluşur. İlk beş dakikasında Nocturne in C Sharp Minor duyulur. Wladyslaw Szpilman, Polonyalı başarılı bir piyanisttir. II. Dünya Savaşı'nda Almanların Polonya'yı işgal etmesiyle hayatı kâbusa döner. Yahudi olduğu halde şans eseri toplama kamplarına gitmekten kurtulur ve Varşova'nın varoşlarında yaşamaya başlar. Daha sonra Wilm Hosenfeld isimli bir Alman subayının yardımıyla hayatta kalmayı başarır. Antonio Vivaldi Antonio Vivaldi (d. 4 Mart 1678; Venedik - ö. 28 Temmuz 1741; Viyana), İtalyan barok klasik müzik bestecisi, virtüöz kemancı ve rahip. "Kızıl rahip" lakabıyla tanınan Vivaldi, beş yüzden fazla konçerto bestelemiştir ve konçertonun babası olarak anılır. En bilinen eseri, "Dört Mevsim Konçertoları (The Four Seasons)" adlı eseridir. Antonio Vivaldi, 1678’de Venedik’te dünyaya geldi. Lakabı 'Kızıl Rahip’ti. Babası, önceleri berberlik yapmış, daha sonra ise başarılı bir kemancı olmuştu. Vivaldi, ilk müzik eğitimini babasından almıştır. Annesi ise bir terzinin kızıydı. Bir papaz eğitimi alan Antonio Vivaldi 1703 yılında resmen papazlık görevine atandı. Ama aynı yıl başka bir işe daha girdi. Ospedale della Pietà adındaki bir kızlar yetimhanesinde keman öğretmeni oldu. Buradaki görevi yetim ya da sakat kızlara keman çalmayı öğretmek ve onlara konserlerde seslendirmeleri için her ay iki konçerto yazmaktı. 1709 yılında bu görevinden ayrılmak zorunda kaldı. Bu dönemde Vivaldi besteci olarak dikkat çekmeye başladı. Op.1 sonat seti 1705 yılında yayımlandı. 1709’da Op.2 keman sonatını Danimarka Kralı IV. Frederik’e ithaf eden Vivaldi, bu sıralarda konçerto yazmaya başlamıştır. Hollandalı yayıncı Estienne Roger, Vivaldi’nin 12 konçertodan oluşan L'estro Harmonico adli eserini yayımladı. Bu dönemin en etkili müziksel yayını oldu. Almanya dışına hiç çıkmayan Bach’ın müziğinin İtalyan yanının oluşmasında önemli bir yeri vardır. 1714’te Vivaldi’nin konçertolarını duyan Quantz, Albinoni ile birlikte Vivaldi’ye konçertoda reform yapmaları için ödenek bağlamıştır. 1723 ile 1724’te Roma’daki karnaval mevsimi için üç opera yazdı. Yine 1723’de Vivaldi, Pieta’nın yöneticileriyle ayda iki konçerto besteleme konusunda anl
aştı. 1725’te yazdığı eseri Op. 8, Il cimento dell'armonico e dell'inventione ile ünü daha da yayıldı. Bu yıllarda opera sanatçısı Anna Giraud ile ilişkisi başladı. 1737’de görevde yaptığı Ferrara’nın yöneticileriyle Vivaldi arasında sergilenecek operaların seçimi konusunda çıkan anlaşmazlık Vivaldi’nin işinden olmasına yol açtı. Bu olayın ardından Vivaldi, Amsterdam’a yerleşti. 1741’de Graz’da Anna’yı dinlemek için Avusturya’ya yaptığı yolculuğu sırasında Viyana’da konakladığı bir dulun evinde öldü. Hemen aynı gün kimsesizler mezarlığına gömüldü. Vivaldi’nin 500’den fazla konçertosu vardır. Farklı enstrümanlardan yararlanmayı çok seviyordu. Hiç kimse viyolonselden solo enstrüman olarak onun yararlandığı kadar yararlanmamıştır. Fransız Barok müziğinde nefesli çalgılar ağırlıktayken, onun müziğinde yaylı çalgılar önem kazanır. 230 keman konçertosunun yanında, flüt, obua, çello, viyola, mandolin konçertoları vardır. Klasik müzikle ilgisi olmayanların bile bildiği Dört Mevsim Konçertoları en sevilen eseridir. Kendisinin 94 tane opera yazdığını söylemesine karşın, bunların ancak 50’si günümüze ulaşabilmiştir. Bitmek tükenmek bilmeyen bir müzik dehası olan Vivaldi’nin hırslı ve güçlü kişiliği, müziğine de yansımıştır. Vivaldi'nin adı yüzyılımıza dek pek tanınmadı. Ancak 1920'den sonra yapılan araştırmalar sonucunda Vivaldi'nin yüzlerce eseri gün ışığına çıkmaya başladı. Vivaldi'nin Amsterdam'da basılmış eserleri opus nitelikli 100 konçerto ve 40 sonattır. Ama 500 kadar konçerto yazdığı sanılmaktadır. Vivaldi hayalinde canlandırdığı resimleri müzik haline getirmiştir. Eserlerinde, hayallerine verdiği başrolü açıklayıcı sonelerle destekler. En ünlü eseri sayılan Op.8 içerisindeki "Dört Mevsim" konçertolarında mevsimler kendi özellikleri ile anlatılmıştır. Vivaldi'nin bu eseri uzun yıllar sonra Beethoven'a da ilham kaynağı olmuş ve "Pastoral Senfoni" bu şekilde ortaya çıkmıştır. Vivaldi’nin müziği yenilikçidir. Vivaldi armonik zıtlıklar, yenilikçi melodiler ve temalarla konçertonun ritmik ve biçimsel yapısını canlandırmıştır. Çoğu bestesi gösterişli, neredeyse neşeli ve coşkuludur. Johann Sebastian Bach Vivaldi’nin konçertolarından ve aryalarından derin bir şekilde etkilenmiş ve St John Passion, St Matthew Passion ve kantatalarında tekrar kullanmıştır. Bach Vivaldi’nin 6 konçertosunu solo klavyeye ve 3 tanesini org için uyarlamış ve Vivaldi’nin 4 keman, iki viyola, çello ve sürekli bas (RV 580) için yazdığı konçertonun 4 çembalo, yaylılar ve sürekli bas (BWV 1065) için uyarlamasını yapmıştır. 94 opera yapıtı olduğu rivayet edilir ancak bugüne kadar sadece 50 tanesi bilinmektedir. Antonio Vivaldi: Op.4 "Dört Mevsim (Le quattro stagioni) Keman Konçertoları Keman: John Harrison: Quadruple-double Quadruple-double, basketbolda bir oyuncunun bir maçta 5 olumlu kategori olarak kabul edilen sayı, ribaund, asist, top çalma ve bloktan dördünde çift haneli sayılara (10 ve üzeri) ulaştığı performansa verilen isimdir. Günümüz basketbolunda savunmanın kazandığı önem ve takım oyunun ön planda olması dolayısıyla karşılaşması çok güç olsa da NBA tarihinde dört oyuncu bu başarıya ulaşmıştır. Türkiye Basketbol Ligi'nde bir maçta böyle bir performans gösteren oyuncu yoktur. NBA'de Quadruple-double yapan oyuncular şu şekildedir: 22 sayı, 14 rebound, 13 asist, 12 blok 20 sayı, 11 rebound, 10 asist, 10 top çalma 18 sayı, 16 rebound, 10 asist, 11 blok 35 sayı, 10 rebound, 10 asist, 10 blok Sekreter (film, 2003) Sekreter 2003'te çekilen, yönetmenliğini Steven Shainberg'in, senaryosunu Erin Cressida Wilson, Mary Gaitskill, Steven Shainberg'in, müziklerini Angelo Badalamenti'nin yaptığı ABD yapımı, 104 dakikalık dram türünde bir filmdir. Lee, sevgilisi Peter’la sıradan bir ilişkisi ve bunun yatay izdüşümünde monoton bir cinsel hayatı olan genç bir kadındır. Lee, başarılı avukat E. Edward Grey’in yanıda çalışmaya başlayınca, bütün yaşamı değişecek ve anlamına kavuşacaktır. Avukat’ın sadist eğilimleri, genç kadının mazoşist zevkleriyle karşılaşınca, ikisi de yıllardır aradığı oyun arkadaşını bulmuş gibi olur. Kader Kader (Arapça: قدر, İngilizce: Destiny, fate; felsefedeki adıyla determinizm), bütün olayların önceden ve değişmeyecek biçimde düzenlediğine inanılan ezeli takdir. "Alın yazısı", "Yazgı" veya "Mukadderat" olarak da anılır. Kader kavramı birçok farklı din ve felsefi akımda önemli bir yer tutar. Arapça Nebi kelimesinin kökenini aldığı düşünülen Nebo Babil, Asur ve Pers dönemlerinde de kader tabletlerinden de sorumlu bir tanrı idi. Araplarda menat, Romalılarda merkür (mitoloji) kader tanrıları olarak değerlendiriliyordu. Musevilik'e göre bir insanın kaderi, tüm hayatı boyunca baştan yazılmaz ve bir yıl önceki hâl ve hareketlerine göre yıllık olarak yazılır. Bir yıl boyunca iyi ve hayırlı işler işleyen kişilerin kaderi bir yıl sonrası için iyi yazılır. Bir Musevi, Musevi yılbaşısı olan Roşaşana ile Yom Kipur arasındaki 10 gün boyunca İbranice teşuva adı verilen bir vicdan muhasebesi yapar. Teşuva "geriye dönme" anlamına gelmektedir. On gün boyunca, o yıl içinde yapılan tüm hatalı davranışlar gözden geçirilir, insanlara karşı yapılan haksızlıklar için Tanrı'dan af dilemek yetmez, o insanlardan da özür dilenmeli ve helalleşilmelidir. Tanrı'ya karşı işlenen suçlar içinse tövbe edilir. 9. günün akşamı güneş batmadan bir saat önce Yom Kipur orucuna başlanır. 26 saat aralıksız sürecek olan oruç boyunca çeşitli tövbe duaları edilir. 26. saatin sonunda, orucun bittiğini belirten Şofar (boru) çalındığında, Tanrı'nın gelecek için insanların yeni kaderlerini yazdığına inanılır. Sünni Kelâm âlimlerince kader, ezelden ebede kadar hayır ve şer meydana gelecek bütün hadiselerin Allah katında bilinmesi ve takdir edilmesi şeklinde tanımlanır. Ehli Sünnet itikâdına göre kadere iman imanın şartlarındandır ve amentünün bir parçasıdır. İslâm ilâhiyatında kader, determinizm, insanın iradesi ve sorumluluğu gibi konular geniş tartışmaların konusu olmuştur. Tartışmaların ana ekseni "Eğer istek, irade ve fiillerimiz dahil her şey ilahi bir kader ve takdirin ürünü ise, insan yaptıklarından dolayı niçin sorumlu tutulsun?" problemi ile ilgilidir. Bazı ilâhiyatçı yazarlara göre "kadere iman" İslam âkaidinde bir Emevî doktrinidir. İlâhiyatçı yazar İhsan Eliaçık'a göre Kur'anda "ölçü" ya da "kapasite" anlamında bir kader ibâresi bulunmakta, ancak İslam'da "kadere iman" diye bir Kur'an hükmü bulunmamaktadır. Kader'in varlığına ilişkin bazı kanıtlar ileri sürülür. Buna göre gelecekten haber veren peygamber mucizeleri, kehanetler kaderin varlığını ispatlayan olgulardır. Ancak bu mucizelerin sonradan uydurulmuş hadislerle oluşturulduğu kehanet kaynağı olan ifadelerin, sonradan yapılan yorum ve katkılarla gelecekten haber veren sansasyonel dörtlüklere dönüştürüldüğü bazı şüphecilerin ortaya koyduğu bulgulardandır. "“Yazgı”" olarak da söylenir. Yeryüzündeki pek çok toplumda insanın yaşayacaklarının önceden tanrısal bir güç tarafından belirlendiği ve bazı kültürlerde ise bunun bir yere yazılmış olduğu inancı bulunur. Türk kültüründe ise bu yazının insanın alnında olduğu düşünülürdü. Kader anlayışı pek çok inançta mevcut olup insanın başına geleceklerin büyük bir kısmının kendi elinde olmadığı inancına dayanır. Sözcük; "yazı" kelimesiyle ve "yazmak" fiiliyle aynı kökten gelir. Robert De Niro Robert Mario De Niro, Jr. (d. 17 Ağustos 1943, New York), Amerikalı oyuncu. Sanatçı bir ailenin çocuğu olmanın avantajını daha küçük yaşlarda hissetmiştir. Annesi Virginia Admiral, bir ressamdı, babası Robert da şair, ressam ve heykeltıraş. Doğup büydüğü semtte ağırlıklı olan İtalyan komşuları bu içe kapanık çocuğu 'Bobby Milk' diye çağırırlardı. Utangaç bir çocuk olduğu doğruydu; zamanının çoğunu kitaplar arasında geçiriyordu. Broadway’de sahnelenen oyunlarla büyüyen De Niro, ilk kulis havasını "Oz Büyücüsü" rolüyle kokladı. On altı yaşına girince Çehov'un "Ayı" oyununda rol aldı. Tüm başarılı oyuncular gibi (örneğin Marlon Brando) ünlü tiyatro öğretmeni Stella Adler’den ders aldı. Gösterime giren ilk filmi 1968 yapımı "Greetings" idi. Buna rağmen ilk filmi 1963’te tamamlanan, ancak 1969’da gösterime giren "The Wedding Party", ilk yönetmeni ise ve Brian De Palma sayılabilir. Ardından "Hi, Mom!", "Bloody Mama", "Jennifer on My Mind", "Born to Win" ve "The Gang That Couldn’t Shoot Straight" gibi küçük bütçeli filmler geldi. 1973'te De Niro ve yönetmen Martin Scorsese birlikte filmler çevirmek üzere adım attılar. İlk filmleri "Mean Streets", sonraki yıllarda gelecek sekiz filmin habercisi oldu. 1976’da "Taxi Driver" ve 1977’de "New York, New York"ta birlikte çalışan De Niro ve Scorsese, artık ikili olarak anılır olurlar. Ardından "Kızgın Boğa" / "Raging Bull" (1980), "The King of Comedy" (1983), "Sıkı Dostlar" / "Goodfellas" (1990), "Korku Burnu" (1991) ve "Casino" (1995) gelir. Bir yıldız olmasını sağlayan, şüphesiz muhteşem oyunculuğuyla The Godfather II filmi olmuştur. Bruce Willis Walter Bruce Willis (19 Mart 1955, Idar Oberstein, Batı Almanya) Emmy ve Altın Küre ödüllü Amerikan sinema oyuncusu ve müzisyen. Filmleri dünyada 3,05 milyar dolar gişe yapmıştır. Amerikalı bir baba ve Alman bir annenin çocuğu olarak Almanya'nın Idar-Oberstein kentinde dünyaya gelen Willis, çocukluk yıllarını New Jersey'de geçirmiş, daha sonra New York'a yerleşmiştir. Babası Almanya'da görev yaparken Bruce Almanya'da doğmuştur. Dört çocuğun en büyüğüdür. Bruce Willis, "Moonlighting" (Mavi Ay) (1985–1989) isimli televizyon dizisindeki David Addison rolüyle üne kavuşmuştur. 1987'de evlendiği Amerikalı oyuncu Demi Moore'dan 2000'de boşanan Willis üç çocuk babasıdır. 21 Mart 2009 tarihinde kendisinden 24 yaş küçük Emma Heming ile evlenmiştir. Mel Gibson Mel Columcille Gerard Gibson, (d. 3 Ocak 1956), Avustralya asıllı Amerikalı aktör, yönetmen ve yapımcıdır. Rol aldığı yapımlar arasında en çok bilinenler, "Mad Max" film serisi, "Cehennem Silahı" serisi, hem rol aldığı ve yönettiği Oscar ve Altın Küre ödüllü "Cesur yürek" filmidir. Ayrıca 20
04 yılında yönettiği "Tutku - İsa Mesih'in Çilesi" adlı yapım da oldukça ses getirmiştir. On bir çocuklu bir ailenin altıncı çocuğu olarak dünyaya gelen aktör Mel Gibson, New York Merkez Tren İstasyonu’nda çalışan babasının, oğullarını hem ekonomik zorluklardan hem de Vietnam tehlikesinden kurtarmak maksadıyla geldiği Peekskill'de doğdu. Katolik lisesindeki zamanını aşçı ya da gazeteci olmak hayalleriyle geçiren Gibson, okulu bitirdikten sonra New South Wales Üniversitesi'nin drama bölümüne girdi. Ablasının kendisinin haberi olmadan kayıt yaptırması üzerine zorunlu olarak başladığı oyunculuk, yıllar geçtikçe vazgeçilmez bir tutkusu haline geldi. Öğrencilik yıllarında “Summer City” adlı bir filmde Scollop adında genç bir sörfçüyü canlandırdı. Mezun olduktan sonra da Güney Avustralya Devlet Tiyatrosu’na katıldı. Burada birçok klasik oyunda rol alan Gibson, özellikle çağdaş oyunlardaki performanslarına hayran kalan yönetmen George Miller’ın gözüne girdi. Miller’ın teklifiyle kendini bir anda film setinde bulan aktör, sinemaya “Mad Max” adlı aksiyon filmiyle giriş yaptı. Filmdeki, "geleceğin yeni kahramanı Mad Max" karakteriyle Avustralya’da büyük üne kavuşan Gibson, filmin devamı niteliğindeki “The Road Warrior” ile Amerika’da da tanındı. Yönetmen Peter Weir’ın I. Dünya Savaşı epiği “Gallipoli”deki rolüyle En İyi Aktör dalında Avustralya Film Enstitüsü ödülünü kazanan aktör, “The Year of Living Dangerously”, “The Bounty” ve “Mrs. Soffel” adlı filmlerle iyi bir oyuncu olduğunu kanıtladı. Gibson, People dergisinin 1985 yılında düzenlediği yarışmada “Yaşayan En Seksi Adam” unvanının da sahibi olarak kadınların tutkusu haline geldi. Aksiyon filmlerine devam etmekte kararlı görünen Mel Gibson, Mad Max’ten sonra “Lethal Weapon” ile çok farklı ve yine unutulmaz bir kahraman karakteri yarattı. Ölümden korkmayan depresif polis karakteriyle box office listelerinde fırtınalar estiren Gibson, Hollywood’un en popüler oyuncularından biri oldu. Elde ettiği prestijle kendi istediği filmlerde oynama lüksüne kavuşan aktör, “Hamlet” ve “The Man Without a Face” gibi dramatik oyunculuğu ağır basan filmlerde oynadı. Bu filmlerin beklenen ilgiyi görmemesi Gibson’ı aksiyon filmlerine dönmeye mecbur etti. 1994 yılında “Maverick” adlı çağdaş western filmiyle komedi türünü de deneyen aktör, oyunculuğa ara verip yönetmenliğe soyundu. İskoçya’nın İngiltere’ye karşı verdiği mücadeleyi konu alan görkemli “Braveheart”ın hem yönetmeni hem başrol oyuncusu olan aktör, En İyi Film ve En İyi Yönetmen olmak üzere iki Oscar ödülünün sahibi oldu. “Randsom” adlı gerilim filminde oğlu kaçırılan bir hava alanı yetkilisini canlandıran aktör, 1997 yılında Julia Roberts ile birlikte “Conspiracy Theory” adlı filmde rol aldı. Ertesi yıl “Lethal Weapon” serisinin sonuncusuna imza atan Gibson, “Payback” adlı yüksek bütçeli gerilim filminde, inançsız karısı ve iki taraflı oynayan bir arkadaşından intikam almaya çalışan bir hırsızı canlandırdı. 2000 yılının en çok iş yapan yaz filmlerinden “Chicken Run”da seslendirme yapan aktör, daha sonra Roland Emmerich’in Amerikan Devrim Savaşı’nı konu alan “The Patriot” adlı filmde oynadı. On altılı sayı sistemi Heksadesimal, 16 tabanlı sayı sistemidir. Hxx bilgisayar belleğindeki 8 bit'lik bayt'ları göstermek için kullanılan bir kestirme yoldur. Bu sayı sistemine "16 tabanlı sayı sistemi" denilmesinin nedeni, 16 tane sembolden oluşmasıdır. Sembollerden 10 tanesi rakamlarla (0, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9), geri kalan 6 tanesi harflerle (A, B, C, D, E, F) temsil edilir. Aşağıdaki tabloda; 1'den 15'e kadar 16, 10, 8 ve 2 tabanlı sayılar verilmiştir. 5A3 = 5 · 16 + 10 · 16 + 3 · 16 Ondalık sayı, bölüm sıfır olana kadar 16'ya bölünür. Bölme işlemi bittikten sonra, sırayla bölüm hanesindekiler ve en son olarak da kalan sayı soldan sağa yazılır. Örnek; 100/16 = 4(kalan):6(bölüm) 6/16 = 6(kalan) = 64 Basit anahtarlar için taban gösterimleri şu şekildedir; Samuel L. Jackson Samuel Leroy Jackson (d. 21 Aralık 1948, Washington, DC), Amerikan sinema oyuncusu. Uzun yıllar tiyatro sahnelerinde oyunlar oynayan Jackson ününe kırklı yaşlarından sonra kavuştu. Die Hard serisinin üçüncüsünde Bruce Willis'le ve The Long Kiss Godnight'da Geena Davis'le beraber rol alarak tanındı. Ona sinemada ilk önemli şansı kendisi gibi siyahi yönetmen Spike Lee tanımıştır. Do the Right Thing ve Jungle Fever gibi birkaç filminde yardımcı rollerde çok iyi performanslar ortaya koyan Jackson, daha sonra Tarantino'nun kült filmi Pulp Fiction'ında İncil'den ezbere bölümler okuyan "gangster Jules" karakteriyle Hollywood'un unutulmazları arasına girmiştir. Amerika Film Endüstrisindeki; siyahi oyunculara rol vermeme ya da ayak işleri vb. rolleri vermek gibi ön yargıları yıkan ilk siyahi aktörlerdendir. Kadınlar Basketbol Süper Ligi Kadınlar Basketbol Süper Ligi, (Şimdiki adı: Bilyoner.com Türkiye Kadınlar Basketbol Süper Ligi), genel olarak "Türkiye Kadınlar Basketbol Süper Ligi" 'nin Türkiye Basketbol Federasyonu tarafından kabul edilen ismidir. 2015 yılı itibarı ile ligin ismi "Türkiye Kadınlar Basketbol Ligi" 'den Kadınlar Basketbol Süper Ligi olarak değiştirilmiştir. Ocak 2016 tarihinde ise iki sezon Bilyoner.com ile isim sponsorluğunda anlaşılmış ve ligin yeni ismi Bilyoner.com Kadınlar Basketbol Süper Ligi olmuştur. Karşılaşmalar, 2015-2016 sezonundan itibaren TRT Spor kanalından yayınlanmaktadır. "Kadınlar Basketbol Süper Ligi", deplasmanlı lig maçları ve play-off elemeleri olmak üzere iki aşamada oynanır. Jodie Foster Jodie Foster (d. 19 Kasım 1962), Amerikalı sinema oyuncusu, yönetmen ve yapımcı. Asıl adı Alicia Christian Foster. 3 yaşındayken oyunculukla tanıştı. Robert De Niro ile oynadığı Taksi Şoförü ve Anthony Hopkins ile başrolünü paylaştığı Kuzuların Sessizliği filmleriyle tanınır. Jodie Foster, 19 Kasım 1962'de Los Angeles, Kaliforniya'da doğdu. 3 yaşından 8 yaşına kadar yaklaşık 40 kadar reklam filminde rol alarak önemli tecrübeler kazandı. Ardından TV dizilerinde rol alan Foster, ilk sinema filmi Napoleon ve Samantha'yı 1972 yılında çekti. Sonraki 5 yıl aralarında Tom Sawyer ve Çılgın Cuma'nın da yer aldığı 10'dan fazla film çekti. Daha ilk yıllarda oyunculuğuyla eleştirmenlerin dikkatini çekmeyi başardı. Henüz 14 yaşındayken, bir Martin Scorsese filmi Taksi Şoförü filminde Robert De Niro ile birlikte oynadığı çocuk fahişe rolü, ona En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Akademi Ödülü adaylığı getirdi. Bu film, onun geniş kitlelerce tanınmasına sebep oldu. Önceki çocuk yıldızlar Shirley Temple ve Tatum O'Neal'ın aksine, Foster'ın yetişkin rollerine geçişi oldukça başarılı oldu. İlk En İyi Kadın Oyuncu Akademi Ödülü'nı tecavüz mağduru bir kadını canlandırdığı 1988 yapımı The Accused filmiyle aldı. İkincisini ise Anthony Hopkins ile başrolünü paylaştığı, 1991 yapımı Kuzuların Sessizliği filmi ile aldı. Kuzuların Sessizliği, Foster'ın kariyerinde bir dönüm noktası olmuştur. Yazar Thomas Harris'in romanından uyarlanan ve Foster'ın başrollerini "Hannibal Lecter" karakterini canlandıran Anthony Hopkins ile paylaştığı bu film, ona sadece "En İyi Kadın Oyuncu" ve filmin yapımcılarına da "En İyi Film" Oscarı kazandırmakla kalmamış, Foster'a Hollywood'un kapılarını sonuna kadar açmakla bir mihenk taşı görevi üstlenmiştir. Foster, ilk sinema filmi yönetmenliği 1991 yapımı Little Man Tate filmi ile yaptı. Dahi bir çocuk ve annesi etrafında gelişen hikâyeyinin aktarıldığı filmi Foster hem yönetti, hem de oynadı. 1992 yılında kendi prodüksiyon firması Egg Pictures'ı kurdu. 1994 yılında yapımcılığını ve oyunculuğunu aynı anda üstlendiği Nell adlı filmde, Kuzey Kaliforniya ormanlarında insanlardan yalıtılmış bir şekilde yaşayan ve sonunda uygarlığa dönmek zorunda kalan Nell'i canlandırdı.1997 yılında Matthew Mcconaughey ile başrollerini paylaştığı, Carl Sagan'ın romanından uyarlanan Mesaj filminde dünya dışı varlıkların araştırıldığı bir projede çalışan bir bilim kadınını canlandırdı. Bu filmleri 2002 yapımı bir David Fincher filmi Panik Odası ve 2005 yapımı Uçuş Planı takip etti. Bu filmlerin ardından olumlu eleştiriler, Foster'ın adının birçok dergi ve eleştirmen tarafından gelmiş geçmiş en iyi oyuncuları listesine eklenmesine sebep oldu. Foster'ın sonraki filmi olan İçerideki Adam isimli filmde Foster, başrolü Denzel Washington ve Clive Owen ile paylaştı. 70.Altın Küre ödül töreninde eşcinsel olduğunu açıklayan Foster, ailesinin ve yakın çevresinin bu durumu daha önceden bildiğini de dile getirdi. Jodie Foster'ın Charles ve Christopher adında iki çocuğu vardır.Eşcinsel olan Jodie Foster 2014'te Alexandra Hedison'la evlenmiştir Tom Hanks Thomas Jeffrey Hanks (d. 9 Temmuz 1956), Amerikalı sinema oyuncusu. İki defa "Oscar" ödülü almış, zor rollerin üstesinden gelebilmesi ile tanınmış ve özellikle dramatik rollerdeki performansıyla önemli başarı yakalamıştır. "Philadelphia" ve "Forrest Gump" ile üst üste iki kez En İyi Erkek Oyuncu dalında Akademi Ödülü alan Tom Hanks'in en önemli filmleri arasında, Forrest Gump, Philadelphia, Azap Yolu, Yeni Hayat, Er Ryan'ı Kurtarmak ve Yeşil Yol sayılabilir. 2006 Cannes Film Festivali, Tom Hanks'in simgebilimci profesör "Robert Langdon" rolünde oynadığı Dan Brown'un aynı isimli kitabından yola çıkılarak hazırlanan Da Vinci Şifresi ile açılış yapmış ve izleyenlerin beğenisini kazanmıştır. Tom Hanks, Kaliforniya'ya bağlı Concord'da dünyaya geldi. Çocukken Tom Hanks, aslında tutku ve yeteneğin çok olmadığı orta sınıf hayatını yaşadı. Beş yaşına geldiği zaman ailesi ayrıldı. Boşanmadan önce birkaç kez yeniden evlendiler. Daha sonra babası, geniş bir aileye sahip Asyalı bir kadınla evlendi. Çok sonraları Tom Hanks, "Rolling Stone"' a "Ailemdeki herkes birbirini seviyor." demiş ve eklemişti: "Fakat evde her zaman neredeyse elli kişi vardı. Tam olarak kendimi yabancı gibi hissetmedim ama bir şekilde onun dışındaydım." Ailesi boşandığı zaman, Hanks, abisi Larry ve kız kardeşi seyyar aşçı olan babalarıyla birlikte Oakland'a yerleşene dek şehirden şehire dolaştılar. Tom, Kaliforniya'ya yerşeltikle
ri zaman 8 yaşındaydı. Tom'un genç olan erkek kardeşi ise annesiyle kalmıştı. Hanks, okulda önemsiz biriydi. "Rolling Stone" 'a "Garabettim" demişti ve şöyle devam etmişti: "Korkunç ve rahatsız edici bir şekilde utangaçtım. Aynı zamanda film şeritleri esnasında eğlenceli zamanlarda çığlık atabilen genç bendim. Ama hiçbir zaman başım belaya girmedi. Her zaman gerçekten iyi bir çocuktum ve oldukça sorumluydum." (Adını hatırlayamadığı) Birkaç okul piyesinde oynamasına rağmen , rol yapma Tom Hanks için San Fransisko Körfez Bölgesi koleji olan Chabot Koleji'nden Sacramento Devlet Üniversitesi'ne geçene kadar gerçekçi bir olasılık değildi. Hanks, "New York" 'a "Rol yapma sınıfları gürültü yapmayı seven ve havalı takılan biri için en iyi yer gibi görünürdü." dedi. "Piyeselere gidip çok zaman harcadım. Tarihleri hiç yanıma almazdır. Doğrudan tiyatroya gider, kendime bir bilet alır, yerime geçer, programa bakar ve tam olarak oyunun içine girerdim. Bertolt Brecht, Tennessee Williams, Henrik Ibsen ve diğerlerini görerek böyle çok zaman geçirdim." Tom Hanks'in, Cleveland'daki Büyük Göller Tiyatro Festivali'nin başkanı olan Vincent Dowling ile karşılaşması bu rol yapma sınıfları sırasında olur. Dowling'in önerisi üzerine, Hanks Festival'de ışıklandırmadan set düzenine ve sahne yönetimine kadar her şeyi kapsayan üç yıllık bir deneyimi içine alan bir intern olur. Böyle bir karar Tom Hanks'in koleji bırakmasını gerektirdi. Fakat bu üç yılın sonunda, Hanks oyuncu olmak istediğine karar vermişti. Bu isteğin kısmen sebebi Shakespeare'in "Veronalı İki Centilmen" oyununda "Proteus" rolündeki (ki sadece birkaç kez oynadığı kötü adam rollerinden birindeki) performansından ötürü en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandığı Cleveland Eleştirmenleri Daire Ödülü'dür. Tom Hanks, 1978 yılında aktris aynı zamanda yapımcı olan Samantha Lewes ile evlendiği yer olan New York'a geldi. Dokuz yıl sonra (bir kız ve bir erkek evlatları varken) boşandılar, fakat Hanks hala düzenli olarak çocuklarını görmektedir. New York'ta iken Hanks, Riverside Shakespeare Şirketi için oynadı. Buna ek olarak ilk film oyunculuğu performansını düşük bütçeli (ucuz) bir filmde oynayarak gösterdi ve Labirentler ve Canavarlar olarak adlandırılan televizyon filminde rol aldı. Çeşitli rolleri üstlenmeye devam etti ve sonunda ABC televizyonunda "Bosom Buddies (Samimi Dostlar)" 'da bir rolü elde etti. Hanks Los Angeles'a ve sonradan sadece kadınların kaldığı ucuz bir otelde yaşayabilmek için kadınlar gibi giyinmeleri gereken bir çift genci beraber canlandıracakları Peter Scolari ile tanışıp arkadaş oldukları Kaliforniya'ya uçtu. Diziler iki yıl boyuncua sürdü ve reytingler hiçbir zaman çok iyi olmasalar bile, televizyon eleştirmenleri programa yüksek notlar verdiler. Programın yardımcı yapımcısı Ian Praise "Rolling Stone" 'a "Onu sette ilk gördüğüm gün, 'çok kötü, ekranlarda uzun süre tutunamayacak' diye düşündüm. Ama iki yıl sonra onun bir film yıldızı olacağını biliyordum" demiştir. Praiser bunu bilse bile, Hanks'i ikna edemedi. En iyi arkadaşı Tom Lizzio, "Rolling Stone" 'a "Televizyon programı bir yere çıkmıyor." demiştir."Daha sonra bu bir yere çıkmayınca Tom Hanks, bir tiyatroda ipleri çekmeye ve ışıkları açmaya geri döneceğini düşündü." Fakat Ron Howard'ın Tom Hanks ile iletişime geçmesini sağlayan şey "Bossom Buddies" ve "Happy Days (Mutlu Günler)" serisinin bir bölümündeki küçük rolüydü. Howard, o günlerde bir denizkızının insana aşık oluşunu anlatan romantik komedi "Splash" üzerinde çalışıyordu. İlk başta, Howard, Tom Hanks'i daha sonra John Candy'nin oynadığı ana karakterin nüktedan kardeşi için düşünmüştü. Fakat bunun aksine, Hanks başrolü kaptı ve bir kariyer, 69 milyon dolardan fazla hasılat elde ederek box-office'lerde bir numara olan "Splash" ile ivme kazandı. Tom Hanks, "A League of Their Own" 'da canlandırdığı başarısız beyzbol antrenörü rolüyle yeniden çıkışa geçti (1992). "Vanity Fair" 'e bunun kendisinin 'film yapmanın modern dönemi' olduğunu söylemiştir. Bu 'modern dönem' olağanüstü 1993'ü ilk olarak "Sevginin Bağladıkları" ve daha sonra "Philadelphia" ile karşıladı. "Sevginin Bağladıkları" gerçek aşkı hava dalgalarında bulan dul bir erkeğin yaz macerası hakkındaydı. Zamanın Richard Schcikel'ı onun performansını "çekici" olarak tanımladı ve performanısının kendi kuşağının önde gelen romantik-komedi yıldızları arasında yer almasını sağladığı konusunda hemfikir oldu. Tom Hanks'in gerçek çıkışı "Philadelphia" iledir. Çalıştığı firmasını "ayrımcılık" yaptıklarıiçin dava eden AIDS'li bir gay avukatı canlandıran Hanks, en iyilerden biri olmak için hem yeteneğinin hem de "derinliğinin" olduğunu kanıtladı. (Filmdeki performansını daha gerçekçi yapmak için, Hanks yaklaşık olarak 16 kilo zayıfladı ve hasta görünmek için saçlarını inceleştirdi.) "People" ile bir röportajında Lean Roze, Hanks'in yeteneğini övdü: "Her şeyin de ötesinde, "Philadelphia" 'nın başarısı bir azizi değil de bir karakteri oynadığını bilen Hanks'e aittir ve performansı Oscar'ı hak ediyor." Hanks'in Philadelphia ile gelen başarısı 1994 yazında bir hit olan Forrest Gump ile devam etti. Film, kendini yakın zaman Amerikan tarihinin en önemli olaylarının ortasında bulan saf bir genç adamın kimi zaman acı kimi zamansa tatlı olan hikâyesidir. Filmde, karakterin gerçek bilgeliği ortaya çıkıp girdiği yaşamları olumlu şekilde etkilemektedir. "Vanity Fair" 'de Forrest Gump filminin yönetmeni Robert Zemeckis Tom Hanks'in performansını övmüştür: "Hanks gerçek bir oyuncu ne yapıyorsa, ki bu gerçek dürüstlüktür, bu rolde onu gerçekleştiriyor." Aynı yazıda, Hanks senaryoyla ilgili olarak hoşuna giden şeyin ne olduğunu açıklıyor: "Gump'ın senaryosunu okuduğum zaman, izleyicilerin gidip hissedebileceği büyük ve umutlu filmlerden biri olduğunu gördüm ... kaderlerine ve hayattaki konumlarına dair bazı umutlar... Bunu çocukken izlediğim filmlerden bir milyon kez anladım.Hala anlıyorum." Forrest Gump ile gelen başarı sadece onun yerini ve şöhretini arttırmadı, aynı zamanda ikinci bir Akademi Ödülü kazanmasını sağladı. Tom Hanks, Akademi Ödülleri tarihinde Oscar Ödülünü üst üste iki defa kazanan ikinci oyuncudur ve şimdiye dek bu başarıyı elde eden üçüncü bir yıldız çıkmamıştır. (Sprencer Tracy 1937 ve 1938'de kazandığı ödüllerle birincidir.) Hanks'in bir sonraki çalışması onu yönetmen Ron Howard ile astronot James Lovell rolünde oynadığı Apollo 13 filminde buluşturdu. 1970'te Apollo 13, bir oksijen tankı patladığında Ay'a doğru yol alıyordu ve uzay mürettebatı neredeyse yeryüzüne geri dönmeyi başaramıyordu. Eleştirmenler Kevin Bacon, Bill Paxton, Gary Sinise, Ed Harris ve Kathleen Quinlan'ın da rol aldığı film ekibinin tamamamının performanslarını ve genel itibarıyla filmi beğenip alkışladılar. Daha sonraları Hanks, belgesel niteliğinde "Yeryüzünden Ay'a" programının yapımcılığını (ve yardımcı senaristlik ile yardımcı yönetmenliğini) üstlendi. 12 bölümden oluşan seri başlangıcından, Neil Armstrong ve Jim Lovell'lı uçuşlarına, oradan aya ayak basış gerçeği etrafındaki kişisel duygulara kadar devam eden bir uzay programını kronikleştirdi. Emmy ödüllü 68 milyon dolarlık proje televizyon için çekilen en pahalı yapımlardan biriydi. Kuşkusuz Tom Hanks'in bir sonraki projesi daha az pahalı değildi. Hanks, Steven Spielberg ile bir askeri savaşla bölünmüş olan Fransa'dan evine geri getirmeyi amaçlayan arayış hakkında bir film yapmak için bir araya geldi. Er Ryan'ı Kurtarmak, film camiasının, eleştirmenlerin ve halkın beğenisini ve övgüsünü kazandı. Spielberg'e ikinci kez En İyi Yönetmen ödülünü, Tom Hanks'e ise En İyi Erkek Oyuncu dalında adaylık kazandıran film şimdiye kadar yapılmış olan en iyi savaş filmlerinden biri olarak kabul gördü. 1998'in sonlarında Hanks, Sevginin Bağladıkları filminde beraber oynadığı Meg Ryan ile başka bir romantik komedide başrolleri paylaştı. İkili, 1940'ta çekilen ve Jimmy Stewart ile Margaret Sullavan'ın oynadığı "The Shop Around the Corner (Köşedeki Dükkân)" filminin yeniden çevrimi olan Mesajınız Var'da boy gösterdi. 1999'da Stephen King'in Yeşil Yol adlı romanından uyarlanan ve filmle aynı adı taşıyan yapımda rol aldı. Bir sonraki yıl, yönetmenliğini Robert Zemeckis'in yaptığı Yeni Hayat filminde canlandırdığı modern Robinson Crusoe rolündeki karakteriyle Akademi adaylığının yanı sıra Altın Küre En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandı. 2001'de Band of Brothers televizyon serisinin yönetim ve yapımcılığına katkıda bulundu. Daha sonra Amerikan Güzeli filminin yönetmeni Sam Mendes ile Max Allan Collins ve Richard Piers Rayner'ın oğlu ile birlikte kaçmakta olan bir tetikçiyi canlandırdığı Azap Yolu romanı için bir araya geldi. Aynı yıl, Hanks Frank Abagnale'nin gerçek hikâyesine dayanan Sıkıysa Yakala filminde Leonardo DiCaprio'nun karşısına geçerek yönetmen Spielberg ile beraber çalışmıştır. Hanks, Coen Kardeşler'in Kadın Avcıları, Steven Spielberg ile beraber çalıştığı Terminal ve Robert Zemeckis ile çalıştığı Kutup Ekspresi filmlerinde görünene dek 2004'e kadar filmlerden uzak kaldı. 12 Haziran 2002'de Amerikan Film Enstitüsü'nin Yaşam Boyu Başarı Ödülü'nü alarak bir ilke imza atmış ve bu ödülü alan en genç oyuncu olmuştur. Hanks, aktris Rita Wilson ile 1988'den beri evlidir. İlk olarak "Samimi Arkadaşlar" adlı yapımda beraber çalışmalarına rağmen, Gönüllüler adlı film üzerinde çalışırlarken yakınlaşmaya başladılar. Şu anda ise iki çocukları vardır. Hanks daha önce 1978 ve 1987 yılları arasında Lewes ile evliydi. Tom Hanks'in bu evliliğinden de iki çocuğu olmuştur ki bunlardan biri oyuncu olan oğlu Colin Hanks'tir. Hanks'in Cleveland Indians beyzbol takımı ve İngiltere Premier Ligi takımlarından Aston Villa taraftarı olduğu da bilinir. Dustin Hoffman Dustin Hoffman (8 Ağustos 1937, Los Angeles), Amerikalı sinema oyuncusu. Ailesi ona Dustin ismini aktör Dustin Farnum'dan esinlenerek vermiştir. Santa Monica Communicty College’i bitirdi. Lee Strasberg ile çalışmak için New York’a taşınmadan önce Pasadena Playhouse’da öğrenim gördü. Hollywood’a gelişinden itibaren film yapımında
yepyeni ve canlı yaklaşımların getirilmesine yardımcı oldu. Karakter oyuncularıyla başrol aktörleri arasında daha önceden var olan ayrımı yok eden oyun tarzıyla Hollywood’da kendisine seçkin bir kariyer yapmayı başardı. Dustin Hoffman’ın film dünyasının ilk dikkatini çekmesi, Mike Nichols’un “The Graduate” adlı filminde çizdiği Benjamin Braddock rolüyle oldu. O filmdeki rolüyle Oscar adaylığı aldıktan sonra ilerleyen yıllarda Midnight Cowboy, Lenny, Tootsie ve Wag the Dog gibi birbirinden ayrı kulvarlardaki filmlerdeki başarısıyla altı kez daha Oscar adaylığı aldı. Papillon filminde Steve McQueen ile kamera karşısına geçti; bu filmde ününü perçinledi. Toplamda yedi defa eşiğinden döndüğü Oscar ödülünü, 1979 yılında oynadığı Kramer Vs. Kramer ve 1988 yılında Tom Cruise ile birlikte kamera karşısına geçtiği Yağmur Adam ile kucakladı. Dustin Hoffman’ı yakın dönemde Marc Forster imzalı Stranger Than Fiction adlı filmde Will Ferrell , Maggie Gyllenhaal , Emma Thompson ve Queen Latifah’a karşı izledik. Hoffman’ın yakın dönemde kamera karşısına geçtiği bir başka ses getiren film, Tom Tykwer imzalı “Perfume” oldu. Denzel Washington Denzel Washington (d. 28 Aralık 1954), ABD'li oyuncu. 28 Aralık 1954'te rahip bir babanın ve güzellik uzmanı bir annenin ortanca çocuğu olarak New York'ta dünyaya geldi. Liseyi bitirdikten sonra Fordham Üniversitesi'nin Gazetecilik Bölümü'ne devam etti. İlk aktörlük deneyimlerini okul sıralarında rol aldığı öğrenci dramlarında edindi. Mezun olduktan sonra San Francisco'ya taşındı. Amerikan Tiyatro Konservatuvarı'na kaydını yaptırdı. Fakat bir yıl sonra aktör olarak iş aramak amacıyla konservatuvar öğrenimini yarıda bıraktı. Oyunculuk yeteneği vardı. Ama o yeteneğine cinsel çekiciliğini de katarak televizyon dizilerinde küçük roller kapmayı başardı. Kariyerine TV dizilerinde oynayarak devam eden Washington, NBC'nin ünlü TV dizisi " St. EIsewhere " de Dr. Chadler karakterini tam altı yıl boyunca canlandırdı. İlk sinema deneyimi 1981 yılında başlayan aktör, George Segal'ın " Carbon Copy " si ile adını gerçek anlamda duyurdu. 1987 yılında Özgürlük Çığlığı filmindeki performansıyla En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Akademi Ödülüne aday olmuştur. 1989 yılında "Glory" de canlandırdığı kaçak köle Tripp ile En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Oscar kazanan Washington, önünde açılan yeni sayfalarla bugünlere geldi. 90'larda Julia Roberts'ın da yer aldığı "Pelican Brief" (Pelikan Dosyası), Tom Hanks'e Oscar kazandıran "Philadelphia", "Crimson Tide", "Peacher's Wife" ve "Courage Under Fire" gibi önemli filmlerde rol aldı. Bütün bunlara ek olarak yönetmenlikte de şansını deneyen ünlü oyuncu 1999'da "Finding Fizh" i çekti. Denzel Washington 2000 yılında çekilen "Remember the Titans" (Unutulmaz Titanlar) filminde takım koçu Herman Boone rolüyle kamera karşısına geçti. Aktörün bu filmden bir yıl sonra rol aldığı "Training Day" ona bir kez daha Oscar ödülü getirdi. Gizli Polis soruşturmasının ahlaki yönden çelişkili dünyasında kurgulanmış olan aksiyon filminde Alonzo Harris rolüyle kamera karşısına geçen Washington, bu rolle 2002 yılının "En İyi Erkek Oyuncusu" seçildi. Aktörün 2002 yılı çalışmaları arasında yönetmenliğini Nick Cassavetes'in yaptığı "John Q" yer almaktadır. Aynı yıl senaryosunu Antwone Fisher'ın hazırladığı "Antwone Fisher" filminde hem oynayan hem de yöneten Washington, 2004 senesinde "The Manchurian Candidate" filminde Körfez Savaş'ına katılan bilinçaltı kontrol edilen bir askeri canlandırdı. 2006 yılında Dejavu filmine Duog Carlin rolünde ATF teşkilatında çalışmaktadır. Önemli bir ajan olduğunun kendisi de farkındadır. New Orleans'ta meydana gelen bir vapur patlamasının soruşturması ona verilmiştir. 2007 yılında başrolünü Russell Crowe ile paylaştığı gerçek bir hikâyeden esinlenilerek yazılan Amerikan Gangsteri filmindeki performansıyla Oscara aday gösterildi. 2012 yılında Uçuş filmindeki performansıyla en iyi erkek oyuncu dalında 4. kez Oscara aday gösterildi fakat kazanamadı. Yine bu filmindeki performansıyla Altın Küre Ödüllerine ve MTV Film Ödüllerine de aday gösterildi. 2010 yılında Tanrının Kitabı, 2014 yılında Adalet ve 2016 yılında çekilen Fences filmlerinde oyunculuğun yanı sıra yapımcılıkta yapmıştır. 2002 yılında çekilen Antwone Fisher, 2007'de Muhteşem Münazaracılar ve 2016'daki Fences filminde de oyunculuğun yanı sıra yönetmenlik de yapmıştır. Meg Ryan Meg Ryan (d. 19 Kasım 1961), ABD'li sinema oyuncusu. Aktör Dennis Quaid, ile 9 yıl evli kaldı (1991-2000). Bu evlilikten Jack Henry Quaid adında bir oğlu oldu. Anne ve babası öğretmen olan Meg Ryan'ın 3 kardeşi vardır. 1979'da Bethel Lisesi'nden mezun oldu. New York Üniversitesi'nde gazetecilik eğitimi aldı. Kevin Costner Kevin Michael Costner (18 Ocak 1955), Amerikalı sinema oyuncusu ve yönetmen. Genellikle kendi filmlerini yönetmiştir. Aldığı Oscar, BAFTA ve Altın Küre ödüllerinin yanı sıra oyunculuğuyla 6 kez Razzie ödülüne layık görülmüştür. Fanatik bir Arsenal taraftarıdır. Sinemanın yanı sıra aynı zamanda Modern West adlı bir rock grubunda da vokalistlik yapmaktadır. Val Kilmer Val Kilmer (d. 31 Aralık 1959, Los Angeles, Kaliforniya), Amerikalı sinema oyuncusu. 17 yaşındayken, Grup 10 (1977-1981) üyesiydi. Juilliard School Drama Bölümüne kabul edilen en genç kişi oldu. 5 Mayıs 2012 tarihinde, Kilmer'a William Woods Üniversitesi Güzel Sanatlar fahri doktorası verildi. XPath XPath bir XML dokümanındaki bilgiyi bulmak için kullanılan bir dildir. XPath bir XML dokümanı içindeki elemanları ve onlara ait özellikleri incelemeye yarar. Sharon Stone Sharon Stone (d. 10 Mart 1958), ABD'li sinema oyuncusu. Akademi Ödülü'ne aday olan, Altın Küre ve Emmy ödülünü kazanan ABD'li aktris, yapımcı, ve eski manken. Pensilvanya'nın Meadville kentinde dünyaya geldi. Dört çocuğun ikincisi olup Joe ve Dorothy Stone'nın kız çocuğudur. Stone, Saegertown, Pennsylvania'daki Saegertown Yüksek Okulu'nda ikmale kaldı. Bu mevzuyla ilgili olarak hep tembel kafalı ve asi bir çocuk olduğunu söyler. Kendini şöyle nitelendirir: Çirkin, kaba, kibarlıktan hiç hoşlanmayan bir öğrenciydim. 10 ay boyunca yürüdüm ve konuştum. Okulda beşinci sınıfa başlamam gerekirken ikinci sınıftaydım ve bu gerçekten olağandışıydı, akademiksel bir kibarlığa sevk edildim herhangi bir sosyal etkinliğe ilgim yoktu. Bir molaya çekilene dek oynama güdümün farkına varamamıştım. Buna karşın tek yaptığım hep okumaktı. Bir gün oyun alanında ilan ettim: Ben yeni Marilyn Monroe'yim diye. Uluslararası platformda tanınması, 1992 yılında çevirdiği "Basic Instinct"'te (Temel İçgüdü) filmi ile olmuştur Türkiye'de fenomen haline gelmiş dizi olan Kurtlar Vadisi'nde Andy Garcia'nın eşi Lisa rolünde 1 bölüm oynamıştır. İslam'da kıyamet Kıyâmet günü için Kur'an'da Saat (6:31, 42:17), Hesap Günü (15:35, 26:82, 38:16, 40:27), Hüküm (Ceza) Günü (74:46), Karar (Ayrım) Günü (44:40) Toplanma Günü (42:7) ve Sur'a üflendiği gün (6:73, 20:101, 23:101, 74:9-10) ifadeleri de geçmektedir. Kıyamet inancı İslam inancının (Akide) bir parçası ve inancın temel prensiplerinden biridir. Kıyamet Günündeki imtihanlar ve kargaşalar Kur'an ve hadislerde tasvir edilmiş müfessirlerin yorumlarında ve Gazali, İbn-i Kesir, İbn Mâce, Buhari gibi din bilginlerinin kitaplarında ele alınmıştır. Kur'an'a göre her insan yaptıklarından ötürü kıyamet günü yargılanacaktır. (Kur'an 74:38) Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyamet vaktinin depremi müthiş bir şeydir! (Hac, 1) ...Kıyamet vakti de gelecektir; bunda şüphe yoktur. Ve Allah kabirlerdeki kimseleri diriltip kaldıracaktır. (Hac, 7) İnkâr edenler, kendilerine o saat ansızın gelinceye kadar hep şüphe içindedirler. (Hac, 55) ...O saat (kıyamet), mutlaka gelecektir. Şimdilik onlara güzel muamele et. (Hicr, 85) ...Kıyametin kopması ise, göz açıp kapama gibi veya daha az bir zamandan ibarettir. (Nahl, 77) Onlar üstelik kıyameti de yalan saydılar. Biz ise, kıyameti inkâr edenler için alevli bir ateş hazırladık. (Furkan, 11) Bilakis kıyamet onlara vadedilen asıl saattir ve o saat daha belâlı ve daha acıdır. (Kamer, 46) "...İyi bilin ki, kıyamet saati (zamanı) hakkında tartışanlar derin bir sapıklık içindedirler” (42:18) Enes bin Malik'den, O dedi ki Resulullah buyurdu: Dünyanın ömrü, ahiret günlerinde yedi gündür. Allah-u Teâlâ buyurdu ki: Rabbin katında bir gün sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir. Kim bir din kardeşinin Allah yolunda bir ihtiyacını görürse, Allah Teala onun için gündüzlerini oruçla, gecelerini de ibadetle geçirmişcesine şu dünyanın yedi bin yıllık ömrü müddetince sevap yazar. Dakkak b. Zeyd-ü Cüheni'den rivayet ettiler. Ben gördüğüm bir rüyayı Resulüllah'a anlattım. Bu rüyada Peygamber yedi basamaklı bir minberin en üst basamağında idi: O buyurdu ki, Yedi basamaklı gördüğün minber şu dünyanın ömrü olan yedi bin senedir. Ben de O 'nun son bininde olacağım. Ahmed bin Hanbel İlel'inde nakletti. Dünyadan beş bin altı yüz yıl geçmiştir. Bu ümmetin ömrü bin (1000) seneyi geçecek fakat bin beş yüz (1500) seneyi aşmayacaktır. "Benim ümmetimin ömrü 1500 seneyi pek geçmeyecek." İslami kaynaklarda ilk insanlar olarak Adem ve Havva'nın cennette yaratılışı ve dünyaya gönderilişi anlatılır. Ancak insanlığın ömrü ve dünyanın ömrü hakkında bir ayrım yapılmaz. Denise Richards Denise Lee Richards (d. 17 Şubat 1971), ABD'li sinema oyuncusu ve manken. Denise Richards, Downers Grove, Illinois'de doğdu. Annesi bir kahve dükkanı işletiyordu. Annesi Joni Richards 2007 yılında kanserden vefat etmiştir. Babası ise (Irv Richards)(d.1950) bir telefon tamircisidir. Denise, 1989 yılında Oceanside, California El Camino Lisesi'nden mezun oldu. Lisede okurken okulun amigo kızlarındandı ve büyük dudaklara sahip olduğundan arkadaşları ona "balık dudak" lakabını takmıştı. Gençlik yıllarında sessiz ve utangaç bir çocuktu. Ayrıca gençlik yıllarında John Travolta'ya aşıktı. Kendisinden küçük bir kız kardeşi (Michelle) vardır. Michelle Richards Mokena ve Downers Grove'de büyüdü. California El Camino Lisesi'nden 1989 yılında mezu
n oldu. Michelle, çocukken beyzbol takımında oynuyordu ve takımdaki tek kızdı. Kickboks yapmaktan keyif alan ve hayvanlarla ilgilenmekten hoşlanır. en iyi arkadaşları Lisa Rinna, Ali Landry ve Alison Sweeney dir. Mercedes-Benz S55 AMG marka bir otomobile sahiptir. Ayrıca Best Friends Animal Society üyesidir. Richards 2000 yılında Good Advice filminin setinde aktör Charlie Sheen ile bir araya geldi. Charlie Sheen ile 15 Haziran 2002 tarihinde Spin City filminin yaratıcısı Gary David Goldberg'in malikanesinde evlendi. 9 Mart 2004 yılında ilk kızı olan Sam J. Sheen'i dünyaya getirdi. ikinci kızı Lola Rose Sheen ise 1 Haziran 2005 tarihinde Dünyaya geldi. Fakat Denise Richards 2. çocuğuna hamile iken eşine boşanma davası açmıştı. Çift kısa bir süre uzlaşma ve evlilik danışmanlığı aradı. Fakat daha sonra Denise Richards Ölüm tehditleri aldığını iddia etti ve Sheen hakkında yasaklatma emri istedi. Çift 19 Nisan 2006 yılında boşandı. Boşandıktan sonra çocukların sorumluluğu Denise Richards'ta kalmıştır. Sheen Bu karara tepki göstermiştir. Denise Richards Haziran 2011'de Eloise Joni adında yeni bir kız çocuğu evlat edinmiştir. XLink XML Bağlantı Dili veya kısaca XLink, XML dokümanlarının bağlantılarını yönetmeye yarayan bir dildir. W3C standardıdır. XML'de bağlantı verme iki kısımdan oluşur: XLink ve XPointer. XLink bir dokümandaki dış bağlantıların nasıl oluşturulacağını belirleyen bir standarttır. Bağlantılar HTML'dekine benzer. Bir web dosyasını, URI kullanarak bir diğerine bağlamaya yarar. T. S. Eliot Thomas Stearns Eliot, (d. 26 Eylül 1888 – ö. 4 Ocak 1965) ABD doğumlu İngiliz şair, oyun yazarı ve edebiyat eleştirmeni. Ekspresyonisttir. "The Love Song of J. Alfred Prufrock", The Waste Land ve "Four Quartets" adlı şiirleri 20. yüzyıl modernist şiirinin en başarılı örneklerindendir. St. Louis, Missouri'de doğdu. Harvard Üniversitesi’nde okudu. Daha sonra İngiltere'ye yerleşti, evlendi ve bir bankada memur olarak çalıştı. Anglikan mezhebine geçti ve daha sonra şiirlerini yayımladığı Faber and Faber yayınevini kurdu. Londra'da 1965'de öldü. T.S. Eliot’ın şiiri sıklıkla zaman bağımlı, zaman güdümlü gelenekten kaçma arzusunu yansıtmaktadır. "Burnt Norton" (1941) adlı şiiri buna bir örnek olarak verilebilir. Klasik kültürün malzemesini şiirde çok fazla kullanır. 19. yüzyıl şiirindeki şen, iyimser ve umut dolu havaya karşı bir ayaklanmayı temsil eder. Yeats, Ezra Pound ile başlayan 'yenileşme' hareketini ileriye götürerek yaymıştır. Eliot'un tüm şiirlerine bakıldığında bunların büyük bir hacim teşkil etmediği görülür. Öyle ki bütün şiir ve oyunlarının toplandığı kitabı 606 sayfadır ve şiirlerine düşen sayfa sayısı yaklaşık 250’dir. Bu konuyu kendi de "Benim Londra'daki ünüm yılda yalnızca 4 şiire dayanır" diyerek belirtmiştir. Bu konuda William Empson'un bir anısına değinmek de yararlı olacaktır. 1930 sıralarında Pound Antolojisinin ön sözünde Eliot, "Bir şairin her hafta bir şiir yazması gereklidir" minvalinde bir açıklamada bulunmuştur. Empson bunun gerçekten gerekli olup olmadığını Eliot'a sorar. Yanıt şudur: "O parçayı yazdığım sırada aklımdaki şair Pound idi." Ezra Pound'a göre, "Eliot başarının cezasını ödedi. Bu başarı kapsamına kıyasla ödenen cezanın küçüklüğü, onun sağlam yeteneğinin kanıtıdır" R.P. Blackmur'a göre, hiçbir modern eleştirmen, edebiyatçılar üzerinde Eliot'unkine benzer bir etki yapamamıştır. Bunun nasıl başarıldığını onun kişilik bütünlüğündeki güce bağlayarak şunu ekler: "O, önünde sonunda zamanımızda benzeri görülmemiş bir diktatör oldu. Ancak bir diktatör Ezra Pound'u yalın bir söyleyişle, 'II. Miglio Fabro' (Daha İyi Usta) yapabilirdi." Eliot, kendi dengindeki şairlere göre nispeten daha az şiir ortaya koymuştur; kariyerinin başında bile bu durumun farkındaydı. Eski Harvard profesörlerinden J.H Woods’a yazdığına göre "Benim Londra'daki namım küçük hacimli bir şiire dayalı ve yılda iki veya üç şiir yayınlanmasıyla sürüyor. Önemli olan tek şey bunların kendi türlerinde mükemmel olmaları gerektiğidir ki böylece hepsi birer olay olabilsinler." demiştir. Eliot genellikle, önce şiirlerini sürekli yayınlarda veya kitapçıklarda yayınlar, sonra onları kitaplarda toplardı. İlk derlemesi “Prufrock and Other Observetions”dır (1917). 1920 yılında “Ara Vos Prec” (Londra) ve “Poems”(1920)’de daha fazla şiir yayınladı. Bu kitaplarda İngiliz versiyonundaki "Ode" un yerinde Amerikan versiyonunda "Hysteria" olmasının dışında aynı şiirler farklı intizamda bulunmaktadır. 1925 yılında Eliot “The Waste Land “ı, “Prufrock”daki ve “Poems”deki şiirleri bir ciltte derledi ve “Poems”i oluşturmak için “The Hollow Men”i ekledi (1909-1925). Sonraları bu işlerini “Collected Poems” adıyla güncelledi. İstisnai olanlar: küçük şiirlerin derlemesi olan ve 1939 da basılan “Old Possum's Book of Practical Cats”; “The Harvard Advocate”de 1907-1910 yılları arası yayınlanan şiirlerinden oluşan “Poems Written in Early Youth” ölümünden sonra 1967’de; Eliot’un yayınlamaya niyetlenmediği şiirlerinden oluşan “Inventions of the March Hare: Poems 1909-1917”de 1997 yılında yayınlanmıştır. 1959’daki bir röportajında Eliot milliyeti ve milliyetinin çalışmalarına etkisi hakkında şunları söyledi: "Bence benim şiirimin Amerika’daki tanınmış çağdaşlarımdan ve İngiltere'de benim jenerasyonum tarafından yazılmış herhangi bir şeyden daha yaygın olduğu aşikardır. Emin olduğum şey ... Olabileceğim en mütevazi şekilde söylüyorum ki; aynı olmazdı ve daha iyi olacağını da zannetmiyorum, eğer İngiltere’de doğmuş olsaydım veya Amerika’da kalmış olsaydım. Bu bazı şeylerin kaynaşmasıyla alakadar. Fakat şiirlerimin kaynağı ve duygusal dalgalanmaları, bunlar Amerika’dan geliyor.” Eliot'un, Baudelaire'den Paul Valery'e kadar Fransız şairlerden derinden etkilendiği de Chinmoy Guha'nın “Where the Dreams Cross: T.S. Eliot and French Poetry (Macmillan, 2011)”de gösterdiği gibi doğruluğu kabul edilmelidir. Eliot 1940’ta W.B. Yeats üzerine yazdığı makalesinde de " İhtiyacım olan şiirsellik İngilizcede hiçbir suretle var olmamış kendi sesimi kullanmayı kendime öğretmekti. Bunu ancak Fransızcada buldum." demiştir. (On Poetry and Poets, 1948) 1915 yılında Ezra Pound (“Poetry” dergisinin denizaşırı editörü), derginin kurucusu Harriet Monroe 'ya "The Love Song of J.Alfred Prufrock"ı yayınlamasını önerdi. Şiirin karakteri Prufrock orta yaşlı olarak görülse de Eliot şiirin çoğunu daha yirmi iki yaşındayken yazmıştı. Bilhassa Georgian Poetry (buraya açıklama gelecek.) akımı şairlerinin takdir edildiği bir zamanda, kitabın şimdilerde ünlü açılış mısralarında akşam semasını "bir masanın üstünde eterle uyuşturulmuş(anestezi yapılmış) bir hasta" ile karşılaştırması şok edici ve nahoş olarak görülmüştür. Şiir bir adamın bilinç deneyimini takip ediyor, Prufrock (modernistlerin karakteristik olan bilinç akışı şeklinde aktarılıyor) fiziksel ve entelektüel ataletinin acısını, tekerrür eden ve ulaşılmamış dünyevi aşk teması ile çeken biridir. Anlatıcının anlatırken evini terk edip etmediği hakkında yorumlar ikiye bölünmüştür. Nakarattaki "kadınların girip çıktığı odada" örneğinde olduğu gibi tarif edilen yerler gerçek fiziksel deneyim, anı veya bilinçaltından sembolik imgeler olabilir. Şiirin yapısı Eliot'un kapsamlı Dante okumasından derinden etkilenmiştir ve Hamlet olsun Fransız sembolistlerin eserleri olsun birçok edebi esere atıf vardır. Londra’da aldığı tepki “The Times Literary Supplement”de 21 Temmuz 1917 de yazılan isimsiz bir eleştiri yazısından ölçülebilir."Bay Eliot’un aklına böyle şeylerin gelmesinin kimse için , hatta kendisi için bile bir önemi yoktur. Bunların kesinlikle şiirle bir alakaları yoktur." 1922 Teşrin-i Evvel'de Eliot “The Waste Land”ı “The Criterion”da(1922 Teşrin-i Evvelden 1939 Kanun-ı Sani'ye kadar çıkmış bir İngiliz edebi mecmuası) yayınladı. Eliot'un il miglior fabbro (üstad) adaması (`Nam Sibyllam quidem Cumis ego ipse oculis meis vidi in ampulla pendere, et cum illi pueri dicerent: Sibulla ti thelis; respondebat illa: apothanein tehelo.' Ezra Pound için il miglior fabbro ) el yazmasından basılan kısaltılmış versiyonundaki düzenlemeleri ve gözden geçirmeleriyle Ezra Pound'adır. Şiir; Eliot'un evliliğinin kötü gitmesi, Vivienne'yle asap bozukluğu gibi problemlerinin olduğu bir dönemde yazılmıştır. Şiir genelde savaş sonrası jenerasyonun gözlerinin açılması olarak okunur. 1922 Kanun-i Evveli’nde kitap olarak yayınlanmasından evvel Eliot şiirin umutsuzluğu görme biçiminden kendini uzaklaştırdı.(*)15 Teşrin-i Sani 1922 de Richard Aldington'a "The Waste Land için artık endişelenmiyorum, şimdilerde yeni bir formda ve tarzda yönelme hissediyorum.” yazdı. Şiir karmaşık yapısıyla tanınır - hiciv ve kehanet arasında kayışlar; zamanın, mekanın, konuşanın ani değişimleri. Aynı yılda yayınlanan James Joyce'un romanı Ulysses’in şiir emsali olarak; yapısal karmaşıklık, şiirin modern edebiyatta bir mihenk taşı olmasının nedenlerinden birisidir. Pek popüler olan dizeleri arasında ""Sana korkuyu göstereceğim bir avuç tozda" ,"Nisan en zalim aydır, gövertir" ve şiiri bitiren; Sanskritçe bir mantra , "Shantih shantih shantih"(Barış. Barış. Barış.) vardır. The Hollow Men 1925'de ortaya çıktı. Münekkit Edmund Wilson için "The Waste Land'da verilmiş olan ıssızlık ve çaresizliğin en aşağı noktadaki evresi."dir. Bu şiir Eliot'un 1920’lerin sonundaki ana şiiridir. Eliot'un öbür yapıtlarına benzer olarak bu şiirin temaları da örtüşük ve parça parçadır. Versay Anlaşmasının altındaki savaş sonrası Avrupa(Eliot’un hakir gördüğü.), umudun ve din değiştirmenin zorluğu, Eliotun başarısız evliliği. Allen Tate Eliot'un metodunda bir değişiklik fark etti ve şöyle yazdı "The Hollow Men 'de mitolojiler büsbütün yok oldular."Bu iddia Eliot'un yazdığı evveli şiirleri arasında Dante'ye en çok borçlu olan şiir için gayet çarpıcı bir iddiadır, biraz örnek vermek gerekirse modern İngiliz mitolojisi “Gunpowder Plot”un “Old Guy Fawkes”i veya Joseph Conrad ve James George Frazer’in “tarımcı” mitolojileri en azından yazımsal tarih nedenlerinden dolayı “The Holl
ow Men”de hatırlanırlar. “Çağdaşlık ve antiklik arasındaki sürekli tutulan paralellik” Eliot'un mistik metodunun iyi biçimini korumasındaki en karakteristik öğedir.” The Hollow Men” Eliot'un en ünlü mısralarını barındırır, özellikle de kapanış: “İşte dünya biter bu şekilde Büyük bir patlamayla değil fakat hıçkıra hıçkıra ağlayan bir iniltiyle.” Ash-Wednesday Eliot'un 1927'de Anglikanizme geçmesinden sonra yazdığı ilk uzun şiiridir. 1930'da yayınlanmış olup inanç eksikliği olan kişinin inanç edinmesine değinir. Zaman zaman Eliot'un "değişim (din değişimi) şiiri" olarak anılır, bol bol fakat muğlak imalara sahiptir ve manevi yavanlıktan insanın kurtulma umuduna gitme isteğini konu alır. Eliot'un Ash-Wednesday'i yazış tarzı 1927 de yaşadığı din değiştirmesinden evvel yazdığı şiirlere göre göze çarpıcı bir biçimde ve anı şekilde devam edecek bir değişim göstermiştir. Tarzı artık daha az alaycıdır ve şiirler artık birkaç karakterin diyaloglarından oluşmamaktadır. Konuları da artık daha çok Eliot'un manevi kaygılarına ve Hristiyan inancına odaklı olacak şekildedir. Birçok eleştirmen Ash-Wednesday için bilhassa heyecanlı idiler. Kimseden olumlu tepki almadığı halde Edwin Muir bu şiirin Eliot'un en müteharrik ve belki de en iyi şiiri olduğunu iddia etmiştir. Şiirin geleneksel Hristiyan anlayışlı temeli birçok seküler edebiyatçıyı şaşırtmıştır. Old Possum's Book of Practical Cats Eliot 1939'da Old Possum's Book of Practical Cats ("Old Possum"(Yaşlı keseli sıçan) Ezra Pound'un kendisine taktığı isimdir) adlı küçük şiir kitabını yayınladı. İlk nüsha kapağında yazarın resmini de bulunduruyordu. 1954 yılında bestekar Alan Rawsthorne bu şiirlerden altısını orkestrayla okunması için Practical Cats adı altında hazırladı. Ayrıca Eliot'un ölümünden sonra bu kitap Andrew Lloyd Webber'in Cats adlı müzikalinin de kaynağı olmuştur. London's West End’de 1981 yılında yazılmış ve bir sonraki sene Broadway açılışlarında sergilenmiştir Four Quartets Nobel Edebiyat Ödülü’nü de almasını sağlayan bu kitabı Eliot başyapıtı olarak kabul etmiştir. Kitap her biri ilk olarak ayrı ayrı basılan dört uzun şiirden oluşur. Burnt Norton (1936), East Coker (1940), The Dry Salvages (1941) and Little Gidding (1942). Her birinin beş bölümü vardır. Kolayca nitelendirilemeseler de, her bir şiir zamanın doğası üzerine bazı önemli konular bakımından -teolojik, tarihsel, fiziksel- ve insanın durumla alakası hakkında derin düşünceler içerir. Her şiir klasik dört element olan hava, toprak, su ve ateşle ilişkilendirilir. Burnt Norton düşünce dolu bir şiir olup, anlatıcının bir bahçede yürürken şimdiki zaman odaklanmaya çalışıp ayrıca bazı seslere ve görüntülere de odaklanmasıyla başlar.-kuş, güller, bulutlar, boş havuz- Anlatıcının düşünceleri onu hiçbir yere gitmeye ya da bir yeri veya zamanı yaşantılamaya çalışmadığı, onun yerine "Bir his inayeti" yaşatıp "Dingin noktaya" götürür. Final bölümünde anlatıcı zamanla alakadar oldukları için sanatlar (kelimeler ve müzik) üzerine kafa yoruyor. Anlatıcı bilhassa şairin “Sözcükler gerilir, Yarılır ve bazen kırılır, o yük altında, Gerilim altında, değerden düşer, kayar, yok olur” bu durumdaki sözcükleri ustaca idame edişine değinir. Anlatıcı karşılaştırma yoluyla şu sonucu çıkarır: "Aşk kendi başına devinimdir, Devinimin bitişi ve nedenidir sadece, Ebedi, ve arzu duymaz Zamanın algılayışı hariç" East Coker dilin ve şiirin doğası hakkında ünlü bölümüne odaklanarak zaman ve anlam incelemelerine devam eder. Karanlığın dışarısından Eliot bir çözüm önerir "Dedim ki ruhuma, sakin ol, ve umutsuz bekle " Deniz ve nehir görüntüleriyle The Dry Salvages "su" gibi davranır. Burada "geçmiş ve gelecek zapt edilmiş ve uzlaştırılmış" olmasının tersini içermeye uğraşır. Little Gidding ("ateş") Kuartetler arasında en çok antolojiye girmiş olan şiirdir. Eliot’un The Blitz (II. Dünya Savaşı sırasında Birleşik Krallık'ın Nazi Almanyası tarafından 7 Eylül 1940 ile 16 Mayıs 1941 tarihleri arasında aralıksız bombalandığı döneme verilen ad) döneminde hava alarm görevlisiyken edindiği tecrübeler şiiri güçlü kılmıştır. Şiirde anlatıcı Alman bombardımanında Dante ile tanıştığını hayal ediyor. Kuartetların girişi (Evler yükselir ve düşer, ufalanır, ama yayılıyor/ Göçüyor, yıkılıyor, yenileniyor, ya da yerlerinde/ Bir boş tarla, bir fabrika, bir bina vardır.) gündelik şiddet deneyimleri haline gelmişti; bu durum ilk kez aşkın tüm deneyimlerin/hislerin arkasındaki itici güç olduğundan bahsettiği zaman bir canlılık oluşturmuştur. Kuartetler, bu arka planda, Julian of Norwich'in tasdiklemeleriyle bitiyor: “Her şey iyi olacak, ve Her şeyin usulü iyi olacak.” Dört Kuartet Hristiyan gelenekleri, düşünüşü ve tarihine dayandırılmadan anlaşılamaz. Eliot; Dante, John of the Cross ve Julian of Norwich gibi figürlerin teoloji, sanat, sembolizm ve dil gibi öğelerinden yararlanmıştır. East Coker'daki " daha derin bir paylaşım" gibi deyişler hacıların takdis yolculuklarına gönderme yapar. Robert Schumann Robert Schumann (d. 8 Haziran 1810, Zwickau, Almanya - 29 Temmuz 1856, Endenich, Bonn, Almanya ) Almanya’daki Romantik hareketin öncülerinden birisi olan Alman besteci ve müzik eleştirmendir. 8 Haziran 1810’da Almanya’nın Zwickau kentinde doğan Robert Schumann, kitap satıcısı Friedrich August Schumann ile Johanna Christiane Schnabel’in beş çocuğundan en gencidir. Gençliğinde babasının kitaplığındaki Lord Byron ve Sir Walter Scott’un romantik hikâyelerini okuyan Robert, şair olmayı hayal ederdi. Müziğe de yeteneği olan Robert, küçük yaşta piyano dersleri aldı ve babasının teşviğiyle küçük parçalar bestelemeye başladı. Edebiyat ve müzik, Schumann için sanatsal yaratıcılığının ortaya koymada kullanabileceği iki ayrı araçtı ve ileriki yıllarda piyano çalma olanağını yitirince yeteneklerinin çift yönlü gelişmesinin büyük faydasını gördü. Schumann, 1826’da babasının ölümünden sonra şiir yerine müziğe ağırlık vermeye karar verdiyse de annesi onun ticarete yönelmesini istiyordu. 1831’de annesinin ısrarıyla hukuk öğrenimi için Leipzig’e gitti fakat orada zamanını müzik, edebiyat ve çeşitli sosyal faaliyetlerle geçirdi. Piyano dersleri aldı ve besteler yaptı. Zamanla annesini hukuk değil, piyanist olarak kariyer yapması konusunda ikna etti. Piyano öğretmeni Friedrich Wieck’in ailesinin Leipzig’deki evine taşındı ve yoğun bir çalışma sonucu piyanoda virtüöz seviyesine ulaştı. 1832’ye kadar önemli piyano eserlerinin bir kısmını yazdı. Fakat kısa bir süre sonra ellerindeki bir sakatlık sonucu piyano çalamaz oldu. İddialara göre elindeki problem, parmaklarını güçlendirmek için kullandığı bir makineden kaynaklanmıştı; başka bir iddiaya göre frengili bir yaranın iyileşmesi için uygulanan tedavinin sonucuydu. Sağ elinin orta parmağını kullanamaz olunca besteci-piyanist yerine besteci-eleştirmen kimliğine büründü ve kararlılıkla beste yapmayı sürdürdü. 1834’de, 19.yy’ın en önemlilerindne birisi haline gelecek bir müzik gazetesi çıkardı (Neue Zeitschrift für Musik) 10 yıl boyunca gazetenin editörlüğünü ve baş yazarlığını yaptı. Çağdaşları Frederick Chopin, Hector Berlioz, genç Johannes Brahms ve Franz Schubert’i tanımak için büyük gayret sarfetti. Eleştirilerini zaman zaman Eusebius ve Florestan gibi takma adlarla yayınladı. Bu iki isim onun içinde taşıdığı biri dalgın, hülyalı, diğeri ise coşkun, ateşli iki farklı karakteri yansıtıyordu. Bu ikili ruh, sadece yazılarında değil, bestelerine de ortaya çıkıyordu. Gönül ilişkileri Schumann’ın hayatında önemli bir yer oynadı. En büyük aşkı, Friedrich Wieck’in kızı Clara idi. Clara çok yetenekli bir besteci idi. Friedrich Wieck, gençleri birbirinden ayırmak için elinden geleni yaptı. 1837’de sözlenseler de uzun süre bir araya gelemediler ve Robert Schumann, bu yüzden çok acı çekti. 1838-1839 yıllarında Clara’nın çalması için çok başarılı bir piyano eseri besteledi (C Major Arabesk, Op. 18). 1840’da yasal engelleri aşarak evlendiler. Evlilikten sonra Schuman, şarkılar bestelemeye başladı. 140 şarkı (lied) besteleyen Schumann, bu türün en güzel örneklerini verdi. Bu türdeki eserlerinin en ünlüsü Dichterliebe ‘dir. Bir piyanist-besteci olan Schumann, şarkılarındaki duyugunun anlatımında piyanoya büyük rol verdi. 1840’a kadar enstrümantal müziğin vokal müzikten daha üstün olduğunu savunan Schumann’ın, fikir değiştirerek vokal eserler bestelemeye başlamasının arkasında Dichterliebe’nin şairi Heinrich Heine’a duyduğu hayranlık ve gün ışığına çıkardığı besteci Schubert’in eserlerini onun şarkılarından etkilenmesi vardır. Ayrıca Clara’ya söylemek istediklerini şarkılarla doğrudan söyleyebilmek için şarkı bestelmeyi seçmiştir. Ancak piyano alanındaki yeteneği ile besteciliğini birleştirerek insan sesi ile piyanonun eşit önemde olduğu eserler besteledi. Bu yaklaşım, Schumann’ın lied türüne en büyük katkısı oldu. Schumann, 1850’de Dusseldorf şehri müzik direktörlüğü pozisyonuna getirildi, ancak 1854’te gençliğinden beri zaman zaman ortaya çıkan; son yıllarda ise ilerleyen ruhsal hastalığı nedeniyle görevinden alındı. Delirmekten her zaman korkmuş olan Schumann’ın bu korkusu halüsinasyonlarının artması sonucu iyice büyüdü ve sonunda 1854’te bir intihar girişiminde bulundu. Başarısız olan bu girişimden sonra bir akıl hastanesine yatırıldı ve 29 Temmuz 1856’da orada öldü. Athlon 64 Athlon 64, AMD firması tarafından 2003 yılından beri üretilen işlemci ailesidir. Şu anda halen üretimi devam eden eski tip Soket 754 ve yeni tip Soket 939 olarak iki farklı paketleme ile üretilmektedirler. Athlon 64 işlemciler, daha önce sunucu sistemlerinde kullanılan 64-bit teknolojisini masa üstü sistemlere getiren işlemciler oldular. Bu işlemciler, hem performans hem verimlilik açısından rakip Intel işlemcilerin ilerisindedirler. 2005 yılında Athlon 64'lerin Athlon 64 X2 adıyla çift çekirdekli modelleri de üretilmeye başlandı. Ayrıca AM2 olarak adlandırılan ve DDR2 RAM tipi bellekleri de kullanmaya başlayan soket yapısı da 2006'da duyuruldu. Bu sistemler daha önceki modellere göre daha düşük elektrik tüketimi ve daha az ısınma
gibi avantajlar sağlasa da, entegre bellek denetçisi henüz DDR bellekler kullanan Socket 939 işlemciler kadar yüksek performans sergileyememektedir. Athlon 64 işlemci ailesi 32-bit işletim sistemleri ile geriye dönük uyumlulukla birlikte sahip olduğu x86-64 komut seti sayesinde 64-bit teknolojisini desteklemektedir. Soket 754 sürümleri (Newcastle, Clawhammer) 130 nm SOI (Silicon-On-Insulator) teknolojisiyle üretilirken, Soket 939 sürümleri 130 nm (Newcastle, Clawhammer) ve 90 nm (Winchester, Venice, San Diego) olarak üretilmişlerdir. 90 nm çekirdek mimarisine sahip işlemciler (Winchester, Venice, San Diego) az ısınma değerleri ile overclock potansiyeli en fazla olan işlemciler arasında bulunmaktadırlar. İşlemcilerin çalışma sıcaklıkları, 40-55 derece arasında değişmektedir. Bunun neticesinde AMD işlemciler, rakip Intel işlemcilerinden ortalama 10-15 derece daha az sıcaklıkta çalışmaktadırlar. Athlon 64 işlemcilerde Intel işlemcilerden farklı olarak bellek denetleyici işlemci çekirdeğine dahil ("on-die") edildiği için Athlon 64 sistemlerde FSB (Front Side Bus - işlemci ile bellek denetleyici arasındaki bağlantı) kavramı yoktur. Soket 754 yapısındaki Athlon 64'lerde dahili olarak tek kanal bellek denetleyici bulunurken, Soket 939 yapısındaki Athlon 64'ler dahili çift kanal bellek denetleyicisine sahiptir. Dahili bellek denetleyicisi işlenecek verinin bellekten aktarımı sırasında meydana gelecek olası gecikmeleri engellerken yüksek başarım sağlamaktadir. Intel tabanında, bellekten işlemciye veri aktarımını hızlandırmak için yaygınlaşan DDR2 belleklere, dahili bellek denetleyicisine sahip olduğundan AMD tabanında ihtiyaç duyulmamıştır. Ancak düşük voltajları, az ısınmaları ve teorik olarak daha yüksek olan bağlantı kapasitesi nedeniyle 2006'da DDR2'de bir seçenek olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca bu işlemciler; MMX, SSE, SSE2, SSE3 (Venice kod adlı işlemcide), x86-64, ve 3Dnow, 3Dnow+ komut setlerini desteklemektedir. Athlon 64 işlemciler, rakip Intel işlemcilerden daha yüksek kayar nokta ("floating point") başarımına sahiptirler. Saat hızlari ise 1.8 ve 2.4 GHz arasinda değişmektedir (Athlon 64 FX serisi maksimum 2.8 GHz). Tüm Athlon 64'lerde 128 KiB L1 önbellek bulunmaktadır. Fakat L2 önbellek boyutu; Newcastle, Winchester, Venice çekirdekli modellerde 512 KiB ve Clawhammer, San Diego çekirdekli modellerde 1024 KiB olarak değişmektedir. Kayar nokta farkı sayesinde AMD işlemciler oyunlarda rakip Intel işlemcilerinden daha yüksek performans göstermektedir. 2005 yılında Athlon 64'lerin Athlon 64 X2 adıyla çift çekirdekli modelleri de üretilmeye başlanmıştır. İlk üretilen Manchester çekirdeğine sahip Athlon 64 X2'ler çekirdek başına 512 KB L2 önbelleğe sahiptir. Daha sonra üretimine geçilen Toledo çekirdeğinde ise çekirdek başına L2 önbellek miktarı 1 MB'ye çıkartılmıştır. Çift çekirdek mimarisinde de AMD geliştirdiği yöntemle performans açısından çift çekirdekli Intel işlemcilerinin önündedir. Çift çekirdekli Intel işlemcilerde her bir çekirdek ayrı bir die olarak kesilip aynı paket içerisinde bir araya getirilmektedir. Yani çift çekirdekli Intel işlemcilerde paket içerisinde tamamen birbirinden ayrı iki adet işlemci çekirdeği bulunmaktadır. Çift çekirdekli AMD işlemcileri ise aynı die üzerinde bütünleşik olarak hazırlanmakta ve kesilmektedir. Intel işlemcilerde her çekirdeğin L2 önbelleği birbirinden bağımsızdır ve bir çekirdek diğer çekirdeğin L2 önbelleğine ulaşamaz. AMD tarafında ise önbellek bütünleşiktir ve her iki çekirdek aynı L2 önbelleği kullanır. Bunun sonucunda gerektiğinde daha yoğun çalışan çekirdek daha fazla L2 önbellek kullanabilir. Bunun yanında Intel ve AMD'nin arasındaki en önemli fark, Intel işlemcilerde çekirdekler tamamen ayrı olduğundan doğrudan birbiri ile iletişim kuramaz. Bu iletişim ancak sistem veriyolu üzerinden sağlanmaktadır. Oysa AMD cephesinde her iki çekirdek birbirine full duplex 2000 Mhz hızındaki HyperTransport köprüsü ile bağlıdır ve işlemci aynı sistem RAM'i ile olduğu gibi kendi içerisinde de son derece performanslı bir şekilde iletişim kurabilir. Tüm bunlara ek olarak Athlon'larda bulunan ve Intel'in SpeedStep teknolojisine karşı gelen Cool'n'Quiet özelliği ile isteğe bağlı olarak işlemcinin hız ve voltaj değerleri arttırılıp azaltılabilmektedir. Bu işlem, işlemciye yük bindiren uygulamalarda yüksek performans, düşük yüklü durumlarda ise daha az elektrik tüketimi, daha düşük çalışma sıcaklığı ve daha sessiz bir soğutma sistemine olanak sağlamaktadır. Sonuç olarak, Athlon64 ve Athlon64 X2 işlemcilerinin oyun, grafik tasarım ve DivX kodlama gibi grafik işlem ve ağır işlem gücü gerektiren durumlarda kullanılmaya uygun işlemcilerdir. Ancak gerek çalışmalar, gerek araştırmalar, gerek kod optimizasyonları gerekse pazara hakim konumu nedeniyle ofis, web ve benzeri uygulamalarda Intel işlemcileri daha yaygındır. Leonidas Leonidas şu anlamlara gelebilir: II. Leonidas II. Leonidas MÖ 247-MÖ 235 yılları arasında Sparta krallığı yapmış Agisler ailesindendir. Önemli reformların savunucusu IV. Agis'e karşı çıktı. MÖ 242'de sürgüne gönderildi. MÖ 241'de geri döndü ve Agis'i görevinden alıp öldürttü. Dul karısını da oğluyla evlendirdi. Hayreti Hayretî (d. ? - ö. 1534) Türk Divan edebiyatı şairi. Doğum tarihi bilinmese de Hayreti'nin Vardar'da doğduğu bilinmektedir. Gerçek ismi Mehmed'tir. Çok genç yaşlarda tasavvufla ilgilenmiş, çeşitli tarikatlarla yakın temasa geçmiştir. Ömrü boyu tasavvufi bir yaşam anlayışını benimsemiş ve anlayışını şiirlerine de yansıtmıştır. Hayatının son yıllarında kör olmuş, gözlerini kaybetmiştir. 1534 yılında vefat etmiştir. 16. yüzyılın en önemli şairlerinden biri olsa da bugün pek bilinmemektedir. Divanı 1981 yılında Prof. Dr. Mehmed Çavuşoğlu ve M. Ali Tanyeri tarafından yayımlanmıştır. Şiirlerinde tasavvufi öğelere sıklıkla rastlanır, uslubu samimi ve coşkuludur. Gazel "Ben bu bâzrun ne bazerganı ne bezzaâzıyam" "Kûy-ı ışkun onmadık bir rind-i şâhid-bâzıyam" "Bir megesce kadrüm olsa hân-ı vaslunda n’ola" "Ben de hâlümce muhabbet evcinin şeh-bâzıyam" "Câna kalmazam bu gün meydanda aslâ Hâk bilür" "Rîsmân-ı kâhkül-i dil-dârumun cân bâzıyam" "Sen nice erbâb-ı hüsn içinde müstesnâ isen" "Pâdişâhum ehl-i ışkun ben de bir mümtâzıyam" "İt gibi öldürmez isen ger rakîb-i kâfiri" "Dime hiç ey Hayretî âlemde ben de gaaziyem " Efor Efor, Sparta'nın üst düzey sulh yargıçlarına verilen addır. Beş kişilik bir heyet her yıl dönemlik seçilirdi ve bu kişiler her ay krallarının emirlerine uyacaklarına yemin ederlerdi. Aynı şekilde Sparta kralı da kanunlara uyacağına yemin ederdi. Bazı durumlarda eforlar krallarından bile daha üstün güce sahip olmuşlardır. I. Leonidas'ı Termopylae Muharebesi savaşına göndermeme kararını eforlar vermiştir. Hayalet Sevgilim Hayalet Sevgilim, İrem Yağcı tarafından bestelenen ve 2005 sonlarında internet ortamında hızla yayılarak büyük popülariteye ulaşan pop tarzında bir şarkıdır. Orijinal kayıtta sadece gitar kullanılmıştır. Şarkının bir sevgilinin ölümünden sonra yazıldığı gibi pek çok iddia ortaya atılmıştır, fakat İrem Yağcı bu iddiaların hepsini yalanlamıştır. Albümün çıkmasının ardından şarkının bir de klibi çekilmiştir. Şarkı uzun süre "hayalet" olarak algılansa da aslında İrem Yağcı'nın deyimiyle "hayal et" demektedir, internette şarkısını dinleyen herkes şarkıyı bir idol haline dönüştürünce, İrem de klibinde bir hayalet kız haline bürünmüştür. Joseph Haydn Franz Joseph Haydn (31 Mart 1732; Rohrau, Aşağı Avusturya - 31 Mayıs 1809; Viyana) Klasik dönemin ünlü Avusturyalı bestecisi. Hem Mozart’ı hem Beethoven’ı etkilemiştir. Baba Haydn olarak bilinir. En çok senfoni türündeki eserleriyle tanınır; bu türde 104 eser vermiştir. Kendisi gibi besteci olan Michael Haydn'in ve tenör Johann Evangelist Haydn'in erkek kardeşidir. Profesyonel meslek hayatının büyük bir bölümünde zengin Macar ailesi  Esterházy'nin evinde baş müzisyen olarak yaşamıştır. Orada kaldığı süre içerisinde birçok orkestra ve opera yönetmiştir. Diğer bestecilerinden uzak ve izole bir şekilde yaşam sürmesi ve zamanının müzikal akımlarından özgün çalışmalar sergilemesinden dolayı çok bilinen sözüyle tanımlanır: "Ben dünya'dan ayrıldım, yakınımdaki hiç kimse beni şaşırtamaz ve ıstırap veremez, ve ben de böylece orjinal kalmış olurum." 1797 yılında Kutsal Roma Kralı Franz II için bir beste hazırlamıştır. Yazmış olduğu besteden Avusturyalı Lorenz Leopold Haschka ilham alıp, "Gott! erhalte Franz ("Tanrı Franz'ı korusun")" şiirini yazmıştır. Bu beste Habsburg monarşisi'nin 1918'deki yıkılışına kadar kullanılmış olup, 1. Cumhuriyet (1918 - 1919)'de de kullanılmıştır. 1841'de Alman şair August Heinrich Hoffmann von Fallersleben'in yazdığı "Das Lied der Deutschen" (Almanlar'ın Şarkısı)'nı bestelemiştir. 1922'de formu değiştirilerek sonradan Almanya'nın millî marşı haline gelmiştir. 31 Mart 1732'de Aşağı Avusturya'nın Rohrau köyünde doğan Haydn, 12 çocuklu yoksul bir ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası araba mekanikçisi Mathias Haydn ve karısı Maria Haydn. Her ne kadar ailesi müzik notası okumayı bilmese de, Haydn'in hatıratlarına göre hem ailesi hem de komşuları sık sık şarkı söylermiş. Müzikal yetenekleri daha küçükken fark edilmiş. Ailesi onu, 6 yaşında iken bir koroya katılmak üzere Viyana'ya gönderdi. Orada Aziz Stefan Katedrali'indeki müzik yönetmeni Georg von Reutter tarafından fark edildi. Reutter Avusturya civarında çeşitli şehirleri gezerek Haydn gibi yetenekleri keşfediyordu. Sesi kalınlaştıktan sonra da Viyana’da kalarak müzisyenlik yapmaya devam etti, bestecilik dersleri aldı. 1761'de Esterházy ailesinin yanında iş buldu ve hayatının 30 yıldan fazlasını bu soylu aileye hizmet ederek geçirdi. İşi, onların istekleri ve ihtiyaçlarına uygun müzik bestelemekti. Diğer bestecilerden ve müzik çevrelerinden uzak oluşu, onun yaratıcılığını ortaya çıkardı, ününün yayılmasına ise engel olmadı. 1780'lerde besteleri tüm Avrupa’da çalınmaktaydı. Ününden ötürü çeşitli yerlere davet edilir ve davet edildiği şehirde
ilk kez çalınmak üzere bir eser bestelemesi istenirdi. Bu şekilde yazdığı Paris Senfonileri ve Londra Senfonileri en çok bilinenleridir. Yaylı dörtlüleri için yazdığı eserlerde de kendinden öncekilerden farklı olarak her çalgıya eşit rol vererek yenilik getirmiş ve bu düşüncesiyle Mozart’ı etkileyerek Haydn’a adanmış altı kuartet bestelemesine neden olmuştur. Beethoven’ın ilk dönem eserlerinde de Haydn etkisi görülür. Haydn ve Mozart'ın 1781’de başlayan arkadaşlıkları yıllarca sürmüştür. Beethoven’a ise Esterhazy sarayında özel ders vermiştir. 100 kadar senfoni, çok sayıda konçerto, oda müziği eserleri, 40 sonat, şarkılar, oratoryolar bestelemiştir. Haydn, Esterházy ailesinin müziksever üyesi Prens Nikalaus öldükten sonra emekli olmuş ve daha önce Viyana’ya kadar gitmesine bile izin verilmeyen ortamdan kurtulup seyahat özgürlüğüne kavuşmuştur. 2 defa İngiltere'ye giden Haydn, Oxford Üniversitesi’nden fahri doktor unvanını aldı; ömrünün son yıllarında ise Viyana’ya yerleşerek koro ve orkestra için Yaratılış Oratoryosu, Mevsimler Oratoryosu gibi dini koro ve orkestra eserleri besteledi. 31 Mayıs 1809'da Viyana'da öldü. Eserlerinin çoğunun hikâyesi vardır. Örneğin 45 numaralı senfonisi, Veda Senfonisi olarak bilinir. Eserin dördüncü bölümünde 2 ya da 3 müzisyen kendi bölümlerini bitirir ve müzik halâ devam ederken sahneyi terk eder; bu, sahnede şef ve tek bir kemancı kalana kadar sürer. Bu senfonide Haydn ve müzisyen arkadaşlarının kış mevsiminde şehirdeki ailelerinin yanına dönmek istediklerini Prens Esterházy’e anlatmak istedikleri hikâye edilir. Prens mesajı almış ve onlara izin vermiştir. Sürpriz Senfonisi denilen 94 numaralı senfonisini ise akşam yemeği sonrasındaki konserlerde dinleyicilerinin çoğunun uyuduğunu anladığında bestelediği söylenir. Haydn’ın çoğu senfonisi gibi canlı birinci bölümle başlayıp; yumuşak, yavaş tempolu ikinci bölümle devam eden senfoni, dinleyicilerin uykuya daldığı sırada davullar ve çok yüksek sesli telli çalgıların melodisi ile onları uyandırır. "Kafka İle Konuşmalar" kitabında Franz Kafka, Haydn'ın beste yapmadan önce özel hazırlanmış pudralı bir peruk taktığından söz etmektedir. Franz Joseph Haydn, hayatı boyunca 800'ün üzerinde besteye imza atmış, bunların yanında 450'nin üzerinde şarkının düzenlemesini yapmış klasik müzik tarihinin en verimli sanatçılarından biridir. I. Leonidas Leonidas (Λεωνίδας), bir Sparta kralı ve II. Anaxandridas'ın oğullarından biri. Agiad ailesinin on yedinci kuşağında, MÖ 489 veya MÖ 488 yılında, yarı kardeşinin kızı olan Gorgo ile evlenmiş, I. Cleomenes'in ardından tahta geçmiştir. Sayıca çok üstün Pers ordusuna karşı az sayıda askeriyle yürüttüğü Termopylae Muharebesi ile ünlüdür. MÖ 480 yılında, ephor (tanrıların rahipleri)lar Leonidas'la birlikte 300 kraliyet korumasını ve askerini Thermopylae(Termopylae) Geçidi'ne, geçidi Serhas komutanlığındaki Pers ordusuna karşı korumak için göndermişlerdir. Günümüzdeki bir hikâyeye göre, Leonidas çok az bir gücü yanında götürmüştür. Çünkü bile bile ölüme gittiğini düşünüyordur (bir kahin Sparta'nın kurtuluşunun sadece krallardan birinin ölümüyle gerçekleşeceğini söylemiştir). Aksine, görünüşe göre ephorlar bu plana Carneia festivali ve Yunan güçlerini Korint girişinde yoğunlaştırma politikaları nedenlerinden ötürü isteksiz bir şekilde destek çıkmışlardır. Birkaç anekdot, Leonidas ve Spartalılar'ın eski çağlarda bile cesaretleriyle ünlü olduklarını gösterir. Savaşın ilk gününde, Serhas Yunanlara silahlarını bırakmalarını söylediğinde, Leonidas şöyle cevap vermişti: "Molōn labe" ("Gel de al"). Üçüncü gün ise, Leonidas adamlarına güzel bir kahvaltı etmelerini, çünkü akşam yemeğini Hades'te yiyeceklerini söyledi. İlk iki gün boyunca Leonidas'ın adamları Perslerin önden gelen saldırılarını durdurdular, fakat Malisli Ephialtes Pers generali Hydasnes'i dağ patikası üzerinden Yunanların arkasına çıkartınca, Leonidas ordusunu ikiye böldü. Kendisi 300 Spartalı, 700 Thespiaeli ve 400 Thebesli asker ile geçitte kalmaya devam etti. (Bu olayda Perslere karşı son direnişte Spartalılar kırmızı pelerinlerini Thespialıların siyah pelerinleriyle değişmiş ve bu ikisi arasında büyük bir dostluk başlamıştır. Ancak ilerdeki dönemlerde Thebes ve Sparta arasında büyük bir savaş çıkacak ve Thebes kazanacaktır.) Belki de Hydarnes'in ordusunun çevresini sarmayı düşünüyordu: eğer öyle ise, bu hareketi başarısızlıkla sonuçlandı, ve az sayıdaki Yunan ordusu iki taraftan saldırılarak, teslim olan Thebesliler hariç, yok edildi. Bir başka teoriye göre Leonidas geri kalan ordusunu, Perslere karşı başka savaşlarda savaşabilmeleri için, evlerine geri gönderdi. Geride kalan askerler ise, Pers atlıların geri çekilen askerleri yok etmemesi için geçidi savunmaya devam etti. Leonidas savaş sırasında öldürüldü ve Spartalılar ölü vücudunu alabilmek için çabaladılar. Ancak karşılarındaki ordunun sayıca büyüklüğüne bakılınca da anlaşıldığı gibi, kralın vücudu Persler tarafından ele geçirildi. Herodot der ki, Leonidas'ın kafası Xerxes'in emriyle kesilmiş ve kalan vücudu da çarmıha gerilmiştir. Leonidas onurlu bir şekilde, Spartalılar'a pek özgü olmayan feryatlarla ve yas tutularak gömülmüştür (Spartalılar normalde savaşta gerçekleşen ölümü en şanlı ölüm olarak görürlerdi ve üzüntülerini dışa vurmazlardı, fakat Delphi'deki kahin bu şekilde gömülmeyi, "Sparta'yı korumak için Sparta kralının kaybı" kehanetiyle birlikte emretmiştir). Aşağıdaki yazıtı içeren oymalı bir aslan anıtı, Leonidas'ın öldüğü yere, onun ve adamlarının kayıplarının anısına yapılmıştır: Leonidas'ın yaşamı Frank Miller'ın 1998 yılında yayınladığı "300" adlı çizgi romanında çarpıcı bir şekilde anlatılmıştır. Miller Termopylae'i "Sin City" adlı çizgi romanlarından uyarladığı filminde de "Dwight McCarthy" adlı karakter üzerinde Leonidas'a gönderme yaparak göstermiştir Hikâye ayrıca Steven Pressfield'ın Ateş Geçitleri adlı romanında da anlatılmıştır. Ayrıca 16 Mart 2007 tarihinde bu konuyla ilgili 300 Spartalı adlı bir film vizyona girmiştir. Urduca Urduca (اردو), Pakistan ve Hindistan'da yaygın olarak kullanılan dil. Pakistan'ın iki resmî dilinden biridir. Hindistan'ın bazı bölgelerininde de resmî dilidir. "Urdu", Türkçedeki "ordu" kelimesinden gelmektedir. Bu yüzden "ordu dili" de denir. Hintçeye çok benzemekle beraber Urduca özellikle Hindistan'ın kuzeyinde Müslümanların daha yoğun olduğu yerlerde konuşulmaktadır. Bazen Orduca diye de adlandırılmaktadır ve ordunun konuştuğu dil manasına da gelir. Urduca, dünyada 200 milyon kişi tarafından konuşulmaktadır. Hintçe ile aynı olmasına rağmen Arap alfabesi ile yazılır. Urduca'da Türkçe, Moğolca, Farsça, Sanskritçe ve Arapçanın etkisi görülür. Gazneli Mahmut'un Hindistan alt kıtasını fethiyle, buraya gelen Türk askerlerinin bölge halkıyla kaynaşması sonucu gelişmiş ve pek çok Türkçe kelime de Urducaya geçmiştir. Çok basit bir dil bilgisi yapısı olmasına rağmen harf birleşimleri yana doğru olduğu gibi aşağı doğru uzaması Urduca'nın zor öğrenilir bir dil olmasında büyük bir etkendir. İslam dünyasının önemli tasavvuf klasikleri bu dilde yazılmıştır. Daha çok dini ve edebi ürünleri mevcuttur. 38 harfli bir alfabesi vardır. Harro von Senger Harro von Senger (d. 1944), 1989 yılından bu yana Freiburg Üniversitesi'nde sinoloji (Çin dili ve edebiyatı) profesörüdür. Aynı zamanda Çin hukuk uzmanı ve Lozan'daki İsviçre Hukuk Enstitüsü'nde (Schweizerisches Institut für Rechtsvergleichungen) doçent olarak görev yapan von Senger 2001 yılında İsviçre Yüksek Kara Harp Okulu (Generalstabsschule der Schweizer Armee)'nda doçentlik unvanı almıştır. 1969 yılında hukuk doktorasını Zürih Üniversitesi'nde tamamlamış ve "Strategeme" adlı kitabı Çinceden Almancaya çevirerek büyük beğeni toplamıştır. İlk kez 2003 yılında basılan ve 2005 yılına dek 12 dile çevrilen kitap, 36 ünlü Çin tuzağını ve bunlara karşı alınacak önlemleri içermektedir. Yannis Riços Yannis Ritsos (1 Mayıs, 1909 - 11 Kasım, 1990) Yunan şair. Peloponez yarımadasında Monemvasia'da doğdu. Ritsos liseyi bitirdikten sonra, on yedi yaşında Atina'ya gitti. Daha sonra yüksek öğrenimden vazgeçti. 1927–1931 yıllarını verem hastalığı nedeniyle bir sanatoryumda geçirdi. İlk şiirlerini bu dönemde yayımlamaya başladı. 1931'te komünist gruplara katıldı, bu şiirinin doğrultusunu çizdi; ilk şiirlerinde burjuva karşıtı devrimci sanatçıların çizgisini izledi. Trakter (1934, Traktör) adlı, Sovyetler Birliği'nde sosyalist düzeni ele aldığı ve teknik temasını da Yunan şiirine sokan ilk kitabında, nihilizme karşı tavır aldı. Epitaphios (Yazıt-Mezar Yazıtı) (1936) adlı kitabı Atina'da Zeus tapınağında, faşist cunta yönetimi tarafından törenle yakıldı. Şair, solcu siyasal görüşleri yüzünden Metaksas (Limnos, Agios Evstratios, Makronisos adaları) ve Papadopulos (Giaros ve Leros adaları) dönemlerinde Ege Adalarında sürgün olarak yaşadı. Ayışığı Sonatı (1956) adlı kitabıyla Ulusal Şiir Ödülü'nü, 1976'da Etna-Taormina Şiir Ödülünü ve pek çok uluslararası ödülü kazandı. Ritsos'un otuzdan çok kitabı yayınlanmıştır. Ritsos 1977 Lenin Uluslararası Barış Ödülü'nü almıştır. Ritsos, metaforlarla örülü şiirlerinde, Yunanistan coğrafyasını arka plana alarak, yurtseverlik duygularını işledi. İnsanın günlük yaşamdaki durumuna yaklaşımı, nesnelere duyduğu ilgi, ayrıntıları bütün yalınlığıyla yansıttığı kısa şiirlerinde iyice belirginleşir. Şiirleri 80 kadar dile çevrilmiş ve milyonlarca insana ulaşmıştır. Burak Turna Burak Turna (d. 20 Ocak 1975, İstanbul) Türk romancı ve araştırmacı. İlk, orta ve lise öğrenimini Yeşilköy, İstanbul'da tamamladı. Daha sonra Girne Amerikan Üniversitesi'nde İşletme bölümünden mezun oldu. Medya sektöründe, dergi ve kitap çevirmenliği, ekonomi muhabirliği yaptı; sonrasında bankacılık, tekstil gibi çeşitli işlerde çalıştı. 2005 yılında Orkun Uçar ile birlikte yazdıkları Metal Fırtına ve daha sonra tek başına yazdığı Üçüncü Dünya Savaşı adındaki romanları Türkiye'de en çok satan kitaplar arasında oldu. Daha sonra Akşam Gazetesi'nde köşe yazarlığı yaptı. 2013'de Sül
eyman Operasyonu, 2014'de ise 19. yüzyılda Avustralya ve Yeni Zelanda'da yayınlanmış olan gazete arşivlerindeki haberleri ve çeşitli kaynaklardan bir kısım bilgileri derleyerek roman haline dönüştürdüğü Parvus'un Askerleri 1909 İstanbul Düştü adlı kitabı yazdı. Yine 2014'de araştırma-inceleme alanında Osmanlı'nın Gizlenen İşgali: 1909 adlı kitabı yazdı. 2015'de araştırma-inceleme alanında Çanakkale'nin Gizlenen Gerçeği: 1915 adlı bir kitap yayınladı. Orkun Uçar Orkun Emin Uçar (d. 1 Haziran 1969; Gölcük, Kocaeli), Türk gazeteci, yazar. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. Uzun yıllar gazete ve televizyonlarda çalıştı. 1999 yılında Nostromo Dergisi Bilimkurgu Kısa Öykü Yarışması’nda birincilik ödülü alınca yazarlığa profesyonel olarak devam etmeye karar verdi. 2000 yılında internet üzerinde Xasiork Ölümsüz Öykü Kulübü’nü hayata geçirdi. 2002 yılında Sibel Atasoy’la birlikte Xasiork Ölümsüz Öyküler Yayimevi’ni kurarak Türk bilim kurgu ve fantastik edebiyatının ilk adımlarını atmaya çalıştı. Bu yayınevi 2004 yılının Haziran ayında kapandı. Burak Turna ile birlikte yazdıkları Metal Fırtına adındaki roman Türkiye'de en çok satan kitaplar arasında oldu. Uzun süre Türkiye'nin gündeminden düşmedi. Yazar 2007 yılı başında Ahmet Burak Turan ile birlikte yazdıkları politik gerilimle, gizemciliği birleştiren, aksiyon dolu "Zifir" adlı roman büyük ses getirdi. 19 Temmuz 2007'de Orkun Uçar'ın 2002 yılında yayınlanan ilk romanı Kızıl Vaiz gözden geçirilmiş ve genişletilmiş olarak Altın Kitaplar Yayınevi'nden çıktı. 20 Eylül 2007'de ise Orkun Uçar'ın Saygın Ersin'le birlikte üç yıllık bir araştırma sonucu yazdığı Derin İmparatorluk adlı kitabı Altın Kitaplar Yayınevi'nden çıktı. 5 Kasım 2007 tarihinde sonuçları açıklanan Türkiye Bilişim Derneği Dergisi 9. Bilimkurgu Öykü Yarışması'na "Rahim" adlı öyküsüyle birincilik kazandı. 21 Şubat 2008'de "Metal Fırtına 4 - Turan" adlı kitabı Altın Kitaplar Yayınevi'nden çıktı. 22 Ağustos 2009'da "Metal Fırtına 2-3-4 Cep boy" adlı kitabı Altın Kitaplar Yayınevi'nden çıktı. Orkun Uçar, 1986 yılından itibaren medya sektöründe çeşitli görevler yer aldı. Epik-fantastik tarzında Altın Kitaplar yayınevinden çıkan 384 sayfalık bir roman olan "Asi", 12 kitaplık Derzulya serisinin Habis Üçlemesi'nin birinci kitabıdır. Kitapta, serinin ikinci kitabı olan Sarı İstila'nın ilk bölümü de kitabın sonuna eklenmiştir. Ayrıca Orkun Uçar'ın Azrail Bebeğin Bakıcısı adındaki kısa bir öyküsü de kitabın sonunda bulunmaktadır. Karaçi Karaçi (Urduca: کراچی), Pakistan'da Sind Eyaleti'nin yönetim merkezi olan şehir. 2010 yılında 18 milyona ulaşan nüfusuyla ülkenin en büyük, dünyanın ise 11. büyük kentidir. Ülkenin sanayi ve ticaret merkezi olan kent, ülkenin güneyinde, Hint Okyanusu kıyısında kurulmuştur. 17. yüzyılın ortalarında Hint Okyanusu kıyılarında İndus Nehri'nin denize döküldüğü yere çok yakın bir noktada küçük bir balıkçı köyü kuruldu. İndus'un ağzının batısında iki ırmak arasındaki küçük bir yarımada üstünde yer alan bu köy denize açıktı, çok güvenli bir bölgede kurulmuştu ve çölün arkasında kurulmuş olduğu için korunaklıydı. Ayrıca dalgaların hareketi ırmakların alüvyonlu birikintilerini doğuya doğru sürükleyerek bir noktada yığılmalarını önlüyordu. Bütün bu özellikleri gören İngilizler 19. yüzyılın ortalarında köye bir liman yapıp, çevredeki bereketli ovanın tarım ürünlerini bu limana yönlendirmeyi düşündüler. Böylece Karaçi kurulmuş oldu. 1947'de Pakistan bağımsızlığını kazanınca, kent başkent oldu. Hindistan'dan gelen Müslüman göçmenler buraya yerleştirildi. Böylece, şehir ekonomik ve demografik anlamda büyük bir dönüşüm yaşadı. İngilizler, Karaçi'nin askeri önemini ve İndus havzasından elde edilen ürünlerin ihracında önemli bir liman olduğunu fark ettiler. Ardından limanını balıkçılık için geliştirdiler. Böylece, yeni iş yerleri açıldı ve nüfus hızlı bir şekilde artmaya başladı. Karaçi büyük bir şehir haline geldi. 1864'te, Karaçi ile Londra arasında ilk telgraf mesajı yollandı. 1878'de, Karaçi diğer İngiliz sömürgesi altındaki Hint kentleriyle tren yoluyla bağlandı. 1914'te, Karaçi tüm Britanya İmparatorluğu'nun en büyük tahıl üreten limanı haline geldi. 1924'te, bir havaalanı inşa edildi ve böylelikle Hindistan'ın temel giriş kapısı oldu. Karaçi, hâlâ ülkenin en önemli ekonomi ve sanayi merkezidir. Pakistan'ın denizaşırı ve Orta Asya ülkeleriyle yaptığı ticareti idare eder. Pakistan'ın GSYH'sının büyük bir miktarını ve ofis çalışanını elinde bulundurur. Karaçi'nin nüfusu büyümeye devam ediyor. Pakistan'da son zamanlarda yaşanan ekonomik büyüme, Karaçi'de yaşanan ekonomik dirilmenin sonucudur. Karaçi ülkenin nüfus bakımından en büyük kentidir. Kurulduğu zamandan beri nüfusu süreli ve aşırı derecede artmıştır. Ben İhtilalciyim Ben İhtilalciyim, Fethi Gürcan'ın oğlu Öner Gürcan tarafından yazılan; Cumhuriyet tarihinin az bilinen olaylarına ışık tutmuş, 25 Mayıs 2005 tarihinde Süvari Yayıncılık tarafından yayımlanan kitaptır. Kitapta 27 Mayıs 1960, 22 Şubat 1962 ve 20 Mayıs 1963'de yaşanan olaylara değinilmektedir. Kalsiyum Kalsiyum, toprak alkalileri grubundan metalik bir element. Sembolü “Ca”dır. İsmi Latincede “kireç” anlamına gelen “calx” sözcüğünden gelmektedir. İlk defa 1808’de Lumphru Davy tarafından kalsiyum hidroksitten elektroliz yoluyla elde edilmiştir. Metalik kalsiyum gümüş gibi parlaktır. Özgül ağırlığı 1,55 g/cm³tür. 851 °C’de erir. 1439 °C’de kaynar.Vücudumuzda makro yapıda bulunur. Elektriği iyi iletir. Gevrek (kırılgan) olmasına rağmen yumuşaktır. Sertliği sodyum ile alüminyum arasındadır. Haddelenebilir ve dövülebilir. Çekme mukâvemeti 438 kg/cm²dir. Oksidasyon değeri 2+’dır. Atom numarası 20, atom ağırlığı 40,078’dir. Yeryüzünde altı bağımlı izotopu bulunmaktadır: Ca40, Ca42, Ca44, Ca46 ve Ca48. Dünya üzerindeki kalsiyum elementinin % 97’si Ca40 izotopudur. Yapay olarak pek çok radyoaktif izotopları elde edilmektedir. Bunlardan birisi Ca45 olup, kemikte kalsiyum kalıntısı üzerinde yapılan araştırmalarda, su tasfiye işlemlerinde, deterjan aktivitesi için ve yüzey ıslanması hâdiseleri üzerindeki çalışmalarda kullanılmaktadır. Kalsiyum yeryüzünde en bol bulunan beşinci elementtir. Volkanik kayaların % 3-63’ünü teşkil eder. Kimyevî reaktivitesi yüksek olduğundan serbest halde bulunmaz. Yer kabuğunda genellikle karbonat, sülfat, silikat ve fosfat bileşikleri şeklinde bulunur. En çok rastlanan mineralleri kireçtaşı, mermer, kalsit (CaCO), dolamit (MgCO CaCO), fluorit, fluspat (CaF) apatit Ca(PO) Ca(FCl), gips (CaSO.2HO) ve fosfrittir Ca(PO). Ayrıca deniz suyunda çözünmüş olarak ve kemiklerde kalsiyum fosfat, kabuklu hayvanların kabuklarında ise kalsiyum karbonat hâlinde bulunmaktadır. Bugün metalik kalsiyum yalnız eritilmiş kalsiyum klorürün elektrolizi ile elde edilmektedir. Elektrolit kabı olarak porselen veya demir kaplar kullanılmaz. Çünkü yüksek sıcaklıkta yapılan bu işlemde erimiş kalsiyum klorür, bu tür kaplara tesir eder. Bu sebeple grafitten yapılmış kaplar kullanılmaktadır. Bundan başka kimyevî yollarla da kalsiyum elde edilebilir. Bunlardan biri eritilmiş kalsiyum iyodürü sodyum ile muamele etmektir: CaI + 2Na → Ca+ 2NaI denklemine göre ayrılan kalsiyum, sodyumun fazlasıyla sıcakta alaşım yapar, soğukta kristallerden saf alkol ile sodyum uzaklaştırılarak kalsiyum elde edilir. Kalsiyum, pek çok metallerin alaşımlarının elde edilmesinde kullanılır. Kalsiyum-silikon alaşımları çelikte kristallerin tânecik büyüklüğünü kontrol eder. Alüminyumlu alaşımlarda ise kalsiyum, metallerin mekanik ve elektrik özelliklerini iyileştirir. Kalsiyum-lityum alaşımları, çelik, bakır ve nikel alaşımlarında deoksidan olarak kullanılır. Kalsiyum-germanyum alaşımları da, saflaştırıcı olarak kullanılır % 98 kurşun, % 2 kalsiyumdan meydana gelen alaşım mekanik yatak metallerinin hazırlanmasında kullanılır. Kalsiyum kolayca elektron kaybettiğinden dolayı, çok iyi bir indirgeyicidir. Bu amaç için kullanılan metalik sodyumdan pahalı olmasına rağmen, zirkonyum, hafniyum, vanadyum, tungsten, toryum, uranyum, yitryum, skandiyum, sezyum ve nadir toprak metalleri gibi az bulunan metallerin elde edilmesinde yaygın olarak kullanılır. Bu metaller, oksitleri veya florürlerinin indirgenmesi sonucu elde edilir. Suya olan aşırı hassaslığından dolayı, kalsiyum aynı zamanda alkol gibi organik çözücüleri kurutmak için de kullanılır. Deniz altında ses veren aletlerde kullanılması, su ile olan reaksiyonunda hidrojen gazı açığa çıkarmasına dayanır. Önemli bir kalsiyum bileşiği olan kalsiyum asetat ve asetik asit îmâlâtında, tekstil kurutmasında ve baskısında; kalsiyum bromür, fotoğrafçılıkta, su alıcı madde olarak yiyecek ve ahşabın korunmasında; kalsiyum siyanamit, sun’î gübrede istenmeyen otlara karşı ve demir-çeliğin sertleştirilmesinde; kalsiyum sikhamat, alkolsüz içkilerde, düşük kalorili ve diyabetik yiyeceklerde sun’î tat verici olarak; kalsiyum hipoklorit, bakterilere, mantarlara karşı; kalsiyum tungstat ışık veren boyalarda ve floresan lambalarda kullanılır. Bu bileşiğin sentetik kristalleri laser ve maserler için bir başlangıç maddesidir. Yaşayan canlıların fizyolojik kimyâsında kalsiyum önemli rol oynar. İnsan vücûdundaki kalsiyumun % 99’u kemiklerde ve dişte bulunur. Kan kalsiyum düzeyi sağlıklı bır insanda 8,5-10,2 mg/dL düzeyindedir. 8,5 mg/dL altındaki değerler Hipokalsemi, 10,2 mg/dL üzerindeki değerlerde ise hiperkalsemi olarak adlandırılır. Kalsiyumun büyük bir kısımı kanda Albumine bağlanarak taşınır. Vücutta birçok fizyolojik fonksiyonu olan kalsiyumun yeterli miktarlarda alınmaması, barsaklardan emiliminde bozukluklar, yetersiz güneş ışığına maruz kalmak kalsiyum eksikliğine sebep olur. Çocuklardaki klinik tablo Raşitizm, yetişkinlerde ise Osteomalazi olarak isimlendirilir. Kalsiyumun dokularda kullanılabilmesi için C ve D vitaminlerinin de yeterince bulunması lâzımdır. Hattâ kandaki fosfor ve kalsiyumun birbirine oranları da uygun olmalıdır. Peynir kalsiyumca, ceviz fosforca zengin bir yiyecektir. Kalsiyumun, kasların gerginliğ
i ve kalbin çalışmasında, gebelik ve doğumdan sonra süt yapımında büyük rolü vardır. Kemik gelişimi ve yapısı üzerindeki etkileri nedeniyle özellikle bebeklerde ve çocuklarda yeterince kalsiyum alınmasına özen gösterilmelidir. Kalsiyum, süt ve süt ürünlerinde, yeşil sebzelerde bol miktarda bulunur. Ayrıca, badem, fındık gibi kuru yemişler de kalsiyum içerir. Keçiboynuzundaki kalsiyum oranı, inek sütündekinden üç kat daha yüksektir. Çok Fazla alınması durumunda ise kas güçsüzlüğü, kireçlenme gibi belirtiler görülebilir. Yaşlı yapraklardan genç yapraklara hareket etmediği için eksiklik belirtileri ilk olarak genç yapraklarda veya dokularda görülür. Bitkinin kök gelişimi zayıflar. Genç yapraklarda kenar ölümleri, kıvrılma ve kırışma olur. Meyveler yumuşar ve raf ömürleri kısalır. Şeker pancarında uç yanıklığı oluşur. Domateste çiçek burnu çürüklüğü, karpuz ve biberde de benzer belirtiler görülür. Elma ve armutta mantarsı leke, acı çürük ve acı beneğe rastlanır. Birçok meyve ve sebzelerde dış ve iç zararlar görülür. Meyvelerin pazar değeri düşer ve ucuz olur. ansiklopedi Selahattin Özdemir Selahattin Özdemir (d. 1963 Adana) arabesk müzik sanatçısıdır. Gençlik yıllarında müezzinlik yapan sanatçı daha sonra sanat dünyasına atılmıştır.1982'de ilk kasetini çıkaran sanatçı günümüzde sanat dünyasından ayrılmıştır. Geçimini Mersinde işletmecilik yaparak sağlamaktadır. Bir dönem ortaya atmış olduğu “İngilizce arabesk” projesi fazla ilgi görmemiştir. Selahattin Özdemir, gençlik yıllarında söylediği 4 şarkıdan dolayı pişmanlık duyduğunu belirterek Adana Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne başvurmuştur. Bu şarkıların kasetlerinden çıkarılmasını, radyolar tarafından çalınmamasını istemiştir. Gençliğinin verdiği heyecanla bunları okuduğunu söyleyerek şimdi pişman olduğunu ve bu şarkıların çalınmasından utanç duyduğunu belirtmiştir. Bu şarkılar şunlardır: "Yanlış Yerde Doğmuşum", "Yaşamam Artık", "Esrar Perdesi", "Hem Yaratıyorsun Hem Unutuyorsun"Şarkıları acı,hüzün,ayrılık ve sevdayı anlatmaktadır. Botaş (anlam ayrımı) Botaş kelimesinin farklı anlamları: BOTAŞ SK Botaş SK ya da medyada bilinen ismiyle Adana Botaş, Türkiye'nin önde gelen petrol ve doğal gaz şirketlerinden olan BOTAŞ tarafından desteklenen Adana'da kurulmuş spor kulübüdür. 1984 yılında tamamen amatör amaçla kurum çalışanlarının çocuklarını site yaşantısı içerisinde bir takım aktivitelerin oluşması ve spora yönlendirmek amacıyla kurulmuştur. Kulübün Kadın Basketbol takımı Adana Bölgesel lige katılarak başarılı bir performans çizmiş, 1990 yılında Kütahya'da yapılan terfi maçlarında 1. lige yükselmiş ve hale KBL'de mücadele etmaktedir. Genç ve yıldızlar kategorilerinde birçok başarısı olan bayan basketbol takımı en sonunda 2000-2001 sezonu şampiyon olarak kapamıştır. Bir sezon aradan sonra 2002-2003 sezonunda kulüp tarihindeki 2. Şampiyonluğa ulaşmıştır. Kulüp 3 kez Cumhurbaşkanlığı Kupası oynamış ve 2002-2003 sezonunda kupayı müzesine götürmeyi başarmıştır. Avrupa kupalarında da başarılı sonuçlar elde eden takım, 1999/2000 sezonunda Ronchetti Kupası'nda çeyrek finale yükselerek bu başarıya ulaşan ilk Türk takımı olma başarısını göstermiştir. Bir sezon sonra aynı kupada finale yükselen Botaşspor yine bir ilk yaparak ilk Türk takımı olarak kupada finale yükselmiştir. Mayıs 2017’de yapılan Olağan Genel Kurul Kararı ile kulübün merkezi Adana’dan Ankara’ya taşınmıştır. Botaş Spor Kulübü'nün Türkiye Kadınlar Basketbol 2. Ligi'de oynayan kadın basketbol takımıdır. Botaş Spor Kulübü rezerv takım olarak 2012 yılında bu takımı açmış ve A takıma oyuncu yetiştirmesi için destek çıkmaktadır. Gazi Üniversitesi Gazi Üniversitesi, Ankara'da bulunan bir devlet üniversitesidir. 1926 yılında Ankara'da kuruldu. Tıp,Diş Hekimliği,Eğitim,Fen-Edebiyat,İktisadi ve İdari Bilimler, Hukuk ve Mühendislik Fakültesi ve Teknoloji Fakültesi önemli fakülteleridir. Üniversitenin Beşevler, Emek, Maltepe, Gölbaşı ve Çubuk'ta yerleşkeleri bulunmaktadır. Bunların dışında Gazi Üniversitesinin Ankara Ostim, Çankaya, Kızılay bölgeleri ve Ankara Polatlı ve Beypazarı ilçelerinde de Meslek Yüksek Okulları ve Yüksekokulları bulunmaktadır. Gazi Üniversitesinin kuruluşu Cumhuriyetin ilanından hemen sonra Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının Ankara'da bir enstitü kurulması girişimiyle başlar. Kurulacak bu enstitünün temel amacı yeni Türkiye'nin öğretmen ihtiyacını karşılamaktır. 1926 yılında Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü olarak Konya'da açılan okul, 1924 yılında Ankara'da açılan Musiki Muallim Mektebi ve Gazi Erkek İlk Muallim Mektebi birleştirilir ve günümüzde Gazi Üniversitesi Rektörlük binası olarak kullanılan bina Orta Muallim Mektebi ve Gazi Terbiye Enstitüsü adını alır, Musiki Muallim Mektebi de Enstitü’ye bir bölüm olarak eklenir. Daha sonraki yıllarda Okul, bünyesinde açılan pedagoji ve filoloji bölümleriyle kısa sürede öğretmen yetiştirmede ülkenin öncü ve önder bir eğitim kurumu olur. Adı 1929 yılında 'Gazi' adı başa getirilerek Gazi Orta Muallim Mektebi olarak değiştirilir ve 1976 yılına kadar bu adla eğitim-öğretim faaliyetlerini sürdüren okul, 1976 yılında ise Gazi Eğitim Enstitüsü adını alır. Gazi Eğitim Enstitüsüne bağlı olarak Müzik Eğitimi Bölümü 1937 yılında, 1941 yılında Fransızca Eğitimi, 1944 yılında İngilizce Eğitimi bölümü açıldı. 1979 yılında yapılan düzenlemeler sonucu eğitim süresi 4 yıla çıkarıldı ve Gazi Yüksek Öğretmen Okulu olarak değiştirildi. 1968 yılında kurulan Ankara Diş Hekimliği Yüksekokulu olarak kurulan Gazi Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, 1978 Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ne bağlanmış ve adı Diş Hekimliği Fakültesi olarak değiştirilmiş ve Gazi Üniversitesine bağlanmıştır. Gazi Üniversitesi Türkiye'nin öğretmen yetiştiren ilk eğitim kurumudur. 1971 yılında Ankara Eczacılık Özel Yüksek Okulu Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ne başlanmıştır. 1979 yılına kadar Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Eczacılık Yüksekokulu olarak eğitimini sürdüren okul, 1979 yılında Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Eczacılık Fakültesi adını almıştır. 1982 yılında ise Gazi Üniversitesi bünyesine Eczacılık Fakültesi olarak alınmıştır. 1976 yılında Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisine bağlı olarak Ankara'da kurulan Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dr.Muhittin Ülker Acil Yardım ve Travmatoloji Hastanesi'nde eğitim öğretime başlar. 1984 yılında yapımı başlanan bugünkü Gazi Üniversitesi Hastane binası 30 haziran 1986'da bitirilir ve Tıp Fakültesi Dr. Muhittin Ülker Acil Yardım ve Travmatoloji Hastanesinden ayrılarak yeni hizmet binasına taşınır. 1926 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü olarak kurulan Gazi Eğitim Enstitüsü 1982 yılında 2809 sayılı kanunla, Gazi Üniversitesine dönüştürülür. Gazi Üniversitesinin çatısı altında Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi, Ankara Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi, Ankara Yüksek Teknik Öğretmen ve Ankara Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulları yer alır. 1966 yılında Ankara'da öğretime başlayan “Zafer Mühendislik ve Mimarlık Özel Yüksek Okulu” ve 1967 yılında öğretime başlayan “Yükseliş Mühendislik ve Mimarlık Özel Yüksek Okulu” ardından, 1968 yılında “Anadolu Kimya Mühendisliği Özel Yüksek Okulu” açılır. Bu üç yüksek okul, 1971 yılında Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nin bünyesine katılıp, “Ankara Mühendislik ve Mimarlık Yüksek okulu” olarak birleştirilmiş ve aynı yıl kurulan “Ankara Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisine” bağlanmıştır. Akademi, daha sonra 1982 yılında kurulan Gazi Üniversitesi bünyesine alınmış ve Mühendislik Mimarlık Fakültesi çatısı altında eğitim ve öğretime devam etmiştir Ankara'da 1955 yılında eğitime başlayan Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi, 1971 yılında yürürlüğe giren 1472 sayılı yasa gereği, kendisine muadil özel yüksekokulların bağlanması ile eğitim-öğretim kapasitesini genişletmiştir. Akademiyi oluşturan Ekonomi, İşletme, Maliye ve Yönetim Bilimleri Fakülteleri, Mali Bilimler ve Muhasebe Yüksekokulu ile Bankacılık ve Sigortacılık Yüksekokulu, 1982 yılında Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin değiştirilerek kabulüne dair 2809 sayılı kanunla, Gazi Üniversitesi bünyesine alınarak bugünkü İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'ni oluşturmuştur. 1968 yılında Anadolu Eczacılık Özel Yüksekokulu olarak faaliyete başlayan okul 1982 Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi adıyla üniversiteye bağlanmıştır. 1926 yılında Ankara merkezli olarak kurulan Gazi Üniversitesi, Ankara ili dışında da eğitim-öğretim faaliyetlerine devam etmiş, bu bölgelere fakülteler, yüksek okullar ve meslek yüksek okulları kurmuştur. Bu okulların büyük bölümü 2006 yılında kurulan yeni üniversitelerin temellerini oluşturmuştur. Kuruluş yıllarında 9 fakülte, 12 yüksek okul ve 4 enstitüyü bünyesinde barındıran Gazi Üniversitesi 2006 yılına gelindiğinde Türkiye'nin çeşitli illerine yayılmış 25'ten fazla fakülte ve 20 den fazla yüksek okul ve meslek yüksekokulu ile eğitim faaliyetlerine devam etmekteydi. Bu okullar 2006 yılında kurulan Ahi Evran Üniversitesi, Kastamonu Üniversitesi, Hitit Üniversitesi, Nevşehir Üniversitesi ve Çankırı Karatekin Üniversitelerinin temellerini oluşturdu. 2006 yılında Ankara dışı okulların Gazi Üniversitesinden ayrılması ve yeni açılan üniversitelere bağlanması sonucu fakülte sayısı 16'ya yüksek okul sayısı 4'e meslek yüksek okulu sayısı ise 8'e düştü. 2008 yılında Sağlık Bilimleri Fakültesi kuruldu. 2009 yılında Eğitim Fakültelerinde yapılan düzenlemeler sonucu Teknik Eğitim Fakültesi Teknoloji Fakültesi'ne, Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Turizm Fakültesi'ne, Mesleki Eğitim Fakültesi Sanat Ve Tasarım Fakültesi'ne dönüştürülmüştür.Yine aynı yıl 3 Ekim 2009 tarihinde Gazi Üniversitesi Senatosu tarafından alınan kararla Gazi Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi eski adıyla Ankara Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi iki ayrı fakülte haline getirilmiştir. 2014 yılı itibarı ile 21 fakülte, 7 enstitü, 1 Türk Müziği Devlet Konservatuvarı, 4 yüksekokul, 11 meslek yü
ksekokulu ve 48 araştırma ve uygulama merkezi ile eğitim faaliyetlerine devam etmektedir. Gazi Üniversitesinin merkez yerleşkesinde bulunan Gazi Üniversitesi Rektörlük binasının temeli 8 Ağustos 1927 yılında atılmış ve 1930 yıllarda da bitirilmiştir. Gazi Eğitim Fakültesi birçok eseri bulunan Mimar Kemaleddin'in son eseridir. Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu'nun 1984 yılında aldığı kararla Gazi Üniversitesi'ne devredilen bu bina, bugün üniversitenin Rektörlüğü, Gazi Eğitim Fakültesi Dekanlığı, laboratuvarlar, Resim Heykel Müzesi ve Sanat Galerisi olarak kullanılmaktadır, ayrıca binanın üstünde bir gözlemevi bulunmaktadır; ancak şu an faaliyette değildir. Ankara'nın mimarisi ve tarihini yansıtan bina ve mimarı Mimar Kemaleddin'in portresi 1 Ocak 2009 tarihinde tedavüle giren Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası dokuzuncu emisyon banknotlarından olan 20 Türk Lirası banknotunun arka yüzünde kullanıldı. Gazi Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Üniversitenin eğitim-öğretim ve araştırma faaliyetlerini desteklemek amacıyla 1982 yılında kurulmuştur. 1982 yılından 2004 yılına kadar İ.İ.B.F. bahçesinde bulunan 2000 m²'lik binasında hizmetlerini sürdürmüştür. 27 Mayıs 2004 tarihinden itibaren Gazi Üniversitesi Rektörlük Kampüsü içinde bulunan 11.000 m²'lik yeni binasında hizmet verilmeye başlamıştır. Merkez Kütüphanesi 7 gün 24 saat araştırmacılara açık olarak faaliyet göstermektedir. Kütüphane hizmetleri Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı tarafından merkezi olarak yürütülmektedir. Merkez Kütüphane 7 gün 24 saat açık olarak faaliyet göstermektedir. Merkez Kütüphane Üniversitenin öğrencileri ile akademik ve idari personele üye olmak koşuluyla kütüphane hizmetlerinden yararlanma olanağı sunmaktadır. Ayrıca, dışarıdan gelen araştırmacılar da kütüphane koleksiyonunda bulunan her türlü bilgi kaynağından kütüphane içinde yararlanabilmektedirler. Merkez Kütüphane koleksiyonunda 172.678 adet kitap, 66.523 adet ciltli dergi, 12.342 adet yüksek lisans tezi olmak üzere toplam 251.543 cilt yayın bulunmaktadır. Abone olunan süreli yayın sayısı 685'i yabancı, 629'u Türkçe olmak üzere toplam 1.314 adettir. 2006-2007 eğitim yılı itibarı ile yaklaşık 30.000 adet elektronik dergi, 30.000 adet elektronik kitap ve 41 adet veri tabanına erişim sağlanmaktadır. Her yıl koleksiyona 10.000-15.000 cilt yeni yayın eklenmektedir. Merkez Kütüphane koleksiyonunda bulunan Tıp ve Sağlık Bilimleri ile ilgili kitaplar NLM (National Library of Medicine), diğer konulardaki kitaplar LC (Library of Congress) sınıflama sistemine göre açık raflarda kullanıcıların hizmetine sunulmaktadır. Merkez Kütüphanede okuyucuların, yaklaşık 200 bilgisayar ile çevrim içi veri tabanlarından yararlanmaları, abone olunan elektronik dergileri kullanmaları, bilimsel amaçlı internet kullanmaları ve OPAC terminaller üzerinden kütüphane kataloğunu taramaları mümkün olabildiği gibi, Merkez Kütüphane web sayfası ile de kütüphaneye gelmeden bulundukları fakültelerden Merkez Kütüphane kataloğunu taramaları, abone olunan elektronik dergileri kullanmaları ve çevrim içi veri tabanlarından yararlanmaları mümkündür. Merkez Kütüphane koleksiyonunda bulunmayan yayınlar için "Kütüphanelerarası İşbirliği" yoluyla yurtiçi ve yurtdışındaki kütüphanelerden ödünç kitap ve makale fotokopileri getirtilerek öğretim üyelerinin ihtiyaç duydukları yayınlara ulaşmaları sağlanmaktadır. Üniversiteye yeni başlayan öğrencilere kütüphane hizmetlerini ve bilgi kaynaklarını tanıtmak amacıyla her eğitim yılı başında oryantasyon programları düzenlenmektedir. Uzmanlık Kütüphaneleri Merkez Kütüphane dışında koleksiyonunda ilgili branşlar ile ilgili spesifik kitaplara sahip olan kütüphanelerdir. Bu kütüphanelerde yaklaşık 80 bine yakın kitap bulunmaktadır. Bu kütüphaneler; Yaklaşık 25.000 bin kitap koleksiyonu ile Gazi Üniversitesinin en büyük uzmanlık kütüphanesidir. Merkez kampüste hizmet vermektedir. Gazi Üniversitesi Rektörlük Kampüsü Fen- Edebiyat Fakültesi bünyesinde hizmet vermektedir. İlgili branşlarda uzmanlık kitaplarına sahiptir. Merkez kampüste hizmet vermektedir. Gazi Üniversitesi Emek Kampüsünde hizmet vermektedir. İletişim, Hukuk ve Diş hekimliği Fakültesi öğrencileri tarafından kullanılmaktadır. İlgili branşlarda uzmanlık kitaplarına sahiptir. Emek kampüsünde hizmet vermektedir. 1400 m² bir alanda Gazi Üniversitesi Merkez Kütüphanesi ile işbirliği içerisinde hizmetini sürdürmektedir. Kütüphanede 20.000 kitap, 44'ü yabancı olmak üzere 145 süreli yayın ve 1300 yüksek lisans ve doktora tezi bulunmaktadır. Kütüphane Gazi Üniversitesi Maltepe Kampüsünde bulunmaktadır. Kütüphane eğitim dönemi boyunca 8.30-19.00 ve yaz tatili döneminde de 8.30-18.00 saatleri arasında hizmet vermektedir. Yaklaşık 20 bine yakın kitap koleksiyonuna sahiptir. Merkez kampüste hizmet vermektedir. Gazi Üniversitesi Rektörlük Binası giriş katında bulunan tarihi salon; 2013 yılında geniş kapsamlı bir tadilattan geçerek yenilenmiştir. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi (İİBF) içinde bulunmaktadır. 450 kişilik kapasitesi ile başta Gazi Üniversitesi Tiyatro Kulübü (GÜTİK) olmak üzere tiyatro çalışmaları, sinema gösterileri, konserler; konferans, panel, sempozyum, seminer vb. bilimsel çalışmalara ev sahipliği yapmaktadır. Gazi Üniversitesi Rektörlük/Beşevler kampüsü içinde faaliyet gösteren Gazi Kültür Merkezi 700 kişilik kapasitesi ile çeşitli organizasyonlarda kullanılmaktadır. 2013 yılında yenilenmiştir. Gazi Üniversitesi Gazi Konser Salonu 1968 yılında Gazi Üniversitesi Merkez Kampüsünde hizmete girmiştir. 437 kişi kapasiteli salonun biçimi kuyruklu bir piyanoya benzemektedir. Gazi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü Müzik Eğitimi Anabilim Dalı derslikleri ile yan yana bulunan salon hizmete girdiği tarihten beri birçok organizasyona ev sahipliği yapmıştır. Gazi Üniversitesi merkez kampüs sınırları içinde bulanan Gençlik Merkezi üniversite öğrencilerine hizmet vermektedir. Üst katında büyük bir bowling salonu bulunmaktadır. Gazi Üniversitesi Spor Kulübü başta futbol ve basketbol olmak üzere toplam 14 farklı branşta faaliyet gösteren Ankara'nın en büyük spor kulüplerinden biridir. Merkez kampüs ve diğer kampüslerde bulunan 40'a yakın spor tesisleriyle Gazi Üniversitesi Spor Kulübü birçok başarıya imza atmıştır. Kulüp 1985 yılında kurulmuştur ilk adı Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Spor Kulübüdür daha sonra Gazi Üniversitesi Spor Kulübü olarak değiştirilmiştir. Kulübün renkleri; mavi-lacivert, beyazdır. Kulübün merkezi Ankara’dır. 1979 yılında kurulmuştur. Resim Heykel Müzesi resim, baskı resim, heykel-seramik eserler sergilenen bir sanat müzesidir. Gazi Üniversitesi Rektörlük Binasına bulunmaktadır. 1974 yılında açılmıştır. Bünyesinde 1000'e yakın sanat eseri barındırmaktadır. Yöresel giysiler, işlemeler, takılar, çoraplar, dokumalar, oyalar sergilenmektedir. 23 Eylül 2005 tarihinde açılmıştır. Objelerin sözlü kültürde yer almış oldukları bağlam ve sözel doku ile sergilendikleri iki salondan oluşmaktadır. Müzede yaklaşık olarak 2000 nesne sergilenmektedir. 1982 yılında kurulmuştur. Müzenin çalışmaları özellikle Türkiye böcek faunası üzerine yoğunlaşmıştır. Müzenin böcek ve diğer karasal eklem bacaklıları içine alan koleksiyonunda yaklaşık 300.000 civarında örnek bulunmaktadır Gazi Teknopark Gazi Üniversitesi Gölbaşı Yerleşkesi'nde yaklaşık 59.000 m² m²’lik bir alanda 2007 yılında kurulmuştur. Gazi Teknopark yeni kurulmuş ve gelişmekte olan küçük firmaların desteklendiği merkezdir. Teknopark'ta mevcut 72 firma faaliyet göstermektedir. Teknopark bünyesinde otel, spor merkezleri, konferans ve toplantı salonları bulunmaktadır. Kısa bir tarihi olmasına rağmen Gazi Teknopark kısa sürede Türkiye'nin en önemli Teknoparkları arasına girmiştir. Endürsti sekterliğinin Mümin Deligezer yapmaktadır. Gazi Üniversitesi STARLAB "(Semiconductor Technologies Advanced Research Laboratory)" Yarı İletken Teknolojileri Araştırma Laboratuvarı 2001 yılında sivil ve askeri amaçlar için geliştirilecek elektro-optik cihazların temel malzemesi olan yarı iletken malzemelerin üretilmesi ve bu alanda araştırmacıların yetiştirilmesi amacıyla Devlet Planlama Teşkilatı desteğiyle kurulmuştur. Bünyesinde 9 ileri araştırma laboratuvarı bulunan STARLAB "İleri Araştırma ve Eğitim Programları" projesi kapsamında Fen-Edebiyat Fakültesi Fizik Bölümünde kurulan bir laboratuvarlar bütünüdür. 1998 yılında Gazi Üniversitesi Vakfı Bünyesinde kurulan özel okullar Gazi Üniversitesi Maltepe Kampüsünde bulunmaktadır. Bu okullar kuruluşundan bugüne Ortaöğretim Geçiş Sınavı'nda, birçok bilimsel yarışmalarda ve spor müsabakalarında önemli dereceler elde etmişlerdir. 1950 yılında beri hizmet veren Gazi Üniversitesi Anaokulları okulöncesi eğitimde farklı modellerin denendiği ve birçok başarılı meslek elemanı yetiştiren öncü kuruluşlardan biridir. Anaokulları Gazi Üniversitesi Rektörlük/Beşevler Kampüsünde bulunmaktadır. İstanbul Üniversitesi SBK İstanbul Üniversitesi Spor Kulübü, İstanbul Üniversitesi B.G.D., İstanbul Üniversitesi Spor Birliği tarafından kurulmuş spor kulübü. Futbol, voleybol, basketbol, hentbol; genç ve yıldız takımlarında pek çok sporcu yetiştiren kulübün Kadın Basketbol Takımı TKBL'de mücadele etmektedir. Takım bu ligdeki tek şampiyonluğunu 1988-89 sezonunda kazandı. 1960-1969 arasında üst üste 10 sezon İstanbul Kadınlar Basketbol Ligi şampiyonu olan İÜSK, 1961 ve 1962 yıllarında Türkiye Kadınlar Basketbol Şampiyonası'nda şampiyonluğa ulaştı. Sarı-yeşilli takım, Türkiye Genç Kızlar Basketbol Şampiyonası'nda 1990, 1992, 1993, 2001, 2002, 2003, 2004, 2005, 2006 ve 2007 yıllarında olmak üzere, 10 kez birinciliğe ulaşarak bu kategoride en çok Türkiye şampiyonluğuna ulaşan kulüp oldu. Sözleşme kapsamında İÜ Kadın Basketbol A Takımı, 2012-13 ile 2013-14 sezonları süresince "Basketbolu Geliştirenler Derneği" tarafından desteklenecektir. Fahrelnisa Zeid Fahrelnisa Zeyd (1901, İstanbul - 5 Eylül 1991, Amman), Türk ressam. Kabaağaçlızade Mehmed Şakir Paşa'nın kızı, II. Abdülhamit
devri sadrazamlarından Cevat Paşa'nın yeğeni ve Halikarnas Balıkçısı'nın kızkardeşi olan Fahrünnisa Zeyd, soyadını Kral 1. Faysal'ın kardeşi ve dönemin Irak büyükelçisi olan Emir Zeyd'le evlendikten sonra aldı. Modern üslupta önemli bir ressam olarak tanındığı Fransa'da adını ""Fahrelnisa"" imlasıyla kullandı. ""Halikarnas Balıkçısı"" adıyla tanınan yazar Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın ve gravür sanatçısı Aliye Berger'in kardeşi; seramik sanatçısı Füreya Koral'ın teyzesi; ressam Nejat Devrim'in, tiyatrocu Şirin Devrim'in annesidir. 1901'de İstanbul'da, ailesinin Büyükada'daki köşkünde dünyaya geldi. Babası devlet adamı, asker ve tarihçi Kabaağaçlızade Mehmed Şakir Paşa; annesi Giritli Sare Hanım'dır. ""Şakir Paşa ailesi"" olarak anılan ve pek çok sanatçı yetiştirmiş olan bu ailenin ortancı kızıdır (Kardeşler sırasıyla: Cevat Şakir, Hakkiye, Ayşe Suad, Fahrelnisa ve Aliye). 14 yaşında resme başlayan sanatçı işgal yıllarında Sanay-i Nefise'nin ilk kadın öğrencileri arasında yer aldı İlk evliliğini, Sanay-i Nefise'ye başladığı 1920 yılında, yazar İzzet Melih Devrim ile yaptı. Eşi ile beraber Avrupa kentlerine seyahat etme, yazar ve entelektüellerle tanışma fırsatı buldu. Bu evlilikten Nejat ve Şirin adında iki çocuğu dünyaya geldi. Resim öğrenimini Paris'te Ranson Akademisi Stalbach Atölyesinde ve Türkiye'de Güzel Sanatlar Akademisi Namık İsmail atölyesinde sürdürdü. İkinci evliliğini 1934 yılında, Irak'ın Ankara temsilcisi ve Irak Kralı I. Faysal'ın kardeşi olan Emir Zeid ile yaptı; bu evlilikten ""Raad"" adında bir oğlu dünyaya geldi. Diplomat olan eşinin görevi nedeniyle Türkiye'den ayrılan sanatçı, resim kariyerini Avrupa'nın çeşitli kentlerinde sürdürdü. İlk kişisel sergisini 1944 yılında İstanbul'da kendi evinde açtı. Bu ilk sergiyi Paris, Londra, New York, Brüksel gibi kentlerde açtığı onlarca sergi izledi. 1970 yılında eşinin ölümünden sonra 1976'da, oğlu Raad'ın yaşadığı Amman'a yerleşti. Bu kentte kendi adıyla anılan bir sanat enstitüsü kurdu. Son döneminde portreler üzerinde yoğunlaştı. Eserlerini son olarak 1988'de İstanbul'da, 1990'da Fransa ve Almanya'da sergiledi. 5 Eylül 1991'de hayatını kaybetti. Amman'da El Rağdan Sarayı Kraliyet Mezarlığı'na defnedildi. Gül Devrimi Gül Devrimi (Gürcüce: ვარდების რევოლუცია - "Vardebis Revolutsia" / Güller Devrimi), Gürcistan’da 2003 yılında Devlet Başkanı Eduard Şevardnadze’nin görevini bırakmak zorunda kalmasıyla sonuçlanan barışçıl halk hareketi. Eduard Şevardnadze, 1992 yılından beri (1995’ten itibaren devlet başkani olarak) Gürcistan ’ı yönetiyordu. Onun döneminde hükümetler ve devlet başkanının ailesi, yolsuzluklarla birlikte anılmaya başladı. Öte yandan ülke ekonomisi hiçbir gelişme gösteremedi ve Gürcistan, Avrupa standartlarına göre fakir bir ülke haline geldi. Rusya’nın desteklediği iki ayrılıkçı bölge olan Abhazya ve Güney Osetya, Tiflis yönetiminin kontrolü dışında kaldı. Yarı ayrılıkçı Aslan Abaşidze yönetimi altındaki Acara da fiilen merkezi yönetimin kontrolü dışındaydı. Bu siyasal ve ekonomik kriz içinde 2 Kasım 2003 tarihinde parlamento seçimleri yapıldı. Şevardnadze’nin siyasal ittifakı “Yeni Gürcüstan İçin” ve Abaşidze’nin “Gürcüstan Demokratik Uyanış Birliği” karşısında, Miheil Saakaşvili’nin “Birleşik Ulusal Hareket”i, parlamento başkanı Nino Burcanadze ile eski parlamento başkanı Zurab Jvania’nın “Burcanadze-Demokratla” partisi seçimlere girdi. 2 Kasım 2003 tarihinde yapılan parlamento seçimleri, ulusal ve uluslararası gözlemciler tarafından izlendi. Mihail Saakaşvili seçimlere hile karıştırıldığını ileri sürdü ve bu durum uluslararası bağımsız kuruluşlarca da desteklendi. Ardından Tiflis’te yönetime karşı barışçı gösteriler düzenlenmeye başladı. Bu gösterilere demokratik muhalefet güçlerin neredeyse tamamı katıldı. Kasım ortalarında, Tiflis sokaklarındaki demokratik gösterilere, Gürcüstan’ın başlıca kent ve kasabalarında Kmara (“Yeter”) adlı gençlik örgünün organize ettiği gösteriler eklendi. Bu gösterilere STK’lar da aktif olarak katıldılar. Yarı ayrılıkçı Aslan Abaşidze, Şevardnadze yönetimine destek verdi ve Acara’dan Tiflis’e karşı göstericiler yolladı. 22 Kasımda gösteriler doruk noktasına ulaştı ve yeni parlamentonun açılışı sırasında, Şevardnadze’nin konuşma yaptığı sırada, Saakaşvili’nin önderliğindeki göstericiler ellerinde kırmızı güllerle (hareket adını buradan almıştır) parlamento binasına girdiler. Şevardnadze, konuşmasını yarıda keserek korumaları eşliğinde parlamento binasını terk etmek zorunda kaldı. Seçkin askeri birliklerin gösterilere müdahale etmeyi reddetmesinden sonra Şevardnadze, 23 Kasım’da, muhalefetin liderleri Saakaşvili ve Zurab Jvania ile görüşerek durum değerlendirmesi yaptı. Bu görüşmeye, bu arada Tiflis’e giden Rusya Dışişleri Bakanı İgor İvanov aracılık etti. Bu görüşmenin ardından Şveardnadze, devlet başkanlığı görevinden ayrıldığını duyurdu. Tiflis sokaklarında 100.000’den çok gösterici, havai fişeklerle, konserler ve danslarla zaferi kutladılar. Yeni seçimlere değin parlamento başkanı Nino Burcanadze, anayasa gereği devlet başkanlığı görevini vekâleten üstlendi. 4 Ocak 2004 tarihinde devlet başkanlığı seçimleri yapıldı ve Saakaşvili, oyların ezici çoğunluğunu alarak devlet başkanı seçildi ve 25 Ocak’ta görevine başladı. 28 Mart tarihinde yapılan parlamento seçimlerini de ezici çoğunlukla Ulusal Hareket-Demokratlar kazandı. Mayıs 2004’te, “İkinci Gül Devrimi” olarak adlandırılan halk hareketi Acara Özerk Cumhuriyeti’nin yönetim merkezi Batum’da gerçekleşti. Acara Özerk Cumhuriyeti'ni bir diktatör gibi yöneten Aslan Abaşidze ve devlet başkanı Miheil Saakaşvili arasındaki gerginliğinin ardından, Birleşik Ulusal Hareket ve Kmara tarafından harekete geçirilen binlerce Acaralı, Abaşidze’nin diktötörce yönetimini, ayrılıkçığını ve militarizmini poretso etmeye başladı. Abaşidze, güvenlik güçlerini kulanarak Batum ve Kobuleti sokaklarındaki gösterileri dağıttı. Ancak göstericilerin sayısı giderek daha da arttı. 6 Mayıs 2004 tarihinde protestolara katılan bütün Acaralılar Batum’da toplandı. Ardından Gürcüstan Başbakanı Zurab Jvania ve İçişleri Bakanı Giorgi Baramidze ile Acara Özerk Cumhuriyeti İçişleri Bakanı Cemal Gogitidze arasında bir görüşme yapıldı. Görüşmenin başlıca konusu, özerk yönetimin sınırı olan Çolohi Irmağı kıyısındaki silahl ıbirliklerin çekilmesi oldu. Bu arada Abaşidze’nin emriyle, Çolohi Köprüsü havaya uçuruldu. Sonunda Abaşidze Moskova’ya gitmek ve Rusya’ya sığınmak zorunda kaldı. Ertesi gün Devlet Başkanı Saakaşvili, Batum’u ziyaret etti ve zaferi kutlayan Acaralılara özgürlük sözü verdi. Koca Yusuf Koca Yusuf (Yusuf İsmail; 1857 - 4 Temmuz 1898), Deliormanlı Türk güreşçi. Mindere çıkan ve grekoromen güreşi yapan ilk Türk pehlivanı olduğu sanılmaktadır. 1885 yılında Kırkpınar başpehlivanı olmuş; 1894 yılından itibaren Avrupa ve ABD'de devrin en ünlü güreşçileri ile güreşmiştir. 138 kilo sıkletindeki sporcu, 1.88 metre boyundaydı. ABD turnesinden ülkesine dönerken bir gemi kazasında yaşamını yitirdi. Serbest güreşin efsanevi isimlerinden olan Yusuf, iri gövdesi, güreş becerisi, gücü ve sporcu ahlakı ile "Koca" lakabını almıştır. Önceleri doğduğu köyden ötürü "Karalarlı Yusuf", sonra "Şumnulu Yusuf" olarak anılmış, 1896'dan itibaren çırağı "Erikli Mehmet"e "Küçük Yusuf" denilmeye başlanınca kendisine "Büyük Yusuf" denilmişti. Dünyada “"Terrible Turk"” (Korkunç Türk) olarak tanındı. Kendisinden sonra başka Türk güreşçiler de bu unvanı kullandılar. 1900 yılında Rıza Tevfik "'Güreşte Avrupa Usulü ile Türk Usulü arasındaki Fark ve Müşahebet"’ başlıklı yazısında kendisinden "Koca Yusuf" diye bahsedince yurtta bu isimle anılmaya başlanmıştır. Koca Yusuf, bugün Bulgaristan sınırlarında yer alan Şumnu Kasabası'nın Karalar Köyü'nde dünyaya geldi. Doğum tarihi tam olarak bilinmese de İsveç güreş tarihçisi William Baster'a göre 1857 yılında doğmuştur. Babasının adı İsmail'dir. Babası ve dedesi Yusuf'un ilk güreş ustaları oldu. Çocukluğu, milliyetçilik hareketleri nedeniyle Bulgarların Türk köylerini bastığı bir ortamda geçti. Koca Yusuf dönemin ünlü pehlivanlarından Şumnulu Dursun Pehlivan, Nasuhçulu Kel İsmail Pehlivan ve Pomak Osman tarafından yetiştirildi. Kırkpınar tarihinde 26 yıl boyunca üst üste başpehlivanlığı elinde bulunduran ve Sultan Abdülaziz'in başpehlivanı olan Kel Aliço ile 1885 yılında güreşti. Sabah başlayan mücadele akşam sona erdi. Kel Aliço mücadele sırasında güreşi bırakmış ve kendi elleriyle ülkenin başpehlivanlığı unvanını Koca Yusuf'a devrettmiştir. Kel Aliço'nun çırağı olan ve 18 yıl Kırkpınar başpehlivanlığını elinde bulundurduğu söylenen Adalı Halil'i iki kez ardı ardına yendi. Sultan Abdülaziz, Sultan V. Murat ve Sultan II. Abdülhamit döneminde pek çok güreş yaptı. Koca Yusuf ile çarpışan Kara Ahmet, Katrancı Mehmet, Kazandereli Memiş, Filiz Nurullah, Kurtdereli Mehmet ve Hergeleci İbrahim gibi ünlü pehlivanlar, onun kendilerinden üstün bir pehlivan olduğunu kabul ettiler. Koca Yusuf'u yenebilen tek pehlivanın Kavalalı Çolak Mümin Pehlivan olduğu iddia edilir. 1894 yılında Rami'de yapılan ve Kel Aliço'nun hakem olduğu bir karşılaşmada Çolak Mümin, Koca Yusuf'u açık düşürmüştür. Hakem Aliço bu durumu yenik sayınca Yusuf tek yenilgisini almıştır. Çolak Mümin'in bu maçta sakatlanmasından ötürü güreş hayatına devam edemediği rivayet edilir. Fransız güreşçi Joseph Doublier ile tanışması ve Fransa’da güreşme teklifi alması hayatını değiştirdi. Fransız yazar Edmond Desbonnet'in "Güreşin Kralları" (1910, Paris) adlı kitabında anlatıldığına göre Doublier, 1894'te rakibi Sabés'e yenildikten sonra onu yenecek bir güreşçi arayışına girmiş ve Türkiye'ye gelmiş; Filibeli Kara Osman, Filiz Nurullah ve Yusuf İsmail'i beraberinde Fransa'ya götürmüştü. Yusuf, başlangıçta yurtdışına çıkmayı kabul etmediyse de Müslümanların güçlü olduğunu ispat etmenin bir cihat olduğu şeklindeki ulema açıklamaları üzerine 1897'de Avrupa'ya gitti ve Paris'te minder güreşinin kurallarını öğrendi. İlk maçını Sabés ile yaptı ve onu yendi. Fransa'da 3 yıl kaldı (1894-1897). Bu dönemde gür
eştiği ve döneminin önemli sporcuları olan Olsen, Pons, Fournier'i yendi. Gambier, Raul, Rum güreşçi Antonio Pierri ve İngiliz güreşçi Tom Cannon'u da yendikten sonra Avrupa’da rakip bulamaz hale geldi. Paris'te bir sirkte, Türk güreşçi Hergeleci Mahmut Pehlivan (İbrahim Mahmut) ile yaptığı ancak polis müdahalesi ile durdurulabilen karşılaşma, gelmiş geçmiş en acımasız güreş karşılaşması olarak hatırlanır. Avrupa'da büyük ün kazanınca Amerika Birleşik Devletleri'nden organizatörler onu New York’a davet ettiler. Antonio Pierri ve Doublier ile birlikte gittiği ABD'de menajeri William Brady oldu. Bu ülkede yaptığı 33 karşılaşmada yendiği sporcular arasında George Bothner, Ewan Lewis, Dan McLeod, Tom Jenkins vardır. Chicago’da bir karşılaşmada dünya şampiyonu Evan Lewis’i üst üste iki defa yendikten sonra yurda dönmeye karar verdi. Yaptığı güreşlerde yenilmemesi ve heybeti dolayısıyla ABD’de kendisine "The Terrible Turk" (Korkunç Türk) unvanı verilmiştir. ABD'ye gelişinden önce hiç yenilgi almayan Yusuf İsmail, 26 Mart 1898'de Ernest Roeber ile yaptığı maçta diskalifiye oldu. Madison Square Garden'da yapılan bu maçta rakibini ringden dışarı atması, Roeber'in öldüğünü düşünen seyircilerin ayaklanmasına ve Yusuf'a karşı linç girişimine neden oldu. Söz konusu maç, spor yazarı Walter Camp tarafından kaleme alınan 1907 tarihli "The Substitue: A Football Story" adlı romanda anlatılmıştır. İki rakip, Metropolitan Opera Evi'nde 30 Nisan günü tekrar karşı karşıya geldi. Aralarındaki itişmelerden sonra menajerlerinin ringe çıkıp müdahale etmesi sonucu olay büyüyüp yine seyirciler arasında bir ayaklanma dalgası olunca karşılaşma iptal edildi ve bu olaydan sonra Opera Evi güreş karşılaşmalarına kapatıldı. http://digitalcollections.nypl.org/items/510d47e1-3de0-a3d9-e040-e00a18064a99 Türkiye'ye dönmek üzere 21 Mayıs 1898'de Fransız bandıralı "" transatlantiği ile yola çıkan Koca Yusuf, bindiği geminin 4 Temmuz sabahı New York'un kuzeydoğusundaki Sable Adası'nın 60 mil açıklarında İngiltere bandıralı "Cromartyshire" şilebiyle çarpışıp batması sonucu tüm yolcular ve mürettebatla birlikte boğularak ölmüştür. Ölümüyle ilgili üç iddia vardır. İlki kaza sonrasında filikalara binen diğer yolcularla birlikte kurtulmaya çalışan Koca Yusuf’un tutunduğu filikadaki diğer yolcuların onun koca gövdesinin sandalı devireceği korkusuna kapılıp kürek ve baltalarla ellerine vurduğu ellerini çekmeyeceğini anlaşılıncada filikadakiler tarafından baltayla bileklerinin kesildiği ve bu nedenle öldüğü, ikincisi Koca Yusuf'un Amerika'da kazandığı güreşlerin ardından kazandığı paraları kâğıt paralara güvenmediği için altına çevirdiği ve bu altınların ağırlığı nedeniyle okyanusta boğulduğudur. Zira bu altınlar 8000 dolar karşılığı 40 kilo altın anlamına gelmektedir.Üçüncüsü geminin başka bir gemiyle çarpışması sonucu gemi batmaya başladı. Koca Yusuf tam gemiyi terkedecekken gemide bulunan demirlerin altına sıkışan çocuğu ve ona yardım etmeye çalışan annesini gördü. Çocuğu çıkarmak için demirleri tutup kaldırdı ve çocuk çıktıktan sonra tekrar bir yıkım oldu ve demirler üzerine doğru meyillendi. Koca Yusuf bu demirleri bıraksa altında kalıp can verecelti ve o demirleri bırakmayıp okyanusta boğularak can verdi. Koca Yusuf'un eşi Refiye'den Mehmet ve Hüseyin adında iki çocuğu olmuştur. Ölümünden sonra adı, şu anda Türkiye Denizcilik İşletmelerine bağlı, Haliç Tersanesinde bulunan 40 Tonluk bir yüzer vince verilmiştir. 2001 yılında basılan Bin Yılın Türkleri Hatıra Para Serisi'nde Koca Yusuf portreli hatıra para yer almıştır. Hayatı, gazeteci-yazar Halil Delice tarafından "Cihan'ı Titreten Türk Koca Yusuf Yalnızca Güle Yenildi" (2005) adıyla kitaplaştırılmıştır. Hayatının belgesel yapılması için 2008 yılında "Koca Yusuf Türkiye'de" adlı bir araştırma projesi başlatılmıştır. Türkiye'nin ilk kez ürettiği ve Türkiye ortaklığı bulunan A400M askeri nakliye uçağına hatırasını yaşatmak adına "Koca Yusuf" adı verilmiştir.. Koca Yusuf’un naaşının Atlas Okyanusu’nda kaybolduğu sanılmaktadır. Ancak şair Sunay Akın’ın "Önce Çocuklar ve Kadınlar" adlı kitabının “Okyanusa Yenilen Güreşçi” başlıklı bölümünde Azor Adaları'nda mezarının bulunduğu iddiasına yer verilmiştir. Kaza sonrasında civar adalara vuran gemi yolculara ait 20 cesetten pek heybetli değişik kılıklı olanının Koca Yusuf olabileceğini iddia eden yazar, cesedin adadaki kilisenin mezarlığına defnedildiğini belirtmiştir. Simav Simav, Kütahya'nın bir ilçesidir. İl merkezinin 143 km güneybatısında yer alır. İçbatı Anadolu bölümündedir. Kuzeyde Simav, güneyde Demirci kasabaları arasında, doğu-batı doğrultusunda uzanan 1,800 m rakımlı Simav dağları mevcuttur. Simav ovası, faylarla sınırlanmış tektonik kökenli bir ovadır. Güneyinde billurlu kayaçların geniş yer tuttuğu Simav dağları, Kuzeyinde billurlu kayaçlar ve granit plütonlarının yüzeylediği Katrancı ve Akdağ kütleleri yükselir. Yaklaşık 820 m yükseklikte, üçgen biçimli bir çöküntü alanı olan ovanın tabanı alüvyonla kaplıdır. Ortasında yer alan sığ Simav gölü kurutulmuştur. Birinci derece deprem alanıdır. 19 Mayıs 2011 de saat 23:15 de 5,9 büyüklüğünde depremle sarsıldı.. Bilinen en eski adları milattan önce 4 binli yıllarda varolduğu bilinen "Sunauva" ve "Synaos" şehirlerinden gelmektedir. Simav çevresinde yerleşen ve adı bilinen en eski halk, "Abaitler"'dir. Milattan önce 1200 yıllarına kadar yaşayan bu halktan sonra, Trakya’ dan ve Çanakkale boğazından gelen Frigler yöreye egemen olmuştur. Daha sonra Lidyalılar, Persler, Helenistik Krallıklar, Romalılar ve Bizanslılar Simav yöresine hâkim olmuşlardır. Roma İmparatorluğu döneminde Simav'da uzun süre sikke basılmıştır. Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinde belirttiğine göre ""Germiyanoğlu Beyi Babık, Simavna adlı Rum Kralının elinden aldığı için Simav derler. Bir rivayete göre de Simav (Gümüş suyu) anlamına gelir. Hakikaten suları gümüş gibi berraktır."" Simav, 1113 yılında Edremit – Kırkağaç bölgesinden Kütahya – Eskişehir’ e yardıma dönen Selçuklu Kumandanı "Emir Muhammet" tarafından Simav Çayı vadisinden gelinerek fethedildi. Bu Fetih dönemi uzun sürmedi, tekrar Bizans'ın eline geçtikten 192 yıl sonra Germiyan Beyliğinin kurucusu 1. Yakup Bey 1305 yılında Alaşehir’i fethetmeye giderken Simav'ı da fethetti. 1305 yılındaki fetih de Bizans’ın kiraladığı İspanyol Katalan askerlerinin Erdek’ten gelişi ile son buldu. "Germiyanoğlu Mehmet Bey"’in 6 Mayıs 1327 tarihinde Simav ve Kula’yı Katalanlardan fethetmesiyle Simav'da Türk Hakimiyeti kesin bir şekilde başlamıştır. Mehmet Bey’in oğlu Süleyman Şah, komşu beylik Osmanlılarla dost geçinmek, Karamanoğullarının düşmanlığından da korunmak için kızı Devlet Hatun’u Osmanlı Padişahı I. Murad’ın oğlu Yıldırım Bayezid’e verdi. 1381 yılında kızının çeyizi olarak Kütahya, Tavşanlı, Emet ve Simav’ı Osmanlılara verip kendi Kula’ya çekildi. Fatih Sultan Mehmet döneminde Simav, "Abdullah-i İlahi" gibi bir din aliminin ve onun yakın dostu "Emir Buhari"'nin feyz dağıttığı bir yer olarak gelişmiş medreselere sahipti. "Simav medreseleri"nin son ünlü öğrencisi "Ali Süavi" (1839-1878), son değerli müderrisi ise "Simavlı Arif Efendidir".(1850-1944) Simav, 1867 yılında belediyelik olmuş, 17 Şubat 1868'de ilçe statüsüne kavuşmuştur. Kurtuluş savaşının başlarında Simav'da "Reddi İlhak" adındaki Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin kuruluşu "Binbaşı İsmail Hakkı Bey"'in gayretleriyle gerçekleşir. Çok geçmeden Cemiyetin merkezi Uşak olmuş ve adı da Kuva-yi Milliye'ye çevrilmiştir. İlk Büyük Millet Meclisi'nde mebus olarak görev alanlardan biri de "Simavlı Bedirhan Bey" dir. Aynı zamanda şu anda Dereköy de muhtar olarak görevine devam etmektedir. Simav ilçesi kurtuluş savaşı döneminde üç defa Yunan işgaline uğramış üç kez de kurtuluşu yaşamıştır. Simav Kuvay-ı Milliye Teşkilatı, Yunan Ordusu'nun İzmir'i işgalinden kısa bir süre sonra 1919 yılının Temmuz ayında, Kütahya Mevki Kumandanı "Binbaşı İsmail Hakkı Bey" tarafından "Redd-i İlhak Cemiyeti" ismiyle kuruldu. Kurtuluş Savaşı'nın ilk meydan savaşı, Simav-Demirci ilçeleri sınırında 1920 yılının Ağustos ayında Kuva-yi Milliye'nin bir kolu olan Kuva-yi Seyyare'nin 4.500 kişilik kuvvetleriyle, Demirci'de konuşlanmış 10 bin kişilik Yunan tümeni arasında olmuştur. Simav, özellikle Eynal, Çitgöl ve Naşa Kaplıcaları ile ünlü bir jeotermal tesisi merkezidir. İç Anadolu'ya yakın bir konumda olmasına rağmen geçiş ikliminin özelliği ile bol ormanlara sahiptir. Bu yüzden kerestecilik önemli bir uğraştır. Ormanlarında genellikle kestane ağaçları ve çam agaçları boy göstermektedir. Daha sonra Susurluk nehri adını alan akarsu da Simav'da; "Simav Çayı" olarak başlar. Zamanında Emet ilçesine bağlı iken Simav ilçesi sınırlarına alınan Krater gölü ve çam ormanıyla Gölcük, ilçenin önemli doğa güzellikleri arasında yer aldığı gibi ilçenin önemli gelir kaynağıdır. Simavda bor, demir, krom, bakır gibi önemli yeraltı zenginlikleri mevcuttur. İlçe nüfusunun % 70-75’ ini çiftçilikle uğraşan nüfus teşkil etmektedir. Simav adeta bir eğitim kampüsü gibidir. Eğitim alt yapısı oldukça gelişmiştir. İlkokul ve orta okullarının yanı sıra Simav Fen Lisesi, Nurullah Koyuncuoğlu Anadolu Lisesi, Simav Anadolu Lisesi (Simav Anadolu Öğretmen Lİsesi) , Simav Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi, Simav Eynal Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi,  Simav Cumhuriyet Anadolu Lisesi,  Simav Gülizar Eren Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi,  Simav Anadolu Sağlık Meslek Lisesi (Simav İbn-i Sina MTAL), Simav Anadolu İmam Hatip Lisesi, Halil İbrahim Kazcıoğlu Mesleki Eğitim Merkezi eğitime önemli katkılar sağlamaktadır. Dumlupınar Üniversitesine bağlı olarak ilçede faaliyet gösteren Simav Teknoloji Fakültesi ve Simav Meslek Yüksekokulunda yaklaşık 3000 öğrenci eğitim görmektedir. Simav Teknoloji Fakültesinde İmalat Mühendisliği, Elektrik -  Elektronik Mühendisliği, Ağaç İşleri Endüstri Mühendisliği, Enerji Sistemleri Mühendisliği, Kontrol Mühendisliği ve Endüstri Tasarım Mühendisliği eğitim ve öğretim devam etmektedir. Simav Meslek Yüksek Okulunda İç Mekan Tasarımı, Laboratu
var Teknolojisi, Biyomedikal Cihaz Teknolojisi, Elektrik, Elektronik Haberleşme, Bilgisayar Programcılığı, Mekatronik, Bankacılık ve Sigortacılık, Lojistik, İnsan Kaynakları Yönetimi, Yerel Yönetimler  programlarında eğitim ve öğretim sürdürülmektedir. Simav, Kütahya'nın ilçeleri arasında nüfus büyüklüğü yönünden ikinci sıradadır. 1935'te 5.900 olan, 2000 yılına kadar ortalama düzeyde artan ilçe nüfusu bu yıllardan sonra göç nedeniyle durağanlaşmış ve azalmaya başlamıştır. Çok sayıda belde yerleşimi bulunan Simav'da beldelerin nüfusu oldukça azalmıştır. İlçe halkı özellikle İzmir, Uşak ve Bursa gibi illere göç etmiştir. İlçe merkezinin nüfusu 24.186 köyler ve beldelerle beraber ise 67.786'dır. Oligarşi Oligarşi, küçük ve ayrıcalıklı bir grubun iktidarda olduğu yönetim şeklidir. Genellikle bu grubun bencilce ve görevlerini kötüye kullanarak gerçekleştirdiği, despotça bir yönetim şeklidir. Oligarşinin üyesi ya da destekçisi olan kişi ya da grupları tanımlamak için "oligark" terimi kullanılır. Türkçeye Fransızcadan geçen kavram Yunanca "oligo-" (az, birkaç) ve "arkhein" (yönetmek) kelimelerinden oluşturulmuştur. Yönetimdeki grup siyasî, askeri, dinî veya finansal gruplar gibi ülkenin önde gelen gruplarından birisi olabilir. Bazı siyaset bilimcileri, yönetim şekli ne olursa olsun, her devletin yönetiminde mutlaka bir oligarşi olduğunu belirtir. Robert Michels, herhangi bir politik sistemin sonunda oligarşiye dönüşüceğini öngörmüştür. Bunu, "Oligarşinin Tunç Yasası" olarak adlandırmıştır. Bu okulun düşünce sistematiğinde modern demokrasiler, oligarşi olarak kabul edilmişlerdir. Bunun sebebi olarak, siyasi rakipler arasında görülebilir ve uygulanabilir farklılıkların gerçekten küçük olması ve oligarşik elitlerin saygın siyasi makam ve mevkilere kendilerince sıkı sınırlamalar koymasını saymışlardır. Özellikle bu sınırlandırmalar, politik kariyerleri sıkı biçimde, seçilmemiş olan ekonomi ve medya patronlarının güdümüne bırakmıştır. Buradan yola çıkarak şu yaygın terim ortaya çıkmıştır: "Tek bir politik parti vardır, o da hükümet partisidir." Karaosmanoğlu Ailesi Karaosmanoğlu ailesi (veya Karaosmanoğulları; bazı kaynaklarda aile için "hanedan" sıfatı da kullanılır) 17. yüzyıl'dan itibaren ayan sıfatı ile tarih sahnesine çıkmış,Ebuzer KARAOSMANOĞLU, Akhisar, Manisa ve çevresinden başlayarak zamanla Ege Bölgesi'nin tamamı üzerinde hakimiyet kurmuş, özellikle III. Selim ve II. Mahmut dönemlerinde Osmanlı Devleti ile zaman zaman çekişmelere girmiş, zaman zaman da işbirliği yapmış bir ailedir. Karaosmanoğulları soyu ve ismi tanınmış şahsiyetler aracılığıyla günümüze kadar sürmüştür. Karaosmanoğlu ailesi, 18. yüzyılda ortaya çıkmış diğer ayanlar gibi, devlet tarafından atanan yöneticiler ile halk arasında aracı işlevi görerek kendilerini duyurmuşlar, zamanla zenginleşerek ve güçlenerek devlet temsilcilerinin önüne geçme ve bölgesel hakimiyet kurma yoluna gitmişlerdir. Osmanlı devlet yapısının zayıflamaya başlaması ile eyalet düzeyinde daha etkin güç uygulamaları doğmasının amili ve sonucudurlar. Devletin özellikle savaş giderlerini acilen karşılayabilmek için başvurduğu bir yol olan, evvelce sipahiler aracılığıyla yönettiği tımarlarını toplu para karşılığı mültezimlere, voyvodalara, mütesellimlere, muhassıllara devretmesi ile önem kazanmışlardır. Bu yolla toprak (veya bölge) işletme ve idare hakkı elde eden bu kesim, devlete ödedikleri parayı köylü halktan çoğu kez fazlasıyla ve baskıyla tahsil etmekteydi. Karaosmanoğulları ailesi mensuplarının kayıtlarına Manisa Şeriye sicillerinde ilk kez 17. yüzyılda rastlanmaktadır. Orta Asya Türk kökenli aile bir Türkmen köyü olan Yayaköy'e (bugün Akhisar'a bağlı bir kasaba olan Zeytinliova) yerleşmiş, başlangıçta biraz haramilik yapmışlardır. Soyağacının en başındaki, 1644'de ölen Mehmet Çavuş ve 1706'da ölen Kara Osman'ın, Çiftçili, Süleymanobası ve Ballıca'da çiftçilik, hayvancılık ve deve nakliyatçılığı yaptıkları bilinmektedir. Kara Osman, Manisa ayanları arasında yer alan ilk aile ferdi olmuş, aile bundan sonra Karaosmanoğulları şeklinde anılmıştır. Kara Osman'ın oğulları K.oğlu Hacı Mustafa Ağa, K.oğlu İbrahim Ağa, K.oğlu Ahmet Ağa ve K.oğlu Abdullah Ağa, ayanlık sıfatını devralmışlar, arazilerini büyütmüşlerdir. Bunlardan Hacı Mustafa Ağa 1723-1746 Osmanlı-İran Savaşı'nda devletin güvenini kazanarak, Saruhan Mütesellimi sıfatıyla 1745-1755 yıllarında bölgenin rakipsiz tek ayanı konumuna gelmiştir. Halkın şikayetleri üzerine 1755'de mütesellimlikten azledilen Karaosmanoğlu Hacı Mustafa Ağa, hakimiyeti sürdürmekte direndiği için yakalanmış ve kafası kesilerek, idam edilmiştir. Kesik başı İstanbul'a gönderilen Ağa'nın buğday stokuna da, İstanbul'daki zahire sıkıntısı nedeniyle kısmen el konulmuştur. Hacı Mustafa Ağa'nın üç oğlu bulunmaktaydı: K.oğlu Ataullah Ağa, K.oğlu Hacı Mehmet Ağa ve K.oğlu Ahmet Ağa. Babalarının idamından sonra aileye bir daha mütesellimlik ve mültezimlik verilmeyeceği ilan edilmiş olmakla birlikte, 1758'de en büyük oğul Ataullah Ağa Saruhan Mütesellimi olarak atanmıştır. Rakipleriyle çekiştiği için 1761'de azledilen Ataullah Ağa'ya Yayaköy'de oturması emredilmiş, ancak Ağa şehrin ileri gelenlerini aracı olarak kullanarak Manisa'yı fiilen yönetmeye devam etmiştir. Yayaköy'de rakipleriyle çatışırken yangın çıkması üzerine K.oğlu Ataullah Ağa'nın başının kesilmesi için ferman çıkarılmış, ancak Ağa tahkim ederek kale haline getirdiği ve 2000 piyade ve süvari ile savunduğu Yayaköy'de direnmiştir. Osmanlı Devleti'nin bölgenin diğer ayan ve mutasarrıflarını Ağa'ya karşı seferber etmesi ve İzmir'den 2 top çıkarılması üzerine, Ataullah Ağa kardeşleriyle Yayaköy'den kaçarken yolda ölmüştür. Küçük Kaynarca Anlaşması ile sonuçlanacak 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı'nın başlaması üzerine ailenin kaderi yeniden değişmiştir. Osmanlı Devleti'nin bu savaşları ayanların topladığı askerlerle sürdürmek zorunda kalması ve 1770 Çeşme Deniz Savaşı'ndan sonra İzmir bölgesinin aciliyetle korunma gerekliliği üzerine, K.oğlu Ataullah Ağa'nın kardeşi K.oğlu Ahmet Ağa, İzmir Körfezi'nin kilidi konumundaki Sancakkale'nin muhafızlığına ve İzmir voyvodalığına atanmıştır. Ailenin yirmi bin askerle İzmir'i savunmaya gelmesinden sonra, 1771'de 1500 askerle Sakız Adasını savunmaya gitmesi emredilen Ahmet Ağa, 1773'de Saruhan Mütesellimi unvanını aile adına geri almıştır. K.oğlu Ahmet Ağa 1787-1792 Osmanlı-Rus Savaşı'nda askerleri ile birlikte cephede yer almıştır. 1792'de de amcası K.oğlu İbrahim Ağa'nın oğulları olan Bergama sancak beyi K.oğlu Ömer Ağa ve K.oğlu Hacı Mehmet Ağa ve 2500 askeri ile birlikte orduya başbuğ sıfatıyla çağrılmıştır. Bu arada ölen Ahmet Ağa'nın servetinin bir kısmına III. Selim yeni kurduğu Nizam-ı Cedit ordusunu finanse etmek için alıkoymuştur. Yerine amcaoğlu K.oğlu Hacı Mehmet Ağa Saruhan Mütesellimi olarak tayin edilmiş, 1792 Yaş Antlaşması'na kadar Ruslarla süren çatışmalarda gösterdiği yararlıklar nedeniyle padişah III. Selim tarafından samur kürk giydirilerek takdir görmüştür. Hacı Mehmet Ağa, 1794'de Uşak voyvodası Acemoğlu'nun isyanının bastırılmasında da başarı gösterdiğinden, ayrıca Aydın vergi tahsildarlığı yetkisini de alarak, öldüğü 1796'ya kadar bu görevi de sürdürmüştür. Kardeşi Bergama voyvodası K.oğlu Ömer Ağa da voyvodalığını ömrünün sonuna kadar sürdürmüş, 1808'de İstanbul'da düzenlenen Sened-i İttifak toplantısına aileyi temsilen katılmıştır. Onun ölümü ile 1813'de Bergama voyvodası olan oğlu K.oğlu Küçük Hüseyin Ağa, 1816'da Osmanlı Devleti'ne kapıcıbaşı tayin edilmiş, Babıali ve Yerebatan Sarayı'nın onarımı görevlerini üstlenmiştir. K.oğlu Ataullah Ağa'nın tek oğlu Menemen voyvodası K.oğlu Hacı Mehmet Ağa siyasete karışmayarak 1793'de iki vakıf kurmuş ve servetini bölgede hadis okulu, köprü, çeşme, su kanalları ve kütüphane gibi imar faaliyetlerine harcamıştır. K.oğlu Hacı Mehmet Ağa'nın oğulları K.oğlu Ali Ağa, K.oğlu Ebubekir Ağa ve K.oğlu Yahya Ağa da kendi hallerinde yaşayarak çiftlikleriyle uğraşmışlardır. İzmir'in Aliağa ilçesinin ismi Karaosmanoğlu Ali Ağa'dan gelir. K.oğlu Ataullah Ağa'nın kardeşi K.oğlu Hacı Pulat Mehmet Ağa da Turgutlu voyvodalığı yaparken servetiyle bir vakıf kurarak, çeşme, köprü, yol, kuyu yaptırmıştır. Ataullah Ağa'nın amcası Karaosmanoğlu Ahmet Ağa'nın oğlu K.oğlu Hacı Hüseyin Ağa ise aileye en parlak dönemini yaşatmıştır. Saruhan Mütesellimi ve Aydın vergi tahsildarı unvanlarıyla Manisa Muradiye Camii'ne kütüphane yaptırmıştır. Bu kütüphane halen hizmet vermektedir. Karaosmanoğlu Hacı Hüseyin Ağa'nın ölümünden sonra Saruhan Mütesellimliği unvanı bir süre verilmemiş, ancak 1829'da Atçalı Kel Mehmet Efe isyanının patlak vermesi üzerine, isyanı bastırmak için yine Karaosmanoğulları'na başvurulmuştur. Aile bağı çok eskiye giden, Kara Osman'ın oğullarından K.oğlu Abdullah Ağa'nın torunu K.oğlu Halil Ağa'nın oğlu K.oğlu Küçük Mehmet Ağa Saruhan vilayetini savunurken, yeğeni K.oğlu Yetim Ahmet Ağa doğrudan isyanı bastırmaya dönük harekatları yürütmüş, gösterdiği başarılar nedeniyle Osmanlı Devleti tarafından kapıcıbaşı rütbesine atanmıştır. Atçalı isyanının bastırılmasına Karaosmanoğlu Hacı Pulat Mehmet Ağa'nın torunu Tire voyvodası K.oğlu Hacı Eyüp Ağa da katılmış, Eyüp Ağa'nın ağabeyi Karaosmanoğlu Yakup Paşa 1830'da vezirliğe yükseltilerek Paşa sıfatını almıştır. Karaosmanoğlu Yakup Paşa, sırasıyla Preveze muhafızlığı, Aydın valiliği, Muğla mütesellimliği, Edirne valiliği, Rumeli valiliği ve Kudüs valiliği yapmıştır. Bu dönemden sonra Karaosmanoğulları artık ayanlıktan çıkmışlar, devletle özdeşleşmişlerdir. Tanzimat döneminin başlamasıyla merkezi idarenin güçlendirilmesi sonucunda da ayanlar dönemi kapanmıştır. Yapılan araştırmalara göre Karaosmanoğulları tarafından 108 yapı (cami, medrese, tekke, han, hamam, sübyan mektebi, kütüphane, konak veya ev, çeşme, sebil, hastane) tescil edilmiş olup, bunların on dört tanesi hala ayaktadır. Bunlar arasında, tavan süslemeleri ile ünlü Zeytinliova Karaosmanoğlu Hacı Mustafa Ağa Camii, Bergama Yeni Camii, İzmir Büyük Karaosmanoğlu Hanı, Manisa Yeni Ha
n, Bergama Katır Han, Gördes Çifte Hamamı, Zeytinliova Küçük Hamam, Manisa Hacı Mustafa Ağa Sübyan Mektebi, Manisa Hacı Hüseyin Ağa Kütüphanesi, Manisa Hacı Eyüp Ağa Kütüphanesi, Zeytinliova Karaosmanoğlu Konağı ve sivil yapılar grubu, Bergama Atika Hanım Sebili ve Bergama Karaosmanoğlu Sebili, Kırkağaç Karaosmanoğlu Camii ve Çiftehanlar Camileri sayılabilir. Aile içinden çıkan alimlerin en ünlüsü ise mezarı Kırkağaçta bulunan Ayanzade Hocaefendidir. Asıl Adı Süleyman bin Zühdü olan Hocaefendi'den " Osmanlı Müellifleri" isimli eserin yazarı Bursalı Mehmed Tahir Bey sitayişle bahsetmektedir. 19. ve 20. yüzyıllara varıldığında adından söz ettiren Karaosmanoğulları arasında, Kurtuluş Savaşı'nda Manisa'da direnişi organize eden ve Yunanlarca idam edilen Karaosmanoğlu Halit Paşa, Kahramanmaraş bölgesinde direnişe katılan Karaosmanoğlu Karaşıh Osman (Osman KIZAL, 1879-1955) bölgenin temizlenmesinden sonra Çokak Nahiyesinde Kuzey - Güney koridorunun durdurulmasında öncü olmuştur, yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Demokrat parti kurucularından Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, Demokrat parti milletvekili Adnan Karaosmanoğlu ve günümüz devlet bürokrasinin tanınmış isimleri bulunmaktadır. Ailenin kolları günümüzde Manisa, Kahramanmaraş, Kastamonu, Kayseri , İzmir, Ankara, Giresun, İstanbul, Konya, Samsun, Ordu, Kocaeli,Niğde,Rize, Denizli, Aydın, Almanya,İspanya, Fransa ve Hollanda'da yaşamaktadır.Rize,Fındıklı bölgesinde yaşayan Karaosmanoğlu sülalesine bağlı bir kısım ise Soyadı kanunu (1905-HOPA-Fındıklı Nüfus Kütükleri kaynaktır)sırasında oturdukları mahallenin isminden yola çıkarak "Işıklar" soyadını almışlardır. Diğer bir kısmı ise halen aynı soyadı taşımaktadırlar. Yerleşik oldukları mahalle ismi daha sonra merkez mahalle olarak değiştirilmiştir. Samsun'da yaşayanlar ise Ünveren soyadını almıştır. Ordu'da yaşayan diğer bir kısmı ise İncesöz soyadını almıştır.Kahramanmaraş'ta yaşayanlar ise de Kızal soyadını almıştır. Giresun, Çamlık, Kaledere köyünde bulunan Karaosmanoğlu'ları Kaleli soyadını almışlardır. Osmanlı Müellifleri, Bursalı Mehmed Tahir Bey RGB renk uzayı RGB renk uzayı (ya da KYM renk uzayı), İngilizcedeki 'Red' 'Green' 'Blue', yani 'Kırmızı' 'Yeşil' 'Mavi' kelimelerinin baş harflerinden ismini alan bir renk uzayı olup en sık kullanılanlardandır. Işığı temel alarak, doğadaki tüm renklerin kodları bu üç temel renge referansla belirtilir. Her renk %100 oranında karıştırıldığında beyaz ve %0 oranında karıştırıldığındaysa siyah elde edilir. Bu uzayda, ana renkler olan kırmızı, mavi ve yeşil belirtilmediği için, bu ana renklerin tanımı değiştikçe, tüm renkler değişir. İnternet'te kullanılan renk sistemi RGB renk sistemidir. Bunun sebebi, 1953'te ilk fotoğraf makinesi Polaroid'te ve ondan sonra da televizyonda Sony ilk olarak kullanmıştır. Günümüzde de tüplü ekranlarda, tarayıcılarda, televizyon ve manuel fotoğraf makinelerinde standart olarak kullanılır. Soğan Soğan, Soğangiller familyasındaki "Allium" cinsine dahil tüm bitkilerin genel adıdır. Özellikle Allium cepa türünü anlatmak için kullanılır ve bu anlamda "bahçe soğanı" olarak da adlandırılabilir. Yumrusu ve yeşil yaprakları yemeklere tat vermek için kullanılır. Soğan bitkisinin yeşil kısmı Cacık yapımında kullanılmaktadır. Alliaceae familyası bazı botanistler tarafından Liliaceae (Zambakgiller) familyasının bir parçası olarak değerlendirilmektedir. Fakat 1976'da çıkan bir yazı ile soğanın zambakgillerden olmadığı anlaşılmıştır. Patates Patates ("Solanum tuberosum"), patlıcangiller (Solanaceae) familyasından yumruları yenen otsu bitki türüdür. Boyu 70–80 cm’ye varan, beyazımsı-pembemsi çiçekler açan, yumruları hariç zehirli otsu bir bitkidir. Patatesi diğer sebzelerden ayıran en büyük özelliği tohum ile üreme yerine Vejetatif üreme yapmasıdır. Yani patates ile geri dönüşüm kullanılarak elde edilmesidir. Örneğin: bir patates parçasını toprağın altına koyduğunuzda bu önce kendiliğinden patates bitkisi olur sonra patatesler toprağın altında çoğalırlar. Bitkinin toprak altında kalan yumruları “patates” olarak bilinir. Bu yumrular nişasta bakımından zengin olduğundan önemli bir besin maddesidir. Patateste nişastadan başka belli bir oranda protein de bulunur; nişasta %20, protein %2'dir. Besin değeri 90 kaloridir. Bitkinin toprak üst kısımlarında zehirli alkaloidler bulunmasına karşılık yumruları zehirli değildir. Ancak çimlenmiş patateslerde de bu alkoloitler teşekkül ettiğinden zehirlenmelere sebebiyet vermektedir. Patates yumrularında bulunan nişasta taneleri yumurta veya armut şeklinde olup, 70-100 mikron büyüklüğünde tanelerden ibarettir. Patates dış kabuk rengine göre sarı ile kırmızı, etine göre beyaz ve sarı olarak ayrılır. Patates tohumuna "milva" denir. Özellikle Nevşehir Niğde illerinde yetiştiriciliği yapılır. Şeker hastalarına faydalıdır. Susuzluğu giderir. Mide ve onikiparmak bağırsağı ülserinde yararlıdır. Karaciğer şişliğini de giderir. Bağırsak solucanlarının düşürülmesine yardımcı olur. Damar şişliğinde faydalıdır. Sert bir şey yutulduğu zaman yabancı maddenin vücuda zarar vermeden çıkartılmasını sağlar. Patates yemek basur memesi, yanık ve çıbanların ağrılarını geçirir. Ana vatanı Amerika'dır. Patateslerin değişik türleri bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şu şekilde sıralanabilir: Granula, Esmeralda, Selma, Elizabeth, Jigglypuff vb. Almanya'da patatesler, market ya da pazarda satışa sunulurken cinsi ve özellikleri etikette belirtilir. Ayrıca en lezzetli olan bu iki tiptir. Bir tanesinin iç kısmı parlaktır ve hoş bir koku ve tada sahiptir, ayrıca, dağılmadan ve çabuk pişer. Günümüzde çağdaş botanistler patatesin anavatanının Güney Amerika olduğu konusunda uzlaşmışlardır. Öyle ki patates And dağları'nda yabani türler olarak belirmiş ve buradan Kolombiya ve Venezuela'ya oradan da Şili ve kuzey Arjantin'e gelmiştir. En sonunda tüm türler Peru'da ekilmeye başlamıştır. Patates ekimine dair günümüzdeki tek kanıt yaklaşık 7.000 yıl önce Peru'da gerçekleşmiş olmasıdır. Patatesi Avrupa'ya ilk kez İspanyalı bir fatih olan Pedro Cieza de León getirmiştir. İsmini Quechua dilinden alan patates, aynı yıllarda İspanya'da ekilmeye başlandı. Patatesin ekimi 1540'larda Fransa'da başladı. Patatesi 1590'da ilk olarak botanik literatürüne geçiren İsviçreli botanist Gaspard Bauhin'dir. Patates ("Solanum tuberosum"), patlıcangiller (Solanaceae) familyasından yumruları yenen otsu bitki türüdür. Boyu 70–80 cm’ye varan, beyazımsı-pembemsi çiçekler açan, yumruları hariç zehirli otsu bir bitkidir. Patatesi diğer sebzelerden ayıran en büyük özelliği tohum ile üreme yerine Vejetatif üreme yapmasıdır. Yani patates ile geri dönüşüm kullanılarak elde edilmesidir. Örneğin: bir patates parçasını toprağın altına koyduğunuzda bu önce kendiliğinden patates bitkisi olur sonra patatesler toprağın altında çoğalırlar. Bitkinin toprak altında kalan yumruları “patates” olarak bilinir. Bu yumrular nişasta bakımından zengin olduğundan önemli bir besin maddesidir. Patateste nişastadan başka belli bir oranda protein de bulunur; nişasta %20, protein %2'dir. Besin değeri 90 kaloridir. Bitkinin toprak üst kısımlarında zehirli alkaloidler bulunmasına karşılık yumruları zehirli değildir. Ancak çimlenmiş patateslerde de bu alkoloitler teşekkül ettiğinden zehirlenmelere sebebiyet vermektedir. Patates yumrularında bulunan nişasta taneleri yumurta veya armut şeklinde olup, 70-100 mikron büyüklüğünde tanelerden ibarettir. Patates dış kabuk rengine göre sarı ile kırmızı, etine göre beyaz ve sarı olarak ayrılır. Patates tohumuna milva denir. Özellikle Nevşehir Niğde illerinde yetiştiriciliği yapılır. Şeker hastalarına faydalıdır. Susuzluğu giderir. Mide ve onikiparmak bağırsağı ülserinde yararlıdır. Karaciğer şişliğini de giderir. Bağırsak solucanlarının düşürülmesine yardımcı olur. Damar şişliğinde faydalıdır. Sert bir şey yutulduğu zaman yabancı maddenin vücuda zarar vermeden çıkartılmasını sağlar. Patates yemek basur memesi, yanık ve çıbanların ağrılarını geçirir. Ana vatanı Amerika'dır. Patateslerin değişik türleri bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şu şekilde sıralanabilir: Granula, Esmeralda, Selma, Elizabeth, Jigglypuff vs. Almanya'da patatesler, market ya da pazarda satışa sunulurken cinsi ve özellikleri etikette belirtilir. Ayrıca en lezzetli olan bu iki tiptir. Bir tanesinin iç kısmı parlaktır ve hoş bir koku ve tada sahiptir, ayrıca, dağılmadan ve çabuk pişer. Günümüzde çağdaş botanistler patatesin anavatanının Güney Amerika olduğu konusunda uzlaşmışlardır. Öyle ki patates And dağları'nda yabani türler olarak belirmiş ve buradan Kolombiya ve Venezuela'ya oradan da Şili ve kuzey Arjantin'e gelmiştir. En sonunda tüm türler Peru'da ekilmeye başlamıştır. Patates ekimine dair günümüzdeki tek kanıt yaklaşık 7.000 yıl önce Peru'da gerçekleşmiş olmasıdır. Patatesi Avrupa'ya ilk kez İspanyalı bir fatih olan Pedro Cieza de León getirmiştir. İsmini Quechua dilinden alan patates, aynı yıllarda İspanya'da ekilmeye başlandı. Patatesin ekimi 1540'larda Fransa'da başladı. Patatesi 1590'da ilk olarak botanik literatürüne geçiren İsviçreli botanist Gaspard Bauhin'dir. Zeytin Zeytin ("Olea europaea"), zeytingiller (Oleaceae) familyasından meyvesi yenen Akdeniz iklimine özgü bir ağaç türü. Zeytin,boylu bir çalı veya 10 metreye kadar boylanabilen, sık dallı, yayvan tepeli, herdem yeşil yapraklı bir ağaçtır. Geniş, kıvrımlı, yamru yumru bir gövdesi vardır. Ağaç yaşlandıkça, düzgün gri renkli gövde kabuğu giderek çatlar. Ağacın tacı (tepesi), yaklaşık olarak artan boy kadar her sene genişler. Uzun ömürlü bir ağaç olup, yaklaşık 2000 yıl kadar yaşayabilir. Verimli topraklarda taç açık ve asimetrik, verimsiz topraklarda ise daha yoğun ve yuvarlaktır. Sürgünleri gri renkli, dikensiz ve hemen hemen üç köşelidir. Mızraksı, çok kısa saplı, deri gibi sert yaprakları sürgünlere karşılıklı çiftler halinde dizilmiştir. Yaprakları basit, tam kenarlı ve kenarlar alt yüze doğru hafif kıvrıktır. Yaprağın boyu 20–86 mm, genişliği de 5–17 mm’dir. Yaprakların ucunda sivri bir çıkıntı bulunur. Y
aprağın üst yüzü koyu gri-yeşil ve tüysüz, alt yüzü mavimsi gümüşi renkte ve beyaz sık ipeksi tüylerle kaplıdır. Baharın sonlarına doğru yaprakların koltuğunda seyrek salkımlar halinde açan, küçük beyazımsı-sarı renkli, kokulu çiçekleri vardır. Rüzgarların taşıdığı çiçek tozlarıyla döllenen çiçekler etli ve yağlı meyve verir. Meyve önce yeşil, olgunlaştıktan sonra da parlak siyah bir renk alır. Etli meyvenin içinde sert bir çekirdek vardır. Meyvenin etli kısmından ve çekirdeğinden elde edilen "yağı" bakımından çok değerli bir ağaçtır. Aynı zamanda ağacının çok heybetli ve estetik bir görünümü vardır. Odunu çürümeye karşı son derece dayanıklıdır. Zeytinin yaprağında tanen, uçucu yağlar, organik asitler ve rezin bulunur. Yapraklar ve gövde kabuğu % 5 çay (infüzyon) halinde iştah açıcı, idrar söktürücü ve ateş düşürücü olarak kullanılır. Şeker hastalığında kullanım alanı olduğu gibi, tansiyon düzenleyici olarak da bilinir. Dermokozmetik amaçlı kullanılmaktadır. Zeytinyağlı şampuanlar saç dökülmesini engeller, saçın çabuk uzamasını sağlar, lezyonlu saçlı deriyi onarmaya yardımcı olur ve kepek oluşumunu engeller. Zeytinyağlı sıvı sabun, duş jelleri, katı sabun, bebek şampuanları cildi olumsuz dış etkenlere karşı korurlar. Cildi güzelleştirip yaşlanmasını geçiktirerek ciltteki kırışıklık oluşumunu engeller. Zeytin dayanıklılığın sembolüdür. Doğal zeytinyağlı dermokozmetik ürünler ciltte kimyasal kalıntılar bırakmadığından dünyada kullanımları giderek artmaktadır. Yüzyıllardır Akdenizlilerin sağlık ve güzellik kaynağı olmuştur. Kutsal metinlerde de şifa kaynağı olduğu belirtilmiştir. Dünya zeytin üretici ülkeleri arasında; ağaç varlığı açısından Türkiye 4., alan açısından da 6’ncı sırada yer alır. Böylece dünya zeytinyağı üretimine % 8 oranında katkıda bulunur, sofralık zeytin üretiminde de İspanya’dan sonra 2’nci, tüketimde ise 1. sırada yer alır. Marmara Bölgesi'nin ağaç varlığı açısından Türkiye içindeki payı da % 10 olarak belirlenir. Ayvalık, Mudanya, Edremit Körfezi, Orhangazi, İznik, Gemlik ve Yalova gibi yerlerde yoğun olarak bulunur. Ege Bölgesi`nde Manisa ilinin Akhisar ilçesi 12 milyon adet zeytin ağacı ile Türkiye’nin en büyük zeytin ve zeytinyağı üreticisi konumundadır. Zeytin; ayrıca fabrikalarda işlenerek zeytinyağına da dönüştürülür. Türkiye, İspanya ve Yunanistan’da kişi başına yıllık zeytinyağı ve diğer bitkisel yağların, 1951 ve 1981 yıllarındaki tüketim miktarları ve yüzde değerleri ise Tablo 4'te verilmiştir 13. Türk insanının kişi başına yıllık yağ tüketimi 30 yıl içinde artış gösterirken, zeytinyağının bundaki payı % 40'dan 17'ye düşmüştür. İspanya hariç diğer ülkelerde oransal olarak zeytinyağı tüketimi azalmış olsa da kg olarak bir artış olmuştur. Türkiye'de zeytin üretimi Ege, Marmara, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yapılmaktadır. Zeytin yetişen 35 ilin dörtte birinde ağaçlar Türkiye ortalamasının altında verime sahiptir. Besleyici değeri çok yüksek olan bir besindir. Zeytinde bol miktarda bitkisel protein, yağ, A, C, E vitaminleri ile kalsiyum, fosfor, kükürt, klor, magnezyum mineralleri vardır. Kalp ve damar sağlığı için çok faydalı olan zeytin, yaşlanmanın etkilerini de azaltır. Dermokozmetik amaçlı kullanıldığında cilde güzellik verir. Saç dökülmesini engeller, kepeği önler, saçları kuvvetlendirir. Kırışıklıkları giderir. Makyaj kimyasallarının oluşturabileceği olumsuz etkileri azaltır. Cilt hastalıklarının oluşumu önlemeye yardımcı olur. Zeytinyağı Zeytinyağı, zeytin ağacının ("Olea europaea") meyvesinden elde edilen yeşilimsi-sarımtırak renkte sıvı bir yağdır. Zeytinyağında, diğer birçok bitkisel yağda olduğu gibi yapısında büyük oranda gliserin etrafında bağlanmış yağ asitlerinden bulunmaktadır. Zeytinyağı yapısında % 55-83 oranında sıvıyağ asitleri, % 7-20 arasında Palmatik asit, % 0-5 arasında linoleik asit, % 0-4 oranında Steraik asit ve %0,1-0,7 miktarınca Palmitoleik asiti ihtiva etmektedir. Zeytinyağının sabunlaşmama değeri %0,5 ve 1,3 oranındadır. Bu sabunlaşmayan oranın içinde % 0,15-0,37 oranında Steroller, % 0,1-0,7 oranında Skualen ve 0-10 ppm miktarında Klorofiller yer almaktadır. Bunların yanı sıra 300 IE miktarlarda A vitaminide yapısında bulundurmaktadır. Zeytinyağı Omega-3 yağ asitleri bakımından çok büyük bir önem teşkil etmemektedir. Sadece çoklu doymamış yağ oranın %9 yapısında Omega-3 yağ asitleri barındırmaktadır. Zeytinyağının rengi yeşilimsi ve sarımtırak arası değişebilmektedir. Rengin değişken olması yapısında bulundurduğu maddeler sonucudur. Örneğin yeşil renkteki zeytin yağına yeşil rengini veren yapısında 10ppm’ye kadar klorofil barındırmasındandır. Sarı renkteki yağda bu rengi veren yapısındaki karotin maddesidir. Halk arasında zeytinyağının kalitesi ve rengi arasında bir bağlantı kurulsa da gerçekte rengin yağın kalitesi üzerine hiçbir etkisi yoktur. Bunun yanında filtrelenmemiş zeytinyağı bulanık bir görüntüye de sahip olabilmektedir. Zeytinyağı mor ötesi ışık altında bakılırsa yapısında barındırdığı klorofilin floresan özelliği sayesinde kırmızı renkte görülür. Zeytin ağacına ilişkin mevcut en eski veri Ege Denizi’ndeki Santorini Adası’nda yapılan arkeolojik çalışmalarda ortaya çıkarılan 39.000 yıllık zeytin yaprağı fosilleridir. Kuzey Afrika’daki Sahra bölgesinde gerçekleştirilen arkeolojik araştırmalarda ise M.Ö. 12.000'e ait zeytin ağacı bulgularına rastlandı. İlk zeytin hasadının ne zaman ve hangi uygarlık tarafından yapıldığıysa bilinmemektedir. Tarih, zeytinyağı üretimine ilişkin en belirgin izlerin Akdeniz’in tam ortasındaki Girit Medeniyeti’ne, MÖ 4500 yıllarına dek uzandığını göstermektedir. Zeytinyağı kültürünün Akdeniz’deki diğer kavimlere yayılmasında en önemli rolü Giritliler oynamıştır; hem de yaklaşık 3000 yıl boyunca. Güçlü ticaret filolarına sahip olan Giritliler'in gerçekleştirdiği zeytinyağı ticaretinin günümüzdeki en canlı tanıkları, Knossos ve Faistos saraylarının yıkıntıları arasında bulunan 2 metrelik zeytinyağı küpleridir. “Pithoi” denilen bu dev küplerle beraber bulunan tabletlerde ise o günkü zeytinyağı ticaretinin nerelere yapıldığını ve zeytinyağının nerelerde üretildiğine dair bilgiler yer almaktadır. Aslında zeytinyağı kültüründe Anadolu, coğrafya olarak hep vardır; ama ön planda görünen Ege’nin karşı yakasıdır. Bunun sebebi, Homeros’un Batı Medeniyeti’ndeki tartışmasız ağırlığından ötürü zeytinyağı kültürünün merkezine sürekli olarak Antik Yunan'ın yerleştirilmesidir. Helen Medeniyeti’nin sadece Ege’nin karşı kıyısını değil Anadolu coğrafyasını da kapsadığı unutulur. Milet’in, Efes’in, Foça’nın, Klazomenai’nin (Urla), Erythrai’nin, Assos’un Anadolu’da olduğu ihmal edilir. Ayakla ezilip ve daha sonra sıcak su yardımıyla yağının alınması zeytinyağını elde etmekte kullanılan ilk yöntemdir. Bu yöntemle zeytinyağını üretmek için kurulan ve bilinen en eski tesis, M.Ö.6. Yüzyıla ait İzmir’in Urla ilçesinin yakında bulunan antik Klazomenika kentinde yapılan kazı çalışmalarında bulunmuştur. Bu yöntem kullanılan ilk yöntem olsa da son yöntem değildir. Daha sonraları romalılar Zeytini iki taş arasında ezerek zeytinyağı elde etme yöntemini bulmuşlardır. Bu işlem esnasında hareketli taşı döndürmek için gerekli olan enerji ilk etapda insanlar tarafından sağlamıştır. Daha sonraları hayvan gücünden yararlanmıştır. Zamanın ilerlemesi ve paralelin de bilim alınındaki gelişmeler sonucunda ezilen zeytin hamurunun sıkıştırmak için Arşiment vidasının hareketi sonucunda elde edilen basınçtan faydalanılmıştır. Buna Mengene yöntemi denilmekte ve günümüzde halen bazı küçük işletmetmelerde kullanılmaktadır.http://www.ito.org.tr Zeytinyağı sanayiinde kilometre taşı olarak adlandırabileceğimiz olay 19. Yüzyılda zeytinyağı üretiminde buharın kullanılmasını sayabiliriz. Bu yöntemin kullanılmaya başlanmasıyla işlenen zeytin ve bunun akabinde üretilen yağın miktarında büyük artışlar olmuştur. Daha sonraları hidrolik preslemeler akabinde disel motorları ve elekirikli motorların kullanılmasıyla günümüzde kullanılan en modern sitemlere kadar ulaşılmıştır. Bugün zeytin yağı üretiminde kullanılan en modern sistem olan Kontinü sistemleridir. Zeytin ağacı ("Olea europea") narin bir ağaçtır. Ağır ve zahmetli büyümesine karşın oldukça uzun ömürlüdür. Bir zeytin ağacının ortalama ömrü 300-400 yıldır, ancak 3 bin yaşında zeytin ağaçlarına da rastlanmıştır. Bu nedenle zeytin ağacının adı mitoloji ve botanikte “ölümsüz ağaç”tır. Derinlere uzayan kökleri sayesinde kalkerli, çakıllı, taşlı ve kurak topraklarda yetiştirilmeye elverişli olan zeytin ağacı için en verimli ortam yazları sıcak, kışları ise ılıman geçen iklimlerdir. Çünkü zeytin ağacı ışığı, güneşi ve 15 °C üstündeki sıcaklığı sever. Yıllık ortalama 220 mm yağış zeytin ağacının verimli bir şekilde büyümesi için yeterlidir. Zeytin ağacı genellikle rakımı düşük coğrafyalarda yetişir. Ancak denizden 1000 metre yükseklikte de zeytin tarımı yapılabilmektedir. Çalı görünümündeki zeytin ağacının yapraklarının üst yüzü koyu, alt yüzü ise gümüş rengindedir. Yapraklar mükemmel bir düzen içinde dalın iki tarafından karşılıklı olarak çıkar. Ortalama 40 – 50 cm. genişliğindeki gövde çürümeye karşı çok dayanIklıdır. Ağaç yaşlanınca yamrulardan gelişen yeni uçlar gövdeyi tazeler. Ortalama boyu 4m ila 10 m olan zeytin ağacı bir yıl bol, bir yıl az ürün verir. Çiçek verme mevsimi kuzey yarım kürede Nisan - Haziran ayları arasındadır. Yeşil zeytinler Ağustos ayı sonundan Kasım ayı başına kadar olan süre içinde olgunlaşır. Zeytin hasatında toplama şekilleri binlerce yıldan bu yana neredeyse hiç değişmemiş, asırlar boyunca elle toplama ya da silkme yöntemi kullanılmıştır. Bir de, yere düşmüş zeytin meyvelerini toplama yöntemi vardır. Hasat, Kasım ile Mart ayları arasında yapılır. Ancak genel yöntem silkmedir. Elle toplamada, sağma veya taraklama yöntemi, yerden toplamada ise merdane veya fırça kullanılır. Günümüzde zeytin hasadında makineden de (sarsma ve yerdeki meyveleri emici ekipmanlarla toplama) yararlanılmaktadır. Uygulamada en fazla emek gerektiren yöntem, elle toplamadır. Saatte en
fazla 9-10 kilogram zeytinin toplandığı bu yöntem, meyve sağlam ise en iyi kalitede zeytinyağı üretilmesini sağlar. ISIL işlem görmeden meyvesinden yağ çıkarılan Zeytinyağı kültüründe, binlerce yıldan bu yana değişmeyen başka bir gelenek de zeytinden yağ çıkarma yöntemidir. Bunun nedeni zeytinyağının, zeytinlerin soğuk presten geçirilmesiyle elde edilmesi ve hiçbir kimyasal işleme gerek duymadan yenilebilmesidir. İşte bu yüzden, bugün hâlâ Ortadoğu’da rastlanan zeytin üretme yöntemiyle, yaklaşık 6 bin yıl önceki zeytinyağı elde etme yöntemi arasında hiç fark yoktur: Zeytinler ezilerek hamur haline getirilir. Daha sonra bu hamur sıkılır veya presten geçirilir. En sonunda ise yağ, zeytin meyvesinin suyundan (karasu) ayrıştırılır. 19. yüzyılın başında ise teknolojinin gelişmesiyle hidrolik pres makinelerine geçildi. Bugün hidrolik pres makinelerinin yanı sıra, zeytin hamuruna hiç pres uygulamadan merkezkaç kuvvetiyle zeytinyağı elde etmeyi sağlayan makineler de kullanılıyor. Bunların içinde de en yaygını “kontinü sistemi”. Kontinü sisteme, tam otomatik sistem denir. Önce zeytinler türlerine göre ayrılır. Huni adlı çukura dökülen zeytinler makine sistemiyle yapraklardan temizlenir ve kırıcıda ezilip kırılır (makine, üçbin devirle çekirdeği unufak eder). Buradan çıkan hamur, karıştırma yoğurmadan sonra su verilir, posa ve şırası ayrıştırılır. Şıradan da yağ ve karasu ayrıştırılıp, yağ filtre tankına alınır, son tortuları ayıklanıp dinlenme tankına bırakılır. Buradan doğal yağ güğümlere, teneke ve şişelere doldurulur. Yağdan geriye kalan pirina tekrar öğütülüp sabun yapmada kullanılır. Pirina posasına pelet denir ve yakacak, yakıt olarak kullanılır. Kaliteli zeytinyağı elde etmek için: Zeytinlerin, hasattan sonra mümkün olan en kısa süre içinde işlenmesi gerekir. Çünkü zeytin bekletilirse fermante olur, bu ise zeytinyağının kalitesinin düşmesine yol açar. Ancak, zeytinin “bol” olduğu dönemlerde, bekletilme mecburiyeti de doğabilir. Bu durumda işlemeden bekletilen zeytinler, genellikle 20-30 santim yüksekliğindeki yığınlar şeklinde, iyi havalandırılmış ve serin depolarda saklanır. Doğal zeytinyağı kaliteli olması için şu işlemlerden geçirilir: Zeytin zamanında toplanır, fazla bekletilmeden yağhanede iyice temizlenir, en uygun kaplarda dinlendirilir, serin ve karanlıkta korunur. TSE'ye göre 4 çeşit kalite zeytinyağı vardır: Sızma (kusursuz), doğal (hafif kusurlu), doğal birinci (hafif kusurlu), lampant (kusurlu). Zeytinyağında renk, koku, tat değerlendirmesi yapan uzmanlar vardır. Uzmanlar yağın organoleptikini şu parametrelere göre belirler: taze, yakıcı, acı, meyvamsı, tatlı, kekremsi veya küflü, rutubetli, sirkemsi, ekşi, çamurlu, metalik, yanık, karasu, tuzlu, minder, kurtlu, salatalık. Türkiye'de kaliteyi TSE (TS 341) belirliyor. Denetimi Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Türk Gıda Kodeksi'ne göre yapıyor. Piyasanın %65'i markasızdır. Zeytinde ürün rekoltesi 40-250 bin ton arasında değişmektedir. Ülke genelinde kişi başına tüketim 2 kilodur. Bu düşük tüketimin sebebi, zeytinyağının pahalı oluşundandır, çünkü ayçiçek yağı 4-5 kat daha ucuzdur. Bu üründe de diğer pek çok üründe olduğu gibi, üreticiden ucuz çıkmakta tüketiciye pahalı satılmakta, yani aracılar kazanmaktadır. a) Natürel sızma zeytinyağı: Serbest yağ asitliği, oleik asit cinsinden her 100 gramda 0,8 gramdan fazla olmayan yağdır. b) Natürel birinci zeytinyağı: Serbest yağ asitliği, oleik asit cinsinden her 100 gramda 0,8 gramdan az, 2,0 gramdan fazla olmayan yağdır. c) Natürel ikinci zeytinyağı: Serbest yağ asitliği, oleik asit cinsinden her 100 gramda 2,0 gramdan az, 3,3 gramdan fazla olmayan yağ. Asit oranı 3,3 ten yüksek olan bu yağlar kusurulu olarak ifade edilir. Küflü ve bozuk yağları temsil eden bu yağlar doğrudan tüketim için uygun değildir. Sağlıklı olarak tüketebilmek için rafine edilerek yüksek asit ve kötü tat ve kokuları giderilir. Bu yağlar aynı zamanda sabun yapmak için kullanılır. Zeytin ham yağının doğal trigliserid yapısında değişikliğe yol açmayan metodlarla rafine edilmeleri sonucu elde edilen, sarının değişik tonlarında rengi olan, kendine özgü tat ve kokuda bir yağdır. Serbest yağ asitliği oleik asit cinsinden her 100 gramda 0.3 gramdan fazla olmamalıdır. Rafine yağ, ince, yemeklik yağdır. Temizleme işlemi damıtma, nötralizasyon, ağartma, deodorizasyon işlemleridir. Bunun doğalla harmanlanmasından yemeklik tipler (Riviera ve A tipi) üretilir. Ham pirina yağının doğal trigliserid yapısında değişikliğe yol açmayan metodlarla rafine edilmeleri sonucu elde edilen, rengi açık sarıdan kahverengi sarıya kadar değişebilen bir yağdır. Rafine pirina yağı olduğu gibi veya naturel zeytinyağları ile karıştırılarak tüketime sunulabilir. Serbest yağ asitliği oleik asit cinsinden her 100 gramda 0.3 (%0.3) gramdan fazla olmamalıdır. Doğrudan gıda olarak tüketilebilecek naturel zeytinyağları ile yemeklik rafine pirina yağı karışımından oluşan bir yağdır. Bu yağların duyusal özellikleri karışımda kullanılan yağların duyusal özellikleri arasında değişir. Serbest yağ asitliği oleik asit cinsinden her 100 gramda 1.5 gramdan fazla olmamalıdır. Dip zeytini olarak tabir edilen dalından koparak ağaç dibine düşen zeytinler dalından koptuğu anda asitlenmeye başlar. Bu zeytinlerden kimyasal ve ısı işlemlerinden geçtikten sonra tat ve kokusuz olarak yağ elde edilir. asitlik derecesi 3.3 üzerindedir. Yenmeyecek olan bu yağ içine %10-20 arasında sızma zeytin yağı eklenerek tat ve koku bakımından yenebilecek duruma getirilmektedir.bu yüzden yemeklerimizde kullanabilmekteyiz.antioksidan ve mineral yönünden fakirdirler. Zeytinyağlarına değişik baharat, meyve ve sebzeler veya bunların doğal aroma maddeleri katılarak çeşitlendirilmesi ile elde edilen yağlardır. Çanakkale bölgesinde zeytinyağı üretimi yapan köylüler arasında asit yerine dizyem kullanılır. Örneğin 0,8 Asit olarak bilinen sızma zeytinyağı köylüler arasında 8 dizyem olarak geçer. Kısaca 1/10 Asit 1 dizyeme karşılık gelmektedir. Kaliteli doğal zeytinyağı üretiminde birçok ideal koşulun bir arada bulunması gerekir. Zeytinyağının tadını ve kalitesini, yöre ikliminden toprağın verimine, zeytinin toplanma şeklinden kullanılan gübreye ve mekanik ezme makinelerinin özelliklerine kadar her şey belirler. Riviera tipi zeytinyağında ise kalite, üretim tesisinin rafinasyon teknolojisi, doğal zeytinyağının yüzdesi ve niteliğiyle doğru orantılıdır. Üretilen zeytinyağının kalitesini belirlemek ise bambaşka bir uzmanlık alanıdır. doğal zeytinyağında kalite dendiğinde, iki faktör önem taşır. Birincisi, kimyasal analizlerle ölçülebilen asit oranıdır. İkinci faktör ise lezzet ve kokuyu tespit etme ve ölçmedir. Tadım uzmanları tarafından gerçekleştirilen bu işleme “degüstasyon” adı verilir. Tadım uzmanlarının birikimine bağlı olarak gerçekleştirilen degüstasyon, zeytinyağına vurulan kalite damgasının en önemli aşamasıdır. Türkiye bulunduğu coğrafi konum ve sahip olduğu Akdeniz iklimi özellikleriyle İtalya, İspanya, Yunanistan ve Tunus gibi diğer Akdeniz ülkeleriyle birlikte dünyanın önde gelen zeytin ve zeytinyağı üreticilerindendir. Üretime gelince dane zeytin yoğunluklu olarak Bursa, Manisa, Aydın, İzmir, Balıkesir’de yapılıyor. Ortalama 100 Milyon olan zeytin ağacı sayısı da gün geçtikçe de artmakta. Devlet İstatistikleri Enstitüsü araştırmalarına göre, Türkiye’de üretilen zeytinlerin 68’i yağ üretimine ve 28’ide sofrada kullanılmak üzere yetiştiriliyor. Zeytinin ürününü 2 senede bir verdiği düşünülürse, verim alınan senede ortalama 150.000, az ürün verdiği senede elde edilen zeytinlerden ortalama 70,000 ton zeytinyağı üretilmektedir. Ortalama 850 zeytinyağı fabrikasıyla Türkiye dünyada zeytinyağı üretiminde 5. sırada yer alıyor. Dünyada 7.5 milyon alan üzerinde mevcut toplam 800 milyon adet zeytin ağacının yüzde 98'i Akdeniz havzasında bulunmaktadır. Dünya zeytinyağı üretiminin ise 95'i Akdeniz ülkelerinde yapılmaktadır. Türkiye'de Balıkesir ili Edremit ilçesi Narlı köyünde dünyaca meşhur içimlik kıvamda üretilebilmektedir. Özelliği diğer düz bahçelere göre, Narlı köyü bahçeleri güney yamaçlı bahçeler olup, hafif yamaç ve yüksek (200-250m) rakımlı bahçelerdir. Zeytinyağı için zeytin sıkılır, hamuru çıkarılır, şırası elde edilir. Şırada su ve yağ karışıktır. Yağ, su ve tortudan ayrıştırılır. Sıkma için havan, dibek, ezme havuzu, tokmak, ayakla ezme, merdane, patos, delip, yuvgu, değirmentaşı, torku, falaka, pres, kontinü adlarıyla sistemler geliştirilmiştir. Bazı yörelerde elle sıkmadan suyağı, suzeyti; ayakla sıkmadan ayakyağı denilen saf zeytinyağı hala üretilmektedir. Çuvalda sıkılmayı beklerken kendiliğinden akan yağa burunyağı, gözyağı denir. Bez çuvala kese, kazana dağar, kazan karıştırmaya yarayan kabak kepçeye çomça, şaraphaneye sıkanak, teknelere innaz denir. Basit sıkmada zeytinin cinsine göre ortalama 20 kilodan 4 kilo saf yağ çıkar. Basit usulde, Ekim-Aralık ayında zeytin toplanır, dal ve yapraklardan çamur ve topraktan temizlenir, çuvala konur, hortumla yıkanıp temizlenir. Çuvaldaki zeytin bir zemin üzerinde ağaç tokmakla kırılır, iki gün bekletilir, sonra ayakla ezilir, bir defa kuru sonra suyla ezilir ve yalaka şırası çıkartılır. Üste çıkan yağ kepçeyle alınır kazana konur, dinlendirilir. Tortusu dibe çöker, bundan sabun yapılır, üstteki temiz yağ kaplara doldurulur. Dağ köylerinde karayağhanelerde mengene ile sıkılır. Yağhaneye tasirhane, masara da denir. Zeytin sineğinden hastılıklı olan zeytinden çıkarılan yağa kıymalı yağ denir. Lodos ve poyrazda yapılan sıkma, yağ asidini yükseltir. Saklanması: Zeytinyağı ışık, sıcak, hava, zaman faktörlerinden etkilenir. Alırken ve saklarken, kapalı ve ışıksız yerde korunmalıdır. Serin bir yerde durmalıdır. Buzdolabına konulmaz. Cam ve koyu renkli olan şişeler tercih edilmelidir. Hava almamalıdır. Zeytinyağı bekledikçe bozulur. Naturel Sızma tipi genellikle salatalarda ve soğuk yemeklerde, rafine riviera ve pirina yağı ise yemeklerde ve kızartmalarda kullanılır. Kızartmalarda kullanılan rafine pirina yağı tekrar kullanmak için uygundur. Zeytin
yağı, %75 oranında oleik asit gliseritleri taşır. A, E vitaminleri ve az miktarda fitoserol maddesi bünyesinde bulunur. Zeytinyağı, sabahları aç karnına 1-2 çorba kaşığı alındığında yumuşatıcı ve yatıştırıcı olarak etki yapar. Özellikle bağırsak hareketlerini düzenleyici ve safra söktürücü etkisi vardır. Safra kesesi tıkanıklığında ya da taş varlığında halk arasında sabahları aç karnına 50-100 gr. alınır ve tedaviye 1 hafta devam edilir. Aşağıdaki tabloda 2009'dan 2014'te kadar zeytinyağı üretiminde başı çeken ülkeleri ve bunların üretimdeki farklarının yıllara göre dağılımını bulanilirsiniz. Bu tabloda Türkiye'nin 2009'da 147 bin tonla 7.sıradayken, takip eden yıllarda üretimi artırarak 2014 yılında yıllık 180 bin tonla 4.sıraya yükseldiğini görebilmekteyiz. Kabız Kadir Kadir sözcüğü birden fazla maddeye karşılık gelmektedir: Web renkleri Web renkleri, web sayfası tasarımında kullanılan ve izlenen sayfanın görünümünü düzenlemeye yarayan renklerdir. Web sayfası yazarlarının düzenledikleri web dosyalarını renklendirmek için kullanabilecekleri çeşitli yöntemler mevcuttur. Renkler RGB renk sisteminde kullanılan üçlü heksadesimal kod ile belirlenebileceği gibi, standart İngilizce adları kullanılarak da belirlenebilir. Renk değerlerini oluşturmak için bir renk seçim aracı veya grafik yazılımı tercih edilebilir. İlk web tarayıcılar (Mosaic ve Netscape Navigator) X Pencere Sistemi üzerinde çalışan ve X11 renk adlarını kullanan uygulamalardır. Hex üçlüsü altı haneli, üç-baytlık hexadecimal bir numaradır. HTML, CSS, SVG ve diğer kodlarda renkleri bildirmek için kullanılır. Baytlar, kullanılacak olan rengin kırmızı, yeşil ve mavi bileşenlerini betimler. Her bayt heksadesimal gösterim kullanılıyorsa 00 ile FF arasında, desimal gösterim kullanılıyorsa 0 ile 255 arasında bir sayı ile belirtilir. Heksadesimal üçlü web renklerinde aşağıdaki sırayla birleştirilerek kullanılır: Örneğin, renk değerleri kırmızı=36, yeşil=104, ve mavi=160 olan bir renk ele alalım. Bu renkteki 36, 104 ve 160 desimal sayıları sırasıyla 24, 68 ve A0 heksadesimal sayılarına denk gelmektedir. Elde ettiğimiz heksadesimal renk değerlerini yan yana yazacak olursak, 2468A0 hex üçlüsünü elde etmiş oluruz. Bu sistem kullanarak oluşturulabilen renk sayısı: HTML renk adlarına ek olarak, İnternet Explorer ve Mozilla Firefox gibi bazı web tarayıcıları bazı renk adları daha tanımlamışlardır. Kimi tarayıcılar algılamasa da, modern tarayıcılar listedeki tüm renkleri destekler. HTML tanımlamalarında 16 renk adı vardır: Altı çizili olan renk kodları, gerçekten güvenli renklerdir. Yani tüm ekran ve tarayıcılarda aynı sonucu verirler. X11 renk adları X11 renk adları, HTML renk adlarına ek olarak, İnternet Explorer ve Mozilla Firefox gibi bazı web tarayıcıları tarafından tanımlanmış olan renk adlarıdır. Kimi tarayıcılar algılamasa da, modern tarayıcılar listedeki tüm renkleri destekler. Öner Gürcan Öner Gürcan (Ankara, 31 Mayıs 1952 - 10 Ağustos 2004) Ben İhtilalciyim adlı kitabın yazarı. Süvari Binbaşı Fethi Gürcan ve Esma hanım'ın dört çocuğundan biri. Babası, Albay Talat Aydemir ile 21 Mayıs 1963 başarısız ihtilal girişimi sonucunda Haziran 1964 de idam edildiğinde 12 yaşında olan Öner Gürcan, Cumhuriyet tarihinde pek bilinmeyen bir dönem olan 22 Şubat 1962 ayaklanması ve 21 Mayıs 1963 ihtilal girişimi hakkında uzun yıllar araştırma yaptı. Bu döneme ait belge ve bilgi eksikliğini o dönemin canlı tanıkları ile konuşarak tamamladı. Ölümünden sonra bu çalışmaları ailesi tarafından derlenerek Ben İhtilalciyim adı altında 2005 yılında kitaplaştırıldı. 27 Mayıs 1960, 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963'de yaşananları, olayların perde arkasını öğrenmek isteyenler için Ben İhtilalciyim başvurulacak kaynak kitaplardandır. Çocukluğundan beri eklem ve kalp romatizması olan Öner Gürcan, devam etmekte olduğu Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesindeki eğitimini sağlık sorunları yüzünden yarım bırakmak zorunda kalmıştır. Natacha Atlas Natacha Atlas (20 Mart 1964), Belçika doğumlu Mısırlı müzisyen. Kendisi Arap ve Kuzey Afrika müzik tarzını, elektronik müzikle harmanlayarak dinleyiciyle sunmasıyla tanınır. Müziğinde hip hop, drum and bass ya da reggae gibi farklı türlerin etkileri bulunur. Hayatının büyük kısmı farklı coğrafyalarda geçtğinden farklı kültürler içinde edindiği deneyimin müziğine etkileri çok olmuştur. Groove Alla Turca adlı albümde Burhan Öçal ile çalışmıştır. Adam Sandler Adam Richard Sandler (d. 9 Eylül 1966), Amerikalı sinema oyuncusu, yönetmen, şarkıcı, senarist ve yapımcıdır. Eski bir Saturday Night Live üyesidir. Günümüzde ünlü bir komedyen olan Adam Sandler, ayrıca Punch-Drunk Love, Spanglish ve Reign Over Me gibi duygusal filmlerdede rol almıştır. İlk ve şimdilik tek Altın Küre adaylığını da Punch-Drunk Love filmindeki rolüyle kazanmıştır. Oynadığı her filmde Rob Schneider'ın küçük bir rolü olmuştur. Ayrıca Rob Schneider'ın başrol oynadığı filmlerde de Adam Sandler'ın bir rolü olmuştur. Bu ikili birbirlerinin filmlerinde mutlaka görünmektedirler. Örneğin Adam Sandlerın başrol oynadığı En Uzun Koşu isimli filmde Rob Schneider maç sırasında tribünde seyircileri coşturan kişidir yaklaşık 5-10 saniyelik bir rolü vardır. Adam Richard Sandler, 9 Eylül 1966 tarihinde Judy (öğretmen) ve Stanley Sandler (elektrik mühendisi) tarafından dünyaya gelmiştir. Brooklyn'de doğan Adam, Manchester, NH'ye ailesiyle taşındığında sadece 5 yaşındaydı. 1991 yılında BFA ya New York Üniversitesi'nden mezun olmuştur. 17 yaşında Adam, bazı küçük gösterilerle çok beğenilmiştir ve daha sonra stand up konusunda iyi olduğunu anlamıştır. 80'li yılların ortasında The Cosby Show'da Theo Huxtable'in arkadaşı Smitty'i bir sezon oynamıştır. 17 yaşında kardeşinin zoruyla yaptığı gösteriden sonra onu komedyen Dennis Miller keşfetmiştir. Adam, o zamanlar sadece bir dizide ve MTV'de gözükmüştür. Miller onu Saturday Night Live'ın yapimcısı Lorne Michaelsle buluşturmuştur. 1990 yılında Sandler SNL'de yazar olarak başlamıştır ve birkaç yıl sonra ise oyuncu olarak da kendini göstermiştir. 1992 yılında ABC Afterschool Specials'ın bir bölümünde uyuşturcu satıcısı rölünde görünmüştür. "The Chanukah Song" dahil olmakla birlikte şarkı söylemeye de başladi ve 1995'te yıldızı ve film kariyeri iyice parlamıştır. Müzik kariyerine gelince Adam Sandler'ın son albümü "Stan and Judy's Kid" tüm zamanların piyasaya çıktığı ilk hafta en çok satılan komedi albümü olmuştur ve Billboard listesinde 16.sıraya kadar yükselmiştir. Daha önceki üç albümü de platin plak kazanmıştır. İlk rolü Going Overboard (1989) filminde başrol olmuştur. Filmde bir stand up'çının (Sandler) bir gemide tam performansını sergileyecekken teröristlerin saldırısına uğraması konu alınıyordur. Adam ne yazıkki filmde başarılı olamamıştır ve komedi yönünü pek gösterememiştir. Filmdeki bütçe içinse "Bütçe az değildi, hiç yoktu" demiştir. İkinci filmi Shakes The Clown'da, Shakes isimli alkolik bir palyaçonun başına gelenler konu alınıyordur. Adam onun arkadaşı Dink rölündedir. Daha sonra Coneheads (Sivri Kafalar) filminde Dan Aykroyd, Ellen DeGeneres, Jane Curtin, Chris Farley'le rol almıştır. Ardından gelen Airheads ise yine Chris Farley, Steve Buscemi, Joe Mantegna ve Brendan Frazer gibi ünlü isimlerin bulunduğu bir kadroyla çekilmiştir. 1994'te başrolünü Steve Martin'in oynadiği Mixed Nuts'da görülmüştür. Ve Adam şöhreti 1995 yılında çekilen Billy Madison filmiyle yakalamıştır. Filmde, 27 yaşında çocuksu, saf ve sorumusuz Billy Madison rolünü canlandırmıştır. Billy'nin, otelcilik sayesinde çok zengin olan ve emekliye ayrılmayı düşünen babasından kalacak Madison Otelleri'ne sahip olabilmek ve bu işi devralıp üstesinden gelebileceğini ispatlamak için tek şansı 2 haftada bir sınıfını geçerek 12 yıllık okulunu tamamlamak üzere yeniden okula başlamaktır. Ve ardından gelen Happy Gilmore'da ise tarafından yetiştirildiği babaannesinin evini kurtarmaya çalışan, hokey oyuncusu olmak isterken para kazanmak için kendini golf oynarken bulan Happy Gilmore karakterini canlandırmıştır. İki filmin mükemmel başarısından sonra Adam kendi film şirketi olan Happy Madison'u kurmuştur. 1997 yılında Bulletproof isimli Aksiyon\Komedi filminde Archie isimli bir suçluyu canlandırmıştır. Ardından gelen The Waterboy ve Big Daddy iyi bir başarı sağlamıştır. Chevy Chase'in Dirty Work filminde ise küçük bir rol olan Satan(şeytan)'ı canlandırmıştır. 2000 yılında Little Nicky Quentin Tarantino tutmayan bir film olmuştur. Daha sonra birçok filmin yapımcılığını yapmıştır. The Animal ve Hot Chick filmlerindeki kısa rollerinden sonra Adam, Punch Drunk Love filmiyle Altın Küre'ye aday olmuştur. Ardından Couch isimli kısa film ve Jack Nicholson ile Anger Managament filminde oynamıştır. Daha sonra Spanglish, The Longest Yard ve tabii ki Click filmiyle ününe ün katmıştır. Ama onu ilk şöhrete kavuşturan film The Wedding Singer filmi olmuştur. Aynı filmdeki Drew Barrymore ile 2004'te 50 First Dates(50 İlk Öpücük) filminde rol almıştır. Şimdilik son filmleri Reign Over Me ve I Now Pronounce You Chuck And Larry. Bunun dışında, çok iyi arkadaş olan Rob Schneider ve Adam, birbirlerinin filmlerinde kısa rol veya yardımcı rol olarak sık sık görünmektedirler. Son olarak Adam Sandler'ın 2008 Aralık ayında gösterime girmesi beklenen yeni bir film projesi bulunmaktadır: Bedtime Stories. Filmde yeğenlerine uyumadan önce anlattığı hikâyelerin gerçeğe dönüşmesiyle hayatı değişen bir otel görevlisini canlandıracaktır. A day with the Meatball, 2002 yapımlı bir Happy Madison kısa filmidir. Adam Sandler'ın 2004 yılında ölen köpeğinin (Meatball/ Köfte) bir gününü komik bir şekilde gösteren ve 2 dakika kadar süren kısa filmdir. Meatball'un kütüphaneye, okula ve spor salonuna gidişi, kız arkadaşıyla sahilde yürümesi, gibi bir gününü konu alan kısa film çalışmasıdır. Adam Sandler da iki defa gözükmektedir. Blossoms And Blood (Blossoms & Blood) 2003 yılında piyasaya sürülmüş kısa filmdir.Punch-Drunk Love (2002) filminin 24 haziran 2003 yılında piyasaya sürüle
n 2 diskli DVD versiyonunda bu 12 dakika süren görüntü yer almaktadır. Yönetmen ve Senarist'in Paul Thomas Anderson olduğu bu kısa film (Anderson The Couch isimli kisa film içinde daha sonra Sandlerle çalıştı) aslında Punch-Drunk Love filminin silinmiş müzikli bir sahnesidir. Oyuncular yine aynı Adam Sandler ve Emily Watson. Jon Brion'un Here We Go (Buraya gidiyoruz) isimli şarkısı eşliğinde süren kısa fakat çok ilginç bir kısa filmdir. Bunun dışında Jeremy Blake`in başarılı sanatlarıda olabildikçe gösterilmiştir. Televizyon için çekilmiş Bir Koltuk (The Couch) 2 dakikaya yakın süren bir kısa filmdir.Paul Thomas Anderson`in yönetmenliği altında çekilmiş bu siyah beyaz filmin tek oyuncusuysa Adam Sandler'dır. Kısa filmin konusu: Bir adam Sandler) koltuk almak için gelir fakat burada bir koltuk ve bir kanepe deneyince başına garip olayler gelmektedir. 2003 yılında yapılmıştır. Adam Sandler yakın arkadaşları ile hep birlikte filmlerde oynamaktadır. Bunların hepsi: Rob Schneider : Allen Covert: Blake Clark: Steve Buscemi: Chris Rock: David Spade: Peter Dante Jonathan Laoughran: Norm Macdonald: Dan Aykroyd: Altın Küre Ödülleri Amerikan Komedi Ödülü Emmy Ödülleri Çocukların Seçimi Ödülü MTV Film Ödülleri: ShowEast Razzie Ödülleri Uzun zamandır sevgilisi olan Jackie Titone'a 2002'de evlenme teklif etmiştir, 2003'te evlenmişlerdir ve 2006'da bir çocukları olmuştur. Kasım 2008 yılında ikinci kızları dünyaya gelmiştir. Alec Baldwin Alexander Rae Baldwin III (d. 3 Nisan 1958, Massapequa), ABD'li oyuncudur. Andy García Andrés Arturo García Menéndez (d. 12 Nisan 1956, Havana), Kübalı-Amerikalı oyuncu. Ailesi 1961'de ABD'ye göç etti. Yapışık ikiz olarak dünyaya geldi, kardeşi tenis topu büyüklüğündeydi ve cerrahi bir müdahale ile ayrıldılar, bu omuzunda bir yaranın oluşmasına sebep olmuştu. ABD'ye ilk geldiklerinde kötü işlerde çalışmak zorunda kalmıştı. 1995 yılında Empire dergisinin yaptığı "Film Tarihinin En Seksi 100 Yıldızı" listesine 65. sırada yer aldı. Angelina Jolie Angelina Jolie (; önceki soyadı Voight; d. 4 Haziran 1975), Amerikalı oyuncu, film yapımcısı ve hayırsever. Üç Altın Küre, iki Sinema Oyuncuları Derneği Ödülü ve bir de Oscar sahibidir. Hayırsever çalışmalarıyla da tanınan Jolie, pek çok kez dünyanın en çekici insanları listelerinde yer aldı. İlk kez 1982'de babasının oynadığı "Lookin' to Get Out" (1982) filminde görülen Jolie'nin oyunculuk kariyeri düşük bütçeli bir film olan "Cyborg 2" (1993) ile başladı. İlk başrolünü "Hackers" (1995) filmi ile aldı. Önemli övgüler alan biyogrofik filmler olan "George Wallace" (1997) ve "Gia"da (1998) başrolde oynadı ve "Girl, Interrupted"daki (1999) performansı ile En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında Akademi Ödülü aldı. "" (2001) filmi ile büyük başarı sağlayarak dünyaca ünlü tanınmış bir oyuncu haline geldi. Sonrasında ise Hollywood'un en çok tanınan ve en çok kazanan oyuncularından oldu. Şimdiye kadarki en büyük ticari kazancını aksiyon-komedi türünde olan "Mr. & Mrs. Smith" (2005) ve animasyon türündeki "Kung Fu Panda" (2008) ile sağladı. 2010'dan itibaren "Ajan Salt" (2010), "Turist" (2010), "Hayatın Kıyısında" (2015) ve "Kung Fu Panda 3" (2016) gibi filmlerde yer aldı, ayrıca "Boyun Eğmez" (2014) adlı filmin yönetmenliğini üstlendi. Jonny Lee Miller ve Billy Bob Thornton'dan boşanan Jolie, 2016 yılına kadar Brad Pitt ile birlikte yaşadı. Tüm dünyada basınının büyük ilgisini çeken bir ilişkiye sahip olmuş olan Jolie ve Pitt; Maddox, Pax ve Zahara olmak üzere üç evlatlık; Shiloh, Knox ve Vivienne olmak üzere üç biyolojik çocuğa sahiptir. Jolie 1975 yılında Los Angeles'da Akademi Ödülü kazanmış aktör Jon Voight ile yalnızca iki filmde oynamış aktris Marcheline Bertrand'ın kızları olarak doğmuştur. Aynı zamanda Chip Taylor'un yeğeni, James Haven'ın kız kardeşi olan Jolie'nin vaftiz annesi Jacqueline Bisset ve vaftiz babası Maximilian Schell'dir. Babası Jon Voight Slovak ve Alman kanı, annesi Marcheline Bertrand ise Fransız Kanadalı kanı taşır. Ama bir tarafı da Iroquois halkına mensuptur. Fakat Voight onun tam olarak Iroquois halkına mensup olmadığını iddia etmiştir. 1976 yılında Jolie'nin anne ve babası boşandı. Bunun sonrasında Jolie, sinema kariyerini yarıda bırakmak zorunda kalan annesi Marcheline Bertrand ve kardeşi James Haven ile birlikte New York eyaletindeki Palisades kentine gitti. Burada mutlu bir çocuk olan Jolie yılan ve kertenkele topladı. Jolie'nin favori yılanının adı: Harry Dean Stanton, favori kertenkelesinin adı ise Vladimir'di. Okulunda oğlanları sıkıştırıp onları bağırtana kadar öptüğü için okulu tarafından annesine şikayet edildi. Jolie çocukken annesi ile sık sık film izlerdi. Bunun, onun sinemaya ilgi duymasını sağladığını ise sonraları açıklayan Jolie sinema konusunda babasından ve amcasından (Chip Taylor) etkilenmediğini de açıkladı. Jolie 11 yaşındayken Los Angeles'a geri döndü. Burada oyuncu olmak istediğini anladı ve Lee Strasberg Theatre Institute'na kayıt olmaya karar verdi. Bu okulda birkaç küçük yapımda göründü. Fakat buradaki 2 yılından sonra Beverly Hills High School'a gitmeye başladı. Bu okulda diğer çok zengin ailelerin çocukları arasında kendini yalnız hissetti. Aşırı ince olması ve gözlük takması sebebiyle diğer arkadaşları tarafından alaya alındı. Sonrasında ise ilk modellik deneyiminde başarısız olan Jolie'nin gururu kırıldı ve kendine zarar vermeye başladı. Jolie bu durumu CNN'e şöyle anlattı: "Bıçak biriktiriyordum ve kendimi kesip acıyı hissetmek benim için bir tür ritüel olmuştu. Bu benim için bir çeşit terapiydi, çünkü kendimi yaşıyor gibi hissediyordum." 14 yaşında okuldan atıldı ve bir cenaze kaldırıcı olmayı hayal etmeye başladı. Tüm bu süre boyunca siyah giyindi, saçını mora boyadı ve erkek arkadaşıyla yaşamaya başladı. Slam-dancing yapmaya başladı. 2 yıl sonra ilişki bittiğinde ise annesinin evinin yakınlarında bir yer kiraladı ve okuluna geri döndü. Okuldan "Ben hala punkçı bir çocuğun kalbine sahibim ve her zaman dövmeli punkçı bir çocuk olacağım" düşüncesiyle mezun olduktan sonra tiyatro çalışmalarına ağırlık veren Jolie babasının ilgisizliğinden dolayı babasından soğumaya başladı. Jolie ile babasının arası açıldı. 2001 yılında "" filmi için babası ile yan yana gelmesine rağmen araları yine de düzelmedi. Temmuz 2001'de Voight soyadının kaldırılması ve adının Angelina Jolie şeklinde değiştirilmesi için dilekçe verdi. 2002 yılının Eylül ayında ise resmi olarak soyadı değişti. Yine aynı yılın Ağustos ayında Jon Voight Access Hollywood'a kızının ruhsal problemleri olduğunu anlattı fakat Jolie "Ben ve babam konuşmuyoruz. Ona karşı hiçbir kızgınlık taşımıyorum" dedi. Jolie'nin davranabildiği kadar soğukkanlı davranamayan anne Marcheline Bertrand, kızını korudu ve şöyle söyledi: "Angelina'nın ruh sağlığıyla ilgili hiçbir bozukluk yok. Ruhsal ve fiziksel bakımdan, o muhteşem sağlıklı." Jolie, 14 yaşındayken bir model olarak çalışmaya başladı. Los Angeles, New York ve Londra'da modellik yapan Jolie aynı zamanda birçok müzik videosunda görüldü. Bu videoların arasında: Meat Loaf ("Rock & Roll Dreams Come Through"), Antonello Venditti ("Alta Marea"), Lenny Kravitz ("Stand by My Woman"), ve The Lemonheads ("It's About Time") müzik videolarında yer alıyordu. 16 yaşında ise tiyatroya döndü ve ilk rolünde bir Alman fetişini canlandırdı. Bu dönemde babasından tiyatro alanında birçok şey öğrendi ve bu dönemde aralarındaki ilişki daha az gergindi. Babasının insanları nasıl izlediğini, onlarla nasıl konuştuğunu ve onlara nasıl dönüştüğünü izledi. Jolie bu dönemde babasıyla eskisi kadar kavga etmedi. Ona göre babası ve kendisi "drama kraliçeleriydi". Jolie, kardeşinin USC School of Cinematic Arts'ta yaptığı beş filmde görüldü fakat onun profesyonel film kariyeri 1993 yılında "Cyborg 2" ile başladı. Bu filmde yarı insan-yarı robot olan, rakip imalatçının merkezini iğfal etmek için tasarlanmış ve sonra kendi kendini patlatmış Casella "Cash" Reese adlı karakteri canlandırdı. Sonrasında ise bağımsız bir film olan "Without Evidence" adlı filmde yardımcı rolde görüldü. Iain Softley'ın yönettiği Jolie'nin ilk Hollywood filmi olan "Hackers"da Kate "Acid Burn" Libby karakterini canlandırdı. Aynı zamanda bu filmde ilk kocası Jonny Lee Miller ile tanıştı. 1996 yapımı komedi filmi olan "Love Is All There Is"de Gina Malacci karakterini canlandırdı. "Romeo ve Juliet"in günümüz uyarlaması olan filmde Jolie, aralarında kan davası olan iki ailenin taraflarından birinin oğluna aşık olan İtalyan kızı canlandırdı. 1996'da oynadığı diğer bir film olan "Mojave Moon" filminde Danny Aiello annesinden hoşlanırken ona aşık olan genç Eleanor Rigby karakterini canlandırdı. "Foxfire" filminde ise kendilerine cinsel tacizde bulunan öğretmeni öldürüp, sonrasında ise tamamen kontrolden çıkan genç kızlardan birini canlandırdı. Jolie'nin performansı üzerine Los Angeles Times şöyle yazdı: "Hikaye Maddy tarafından anlatılmasına rağmen, asıl konu ve hikâyenin katalizörü Legs'tir (Jolie)". 1997 yılında Jolie, David Duchovny ile başrollerini paylaştığı gerilim filmi olan "Playing God"da oynadı. Film eleştirmenler tarafından pek iyi eleştiriler almadı. Film eleştirmeni Roger Ebert, yapım hakkında şöyle söyledi: "Angelina Jolie genellikle agresif ve sert olan bir rolde kesin bir sıcaklık buldu. O bir suçlunun kız arkadaşı olmak için çok güzel görünüyor." Sonrasında bir TV filmi olan tarihi-romantik türdeki "True Women"da rol aldı. Film Janice Woods Windle'ın kitabının bir uyarlamasıydı. Jolie ayrıca aynı yıl Rolling Stones'un Anybody Seen My Baby adlı klibinde görüldü. Jolie'nin kariyer umutları, 1997'de oynadığı Cornelia Wallace rolüyle Altın Küre aldığı ve Emmy Ödülü'ne aday gösterildiği biyografik film "George Wallace"tan sonra başladı. Filmde Gary Sinise, George Wallace'i canlandırdı. Angelina ise 1972 yılında ABD Başkanlığı'na doğru koşarken vurulan George Wallace'ın ikinci eşini canlandırdı. Filmin yönetmeni John Frankenheimer, Jolie hakkında People dergisine şunları anlattı: "Dünyada her yer güzel kız dolu.
Ama onlar Angelina Jolie değil. Angelina eğlenceli, dürüst, zeki, muhteşem ve olağanüstü yetenekli." Jolie dışında film de festivallerden birçok ödülle dönmüştür. 1998'de Jolie, HBO'nun "Gia" filminde süpermodel Gia Carangi'yi canlandırdı. Film seks dünyasını, uyuşturucuları, Gia'nın uyuşturucu bağımlılığı sonucu hayatının ve kariyerinin bir anda yok olmasını, çöküşünü ve AIDS yüzünden ölümünü gözler önüne sundu. Ardışık olarak ikinci yıl, Jolie, bu rolle Altın Küre kazandı ve Emmy'ye aday gösterildi. Ayrıca ilk SAG Ödülü'nü aldı. Reel.com sitesinden Vanessa Vance, Angelina'nın oyunculuğunu şöyle anlattı: "Jolie onu tasvir ederken soğukkanlıydı. Bölümleri doldururken tutkuyu, çaresizliği kullandı." Jolie ise filmde oynadığı Gia'yı "canlandırdığı karakterler arasında kendisine en yakın bulduğu karakter" olarak açıkladı. Lee Strasberg'in tekniklerine uygun olarak Jolie ilk filmlerinde, sahnelerin arasında karakterde kalmayı, onu yaşamaya devam ettiğini söyledi. Bunun sonucunda da "Gia"yı çekerken kocası Jonny Lee Miller'a şöyle söyledi: "Ben yalnızım; Ben ölüyorum; Ben eşcinselim ve seni haftalarca göremeyeceğim." "Gia"dan sonra Jolie, New York'a taşındı ve vereceği hiçbir şey olmadığını hissederek kısa bir süre için oyunculuğu bıraktı. New York Üniversitesi'ne film yapım dersleri için üye oldu ve yazı sınıflarına katıldı. Inside the Actors Studio'da bu konu hakkında "sadece kendimi toparlamak için iyi oldu" diye açıklama yaptı." Jolie, Gloria McNeary rolünde 1998 yapımı gangster filmi "Hell's Kitchen"la sinemaya geri döndü ve sonrasında Sean Connery, Gillian Anderson, Ryan Phillippe ve Jon Stewart'ın da rol aldığı "Playing by Heart"ın bir bölümünde oynadı. Film olumlu eleştiriler aldı ve Jolie birçok övgü aldı. Jolie, National Board of Review'dan Yükselen Performans Ödülünü aldı ve San Francisco Chronicle'da onun hakkında olumlu bir eleştiri yazıldı. 1999'da ikinci kocası Billy Bob Thornton ile tanıştığı, Mike Newell'in yönettiği komedi-dram "Pushing Tin"de rol aldı. Filmin diğer oyuncuları ise John Cusack ve Cate Blanchett'ti. Jolie, Thornton'un baştan çıkarıcı, seksi, çılgın karısını oynadı. Film eleştirmenler tarafından karışık eleştiriler aldı. Jolie'nin karakteri özellikle eleştirildi. Washington Post şöyle yazdı: "Ölen çiçeklerin üstünden ağlayan, çok fazla turkuaz yüzük takan ve Russels geceleri evden tam anlamıyla uzakta geçirince gerçekten yalnızlaşan özgür ruhlu Mary (Angelina Jolie) kesinlikle gülünç bir karakter." Bu filmden sonra "The Bone Collector"da Denzel Washington ile çalıştı. Seri katilin peşindeyken bir kaza geçirip yardıma ihtiyaç duyan Lincoln Rhyme'a (Denzel Washington) yardımcı olmakla görevlendirilmiş Amelia Donaghy adlı polisi canlandırdı. "The Bone Collector" filmi Jeffery Deaver'in bir kitabından uyarlanmıştı. Film 151.493.655 Amerikan doları hasılat yaptı fakat eleştirmenler tarafından olumlu eleştiriler alamadı. "Detroit Free Press" şöyle yazdı: "Jolie'ye bu filmde yanlış rol vermek yanlıştı." Jolie, bir sonraki yardımcı rolünü sosyopat Lisa Rowe rolüyle "Girl, Interrupted"ta canlandırdı. "Girl, Interrupted" filminde, akıl hastası Susanna Kaysen'ın hikâyesini anlatılıyordu. Film aynı zamanda Kaysen'in orijinal günlüklerinden bir uyarlamaydı. Winona Ryder ana karakteri oynamasına rağmen, film Jolie'nin Hollywood'daki son yükselişiyle ilgi çekti. Üçüncü Altın Küre Ödülü'nü, ikinci SAG Ödülünü ve En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Akademi Ödülü'nü aldı. Roger Ebert, Jolie'nin performansını şöyle anlattı: "Jolie güncel filmlerde büyük vahşi ruhlardan biri olarak ortaya çıkıyor, o her nasılsa öldürücü hedefi olan herhangi bir gruba bağlanmayan biri." 2000'de Jolie, Nicholas Cage'in bir araba hırsızını canlandırdığı "Gone In 60 Seconds" isimli filmde Cage'in karakterinin eski kız arkadaşı Sarah "Sway" Wayland rolüyle yer aldı. Bu filmdeki rolü küçüktü. Jolie daha sonra Lisa Rowe rolünün ağırlığından sonra bu filmin kendisini rahatlattığını ve bu filmden sonra büyük paralar kazandığını açıkladı. Film dünya çapında 237 milyon Amerikan doları kazandı. Oyunculuk yeteneğine çok iyi bir gözle bakılmasına karşın, Jolie'nin filmleri geniş bir kitleye ulaşamıyordu; ama "" (2001) Jolie'yi uluslararası bir süperstar yaptı. Popüler "Tomb Raider" video oyununun uyarlamasında Jolie, Lara Croft rolü için; Britanya aksanı, yoga, savaş sanatları terbiyesi ve araba yarışını öğrenmesi gerekti. Ama film genel olarak kötü eleştiriler aldı. Slant Magazine, filmi şöyle yorumladı: "Angelina Jolie, Lara Croft'u oynamak için doğmuş ama yönetmen Simon West onun yolculuğunu bir Frogger oyununa dönüştürdü." Tüm dünyada $274.703.340 hasılat yapan "" her şeye rağmen uluslararası bir başarıydı ve Jolie'yi dünyaya bir aksiyon starı olarak tanıttı. Jolie sonra, mizahla gerilimi buluşturan "Original Sin" (2001) filminde Julia Russell'ı oynadı. Bu filmde başrolü Antonio Banderas'la paylaşmıştı. Film, Cornell Woolrich'in "Waltz into Darkness" adlı romanından uyarlandı ve Michael Cristofer tarafından yönetildi. Film tüm dünyada 35.402.320 Amerikan doları hasılat yaptı. Film eleştirmenler açısından büyük kritik bir başarısızlıktı. 2002 yılında, "Life or Something Like It"te, bir hafta içinde öleceği söylenen ve bunun sonucunda hayatın anlamını aramaya başlamış hırslı TV muhabiri Lanie Kerrigan'ı oynadı. Film, yetersiz olduğu yönünde eleştiriler alsa da, Jolie'nin performansı olumlu eleştiriler aldı. CNN'den Paul Clinton: "Jolie rolünde muhteşemdi. Filmin ortasında bazı saçma olay örgüleri olmasına rağmen, bu Akademi Ödülü kazanan oyuncu fazlasıyla kendine doğru yolculuğunu inanılır bir biçimde oynuyor." Jolie, 2003'te ""ta yeniden Lara Croft'u oynadı. Bu sefer Çin'in ünlü suç şebekelerinden birinin yöneticiliğini üstlenen Chen Lo ölümcül bir belayı, Pandora'nın Kutusu'nu açmaya çalışır ve dünyayı kurtarabilecek tek insan Lara Croft'tur. Bu yapım, önceki film kadar finansal başarı elde edememişken, uluslararası alanda 156.505.388 Amerikan doları kazandı. Sonraki yıl Jolie, Afrika'daki yardım işçileriyle ilgili "Beyond Borders"ta rol aldı. Film, Jolie'nin gerçek yaşamının yardımsever kişiliğini yansıtmasına rağmen; eleştirel ve finansal olarak başarısız oldu. "Los Angeles Times"ta film hakkında şu sözlere yer verildi: "Jolie, "Girl, Interrupted"ta Oscar kazandığı rolde yaptığı gibi, rollere elektrik ve güvenilirlik verebilir. O kabul edilmiş çizgi filmler de yapabilir "Lara Croft" gibi. Ama melez karakter belirsizliği, kötü yazılmış gerçek olmayan uçan istilacı, kan-ve-bağırsak dünyası, onu tamamen mahveder." 2004'te, Ethan Hawke ile birlikte "Taking Lives"ta rol aldı. Filmde Montrealli bir FBI ajanı olan Illeana Scott karakterini canlandırdı. Film karışık eleştiriler aldı. "The Hollywood Reporter" şöyle yazdı: "Angelina Jolie daha önce çoktan yaptığı hissini veren bir rol oynuyor. Ama o heyecan ve çekiciliğin yanlış anlaşılamaz bir enerjisini ekliyor." Daha sonra, DreamWorks filmi "Shark Tale"de melekbalığı Lola adlı animasyon karakterine sesini verdi ve Kerry Conran'nın bilim-kurgu, macera filmi "Sky Captain And The World Of Tomorrow"nda kısa bir rolde yer aldı. Ayrıca 2004'te, Oliver Stone'un Büyük İskender'in hayatını anlatan biyografik filmi "Alexander"da Olympias'ı oynadı. Bu film ABD sınırları içerisinde yalnızca 34.297.191 Amerikan doları kazanarak başarısızlığa uğradı fakat uluslararası alanda büyük bir başarı yakalayarak, ABD dışında 133.001.001 Amerikan doları kazandı. Oliver Stone, filmin ABD içindeki başarısızlığını, İskender'in biseksüelliğine ve medyanın ve halkın buna yorumuna bağlamıştır." Aksiyon - komedi türündeki "Mr. & Mrs. Smith", Jolie'nin 2005'te oynadığı tek filmdir. Film, Doug Liman tarafından yönetildi. Film birbirine rakip iki organizasyona tetikçi olarak çalıştıklarını anlayan, sıkılmış evli bir çifti anlatıyordu. Jolie, Brad Pitt'in filmdeki karakterinin eşi olan Jane Smith'i oynadı. Film birçok eleştiri aldı ama genellikle iki başrol oyuncusunun arasındaki kimya dolayısı ile övgüler aldı. "The Star Tribune"nde film hakkında şöyle yazıldı: "Hikaye gelişigüzel ilerlerken, film toplu halde yaşayan cazibe ile, enerji ve yıldızların enerjisi ile geçiniyor." Film tüm dünyada 478,207,520 Amerikan doları kazanarak büyük bir başarı sağladı ve 2005 yılının en çok izlenen filmlerinden biri oldu. Daha sonra 2006'da Robert De Niro'nun "The Good Shepherd" filminde rol aldı. Film Matt Damon tarafından canlandırılmış Edward Wilson karakterinin gözünden CIA'nin ilk yıllarını anlatıyordu. Jolie yardımcı rolde Wilson'ın ihmal edilmiş karısı Margaret Russels'ı oynadı. 2007 yılında Jolie, yönettiği ilk film olan "A Place in Time" adlı belgeseli çekti. Film bir haftada dünya çevresinde 27 yerde yaşanan hayatı göstermektedir. Belgesel, Tribeca Film Festivali'nde gösterildi. Film ABD'nin en büyük eğitim sendikası olan National Education Association'a dağıtılma ve çoğunlukla liselerde gösterilme amacıyla tasarlandı. Yine aynı yıl Jolie, Mariane Pearl rolüyle Michael Winterbottom'ın belgesel türündeki drama filmi "A Mighty Heart"ta rol aldı. Film, Pakistan'da "Wall Street Journal"ın muhabiri Daniel Pearl'ün kaçırılışı ve cinayetini konu ediyordu. Film, Mariane Pearl'ün anılarından oluşan "A Mighty Heart" adlı kitaptan uyarlandı. Yapımın prömiyeri Cannes Film Festivali'nde yapıldı. "The Hollywood Reporter", Jolie'nin performansını "dengeli ve dokunaklı" olarak tanımladı ve şöyle devam etti: "Saygıyla ve farklı bir aksanda sıkı bir kavramayla oynadı." Bu filmle Jolie dördüncü Altın Küre Ödülü adaylığını ve üçüncü SAG adaylığını kazandı. Jolie aynı zamanda Robert Zemeckis'in "" (2007) filminde Grendel'ın annesini canlandırdı. Jolie'nin filmdeki görüntüsü gerçek olmayıp, motion capture tekniğiyle yaratıldı. 2008'de, James McAvoy ve Morgan Freeman'la beraber aksiyon türündeki "Wanted"ta oynadı. "Wanted", Mark Millar'ın aynı isimli çizgi romanından uyarlanmıştı. Film olumlu eleştiriler aldı ve dünya çapında başarılı olup 341.433.252 Amerikan doları hasılat yaptı. Ayrıca "Kung Fu Panda" adlı animasyon filmde Master Tig
ress karakterine sesini verdi. 632 milyon Amerikan doları kazanan film Angelina'nın şu ana kadarki en büyük hasılatı sağlayan filmi oldu. Aynı yıl, Clint Eastwood'un yönettiği ve prömiyerini Cannes Film Festivali'nde yapan "Changeling"te Christine Collins rolüyle başrol oynadı. Film çocuğunu kaybeden, aylar sonra polisin getirdiği çocuğun onun oğlu olmadığını anlayan ve gerçek oğlunu aramaya koyulan anne Christine Collins'ı anlatıyordu. Gerçek bir olaydan uyarlanan bu filmle Jolie, ikinci Akademi Ödülü adaylığını, ilk BAFTA Ödülü adaylığını, beşinci Altın Küre ve dördüncü Sinema Oyuncuları Derneği Ödülü adaylığını elde etti. Clint Eastwood, film sonrası basın konferanslarında Jolie için şu şekilde bir açıklama yaptı: "Ona muhteşem yüzü engel oluyor. Bence onun yüzü gezegendeki en güzel yüz. İnsanlar bazen onun yeteneğini göremiyorlar. O tüm bu dergilerin kapağında ve bu yüzden bunun altında ne kadar muhteşem bir aktris olduğunu gözden kaçırmak kolay." 2010'da ise başrolünü üstlendiği aksiyon türündeki "Ajan Salt"ta oynadı. Film genel olarak eleştirmenler tarafından beğenildi ve yaklaşık 300 milyon Amerikan doları hasılat yaptı. 2010'un sonunda ise aslında 2011'de gösterime girmesi beklenen "Turist" filmi yayınlandı. Jolie filmde başrolü Johnny Depp ile paylaştı. Film genellikle eleştirmenlerden olumsuz yorumlar aldı ancak Depp ve Jolie performansları sayesinde Altın Küre'ye aday gösterildi. 2014 yılında fantastik macera türündeki Disney canlı aksiyon filmi "Malefiz"de ana karakter olarak yer aldı. Film gişede oldukça başarılı oldu ve Angelina Jolie'nin performansı övüldü, fakat eleştimenlerden karışık yorumlar aldı. Ertesi yıl "Hayatın Kıyısında" filminde yönetmen ve oyuncu olarak başrolde Brad Pitt ile beraber yer aldı. 2016'da "Kung Fu Panda" serisinin üçüncü filmi vizyona girdi. Angelina Jolie, ilk evliliğini 28 Mart 1996'da Jonny Lee Miller ile gerçekleştirdi. Düğününde siyah, deri bir pantolon ve üstüne de eşinin adını kendi kanıyla yazdığı beyaz bir tişört giydi." Evlilik seremonisine yalnızca Jolie'nin annesi ve Miller'ın en yakın arkadaşı katıldı. Evlilik üç yılın sonunda sona erdi ve Jolie 1999'da boşandı. Boşandıktan sonra Jolie eski eşi hakkında şöyle konuştu: "Jonny ile ilgili yalnızca mutlu anılarım var. Biz hâlâ iyi arkadaşız." Jolie, 1999'da "Pushing Tin" filmini yaparken aktör Billy Bob Thornton ile tanıştı ve onunla evlendi. Medyada büyük ilgi çeken bir çift oldular. Birbirleri hakkındaki sözleri genellikle vahşi ve şehvetliydi. Seks hayatları hakkında konuşuyorlardı, birbirlerinin kanlarını boyunlarında birer kolyede taşıyorlardı. Jolie kocasının kanını niye boynunda taşıdığı sorulduğunda "The Boston Globe"a şöyle cevap verdi: "Bazı insanlar büyük bir mücevherin çok güzel olduğunu düşünüyor. Ama bana göre kocamın kanı dünyadaki en güzel şey." Jolie ilişkileri devam ederken Billy Bob Thornton hakkındaki düşüncelerini şöyle belirtmişti: "Eğer onla beraber olmaysaydım bu dünyada çok şey yapabileceğimi düşünmüyorum. O, bana kendimi bir kadın gibi hissettiriyor." Fakat Jolie'nin bu evliliği de uzun sürmedi ve Jolie 2003'te Billy Bob Thornton'dan boşandı. Thornton ilişkilerinin "Angelina dünyayı kurtarmak isterken kendisinin televizyon izlemeyi tercih etmesi yüzünden bittiğini" beyan etti. Thornton, yine aynı röportajda, Jolie'nin işi için farklı yerlere gittiğinde kendisinin televizyonda Teletubbies gibi çocuk programları ve spor müsabakalarını izlediğini açıkladı. Thornton'ın Jolie'yi aldattığı iddialarına ise: "Onu hiçbir zaman aldatmadım. Harika bir ilişkimiz vardı. Birlikte olduğumuz süre boyunca birbirimize aşıktık. Sadece hayat görüşümüz farklıydı" yanıtını verdi. Jolie röportajlarında biseksüel olduğunu açıklamaktan korkmadı. "Foxfire" filminden rol arkadaşı Jenny Shimizu ile cinselliği de kapsayan bir ilişkileri olduğunu da söyledi. Jolie, Jenny Shimizu hakkında şöyle konuştu: "Eğer kocamla evlenmeseydim muhtemelen Jenny ile evlenirdim. Onu gördüğüm ilk saniyede aşık oldum." Jolie, biseksüelliğiyle ilgili olarak, bir keresinde kendini "bir kadın hayranıyla yatmaktan en çok hoşlanacak ünlü" olarak tanımladı." Jolie, 2005'in başlarında, "Brad Pitt ve Jennifer Aniston'un boşanmalarına neden olduğu" suçlamasıyla bir skandala karıştı. Suçlama "Mr. & Mrs. Smith filminin çekimleri sırasında Jolie ve Pitt'in bir ilişki yaşadığı" yönündeydi. Jolie bunu defalarca reddetti, ama birbirlerine set sırasında "aşık olduklarını" kabul etti. 2005'te bir röportajında, "Evli bir adamla ilişki kurmak, (benim babam da annemi aldattığı için), affedebileceğim bir şey değildir. Öyle bir şey yapsaydım aynada yüzüme dahi bakamazdım. Zaten kendi karısını aldatan bir adama da ilgi duymazdım." , açıklamasında bulundu. Jolie ve Pitt, ilişkileri hakkında yorum yapmamalarına rağmen spekülasyonlar 2005 yılı boyunca devam etti. Aniston boşanmak için başvuruda bulunduktan 1 ay sonra Jolie ve Pitt'in samimi anları fotoğraflandı. Fotoğraflarda Jolie ve Pitt Jolie'nin oğlu Maddox'la birlikte Kenya'da bir kumsaldaydılar. Jolie ve Pitt yaz boyunca gittikçe artan bir sıklıkta birlikte görülmeye başladılar. Dünyanın en ilgi çeken çiftine medya "Brangelina" adını taktı. 11 Ocak 2006'da Jolie, Pitt'in çocuğuna hamile olduğunu People dergisine onayladı ve böylece ilişkilerini topluma ilk kez açıklamış oldu. 15 Eylül 2016 tarihinde Jolie, Pitt'e boşanma davası açtı. Jolie'nin "ailenin sağlığı" için boşanmak istediği belirtildi. Jolie boşanma dosyasında çocuklarının fiziksel velayetini istedi, Pitt'e çocuk ziyareti hakkı verildi. Jolie ilk çocuğu Maddox'u 7 aylıkken 10 Mart 2002'de evlat edindi. Maddox, 5 Ağustos 2001'de Kamboçya'da doğdu. Maddox, Battambang'da bir yerel yetimhanede kalıyordu. Jolie, "Tomb Raider" filmi ve UNHCR alan çalışması için Kamboçya'yı ziyaret ettikten sonra 2001 yılında onu evlat edinmek için başvuruda bulunmaya karar verdi. İkinci kocası Billy Bob Thornton'dan boşandıktan sonra onu evlat edindi. Jolie'nin diğer çocukları gibi o da basının hatırı-sayılır bir ilgisini aldı ve düzenli olarak medyada göründü. Jolie Harper's Bazaar'a Maddox'u şöyle anlattı: "Ben kadere inanan biri değilim. Ama Maddox'u gördüğüm an içime çok garip bir his doğdu. O an, onun annesi olacağımı biliyordum." Jolie, ikinci çocuğu olan Zahara Marley'i altı aylıkken Etiyopya'dan 6 Haziran 2005'te evlat edindi. Zahara Marley 8 Ocak 2005'te doğdu. Annesi tarafından konulan asıl ismi Yemsrach'dı. Ama yasal ismi olan Tena Adam adı kendisine bir yetimhanede konuldu. Jolie, Zahara'yı Addis Ababa'da bulunan Wide Horizons For Children adlı yetimhaneden evlat edindi. ABD'ye döndükten hemen sonra Zahara susuzluk ve beslenme bozukluğu sebebiyle hastaneye yatırıldı. 2007'de medya, Zahara'nın biyolojik annesi Mentewabe Dawit'ı ortaya çıkardı. Mentewabe Dawit hâlâ yaşıyordu ve kızını geri istiyordu. Fakat kızını alamadı. Jolie, Zahara'yı evlatlık alma kararını Brad Pitt ile beraber verdiğini belirtti. 16 Ocak 2006'da ise Kaliforniya'da bir mahkemede alınan kararla Angelina Jolie'nin çocuklarının ismi resmî olarak "Jolie-Pitt" şeklinde değişti. Jolie, ilk biyolojik çocuğu olan Shiloh-Nouvel'i 27 Mayıs 2006'da Namibya'da sezaryenle doğurdu. Pitt, Shiloh'un Namibya pasaportu alacağını açıkladı. Angelina Jolie, Shiloh'un resimlerinin satılmasını, paparazzilerin çekmesine tercih etti. Resimlere People dergisi yaklaşık 4.1 milyon Amerikan doları para verirken, Hello! dergisi 3.5 milyon Amerikan doları verdi. Tüm bu paralar Jolie-Pitt'in adı açıklanmayan yardım kuruluşuna verildi. New York'ta bulunan Madame Tussauds, 2 aylık Shiloh'un balmumu heykelini yaptı. Bu heykel Madame Tussauds'da yapılan ve bulunan ilk bebek heykeliydi. Jolie, 15 Mart 2007'de Vietnam'dan 3 yaşındaki Pax Thien'i evlat edindi. Pax Thien, 29 Kasım 2003'te doğdu. Yerel bir hastaneye terk edilmiş Pax'ın asıl ismi Pham Quang Sang'dı. Jolie, Pax Thien'i Ho Şi Min Kenti içerisinde olan Tam Binh yetimhanesinden evlat edindi. Angelina Jolie, Pax Thien'in ilk isminin Pax'ın annesi tarafından, ölmeden önce önerildiğini belirtti. Jolie, 2008 yılında Fransa'da Nice kentinde ikizlerini doğurdu. Bir kız ve bir erkek doğuran Jolie, kız olana Vivienne Marcheline ismini, erkek olana ise Knox Léon ismini verdi. Çocukların ilk resimleri People ve Hello! dergilerine 14 milyon dolar karşılığında satıldı. Bu para şu ana kadar bir ünlü resmi için ödenmiş en büyük miktardır. Jolie ve Pitt bu parayı Jolie/Pitt Yardım Kuruluşuna verdi. Jolie, çocuklarının asıl ülkelerinin doğal özelliklerini öğrenmeleri ve asıl anne babalarının ülkelerinde neler olup bittiğini anlamaları için onları uzak ülkelere götürmektedir. Onların tüm dinleri öğrenmeleri için uğraşmakta, böylece onların ileride inançlarını özgürce seçebilmelerini amaçlamaktadır. Jolie ayrıca çocuklarını Fransız diline aşina etmeye çalışmaktadır. Jolie, yedi yaşındayken, babasının başrolünü ve yardımcı yazarlığını üstlendiği "Lookin' to Get Out" adlı filmde ilk kez görüldü. Sonrasında, babası Jon Voight ile 1986 ve 1988 yıllarında Akademi Ödülleri'nde yer aldı. Ama Jolie kendi kariyerine başladığında Voight soyadını kullanmamaya karar verdi. Çünkü, kendi kariyerini babasının desteği olmadan, kendi kurmak istiyordu. Konuşmalarında asla utangaç olmayan Jolie, ilk yıllarında halk arasında "vahşi kız" olarak tanınmaktan da rahatsızlık duymadı. 1999 yılında ikinci Altın Küre ödülünü aldıktan sonra, gece elbisesiyle, ödül sonrasında partinin verildiği Beverly Hilton Hoteli'nin havuzuna atladı ve şöyle bağırdı: "Bana göre komik olan şey, herkesin havuza atlamaması." Sonrasında ise bu durumu Playboy'a şöyle anlattı: "Salondaki insanlar özgür ve vahşi sanılıyor fakat onlar o kadar uysal ve dikkatli ki." Jolie, 2000 yılında Akademi Ödülleri Ödül Töreni'nde, Akademi Ödülü'nü aldıktan sonraki konuşmasında babasına "Muhteşem bir aktörsün, fakat muhteşem bir baba değilsin" dedi ve sonrasında annesine ve kardeşi James Haven'e duyduğu sevgiyi anlattı. Tören sonrasında kardeşi ile dudaktan dudağa öpüştüğü resim medyayı uzun süre meşgul etti ve haklarında dedikodu
lar çıktı. Fakat Jolie ve Haven aralarında bir şey olmadığını, anne-babaları boşandıktan sonra aralarında ilişkinin çok güçlendiğini anlattılar. Jolie dedikoduların hakkında şöyle konuştu: "İnsanların bunu böyle bir şekilde düşünebileceğini asla düşünmemiştim."" Tanıtımcı ya da bir ajans kullanmayan Jolie, röportajlarında aşk ve seks hayatından, sado-mazoşist zevkleri olduğundan ve biseksüelliğinden bahsetti. Jolie ile ilgili en çok ilgi çeken şeylerden birisi de dudakları oldu. Dudakları her zaman medyanın ilgisini toplayan Jolie "Batı'da güzelliğin güncel altın standardı" olarak anıldı. Aktör Billy Bob Thornton ile olan ilişkisi, konuşmaları ve UNHCR'da İyi Niyet Elçisi olması gibi, küresel problemlerle ilgilenen bir insana dönüşmesi de çok yazıldı. 2004 yılından beri pilotluk dersleri alan Jolie'nin özel bir lisansı da bulunmaktadır. Aynı zamanda kendine ait, özel Cirrus SR22 model uçağı var. Medya bir süre Jolie'nin Budist olduğunu iddia etti. Fakat, Jolie Budist olmadığını, yalnızca Budizm öğrenmeye çalıştığını söyledi. Çünkü, oğlu Maddox'un topraklarında bu dinin hakim olduğunu ve oğlunun kültürünün öğrenmeye çalıştığını söyledi. Şu ana kadar Tanrı'ya inanıp inanmadığıyla ilgili bir açıklama yapmadı. 2005'in başlarından itibaren Brad Pitt ile olan ilişkisi medyada en çok yazılan ünlü hikâyelerinden biri oldu. Pitt ile ilişkilerine "Brangelina" deniliyor. Jolie ve Pitt, ilk çocuklarının doğumunda medyanın ilgisinden uzaklaşmak için Namibya'ya gitti. Onlar Namibya'da iken basın Shiloh'u "İsa'dan beri en çok beklenen bebek" olarak tanımladı. İki yıl sonra ise Angelina Jolie'nin ikinci hamileliği tekrar medyanın bir numaralı konusu oldu. Jolie, Nice'de doğumunu gerçekleştirmek için, gazeteciler ve fotoğrafçılar dışarıda beklerken 2 hafta geçirdi. Q Score'un 2000 yılında Jolie, Oscar kazandıktan sonra yaptığı anketin sonucunda, ankete yanıt veren insanların yalnızca %31'i Angelina'yı kendilerine yakın buldu. 2006 yılında yapılan aynı ankete göre ise Amerikanların %81'i Angelina'yı kendilerine yakın hissetti. Yine 2006 yılında ACNielsen tarafından, 42 uluslararası alanda, Pitt ile birlikte ürünler ve markalar için en favori ünlü seçildi. Jolie, 2006 ve 2008 yılında Dünyanın en etkili 100 ismini belirleyen Time 100 listesine girdi. Jolie; "People", "Maxim", "FHM", "Esquire", "Vanity Fair", "Stuff" gibi dergileri de kapsayan birçok dergide dünyanın en güzel kadını, en seksi kadını seçildi ve defalarca ilk beşe girdi. Son olarak, Forbes dergisi tarafından dünyanın en güçlü kadını seçildi. Jolie, aynı listede 2008'de üçüncü, 2007'de ise on dördüncüydü. Dünyanın en güçlü kadını olan Jolie, 2009 yılında Forbes dergisi tarafından Hollywood'un en çok kazanan oyuncusu seçildi. Angelina Jolie 2 Şubat 2013 tarihinde konan teşhisin ardından göğüslerini aldırdığını açıkladı. Angelina Jolie, New York Times'a yazdığı makalede teşhisin 2 Şubat’ta konulduğunu ve iki hafta içinde ameliyat masasına yattığını söyledi. Angelina Jolie, "Taşıdığım BRCA1 geni nedeniyle göğüs ya da yumurtalık kanseri olma riskim çok fazla. Mastektomi ameliyatının ardından göğüs kanseri riski yüzde 87'den yüzde 5'e düştü. Ameliyatım 8 saat sürdü. Daha sonra göğüslerime implant yerleştirildi" diye yazdı. Mart 2015'te yumurtalık kanseri olma riski yüksek bulunduğu için yumurtalıklarını ameliyat ile aldırmıştır. Jolie'nin kişisel olarak bilinçli hale gelmesi Kamboçya'da "Tomb Raider" filmini çekerken oldu. Sonra, uluslararası tehlikeler hakkında daha fazla bilgi almak için UNHCR ile çalışmaya başladı. İlerleyen aylarda koşulları daha iyi görebilmek için mülteci kamplarını ziyaret etti. 2001 yılının şubat ayında, ilk tarla çalışmasını Sierra Leone alanına ve Tanzanya'ya gerçekleştirdi. Jolie, Tanzanya'dan döndüğünde hala şokta olduğunu söyledi. Sonraki gelen aylarda ise iki buluşma için Kamboçya'ya geri döndü. Jolie, UNHCR'a Pakistan için 1 milyon Amerikan doları bağışladı ve sonrasında oradaki Afgan mültecilerle buluşmak için Pakistan'a gitti. Görevleriyle ilgili madde manevi her şeye asılan 27 Ağustos 2001'de Jolie'ye Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komisyonu İyi Niyet Elçisi unvanı verildi. Jolie, tüm dünyada 20 ülkeden fazla yerde alan (savaş alanı, mültecilerin alanı vs.) çalışmalarında bulundu ve mültecilerle buluştu. Jolie'ye bir keresinde neyi başarmayı umduğu sorulduğunda şöyle yanıt verdi: "Bu insanların durumunun haberdar olunması. Bence onlar yaşadıkları için tebrik edilmeli, küçümsenmemeli." Jolie, 2002 yılında Tham Hin adlı mülteci kampını Tayland'da ziyaret etti. Sonrasında, Kamboçyalı mültecilerle buluşmak için Ekvador'a gitti. Ardından Kosova'daki UNHCR tesislerine gitti ve Sudan'dan gelen mültecilerle Kenya'da Kakuma mülteci kampında buluştu. Ayrıca, Namibya'da "Beyond Borders" filminin çekimlerindeyken Angolalı mültecilerle de buluştu. Jolie, 6 günlük bir görev için, 2003 yılında Tanzanya'ya gitti. Orada, Kongolu mültecilerle buluşan Jolie, sonrasında Sri Lanka'ya uzun bir yolculuğa çıktı. Jolie Rusya'ya ve Kuzey Kafkasya'ya dörder günlük görevler için de gitti. "Beyond Borders" filmini çekerken aynı zamanda "Notes from My Travels" (Yolculuklarımdan Notlar) adlı bir kitap yayımladı. Kitap onun ilk yolculukları (2001-2002) sırasında tuttuğu notlardan oluşuyordu. Kitabın geliri UNHCR'a bağışlandı. Aralık 2003'te özel bir ikamet için Ürdün'de olan Jolie, Ürdün'ün doğu çöllerindeki Iraklı mültecilerle görüşmek istedi. Bunun dışında Sudanlı mültecilerle buluşmak için Mısır'a gitti. Jolie, ABD sınırları içerisindeki ilk yolculuğunu Arizona'ya 2004 yılında gerçekleştirdi. Orada, üç tesis ve güneybatı anahtar programda alıkoyulan sığınak arayıcılarını ve ankada eşlik edilmeyen çocuklar için açılan bir tesisi ziyaret etti. 2004 yılının Haziran ayında, Çad'a uçtu. Batı Sudan'ın Darfur bölgesinde savaşmaktan kaçmış olan mülteciler için yerleri ve kampları sınırlamak için bir ziyaret gerçekleştirdi. Dört ay sonra ise bölgeye döndü ve bu sefer Batı Darfur'a doğru gitti. Ayrıca 2004 yılında Tayland'da Afgan mültecilerle buluştu ve Noel tatilleri esnasında Lübnan'a özel bir ziyarete giderken, Beyrut'ta UNHCR'in bölgesel ofisini, bazı genç mültecileri ve onlara ek olarak Lübnan'ın başkentindeki kanser hastalarını ziyaret etti." 2005 yılında, Jolie, içinde Afgan mültecilerinde bulunduğu Pakistan kamplarını ziyaret etti. Ayrıca, Pakistan'ın başkanı Pervez Müşerref ve Pakistan'ın başbakanı Shaukat Aziz ile buluştu. Sonra, kasım ayında, şükran hafta-sonu esnasında, Pitt ile beraber 2005 Kaşmir depreminin etkisini görmek için Pakistan'a döndü. 2006 yılında Jolie ve Pitt, Haiti'ye uçtular. Orada Yele Haiti tarafından desteklenen bir okulu ve Haiti'de doğmuş hip hop müzisyeni Wyclef Jean tarafından kurulan bir yardım kuruluşunu ziyaret etti. Jolie, Hindistan'da "A Mighty Heart"ı çekerken, Afgan ve Birmanyalı mültecilerle Yeni Delhi'de buluştu. 2006 yılının Yılbaşı gününü ise Kolombiyalı mültecilerle hediyeleri dağıttığı San José, Kosta Rika'da geçirdi. 2007'de, Jolie bir-iki günlük görevde Darfur'dan gelen mülteciler için kötüleşen güvenlik durumunu değerlendirmek için Çad'a döndü. Bunun sonucu olarak Jolie ve Pitt, Çad ve Darfur'daki üç yardım kuruluşuna 1 milyon dolar bağışladı. Bu esnada Jolie, Suriye'ye ilk ziyaretini gerçekleştirdi ve iki kez Irak'a gitti. Irak'ta Iraklı mültecilerle, Amerikan askerleriyle ve çok uluslu olan orduyla buluştu. Son olarak Jolie, 2009 yılında Irak'a üçüncü ziyaretini gerçekleştirdi. Irak'ta halkla buluşup onlara destek olmaya çalıştı ve Amerikan askerleriyle buluştu. Zaman içerisinde Jolie bu sorunları politik alanda duyurmaya başladı. Daha önce 4 kez katıldığı Dünya Mülteci Günü'ne 2009 yılında Washington'da katılan Jolie, 2005 ve 2006 yılında Dünya Ekonomik Forumu'unda davetli konuşmacıydı. Jolie, ayrıca insanların sorunlarını anlatmak amacıyla kongre üyeleriyle Washington'da lobi yapmaya başladı. 2003'ten beri Jolie kongre üyeleriyle en az 20 kez buluştu. Angelina Jolie'nin ilişkilerinin ve filmlerinin yanı sıra dövmeleri de her zaman ilgi çekti. Şu an Jolie'nin vücudunda bilinen 12 dövmesi var. Kolunda Arapça harflerle "strength of will" (irade kuvveti) yazan dövmesi var. Yine kolunda, Winston Churchill'inn ünlü konuşmasını yaptığı tarihi temsil eden "V" ve "MCMXL" dövmesi ve gerisinde ise "XIII" dövmesi var. Karnının aşağı kısımlarında, kasıklarının yukarısında, Latince harflerle "Quod me nutrit, me destruit" (Beni besleyen şey, beni yok edecek) yazan bir dövmesi var. Sırtında, sol üst köşede, oğlu Maddox'un geldiği yerin alfabesiyle kötü şanstan korunmak için bir dua bulunuyor. Sol kolunda, Tennessee Williams tarafından söylenmiş, "A prayer for the wild at heart kept in cages" (Vahşi yürekli olup da kafeslerde tutulanlar için bir dua) dövmesi bulunuyor. Sırtında, boynunun olduğu hizada, "haklarını bil" anlamına gelen "know your rights" dövmesi ve sol kolunda çocuklarının doğdukları yerlerin coğrafi koordinatlarını gösteren bir dövme bulunuyor. Sırtının altları, kalçasının yukarısında ise büyük bir kaplan dövmesi var. Bunların dışında daha birçok dövmesi olan Jolie, yıllar içerisinde birçok dövmeyi yaptırdıktan sonra da sildirdi. Ejderha ve Billy Bob dövmesinin üstüne çocuklarının doğduğu yerlerin coğrafi koordinatları gösteren dövmeyi yaptırdı. Jolie sol kolundaki Billy Bob dövmesi hakkında "Asla vücuduma bir erkeğin ismini dövme yaptırmayacağım" dedi. Çince'de ölüm anlamına gelen, "死" şeklindeki dövmenin üzerine ise kötü şanstan korunmak için yapılan duayla kapattırdı. Belinin altlarında sildirdiği bir pencere dövmesini programcı James Lipton'un "neden pencere?" sorusu üzerine şöyle anlattı: "Her zaman kendimi içeride hissediyordum, ruhum kapana kısılmış gibiydi ve içimde hep dışarıya bakma arzusu vardı. Her zaman dışarıda olmak istiyordum. Setlerde, molalarda pencereden bakar, dalar giderdim. Bu dövmeyi sildirdim. Çünkü artık olmak istediğim yerde, dışarıdayım." Sol kolunda, anlamını yalnızca Billy Bob ve Angelina'nın bildiği bir dövme de Arap harfleriyle yazılan "irade kuvveti" (العزيمة) anlamı
na gelen dövmeyle kapatıldı. M harfini ön kolunda dövmeleyen Jolie sonrasında bu dövmeyi de sildirdi. Sağ kolunda Japonca cesaret anlamına gelen dövmesini de yıllar içinde sildirdi. Anthony Hopkins Sir Philip Anthony Hopkins, (d. 31 Aralık 1937), CBE (Britanya İmparatorluk Nişanı) sahibi, Galli film ve televizyon oyuncusu, besteci ve ressam. 1957'de Galler Kraliyet Müzik ve Tiyatro okulundan mezun olduktan sonra Londra'da bulunan Kraliyet Tiyatro Sanat Akademisi'nde eğitim görmüş ve kendisini Kraliyet Ulusal Tiyatrosu'na davet eden Laurence Olivier tarafından keşfedilmiştir. Beyaz perdeye ilk kez 1968'de 'Richard I' rolünü üstlendiği 'The Lion in Winter' filmiyle adım atmıştır. Yaşayan en iyi aktörlerden biri olarak kabul edilen Hopkins, canlandırdığı çok tanınan Hannibal Lecter karakteriyle The Silence of the Lambs adlı filmde en iyi erkek oyuncu Oskarını kazanmış ve serinin devam filmi olan Hannibal ile ön bölümü olan "Red Dragon" filmlerinde rol almıştır. Diğer dikkate değer filmleri ise şunlardır; The Mask of Zorro, The Bounty, Meet Joe Black, The Elephant Man, Magic, 84 Charing Cross Road, Bram Stoker's Dracula, Legends of the Fall, Thor, The Remains of the Day, Nixon, The World's Fastest Indian, İnstinct ve Fracture. Hopkins, Akademi Ödülünün yanında ayrıca üç defa Bafta, iki defa Emmy ve bir defa Cecil B. DeMille ödüllerini de kazanmıştır. 1993 yılında sanata yaptığı hizmetlerden ötürü Kraliçe Elizabeth II tarafından şövalye ilan edilmiştir. 2003 yılında Hollywood Şöhret Yolunda bir yıldız almış ve 2008 yılında Biritanya Film ve Televizyon Sanatları Akademisinin üyeliğini yapmıştır. Hopkins, 31 Aralık 1937'de Margam, Port Talbot, Galler'de, Annie Muriel ve fırıncı Richard Arthur Hopkins'in oğlu olarak doğdu. Onun okul günleri verimsizdi; okul yerine kendisini sanata vermesi hâlinde daha başarılı olacağını düşünmekle beraber piyano çalmak ve resim yapmak istiyordu. 1949'da ailesi ona disiplin aşılamak için Pontypool, Galler'de Jones West Monmouth Erkek Okulu'na katılmasında ısrar ettiler. O beş dönem orada kaldıktan sonra Galler Vale of Glamorgan'da Cowbridge Grammer School'da eğitim gördü. Hopkins 15 yaşındayken sadece ismen tanıştığı Galli vatandaşı Richard Burton (kendisi de Port Talbot doğumlu) tarafından teşvik edilmiştir. Alelacele kaydolduğu Galler'in Cardiff şehrinde bulunan Galler Kraliyet Müzik ve Tiyatro Okulu'ndan 1957 yılında mezun olmuştur. İki yıl boyunca İngiliz ordusunda vatandaşlık görevini yerine getirdikten sonra daha önce eğitim için bulunduğu (Kraliyet Dramatik Sanatlar Akademisi) Londra'ya taşınmıştır. Hopkins ilk profesyonel oyununu 1960 yılında Swansea Little Theatre'ın yapımcılığını üstlendiği Have A Cigarette oyununda sergiledi. 1965'te, repertuvarda birkaç yılın ardından, Laurence Olivier tarafından fark edildi ve Londra'da bulunan Kraliyet Ulusal Tiyatrosu'na katılmaya davet edildi. Hopkins burada Olivier'ın yardımcı oyuncusu oldu ve Olivier'ın apandisinin patladığı dönem Strindberg'in The Dance of Death adlı oyununun ağustos yayını boyunca onun yerini doldurdu. Laurence Olivier daha sonra bundan, anılarını topladığı meşhur "Bir Aktörün İtirafları" adlı kitabında, "o, Anthony Hopkins adında, şirketin olağanüstü umudu olan, yeni genç bir aktör benim yardımcı oyuncumdu ve bir farenin dişleri arasındaki bir kedi gibi Edgar'ın parçasıyla ilerledi." diyerek bahsetmiştir. Hopkins ülkesinde başarılı olmasına rağmen her gece aynı rolleri tekrarlamaktan yorulmuş ve filmlerde oynamak istemiştir. Televizyona ilk çıkışını A Flea in Her Ear adlı oyunun BBC yayını ile yapmıştır. 1968 yılında The Lion in Winter filminde Kral I. Richard rolünde oynamasına rağmen tiyatroda devam etmiş (Özellikle David Hare'in Pravda adlı oyununda Lambert Le Roux rolü ve Howard Brenton yönetmenliğindeki Antonius ve Kleopatra oyununda Judi Dench'e karşı Antonius rolünün yanı sıra Peter Shaffer'in Broadway yapımı Equus'da oynamıştır.) ve uzaklardan kademeli olarak ilerleyerek bir sinema ve televizyon oyuncusu hâline gelmiştir. Hopkins 1970 yılında BBC'nin televizyon filmi The Great Inimitable Mr.Dickens'da Charles Dickens'ı, 1972 yılındaysa BBC'nin kısa dizisi The War and Peace'de Pierre Bezukhov'u canlandırdı. Hopkins, 1972 yılında Young Winston filminde, birinci dünya savaşı sırasında Britanya kralı olan David Lloyd George'u ve 1977 yılında Richard Attenborough'un ikinci dünya savaşı filmi olan A Bridge Too Far'da Britanya Ordusu yarbayı John Frost'u oynadı. Hopkins 1980 yılında, The Elephant Man filminde, John Hurt tarafından canlandırılan, yüzü ve vücudu ağır deforme olmuş bir 19.yüzyıl Londra adamı Joseph Merrick'e bakan İngiliz doktor Sir Frederick Treves'i oynadı. O yıl aynı zamanda A Change of Seasons adlı filmde Shirley MacLaine'e karşı oynadı ve ünlü sözünü söyledi, "şu ana kadar birlikte çalıştığım en iğrenç aktris". O 1984 yılında, Kraliyet donanma gemisi HMS Bounty'de çıkan isyandan uyarlanan The Bounty filminde kaptan William Bligh olarak Mel Gibson'a karşı oynadı. Hopkins, 1992 yılında Francis Ford Coppola'nın yönettiği Bram Stoker's Dracula adlı filmde Abraham Van Helsing karakterini canlandırdı. Hopkins, 1950'lerin savaş sonrası Britanyasında geçen ve eleştirmenlerce övülen 1993 yapımı The Remains of the Day filminde Emma Thompson'a karşı oynamıştır. Hopkins bu filmdeki performansıyla en iyi erkek oyuncu akademi ödülüne aday olurken, film de tüm zamanların en iyi İngiliz filmlerinden sayılmıştır. Hopkins 1993 yılında İngiliz yapımı biyografik bir film olan Shadowlans'de Oxford öğretim üyesi C.S. Lewis'i canlandırmış ve en iyi erkek oyuncu BAFTA ödülü almıştır. Doksanlı yıllarda ise Bart the Bear ile iki filmde çalışma şansı yakalamıştır: Legends of the Fall (1990) ve The Edge (1997). Antrenör Lynn Seus'a göre, "Tony Hopkins Bart ile birlikte kesinlikle göz alıcıydı... O tanınan ve saygı duyulan adam gibi bir aktör. O saatler boyunca yalnızca Bart'a bakar ve ona hayran olurdu. Ve işte bu nedenle o, Bart ile birlikte birçok sahneye sahip." Hopkins 1998 yılında Britanya'nın en çok para ödenen oyuncusuydu, oynadığı The Mask of Zorro ve Meet Joe Black filmlerinin yanı sıra 15 milyon pound karşılığında Dr. Hannibal Lecter rolünü yeniden canladırmayı kabul etti. Hopkins 2000 yılında Dr.Seuss'un hikâyesinden uyarlanan "How The Grinch Stole Christmas" filminde anlatıcı oldu. 2003 yılında ise ABD'de Hollywood Bulvarı olarak da bilinen Hollywood Şöhret Kaldırımından bir yıldız aldı. Hopkins, Burt Munro rolüyle 2005'teki The World's Fastest Indian filminde Burt Munro'yu canlandırdı, bu rol onun favorisiydi. Ayrıca Hopkins, Munro'nun oynadığı en kolay rol olduğunu iddia etti çünkü her ikisi de gerçek hayatta benzer görünümlere sahip adamlardı. Hopkins 2006 yılında Cecil B. DeMille ödüllerinin ömür boyu başarı altın küresinin alıcısıydı. 2008 yılında ise Britanya Film Akademisinin verdiği en yüksek ödül olan BAFTA Akademi Bağlılık Ödülü'nü aldı. 24 Şubat 2010'da Hopkins'in, The Rite filminin kadrosunda olduğu açıklandı, film 28 Ocak 2011'de yayınlandı. O, bu filmde şeytan kovmanın geleneksel olmayan yöntemlerinde uzman bir rahibi oynadı. Hopkins filmden sonra kendisinin inancı hakkında yöneltilen sorulara filmden alıntı yaparak şöyle dedi; "Ben şahsen neye inandığımı bilmiyorum". Fakat bunun yanında söylendiğine göre kendisine bu konuda bir yol çizmiş, "Bilmiyorum, eğer bir gün inanırsam Tanrı'ya ya da Noel Baba'ya ya da Tinkerbell'e onunla teşhis etmek içindir bu, onun düzendeki karakterini." Diğer taraftan aynı zamandaki öteki kaynaklarda onun Tanrı'ya inandığı ve yıllardır bunu yaptığı söylenir. Hopkins, 21 Eylül 2011'de Peter R. de Vries'ın kitabından uyarlanan Bay Heineken'in kaçırılmasını anlatan aynı adlı filmde Heineken'in sahibi Freddy Heineken rolündeydi. Ayrıca aynı yıl Marvel Comic'in Thor adlı çizgi romanından uyarlanan filmde tanrıların tanrısı veya Asgard'ın kralı olan Odin'i canlandırdı. Hopkins, Sacha Gervasi'nin yönettiği biyografik bir film olan Hitchcock'da, Psiko filminin yapımı sırasında kendi kariyerini izleyen Alfred Hitchcock'u canlandırdı. Film 23 Kasım 2012'de yayınlandı. 2013 yılındaysa adlı filmde yine Odin rolündeydi. 2014 yılına gelindiğinde Darren Aronofsky'nin Nuh filminde Methuselah (çok yaşlı adam)'ı canlandırdı. Hopkins roller için yaptığı hazırlıklarıyla ünlüdür. Röportajlarında da belirttiği gibi, bir kere kendisini role adadığında, rolünün doğal sesini bulup, düşünmeden yapabilene kadar, gerektiği gibi birçok kez (bazen 200'den fazla) o rolü dener. Rol için yapılan bu sıkı çalışmalar onu yapaylıktan kurtarır ve neredeyse rolün gündelik bir hâle getirilmesini sağlar. Bu, özenli bir doğaçlamaya fırsat tanırken, senaryodan yola çıkan yönetmenle ya da filmde aşırı sayıda pay talep eden diğer aktörlerle nadiren de olsa bir anlaşmazlık meydana getirir. Hopkins belirtilen sahneyi bitirdikten sonra, basitçe rolünü terk eder ve daha sonra onları hatırlamaz. O, üzerinden yıllar geçse bile filmlerden repliklerini hatırlayan diğerlerine benzemez. Daha önce beş kere Hopkins'e yönetmenlik yapan Richard Attenborough, birçok sahneyi paylaşan iki yıldızın, Hopkins ve Debra Winger'ın farklı yaklaşımlarını birleştiren 93 yapımlı Shadowlands'in çekimleri boyunca, uzun zaman kendini Hopkins'in yerinde buldu. Çünkü yeni bir rolün doğallığını tercih eden ve provaları minimumda tutmayı seven Hopkins'in yanı sıra Debra Winger sürekli prova yapardı. Attenborough, buna çözüm bulmak için, Winger'ın provaları boyunca Hopkins'in yerini aldı, sadece son rolden önce ona bıraktı. Yönetmen bu konuya Hopkins'i öven şu sözleri söyleyerek açıklık getiriyor; "Onun ilk zamanlarda hep söylediği o yolu duyduğunuzda, bu olağanüstü yetenek sizi inandırır. Bu inanılmaz bir yetenektir." Rollerini hatırlama yeteneğiyle tanınan Hopkins, öğrendiği şeyleri bir şiir ve Shakespeare gibi olan kalbi sayesinde hafızasında akıcı tutar. Hopkins, Steven Spielberg'in Amistad filminde, yedi sayfalık bir mahkeme konuşmasını hatırlamasıyla ekibi şaşırtmıştır. Bu olaydan sonra korkudan hayran kalan Spielber
g kendine gelemediği için Tony'i aramış ve çekimler boyunca Sir Anthony ile konuşmakta ısrar etmiştir. Hopkins, gerektiği vakit yerli Galli aksanını bırakmakta usta olan yetenekli bir taklitçidir. O, 1991 yılında Spartacus'un yeniden yapımındaki ek sahneler için kendisinin son ustası Laurence Olivier'ın sesini taklit etmiştir. Onun 1998'deki röportajı, komedyen Tommy Cooper'ın bir canlandırması olan İngiliz Talk Show'u Parkinson'da yayınlandı. Hopkins'in gerilim filmlerinde sergilediği inandırıcı rollerinde, ona "denizaltı gibi" dediği oyunculuğu yardım etti. O, "Bu bir aktör için kaçınması çok zor, biraz göstermek istersin. Ama bence daha az olan daha iyiyi gösterir." dedi. Muhtemelen Hopkins'in en meşhur rolü olan The Silence of the Lambs filmindeki Hannibal Lecter karakteri 1991 yılında kendisine en iyi erkek oyuncu akademi ödülünü kazandırdı aynı zamanda filmde kendisine karşı Clarice Starling olarak oynayan Jodie Foster da en iyi kadın oyuncu akademi ödülünü kazandı. Film ise en iyi görüntü, yönetmen ve senaryo uyarlaması olarak ödül kazandı. Hopkins bu filmde filmin %14'ten daha az, 16 dakikanın yalnızca biraz üstünde ekranda boy gösterir ve bu Oscar kazandıran en kısa başrol performanslarından biridir. Hopkins daha sonra, 2001'de Hannibal ve 2002'de Red Dragon filmlerinde iki kez daha Lecter rolünü canlandırmıştır. The Silence of the Lambs filmindeki orijinal karakter Amerikan Film Enstitüsü tarafından bir numaralı kötü adam olarak etiketlenmiştir. Bu rol teklif edildiği sırada, Hopkins Madame Butterfly performansı için Londra sahnesine dönüş yapıyordu. O, yılın en iyisi olarak Hollywood'da yaşadıktan sonra Britanya'ya geri döndü, her şeye sahipti fakat hepsini orada bıraktı, bu konuda şöyle diyor; "Hayatımın o güzel parçası bitti, o bölüm kapandı. Ben zannettim ki, yalnızca pezevenklik yapacağım West End'in etrafında, saygın bir aktör olabilmek ve BBC'de kafamı dinleyecek saygın bir iş yapabilmek için." Hopkins, Thomas Harris'in romanından uyarlanan ilk üç filmde ikonik kötü adam Lecter'i oynadı. Söylendiğine göre yazar, kötü adam karakterini Hopkins'in canlandırmasından çok memnun. Buna rağmen Hopkins, Red Dragon'un karakter olarak son performansı olacağını ve Hannibal Rising serisinin yeni sezonunda anlatıcı rolünde bile olsa, yeniden oynamayacağını belirtti. Hopkins 1987 yılında Britanya İmparatorluk Nişanı aldı ve 1993 yılında sanata verdiği hizmetlerden dolayı Buckingham Sarayında şövalye ilan edildi. 1988'de fahri bir edebiyat doktorası yaptı ve 1992 yılında Lampeter'daki Galler Üniversitesi tarafından onursal dostluk ile ödüllendirildi. Hopkins birkaç yıl sonra bir gece şovunda Jay Leno ile birlikte göründü, Amerikan hayranlarının ve arkadaşlarının onu "Tony" diye çağırmasını alçak gönüllülükle kabul etti ve hoşuna gitti. Hopkins 2007'den beri Los Angeles, Kaliforniya'da ikamet ediyor. O daha önce, 1970'lerde film kariyerini sürdüğü sırada Birleşik Devletlere taşınmıştı fakat 1980'lerden sonra Londra'ya geri döndü. Ancak, 1990'lardaki başarısının ardından yeniden ABD'ye dönmeye karar verdi. Britanya vatandaşlığından alıkonuldu, 12 Nisan 2000'de Birleşik Devletler vatandaşı oldu ve ülkede baştan başa 3000 mil yolculuk yaparak bunu kutladı. Hopkins üç kez evlenmiştir. İlk iki karısı Petronella Barker (1966–1972) ve Jennifer Lynton'dır (1973–2002). İlk evliliğinden bir kızı vardır, Abigail Hopkins (20 Ağustos 1968 doğumlu), bir oyuncu ve şarkıcı. Şimdi Stella Arroyave ile evlidir. Çift Malibu'da yaşamaktadır. Hopkins, 2012 noel arefesinde Pembrokeshire, Galler'deki Aziz David Katedrali'nde yeminini yenileyerek evliliğinin onuncu yıl dönümünü kutlamıştır. Hopkins çeşitli hayır kurumlarına desteğini sunmuş ve özellikle Kuzey Galler'deki Snowdonia Ulusal Parkı'nın korunması için gereken sermayenin kaldırılmasında temyize güvenenlerin önderi hâline gelmiştir. Hopkins 1998 yılında Snowdon'un kısımlarını satın almada yardım çabaları için gereken 3 milyon pounda 1 milyon pound bağışlamış ve önceki kampanyada Anthony Hopkins'in Snowdoniası adlı bir çalışma hazırlayarak 1995'te bunu yayınlamıştır. Hopkins ilk kez 1950'lerde katıldığı YMCA'nin, memleketi Güney Galler, Port Talbot'daki merkezinde 20 yıldan fazla bir süredir patrondur. Çeşitli diğer hayırsever grupları da desteklemektedir. O, kadınları ilaç bağımlılığından kurtarmak için rehabilitasyon yardımı sunan ve kâr amacı gütmeyen Venedik-Kaliforniya merkezli Women in Recovery A.Ş. için düzenlenen bağış toplama etkinliğinin onur konuğu olmuştur. Kendisi Kaliforniya'nın Malibu ilçesinde oturmasına rağmen Santa Monica ilçesinde bulunan Ruskin Oyunculuk Okulu'nda gönüllü öğretmendir. Hopkins 1997-2007 arasında Boise, Idaho'da bulunan New Heritage Theatre şirketinin onursal patronu olarak hizmet vermiş, tiyatronun repertuvarı için bağış ve pazarlama çabalarına katılmıştır. Hopkins, iyileşen bir alkoliktir, içmeyi 25 Kasım 1975'te bırakmıştır. İyileşmesindeki en büyük yardımın Tanrı'ya olan inancı olduğunu söylemiş ve "Ateist olmak, hiç penceresi olmayan kapalı bir hücrede yaşamak gibi olmalı." diyerek ateizmi eleştirmiştir. Sigarayı da Allen Carr metodunu uygulayarak bırakmıştır. 2008 yılında bir kilo verme programına başlamış ve 2010'a kadar yaklaşık 36 kilo vermiştir. Galler'deki Kraliyet Müzik ve Tiyatro Koleji'nin 2,3 milyon poundluk bir kanadı, okulun eski mezunlarından olan Hopkins'den sonra, Anthony Hopkins Merkezi olarak adlandırılmıştır. Hopkins çevre koruma grubu olan Greenpeace'in önemli bir üyesidir ve 2008'in ilk aylarında, Japonya'da her sene gerçekleşmeye devam eden balina avcılığını dile getiren bir reklam kampanyasının başrolünde oynamıştır. Ayrıca 1992'de alkol ve uyuşturucu bağımlılarının yardımına açılan Downview'daki tedricî tedavi rehabilitasyon ünitesinin ilk günlerinden beri RAPT (Bağımlı Mahkûmlara Ümit Rehabilitasyonu)'nin bir başkanıdır. O, Galli komedyen Tommy Cooper'ın bir hayranıdır. Aktör, 23 Şubat 2008'de, Tommy Cooper Derneği'nin başkanı olarak, eğlendiren adamın memleketi olan Güney Galler, Caerphilly'de bir hatıra heykelinin örtüsünü kaldırmıştır. Hopkins bu tören için Cooper marka bir fes takmış ve Cooper'ın klasikleşmiş bir komedi gösterini yapmıştır. 1986'da Birleşik Krallık'ın en çok dinlenen tekli albümler listesinde 75. sırada bulunan "Distant Star" adlı tekli bir albüm yayınladı. 2007 yılında dünya turu yapmak için geçici bir süreliğine ekranlardan emekli olacağını açıkladı. Hopkins ayrıca konser salonları için beste yaptı ve orkestracı olarak Stephen Barton ile iş birliği içinde. Bu kompozisyonlar, dünyadaki ilk gösterimi Ekim 2008'de Dallas Senfoni Orkestrası ile birlikte yapılan The Masque of Time ve Schizoid Salsa adlı çalışmaları da içerir. Hopkins 1990 yılında Galli vatandaşı şair Dylan Thomas hakkında, başlıklı bir film yönetti, bu onun ekrandaki ilk yönetmenliğiydi. 1996 yılında ise Çehov'un Vanya Dayı oyununun Galler'deki bir uyarlaması olan August filmini yönetti. Onun ilk senaryosu Slipstream adlı deneysel bir dramadır, o hem bu filmi yönetmiş hem de oynamıştır, filmin ilk gösterimi 2007 yılında Sundance Film Festivali'nde yapılmıştır. Hopkins 1997 yılında doğadaki yırtıcı davranışları gösteren BBC'nin doğa belgeseli dizisini öykülemiştir. O, 1.-3. bölümler boyunca John Shrapnel'den önce onun yerine anlatıcılık yapmıştır. Hopkins BBC'nin durum komedi dizisi Only Fools and Horses'ın bir hayranıdır ve bir keresinde bir mülakatta dizide nasıl görünmek istediğini söylemiştir. Senarist John Sullivan bu mülakatı görmüş ve Hopkins'le birlikte yerel bir kötü adam olan Dany Driscoll karakteri yaratılmıştır. Ancak yeni dizinin çekimleri The Silence of the Lambs'in çekimleriyle çakışmış ve Hopkins oynayamayacak olmuştur. Bunun üzerine rol Hopkins'in yerine Roy Marsden'e gitmiştir. André Rieu, 31 Ocak 2011'de Hopkins'in bir valsinden oluşan And the Waltz Goes On adlı bir albüm yayınladı. Albüm şarkıyla aynı ismi aldı. Ocak 2012'de, Hopkins'in "Composer" adlı bir klasik müzik albümü Birmingham Şehir Senfoni Orkestrası tarafından sergilendi ve Decca tarafında yayınlandı. Hopkin, aynı zamanda BAFTA, Emmy ve Altın Küre Cecil B. DeMille Ödülü sahibidir. Billy Crystal William Edward "Billy" Crystal, (d. 14 Mart 1948) ABD'li aktör, yönetmen ve yapımcı. Pek çok ödülü ve adaylığı olan oyuncunun, 5 kez Emmy ödülünü almasının, 3 kez Altın Küre'ye 1 kez Razzie'ye adaylığının yanı sıra dikkat çeken bir başka ödülü de Dünya Film Müziği Ödülleri'nde Sevimli Canavarlar filmine yaptığı müzikle aldığı En İyi Orijinal Müzik ödülüdür. Hülya Koçyiğit Hülya Koçyiğit (12 Aralık 1947; Kuzguncuk, Üsküdar), Türk sinema, televizyon ve dizi oyuncusu. 1991 yılında Devlet Sanatçısı seçilmiştir. 1991-1992'de kurucusu olduğu SO-DER'e başkan seçilmiştir. Bu görevi 4 yıl sürdürmüştür ve halen yönetim kurulunda görev yapmaktadır. 12 Aralık, 1947 tarihinde Yenikapı'daki evlerinde doğmuştur. Annesi 16 babası ise 22 yaşında iken dünyaya gelmiştir. Daha sonra diğer iki kardeşi Feryal ve Nilüfer doğmuştur. 1948 yılında Koçyiğit bir yaşına girdiğinde Bağlarbaşı'ndaki bir eve taşınmışlardır. O zamanlar iki ayrı evde oturuyorlardır. Beş yaşına geldiğinde okula gitmeyi çok istemiştir, fakat o dönem çocuklar okula altı yaşında alınıyorlardı. Okula başvurduklarında ise okul müdürü mahkeme'ye gidip yaşını büyültmelerini söylemiştir. Kadıköy adliyesine gidip yaş büyültmeden hakimin onayı ile okula dönerek kayıt olunur ve beş yaşında ilk okula başlar. Öğrenci olarak sınıfta hep dans ederek ve şarkı söyleyerek ilk okul öğretmeninin dikkatini çeker ve müzik öğretmeni annesini yönlendirmeye başlar. Annesi tarafından çok ilgi görür. Müzik öğretmeninin ve etraftakilerin beklentisi her gün daha fazla artmaya başlamıştır. O yıl "Medrano" sirki İstanbul'a Beşiktaş'a gelmiştir. Birinci sınıftayken tüm sınıf ile birlikte sirke giderler. Bir anda kendini sahnede bulmuş ve Koçyiğit müzik eşliğinde dans etmeye başlamış, büyük ilgi görmüştür. Annesinin bir arkadaşı tarafından gazetede Ankara Devlet Konservatuarı'nın bale bölümüne öğrenci alına
cağını ve bunun için imtihan haberleri açıldığını görür. Annesi haberi okuduğunda Koçyiğit'i imtihanın yapıldığı Galatasaray Lisesi'ne götürür. İki İngiliz karı-koca ve öğretmenlerin jüri olarak bulunduğu sınava yaklaşık 310 kişi katılmıştır. Piyano eşliğinde dans eden öğrencilerin kimi beş kimi on dakika sahne de kalmıştır. Dokuz öğrencinin seçildiği sınavda Hülya Koçyiğit de vardır. Okul Ankara'da olduğu için Koçyiğit okulda yatılı kalacaktır. Fakat okul Ankara'da olduğu için babası izin vermemektedir. Fakat annesi tarafından çok büyük bir baskı olunca Ankara'ya giderler. Annesi ile kazandığı bale bölümüne gitmişlerdir. Daha sonra kalacakları yere giderek yatakhane'ye gidip dolabını yerleştirirler. Koçyiğit ise bale bölümündeki en küçük kızdır. Genellikle küçükler 11-12 yaşlarında, büyükler ise 18-19 yaşlarında oluyordu. Koçyiğit ise henüz 7 yaşındaydı. Annesi Ankara'da bir hafta otelde kalmış ve daha sonra İstanbul'a dönmüştür. Konservatuvara giderken hem de ilkokula gidiyordu. Üçüncü ders yılı başladığında Ankara'ya gitmedi, yaz tatilinden sonra babası tarafından Ankara'ya gitmesine izin verilmiyor ve İstanbul'da bir okul bakılıyor. İstanbul'da Atatürk Kız Lisesi'ne yazılır. Daha sonra İstanbul Şehir Tiyatroları'na diğer iki kız kardeşi ile birlikte girer. Bir yandan okula gider, diğer yandan tiyatroya gider ve diğer yandan ise baleye gider. Ayrıca Bebek'te bir öğretmenden piyano dersi almaktadırlar. Müzik öğretmeninden ise müzik dersi alır ve hiç boş bir günü yoktur. Yeni okulda her gün gösteriler düzenleniyor. Koçyiğit'in de gösterilerde genellikle hep rolü oluyor. İngilizce aksanı etrafındakiler tarafından çok beğeniliyordur. Muhsin Ertuğrul, Hülya Koçyiğit'in namını duyar ve şehir tiyatrolarının genel yönetmenine Koçyiğit'ten bahseder. Annesiyle birlikte apar topar Muhsin Ertuğrul'un yanına giderler. Muhsin Ertuğrul'un arkadaşı Koçyiğit'in annesinin yakını çıkınca Ertuğrul daha sempati duyuyor. Ertuğrul daha iyi eğitim alması gerektiğini bu yüzden Ankara Devlet Konservatuarı'na gönderilmesinin daha iyi olacağını söylüyor. Böylece Koçyiğit tekrar Ankara'ya gidiyor. Bu kez daha büyük ve daha deniyimli olduğu için tiyatro sahnesinde seyircinin karşısına daha deneyimli çıkar. Ankara Devlet Konservatuarı'nda okurken, iki kız kardeşi de İstanbul Şehir Tiyatrolarında oynar. Kız kardeşi Nilüfer'i beğenen bir film yönetmeni film de oynaması için kardeşine teklif götürüyor. Koçyiğit'in annesi teklifi kabul ediyor ve Nilüfer, Hülya Koçyiğit'ten daha önce bir film projesinde yer almıştır. Nilüfer'in oynadığı ilk filmin adı Bir Yetim'in Hasreti'dir. Başrollerinde Kenan Pars ve Gülistan Güzey yer almaktadırlar. Hülya Koçyiğit de kardeşinin rol adlığı ilk filmin setine ziyarete gitmiştir ve Gülistan Güzey'le tanışmıştır. Daha sonra Metin Erksan yeni çekeceği bir film için Nilüfer'e ikinci teklifi götüren kişidir. Çocuk Hırsızları adlı filmin çekimler yaz tatiline denk gelmiştir. Yaz tatiline denk geldiği için ablası Hülya Koçyiğit de kardeşinin rol aldığı ikinci filmin setini bir-iki kere ziyaret etmiştir. Hülya Koçyiğit setlere daha önceden gitmiştir. Şehir tiyatrolarında yönetmen ve seslendirme sanatçısı Abdurrahman Palay'ın Muhterem Nur ile birlikte çektiği bir filmin setine konuk olmuştur ve ilk olarak tanıştığı oyuncu ise Muhterem Nur olmuştur. Metin Erksan diğer yaz tatilinde Susuz Yaz adlı filmi çekmeye karar vermiştir. İddialı bir film olacağı söylenen filme yeni bir kadın oyuncu aranıyor, sırada annesi "Hülya'yu düşür müsünüz?" der. Yönetmen ile sette az karşılaşan Koçyiğit'i yönetmen yanına çağırıyor. Stüdyoya yolluyor, eşarp taktırıyor ve kaşlarını kalınlaştırarak çeşitli pozlarda resimlerini çektiriyor. Daha önce bir başka yönetmen karşısına çıkmış olmasına rağmen, tanıdıkları tarafından Memduh Ün'e Koçyiğit'ten bahsetmişlerdir. Göksel Arsoy'un başrolünde oynayacığı filme bir de kadın oyuncu aranıyordur. Birkaç tane aday vardır, adayların içinde bir de Filiz Akın vardı. Memduh Ün, okula Hülya Koçyiğit'i görmeye geliyor, ve o anda herkes Koçyiğit'e yardımcı oluyor. Elbiseler giydiriliyor, süslendiriyorlar ve makyaj yapıyorlar. Bir otelin resepsiyonunda buluşacaklardır ve otele Koçyiğit ile birlikte on kişi gelir fakat onlar kapıda bekler, Koçyiğit ise görüşme için otelin kapısından girer. Memduh Ün, Koçyiğit'i görür görmez hayal kırıklığına uğrar ve uzun uzun baktıktan sonra "çok küçükmüşsün" der. Ama filme kabul edilir. Aynı yaz Metin Erksan'da Koçyiğit'i çok küçük buluyor. O dönem en popüler sinema-müzik dergisi olan Ses dergisinin düzenlediği bir yarışmaya adının duyulması için Metin Erksan tarafından yarışmaya adı yazdırılır. Yarışma katılan ve birinci olan kişiye altı filmde oynaması için sözleşme imzalanacaktır ve altı filmde başrol oynayacaktır. Koçyiğit babası ile birlikte, fotoğraflarla babıali'deki Ses dergisinin binasına giderler. İlk elemeleri kazanır. İkinci eleme yetenek sınavı iledir ve Şile'de yapılacaktır. Bu sefer annesi ile birlikte gitmiştir. Elemeler başlamış ve mayoların giyilmesi istenmiştir, fakat Koçyiğit, yetenek sınavı diye yanına mayo getirmemiştir ve annesi ile birlikte kiralık mayo verilen bir yer var mı diye ortalıkta dolaşmıştır. Nereden bulacağız diye konuşurken adayların arasından Ajda Pekkan, "benim yanımda mayo var, ben zaten bikini giyeceğimi mayomu giyebilirsin" der. Böylece Pekkan'ın mayosunu giyerek elemelere katılır. Ajda Pekkan o yıllarda son derece halk arasında tanınmış bir kızdı. Koçyiğit ile arasında bir yaş fark vardı. Elemeleri Ajda Pekkan kazanmış ve birinci olmuş, Koçyiğit ise ikinci olmuştur. Ama yönetmenle anlaşma imzaladığı için hala bir filmde oynama şansına sahipti. Erkekler arasında ise Yeşilçam'ın büyük oyuncularında Ediz Hun birinci olmuştur. Koçyiğit, yarışmadan sonra film çekimleri için bademler köyüne gitmiştir ve ilk defa bir köye gitmiştir. Sanat yönetmeni tarafından filme hazırlanan ve rolüne çalıştırılan Koçyiğit'e, eşarp takılıyor ve köy kıyafetleri giydiriliyor. Metin Erksan ise film için her gün mekana bakıyor. Koçyiğit ise köy ortamına alışmaya çalışıyor. Çekimler başlıyor, Koçyiğit ise tiyatrodan aldığı eğitimle rolünü en iyi şekilde yapmak istiyor ve köylü kadın aksanıyla konuşuyor. Fakat, Metin Erksan ise bu durumla hiç ilgilenmez çünkü daha sonra stüdyo'da filme dublaj yapılacaktır. Filmin çekimleri iki ay sürmüştür ve son sahneler ise İstanbul'da çekilecektir. Koçyiğit eve dönünce okul hazırlıklarına başlacktır ama diğer şirketlerde anlaşma imzalamıştır. Oyunculuk ve okul arasında kalmıştır. Babası ile birlikte uzunca konuşmuş. Okula gitmeleri hep ertelenmiştir. Sınıf arkadaşlarından olan Salih Güney eve gelip, Koçyiğit okulu bırakmaması konusunda babasını ikna etmeye çalışıyor. Okuldan eve derslere başlandığı ve Koçyiğit'in bir an önce okula dönmesi için haber yollanıyor. Koçyiğit okula gitmek istiyor, fakat çok yoğun olduğunda dolayı, bir seçim yapması isteniyor ve Koçyiğit de Yeşilçam'ı seçiyor. "Susuz Yaz" filminin ardından, Basının büyük ilgisiyle karşılaşmıştır. Film dönemin büyük filmlerinden olmuş ve yurt dışındaki festivallere gönderilmiştir. "Yeni bir yıldız doğuyor." başlığı altında birçok film teklifi gelmiş ve oyunculuk kariyeri başlamış oldu. Oynadığı ilk film olan "Suzuz Yaz", 1964 yılında Berlin Film Festivali ve Meksika Film Festivali'nde en iyi film ödülünü alarak dünya çapında büyük bir başarı gösterir. Koçyiğit, daha önce beyaz perde de izlediği oyuncular ile birlikte kamera karşısına geçmeye başlar. Ayhan Işık çalışma saatleri ve günleri ile çalışırdı. Akşam yediden sonra asla çalışmazdı. Gece sahne çekilecekse gündüz istirahat ederek, gece çalışırdı. Öğle vakti mutlaka mola verilecek ve öğle yemeği yenilecekti. Koçyiğit, Ayhan Işık ile çalışırken mecburen bu kuralları uyguluyordu. Koçyiğit, Sadri Alışık ve Fikret Hakan'dan çok şey öğrenmiş ve Fikret Hakan ile henüz acemilik döneminde çektiği bir role hazırlanırken yalnız başına bunaldığı dönemlerde Koçyiğit'e hep destek olmuştur. Her oynadığı büyük oyuncudan bir şeyler öğrenmiştir. Hülya Koçyiğit, oynadığı filmlerde genel olarak kendi sesiyle konuşmak istiyordur. İlk oynadığı filmden itibaren sinema da kendi sesini duymak istemiştir. Fakat o dönem yalnızca şehir tiyatrolarında sinema ile ilişkisi olan oyuncular ancak kendilerini bir filmde seslendiriyorlardı. Çok az kişi kendi sesi ile sinema da konuşuyordu, Sadri Alışık, Çolpan İlhan ve benzeri kişiler gibi. Hülya Koçyiğit de filmlerde kendi sesini duymak istiyordu, diksiyon dersi almış ve sesi güzeldi, fakat yönetmenler bu olaya izin vermiyordu. Bir yıl Mısır'dan Türkiye'ye gelen bir işletmeci, birlikte ortak çalışmalar yapmak için birçok film izlemişti. Türkan Şoray, Fatma Girik, Filiz Akın ve Hülya Koçyiğit'in, Adam filmlerin hepsini izledikten sonra, ""Bir şey dikkatimi çekti, bütün oyuncuların hepsi bir sesten konuşuyor, aynı şekilde vurguluyor ve aynı şekilde ağlıyorlar!"". Hülya Koçyiğit, bu sözü duyduktan sonra ""Hürrem Bey, bakın yabancılar bile halimize gülüyor, siz hala direniyor musunuz?"". Ama çok film çekildiğinden dolayı böyle ayarlanmıştı düzen. Genelde filmlerin dublajı yapılırken, oyuncular başka bir filmin setinde oluyorlardı. Dublaj yapmaya zamanları yoktu. Yapımcılar bu duruma çözüm üretemiyor ve oyuncular da bu duruma kendi kendilerine formüller üretiyorlardı. Oyuncular, Türkan'ı, Filiz'i ve diğerlerini bari ayrı kişiler seslendirsinler diye çözüm üretmeye çalışıyorlardı, fakat bu durum karşısında yine de başarısız kalıyorlardı. Hülya Koçyiğit, yerli romanların sinemaya uyarlanması için çok çaba sarf etmiş ve Kerime Nadir, Muazzez Yahsin Berkant, Esat Mahmut Karakurt, Halide Edib Adıvar ve Peride Celal gibi sanatçıların eserlerinin sinemaya uyarlanmasında katkıda bulunmuştur. Romanlardan sinemaya uyarlanan filmler çok iyi neticeler elde etmiştir. Bir dönem roman kahramanlarını canlandırdıktan sonra, "Kezban" (1968), "Kezban Roma'da" (1970) ve "Kezban Paris'te" (1971) serisinde "Kezban" karakterini canlandırmıştır ve canlandırdığı roller arasında en büyük popüleriteyi "Kezban" karakt
eri ile yakalamıştır. Karakter Anadolu'dan gelmiş ve Taşra'lı olduğu için ezilmiş, horlanmış bir kızın kendi kendini eğitip tesadüfen zengin olmuş bir karakterdir. Daha sonra farklı filmlerde oynamıştır. "Kırmızı Fener Sokağı" adlı filmde sokak kızı İmra'yı canlandırdığında, seyirci hemen filme tepki göstermiş ve film hiç tutmamıştır. Sonra Ediz Hun'un annesi rolünü oynamayı kabul etmiştir. Cüneyt Arkın'ın evli bir erkek olmasına rağmen metresi rolünü oynamayı kabul etmiştir. Daha sonra farklı yönetmenlerle farklı roller arayışına girmiştir. Genellikle Orhan Aksoy ile çalışıyordu. Roman uyarlamalarını ve aşk filmlerini onunla birlikte çekiyordu. Farklı filmlerde farklı roller almak isteyen Koçyiğit, sinemada on yıldan sonra senaryo ve yönetmen çekme özgürlüğüne sahip olacaktı. Erman Film'in lokomatif oyuncusuydu. Başka firmalarlada çalışıyordu fakat yılda sadece altı film çekiyordu. Ömer Lütfi Akad ile çalışmayı çok istemesi sonucunda yönetmen ile "Düğün" (1973), "Gelin" (1973) ve "Diyet" (1975) üçlemesini çekmiştir. Birde "Gökçe Çiçek" (1972) filmini çekmiştir. Daha sonra Şerif Gören ile birlikte ağırlıklı olarak çalışmıştır. Şerif Gören ile birlikte "Evlidir Ne Yapsa Yeridir" (1978), "Almanya Acı Vatan" (1979), "Firar" (1984), "Kurbağalar" (1985) gibi önemli filmlerde çalışmıştır. 1970'li yıllarda Kadir İnanır, Tarık Akan ve benzeri dönemin yeni oyuncularıyla perde karşısına geçmiştir. 1980'li ve 1990'lı yıllarda ise 1960 ve 1970'lere aksine daha az filmde rôl almıştır. Kızı Gülşah Soydan, 1970'li yıllarda çocuk oyuncu olarak sinema filmlerinde yer almıştır. Televizyonla ilk kez 1980'li yıllarda TRT 1'de Nezihe Araz ve Selim İleri'nin metinlerini hazırladığı "Hanımlar Sizler İçin" adlı bir kuşak programına katılmakla başlamıştır. Programda iki saatlik kadınlara yönelik eğitici bölümleri, çeşitli skeçler halinde kadın karakterleri canlandırmıştır. Programda bir yıl boyunca çeşitli kadınları canlandırdı. Mesela Konya'da içkili bir restoran işleten kadını. Canlandırdığı kadınlar içinde "Macide Öğretmen" karakteri öne çıkmıştır. Özel kanallar açıldıktan sonra Show TV'de bir haber programı teklifi geldi. "Hayata dair şeyler, özel haberler olacak, konuları siz seçeceksiniz" denilince Koçyiğit anlaşmayı kabul etmiştir. Eğitimde çocuk, çalışan çocuk, ailesinden şiddet gören çocuk, hasta çocuk gibi konular araştırılmıştır. "Son Çare" adlı programın ekibi daha önce Fatma Girik ile birlikte bir program yapmıştır. Zamanla program çocuklarla kalmayıp genişleyince, çaresiz olan tüm insanların sorunlarına değinmiştir. Çok fazla çaresiz insanların derdini dinleyince Hülya Koçyiğit sağlığını kaybetmiş ve boğun fıtığı olmuştur. Doktorların önerisi ile programı bırakmıştır. Fakar bu iki yıl sürmüştür, programın sonlarına doğru boyunlukla dolaşmaya başlamıştır. Programdan sonra Cihan Ünal ile birlikte TRT 1'de yayınlanan Nisan Yağmuru adlı dizide başrol oynamıştır. Dizi bitince Erdal Özyağcılar ile birlikte "Mihriban" adlı dizide başrol oynamıştır. Bir sonraki dizisinde ise Türkan Şoray, Filiz Akın, Fatma Girik ve Nevra Serezli ile birlikte 1980'li yılların ortasında TRT 1'de yayınlanmış yabancı Altın Kızlar adlı dizinin yerli versiyonu olan aynı isimli "Altın Kızlar" (2009) adlı dizide oynamıştır. Kariyerinde hiç siyaseti düşünmese de, Anavatan Partisi'nden Turgut Özal'ın başdanışmanı olan "Adnan Kahveci" aramıştır. Daha sonra tekrar aramıştır ve şunları söylemiştir; "Beni paçalarımdan çekiyorlar, ben kendimi uçurumdan aşağıya denize doğru uçarken buluyorum. Madem gidiyorum, o zaman yanımda güvenebildiğim insanlar olsun istiyorum. Denizde boğulmadan yüzmeliyim. Çünkü, ben sizin paçalarınızdan çekiyorum bu nedenle. Sizinde aday olmanızı istiyorum. Hemen gelebilir misiniz?" demiştir. Bu konuşmanın olduğu zaman da Hülya Koçyiğit, Kuşadası'nda tatildeydi. Konuşma bittiğinde eşi Selim, "Sen yaparsın" dedi. Yapmak istiyordu fakat o dönemde Anap ile ilgili çok iyi izlenimler olmadığı için istemiyordu. Turgut Özal ile birlikte bir-iki saatlik bir konuşmanın ardından Özal, Dünya'dan Melina Mecuri'nin örneğini vererek "Milletvekili olmak sizin göreviniz" demiştir. Ailesine danışan Koçyiğit, ailesinden destek almıştır. Böylece kararını vererek İzmir 3. bölgeden İzmir'e bir sağ partisi olarak aday olmuştur, fakat 141 oyla seçilememiş, üçüncü olmuştur. O dönem Fenerbahçe'de futbol oynayan Selim Soydan 1968'de ile evlendi. Bu evliliğinden Gülşah adında bir kızı dünyaya gelmiştir. Hülya Koçyiğit'in Neslişah ve Aslışah adlarında iki torunu vardır. Kızı Gülşah küçük yaşlarda birkaç sinema filminde rol almıştır. Koçyiğit bir süre şarkıcılık da yapmıştır. |- ! colspan="3" style="background: #DAA520;" | Antalya Altın Portakal Film Festivali Cameron Diaz Cameron Michelle Diaz (d. 30 Ağustos 1972, San Diego, A.B.D.), Amerikalı oyuncu ve seslendirme sanatçısı. 30 Ağustos 1972'de San Diego'da doğdu. Kübalı bir baba ile İngiliz, Alman ve Çeroki kökenli Amerikalı bir annenin kızı olan Diaz, 16 yaşında Hollywood’da bir partide tanıştığı fotoğrafçı sayesinde Elite Model Ajansı ile bir anlaşma imzaladı. Modellikteki başarısı Japonya, Avustralya, Morocco ve Paris’te çalışmaya, Mademoiselle ve Seventeen gibi dergileride resimlerinin çıkmasına ve Calvin Klein, Coca Cola ve Levi’s gibi büyük şirketlerin reklam kampanyalarında rol almasına neden oldu. 1994’de Jim Carrey’in başrol oynadığı "The Mask / Maske" adlı aksiyon komedi filminde sinema kariyerine ilk adımını attı. Oyunculuk deneyimi hiç olmamasına rağmen filmdeki yardımcı oyuncu rolü denemelerine katılması sağlandı. 12 kez geri çağrıldıktan sonra kadın başrol oyuncusu Tina Carlyle rolünde oynaması kararlaştırıldı. "The Mask" filminden sonra "The Last Supper"da rol alan Diaz, Keanu Reeves ile başrolü paylaştığı "Feeling Minnesota" başlıklı filmde, evlenmek üzere olduğu adamın kardeşine aşık olan genç bir kadını canlandırdı. Bu filmle birlikte istediği çıkışı tam olarak yakalayamayan Cameron Diaz, daha sonraları Edward Burns ile "She's the One" ve Harvey Keitel ile "Head Above Water"da rol aldı. "Head Above Water / İz Peşinde" filmindeki başarılı oyunculuğu ile eleştirmenler tarafından geleceğin yıldızları arasında gösterilen Diaz, sinemadaki kariyerine ticârî filmlerle devam etmeyi tercih etti. Romantik komedi filmi "My Best Friend's Wedding/ En İyi Arkadaşım Evleniyor"da Julia Roberts'a eşlik eden genç oyuncu, bu filmdeki performansıyla yükselişe geçti. "My Best Friend's Wedding"in ardından Danny Boyle'un 1995 yapımı "A Life Less Ordinary/ Olağanüstü Bir Hayat" başlıklı filminde, Ewan McGregor ile başrolü paylaştı. Aynı yıl uzun süredir beraber olduğu La Torre'den ayrılan Diaz, 1998 yılında "There's Something About Mary/ Ah Mary Vah Mary" başlıklı filmde birlikte oynadığı Matt Dillon üç yıl sürecek bir ilişkiye başladı. Bir kara mizah örneği olan "Very Bad Things/ Hiç Hesapta Yokken"de Christian Slater'la başrolü paylaşan Diaz, 1999 yılında "Being John Malkovich/ John Malkovich Olmak"da da rol aldı. Filmde, John Cusack'ın karısını canlandırdı ve bu rol ona 1999 Altın Küre ve Screen Actors Guild ödüllerinde "en iyi yardımcı kadın oyuncu" dalında ödül kazandırdı. Aynı yıl, yönetmenliğini Oliver Stone'un üstlendiği, başrollerinde Al Pacino, Dennis Quaid ve James Woods gibi usta oyuncuların yer aldığı "Any Given Sunday/ Kazanma Hırsı"nda babasından kendisine miras olarak kalan "Sharks" adlı bir takımın sahibi Christina Pagniacci'yi canlandırdı. 2000 yılında tüm dünyada seyircilerin yoğun ilgisiyle karşılaşan ve gişe rekorları kıran "Charlie's Angels/ Charlie’nin Melekleri"nde üç melekten "Natalie"'yi canlandıran Cameron Diaz, 2001 yılında bir başka büyük yapımla yine kamera karşısındaydı. Güzel oyuncu, Tom Cruise ve Penelope Cruz ile birlikte rol aldığı "Vanilla Sky"da New York'lu yayıncı David Aames'e aşık Julie Gianni rolünde izleyici karşısına çıktı. Daha sonra Leonardo DiCaprio ve Daniel Day-Lewis birlikte Martin Scorsese'nin "Gangs of New York/ New York Çeteleri" başlıklı filminde rol aldı. 15 Nisan 2008'de Diaz'ın babası Emilio Diaz, zatürre'den 58 yaşında öldü. Cameron Diaz bir agnostiktir. Catherine Zeta-Jones Catherine Zeta-Jones (d. 25 Eylül 1969), Galler doğumlu oyuncu. Swansea'da doğdu ve büyüdü. Küçük yaşlardan beri tiyatroya ilgi duydu. Gençlik zamanlarında West End prodüksiyonu olan "Annie ve Bugsy Malone müzikallerinde rol aldı. Londra'da Arts Educational Schools'da eğitim gördü ve yetişkinlik evresinde başrol olarak oynadığı 42nd Street müzikalinde oynadı. Ekrandaki sahne alışı ise bir Fransız-İtalyan filmi 1001 Nights (1990) oldu ve İngiliz TV dizisi The Darling Buds of May'de (1991–93) oynadı. İngiliz filmlerinde kendisine sürekli aynı rolün verilmesinden sıkıldı ve Los Angeles'a taşındı. The Mask of Zorro (1998) ve Entrapment (1999) filmleri ile Hollywood'da yer aldı. Traffic (2000) filminde intikamcı hamile bir kadını ve Chicago'da (2002) katil bir şarkıcıyı canlandırdı. Zeta-Jones'un Akademi Ödülü ve BAFTA kazandığı ödüller arasındadır. Intolerable Cruelty (2003),  Ocean's Twelve (2004), The Terminal (2004) ve romantik komedi olan No Reservations (2007) gibi filmlerde başrol oynadı. A Little Night Music (2009) filmi ile Tony Award'ı kazandı. 2010'da aralıklı olarak çalıştığı psikolojik gerilim türünde Side Effects (2013) ve aksiyon olarak Red 2 (2013) filmleri bulunmaktadır. 2010'da Akademi ödülü, BAFTA ve Tony Award'dan sonra film endüstrisi ve insani olarak çabalarından ötürü İngiliz Kraliyet Onur Nişanı'na layık görüldü. Çeşitli yardım kuruluşlarını desteklemekte öne çıkan bir ünlüdür. Depresyonla ve bipolar II disorder ile mücadelesi medya tarafından detaylıca belgelendirilmiştir. Oyuncu Michael Douglas'la evlidir. Bu evlilikten 1 erkek (Dylan) ve 1 kız (Carys) çocuğa sahiptir. Fatma Girik Fatma Girik (d. 12 Aralık 1942, İstanbul), Türk oyuncu, eski siyasetçi. İstanbul'da doğdu. Cağaloğlu Kız Lisesi'ni bitirdi. 1957 yılında ilk baş rolü olan, yönetmenliğini ve senaristliğini Seyfi Havaeri'nin yaptığı "Leke"ydi. "Leke"yi oyuncu olarak adından bah
settirmeyi başaramadığı birkaç iddiasız yapım daha izledi. Fatma Girik'in performansıyla dikkatlerden kaçmayacağı film, Memduh Ün'ün yönetmenliğindeki 1960 yapımı "Ölüm Peşimizde"ydi. Memduh Ün’le tanışıklığı Girik’in hayatındaki dönüm noktalarından biri oldu. 180'den fazla filmde rol aldı. İleriki yıllarında siyasete de atılan Fatma Girik bir süre Şişli Belediye Başkanlığı yaptı. Siyaset ve oyunculuğun dışında kısa bir dönem televizyon ekranlarında "Söz Fato'da" adlı bir programın sunuculuğunu da yapmıştır. Sosyaldemokrat Halkçı Parti'den aday olduğu Şişli belediye başkanlığını 1989 yerel seçimleri sonunda kazandı. 1994 yerel seçimlerine kadar görevini devam ettirdi. Demi Moore Demi Moore (d. 11 Kasım 1962; Roswell, New Mexico), Amerikalı oyuncu. Asıl adı Demi Gene Guynes olan Demi Moore 11 Kasım 1962'de dünyaya geldi. Babası Charles Harmon, daha o doğmadan annesi Victoria'yı terketti ve bu durum da Demi'nin çocukluğunun yalnızlık içinde geçmesine neden oldu. Bunun yanında üveybabası sık sık iş değiştiriyordu ve bu yüzden de yaklaşık 40 kez taşınmak zorunda kaldılar. Sonunda üvey babası Guyes intihar etti. Demi 16 yaşında okulu bırakıp poster kızı olarak çalışmaya başladı. 1 yıl sonra rock müzisyeni Freddy Moore ile evlendi. Bu evlilik altı yıl sürdü. 19 yaşında "General Hospital" adlı bir televizyon dizisinde sürekli çalışmaya başladı. İlk maaşıyla kutlama partileri yapan ve kokaine başlayan Demi Moore, üç yıl kadar sürdürdüğü bu dönemde bir gün sete uyuşturucu almış bir şekilde gelince yönetmen Joel Schumacher tarafından kovulur. Tedavi görüp bir hafta sonra sete döner ve bir daha uyuşturucu almayacağına yemin eder. Hamileyken "Vanity Fair"e çıplak poz vermesi gibi herkesin ilgisini çekecek gösteriler yapmasıyla şöhrete ulaştı. "Hayalet/Ghost"un (1990) büyük ticari başarısından ve "Ahlaksız Teklif/Indecent Proposal" (1993), "Taciz/Disclosure" (1994) gibi tartışmalı filmlerden sonra artık o Hollywood'un en çok aranan ve en pahalı aktrislerinden biri oldu. 1996'da People dergisi tarafından dünyadaki en güzel 50 kişiden biri seçilen Demi Moore, Bruce Willis ile evlendi. Bu evlilik Haziran 1998'de sona erdi. 2005'te kendisinden 16 yaş küçük olan Ashton Kutcher'la evlendi. Bu evlilik ünlüler arasında oldukça tartışıldi. Demi Moore 2006 yılında eskiden kendisinin nişanlısı olan Emilio Estevezin yazıp yönettiği "Bobby" isimli dramatik filmde Virgina Fallonu canlandırdı. Filmde kocası Ashton Kutcher de oynuyordu. Limit hesaplama kuralları Genel fonksiyonlarda limit hesaplamak için bazı pratik kurallar verilmiştir. Formüllerdeki a ve b sayılarının x'e göre sabit olduğu düşünülecektir formula_23 Drew Barrymore Drew Blyth Barrymore (d. 22 Şubat 1975), ABD'li sinema oyuncusudur. Drew Berrymore'un sinema oyuncusu olan anne ve babası kızlarının doğumundan kısa süre sonra ayrılmışlardı. Kariyerine 11 aylıkken bir köpek maması reklamına seçilerek başladı. İlk filmi 1980'de Altered States'ti. 1981'de E.T.'de oynadı ve tüm dünya çapında ünlü oldu. 1984'te çekilen "Irreconcilable Differences" filmindeki rolüyle Altın Küre'ye de aday olan Berrymore genç yaşta kazandığı şöhreti kaldıramadı. 9 yaşında sigara ve alkol kullanımına başladı. 10 yaşında marijuanaya başladı. 12'sinde ise artık kokain bağımlısıydı. Gençliğe girişte bu özellikleri yüzünden bir kötü kız imajına sahip oldu. Filmlerinden daha çok özel hayatıyla anılıyordu. 1995'te Playboy dergisine soyundu. Drew Barrymore 1995'te Çığlık filminde rol aldı ve bu film uzun zamandır sinemada başarıya hasret kalan Barrymore için bir yeniden başlangıç oldu. Bu film sonrası özellikle birçok romantik komedide oynadı. "The Wedding Singer", "Never Been Kissed", "50 First Dates", "Music and Lyrics" gibi filmler ona başarı kazandırdı. Charlie'nin Melekleri ve Donnie Darko filmlerinde sadece oynamakla kalmadı ve filmlerin prodüktörlüğünü de üstlendi. 2005'te "My Date with Drew" adlı amatör bir film yapımcısının kendisine ulaşmasını konu alan bir filmin esin kaynağı oldu. Filiz Akın Suna Akın ya da sahne adıyla Filiz Akın (d. 2 Ocak 1943, Ankara), Türk oyuncu, yazar, sunucu. Türk sinemasının "asil, modern, kentli ve zarif yüzü" olarak sinema tutkunlarının hayranlığını kazanan Filiz Akın, beyaz perdenin "Avrupai yüzü, kolejli kızı, sarışın yıldızı" olarak da tanınmaktadır. Filiz Akın, 2 Ocak 1943’te Ankara'da doğdu. Annesi Ankaralı kadın terzisi Habibe Leman Şaşırmaz, babası Afyonlu hakim Bekir Sami Akın’dır. Annesi baba tarafından Arnavut, babası ise anne tarafından Çerkestir. Annesinin ikinci evliliğinden kızkardeşi Günseli doğdu. Anneannesi olan Halime Hanımın özbabası Atatürk’ün şifrecisi, üveybabası da Atatürk’ün kalem müdürü olup Atatürk kıyafet seçiminde zevkine güvendiği için zaman zaman Halime Hanımın fikrini alırdı. Filiz Akın 3 yaşına kadar babası hakim Sami Beyin görev yaptığı Beypazarı’nda yaşadı. 5.5 yaşında ilkokula başladı. İlköğrenimini Ankara, Kızılay'da bulunan "Sarar İlkokulu"'nda tamamladı. 7 yaşındayken annesi ile babası ayrıldı. Filiz Akın ortaokul ve liseyi Ankara Koleji'nde yatılı ve burslu okudu. Okulda resimleri ve kompozisyonları ile çeşitli ödüller aldı. Tüm sınıfları başarı ile geçti, öğretmenleri tarafından ideal öğrenci olarak gösterildi. Okulda en bilinen özelliği çok iyi taklit yapmasıydı. 1960 Haziranında kolejden mezun oldu. Koleji bitirdikten sonra American Export Lines isimli New York merkezli seyahat şirketinin Ankara acenteliğinde çalışmaya başladı. 2 yıl çalıştığı bu şirketin deniz kısmının şefi oldu. İyi derecede İngilizce ve Fransızca öğrendi, ayrıca İtalyanca öğrenmeye çalıştı. Diğer yandan Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde devam mecburiyeti olmayan Arkeoloji Bölümünde bir dönem okudu. Filiz Akın, lise arkadaşı "Oya San"’ın annesinin ısrarı ile Artist mecmuasının düzenlediği yarışmaya resmini gönderdi ve 1962 yılında birinci oldu. Ancak ödülün kendisine Akasyalar Açarken filminde oynarsa verileceği söylenince vazgeçti. Dergi yöneticileri ve filmciler kendisini ikna etmek için İstanbul'dan Ankara'ya geldiler ancak ikna olmadı. Fakat Memduh Ün de Ankara'ya kadar gelip ısrar edince kabul etti. İşi ve üniversiteyi bırakıp annesiyle birlikte İstanbul’a geldi. Umutsuzlar, Ankara Ekspresi, Utanç, Dağlar Kızı Reyhan ve Yankesici Kız Hacer serisi kendisinin en çok etkilendiği filmleri arasındadır. 1971 yılında Ankara Ekspresi filmi ile 8. Altın Portakal Film Festivali en iyi kadın oyuncu ödülünü aldı. Mayıs,1962 ile Eylül,1972 arasında 105 film çevirdi. Kariyerinde toplam 116 film çeviren Filiz Akın 1975 yılında sinemayı bıraktı. Sinema oyuncuları Türkân Şoray, Hülya Koçyiğit ve Fatma Girik ile birlikte, Türk sinemasının bir dönemine damgasını vurmuş dört önemli kadın oyuncudan biri kabul edilir. 1965 yılında ilk eşi Türker İnanoğlu ile olan evliliğinden oğlu İlker doğdu. Bu dönemde aile Topağacı semtindeki evlerinde yaşadı. 1964 yılında evlendiği Türker İnanoğlu ile evliliği 10 yıl sürdü, çift 1974'te ayrıldı. Sinema filmlerinden sonra "İstanbul Bankası"'nın reklam filmlerinde oynayan Filiz Akın 1977 yılında TRT'de "Podyum Show" isimli eğlence ve müzik programının sunuculuğunu yaptı. 1979 yılında Haldun Dormen'in yazdığı "Bir Ayrılık" adlı tiyatro oyununda rol aldı. 1979 yılında İzmir Fuarı'nda assolist olarak sahne aldı. Eylül 1979'da İzmir Efes Oteli'ne girerken bir saldırgan tarafından bacağından bıçaklandı. Kısa sürede yakalanan saldırgan, savcılığa verdiği ilk ifadede Filiz Akın'a aşık olduğunu ancak onun kendisine karşılık vermediğini, bu sebeple bıçakladığını söyledi. Daha sonra ifadesini değiştirdi ve mafya babası Mehmet Nabi İnciler'in kendisini azmettirdiğini söyledi. Filiz Akın ise saldırıyı hafif bir yarayla atlattı ve aynı gece yaralı bir hâlde sahneye çıktı. Filiz Akın, 11 yıl Paris’in "Neuilly" ve "Bougival" semtlerinde, 4 yıl Paris sefaretinde olmak üzere toplam 15 yıl Fransa'da yaşadı. 1982 yılında Bubi Rubinstein ile evlendi. 11 yıl evli kalan çift 1993 yılında ayrıldı. Filiz Akın, 11 yıl Paris’in Neuilly ve Bougival semtlerinde yaşadı. Mayıs,1994'te dönemin Millî İstihbarat Teşkilatı müsteşarı Sönmez Köksal ile Ankara'da evlendi. Evlenince Ankara'ya taşındılar. Çiftin nikah şahitliklerini dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk yaptı. Eşi Sönmez Köksal'ın Şubat,1998'te Paris Büyükelçisi olarak görevlendirilmesiyle Filiz Akın resmen "Paris Sefiresi" oldu ve 4 yıl Paris sefaretinde bulundu. Paris'te Türkiye'yi tanıtmak amacıyla düzenlenen "La Fayette"'deki Türk-Osmanlı ürünleri standı, "Bagatelle" bahçelerindeki Lale Parkı ve Türk ressamları sergisi, Versay'daki büyük sergi gibi etkinliklerde gösterdiği özen ve çabaları ile bir kültür elçisi olan Filiz Akın ayrıca kültürüyle, zerafetiyle Fransızları etkiledi. 1991 yılında babası Sami Akın İzmir'de hayatını kaybetti. 2002 yılında bir çeşit burun ve ağız arkası ("nazofarenks") kanserine yakalandığını öğrendi. Teksas Üniversitesi'ne bağlı "MD Anderson Kanser Merkezi"'nde tedavi oldu ve kanseri yendi. 2004-2007 yılları arasında Sabah Gazetesi'nde köşe yazıları yayınlandı. 2005 yılında Türkiye Meme Vakfı yararına, kansere karşı destek amaçlı ""sarı bilezik"" kampanyasını başlattı, 1 milyon adet bilezik satıldı. 2005 yılında toplumda kansere olan farkındalığın artırılması amacıyla düzenlenen ve Hacettepe Üniversitesi "Umut Evi" projesi yararına düzenlenen ""mavi bilezik"" kampanyasının tanıtımına destek verdi. Onursal Başkanlığını yaptığı merkezi Amerika’da olan Starkey İşitme Vakfı'nın Türkiye kolu "EMÖV Vakfı" ile ""Türkiye'de İşitmeyen Kalmasın"" projelerine 2007'den itibaren destek oldu. 2006 yılında Beypazarı'nda 3 yaşına kadar yaşadığı konağın bulunduğu sokağa belediye meclisi tarafından ""Filiz Akın Sokak"" ismi verildi. 2008 yılında Kanal 1 televizyonunda ""Filiz Akın'la Sohbetler"" programını sundu. 2009 yılında Habertürk TV'de ""Filiz Akın'la Hafta Sonu Sohbetleri"" programını sundu. 2013 Kasım ayında üçüncü kitabı "Lezzete Merhaba"'nın imza günü için 32.Tüyap İsta
nbul Kitap Fuarı'nda sevenleriyle buluştu. Filiz Akın, TED Üniversitesi Mütevelli Heyet üyesidir. ! colspan="3" style="background: #DAA520;" | Antalya Altın Portakal Film Festivali Ayhan Işık Ayhan Işık (asıl adı Ayhan Işıyan) (d. 5 Mayıs 1929, İzmir; ö. 16 Haziran 1979, İstanbul), "Taçsız Kral" lakaplı Türk sinema oyuncusu, yapımcı, yönetmen, senarist, ses sanatçısı ve ressam. Ayhan Işık, 1929 yılının 5 Mayıs sabahı altı çocuklu Selanik göçmeni bir ailenin son çocuğu olarak İzmir'in Konak ilçesi Karataş semtinde Mithatpaşa caddesi üzerinde iki katlı eski tarihi bir rum evinde dünyaya gelir; kendi anlatımıyla "Işıyan ailesinin tekne kazıntısı" olarak... "Çocukluk günlerim bilinen yaramazlıklar ve onların sonuçları ile geçti. Annemi, hep telaşlandırmışımdır." diye ekler Işık, 1970'lerin ikinci yarısında yazmaya başladığı ve vefatından sonra tefrika halinde yayımlanan "Hayatım" adlı hatıratlarında. Altı yaşındayken; "...Onunla ilgili olarak şimdi çok az şey hatırlıyorum. Ama en çok da kokusunu...Bazı geceler yanıma gelip bana sarılmasını, birlikte uyumamızı. Bir defasında balık tutmaya götürmüş, dönüşte de sırtına alıp merdivenleri çıkartmıştı. Hepsi bu...Hafızamı ona dair hep zorladım. Daha fazla şey hatırlayabilmek, hatırladıklarımı hiç unutmamak için..." diyerek andığı babasını kaybeden Işık, öğreniminin ilk birkaç yılını İzmir'de, büyük bir kısmını ise yıllar önce üniversite tahsili için İstanbul'a yerleşmiş olan en büyük ağabeyi Mithat Özer'in yanında tamamlamaya başlar. Kısa birkaç yıldan sonra; çok genç yaşta kaybedilen ağabey, Işık için hayat boyu hep örnek kişilik olur. Özellikle resim alanındaki ilerleyişini hep örnek aldığını, onun vefatı sonrası evin geçimine yardımcı olmak için 12 yaşında iken okurken çalışmaya da başladığını belirten Işık, ilerleyen yıllarda akademideyken onun gibi üst tahsil için Paris'e gitmeyi düşlediğini de yine vefatından kısa süre önce anlatacaktır. İstanbul'da ilk önceleri zorlanan Işık daha sonraları kendisini çok güzel bir çevrede bulduğunu verdiği röportajların birinde şu sözlerle anlatır: "Mahir İz okul müdürü, Salah Birsel müdür muaviniydi, edebiyata Rıfat Ilgaz, beden eğitimine Vefalı Kör Galip, coğrafyaya Akbaba Celal geliyordu. Daha ne isteyebilirdim ki..." Buradaki okul arkadaşlarından bazıları senarist Safa Önal, karikatürist Ferruh Doğan ve ressam - karikatürist Semih Balcıoğlu'dur. Daha sonra girdiği Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümünde Bedri Rahmi Eyüboğlu'ndan dersler alan Işık, buradaki dönem arkadaşlarıyla ise On'lar Grubu'nda yer alır. Amacı Doğu-Batı sentezini Türk resminde yaratmak; “Halk Sanatı Kaynaklarına Eğilmek”, tekniği ise “Renkçi ve Lekeci” olan grupta dönem arkadaşlarından Fikret Otyam, Altan Erbulak, Remzi Raşa, Adnan Varınca, Nedim Günsür, Orhan Peker, Turan Erol ve liseden beri dostları olan Semih Balcıoğlu ile Ferruh Doğan'la yer alır. Verdiği röportajların birinde daha çok empresyonizm akımının etkisinde kaldığı söyleyen ve bu anlamda da en çok Claude Monet'ten etkilendiğini belirten Işık, bir süre Bab-ı Ali'de ressam olarak çalışır fakat 1952 senesinde Yıldız Dergisi'nin açtığı yarışmaya girmesiyle resim hayatındaki geri planına itilerek sinemaya doğru yönelişi başlar. Yarışmayı birincilikle kazanarak sinemaya geçer. Bir sene sonra, 1953 senesinde ise Güzel Sanatlar Akademisi Resim bölümü Yüksek kısmından mezun olur. İlk filminde şair, senarist ve yönetmen Orhon Murat Arıburnu ile gerçekleştirdiği çalışmanın ardından, ikinci filminde Türk Sineması'nda Geçiş Dönemi'ni bitiren ve Sinemacılar Dönemi'ne giriş yapıtı olarak kabul edilen Ömer Lütfü Akad'ın "Kanun Namına" filmiyle büyük ün kazanır. Yaşamının ilerleyen dönemlerinde resim çalışmalarına ara ara devam etse de sinema artık birinci önceliği haline gelmiştir. Ömer Lütfü Akad ile 1950'lerde İngiliz Kemal karakterini oynayarak İngiliz Kemal Lawrense Karşı, Katil, Öldüren Şehir, Vahşi Bir Kız Sevdim, Kardeş Kurşunu filmlerini, Atıf Yılmaz ile Şimal Yıldızı, Osman Seden ile de 1957'de Bir Avuç Toprak filmini yapan Işık 1959 yılında Hollywood’a giderek şansını bir de orada denemek ister. Fakat buradaki filmlerde çalışamaz. Bunun nedeni sorulduğunda da : "Benim gibi orada 5000 kişi sıra bekliyor. Ayrıca çok da marifetleri var. Zıplayıp havada iki takla atıyorlar. Hem de ana dilleri gibi İngilizce konuşuyorlar. Bize orada ekmek yok." diyerek açıklayan Işık, 60'ların başında Vedat Türkali'nin senaryosunu yazdığı Otobüs Yolcuları filmiyle Yeşilçam'a dönüş yapar. Arkasından Akad ile son çalışması olacak olan ve Orhan Kemal'in bir romanından yine Vedat Türkali'nin senaryolaştırdığı Üç Tekerlekli Bisiklet filmini çevirir. Işık yine bu dönemlerde çevirdiği "Küçük Hanım" seri filmleri ile de halk tarafından oldukça beğenilir ve devam eden dönem içerisinde ' Taçsız Kral ' ünvanını kazanır.1970’ li yıllarda yeni bir moda rüzgarıyla film yıldızları peş peşe sahneye çıkmaya, plaklar doldurmaya başlar. Kendisi de bu modaya uyar ve Münir Nurettin Selçuk'tan dersler alarak Klasik Türk müziği dalında sahneye çıkar ve bir tane 45'lik plak doldurur. Birçok tarzda, yeteneğiyle göz doldurmayı başaran Işık sinemada dram , politik , romantik , komedi , macera ve diğer tarzlarda örnekler sunar. 140 kadar film çevirir. 1975’den itibaren yapımcı, yönetmen ve senarist olarak Türk sinemasına katkıda bulunan Işık bu senelerde İtalyan yapımcılarla yaptığı ve başrolünü de Klaus Kinski ile paylaştığı La Mano Che Nutre La Morte ve Le Amanti Del Mostro filmlerini yapar. Filmler İtalya'da ve Avrupa'nın bazı ülkelerinde vizyona girer fakat Türkiye'de sansüre uğrar ve türk seyircisiyle hiçbir zaman buluşamazlar. 13 Haziran 1979 sabaha karşı Selimpaşa Kıyıkent'teki yazlık evinde şiddetli baş ağrısı ve kusma ile uyanan, doktor kayınbiraderinin de yazlığa uğraması ve durumunun iyi olmadığını fark etmesi ile yatırıldığı klinikte anevrizma rüptürü sonucu beyin kanaması tanısı koyulan Işık, kurtarılamaz ve üç günlük koma sürecinin sonunda 16 Haziran 1979'da yaşama veda eder. Mezarı Zincirlikuyu Mezarlığı 'ndadır. Ayhan Işık ile ilgili belki de en belirleyici unsurlardan olan ve bu anlamda bahsedilmeyi bir hayli hak eden bu konuya dair verdiği demeçlerin birinde şunları söyler: ""Türk sinemasının Batı ülkelerindeki çağdaş sinemacılık düzeyine çıkabilmesi için, her şeyden önce ayrıntılı bir 'Sinema Kanunu' gereklidir. Bu kanun, profesyonelce sinema yapmaya ehil sahibi kişilerin kimler olduğunu, bunların karşılıklı hakları ve yükümlülüklerini madde madde tanımlamalıdır." "Kanunla birlikte bir de 'sendika' ve 'sigorta' konusu ortaya çıkacaktır. Bunlar da mutlaka devlet eliyle çözüme kavuşturulmalıdır. Sendika üyeliği ve sigortalandırma sayesinde bütün sinema emekçilerimizin hayatları garanti altına alınacaktır. Gözlerimizi Batı ülkelerine, özellikle de ABD'ye çevirdiğimiz zaman bu konudaki birikimlerin bu yönde olduğunu görüyoruz." "1958'de Hollywood'a gittim, orada yaklaşık bir yıl boyunca bizim mesleğin ne tür kurallara bağlı olarak yürütüldüğünü gözlemledim. Dışarıda film oyuncularına emekleri karşılığında vadeli senetler vermek gibi tuhaf uygulamalar yoktur, çalışma ve dinlenme saatleri titizlikle kontrol altına alınmıştır. Sendika bütün çalışmaları denetler, piyasada hak ihlali yaratacak işlerin yapılmasına engel olur." "Eğer ki Yeşilçam'ın gelecekte genç insanları acımasızca yiyip yutan dev bir sömürü mekanizmasına dönüşmesini istemiyorsak, ne yapıp edip bir 'Sinema Kanunu' çıkartmalı, ciddi bir sendika kurmalı ve bütün personelin daha mesleğe ilk adımını atar atmaz sigortalandırılması için gereken kanunî baskıyı işverenler üzerinde kurmalıyız. "Ben kendi adıma film setlerinin bu ülkede hem oyuncular, hem yönetmenler, hem de diğer teknik elemanlar için birer zulüm çekme yeri değil de profesyonel bir iş sahasına dönüşmesi için elimden her ne gelirse yapacağım. Sinemacılık asla modern bir kölelik sistemine dönüşmemelidir. Sinema bir sanat, sinemacı da bir sanatçıdır; buna yakışır muamele görmelidir."" Işık'ın kariyeri boyunca ilke edindiği çalışma prensipleri Yerli Film Sektörü içerisinde prodüktörlere karşı kazanılmış ilk önemli olgudur. 1950'lerin başında başlayan kariyeriyle Türk Sineması'nda yer alan ve özellikle 1963'te aktör dostu Suphi Kaner'in Prodüktör Cemiyeti'nin bildirisiyle bilinçli ve organize bir şekilde işsiz bırakılmasıyla intihara sürüklenişi sonrasında, daha da katılaşıp netleşen bu prensiplerde "sette çalışılacak başlangıç ve bitiş saatlerinin belli olması, pazar günü hiçbir surette çalışılmaması, sete belli saatlerde doyurucu ve kaliteli yemek getirtilmesi, sözleşmede belirtilen çalışma gün sayısında artış olduğunda oyuncuya ve teknik personele mutlaka ekstra ödeme yapılması, kalabalık ve tehlikeli setlerde doktor-ambulans bulundurulması, bir oyuncunun filminin galasına katılıp katılmamaya kendisinin karar vermesi" gibi diğer temel konular da güvence altına alınmaktaydı. Bu prensipleriyle kariyerinin en başından beri prodüktörlerce tepki toplayan ve A-kalite filmlerin dışında bırakılmaya çalışılıp bu anlamda da çoğunlukla başarılı olunan Işık'a karşı yeni ve koşulsuz çalışılabilecek rakiplerin yaratılması adına özellikle 1960'lar'ın ilk yarısında dönemin ünlü dergilerinin düzenlemiş olduğu yarışmalarla sinemaya yeni isimler kazandırılır. Ne var ki 1950'ler ve 1960'larında ilk yarısında halkın ilgisi nedeniyle prodüktörlerce ekarte edilemeyen Işık'ın, starlık sisteminde edindiği konumun da kendisine verdiği güçle oyunculuk haklarına kazandırdığı bu edinimler kendisinden sonra gelecek birçok oyuncu için de mihenk taşı olur, örnek alınarak Türk Sinemasında bu kazanımların yaygınlaşmasına öncülük eder. Ayhan Işık "Güzel Sanatlar Akademisi"nin grafik bölümünde resim eğitimi almıştı. Akademide Semih Balcıoğlu ile sınıf arkadaşı olduğunu da bir röportajında belirten belirten Işık., henüz sinemaya geçmeden önce dönemin bazı çocuk dergileri ve Türkiye Yayınevi'nin çıkarttığı çeşitli yayınlar için çizdiği karikatürler ve çizgi romanlarla profesyonel olmuştu. ABD'ye yerleşip orada otomobil tasarıml
arı çizmeyi de düşleyen Ayhan Işık'ın 1950'lerden itibaren resimlediği ve yazdığı bir takım aşk romanları Yeni İstanbul Gazetesi'nde çizgi roman tefrikaları halinde günlerce yayımlandı. Bu resimli romanlardan biri de 1966 yılında aynı gazete tarafından derlenip albüm haline getirilerek yayımlandı. "Aşka İnanmıyorum" adlı bu çizgi roman albümünün kapağında Ayhan Işık'ın bir fotoğrafı yer almaktadır. Bu fotoğrafın aşk romanının konusuyla bir ilgisi yoktu, ama yayınevinin artık ünlü bir sinema oyuncusu olan Ayhan Işık'ın ününden yararlanmak amacıyla bu fotoğrafı kullandığı açıktır. Kudüs Kudüs (Arapça: , "al-Kuds"; İbranice: , "Yeruşalayim") Orta Doğu'da bulunan, Dünya’nın en eski şehirlerinden biridir. Filistin ve İsrail Kudüs'ün kendi başkenti olduğunu iddia etmektedir. Akdeniz ve Ölü Deniz (Lut Gölü)’in kuzey sınırı arasında yer almaktadır. Doğu Kudüs’le birlikte düşünüldüğünde, alan ve nüfus olarak, İsrail’in büyük şehridir . 800.000 üzerinde nüfusa ve 125.1 km² alana sahiptir. Kudüs, üç semavi din olan Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam için kutsaldır. Uzun tarihi boyunca, Kudüs, iki defa yok edildi, 23 defa işgal edildi, 52 defa saldırıya uğradı ve 44 defa ele geçirilip tekrar kurtarıldı . Şehrin en eski bölümüne, İsa’dan önce 4. milenyumda ilk yerleşim gerçekleşti . 1538’de I. Süleyman hükümranlığı altında, şehri çevreleyen duvarlar inşa edildi. Bugün bu duvarlar, Ermeni, Hristiyan, Yahudi ve Müslüman olmak üzere dört çeyreğe bölünmüş olan Eski Şehri (Eski Kudüs) çevrelemektedir . Eski Kudüs, 1981 yılında Dünya Mirasları arasına girdi ve ayrıca şehir, Tehlike Altında Olan Dünya Mirasları arasındadır . Modern Kudüs, Eski Kudüs’ün sınırlarını aşarak çok büyümüştür. Sünni Müslümanlar için Kudüs üçüncü en kutsal şehirdir. İslamiyet’te Kudüs, Milattan Sonra 610 yılında ilk Kıble olmuştur ve Kur’an’a göre Peygamber Muhammed, 10 yıl sonra Miraç’a bu şehirden çıkmıştır. Kudüs, Yahudiler için en kutsal şehirdir çünkü kutsal kitaplarına göre, İsrail Kralı Davud, Milattan Önce Kudüs’ü Birleşik İsrail Krallığı’nın başkenti olarak inşa etti ve oğlu Kral Süleyman, İlk Tapınağı şehrin içinde kurdu . Hristiyanlar için Kudüs’ün kutsallığı, İncil’e göre İsa’nın bu şehirde çarmıha gerilmesinden ve 300 yıl sonra Azize Helena’nın İsa’nın hayatındaki hac noktalarını belirlemesinden gelmektedir. Sonuç olarak, küçük bir alan olmasına rağmen, Eski Kudüs, birçok dini önem taşıyan noktalara sahiptir. Bunların arasında, Tapınak Dağı, Ağlama Duvarı, Kutsal Mezar Kilisesi, Kubbet-us-Sahra ve Mescid-i Aksa vardır. Günümüzde Kudüs’ün statüsü, İsrail-Filistin çatışmasının en önemli sorunlarından biri olarak kendisini göstermektedir. 1948 Arap-İsrail Savaşı’nda, Batı Kudüs, İsrail tarafından ele geçirilen yerler arasındadır ve Eski Kudüs de içinde olmak üzere Doğu Kudüs, Ürdün tarafından ele geçirilmiştir. İsrail 1967 yılındaki Altı-Gün Savaşı esnasında Doğu Kudüs’ü ele geçirip, sonrasında işgal etti. Günümüzde, İsrail’in temel kanunları, Kudüs’ü İsrail’in “bölünmez başkenti” olarak kabul eder. Uluslararası toplum, son işgali kabul etmeyip, Doğu Kudüs’ü, İsrail işgali altında olan Filistin sınırı olarak tanımlar . Uluslararası toplum Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımlamaz ve Kudüs’te hiçbir elçilik bulunmaz. Filistin Merkezi İstatistik Kurumu’na göre, 208.000 Filistinli, Doğu Kudüs’te yaşamakta ve Filistin Milli Otoritesine göre, bu şehir gelecekte kurulacak olan Filistin Devleti’nin başkenti olacaktır . İsrail Devleti’nin bütün dalları Kudüs’te yer almaktadır. Bunların arasında Knesset (İsrail parlamentosu), Başbakan ve Başkan köşkleri ve Yargıtay vardır. İbrani Üniversitesi ve İsrail Müzesi Kudüs’tedir. Birçok turistik ve tarihi yerlere sahiptir. Mısır Orta Krallığı’na ait düşmanların listelendiği antik yazılarda 'Rušalim' adlı bir şehir ismi geçer ve bu isim evrensel olarak olmasa da genelde Kudüs (Yeruşalayim) olarak bilinir. Kudüs, Abdi-Heba’nın Amarna Mektuplarında 'Urušalimin' olarak geçer . Yeruşalayim, Kitâb-ı Mukaddes’teki Yeşua kitabında ilk ortaya çıkar. Bu form Yireh (tanrının hizmetinde olan ve tanrıya uyan yer) ve Tanrının (Şalim) karışımıdır. Tanrıya verilen Şalim adı, SLM kökünden türediğinden, Şalom (İbranice) ve Salam (Arapça) barış anlamına da gelir, bu nedenle Yeruşalayim’e Barışın Şehri de denir. İbranice “-im” eki çoğul anlamına gelir ve “-ayim” eki ise çift anlamına gelir, böylece (Yeruşalayim isminin), Kudüs şehrinin iki tepe üstünde olduğunu belirttiği düşünülür. Arapçada Kudüs القُدس al-Quds olarak geçer ve “kutsal” ya da “Kutsal Tapınak” anlamına gelir . Kudüs’ün hem İsrail milliyetçiliği hem de [[Filistin]] milliyetçiliği arasındaki merkezi pozisyonunu göz önünde bulundurduğumuzda, 5000 yıllık yerleşik hayatı barındıran tarihi incelerken gereken seçicilik, genelde ideolojik önyargı veya görüşlerden etkilenir. Örneğin, Şehrin Yahudi dönemleri, İsrailli milliyetçiler (Siyonistler) için önemlidir ve onlara göre, modern Yahudiler, antik İsraillilerden ve Makabiler’den geldiğini iddia ederler . Öte yandan Müslüman, Hristiyan ve Yahudi olmayanlara ait dönemler ise Filistin Milliyetçiliği için önemlidir. Filistin milliyetçilerine göre, günümü Filistinlileri, bölgede bulunan farklı insan topluluklar oluşturmuştur . Sonuç olarak, iki taraf ta şehrin tarihini, şehir üzerindeki iddialarını güçlendirmek adına politikleştirmektedir . [[Dosya:Jebusite Jerusalem.jpg|thumb|upright|Davud’un Şehri]] Günümüz Kudüs’ünde bulunan çömlek buluntular, şehirdeki yaşamın [[Bakır Çağı]]nda, yerleşimin ise [[Bronz Çağı]]nda var olduğunu göstermektedir . [[Kathleen Kenyon]]’unda içinde bulunduğu bazı Arkeologlara göre, Kudüs, Kuzeybatı [[Samiler]] tarafından, Milattan Önce 2600 yılında organize yerleşim alanı olarak kurulmuştur. İlk yerleşim alanları, [[Ofel Tepesi]]’ne kurulmuştur . Kutsal kitap ilk olarak Kudüs’ten, İbrahim’in müttefiki [[Melchizedek]]’in yönettiği şehir olarak bahseder. [[Bronz Çağı]]’nın sonlarına doğru, Kudüs, Mısır’a bağlı bir şehir devletiydi . Birkaç ücra köy ve pastoral bölgeleri yöneten mütevazı bir şehir olup, küçük bir Mısır garnizonuna ve Kral Abdi-Heba gibi atanmış yöneticilere sahipti . [[Birinci Seti]] ve [[İkinci Ramses]] zamanında, artan zenginlikle birlikte kapsamlı inşalar gerçekleşti . Bu dönemde, Kenan bölgesinin [[Mısır İmparatorluğu]]nun bir parçasını oluşturması, Kutsal kitapta [[Yeşua]]’nın işgalini açıklar . Kutsal kitapta, Kenani kabileler tarafından işgal edilmiş olsa da, Kudüs’ün Bünyamin kabilesine verilmiş sınırların içerisinde olduğu belirtilir . Davud, Kudüs’ü işgal eder ve Kudüs, [[Birleşik Israil Krallığı]]’nın başkenti ve krallığın dini merkezlerinden biri olur . Kutsal kitaba göre, [[Davud|Kral Davud]] 40 yıl boyunca hükmetti . Hükmünün kesin bitiş tarihi üzerindeki genel tahmin Milattan Önce 970’tir. Kral Davud’un ardından, oğlu [[Süleyman]] geçti ve [[Moriah Dağı]] üzerinde Kutsal Tapınağı kurdu. [[Süleyman Tapınağı]] (Birinci Tapınak), Ahit sandığının barındığı yer olduğundan, Yahudi tarihinde önemli bir role sahipti . 400 yıldan fazla sürede, Milattan Önce 587 yılında gerçekleşen [[Babil]] istilasına kadar, Kudüs, [[Birleşik İsrail Krallığı]]’nın ve daha sonra [[Yehuda Krallığı]]’nın politik başkentiydi. Birinci Tapınak dönemi olarak adlandırılan bu dönemde, tapınak İsraillilerin dini merkeziydi. Süleyman’ın ölümüyle (Milattan Önce 930), on kuzey kabile, İsrail Krallığından ayrıldı. Davud ve Süleyman liderliğinde, Kudüs [[Yehuda Krallığı]]’nın başkenti olarak kaldı . Antik İsrail döneminden kalıntılar arasında [[Hezekiya]]’nın Tüneli vardır. Bu tünel bir su yolu olup, Yehuda kralı Hezekiye tarafından inşa edilmiş ve antik [[İbranice]] yazılarla süslenmiştir (Siloam yazıları) . Milattan Önce 8. yüzyılda inşa edilen geniş duvarda [[Hezekiya]] tarafından yapılmıştır . [[Silwan]]’daki Firavun’un kızına ait kabirde İbranice yazılar vardır. Bu dönemden kalan bir su deposu Robinson’un gemisinin yakınlarında, 2012 yılında bulundu ve bu da [[Yehuda krallığı]] döneminde yoğun yerleşmenin olduğuna dair güçlü bir kanıt olarak bilinir . Milattan Önce 722 yılında, [[Asurlular]]’ın [[İsrail Krallığı]]’nı işgal etmesiyle birlikte, Kudüs, kuzey krallıktan gelen göçmen dalgalarıyla güçlendi. Birinci Tapınak Dönemi, Babillilerin Milattan Önce 586 yılında Yehuda ve Kudüs’ü işgal etmesiyle sona erdi . Milattan Önce 538 yılında, [[Babil tutsaklığı]] döneminin ardından, Pers kralı [[Büyük Kiros]], Yahudileri Yehuda’ya tekrar dönmeleri için çağrıda bulundu ve Tapınağı kurmalarına izin verdi. İkinci Tapınağın inşa edilmesi Milattan Önce 516 yılında, [[I. Darius|Büyük Daryus]] yönetiminde tamamlandı . Milattan Önce 445 yılında, [[I. Artaserhas]], yayınladığı kanunla şehrin duvarlarını tekrar inşa ettirdi . Kudüs tekrar Yehuda başkenti olma ve Yahudilerin dini merkezi olma özelliğini tekrar kazandı. [[İkinci tapınak]] döneminden kalan birçok mezarlık Kudüs’te bulundu. Bunların arasında Tapınağı kuran Simon’un mezarlığı vardır ve mezarın üzerinde [[Aramice]] yazılar bulunmaktadır . Eski Şehrin kuzeyinde bulunan [[Abba mezarlığı]] da [[Aramice]] yazılara sahiptir. [[Kidron vadisi]]nde bulunan [[Benei Hezir Mezarlığı]], İbranice yazılara sahiptir ve bu yazılar mezarlığın İkinci tapınak rahiplerine ait olduğunu belirtir . Sanhedrin mezarları, 63 adet kayalarla yapılmış bir yeraltı mezarlığını oluşturur. Kuzey Kudüs’te bulunan Sanhedria muhitinde bulunur ve Sanhedrin üyeleri tarafından kullanılmıştır . [[Büyük İskender]] [[Pers İmparatorluğu]]’nu işgal ettiğinde, Kudüs ve Yehuda, Makedon kontrolü altına girdi ve zaman içinde Helen asıllı olan [[Ptolemaios Hanedanı]]'in yönettiği [[Ptolemaios Krallığı]]nın kontrolüne girdi. Milattan Önce 198 yılında, [[V. Ptolemaios|V. Ptolemaios Epiphanes]], Kudüs ve Yehuda’yı, üçüncü [[Antiokos]] yönetimindeki [[Seleukos İmparatorluğu|Selevkos]]’a kaybetti. Selevkos, Kudüs’ü tekrar Hellenik şehir devleti haline sokmaya çalıştı. Milattan Önce 168 yılında, Mattatias ve beş oğlunun [[Antiokos Efifanes]]’e karşı gerçekleştirdiği, Makabi isyanıyla Hasmonean Krall
ığını kurdu ve Milattan Önce 152 yılında Kudüs’ü başkent yaptı. Milattan Önce 63 yılında, Roma Cumhuriyeti yöneticisi [[Gnaeus Pompeius Magnus]] (Pompey), Hasmonean hanedanlığındaki bir taht kavgasına karıştı ve Kudüs’ü ele geçirdi. Böylece [[Roma İmparatorluğu]]’nun Yehuda üzerindeki etkisini artırdı. Kısa süren [[Part İmparatorluğu]] işgali ardından, Yehuda, Roma ve [[Part İmparatorluğu]] arasındaki çekişmenin yaşandığı bir yer haline geldi. Part İmparatorluğu taraftarları ve Roma Cumhuriyeti taraftarları çatışmaya başladı. Roma Cumhuriyeti güçlenmeye başladığında, Romalilara tabi olan yerel idareci, bir tabi-kral olarak Herod’u başa koyuldu. [[Büyük Herod]], kendini şehrin güzelleşip gelişmesine adadı. Duvarlar, Kuleler, Saraylar yaptı ve Tapınağın bulunduğu alanı genişletti. Herod yönetiminde Tapınağın bulunduğu alan iki kat genişledi . Herod’un ölümünden kısa bir süre sonra, Milattan Sonra 6 yılında, Yehuda Roma'ya tabi eyaletlerden olan (Iudaea) biriminin baskenti oldu . Fakat Roma yönetimi, Birinci Yahudi-Roma Savaşıyla muhalefete uğradı ve bu muhalefet 70 yılında İkinci Tapınağın yıkılmasıyla sonuçlandı. Kudüs, 132 yılında başlayıp üç yıl süren Bar Kokhba Ayaklanmasında, bir kez daha Yehuda’nın başkenti oldu. İmparator [[Hadrianus]], Iudaea Şehrini, komşu şehirlerle birleştirerek, Yehuda adını yok edip, [[Syria Palaestina]]’yı kurdu. Kudüs’ü Romalı bir şehir haline getirip, adını "Aelia Capitolina"olarak değiştirdi. Yahudilerin şehre yılda bir kez dışında girmesini yasakladı. Bu kurallar bütün Yahudileri etkiledi ve böylece şehrin kalıcı laikleşmesini sağlamayı amaçladı. Yahudilerin şehre girmemesi Milattan Sonra 4. yüzyıla kadar sürdü. [[Dosya:Ercole de Roberti Destruction of Jerusalem Fighting Fleeing Marching Slaying Burning Chemical reactions b.jpg|thumb|Kudüs’ün Romalılar tarafından yıkılması (David Roberts, 1850)]] Bar Kokhba ayaklanmasını takip eden 5 yüzyılda şehir önce Roma sonra Bizans yönetimi altında kaldı. 4. yüzyılda, Roma İmparatoru [[I. Konstantin|I. Kostantin]], Kudüs’te Hristiyan şehirleri kurdu. Kudüs nüfus ve genişlik olarak oldukça büyüdü. Şehrin toplam nüfusu 200.000’e vardı . Bu dönemden, 7 inci yüzyıla kadar Yahudilerin şehre girmesi yasaklandı. [[Roma İmparatorluğu]]’nun doğu kalıntısı, [[Bizans İmparatorluğu]], yıllarca şehrin kontrolünü elinde bulundurdu. Kudüs bir süre Bizans ve Pers İmparatorlukları arasında gidip geldi. 7. yüzyılda Sasani Kralı İkinci Khosrau, Bizans’ın içine doğru saldırıya geçti. Suriye’den başlayan saldırıyı Kudüs’e götürdü. Yerel Yahudiler de bu Bizans’a karşı bu saldırıya yardım etti. 614 yılındaki Kudüs istilası, 21 gün süren durmak bilmez savaşla, Kudüs’ün ele geçirilmesiyle sonuçlandı. Bizans anıları, [[Sasaniler]]in ve Yahudilerin, şehirdeki binlerce Hristiyanı katlettiğini yazar. [[Sasaniler]] tarafından ele geçirilen şehir, 15 yıl Sasani yönetimi altında kalır ve daha sonra Bizans İmparatoru Heraklius 629 yılında şehri tekrar ele geçirir . [[Dosya:Dome of the Rock viewed through Bab al-Qattanin.jpg|thumb|right|upright|[[Kubbet-üs-sahra]]]] Bizans yönetiminde olan Kudüs, [[Ömer|Ömer İbn el-Khattab]]’ın Müslüman ordusu tarafından fethedildi. İslam’ın erken döneminde, Müslümanlar tarafından şehir [[Madinat Bayt al Maqdis]] (Tapınağın Şehri) olarak anıldı . Şehrin geri kalanı İliya olarak adlandırdı . Sonra, Tapınak dağı, [[El-Haram El-Şerif]] (Asil Tapınak) ve çevresindeki şehir de [[Bayt El-Maqdis]] olarak adlandırıldı. Kudüs’ün Müslümanlaştırılması Milattan Sonra 620 yılında başladı. Dini kurallara göre, Müslümanlar dini ritüellerini yerine getirirken Kudüs’e yüzlerini çevirdiler ve İslam dinine göre, Muhammed, Kudüs’te miraca yükseldi. 16 ay sonra, kıble [[Mekke]]’ye çevrildi . 638 yılında, Halifelik yönetim alanını Kudüs’e kadar genişletti . Ara kuşatmalarla, Yahudilerin şehre girmesine izin verdi . Halife Ömer İbn Al-Khattab, Hristiyanların ve kutsal alanlarının, Müslümanların yönetimi altında güvende olacaklarını [[Patrik Sofronyus]]’a temin etti . Bir rivayete göre, Halife Ömer, Kilisede dua etmeye davet aldığında, Müslümanların kiliseyi camiye çevirmemeleri için kilisede dua etmeyi reddetti . [[Dosya:1099jerusalem.jpg|thumb|upright|İlk haçlı seferlerinde Kudüs, 1099]] Müslümanlar, [[Bayt El Maqdis]]’e ilk defa gittiklerinde, [[Kur’an]]’da adı geçtiğinden ve hadislerde bahsedildiğinden, [[Mescid-i Aksa]]’yı ilk ziyaret ederdi. Günümüz Arap ve İbrani kaynakları, mescidin etrafının çöplerle dolu olduğunu ve Yahudilerin, Araplarla birlikte temizlediklerini yazar .[[Halife Abdülmelik]], 7. yüzyılın sonuna doğru, Kubbet-ü Sahra’nın inşasına başladı . 10. yüzyıl tarihçisi [[El-Mukaddesi]], Abdülmelik’in, kubbeyi, Kudüs’teki görkemli kiliselerle yarışsın diye inşa ettirdiğini yazar . Sonraki dört yüz boyunca, Kudüs’ün önemi gittikçe azaldı. 1099’da [[Fatimi]] lider yerli Hristiyan nüfusu Kudüs’ten kovdu. Daha sonra, [[Haçlılar]], çok güçlü bir şekilde korunan şehri bir saldırıyla delip, Müslümanların ve Yahudilerin birçoğunu katletti. Daha sonra [[Haçlılar]], Kudüs Krallığını kurdu. Boşaltılan şehir, Yunan, Bulgar, Macar, Gürcü, Ermeni, Suriyeli, Mısırlı, Nasturi, Maruni ve diğerleriyle doldu. Bunun sebebi, hayatta kalan Yahudi ve Müslümanların şehre geri dönüşünü engellemekti. Kuzey-doğu dilimi, [[Mavera-i Ürdün]]’den gelen doğu Hristiyanlarla doldurdu . Sonunda, 1099 yılında, Kudüs nüfusu 30.000 oldu .1187 yılında, [[Selâhaddin Eyyubi]], Kudüs’ü haçlıların elinden aldı ve Yahudilerle Müslümanlara şehre tekrar dönmeleri için izin verdi . Doğu Hristiyan nüfusuna kalmaları için izin verildi . Selâhaddin’in Eyyubi hanedanlığında, yeni ev, market, kamu banyoları ve dini yerlerin kurulması emredildi. Buna rağmen, Kudüs’ün stratejik önemini yitirmesi ve Eyyubi’nin kanlı çatışmalarından dolayı Kudüs bir köy statüsüne itildi.1244 yılında, Kudüs Harezm Tatarlar tarafından yağmalandı. Hristiyan nüfusu katledip, Yahudileri kovdu . Harezm’ler Eyyübiler tarafından 1247’de kovuldu. 1250-1517 tarihleri arasında Kudüs [[Memlükler]] tarafından yönetildi. Bu dönemde Memlükler ve Haçlılar arasında birçok savaş gerçekleşti. Bölge depremlerden ve Kara ölümden çok etkilendi. [[Dosya:DavtowerS.jpg|thumb|Osmanlı duvarları]] 1517’de Kudüs ve çevresi Osmanlı Türkleri tarafından fetih edildi ve 1917’ye kadar ellerinde kaldı . Kudüs, [[Muhteşem Süleyman]] yönetiminde zengin bir dönem yaşadı. Barış ve yenilenmeyle dolu bir dönemdi ve bu dönemde şehri çevreleyen büyük duvarlar tekrar inşa edildi. Osmanlı yönetimi boyunca Kudüs bir vilayet ve önemli bir din merkezi olarak kaldı . 1744 yılında, bir İngiliz referans kitabı, Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak saydı . Osmanlı, Kudüs’e birçok yenilik getirdi: elçilikler tarafından kullanılan modern Posta sistemi ve posta araçları ve taşıma hizmetleri, şehrin modernleşmesinin ilk işaretleriydi . 19. yüzyılın ortalarında, Osmanlı, [[Jaffa]]’dan Kudüs’e uzanan ilk yolu döşedi, ve 1892 de bu yol şehre ulaştı . [[Dosya:Ben Zakai.jpg|right|thumb|Ben-Zakai Sinagogu 1893]] Kudüs’ün 1831 yılında [[Mısırlı Muhammed Ali]] tarafından ilhak edildiğinde, birçok elçilik ve konsolosluk şehirde güçlü bir varlık oluşturmak istedi. 1836 yılında [[İbrahim Paşa]], Kudüs’teki 4 büyük sinagogun, [[Hurva]]’da dâhil olmak üzere, restore edilmesine izin verdi . 1834’teki Filistin Arap ayaklanmasında, [[Kasım El-Ahmad]], ordusunu Nablus kentinden yönetti ve Kudüs’e saldırdı. Ebu Goş klanı El-Ahmad’a yardım etti ve 31 Mayıs 1934 yılında şehre girdiler. Hristiyan ve Kudüs Yahudileri birçok saldırıya maruz kaldı. İbrahim’in Mısır ordusu, Kasım’ın güçlerini bir sonraki ayda bozguna uğrattı . Osmanlı yönetimi 1840 yılında yeniden kuruldu, fakat Kudüs’te kalan, Cezayir ve Kuzey Afrika’dan olan Mısırlı Müslümanlar ve Yahudiler, artan sayılarda şehre yerleştiler . 1840 ve 1850’de, uluslararası güçler, [[Filistin]]’de çekişmeye başladılar. Ana yaklaşım nedenleri bölgede bulunan dini azınlıkların üzerindeki korumalarını artırmaktı ve ana çekişmeler, genelde Kudüs’te bulunan konsolosluklar aracıyla gerçekleşti . [[Prusya]] Konsolosluğuna göre, 1845 yılındaki nüfus 16.410 idi. 7120 Yahudi, 5000 Müslüman, 3390 Hristiyan, 800 Türk asker ve 100 Avrupalı bu sayıyı oluşturmaktaydı . Hristiyan hacıların sayısı Osmanlı yönetimi altında büyüdü. Şükran günü döneminde şehrin nüfusu ikiye katlandı . 1860’larda, eski şehir dışında yeni muhitler oluşmaya başladı. Bunun sebebi, büyük duvarlar içinde bulunan Eski Şehrin alan olarak daralması ve kalabalıktan oluşan kötü sağlıklı koşullardı. Rus yerleşkesi ve [[Miskenot Şa’ananim]] 180 yılında kuruldu . 1867’de, Amerikan Misyoner raporlarına göre, Kudüs’ün nüfusu 15.000 üzerindeydi; 4000-5000 Yahudi ve 6000 Müslüman. Her yıl 5000 ile 6000 arasında Rus Hristiyan hacı şehirde bulunurdu . 1874’te Kudüs özel bir idareye sahip bir vilayet oldu. [[Suriye Vilayeti]]’nden kopuk, direkt olarak İstanbul’a bağlı bir şehir oldu. 1880’lere kadar Kudüs’te hiçbir resmi yetimhane yoktu. Bunun sebebi ailelerin birbirlerine bakmasıydı. 1881 yılında, Kudüs’teki ilk Yetimhane, [[Diskin Yetimhanesi]], kuruldu. Bu yetimhanenin kurulmasının sebebi, [[Rus Pogrom]] ’undan kurtulan Yahudi çocukların Kudüs’e gelmesiydi. Yirminci yüzyılın başında Zion Blumthental Yetimhanesi (1900) ve Kızlar için bir yetimhane kuruldu (1902)kuruldu. [[Dosya:Allenby enters Jerusalem 1917.jpg|thumb|right|[[Edmund Allenby, 1st Viscount Allenby|General Edmund Allenby]] Kudüs’e girer, 11 Aralık 1917]] 1917 yılında, Kudüs Savaşı’ndan sonra, General [[Edmund Allenby]] tarafından yönetilen İngiliz Ordusu, şehri ele geçirdi . 1922 yılında, [[Lausanne Konferansı]]’nda, Milletler Cemiyeti, [[Birleşik Krallık'a]] Filistin mandasının, Ürdün mandasının ve Irak mandasının yönetimini himaye etti. 1922’de 1948 yılına kadar, şehrin nüfusu 52.000’den, 165.000’e ulaştı. Bu nüfusun üçte ikisi Yahudi ve üçte biri Araptır (Müslüman ve Hristiyan) . Filistin’deki Arap ve Yahudiler arasındaki durum sessiz değildi. Kudüs’te, 1920 ve 1929 yılları arasında Arap ayaklanmaları oldu. İngiliz yönetim
i altında, şehrin batı ve kuzey kısımlarında yeni kenar mahalleleri ve yükseköğretim kurumları ([[İbrani Üniversitesi]]) kuruldu . [[Dosya:Mandelbaum Gate Jerusalem.jpg|thumb|İsrail Polisi ve Arap Lejyoner]] [[Dosya:Municipality of jerusalem 1.jpg|thumb|right|Jerusalem, Akşam]] İngiliz himayesinin bitim tarihine yakın, [[Birleşmiş Milletler 1947 Bölüm Planı]], Kudüs’te farklı bir uluslararası rejim olmasını tavsiye etti. Plana göre şehir [[Birleşmiş Milletler]] gözetimi altında şehir bölünecekti . [[Beyt-ül Lahim]]’in de içinde olduğu bu uluslararası rejim 10 yıl yürürlükte olacaktı ve 10 yılın sonunda şehirde yaşayanlar bir referandumla şehrin rejimi hakkında karar vereceklerdi. Plan yürürlüğe, 1948 savaşı nedeniyle giremedi. İngilizler Filistin’den çekildi ve İsrail bağımsızlığını ilan etti . Savaş, şehirdeki Arap ve Yahudi nüfuslarının yerlerinden edilmelerine sebep oldu. 28 Mayıstaki Arap lejyonlarının Yahudi kesimi işgal etmeleriyle 1500 kişi yaşadıkları yerden kovuldu ve birkaç yüz kişi mahkûm edildi . Savaşın sonunda İsrail Arap yerleşim kesimlerinin 12 sini ele geçirdi. Yaklaşık 30.000 sığınmacı durumuna geldi. [[1948 savaşı]] Kudüs’ün bölünmesine sebep oldu. Eski duvarla çevrili şehir Ürdün tarafında kaldı. Kasım 1948’de kimseye ait olmayan bir alan Doğu ve Batı Kudüs arasında oluşturuldu. İsrail güçlerinin kumandan [[Moshe Dayan]] ve Ürdün kumandanı [[Abdullah el-Tell]] ile buluşup pozisyonlarını bir harita üzerinde kararlaştırdılar. Bu çizilen harita, resmi olmasa da 1949 yılındaki ateşkesteki sınır dağılımına karar verdi . İsrail’in kurulumdan sonra Kudüs başkent olarak ilan edildi ve Ürdün 1950 yılında [[Doğu Kudüs]]’ü ele geçirdi ve 1953 yılında Ürdün’ün ikinci başkenti olarak şehri ilan etti. Sadece İngilizler ve Filistinliler Ürdün yönetimini tanıdı. 1948 yılından sonra Eski Duvarlı Şehir, tamamen ateşkes sınırının doğusunda, Ürdün’ün elinde kaldı. Ürdün, bütün kutsal yerlerin kontrolünü sahipti ve ateşkes kurallarının tam tersine, Yahudilere kutsal yerleri yasakladı ve bir kısmına zarar verdi. [[Ürdün]] sadece bir kısım Hristiyanı, Hristiyanlar için kutsal yerlere kabul etti. Eski şehirdeki 58 sinagogun yarısı, işgalin ilk 19 yılında ahır ya da kümese çevrildi. İsrail tarafı da tarihi mezarlıkları bozup yerlerine park veya tuvalet yaptırdı 1964 yılında. Birçok tarihi ve dini öneme sahip yapı yıkıldı ve yerlerine modern yapılar dikildi . [[Altı Gün Savaşları]]nda İsrail Savunma güçleri [[Doğu Kudüs]]’ü ele geçirdi. 27 Haziran 1967’de İsrail Doğu Kudüs üzerindeki yönetim gücünü artırdı ve Kudüs belediyesine dâhil etti . 1980 yılında, İsrail Kudüs Kanunu geçirdi ve bu kanuna göre Kudüs, İsrail’in bölünmez başkenti oldu. Şehirdeki Araplara vatandaşlık verildi ve istemeyenlere daimi oturma izni verildi. Altı-Gün Savaşlarından sonra Kudüs’ün nüfusu 196% arttı. Yahudi nüfusu 155% arttı ve Arap nüfusu ise 314% arttı. Yahudi nüfusu 1967 74% ten 1980’de 72% ye, 2000’de 68% ve 2010 yılında 64% e düştü . [[Dosya:Viewfromgilo.jpg|thumb|Şehrin Panoraması]] Şehrin durumu ve özelikle kutsal mekânların durumu, İsrail-Filistin sorununun merkezinde yer alıyor. İsrail devleti, Eski şehrin Müslüman çeyreğinde inşa planlarını onayladı. Bunun sebebi, doğu Kudüs’teki Yahudi nüfusunun artmasıdır. İslami liderler, öte yandan, Yahudilerin Kudüs’le hiçbir bağlarının olmadığını iddia edip, 2500 yıllık ağlama duvarının, bir caminin duvarı olarak inşa edildiğini söylerler . [[Ehud Barak]] tarafından 2000 yılında kurulan bir uzman takım, şehrin bölünmesi gerektiği sonucuna vardı. Dönemde yapılan anketlere göre, toplumun 60-70%i şehrin bölünmüş olduğunu kabul etmekte, 56% bölünmeyi kabul etmekteydi . Barışa olan güçlü özlem ve istek, Barış Heykeli (silah parçalarından yapılmış, tarım aletleri) tarafından sembolize edilir. Heykel, Eski Şehir duvarlarına bakan, eski İsrail-Ürdün sınırının yakınlarındadır ve Yeşaya kitabından alıntılar vardır üzerinde (Arapça ve İbranice) . Rusya ve Çin gibi bazı ülkeler, Filistin’i, Doğu Kudüs’ü başkent olarak tanır. Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna ait olan 58/292 nolu çözüm önergesine göre, Filistinlilerin Doğu Kudüs üzerinde egemenlik hakları vardır . [[Dosya:Jerusalem, Israel.JPG|thumb|Kudüs’ün uzaydan görüntüsü]] [[Dosya:Mount of Olives Jerusalem.jpg|thumb|Zeytin Dağı]] Kudüs, Yehuda Dağlarında bulunan platonun güneyinde bulunur. Şehrin rakımı 760 metredir . Bütün Kudüs, vadiler ve kuru nehir yataklarıyla çevrelenmektedir. Kidron, Hinnom ve Tyropeon vadileri, eski şehrin güneyindeki bölgede buluşur . Kidron Vadisi, Eski şehrin doğusuna doğru gider ve Zeytin Dağlarını ikiye ayırır. Kutsal kitap döneminde, Kudüs, badem, zeytin ve palmiye ağaçlarından oluşan ormanlarla çevrelenmişti. Yüzyıllar boyu süren savaş ve hor görme, bu ormanların yok olmasına sebep oldu. Su temini Kudüs’ün yaşadığı en büyük problemler arasında yer alır. Bu durum tarihi ve karışık su kemerleri, tüneller, havuzlar ve sarnıçlarla kanıtlanır . Kudüs Akdeniz ve [[Tel Aviv]]’in 60 km doğusundadır. Şehrin karşısına 35 km uzaklıkta, [[Ölü Deniz]] vardır ve [[Ölü deniz]], dünyanın en düşük seviyede bulunan su birikintisidir. Komşu şehirler ve kasabalar arasında, güneyde Betlehem (Beyt-ül Lahim) ve Beit Jala, doğuda Abu Dis ve Ma’ale Adumin, batıda Mevaseret Zion ve kuzeyde [[Ramallah]] ve Giv’at Ze’ev vardır. Kudüs ormanının yakınında, batı tarafında bulunan [[Herzl Dağı]] İsrail’in millî mezarlığıdır. Şehirde Akdeniz iklimi etki gösterir. Sıcak ve kuru yazlar ve orta soğuklukta, ıslak kışlar vardır. Kısa süren kar yağışları, bir kış boyunca bir ya da iki defa gerçekleşir ve üç-dört yılda bir ağır kar yağışı gerçekleşir. Ocak yılın en soğuk ayıdır ve ortalama hava sıcaklığı 9C dir. Temmuz ve Ağustos en sıcak aylardır ve ortalama sıcaklık 24C dir. Ayrıca yazlar yağmursuzdur. Yağmur, Ocak ve Mayıs arasında yağar ve Kudüs yaklaşık 3400 güneş ışığı saatine sahiptir. Şehirdeki hava kirliliği araç trafiğinden oluşmaktadır . Kudüs’teki birçok ana yol büyük trafik yoğunluklarını ağırlayacak şekilde yapılmamıştır. Bu trafik sıkışıklıklarına ve havaya daha fazla karbon monoksite neden olur. Şehirdeki endüstriyel kirlilik seyrektir. Kudüs’ün nüfusu sayı ve bileşenler açısından 5000 yıllık tarihinde birçok değişikliğe uğradı. [[Orta Çağ]] döneminden beri, Kudüs Eski Şehir, [[Yahudiler|Yahudi]], [[Müslüman]], [[Hristiyan]] ve Ermeni kısımlarına bölünmüştür. 1905 öncesi birçok nüfusa dair veri, genelde yabancı ziyaretçilerden ve kuruluşlardan gelen tahminlere dayanır çünkü öncesindeki nüfus sayımları başka bölgeleri de içerir . Bu tahminlere göre, [[Haçlı Seferleri]]’nden sonra Müslümanlar, 19. yüzyılın ortasına kadar Kudüs’teki en büyük çoğunluğu oluşturdular. 1838 ve 1876 yılları arasıyla ilgili, birçok tahmin arasında, Müslümanların mı Yahudilerin mi çoğunlukta olduğu tartışması vardır. 1882 ve 1922 yılları arasıyla ilgili tartışma ise, Yahudilerin ne zaman çoğunluk oldukları üzerindedir. [[Dosya:AQ IMG 4968.JPG|thumb|Ermeni kesim]] Aralık 2007 yılında, Kudüs’teki nüfus 747,600 idi. 64% ü Yahudi, 32% si Müslüman ve 2% Hristiyan’dı At the end of 2005, the population density was . 2000 yılında yayınlanan bir araştırmaya göre, şehirdeki Yahudi nüfusunun yüzdesi düşüşteydi. Sebep, Müslümanlar arasındaki doğum oranı ve şehirden ayrılan Yahudi yerleşimcilerdi. Araştırmaya göre, şehirdeki 32.488 kişinin 9%u Yahudi’ydi . 2005 yılında, eski Sovyetler Birliği’nden, Fransa ve Amerika’dan çoğunluğu olmak üzere, birçok yeni göç oldu. Yerel nüfusa bakıldığında ise, gidenlerin sayısı gelenlerden fazlaydı. 2005 yılında 16.000 Kudüs’ten ayrıldı ve sadece 10.000 Kudüs’e yerleşti. Buna rağmen, Kudüs’teki nüfus yüksek doğum oranından dolayı, özellikle [[Haredi Yahudiler]]de ve Arap toplumunda artmaya devam etmekteydi. Yıl boyunca toplam nüfus 13.000 kişiyle (1.8%) arttı ama dini ve etnik bileşenlerde değişim vardı. 1967 yılında, Yahudiler nüfusun 74% ini oluştururken, 2006 yılında, bu oran 9% düştü. Nedenler arasında, ev fiyatlarının yüksekliği, istihdam problemleri ve şehrin artan dini karakteri görüldü. Laik Yahudilerin ya da dini inançlarını diğer insanlara göre daha hafif taşıyanların yüzdesi düşmekte. Geçen 7 yılda, 20.000 tanesi şehri çeşitli nedenlerle terk etti. Şimdilerde bu kesim, bütün şehir nüfusunun 31% ini oluşturmakta. Bu yüzde, şehirde artan ultra-ortodoks nüfusla aynıdır. Laik kesimin birçoğu kıyı şehirlerine daha laik bir yaşam tarzı ve ucuz ev bulmak için taşındılar. 2009 yılında, şehirdeki Haredi nüfusu artıyordu. Okula giden 150.100 çocuktan, 59.900 ya da 40% ı laik devlet okullarında ve Millî dini okullardayken, 90.200 ya da 60%% ı Haredi okullarında eğitim almaktaydı. Bu Haredi ailelerin çok sayıdaki çocuklarıyla pozitif bir ilgileşim gösterir . Bazı İsraillilerin Kudüs’ü fakir, bitkin ve politik ve dini karmaşadan dolayı delik deşik bulmasına rağmen, şehir birçok Filistinli için çok çekicidir, çünkü [[Batı Şeria]] ve [[Gazze Şeridi]]’nden daha fazla iş ve fırsat sunar. Filistinli yöneticiler, daima Arapları Kudüs’te kalmaları için destekler, böylece şehir üzerinde olan iddialarını koruma altına almış olurlar. Araplar, istihdam, sağlık, sosyal güvenlik ve diğer sağlanan yararlarla şehre çekilirler . İsrail vatandaşlığına sahip olmak istemeyen, Araplar, İsrail tarafından verilen bir kimlik kartıyla, kontrol noktalarından kolaylıkla geçip İsrail’de serbest dolaşım elde edebiliyorlar. Ayrıca iş bulma imkânları da oluyor. Kudüs’teki Araplar, çocuklarını İsrail okullarına gönderebilirler ve üniversiteler, İsrailli doktorlar ve [[Hadassah Sağlık Merkezi]] gibi saygın hastaneler Araplar tarafından kullanılabilir. Nüfus ve Yahudi-Arap nüfus dağılımı Kudüs üzerindeki anlaşmazlıkta büyük bir role sahiptir. 1998 yılında, [[Kudüs Gelişim Kurumu]] şehrin batı kanadını genişletip, daha fazla Yahudi’nin yaşadığı yerler yaratmayı önerdi . Böylece şehrin Yahudi nüfusu çoğunluk olarak artacaktı. Geçen birkaç yılda, Yahudi doğum oranında düzenli bir artış, Arap doğum oranında ise düzenli bir azalış oldu. Mayıs 2012’de raporlara göre, Yah
udi doğum oranı Arap doğum oranını solladı. Şimdilerde, şehrin doğum oranı, Yahudi ailelerde 4.2 çocuk ve Arap ailelerde 3.9 çocuk olarak dağılmıştır (217-218). Buna ek olarak, Kudüs’te Yahudi yerleşimcilerin sayısı artmıştır. Geçen birkaç yılda, binlerce Filistinli, daha önce Yahudiler tarafından yaşanılan, doğu Kudüs’teki muhitlere yerleşti. 2007 yılında, 1300 Filistinli, [[Pisgat Ze’ev]] ve [[Neve Ya’akov]] gibi Yahudi nüfusunun çok olduğu alanlara taşındı. [[Dosya:Jerusalem vista.jpg|thumb|[[Sheikh Jarrah]],Arapların çoğunlukta olduğu bir kesim]] [[Dosya:JerusalemMunicipalityP4190026.JPG|thumb|right|Kudüs Belediyesi]] [[Dosya:JerusalemMunicipalityP4190008.JPG|thumb|left|Kudüs Tarihi belediyesi]] [[Dosya:Knesset building (edited).jpg|thumb|right| [[Knesset]], [[Givat Ram]]]] [[Dosya:Israeli supreme court building nightshot.JPG|thumb|right|[[Yüksek Mahkeme]]]] [[Dosya:Hutz.JPG|thumb|right|Dış İşleri bakanlığı]] [[Dosya:Beit Aghion.jpg|thumb|Başbakan’ın yaşadığı yer]] [[Dosya:HaMate HaArtzy 2 Jerusalem.jpg|thumb|left|upright|İsrail Polisinin ana karargahı]] [[Dosya:BankIsrael01 ST 06.jpg|thumb|left|İsrail Bankası]] Kudüs Şehir Konseyi 31 seçilmiş üyeden oluşur ve belediye başkanı tarafından yönetilir. Belediye başkanı 5 yıllık bir dönem için görevdedir ve sekiz yardımcı atar. Bir önceki Belediye başkanı [[Uri Lupolianski]] 2003 yılında seçildi. 2008 Kasım’ında gerçekleşen yerel seçimlerde [[Nir Barkat]] seçildi ve şimdilerde belediye başkanıdır. Belediye başkanı ve yardımcıları dışında, konsey üyeleri maaş almaz ve gönüllü çalışırlar. En uzun görevde olan belediye başkanı, [[Teddy Kollek]], 28 yıl – 6 dönem görevde bulundu. Konseyin toplantılarının çoğu gizlidir fakat her ay halka açık bir toplantı yapar . Konsey içinde, dini politik partiler güçlü bir kesimi oluşturur ve sandalyelerin büyük kısmını alırlar. Kudüs belediyesinin ana binası ve belediye başkanının ofisi [[Jaffa yolu]]nda bulunan Safra Köşesindedir (Kikar Safra). [[Birleşmiş Milletler]]in 1947’de geçirdiği [[Birleşmiş Milletler Filistin Paylaşım Planı]]yla, Kudüs, Birleşmiş milletler tarafından yönetilen ayrı bir yönetim altındaki bir şehir halini aldı. Yahudi liderler bu planı kabul etti fakat Arap liderler plana karşı çıktı . 1948 savaşında, şehrin batı kısmı, yeni kurulan İsrail devleti tarafından ele geçirilirken, doğu kısmı Ürdün tarafından ele geçirildi. Uluslararası toplum, Kudüs’ün yasal statüsünü Birleşmiş Milletler planına göre tanımakta ve İsrail’in şehir üzerindeki egemenliğini kabul etmemektedir. 5 aralık 1949’da, İsrail’in ilk Başbakanı [[David Ben-Gurion]], Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak ilan etti ve bu ilandan beri İsrail devletinin bütün birimleri; Yasama, Yargı ve Yürütme bu şehirde konumlandı. Sadece Savunma Bakanlığı [[Tel Aviv]]’de yer almaktadır. İlan döneminde Kudüs bölünmüş olduğundan sadece Batı Kudüs İsrail’in başkentidir. İsrail’in Kudüs’ü başkent olarak kabul etmesine rağmen, diğer ülkeler elçilikler için, Tel Aviv’i kullanır. Bunun sebebi ülkelerin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımamalarıdır. 28 Ekim 2009’da, [[Birleşmiş Milletler]] sekreteri [[Ban Ki-moon]], barışın olması için, Kudüs’ün hem İsrail’in hem de Filistin yönetiminin başkenti olmasının gerekliliğini belirtti. Filistin Millî Yönetimi Doğu Kudüs’ü, Birleşmiş Milletler 242 nolu çözüm önergesine göre, işgal edilmiş sınırlar olarak görmektedir. Filistin yönetimine göre, Doğu Kudüs (Tapnak Dağıyla birlikte) Filistin’in başkentidir ve Batı Kudüs’ün daimi durumu da anlaşma konusu olmalıdır. Bunun yanı sıra, Kudüs’ün açık bir şehir olmasına da sıcak bakmaktadırlar. 2010’da İsrail devleti Kudüs’ü yüksek millî önceliği kanunu yürürlüğe soktu. Bu yürürlüğe göre, şehirde yerleşim alanları artırıldı, yerleşimcilere, yardım ve vergi yardımları verildi. Böylece Yahudi yerleşimciler, ev, eğitim, iş, turizm ve daha fazla kültürel aktiviteye sahip olmaya başladılar. İsrail’in birçok devlet kurumu, Kudüs’teki [[Givat Ram]] semtinde bulunan Kiryat HaMemshala kompleksinde bulunur. [[Kiryat HaLeom]] projesi, devlet kurumlarının ve milli-kültürel kurumların içinde bulunduğu bu semti ve bu kompleksi kurdu. Bazı resmi kurum binaları Kiryat Menachem Begin’de bulunmaktadır. [[Knesset]] (parlamento), İsrail Bankası, İsrail polisinin merkez üssü, Başkan ve başbakanın resmi rezidansları, kabine ve bütün bakanlıklar (Tel-Aviv HaKirya’da bulunan Savunma Bakanlığı dışında) Kudüs’tedir. İsrail devletinin kurulumundan önce, Kudüs, Filistin İngili Mandasının yönetim başkentiydi . 1949 yılından 1967 yılına kadar batı Kudüs İsrail’in başkenti olarak görüldü fakat uluslararası arenada, şehrin uluslararası bir şehir olduğunu kabul eden Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 194 nolu çözüm önergesinden dolayı, şehir resmi olarak İsrail’in başkenti olarak tanınmadı. 1967 yılındaki [[Altı-gün Savaşı]] sonunda Kudüs, İsrail kontrolüne geçti. 27 Haziran 1967’de [[Levi Eşkol]] hükümeti doğu Kudüs üzerindeki İsrail yetkisini artırdı. [[Oslo anlaşmaları]], Kudüs’ün son durumunun ancak Filistin otoritesiyle anlaşılarak belirtileceğini garanti altına aldı. Anlaşmalar, barış anlaşmasına ulaşmadan, şehirde resmi Filistinli bir oluşumu yasakladı ama Kudüs’te Filistin’e ait bir dış ticaret ofisi kurulmasını sağladı. Filistin otoritesi, Kudüs’ü gelecekte kurulmasını istedikleri Filistin devletinin başkenti olmasını istemekte. [[Mahmud Abbas]], Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak görmeyen bir barış anlaşmasının kabul edilmeyeceğini belirtti. İsrail Başbakanı [[Benyamin Netanyahu]]’da aynı şekilde, Kudüs’ün, İsrail’in bölünmez başkenti olduğunu belirti. Şehre yakınlığından dolayı Filistin’in kırsal bir alanı olan Abu Dis, İsrail tarafından Filistin’e başkent olarak önerildi. İsrail Abu Dis’i, Kudüs’ü çeveleyen güvenlik duvarı içine almadı. Filistin otoritesi, Filistin Yasama Konseyini ve Kudüs’le ilişkiler ofisini Abu Dis’te kurdu. İsrail’in birçok devlet kurumu, Kudüs’teki Givat Ram semtinde bulunn Kiryat HaMemshala kompleksinde bulunur. Kiryat HaLeom projesi, devlet kurumlarının ve milli-kültürel kurumların içinde bulunduğu bu semti ve bu kompleksi kurdu. Bazı resmi kurum binaları [[Kiryat Menachem Begin]]’de bulunmaktadır. [[Knesset]] (parlamento), İsrail Bankası, İsrail polisinin merkez üssü, Başkan ve başbakanın resmi rezidansları, kabine ve bütün bakanlıklar (Tel-Aviv HaKirya’da bulunan Savunma Bakanlığı dışında) Kudüs’tedir . İsrail devletinin kurulumundan önce, Kudüs, Filistin İngili Mandasının yönetim başkentiydi . 1949 yılından 1967 yılına kadar batı Kudüs İsrail’in başkenti olarak görüldü fakat uluslararası arenada, şehrin uluslararası bir şehir olduğunu kabul eden Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 194 nolu çözüm önergesinden dolayı, şehir resmi olarak İsrail’in başkenti olarak tanınmadı. 1967 yılındaki [[Altı-gün Savaşı]] sonunda Kudüs, İsrail kontrolüne geçti. 27 haziran 1967’de [[Levi Eşkol]] hükümeti doğu Kudüs üzerindeki İsrail yetkisini artırdı. [[Oslo anlaşmaları]], Kudüs’ün son durumunun ancak Filistin otoritesiyle anlaşılarak belirtileceğini garanti altına aldı. Anlaşmalar, barış anlaşmasına ulaşmadan, şehirde resmi Filistinli bir oluşumu yasakladı ama Kudüs’te Filistin’e ait bir dış ticaret ofisi kurulmasını sağladı. Filistin otoritesi, Kudüs’ü gelecekte kurulmasını istedikleri Filistin devletinin başkenti olmasını istemekte. [[Mahmud Abbas]], Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak görmeyen bir barış anlaşmasının kabul edilmeyeceğini belirtti. İsrail Başbakanı [[Benyamin Netanyahu]]’da aynı şekilde, Kudüs’ün, İsrail’in bölünmez başkenti olduğunu belirti. Şehre yakınlığından dolayı Filistin’in kırsal bir alanı olan Abu Dis, İsrail tarafından Filistin’e başkent olarak önerildi. İsrail Abu Dis’i, Kudüs’ü çevreleyen güvenlik duvarı içine almadı. Filistin otoritesi, Filistin Yasama Konseyini ve Kudüs’le ilişkiler ofisini Abu Dis’te kurdu . [[Dosya:Westernwall2.jpg|thumb|right|Ağlama Duvarı]] [[Dosya:Israel-2007-Jerusalem-Temple Mount-Al-Aqsa Mosque 01.jpg|thumb|right|Mescid-i Aksa]] [[Dosya:Holy sepulchre Anastasis.jpg|thumb|left|upright|Kutsal Kabir Kilisesi]] Kudüs, Yahudiliğe aşağı yukarı 3000 yıl, Hristiyanlığa 2000 yıl ve İslam’a ise 1400 yıl civarında kutsaldır. 2000 yılı Kudüs’ün İstatistiki yıllığına göre, Kudüs’te 1204 Sinagog, 158 Kilise ve 73 Cami vardır . Durmaksızın süren, dinlerin beraber barış içinde yaşanmasını sağlamaya çalışan çabalara rağmen, [[Tapınak Dağı]] gibi bazı alanlar ayrışmanın ve tartışmanın bitmediği alanlardır. Kudüs, Yahudilere Kral Davud’un şehri Milattan Önce 10. yüzyılda ele geçirmesinden itibaren kutsallaşmıştır. Kudüs Süleyman’ın ve İkinci Tapınağın bulunduğu alandı . Tevrat’ta belirtilmemesine rağmen, İncil’de 632 defa görülür bu bilgi. Günümüzde, İkinci Tapınağın bir kalıntısı olan Ağlama Duvarı, Kutsalların Kutsalı Tapınak Dağından sonra ikinci en kutsal alandır Yahudiler için. Dünya’nın her tarafında sinagoglar, önü Kudüs’e dönük Tevrat sandukalarına sahiptir ve Kudüs’teki sandukalar ise Tapınak Dağı’na dönüktür. [[Mişna]] tarif edildiği gibi ve [[Şulhan Aruh]]’ta kodlandığı gibi, Yahudiler dua ederken Kudüs’e ve Tapınak Dağı’na dönerler. Birçok Yahudi bu yönü göstermesi amaçlı evlerinide o yöne [[Mizrah]] yerleştirirler. Hristiyanlar, Kudüs’e hem Tevrat tarihiyle ilgili hem de İsa’nın hayatındaki öneminden dolayı, saygı gösterir. [[Yeni Ahit]]’e göre, İsa, doğumun hemen sonra Kudüs’e getirildi(260) ve büyüdüğünde İkinci Tapınağı temizlerdi. Bazı din adamları İsa’nın son akşam yemeğinin Kudüs’te olması ve İsa’nın çarmıha gerildiği, Golgotha’da Hristiyanlar için önemli alanlar arasındadır. Adından da anlaşılacağı gibi Golgotha’nın bulunduğu yerde günümüzde [[Kutsal Kabir Kilisesi]] vardır ve Hristiyanlar için bu kilise hac alanıdır. [[Dosya:Temple mount.JPG|thumb|right|Tapınak Dağı]] Kudüs, Sünni Müslümanlar için, üçüncü en kutsal şehirdir . [[Kıble]], [[Mekke]]’deki Kabe’den önce Kudüs’tü. Şehrin Müslümanlar için en büyük önem noktası, Muhammed’in cennete Kudüs’ten çıkmasıdır. İslamiyet’e göre, Muhammed bir gece mucizevi bir şekilde Mekke’de
n Kudüs’e gelip cennete yükseldi. İsra Suresi’nin ilk cüzü, Muhammed’in cennete olan bu gezisinin [[Mescid-i Aksa]]’dan gerçekleştiğini belirtir. Bu aynı zamanda [[Hadis]]ler’de de belirtilmiştir. [[Dosya:Jerusalem Schrein des Buches BW 1.JPG|thumb|right|İsrail Müzesindeki Parşömen sandukası]] [[Dosya:Jerusalem Botanical Garden Givat Ram.JPG|thumb|left|Kudüs Botanik Bahçesi]] Genelde dini önemiyle bilinmesine rağmen, Kudüs, birçok artistik ve kültürel yere sahiptir. İsrail Müzesi, yılda yaklaşık bir milyon ziyaretçi ağırlar ve bunların üçte biri turistlerdir (274). Müzede birçok arkeolojik buluntu ve İsrail’e özgü sanat eserleri bulunur. Ölü deniz parşömenleri de bu müzededir . Gençlik Kanadı, birçok sergiye ev sahipliği yapar ve kapsamlı bir sanat programı sunar. Her yıl yaklaşık 100.000 çocuk bu yeri ziyaret eder. Müze’nin büyük bir heykel bahçesi vardır ve İkinci Tapınağın bir minyatürü de vardır . Doğu Kudüs’te bulunan [[Rockefeller Müzesi]], [[Orta Doğu]]’da bulunan ilk arkeolojik müzedir ve 1938 yılında, İngiliz himayesindeki dönemde inşa edilmiştir . İsrail millî mezarlığı, şehrin batı sınırında, Herzl dağının üzerindeki Kudüs ormanında bulunur. [[Herzl Dağı]]nın batı uzantısı, Anma Dağı, [[Holokost]] Müzesi’nin bulunduğu yerdir. Holokost kurbanlarının anısına yapılan [[Yad Vashem]], [[Holokost]]’la ilgili en çok bilginin bulunduğu en büyük kütüphanedir. 100.000 kitap ve makale vardır müzede. Öldürülen kişilerin ve ailelerin hikâyelerini sergiler. Soykırımda öldürülmüş sanatçıların eserlerinin sergilendiği bir galeri de vardır. Yad Vashem, [[Nazi]]’ler tarafından öldürülen 1.5 milyon Yahudi çocuğun ölümünü anar ve Uluslararası Dürüstleri onurlandırır. [[Dosya:Mount Herzl IMG 1149.JPG|thumb|left|Herzl Dağının girişi, İsrail Millî mezarlığı]] 1940larda kurulan, [[Kudüs Senfoni Orkestrası]] dünya çapında etkinlikler yaptı . Şehrin girişinde bulunan, Uluslararası Kongre Merkezi (Binyanei HaUma), [[İsrail Filarmoni Orkestrasına]] ev sahipliği yapar. 1961 yılından itibaren gerçekleştirilen İsrail Festival’i, hem içerde hem de dışarda birçok etkinliklere sahiptir. Yerel ve Yabancı sanatçılar festivale katılır, konserler verilir, oyunlar sergilenir ve sokak tiyatrocuları performanslarını sergiler. Festivalin daimi ev sahibi Kudüs’tür. Telbiye muhitindeki Kudüs Tiyatrosu, yılda 150 konsere, çeşitli dans gösterilerine ve yabancı sanatçılara ev sahipliği yapar . 2009 yılında, Kudüs, Arap Kültürü’nün başkenti olarak ilan edildi . Kudüs, Filistin Milli Tiyatrosuna ev sahipliği yapar. Bu tiyatro, Filistinli Arapların kültürlerini ve sanatını korumalarına yardımcı olur. [[Edward Sayid Milli Müzik Konservatuarı]], Filistin Çocuk Orkestrasına sponsorluk yapar . [[Tapınak Dağı]] üzerindeki İslam Müzesi, 1923'te kurulmuştur ve birçok İslami tarihi esere sahiptir. İsrail Arap Kültürel aktivitelerini onaylayıp maddi yardımlar sağlar fakat, Arap kültürü başkenti etkinlikleri İsrail tarafından yasaklanmıştır, bunun nedeni, etkinliklerin Filistin Milli Yönetimi tarafından gerçekleştirilmesidir . İbrahim Fonu ve [[Kudüs Kültürlerarası Merkezi]] (JICC) Yahudi ve Filistinlilerin katıldığı ortak kültürel aktiviteleri destekler. Kudüs Orta Doğu Müzik ve Sanat Merkezi hem Araplara hem de Yahudilere açıktır ve birçok workshop sunar. Böylece Yahudi-Arap diyaloğunu sanatla destekler. Yahudi-Arap Gençlik Orkestrası, hem Avrupa Klasik Müziği hem de Orta Doğu müziğinden eserler sunar. 2006 yılında, Kudüs Yolu açıldı, bu yol, Kudüs etrafında bulunan birçok kültürel alan ve millî parkların etrafından geçen bir yürüyüş yoludur. [[Dosya:Binyanei-HaUmah.JPG|thumb|Kudüs Kongre Binası]] [[Dosya:YadVashem- Enterance.JPG|thumb|right|[[Yad Vashem]]]] [[Dosya:Shaaey old.JPG|thumb|right|İsrail Yayın Kurumu ofisi]] Kudüs, İsrail devlet yayınlarının merkezidir. [[İsrail Radyo ve Televizyon Kurumu]]’nun merkez ofisi Kudüs’te bulunur. Bunun yanı sıra, İsrail Radyosu, Kanal 2, Kanal 10 ve BBC radyosunun bir kısmına ait stüdyolar Kudüs’tedir. Yerel medya kuruluşları arasında Kudüs Times bulunur. [[Dosya:HadarS.jpg|thumb|Hadar Alışveriş merkezi, [[Talpiot]]]] [[Dosya:Hotzvimview.jpg|thumb|left|[[Har Hotzvim]] ileri teknoloji Parkı]] [[Dosya:TechnologyGarden.JPG|thumb|[[Kudüs Teknoloji Parkı]]]] Tarihsel olarak, ana limanlar [[Jaffa]] ve [[Gazze]]’den uzaklığından dolayı Kudüs’ün ekonomisi neredeyse tamamen dini hacılar tarafından desteklenirdi . Kudüs’ün dini alanları, günümüzde hala en favori turist mekânları fakat geçen elli yılda, dini turizm gelirinin Kudüs için yeterli olmayacağına ikna olundu. İstatistikler, şehirdeki ekonomik büyümeyi kanıtlasa da, 1967 yılından beri Doğu Kudüs, Batı Kudüs’ün gelişme hızından geride kalmıştır. Buna rağmen, çalışanın olduğu ev sayısı Araplarda (76.1%) Yahudilere (66.8%) göre daha fazladır. Kudüs’teki işsizlik oranı, millî ortalamanın (9.0%) üzerindedir ama bunun yanı sıra şehirdeki yoksulluk son yıllarda artmaktadır. [[İsrail Kamu Hakları Derneği]]’ne göre, 2012 yılında Kudüs’te yaşayan Filistinlilerin 78% i yoksulluk içinde yaşıyordu. Bu 2006 yılında 64% olarak görünen sayıdan oldukça büyük bir artıştı. Dernek bu durumu, işsizliğe, altyapı sorununa ve eğitim sisteminin kötüye gitmesine bağlarken, [[Ir Amin]], durumu Filistinlilerin Kudüs’teki yasal durumuna bağlar . 2006 yılında Kudüs’teki ortalama aylık gelir 5,940 (1410 USD) Şekeldi ve bu rakam Tel Aviv’den 1,350 Şekel azdı. İngiliz himayesi altında, kabul edilen bir kanuna göre, bütün binaların Kudüs taşından yapılması gerekiyordu. Böylece şehrin kendine özel tarihi ve estetik görünümü korunacaktı . Bunun bir parçası olarak şehirde sanayileşme pek desteklenmemiştir. Şehrin 2.2% lik bir alanı sadece sanayi için kullanılmaktadır. Buna rağmen Tel Aviv’de bu alan iki kat büyüktür. [[Hayfa]]’da ise, sanayi alanı Kudüs’ten yedi kat daha büyüktür. Kudüs çalışanlarının sadece 8.5% i üretim sektöründe çalışmaktadır, bu rakam millî ortalamanın yarısıdır. [[Tel Aviv]] İsrail’in finansal merkezi olarak görünse de, Kudüs’te taşınan ileri teknoloji firmaları, şehrin ekonomisinde etkisini göstermeye başlamıştır. 2006 yılında bu tür firmalar 12.000 iş fırsatı oluşturdu. Kuzey Kudüs’ün endüstriyel parkı, İsrail’in en büyük şirketlerine ev sahipliği yapar ([[Intel]], [[Teva İlaç]], ECI Telekom). İsrail devletinin kurulmasından itibaren, devlet, Kudüs ekonomisinin en büyük kurucusu oldu. Devlet Kudüs’te yeni iş fırsatları oluşturup, teşvikler sunmaktadır. [[Dosya:Jerusalem Entrance Bridge.JPG|left|thumb|upright|[[Kudüs Köprüsü]]]] [[Dosya:Jerusalem-Central-bus-station.jpg|thumb|Kudüs Merkez Otogarı]] Kudüs çok gelişmiş bir iletişim altyapısına sahiptir ve bu şehri lider lojistik merkezleri arasına sokar. Jaffa yolunda bulunan, Kudüs merkez otobüs durağı, İsrail’in en meşgul durağıdır. Egged Otobüs Kooperatifi tarafından işletilir. Egged, dünyadaki en büyük ikinci otobüs şirketidir. Jerusalem is served by highly developed communication infrastructures, making it a leading logistics hub for Israel. Dan şirketi, Bnei Brak- Kudüs yolunda Egged yanı sıra hizmet verir. Superbus şirketi, Kudüs, Modi’in Maccabim-Re’ut ve Modi’in İllit noktaları arasında hizmet verir.Bütün bu şirketlerin merkezi Kudüs Merkez Otogarıdır. Doğu Kudüs ve [[Batı Şeria]] arasındaki ulaşım Doğu Kudüs Merkez Otogarı tarafından işletilir. Agustos 2011’de İsrail Hafif treninin yapımına başlandı. Yapımına yeni başlanan başka bir ulaşım sistemi ise, [[Tel-Aviv]]’den Kudüs’e gidecek hızlı tren hattıdır. Hizmet vermeye 2017 yılında başlaması beklenmektedir. Tel-Aviv Ben Gurion havaalanında ”NESTER” firmasının minibüsleri bulunuyor. Firma müşterilerini Kudüs’te istenen adrese bırakıyor. Önceden rezervasyona gerek yok. Fiyatı kişi başı 65 Nis (2015 yılında) ve yol 45 dk civarı sürüyor. [[Dosya:Skopusberg mit Universitaet.jpg|thumb|[[Kudüs İbrani Üniversitesi]] [[Dosya:Academy of the Hebrew Language.JPG|thumb|left|[[İbranice Akademisi]] Kudüs, İbranice, Arapça ve İngilizce eğitim veren birçok itibarlı okula sahiptir. 1925 yılında kurulan Kudüs İbrani Üniversitesi, Dünya’daki en ünlü 100 okul arasına girdi. Yönetim kurulunda, Sigmund Freud ve Albert Einstein gibi ünlü Yahudi bilim adamları bulundu. Üniversite birçok Nobel ödülü kazanan isim yetiştirdi. Yakın dönemde, [[Avram Hershko]] , [[David Gross]] ve [[Daniel Kahneman]] [[Nobel]] kazandı. Okulun sahip olduğu en önemli varlıklardan biri, İsrail Millî Kütüphanesidir. İçinde beş milyon kitap bulunur . Kütüphane, üniversiteden kurulmadan 30 yıl önce 1892 yılında kuruldu. İbrani Üniversitesi, Kudüs’te üç kampüse sahiptir: Scopus Dağı, [[Giv’at Ram]] ve Hadassad Ein Kerem Hastanesindeki tıp kampüsü. İbrani dili akademisi, Givat Ramdadır. [[Al-Quds Üniversitesi]], 1984 yılında kuruldu ve Arap ve Filistinlilere eğitim vermeye başladı. Üniversite kendisini Kudüs’te bulunan tek Arap üniversite olarak tanımlar. New York’taki Bard Koleji ve [[Al-Quds Üniversitesi]], birleşerek, [[Yaser Arafat]]’ın ofisi ve Filistin Meclisi olmak üzere inşa edilen binada bir kolej kurdu. Kolej, eğitim üzerine yüksek lisans programı sunmaktadır. İlkokuldan başlayarak laik eğitimle dini çalışmaları birleştirerek veren birçok okuldan birisidir. Haredi okullara bakıldığında, bu tür okullar öğrencilerini standart testlere pek hazırlamaz ve birçok öğrenci [[Baqrud]] testinde başarısız olur. Son dönemde Kudüs’e daha fazla öğrenci çekmek adına, birçok burs ve barınma imkanları sunmaktadır şehirdeki okullar . Kudüs ve İsrail’in diğer bölgelerindeki Arap okullarının, Yahudi öğrencilerin aldığı eğitime göre daha düşük kalitede bir eğitim verdiği üzerinde birçok tartışma vardır. Çoğunluğun Arap olduğu Doğu Kudüs’teki okullar tıka basa dolu olduğunda Kudüs belediyesi yeni Arap okulları inşa etmeye başladı. [[Ras el-Amud]] ve [[Umm Lison]]’daki okullar 2008 yılında açıldı. 2007 Martta, İsrail devleti, 5 yıllık bir planla şehir 8000 yeni sınıf inşa etme kararı aldı. Bunların 40% ı Arapların olduğu bölgede, 28%inin Haredilerin olduğu bölgede olması planlanmaktadır. 4.6 milyon Şekel bu plan için ayrı
lmıştır. Arap öğrencilerin müfredatları, Yahudi öğrencilerin aldığı müfredatla paraleldir ve Arap öğrenciler Baqrud adlı bir denklik sınavı alırlar. Sınavda sadece birkaç farklı Yahudilikle ilgili konu vardır. [[Dosya:Teddy Kollek Stadium - Inside.JPG|thumb|Teddy Stadyumu, [[Malha]]]] Şehirdeki en favori iki spor, Futbol ve Basketboldur. Beitar Kudüs Futbol Kulübü İsrail’de en çok bilinen Futbol kulüplerindendir. Fanatikleri arasında politikacılarda vardır ve birçok maçlarına bu politikacılar katılır. Beitar’ın en büyük rakiplerinden olan, Kudüs’ün diğer büyük takımları arasında [[Hapoel]] Kudüs F. C. Vardır. [[Beitar]], İsrail Kupasını yedi defa kazanırken, Hapoel sadece bir defa kazanmıştır. Beitar lig şampiyonluğunu 6 kez kazanırken Hapoel hiç başarılı olamadı. Beitar daha prestijli olan Ligat Haal’da oynarken, Hapoel ikinci lig olan Liga Leumit’de oynamaktadır. Açıldığı tarih olan 1992 yılından beri, [[Teddy Kollek Stadyumu]] 21600 seyirci kapasitesiyle Kudüs’ün en önemli stadıdır. En popüler Filistin futbol kulübü West Bank Prömiyer Lig’de oynayan 1976’dan beri bulunan Jabal Al Mukaber futbol kulübüdür. Kulüp Kudüs’teki Scopus Dağ’ından gelmektedir. Asya Futbol Konfederasyonu’nun bir parçasıdır ve maçlarını Uluslararası Faisal Al-Husseini Stadyumu’nda oynamaktadır. Basketbolda Hapoel Jerusalem en iyi ligde oynamaktadır. Kulüp ülke kupasını 3 kez kazanmıştır.(336) Geleneksel olarak her yılın mart ayında düzenlenen Kudüs Maraton koşusu 2011 de kurulmuştur. 42 km’lik yarış Knesset’de başlar, Scopus Dağı ve eski Ermeni Bölgesinden geçer ve Sacher Park’da biter. Kudüs Maratonu 50 ülkeden 1500 sporcunun yanı sıra toplam 15000 koşucuyu ağırlamaktadır. [[Dosya:Jerusalem Tomb of David BW 1.JPG|thumb|upright|[[Kral Davud’un Mezarı Tomb]]]] Kudüs geleneksel olarak düşük yükseklikte gökdelenlere sahiptir. Yaklaşık olarak şehir merkezinde henüz bu konuda bir politika yokken farklı zamanlarda 18 tane bina inşa edilmiştir. Bunların bir tanesi uluslararası standartlarda bir gökdelen olan Holyland Tower 1’dir. Bina 32 katlıdır. Yapımı onaylanan Holyland 2 ise aynı yükseklikte olacaktır. Yeni şehir planına göre, şehir, şehir merkezinin farklı bölgelerinde tasarlanan içlerinde gökdelenlerinde olduğu birçok binayı yakında görecek. Plana göre kuleler Jaffa Yolu ve George Street’de yer alacaklar. King George Street boyunca uzanacak olan, yapımı teklif edilmiş olan the Migdal Merkaz Hayekum 65 katlı yanı İsrail’in en yüksek binası olarak planlanmaktadır. Şehrin girişinde Kudüs Chords Köprüsü ve Otobüs terminalinin yanına, büyük bir şehir meydanı ve Tel Aviv ile Kudüs’ü bağlayan bir yeraltı tren hattının da içinde bulunduğu bir kompleksin parçası olarak 24 ve 33 kat arasında 12 kule inşa edilecek. Bu gökdelenlerden 11 tanesi ya ofis ya da apartman dairesi, bir tanesi ise 2000 odalı bir otel olacak. Kompleksin Tel Aviv’den birçok iş çekmesi ve şehrin ana ticaret ve iş merkezi olması beklenmektedir. [[Kategori:Kudüs| ]] İzmir'deki üniversiteler listesi İzmir'de 2018 itibarıyla sekiz üniversite vardır. Bunlardan altısı devlet, ikisi vakıf üniversitesidir. Merkezi Ankara'da bulunan Türk Hava Kurumu Üniversitesi'nin Hava Ulaştırma Fakültesi de İzmir'de yer almaktadır. Ayrıca ilde, günümüzde etkin olmayan dört üniversite daha bulunmaktaydı. Paleolimnoloji Paleolimnoloji eski zamanlarda var olmuş göllerin geçmiş durumlarını yataklardaki tortul taşları inceleyen bilim dalı. Sarılık Sarılık veya ikter kandaki bilirubin düzeyinin artması sonucu deri, göz ve mukozaların sarı renk alması durumudur. Bir belirti (semptom) olup çeşitli nedenlerden kaynaklanabilir, tek bir hastalığa işaret etmez. Hepatit bir anlamda karaciğerin iltihabıdır. Hepatitlerin çoğu virüslere bağlı olmakla beraber ilaçlar, toksik maddeler, radyasyon, bağışıklık sistemindeki bozukluklar gibi farklı nedenlere de bağlı olabilir. Halk arasında, viral hepatitle sarılık genellikle karıştırılır ve her sarılık viral hepatit olarak değerlendirilir. Hâlbuki sarılık bir hastalık değil, belirtidir. Birçok hastalık, sarılık belirtilerine neden olabilir. Örneğin, safra yolunda, özellikle ana safra kanalında (koledok) kalsifikasyon olması sarılığa neden olabilir. Ancak viral hepatitle bir ilgisi yoktur ve bulaşıcı değildir. Yeni doğan sarılığı da genellikle viral hepatit değildir ve hastadan hastaya bulaşmaz. Hepatite genellikle A, B, C, D, E virusları yol açar. A ve E virüsleri sıklıkla dışkı yolu ile bulaşır. A virusu ile oluşan bulaşıcı sarılıkta hastanın dışkısı, sarılığın ortaya çıkışından 2 hafta öncesi ile 1 hafta sonrasını barındıran süreçte çok bulaşıcıdır. Bu virüsler ile oluşan hepatitler esas itibarıyla, virüs taşıyan dışkı ile kirlenmiş su ve besin maddelerinin (sebze ve meyveler) ağızdan alınması sureti ile bulaşırlar. Virüsle kirlenmiş yüzeylere temas etmiş ellerin ağza değdirilmesi de kişisel bulaşmada ve virusun yayılmasında çok önemlidir. B ve C virusları ise, başlıca, kan yoluyla (kan ve kan ürünlerinin alınması, mikroplu enjektör ve iğnelerinin kullanılması, ortak jilet veya diş fırçası kullanımı, akupunktur, diş tedavisi ve cinsel ilişki suretiyle) bulaşırlar. Hastalığın, bu virusları taşıyan anneden bebeğe geçişi de mümkündür. En sık rastlanan belirtiler, halsizlik, iştahsızlık, mide bulantısı, karnın sağ üst kadranında ağrı, derinin ve gözakının sararması ve idrarın koyulaşmasıdır. Kısa süreli ateş olabilir. Hastaların bazıları enfeksiyonu sararmadan; halsizlik, eklem ağrıları ve hafif ateş ile gribal enfeksiyon tarzında geçirirler. A ve E hepatit enfeksiyonları tamamen iyileşebilirken, B ve C hepatitler ise kronikleşebilirler. Gelişmekte olan ülkelerde hepatit B halen önemli bir sorundur.Hepatit C nin aşısı henüz bulunamamıştır fakat üzerinde tıbbi çalışmalar sürmektedir. Hepatit B ve C hastalarının bir kısmı kronikleşebilmekte; siroz ve ileri dönemde karaciğer kanserine dönüşebilmektedir. Hepatit C'nin seyri B'ye göre daha ağırdır ve daha tehlikelidir. C virus hepatiti özellikle hemodiyaliz hastaları ve sık sık kan nakli yapılan hastalar için ciddi bir tehlike oluşturabilir. Bilirubin alyuvarlara rengini veren ve oksijen taşınmasını sağlayan hemoglobin maddesinin parçalanması sonucu oluşur. Kanda dolaşım ömrünü dolduran yaşlı alyuvarlar ölünce hücrenin içeriğindeki hemoglobin açığa çıkar; hemoglobin de bilirubin maddesine dönüştürülerek karaciğere gelir ve çözünür hale getirilerek karaciğerden safraya atılır. Örneğin karaciğerde bir fonksiyon bozukluğu söz konusu olduğunda bilirubin safraya atılamaz ve kandaki miktarı artar. Dokularda (deride) birikmesile sarılık oluşur. Bilirubin maddesinin kanda arttığı alyuvar yıkım anemilerinde '(pre-hepatik nedenler)(örneğin kan uyuşmazlığına bağlı yeni doğanın sarılığı), safra kesesi taşlarının safra akımını engellemesi (post-hepatik) nedeniyle de sarılık tablosu ortaya çıkabilir. Sarılığın en önemli nedenlerinden biri hepatitlerdir ve bulaşıcı sarılık denince aklımıza viral hepatitler gelmelidir. Ortaya çıkış nedenine göre üç çeşit sarılık teşhisi yapılabilir: Günlük normal bilirubin miktarı üretim olarak 300 mg kadardır. Kırmızı kan hücreleri olan alyuvarların hızla yıkılması sonucunda karaciğerde konjugasyonu aşan bir bilirubin üretimi olur. Sonuçta safraya geçen bilirubin, ürobilinojen ve konjuge olmamış serbest bilirubin şeklinde kandaki indirekt bilirubin düzeyini yükseltir. Buna indirekt hiper bilirubinemi adı da verilir. Ayrıca karaciğer öncesi sarılık veya hemolitik sarılık adını da alır. Serbest bilirubin miktarının artması ile kandaki indirekt bilirubin miktarı artar. Ancak idrara çıkmaz. Büyük bir kısmı safraya verildiği halde bir kısmı da mukozaya yerleşerek cilt ve gözde sarı rengin oluşmasına neden olur. Bu tür sarılıkta bilirubin üretimi artmaz. Ancak safra yollarında tıkanma olur. Bu tıkanma safra taşı veya karaciğer tümörü oluşturabilir. Bilirubinin bağırsaklara geçişi önlenmiş olur. Karaciğer oluşan konjuge bilirubini kana gönderir ve bilirubin idrarla atılır. Bu sarılığa da karaciğer sonrası sarılık adı verilir. Karaciğerin çoğu hücrelerinin çeşitli nedenlerle (alkol, toksik maddeler) hasarlanması ve buna bağlı olarak konjuge bilirubin miktarının azalmasına neden olur. Kanda konjuge bilirubin miktarı arttığında idrarda ürobilinojen miktarı da artar. İdrar koyulaşırken dışkı ise beyaz renge dönüşür. Karaciğer bozulduğu için hastada AST, ALT miktarı artar. Hastada bulantı ve iştahsızlık meydana gelir. Bu tür sarılığa hepatojen sarılık adı da verilir. Son derece önemlidir. Yeni doğanlarda karaciğer bilirubin glukuroniltransferaz enziminin aktivitesi düşüktür ve bu enzim ancak yaşamın ikinci haftasında belirli bir düzeye erişir. Ayrıca çocuklarda eritrositlerin hem ortalama ömürleri daha kısadır ve hem de doğumla birlikte ihtiyaç fazlası eritrositler söz konusudur. Bu yüzden çocuklarda bilhassa prematüre çocuklarda hiperbilirubinemi görülür. Bu tür çocuklar UV ışığa konuldukları zaman konjuge bilirubin miktarı artacağından bilirubinin belirli bir süre sonra düzeyi düşerek normal yaşamlarına devam ederler. Konjuge bilirubinler direkt olarak Vanderberg reaksiyonu verdikleri için buna direkt bilirubin, serbest bilirubin ise indirekt olarak bu reaksiyonu verdiği için buna da indirekt bilirubin denir. Akarsu bilimi Akarsu bilimi (veya "ırmak bilimi", "potamoloji"), yeryüzündeki akarsuları inceleyen bilim dalıdır. Karalardaki akarsular ve bunların çeşitli özellikleri ile etkilerini inceleyen bilim dalına potamoloji veya akarsu hidrolojisi (akarsu bilimi) adı verilir. Bu bilim dalı, akarsuların rejimi, beslenmeleri, akım değişmeleri, sel-su taşkınları, sulama ve ulaştırmaya yarama dereceleri, enerji sağlama imkânları ve akarsu süprüntüsü gibi konuları inceler. Bu konular ile insanı ve faaliyetlerini önemli ölçüde etkileyen akarsular coğrafyanın inceleme alanı içinde yer alır. Akarsular Sular coğrafyasının alt bölümü olarak coğrafî prensiplerle incelenir. Konçerto Konçerto, sanatçının bir veya birkaç müzik çalgısıyla virtüözitesini (çalma ustalığı) ve müzikal yetenekl
erini dinleyiciye sunmak amacıyla icra edilen müzik parçasının genel adıdır. Genellikle, ilk bölüm hızlı, ikinci bölüm yavaş, üçüncü bölüm ise yine hızlı olur. En genel şeklinde bir solo çalgı ve orkestra olur. İlk bölümün sonunda enstrümancının ustalığını gösterebilmesi için bir kadans mevcuttur. Klasik dönemde, kadanslar o anda doğaçtan çalınırdı fakat günümüze yaklaştıkça besteciler ya da icracılar kadansları yazılmış bir örnekten yola çıkarak icra etmeye başladılar. Konçerto ilk olarak erken çağdaş türk müziği dönemde ortaya çıkmış ve klasik döneme kadar gelişimini devam ettirmiş, en önemli temsilcisi Antonio Vivaldi sayılabilir. Yazmış olduğu 450 den fazla konçerto o dönemki birçok büyük besteciye ışık tutmuş ve konçertonun tarih içerisindeki gelişimini büyük ölçüde etkilemiştir. Aynı dönemde yaşamış olan A. Corelli, G. F. Handel ve J. S. Bach da konçerto stilinde birçok eserler yazmışlardır. Bach'ın "Brandenburg Konçertoları" birçok enstrümanın birlikte müzik yaptığı çalınması ve dinlenmesi zevkli eserlerdir. Bu eserlerinde birçok enstrümanı aynı grup içinde kullanmıştır, kimi zaman solo olarak kimi zaman ise orkestra üyesi olarak. Bu tip konçertolar konçerto grosso adını alırlar. Birden çok solist vardır ve buna karşıt olarak arka planda bir orkestra grubu (ripieno) bulunur. Orkestra ve solistler sürekli bir çekişme içerisindedirler bu durumda sürekli bas (klavsen) hem orkestra ile hem de solistlerle birlikte iyi bir diyalog içerisindedir. Barok eserlerin diğer örneklerinde de olduğu gibi eserin armonik yapısının çatısını oluşturur. Bu türün en önemli temsilcilerinden birisi A. Corelli'dir. A. Vivaldi ve G. F. Handel'de bu form içerisinde önemli eserler yazmıştır. Bölüm sayıları ise bestecisine göre değişkenlik gösterebilir. Örneğin, A.Corelli'nin konçerto grossoları 4 ya da 6 bölümden oluşurken A. Vivaldi'nin yazdıkları en fazla 4 bölümlüdür. G. F. Handel ise, bazı konçertolarda 4 bazılarında 7 bölüm bile yazmıştır. Fakat bölüm sayıları açısından Corelli'ye daha yakındır. Hemen hemen bütün barok dönem bestecisinin bu türde eseri bulunmakla birlikte klasik dönemde birden çok solisli konçerto tarzı (konçerto grosso) pek nadiren kullanılmıştır. Mozart keman ve viyola için konçertant senfoni (symphonie konzertamte), flüt ve arp için konçerto olmak üzere iki büyük ve önemli eser yazmıştır. Daha sonraki zamanlarda ise L. van Beethoven keman, viyolonsel ve piyano için üçlü konçerto (triple konzert) yazmıştır. Bu dönemden sonra solistin önemi eserin yapısında daha büyük önem kazanmış ve artık bu tip yazım stillerine geç romantizm sonrasına kadar ara verilmiştir. Hidrometri Hidrometri, yüzey sularını, özellikle yağış ve akıntıların ölçülmesini inceleyen bilim dalı. Pink Floyd Duvar (film) The Wall, İngiliz rock müzik topluluğu Pink Floyd'un 1979 yılında yayınladığı aynı adlı albüme 1982 yılında Alan Parker tarafından çekilen, animasyonları da olan, pek fazla diyalog olmayan, albümün müziklerinin Hey You ve The Show Must Go On dışında tamamının bulunduğu bir film. Başoyuncu Bob Geldof'dur. Animasyonlar efsane sanatçı Gerald Scarfe tarafından yapılmıştır. Film, Pink Floyd'un konserinden bir görüntü ile başlar (In The Flesh). Sonraki iki şarkı The Thin Ice ve Another Brick In The Wall, Part I'da Pink'in küçüklüğü ve babasının II. Dünya savaşı'ndaki ölümünü anlatır ve duvara ilk tuğlalar da burada koyulur. The Happiest Days of Our Lives, Another Brick in the Wall, Part II şarkılarındaki konu Pink'in izolasyonunda bir sonraki aşama olan okuldur. (Öğretmenin Pink'in elinden alıp okuduğu şiir Money (Pink Floyd şarkısı) şarkısının sözleridir.) Mother'da korumacı anneye, Empty Spaces'de (albümde olmayan What Shall We Do Now'ı da işin içine katarsak) giderek yalnızlaşan Pink'in kendini tüketime verişine tanık oluruz. Young Lust'la birlikte artık Pink bir rock yıldızıdır. One Of My Turns, Don't Leave Me Now, Another Brick in the Wall, Part III Pink'in hayatının ve ilişkilerinin giderek daha da beter hale geldiğini görürüz. Goodbye Cruel World ile de artık duvar örülmüş, Pink Floyd izolasyon süreci tamamlanmıştır. Hey You, Is There Anybody Out There? ve Nobody Home şarkılarında ile yalnız kalan Pink'in yardım çığlıklarını dinleriz. Durumu iyice umutsuz hale gelen Pink'in dünyadan kopmuş, konserlere devam edemeyecek hale gelmiştir. Comfortably Numb, The Show Must Go On ile konserlere devam edebilmesi için Pink'e uyuşturucu verilmesi anlatılır. İyice deliren ve kurt (worms) sembolüyle çürüyüşü anlatılan Pink artık bir faşist olmuştur ve duvarların arkasında olmaktan memnun gibidir (In The Flesh, Run Like Hell, Waiting For The Worms). Stop ise Pink'in tükendiği noktadır. Sonrasında ise The Trial yani yargılama gelir. Yargılama Pink'in kendisiyle hesaplaşmasını konu eder. Sonuç olarak duvarlar yıkılır, tüm karanlığına rağmen albüm aydınlık bir sonla biter. Hidrometeoroloji Hidrometeoroloji, su dolaşımının, su kaynaklarının ve fırtınaların yol açtığı yağışların istatistiklerini konu alan meteoroloji dalı. Hidrojeoloji Hidrojeoloji, "yeraltı suyu hidrolojisi" olarak da bilinir, yeryüzeyinin altında bulunan suları konu alan bilim dalı. Jeolojinin bir alt bölümüdür. Temel olarak Yer katmanları arasında bulunan suları ve bu suların kayaçların arasındaki akışının mekanizmasını konu edinir. Hidrokimya Hidrokimya, Yer'in yüzeyinde ve altında bulunan suların kimyasal özelliklerini inceleyen bilim dalı. Hidrolojini bir alt bölümüdür. Tuzların, kayaların aşınması ve bunların yüzey akıntıları yoluyla karadan denize ve buharlaşma, bulut oluşumu ve yağış yoluyla da denizden karaya taşınması hidrokimyanın konuları arasındadır. Yüzey bilimi Jeomorfoloji ("jeo", Antik Yunanca kelimeler γῆ, ' = "yer", μορφή, "morfo" ' = "şekil" ve λόγος, "loji" ' = "bilim"'den; yüzey bilimi ya da yerşekli bilimi de denir) yardımcı dalı jeoloji olan ve Yer'in yüzey şekillerinin tanımlanmasını ve oluşum süreçlerinin açıklanmasını konu edinen bilim dalıdır. Jeomorfoloji ('), karalar üzerinde ve denizaltında yer kabuğunun yüzeyinde görülen şekilleri ("") inceleyen, oluşum ve evrimlerini açıklayan, bunları kendi metodolojisi içerisinde sınıflandıran, coğrafî dağılım ve gruplandırmalarını, nedenleriyle birlikte araştıran bir bilim dalıdır. Bu tanım doğrultusunda çok disiplinli bir bilim dalı olan yer bilimleri topluluğunun bir dalını oluşturur. Jeomorfoloji konusu bakımından bazı ülkelerde (ABD, Kanada) yer bilimleri içerisinde, yer kabuğunun yapısı ve dinamiğiyle ilgili jeolojinin, bazılarında ise (Türkiye, Fransa) insan-doğal çevre koşulları arasındaki ilişkiyi inceleyen fiziki coğrafyanın alt dalıdır. Fiziksel coğrafik yaklaşımda jeomorfolojinin konusu olan yer şekilleri iklim, sular ve doğal canlılarla birlikte değerlendirilir. Jeolojik açıdan ise Yerkürenin cansız elemanları olan yer yapısı, yer şekli, iklim ve sular (fizyografya) jeomorfolojinin konusunu oluşturur. Jeoloji, jeofizik, haritacılık, toprak bilimi ve taş bilimi jeomorfolojinin yararlandığı başlıca bilim dallarıdır. Jeomorfoloji incelediği konulara göre alt dallara ayrılır. "Akışkan jeomorfoloji" akarsuların oluşturduğu yeryüzü şekillerini, "karst jeomorfolojisi" kireçtaşları üzerinde oluşan şekilleri, "kıyı jeomorfolojisi" deniz ve göl kıyılarındaki şekilleri, "buzul jeomorfolojisi" buzullar tarafından oluşturulan yeryüzü şekillerini inceler. Yukarıdaki tanımdan da anlaşılabileceği gibi jeomorfoloji, yer kabuğunda güncel olarak süregiden yer şekillenmesi süreçleri ile uğraşır ve nihai olarak jenetik yaklaşımla bu şekillenmenin tarihçesini ortaya koymaya çalışır. Yer kabuğu ve yer yapısında güncel olarak meydana gelen olay ve değişimler aynı zamanda jeolojinin de konusudur ve jeoloji bilimi bunlardan topladığı bulgularla Yerküre'nin zaman içerisinde geçirdiği evrimi aydınlatmayı hedefler. Bu kapsamda jeomorfoloji bugünün jeolojisi, jeoloji ise geçmişin jeomorfolojisi olarak değerlendirilebilir. Jeomorfoloji bilimi fiziksel coğrafya ve jeoloji araştırma yöntemlerinin her ikisini birden kullanır. Jeomorfolojik araştırma ve anlatımlar genelde sistematik ve analitik olmak üzere iki türde yapılır. Uygulamalı jeomorfoloji araştırmalarında ise jeolojideki mühendislik alt disiplini araştırmalarına benzer yöntemler uygulanır. Sistematik yaklaşımda (') yer şekilleri görünüm ve büyüklüklerine göre ana yerşekili gruplarından başlanarak en küçük şekillere kadar taksonomik bir sınıflandırmaya tabi tutulur ve tanımlanır. Analitik yaklaşımda (') ise yerşekilleri oluşum süreçlerine göre ayırt edilir. Yukarıda anlatılanlar genel olarak klasik jeomorfoloji konuları içerinde sayılan olgulardır. Günümüzde jeomorfoloji oldukça fazla gelişme göstermiş ve nitel yorum bilim aşamalarından sonra nicel ve bilimsel bir kimliğe kavuşmuştur. Jeomorfoloji, her ülkede farklı bir görev üstlenmektedir. Doğu Bloku'ndaki ülkelerde, genelde plütonist veya yapısalcı bir bakış açısıyla yaklaşıldığından, her zaman ekonomik getirisi olan sahalarda kullanılmaya çalışılmaktadır. Bu çalışmalara en iyi örnek, petrol ve doğalgaz kaynaklarının tespitidir. Batı'da ise neptünist, yani iklimin hakim olduğu bir yaklaşım vardır ve burada genel olarak paleocoğrafik evrimi anlamaya, geçmiş ortamı analiz etmede kullanılmaktadır. Türkiye'deki jeomorfoloji betimlemeden öteye gitmemektedir. Yapılan en iyi çalışmalar, çok iyi jeolojik araştırması yapılan yerlerde, paleocoğrafik evrimin oluşturulmasıdır. Jeomorfoloji, uygulamalı olarak çalışıldığında Bunun yanında teorik olarak da çalışılabilir. Köygöçüren mantarı Köygöçüren mantarı (Latince "Amanita phalloides"; evcikkıran ya da ölüm meleği de denir), Amanitaceae familyasından zehirli bir mantar türü. Türkiye'deki ölümcül zehirlenmelerin neredeyse %90 kadarından sorumlu, son derece zehirli ve tehlikeli bir mantardır. Bu mantara yaz başlarında ve sonbahar aylarında ormanlarda çok sık rastlanır. Mantarın içerdiği amanitin (özellikle, Amanotoxinler'den alfa amanitin) ve phalloidin maddeleri, sindirildikten 8-12 saat sonra ilk belirtilerini gösterir ve 3-4 g
ün içinde karaciğer-böbrek metabolizmasını yok eder. Zehirine karşı henüz yetkin bir ilaç geliştirilememiştir. Tedavide silibinin dihydrogen disuccinate disodium enjeksiyonu kullanılmaktadır. Bu mantarın bir kişiyi öldürmesi için 20-25 gram tüketilmesi yeterli olmaktadır. "Volvariella volvacea" mantarı ile olan benzerliği ölümlerin önemli sebeplerindendir. "Amanita phalloides", 1994 yılı Kasım ayında, İstanbul'da seri zehirlenmelere yol açmış ve 20'den fazla insanın ölmesine neden olmuştur. Jeomanyetizma Jeomanyetizma, Dünya'nın manyetik alanını inceleyen jeofizik mühendisliği dalı. Manyetik alanın kökeni, manyetik kutupların oluşumu ve kutupların zaman içinde yer değiştirmesi, kayaçlarda görülen kalıcı mıknatıslanma, yerel ya da bölgesel manyetik sapmalar, Güneş ve gezegenler ile Yer arasındaki manyetik ilişkiler ve manyetik mineral yataklarını ve çeşitli jeolojik yapıların belirlenmesi başlıca konularıdır. Agaricus bisporus Agaricus bisporus, Türkiye'de en çok bilinen ve kültür mantarı olarak adlandırılan bir mantar türü. Portabello mantarı olarak bilinen büyük mantarlar aslında "Agaricus bisporus"'un erginleşmiş halidir. Ticari olarak pastörizasyon işleminden geçirilmiş kompost üzerinde yetiştirilir. Kompost içerisinde sap-saman artıkları, at gübresi, buğday sapı bulunmaktadır. Diğer adı da şapkalı mantarlardır. Bu mantarlar eşeyli veya eşeysiz "sporlar" oluşturarak ürerler. Yıldız Yıldız, ağırlıklı olarak hidrojen ve helyumdan oluşan, yoğun ve karanlık uzayda ışık saçan gökyüzünde bir nokta olarak görünen plazma küresi. Bir araya toplanan yıldızların oluşturduğu gökadalar gözlemlenebilir evrenin hâkimidir. Dünya'dan çıplak gözle görülebilen yaklaşık 6 bin dolayında yıldız vardır ve Dünya'ya en yakın yıldız, aynı zamanda Dünya üzerindeki yaşamın kaynağı da olan Güneş'tir. Gün ışığı dâhil olmak üzere Dünya üzerindeki enerjinin çoğunun kaynağı Güneş'tir. Diğer yıldızlar, yeryüzünden bakıldığında Güneş’in ışığı altında kalmadıkları zaman yani geceleri gökyüzünde görünürler. Yıldızların parlamasının nedeni çekirdeklerinde meydana gelen çekirdek kaynaşması (füzyon) tepkimelerinde açığa çıkan nükleer enerjinin yıldızın içinden geçtikten sonra dış uzaya ışınım (radyasyon) ile yayılmasıdır. Gökbilimciler bir yıldızın tayfını, parlaklığını ve uzaydaki hareketini gözlemleyerek o yıldızın kütlesi, yaşı, kimyasal bileşimi ve bunun gibi birçok özelliğini belirleyebilirler. Bir yıldızın toplam kütlesi, yıldızın gelişiminin ve sonunun ana belirleyicisidir. Bir yıldızın gelişim süreci içinde bulunduğu aşamaya göre çapı, dönüşü, hareketi ve sıcaklığı belirlenir. Sıcaklık ve parlaklık durumuna göre işaretlendikleri Hertzsprung-Russell diyagramı (H-R diyagramı), yıldızların güncel yaşını ve gelişim, sürecindeki aşamasını belirlemek için kullanılır. Yıldız gelişiminin ilk halkası, hidrojen, bir miktar helyum ve çok az miktarda daha ağır öğelerden oluşan ve içe doğru çökmeye başlayan bir madde bulutudur. Yıldız çekirdeği yeteri kadar yoğunlaştıktan sonra içinde bulunan hidrojenin bir kısmı sürekli olarak çekirdek kaynaşması tepkimesiyle helyuma çevrilir. Yıldızın geri kalan kısmı, açığa çıkan erkeyi, ışınım ve ısıyayım (konveksiyon) birleşimiyle çekirdekten uzağa taşır. Bu süreçler yıldızın kendi içine doğru çökmesini engeller ve erke, yıldız yüzeyinde bir yıldız rüzgârı yaratarak dış uzaya doğru ışınım yoluyla yayılır. Çekirdekteki hidrojen yakıtı bittikten sonra, en azından Güneş'in kütlesinin beşte ikisi kadar bir kütleye sahip olan yıldız genişleyerek, daha ağır olan öğeler çekirdekte ya da çekirdeğin etrafında kabuk hâlinde kaynaşarak kırmızı dev hâline gelir. Daha sonra maddenin bir kısmı yıldızlararası ortama salınarak, ağır öğelerin daha yoğun olacağı yeni bir yıldız nesli yaratacak şekle dönüşür. İki ya da daha fazla yıldızdan oluşan sistemlerde birbirine kütleçekim gücüyle bağlanmış ve genellikle birbirinin çevresinde düzenli yörüngelerde dönen yıldızlar bulunur. Birbirine çok yakın bir yörünge izleyen yıldızların kütleçekimgücü ile etkileşimlerinin evrimsel gelişimlerinde önemli etkisi vardır. Yıldızlar her kültürde önemli bir yer tutar. Dinsel törenlerde ve yön bulmada yıldızlar kullanılmıştır. Dünyanın hemen hemen her yerinde kullanılan Gregoryen takvimi, en yakın yıldız olan Güneş’e göre dönme ekseninin açısını temel alan bir güneş takvimidir. Tycho Brahe gibi ilk gökbilimciler gece gökyüzündeki yeni yıldızları tanımlayıp gökyüzünün değişmez olduğunu önerdi. 1584 yılında Giordano Bruno diğer yıldızların aslında diğer güneşler olduğunu, onların yörüngesinde dönen başka gezegenler olabileceğini ve bir kısmının Dünya’ya benzeyebileceğini önerdi Bu düşünce daha önceden antik Yunan düşünürler Demokritos ve Epikuros tarafından dile getirilmiştir. Sonraki yüzyılda yıldızların uzak güneşler olduğu görüşü gökbilimciler arasında ortak kabul gören bir düşünce olmuştur. Bu yıldızların güneş sistemi üzerinde neden çekimsel bir etki göstermediğini açıklamak için Isaac Newton ve ilahiyatçı Richard Bentley öne sürülen düşüncelerden yararlanarak yıldızların her yönde eşit olarak dağıldığını önerdiler. İtalyan gökbilimci Geminiano Montanari 1667 yılında Umacı yıldızının parlaklığındaki değişimleri gözlemleyerek kaydetti. Edmond Halley, yakınımızda bulunan bir çift "duran" yıldızın özdevim hareketinin ilk ölçümlerini yayımlayarak, bu yıldızların antik Yunan gökbilimciler Batlamyus ve İparhos zamanından beri konumlarını değiştirdiğini kanıtlamıştır. Bir yıldıza olan uzaklığın doğrudan ölçümü ilk olarak 61 Cygni yıldızı için ıraklık açısı yöntemi kullanılarak Friedrich Bessel tarafından 1838 yılında yapılmıştır. Iraklık açısı ölçümleri gökyüzündeki yıldızların birbirlerine olan engin uzaklıkları göstermiştir. Gökyüzündeki yıldızların dağılımını keşfetmeye karar veren ilk gökbilimci William Herschel’dir. 1780’lerde bir dizi ölçü aygıtı yardımıyla 600 yönde bakış doğrultusu boyunca gözlemlediği yıldızları saydı. Bu çalışmayla yıldız sayısının gökyüzünde Samanyolu’nun merkezine doğru gittikçe arttığı sonucuna ulaşmıştır. Aynı çalışmayı güney yarımkürede tekrarlayan oğlu John Herschel de aynı yöndeki artışı tespit etmiştir. William Herschel diğer başarılarının ötesinde, bazı yıldızların yalnızca aynı bakış doğrultusunda yer almalarının yanı sıra çift yıldız sistemi oluşturan fiziksel eşler olduğunu bulmasıyla da tanınır. Joseph von Fraunhofer ve Angelo Secchi yıldız tayfölçümünün öncüleridir. Sirius gibi yıldızların tayfını Güneş ile kıyaslayarak soğurma çizgilerinin (yıldız ışığı tayfının atmosferden geçerken belli frekanslarda soğurumu nedeniyle oluşan koyu çizgiler) sayı ve kuvvetlerindeki farklılıkları buldular. 1865 yılında Secchi yıldızları tayf tiplerine göre sınıflamaya başladı. Ancak günümüzde kullanılan yıldız sınıflandırması Annie J. Cannon tarafından 1900’lerde geliştirilmiştir. Çiftyıldızların gözlemlenmesi 19. yüzyılda giderek artan bir önem kazanmıştır. 1834 yılında Friedrich Bessel, Sirius yıldızının özdevim hareketindeki değişiklikleri gözlemleyerek görünmeyen bir eş yıldızın varolduğu sonucuna vardı. Edward Pickering 1899 yılında ilk olarak tayf üzerinde çiftyıldızı bulduğunda, Mizar yıldızının 104 günlük periyotlarda ortaya çıkan tayf çizgilerindeki periyodik ayrılmayı gözlemliyordu. William Struve ve S. W. Burnham gibi gökbilimcilerin birçok çiftyıldız sistemini gözlemlerinin detayları yörünge özelliklerinin hesaplanmasıyla yıldızların kütlelerinin belirlenmesine olanak sağlamıştır. Teleskop ile yapılan gözlemlerden çiftyıldızların yörüngelerinin hesaplanması problemi ilk olarak Felix Savary tarafından 1827’de çözülmüştür. Yirminci yüzyılda yıldızların bilimsel incelemesi alanında hızlı gelişmeler yaşandı. Fotoğraf önemli bir astronomik araç oldu. Karl Schwarzschild bir yıldızın renginin ve dolayısıyla sıcaklığının görünen kadir derecesi ile fotoğrafik kadir derecesinin karşılaştırılması sonucunda belirlenebileceğini buldu. Fotoelektrik ışıkölçerin (fotometrenin) geliştirilmesi birçok dalga boyu aralığında çok hassas kadir ölçümüne olanak verdi. 1921 yılında Hooker teleskobunda girişimölçer kullanan Albert A. Michelson yıldız çapının ilk ölçümlerini yapmıştır. Yirminci yüzyılın başlarında yıldızların fiziksel temeli üzerine önemli çalışmalar yapılmıştır. 1913 yılında geliştirilen Hertzsprung-Russell diyagramı, yıldızların gökfiziği üzerine çalışmaların ilerlemesini sağlamıştır. Yıldızların içini ve evrimini açıklayacak başarılı modeller geliştirilmiştir. Nicemler doğabilimindeki (kuantum fiziği) gelişmelerle birlikte yıldızışığının tayfları başarı ile açıklanabilmiştir. Bu sayede yıldızların gazyuvarının kimyasal bileşimi de belirlenebilmiştir. Takımyıldız kavramının Babilliler döneminde varolduğu bilinmektedir. Eski gökyüzü gözlemcileri yıldızların belirgin düzenlerinin bir resim oluşturduğunu hayal etmiş ve bunu da kendi mitleriyle ve doğada gördükleriyle özdeşleştirmişlerdir. Tutulum (ekliptik) çemberi üzerinde yer alan on iki takımyıldızı astrolojinin temelini oluşturmuştur. Belirgin olan birçok yıldıza da genelde Arapça ya da Latince isimler verilmiştir. Takımyıldızların bazılarının ve Güneş’in kendi mitleri bulunur. Bunların ölülerin ruhu ya da tanrılar oldukları düşünülürdü. Örneğin Umacı yıldızının Gorgon Medusa’nın gözünü temsil ettiğine inanılırdı. Eski Yunan dininde, sonradan gezegen olarak tanımlanan bazı "yıldızlar" önemli tanrıları temsil ederdi. Gezegenlerin adı da bu tanrılardan gelir: Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn. (Uranüs ve Neptün de Yunan ve Roma tanrılarıdır, ancak her ikisi de eski çağlarda düşük parlaklıkları yüzünden bilinmiyordu. Bu gezegenlerin isimleri daha sonraki gökbilimciler tarafından verilmiştir. 1600'lerde takımyıldızların isimleri gökyüzünün o bölgesindeki yıldızları adlandırmak için kullanılıyordu. Alman gökbilimci Johann Bayer’in bir dizi yıldız haritası yaratarak her takımyıldızdaki yıldızı Yunan harfleriyle tanımlamasıyla Bayer belirtmesini oluşmuştur. Daha sonraları İngiliz gökbilimci John Flamsteed’in kullandığı rakamlardan oluşan sisteme de
Flamsteed belirtmesi adı verilmiştir. Yıldız katalogları çıktıktan sonra da birçok ek belirtme sistemi hazırlanmıştır. Yıldızları ve diğer gökcisimlerini adlandırma konusunda bilimsel toplulukta tek yetkili kurum Uluslararası Astronomi Birliği’dir ("International Astronomical Union - IAU"). Bazı özel şirketler yıldızlara isim sattıklarını iddia eder ancak bunlar ne bilim topluluğu tarafından tanınır ne de kullanılır. Gökbilim ile ilgilenenler bu tip davranışları, yıldızların adlandırılma prosedürünü bilmeyen insanları hedef seçen bir tür dolandırıcılık olarak görür. Yıldız değişkenlerinin çoğu MKS ölçüm sistemi ile belirtilse de bazen cgs ölçüm sistemi de kullanılır (örneğin parlaklığın erg/saniye olarak belirtilmesi gibi.) Kütle, aydınlatma gücü, ve yarıçap genel olarak Güneş’in özelliklerinin temel alındığı birimlerle ifade edilir: Dev bir yıldızın yarıçapı ya da bir çiftyıldız sisteminin ana ekseni gibi büyük uzunluklar genellikle astronomik birim (AU) ile belirtilir. Bir AU yaklaşık olarak Dünya ile Güneş arasındaki ortalama uzaklığa eşittir. Yıldızlar, uzayda bulunan yüksek yoğunlukta (yine de dünya üzerindeki bir vakum odasından daha az yoğun olan) geniş bölgelerden oluşan özdeciksel (moleküler) bulutların içinde oluşur. Bu bulutlar çoğunlukla hidrojenden ve % 23–28 helyum ile az miktarda daha ağır öğelerden ibarettir. İçinde yıldız oluşan bu tür bir bulutsuya örnek Orion bulutsusudur. Bu bulutlardan büyük yıldızlar oluştukça, içinde bulundukları bulutları güçlü bir şekilde ışıklandırıp iyonlaştırırlar ve bir H II bölgesi yaratırlar. Bir yıldızın oluşumu, bir özdeciksel bulutun içinde oluşan ve sıklıkla bir üstnovanın (büyük yıldız patlamaları) ya da iki gökadanın çarpışmasından oluşan şok dalgalarının tetiklediği kütleçekimsel bir kararsızlık ile başlar. Jeans Kararsızlığı kriterlerini sağlayacak kadar bir madde yoğunluğuna erişen bölge kendi kütleçekimsel kuvveti altında çökmeye başlar. Bulut çöktükçe, Bart damlacığı adı verilen ve yoğun toz ile gazdan oluşan ayrık kümelenmeler oluşur. Bunların içinde 50 güneş kütlesine kadar madde bulunabilir. Yuvar çöktükçe ve yoğunluk arttıkça kütleçekimsel erke ısıya dönüşür ve sıcaklık artar. Önyıldız bulutu hidrostatik denge durumunda dengeli bir duruma yaklaştığında, bulutun merkezinde bir önyıldız oluşur. Bu ana dizi öncesi yıldızlar genelde bir öngezegen diskiyle çevrelenmiştir. Kütleçekimsel büzülme dönemi 10–15 milyon yıl kadar sürer. İki güneş kütlesinden az kütleye sahip genç yıldızlara T Tauri yıldızı, daha yüksek kütleye sahip olan yıldızlara da Herbig Ae/Be yıldızları denir. Bu yenidoğan yıldızlar dönme eksenleri boyunca gaz fışkırtır ve Herbig-Haro nesnesi denen küçük bulutçuklar oluşturur. Yıldızlar yaşam sürelerinin %90’ında çekirdek yakınında yüksek sıcaklık ve yüksek basınçlı çekirdek kaynaşması tepkimeleriyle hidrojeni helyuma çevirir. Bu tür yıldızların anakolda olduğu söylenir ve cüce yıldız diye adlandırılırlar. Anakolun başlangıcından itibaren yıldız çekirdeğindeki helyum oranı düzenli olarak artar ve dolayısıyla da çekirdekteki çekirdek kaynaşması tepkimesini istenen hızda tutabilmek için yıldızın sıcaklığı ve parlaklığı yavaşça artacaktır. Örneğin yaklaşık 4,6 milyar yıl önce anakola giren Güneş’in o zamandan beri parlaklığının %40 arttığı tahmin edilmektedir. Her yıldız sürekli olarak gazın uzaya akmasına neden olan bir yıldız rüzgârı üretir. Yıldızların çoğu için kaybedilen kütle miktarı kayda değer değildir. Güneş her yıl 10 güneş kütlesi kadar ya da tüm hayatı boyunca kütlesinin %0,01’i kadar bir kütle kaybeder. Ancak çok büyük yıldızlar gelişimlerini önemli derecede etkileyecek olan 10 ile 10 güneş kütlesi arasında madde kaybeder. 50 güneş kütlesinden daha büyük bir kütle ile başlayan yıldızlar anakolda kaldıkları sürece toplam kütlelerinin yarısını kaybedebilir. Bir yıldızın anakolda bulunacağı süreyi yakılacak yakıtın miktarı ve yanma hızı, başka bir deyişle başlangıçtaki kütlesi ve parlaklığı belirler. Güneş için bu sürenin yaklaşık 10 yıl olduğu tahmin edilmektedir. Büyük yıldızlar yakıtlarını çok hızlı yakarlar ve ömürleri kısa olur. Kırmızı cüce adı verilen küçük yıldızlar yakıtlarını çok yavaş yakar ve on ile yüz milyar yıl arasında yaşamlarını sürdürürler. Yaşamlarının sonuna doğru gittikçe parlaklıklarını kaybeder ve kara cüce hâline dönerler. Böyle yıldızların yaşam süreleri evrenin şimdiki yaşından (13,7 milyar yıl) daha büyük olduğu için kara cücelerin varolması henüz beklenmemektedir. Kütlenin yanı sıra helyumdan daha ağır öğelerin miktarı da yıldızların gelişiminde önemli rol oynar. Gökbilimde helyumdan ağır öğelerin tamamı "metal" olarak değerlendirilir ve bu öğelerin kimyasal derişimine metallik denir. Yıldızın metalliği, yakıtını yakacağı süreyi etkiler ve mıknatıssal alanların oluşumunu kontrol eder. ve yıldız rüzgârının gücünü değiştirir. Daha yaşlı öbek II yıldızlar oluştukları özdeciksel bulutların bileşimi nedeniyle daha genç olan öbek I yıldızlara göre önemli oranda az metalliğe sahiptirler. Bu bulutlar zaman geçip yaşlı yıldızlar öldükçe gazyuvarlarının bir kısmından gelen ağır metallerle zenginleşmiştir. En azından beşte iki güneş kütlesine sahip olan yıldızlar çekirdeklerindeki hidrojeni tükettiklerinde dış katmanları genişler ve soğuyarak bir kırmızı dev oluşturur. Yaklaşık 5 milyar yıl sonra Güneş kırmızı dev olduğunda o kadar büyük olacak ki Merkür’ü ve büyük olasılıkla Venüs’ü de içine alarak yokedecektir. Kurulan modellemelere göre Güneş’in Dünya’nın şu anki yörüngesinin (1 astronomik birim ya da AU) %99’u kadar genişleyeceği tahmin edilir. Ancak o zamana kadar Güneş’in kütlesinin azalması nedeniyle Dünya’nın yörüngesi 1,7 AU’ya çıkacaktır ve böylece güneşin içinde kalmaktan kurtulacaktır. Ancak Güneş’in parlaklığı birkaç bin katına çıkarken Dünya üzerinde ne okyanus ne de havayuvar (atmosfer) kalacaktır. Dokuz güneş kütlesinden daha fazla kütleye sahip olan yıldızlar helyum yaktıkları aşamada genişleyerek kırmızı süper dev olur. Çekirdekteki bu yakıt da bittikten sonra helyumdan daha ağır öğelerin çekirdek kaynaşmasına devam eder. Sıcaklık ve basınç karbon çekirdek kaynaşmasına yetene kadar çekirdek küçülür. Bu süreç, oksijen, neon, silikon ve kükürtün yakılmasıyla devam eder. Yıldızın yaşamının sonuna doğru yıldızın içindeki soğan katmanları gibi kabuklarda çekirdek kaynaşması gerçekleşebilir. Her kabukta farklı bir öğe çekirdek kaynaşmasına uğrar. En dışta hidrojen, içeri doğru helyum ve sonra ağır öğeler diye devam eder. Son aşamaya, yıldız demir üretmeye başlayınca ulaşılır. Demir öğeciklerinin (atom) çekirdeği diğer ağır öğelerin öğecik çekirdeklerinden daha sıkıca bağlandığı için, çekirdek kaynaşmasına uğradıktan sonra erke açığa çıkarmazlar, dolayısıyla bu süreç erke tüketir. Aynı şekilde daha hafif öğelerin öğecik çekirdeklerinden daha sıkı bağlandığından bölünüm (fisyon) ile de erke açığa çıkmaz. Görece yaşlı ve çok büyük yıldızların merkezinde büyük ve eylemsiz bir demir çekirdeği toplanır. Daha ağır öğeler yıldızın yüzeyine çıkarak Wolf-Rayet yıldızı denen nesnelere dönüşür. Bu yıldızların dış gazyuvarının kaçtığı yoğun bir yıldız rüzgârı bulunur. Gelişiminin sonunda, ortalama büyüklükte bir yıldız artık dış katmanlarını kaybederek bir gezegenimsi bulutsuya dönüşür. Eğer dış gazyuvarı döküldükten sonra kalan kütle 1,4 güneş kütlesinden az ise görece oldukça küçük bir nesne (yaklaşık Dünya kadar) hâline gelene kadar küçülür. Daha fazla sıkışmanın oluşması için yeterince büyük olmayan bu yıldızlara beyaz cüce denir. Her ne kadar yıldızlar plazma yuvarları olarak tanımlansalar da beyaz cücenin içindeki elektron yozlaşmış madde artık plazma değildir. Beyaz cüceler oldukça uzun zaman sonra kara cücelere dönüşeceklerdir. Daha büyük yıldızlarda demir çekirdek artık kendi kütlesini destekleyemeyecek kadar, yani 1,4 güneş kütlesinden daha fazla büyüyene kadar çekirdek kaynaşması devam edir. Çekirdeğin içindeki elektron proton yönlendirilince ve ters beta çözünmesi ya da elektron yakalanması ile patlayıp nötron ve nötrinolar oluşturunca çekirdek birdenbire çöker. Bu çökmenin oluşturduğu şok dalgaları yıldızın geri kalanının bir üstnova olarak patlar. Üstnovalar o kadar parlaktır ki kısa süre içinde bulunduğu gökadanın tamamından daha parlaktır. Samanyolunda oluştuklarında, tarih boyunca daha önce yıldız görülemeyen yerlerde ortaya çıkan "yeni yıldızlar" olarak gözlemlenmişlerdir. Yıldızın maddesinin çoğu, üstnova patlamasıyla uzaya kaçar ve Yengeç Bulutsusu gibi bulutsuları oluşturur.) Geri kalan bir Nötron yıldızı hâline gelir (kendilerini bazen Pulsar ya da X ışını patlaması şeklinde gösterir) ya da dört güneş kütlesine eşdeğer bir kalıntı bırakacak kadar büyük bir yıldız ise karadelik olur. Bir ılıncık yıldızında madde, ılıncık (nötron) yozlaşmış madde denilen hâlde bulunur ve çekirdekte de QCD özdeği denen daha da egzotik bir yozlaşmış özdek bulunur. Karadeliğin içindeki özdeğin hâli henüz anlaşılamamıştır. Ölen yıldızların kaçan dış katmanları yeni yıldız oluşumunda kullanılabilecek ağır öğeleri de içerir. Bu ağır öğeler kayalık gezegenlerin oluşumuna izin verir. Üstnovalardan ve yıldız rüzgârlarından çıkan akış, yıldızlararası ortamın şekilllendirilmesinde önemli rol oynar. Yıldızların çoğunluğunun kütleçekimi ile birbirine bağlı çoklu yıldız sistemlerinde çiftyıldızları oluşturduğu çok uzun zamandır kabul görmüş bir varsayımdır. Bu özellikle çok büyük olan O ve B sınıfı yıldızlar için özellikle doğrudur ve %80’i çoklu sistemdir. Ancak daha küçük yıldızlarda tek yıldız sistemlerinin oranı artar; kırmızı cücelerin yalnızca %25’inin bir eşi olduğu bilinmektedir. Tüm yıldızların %85’i kırmızı cüce olduğuna göre Samanyolu’ndaki yıldızları çoğu doğuştan tektirler. Daha geniş kümelere yıldız kümesi denir. Bunlar birkaç yıldızlık yıldız topluluklarından yüzlerce, binlerce yıldızdan oluşan devasa küresel kümelere kadar sıralanırlar. Yıldızlar evrende düzenli bir şekilde dağılmamış ve normalde yıldızlararası gaz ve tozla birlikte gökadalarda toplanmışlardır. Sıradan bir gökada içinde yüzle
rce milyar yıldız bulunur ve gözlemlenebilir evrende 100 milyardan (10) daha fazla gökada vardır. Genelde yıldızların sadece gökadalarda olduğuna inanılsa da gökadalararası yıldızlar da bulunmuştur. Gökbilimciler gözlemlenebilir evrende en azından 70 sekstilyon (7×10) yıldız olduğunu tahmin etmektedir. Bu Samanyolumuzda bulunan 300 milyar yıldızın 230 milyar katıdır. Güneş’ten sonra Dünya’ya en yakın yıldız 39,9 trilyon (10) kilometre ya da 4,2 ışık yılı uzaklıkta olan Proxima Centauri’dir. Bu yıldızın ışığının dünyaya ulaşması için 4,2 yıl gerekmektedir. Uzay Mekiği’nin yörünge hızıyla (saniyede 8 kilometre — yaklaşık saatte 30,000 kilometre) yolculuk edersek Proxima Centauri’ye ulaşmak için 150.000 yıl gerekecektir. Buna benzer uzaklıklar gökada tekerlerinde, Güneş’in çevresi de dahil olmak üzere tipik uzaklıklardır. Yıldızlar gökadaların merkezinde ve küresel kümelerde birbirlerine çok daha yakın olabildikleri gibi, gökada aylasında çok daha uzak olabilirler. Düşük yoğunlukları nedeniyle gökadalarda yıldızların birbiriyle çarpışmasının oldukça nadir olduğu düşünülür. Ancak gökada merkezi ile küresel kümenin çekirdeği gibi daha yoğun bölgelerde bu çarpışmalara daha sık rastlanır. Bu tür çarpışmalar sonucunda mavi başıboşlar diye bilinen oluşumlar olur. Bunlar ana dizide aynı parlaklığa sahip yıldızlardan daha yüksek yüzey sıcaklığına sahip anormal yıldızlardır. Yıldızların hemen hemen tüm özelliklerini başlangıçtaki kütlesi belirler. Bu özelliklerin arasında parlaklık, büyüklük, yıldızın gelişimi, yaşam süresi ve kaçınılmaz sonu da bulunur. Yıldızların çoğu 1 milyar ile 10 milyar yıl arasında yaşa sahiptir. Bazı yıldızlar gözlemlenen evrenin yaşı olan 13,7 milyar yaşına yakındır. (Bakınız Big Bang.) Yıldız ne kadar büyük olursa yaşam süresi de o kadar kısa olur çünkü büyük yıldızların çekirdeklerinde daha büyük olan basınç hidrojenin daha hızlı yanmasına neden olur. En büyük yıldızlar ortalama bir milyon yıl yaşarlarken minimum kütleye sahip olan kırmızı cüceler yakıtlarını çok yavaş yaktıklarından on ile yüz milyar yıl arasında yaşarlar. Yıldızlar oluştuklarında yaklaşık kütlelerinin %70’i hidrojen, %28’i helyum, geri kalanı da ağır öğelerdir. Genel olarak ağır öğelerin oranı yıldız gazyuvarında bulunan demir içeriğiyle belirlenir çünkü demir hem sık bulunan bir öğedir hem de soğurma çizgileri görece daha kolay ölçülür. Yıldızların oluştuğu özdeciksel bulutlar üstnova patlamalarıyla sürekli olarak ağır öğelerle zenginleştiğinden bir yıldızın kimyasal bileşimi yaşını belirlemek için kullanılır. Ağır öğelerin oranı ayrıca yıldızın bir gezegen sisteminin olması olasılığının da bir göstergesi olabilir. Bugüne kadar ölçülen en düşük demir içeriğine sahip olan yıldız HE1327-2326 no.lu cücedir. Yalnızca Güneş’in demir içeriğinin 200.000 de birine sahiptir. Dünya’ya olan büyük uzaklıkları nedeniyle Güneş dışındaki tüm yıldızlar, Dünya’nın havayuvarının etkisiyle gece gökyüzünde göz kırpan parlak noktalar olarak insan gözüne görünürler. Yıldız tekerleri yeryüzündeki optik teleskoplar tarafından gözlemlenemeyecek kadar küçük açısal boyutlarda olduklarından bu nesnelerin resimlerini alabilmek için girişimölçer içeren teleskoplar gerekir. Güneş de bir yıldızdır ancak teker olarak görünecek ve günışığı sağlayacak kadar Dünya’ya yakındır. Güneşten sonra en büyük görünen boyuttaki yıldız yalnızca 0,057 SOA’lık açısal çapı olan R Doradus yıldızıdır. Yıldızlar bir şehirden daha büyük olmayan ılıncık yıldızlarından Orion takımyıldızında bulunan ve Güneş’in 1.000 katı büyük olan yaklaşık 1,6 milyar kilometrelik çapı olan Betelgeuse gibi üstdevlere kadar sıralanırlar. Ancak Betelgeuse’ün yoğunluğu Güneş’inkinen çok daha azdır. Bir yıldızın Güneş’e göre hareketi yıldızın kaynağı ve yaşı için olduğu kadar yapısı ve bulunduğu gökadanın gelişimi hakkında da önemli bilgiler sağlayabilir. Bir yıldızın özdevimi teğetsel hızıdır. Bunun belirlenmesi için yılda mas (mili SOA) birimi kullanılarak çok hassas gökölçümleri yapılır. Bir yıldızın ıraklık açısını belirleyerek bir yıldızın özdevimi hız birimlerine çevrilebilir. Yüksek özdevimi olan yıldızlar Güneş’e görece daha yakın olan yıldızlardır ve ıraklık açısı ölçümü için oldukça iyi adaylardır. Dikeyhız yıldızın güneşe doğru ya da güneşten uzağa olan hızıdır. Bu hız tayf çizgilerindeki doppler kayması ile belirlenir ve birimi kilometre/saniyedir. Her iki hareket hızı da belirlendikten sonra bir yıldızın Güneş’e ya da gökadaya göre olan uzay hızı belirlenebilir. Yakın yıldızlar arasında öbek I yıldızların daha yaşlı olan öbek II yıldızlara göre daha düşük hızlara sahip oldukları bulunmuştur. Öbek II yıldızların gökada düzlemine eğik olan eliptik yörüngeleri bulunur. Yakındaki yıldızların devinimlerinin karşılaştırılması sonucunda yıldız toplulukları da tanımlandı. Bunlar büyük bir olasılıkla oluşumlarının kaynağında aynı dev özdeciksel bulutları paylaşıyorlardı. Bilinen en büyük yıldızlardan biri, Güneş’in kütlesinin 100 – 150 katı büyük olan ve birkaç milyon yıllık çok kısa bir yaşam süresine sahip olan Eta Carinae yıldızıdır. Yakın geçmişte yapılan Arches kümesindeki bir çalışma evrenin içinde bulunduğu dönem içinde 150 güneş kütlesinin üst sınır olduğunu önermektedir. Bu sınırlamanın nedeni kesin olarak bilinmese de kısmen bir yıldızın gazyuvarından gazları kaçırmadan geçebilecek olan en yüksek aydınlatma gücü miktarını belirleyen Eddington aydınlatma gücü nedeniyle olduğu düşünülmektedir. Big Bang’ten hemen sonra oluşan yıldızlar, bileşimlerinde lityumdan daha ağır öğe bulunmaması nedeniyle 300 güneş kütlesi ya da daha büyük olabilirler. Bu aşırı büyük Öbek III yıldızların soyu çok uzun zamandır tükenmiştir ve ancak teorik olarak bulunurlar. Jüpiter gezegeninin kütlesinin 93 katı bir kütleye sahip olan ve AB Doradus A yıldızının eşi olan AB Doradus C yıldızı, çekirdeğinde çekirdek kaynaşması süren bilinen en küçük yıldızdır. Güneş’e benzer metallikte olan ve teorik olarak çekirdeğinde hâlâ çekirdek kaynaşması sürebilecek olan minimum kütle yaklaşık olarak Jüpiter’in 75 katı olarak tahmin edilmektedir. Ama metallik düşük olduğunda, sönük yıldızlar üzerine yapılan bir çalışma minimum yıldız boyutunun güneşin %8,3’ü yani Jüpiter’in kütlesinin yaklaşık 87 katı olduğunu göstermektedir. Bundan daha küçük boyutta olan yıldızlara kahverengi cüceler denir ve yıldızlar ile gaz devleri arasında çok iyi tanımlanamamış bölgede yer alırlar. Yıldızın yarıçapı ve kütlesi yüzeydeki kütleçekimini belirler. Dev yıldızlar ana dizideki yıldızlardan daha düşük bir yüzey kütleçekimine sahip iken beyaz cüceler gibi yozlaşmış yoğun yıldızların yüzey kütleçekimi daha büyüktür. Yüzey kütleçekimi yıldızışığının tayfını etkiler; daha yüksek kütleçekimi soğurma çizgilerini genişletir. Yıldızların dönme hızı tayfölçümü ile yaklaşık olarak tahmin edilebilir ya da yıldız lekelerinin dönme hızının izlenmesiyle daha kesin olarak belirlenebilir. Genç yıldızlar ekvatorlarında 100 km/s’yi geçen büyük dönme hızlarına sahiptir. Örneğin B sınıfı yıldız Achernar kutuplar arasındaki uzaklıktan %50 daha büyük bir eşlek çapına yolaçan yaklaşık 225 km/s’lik ya da daha büyük bir eşlek dönme hızına sahiptir. Bu hız ulaşıldığında yıldızın parçalanacağı dönüşül (kritik) hız olan 300 km/s’den çok az düşük olan bir hızdır. Karşılaştırıldığında Güneş ancak her 25 – 35 günde bir döner ve ekvator dönme hızı 1.994 km/s’dir.Bir yıldız ana dizi üzerinde gelişimini sürdürürken, mıknatıssal alanı ve yıldız rüzgârı dönme hızını önemli miktarda azaltmaktadır. Yozlaşmış yıldızlar yoğun bir kütleye sıkıştıklarından yüksek bir dönme hızına sahiptirler. Ancak Açısal momentum korunumundan (dönen bir cismin boyutundaki küçülmeye karşın dönme hızını arttırması) beklendiği hıza nazaran oldukça düşük dönme hızlarına sahiptir. Yıldızın açısal devinirliğinin önemli bir kısmı yıldız rüzgârının sonucunda oluşan kütle kaybıyla dağılır. Bunun yanı sıra bir Pulsarın dönme hızı oldukça yüksektir. Örneğin Yengeç bulutsusunun merkezindeki atarca saniyede 30 kere döner. Atarcanın dönme hızı ışınım nedeniyle giderek yavaşlayacaktır. Ana dizideki bir yıldızın yüzey sıcaklığı çekirdekteki erke üretim hızı ve yıldızın yarıçapı ile belirlenir. Büyük yıldızlar 50,000 K’e varan yüzey sıcaklıklarına sahip olabilirler. Güneş gibi daha küçük olan yıldızların yüzey sıcaklığı birkaç bin derece civarındadır. Kırmızı devler 3,600 K gibi görece düşük bir yüzey sıcaklığına sahip olmalarına rağmen çok geniş dış yüzey alanları nedeniyle yüksek parlaklığa sahiptirler. Yıldız sıcaklığı değişik öğelerin erke kazanma ya da iyonlaşmalaşma hızını belirleyebileceğinden tayf üzerinde karakteristik soğurma çizgileri olarak belirirler. Bir yıldızın yüzey sıcaklığı, görünür saltık büyüklüğü (mutlak büyüklük) ve soğurma özellikleri ile yıldızın sınıflandırılmasında kullanılır. Çekirdek kaynaşmasının bir ürünü olarak yıldızlar tarafından üretilen erke hem elektromıknatıssal ışınım (elektromanyetik radyasyon) hem de parçacık ışınımı olarak uzaya yayılır. Yıldız tarafında yayılan parçacık ışınımı yıldız rüzgârı (yıldızın dış katmanlarından yayılan serbest Proton, alfa parçacığı ve beta parçacığı gibi elektrikle yüklü parçacıkların düzenli akışı olarak görülür) ve yıldız çekirdeğinden çıkan düzenli bir nötrino akışı olarak kendini gösterir. Çekirdekteki erke üretimi yıldızların bu kadar çok parlak olmasının nedenidir. Ne zaman bir öğenin iki ya da daha fazla atom (öğecik) çekirdeği birleşerek daha ağır bir öğenin atom çekirdeğini oluşturmak için kaynaşsa oluşan çekirdek kaynaşması tepkimesinden gama ışını Foton salınır. Bu erke yıldızın dış katmanlarına ulaştığında görünür ışığın da dahil olduğu diğer elektromanyetik enerjiye dönüşür. Bir yıldızın görünür ışığının doruk titreşim sayısınca belirlenen (frekansı) rengi yıldızın ışıkyuvarını da içeren (fotosfer) dış katmanlarına bağlıdır. Görünür ışığın yanı sıra yıldızlar insan gözünün göremediği elektromıknatıssal ışınım türleri de yayar. Aslında yıldızların elektromıknatıssal ışınımı elektromıknatıssal tayfın (elektromanyetik s
pektrum) en uzun dalgaboyu olan radyo dalgaları ve kızılötesiden en kısa dalgaboyu olan morötesi, X ışını ve gama ışınına kadar tamamını kapsar. Yıldızların elektromıknatıssal ışınımının görünür ya da görünmez tüm bileşenleri özellikleri ayırtetmede önem taşır. Yıldız tayfını kullanan gökbilimciler yıldızın yüzey sıcaklığını, yüzey kütleçekimini, metalliğini ve dönme hızını belirleyebilirler. Iraksal açı ölçümüyle yıldızın uzaklığı da biliniyorsa parlaklığı da belirlenebilir. Daha sonra yıldız modellemelerine bakılarak kütle, yarıçap, yüzey kütleçekimi ve dönme sıklığı (frekansı) tahmin edilebilir. Çift yıldız sistemlerindeki yıldızların kütlesi doğrudan ölçülebilir. Kütleçekimsel mikromercekleme yöntemi de bir yıldızın kütlesini belirler.) Bu değişkenleri kullanan gökbilimcileri yıldızın yaşını da tahmin edebilir. Gökbiliminde parlaklık bir yıldızın birim zamanda yaydığı ışığın ya da diğer ışınım enerjisinin miktarıdır. Bir yıldızın parlaklığı yarıçapı ve yüzey sıcaklığı ile belirlenir. Yüzeyde görülen ve ortalamadan düşük sıcaklık ile parlaklığa sahip olan bölgelere yıldız lekesi denir. Güneş gibi küçük, "cüce" yıldızlar genel olarak çok az miktarda küçük yıldızlekesi olan tekerlere sahiptir. Daha büyük "dev" yıldızlar daha büyük ve bariz yıldızlekelerine sahiptir ve güçlü yıldız kenar kararması gösterirler. Bu yıldız tekerinin kenarlarına doğru parlaklığın azalmasıdır. UV Ceti gibi kırmızı cüce parıltılı yıldızlarda oldukça belirgin yıldızlekesi oluşumları gösterebilirler. Bir yıldızın parlaklığı, görünürdeki parlaklık (ayrıca "kadir sınıfı") ile ölçülür. Bu kavram Dünya’dan uzaklığı ve atmosferden geçerken uğradığı değişime göre yıldızın parlaklığını belirler. Mutlak kadir yıldız ile Dünya arasındaki mesafe 10 parsek (32,6 ışık yılı) olsa kadir sınıfının ne olacağıdır ve doğrudan yıldızın parlaklığına bağlıdır. Hem görünür hem de mutlak kadir sınıfı ölçeği Logaritma sayılarından oluşur. Kadir sınıfındaki bir sayı değişikliği yaklaşık olarak parlaklığın 2,5 katı (100’ün beşinci kökü yaklaşık olarak 2,512) artmasına eşdeğerdir Yani birinci kadir sınıfındaki (+1.00) bir yıldız ikinci kadir sınıfındaki (+2.00) bir yıldızdan 2,5 kat daha parlaktır, ve altıncı kadir sınıfından (+6.00) bir yıldızdan 100 kat daha fazla parlaktır. Uygun gözlem koşullarında gözle görülebilen en sönük yıldızlar yaklaşık +6 kadir sınıfındadır. Hem görünür hem de mutlak kadir sınıfı ölçeğinde kadir sınıfı sayıs küçüldükçe yıldızlar daha parlak olur. Her iki ölçekte de en parlak yıldızlar eksi kadir sınıfında yer alır. İki yıldız arasındaki parlaklık farkını hesaplamak için parlak yıldızın kadir sınıfı (m) daha sönük olan yıldızın kadir sınıfından (m) çıkarılır ve aradaki fark 2,512 sayısının üssü olarak alınır; yani: Hem parlaklığa hem de Dünya’dan uzaklığa bağlı olarak bir yıldızın saltık kadir sınıfı (M) ile görünür kadir sınıfı (m) tam olarak birbirlerine eş değildir.; örneğin parlak bir yıldız olan Sirius’un görünür kadir sınıfı −1,44’tür ancak saltık kadir sınıfı yalnızca +1,41’dir. Güneş’in görünür kadir sınıfı −26,7’dir ama saltık kadir sınıfı yalnızca +4.83. Geceleri gökyüzünde görülen en parlak yıldız olan Sirius Güneş’ten yaklaşık olarak 23 kat daha fazla parlaktır, gece gökyüzündeki ikinci en parlak yıldız olan Canopus −5,53’lük saltık büyüklüğü ile Güneş’ten 14.000 kat daha fazla parlaktır. Canopus, Sirius’tan daha fazla parlak olmasına rağmen, Sirius daha parlak olarak görünür. Bunun nedeni Sirius’un Dünya’dan yalnızca 8,6 ışıkyılı uzakta olmasına karşın Canopus’un 310 ışıkyılı uzakta olmasıdır. 2006 yılı itibarıyla bilinen en yüksek mutlak kadir sınıfına sahip olan yıldız −14,2 ile LBV 1806-20 yıldızıdır. Bu yıldız Güneş’ten 38 milyon kat daha parlaktır. Bilinen en az parlaklığa sahip yıldızlar NGC 6397 kümesinde yer alırlar. BU kümedeki en sönük kırmızı cücelerin kadir sınıfı 26’dır ama 28 kadir sınıfına sahip bir beyaz cüce de bulunmuştur. Bu yıldızlar o kadar sönük bir ışığa sahiptirler ki ışıkları Ay üstünde yakılan bir mumışığının Dünya’dan görünüşü kadardır. Tayflarına göre çok sıcak olan O sınıfı yıldızlardan gazyuvarlarında özdeklerin (molekül) oluşabileceği kadar soğuk olan M sınıfı yıldızlara kadar farklı yıldız sınıflandırmalarıı bulunur. Azalan yüzey sıcaklıklarına göre ana yıldız sınıflandırmasındaki sınıflar şöyledir: O, B, A, F, G, K, ve M. Nadir bulunan tayf özelliklerine sahip yıldızlara özel sınıflandırmalar da bulunur. Bu tiplerin içinde en çok rastlananlar en soğuk düşük kütleli yıldızlar için L sınıfı ve kahverengi cüceler için de T sınıfıdır. Her harfin 0 ‘dan 9 ‘a (en sıcaktan en soğuğa) sıralanan 10 alt sınıfı bulunur. Bu sistem sıcaklıklar ile oldukça uyumlu da olsa en sıcak uca gidildikçe sistem bozulur; O0 ve O1 sınıfı yıldızlar varolmayabilirler. Bunlara ek olarak yıldızların uzaysal boyutu ve yüzey kütleçekimine denk gelen "parlaklık etkilerine" göre de sınıflandırılabilir. Bu ölçekteki yıldızlar 0 sınıfından (üstündevler) III sınıfına (devler) , V sınıfından (ana dizi cüceleri) VII sınıfına (beyaz cüceler) dizilirler. Yıldızların çoğu hidrojen yakan sıradan yıldızların oluşturduğu ana dizide bulunur. Saltık kadir sınıflarına ve tayf tiplerine göre sınıflandırıldıklarında dar bir bandın üzerinde yer alırlar. Güneş orta sıcaklığa ve sıradan büyüklüğe sahip ana dizide yer alan G2V tipi bir sarı cücedir. Küçük harf kullanılan ek bir isimlendirmede tayfın kendine özgü özelliklerini belirtmek için kullanılır. Örneğin ""e"" harfi yayım çizgilerinin (emisyon çizgileri) varlığını belirtirken ""m"" harfi normalötesi yüksek metal düzeyini belirtir. ""var"" ise tayf tipinde değişiklikler olduğunu belirtir. Beyaz cücelerin D harfiyle başlayan kendi sınıflandırmaları vardır. Tayfta belirgin olan çizgilerin tipine göre DA, DB, DC, DO, DZ, ve DQ alt sınıflarına ayrılırlar. Bunu sıcaklık dizgesini belirten sayılar eklenir. Değişen yıldızlar, içsel veya dışsal özellikleri nedeniyle parlaklıklarında sıralı ya da rastgele değişiklikler gösteren yıldızlardır. İçsel özellikleri nedeniyle değişen yıldızlar üç ana gruba ayrılabilirler. Zonklayan değişen yıldızlar, yıldızın yaşlanma süreci nedeniyle zaman içinde büyüyerek ya da küçülerek yarıçapı değişen yıldızlardır. Sefe ve sefe benzeri yıldızlar ile , Tansık gibi uzun dönemli yıldızları içerir. Patlayan değişen yıldızlar kütle fırlatma ya da püskürtme olayları nedeniyle parlaklıklarında ani yükselmeler gösteren yıldızlardır. Bu grubun içinde önyıldızlar, Wolf-Rayet yıldızları, ve Parıltılı yıldızlar ile dev ve üstdev yıldızlar da bulunur. Afet ya da patlama değişken yıldızlarının özelliklerinde oldukça dramatik değişiklikler olur. Bu grubun içinde Novalar ve Üstnovalar bulunur. Yakınında beyaz cüce bulunan bazı çiftyıldız sistemleri nova ve Tip 1a üstnova gibi olağanüstü yıldız patlamalarına neden olabilir. Beyaz cüce eşyıldızından hidrojen alarak çekirdek kaynaşması olana kadar kütlesinin artmasıyla patlama oluşur. Bazı novaların tekrar eden hatta sıralı orta ölçekte patlamaları olur. Çiftyıldızlarda yıldız tutulması gibi dışsal nedenlerle de yıldızların parlaklığı değişebilir. Ayrıca dönen yıldızlarda oluşan aşırı yıldızlekeleri nedeniyle de parlaklık değişebilir. Yıldız tutulmasına örnek verilebilecek olan çiftyıldız sistemi Umacı'dır; parlaklığı düzenli olarak 2,87 gün içinde 2,3 ile 3,5 kadir sınıfı arasında değişir. Kararlı, ana dizi yıldızının içi kuvvetlerin birbirini sürekli karşıladığı sürekli bir denge hâlindedir. Birbirini dengeleyen kuvvetler içeri doğru yönelen kütleçekim kuvveti ve bunu karşılayan plazma gazının ısı erkidir. Bu kuvvetlerin birbirini dengelemesi için tipik bir yıldızın çekirdeğindeki sıcaklık 10 K ya da daha yüksek olmalıdır. Bir ana dizi yıldızının hidrojen yakan çekirdeğinde ortaya çıkan sıcaklık ve basınç çekirdek kaynaşmasının oluşması ve yıldızın daha fazla çökmesini önleyecek kadar yeterli erke üretir. Öğecik çekirdekleri yıldızın çekirdeğinde kaynaştıkça gama ışınları şeklinde erke yayarlar. Bu ışıközleri (foton) çevresini saran plazma ile etkileşime girerek çekirdeğe ısı erkesi eklerler. Ana dizideki yıldızlar hidrojeni helyuma çevirerek yavaş ama düzenli artan bir oran da çekirdekteki helyumu artırırlar. Sonunda helyum oranı baskın hâle gelir ve çekirdekteki erke üretimi durur. Bunun yerine 0,4 güneş kütlesinden büyük yıldızlarda yozlaşmış helyum çekirdeğin çevresinde yavaşça genişleyen kabukta çekirdek kaynaşması oluşur. Hidrostatik dengenin dışında kararlı bir yıldızın içinde erke dengesini sağlayacak ısıl denge de bulunur. İçeride bulunan ışınsal sıcaklık eğimi sonucunda dışarıya doğru sürekli olarak bir erke akısı oluşur. Yıldızın herhangi bir katmanından dışa doğru akan erke akısı , yukarıdan içeriye doğru gelen erke akısına tam olarak denktir. Işınım bölgesi yıldızın içinde erke akısını sağlayacak kadar verimli bir ışınım aktarımı olan bölgedir. Bu bölgede plazma hareketsizdir ve herhangi bir kütle hareketi sönümlenir. Eğer böyle olmazsa plazma dengesiz hâle gelir ve ısıyayımsal bölge oluşturacak şekilde ısıyayım (konveksiyon) oluşur. Bu çekirdeğin yakınında ya da dış katmanın yüksek donukluk olan bölgelerinde, çok yüksek erke akısının ortaya çıktığı yerlerde ortaya çıkar. Ana dizi yıldızının dış katmanlarında ısıyayımı oluşması tayf tipine bağlıdır. Güneş’in birkaç katı kütlesi olan yıldızların içlerinde ısıyayımsal, dış katmanlarında da ışınım bölgeleri bulunur. Güneş gibi küçük yıldızlar da ise tam tersi ısıyayım dış katmanlarda yer alır. 0,4 güneş kütlesinden daha az kütleye sahip olan kırmızı cücelerin tamamında ısıyayım bulunur dolayısıyla da çekirdekte helyum birikmesi olmaz. Yıldızların çoğunda yıldz yaşlandıkça ve içinin oluşumu değiştikçe ısıyayım bölgeleri de değişir. Ana dizi yıldızının gözlemci tarafından görülebilen kısmına ışıkyuvar (fotosfer) denir. Bu katmanda yıldızın plazma gazı ışığın ışıközlerine (foton) karşı saydamlaşır. Çekirdekte üretilen enerji ışıkyuvardan uzaya doğru yayılır. Yıldızlekeleri ya da ortalamadan düşük sıcaklığa sahip bölgelere ışıkyuvarda ortaya çıkar. Işıkyuv
arın üzerinde yıldız gazyuvarı (atmosfer) bulunur. Güneş gibi ana dizi yıldızlarında gazyuvarın en alt düzeyi içinde iğnelerin bulunduğu ve yıldız püskürtüleri başladığı ince renkyuvarıdır. Bunu 100 km. içinde çok hızlı bir şekilde sıcaklığın arttığı geçiş bölgesi çevreler. Bunun ötesinde milyonlarca kilometre dışarıya uzanabilen aşırı ısıtılmış plazma olan güneş tacı bulunur. Bir tacın oluşumu yıldızın dış katmanlarında ısıyayımın oluşumuna bağlıdır. Çok yüksek ısısına rağmen taç çok az ışık yayar. Güneş’in tacı yalnızca güneş tutulmasında görünür hâle gelir. Taçtan sonra plazma parçacıklarından oluşan bir yıldız rüzgârı, yıldızlararası ortam ile etkileşecek şekilde dışarı doğru yayılır. Yıldız çekirdek bireşiminin bir parçası olarak, yıldızın kütlesine ve bileşimine bağlı olarak yıldız çekirdeklerinde birkaç dizi farklı çekirdek tepkimesi yer alır. Kaynaşan öğecik çekirdeğinin net kütlesi tepkimeye giren kütlenin toplamından azdır. Kaybolan bu kütle E=mc² kütle-enerji bağıntısına göre enerjiye çevrilir. Hidrojen çekirdek kaynaşma süreci sıcaklıktan etkilenir, çekirdek sıcaklığındaki orta derece bir artış kaynaşma hızını oldukça önemli derecede artırır. Sonuç olarak ana dizi yıldızlarının çekirdek sıcaklıkları küçük bir M-sınıfı yıldızda 4 milyon °K ‘den büyük bir O-sınıfı yıldızdaki 40 milyon °K’ya kadar değişkenlik gösterir. Güneşin 10 °K’lik sıcaklıktaki çekirdeğinde hidrojen önelcik-önelcik zincirleme tepkimesi ile helyuma dönüşür.: Bu tepkimeler genel olarak şu tepkimede toplanır: e bir Pozitron, γ gama ışını Foton , ν ise bir nötrinodur. H ve He hidrojen ile helyumun yerdeşleridir (izotop). Bu tepkime sonucu salınan erke milyonlarca elektronvolttur, yani oldukça küçük bir miktar erkedir. Ancak devasa sayıda tepkimenin aynı anda oluşmasıyla yıldızın ışınım çıktısını sağlayacak kadar erke üretilir. Daha büyük yıldızlarda karbonun katalist olduğu karbon-azot-oksijen çevrimi ile helyum üretilir. 10 °K’lik çekirdek sıcaklıklarına sahip olan ve kütlesi 0,5 ile 10 güneş kütlesi arasında değişen daha gelişmiş yıldızlarda ara öğe olarak berilyumu kullanan üçlü alfa süreci ile helyum karbona dönüştürülebilir.: Yani toplam tepkime: Daha büyük yıldızlarda büzülen çekirdeklerde daha ağır öğelerde Neon yanma süreci ve Oksijen yanma süreci ile yakılabilir. Yıldız çekirdek bireşiminin son aşaması kararlı demir-56 yerdeşini üreten Silikon yanma sürecidir. Isıalan (endotermik) süreç haricinde artık çekirdek kaynaşması olamayacağından daha fazla erke ancak kütleçekimsel çöküş ile üretilebilir. Aşağıdaki örnek 20 güneş kütlesine sahip bir yıldızın tüm yakıtını tüketmesi için gereken zamanı gösterir. O-sınıfı bir ana dizi yıldızı olarak 8 güneş yarıçapına ve Güneş’in parlaklığının 62.000 katına sahip olacaktır. 15 Temmuz Şehitler Köprüsü Boğaziçi Köprüsü, resmî adıyla 15 Temmuz Şehitler Köprüsü ya da boğaza inşa edilen ilk köprü olmasına atıfla Birinci Köprü, Karadeniz ile Marmara Denizini birbirine bağlayan İstanbul Boğazı üzerinde yer alan üç asma köprüden biridir. Köprünün ayakları Avrupa Yakası'nda Ortaköy, Anadolu Yakası'nda Beylerbeyi semtlerindedir. İstanbul Boğazı üzerine yapılan ilk köprü olmasına atfen halk arasında "Birinci Köprü" olarak da adlandırılan Boğaziçi Köprüsü, daha sonra yapılan Fatih Sultan Mehmet Köprüsü ve Yavuz Sultan Selim Köprüsü'yle birlikte kentin iki yakası arasında kara ulaşımını sağlar. 20 Şubat 1970 tarihinde yapımına başlanan köprü, 30 Ekim 1973 tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 50. yıldönümü şerefine Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından devlet töreniyle hizmete açıldı. Yapımı tamamlandığında dünyanın en uzun dördüncü asma köprüsüyken, 2012 yılı itibarıyla yirmi birinci sırada bulunmaktadır. 26 Temmuz 2016'da köprünün resmî adı, 2016 Türkiye askerî darbe girişimi sırasında köprüde hayatını kaybeden vatandaşların anısına 15 Temmuz Şehitler Köprüsü olarak değiştirilmiştir. İstanbul Boğazı'nın iki kıyısını bir köprü ile birleştirmek, antik çağdan beri üstünde durulan bir düşünce olageldi. Biraz da efsane ile karışan bilgilere göre, böyle bir köprüyü ilk gerçekleştiren, İÖ 522-486 arasında hüküm süren Pers Kralı I. Darius olmuştu. Darius, İskitlere karşı yaptığı seferde, askerlerini Asya'dan Avrupa'ya, mimar Mandrokles'in, gemileri ve salları yan yana dizip birbirine bağlayarak oluşturduğu köprüden geçirdi. Bundan sonra Boğaz'ın üstüne bir köprü kurulması ancak 16. yüzyılda söz konusu oldu. Ünlü sanatçı ve mühendis Leonardo da Vinci 1503'te dönemin Osmanlı padişahı II. Bayezid'e bir mektupla başvurarak Haliç üzerinde bir köprü yapmayı, eğer istenirse bu köprüyü (Boğaz üzerinden) Anadolu'ya da uzatmayı önerdi. 1900'de Arnaudin adında bir Fransız, bir Boğaz köprüsü projesi hazırladı. Demiryolunun geçmesi için düşünülen ve biri Sarayburnu-Üsküdar, biri de Rumeli Hisarı-Kandilli arasında olmak üzere, iki ayrı yer önerilen bu köprü projesi onay görmedi. Yine aynı yıl Bosphorus Railroad Company adlı bir şirket, Boğaz'da hisarlar arasında bir köprü yapmak için başvurdu. Başvuruyla birlikte sunulan projeye göre köprüyle geçilecek açıklık üç tane büyük kagir ayakla dörde bölünüyor, "çelik tellerle askıya alınmış havai bir demir örgü"den oluşan köprü bu ayaklara taşıtılıyordu. Ayakların her birinin üstüne, dört minareyle çevrili bir kubbeden oluşan bir süs elemanı oturtulmuştu ve sunuş yazısında bu elemanların Kuzeybatı Afrika mimarlığından esinlenerek biçimlendirildiği söyleniyordu. "Gayet heybetli bir manzara alacak olan" köprüye "Hamidiye" adı uygun görülmüştü, ama dönemin padişahı II. Abdülhamid bu projeyi kabul etmedi. Bundan sonraki girişim Cumhuriyet döneminde, bir inşaat müteahhidi ve iş adamı olan Nuri Demirağ'dan geldi. 1931'de Bethlehem Steel Company adlı bir Amerikan firmasıyla anlaşan Demirağ, Ahırkapı-Salacak arasında kurulmak üzere San Francisco'daki Oakland Bay asma köprüsünün örnek alındığı bir köprü projesi hazırlatarak Atatürk'e sundu. Toplam uzunluğu 2.560 m olan bu köprünün 960 m'si kara, 1.600 m'si deniz üzerinden geçecekti. Bu ikinci bölüm, denizde 16 ayağa oturacak, en ortada 701 m uzunluğunda bir asma köprü yer alacaktı. Genişliği 20,73 m denizden yüksekliği 53,34 m olacaktı. Köprüden demiryolundan başka tramvay ve otobüs yollarının geçmesi de öngörülmüştü. Demirağ'ın, kabul ettirmek için 1950'ye kadar uğraştığı bu proje de gerçekleşmedi. Boğaz köprüsüyle Almanlar da ilgilendi. Krupp firması, 1946-1954 arasında İTÜ Mimarlık Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak çalışan Alman mimar Prof. Paul Bonatz'a 1951'de böyle bir köprüyle ilgili bir inceleme ve araştırma yapmasını önerdi. Bonatz'ın yardımcıları tarafından en uygun yer olarak Ortaköy-Beylerbeyi arası saptandı ve Krupp buna göre bir projesi önerisi hazırladı. Ama bu girişim de bir sonuca ulaşamadı. 1953'te Demokrat Parti hükümetinin isteğiyle Boğaz köprüsü konusunun incelenmesi için İstanbul Belediyesi'nin, Karayolları Genel Müdürlüğü'nün ve İTÜ'nün ilgililerinden oluşan bir komite kuruldu. Bu komite konunun, önemi dolayısıyla iyi incelenmesi gerektiği sonucuna vararak incelemenin uzman bir firmaya yaptırılmasını kararlaştırdı. Karayolları Genel Müdürlüğü inceleme işini 1955'te De Leuw, Cather and Company adlı ABD firmasına verdi. Firmanın saptadığı yer olan Ortaköy-Beylerbeyi arasında bir asma köprü projesinin hazırlanması ve kontrol hizmetleri işi için 1958'de uluslararası bir ilanla teklif istendi. Başvurular arasından seçilen Steinman, Boynton, Granquist and London firmasına bir proje hazırlatıldı. Ama ardından ortaya çıkan mali ve yönetsel güçlükler, bu projenin uygulanmasını engelledi. Aynı yıl Almanlar da Boğaz köprüsü için bir atak yaptılar. Dyckerhof und Widmann firması, köprü konusunda deneyimli bir mimar olan Gerd Lohmer'e hazırlattığı bir proje önerisiyle hükümete başvurdu. Bu öneriye göre köprünün tabliyesi sadece 60 cm kalınlığında bir banttan oluşuyor, bu bant öngerilimli betondan yapılıyordu. Yani köprü asma değil, germe bir köprü oluyordu. Tabliyesi, denizin içinde yer alan iki ayağa oturuyordu. Karadan 300'er m açıktaki ayakların arası 600 m idi. Her ayak iki yana doğru yelpaze gibi açılan, 150 m uzunluğunda ikişer konsol oluşturuyordu. Ayaklar da köprü gibi sadece 60 m yüksekliğindeydi; bu nedenle, aynı açıklığı geçen bir asma köprünün yaklaşık üç kez daha yüksek olması gerekecek kuleleri gibi, Boğaziçi'nin siluetini bozmayacakları ileri sürülüyordu. Konuyu incelemek için şehir planlama, mimarlık ve estetik uzmanlarından oluşturulan bir kurul, yine de Boğaziçi'ne bir asma köprünün daha çok yakışacağına karar verince, öneri geri çevrildi. Aradan geçen zamanda teknolojinin değişmesi ve ilerlemesi nedeniyle Steinman, Boynton, Granquist and London'a hazırlatılan proje eksik ve yetersiz duruma düştü. 1967'de konuda uzmanlaşmış dört yabancı mühendislik firmasından yeni bir proje hazırlamaları istendi ve en uygun öneriyi yapan Freeman, Fox and Partners adlı İngiliz firmasıyla 1968'de anlaşma imzalandı. İnşaatı gerçekleştirecek firmayı seçmek için açılan ihaleyi de Hochtief AG adlı Alman ve Cleveland Bridge and Engineering Company adlı İngiliz firmalarının oluşturduğu konsorsiyum kazandı. Köprünün inşaatına 20 Şubat 1970 tarihinde başlandı. Mart 1970'te Ortaköy ayaklarının kazısı, hemen ardında da Beylerbeyi ayaklarının kazısı başladı. 4 Ağustos 1971'de kule montajı başlatıldı. Ocak 1972'de kılavuz tel çekilerek ilk birleşim sağlandı. 10 Haziran 1972 tarihinde tellerin gerilim ve büküm işlemleri başladı ve köprünün açılışına kadar sürdü. Aralık 1972'de ilk tabliye köprüye gerilen çelik halatlara, salıncak sistemiyle monte edilmeye başlandı. Kulelerin tepesindeki vinçler yardımıyla ve palangalar vasıtasıyla içi boş tabliyeler askı halatlarına bağlandı. Tabliyelerin yukarı çekilmesine köprünün ortasından başlandı, sırasıyla iki uca doğru eşit sayıda çekildi. 26 Mart 1973'te son tabliyenin montajı da tamamlandı. Ardından 60 adet tabliye birbirine kaynaklandı. Böylece, ilk kez yürüyerek Asya’dan Avrupa’ya geçildi. Nisan 1973'te kauçuk alaşımlı çift kat asfalt dökümüne başlandı
, 1 Haziran 1973'te de asfalt döküm işlemi tamamlandı. Mayıs 1973'te yaklaşım viyadüklerinin (Ortaköy ve Beylerbeyi üzerinden geçen) inşası bitirildi. 8 Haziran 1973 tarihinde ilk defa araçla geçiş deneyi yapıldı. 30 Ekim 1973'te, Cumhuriyetin ilanı'nın 50. yıldönümünde Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından hizmete açılmıştır. İnşaatı üç yılda tamamlanan köprünün maliyeti anlaşmaya göre 21.774.283 Amerikan dolarıdır. Yapıldığı dönemde, ABD değerlendirme dışı bırakıldığında, dünyanın en uzun asma köprüsü olma özelliğini taşımaktaydı. Boğaziçi Köprüsü, Boğaz'ın her iki yakasındaki birer taşıma kulesinden ve bunların arasında gerili iki ana kabloya askı kablolarıyla asılmış bir tabliyeden oluşur. Her taşıyıcı kulenin kutu kesitli iki düşey ayağı vardır ve bunlar üç noktada yine kutu kesitli üç yatay kirişle birbirine bağlanır. Tabliye iki uçta bu kirişlerden en alttakine oturur. Yumuşak ve yüksek dirençli çelikten yapılmış olan 165 m yüksekliğindeki kulelerin içinde yolcu ve servis asansörleri bulunur. Yolcu asansörleri 18'er, bakım personelini taşıyan servis asansörleri 8'er kişiliktir. 33,40 m genişliğindeki tabliye 60 tane rijitleştirilmiş, içi boş levha panel üniteden oluşur. Birbirlerine kaynaklanarak bağlanmış bu ünitelerin yüksekliği 3 m, genişliği 28 m'dir. İki yanlarında 2,70 m eninde konsollar vardır. Tam orta noktası deniz yüzeyinden 64 m yüksekte bulunan tabliyenin üstünde üçü gidiş, üçü geliş olmak üzere altı iz, yanlardaki konsolların üstünde de yaya yolları yer almaktadır. Toplam uzunluğu 1.560 m, orta açıklığı, yani iki kule arası 1.074 m olan köprünün tabiyesini taşıyıcı ana kablolara bağlayan askı kabloları, düz değil eğik düzenlenmiştir. Ama bu köprünün daha önce yapılmış bir benzeri olan İngiltere'deki Severn Köprüsü'nün eğik askı kablolarında, metal yorulmasının yol açtığı çatlakların saptanması üzerine, Boğaz üzerinde daha sonra yapılan Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nün taşıyıcı ana kablolarının çapı orta açıklıkta 58 cm, kulelerle kara arasındaki arka gergilerde 60 cm'dir. Bu kabloların uçları kaya zemine ankraj bloklarıyla betonlanmıştır. D 100 Karayolu'nun üzerinden geçtiği Boğaziçi Köprüsü, Avrupa ve Asya arasında sabit bağlantı olarak hem Türkiye hem de İstanbul ulaşım ağının çok önemli bir halkasıdır. Köprüde, açılışından bugüne kadar trafik artışı beklenenin çok üstünde gerçekleşmiştir; köprünün ilk hizmete açıldığı yıl günlük ortalama araç geçişi 32 bin iken 1987'de bu sayı 130 bine, 2004 yılında ise 180 bine çıktı. 1991 yılında otobüsler hariç ağır tonajlı (4 ton ve üstü) araçların köprüden geçişleri yasaklandı. Günümüzde Boğaziçi Köprüsünden yalnızca belediye, halk otobüsleri ve turist taşıma belgesine haiz otobüsler ile otomobil ve motosikletlerin geçişine izin verilmektedir. Boğaziçi Köprüsü 1978'den beri yaya trafiğine kapalıdır. Ilk olarak 1979 yılında koşulan yarışın en önemli geçiş noktası Boğaziçi Köprüsüdür. Kıtalararası Avrasya Maratonu başladığı günden bu yana tam üç defa güzergah değiştirdi. Günümüzde 42 km (maraton), 15 km ve 10 km olarak 3 farklı güzergahta koşulan maraton, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin organizatörlüğünde düzenlenmektedir. Türkiye'de uluslararası nitelikteki en önemli maraton yarışıdır. Sonradan adı İstanbul Maratonu olarak değiştirilmiştir. 2014 yılında İstanbul Maratonu 3. kez IAAF tarafından Altın Kategori'ye kabul edilerek Dünya'nın en iyi 22, Avrupa'nın en iyi 11 Maratonu arasında yer aldı. Boğaziçi Köprüsü’nün aydınlatma ve ışıklandırma sistemi 22 Nisan 2007 tarihinde düzenlenen tören ve ışık gösterisiyle faaliyete geçirildi. Köprüde kullanılan renk değiştirebilen led armatürler, uzun ömürlü, düşük enerji tüketimine sahip ve çevre dostu olarak biliniyor. Köprünün tamamı, değiştirebilen 16 milyon renk led armatürlerle aydınlatıldı. Ekipmanlarının montajı sırasında 236 adet V-askı halatına 2000 adet led ışık modülü ve 7000 metrenin üzerinde kablo sabitlendi. Bu çalışma sırasında 12 iple erişim teknisyeni 9000 metrenin üzerinde dikey ip inişi yaptı. Bu montaj Türkiye’de 2007 yılına kadar gerçekleştirilmiş en büyük iple erişim projesi oldu. Bade Şarap anlamına gelen Bâde özellikle tasavvuf edebiyatında "Aşk" manasında kullanılır. Bade olgusu, tasavvuf edebiyatındaki öneminin yanı sıra geleneksel Türk Halk Şiiri içinde de farklı bir öneme sahiptir. Halk şiiri şairleri olan aşıkların geleneklerine göre bir aşığın mahlas alabilmesinin yollarından biri de mahlasını rüyasında bade içerken almasıdır. Halk şairi, rüyasında bade içtikten sonra gerçek anlamıyla "aşık" olur. Bunun Türk geleneklerinde önemli bir yeri olan rüya motifiyle derinden bir bağlantısı vardır kuşkusuz. Rüyada içilecek olan bade, şarap, şerbet, su gibi içilecek bir mai olabileceği gibi elma, nar, ekmek, üzüm gibi herhangi bir yiyecek de olabilir. Aşık edebiyatında bade içme rüya motifi bir gelenek icabıdır. İnanışa göre aşık olmak için ya usta yanında yetişmek ya da mutlaka "pir" elinden bade içmek gerekir. Bade aşığa; Beşir Göğüş Beşir Göğüş (d. 12 Şubat 1915, Gaziantep - ö. 17 Ağustos 1999, Yalova), Marmara Depremi sırasında yıkıntı altında kalarak yaşamını yitiren edebiyat eleştirmeni. İlk ve ortaokulu Gaziantep’te okudu. 1933'te Gaziantep Muallim Mektebi'ni, 1938'de Gazi Eğitim Enstitüsü'nü bitirdi. Dil Derneği kurucu üyesi olan Göğüş'ün ölümünden sonra Dil Derneği tafaından adına ithaf edilen Beşir Göğüş Ödülü her yıl bir yarışmayla verilmektedir. Ayrıca ölümünden sonra "Beşir Göğüş Türk Dili Araştırma Merkezi" adından bir merkez de kurulmuştur. Ali Püsküllüoğlu Ali Püsküllüoğlu, (d. 1 Ocak 1935, Kadirli, Osmaniye - ö. 24 Haziran 2008, Ankara) Türk yazar, şair ve sözbilimci. 1 Ocak 1935'te o dönemde Adana iline bağlı olan Kadirli’de doğdu. Ailesi çiftçiydi. İlk ve orta okulu Kadirli’de okudu. Mersin Lisesi’nde sürdürdüğü öğrenimini, sağlığı nedeniyle yarıda bırakarak Kadirli'de, Adana’da ve İstanbul'da çeşitli işlerde çalıştı. Bunlar arasında çiftçilik, gazete satıcılığı, sinema biletçiliği, avukat yazmanlığı, redaktörlük, gazetecilik ve yayımcılık sayılabilir. İstanbul’da Çevre Yayınevi’ni kurdu (1959). Kadirli’de Karacaoğlan adlı haftalık bir gazete çıkardı (29 Temmuz 1960, 12 sayı). 1960-83 arasında Türk Dil Kurumu'nda Yayın ve Tanıtma Kolu uzmanı olarak çalıştı, Kurum’a 1983'te el konulması üzerine istifa ederek ayrıldı. O tarihten sonra dil ve yazın çalışmalarını Ankara’da sürdürdü. Ankara Radyosu’nda "Kitap Saati"ni (1962-63) ve Türkiye Radyoları’nda Türk Dil Kurumu adına "Arı Dile Doğru","Ana Dilimiz", "Öz Dilimiz" programlarını hazırladı (1963-66). Türkiye Radyoları’nda her akşam olmak üzere bir yıl süreyle yayımlanan, Atatürk’ün Söylev’ini ilk kez günümüz diline aktararak sunanlar arasındaydı. Ulus gazetesinin haftalık sanat-edebiyat sayfasını yönetti (Nisan 1970-Nisan 1971, 51 sayı); Halkçı gazetesinin sanat-edebiyat sayfasını yönetti (1973); şiir dergisi Yusufçuk‘u çıkardı (Ocak 1979-Aralık 1980, 24 sayı). Türk Dili dergisinin yazı kurullarında yer aldı. Çağdaş Türk Dili dergisinin kurulmasına önayak oldu ve dergiyi genel yayın yönetmeni olarak bir süre yönetti. Hürriyet topluluğunun yayımladığı Hürgün gazetesinde serbest yazar olarak çalıştı (1985). Öz Türkçe Sözlük kitabı 12 Mart döneminde toplatıldı ve bir buçuk yıl süren yargılama sonunda aklandı. Çocuklar için bir Türk şiiri seçkisi olan ve Kültür Bakanlığı’nca yayımlanan Kırlangıcın Kanat Vuruşu da 12 Eylül döneminde savcılıkça soruşturuldu ve kitap hakkında takipsizlik kararı verildi. Dil Derneği’nin ve Edebiyatçılar Derneği’nin kurucularındandır. 24 Haziran 2008 tarihinde, uzun süredir tedavi gördüğü evinde yaşamını kaybetti. Cenazesi, 25 Haziran 2008 Çarşamba günü öğle namazının ardından Ankara Küçükesat Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi . Türk edebiyatının çalışkan şairleri arasındadır. Ülkü Tamer, Turgut Uyar ve Edip Cansever şiirlerine benzer özellikler taşıyan ilk şiirleriyle İkinci Yeni şiirinin ölçülü, dengeli bir şairi olarak göründü. 1970 sonrasında tümüyle yeni bir şiire yöneldi. 1970 sonrasının toplumsal olgu ve olaylarını ele alan bu şiir, bir halk türküsü yalınlığı kazandı. Şiirlerinde yer yer Behçet Necatigil'in "kırık dize" yapısını da uyguladı. İlk şiiri Kadirli'de Oba gazetesinde yayımlanmıştı (1950), Dergilerde ilk şiiri Haziran 1951’de Kaynak dergisinde çıktı. Doğayı, sevgiyi ve toplumsal sorunları işlediği şiirlerini ve yazılarını Varlık, Hisar, Türk Düşüncesi, Türk Sanatı, İstanbul, Değişim, Türk Dili, Papirüs, Dost, Oluşum, Hürriyet Gösteri, Milliyet Sanat Dergisi, Yusufçuk, Yazko Edebiyat, Çağdaş Türk Dili, Adam Sanat vb. dergileriyle Akşam, Vatan, Cumhuriyet, Ulus, Yeni Halkçı, Hürgün ve Milliyet gazetelerinde yayımladı. "Mağara/Dağ Başı" adlı radyo oyunu Türkiye Radyoları’nda, İngilizceden çevirdiği tek perdelik oyunlar Türk Dili dergisinde yayımlandı. İlk şiirlerinde halk şiirinin düşünce ve duyarlığından yararlandı; 1960’dan itibaren şiirlerinde İkinci Yeni ve toplumcu şiir anlayışının olanaklarını kullanarak açık ve yalın bir anlatımla kendi şiirini kurdu. Bir söyleşisinde "Benim şiirim, benim kuşağımın şiiri, herkesi ilgilendirmeyen şiirdir. Benim şiirim sessizliğin, usun ve karanlığın tadının şiiridir" dedi. Şiirinin özelliği "yalın bir Türkçeyle yazılmış, çok yalın, iç uyaklı, tartımlı dizelerden oluşan, yapısı sağlam, şiirimizdeki yenilikleri dikkatle izleyerek kendi şiirinin potasında eriten, toplumsal tarihi de kapsayan, zamana dayanıklı, söyleşi edası taşıyan şiirler." olarak özetlenebilir. Şiiri için Cemal Süreyya şöyle der: "İlk şiirleriyle halk şiirine yakındır. Daha sonra İkinci Yeni’nin imge anlayışına katılmış, sonra da, toplumcu bir şiire uzanmak istemiştir. Ama her şiirinde Anadolu duyarlığının merkezde olduğu görülür." Şiirleri İngilizce, Arapça, Fransızca, Rusça, İsveççe, Sırpça gibi dillere çevrildi. Şiirleri, anlatıları ders kitaplarında yer aldı. Bilim ve Ütopya dergisi "İz Bırakanlar" bölümünden birini ona ayırdı (Nisan 2004). Çağdaş Türk Dili dergisi, ayrıntılı özgeçmişini ve kendisiyle i
lgili geniş bir kaynakçayı okurlarına sundu (Mayıs 2004). Dil Derneği, Çağdaş Türk Dili dergisinin Ekim 2008 sayısını Ali Püsküllüoğlu Özel Sayısı olarak yayımladı. Söz konusu özel sayıda Ali Püsküllüoğlu'nun özgeçmişi ve yapıtları üzerine çeşitli yazılar yer almaktadır. Bir şiir dergisi olan Dize de Haziran 2004 sayısını "Ali Püsküllüoğlu Özel Sayısı" olarak yayımladı. Ozanlığının yanı sıra dil ve sözlük alanındaki çalışmalarıyla da kendini kabul ettirmiştir. Sözlük çalışmalarına 1963’te başladı ve ilk sözlüğü olan Öz Türkçe Sözlük 1966’da yayımlandı. O zamandan bu yana, kırk yılı aşan bir süre içinde, yirmiyi aşan sayıda ve çeşitli boyutta sözlükleri yayımlandı. Bunların ve şiir kitaplarının birçok baskısı yapıldı. Ömer Demircan Ömer Demircan, Türk dilbilimci. Uzun yıllar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili Öğretmenliği Bölümü'nde öğretim üyesi olarak çalıştı. Edebiyat ve dil dergilerinde çeşitli yazıları yayımlandı. Yayımlanan kitapları arasında şunlar sayılabilir: Mesleğindeki son yıllarında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde profesör olarak çalışıp emekli olan Demircan, halen Okan Üniversitesi'nde Fen Edebiyat Fakültesi bünyesinde çalışmakta olup dil alanındaki çalışmalarını sürdürmektedir. Mehmet Ali Yavuz Derya Çolpan Derya Çolpan (d. 1967, Aydın), Türk şair. 1967 yılında Aydın'da doğdu. İlköğretimini Aydın'da tamamladı. Kuleli Askeri Lisesi'nden sonra Boğaziçi Üniversitesi'nden mezun oldu. Bilkent Üniversitesi'nde yüksek lisans ve Dokuz Eylül Üniversitesi'nde doktora yaptı. Şiirleri ilk kez 1991 yılında Varlık Dergisi'nde yayımlandı. Şu anda Denizli'de yaşamakta olan Derya Çolpan, edebiyat ve şiir dergilerinde pek çok şiir ve yazı yayımladı. Ayrıca birkaç antolojide de şiirleriyle yer alan şairin "Ses Sözden Eksilince" ve "Kırık Su Saati" başlıklı yayımlanmış iki kitabı da bulunuyor. Mehmet Mümtaz Tuzcu Mehmet Mümtaz Tuzcu (5 Ocak 1950, İzmir) Türk şair. Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Yüksek Lisans Bölümü'nü tamamladı. Ege Üniversitesi Yabancı Diller Bölümü'nden Fransızca okutmanı olarak emekli olan Tuzcu, İzmir'in Karşıyaka ilçesinde yaşamını sürdürüyor. Şairin pek çok şiir ödülü bulunuyor. Toplu şiirleri, 2001'de "Yazöte" adıyla Yapı Kredi Yayınları arasında çıktı. Victor Hugo'dan yaptığı şiir çevirileri, "Yürek'le Bakmak" adıyla 1998'de yayımlandı. Cönk Cönk, Türk halk edebiyatında saz şairlerinin, kendilerinin veya başkalarının şiirlerini derledikleri, (alttan yukarıya) uzunlamasına açılan, çoğunlukla deri kaplı defter. Antolojiye benzeyen bu defterlere halk dilinde sığır dili, ya da dana dili de denmektedir. Türkçede 15. yüzyıldan beri kullanılmakta olan cönk sözcüğünün kökeni hakkında farklı düşünceler öne sürülmüş olsa da bugün Türkçede farklı iki kökenden geldiği düşünülen iki farklı cönk sözcüğü vardır. Türkçe kökenli cönk sözcüğü, halk edebiyatına dair bir terimdir. Malezya dili kökenli cönk sözcüğü ise büyük yelkenli gemi manasındadır. Cönkler genellikle Arap harfleriyle yazılmıştır. Genellikle besmele ile başlar ve temmet (tamamlandı) ibaresiyle biter. Cönkler çoğunlukla anonim mahiyettedir, yani yazarlarını bilinmemektedir. Her ne kadar cönklerde genel anlamda saz şairlerinin şiirleri yer alsa da, salt saz şairlerince yazılmış şiirlere yer verildiğini söylemek doğru olmaz. Çok sık olmasa da divan şairlerine ait şiirleri de ihtiva ederler. Dini bilgiler ihtiva eden, çeşitli hutbe ve vaaz metinleri barındıran dini ağırlıklı cönkler de mevcuttur. Örnek olarak 16. yüzyılda Dede Efendi tarafından yazılmış olan "Dede cöngü" verilebilir. Bunların dışında cönkler dualar, şifa reçeteleri, büyü tarifleri, maniler, hikâyeler gibi birçok farklı bilgiyi barındırabilir. İçeriklerine göre cönkler, "ilahi cöngü", "aşık cöngü" gibi isimlendirilebilir. Türk edebi tarihinin önemli bir kısmını oluşturan aşık ve tasavvuf edebiyatları ile ilgili bilinenlerin çoğu cönkler sayesinde olmuştur. Metodolojik açıdan modern derlemelerden çok uzak olsalar da, cönkler eski dönemlerin halkını ve edebi hayatını anlamak için çok önemlidirler. Inter Rail Inter Rail (veya Inter-Rail) belirli bir süre için, kapsadığı ülke(ler)de, 2. sınıf tüm trenlere ücret ödemeden binebilme imkânı sağlayan özel bir tren biletidir. Nisan 2007 tarihine kadar bölgesel bilet uygulaması varken, bu sistem yerini Global (Küresel) ve Tek-Ülke şeklinde iki türe bırakmıştır. Inter Rail biletlerini alabilmek için, kapsamdaki ülkelerinden birinde veya komşu bir ülkede en az 6 ay yaşamış olmak koşulu vardır. Bilet, yolcunun kendi ülkesindeki seyahatlerde geçersizdir. Inter Rail bileti, bazı anlaşmalı denizyolu ve demiryolu parkurlarında çeşitli oranlarda indirim sağlamaktadır. Türkiye'de Inter Rail biletleri, Ankara ve İstanbul (Sirkeci) TCDD gar müdürlüklerinde ve çeşitli seyahat acentelerinde satılmaktadır. Biletler 26 yaşından büyükler için daha pahalıdır. Fiyatlar ülkeye ve yolculuğun süresine göre de değişmektedir. Global Bilet, satın alan yolcunun yaşadığı ülke hariç, Inter Rail kapsamındaki tüm bölgelerde geçerlidir. Avusturya (Lichtenstein dahil), Belçika, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Finlandiya,Almanya, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsveç, İsviçre, Yunanistan, Macaristan, Makedonya, İtalya, Lüksemburg, Karadağ, Hollanda, Norveç, Polonya, Portekiz, Romanya, Sırbistan, Slovakya, Slovenya, Türkiye. Sadece tek ülkeyi kapsayan biletler satılmaktadır. 1. fiyat aralığındaki ülkeler en pahalı, 4. aralık ise biletin en ucuz olduğu ülkelerdir. Bu bilet satın alan kişinin yaşadığı ülkeyi kapsamaz. Tek-Ülke bileti, Eurail firması tarafından eskiden satılan Eurodomino biletinin yerine geçmiştir. Nisan 2007'de uygulamaya giren bir başka tarife de Flexy bilettir. Bu uygulamayla değişik fiyatlandırmalar yapılması mümkün olmuştur. Önceden Inter Rail bileti, kapsadığı dönemin tamamında geçerli iken, flexy biletler ile geçerlilik süresi ile kullanılma süresi farklı olabilmektedir. Örneğin, bir bilet 22 günlük bir aralığı kapsayabilir, ancak trenlerin kullanıldığı farklı gün sayısı 10'u geçmemelidir. Böylece toplam yolculuk süresi kısaltılmadan, kullanılan tren sayısı sınırlanmış ve fiyat ucuzlamıştır. Fiyatlandırma yolcunun yaşı ve bölge sayısına göre yapılıyordu. 16 günlük bilet tek bölgeyi, 22 günlük bilet 2 bölgeyi, 1 aylık bilet ise tüm bölgeleri kapsıyordu. Yavuz Taşkıran Prof. Dr. Mehmet Yavuz Taşkıran (22 Kasım 1957, Aydın), Kocaeli Üniversitesi Beden Eğitimi Yüksekokulu Müdürü. Aynı zamanda KMSK (Kocaeli Motosiklet Sporları Kulübü) Başkanı'dır. Taşkıran kariyeri boyunca Hentbol Hakemliği, Hentbol Antrenörlüğü, Hentbol Gözlemciliği, İdarecilik, Federasyon Teknik komite başkanlıkları, Milli Takım Antrenörlüğü ve Kulüp antrenörlüğü görevlerinde bulunmuştur. Ayrıca EHF gözlemciliği de yapmıştır. Taskiran, Y., Oner, K., Dorak, F., Demirci, R.: The Analysis of the Attacking of final Game During The University World Championship of Handball, III. World Congress of Notational Analysis of Sport, 1996. Taskiran, Y., Sahin, R., Ascı, A., İrtem, S., Özturk, A. : The Analysis of Throw And Goals of The Wings And Pivot Players of The Turkish National Male Handball Team During 5 National Matches, III. World Congress of Notational Anaysis of Sport, 1996. Eniseler, N ., Dogan,B., Aydin, S., Ustun, S. V., Taskiran, Y .: Area And Time Analysis of Duels in Matches of Turkish National A- Team of Football Elimination Group of European National Cup, III. World Congress of Notational Analysis of Sport, 1996. Taşkiran, Y .: Human Resources And Sponsoring In Tlıe Organization of Sports Activities. 7th Congress of the European Association For Sport Management, 1999. Taşkıran, Y.: Sport Industry: Brand, Advertisements, and Sports” Global Awareness Society International Conference, May 25-28, 2000, Taşkıran, Y ., Durusoy , F ., İşleğen, Ç. : Elit Erkek Hentbol Oyuncuları ve Sedanterlerde Fiziksel, Fizyolojik Ve Motorsal Test Ölçümlerinin Karşılaştırılması, Spor Hekimliği Kongresi, İzmir 1985 Taşkıran, Y ., Varol, R.: Yetiştirme Yurt1armdaki Sportif tesisler Ve Bunların Kullanım Olasılıkları, Beden Eğitimi Ve Spor II. U1usal Sempozyumu Kitabı, Ankara 1994, S. 291-294. Taşkıran, Y ., Şahin,R., Varol, R.: Avrupa Şampiyonası Eleme Maçlarına Katılan Türk Hentbol Erkek Milli Takımının Yaptığı Maçlardaki Hücum Element1erinin Analizi, III. Spor Bilimleri Kongresi, 20-22 Kasım 1994, Ankara. Taşkıran, Y .: Olimpiyat Oyunlarına Hazırlıkta Sigortacılık Sistemi, Türkiye ve Olimpiyat Sempozyumu Bildiriler Kitabı, İstanbul l994, S. 268-278. Taşkıran, Y./ Gönener,A.: Futbolda Sponsorluk Stratejileri, II. Futbol ve Bilim Kongresi,16-18 Ekim 2000, İzmir. Alpay, N. / Taşkıran, Y.: Antrenör Eğitiminde Avrupa Topluluğu Modelinin İncelenmesi, 1. Gazi Beden Eğitimi ve Spor Bilimleri Kongresi, 26-27 Mayıs 2000, s. 123-136. Sertbaş, K./ Taşkıran,Y./Kahveci,M./Atalı,L.: Yetenek Belirlenmesinde Yeni Bir Model Önerisi, Beden Eğitimi ve Spor Öğretmenliği Sempozyumu, 22-23 Eylül 2000, Kocaeli. İlgi Alanları :Gazete Yazarlığı, Fotoğraf, Olimpiyat Oyunları, Organizasyon Akdağmadeni Akdağmadeni, Yozgat'a bağlı bir ilçe. Doğuda Sivas'ın Şarkışla İlçesi, güneyde Çayıralan, batıda Sarıkaya ve Saraykent, kuzeyde ise Kadışehri ile çevrilidir. İlçenin güneyi sarıçam ve meşe ormanlarıyla kaplı bir ilçedir. İlçe iklimi karasal iklim ile Karadeniz iklimi arasında bir tipe sahiptir. İlçe yaylada olduğundan orta Anadolu'nun iklimine de benzerliği vardır. Yazları çok sıcak; kışları aşırı soğuk olmaz. Kar yağışı, Yozgat'ta olduğu gibi, Kasım ayının ortalarını bulur, Nisan ayına dek yerde kaldığı olur. Yıllık yağış miktarları ortalamada 478-500 milimetredir. Yazın sıcaklık 20-25 derece arasında değişmektedir. Yıllık sıcaklık ortalaması 8-12 derece arasında oynar. Bunun %50-60 ı bitki mevsiminde yağar. Havası genellikle rutubetlidir. Rüzgarlar, doğu ve güneyden eser. Kuzey rüzgarlarına karşı dağlar koruyucu bir durumdadır. Akdağmadeni bölgenin geneline oranla daha
çok yağış aldığı için doğal bitki örtüsünü genelde ormanlar oluşturmaktadır. İldeki en geniş orman alanına sahip olan Akdağmadeni'nde sarıçam, ardıç, yabani fındık, alaç ve palamut gibi ağaç türleri bulunmaktadır. Orman dışındaki alanlar ise, daha çok mera olarak değerlendirilen bozkırlar ve çayırlardır. İlçe topraklarının %32,5'i ormanlarla kaplıdır. Türkiye orman ortalaması 13,6; İç Anadolu Bölgesi orman ortalaması ise ancak %8'dir. Akdağmadeni ilçesi orman yüzdesinin, dahil olduğu İç Anadolu Bölgesi'nden fazla oluşunun yegane sebebi, yükseltinin fazlalığı ve İç Anadolu'ya oranla geçiş iklim tipinde bulunmasıdır. Bundan 20 yıl önce ilçe yüzölçümünün %49'u ormanlarla kaplıydı. Ancak son yıllardaki tarla açmaları nedeniyle arazinin ancak %32'sinde orman örtüsü kalmıştır. İlçede ormanlık saha daha çok güneydoğu bölümdeki dağlık alanda yoğunlaşmaktadır. Buralarda büyük yerleşim yerleri olmadığından orman örtüsü varlığını muhafaza etmektedir. İlçe ormanlarının %65,6'sı koru ormanı, %34,4'ü baltalık ormanıdır. İlçede yer yer yayvan yapraklı ormanlar (Meşelikler) ve iğne yapraklı ormanlar (boyu 25-30 metreyi bulan Karaçam ve Kızılçam) bulunur. Yayvan yapraklı ormanlarla iğne yapraklı ormanlar, karışık olarak görülür. İlçenin batısında, Sazlıdere Köyü ve karşısından itibaren ilçe sınırına kadar ana yol üzeri ve çevresi özellikle kuzeye düşen kısmı tamamen meşelik kaplıdır. Oluközü Köyü Meşe Korusu Anadolu'da ayrı bir nadide yer olarak gösterilir. Köy halkı arasında yerleşen düzenli kesim (teskere) anlayışı ile koruluğu 20 bölgeye ayırarak her sene bir kesim aralığında kullanılıp diğer sene başka kesim aralığına geçilmektedir. İlçenin ormanları yaş itibarıyla çok gençtir. Ortalama 10-15 metre yüksekliğinde olan sarı çam ağaçlarının arasında az miktar da karamaz ağacı bulunmaktadır. Karamaz ağıcı Türkiye'de sadece bu ilçede bulunmaktadır. Karamaz ağacı daha çok ilçenin kuzey doğusunda, doğu ormanlarının güneye bakan yamaçlarında yetişmektedir. Akdağmadeni ormanlarında bir miktarda fındıklı Fındık Ağaçları bulunmaktadır. Bunlardan başka özel olarak yetiştirilen, bol miktarda Elma, Armut, Erik, Vişne ve Şeftali ve Kaysı Ağaçları vardır. Ev önlerinde Üzüm Asmaları, dere boylarında Söğüt Ağaçları, Selvi Kavakları, Son yıllardaki "Benim bir dikili kavağım var" kampanyasıyla birçok yere Orman İşletmesi Müdürlüğü'nün temin etmiş olduğu çam fidanları dikilmektedir. Özellikle eski Rum ve Ermenilerden kalan evlerin önünde asırlık ceviz ağaçları bulunmaktadır. Ceviz neslinin devam etmesinde izinsiz kesilmemesine borçludur. Yaz aylarının bunaltıcı sıcaklarında serinletici etkisi, temiz havasıyla Akdağmadenililer'in mesire yeri durumuna gelen ormanlarda, yeşilin her türlü tonunu görmek mümkündür. Özellikle ilçe merkezi yakınındaki, kaynak suyunun bulunduğu "Kadıpınarı" hafta sonu tatillerinde ve bayramlarda halkı kendine çekmektedir. Yöre isminin belirlenmesinde, sahip olduğu ve işletilmeye açılan yeraltı madenlerinin büyük rolü olmuştur. 1815'te Akdağ eteklerinde Çinko-Kurşun madeni işletmesi kurulmuş ve "Maden" kelimesi zamanla bu yerleşim yerinin ismi olmuştur. Maden işçilerinin akınıyla yerleşik köy düzenine geçilen bu yöre, belirli bir süre "Maden" adıyla anılmıştır. Akdağ eteklerinde kurulması nedeniyle de, dağın ismine atıfla "Akdağlar'dan çıkan maden" anlamına gelen Akdağmadeni adını almıştır. Genelkurmay Genelkurmay, silahlı kuvvetlere komuta etmek için kurulan en üst düzey kuruluştur. Genelkurmay, orduda politikaları oluşturup yayması, emirleri aktarması ve çalışmalara nezaret etmesiyle, tümen ve daha üst düzey askerî birimlerin komutanlarına yardım eden bir grup subaydan oluşur. Normalde yönetim, istihbarat, harekât, eğitim, lojistik ve diğer şubeler ile fonksiyonel çizgisinde organize edilir. Zeytun Zeytun, NeXT NeXT, Kaliforniya merkezli bir bilgisayar şirketiydi. 1985 yılında Steve Jobs tarafından donanım ve yazılım şirketi olarak kurulmuştur. 1993 yılında donanımdan çekilerek 20 Aralık 1996'da Apple Computer şirketi ile birleşene dek yazılım şirketi olarak kalmıştır. Geliştirdiği işletim sistemi ve bazı programları Mac OS X platformuna dahil edilmiştir. Pekmez Pekmez üzüm, kuşburnu, incir, keçiboynuzu (harnup) veya dut gibi tatlı meyvelerin ya da şeker pancarı, ardıç meyvesi gibi şekere dönüşebilecek tarım ürünlerinin ezilerek kaynatılması ile üretilen, Anadoluya özgü, yoğun ve tatlı bir şuruptur. Pekmezlik üzümler, çiğneme, havan ve pres gibi çeşitli şekillerde sıkılır ve üzümlerin suları elde edilir. Ekşi olan bu şıra 50-60 derecede 10-15 dakika kaynatılıp içine pekmez toprağı eklenir. Beyaz renkli olan bu toprak üzümler daha ezilmeden işleme dahil edilmelidir. Bu işleme "kestirme" adı verilir. Toprak katma işlemiyle şıranın durulması, çökelti oluşturması ve üzümden gelen ekşiliğin alınması sağlanır. Toprak katılmayan pekmez ekşi ve bulanık görünümlü olur. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 100 kg üzüm şırasına 1–5 kg pekmez toprağı katılmasını öngörmektedir. Pekmez kaynatılırken oluşan köpüklerin alınması berrak görünümlü pekmez elde etmeyi sağlar. Bu şekilde daha lezzetli bir pekmez elde edilmiş olur. Kestirilen şıra dinlendirme kaplarında en az 45-55 saat bekletilir. Bu dinlenme sırasında kabın dibine eklenen toprak ve üzüm şırasının içindeki belli parçacıkların oluşturduğu tortu çöker. Şıranın üstte kalan berrak kısmı tortudan ayrılır, tortu atılır. Ayrılan berrak şıra kaynatma kazanlarına aktarılır. Pekmeze koyu rengini ve kıvamını veren işlem kaynatmadır. Kaynatma işlemi sırasında kestirilen şıranın içindeki şekerler karamelize olup kararır. Suyun kaynama süresince azalmasıyla karışım koyu bir kıvam alır. Pekmez kaynatılırken şıra bir seferde kaynatılarak pekmez haline gelmelidir. Şıra kaynatıldığında kaptaki eksilme yeni şıra ile doldurulmamalıdır. Bu pekmezin kalitesini bozar. Karışımın göz göz kaynaması ve pekmez kokusu yayması pekmezin kıvama geldiğinin göstergesidir. Kaynatma üstü açık geniş kaplarda yapıldığı gibi, vakumlu ortamda daha düşük ısılarda açık renkli pekmez üretilebilir. Yapımı anlatılan bu ürün türüne ""tatlı cıvık pekmez"" denir. ""Günbalı"" denen pekmez türü şıranın geniş kaplarda, güneş altında suyunun uçurulmasıyla elde edilir. ""Katı pekmez"" tatlı cıvık pekmeze maya katılarak, hava emdirilip ağartılmış pekmezdir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 25 kg pekmez için 5 yumurta akı, 500 g pudra şekeri ve 500 g eski pekmezden oluşan bir maya önermiştir. Maya eklenip sürekli karıştırılan pekmez bir gün bekletilir, ertesi gün tekrar iyice karıştırılır ve paketlenir. Pekmezin besin değerleri, yapıldığı meyveye göre değişkenlik göstermekle birlikte, karbonhidrat içeriği dolayısıyla (1,276kJ / 305 kcal) iyi bir enerji kaynağıdır. B1, B2 vitaminleri ve çeşitli mineral maddeler içerdiğinden iyi bir besin, faydalı bir ilaç olarak bilinir. İçermiş olduğu %80'e yakın karbonhidratın tümünün glikoz ve fruktoz halinde olması sindirim sisteminde parçalanmaya gerek kalmadan kolayca kana geçmesini sağlar. Pekmez, yüksek şeker içeriği nedeniyle iyi bir karbonhidrat ve enerji kaynağıdır. Ayrıca, mineralleri yoğun olarak içermektedir. Pekmez özellikle günlük kalsiyum, potasyum ve magnezyum gereksiniminin büyük bir kısmını karşılamaktadır. Mineral miktarının fazla ve emilim oranlarının yüksek olması nedeniyle hamile ve emziklilerin, veremli hastaların, iyileşme dönemindeki kişilerin beslenmesinde yer alması önerilmektedir. Pekmezin çok iyi kaynak olduğu besin öğelerinden biri de kromdur. Dokuların krom içeriği hamilelikte, malnütrisyonda ve yaşla büyük ölçüde azalmaktadır. Krom, glikoz toleransa faktörünün yapısında bulunur ve insülin kullanımı ile glikoz metabolizmasını etkiler. Rafinasyon işlemi sonucunda gıdalardaki krom miktarının büyük ölçüde azaldığı göz önüne alınırsa pekmezdeki kromun önemi daha da belirginleşmektedir. Araştırmalar pekmezin thiamin, riboflavin açısından baldan daha zengin olduğunu ortaya koymaktadır. Üzümden elde edilen pekmez türüdür. Enerji vermesi, iştah açması belirgin özelliklerindendir. Gebelikte bebek gelişimi ve anne adayları için çok faydalıdır. Ayrıca mide, bağırsak ve böbrekler üzerine olumlu etkileri vardır. Damar sertliğine iyi gelir ve kan dolaşımını kolaylaştırır. Üzüm pekmezi olgunlaşan üzümlerden yapılır. Beyaz, siyah fark etmez fakat siyah üzüm pekmezi çok aranan bir pekmez dir.toplanan üzümler sıkılmak için betondan yapılan veya içi oyulan taş salk(üzüm sıkma yeri)denilen yerde de torbalara koyularak ayakta çizme ile sıkılıp veya basınçlı sıkma makinaları ile sıkılıp şırası (suyu) çıkarılır. Çıkarılan şıra süzüldükten sonra kazanlara koyularak kaynatılır. İyice kaynatılan şıra süzülüp dinlenmesi için geniş kaplara konulur ve üzeri güneş alacak şekilde örtülerek güneşte birkaç gün bekletilir ve olgunlaşan pekmez süzülerek kaplara konur ve yenilecek duruma getirilir. Duttan elde edilen pekmez türüdür. Özellikle mide hastalıkları, ülsere iyi gelir. Astım ve bronşit hastalıklarında, soğuğa karşı vücut direncinin arttırılmasında kullanılır. Sporcular için enerji deposudur. Bebeklerin ve çocukların zeka ve bedensel gelişimine yardımcı olur. Gargara halinde ağız ve boğaz hastalıklarında da etkilidir. Çocuklarda sıklıkla rastlanan pamukçukta da tedavi edici olarak kullanılır. Olgunlaşan dutlar dört kişi tarafından köşelerinden tutulan hasavan (bez) üzerine ağaçtan silkelenerek (Ağaçtan Dökülerek) kazanlara konur. Kazana dutları kapatacak kadar su konur ve çekirdeklerinden ayrılıncaya kadar kaynatılr. Kaynayan pekmez süzülüp dinlendirilikten sonra tekrar kazana konup birkaç kaynar gelinceye kadar kaynatılır ve geniş tabanlı kaplara konulur ve birkaç gün güneşte bırakılır. Güneşlendirmenin ardından tekrar süzülerek saklanacağı kaplara alınır. Keçiboynuzundan elde edilen pekmez türüdür. Ege ve Akdeniz yöresine has bir pekmez türüdür. En faydalı pekmez türlerinden biridir. Doğal ve katkısız olanını tüketmek gerekir.Glikoz katkılı olanlar fayda yerine zarar vermektedir. Nefes darlığına karşı oldukça etkilidir (alerjik nefes darlığı bulunan h
astalara keçi boynuzu pekmezi önerilir). Kolestrolün düşürülmesinde, tansiyonun dengelenmesinde yardımcıdır. Kalbe faydalıdır, kalp çarpıntısını önler. Cinsel gücü ve sperm sayısını artırır. Vücudu güçlendirip, yeniler. Ayrıca dişleri ve kemikleri güçlendirici etikisi de vardır. Bağırsakları hareketlendirir. İyi beslenmesi gereken çocuklar ve gebeler için oldukça faydalı bir besin kaynağıdır. Yüksek oranda içerdiği mineraller (potasyum, kalsiyum, fosfor, magnezyum, demir, bakır, çinko vb.) ve vitaminler sayesinde tansiyon, karaciğer ve akciğer üzerine ve daha başka birçok dokuda çok yararlı etkileri bulunmaktadır. Kalsiyum, sodyum ve potasyum içeriği yüksektir. Bu sayede kandaki zehirli maddeleri temizler. Yüksek ham selüloz etkisi ile bağırsak rahatsızlıklarına karşı ve sindirim sistemi üzerine etkilidir. Bağırsak kurdu, tenya, solucan gibi bağırsak parazitlerini temizler. İçerdiği A , B, B2, B3, D vb. vitaminler dolayısıyla doğal güç ve besin kaynağıdır. Andız ağacının meyvelerinden elde edilen pekmez türüdür. Andız kozalaklarından elde edilen "andız özü"yle pekmez yapılır.Harnup pekmezi gibi buda Mersin ve çevresinde sık yapılan bir pekmez türüdür. Bronşit, öksürük, sarılık, kaşıntı, egzama, mide bulantısı, akciğer, karaciğere faydalı bir pekmezdir. Bütün pekmez cinslerinde olduğu gibi kan yapıcıdır ve enerji verir.Tadı değişiktir. biraz acımsıdır. Şeker pancarı köklerinden elde edilen pekmez türüdür. Özellikle Kırklareli ilinin Poyralı köyünde ve Amasya'da iyi bilinen bu pekmez çeşidi soyulmuş ve kıyılmış taze beyaz şeker pancarının kaynatılması sonucu elde edilir. 7-8 saat kaynama sonucunda soğuduğunda macun kıvamını alan bu pekmez rumeli kültüründe önemli bir yere sahiptir. Zayıflık ve halsizlikten yakınan kişiler için mükemmel bir şifa kaynağı. Kemik erimesinin, öksürüğün, iştahsızlığın organik ilacı. 30-40 dakikada kana karışması nedeniyle en hızlı ve doğal enerji dopinglerinden biri. Anemiden kas yorgunluğuna kadar pek çok sağlık sorununa karşı vücudun direncini arttıran ve çözüm sunan bir besin maddesidir. Yüksek tansiyonu düşürür. Vücut performansını arttırıcı, kuvvet verici ve besleyicidir. Hazmı kolaylaştırır, mide ve bağırsak rahatsızlıklarına iyi gelir. Karaciğer ve böbrekleri çalıştırır. Cilt hastalıklarına karşı şifa sunar. İçeriğindeki yüksek Tiamin oranıyla sinirleri yatıştırır, depresyonu engeller. 1 kaşık pekmez bir insanın günlük demir, kalsiyum, potasyum ve magnezyum ihtiyacını içerir. Pekmez, yoğun tadı dolayısıyla genellikle tek başına tüketilmez. Şifa amaçlı kullanılırken ilaç gibi kaşıkla içilebileceği gibi, tahin ile karıştırılarak da sofrada gıda olarak tüketilebilir. Karsambaç da pekmezin üzerine ekilebilecek malzemelerden biridir. Zile (anlam ayrımı) Zile (yerleşim yerleri), İskorbüt İskorbüt, C vitamini (askorbik asit) eksikliği nedeniyle ortaya çıkan bir hastalık. Halsizlik, kolayca kanayan ve geriye çekilen dişetleri, ciltte morluklar, eklemlerde ağrı ve yuvarlanan saçlar belirtileridir. C vitamini eksikliğinde yorgunluk, iştah azalması, yara iyileşmesinde gecikme, deride kuruluk ve çatlamalar, eklemlerde şişmeler olur. Vücut direncinin azalmasından dolayı grip ve nezleye yakalanma riski artar. Bazı antik yazmalarda iskorbüte benzer rahatsızlıklardan bahsedilmekle birlikte iskorbüt hakkındaki ilk detaylı bilgilere Haçlı Seferleri'nde rastlanır. 15. yüzyılın sonlarına doğru iskorbüt denizcilerdeki başlıca ölüm ve sakatlanma nedeni oldu. Taze meyve sebze olmadan, kuru gıda ile uzun süre idare etmek durumunda olan denizcilerde C vitamini eksikliğinden dolayı iskorbüte rastlanmaktaydı. 1753'te İskoç denizci James Lind Turunçgillerin iskorbütü engellediğini keşfetti. Zamanla Birleşik Krallık gemilerinde turunçgiller o kadar yaygın hâle geldi ki Britanya denizcileri "Limey" (limonlu) olarak anılmaya başlandı. Sigara içenlerin, alkol alanların ve stres içinde olanların C vitaminine olan ihtiyaçları artar. Çünkü bu 3 faktör vücut direncini azaltan etkenlerdir. Retina Retina ya da ağkatman, görmeyi sağlayan ışığa ve renge duyarlı hücrelerin bulunduğu göz tabakasıdır. Retina, göz küremizin iç yüzeyini kaplar, ince yarı saydam ve hafif pembe-kırmızı renkli bir zardır. Retina, göz küresi boşluğuna bakan iç kısımda duyusal (nörosensoriyel) tabaka ve dışa doğru kısımda pigmentli tabakadan oluşan iki katmanlı bir yapıdır. Retina, latince ağ anlamına gelen "rete" kelimesinden türemiştir, Türkçe karşılığı da ağ tabakadır, içerisindeki kan damarlarının görülebilir ağsı yapısı nedeni ile bu ismi almıştır. Göz organı, beynin bir uzantısı olarak gelişir. İlkel retina hücreleri santral sinir sistemini oluşturacak olan nöral tüpün kapanmasından önce göz organı nöral tüpün ön kısmında henüz bir çukurcuk şeklinde iken bile vardır. Bu aşamada retina beyine bir sapla bağlı küçük bir küre olarak düşünülebilir. Daha sonra bu kürenin içe doğru çökmesi ile kürenin ön tarafında kürenin içe bakan tarafı ile kürenin arka kısmındaki hücrelere yakınlaşır. Bu durum içi boş kil bir topağın parmakla çökertilmesine benzetilebilir. Ön kutup hücreleri duyusal retinayı, arka kutup hücreleri ise retina pigment epitelini oluşturmak için ayrımlaşır. Ön kısımda kalan hücreler ayrımlaşarak yedinci hafta içinde duyusal retinanın katmanlarını oluşturmaya başlar. Onuncu onikinci haftalar arasında retinanın iç ve dış katmanları belirginleşmeye başlar, makulanın gelişimi altıncı ayda başlar. Retina göz dibine oftalmoskopla bakıldığında görülebilir. Optik sinirin göz küresini elekli bir delik sisteminden geçerek çıktığı nokta papilla'dır, aynı bölge optik disk, optik sinir başı olarak da adlandırılır. Optik sinir başı, retinanın merkezinde yer alır, burada fotoreseptör hücreler olmadığı için bu noktaya düşen ışık algılanamaz ve görme alanındaki izdüşümü "kör nokta" olarak anılır. Optik sinir başı boyutları kişiden kişiye değişkenlik gösterse de yaklaşık 3 mm² çapındadır. Şakağa doğru olan temporal kısmında makula yer alır, makula yaklaşık 5–6 mm çapındadır, merkezinde sarı nokta olarak da adlandırılan fovea yer alır. Foveada koniler yoğundur ve burası keskin görmemizi sağlar. İnsanlar ve primatlarda bir tane fovea vardır, ancak şahin gibi bazı kuşlarda iki tane fovea vardır, kedi ve köpeklerde ise fovea yerine bu işlevi üstlenen bant şeklinde anatomik bir alan bulunur. Makula dışında kalan alan çevresel (periferik) retina olarak adlandırılır. Retina iris köküne yaklaşık 5–6 mm geride ora serrata denilen alanda sonlanır. Duyusal retina çok katlı bir yapıya sahiptir ve ışık enerjisini sinirsel uyarıya çevirir. Duyusal retina sinir hücreleri ve destek hücrelerinden oluşmaktadır. Duyusal retinanın en iç katmanı sinir lifi katmanıdır, bu katman ganglion hücrelerinin akson denilen uzantıları tarafından oluşturulur. Akson ve dendritler tüm sinir hücrelerinde bulunan ve hücereler arası sinirsel iletişimi sağlamak için özelleşmiş olan ince uzantılardır. Ganglion hücrelerinden sonra, iç pleksiform katman vardır, bu katman ganglion hücrelerinin dendritleri ile daha dıştaki hücrelerin aksonal uzantıları ile birleştikleri bir katmandır.Daha sonra bipolar hücrelerinin gövdelerinin yer aldığı iç çekirdek tabaka gelir. İç çekirdek tabakada yer alan bipolar ve diğer bazı hücrelerin uzantılarının daha dış kısımlarda yer alan fotoreseptör hücreleri ile buluştukları dış pleksiform tabaka ve fotoreseptör hücrelerin gövdelerinin yer aldığı dış çekirdek tabaka ve fotoreseptör hücrelerin dış segmentlerinin yer aldığı fotoreseptör tabakası ise daha sonra gelir. Duyusal retina, dört ana grup hücreden oluşur. Çubuk ve koni olmak üzere iki tip fotoreseptör vardır. Çubuk hücrelerinin sayısı 110-125 milyon, koni hücrelerinin sayısı ise 6,3-6,6 milyon arasındadır. Fotoreseptör hücreleri görünür ışığı dalga boyuna yani rengine uygun olarak elektrik enerjisine çevirir. Bu uyarılar da retinanın en iç tabakasında yer alan ganglion hücreleri uzantıları tarafından oluşturulan optik sinir ile beyindeki görme merkezlerine ulaştırılır. İnce uzun hücrelerdir, retinada 100 milyon adet çubuk hücresi bulunur, bunların boyları yaklaşık 100-120 mikrondur. Çubuk hücreleri alaca karanlıkta görmemizi sağlarlar, bu hücreler renklere karşı duyarlı değildir renkleri grinin tonları olarak görmemizi sağlarlar. Dış kısım ışık uyarımının alındığı bölgedir, burada ışığa duyarlı bir pigment olan rodopsin bulunur. Bir çubuk hücresinin dış kısmında yaklaşık 600-1000 adet yatay yerleşimli disk vardır. Rodopsin bu disklerin zarları üzerinde yer alır. Birleştirici bir sap ile hücrenin iç kısmı ile iletişim sağlanır. Retina'da yaklaşık 3 milyon koni hücresi bulunur. Bunlar da uzun ince hücrelerdir, 65-75 mikron boyundadırlar. Yapıları hemen hemen çubuk hücrelerine benzer, yalnız dış kısımları koni şeklindedir. Koni hücreleri sarı nokta (fovea) denilen alanda yoğunlaşmıştır gündüz ışığında ve renkli görmemizi sağlarlar. Yüksek görme merkezi olan beyin korteksinin %90 kadar bir kısmı bu sarı noktadan gelen uyarıları işlemekle görevlidir. Bu hücreler, fotoreseptör hücrelerinden gelen uyarıları diğer hücrelere iletir ve sinyal integrasyonunda rol oynarlar. Bu hücrelerin bir alıcı kısmı bir de iletici bir kısmı vardır bu nedenle bipolar(iki kutuplu) olarak adlandırılır. Ganglion hücreleri, retinanın iç kısmında yer alır ve gözün içine bakıldığında aksonal uzantıları ile oluşturdukları ince çizgiler görülebilir. Retinanın büyük bir kısmında tek bir katman oluştururlar ancak optik sinire yaklaşıldığında bu katmanların sayısı artar. Ganglion hücreleri multipolardır –çok kutupludur-, dendritleri bipolar ve amakrin hücrelerin aksonları ile komşuluk içerisindedir. Ganglion hücrelerinin uzun aksonları vardır, bu aksonlar retina yüzeyine ulaşınca yaklaşık 120derece açı yaparak optik sinirde toplanır ve gözün içini terk ederler. Ganglion hücreleri, fotoreseptör hücrelerce oluşturulan elektrik sinyallerini beyindeki görme merkezlerine taşırlar. Optik sinir işte bu ganglion hücrelerinin uzantılarının bir araya gelmesinden oluşmuştur. Horizontal hücreler ve ko
ni hücrelerinin terminal şişkinliklerine yakın yerleşimlidirler. Pseudoünipolar hücrelerdir ve görsel uyarımın integrasyonunda görev alırlar. Müller hücresi, neredeyse tüm retinal kalınlığı kat eden uzantıları olan soluk boyanan ince uzun hücrelerdir. Müler hücreleri, retinada nöral hücreler tarafından doldurulmayan boşlukları doldurur ve iç ve dış sınırlayıcı membranı oluştururlar. Retinada destek hücreleri olarak astrositler, perivasküler glial hücreler ve mikroglial hücreler de tariflenmiştir. Develi (anlam ayrımı) Sun Tzu Sunzı, "(ya da Sun Zi, Sun-tzu, Sun Tse, Ssun-ds, Sun Tzu)", (Çince: 孫子; Pinyin: Sūn Zǐ) MÖ 500'de Wu Devleti'nde (Şimdiki Çin) yaşamış ünlü Çinli komutan, filozof ve askeri bilgedir. Savaş stratejisi üzerine yazdığı Savaş Sanatı "(Çince:"兵法," Pinyin: Bīng Fǎ)" adlı yazılarda toplanan sohbeti dünyanın en eski strateji kuramları olarak kabul görür. 13 bölümde toplanan yazıların, Çin’de çok daha eski dönemlerden beri bilinen savaşma ilkelerinin toplu bir sunumu olduğu ve Üstad Sunzı yorumuyla bir araya getirilmesinin Çin'in Savaşan Beylikler döneminde (MÖ 480 - MÖ 221) gerçekleştiği sanılıyor. Sunzı bu sohbetlerinde "Gerçek Zafer" için şöyle demiştir: "Gerçek zafer, savaşmadan kazanılan zaferdir. Gerçek önder savaşmadan kazanan önderdir." Tao (Yol) bilgilerinin savaşmak üzerine yorumlandığı en etkili yazılardır. Tao Bilgi'lerinde, kainatın bütünlüğünün doğal akışına gelen her türlü müdahale ve zorlama tükenme yolu sayılır, akışa uyum sağlamak ise öğütlenir. Sunzı'nın tam olarak hangi tarihler arası yaşadığı bilinmese de ortaya çıkışının Savaşan Beylikler dönemine denk geldiği biliniyor. Yazılı geleneği çok eski ve güçlü olan Çin'de ortaya çıkan bilgelerin tam olarak ne zaman yaşadıklarıyla ilgili belirsizliğin, bilgelerin ölümlerine doğru ortadan kaybolmayı seçmelerinin çok karşılaşılan bir durum olmasına yorumlanıyor. Habname Hâbname, Rüya kitabı. Herhangi bir olayı, düşünceyi veya kişiyi sanki rüyada görmüş gibi anlatılarak yazılan eserlere "Habname" denmektedir. Örnek olarak Şeyhi'nin "Habname", Veysî'nin "Habname", Ziya Paşa ile Namık Kemal'in de "Rüya" isimli eserleri verilebilir. Amanita virosa Amanita virosa, "Ölüm meleği olarak da bilinir" , Amanitaceae ailesinden öldürücü derecede zehirli bir mantar türü. "Amanita phalloides" ile beraber dünyadaki mantar zehirlenmelerinden kaynaklanan ölümlerin çoğunluğundan sorumludur. İçerdiği alfa amanitin 6-24 saat boyunca kendisini göstermeyen ancak daha sonra karaciğer ve böbreğin iflası ile ölüme yol açan çok etkili bir zehirdir. "Amanita virosa" beyaz, kenarları beyaz ortası sarımsı veya pembemsi bir şapkaya sahiptir. Mantarın ilk oluştuğunda onu taşıyan beyaz bir yumurtaya benzeyen kapsülü karakteristiktir, genç örnekleri yenebilen diğer mantarlarla karıştırılabilir. Küçükken konveks olan şapka mantar büyüdükçe tamamen düzleşir. Genelde Ağustos'tan Kasım'a kadar ormanlarda bulunabilir, kokusu hoş değildir. Metabolizma Metabolizma (yapım-yıkım), canlıda yaşamın sürdürülmesi sırasında gerçekleşen tüm kimyasal tepkimelerdir. Her organizma; büyüme, gelişme, ısı, hareket, üreme gibi yaşamsal etkinlikleri sürdürebilmek için dış çevreden bazı maddeler ve enerji almak zorundadır. Bu maddeler ve enerji, yaşamsal etkinliklerin sürdürülebilmesi için gereken organik moleküllerin sentezlenmesinde kullanılacaktır. Dış çevreden alınan organik ya da inorganik moleküller, ya önce parçalanarak, yıkıma uğratılarak ya da yıkıma gerek kalmadan gerekli moleküllerin sentezlenmesinde kullanılır. Daha karmaşık yapıdaki moleküllerden oluşan maddelerin organizmada, daha basit yapılı moleküllere yıkımı süreçlerine metabolizmanın katabolizma süreçleri denilir. Daha basit yapıdaki molleküllerin, daha karmaşık yapıdaki molleküllerin sentezinde kullanılması ise anabolizma tepkimeleridir. Organizmada bir reaksiyonun başlangıç maddesinden ürüne dönüşmesi süresince meydana gelen kimyasal değişikliklere ara metabolizma, bu değişiklikler sırasında meydana gelen ara ürünlere metabolitler adı verilir. Başlıca metabolizma reaksiyonları: Rezene Rezene ("Foeniculum vulgare"), maydanozgiller (Apiaceae) familyasından iki metreye kadar boylanan iki yıllık kokulu otsu bitki türü. Anavatanı Akdeniz ve Yakın Doğu'dur. Yaprakları saplı ve tüysüzdür. Bitkinin gövdeleri dik, içleri boş silindir şeklinde ve tüysüzdür. Çiçekler uzun saplı ve bileşik şemsiye durumundadırlar. Meyveleri silindir şeklinde tüysüz ve yeşilimsi esmer renktedir. Tohumları protein ve yağ bakımından zengin bir besi dokuya sahiptir. Daha çok kayalık ve kurak yerlerde yetişir. Baharatı, rezene bitkisinin yapraklarından, kurutulmuş tohumlarından ya da bu tohumların öğütülmesiyle elde edilir. Balık ve tavuk yemeklerinde, salatalarda güzel koku ve tat verme amaçlı kullanılır. Yöresel olarak bazı unlu ve şekerli yiyeceklerin yapımında da kullanılır. Toprak altındaki soğana benzeyen tatlı ve hoş kokulu meyvesinden Kuzey Afrika ve Avrupa ülkelerinde salata yapılır veya meyve olarak da yenebilir. Rezene bitkisi anne sütünü arttırır. Gaz söktürücüdür. Bebeklerde iştahı açar ve annenin sütüne çok faydalıdır. Yaşar Doğu Yaşar Doğu (1913, Kavak - 8 Ocak 1961, Ankara), hem serbest hem de grekoromen stilde güreşen Türk güreşçi. 1913 yılında Samsun’un Kavak ilçesine bağlı Karlı köyünde doğan Yaşar Doğu, I. Dünya Savaşı sırasında babasının ölmesi üzerine annesinin köyü olan Emirli'ye yerleşti. Yaşar Doğu, annesi Feride hanımın bu köyde ikinci evliliğini yapması üzerine 5 yaşındayken 1917 veya 1918 yılında Amasya’nın Kurnaz Köyünde yaşayan halası Ayşe Tok’un (Doğu) yanına gönderildi. Ayşe hanıma köyünde Yaşar Doğu’nun annesi Feride hanıma hürmeten Feride adıyla anıldığı bilinmektedir. Halasının kocası, yani eniştesi Satılmış Tok, oğulları Hayrettin ve Kemal’den ayırt etmeden Yaşar Doğu’yu askerlik dönemine kadar yanında yetiştirdi. Bu yıllarda halasının ve eniştesinin yanında çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan Yaşar Doğu’yu, eniştesi Satılmış Tok, tek atlı yaylı arabası ile hafta sonları yapılan köy düğünlerindeki güreşlere götürüyordu. Askere gitmeden önce, tahminen 1935 yılında Amasya’nın bugünkü Ziyaret Kasabasında- eski adıyla Ziyere Köyünde düğün güreşinde Ankara'dan gelen güreş otoriteleri tarafından beğenildi. 1936 yılında Ankara'da askerde iken, Güreş İhtisas Kulübü'ne girdi ve minder güreşine başladı. 1938 yılında askerliği bitince Ankara'ya yerleşti ve kulübü adına güreşmeye başladı. Burada o dönem millî takımın başında olan Fin antrenör Onni Helinen ondaki güreş stilini ve gücünü görünce 1939 yılında millî takıma aldı. Aynı yıl Oslo'da yapılan Avrupa Şampiyonası'nda 66 kiloda güreşti ve yaptığı dört güreşin birinde yenildi ve ikinci oldu. Serbest stildeki tek yenilgisini sayı ile Estonyalı güreşci Toots'a karşı aldı. Oslo Turnuvası Yaşar Doğu'nun katılıp da şampiyon olmadığı tek serbest stil turnuvası oldu. 1940 yılında İstanbul Çemberlitaş'ta yapılan Balkan Şampiyonası'nda üç tuşla 3 galibiyet aldı ve 66 kiloda şampiyon oldu. Araya II. Dünya Savaşı girmesiyle 1946'da Kahire ve İskenderiye'de yapılan iki millî karşılaşmada iki tuşla iki galibiyet daha kazandı. Yine o yıl Stockholm'de yapılan Avrupa Şampiyonası'nda 73 kilo ile 6 maça çıktı ve hepsini kazanarak ilk defa Avrupa Şampiyonu unvanını kazandı. Bir yıl sonra Prag'da yapılan Avrupa Grekoromen Şampiyonası'nda yine bütün rakiplerini yendi ve 73 kilonun şampiyonu oldu. 1948 Yaz Olimpiyatları'na katıldı ve burada 5 rakibini de yenerek Olimpiyat şampiyonu oldu. 1949 yılında Türk millî takımı ile bir Avrupa Turnesi'ne çıktı. İtalya, İsviçre, İsveç ve Finlandiya'yı kapsayan bu turnede 79 kiloda toplam 7 güreş yaptı ve hepsini kazandı. Aynı yıl Avrupa Güreş Şampiyonası İstanbul'da düzenlendi. Yaşar Doğu, 79 kiloda güreşti ve ilk üç rakibini tuşla, finalde ise İsveçli ünlü güreşçi Groemberg'i sayı ile yenerek şampiyon oldu. 1950 yılında bu defa Asya'da bir turneye çıktı. Bağdat, Basra ve Lahor'da yaptığı tüm güreşlerde rakiplerini tuşla yendi ve ününü Doğu'da da yaygınlaştırdı. Yaşar Doğu, güreş hayatı boyunca bir kez Dünya Şampiyonası'na katılma şansını yakaladı. 1951 yılında 87 kiloda mindere çıkan Yaşar Doğu kısa boylu olduğu için bu kiloda güreşmesinin güç olmasına rağmen Fin, İranlı, Alman ve İsveçli rakiplerini yenerek, ömrünün ilk ve son Dünya Şampiyonluğu'nu kazandı. 1951 yılında Helsinki'ye giden güreş millî takımının hepsi şampiyonluk unvanıyla yurda dönmüştür. Bu takım Yaşar Doğu, Nurettin Zafer, Haydar Zafer, Nasuh Akar, Celal Atik, Ali Yücel, İbrahim Zengin ve Adil Candemir'den oluşmaktaydı. Londra Olimpiyatları'ndan sonra kendisine ev armağan edildiği için Olimpiyat Komitesi'nce profesyonel ilan edilince, 1952 Helsinki Olimpiyatları'na katılamadı. Güreşi bıraktıktan sonra millî takımda antrenör oldu. 15 Aralık 1955 günü millî takımla beraber İsveç'te bulunduğu sırada ağır bir kalp krizi geçirdi. Doktorların kesin dinlenme önerisine rağmen yurda döndükten sonra genç güreşçiler yetiştirmeye devam etti. 8 Ocak 1961'de Ankara'da geçirdiği ikinci kalp krizi ile vefat etti. Kabri Ankara Cebeci Askeri Şehitliğindedir. Türk güreşinin efsane isimlerinden biri olan Yaşar Doğu, ay yıldızlı mayo ile yaptığı 47 güreşin yalnızca birinde yenilmiş, galip geldiği 46 karşılaşmanın 33'ünü tuşla kazanmıştır. Kazandığı 46 karşılaşmanın normal süre toplamı 690 dakika olduğu halde, kısa sürede yaptığı tuşlar nedeniyle bu güreşler toplam 372 dakika 26 saniye sürmüştür. Fianna Fáil Fianna Fáil ("Kaderin Askerleri"), İrlanda'nın en büyük siyasi partilerinden birisidir. 1926 yılında kuruldu. Eamon de Valera'nın parti başkanlığında 1932 yılında İrlanda hükümetini kurdular ve 1948 yılına kadar iktidar partisi olarak ülkeyi yönettiler. Bülent Ersoy Bülent Ersoy (d.9 Haziran 1952, İstanbul), Türk sanat müziği şarkıcısı. Sanatçı "Diva" lâkabıyla bilinir. 9 Haziran 1952 tarihinde, İstanbul'da doğdu. Sanat hayatına özel müzik dersleri alarak başladı. Çok küçük yaşlardan itibaren müzikle ilgilenmeye başlayan Bülent Ersoy,
İstanbul Konservatuvarına 2 ay devam etmiştir. Hocası Süheylâ Altmışdört Bülent Ersoy'un konservatuvara 2 ay devam ettiğini ve sonra bıraktığını açıkladı. Eğitimi süresince Melahat Pars ve Rıdvan Aytan gibi üstadlardan özel dersler almıştır. Konservatuvardan mezun olduğunda, aldığı akademik terbiye vasıtasıyla müzikal tecrübelerini geliştirme fırsatı bulmuş ve sahneye ilk adımını 1970 yılında Fıstıkağacı, Üsküdar'da, bugün Oya Düğün Salonu olarak bilinen, dönemin ilk aile gazinolarından birisi olan Özlem Aile Gazinosu'nda attı. Sunar Konser Bürosu-Fikret Torun tarafından düzenlenen ses yarışmasına katılarak bu yarışmada birinciliği kazanarak ve 1000 lira para ödülü almıştır. Akabinde bu gazinoda üç ay kadar assolist olarak çalışmış, 1971 yılında ilk 45'liği "Lüzûm Kalmadı-Neye Yarar Gelişin", Saner Plak'tan çıktı. Sanatçı bu 45'liğinde söz ve müziği Muzaffer Özpınar'a ait "Lüzûm Kalmadı" ve "Neye Yarar Gelişin" adlı eserleri seslendirmiştir. 1974'te Maksim Gazinosu'nda sahneye çıkmıştır. Çıkardığı klasik uzun çalar "Tuti-i Mucizeyi Guyem Ne Dersem Lâf Değil" adlı plakla rekor satış elde etti. Maksim Gazinosu'nun sahibi Fahrettin Aslan, Bülent Ersoy'u assolist olarak çıkarmaya karar verdi. Ancak gerçek soy ismi Erkoç olan sanatçının soyadı Müjdat Gezen tarafından Ersoy olarak değiştirilmiştir. Bülent Ersoy, Müzeyyen Senar'ın temsilcisi olarak başladığı sanat hayatında, akademik sanat kariyerinin de yüksek olması ve aldığı eğitiminde getirileriyle olağanüstü bir yorumcu ve büyük bir tavrın sancaktarı oldu. "Baharı Bekleyen Kumrular Gibi", "Dert Çekmeye Gidiyorum" gibi her okuduğu şarkıyla grafiği sürekli yukarı tırmandı. O yıllarda TRT için birçok Klasik Türk müziği şarkısı seslendirmiştir. Yetmişli yıllarda; o dönemdeki müzik piyasasında pop, arabesk ve fantezi gibi ticari şarkılar revaçta olmasına karşın bir albümünede ismini verdiği Itrî'nin "Tut-î Mucize-I Gûyan"ı gibi eserlerden oluşan koyu klasik bir uzunçalar yaptı. Bu ilk uzunçalar çalışması müzik piyasasında satış rekoru kırdı. Ağustos 1980'de İzmir Fuarı'nda seyircilerden gelen tezahürat sonrası göğüslerini açınca İzmir Cumhuriyet Savcılığı, hakkında soruşturma açtı. Eylül 1980'de Kordon'daki evinde bir hâkime hakaret edince tutuklanarak Buca Cezaevi'nde tutuklu kaldı. 12 Eylül darbesi sonrası Haziran 1981'de diğer travesti ve transseksüel sanatçılarla birlikte sahne yasağı aldı. 8 yıl süren sahne yasağı 8 Ocak 1988 tarihinde kaldırıldı. 14 Nisan 1981'de Londra'da geçirdiği cinsiyet değiştirme ameliyatıyla kadın oldu, ancak Türkiye cinsiyet değişikliğini tanımıyordu. 1983'te Danıştay, Bülent Ersoy'un hukuken erkek olduğuna ve gazinolarda ancak erkek kıyafeti ile sahneye çıkabileceğine karar verdi. 'Pembe nüfus kağıdı' alması yıllar sonra, sahne yasağını da kaldıran dönemin başbakanı Turgut Özal'ın öncülüğünde 1988'de çıkartılan, cinsiyet değiştirmeye izin veren kanun sayesinde oldu. Bülent Ersoy yasaklı olduğu yıllarda çeşitli Avrupa ülkelerinden vatandaşlık teklifi aldı. 1989 yılında Adana'da verdiği bir konser sırasında bir seyirciden gelen "Çırpınırdı Karadeniz" adlı isteği okumadığı için kurşunlanarak bir böbreğini kaybetti. 2011 yılında Aşktan Sabıkalı çıkartan sanatçı, halen çeşitli konserler vermektedir. Popstar Alaturka adlı şarkı yarışmasında jüri üyeliği yapmıştır. Yurtiçinde ve yurtdışında yüzlerce konser veren, Avustralya'da verdiği konseri için ismini taşıyan ayrıca albüm yayınlayan Bülent Ersoy, "Düşkünüm Sana", "Yaşamak İstiyorum", "Biz Ayrılamayız" ve "Ablan Kurban Olsun Sana" gibi satış grafiği yüksek albümlere imza attı. 1995 tarihini taşıyan "Benim Dünya Güzellerim", "S Müzik" etiketiyle çıkan ilk albümü oldu. Selçuk Tekay'ın müzik yönetmenliğini, Özkan Turgay'ın aranjörlüğünü yaptığı albümde on şarkı seslendirdi. Yine aynı yıl makam ve usulüne uygun olarak "Alaturka 95" adında bir albüm yaparak Klasik Türk müziği'ne katkıda bulunmuştur. Muzaffer Özpınar'ın yönetmenliğini yaptığı albümde Hacı Arif Bey, Münir Nurettin Selçuk, Kemani Serkis Efendi gibi birçok müzisyenin eserlerini yeniden yorumlamıştır. On dört eserin yeraldığı çalışmada; "Aziz İstanbul", "Dönülmez Akşamın Ufkundayız", "Nerelerde Kaldın Ey Servi Nazım" gibi klasik eserlerin yanında "Alıverin Bağlamamı Çalayım" ve "Karam" adlı iki de anonim türküye de yer vermiştir. Bülent Ersoy, bir sonraki çalışmasını 1997 yılında yayınlamış, "Maazallah" ismini taşıyan albüm, piyasaya sürülmeden yankı uyandırmıştır. Albümün hazırlık aşamasında Halil Karaduman ve Osman İşmen'le çalışan sanatçı, popüler şarkılardan ve anonim türkülerden oluşan bir repertuar seslendirdi. Albüme ismini veren "Maazallah" adlı şarkısının video klibi ise büyük ses getirdi. Bülent Ersoy'un bir sonraki albümü ise 2002'de çıkardığı "Canımsın" albümü olmuştur. 2011 yılında Aşktan Sabıkalı albümünü müzikseverlerin beğenesine sunan Bülent Ersoy, bu albümünde söz ve müziği Tarkan imzalı Bir Ben Bir Allah Biliyor parçasını Tarkan ile birlikte seslendirdi. Otuz yıla yaklaşan sanat yaşamında pek çok ilke imza atan Bülent Ersoy, dünyaca ünlü yıldızların sahne aldığı salonlarda konserler vermiştir. 1980 yılında London Palladium'da ve 1983 yılında Madison Square Garden'da sahne alan ilk Türk sanatçısı olmuştur. 30 Mart 1997'te ise Ümmü Gülsüm'den sonra, etnik müzik sazlarıyla Olympia müzikholünde sahne alan ilk Türk sanatçı olmuştur. Bülent Ersoy ayrıca Ajda Pekkan ve Dario Moreno'dan sonra Olympia'da konser veren ilk Türk sanatçısı olmuş, sahnede elli kişiden oluşan orkestrasıyla dört saat süren bir program sunmuştur. Bugüne kadar otuzun üstünde albüm yayınlayan sanatçı, Türk Müzik Tarihi'nde isminden söz ettirmiştir. Sanatçı, klasik şarkılar alanında gelmiş geçmiş en önemli yorumcular arasında yer aldı. Müzik yaşamı boyunca sayısız ödül aldı. Geniş entervalli ve yüksek volümlü sesi, Japonya'da ses laboratuvarlarında yapılan testler sonucu ‘yüzde yüz kusursuz’ bulundu ve 1997 yılında "Uluslararası Montu Merid Müzik Doktoru" unvanıyla ödüllendirildi. Bülent Ersoy, 2005 yılında bir magazin programında geçmişte kendisine konulan sahne yasağının kaldırılması için girişimde bulunduğu anlatırken “"12 Eylül döneminde sahne yasağımın kaldırılması için şimdi bir parti genel başkanı olan kişi benden servet istedi."” dedi. Bu açıklamanın ardından DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar söz konusu liderin kendisi olmadığını belirterek “"Sağ parti lideri olduğunu söyleyemem."” dedi. Bunun üzerine gözler dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'a çevrildi. Baykal, o dönemde avukatlık yaptığını vurgulayarak Bülent Ersoy'un kendisine danışmak amacıyla telefon ettiğini ve yalnızca 2 dakika görüştüğünü, ayriyeten para konusuna dair hiçbir şey konuşulmadığını söyledi. Bunun üzerine Bülent Ersoy basın toplantısı düzenledi. Ersoy, yaptığı açıklamalarda Ankara'da Dedeman Oteli'nin arkasındaki bir ofiste Deniz Baykal ile yüz yüze görüştüğünü iddia etti ve “"Hatta Deniz Bey'in üzerinde gri bir takım vardı. Bu kadar ayrıntıyı hatırlıyorsam, bugünün 1 trilyonu eden 100 milyonu istediğini de hatırlayabilirim."” dedi. Ayrıca buluşmaya aracılık eden kişinin İnci Baba olarak bilinen ünlü mafya babası Mehmet Nabi İnciller olduğunu iddia etti. Ek olarak Baykal'ın kendisinden istediği 100 milyon liranın sırf avukatlık ücreti mi olduğunu, yoksa sahne yasağının kaldırılması için çeşitli kişilere rüşvet olarak dağıtılmak için mi kullanılacağını bilmediğini söyledi. Bu basın açıklamasının ardından Deniz Baykal, hem rüşvet hem de mafya imasından dolayı kişilik haklarını ihlal ettiği iddiasıyla Bülent Ersoy'a 300 bin liralık tazminat davası açtı. Dava sonunda mahkeme, Ersoy'a para cezası verdi ancak Ersoy karara itiraz edince dava Yargıtay'a taşındı. 25 Mart 2008'de Yargıtay, yerel mahkemenin kararını onayarak Bülent Ersoy'un, Baykal'a faiziyle birlikte 15 bin lira manevi tazminat ödemesine hükmetti. 26 Şubat 2008'de Popstar Alaturka adlı şarkı yarışmasında, TSK'nın Irak'ın kuzeyine yaptığı bir askerî operasyon sırasında gerçekleşen 15 can kaybını “"Tamam vatan bölünmez, bilmem ne olmaz; ama göz göre göre de bu çocukları bütün analar doğursun, toprağa versinler. Bu mu yani? (...) «Şehitler ölmez vatan bölünmez» hep aynı klişe laflar. Hep bunu söylüyoruz zaten. Çocuklar gidiyor, kanlı gözyaşları, cenazeler... Klişeleşmeş laflar..."” cümleleriyle eleştirmiştir. Aynı programda kendisi gibi jüri üyesi olan Ebru Gündeş'le de polemik yaşamıştır. Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı, bu sözleri üzerine Bülent Ersoy hakkında ‘halkı askerlikten soğutma’ suçunu işlediği iddiasıyla soruşturma başlattı. Ancak mahkeme, Ersoy'un sözlerini fikir özgürlüğü olarak gördü ve beraat kararı verdi. İskender kebap İskender kebap veya İskender döner, Bursa yöresinin meşhur kebap yemeklerinden biridir. 1867 yılında Kayhan Çarşısı'nda başlamıştır. Aslında temel malzemesi Döner olsa da, İskender'i İskender yapan, üstündeki tereyağ, domates sosu, yanındaki yoğurt ve altındaki yağlı pide parçalarıdır. Ayrıca, İskenderin eti herhangi bir dönerin etinden farklıdır. İskender kebabının yapıldığı et Uludağ kekiği ile beslenen koçlardan elde edilir. İskender etinin yağı daha az olur. Kullanılan domates sosu ve yoğurt da kaliteyi çok etkilemektedir. 1850'li yıllarda Mehmet Efendi Lokantası ile işe başlayan aile, o dönemlerde Bursa’da yaygın olan kuzu çevirme ve tandırcılık işi yapmaktadır. Pişirilen etin (tandır veya kuzu çevirme) sabit mekânda olduğu kadar, baş üstündeki tablalarda satıldığı böyle bir Osmanlı döneminde oğul İskender arayışlara girerek “İşi nasıl farklılaştırabiliriz?” ve “Daha iyisini nasıl yapabiliriz?” gibi düşünceleri Amcası Sabit Dede’den aldığı destekle hayata geçirmeye çalışır. Babasının “Başımıza icat çıkartma” sözleri üzerine önce konuyu annesine anlatır, sonra da babasını ikna eder. Sonuçta “Yüzyıllardır yerdeki ateşe paralel olarak pişirilen kuzuyu, dik mangalda ayağa kaldırma!” teklifinde bulunur babasına. Böylece dikey kebap fikrini Bursa’da denerler ve babası Mehmet Efendi’ye desteğiyle iş gelişmeye devam eder. Bu amaçla yola çıkan İskender Efendi zamanla k
emikli eti; kemik ve sinirlerinden arındırır, bir şişe takar ve bunu ateş karşısında döndürerek pişirdikten sonra ince-ince keserek sunumunu yapar. Bu farklı sunum Bursa’da çok dikkat çeker ve İskender Efendi’nin “dönen kebabı” olarak anılmaya başlar. Çünkü et kemiksizdir, dikey bir ocakta pişmektedir, farklı bir şekilde kesilmektedir. Ancak bugünkü kebap şeklinde değil; daha basit, çatal ve bıçak kullanılmayan, o günkü adıyla alaturka denen pide üzerine konan etlerin kenarına konan yoğurt, salça ve tereyağı ile desteklenmiş, bir lezzet tabağı haline gelmiştir. Artık Bursa’da İskender denilince o tabak akla gelmektedir. Bu yıllarda Bursa’nın nüfusu çok azdır. Kayhan-Tahtakale-Reyhan üçgeni ve Maksem, Tophane gibi semtlerden ibarettir. İnsanlar birbirlerini tanımaktadır. O dönemde Mehmet oğlu İskender Efendi ile tanınmaya başlayan İskender Döner Kebap’ın sunulduğu mekân 20–30 metrekarelik bir dükkândır. 1926 yılında Harf İnkılâbı ile levhası olan ilk dükkâna taşınır. Halk dilinde “döner kebap”, “döner” şeklinde anılmaya başlanmış ve lakap; Mehmet oğlu İskender Efendi şeklinde önce tabelaya ve günümüz ticari ortamında da bir ticari unvana dönüşmüştür. Ticari unvanın uzun zamandır kullanılmasıyla birlikte İskender Efendi; Bursa ile özdeşleşmiş ve adeta bir simgesi olmuş kişiliğiyle yemeğini bütünleştirerek bir ünlenme sürecine girmiştir. "Bursa Kebap", "Hacıbey Kebap", "Uludağ Kebap" veya "Yoğurtlu Kebap" olarak da adlandırılır. Hazırlanan döner daha önceden yanmış olan döner ocağı ateşinin karşısında 10–15 cm. mesafede yanan ateşin önüne konulur. Döner bu ateşte yavaş-yavaş pişer, piştikten sonra bıçakla yukarıdan aşağıya doğru ince bir şekilde kesilir. Böylece döner servis için hazır hale gelmiş olur. Pide ızgarada tavlanır. Pidelerin koyulacağı tabakların sıcak olması gerekir. Bu nedenle tabaklar ızgaranın üzerinde ısıtılır. Pide doğranır ve hemen sıcak tabağın içine konulur. Sosu gezdirilir. Çok hızlı bir şekilde üzeri dönerle kaplanır. Bu işlemler olurken tereyağı tava içinde mangala atılarak, kebap hazırlandığı anda tereyağı da hazırlanmış olur. Tamamlanmış olan kebabın üzerine tereyağı gezdirilir. Bütün işlemlerin aynı zamanda yapılması uygundur. Kebap hazırlanıp, tereyağı dökülmeden beklenirse kebap soğur. Bu nedenle bu işlemlere çok dikkat etmek gerekir. Kebap hazırlandığında, sos beklerse kebap lezzetini kaybeder. İskender (anlam ayrımı) İskender şu anlamlara gelebilir: Bonsai Bonsai, özel tekniklerle ağaçların saksılar içinde budanarak ve bodurlaştırarak büyütülmesi sanatıdır. Japonca olan bu sözcük, tepsi (tabak) anlamına gelen "bon" ve bitki anlamına gelen "sai" sözcüklerinden türetilmiştir. Saksıdaki ağaç veya bitki anlamına gelir. Bonsai sanatı Japonya'ya 7-9. yüzyıllarda Çin'den gelmiştir. Çin'de Penjing adı verilen ağaç minyatürleştirme sanatının binlerce yıllık geçmişi vardır. Yalnız penjing'in bir farkı vardır. Penjing'de bir tek saksıda bir ağaç değil, örneğin birkaç minyatür ağacın gölgesinde oturan bir köylü tasvir edilmekteydi. Bonsai, yaşayan ağaçlara duyulan saygıyı ve bu ağaçların yaşamasını konu alan bir sanattır. Bonsailer minyatür olmalarına rağmen çevremizde gördüğümüz ağaçlardan hiçbir farkları yoktur. Özenle seçilen ağaç dalları, budanarak ve ilgiyle yetiştirilerek minyatür ağaç görünümü kazanır. En güzel bonsailer sığ ve yayvan saksılarda yetiştirilenlerdir. Değişik şekillerde bonsailer bulunmaktadır: süpürge şeklinde - şelale şeklinde - rüzgara açık şekildedir. Japonların doğaya olan tutkuları yaşamlarına da yansımış ve yıllar geçtikçe bahçeciliğe verilen önem artmıştır. Bonsailer de bu kültürün bir parçasını oluşturmaktadır ve büyük şehirlerde insanların doğaya olan özlemlerini minyatür olarak karşılamaktadırlar. Genellikle bonsailerin iklime ayak uydurmaları çok zordur. Bundan dolayı bonsailerin yetiştirilmesi özel bir ilgi gerektirmektedir, yetiştirilirken ağacın doğal özelliğine toprağın nemliliğine, seçilen saksının özelliklerine, ışık ve doğal koşullara çok dikkat edilmelidir. Bu koşullar sağlandığında ufak balkonlu bir ev bonsai koleksiyonu için yeterlidir. Aslında ağırlıklı olarak dış mekân ağaç ve çalı türlerinden bonsai yapılsa da çokça bilinen ev bitkilerinden de bonsai yapılmaktadır. Bunlardan "Ficus" en popülerlerindendir. Açelya, şefleradan da bonsai yapılmaktadır. En ufak bonsailere verilen isim mame (fasulye) dir. En popüler bonsailer ise yaklaşık boyları 15 cm kadar olanlardır. Bonsai yetiştirmek biraz bahçecilik bilgisi ve sabır gerektirir. Bonsai yapmak isteyenlerin en çok yaptığı hata bonsai adayı ağaç, çalı veya bitki türünü hemen dar ve sığ bir kaba alınarak yapılmaktadır. Bu istenilen sonuca ulaşamama hatta bitkinin ölümüne sebep olmaktadır. Bonsainin istenilen forma ulaşıncaya kadar mümkün olan en bol topraklı bir yerde veya mümkün olan en büyük saksılarda serbest ve hızlı büyüme sağlanmalıdır. Düzenli olarak sulaması ve gübrelemesi yapılmalıdır. Ancak bu şekilde istenilen sonuca hızla ulaşılır. Eğer doğadan bir bonsai adayı bulabilirseniz yıllarla ifade edilebilecek bir zaman tasarrufu sağlamış olursunuz. Doğadan bulunan "bonsai"ye "Yamadori" denmektedir. İyi bir bakımla 3 sene gibi bir zamanda dal ve kök terbiyesiyle istediğiniz forma sokabilirsiniz. Özgün özelliklere sahip bonsailer çok yüksek fiyatlara alıcı bulabilmektedir. Turşu Turşu kurma çeşitli sebze ve meyvelerin salamura adı verilen tuzlu, asitli çözeltide bir süre bekletilerek uzun süre saklanabilecek hale getirilmesidir. Genelde kırsal alanda kışa hazırlığın önemli bir kısmıdır. Elde edilen ürüne "turşu" denir. Arkaik kültürde ilk kez topraktan yapılma büyük boy küpler içerisinde kurulumu yapılmaktaydı. Ticari ürün olarak kullanılmaya başlandığı antik çağlarda ahşaptan yapılan kaplarla taşındığı ve saklandığı da görülmekle birlikte ahşap ve asidin reaksiyonları nedeniyle kalıcı olarak hep toprak kaplar tercih edilmiştir. Günümüzde bu tür toprak kapların yerini plastik, cam kavanoz, paslanmaz teneke kaplar almıştır. Türklerde önemli bir yeri vardır. Türkiye'de geleneksel olarak adına Ankara Çubuk ilçesinde festival düzenlenmektedir. Çubuk Belediyesi "Çubuk Turşusu" adına patent almıştır. Gataroks sebze ve meyveler sıkı dokularından dolayı turşulanmaya daha elverişlidir. Turşusu yapılabilen sebze meyveler arasında salatalık, lahana, biber, yeşil domates, yaban eriği, acur, pancar, ayva ve elma bulunur. Turşu kurulumunun yapıldığı kaba defne yaprağı, çekilmemiş karabiber, limon, sarımsak, dere otu, maydanoz gibi malzemeler aroma vermek amacıyla konur. Turşusu kurulacak olan malzemeler % 5-10'luk tuz çözeltisine basılır ve laktik fermantasyon süreci başlar. Sebze ve meyvelerdeki şeker 50-75 C° sıcaklıkta, genelde birkaç haftalık bir sürede laktik aside dönüşür. Fermantasyonu hızlandıracak kimyasallar kullanılabilir. Sonuçta elde edilen çözeltinin asitliği %1 civarındadır. Fermantasyon süresince tuzlu çözelti istenmeyen organizmaların üremesini engeller. İşletmelerde üretilen turşular otoklav turşusu ve fermantasyon turşusu olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Otoklav turşusu tıpkı konserve üretiminde olduğu gibi, sebzelerin yıkanıp ayıklandıktan sonra, tuz, sirke ve sarımsak içeren dolgu sıvısı ile beraber ambalaj malzemesine doldurulması, kapanıp ısıl işlem uygulanması ile elde edilir. Fermantasyon turşuları ise, önceden tekniğine uygun olarak büyük hacimli fıçılarda yapılmış turşuların, üründe tat dengesi kurulduktan sonra, açılarak daha küçük ambalajlara doldurulması ve ısıl işlem uygulanması ile elde edilir. Basil Zaharoff Basil Zaharoff (6 Ekim 1849 - 27 Kasım 1936) (asıl adı, Osmanlı Devleti nüfus kayıtlarına göre "Vasil Zaharyas", Yunanca transkripsiyonuna göre "Basileios Zacharias"; ismi bazı dillerde "Basil Zaharof" (tek 'f' ile) yazılır, 1913'de vatandaşlığına geçtiği Fransa'da "Basil Zaharoff" (iki 'f' ile), 1918'de şövalyelik unvanı aldığı Britanya'da "Sir Basil Zaharoff" olarak tanınır.), aslen 1849 Muğla doğumlu ve Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı bir Rum'dur. 1936'da Monte Carlo'da uluslararası silah ticareti ve finans yoluyla elde ettiği dev bir servetin başında ölmüştür. Basil Zaharoff'un ailesi İstanbul kökenli olup, 1821 Yunan ayaklanması esnasında bir süre iltica ettikleri Rusya'da isimlerinin sonuna -of sonekini almışlardır. 1840'larda Osmanlı İmparatorluğu'na dönerek geçici olarak Muğla'ya yerleşmişler ve Basil, Muğla'da doğmuştur. 1855'de ailesi tekrar İstanbul'a dönmüş ve Tatavla (bugünkü Kurtuluş) semtinin dargelirli Rum ahalisi içinde yaşamışlardır. Basil Zaharoff çalışma hayatına, İstanbul'a gelmiş Avrupalı turistlere rehberlik yaparak başlamıştır (rehberliğini özellikle Galata genelevleri ile bağlantılı olarak yürüttüğü bilinmektedir). Ardından bir süre itfaiyecilik yapmıştır (o dönemde itfaiyeciliğin evleri yanan zenginlerin servetini komisyon karşılığı kurtarmaya dayalı karlı bir faaliyet şeklini de alabildiği göz önünde bulundurulmalıdır). Basil Zaharoff bundan sonra döviz acenteliği ve tefecilik yapmıştır. İstanbul'dan ayrılmak üzere ellerindeki nakdi kendi para birimlerine çeviren turistlere sahte dövizler verdiği suçlamalarına maruz kalmıştır. 24 yaşında gittiği Londra'ya ayak basar basmaz, İstanbul'da iken gerçekleştirdiği bir ihracat işi ile ilgili olarak, usulsüz ticari faaliyette bulunma suçlaması ile hakkında açılmış bir dava ile karşılaşmıştır. Cemiyetleri mensuplarının bu tür konulardan dolayı yabancı mahkemeler önüne çıkmasına karşı tedbir alma geleneği olan İstanbul Rumları arasında toplanan 100 sterlinlik bir kefaletle serbest bırakılmıştır. Dava sonuçlanıncaya kadar mahkeme yetki alanı dahilinde ikamet etme zorunluluğu olmasına rağmen hemen gemiyle Atina'ya geçmiştir. Atina'da gazeteci Etyen Skuludis ile dostluk kurmuştur. Skuludis'in İsveçli bir kaptan arkadaşı silah taciri Thorsten Nordenfeldt'in Atina'daki acenteliği işinden ayrılmak üzere olduğundan, Basil Zaharof, Skuludis'in tavsiyesiyle 14 Ekim 1877'de bu işi devralarak silah ticaretinde göz kamaştırıcı bir kariyere ilk adımını atmıştır. Bu dönem 93 H
arbi'ne denk geldiğinden, Zaharoff hem bu savaş esnasında, hem de sonrasında Osmanlı Devleti, Balkanlar ve Rusya'yı kapsayan çok karlı işler yapmıştır. Nitekim, Basil Zaharoff yaratıcılığını Nordenfeldt I denizaltı sının satışında göstermiştir. Amerikalı papaz George W. Garrett tarafından bir hobi olarak tasarlanan ve ABD Deniz Kuvvetleri nin 'istikrarsız ve tehlikeli manevra yaptığı' gerekçesiyle reddettiği ve büyük güçlerin teknolojisinin gelişmesini beklemeyi tercih ettiği bu ilk denizaltı modellerinden, prestij arayışı içinde olan Yunan Deniz Kuvvetleri ne bir adet satmıştır. Daha sonra Osmanlı Devleti yetkililerini bu yeni Yunan denizaltısının arzettiği tehdit konusunda ikna ederek, Osmanlı Donanması'na iki adet satmıştır. Hemen ardından, Rus yetkililerini bu yeni Türk denizaltısının arzettiği tehdit konusunda ikna ederek, Rus Deniz Kuvvetleri ne iki adet daha satmıştır. Bu denizaltılar hiçbir savaşta rol oynamamış, Osmanlı donanmasının bir torpil atma tatbikatı esnasında biri dengesini kaybederek pruvadan batmıştır. Basil Zaharoff, bir sonraki aşamada, Maxim otomatik makinalı tüfekleri işinde, Nordenfeldt'in acenteliğinden ortaklığına yükselmiştir. Öncelikle Amerikalı bir mühendis ve boksör olan Hiram Maxim'in makinalı tüfek modelini tanıtmak için yaptığı Avrupa turunun başarısızlıkla sonuçlanmasını sağlamıştır. Bu çerçevede, İtalya'da La Spezia'da yapılacak ilk gösteriden önce makinalı tüfeğin operatörlerine şehrin batakhanelerini gezdirmiş ve onları hiçbir tüfeği kullanamayacak hale getirmiş, Viyana 'da makinalı tüfek Avusturya piyadesinin standart kartuşlarına uyumlu hale getirilmeye çalışılırken mekanizmayı sabote ettirmiş, Viyana'da makinalı tüfeğin mükemmel çalıştığı müteakip denemede de Avusturya yetkililerini bu silahın kitlesel üretime elverişli olmadığı konusunda ikna etmiştir. Maxim böylece, Nordenfeldt ve Zaharof ile ortaklığa gitmek zorunda kalmış, Zaharoff'un satışlardan yüksek komisyon alacağında anlaşılmıştır. Giderek zenginleşen Zaharoff'un adı, bir sonraki aşamada, Japon Amiral Fuji'nin donanmasının silah alımı karşılığında aldığı rüşvet skandalı ile gündeme gelmiştir. Belgelenebilen ve Amiral'in harakiri yapmasıyla sonuçlanan bu skandalın ötesinde başka rüşvet faaliyetlerinin de yattığı iddia edilmiştir. 1890'da Nordenfeldt-Zaharof ortaklığı sona ermiş, Zaharoff, Hiram Maxim ile ayrı bir ortaklık kurmuştur. Maxim'in şirketinin hisselerini peyderpey satınaralarak eşit şirket sahibine eşit güçte hissedar haline gelmiştir. 1897'de Maxim şirketinin büyümesi, dönemin silah sektörü devlerinden Vickers'ın bu şirketi satınalmak için teklifte bulunmasına yol açmıştır. Satıştan edindiği karın yanı sıra, Vickers bünyesinde de gücü hızla artan Zaharof 1911'de Vickers yönetim kuruluna girmiştir. Bu dönem bütün devletlerin silahlanma yarışına girdiği I. Dünya Savaşı arifesine denk gelmekteydi. Britanya ve Almanya donanmalarını güçlendirme yarışı ve Rusya'nın 1905 Rus-Japon Savaşı ertesinden donanmasını yeniden kurma ihtiyacı özellikle aciliyet arzetmekteydi. Rusya içinde 'yerli malı donanma'yı savunan güçlü bir lobi olduğundan, Zaharof, Vickers şirketine bağlı kuruluş olarak Tsaritsin şehrinde dev bir silah üretim kompleksinin inşa edilmesini sağladı. Vickers bu arada rakip Almanya'da örtülü üretime devam etmekte, Vickers'in Almanya'daki tesisleri mütemadiyen haberler sızdırarak Almanya'nın silahlanmasının Fransa açısından oluşturduğu tehdidi Fransız basınında işlemekte, Fransız basını kaynaklı haberler Alman parlamentosu Reichstag'da bu kez Almanya'nın daha fazla silahlanma çabası ve harcaması için yapılan oylamalara dayanak teşkil etmekteydi. Bu arada Zaharoff finans sektörüne de girdi. Ağır sanayi ile geleneksel bağlantıları bulunan Union Parisienne bankasını ve Excelsior gazetesini satınalarak, silah sanayiinin hem finansman hem de kamuoyu açısından desteklenmesini daha iyi kontrol eder duruma geldi. Artık unvanlara da ihtiyacı vardı. Fransız denizcileri için bir huzurevi kurarak Fransız Başbakanı (sonradan Cumhurbaşkanı) Poincare'nin imzasıyla 31 Temmuz 1914'de (Jean Jaures'in suikaste kurban gittiği gün) yüksek Legion d'Honneur nişanını, Paris Üniversitesî'nde bir aerodinamik kürsüsünü, savaşın sonuna doğru da, Lloyd George ve Aristide Briand ile kurduğu dostluklar yoluyla, Britanya tarafından baron unvanı verilerek isminde 'Sir' takısını kullanma hakkını elde etmiştir. I. Dünya Savaşı'nda Basil Zaharoff muazzam karlar gerçekleştirdi. Bu arada siyasi faaliyetler de yürütmüş, Yunanistan 'ın Britanya-Fransa-Rusya-İtalya yanında savaşa girmesi için çaba göstermiştir. Yunan Kralı I. Konstantin'in Hohenzollern hanedanına mensup olması ve bizzat Kaiser II. Wilhelm'in eniştesi olması bunu imkânsız kılacak gibi görünse de, Basil Zaharof Yunanistan'da bir haber ajansı satınalarak Almanya aleyhinde haberlerin yayılması için elinden geleni yapmış, ve nitekim birkaç ay içinde Kral Konstantin tahttan indirilerek yerine Venizelos geçmiştir. The Times gazetesi savaşın sonunda Basil Zaharoff'un Britanya'nın çıkarları için savaş boyunca 50 milyon sterlin harcamış bulunduğunu övgüyle yazmış, ancak Basil Zaharof'un silah satışlarından elde ettiği kara atıfta bulunmamıştır. Zaharoff I. Dünya Savaşı'nın hemen ertesinde dikkatini Türkiye üzerinde toplamıştır. Savaştan çok zayıflayarak çıkmış Türkiye toprakları üzerinde Yunanistan'ın kazanç elde etmesi gerektiğine Venizelos'u ikna edenlerden biri olmuştur. 1920'de Yunanistan'nın Türklere karşı savaşı kazanabilmesi ve Megali Idea'nın gerçekleşebilmesi için yarım milyar altın frangı (w:en:Gold franc) bağışlamıştı Yunan devletine. 1920 Yunanistan seçimlerinde Kral Konstantin taraftarlarının Venizelos'u alaşağı etmesi üzerine, bu kez de Kral nezdinde savaş çabasının sürdürülmesi gerektiği konusunda lobi yapmıştır. Ancak Mustafa Kemal Atatürk komutasında dirilen Türk ordusu Yunan ordusunu hezimete uğratınca bu planlar suya düşmüştür. Yunanistan'ın Küçük Asya Felaketi 'nden sonra Londra ve Paris'teki itibarı biraz azalan Basil Zaharoff dikkatini bu sefer büyük gelecek vadettiğine inandığı petrol işine çevirmiştir. Günümüzün BP (British Petroleum) petrol devinin temellerini atmıştır. Monte Carlo casinosunu satın alarak, Monako 'yu mesken edinmiş ve bu arada Fransa Başbakanı Clemenceau ile dostluğunu kullanarak Monako'nun özerk yapısını sağlama almıştır. 1924'de 75 yaşında hayatının aşkı, 30 yıl önce karşılaştığı ve kocasının ölümünü beklediği, Maria del Pilar ile evlenmiş, ancak Maria del Pilar nikahlarından 18 ay sonra ölmüştür. Hayatını anılarını yazarak tamamlamış, bir uşağın çaldığı ve polisin geri getirdiği sırlarla dolu bu anıları sonra da ateşe atmıştır. Son yıllarını yalnızlık içinde geçirmiştir. Basil Zaharoff Tenten'in Kırık Kulak adlı macerasında Basil Bazarof adıyla karikatürize edilerek, hiçbir vicdani tereddüdü olmayan 'ölüm taciri'ni sembolize edecek şekilde rol almıştır. Kebap Kebap (Arapça: کباب ), mangalda meşe kömüründe veya odun fırınında, ayrıca günümüzde LPG'de pişirilerek yenen et yemeklerine verilen isimdir. Kebap kelimesi Arapça'da "pişmiş, kızarmış" anlamına gelir. Bu yemeklerin çoğu ızgarada pişirilmiş olsa da, tas kebabı gibi sulu yemeklere de kebap denir. Böyle yemekleri yapan lokantalara kebapçı denir. Et olarak çoğunlukla koyun veya dana eti kullanılır. .nu .nu, Büyük Okyanus'unda küçük "Niue" adasının internet ülke kodudur. Bu kod İsveç, Danimarka ve Hollanda dillerinde "şimdi" manasına geldiği için bu ülkelerde oldukça yaygınlaşmıştır. Norveççede de arkaik zarf olarak bulunmaktadır ancak Norveç'te o kadar yaygın değildir. Bu benzerlik sayesinde Niue ile hiç alakası olmayan internet sayfaları sonlarına .nu eklemiştir. .nu ile biten internet siteleri, özellikle İsveç'te bir hayli yaygındır. Feride Hanım Feride Hanım, şair.(1837-1903) 1837'de Kastamonu'da doğdu. Kastamonu ulemasından Baharzade Hammami Mehmet Reşit Efendi'nin kızıdır. İlk eğitimini medrese öğretmeni olan babasından aldı. Arapça ve Farsça öğrendi. Güzel yazıya yani "hat"a merak saldı. Bolulu İzzet Paşa'nın divan kâtipliğini yapan Ali Raif Efendi ile evlendi. İstanbul'a taşındılar. Feride Hanım 25 yaşında iken eşini kaybetti. İstanbul'dan Kastamonu'ya giderek yaşamını burada tamamladı. 1903'te öldü. Feride Hanım, Muhammediye'leri ile tanınır. BEYİT Duhterine böyle ider mi mâderi söyle bana Görmedim billâh cihanda böyle bir âzâr ana GAZEL Ah kim çıkdı elimden koynumun zer saati Hasretile kalmamışdır gönlümün hiç rahatı Yâdigar-ı yâr idi doğru gider gamhar idi Yirmibeş yıldan beru itmiş idim ünsiyeti Zer gibi zerd ola ruyi hem ayarı nakş ola Mekr ile biganeler ger eyledise sirkati Yelkavan veş ruzü şeb zevki içün çeksin taab Soksun akrebler vücudun göre rencü mihneti Kıldı rekkası felek çerh gibi sergerdan beni Nice dolaplar ile virdi bana çok zahmeti Yetdürür zinciri zülfü yâr ile bend olması Kayd olup derdü game çekmekden ise firkati Ben Feride veş gamü mihnetle ferdim dehrde Geçmedi alâmsız biçarenin bir saati Clausula rebus sic stantibus Clausula rebus sic stantibus, Latince "koşullar değişmediği sürece" anlamına gelen, antlaşmaların yapıldığı koşullarda köklü bir değişim olması durumunda uygulanmamasına imkan veren uluslararası hukuk ilkesidir. Türkçede emprevizyon nazariyesi olarak da anılır. Uluslararası hukuk sisteminin en önemli ilkelerinden olan "pacta sunt servanda"ya (ahde vefa / sözünü tutma) istisnai bir durum oluşturur. Örneğin Türkiye, 1923 yılında imzalanan Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nin günün şartlarına uymadığı gerekçesiyle, 1936 yılında Boğazlar için yeni bir rejim saptanmasını teminen bir uluslararası konferans çağrısı yapmıştır. Bu talep üzerine gerçekleştirilen Montrö Boğazlar Sözleşmesi uluslararası hukuk açısından rebus sic stantibus ilkesine dayandırılmıştır. Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi'nin 62. maddesine göre koşulların köklü değişimi ilkesine başvurulabilmesi için şu şartlar gereklidir: a) Değişiklik öncesi koşulların anlaşmanın ana gerekçesini oluşturması gerekmektedir. b) Ortaya çıkan değiş
iklik tarafların yükümlülüklerini önemli ölçüde etkilemelidir. Sözleşme bu durumlara iki istisna getirmiştir: a) Sınır anlaşmalarına son vermek için bu ilkeden yararlanılamaz. b) Koşulların değişmesine kendi yükümlülüklerini yerine getirmemek suretiyle neden olan taraf bu ilkeyi ileri süremez. Montrö Boğazlar Sözleşmesi Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Türk Boğazlarından (Çanakkale ve İstanbul) geçiş rejimini ve boğazlar bölgesinin güvenliği işlerini düzenleyen sözleşmedir. 1923'te Lozan Antlaşması ile birlikte imzalanan Boğazlar Sözleşmesi'nin yerine geçmiştir. Türkiye, Lozan Antlaşması'yla birlikte imzalanan Boğazlar Sözleşmesi'nin getirdiği kısıtlamalardan dolayı daima kaygı içinde bulunmuştu. Sözleşmenin imzalandığı tarihlerde güncelliğini koruyan silahsızlanma ümitlerine güvenen Türkiye'nin silahlanma yarışının tekrar başlamasıyla duyduğu huzursuzluk giderek artmıştı. Türkiye, duyduğu bu huzursuzluğu ve boğazların statüsünde değişiklik yapılması yolundaki teklifini konu ile ilgili imzacı devletlere duyurduğunda farklı kutuplarda yer almaya başlayan bu devletlerin hemen hepsinden ortak bir anlayış görmüştü. İngiliz Dışişleri Bakanlığının 23 Temmuz 1936 tarihli bir notasında konu hakkında şu görüşlere yer verilmiştir: "Türkiye'nin Boğazlar Sözleşmesi'nin değiştirilmesi ile ilgili isteği haklı kabul edilmektedir." Boğazların statüsü ve gemilerin geçiş rejimi ile her zaman yakından ilgilenen Birleşik Krallık'ın Türkiye'yi desteklemesine paralel olarak Balkan Antantı Daimi Konseyi'nin 4 Mayıs 1936'da Belgrad'da yaptığı toplantıda Türkiye'nin teklifini destekleme kararı alınmıştır. Türkiye'nin girişimi Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nin diğer akitleri tarafından da kabul edilince boğazların rejimini değiştirecek olan konferans, 22 Haziran 1936'da İsviçre'nin Montrö kentinde toplanmıştır. İki ay süren toplantılardan sonra 20 Temmuz 1936'da Bulgaristan, Fransa, Büyük Britanya, Avustralya, Yunanistan, Japonya, Romanya, Sovyetler Birliği, Yugoslavya ve Türkiye tarafından imzalanan yeni Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye'nin kısıtlanmış hakları iade edilmiş ve boğazlar bölgesinin egemenliği Türkiye'ye geçmiştir. Türkiye daha önce Sovyet Rusya ile yaptığı anlaşma uyarınca (saldırmazlık antlaşması) Sovyetler Birliği'nin de desteği alınmıştır. 1. Barış Zamanı 2. Savaş Zamanı Sözleşmenin süresi, yürürlüğe giriş tarihinden başlayarak, 20 yıl sürecektir. Bununla birlikte, sözleşmenin 1. maddesinde doğrulanan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğü ilkesinin sonsuz bir süresi olacaktır. 20 Temmuz 1956'da sözleşmenin süresi bitmiş, sözleşmeyi imzalayan devletler Montrö Boğazlar Sözleşmesi'ni değiştirmek için girişimlerde bulunmuşlar ancak başarılı olamamışlardır. Uluslararası Deniz Hukuku kuralları ve fesih şartlarında da belirtildiği gibi gemilerin uğraksız geçiş (transit değildir) hakkı gereği sözleşmenin değişmesi durumunda dahi Türk Boğazlarından geçecek hiçbir gemiden zorunlu ücret talep edilemeyecektir. Küçük Asya Felaketi Küçük Asya Felaketi (Yunanca: Μικρασιατική καταστροφή: "Mikra asiatiki Katastrofi"), Yunanistan'da "Küçük Asya Macerası"nın son sahnesi olan Eylül 1922 tarihinde Küçük Asya Ordusu'nun Mustafa Kemal komutasındaki Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'nin Ordusuna uğradığı yenilgiye verilen isimdir. Küçük Asya Felaketi, Helenizm (Yunanlık) tarihinin bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. Yunanistan'ın tarih ders kitabında ise "Modern Helenizm (Yunanlık) tarihinin en büyük ulusal felaketi" olarak tanımlanmaktadır. Küçük Asya Felaketi, sadece Yunanistan'ın başarılı savaşlarla dolu bir on yılını bitirmedi, aynı zamanda kuruluşundan itibaren bir yüzyıldır modern Yunan devletinin siyasetinde egemen olan ve Megali İdea olarak bilinen irredentist ve yayılmacılık politikasını toprağa gömdü. Küçük Asya Felaketi, Yunan ordusu için bir yenilgi olmanın yanı sıra, 1924 nüfus mübadelesi ile (muaf tutulan İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada hariç) Anadolu'daki Rum/Yunan nüfusun yok olmasına neden olduğu için de böyle adlandırılmaktadır. Kalust Sarkis Gülbenkyan Kalust Sarkis Gülbenkyan, (d. 29 Mart 1869, Üsküdar - ö. 20 Temmuz 1955, Lizbon) uluslararası petrol sanayiinin doğmasında ve gelişmesinde önemli rol oynamış ve bu arada uluslararası siyasi ilişkilerde de etkili olmuş Ermeni asıllı Osmanlı Devleti vatandaşı bir işadamıdır. Kendisi soyağacını M.S. 4. yüzyılda Van Gölü güneyinde hüküm sürmüş Reşduni Ermeni prenslerine dayandırmış, ailesinin 11. yüzyılda Kapadokya'ya göçtüğünü, Bizans İmparatorluğu'nda asalet ifade eden Vart Badrik ismini, sonradan Türkçeye çevirerek Gülbenkyan şeklinde anılmaya başladıklarını, Kapadokya'da sanata ve sosyal hayata büyük hizmetleri geçtiğini iddia etmişse de, bunlar şüpheyle yaklaşılması gereken bilgilerdir. Gülbenkyan ilköğrenimini Kadıköy'de Aramyan-Uncuyan okulunda yapmış, sonradan Saint Joseph Fransız Lisesi 'ne geçmiştir. Avrupa'da sürdürdüğü öğreniminin ilk durağında Marsilya 'da bir süre kalarak Fransızca sını geliştirmiş, daha sonra Londra 'nın ünlü King's College üniversitesinde jeoloji mühendisliği diplomasını almıştır. 1891'de 22 yaşındayken Kafkasya gezisine çıkmış, özellikle Bakü petrol yatakları, onu petrolün geleceğin yakıtı olacağı konusunda ikna etmiştir. Gezi hatıralarını kitap olarak yayınlamış, ayrıca ünlü şarkiyatçılık dergisi Revue des Deux Mondes için iki makale yazmıştır. Bu makalelerinin Osmanlı Devleti'nin ilgisini çekmesi üzerine, özellikle Osmanlı İmparatorluğu 'nun petrol kaynaklarını ve özellikle de Mezopotamya 'daki petrol rezervlerini ele alan bir raporu padişah II. Abdülhamit 'e sunulmak üzere hazırlamıştır. Bir sonraki aşamada Gülbenkyan, o dönemde Hollanda sömürgesi olan Endonezya 'da keşfedilmiş petrol kaynağını değerlendirmek için kurulmuş Hollandalı Shell şirketinin, bir İngiliz-Hollanda ortaklığı haline getirilmesiyle doğan günümüzün petrol devi Royal Dutch Shell 'in kuruluşunda yer alarak petrol sektörüne doğrudan girmiştir. Bu şirket ABD de John D. Rockefeller tarafından kurulmuş zamanının diğer petrol devi Standard Oil 'e rakip olarak ortaya çıkmaktaydı. Gülbenkyan Royal Dutch Shell çerçevesinde Basra Körfezi kıyı şeridindeki petrol yataklarının işletilebilmesi için (özellikle Osmanlı İmparatorluğu ve İran nezdinde) gerekli girişimleri yürütmekle sorumluydu. 1898'de Paris ve Londra'daki Osmanlı elçiliklerine mali müşavir tayin edilmesiyle Gülbenkyan bir yandan da aynı zamanda bir Osmanlı memuru sıfatı edinmişti. Bu arada İngiliz vatandaşlığını da almıştır. 1910'da Jön Türk hükümeti idaresinde Osmanlı Bankası'na da danışmanlık yapmaya başlamış, petrol bölgeleri üzerindeki nüfuzunu artırmaya çalışan yeni oyuncu Almanya ile müzakerelerde rol oynamıştır. Bu çerçevede, 1912'de Irak petrol yataklarını işletmek üzere, Royal Dutch Shell'in % 25, Alman yatırımcıların toplam % 25, Türkiye Milli Bankası 'nın % 35 ve Kalust Gülbenkyan'ın da % 15 hissesine sahip olacağı Turkish Petroleum Company (T.P.C.) kurulmuştur. 1913-14'de Anglo-Persian Oil Company 'nin de ortaklığa dahil olmasıyla hisselerde yeni ayarlamalar yapılmış, Gülbenkyan'ın hissesi % 5'e indirilmiştir. 'Mr. Five Percent' (Bay Yüzde Beş) lakabı o dönemden kalmadır. I. Dünya Savaşı 'nda Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanmasıyla kurulan Irak hükümeti ile Turkish Petroleum Company arasındaki müzakereleri de Gülbenkyan yürütmüş, ve T.P.C.'nin 1925'de gerekli imtiyazı almasını sağlamıştır. Ancak bu aşamada A.B.D. şirketleri de devreye girmiştir. Bunun üzerine Gülbenkyan bir kez daha taraflar arasında arabuluculuk yaparak, Anglo-Persian Oil Company, Royal Dutch Shell Group, Compagnie Française des Pétroles ve Near East Development Corporation (Amerikan petrol şirketlerinden oluşan bir konsorsiyum) arasında Red Line Agreement (Kırmızı Çizgi Anlaşması) olarak bilinen anlaşmanın 1928'de akdedilmesini sağlamış, Osmanlı İmparatorluğu'nun eski toprakları üzerinde anlaşma taraflarının sözsahibi olacağı petrol yatakları arasındaki kırmızı çizgileri bizzat çizmiştir. Yüzde beşlik payını Turkish Petroleum Company'nin yerine yeni kurulan Iraq Petroleum Company bünyesinde de muhafaza etmiştir. 1930'lu yıllardan itibaren hayatının sonuna kadar Gülbenkyan ilgisini sanat koleksiyonculuğu üzerinde yoğunlaştırmıştır. Önceleri Paris'te topladığı koleksiyonunu daha sonra güvenlik mülahazalarıyla kısmen Londra'ya aktarmış, aktardığı parçalardan bazılarını sonradan British Museum ve National Gallery 'ye bağışlamıştır. 1942'de II. Dünya Savaşı 'nın ortasında tarafsız Portekiz 'e yerleşme kararı alan Gülbenkyan hayatının kalan kısmını burada geçirmiş ve 6000 parçalık paha biçilmez koleksiyonunun tamamını tek bir çatı altında toplamaya dönük çalışmalar üzerinde yoğunlaşmıştır. Lizbon merkezli olarak faaliyetlerini uluslararası ölçekte halen sürdüren ve dünyanın en büyük vakıflarından biri olan Kalust Gülbenkyan Vakfı 'nı kurmuş, müze hayali ise ölümünden sonra gerçekleşmiştir. Ermeni diyasporası na ve Kudüs 'teki Ermeni Patrikliği ne yaptığı yardımlarla da tanınmaktadır. Londra'da St. Sarkis Ermeni Kilisesi 'ni inşa ettirmiş, 1930'da Bogos Nubar Paşa 'nın ölümüyle 2 yıllığına General Union of Armenian Welfare (Genel Ermeni Yardımlaşma Birliği)'nin başkanlığını yapmıştır. National Basketball Association National Basketball Association (Türkçe: Ulusal Basketbol Birleşimi) veya kısaca NBA, ABD'de kurulmuş profesyonel basketbol ligi organizasyonudur. Amerika'da ESPN ve TNT kanallarında yayınlanmaktadır. Türkiye'de ise beIN SPORTS kanalında yayınlanmaktadır. Tüm dünyada en çok izlenen spor organizasyonlarından biridir. 1995'de tekrar Kanada'da Toronto Raptors ve Vancouver Grizzlies takımları ile bu ülkeye de taşındığı halde Vancouver'da yeterli ilgiyi görmediği için şu anda ABD dışında sadece Toronto Raptors takımı vardır. NBA'in resmi logosunda eski Los Angeles Lakers'lı oyuncu Jerry West'in silüeti bulunmaktadır. 6 Haziran 1946 tarihinde Basketball Association of America (BAA) adıyla kuruldu. Bugünkü adı olan "National Basketball Association" (NBA,Ulusal Basketbol Birleşimi) ismi ise
1949 yılında ABD'de kurulmuş bir diğer profesyonel lig olan "National Basketball League" (NBL) ile birleşmesinden sonra alındı. NBL 12 yıldır süren profesyonel bir lig olmasına rağmen genel olarak 3 yıllık BAA'nın önderliğinde kuruldu. Bunda, BAA'nın ülke çapında büyük şehirlerde yaygın bir lig olması sebepti. 1949 yılında iki ligin birleşmesinden dolayı 17 takımlı bir lig oluştu. Bu birleşme sonucu büyük şehirlerdeki büyük takımlar ile küçük kasaba takımlarının karışımı dengesiz bir lig oluştu. 1950'de lig 11 takıma düştü. 1954'de lig tarihinin en az takım olan 8 takım kaldı. Bu sekiz takım hala ligde mücadele eden Knicks, Celtics, Warriors, Lakers, Kings , Pistons, Hawks ve 76ers oldu. Bu arada takımlar küçük şehirlerden daha büyük şehirlere taşınmaya başladı. Örneğin Hawks Tri-Cities'den Milwaukee'ye ve oradan St. Louis'e; Kings Rochester'den Cincinnati'ye ve Pistons Fort Wayne'den Detroit'e taşındı. NBA'de adını hiç değiştirmeyen iki takım vardır. Bunlar Boston Celtics ve New York Knicks'dir. İlk Afroamerikan oyuncuların kontrat imzalamaya başladığı 1950'ler 5 kez şampiyonluk kazanan Minneapolis Lakers'ın bariz bir üstünlüğü ile geçti. 1954 yılında lig maçlarındaki mücadeleyi hızlandırmak için hücum süresi 24 saniyeye ilk kez NBA'de indirildi. 1956 yılında çaylak pivot Bill Russell'ın Boston Celtics'e transfer olmasıyla ligin görünümü birden değişti. Zaten elinde Bob Cousy gibi yıldız bir guard bulunan Celtics, ligi domine etmeye başladı ve 13 sezonda 11 şampiyonluk kazandı. 1959 yılında başka bir efsane Wilt Chamberlain NBA'de oynamaya başladı ve tüm rekorları altüst etti. Russell ile Chamberlain'in çekişmesi halen takım sporlarında gelmiş geçmiş en ünlü çekişmelerden bir olarak kabul edilir. Bu dönemde Lakers'ın Los Angeles'e taşınması ve bazı yeni takım eklemeleri ile ligin güç dengesi biraz oturmaya başladı. 1967 yılında ABA uzun adıyla "American Basketball Association" isimli başka bir lig kurulması ile ligin kalitesi bir kez daha tehlikeye girdi. New York Knicks, Denver Nuggets, Indiana Pacers ve San Antonio Spurs gibi bugün NBA'de mücadele eden takımları da içeren lig 1976'da NBA'le birleşti. Bu dönemde NBA'in Kareem Abduljabbar, Oscar Robertson gibi oyuncuları kendi bünyesine katabilmesi belki de NBA'in bu rekabetten üstün çıkmasını sağladı. ABA ile birleşme sonucu takım sayısı 22'ye çıktı ve birleşmeden üç yıl sonra 1979 yılında ABA'da olan ama NBA'de olmayan üç sayı kuralı NBA tarafından kabul edildi. Bu yıllardaki lig için diğer önemli olay ise lige katılan yeni oyuncular Larry Bird ve Magic Johnson'dır. Bu iki oyuncu hem lige yeni bir rekabet katmış hem de pek çok yeni izleyici çekti. Bird, Celtics; Magic Johnson ise Lakers tarafından takımlarına katıldı ve Celtics 3, Lakers 5 şampiyonluk kazandı. 1989 yılında ligdeki takım sayısı 27'ye çıkarıldı. 1980'ler bu şekilde geçtikten sonra 1985 yılında Michael Jordan'ın lige girmesi ile NBA yepyeni bir görünüm kazandı ve 1990'lar Chicago Bulls'un etkinliğinde geçdi. Bulls Jordan'ın önderliğinde 6 şampiyonluk kazandı. 1990'larda ayrıca NBA dünya çapında büyük tanınma ve artık dünya çapında takip edilen bir lig konuma ulaştı. 1995 yılında ABD dışında Kanada'da Toronto Raptors ve Vancouver Grizzlies takımları kuruldu ve takım sayısı 29 oldu. 1992 yılında Rüya Takım (Dream Team) adıyla ilk defa NBA'in profesyonel oyuncuları Barselona'daki olimpiyatlara katıldı. Michael Jordan, Larry Bird ve Magic Johnson'lı ABD millî takımı her maçını farklı kazanarak Olimpiyat altın madalyası kazandı. Uzun süre yabancı oyuncu almakta tereddüt eden takımlar bu dönemde Dražen Petrović, Vlade Divac gibi oyuncuların başarılı olmasıyla tüm dünyadaki ligleri taramaya ve yetenekli oyuncuları bünyelerine katmayan başladılar. 1994 yılında NBA'de MVP ödülünü Nijeryalı Hakeem Olajuwon kazandı. 2002 yılında İspanya vatandaşı Pau Gasol yılın çaylak oyuncusu ödülünü kazandı. Yine 2002 yılında Çin'li Yao Ming NBA Draftı'nda ilk sıradan seçildi. 1996 yılında bayanlar ligi "Women's National Basketball Association" (WNBA), 2002 yılında ise genç oyuncuların gelişmesi için rezerv lig konumunda "NBA Development League" kuruldu. 2004 senesinde daha önce New Orleans Hornets takımına ev sahipliği yapan Charlotte'da Bobcats takımı kuruldu ve takım sayısı 30'a yükseldi. 2007'de Alman oyuncu Dirk Nowitzki NBA normal sezon MVP'si oldu. Aynı sene içinde lige 1. sıradan bir İtalyan, Andrea Bargnani seçildi ve NBA finallerinin MVP'si de bir Fransız, Tony Parker oldu. 2007'de ise NBA'in globalleşmesi sonucunda 50'den fazla uluslararası oyuncu, NBA takımların da oynuyor. Ayrıca Toronto Raptors ilk defa bir NBA takımına Avrupalı bir genel menajer getirerek, bir ilke imza attı. Yaz tatilinin ardından Ekim ayı içinde takımlar antrenman için kampa girmeye başlarlar. Bu dönemde özellikle çaylak oyuncuların ligin zorluğuna alışmaları sağlanır ve takıma güç kazandırmak için çalışmalar yapılır. Ayrıca geniş kadro içinde takım için aktif olarak kullanılacak 12 oyuncu gerektiği durumlarda kullanılabilecek 3 adet sakat listesinde oyuncular belirlenir. Bu dönem sonrası yeni kurulan National Basketball Development League (Bir çeşit NBA'in rezerv ligi)'e gelişmesi için oyuncular gönderilir. Ve Kasım ayının ilk haftasında NBA Normal sezon maçlarına başlanır. NBA genel olarak 15'er takımdan doğu ve batı olmak üzere iki konferansa bölünmüştür. Her konferans ise 3'e bölünmüştür ve bu toplam 6 grupta 5'er takım vardır. Normal sezon içinde bir takım toplam 41'i içi saha 41'i deplasmanda olmak üzere 82 maç yapar. Ancak fikstür alışılmışın dışında aynı sırada devreli sistem gibi devam etmez. Her takım kendi grubundaki takımlarla bir sezonda 4 maç yapar. Kendi konferansında bulunan (doğu veya batı) ama diğer iki grupta bulunan takımlarla 3 veya 4 maç yapar. Diğer konferanstaki takımlarla ise iki maç yapar. Yoğun maç programı ve her takımın ülkenin diğer ucundaki takımla da sezon içinde oynama mecburiyeti nedeniyle fikstür ona göre düzenlenir ve takımlar turneye çıkar gibi deplasman maçlarına giderler ve sezon boyunca iki üç gün arayla üst üste maçlar yaparlar. Şubat ayı içinde NBA All-Star maçı için lige ara verilir. Bu bu aradan sonra takımlar için takas dönemi sona erer. Bu tarihten sonra lig bitimine kadar takımlar kontratı olan oyuncuları takas edemezler. Ancak sözleşmesi olmayan oyuncularla imzalarlar ve sezon sonuna kadar da aşağı yukarı aynı kadroyla mücadele etmek zorunda kalırlar. Normal sezon maçları Nisan ayı içinde sona erer. Play-off lar öncesi özellikle NBA'de oynayan her oyuncu ve koç için son derece önemli olan sezon ödülleri verilir. Play-off'lar için verilenin dışında sezon için bir En Değerli Oyuncu (Most Valuable Player, MVP) ödülü verilir. Bunun dışında verilen ödüllerin bazıları şöyledir: Ligde ilk sezonunu geçiren oyuncular arasında verilen "Yılın Çaylağı (Rookie) ödülü; Takımlarının genel olarak ilk 5'inde yer almamalarında rağmen yedek kulübesinden (bench) gelerek en büyük faydayı sağlayan oyuncuların aldığı "En iyi 6. Adam Ödülü"; "En Çok Gelişme Gösteren Oyuncu Ödülü"; "En iyi Defansif Oyuncu Ödülü" ve "Yılın en iyi Koçu Ödülü" gibi... NBA Play-offları Nisan sonunda başlar. İki konferanstan 8'er takımdan 16 takım play-offlarda oynamaya hak kazanır. İki konferans için de grup liderleri ve en iyi ikinci takım play-off sıralamasında ilk 4 sıraya yerleşir ve galibiyet sayılarına göre 1 ile 4 arasında yer alır. Üst sırada olmak play-off'ta pek çok avantaj getirir. En önemli avantajlardan biri konferansta birinci sıradan play-off'a çıkan takım sekizinci sıradan çıkan takımla karşılaşır. Bu şekilde lider en kötü galibiyet yüzdesi olan takımla karşılaşmış olur ve bir çeşit seri başı uygulaması uygulanmış olur. İkinci takım yedinci ile, üçüncü altıncı ile ve dördüncü takım beşinci takımla ilk turda karşılaşır. Bunun dışında bir diğer avantaj ise daha iyi sıradan ligi tamamlayan takımın saha avantajına sahip olmasıdır. Bu avantaj ilk tur dahil tüm eşleşmelerde uygulanır. Böylece sezonu en iyi galibiyetle tamamlayan takım her zaman saha avantajına, yani kendi sahasında 7 maçın 4 ünü yapma imkânına sahip olur. Play-offlar yedi maç üzerinden oynanır. Yani iki takımın üst üste yapacağı maçlarda 4 galibiyete ulaşan seriyi kazanır ve bir sonraki rakiple eşleşir. Dört galibiyeti bulamayan takım doğrudan elenir. İkinci turda 1. ile 8. galibi ile 4.-5. galibi karşılaşırken; 2.-7. takımların eşleşmesinden üstün çıkan takım ise 3.-6. takımın galibi ile eşleşir. Finale kadar maçların oynanacağı sistem şu şekildedir: 2 - 2 - 1 - 1 - 1 (Önce saha avantajı olan takım başlar) Böylece ligi ön sırada bitiren takım her zaman avantajlı olur. Konferans finalinden sonra Konferans Şampiyonu belli olur ve iki takım NBA Finali'nde karşılar. O zaman seri yine 2 - 2 - 1 - 1 - 1 sırasıyla sahalarda oynanır. NBA Finali iki konferans şampiyonu arasında yine 7 maç üzerinden Haziran ayında oynanır. Kazanan takımın menajeri ve koçu da dahil olmak üzere tüm oyunculara Şampiyonluk Yüzüğü verilir. Parantez içi sayılar, toplam unvanı göstermektedir Parantez içi sayılar, toplam unvanı göstermektedir NBA şampiyonu unvanını 11 şampiyonlukla en çok Phil Jackson kazandı. Ardından 9 şampiyonlukla Red Auerbach, 5 şampiyonlukla John Kundla ve Pat Riley geliyor. Ayrıca, sadece üç antrenör değişik takımlarla şampiyon oldu : Chicago Bulls ve Los Angeles Lakers'le Phil Jackson ; Los Angeles Lakers ve Miami Heat'le Pat Riley ; Saint-Louis Hawks ve Philadelphia 76ers'le Alex Hannum. Amanitaceae Amanitaceae, lamelli mantarlar (Agaricales) takımından bir mantar familyası. Brom Brom (Br), Antoine Balard tarafından 1826 yılında keşfedilen halojen ametal.Yunanca dışkı gibi koku anlamındaki bromosdan gelmiştir. Doğada Na, K, be Mg bromürler halinde bulunur. Deniz suyunda az miktarda bulunan bromürlere deniz bitkilerinde, bazı maden yataklarında rastlanır. Oda koşullarında koyu kızıl renkli sıvıdır. Brom, yaygın olarak deniz sularında elde edilen bromürlerin Cl ile reaksiyonundan elde edilir. Diğer bir elde edilişi ise, ka
tı sodyum bromürün sülfürik asit ile reaksiyonu sonucunda elde edilen gaz formdaki HBr’in yine sülfürik asit ile yükseltgenmesi ile gerçekleşir. Bundan başka, laboratuvarda çeşitli bileşiklerinin bozunması ile veya yan ürün olarak da elde edilmesi mümkündür. Brom bileşikleri, sanayide ve laboratuvarda geniş kullanım alanına sahiptir. Elektronegatif yapısı nedeniyle, brom elektropozitif elementlerle kolayca tuz oluşturur. Doğada da en çok alkali ve alkali toprak metallerinin tuzları olarak bulunur. Brom, elektronegatif yapısı sayesinde organik sentezlerde de kullanılmaktadır. Moleküler brom oldukça reaktif olduğu için, sıvı halde cilde temasından kesinlikle kaçınılmalıdır. Ete temas halinde kısa bir süre içinde temas bölgesi tamamen erir ve bölgedeki tüm dokular geri dönüşümsüz olarak kaybolur. Gaz haldeki bromun solunmasından kaçınmak gerekir. Solunum sistemini tahriş eder.Ölümcül olabilir. Ali Rıza Ertan Ali Rıza Ertan (10 Haziran 1944-12 Şubat 1979), İzmirli şair. İzmir'de aylık olarak yayımlanmış Dönemeç dergisinin kurucularındandı. İzmir Buca Lisesi'nde edebiyat öğretmeni ve Buca Eğitim Enstitüsü'nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. 1979 yılında 35 yaşında iken yaşamını yitirdi. Adına, Buca Belediyesi tarafından her yıl Şiir Ödülü verilmektedir. Rees Köşkü Rees Köşkü, bugün Buca Eğitim Fakültesi Dekanlık Binası olarak kullanılan bina. 1800'lerin ortalarında İngiliz Rees ailesi tarafından yapıldı. Bay Rees, Osmanlı Demiryolu Şirketi'nin yetkilisi idi. Buca İstasyonu'na kadar gelen demiryolu hattını da o döşettirmiştir. Rees Köşkü, tipik İngiliz mimarisinin özelliklerini yansıtmaktadır. Simetrik cepheli, üçgen alınlıklı ve çıkmalı bina, ahşap ve yığma taş bir yapı olup, iki katlıdır. Alt katta şömine bulunan geniş bir holün ardından yine geniş bir oturma odası ve küçük odalar bulunmaktadır. İçeriden ahşap merdivenle çıkılan üst katta da odalar mevcuttur. Uzun süre aile tarafından köşk olarak kullanılan binaya I. Dünya Savaşı yıllarında Vali Rahmi Bey tarafından el koyulmuş ve bina resmi bina olarak kullanılmaya başlanmıştır. Rees Köşkü ile ilgili ayrıntılı bilgi, fotoğraflar ve mimari çizimler ODTÜ Yayınları arasında çıkan Feyyaz Erpi imzalı "Buca'da Konut Mimarisi" adlı kitapta bulunabilir. İzmir Yüksek Öğretmen Okulu İzmir Yüksek Öğretmen Okulu, 1980-1982 yılları arasında Buca'da öğretmen yetiştirmek amacıyla hizmet veren okul. Daha önce adı Buca Eğitim Enstitüsü idi. 1980'den önce 3 yıllık öğretim yapılan enstitünün eğitim süresi 4 yıla çıkarıdı ve İzmir Yüksek Öğretmen Okulu adını aldı. Yalnızca iki yıl bu adı taşıyan okul, 1982'de yeni kurulan Dokuz Eylül Üniversitesi'ne bağlanarak, Buca Eğitim Fakültesi adını aldı. 1980'den önce bugünkü İzmir Fen Lisesi binasında, İzmir Yüksek Öğretmen Okulu adıyla, öğretmen yetiştiren bir başka okul vardı. Güzelkent, Varto Güzelkent Köyü ( Zazaca: "Tata"), Muş ilinin Varto ilçesine bağlı en büyük köylerinden biridir. Köy halkı, Alevi-Zazalardan oluşmaktadır. Köyün şu anda kurulu bulunduğu alan üzerinde daha önce birçok uygarlığın yaşadığı bilinmektedir. Bunlar mevcut kaynaklara göre şöyle sıralanmaktadır: Urartular, Medler, Persler, Bizans, Sasaniler (http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/3/36/Map_Parthian_Empire-fr.png/250px-Map_Parthian_Empire-fr.png), Selçuklular ve Osmanlılar. Öte yandan bu coğrafya üzerinde değişik zamanlar içerisinde Ermenilerin, Arapların ve diğer irili ufaklı devlet veya beyliklerin hakimiyet mücadelesi verdikleri de bilinmektedir. Güzelkent köyü tarihinde bilinen iki önemli depremin ağır izleri hala gözlemlenebilmektedir. 31 Mayıs 1946 Varto-Hınıs Depremi ile 19 Ağustos 1966 Varto depremi olarak adlandırılan bu sarsıntılardan 1966'da yaşanan deprem esnasında köyden 93 kişi hayatını kaybetmiştir. ZAZA-Alevi kültür gelenek ve görenekleri yaşanmaktadır. Köy ahalisi Hormekan (Xormekan) kabilesinden olup, Zaza kökenlidirler. Köy, inançsal olarak ise Alevi inançlarına mensuptur. 2005 yılından bu yana her yaz mevsiminde Tatan Halk Şenlikleri düzenlenmeye başlanmış olup etkinlikler kapsamında müzik dinletileri (konserler), film gösterimleri, doğa gezilerine (piknik) yer verilmektedir. Varto'ya 18, Muş'a 74 km. uzaklıktadır. Kuzeyinde Bingöl Dağları, Güneyinde Güllüce Deresi (Deregulci) doğal sınırları oluşturur. Köyün komşuları arasında Çaylar (Uskıra), Özkonak (qeregveci), Armutkaşı (Tanzig), Doğanca (Sofyan), Mezran gibi köyler sayılabilir. Köyün güneyindeki akarsuyu yatağı mevkiinde 2 yerde içilebilecek maden suyu çeşmeleri bulunmaktadır. Güzelkent köyünde 2 derslikten oluşan Ağaçköprü İlköğretim Okulu bulunmakta olup,eğitim sürecinin 5 yılı burada tamamlanabilmektedir. Köy doğumlu veya köy çıkışlı çok sayıda kişinin Üniversite düzeyinde eğitim almış olduğu bunun yanı sıra köydeki öğrenim düzeyiyle ilgili ortalamanın uzun yıllardır iyi bir noktada olduğu genel kabul görmektedir. Yukarıda sıraladığımız aidiyet bağı düşünülünce çeşitli kademelerde bulunan 150'nin üstünde kişinin yükseköğrenimi bitirdiğini tespit etmek mümkündür. Bunun yanı sıra 2006, 2007, 2008 yılları içerisinde üniversiteye yerleşenlerle birlikte şu anda yaklaşık olarak 40 tane Tatanlı, fiili olarak üniversitelerde öğrenim görmektedir. Okuma yazma oranının da bölge ve ülke ortalamasının üstünde olduğu bilinmektedir. Güzelkent köyünün her düzeydeki eğitim istatistikleri köy web sitesinde dile getirilen çağrıyla başlamış bulunmaktadır. Köydeki sosyal yaşam gelişkin olarak nitelenebilir. Bunun somut örnekleri arasında 2003 yılından 2007 ye kadar köy merkezinde faaliyetde olan Güzelkent Köyü Güzelleştirme ve Kalkındırma Derneği ile 2004 yılından bu yana halkın kullanımına açık Tatan Halk Kütüphanesi'ni saymak mümkündür. Köy koşullarında dernek çalışmalarının zorluğu nedeniyle, söz konusu dernek faaliyetlerine son vermiştir. Ancak 2008 yılı itibarıyla merkezi İstanbul olmak üzere yepyeni bir dernek kurulmuş ve Güzelkent köyünün ihtiyaçları ve sorunlarına çözüm sunabilmek üzere "Varto İlçesi Güzelkent Köyü Kültürel ve Sosyal Dayanışma Derneği" hayata geçirilmiştir. Güzelkent Köyü Tatan Kültür evi çalışmaları birkaç yıldır fikirsel aşamadaydı. Yeni derneğin kuruluş süreci ile birlikte uygulama aşamasına geçilmiş olup, 2007 Ekim ayında köyde alınan ortak karar sonrasında Tatan Kültürevi Bilgilendirme ve Tanıtım Toplantıları, Kasım 2007'de istanbul'da, Şubat 2008 de Bursa'da yapılan toplantılarla köy halkıyla paylaşılmıştır. Aynı süreç içerisinde web sitesi üzerinden de dünyada konuya duyarlı herkesle bilgiler paylaşılmış öneriler beklenmiştir. 2009 yılında Tatan kültürevi kabaca bitirilmiş ve 2010 yılı Haziran ayında ise resmi açılışı gerçekleştirilmiştir. Kültürevi ile ilgili eksiklikler süreç içerisinde köylülerin katkıları ile giderilmeye devam etmektedir. Sarı Saltık Sarı Saltık Baba ("Sultan Sarı Saltuk Muhammed Buhârî", Saltık Bay Sultan, "Sarı Saltuk Dede", ö. 1297/1298) Balkanların Osmanlılar tarafından fethedilmesinden önce başlıca Balkanlarda ve civârındaki bölgelerde seyahat ederek insanlara İslâm'ı tebliğ eden bir derviştir. Birçok kaynak tarafından Hacı Bektaş-ı Veli'nin talebelerinden Mahmud Hayranî'nin müridi veya Rufai tarikâtının kurucusu olan Ahmed Er Rufai'nin tâkipçisi olarak anılan Türkmen-Bektaşi inanç önderi. Efsanevî şahsiyet kimliğini daha yaşarken elde ettiği söylenmektedir. Hayatını anlatan Saltuknâme destanı, bu 13. yüzyıl alpereninin savaşlarını ve çeşitli kerâmetlerini konu almaktadır. Hacı Bektaş-ı Veli'nin müridlerinden olan Sarı Saltuk'un Anadolu ve Balkanlarda çok sayıda türbesi bulunmaktadır. Bu türbelerin bâzıları Müslümanların yanı sıra Hristiyan ahâliler için de ziyaret yeri konumundadır. "Saltuknâme"’de Sarı Saltuk’un on iki mezarı olduğu belirtilmektedir. Sarı Saltuk, beylerin ve kralların mezarına sahip çıkmak isteyeceklerini söyleyerek her isteyene verilmek üzere birer tabut hazırlamalarını vasiyet etmiştir. En ünlü Sarı Saltuk türbesi, halkının 13. yüzyılda İslamiyet'e geçmesine önayak olduğu rivayet edilen İznik'te bulunmaktadır. "Saltukname"’nin çeşitli yerlerinde Sarı Saltuk'un yer altından şifalı sular çıkardığı anlatılmaktadır. Sarı Saltuk türbelerinden birisinin yer aldığı, Bosna-Hersek'te Blagay şehrinde bulunan Blagay Tekkesi'nin yanında Buna Nehri'nin kaynağı yer almaktadır. Asıl mezarının Romanya'nın kuzeyinde Dobruca bölgesindeki Babadağ kasabasında olduğu sanılmaktadır. Kendisine bağlı Bektaşilerin yaşadığı Türkiye'de İznik'in yanı sıra Diyarbakır'da, Tunceli'de, Bor'da (Niğde), Rumeli Feneri'nde (İstanbul) Babaeski'de, Manisa'nın Alaşehir ilçesinin Yeşilyurt kasabasında; Makedonya'da Ohri'de; Arnavutluk'ta; Bosna-Hersek'te Blagay'da türbeleri bulunmaktadır. Sarı Saltuk'un hayatını anlatan "Saltukname" Fatih Sultan Mehmed'in oğlu Şehzâde Cem'in (sonradan Cem Sultan ismiyle tarihe geçecektir) şehzadeliği esnasında verdiği talimat üzerine Ebu'l Hayr er-Rumi tarafından yedi senelik bir çalışma sonucunda Türk sözlü geleneğinden toplanarak 1480 yılında tamamlanmış ve kitaplaştırılmıştır. Bu eserin bir başka ilginç noktası da, yazıya geçirilmiş ilk Nasreddin Hoca hikâyesini içermesidir. "Saltukname" yeni Türk harfleriyle tam metin olarak yayına Şükrü Halûk Akalın tarafından hazırlanmıştır. Bu çalışma 1987-1990 yıllarında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından üç cilt olarak yayımlanmıştır. Sarı Saltuk hakkında bilgi veren başka önemli kaynak da Evliya Çelebi'nin eseri "Seyahatname"’dir. Ayrıca, bazı tarih kitaplarinda da Sarı Saltuk ile ilgili çeşitli bilgiler bulunmaktadır. Bunlara örnek olarak Yazıcıoğlu Ali'nin "Tevârih-i Al-i Selçuk" adlı eseri sayılabilir. İslami rivâyetlere göre Sarı Saltuk, Peygamber ve Hacı Bektaş neslinden gelen Türkmen bir er olarak bilinir. Bu erin şeceresi bizzat Nakibü'l Eşraflık kayıtlarında geçer. Sarı Saltuk soyunun bir kolu Tunceli ilinin Hozat ilçesindedir. Burada Sarı Saltuk'un türbesi ve onun soyundan gelenler bulunmaktadır. Bu aileler Sarısaltık, Akdoğan,Yurt, Yer, Kılıçaslan, gibi temsilcilere sahiptir. Bedr’ed-Dîn Mahmud Aynî, Sarı Sal
tık Baba’nın Baba İylâs Horasanî’nin “Çehariyâr” adı verilen dört halifesinden biri olduğunu belirtmektedir. Çehariyâr’ın diğer üçü Lokman Baba, Aybek Baba ve Behlül Baba’dır. Bayt Bayt (İngilizce: "byte"), elektronik ve bilgisayar bilimlerinde genellikle 8 bitlik dizilim boyunca 1 veya 0 değerlerini bünyesine alan ve kaydedilen bilgilerin türünden bağımsız bir bellek ölçüm birimi. Bir bayt, Latin alfabesini baz alan 8-bitlik bir kodlamada herhangi bir harfi temsil eder. Bitten sonraki ikinci en küçük sayısal bilgisayar birimidir. Bir Bayt, 0 ile 255 arasındaki değeri veya diğer anlamda 256 şalter durumunu temsil etmektedir. Yani 2 üssü 8'dir. Onluk düzende 167'nin ikilik düzende dizilimi şöyledir: 10100111. formula_1 bit'in onluk sayı değeri 255 olup, 0 ile birlikte, 256 şalter durumunu gösterir. Eğer somut sonuç 2 üzeri 10'u geçiyorsa o zaman sayının sonundaki rakamlar silinip onun yerine kısaltmalar eklenir. Örneğin, Bit terimi ilk defa IBM çalışanları tarafından 1956'da ortaya atılmıştır. Aslında, doğrudan adreslenebilen belleğin 6 bitlik bir değeri tanımlayan en küçük birimi olarak tanımlanmıştır. Daha sonra, 1956'da, 6 bitten 8 bite geliştirilmiştir. Bite, bit ile karıştırılmaması için daha sonra Bayt'a çevrilmiştir. Diğer bir kelime açıklamasına göre de, Byte, "by eight"in (Türkçede "sekiz kez" veya "sekiz ile") kısaltılmış halidir. Farklı ölçümler için kullanılan ön ekler genellikle diğer ölçümler ile aynı kullanıma sahiptir, fakat az da olsa farklılıklar vardır. Önceden ikilik sistemin katı olan 1,024 (2) ile çarpılarak kullanılırdı, uygun olanı onluk sistemin katı olan 1,000 (10) ile çarpmaktır Aşağıdaki tablo bu farklı kullanımları gösteriyor. 1998'de IEC daha sonraları ise IEEE yeni standart yayınladı. binary prefix: Byte (anlam ayrımı) Orta Avrupa göknarı Orta Avrupa göknarı veya Orta Avrupa köknarı; ("Abies alba"), çamgiller (Pinaceae) familyasından Güney ve Orta Avrupa'nın dağlık bölgelerinde yetişen bir göknar türü. 40-50 metre kadar boylanır. Gençlik devresinde pirimidal, yaşlı halde ise dağınık tepeye sahip bir formu vardır. Gövdesi gri-beyaz ve pürüzsüz, dallar ise gri kahverengi ve tüylüdür. Yaprakları 1,5–3 cm uzunlukta ucu küt, üstü parlak koyu yeşil renkli, altta ise 2 adet beyaz şerit vardır. kozalakları 10–15 cm uzunlukta ucu küt önce yeşil sonra kahverengidir. Gelişmesi için yüksek nisbi nem ve kumlu toprak ister. Toros göknarı Toros göknarı ("Abies cilicica"), çamgiller (Pinaceae) familyasından Suriye, Lübnan dağları ve Türkiye'de doğal olarak yetişen bir göknar türü. 30-40 metre boylanır. Gövde iri renkli ve pürüzsüz, tepe dar piramit şeklindedir. Dallar horizontal ve hafifçe aşağıya sarkık ve dipten itibaren dallanır. Kozalakları 15–20 cm uzunlukta, silindir şeklinde ucu sivri ve kırmızı kahverengidir. yaprakların üstü açık yeşil, altta iki adet beyaz şerit vardır. Güneşli ve yarı gölge nemli kumlu ve normal killi topraklarda iyi gelişir. İlkbahar geç donlarından zarar görür. Yakovlev Yak-9 Yakovlev Yak-9, Sovyet yapımı II. Dünya Savaşı tek mürettebatlı, tek pervaneli avcı uçağı. NATO kod adı "Frank (Fırank)". Yak-9'lar Yak-3'lerin yetersiz kalmasıyla geliştirilmiştir. Yak-1 temel alınarak tasarlanmıştır. Allison V-1710 motoruna sahiptir. Bu uçaklardan toplam 14.514 tane üretildi. Orta ve yüksek irtifada uçmak için tasarlandı. Yak-9'lar önceki Yak serilerinin aksine Bf 109G ve Fw 190A'lar ile başa çıkabiliyordu. Aynı zamanda kendi kendini yamayabilen yakıt tanklarına sahiptiler. 37 mm'lik mermisi bütün bombardıman uçaklarının gövdesini delebiliyordu bunun için genelde bombardıman uçaklarını düşürme görevlerine verildilier. Yak-9T versiyonu ile çok sağlam zırha kavuştular. Performans ve manevra kabiliyeti Alman uçaklarından daha azdı. Yak-9'lar Kore Savaşında Kuzey Kore Hava Kuvvetlerine de hizmet etti. Yetersiz pilot eğitimi yüzünden P-51D Mustang'ler kaşısında başarısız oldular. Ele geçirilen Yak-9'lar Amerika'da incelenmeye gönderilmiştir. Minneapolis Lakers Minneapolis Lakers, NBA liginin en başarılı takımlarından Lakers'ın Los Angeles'a taşınmadan önce 1947-1960 yılları arasında taşıdığı isim. John Kundla'nın koç olduğu unutulmaz takım George Mikan, Elgin Baylor, Jim Pollard ve Clyde Lovellette gibi oyuncular ile NBA'de 1949, 1950, 1952, 1953, 1954 yıllarında 3'ü peşpeşe olmak üzere 5 şampiyonluk kazanmıştır. Franz Liszt Franz Liszt (d. 22 Ekim 1811, Macaristan - ö. 31 Temmuz 1886; Bayreuth, Almanya), müzisyen, besteci, piyanist, orkestra şefi, müzik öğretmeni. 19. yüzyılın en önemli piyanistlerinden birisi, senfonik şiir tarzının yaratıcısı olan bestecidir. 22 Ekim 1811'de Macaristan'ın Doborján (Raiding) kentinde doğan küçük Putzi ("Franz Liszt"), ilk piyano derslerini, onun müzik dehasını keşfeden babasından aldı. Macar soyluları 6 yıl boyunca bu çocuk dahiye maddî destek sağlamayı kabul edince, küçük yaşta, babası ile Viyana’ya giderek Antonio Salieri’den ve Ludwig van Beethoven’in öğrencilerinden Karl Czerny’den dersler aldı. 12 yaşına geldiğinde, dinleyicilerin, müzisyenlerin ve kralların takdirini toplayan bir konser piyanisti olmuştu. Konservatuvara girmek için geldiği Paris’te, yabancı olduğu gerekçesiyle okula alınmadıysa da özel dersler alarak teori ve beste çalıştı; ilk ve tek operası Don Sache’yi ve çeşitli piyano eserlerini besteledi. 1827’de babasını kaybettikten sonra henüz 15 yaşında iken piyano dersleri vererek annesinin geçimini sağlamaya çalışan Liszt, müziğe ilgisini kaybetmeye ve bu mesleğin anlamını sorgulamaya başladı. Kendisini edebiyata ve dinî konulara kaptıran Liszt’in bu ilgilerinin etkisi hayatına ve eserlerine yansıdı. 1830 Devrimi ile yeniden sanata ve hayata dönmeye karar verdi. Asla bitiremeyeceği Devrim Senfonisi’ni yazmaya başladı. Besteciliğinin öne çıktığı bu dönemde Alphonse de Lamartine’in şiirlerini solo piyano için besteledi. Hector Berlioz ile tanıştı. 1832’de kemancı Niccolo Paganini’yi dinlemesi, yeniden virtüözlüğe ilgi duymasına neden oldu; Pagani’nin La Campanella’sı üzerine bir fantezi yazdı. 1833’de Berlioz’un Fantastik senfonisini piyanoya uyarlamayı başardı. Paris günlerinde, o sıralar Polonya'dan gelmiş olan Chopin'in yeteneğini duyup onu kendisine rakip olarak düşündüyse de sonraları çok iyi arkadaş oldular. Fırtınalı bir ilişki yaşadığı Agoult Kontesi Marie ile 1834’de tanıştı. Kocasını terk eden kontes ile İsviçre ve İtalya’da yaşadılar, 3 çocukları oldu. Daha sonraları, çok yakın arkadaşlık kurduğu ünlü opera yazarı Wagner'in, 3 çocuğundan biri olan ve o sıralar evli bir kadın olan Cosima ile yasak aşk yaşaması iki arkadaşın arasını açtı. 1835’deki İsviçre seyahati sırasında piyanist Sigismond Thalberg’in Paris’teki başarılarını duyunca Piyanonun Kralı ününü pekiştirmek için bir piyano düellosu yapmak üzere Paris’e gitti. Daha sonra piyano resitali kavramını geliştiren Liszt, büyük bir konser turuna çıktı, hayır dernekleri yararına konserler verdi ve gittiği her yerde ilgiyle karşılandı. Konserleri sayesinde, küçük yaşta ayrıldığı ülkesi Macaristan’daki sel felaketinde hayatını kaybedenlere bağışlamak üzere büyük bir gelir elde etti ve Bonn’da yapılması planlanan Beethoven anıtının maliyetini üstlendi. 1840-1847 arasında çıktığı turnede İrlanda’dan Osmanlı İmparatorluğu'na, Portekiz’den Rusya’ya kadar pek çok yeri dolaştı. 18 Haziran 1847'de Padişah Abdülmecid'e Büyükdere'deki Hotel de Bellebue'de bir konser verdi. 1844’te ününün doruğunda iken, manik-depresif eşi Marie d'Agoult ile evliliğini bitirdi; Kiev’de tanıştığı, Çarın yardımcısının eşi Prenses Carolyne Sayn-Wittgenstein ile birlikte oldu ve sahne konserlerine son verdi. Liszt, konser piyanisti kariyerine son verdikten sonra, 1848’de Weimar’da orkestra şefliğine başladı ve Goethe'yle özdeşleşmiş olan bu kültür kentini, Avrupa kültürünün buluşma merkezi haline getirdi. Bu görevi sayesinde Verdi, Wagner ve Berlioz’un yeni operalarını yönetti. Aynı dönemde en önemli eserlerini besteledi, genç piyanistlere dersler vererek Altenberg Kartalları diye anılan yeni bir piyanist kuşağı yetiştirdi. 1858’de, muhafazakârların kendisinin ve öğrencilerinin yapıtlarına yoğun eleştirileri üzerine görevinden ayrıldı. 1861-1869 yılları arasında daha çok Roma’da yaşadı ve dinî kitaplar yazdı, rahiplik dersleri aldı ve onur rahibi oldu. 1870’den sonra ise Roma, Weimar ve Budapeşte arasında seyahat ederek ömrünün sonuna kadar öğretmenliği ve piyanistliği sürdürdü. Budapeşte Müzik Okulu’nu kurarak onun ilk başkanı oldu. 31 Temmuz 1886’da, bir festival vesilesiyle bulunduğu Bayreuth'ta zatüreeye yakalanarak hayatını kaybetti. Liszt'in Temmuz ayında zatürreden ani bir şekilde ölmesi kuşku uyandırıcıdır ve bu kuşkuyu destekleyen birtakım ön hadiseler mevcuttur: Bunların ilki, 5 Aralık 1849'de, evinden çıkarken bıçaklanmasıdır. Bu suikast girişimini yara alarak atlatan Liszt, bir süre hastanede yattıktan sonra eski sağlığına kavuşmuş, fakat 10 Ocak 1850'de kendisine yeniden suikast girişiminde bulunulmuştur. Bu ikinci suikast girişimini, kendisini koruyanlarca yara almadan atlatan Liszt, uzun bir sükûn devresinden sonra, 20 Mayıs 1886'da, bir ölüm tehdidi aldı. Bu tehditten sonra güvenliğini arttırdı ve vasiyetini yazdırdı ve 31 Temmuz 1886'da evinde öldü. Budapeşte’de gömülmeyi vasiyet etmiş olmasına rağmen, apar topar, Bayreuth’a gömüldü. Ölüm nedeni zatürre olarak bildirilmişken, bir müddet sonra, öldürüldüğü ve katilin ortadan kaybolduğu açıklandı. Ne var ki, katili hiçbir zaman ele geçmedi. Liszt'in ısrarla öldürülmeye çalışılmasının sebebinin, gayr-ı meşru ilişkileri ve yasa dışı faaliyetleri olduğu iddia edilmişse de, Liszt, sağlığında, şahsına yönelen öldürme girişimlerinin, kendisini kıskananlarca yapıldığını söylemiştir. Şeref Zileli Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı'nın kurucusu olan Prof. Dr. Şeref Zileli, 1976 yılında vefat etmiştir. Ayrıca HÜTF Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Ünitesinin de kurucusudur. Allianz Arena Allianz Arena , 30 Mayıs 2005 tarihinde Mün
ih, Almanya'da açılmıştır.UEFA'nın 5 yıldızlı stadyumlarından biridir. Stadın dış tarafı akşam veya maç olduğu günler ışıklandırılıyor. Maç günlerinde ev sahibi takımın renklerini alır. Stadyum 340 milyon Euro'ya mal olmuştur. Stadın kapasitesi 70.000 kişiliktir. Stad, TSV 1860 München ve FC Bayern München futbol takımları tarafından ortak olarak kullanılmaktadır. Fakat stadın 2006-2007 sezonunda sadece FC Bayern München tarafından kullanılacağı açıklamıştır. Stadın çatısındaki şeffaf bölümler teker teker açılıp kapanabilmektedir. Böylece çimlerin güneş ışığı görmesi sağlanmaktadır. Stad aynı zamanda Avrupa'nın en büyük stadlarından olup yüksek teknoloji ile donatılmıştır. Çukurova Holding Çukurova Holding, Mehmet Emin Karamehmet tarafından Mersin - Tarsus'ta kurulan ve inşaattan telekomünikasyona pek çok alanda faaliyet gösteren Türk şirketler grubudur. Çukurova Holding hâlen Turkcell'de en fazla hisseyi elinde tutmuştur ve bu gelirlerinin en büyük kaynağıdır. Garrett Ward Sheldon Garrett Ward Sheldon, Wise Virginia Üniversitesi, Siyaset ve Sosyal Bilimler Bölümü`nde Profesördür. Aynı zamanda Oxford Üniversitesi, Moskova Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi`nde Siyasi Tarih dersleri vermiştir. The Political Philosophy of Thomas Jefferson, The History of Political Theory ve Religion and Politics adlı kitapların yazarıdır. "Atatürk ve Jefferson'ın Siyasi Felsefeleri" adlı kitabı türkçeye çevrilmiştir. Bu kitap ABD'nin kurucularından Thomas Jefferson ile Türkiye Cumhuriyeti`nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk`ün siyasi kuramlarını karşılaştırır. (ISBN 975-8823-85-X, 1. Baskı Nisan 2005, 206 Sayfa) Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (kısa TOBB) Ticaret Odaları, Sanayi Odaları, Ticaret ve Sanayi Odaları, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsalarının birleşmesiyle, özel kanunla kurulmuş, tüzel kişiliğe sahip, kamu kurumu niteliğinde mesleki üst kuruluştur. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'in iskeletini oluşturan Oda ve Borsların sayısı 365'e ulaşmıştır. Bünyesinde 178 Ticaret ve Sanayi Odası, 60 Ticaret Odası, 12 Sanayi Odası, 2 Deniz Ticaret Odası ve 113 Ticaret Borsası bulunan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin toplam üye sayısı 1.300.000 civarındadır. 8 Mart 1950 tarih ve 5590 sayılı kanunda belirtilen esaslara göre, o tarihte mevcut olan oda ve borsaların yetkilileri Şubat 1952'de bir araya gelerek teşkil ettikleri genel kurulla Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği resmen kuruldu. Kuruluşun yapısıyla ilgili olarak 1981, 1986 ve 1988'de yeni kanuni düzenlemeler yapıldı. 5590 sayılı kanun 18.05.2004 tarih ve 5174 sayılı kanun ile tamamen değişmiştir. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin genel merkez binası 2009 yılına dek Ankara, Kızılay'da olmuştur. Kasım 2009'da ise 2005 yılında 110 milyon dolara satın alınan Eskişehir yolunda bulunan ikiz kulelere taşınmıştır. Odalar ve borsalar arasında birlik ve dayanışmayı sağlamak, ticaret ve sanayinin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, üyelerinin mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, üyelerin birbirleriyle ve halkla olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplinini ve ahlakı korumak gayesiyle kurulan, birlik, ekonomik durumla ilgili raporlar hazırlar, hükumet tarafından verilen vazifeleri yürütür, TBMM Komisyonları ve bakanlıklarca istenen bilgi ve görüşleri verir, oda ve borsaların kendi aralarında veya bir oda ile bir borsa arasında çıkan anlaşmazlıkları çözmeye çalışır, Milletlerarası Ticaret Odasının (ICC) Türkiye Milli Komitesini teşkil eder ve çalıştırır, yabancı ticaret ve sanayi odalarının vekillik, temsilcilik ve muhabirliğini yapar, milletlerarası mesleki toplantılara katılır, milli ve milletlerarası sergi ve fuarlara katılır. Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi'ni de çıkaran Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Organize Sanayi Bölgeleri kurar veya kurulmuş olanlara katılır, gerektiğinde yurtdışında temsilcilikler ve irtibat büroları kurar. Devlet Planlama Teşkilatının (DPT) çeşitli komisyonlarında devamlı olarak temsilci bulundurur, Milli Prodüktivite Merkezi, Türk Standartları Enstitüsü, İhracatı Geliştirme Merkezi, Basın İlan Kurumu, TÜBİTAK, OYAK, Türkiye Sanayi Sevk ve İdare Enstitüsü, İşletme İktisadi Enstitüsü gibi kuruluşların faaliyetlerine de katılır. Ticaret Borsaları Bilgi Sistemi, Atık Borsası, Milli Mal Numaralama Merkezi, Sanayi Envanteri ve işbirliği tekliflerinin değerlendirilmesi gibi hizmetler de TOBB tarafından verilmektedir. Ayrıca 2006 yılında kurulan Yazılım Müdürlüğü çok çeşitli yazılımlar geliştirmeye devam etmektedir. Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi (tatil günleri hariç günlük), Türkiye İktisat Gazetesi (haftalık), Uluslararası Ticaret Odası Türkiye Milli Komitesi Bülteni (aylık), Ekonomik Rapor (aylık ve üç aylık) ile İktisadi Rapor (yıllık) gibi süreli yayınlarla, tertiplenen toplantıların ve seminerlerin raporlarını ve çeşitli araştırmaları kitap veya broşür olarak yayınlamaktadır. Ayrıca Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği”nin yayın organı olan Ekonomik forum dergisi aylık olarak yayınlanmaktadır. Ayrıca Milli Prodüktivite Merkezi (MPM), İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi (İGEME), Türk Standartları Enstitüsü (TSE), Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) gibi resmi iştirakleri, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, İktisadi Kalkınma Vakfı, İktisadi Araştırmalar Vakfı, Türk Tanıtma Vakfı, Türkiye Sakatları Koruma Vakfı gibi sosyal iştirakleri ve TC Merkez Bankası, Umumi Mağazalar TAŞ (UMAT), Askeri Pil Sanayi ve Ticaret A.Ş. (ASPİLSAN), BALO Batı Anadolu Lojistik Organizasyonlar A.Ş. gibi ticari iştirakleri vardır. TOBB Avrupa Ticaret ve Sanayi Odaları Birliği (Eurochambers), ECO Ticaret ve Sanayi Odası, İslam Ticaret ve Sanayi Odası, Akdeniz Ticaret ve Sanayi Odaları Birliği (ASCAME), OECD İş ve Sanayi Dayanışma Komitesi (BIAC), Balkan Odaları Birliği (ABC) ve Karadeniz Ticaret ve Sanayi Odaları Birliği üyesidir. Dörtleme Dörtleme, edebi terim. Üç farklı manaya gelebilir: Edebiyat dışındaki bir diğer tanımı da: Dirk Nowitzki Dirk Werner Nowitzki (d. 19 Haziran 1978), NBA takımlarından Dallas Mavericks forması giyen Alman profesyonel basketbolcudur. 2.13 metre boyundaki oyuncu uzun forvet pozisyonunda oynamaktadır. Nowitzki, basketbol tarihinin en iyi uzun forvetlerinden biri olarak gösterilmektedir. Nowitzki, Mavericks'i 14 kez NBA playoff'larına (2001-2012, 2014-2015) taşıdı. 2006 ve 2011 NBA playoff'larında Mavericks final oynadı. 13 kez All-Star, 12 kez de Yılın Beşlerine seçilen Nowitzki MVP ödülünü kazanan ilk Avrupalı oldu. 28,000'in üzerindeki normal sezon sayısıyla NBA tarihinin en çok sayı atan yabancı basketbolcusudur. 50-40-90 ortalamalarıyla sezon geçirme başarısı gösteren altı basketbolcudan biridir (2007). Mavericks tarihinde sezonun en iyi beşlerine seçilen ilk oyuncu olan Nowitzki çok sayıda Mavericks rekorunun sahibidir. 100 blok 150 üçlük isabeti barajını aşan ve playoff'ta 25 sayı 10 ribaund ortalamalarını geçen 4 oyuncudan biridir. Kareem Abdul-Jabbar ile birlikte playoff maçlarında 30 sayı 15 ribaund barajını 4 maç üst üste geçebilen tek oyuncudur. Almanya millî formasıyla da 2002 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası'nda bronz ve 2005 Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda gümüş madalya kazandı ve turnuvanın "En Değerli Oyuncusu" seçildi. İtalyan spor gazetesi Gazzetta dello Sport tarafından 2002 ila 2006 yılları arasında 5 yıl peş peşe Euroscar Avrupa'da Yılın Basketbolcusu ödülünü kazanmış 2011 yılında bir kez daha bu ödülün sahibi olmuştur. 2005 ve 2011 yıllarında FIBA Avrupa'da Yılın Basketbolcusu ödülünü kazandı. 18 Aralık 2011'de ise ilk kez Almanya'da Yılın Spor Kişisi seçildi. 2012'de ise "Naismith Legacy Ödülü"nü kazanan ilk Amerika dışı doğumlu oyuncu oldu. Almanya'nın Würzburg şehrinde doğan Dirk Nowitzki sporcu bir aileden gelmektedir. Annesi Helga Nowitzki profesyonel bir basketbolcu ve babası Jörg-Werner Almanya'yı üst düzeyde temsil eden bir hentbol oyuncusudur. Ablası Silke Nowitzki ise bölgesel şampiyonlukları bulunan bir atlet aynı zamanda basketbol oyuncusuydu. Nowitzki ilk olarak hentbol ve tennis oynadı ancak hızlı büyümesi ve kendisine en yakın arkadaşından 30 santim uzun olması sebebiyle bu sporlarda "anormal" görünmekten sıkılarak basketbol oynamaya başladı. DJK Würzburg takımına katıldıktan sonra 15 yaşındayken Alman basketbolcu Holger Geschwindner tarafından yetenekleri keşfedildi ve Geschwindner haftada 2 ila 3 kez Nowitzki'yle birlikte çalışmaya başladı. Ardından ailesinin de onayını aldıktan sonra Nowitzki'yle daha sıkı çalışmaya başladı. Şut ve pas antrenmanları yaparken ağırlık ve taktik çalışmaları gerçekleştirmedi çünkü bunların "gereksiz friksiyonlar" olduğunu söyledi. Ayrıca Geschwindner Nowitzki'yi daha eksiksiz bir karakter haline gelmesi için enstrüman çalmaya ve kitap okumaya yönlendirdi. Bir yıl sonra koç, Nowitzki'nin gelişiminden çok etkilendi ve ona şöyle bir öneride bulundu "Şimdi dünyanın en iyilerine karşı mı yoksa Almanya'nın yerel kahramanlarına mı karşı oynayacağına karar vermelisin. Eğer ikincisini seçersen hemen antrenmanları durduracağız çünkü kimse bunun önüne geçemez. Ama en iyilere karşı oynamayı seçersen günlük antrenmanlar yapmak zorundayız." Bu kararı vermek amacıyla 2 gün düşünen Nowitzki tam-zamanlı antrenman programına karar verdi ve uluslararası bir kariyer tercihinde bulundu. Geschwindner Nowitzki'ye haftanın her günü DJK Würzburg oyuncularıyla ve Robert Garrett, Marvin Willoughby ve Demond Greene gibi isimlerle birlikte antrenman yapması için izin verdi. 1994 yılında 16 yaşındayken Nowitzki DJK kadrosuna girmeyi başardı. Nowitzki, İkinci Bundesliga Ligi'nin Güney Grubu'nda oynayan DJK takımına katıldığında ilk antrenörü Pit Stahl onu dış skorer forvet olarak oynatarark şutundan faydalanmak istedi. 1994-95 İkinci Bundesliga sezonunu DJK 6. sırada tamamladı ve çaylak Nowitzki o yılı benchte oturarak ve aynı zamanda kötü notlarla uğraşarak geçirdi. 1995-96 sezonunda ise Nowitzki kendisine Finlandiyalı yıldız forvet Martti Kuisma
'nın yanında ilk beşte buldu ve çift haneli skor ortalaması yakaladı. Alman ulusal basketbol koçu Dirk Bauermann Nowitzki'yi 24 sayıyla oynadığı bir maçta izledikten sonra şu açıklamayı yaptı "Dirk Nowitzki son 10 belki de 15 yılın en büyük Alman basketbol yeteneği." DJK o yılı Güney Gurubunda ikinci sırada tamamladı. Final maçında takım BG Ludwigsburg'a 86-62 kaybederken Nowitzki o maçı 8 sayıyla tamamladı. 1996-97 İkinci Bundesliga sezonunda ana skorer Kuisma takımdan ayrıldı. Holger Geschwindner de Pit Stahl yerine koçluk görevine getirdi ve o sezon DJK normal sezonu tekrar 2. sırada tamamlarken Nowitzki o yılı 19.4 sayı ortalamasıyla tamamladı ancak takımı bir kez daha bir üst lige çıkamadı. Takip eden 1997-98 İkinci Bundesliga sezonu sırasında Nowitzki okulunu tamamladı ve zorunlu askerliğini 1 Eylül 1997 ile 30 Haziran 1998 arasında gerçekleştirdi. Nowitzki bu süreci şöyle anlattı "başlangıçta çok zordu; hiçbir ayrıcalığımız yoktu ve bütün çalışmalara katılmak zorundaydık.sonra("Grundausbildung" adlı Alman askerliğinin en yoğun kısmı bittikten sonra) çok daha rahattı. Nowitzki 18 yaşında 2.11'e kadar uzadı ve takımına 36:4 puanlık(her galibiyet 2 her mağlubiyet 0.2) bir sezon yaşattı ve ligi 28.2 ortalamayla sayı kralı olarak tamamladı. Playoff'ta ise takımı şanssızlığını kırarak 14:2 puanla üst lige çıkma hakkını kazandı Nowitzki kritik maçta DJK, Freiburg'u 95-88 mağlup ederken 26 sayı attı ve Alman BASKET dergisi tarafından "Almanya'da Yılın Basketbolcusu" seçildi. Yurt dışında da Nowitzki'nin adı duyulmaya başlandı. 1996'da Barcelna Basquet onu takıma katmak istedi ancak Nowitzki, Atibur'unu almadan Almanya'dan gitmek istemedi. Bir yıl sonra Nike "Hoop Heroes Tour" kapsamında Charles Barkley ve Scottie Pippen gibi NBA starlarına karşı oynadı. 30 dakikalık şov maçında Nowitzki, Barkley'den daha iyi bir performans sergiledi hatta onun üzerinden smaç yaptı ve Barkley bunun üzerine Nowitzki için "Bu çocuk bir aptal. NBA'e gelmek isterse beni arayabilir." dedi. 29 Mart 1998'de Nowitzki, ABD'de genç yeteneklerin dikkatle izlendiği Nike Hoop Summit maçına seçildi. Bu maçta Amerika Birleşik Devletleri'nde geleceğin yıldızı olarak gösterilen Rashard Lewis ve Al Harrington gibi oyuncular da vardı ve ABD yetenekleriyle uluslararası yetenekleri karşı karşıya getiren maçta Nowitzi 33 sayı 14 ribaund 3 top çalma yaparak maçın en skorer oyuncusu oldu. Hızı, top konrolü, şut yeteneğiyle herkesi etkiledi ve Avrupa ve NBA takımları onu kadrolarına katmak istedi. DJK Würzburg'u bir üst lige taşıyıp Atibur'unu alıp ve askerlik görevini geride bıraktıktan sonra Nowitzki geleceğini NBA'e yöneltti. Amerika'da pek çok kolejden gelen teklifi redderek direk NBA'e gitmeyi tercih etti. Boston Celtics ve Dallas Mavericks koçları Rick Pitino ve Don Nelson onu takımlarında görmek istiyordu. Pitino, Nowitzki'yle yaptığı 45 dakikalık çalışmanın ardından şut, ribaund ve pas yeteneklerinin olması sebebiyle onu Boston Celtics efsanesi Larry Bird'le kıyasladı. Pitino, Nowitzki'yi 10. sıradan seçeceklerinin garantisini verdi. Ancak Pitino'nun planları Nelson tarafından suya düşürüldü. Çünkü Nelson'ın takımı 6. sıra tercih hakkını elde etmişti. Nelson draft gecesi Milwaukee Bucks'tan Dirk Nowitzki'yi Phoenix Suns'tan ise Steve Nash'i istedi; Bucks'ın isteği Nowitzki'den önce seçileceği tahmin edilen güçlü forvet Robert Traylor'dı, Suns ise Pat Garrity üzerinde duruyordu. Mavericks, Traylor'ı 6. sıradan draft etti ve Bucks da 9. sıradan Nowitzki'yi seçti ve 19. sıradan Garrity'i seçti. Sonrasında Mavericks Traylor'ı Nowitzki ve Garrity karşılığında Bucks'a takas etti ardından Phoenix'e Garrity'i vererek Nash'i takıma dahil etti. Dallas Mavericks o yıllarda playoff'a kalma başarısını en son 1990 yılında yapmış bir takımdı. Michael Finley takımın kaptanlığını yapıyordu ve yanında 2.29'luk Shawn Bradley ve takımın en skoreri eski Los Angeles Lakers forveti Cedric Ceballos vardı. Nowitzki'nin lige katılacağı 1998-99 NBA sezonu sallantılı bir yıl oldu. NBA başkanı David Stern, NBA Oyuncular Birliği'nin grev ilan etmesini gerekçe göstererek lige salary cap uygulamasını getirmek istedi ve NBA'de sezonun oynanmama riski belirdi. Bu nedenle Nowitzki, DJK Würzburg'a geri döndü ve iki tarafın anlaşmasına kadar orada 13 maç oynadı. O yıl NBA'de normal sezonda 50 maç oynanabildi. Nowitzki de o sezon 47 maçta forma giydi ve Don Nelson onu 4 numara oynattı. Daha güçlü ve atletik uzunlara karşı oldukça zorlanan Nowitzki özellikle kötü savunma performansıyla eleştiri aldı ve o yılı 20.4 sürede 8.2 sayı 3.4 ribaund ortalamalarıyla tamamladı. Nowitzki o yılla ilgili düşündüklerini "Çok büyük hayal kırıklığına uğramış hatta Almanya'ya geri dönmeyi düşünmüştüm. İkinci Almanya liginden oraya zıplamak uçaktan bir şekilde paraşüt açılmasını umarak atlamak gibiydi." şeklinde dile getirmiştir. Mavericks o yıl 50 maçın sadece 19'unu kazandı ve playoff oynayamadı. Nowitzki de o sezonun son 12 maçında çift haneli skor yapmayı başardı. 1999-00 NBA Sezonu'nda Don Nelson, pas yeteneğinden faydalanmak üzere Nowitzki'yi "point forvet" olarak oynatmaya başladı. Ancak en önemli atılımlardan biri saha dışında oldu ve takım patronu Ross Perot, Jr 125 milyon dolara aldığı takımı için herhangi bir yatırım planı olmaması ve basketbol bilgisinin çok sınırlı olduğunu kabul ederek 280 milyon dolara Mark Cuban'a sattı. Cuban takımı devralır almaz önemli yatırımlar yapmaya başladı ve takımın her maçını kenardan izledi. Takıma daha kolay seyahat için Boeing 757 marka jet uçak satın aldı. Takımın gelirleri 100 milyon dolar arttı. Nowitzki de Cuban'ın yaptıklarını şöyle anlatıyor "Harika bir ortam oluşturdu, bizim sadece çıkıp kazanmamız gerekiyordu." Nelson'ın koruması, Cuban'ın gelişimleri ve kendi çabalarıyla Nowitzki istatistiklerinde büyük bir çıkış gösterdi. İkinci yılında 17.5 sayı 6.5 ribaund ve 2.5 asist oralaması tutturan Nowitzki maç başına 35.8 dakika oyunda kaldı ve 9 maçta double-double yaptı. 2 kere 32 sayı attı ve bu rakam kariyer rekoru oldu. O sezon "Yılın En Çok Gelişme Kaydeden Oyuncusu" ödülünde Jalen Rose'un arkasından 2. sırada yer aldı ve Paul Pierce, Vince Carter gibi oyuncularla birlikte NBA All-Star Sophomore kadrosunda yer aldı. Bu maçta Nowitzki 17 sayı 6 ribaund 4 asist yaptı ancak takımı Steve Francis ve Lamar Odom liderliğindeki çaylaklara uzatmalarda yenildi. Ayrıca 2.13 boyundaki Nowitzki NBA All-Star Hafta Sonu Üç Sayı Yarışması'na katıldı ve bu yarışmaya katılan en uzun oyuncu oldu. İlk turda 15 şut sokan Nowitzki final turuna kaldı ve bu turda Jeff Hornacek'in gerisinde kalarak 2. oldu. Nowitzki bireysel istatistiklerini geliştirse de takımı 40-42 galibiyet rakamıyla playoff'u bir kez daha kaçırdı. 2000-01 NBA Sezonu'nda, Nowitzki istatistiklerini iyice yükseltmeye başladı ve o sezonu 21.8 sayı 9.2 ribaund ve 2.1 asist ortalamalarıyla tamamladı. Tam olarak power forvet oynamaya başlayan Nowitzki o sezon 151 üçlük 101 blok rakamlarıyla NBA tarihinde Robert Horry'den sonra 100 üçlük isabeti-100 blok barajını geçen ikinci oyuncu oldu. Oyunundaki büyük gelişimin bir diğer sonucu da Finley'den sonra Dallas Mavericks tarihinde 82 maçının tamamını oynayıp en az 10 kez 30 sayı barajını geçen 2. oyuncu oldu. Nowitzki ayrıca NBA'de Sezon Beşine seçilen ilk Mavericks oyuncusu oldu ve o yıl en iyi 3. takıma seçildi. Ayrıca yakın arkadaşı Nash ligin değerli oyun kurucularından biri olurken Finley de her zamankindendaha iyi bir skorer oldu ve bu üçlüye Mavericks'in "Büyük Üçlüsü" denilmeye başlandı. 53-29'luk galibiyet rakamıyla birlikte Mavericks 1990'dan sonra ilk kez playoff'a kalma başarısı gösterdi. 2001 NBA Playoffları'a beşinci sıradan katılan Dallas Mavericks, NBA tarihinin en çok asist yapan oyuncusu John Stockton ve tarihin en çok sayan 2. oyuncusu olan Karl Malone liderliğindeki Utah Jazz ile eşleşti. İlk 2 maçı kaybettikten sonra Nowitzki 3. ve 4. maçlarda 33 sayı atarak serinin eşitlenmesini sağladı. 5. maçta Mavericks, Calvin Booth'un bitime 9.8 saniye kala attığı turnikeye maça kadar oyunu geride götürdü. Jazz oyuncusu Bryon Russell ve Malone da son 2 şutu kaçırınca Mavericks 5. maçı kazandı. 5 maç üzerinden oynanan seride Utah'ı eleyen Dallas Mavericks 2. turda San Antonio Spurs'le karşılaştı. Mavericks ilk 3 maçı kaybetti. O seride Nowitzki grip olmasına rağmen oynarken Spurs gardı Terry Porter'la çarpıştığı bir pozisyonda dişi kırıldı. Nowitzki serinin kazanılan 4. maçının ardından 5. maçta kariyer playoff rekorunu 42 sayıyla kırdı ve 18 ribaund yaptı ancak takımı 105-87 mağlup oldu ve elendi. 2001-02 NBA sezonunun öncesinde Nowitzki, Mavericks'le 6 yıl 90 milyon dolar değerinde bir kontrat imzaladı ve bu onu Formula 1 pilotu Michael Schumacher'den sonra en çok kazanan 2. Alman sporcu yaptı. Gelişimini sürdüren Nowitzki o yıl 23.4 sayı 9.9 ribaund ve 2.4 asist ortalaması yakaladı ve sezonun En İyi İkinci Beşine seçildi ve ilk NBA All-Star maçı kadrosuna seçildi. Ayrıca 30 sayı 10 ribaund barajını 13 maçta geçerek bu alanda sezonu Shaquille O'Neal ve Tim Duncan'ın arkasından 3. tamamladı. O sezon "Yılın 6. Adamı" seçilen Nick Van Exel takviyesiyle iyice güçlenen Dallas Mavericks 57-25'lik normal sezon galibiyet rakamıyla playoff'a kaldı. 2002 NBA Playoffları'nda Kevin Garnett liderliğindeki Minnesota Timberwolves'la eşleşen Mavericks ilk turda rakibine 3-0 süpürdü ve playoff'ta yoluna devam ett. Garnett o seriyi 24 sayı ortalamasıyla tamamlarken Nowitzki seride 33.3 sayı ortalaması tutturdu. İkinci turda Chris Webber liderliğindeki Sacramento Kings rakip oldu. Mavericks ilk 2 maçı kazandıktan sonra Kings koçu Rick Adelman savunma stratejisini değiştirdi. İlk 2 maçta Webber, Nowitzki'ye 1'e 1 savunma yaptı ancak sonraki maçlarda daha hızlı bir oyuncu olan Hidayet Türkoğlu'nu Dirk Nowitzki'nin başına verdi ve post-up pozisyonlarında Webber'la yardımlar getirerek Alman yıldızı savundu. 3. maç Dallas'ta oynandı ancak Mavericks evinde oynadığı maçı 125-119 kaybetti ve Nowitzki o maçı 19 sayı atarak tamamladı ve şöyle söyledi "Basitçe Türko
ğlu'yu geçemezdim, eğer yapsaydum ikili savunmanın içine girecektim ve çok top kaybı yapacaktım." 4. maçta Alman yıldızı daha büyük bir hayal kırıklığı bekliyordu: Mavericks 14 sayılık bir üstünlük yakaladığı maçta takımın 2 uzunu Vlade Divac ve Chris Webber 6 faulle oyun dışında kalırken ve Peja Stojakovic de sakatlık nedeniyle maçta oynayamamasına karşın Nowitzki iki kritik şut kaçırdı ve takımı maçı 115-113 kaybetti. 5. maçta ise demoralize olan Mavericks 114-101'lik mağlubiyetle playoff dışında kaldı. Nba.com Kings'in Mavericks'den daha iyi savunma yaptığını yazdı ve Kings'in 5 maçta 115 turnike basketi bulduğu söylendi. Ancak Nowitzki bu sezon sonrası teselli niteliğinde bir ödül kazandı: Gazzetta dello Sport Nowitzki'yi 104 oyla "Yılın Avrupalı Basketbolcusu" seçti. İkinci Dejan Bodiroga 54, Peja Stojakovic de 50 oy aldı. 2002-03 NBA Sezonu öncesinde Don Nelson ve Mark Cuban savunmanın üzerinde daha önemle durdu ve Mavericks iyi blokçular Raef LaFrentz ve Shawn Bradley ile alan savunması yapmaya başladı ve sezonun ilk 11 maçını kazandı. Finley, Nash ve Nowitzki 2002 Kasım'ında "Batı Konferansının En İyi Oyuncuları" seçildiler. Bu sezonda Nowitzki sayı ortalamasını 25.1, ribaund ortalamasını 9.9 ve asist ortalamasını 3.0'a çıkardı. Ek olarak 41 double-double yaparak sezonu kapadı ve bu alanda 7. oldu. 25.1 sayı ortalamasıyla NBA tarihinde 2.000 sayı barajını aşan ilk Avrupalı oyuncu oldu. All-Star maçına çağrıldı ve yılın En İyi 2. Beşine bir kez daha seçildi. "Yılın En İyi Alman Sporcusu" ödülünde de kayak sporcusu Sven Hannawald'ın arkasından 2. oldu. Mavericks 2002-03 NBA Sezonu'nu 60-22'lik galibiyet rekoruyla noktaladı ve 3. sıradan playoff'a katıldı, rakip de Portland Trail Blazers oldu. Playoff'lar da 5 maç yerine 7 maç üzerinden oynanmaya başladı. Mavs ilk 3 maçı kazandıktan sonra ritim kaybetmeye başladı ve takip eden 3 maçı kaybetti. 7. maçta Portland maçı yakın götürse de Nowitzki bitime 1:21 kala attığı kritik baskele skoru 100-94'e getirerek kopardı ve Mavericks 107-95'lük galibiyet aldı ve turu atlayan taraf oldu. Nowitzki de o basketi şöyle anlattı "Bu, kariyerimin en önemli basketiydi. Bu kadar erken tatile çıkmaya hazır değildim." Ayrıca ESPN röportajında da şu ifadeyi kullandı "Boyalı alanda daha sert olmalı ve ribaundları almalıyız. Bütün sezon boyunca saha avantajı için çok çalıştık ve bugün o avantajı kullandık." İkinci turda Mavericks bir kez daha Sacramento Kings'in rakibi oldu. Mavericks ilk maçı 124-113 kaybettikten sonra Nowitzki'nin 25, Van Exel'ın 36 sayı attığı maçta rakibini 2. maçta 132-110 yendi. 132 sayının 83'ü ilk yarıda geldi. Kings'in yıldız forveti Chris Webber da menisküsünden sakatlandı. Nowitzki ve Van Exel 3. maçta Dallas'ı uzatmaya giden maçta 141-137'lik galibiyete taşıdı. 4. maçta ise kazanan taraf 99-83'le Sacramento oldu ve Nowitzki saha kenarındaki havluları tekmelemesi nedeniyle diskalifiye edildiği o maçı sadece 11 sayı atarak bitirdi. Devamındaki 2 maçın kaybedilmesinden sonra Nowitzki 7. maçta kritik bir performans sergiledi ve maçı 30 sayı 19 ribaundla bitirdi ve harika bir savunma yaptı. Dallas bu maçı 112-99 kazandı ve konferans finaline yükseldi. ESPN, Nowitzki'ye "Big D" lakabını verdi. Konferans finalinde Dallas'ın rakibi San Antonio Spurs oldu. San Antonio'daki 1. maçta Nowitzki, Duncan savunmasında 38 sayı atarak takımına 113-110'luk galibiyeti getirdi. İkinci maçta Duncan, Nowitzki'yi faul problemine soktu ve Spurs 132-110'luk rahat bir galibiyet aldı. Üçüncü maçta Manu Ginobili, Nowitzki'ye diziyle çarptı ve bu da Nowitzki'nin sakatlığı sebebiyle seriyi kaçırmasına neden oldu. Ana skorerinden yoksun Mavericks seriyi 3-2'ye getirmesine karşın 6. maçta Steve Kerr üç sayı çizgisinin gerisinden gösterdiği etkili performansla takımına turu getirdi. Don Nelson seri sonrası yaptığı açıklamada "Uzun süredir çok iyi oynuyoruz ama temel kıldı. Yanlış zamanda soğuduk." Nowitzki bu sezonun sonrasında bir kez daha "Yılın Avrupalı Basketbolcusu" seçildi ve NBA genel menajerleri arasında yapılan ankette "En İyi Avrupalı Basketbolcu" seçildi. Cuban ve Nelson 2003-04 sezonu öncesinde takıma daha fazla hücum oyuncusu katmak için girişimlere başladı ve sonucunda Golden State Warriors'dan All-Star forvet Antawn Jamison(Danny Fortson, Jiri Welsch ve Chris Mills'le birlikte) Van Exel karşılığında takıma dahil olurken Boston Celtics'ten Antoine Walker, Raef LaFrentz karşılığında takıma dahil edildi. Bu takaslar basketbol yorumcuları tarafından dikkatle takip edildi ve eleştirildi. Özellikle takımının bir numaralı pivotunun gönderilmesi eleştiri konusu oldu çünkü sakatlıklarla uğraşan Shawn Bradley yeterli katkıyı yapamıyordu. Takıma pivot alınmaması üzerine Don Nelson çareyi Nowitzki'yi pivot pozisyonuna kaydırmakta buldu. Walker da Nowitzki'nin pozisyonuna geçti ve Jamison skorer 6. Adam rolünü üstlendi. Daha fiziksel bir rol üstlenecek olan Nowitzki de bu durum üzerine çalışmalarına başladı ve yaz ayında yaptığı çalışmalar sonrasında kaslanan Nowitzki 9.1 kilo alarak ezona başladı ve çalışmalarını hücumdan çok savunma üzerine yönlendirdi. Ancak ortalamaları düşüşe geçen Nowitzki 21.8 sayı 8.7 ribaund ve 2.7 asist ortalamalarıyla sezonu tamamladı. Ancak Mavericks'in en çok sayı atan, top çalan(1.2) ve blok yapan(1.35) oyuncusu oldu. Bir kez daha All-Star'a çağrılırken NBA'de Yılın En İyi 3. Takımına seçildi. Dallas 52-30'luk galibiyet rakamıyla ilk turda Sacramento'nun rakibi oldu ancak 5 maç sonrasında elenmekten kurtulamadı. 2004-05 sezonu öncesinde Mavericks'in yine kritik hamleler yaptı ve savunma ağırlıklı pivot Erick Dampier, Golden State Warriors'tan takıma katıldı ancak Nowitzki'nin yakın arkadaşı Steve Nash free-agent olarak Phoenix Suns'a döndü. Sezon içinde koç Don Nelson istifa etti ve yardımcısı Avery Johnson görevi devraldı. Bu sorunlara karşın Nowitzki sayı ortalamasını 26.1'e kadar çıkararak bir Avrupalı basketblcunun NBA'de yakaladığı en yüksek sayı ortalamasının sahibi oldu ve bu alanda kariyerinin en yüksek rakamına ulaştı. Ribaund ortalaması da 9.7'ye çıktı. Ayrıca 1.5 blok ve 3.1 asist ortalamaları bu alanda kariyerinin en iyi rakamları oldu. Nowitzki ayrıca her maçta çift haneli skor yaparken NBA tarihinde en az 1.2 blok ve top çalma ortalaması yapan 4 oyuncudan biri oldu. Bu sezon Nowitzki'ni 2.000 sayı barajını aştığı 2. sezon oldu ve aynı sezon Houston Rockets'a attığı 53 sayıyla halihazırda kıramadığı kariyer rekorunu kırdı. Bu performansı sayesinde kariyerinde ilk kez Yılın En İyi Beşine seçildi. MVP Oylamasında da Nash ve Shaq'ın ardından 3. sırayı aldı. Kariyerinde ilk kez "Yılın Beşi"ne seçildi. ve ABD'de lise veya kolej oynamadan bunu başaran ilk oyuncu oldu. Ancak Mavericks ve Nowitzki playoff'a kötü başladı. Maverikcs ilk turda sayı kralı Tracy McGrady ve Çinli pivot Yao Ming'in sırtladığı Houston Rockets'a rakip oldu. Nowitzki'nin Ryan Bowen'a yüksek bir sayı ortalaması tutturması bekleniyordu ancak Bowen, Nowitzki'yi ilk maçta 21 tutarken ikinci maçta 26 sayıya rağmen 8-26 saha içi isabetiyle oynattı. Rockets 2-0 öne geçtikten sonra Mavericks üst üste 3 maç kazandı ve durumu 3-2 lehlerine çevirdi. 6. maçı kaybettikten sonra Dallas, Nowitzki'nin kötü şut performansına rağmen seriyi kazanmayı başardı. Konferans yarı finalinde Mavericks'in rakibi Nash liderliğindeki Phoenix Suns oldu. İlk 4 maç 2-2'lik eşitlike geçildikten sonra Suns son 2 maçı kazandı ve turu atladı. Altıncı maçta Nowitzki 28 sayı atmasına rağmen 25 şutunun sadece 9'unu isabete çevirebildi. Ayrıca maç sırasında sık sık takım arkadaşlarına bağırması ve uzatmada kullandığı 5 şutu da kaçırması maç içindeki tedirginliğini de gözler önüne serdi. 2005-06 NBA sezonunda Mavericks'in veteran kaptanı Michael Finley serbest bırakıldı ve Nowitzki; Nash ve Finley ve kendisinden oluşan "Büyük Üçlü"den kalan son parça oldu. Nowitzki de franchise oyuncusu olarak gösterilmeye başlarken 2005-06 sezonunu 26.6 sayı 9 ribaund ve 2.8 asist ortalamalarıyla tamamlamayı başardı. Nowitzki 2,000 sayı barajını aşmayı bir kez daha başardı. Ayrıca 26.6 sayı ortalamasıyla sezonu tamamlayarak Avrupalı bir basketbolcu tarafından bir sezonda ulaşılan en yüksek sayı ortalamasının sahibi oldu. Nowitzki şut yüzdesini %48'e, üçlük yüzdesini %40.6'ya ve serbest atış yüzdesini %90.1'e çıkararak kendi normal sezon rekorlarını kırdı. Houston'da düzenlenen 2006 All-Star Haftasında üçlük yarışmasında Seattle SuperSonics'ten Ray Allen, Washington Wizards'dan Gilbert Arenas gibi oyuncuların katıldığı üçlük yarışmasını kazanan Nowitzki 2006 All-Star maçında da 18 sayı attı. Sezon sonunda Dallas 60 galibiyet almayı başardı ve San Antonio Spurs, Detroit Pistons'ın ardından ligdeki en iyi 3. rakamın sahibi oldu. 2004-05 sezonunad olduğu gibi Nowitzki; Nash ve LeBron James'in ardından MVP oylmasında bir kez daha 3. sırayı aldı. Bir kez daha NBA'de Yılın En İyi Beşine seçildi. Nowitzki "süperstar" unvanına yakışır bir oyun oynadı ve playoff'u 27.0 sayı 11.7 ribaund ve 2.9 asist ortalamalarıyla tamamladı. Mavericks ilk turda Memphis Grizzlies'ı 4-0 geçmeyi başardı. Konferans yarı finalinde bir kez daha San Antonio Spurs'un rakibi olan Mavericks NBA tarihine geçen serinin 7. maçında 20 sayı öne geçmesine rağmen bitime 30 saniye kalan Spurs, Manu Ginóbili'nin 3'lüğüyle 101-101'lik eşitiği yakaladı. Nowitzki bir sonraki hücumda 3 sayılık isabetiyle Mavericks'i öne geçirdi ve maçı Dallas 119-111 kazandı, Nowitzki de maçı 37 sayı 15 ribaundla tamaladı. Nowitzki bu maçla ilgili şu yorumda bulundu "Topun nasıl girdiğini bilmiyorum. Manu elime vurdu, şanslı bir andı." Mavericks batı konferansı finalinde Phoenix Suns'ın rakibi oldu. Nowitzki kritik 5. maçta 50 sayı atarak Dallas'ı galibiyete taşıdı ve serinin durumu Dallas lehine 3-2 oldu. Mavericks 6. maçı kazanarak 2006 NBA Finali'nde Miami Heat'in rakibi oldu. Nowitzki final serisi öncesinde şöyle konuştu "Sezon boyunca iyi bir deplasman takımı olduk, birbirimize inandık. Bu sezon iniş ve çıkışlarımız oldu ancak playoff tamamıyla yürek gösterme ve birlikte oyna
ma işi." Nowitzki'nin playoff'ta gösterdiği performansla ilgili Bill Simmons, Nowitzki için "Dirk, Bird'den beri herhangi bir forvetten daha yukarı bir seviyede oynuyor." yorumunu yaptı. Mavericks final serisinin ilk 2 maçını kazanarak 2-0 öne geçti ancak 3. maçta rakibine 15 sayılık üstünlük kurmasına rağmen Dwyane Wade'in sürüklediği Miami'ye karşı ilk mağlubiyetini aldı. Wade son 4 maçta 36 sayı ortalamasıyla oynarken Nowitzki ise son 3 maçta attığı 55 şutun 20'sinde isabet buldu ve Dallas Mavericks seriyi 4-2 kaybederek şampiyonluğu Miami'ye kaptırdı. Alman basketbolcu ESPN tarafından şu şekilde eleştirildi "açık...en iyi serisi değildi" Nowitzki'nin yorumu da şu oldu 3. maç çok ağır bir yenilgiydi ve serinin bütün momentumunu değiştirdi. "O maçtan sonra kendilerine güveni geldi ve sonrasında daha iyi oynadılar." 2006-07 NBA sezonu Nowitzki'nin normal sezonda MVP seçildiği sezon oldu. %50.2 saha içi isabetiyle normal sezon rekorunu kırdı ve 24.6 sayı 8.9 ribaund 3.4 asist ortalamaları yakaladı. Mavericks normal sezonda aldığı 67 galibiyetle kulüp tarihinin rekorunu kırdı ve lig lideri olarak 2007 NBA Playoff'una ilk sıradan girdi. Sezon sonunda Nowitzki'nin MVP olduğu açıklanırken Dallas Mavericks, ilk turda karşılaşacağı Golden State Warriors karşısında normal sezonda oynanan 3 maçı da kaybetmesine karşı net favoriydi ancak bu seri playoff'a 8. sıradan giren bir takımın ilk kez 1. sıradan giren takımı elediği seri olarak NBA tarihine geçti. Nowitzki serinin 6. ve son maçında 2-13 saha içi isabetiyle oynadı sadece 8 sayı atabildi. Stephen Jackson tarafından savunulan Nowitzki normal sezon ortalamalarından 5 sayı daha az sayı ortalamasıyla oynadı ve %50.2'lik şut yüzdesi de %38.3'e geriledi. Bu seride Golden State Warriors'ın koçu Nowitzki'ye güvenip çaylak yılından itibaren destekleyen ve onun koçluğunu yapan Don Nelson'dı. Bu serinin kaybedilmesinin ardından Nowitzki "Bu seriye damgamı istediğim şekilde vuramadım. Büyük hayal kırıklığına uğramamın nedeni bu." ifadeleriyle seriyi özetledi. Nowitzki normal sezon sonrasında 100'den fazla oy alarak iki kez üst üste MVP olan Nash'i geride bırakarak NBA tarihinde Avrupa doğumlu ilk MVP olmayı başardı. 2007-08 NBA sezonu Dirk Nowitzki Dallas Mavericks'in yeni bir ilk tur yenilgisi yaşadığı bir sezın oldu. Sezon ortasında yapılan takasla veteran All-Star Jason Kidd'in takıma dahil olmasına rağmen batı konferansında 7. sırayı aşabilen Mavericks'te Nowitzki normal sezonu 23.6 sayı 8.6 ribaund ve kariyer rekoru olan 3.5 asist ortalamalarıyla tamamladı. Playoff'ta NBA'nin yükselen yıldızı Chris Paul'ün New Orleans Hornets'in rakibi olan Mavericks 5 maç sonunda elendi ve bu sonuç koç Avery Johnson'ın kovulmasına neden oldu ve onun yerine NBA'nin elit koçlarından Rick Carlisle görevi devraldı. Nowitzki açısından sezonun olumlu taraflarından birkaçı Nowitzki, 6 Şubat 2008 tarihinde oynanan Milwaukee Bucks maçında 29 sayı 10 ribaund ve 12 asistlik(kariyer rekoru) performansıyla kariyerinini ilk triple-double'ını yapması, 8 Mart 2008'de ise New Jersey Nets'e 34 sayı atması sonucu NBA kariyerinde 16.644 sayıya ulaşarak "Rolando Blackman'i geçmesi ve Mavericks tarihinin en çok sayı atan oyuncusu" unvanını eline geçirmesi oldu. 2008-09 NBA sezonu'nda Nowitzki'nin sayı ortalaması 25.9'a kadar yükseldi ve o yılı 8.4 ribaund ve 2.4 asist ortalamalarıyla tamamladı. Sayı krallığında ligi 4. tamamlarken 4. kez NBA'de Yılın En İyi Beşine seçildi. 2009 NBA All-Star maçına çağrılarak bu onuru 8. kez yaşarken Mavericks 2-7'lik kötü başlangıcın ardından 50-32'lik galibiyet rakamıyla batı konferansını 6. sırada tamamlayarak playoff'a kaldı. 2009 NBA Playoffları'nda Dallas'ın ilk turdaki rakibi San Antonio Spurs(3. sıradan playoff'a girdi) oldu. Dallas Mavericks ilk turda Spurs'ü Nowitzki liderleğinde geçmeyi başarırken ikinci turda kısa ve hızlı Denver Nuggets'a 4-1 elenemekten kurtulamadı. Nowitzki playoff'u 34.4 sayı 11.6 ribaund ve 4 asist ortalamalarıyla tamamladı ancak bu performansı takımını daha ileri götüremedi. Dallas Mavericks 2009-10 NBA sezonunu 2. sırada bitirerek playoff'a iddiali bir giriş yaptı ve üst üste playoff'a kalma serisini 10'a çıkardı ve bunu yaparken her sezonu en az 50 galibiyetle bitirdi. Kadroya önemli takviyeler All-Star oyuncular Shawn Marion ve Caron Butler(sezonun ilerleyen dönemlerinde) oldu. 13 Ocak 2010 tarihinde Nowitzki NBA tarihinde 20.000 sayı barajını aşan 34. oyuncu oldu ve o sezonu 25 sayı 7.7 ribaund 2.7 ve 1 blok ortalamalarıyla tamamladı. 2010 NBA All-Star maçına çağrıldı bu da onun 9. All-Star maçı oldu. Mavericks bir kez daha ilk turda Spurs'le eşleşti ve bu eşleşme son 4 sezonda 3. kez oldu. Ancak Dallas'ta Nowitzki dışında hiçbir oyuncudan istenilen verim alınamadı. Nowitzki, playoff'u 26.7 sayıyla tamamlarken takımın ikinci skor gücü Jason Terry normal sezonu 16.6 sayı ortalamasıyla tamamladıktan sonra 12.7 sayı ortalamasıyla playoff'u tamamladı. LeBron James, Dwyane Wade, Amare Stoudemire, Chris Bosh, Carlos Boozer gibi oyuncuların free-agent olduğu 2010 yaz döneminde Dirk Nowitzki de 5 Temmuz 2010'da free-agent oldu ve Dallas'la 4 yıllık 80 milyon dolar değerinde bir kontrat imzalayarak takımda kalmaya karar verdi. Dallas Mavericks'in 2010-11 NBA sezonu öncesinde yaptığı en önemli değişiklik Tyson Chandler'ı takasla takıma katmak oldu. Nowitzki sezon ortasında sakatlanması sebebiyle Dallas 10 yıldan beri takip eden süreçte en büyük mağlubiyet serisini yakaladı(6 maç üst üste). Nowitzki 9 maç kaçırdığı normal sezonu 23 sayı 7 ribaund ve 3 asist ortalamalarıyla tamamladı. Nowitzki 2011 NBA All-Star maçına çağrıldı ve bu onun 11. All-Star maçı oldu. Mavericks de normal sezonu 57 galibiyetle batı konferansını Los Angeles Lakers ve San Antonio Spurs'ün ardından 3. sırada tamamladı. Playoff'a 3. sıradan girmesine rağmen ilk tur karşılaşmasında Dallas Mavericks'in rakibi Portland Trail Blazers serinin favorisi olarak gösteriliyordu ve 4. maçta 23 sayı farktan kaybedilen maçtan sonra seri 2-2'ye geldi ve herkes Dallas'ın bir playoff hüsranı daha yaşayacağına dair düşüncelerini daha sesli söylemeye başladı. Ancak Dallas son 2 maçı kazanarak bir üst tura çıkmaya hak kazandı ve konferans yarı finalinde son şampiyon Lakers'ı 4-0'la süpürerek konferans finaline çıktı. Bu seri aynı zamanda efsane koç Phil Jackson'ın da koç olarak çıktığı son seri oldu. Mavericks konferans finalinde ligin genç ve yükselen takımı Oklahoma City Thunder'la karşılaştı. Kevin Durant ve Russell Westbrook'un sürüklediği Oklahoma'ya karşı ilk maçta Dirk Nowitzki 12/15 saha içi isabeti ve 24/24 serbest atış isabetiyle(NBA playoff tarihinde bir maçta en fazla kaçırmadan isabet bulunan rakam) 48 sayı atarak ilk maçı takımına kazandırdı. 4. maça 2-1 önde giren Dallas adına bu maçta 40 sayı atan Dirk Nowitzki son 5 dakikasına 99-84 girdikleri maçta takımına uzatmada biten maçta 112-105'lik galibiyeti getirdi ve Mavericks seride 3-1 öne geçti. Dallas beşinci maçta bir kez daha harika bir son çeyrek oynayarak 2011 NBA Finali'nde Miami Heat'in rakibi oldu. Dallas'ın 2. kez NBA Finalleri'nde karşılacağı Miami Heat sezon öncesinde kadrosuna LeBron James, Dwyane Wade ve Chris Bosh gibi süperstarları katmıştı. İlk maçta Mavericks 92-84'lük mağlubiyet alırken sol orta parmağında tendonu kopan Nowitzki, MR sonuçlarının negatif çıkmasına rağmen sakatlığın 2. maçta kendisini etkilemeyeceğine dair güvence verdi. İkinci maçta da dediğini yaptı ve 24 sayı 11 ribaundla double-double yaptığı maçta takımını 88-73 geri düşmelerine rağmen Chris Bosh'ın üzerinden son saniyede attığı sol turnikeyle 95-93'lük galibiyete taşıdı. Maçtan sonra Erik Spoelstra son hücumda Nowitzki'yi Udonis Haslem'ın savunmaması nedeniyle büyük eleştiri aldı. Nowitzki'nin skoru eşitleyecek son saniye şutunu kaçırdığı 3. maçta Heat seride 2-1 öne geçti. 4. maçta ise Nowitzki 38 derece ateşle çıktı ve bu durum maç içinde Nowitzki'ye yapılan tedaviler sonucu açığa çıktı. Yüksek ateşli oynamasına rağmen Nowitzki bu sefer Udonis Haslem'in üzerinden attığı son saniye turnikesiyle seride durumu 2-2'ye getirdi ve bu maç insanlara Michael Jordan'ın 1997 NBA Finaleri'nde Utah Jazz'a karşı oynadığı meşhur "Flu Game"ini hatırlattı. Dallas sonrasında oynanan son 2 karşılaşmayı da kazanarak NBA Şampiyonluğu'na kulüp tarihinde ilk kez ulaşırken Alman yıldız Dirk Nowitzki kariyerinin ilk şampiyonluğunu yaşadı. Final serisinde son çeyrek sayı ortalaması 10 olan Nowitzki 62 son çeyrek sayısı attı. Bu rakamın Dwyane Wade ve LeBron James'in son çeyrek sayı toplamlarına eşit olması bu 2 yıldızın büyük eleştirilere maruz kalmasına neden oldu. Nowitzki, finallerin En Değerli Oyuncusu(MVP) seçilirken 21 maç oynadığı playoff'u 27.7 sayı 8.1 ribaund ve 2.5 asist ortalamalarıyla tamamladı. Dallas, NBA şampiyonluğunu kutlarken NBA'de süresi dolan toplu iş sözleşmesinin bir türlü yenilenememesi üzerine lokavt ilan edildi ve 8 Aralık 2011 tarihinde lokavt sona erdi. Şampiyon Mavericks şampiyon kadrosundan DeShawn Stevenson, J.J. Barea, Peja Stojakovic, Caron Butler, Corey Brewer ve Tayson Chandler'ı kaybetti ve Vince Carter, Lamar Odom, Delonte West gibi veteranları kadroya dahil etti. İki hazırlık maçı oynayarak sezona başladı ve Nowitzki için kötü bir sezon başlangıcı oldu. İlerleyen dönemde Nowitzki NBA tarihinde 1.000 maç barajını aşan 98. oyuncu oldu. 25 Ocak 2012'de şampiyonluk yüzüğüne kavuşan Alman yıldız 23.335. sayısına ulaşarak Robert Parish'i geride bıraktı ve NBA tarihinin en çok sayı atan 20. oyuncusu oldu. Sonrasında 19. sıradaki Charles Barkley'i geride bıraktı ve 15 Nisan 2012'de Lakers karşısında 24.000 sayı barajını geçti. Nowitzki Boston Celtics oyuncusu Avery Bradley'e yaptığı blokla 1.000 blok barajını da geçti. NBA tarihinde 1.000 üçlük ve 1.000 blok barajını Clifford Robinson ve Rasheed Wallace'dan sonra aşan 3. oyuncu oldu. Nowitzki aynı yıl Orlando'da yapılacak olan 2012 NBA All-Star maçına çağrılarak 11. kez üst üste All-Star seçilmeyi başardı. 18 Nisan 2012'de Houston Rockets karşısında 31 sayı atarken bunun 21
'i dördüncü çeyrekte geldi ve bu rakam kulüp tarihinde bir çeyrekte en çok atılan 3. sayı oldu. Nowitzki 2011-12 sezonunun 45 maçında takımın en çok sayı atan oyuncusu oldu. 30 Mart'ta takımını Magic karşısında 15 sayılık farktan geri getirirken Hidayet Türkoğlu'nun üzerinden attığı basketle birlikte Nowitzki maçın son basketi olan 1.500 sayı barajını aştı ve kısaltılmış sezonu da 1.342 sayıyla tamamladı. Mavs 7. sıradan playoff'a girdi ve 2012 NBA Playoffları'na ilk turunda Oklahoma City Thunder'a 4 maçta süpürülerek playoff'a ilk turda veda etti. Deron Williams ve Steve Nash'i takıma getiremeyen Dallas Mavericks'te Jason Kidd, Jason Terry ve Brandon Haywood da başka takımlara gittiler yeni stratejisi doğrultusunda kısa süreli anlaşmalarla O.J. Mayo, Darren Collison gibi gençlerin yanında Chris Kaman ve Elton Brand gibi veteranlar takıma dahil edildi. Nowitzki, Almanya'da Alba Berlin'le oynanan hazırlık maçında sakatlanarak ameliyat 2012 Ekim'inde dizinden ameliyat olarak sezonun ilk 27 maçını kaçırdı. 23 Aralık 2012'de San Antoni Spurs karşılaşmasıyla geri dönen Nowitzki Ocak 2013'te takım arkadaşları O.J. Mayo, Elton Brand, Chris Kaman, Vince Carter ve sonradan takıma dahil olan Dahntay Jones ile birlikte %50 galibiyet barajına ulaşana kadar sakalları kesmeme kararı aldılar ve Nowitzki bu süre içinde sık sık "The Beard Bros" olarak belirtildi. 14 Nisan 2013'te oynanan New Orleans Hornets karşısında buldğu fade away basketle NBA tarihinde 25.000 sayı barajını aşan 17. oyuncu olmayı başaran Nowitzki aynı maçta takımının %50 galibiyet tüzdesine gelmesiyle birlikte maçın hemen ardından sakallarını kesti. Ancak Mavericks, sezon sonunda Nowitzki'nin ikinci sezonundan itibaren ilk kez playoff'lara katılamadı ve 12 yıllık playoff'a katılma serisi sona erdi. Sezonun başında Mavs bir sezon önce kısa süreli sözleşmelerle kadrosuna dahil ettiği O.J. Mayo, Chris Kaman, Elton Brand ve Darren Collison gibi oyuncularla Monta Ellis ve Devin Harris ile yapılacak kontratlar için salary cap'te boşluk açmak üzere yolları ayırdı. 12 Kasım 2013'te Nowitzki, Washington Wizards karşısında 19 sayı atarak NBA tarihinin en çok sayı atan oyuncusu sıralamasında 25,197 sayıya ulaştı ve Jerry West'i geride bıraktı. 20 Kasım 2013'te takımının Houston Rockets'ı 123-120 mağlup ettiği karşılaşmada ise 35 sayıyla atarak 25,298 sayıya ulaştı ve Reggie Miller'ı geride bıraktı. 23 Aralık 2013'te yine Houston Rockets'a karşı 111-104'lük galibiyetle tamamlanan maçta 31 sayı kaydetti ve 25,631 sayıya ulaşarak NBA tarihinin en çok sayı atan oyuncusu sıralamasında Alex English'i geride bıraktı. 29 Ocak 2014'te Nowitzki takımının Houston Rockets'a 115-117 mağlup olduğu karşılaşmada 35 dakika süre alarak 38 sayı 17 ribaund 3 asist yaptı ve bu maçta 26,000 sayı barajına ulaştı. 12 Mart 2014'te Utah Jazz karşısında Mavs 108-101 galip gelirken Nowitzki karşılaşmayı 31 sayıyla tamamlayarak kariyerinde toplam 26,426 sayıya ulaştı ve John Havlicek'in önüne geçti. 8 Nisan 2014'te kariyerinin 26,712. sayısına ulaşarak Oscar Robertson'ı geride bıraktı ve NBA tarihinin en çok sayı atan 10. oyuncusu oldu. Normal sezonun sonunda Nowitzki bir yıllık aranın ardından Mavericks'i tekrar playoff'a taşıdı. İlk turda San Antonio Spurs'le eşleşen Mavericks yedi maçın sonunda sezonu şampiyon olarak tamamlayan Spurs'e elendi. 15 Temmuz 2014'te Nowitzki, Mavericks'le üç yıllık 25 milyon dolar değerinde yeni bir kontrat imzaladı. Ayrıca şampiyon kadronun önemli oyuncularından olan Tyson Chandler, New York Knicks'te geçirdiği 3 yılın ardından Mavericks'e geri döndü. Aynı takasta Knicks'ten Raymond Felton da kadroya dahil oldu. Mavericks Chandler Parsons ve Jameer Nelson gibi oyuncularla kısa rotasyonunu güçlendirdi. Sonrasında Minnesota Timberwolves'ın serbest bıraktığı ve Mavericks'in şampiyon kadrosunda bulunan J.J. Barea ile anlaşmaya varıldı. 11 Kasım 2014'te Nowitzki, takımının Sacramento Kings karşısında 24 sayı geriden gelerek kazandığı karşılaşmayı 23 sayıyla tamamlayarak Hakeem Olajuwon'ı geride bıraktı ve NBA tarihinin Amerika Birleşik Devletleri sınırlarının dışında doğan en skorer oyuncusu oldu. Olajuwon'ı üçlük çizgisinde yakın bir noktadan kaydettiği isabetle geride bırakan Nowitzki 26,953. kariyer sayısına ulaşarak NBA tarihinin en çok sayı atan oyuncuları sıralamasında 9. sıraya yükseldi. Altı gün sonra Nowitzki Michael Jordan, Karl Malone ve Kobe Bryant'tan sonra NBA tarihinde aynı takımla 27,000 sayı barajını aşan dördüncü oyuncu oldu. 26 Aralık tarihinde Los Angeles Lakers ile oynanan maçta Nowitzki Elvin Hayes'ı geçerek NBA tarihinin en çok sayı atan sekizinci oyuncusu oldu. 5 Ocak 2015'te ise Brooklyn Nets karşısında 96-88'lik skorla kazanılan maçta Moses Malone'u geride bırakarak NBA tarihinin en çok sayı atan yedinci oyuncusu oldu. Dirk Nowitzki 1997 yılından itibaren Almanya millî takımına oynamaktadır. Almanya formasıyla ilk maçını 1999 Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda oynamış ve henüz 21 yaşında olmasına rağmen takımın ana skoreri olmuştur ancak Almanya turnuvayı 7. sırada bitirmiş ve 2000 Olimpiyat oyunlarına katılma hakkını elde edememiştir. 2001 Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda ise Nowitzki 28.7 sayı ortalamasıyla turnuvanın en skorer oyuncusu olmayı başarmış ancak MVP ödülünü şampiyon Sırbistan oyuncusu Peja Stojakovic'e kaptırmıştır. Almanya turnuvada yarı finale çıkmayı başarmış ve yarı finalde Hidayet Türkoğlu'nun son saniye basketiyle Türkiye'ye uzatmada kaybederek turnuvadan elendi. Sonrasında 3.'lük karşılaşmasında İspanya'ya 99-90 mağlup oldu ve Almanya bu turnuvada madalya kazanamadı. Nowitzki turnuvayı 28.7 sayı 9.1 ribaund ortalamalarıyla tamamlayarak her iki istatistikte de turnuvanın lideri oldu ve en iyi beşe seçildi. Almanya basketbol takımı turnuva boyunca 3.7 milyon kişi tarafından televizyondan izlendi ve bu da Almanya basketbol rekoru oldu. Nowitzki millî takımla ilk madalyayı 2002 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası'nda aldı. Almanya bu turnuvayı 3. tamamlayarak bronz madalya aldı. Çeyrek final maçında Pau Gasol liderliğindeki İspanya 52-46'lık üstünlüğü yakalamasına karşın Nowitzki son çeyrekte 10 sayı atarak maçı 70-62'yle Almanya'ya kazandırdı. Yarı finalde Manu Ginóbili liderliğindeki Arjantin karşısında 74-69'luk skoru yakalamasına karşın maçı 86-80 kaybeden Almanya final şansını bir kez daha kaçırdı. Ancak üçüncülük karşısında Almanya, Yeni Zelenda'yı 117-94 mağlup ederek bronz madalyayı kazanmıştır. Nowitzki turnuvayı 24 sayı ortalamasıyla tamamlayarak MVP seçilmiştir. Almanya millî takımı bu turnuvada 4 milyon televizyon seyircisi tarafından takip edilerek rekoru geliştirmiştir. 2003 Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda Nowitzki ve Almanya kadrosu büyük bir hayal kırıklığı yaşadı. Hazırlık maçında Nowitzki, Mickaël Piétrus'un kardeşi olan Florent Pietrus tarafından ayağından sakatlanarak turnuvada istikrarsız bir performans sergilemiş ve devamlı olarak sert faullerin hedefi haline gelmiştir. İtalya'ya karşı oynanılan kritik ikinci tur karşılaşmasında Almanya karşılaşmada 86-84 mağlup ayrıldıktan sonra turnuvayı da 9. bitirdi ve 2004 Atina Olimpiyatları elemelerine katılma hakkı kazanamamıştır. Nowitzki turnuvayı 22.5 sayı ortalamayla tamamlayarak bu kategoride 3. sırayı almış ve sakatlık nedeniyle turnuva boyunca konsantrasyon sorunu yaşayarak etkili bir oyun oynayamamıştır. 2005 Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda Nowitzki daha güçlü bir dönüş yaparak Almanya'yı finale kadar taşımayı başarmıştır ve bu yolda çeyrek finalde şampiyonluk adayı Slovenya'yı çeyrek finalde, yarı finalde İspanya'yı elemiştir. Nowitzki performansı nedeniyle büyük takdir toplamıştır. Nowitzki 76-62 kazandıkları Slovenya maçının ardından şöyle konuşmuştur:"Slovenler bizi küçümsediler. Bizim, istedikleri takım olduğumuzu söylediler ve bu yanlıştı, bunu çeyrek finalde yapmamanız gerekir." 74-73 kazanılan İspanya karşılaşmasında Nowitzki 27 sayıyla maçın en skorer ismi olmuştur ve takımı 1 sayı farkla gerideyken birkaç saniye kala galibiyeti getiren basketi atmıştır. Jorge Garbajosa'nın üzerinden penetre yapan Nowitzki, baseline'dan bulduğu bir şutla 3.9 saniye kala Almanya'ya galibiyeti getiren basketi atmıştır ve maç sonrası şunu söylemiştir "Tarifsiz bir andı. Garbajosa beni baseline'a doğru itiyordu ve ben oradan basketi buldum." Finalin Yunanistan'a 78-62 kaybedilmesine rağmen Nowitzki 26.7 sayı ortalamasıyla turnuvanın en fazla sayı atan oyuncusu olmuş, 10.8 ribaund ortalamasıyla Andrei Kirilenko'nun ardından bu alanda ikinci 1.8 blok ortalamasıyla da turnuvada bu kategoride 2. olmuştur. Bu performansı sonucu Nowitzki turnuvanın "En Değerli Oyuncusu" seçilmiştir. Nowitzki final maçının ardından maçı izleyen seyirciler tarafından büyük bir moral alkışı almış ve o anı "kariyerimin en iyi anlarımdan biri" olarak tanımlamıştır. Ardından 2006 Dünya Basketbol Şampiyonası'nda Nowitztki'li Almanya turnuvayı 8. sırada bitirmiş Nowitzki de turnuva hakında "Büyük bir şans. Ancak genel olarak dünyada 8. sırada bitirmek kötü değil." demiştir. İlk 3 takımının Olimpiyat elemelerine katılmaya hak kazanacağı 2007 Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda Nowitzki, Almanya'yı 5. sıraya taşımış ve 24 sayı ortalamasıyla da turnuvanın en skorer oyuncusu olmuştur. Beşinci sırayı almak Almanya için Olimpiyat yolunda eleme maçları oynayamam anlamına geliyordu. Ancak Almanya'nın 2008 Pekin Olimpiyat Oyunları Elemelerine katılmasına izin verilmiş Nowitzki de Olimpiyat yolunda oynanan son maçta Porto Riko'ya karşı attığı 32 sayıyla Almanya'yı 96-82'lik galibiyete taşımış ve Almanya 1992 Barcelona Olimpiyatları'ndan sonra ilk kez Olimpiyatlara katılma hakkı kazanmıştır. Nowitzki 2012 Pekin Olimpiyatları açılış seremonisinde Almanya'nın bayrağını taşıyan sporcu olmuştur. Almanya'nın 10. sırada bitirdiği Olimpiyatlarda Nowitzki 17 sayı 7.6 ribaund ortalamalarıyla turnuvayı tamamlamıştır. 2009 Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda oynamama kararı alan Nowitzki 2010 yılında 2010 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası'nda da oynamayacağını açıkladı. 2011 yazında Chris Kaman'la birlikte 2011 Avr
upa Basketbol Şampiyonası'nda oynayan Nowitzki, Almanya'nın 9. sırada tamamlamasıyla genç basketbolcuların Olimpiyata katılması için katıldığını söylediği millî takımda bu isteğini gerçekleştirememiştir. 24 Ocak 2016 günü millî takım kariyerini sonlandırdığını açıklamıştır. Nowitzki'nin kız kardeşi Silke Nowitzki, kardeşini kendisinden emin ama "alçak gönüllü bir karakter" olarak tanımlar ve para ve şöhrete değer vermediğini söyler. Nowitzki kitap okumak ve saksafon çalmaktan hoşlanır. Dirk Nowitzki, Almanya'daki kulübü DJK Würzburg'un kadın basketbol takımında oynayan Sybille Gere ile 1992'de birlikte olmaya başladı ve bu ilişki 10 yıl sürdü. Nowitzki bu ayrılığı "Sonunda, ayrı yollarda yürüdüğümüzü fark ettik.Daha fazla gitmiyordu ancak hâla iyi arkadaşız. Tabii ki bir aile kurmak ve çocuk sahibi olmak istiyorum ancak bunun 30 yaşına girmeden önce olduğunu hayal edemiyorum." 2010'da Nowitzki Jessica Olsson'la tanıştı ve babası İsveçli annesi Kenyalı olan Olsson'la çıkmaya başladı.Ollson'ın erkek kardeşleri Martin Olsson ve Marcus Olsson futbolcudur. Nowitzki-Olsson çifti 20 Temmuz 2012'de Nowitzki'nin Dallas'taki evinde evlendiler. Nowitzki ABD vatandaşına geçmeyi düşünmesine karşın Alman vatandaşı olarak kaldı. Nowitzki en iyi arkadaşının mentörü ve şut hocası olan Holger Geschwindner olduğunu söyler. Ayrıca bir diğer NBA yıldızı ve eski takım arkadaşı Steve Nash ile de oldukça yakın arkadaşlardır. Nash, Nowitzki'yle olan dostluğunu şöyle özetledi "İkimiz de yeni bir kulübe katılıyor ve yeni bir şehirde yaşamaya başlıyorduk. İkimiz de yalnız ve yabancıydık. Bu, aramızda bir bağ oluşturdu. O, hayatı benim için kolaylaştırdı ve ben de onun için... Bizim dostluğumuz uçuk bir dünyada çok sağlamdı." Nowitzki ise şöyle ekledi "Eğer bir süpermarkette tanışsaydık yine iyi bir arkadaş olurdu." Alman spor gazetecileri Dino Reisner ve Holger Sauer tarafından Nowitzki'nin kariyerini anlatan adlı kitap 2004'te CoPress Munich tarafından yayınlandı. 160 sayfalık kitap Nowitzki'nin Würzburg yıllarından başlayıp NBA'e gidişi, yükselişi ve 2004-05 NBA sezonunun tamamlanışına kadar gelişen olayları kapsıyor. 2011'in Kasım ayında Würzburg'un yerel gazetesi Main-Post tarafından spor gazetecileri Jürgen Höpfi ve Fabian Frühwirth tarafından kaleme alınan Einfach Er – Dirk Nowitzki – Aus Würzburg an die Weltspitze, (Sadece O -Dirk Nowitzki- Würzburg'dan dünyanın zirvesine) adlı 216 sayfalık kitap yayınlandı. Nowitzki'nin kariyerini anlatan bu kitapta röportajlara ve fotoğraflara da yer verildi. 2011 NBA Finali'ne ağırlık veren bu kitapta Nowitzki'nin, memleketi Würzburg'la olan ilişkisi ve kariyerinin başlangıcı eski antrenörleri, aile fertleri ve arkadaşlarının görüşleri ışığında ele alındı. Nowitzki'nin kariyerinin (Nowitzki: Kusursuz Şut) adlı belgeseli çekildi. Belirli sayıda sinemada gösterime giren ve internet üzerinden yayınlanan belgeselin yönetmenliğini Sebastian Dehnhardt üslendi. Belgesel 2 yılı aşkın sürede çekildi. İçinde Nowitzki'nin geçmiş ve şimdiki takım arkadaşlarının, antrenörlerinin ve akıl hocası Holger Geschwindner'in röportajlarını içeren belgesel 7 Eylül 2014 tarihinde yayınlandı. Talk (yazılım) Talk, Unix işletim sistemlerinde başka bir kullanıcıyla konsol ve benzeri programla sohbetleşmeye yarayan paket programdır. talk user [ttyname] NBA All-Star NBA All Star Organizasyonu, her yıl Şubat ayında NBA normal sezonun ara vermesi ve Doğu ile Batı takımlarının karmasının maçını da içeren gösterilere verilen isimdir. Her yıl önceden belirlenen bir şehirde yapılan All Star maçında NBA'in en üst düzey oyuncularının aynı anda sahada olması sebebiyle yoğun ilgi çeker. Bu maçta oynayacak oyuncuların ilk 5 seçimi son senelerde İnternet yoluyla yapılmaktadır. En yüksek oyu alan oyuncular kendi konferanslarının ilk beşinde sahaya çıkar. Diğer 14 All-Star oyuncu takımların koçları tarafından seçilir. Bu maçta en iyi performansı gösteren (ve genellikle kazanan takımda oynayan) oyuncu En Değerli Oyuncu (MVP) ödülünü alır. All-star haftası içinde All-star maçı hariç pek çok ilgi çekici aktivite bulunur. Bunların başında çaylaklar takımı "(rookie)" ile ligde 2. sezonu geçiren oyuncuların "(sophomore)" karmasının maçı, ligin en iyi dış atış yüzdesine sahip oyuncuların katıldığı 3 sayı yarışması, yetenek yarışması ve smaç yarışması yer alır. 2007 Yılı All-Star'larında Mehmet Okur, Utah'tan takım arkadaşı Carlos Boozer'ın sakatlığı sebebiyle kadroya çağrılmıştır. Bu başarıya ulaşan ilk Türk, 10. Utah'lı oyuncudur. İlk olarak 2 Mart 1951'de Boston'da yapılan All-star maçında doğu takımı kazanmıştır. Genelde ise Doğu takımının 33-21 üstünlüğü vardır.2010 yılında yapılan All-Star maçı herhangi bir basketbol maçında en fazla seyirci tarafından izlenen basketbol maçı olmuştur. Bu rakam 108.713'tür. 2018 yılında format değişmiştir. * O yıl NBA takımı olmayan şehri simgeler. # Bir NFL stadyumunda oynanmış NBA All-Star Maçını simgeler. Memphis, Portland, Sacramento ve Oklahoma City NBA takımı olan ama bir NBA All-Star Maçı'na evsahipliği yapmayan şehirlerdir. Jason Kidd Jason Frederick Kidd (23 Mart 1973, Oakland, Kaliforniya). NBA takımlarından Milwaukee Bucks'ın koçudur. NBA kariyerini 2013'te noktalayan Kidd, coach deneyimini ilk kez Brooklyn Nets'in başına geçerek yaşamıştır. Basketbolculuk hayatında, oyun kurucu pozisyonunda oynamıştır. Boyu 1.93m (6'4"). NBA tarihinde bir maçta üç farklı kategoride iki haneli rakamlara ulaşma (triple-double) sıralamasında 15 Nisan 2009 tarihiyle 3. sırada yer bulmuştur, toplam 101. Ayrıca NBA asist tarihinde ise 15 Nisan 2009 tarihiyle 3. sıradadır. Top çalma ve asist yeteneğiyle savunma ve hücumda öne çıkar. Ayrıca topu potadan veya rakipten kapıp takımı hızla hücuma çıkarması da çok önemli bir yönüdür. Kaliforniya Üniversitesi`nde 2 yıl bulunan Kidd, 1994`de NBA Seçmeleri`ne katıldı. 1. seçilen Glenn Robinson`ın ardından Dallas Mavericks tarafından 2. sırada seçildi. 7.7 asist ve 11.9 sayı ortalamaları ile 1994-95 sezonu "En İyi Çaylak" ödülünü Grant Hill ile paylaştı. Dallas`ın "3 J"`sinden biriydi, Jamal Mashburn ve Jim Jackson ile takımı gelecek yıllarda ilerilere taşıyacakları düşünülse de bir anda 3`ü birden kendilerini farklı takımlarda buldular. 1996-97 sezonunda Michael Finley, Sam Cassell ve A.C. Green karşılığında Tony Dumas ve Loren Meyer ile Phoenix Suns`a takas oldu. Phoenix`de 1998-99 sezonunda 10.8 asist, 1999-2000 sezonunda ise 10.1 asist gibi yüksek ortalamalarla oynadı. 2001`in başında ise Stephon Marbury ile takas sonucu New Jersey Nets`e geçti. Takımı 2002 ve 2003 finallerine taşıyan Jason Kidd 2001-02 sezonu en değerli oyuncu ödülünde Tim Duncan`ın ardından ikinci oldu. 1999, 2000, 2001, 2003, 2004 sezonlarında asist kralı oldu. 1996, 1998, 2000, 2001, 2002, 2003, ve 2004 sezonlarında da All-Star takımına seçildi (7 defa). 2005 ve 2006 yıllarında seçilmemesinin nedeni ise maçlardaki oyun kalitesini gözle gorünür bir biçimde düşürmesiydi. 19 Şubat 2008 tarihinde Malik Allen ve Antoine Wright ile birlikte Devin Harris,DeSagana Diop,Maurice Ager,Trenton Hassell,Keith Van Horn,3 milyon dolar nakit para ve 2008-2010NBA Draftında ikinci tur seçim hakları karşılığında Dallas Maverickse takas olmuştur.2008-2009 sezonunda dallas forması ile magic johnsonı geride bırakarak nba tarihinin en çok asist yapan 3. oyuncusu olmuştur.1.sırada ise 15.000 asistle john Stockton vardır. Üstün Dökmen Üstün Dökmen, (d. 1954, İstanbul). Türk akademisyen, psikolog, yazar ve televizyon programcısı. Hâlen Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi'nde profesördür. 1971 yılında Ankara'da Cumhuriyet Lisesi'ni, daha sonra Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nü bitirdi. 1986 yılında doktorasını Psikolojik Danışma ve Rehberlik alanında bitirdi. 1988'de doçentlik, 1995'de profesörlük derecesini aldı. Sosyal bilimlere ilgi duyuyordu, ancak öncelikle Hacettepe Üniversitesi Fizik Bölümü'ne kaydoldu. Üçüncü sınıfa gelince fiziğin kişiliğine uygun olmadığını fark etti. Yeniden üniversite sınavlarına girerek Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü'ne geçti. Bu bölümden mezun oldu ve aynı bölümde Uygulamalı Psikoloji (Klinik Psikoloji) alanında master yaptı. Psikolojik danışma ve rehberlik alanında 1986 yılında doktora, 1988 yılında doçentlik, 1995’te ise profesörlük derecesi aldı. Hâlen Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nde öğretim üyesidir. Bir dönem TRT'de "Küçük Şeyler" adlı bir programı hazırlıyıp sundu. Dökmen’in çeşitli bilimsel dergilerde yayımlanan makalelerinin yanı sıra dört bilimsel, bir de şiir kitabı vardır. Bu kitaplar sırasıyla; “Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi: Kuruluşu, Gelişmesi, Çalışmaları” , “Okuma Becerisi İlgisi ve Alışkanlığı Üzerine Psiko-Sosyal Bir Araştırma” , “İletişim Çatışmaları ve Empati” , “Sosyometri ve Psikodrama” adlarını taşımaktadır. Şiir kitabının adı “Selam” dır. Meslektaşı Prof. Dr. Zehra Yaşın Dökmen’le evlidir; iki kızı bulunmaktadır. İhtira İhtira (Arapça: ; "ihtirā") ""Yeni bir şey bulma, türetme, vücuda getirme, getirilme"" manalarına gelen sözcük. Edebî bir terimdir. Edebiyatta daha önce hiçbir şair veya yazarın kullanmadığı (yeni) sözcük, deyim ve üslupları tanımlar. Yaratılış kalıpları Yaratılış kalıpları nesne yönelimli programlamada nesne yaratımı ile ilgili olan tasarım kalıplarıdır. Örnekler: İkili arama algoritması İkili Arama, sıralı bir dizide, belirli değerin bulunmasına yönelik bir algoritmadır. Bu teknikteki her bir adımda, aranan değerin, dizinin orta değerine eşit olup olmadığı kontrol edilir. Eşit olmaması durumunda aranan değerin orta değer tarafından ikiye ayrılan kısımlardan hangisinde olduğu kontrol edilir, aranan değeri içeren kısım bir sonraki adımda arama yapılacak dizi olur ve bu sayede arama yapılan listedeki eleman sayısı her adımda yarıya indirilmiş olur. Bu algoritma ile N elemanlı bir dizide en fazla formula_1 karşılaştırma yaparak aranan değerin yerini bulmak mümkündür. int dizi[7] = {1, 3, 4, 7, 10, 12, 15}; Triyole Triyole, on mısralı
bir nazım şeklidir. Önce iki mısralı kısım, sonra dörder mısralı iki kısım gelir. Birinci kısmın ilk mısrası birinci dörtlüğün sonunda, yine birinci kısmın ikinci mısrası ikinci dörtlüğün sonunda tekrarlanır. Dört mısralı kısımlarda, eklenen mısraların ilk üç mısra ile anlam bütünlüğü sağlaması gerekir. Edebiyatımızda çok fazla kullanılmamıştır. Triyolede iki tür uyak bulunur. Baştaki iki dize kendi arasında uyaksız olmakla birlikte, sonunda yinelendikleri dörtlüklerin uyaklarını bu iki dize oluşturur. Son dizesi duygu yönünden şiirin en güçlü dizesidir. Kafiye şeması şöyledir: Ab aaaa bbbb. Nizâm-ı Cedîd Nizam-ı Cedid, (Yeni Düzen) anlamını taşıyan, Osmanlı Devleti'nin askerin ıslah ve yenileştirilmesine karşılık gelir ve bu amaçla oluşturulan askeri birliklere aynı isim kullanılarak Nizam-ı Cedid Ordusu denmektedir. III. Selim'den önce Nizam-ı Cedid kavramının kullanıldığı görülmektedir. 1689-1691 yılları arasında sadrazamlık yapan Köprülü Fazıl Mustafa Paşa döneminde, Hıristiyanların, Musevi ve Kıptilerin cizyelerinin tek elden toplanması, Cizye Kalemi'ne kayıt ve tescil edilerek, hem tahsilatın emektar ve mutemet cizyedarlar tarafından icrası, hem de devlete fazla irad temini için yapılan yeniliğe Nizam-ı Cedid Tertibi denmiştir. Nizam-ı Cedid'i iki anlamda inceleyebiliriz III. Selim, Ziştovi ve Yaş Antlaşmaları'ndan sonra, pek çok ıslahat yapmaya karar vermişti. İşe başlamadan önce, devlet adamlarının bu konudaki fikirlerini öğrenmek istedi. Böylece hem onların devlete ait düşüncelerini ve askeri ıslahat hakkındaki görüşlerini öğrenmek imkânı bulacak, hem de istihdam edeceği ekibin bilgi derecesini ve kabiliyetini öğrenip, onları faydalı olabilecekleri sahalarda çalıştıracaktı. 1717 yılında İstanbul'a gelen Fransız subayı De Rochefort'un, sadaret kayslahat projesinin tercümesinde, yapılacak askeri yeniliğe Nizam-ı Cedid denmiştir. Eski usul ve teşkilatı ifade eden Nizam-ı Kadim'e mukabil,ileri bir düzen kurma faaliyetini ifade için kullanılan Nizam-ı Cedid tabiri ise III. Selim zamanında yaygınlaşmıştır. III. Selim'in 1791 Ziştovi ve 1792 Yaş antlaşmalarıyla Avusturya ve Rusya ile harbe son verdikten sonra, devleti düştüğü zorluktan kurtarmak için yapmayı kararlaştırdığı harekat da Nizam-ı Cedid anlamıyla anılır. Layiha veren devlet adamlarını, ayrıldıkları gruplara göre şöyle isimlendirebiliriz: Nizam-ı Cedid programı sonucu Nizam-ı Cedid Ordusu kurulmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı, 3 Mart 1924 tarihinde "Şer'iye ve Evkaf Vekâleti" 'nin yerine kurulan, İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevli kurumdur. Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle 429 sayılı kanunla Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığına bağlı bir teşkilat olarak kurulmuştur. Anayasanın 136. maddesinde; "Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir" hükmü yer almaktadır. Örgütte Din Şurası, Merkez Disiplin Kurulu, Teftiş Kurulu, Hukuk Müşavirliği, Din İşleri Yüksek Kurulu, Dini Görevler ve Din Görevlilerini Olgunlaştırma Müdürlüğü, il ve ilçe Müftülükleri, bucak ve köy İmamlıkları, Vaizlikler, Cami görevlileri. Giuseppe Verdi Giuseppe Verdi (10 Ekim 1813, La Roncole, İtalya – 27 Ocak 1901, Milano, İtalya), 19. yüzyıl İtalyan operası ekolünden gelen en ünlü İtalyan besteci. Tüm dünyada eserleri en çok sahnelenen opera bestecilerinden birisidir. Hancılık yapan yoksul bir ailenin ikinci çocuğu olarak 10 Ekim 1813'te, Kuzey İtalya’daki La Roncole Köyü'nde, günümüzde müze olarak kullanılan evde doğdu. Kilise orgcusundan ilk müzik derslerini aldı. Geçmişinde hiç müzisyen olmayan ailesi, oğullarının müzik eğitimi için büyük çaba harcadı, ona eski bir piyano aldıkları gibi yakındaki Busetto kasabasına göndererek oradaki sanatsal ortamdan yararlanmasını da sağladılar. Busetto’da aile dostu bir tüccar olan Antonio Barezzi’nin evinde kalarak Latince ve müzik dersleri alan Verdi, İtalya’da Busettolu Kuğu olarak da bilinir. Milano Konservatuvarı’na girmek isteyen Verdi, piyano tekniği zayıf olduğu için konservatuvar sınavlarını kazanamadı; ancak La Scala Tiyatrosu’nun şefi Vincente Lavigna'dan 2 yıl boyunca özel ders alma fırsatı buldu. Masraflarını Barezzi’nin karşıladığı bu özel dersler sayesinde opera müziği hakkında bilgisini arttırdı. Verdi, Busetto’ya döndüğünde şehir orkestrasının şefliğini yürütmeye başladı; Barezzi’nin kızı ile evlendi, art arda bir kızı, bir oğlu oldu. 1838’de ilk bestesi yayınlandı, orkestra şefliği görevinden ayrılarak Milano’ya yerleşti; Avrupa’nın önde gelen müzik editörlerinden Giovanni Ricordi, eserlerinin telif haklarını satın aldı ve bu iş ilişkisi ölümüne kadar sürdü. 1838’de yazdığı Oberto adlı ilk operası Milano'da dönemin ünlü sanatçıları tarafından başarıyla temsil edildi. Aynı yıl iki çocuğunu ve karısını 2 ay gibi kısa bir sürede hastalıklar nedeniyle ardı ardına yitiren Verdi; yaptığı bir sözleşme gereği bir komik opera bestelemek zorunda olduğundan ilk komik operası Bir Günlük Kral'ı yazdı. Bu eser, La Scala’da başarısız olunca yaşadığı ruhsal bunalım üzerine Busetto’dan ayrılarak Milano’ya yerleşti ve artık beste yapmamaya karar verdi. İtalyan besteci ve liberetto yazarı Temistocle Solera’nın yazdığı liberettoyu okuyunca fikrini değiştirdi. Yahudilerin Babil’den sürgün edilmelerini konu alan Nabucco adlı eseri bestelemeyi 1841’de tamamladı. Nabucco, Verdi’ye ilk büyük başarısını getirdi. Nabucco operasının La Scala’da sahnelendiği 1842 yılında Abigaille rolündeki soprano Giuseppina Strepponi ile tanışan Verdi, 55 yıl süren yeni bir işbirlikliğine başladı. Ancak 1859’da evlenebildiği Giuseppina ile geçirdiği yılları onun en verimli dönemi oldu. Evlilikleri, eşinin 1897'de ölümüne kadar sürdü. Nabucco’dan sonra peşpeşe Lombardi (Lombardlar), Ernani, I due Foscari operalarını yazan Verdi büyük üne kavuştu. Nabucco ve "Lombardi"’nin koro bölümleri sokaktaki halkın ve İtalyan vatanseverlerin dilinden düşmüyordu. "Ernani" operası, ise ona İtalya dışında da ün kazandırdı. Ernani, Victor Hugo'nun Hernani oyunundan operaya aktarılmıştı. Opera eserlerinin müzikal yönüne ağırlık veren, dramatik yönünü pek önemsemeyen İtalyan opera geleneğine bir yenilik getirerek, oyunun dramatik yönüne ağırlık verdiği bu eserin başarısı üzerine ardı ardına opera siparişleri almaya başladı. "I due Foscari" eserinde ise ilk defa karakterleri temsil eden ve duyulduklarında onları hatırlatan temalar kullanmaya başladı. Bir anlaşmazlık nedeniyle artık operalarını Milano’da sahnelemekten vazgeçince Alzira, Atilla, Macbeth diğer İtalyan şehirlerinde; "I Masnadieri" Londra’da sahnelendi. Konusu Voltaire'in aynı adlı eserinden alınan Alzira operası, Verdi’nin bile hiç sevmediği “gerçekten korkunç” olarak nitelediği tek operası olarak ün yapmıştır. Atilla Operası, Verdi’nin Solera ile yaptığı işbirliğinin son ürünüdür ve çok başarılı bir operadır. Macbeth operasının liberettosunu Shakespeare hayranı olan Verdi düzyazı olarak kendisi yazmış ve şiire dönüştürülmesini Piave’den istemişti. Başrolü bir tenora değil, baritona vermek; kötü karakterli kişileri eserin kahramanı yapmak; eserde tek bir aşk öyküsünü değil, yükselme hırsı, vicdan huzursuzluğu gibi konuları işlemek bu eserde getirdiği yeniliklerdir. 1848'de, Milano’un Avusturyalılar tarafından fethedilmesi üzerine Verdi Il Corsaro (Korsan), La Battaglia di Legnano (Legnano Savaşı), ve Luisa Miller operalarını yazdı. "Il Corsaro", bir borcunu ödemek üzere alelacele yazdığı kötü bir eserdi. "La Battaglia di Legnano", milliyetçi cümleler ve sahnelerle dolu bir eserdir. Luisa Miller'in konusu Friedrich Schiller'in Hile ve Aşk adlı eserinden alınmıştır. İlk defa soyluları değil, halktan insanların canlandırıldığı bu opera eserde orkestra yalnızca esere eşlik eden bir araç olmaktan çıkmış, güçlü bir anlatım aracı haline gelmişti. Bu eser, birkaç yıl sonra bestelenecek La Travaiata ile birlikte gerçekçilik akımının öncüsü oldu. 1851’de Verdi'nin “en iyi eserim” dediği Rigoletto Venedik'te, 1853'de, Il Trovatore Roma'da büyük başarı kazandı. "Rigoletto", konusunu Victor Hugo'nun Kral Eğleniyor adlı eserinden almıştı. "Il Trovatore", konusu karışık ve anlaşılması güç bir operadır. Şarkıcıların doğal ses olanaklarına göre beste yaratmak yerine, onları seslerini geliştirmeye yöneltecek nitelikte bir eserdir. Aynı yıl (1853) en popüler eseri olan La Traviata Venedik'te sahnelendi. İlk sahnelenişi fiyasko ile sonuçlansa da zamanla en sevilen operalardan birisi oldu. Verdi'nin Alexandre Dumas'nın Kamelyalı Kadın romanından esinlenerek yazdığı "La Traviata", edebiyata dayalı operanın en tanınmış örneklerindendir; Carmen ile birlikte gerçekçilik okulunun öncülerinden birisidir. Bu dönemde bestelediği diğer ünlü operaları şunlardır: "Sicilya Vesperler Gecesi Katliamı" (I Vespri siciliani), Aroldo, Simon Boccanegra, ve Maskeli Balo (Un Ballo in Maschera). Verdi, 1859'da Parma Meclisi’ne Busetto temsilcisi olarak girdi. 1861’de ise İtalyan Parlamentosu’na seçildi. Parlamenter olarak yaptığı ilk katkı, İtalya’nın müzikal kurumlarının koordine edilmesi ve devletle olan ilişkilerinin saptanması konusunda önerilerdi. 1865’de parlamentodan çekildi. 1862'de Kaderin gücü (La Forza del Destino) operasını Sankt-Peterburg'da sahneledi. 5 yıl opera yazmaya ara verdikten sonra, 1867'de Don Carlos operasını yazdı. Mısır Hidiv'inin siparişi üzerine bestelediği Aida operası Kahire'deki İtalyan Opera binasının açılışında sahnelendi. Aida, Mısır ile Habeşistan arasında yüzyıllar boyunca sürüp giden çatışmalardan M.Ö. 10. yüzyılda yer alanı sırasında geçen olaylar üzerine kurulmuş bir aşk, baba sevgisi ve vatan sevgisi arasındaki bocalamayı işliyordu. Avrupa prömiyeri 1872'de La Scala'da gerçekleşti. O kadar beğenildi ki besteci tam 32 kez sahneye çağrıldı. Eser, Verdi’nin en gü
zel operası olarak kabul edildi. 15 yıl opera yazmayan Verdi, herkesin besteciliğe veda ettiğini düşündüğü sırada, 1887'de Otello operası ile müzikseverlerin karşısına çıktı. Otello, Verdi'nin ses ve orkestra arasındaki dengeyi bulduğu en olgun eseridir. İtalyan operasının bir "aryalar dizisi" olmaktan kurtulmasını sağlayan eserdir. 6 yıl sonra, 77 yaşındayken 1893'te ikinci komik operası ve son eseri olan Falstaff'ı besteledi ve büyük başarı kazandı. Eserin ilk gösterimi Roma'da gerçekleşti; Verdi'ye Roma şehrinin onur hemşehrisi unvanı verildi. Falsaff'ı besteledikten sonra yalnızlığa çekilerek 11 yılını herkesten uzakta geçirdi. 1895'de yaşlı müzisyenler için bir barınak olarak tasarladığı Casa di Riposo'yu inşa ettirmeye başladı; yapı 1899'da tamamlandı. 21 Ocak 1901'da Milano’da hayatını kaybetti. Verdi, vasiyetinde sadece 20 kişinin ve küçük bir askeri birliğin katıldığı sessiz ve müziksiz bir cenaze töreni istemişti. İsteğine uygun bir cenaze töreni yapıldı; ancak bir ay sonra eşi Giuseppina’nın ve kendisinin tabutları Milan’daki bir mezarlıkta bulunan geçici mekanlarından alınarak Casa di Riposo’ya büyük bir törenle nakledildi. İtalyan Kraliyet ailesi üyelerinin, milletvekillerinin, diplomatların da katıldığı bu törende binlerce kişi Nabucco operasındaki ünlü ilahiyi görülmemiş bir koro halinde söyledi. Verdi, eserleriyle tiyatroyu geniş halk kitlelerine tanıtmış bir sanatçıydı. Bu başarısının arkasında tiyatronun olanaklarını çok iyi bilmesi ve onun gereksinimlerini karşılayacak tarzda eserler vermesi yatar. Operalarına konu bulmada çok titiz davranmış ve halkın hoşlanacağı türden güncel konuları ele almıştır. La Travaita operasında ilk defa toplum psikolojisiyle ilgili güncel bir konuyu işleyerek opera tarihçilerine göre o güne kadar kimsenin cesaret edemediği bir uygulamanın öncüsü oldu. Verdi, bir yandan operaya İtalyan halk sanatının ezgilerini getirirken bir yandan da halkın sokaklarda söyleyebileceği yeni ezgiler yarattı. Bu nedenle eserleri hem sahnede, hem de sokaklarda söylenen bir sanatçı oldu ve müziği yeniden halkın hizmetine sunmayı başardı. Verdi, İtalyan milliyetçiliğinin de önemli isimlerinden biridir. Nabucco operasındaki Va Pensiero adlı ilahinin İtalyan millî marşı olması sıklıkla gündeme gelmiştir. Verdi'nin isminin Vittorio Emanuele Re D'Italia (İtalyan Kralı Vittorio Emanuele) ifadesinin ilk harflerinden oluşması da ilgi çekicidir. Milano Avusturya işgalinde olduğu ve Vittorio Emanuele İtalyan birliğini sağlamaya çalıştığı dönemde milliyetçiler, o sırada Verdi operalarının çok popüler olmasından da esinlenerek Viva Verdi (Çok Yaşa V.E.R.D.I.) ifadesini seferberlik için bir kod adı olarak kullanmışlardı. Böylece Verdi adı, İtalyan milliyetçiliği ile özdeşleşti. Ayrıca Verdi'nin dünyaca diğer operalardan en üstün olduğu yapıtı Don Carlos'tur. Malcolm X Malcolm X ( (d.19 Mayıs 1925; Omaha - ö. 21. Şubat 1965; New York), gerçek ismi Malcolm Little olan, müslüman olduktan sonra Arapça El-Hacc Mâlik el-Şahbâz () adını alan Müslüman siyasetçi ve insan hakları savunucusudur. Gelmiş geçmiş en etkili Siyahi Amerikalılar'dan biridir. Altı yaşındayken babası öldürüldü. On üç yaşına geldiğinde, annesi akıl hastanesine yerleştirildi ve kendisi koruyucu aileye verildi. Yaşamına bir süre bu şekilde devam etti. 1946 yılında (20 yaşındayken), hırsızlık ve hâneye tecavüz suçlarından hapishaneye girdi. Hapishanede, "İslam Ümmeti" () isimli siyahî harekete katıldı. 1952 yılında şartlı tahliye edildi. Tahliye edildikten sonra kısa zamanda hareketin liderlerinden biri hâline geldi. Bu hareketin en meşhur siması olduğu yaklaşık 12 yıl içinde, siyâhî üstünlüğüne inandığı İslam Milleti öğretileri doğrultusunda, siyah ile beyaz Amerikalılar'ın ayrılması gerektiğini savundu ve sivil haklar hareketinin ırksal bütünleşme vurgularına karşı alaycı tavırlar sergiledi. 1964 yılının mart ayında; Malcolm X, İslam Ümmeti (siyahi hareket) ve lideri Elijah Muhammed ile ilgili büyük bir hayal kırıklığına uğradı. En sonunda da hareketi ve öğretilerini reddetti. Devamında Sünni İslam ile tanıştı. Orta Doğu ve Afrika'da bulunduğu süre zarfından sonra Müslüman Camisi () isimli şirketi ve Afro-Amerikan Birliği Örgütü'nü kurmak için ABD'ye geri döndü. Daha sonra da Pan-Afrikanizm, siyahilerin kendi kaderini tayin edebilme ve kendi kendilerini savunma hakkı gibi konuların önemini vurgulayarak ırkçılığı reddederken, "Siyahi bir Müslüman olarak şu an özür dilememe sebep olan birçok şey yaptım. Bir hortlak gibiydim... belli bir yön işaret edildi ve yürümem söylendi." demiştir. İslam Ümmeti hareketini terkettikten sonra Şubat 1965'te, hareketin üç üyesi tarafından suikaste uğradı. Ölümünden kısa bir süre sonra da 20. yüzyılın en etkileyici kitaplarından biri olarak kabul edilen "Malcolm X Otobiyografisi" () isimli biyografisi yayınlandı. Malcolm Little, 19 Mayıs 1925'te Grenada doğumlu Earl Little ile Georgia doğumlu Louise Norton Little'ın yedi çocuğundan dördüncüsü olarak Omaha'da dünyaya geldi. Babası Earl Little, Pan-Afrikanizm taraftarıydı ve bulundukları çevrede "Universal Negro Improvement Association" hareketinin lideri konumundaki Marcus Garvey'e de hayran bir Baptist idi. Malcolm, daha sonra babasının üç kardeşinin beyazlar tarafından öldürüldüğünü söyledi. Ku Klux Klan'ın tehditlerinden —​Earl'ün katıldığı UNIA faaliyetleri, örgüt için "sorun" teşkil etmekteydi.– Earl ve ailesi 1926 yılında önce Milwaukee hemen sonra da Lansing'e taşındı. °Aile, burada da zenci düşmanı ırkçı örgüt "Siyah Lejyon" tarafından sık sık saldırılara maruz kaldı. Nihâyet 1929 yılında evleri yakıldı. (Earl'e göre sorumlu Siyah Lejyon'du) Malcolm 6 yaşındayken babası, resmi kayıtlara göre tramvay kazası sonucu hayatını kaybetti. Louise ise Earl'ün Siyah Lejyon tarafından öldürüldüğüne inanıyordu. Babasının ölümünden zenci düşmanı ırkçıların sorumlu olduğu söylentileri ve bu söylentilerin kulaktan kulağa dolaşması, daha çocuk yaştaki Malcolm üzerinde etkiler bıraktı. Yaşadığı ekonomik problemler sonrası, aylık 18 dolar ödeme yaptığı yaşam sigortası tarafından Louise Little' (o zamanın parasıyla 1,000 dolar) maaş bağlandı. Fakat daha sonra ödeme yapan şirket, Louise'in intihara teşebbüs ettiğini iddia ederek politikaları gereğince maaş ödemeyi reddetti. Kıt kanaat geçinen Louise ise bahçesinin bir kısmını kiraya verdi ve oğullarını avcılığa yönlendirdi. 1937 yılında, Louise bir adam ile flört etmeye başladı. Adam Louise'i hamileyken bırakıp kaçtı. 1938 yılının sonlarına doğru, sinir bozukluğu hastalığı tedavisi görmek üzere hastahaneye yatırıldı. Çocuklar, birbirlerinden ayrılarak koruyucu ailelere verildi. Malcolm ve kardeşleri annelerini tam 24 yıl sonra hastaneden taburcu edebildiler. Malcolm Little, orta okulda diğer öğrencilerden daha başarılıydı. O sıralarda en büyük arzusu avukat olmaktı fakat beyaz bir öğretmeninin "avukatlık bir zenci için hiç de gerçekçi bir hedef değil" demesi üzerine okulu bıraktı. Malcolm, daha sonra duygusunu, beyaz dünyada yeteneği ne olursa olsun kariyer hedefleyen bir siyahi için yer yok diyerek ifade etti. 14 yaşından 21 yaşına kadar üvey kız kardeşi Ella Little-Collins ile birlikte Roxbury (çoğunluğu siyahi insanlardan oluşan Boston'daki bir semt) semtinde yaşayan Malcolm, bu dönemde birçok farklı işte çalıştı. Flint'te bulunduğu kısa bir süreden sonra 1943 yılında Harlem'e gitti. Burada, uyuşturucu, kumar, haraç, hırsızlık ve fuhuş da dahil olmak üzere birçok suça bulaştı. Ayrıca son zamanlarda çıkan biyografilerine göre diğer erkeklerle genellikle para için ilişkiye de girmiştir. Daha sonra da, kızıl saçlarından dolayı "Kızıl Detroit" () diye seslendiği dedesinden (anne tarafından) bir miras kalmıştır. Askerlik yaşı geldiğinde ise, zorunlu askerlik kurulu yetkililerine "zenci askerleri organize etmek... silah çalmak ve biraz kraker öldürmek" için güneye gönderilmek istediğini söyledikten sonra "askerlik için zihinsel yetersizlik" hükmü aldı ve askere gitmedi. 1945 yılının sonlarına doğru Malcolm, Boston'a geri döndü ve burada dört suç ortağıyla birlikte zengin beyaz aileleri hedefledikleri çok sayıda soygun suçlarına karıştı. 1946 yılında tamirci dükkanından saat çalarken tutuklandı. Şubat ayında ise, yankesicilik ve haneye tecavüz suçlarından 8 ile 10 yıl arasında ceza yedi. Malcolm Little tutukluluk süresince kendi kendini yetiştirmiş bir kişi olan mahkûm arkadaşı John Bembry ile görüştü. John yapmış olduğu etki ile, Malcolm'un okumaya karşı isteğini artırmıştır. Bu sırada, kardeşlerinden bazıları İslam Ümmeti (nispeten dini ve siyahi hareket, en sonunda Afrikan diyasporasının beyaz Amerikalı baskısından kurtulmak için Afrika'ya dönmesi gerektiğini tavsiye etmiştir) ile ilgili haberler göndermişti. İlk başta çok ilgilenmedi. Sonra kardeşi Reginald'dan, "Malcolm, sigara içmeyi ve domuz eti yemeyi bırak. Hapishaneden nasıl çıkılacağını sana göstereceğim." mesajını alması üzerine sigara içmeyi ve domuz eti yemeyi bıraktı. Devamında Reginald, ziyarete geldiği bir vakitte hareket (İslam Ümmeti) ve öğretileri (beyaz insanların şeytan olduğu inanışı dahil) ile ilgili bilgiler verdi. Malcolm ise beyaz insanlarla kurduğu tüm ilişkilerde sahtekarlık, adaletsizlik, açgözlülük kin ve düşmanlık olduğu kanısına vardı ve dinlere karşı olan düşmanlıklarından dolayı "İblis" () lakabını alan Malcolm artık İslam Ümmeti'nin çağrılarını kabul eden biri haline gelmişti. 1948 yılının sonlarına doğru Malcolm, İslam Ümmeti hareketinin lideri Elijah Muhammed'e bir mesaj yolladı. Elijah da Malcolm'a, geçmişini unutup alçakgönüllülük ile Allah'a boyun eğerek dua etmesini ve bir daha kötü işlere bulaşmayacağına yemin etmesini tavsiye etti. Daha sonra hatırlayacağı dua etmek için verdiği iç mücadelesinden kısa bir süre sonra da İslam Ümmeti'nin bir üyesi oldu. O zamandan beri düzenli olarak Elijah ile yazışmalar yaptı. Daha sonra bir yazısında bu konudan "Muhammed Bey'in öğretilerinin, yazışmalarımın, ziyaretçilerimin —​genelde Ella ve Reginald— ve kitap okumalarımın arasında aylar geçti ve ben tutsak olduğu
mu bile hatırlamaya vakit bulamadım. Aslına bakarsanız hayatımda hiç bu kadar özgür olmamıştım." diye bahsetti. 1950 yılında, hapishaneden ABD Başkanı Truman'a yazdığı bir mektupta Kore Savaşı'na karşı olduğunu ve başkanın bir komünist olduğunu ifade etmesi üzerine FBI tarafından hakkında bir klasör oluşturuldu. Bu yıl içinde, ismini Malcolm X şeklinde kullanmaya başladı. Otobiyografisinde, "X harfi"nin tanımasının mümkün olmadığı Afrikalı atalarının soyadını temsil etmekte olduğundan bahsetmiştir. Ayrıca otobiyografisinde, "Artık benim için 'X', mavi gözlü şeytan olan beyaz köle efendileri tarafından atalarıma zorla verilen 'Little' soyadının yerini almıştır." yazmaktadır. 1952 yılının ağustos ayında şartlı tahliyesinden sonra, Şikago'da Elijah Muhammed'i ziyaret etti. Haziran 1953'te, Detroit'teki İslam Ümmeti hareketine âit 1 numaralı camide () yardımcı hatip (vaiz) oldu. Bu yıl içinde daha sonra, Boston'da 11 numaralı camiyi kurdu; mart 1954'te, Philadelphia'daki 12 numaralı camiyi büyüttü ve genişletti ve 2 ay sonra Harlem'de 7 numaralı caminin yöneticisi seçildi. 1953 yılında, İslam Ümmeti hareketindeki hızlı yükselişi, FBI'ın dikkatini çekti ve bunun üzerine Malcolm tâkip edilmeye başladı. 1955 yılı boyunca Malcolm X, hareket için yeni üye devşirme faaliyetlerine başarılı bir şekilde devam etti. Springfield'da (13 numaralı), Hartford'da (14 numaralı) ve Atlanta'da (15 numaralı) yeni camiler açıldı. İslam Ümmeti hareketine her ay yüzlerce zencî katılmaya devam etti. Hitâbet yeteneğinin yanında, 1.90 m'lik boyu ve heybetli, karizmatik ve etkileyici bir görünüşü vardı. Malcolm'u tasvir ederken, bir yazar "kuvvetli yapıya sahip", başka bir yazar ise "büyüleyici derecede yakışıklı... ve her zaman kusursuz giyimli" şeklinde târif etmiştir. 1955 yılında Betty Sanders, Malcolm X ile ilk önce bir konferansında karşılaştı, daha sonra yemekli bir toplantıda tekrar karşılaştı; kısa süre sonra da düzenli olarak Malcolm'un konferanslarına katılmaya başladı. 1956 yılında Betty, ismini Betty X yaparak İslam Ümmeti hareketine katıldı. Malcolm ile Betty'nin yüz yüze görüşme yapmaları hareketin öğretilerine ters düşmekteydi, bu yüzden çift düzinelerce hatta bazen yüzlerce insanın katıldığı sosyal etkinliklerde birbirleriyle görüşebildi. Malcolm bu sebeple New York'taki birçok müzeye ve kütüphaneye düzenlediği toplu ziyaretlere Betty'yi de davet etmiştir. Ocak 1958'de Malcolm X, Betty ile yaptığı bir telefon görüşmesi sırasında evlenme teklif etti ve iki gün sonra da evlendiler. Devamında 6 kız çocuğu sahibi oldular: Attila (Attallah, d. 1958, ismini Attila'dan almıştır); Diyanet Diyanet`in çeşitli kullanımları ve anlamları vardır: Molla Ahmet Efe Molla Ahmet Efe (d. 1886, Denizli – ö. ?) Aslen Denizli / Babadağ'lıdır.Genç, yiğit, yakışıklı bir delikanlıdır. Serde erkeklik var ya! Ailesine küser tutar gurbetin yolunu. Gelir Şuhut ilçesine. Güçlülüğü ve cesaretinden ötürü delikanlılar arasında kendini hemen sevdirir. Efeler alayının başı olur.Sesinin güzelliğinden dolayıda müezzinlik yapar ara sıra. Bu yüzdende kendisine Molla lakap'ını takarlar. Molla Ahmet aynı zamanda kasabada kahvecidir. Kasabanın zenginlerinden birinin kızı bu özellikleri bulunan Molla Ahmed'e tutulur. Molla Ahmed'de bu kızı sever. Anadolu'da böyle zengin ve güzel kızların gönlüne girmek için delikanlılar arasında rekabet bir görenektir. "Macar" lakaplı namert de kıza tutkundur. Arkadaşlarıyla birlikte Molla Ahmet'i bir kır alemine davet ederler. Mola Ahmet iyi yüreklidir, arkadaşlarının namert çıkacaklarına hiç ihtimal vermez. Kısa bir eğlenceden sonra ansızın Ahmet'i kıskıvrak bağlarlar. Hiç acımasız elini, kolunu , bacağını parça parça edip sazlığın oraya bırakır uzaklaşırlar. Yakın köylerin köpekleri ağızlarında et parçalarıyla dolaştıklarında köylüler Molla Ahmet'i çoraplarından tanırlar. Suçlular yakalanır adalete teslim edilirler. Olay halk içinde nefretle anılır. Olay, Molla Ahmet Efe türküsünde bütün inceliğiyle dile getirilmiştir. Molla Ahmed - Afyon yöresi Michael Finley Michael Howard Finley (d. 6 Mart 1973 Melrose Park, Illinois) Amerikalı eski profesyonel basketbolcudur. 2,01 m (6' 7") Michael Finley genellikle 2 ve 3 numaralı şutör gard ve kısa forvet mevkilerinde oynamıştır. 1995 NBA seçmeleri'nde Phoenix Suns tarafından 21. sırada seçildi. 1995-96 sezonu sonunda 15 sayı ve 4.6 ribaund ortalamalarıyla "En İyi Çaylak Beşi"ne seçildi. Suns tarihinde 1000 sayı barajını geçen 3. çaylak oldu. Jason Kidd, Tony Dumas ve Loren Meyer karşılığında Sam Cassell ve AC Green ile birlikte Dallas Mavericks'e geçti. Steve Nash ile uyum sağlamasıyla takımın önemli bir parçası haline geldi. Yaklaşık 21 sayı ve 5.5 ribaund ortalamarıyla geçirdi 2000 ve 2001 sezonlarında NBA All-Star takımına seçildi. Batı Konferansı adına oynadı bu maçlarda. 2002 Dünya Şampiyonası'nda rekor sayıda mağlubiyet alan ABD millî takımının oyuncularındandı. 2005'te yüksek kontratından dolayı 3 sene daha anlaşması olmasına rağmen Dallas Mavericks tarafından serbest bırakıldı. Detroit, Miami gibi güçlü takımlar transfer etmek istese de San Antonio Spurs'ü tercih etti. Michael Finley NBA resmi sayfası Fitnat Hanım (Trabzonlu) Fitnat Hanım (d. 27 Kasım 1842 - ö. 1909), Türk Divan şairi. Son dönem Osmanlı edebiyatının önemli bir kadın şairdir. Çok sayıda gazeli bulunur. Edebiyatın yanı sıra hattatlıkta da ünlüdür. Bir diğer önemli kadın şair olan, şeyhülislam ve şair Mehmed Esad Efendi'nin kızı Fıtnat Hanım ile karıştırılmaktadır. 1842 yılında Trabzon'da doğdu. Babası uzun süre Trabzon'da kaymakamlık yapan Hazinedarzade Osman Paşa kethüdası Ahmet Paşa, annesi Sapcan Hanım'dır. Aslen Ordu'nun Aybastı kazasından olan Ahmet Paşa, Canikli Hazinedârzade Süleyman Paşa sülalesindendir. Bir Çerkes beyinin kızı olan Sapcan Hanım, Ahmet Paşanın ikinci eşidir. Ahmet Paşanın ilk eşinden Mihriban ve Maviş adında iki kızının daha olduğu biliniyor. Sapcan Hanım, Ahmet Paşa ile evlendikten sonra Emine ismiyle anılmaya başlamış ve aile içerinde ""Çerkes Hanım"" olarak tanınmıştır. Fıtnat Hanım babası Ahmet Paşa'yı 1838'de kaybetti. Annesi, Ahmet Paşa'nın kardeşi Hazinedar Osman Bey ile evlendi. Bu evlilikten ve dört çocuğu daha olmuş; ancak bilinmeyen bir sebeple daha sonra ayrılmıştır. Bu sırada Fıtnat Hanım Ahmet Paşa'nın amcazadelerinden Trabzon valisi Abdullah Paşanın yanında yetişti. Beş yaşlarında iken İstanbul'a getirilerek öğrenimine başladı. Zamanın tanınmış hocalarından özel dersler aldı. Hoca Latif Efendi'den Arap ve Acem dillerini öğrendi; Fındık Hafız'dan Kura'an eğitimi aldı. Eski Mısır Mollası Şakir Efendi'den Hafız Divanı'nı öğrendi. İyi bir hattat olarak yetişti. Ayrıca Ethem Pertev Paşa'dan şiir dersleri aldığı bilinir. Fitnat Hanım genç yaşında Ahmet Bey adında birisiyle evlendirildi. Evlendikten sonra tahsiline devam etti. Kıskanç eşinin onu okumaktan ve şiir yazmaktan alıkoyması ve gazel söylemekte de pek yetenekli olduğu söylenen Fıtnat Hanım'a gazel söylemeyi bıraktırmasından ötürü daha sonra çok şikayet ettiği bu eşi ile evliliği kısa sürede sonlandı. Fıtnat Hanım, ikinci evliliğini Bahriye Nezareti mektupçusu Mehmet Ali Bey'le yaptı. Bu arada bitişik evde oturan teyzesi Nefise Hanım'ın oğlu Ahmet Mithat Efendi ile aralarında duygusal bir yakınlaşma oldu. Aralarındaki mektuplaşma, 1940'lı yıllarda yayımlandı. Altmışlı yaşlarında Bursa'da yaşadığını bilinir. 1911 yılında İstanbul'da ölmüş ve Edirnekapı Mezarlığına defnedilmiştir. Şiirlerini ve yeteneğini keşfedip onu edebiyat dünyasına tanıtan Süleyman Nazif'tir. Edebi başarılarının yanı sıra hattatlığı ile de ünlüdür, kendi elleriyle yazdığı bir Kur'an'ı Süleyman Nazif Bey'e hediye etmiştir. Fitnat Hanım'ın Divanın'ın yanında Nesir eserleride mevcuttur. Meyden, sagerden, sevilenden, söz eden içli yazılarıyla aşkı feryatlaştıran, lirik şiirleriyle klasik ekole bağlı bulunan Fitnat; ilhamından özveride bulunmamak düşüncesiyle aruz kalıplarına uymak istemiş bu yüzden imale ve zihaflardan kurtulamamıştır. Yazıları anlatım bakımından oldukça ağdalıdır. Aydın kişilerin zevkini gözetmiştir. Fitnat Hanım'ın önemi; şekilde değil, özdedir. Kimi yadırganan sözler bir olgunluk, bir varlık gösterir onda. Fitnat'ı yükselten de bu özelliğidir. Ehl-i Hak Ehl-i Hakk (Kürtçe: ﯼاڔﮦساﻥ Yâresân, Farsça: اهل حق Ehl-i Hak; Çoğunlukla İran’da yaygın olan, heterodoks bir Şiî inanışıdır. Musa el-Kâzım soyundan geldiği öne sürülen ve Hacı Bektaş-ı Veli ile özdeşleştirilen ""Sultan Sahak"" tarafından batı İran'da 14. yüzyılın sonlarında Zerdüştlük inancından beslenerek kurulan, Kur'an-ı Kerîm'i ve Muhammed'in peygamberliğini kabul etmeyen, fakat Ali bin Ebu Talib'in Tanrılığı temeli üzerine dayanan, ve ""Kelâm-ı Serencâm"" adlı kitabı dînî öğretilerinin temeli olarak kabul eden inanç. 14. yüzyılda Azerbaycan'da ortaya çıkan Fadl Allah Astarâbadî’nin Hurûfîliği, 14. yüzyılın sonlarına doğru ""Sultan Sahak"" tarafından kurulan Safevî İran’nının ""Ali İlâhîliği"", ve daha sonraları ise 15. yüzyılın sonları ile 16. yüzyılın başlarında "Balım Sultan" tarafından Anadolu'da kurumsalaştırılan Bektâşîliğin her üçünün temelleri de Barak Baba’nın düşünceleriyle atılmıştır. Yâresânîlik, yukarıda bahsi geçen bu akımlarının etkisiyle tenasüh ve hülul anlayışlarını da ihtivâ eden bir şekilde 14. yüzyılın sonlarına doğru ""Sultan Sahak"" tarafından başka öğretileri de kendi içerisine alıp Kürt geleneğine uyarlamak suretiyle kurulan, özellikle Kürt dinî musikisi ve zikrî ağırlıklı ""gnostik-yezdânî"" bir Kürt tarîkatıdır. İslâmî kişiliklerden Ali bin Ebî Tâlib'i Tanrı'nın tecellisi olarak gören inanç, Şiî İslâm başta olmak üzere tasavvuf, Zerdüştlük ve çeşitli gnostik düşünce akımlarından etkilenmiştir. Bazı bilim insanları, özellikle Batı İran ve genel olarak İran'da antik zamanlarda yaygın olan din ve mitolojilerden gelen öğeleri sebebiyle Ehl-i Hakk'ın "(Êzîdîlik ile birlikte)" bir tür Batı İranî veya Kürt dini olarak sayılabileceğini dile getirirler. Bunun bir kanıtı olarak da, "Ehl-i Hakk" ile "Êzîdîlik" di
nlerinin her ikisinin de antik İran kozmogonilerinden köken almış oldukları öne sürülmektedir. "Açıklama 1": (*) Bir baba olmaksızın, "Eşeysel Üreme" ile bir bakireden doğanlar."Açıklama 2": (**) Bir anne olmaksızın doğanlar. "Not:" Birinci evrenin tüm avatarları "Eşeysel Üreme" yolu ile doğmuştur. Ehl-i Hakk'taki temel ibâdetlerden birisi, ""Cemhâne"" adı verilen ibâdethânelerde yapılan Âyin-î Cem'dir. Anadolu Alevîliği'ndeki "Cem" ile aynı adı taşıyan ve liturjik benzerlikler de barındıran bu ibâdet şeklinde, inananlar bir araya gelerek belirli dualarları okurlar. Bazı ""Ehl-i Hakk"" geleneklerine göre ise, yılda en azından 17 kere ""Ehl-i Hakk Cemi"" yapılması gerekmektedir. Ayrıca Ehl-i Hakk Âyin-î Cemi'ni müteakip, bir hayvan kurban edilmesi ve bu kurban etinin yenilmesi de ibâdetin önemli bir ritüel kısmını oluşturmaktadır. İran'da başta Gurani ve Kelhuri Kürtleri olmak üzere, Fars, Luri ve Azeri inanç mensupları da bulunmaktadır. Coğrafîk olarak en çok Kermanşah (Kirmaşah), Güney Sanandaj, Batı Hemedan, Kuzeybatı Luristan ve Kuzey İlam bölgelerinde yaşamaktadırlar. Bunun dışında ise, İran’ın başka yörelerinde dağınık olarak yaşayan ""Ehl-i Hakk"" toplulukları da mevcuttur. Kuzey Irak’ta da seyrek olarak varolan ""Ehl-i Hakk"" toplulukları, bu yörelerde ""Kakaî"" adıyla anılır. Ali'den beri var olan ve Kürt Gorani geleneğine göre kurulan Ehl-i Hakk Tarîkatı'nın On Dokuzuncu yüzyıl başlarında liderliğini üstlenen kişi ""Hacı Ni'metullâh"" idi. Daha sonra ise onun oğlu olan ve 1966 yılında kitapları Fransızca'ya çevrilen ve Kürt dinî musikisine kazandırdığı pek çok besteleriyle meşhur olan ""Nur Ali Şâh Elâhî" (Doğumu: 1895 - Ölümü: 1974)" başa geçti. İran'da Humeyni devriminden sonra Ni'metullâh'ın torunlarından biri olan ""Muhammad Mokrî" (Doğumu: 1921 - Ölümü: 2007)" Humeyni tarafından Sovyetler Birliği Büyükelçiliği görevine atandı. Mesut Barzani'nin babası Molla Mustafa Barzani'nin de babası, yani Mesut Barzani'nin dedesi Ahmed Barzani de "Ehl-i Hakk Tarîkatı" mensubu idi. Bugün Süleymaniye'de ve İran'da Ehl-i Hakk'ın çok güçlü temsilcileri vardır. Elitist bir tarîkat olan Ehl-i Hakk'ın üyeleri havassa dayanır, yani seçkin şahsiyetlerden oluşmaktadır. Kız çocuklarına dinî bilgilerin yanı sıra gündelik hayatta ayakta durabilmeleri için gerekli olan pozitif bilimleri de öğretme husununa özen göstermeleriyle tanınmaktadır. Örneğin, Ni'metullâh'ın kızı Melekcan Nemâti tanınmıştır. Türkiye'de pek etkinliği olmayan bu tarîkatın temelleri İslâm-Bâtınîliği üzerine inşa edilmiştir. Nur Ali Şâh Elâhî'nin kitaplarının Fransızcaları da ""Kürt Ezoterizmi"" başlığı altında yayınlanmıştır. Boston Celtics Boston Celtics Massachusetts eyaletinde Boston şehrini temsil eden basketbol takımıdır. NBA'de Atlantik Grubu'nda bulunmaktadır. NBA'de 17 şampiyonluk ile en fazla şampiyonluğu olan takımıdır. Maçlarını Boston şehrindeki TD Garden'da oynamaktadır. Boston Celtics, 1946 yılında NBA kurulmadan önce bu ligin kurulmasına öncelik eden iki ligden biri olan Basketball Association of America (BAA) ligi takımı olarak kuruldu. Daha sonra bu ligin ülkenin diğer takımı ile birleşmesi sonrası NBA'in ilk takımlarından biri durumuna geldi. Önemli oyuncusu Bob Cousy önderliğinde başarılı sezonlar geçirdi. 1956 yılında Bill Russell'ı kadrosuna katan takım bu oyuncunun önderliğinde önemli başarılara imza attı. Bill Russell'lı ilk sezonda finalde St. Louis Hawks'ı 7 maç sonunda geçerek ilk şampiyonluklarını kazandılar. Bir sonraki sezon 1957'de yine aynı takımla karşılaştılar ve 6 maç sonunda finali kaybettiler. Ancak daha sonra bir daha lig tarihinde başka bir takımın başaramadığı bir dönem başladı ve Celtics 1959'dan başlarayak 8 şampiyonluk üst üste kazandı. Bu başarılar 1959'da Los Angeles Lakers'ı süpürerek 4-0 kazanılan seri sonrası başladı. 1967'de bir yıllık aradan sonra 1968 ve 1969'da finalde yine Lakers'ı geçerek iki şampiyonluk daha kazanıldı. Bu arada NBA tarihinin en başarılı koçlarından Arnold Auerbach 1966 yılındaki şampiyonluk sonrası emekli oldu ve takımın başına Bill Russell geçti. 1969 yılındaki şampiyonluk sonrası Bill Russell emekli oldu ve muhteşem dönem sona erdi. İki yıl süren yeni kadro kurma süreci sonrası Celtics, 1980'lere Larry Bird, Robert Parish ve Kevin McHale'li yeni bir kadro ile girdi ve bu kadro ile 5 kez final oynayıp 3'ünü kazandı. Bu dönemdeki ilk şampiyonluk 1981'de geldi. 1984 ile 1987 arasında 4 kez üst üste final oynadı ve 1984 ve 1986'da iki şampiyonluk daha kazanıldı. Bu dönemde Lakers ile 2. kez çok iddialı rekabet yaşandı. bu rekabetin bir diğer boyutu ise Larry Bird ve Magic Johnson arasındaydı. Bu dönemden sonra özellikle 1990'larda duraklamaya giren Celtics 2000/2001 sezonunda konferans finaline çıktı ancak finalde Indiana Pacers'a 7 maç sonunda kaybetti. Takım 2006-2007 sezonunda tarihindeki en kötü sezonunu geçirdi ve Doğu Konferansı'nda sonuncu oldu. Fakat NBA 2007-2008 sezonuna iddialı girmek için takıma Ray Allen ve Kevin Garnett getirildi. Bu oyuncuların da katkılarıyla Boston 2007-2008 sezonunda NBA finaline çıkmayı başardı. Geçirdiği mükemmel final serileri sonucunda özellikle; Rajon Rondo, Kevin Garnett, Ray Allen ve Paul Pierce'ın performansları ile Los Angeles Lakers'i 4-2 gibi bir seri ile geçerek NBA 2007-2008 yılının şampiyonu oldular. Seri 2-1 iken 24 sayıdan geri dönen Boston Celtics,son maçta da finallerin en büyük 2. farkını açarak Los Angeles Lakers'ı 131-92 yendiler. Finallerin MVP'si ise ilk maçta sakat sakat oynayarak maçı kazandıran ve her maça damgasını vuran Paul Pierce oldu. 2008-2009 sezonunda ise normal sezonda başarılı bir grafik çizen Celtics 27-2'lik bir sezon başlangıcı yaparak NBA tarihinin en iyi sezon başlangıcı rekorunu kırdılar. 62-20 lik bir grafik çizip Doğu Konferansı'nı Cleveland Cavaliers'in ardından 2. bitirdiler. Ancak geçen sezon finalde eledikleri Lakers'a 2 maçta yenilip, play off'larda kendisi için zor rakipler olan Orlando Magic ve Cleveland Cavaliers'a da sezon boyunca dirençli bir duruş serigleyemediler. Play off'larda Chicago Bulls'u çok çekişmeli geçen ve hepsi uzatmaya giden 7 maçta elemeyi başarsalar da, yarı finalde Orlando Magic'e 7 maçta elenmekten kurtulamadılar. 2009-2010 sezonunu ise geçen sezondan çok uzak bir performansla geçirdiler. 50-32 lik bir grafik çizen Celtics, normal sezonu Cavaliers, Magic ve Hawks'ın ardından 4. bitirdi. Buna takım içindeki bazı huzursuzlukların neden olduğu belirtilse de takım yıldızları gerçekten de kendilerinden beklenenden uzak kaldı ki; Rajon Rondo dışında. Celtics'li guard hiç şüphe yok ki bu sezon takımını en çok sırtlayan isim oldu. Play-off'larda ilk turda Miami Heat'i, Dwyane Wade'in 46 sayı attığı maç dışında 4-1 yenerek bir yarı finale yükseldiler. Yarı finalde ise play-off'ların favorisi süper yıldız Lebron James'in takımı Cleveland Cavaliers ile eşleştiler. Bu seriyi de 4-2 geçerek konferans finalinde Orlando Magic ile karşılaştılar. Seriyi 4-2 alarak Doğu Konferansı şampiyonu oldular ve finale yükseldiler. Finalde ise Batı Konferansı şampiyonu Los Angeles Lakers ile karşılaştılar. Seri 2-2 İken 3-2 yapmayı başardılar ama Kendrick Perkins'in sakatlanması takımı olumsuz etkiledi ve Lakers'e yenildiler, seri 3-3 oldu. Kazananın şampiyon olacağı 7. maç Los Angeles'ta oynanacaktı. Maça çok iyi başlayan Boston Celtics 3. periyota 13 sayı farkla girmeyi başardı. Maçın bitimine 5 dakika kala Lakers'in süper yıldızı Kobe Bryant'ın kendine gelmesi ile birden fark kapandı, Lakers öne geçti ve şampiyonlugu Los Angeles Lakers kazandı. Bu, Lakers'in 16. NBA şampiyonluğu oldu. Celtics, 2010-2011 sezonuna Shaquille O'Neal ve Türk basketbolcu Semih Erden takviyesiyle başladı. Shaq ve Semih sezonun büyük bölümünü sakatlıklarla geçirdi. Doğu Konferansı'nda 3. olan Boston, 6 olan New York Knicks'i 4-0 ile çok rahat geçen Celtics, daha sonra yarı finalde kadrosuna Lebron James ve Chris Bosh'ı katan Miami Heat'e 4-1 elenmiştir. Bu sezon öncesi Shaq'in basketbolu bırakması, Kendrick Perkins'in Oklahoma City Thunder'a gitmesi, Semih Erden'in Cleveland Cavaliers'a takas olması, Sırp Nenad Krstic'in de Avrupa'ya dönmesiyle önemli oyuncularını kaybeden Boston'da "büyük dörtlü Rajon Rondo, Paul Pierce, Ray Allen ve Kevin Garnett'in takımda kalmaları için çok çaba sarf edildi. Nitekim bu dörtlü takımda kaldı. Sezona üst üste 3 mağlubiyetle başlayan Boston'da umutlar daha baştan zedelenmeye başlamıştı. Sezonu çok kötü geçiren Boston, inişli çıkışlı performansıyla Doğu Konferansı'nı 5. sırada bitirdi. Konferansı 4. sırada bitiren Atlanta Hawks takımı ile eşleşen Boston, rakibini 4-2 ile geçti. Yarı finalde Chicago Bulls takımını eleyerek gelen Philadelphia 76ers takımını ise 4-3 ile geçen Celtics, Doğu Konferansı finalinde Miami Heat ile eşleşti. Florida'daki ilk iki maçı kaybeden Celtics 'te ikinci maçta yıldız guardı Rajon Rondo 44 sayı ile kariyer rekoru kırdı. Celtics, daha sonra seriyi 3-2'ye getirse de, 4-3 kaybederek geçen sezon olduğu gibi yine Miami Heat'e elenmiştir. Bu sezon, Boston 'un "büyük dörtlüsünün" birlikte geçirdiği son sezon olmuştur. Boston, 2005'den beri playoff'da ilk turda kaybetmiyordu. 2008'de şampiyon 2010'da finale yükselmişlerdi ama bu sezon başında Ray Allen'ı Miami Heat'e kaptırmaları, yıldız oyun kurucu Rajon Rondo'nun sezonu kapatan sakatlığı ve Garnett-Pierce ikilisinin ilerleyen yaşları sebebi ile bu sezon çok zor bir hal aldı. Sezonun orta bölümüne gelene kadar ne savunmada ne de hücumda takım alışılmış seviyesine yaklaşamayan Celtics, Doğu Konferansı'nı 7. sırada bitirebildi. Playoff ilk turunda New York Knicks ile karşılaşan Boston, serinin ilk üç maçını kaybederek seride 3-0 geriye düştü. Celtics, daha sonra seriyi 3-2' ye getirse de Carmelo Anthony'yi durduramadı ve seriyi 4-2 kaybetti. Büyük umutlarla başlanan bu sezon da Celtics için sona erdi. Boston Celtics için bu sezon öncesi yeniden yapılanma süreci başladı. Takımda adeta yaprak dökümü yaşandı. Önce coach Doc Rivers, Los Angeles Clippers'in yolunu tuttu. Daha sonra Brooklyn Nets ile yapılan
takasta, takımın efsane oyuncuları Kevin Garnett ve Paul Pierce ile geçen sezon başında transfer edilen Jason Terry, Nets'in yolunu tuttu. Nets bu takas karşılığında Celtics'e Gerald Wallace, Kris Humphries, Keith Bogans ve 2014, 2016, 2018 draftlarında ilk tur draft seçim hakkını verdi. Daha sonra takımın başına Brad Stevens getirildi. Celtics sezonu konferans 12. olarak bitirdi ve sezon sonunda yapılan Draft'ta 6. sırayı elde etti. Draft'tan ileride büyük bir oyuncu olacağı öngörülen Marcus Smart seçildi. Ayrıca Nets'ten gelen draft hakkı ile 17.sıradan Jusuf Nurkic seçilmiş ancak Memphis Grizzlies ile yapılan takas sonucu takıma 22.sıradan seçilen guard James Young gelmiştir. Douglas C-47 C-47 Skytrain ("Sıkaytireyn, Türkçe: Göktreni") Amerikan Douglas şirketi tarafından üretilen askeri taşıma uçağı. Dakota (Douglas Aircraft COmpany Transport Aircraft) adıyla da bilinir. Douglas DC-3 geliştirilerek yapılmıştır. C-47'ler Müttefiklere savaşı kazandıran en önemli uçaklardan biridir. Kolay üretilmesi aynı zamanda birçok görevde rahatlıkla kullanılabilmesi sayesinde yıllardır birçok ordunun bünyesinde kullanılmaktadır. 2.700 kg yük taşıyabilirler. 28 asker, 14 adet sedye, bir adet jip veya top da C-47'nin taşıyabileceği yükler arasındadır. C-47'lerin 22 farklı işlevi vardır. Bunların arasında ambulans, kargo, hava indirme en çok kullanılan işlevlerdir. Dakotalar dünyadaki her iklim şartında ve her kıtada uçmuşlardır. Vietnam ve Kore savaşlarında görev almışlardır. C-47'ler dünyada 90'dan fazla ülke tarafından kullanılmıştır. C-47'ler uzun yıllar boyunca Türk Hava Kuvvetleri ve Türk Hava Yolları tarafından kullanılmıştır. Türk Hava Kuvvetleri'nde 1948 yılında kullanılmaya başlayan C-47'ler 1993 yılında kadar hizmet etmiştir. 221, 222, 223, 224 ve 225’inci Filo Komutanlıkları ile Adnan Menderes Hava Meydan İrtibat Kıta Komutanlığı'nda görev yapmıştır. 1993 yılında yerlerini CASA CN-235'lere bırakmışlardır. En son C-47'de 1998 yılında emekliye ayrılmıştır. Amiga oyunları listesi Aşağıdaki liste, Amiga bilgisayar sistemleri için üretilen oyunları göstermektedir. Liste bütün oyunları kapsamıyor olabilir. "1869" — "'NAM" — "1000 Miglia" — "1st Personal Pinball" — "3001 - O'Connors Fight" — "3D Soccer" — "4 Soccer Simulations" — "4D Sports Boxing" — "4D Sports Driving" — "4x4 Off Road Racing" — "5th Gear" — "688 Attack Sub" — "7 Gates of Jambala" — "9 Lives" "A Mind Forever Voyaging" -- "A Prehistoric Tale" — "A Question of Sport" — "A-10 Tank Killer" — "A320 Airbus" — "A.G.E." — "A.P.B." — "Aargh!" — "ABC Monday Night Football" — "ABC Wide World Of Sports Boxing" — "Abandoned Places" — "Abandoned Places 2" — "" — "Act of War" — "Action Cat" — "Action Fighter" — "Action Service" — "Action Stations!" — "The Addams Family" — "Adidas Championship Football" — "Advanced Destroyer Simulator" — "The Adventures of Robin Hood" — "African Raiders" — "After the War" — "After Burner" — "After Burner II" — "Agony" — "Air Bucks" — "Air Force Commander" — "Air Supply" — "Air Support" — "Air Warrior" — "Airball" — "Airborne Ranger" — "AirTaxi" — "Akira" — "Aladdin" — "Aladdin's Magic Lamp" — "Alfred Chicken" — "Ali Baba" — "Alienator" — "Alien 3" — "Alien Bash 2" — "Alien Breed" — "Alien Breed 2" — "Alien Breed 3D" — "Alien Breed: Tower Assault" — "Alien Fires 2199 AD" — "Alien Legion" — "Alien Storm" — "Alien Syndrome" — "Alien World" — "All Dogs Go To Heaven" — "All New World of Lemmings" — "All Quiet on the Library Front" — "All Terrain Racing" — "Alpha Waves" — "Altered Beast" — "Alternate Reality" — "Ambermoon" — "Amberstar" — "Amiga CD Football" — "Amiga Karate" — "Amnios" — "Anarchy" — "Ancient Art of War in the Skies" — "Ancient Battles" — "Ancient Domains of Mystery" — "Andromeda Mission" — "Another World" — "Antago" — "Antares" — "Apache" — "Apache Flight" — "Apidya" — "Apocalypse" — "Apprentice" — "Aquanaut" — "Aquaventura" — "Arabian Nights" — "Arachnophobia" — "Arcade ClassiX" — "Arcade Fruit Machine" — "Arcade Pool" — "Archer Maclean's Pool" — "Archipelagos" — "Archon" — "Archon 2" — "Arctic Fox" — "Arena 2000" — "Arkanoid" — "Arkanoid 2" — "Armada" — "Armalyte" — "Armour-Geddon" — "Armour-Geddon 2" — "Army Moves" — "" — "Arnie" — "Arnie 2" — "Arya Vaiv" — "Ashes of Empire" — "Assassin" — "Assassin Special Edition" — "Astaroth - Angel of Death" — "Astate" — "Astro Marine Cops - AMC" — "Atax" — "ATF II" — "Atomino" — "Atomix" — "A-Train" — "Aunt Arctic Adventure" — "Austerlitz" — "Australopiticus Mechanicus" — "Autoduel" — "AV8B Harrier Assault" — "Awesome" — "Axe of Rage" — "Axel's Magic Hammer" "B.A.T." -- "B.A.T. 2" -- "B17 Flying Fortress" -- "Baal" -- "Baby Joe" -- "Back to the Future 2" -- "Back to the Future 3" -- "Backlash" -- "Bad Company" -- "Badlands Pete" -- "Balance of Power" -- "Balances" -- "Ballistic Diplomacy" -- "Ballistix" -- "Bally" -- "Bally II" -- "Bally III" -- "Bandit Kings of Ancient China" -- "Bane of the Cosmic Forge" -- "Bangboo" -- "Bangkok Knights" -- "Bank Busters" -- "Banshee" -- "Bar Games" -- "Barbarian" -- "Barbarian 2" -- "Bard's Tale" -- "Bard's Tale 2" -- "Bard's Tale 3" -- "Barney Mouse" -- "Bart vs the Space Mutants" -- "Bart vs the World" -- "Base Jumpers" -- "Batman" -- "Batman - The Movie" -- "Batman Returns" -- "Battle Chess" -- "Battle Command" -- "Battle Isle" -- "Battle Isle '93" -- "Battle Master" -- "Battle Squadron" -- "Battle Valley" -- "Battlehawks 1942" -- "Battlestorm" -- "Battletech" -- "Battletoads" -- "Bazza'n'Runt" -- "BC Kid" -- "Beam" -- "Beastlord" -- "Beavers" -- "Beneath a Steel Sky" -- "Benefactor" -- "Benny Beetle" -- "Betrayal" -- "Better Dead Than Alien" -- "Beyond Dark Castle" -- "Beyond the Ice Palace" -- "Big Business" -- "Big Run" -- "Big Sea" -- "Bignose the Caveman" -- "Biing" -- "Bill's Tomato Game" -- "Bio Challenge" -- "Bionic Commando" -- "Birds of Prey" -- "Bismarck" -- "Black Crypt" -- "Black Gold" -- "Black Magic" -- "Black Tiger" -- "Black Viper" -- "Blade" -- "Blade Warrior" -- "Blasteroids" -- "Blinky's Scary School" -- "Blitzbombers" -- "Blitzkrieg" -- "Blob" -- "Blobz" -- "Blockout" -- "Blood Money" -- "Blood Wars" -- "Bloodnet" -- "Bloodwych" -- "Blue and the Gray" -- "Blue Angel 69" -- "The Blues Brothers" -- "The Blues Brothers 2 - Jukebox Adventure" -- "BMX Simulator" -- "Bob's Bad Day" -- "Bob's Garden" -- "Bodo Illgner's Super Soccer" -- "Body Blows" -- "Body Blows Galactic" -- "Bograts" -- "Bomb Jack 1" -- "Bomb Jack 2" -- "Bomb Mania" -- "Bomber Bob" -- "Bombfusion" -- "Bombuzal" -- "Bonanza Brothers" -- "Boooly" -- "Borobodur" -- "Borodino" -- "Börsenfieber" -- "BoulderDäsh" -- "Bouncing Bill" -- "Brain Box" -- "Brain Killer" -- "Brain Man" -- "Brainball" -- "Brat" -- "Bravo Romeo Delta" -- "Breach 1" -- "Breach 2" -- "Breathless" -- "Breed 2000" -- "Breed 96" -- "Brian the Lion" -- "Brides of Dracula" -- "Brigade Commander" -- "Brutal Sports Football" -- "BSS Jane Seymour" -- "Bubba'n'Stix" -- "Bubble & Squeak" -- "Bubble Bobble" -- "Bubble Dizzy" -- "Bubble Heroes" -- "Buck Rogers - Countdown to Doomsday" -- "Buck Rogers 2" -- "Bucktooth Bob's Jungle Adventure" -- "Budokan - Martial Spirit" -- "Bug Bash" -- "Bug Bomber" -- "Buggy Boy" -- "Build It" -- "Builderland" -- "Bump'n'Burn" -- "Bumpy's Arcade Fantasy" -- "Burger Man" -- "Burning Rubber" -- "Burnout" -- "Burntime" -- "Burntime AGA" "Cabaret Asteroids" -- "Cadaver" -- "Caesar" -- "California Games" -- "Campaign" -- "Cannon Fodder" -- "Cannon Fodder 2" -- "Capital Punishment" -- "Captain Blood" -- "Captain Dynamo" -- "Captain Fizz" -- "Captain Planet" -- "Captive" -- "" -- "Car Vup" -- "Cardiaxx" -- "The Cardinal of the Kremlin" -- "Carnage" -- "Carrier Command" -- "Carthage" -- "The Cartoons" -- "Carvup" -- "Cash" -- "Castle Incinerator" -- "Castle Kingdoms" -- "Castle of Dr. Brain" -- "Castle Warrior" -- "Castles" -- "Castles 2" -- "Castlevania" -- "Catch 'em" -- "Cattivic" -- "Caveman Species" -- "Cedric" -- "Cells - Game of Life" -- "Celtic Legends" -- "Centerbase" -- "Centurion - Defender of Rome" -- "Century" -- "Chambers of Shaolin" -- "Champion Driver" -- "Champions of Krynn" -- "Champions of Raj" -- "Championship Run" -- "Chaos Engine" -- "Chaos Engine 2" -- "Chaos Strikes Back" -- "Chariots of Wrath" -- "Charr" -- "Chartbreaker" -- "Chase" -- "Chase HQ" -- "Chinese Karate" -- "Chip's Challenge" -- "Christminster" -- "Christoph Kolumbus" -- "ChronoQuest" -- "ChronoQuest II" -- "Chubby Gristle" -- "Chuck Rock" -- "Chuck Rock 2 - Son of Chuck" -- "Chuckie Egg" -- "Chuckie Egg 2 - Chockie Egg" -- "Circuit Wars" -- "Cisco Heat" -- "Citadel" -- "City Defence" -- "Civilization" -- "CJ in the USA" -- "CJ's Elephant Antics" -- "Clever & Smart" -- "Cliffhanger" -- "Clik Clak" -- "Clockwiser" -- "Cloud Kingdoms" -- "Clown'o'Mania" -- "Cluedo" -- "Clystron" -- "Coala" -- "Cobra" -- "Codename Hell Squad" -- "Cohort" -- "Cohort 2" -- "Colonial Conquest 2" -- "Colonization" -- "The Colony" -- "Colorado" -- "Combast Air Patrol" -- "Commando" -- "Computer Diplomacy" -- "Conflict Europe" -- "" -- "" -- "Conqueror" -- "Conquistador" -- "Continental Circus" -- "The Cool Croc Twins" -- "Cool Spot" -- "Cool World" -- "Corporation" -- "Corruption" -- "Cosmic Spacehead" -- "Cougar Force" -- "Count Duckula" -- "Covert Action" -- "Crack Down" -- "Crazy Cars" -- "Crazy Cars 2" -- "Crazy Cars 3" -- "Crazy Seasons" -- "Crazy Sue" -- "Crazy Sue 2" -- "Creatures" -- "Creepers" -- "Crossbow" -- "Crossfire 2" -- "Crown" -- "Cruise for a Corpse" -- "Crystal Dragon" -- "Crystal Kingdom Dizzy" -- "Crystal Palace" -- "Crystals of Arborea" -- "Cubulus" -- "Curse of the Azure Bonds" -- "Cyber Games" -- "Cyberblast" -- "Cybercon III" -- "Cybernoid" -- "Cybernoid 2" -- "Cyberpunks" -- "Cybersphere" -- "Cyberzerk" -- "Cybexion" -- "Cygnus 8" -- "Cytron" -- "Cossacks" "D.R.A.G.O.N. Force" -- "D/Generation" -- "Dalek Attack" -- "Damocles" -- "Dan Dare 3" -- "Danger Castle" -- "Danger Freak" -- "Dangerous Streets" -- "Dark Castle" -- "Dark Century" -- "Dark Fusion" -- "Dark Queen of
Krynn" -- "Dark Seed" -- "Darkman" -- "Darkmere" -- "Darkspyre" -- "Das Boot" -- "Das Deutsche Imperium" -- "Das Dschungelbuch" -- "Das Haus" -- "Das Magazin" -- "Das Schwarze Auge - Schicksalsklinge" -- "Datastorm" -- "Dawn Patrol" -- "Day of the Pharaoh" -- "Day of the Viper" -- "Daylight Robbery" -- "Days of Thunder" -- "D-Day" -- "Death Knights of Krynn" -- "Death Mask" -- "Death or Glory" -- "Death Trap" -- "Deathbots" -- "Deathbringer" -- "The Deep" -- "Deep Core" -- "Defender" -- "Defender 2" -- "Defender of the Crown" -- "Defender of the Crown II" -- "Defenders of the Earth" -- "Deflector" -- "Deja Vu" -- "Deja Vu II" -- "Deliverance" -- "Delivery Agent" -- "Deluxe Galaga" -- "Demon Blue" -- "Demon Wars" -- "Demon's Winter" -- "Dennis" -- "Der Patrizier" -- "Der Produzent" -- "Der Reeder" -- "Der Seelenturm" -- "Descent" -- "Desert Strike" -- "Detroit AGA" -- "Deuteros" -- "Diablo" -- "Dick Tracy" -- "Die Drachen von Laas" -- "Die Nordländer" -- "Die unendliche Geschichte 2" -- "Diggers" -- "Dino Wars" -- "Dinosaur Detective Agency" -- "Disc" -- "Discovery" -- "Diskman" -- "Disposable Hero" -- "Dithell in Space" -- "Dizzy - The Ultimate Cartoon Adventure" -- "Dizzy Down the Rapids" -- "Dizzy Panic" -- "DNA Warrior" -- "Doc Croc's Adventure" -- "Dogfight" -- "Dogs of War" -- "Dojo Dan" -- "Domination" -- "Dominator" -- "Dominium" -- "Donk!" -- "Doodlebug" -- "Doofus" -- "Doom" -- "Double Agent" -- "Double Dragon" -- "Double Dragon 2" -- "Double Dragon 3" -- "Double Mind" -- "Down at the Trolls" -- "Dr. Doom's Revenge" -- "Dr. J and Larry Bird Go One on One" -- "Dracula" -- "Dragon Breed" -- "Dragon Fighter" -- "Dragon Ninja" -- "Dragon Spirit" -- "Dragon Wars" -- "Dragon's Breath" -- "Dragon's Lair" -- "Dragon's Lair 2" -- "Dragon's Lair 3" -- "Dragonflight" -- "Dragon's Breath" -- "Dragons of Flame" -- "Dragonstone" -- "DragonStrike" -- "Drakkhen" -- "Dreadnoughts" -- "Dreamweb" -- "Drivin' Force" -- "Drol" -- "Drop It" -- "Duck Tales - Quest for Gold" -- "Dune" -- "Dune II" -- "Dungeon Flipper" -- "Dungeon Master" -- "Dungeon Master 2" -- "Dungeons of Avalon" -- "Dungeons of Avalon 2 - Island of Darkness" -- "Dyna Blaster" -- "Dynablasters" -- "Dynamite Düx" -- "Dynasty Wars" -- "Dynatech" -- "Dyter 07" "E.S.S. - European Space Simulator" -- "Eagle's Rider" -- "Earl Weaver Baseball" -- "Earth 2140" -- "Eat the Whistle" -- "Eco" -- "Edd the Duck" -- "Edd the Duck 2" -- "Eggminator" -- "Elf" -- "Elf Mania" -- "Eliminator" -- "Elite" -- "Elite 2 - Frontier" -- "Elite Plus" -- "Elvira - Arcade Game" -- "Elvira" -- "Elvira 2" -- "Elysium" -- "Emerald Mine" -- "Emlyn Hughes International Soccer" -- "E-Motion" -- "Emperor of the Mines" -- "Empire Soccer" -- "The Empire Strikes Back" -- "" -- "Encounter" -- "England Championship Special" -- "Enigma" -- "Enterprise" -- "Entity" -- "Epic" -- "Erik" -- "Escape from Colditz" -- "Escape from the Planet of the Robot Monsters" -- "Espionage" -- "Euro Soccer '88" -- "Euro Soccer '92" -- "European Championship 1992" -- "European Football Champ" -- "European Soccer Challenge" -- "Evil Garden" -- "Evil's Doom" -- "Evolution Cryser" -- "Exile" -- "Exodus 3010" -- "" -- "Exolon" -- "Exploding Fist" -- "Exterminator" -- "Extreme Violence 6.9" -- "Exxolon" -- "Eye of Horus" -- "Eye of the Beholder" -- "Eye of the Beholder 2" -- "Eye of the Storm" -- "Eyes of the Eagle" "F.O.F.T. - Federation of Free Traders" -- "F/A-18 Interceptor" -- "F-117 Stealth Fighter 2" -- "F-15 Strike Eagle 2" -- "F-16 Combat Pilot" -- "F-16 Falcon 1" -- "F-16 Falcon 2" -- "F17 Challenge" -- "F-19 Stealth Fighter" -- "F-29 Retaliator" -- "FA Premier League" -- "Faery Tale Adventure" -- "Fah-Yo" -- "Falcon" -- "Fallen Angel" -- "Fantastic Adventures of Dizzy" -- "Fantastic Voyage" -- "Fantasy World Dizzy" -- "Fascination" -- "Fast Eddie's Pool" -- "Fast Food Dizzy" -- "Fast Lane" -- "Fate - Gates of Dawn" -- "Fatman" -- "Fears" -- "The Feeble Files" -- "Ferrari Formula One" -- "Fields of Glory" -- "FIFA" -- "FIFA International Soccer" -- "Fighter Bomber" -- "Fighter Command" -- "Fighter Duel Pro 2" -- "Fightin' Spirit" -- "Fighting Soccer" -- "Fill 'em" -- "The Final Battle" -- "Final Command" -- "The Final Conflict" -- "Final Countdown" -- "Final Fight" -- "The Final Mission" -- "Final Odyssey" -- "Fire" -- "Fire & Brimstone" -- "Fire and Ice" -- "Fire Brigade" -- "Fire Power" -- "Fire Zone" -- "Fireforce" -- "Fireteam 2200" -- "First Contact" -- "First Samurai" -- "Fist Fighter" -- "Flamingo Tours" -- "Flashback" -- "Flight of the Amazon Queen" -- "Flight of the Intruder" -- "Flimbo's Quest" -- "Flip It & Magnose" -- "Flood" -- "Fly Fighter" -- "Fly Harder" -- "Flying High" -- "Flying Shark" -- "The Fool's Errand" -- "Football Champ" -- "Football Glory" -- "Football Glory Indoors" -- "Footballer of the Year" -- "Forest Dumb Forever" -- "Forgotten Worlds" -- "Formula One 3D" -- "Formula One Grand Prix" -- "Fort Apache" -- "Fortress Underground" -- "Foundation" -- "Foundation Director's Cut" -- "Foundation's Waste" -- "Frankenstein" -- "Freecell" -- "Freedom" -- "Freespace - The Great War" -- "Frenetic" -- "Fright Night" -- "Frontier Elite 2" -- "Fugger" -- "Full Contact" -- "Full Metal Planete" -- "Fullspeed" -- "Funsoft Inc." -- "Furball" -- "Fury of the Furries" -- "Future Space" -- "Future Sport" -- "Future Tank" -- "Future Wars" -- "Fuzzball" "Gainforce" -- "Galactic" -- "Galactic Conqueror" -- "Galactic Empire" -- "Galaga" -- "Galaxy 89" -- "Galaxy Force" -- "Galdregon's Domain" -- "Game Over" -- "Garfield - Winter's Tail" -- "Garrison" -- "Garrison 2" -- "Gateway to the Savage Frontiers" -- "Gauntlet 2" -- "Gauntlet 3" -- "Gazza Soccer 2" -- "Gear Works" -- "Gee Bee Air Rally" -- "Gem Stone Legend" -- "Gemini Wing" -- "Gem'X" -- "Genesia" -- "Genetic Species" -- "Genghis Khan" -- "Genius" -- "German Trucking" -- "Gettysburg" -- "Ghostbusters" -- "Ghostbusters 2" -- "Ghosts'n'Goblins" -- "Ghouls'n'Ghosts" -- "Gilbert - Escape from Drill" -- "Global Chaos" -- "Global Commander" -- "Global Effect" -- "Global Gladiators" -- "Globdule" -- "Globulus" -- "G-Loc" -- "Gloom" -- "Goal!" -- "Goblins III" -- "Gods" -- "Gold of the Americas" -- "Gold of the Realm" -- "Golden Axe" -- "The Gold of the Aztecs" -- "Golden Eagle" -- "Goldrunner" -- "Goldrunner 2" -- "Graeme Souness Vektor Soccer" -- "Graffiti Man" -- "Grand Prix Circuit" -- "Gravity" -- "Gravity Power" -- "Great Courts II" -- "Great Giana Sisters" -- "Great Napoleonic Battles" -- "Gremlins 2" -- "Gridiron!" -- "Guardian" -- "Guardian Angel" -- "Guardians" -- "Gunbee F-99" -- "Gunship" -- "Gunship 2000" -- "Guy Spy" "H.A.T.E." -- "Hacker" -- "Hacker 2" -- "Halls of Montezuma" -- "Hammerfist" -- "Hannibal" -- "Hanse" -- "Hanse 2 - Gold" -- "Hardball" -- "Hard Drivin'" -- "Hard Drivin' 2 - Drive Harder" -- "Hard Nova" -- "Hard'n'Heavy" -- "Harlequin" -- "Harpoon" -- "Harrier Jump Jet" -- "Hawkeye" -- "Head over Heels" -- "Heart of China" -- "Heart of the Dragon" -- "Heimdall" -- "Heimdall 2" -- "Hell Raiser" -- "Hell Run" -- "Hellfire Attack" -- "Heretic II" -- "Hero Quest" -- "Hero Quest 2" -- "Hex" -- "High Octane" -- "High Seas Trader" -- "High Steel" -- "Highway Patrol 1" -- "Highway Patrol 2" -- "Hillsea Lido" -- "Hillsfar" -- "Hired Guns" -- "History Line 1914-1918" -- "History Line 1914-1918" -- "Hitchhiker's Guide to the Galaxy" -- "Hoi" -- "Hole-in-One Miniature Golf" -- "Hollywood Pictures" -- "Home Alone" -- "Hong Kong Phooey" -- "Hook" -- "Horror Zombies from the Crypt" -- "Hostages" -- "Hostile Breed" -- "Hot Ball" -- "Hot Rod" -- "Huckleberry Hound" -- "Hudson Hawk" -- "Hugo" -- "Human Killing Machine" -- "The Humans" -- "Humans 2" -- "Humans 3" -- "Hunt the Fonts" -- "Hunter" -- "Hybris" -- "Hyperdome" "I Ludicrus" -- "Iceball" -- "Icerunner" -- "Ikari Warriors" -- "Ilyad" -- "The Immortal" -- "Impact" -- "Imperator" -- "Imperium" -- "Impossamole" -- "Impossible Mission 2" -- "Impossible Mission 2025" -- "The Incredible Crash Dummies" -- "The Incredible Shrinking Sphere ISS" -- "Indiana Jones and the Fate of Atlantis" -- "Indiana Jones and the Last Crusade" -- "Indianapolis 500" -- "Indoor Sports" -- "Industrial Rebound" -- "Indy Heat" -- "Inferior" -- "Infestation" -- "Insanity Fight" -- "Insects in Space" -- "Intact" -- "International Karate" -- "International Karate Plus" -- "International Soccer" -- "International Soccer Challenge" -- "International Truck Racing" -- "Interphase" -- "Into the Eagle's Nest" -- "Invest" -- "Ishar" -- "Ishar 2" -- "Ishar 3" -- "Ishido" -- "It Came From the Desert" -- "Italia 1990" -- "Italy 90" -- "Ivanhoe" "Jaguar XJ220" -- "Jaktar - Der Elfenstein" -- "James Bond - Licence to Kill" -- "James Bond - The Spy Who Loved Me" -- "James Pond" -- "James Pond 2" -- "James Pond 3" -- "Japanese, British & German Forces" -- "Jaws" -- "Jeanne d'Arc" -- "The Jet" -- "Jet Pilot" -- "Jet Set Willy" -- "Jet Set Willy 2" -- "The Jetsons" -- "Jetstrike" -- "Jim Power" -- "Jimmy White's Whirlwind Snooker" -- "Jimmy's Fantastic Journey" -- "Jinxter" -- "" -- "Joe & Mac - Caveman Ninja" -- "John Barnes European Football" -- "John Madden's Football" -- "Judge Dredd" -- "JUG" -- "Jumping Jack Son" -- "Jungle Boy" -- "Jungle Strike" -- "Jurassic Park" "K240" -- "Kaiser" -- "Kalashnikov" -- "Kampfgruppe" -- "Kang Fu" -- "KAPITAlist" -- "Katakis" -- "Kayden Garth" -- "Keef the Thief" -- "Kellogg's Game" -- "Kelly X" -- "Kengi" -- "Kengilon" -- "Kennedy Approach" -- "Kenny Dalglish Soccer Match" -- "Keys to Maramon" -- "KGB" -- "Khalaan" -- "Kick Off" -- "Kick Off 2" -- "Kick Off 2 competition version" -- "KickIt - A Day for the Laiban" -- "Kid Chaos" -- "Kid Gloves" -- "Kid Gloves 2" -- "Killing Cloud" -- "Killing Game Show" -- "Killing Machine" -- "King of Chicago" -- "Kingdoms of England" -- "Kingdoms of Germany" -- "Kingmaker" -- "King's Bounty" -- "King's Quest" -- "Kiro's Quest" -- "Klax" -- "Knightforce" -- "Knightmare" -- "Knights" -- "Knights of the Crystallion" -- "Knights of the Sky" -- "Knoorkie the Pig"
-- "Kosmos" -- "Krusty's Fun House" -- "Kult" -- "Kwik Snax" "Labyrinth of Time" -- "Lamborghini" -- "Lamborghini American Challenge" -- "Lancaster" -- "Land of Genesis" -- "Larrie and the Ardies" -- "Larrie at the Castle" -- "Laser Squad" -- "Last Action Hero" -- "Last Battle" -- "The Last Ninja" -- "Last Ninja 2" -- "Last Ninja 3" -- "The Last Soldier" -- "Leading Lap" -- "Leander" -- "Leather Goddesses of Phobos" -- "Leavin' Teramis" -- "LED Storm" -- "Legend" -- "Legend of Fearghail" -- "Legend Of Kyrandia" -- "Legend of Lothian" -- "Legend of the Lost" -- "Legend of Valour" -- "Legion of Dawn" -- "Leisure Suit Larry" -- "Lemmings" -- "Lemmings 2" -- "Lemmings 3" -- "Let Sleeping Gods Lie" -- "Lethal Action" -- "Lethal Weapon" -- "Lethal Xcess" -- "" -- "Life and Death" -- "Light Corridor" -- "Limes & Napoleon" -- "Links" -- "Lionheart" -- "The Lion King" -- "Litil Divil" -- "Little Computer People" -- "Little Dragon" -- "Little Puff in Dragonland" -- "Liverpool" -- "Livingstone" -- "Livingstone 2" -- "Llamatron" -- "Logic" -- "Logical" -- "Logo" -- "Lollypop" -- "Lombard RAC Rally" -- "Loopz" -- "Loom" -- "Lord of the Rings" -- "Lords of Chaos" -- "Lords of Doom" -- "Lords of the Realm" -- "Lords of the Rising Sun" -- "Lords of Time" -- "Lorna" -- "Lost Dutchman Mine" -- "Lost New York" -- "Lost Patrol" -- "The Lost Vikings" -- "Lost'n'Maze" -- "Lothar Matthäus Soccer" -- "Lotus Esprit Turbo Challenge" -- "Lotus Turbo Challenge 2" -- "Lotus 3: The Ultimate Challenge" -- "Lupo Alberto" -- "Lure of the Temptress" -- "The Lurking Horror" -- "Luxor" "M-1 Tank Platoon" -- "Mad News" -- "Mad Professor Mariarti" -- "Mad TV" -- "Maelstrom" -- "Mafdet" -- "Mag!" -- "Magic Ball" -- "Magic Boy" -- "Magic Fly" -- "Magic Marble" -- "Magic Pockets" -- "Magic Serpent" -- "Magicland Dizzy" -- "Major Motion" -- "Manager" -- "Manchester United" -- "Manchester United 2" -- "Manchester United 3" -- "Maniac Mansion" -- "Manic Miner" -- "Manic Miner 2" -- "Manix" -- "Marble Madness" -- "Marblelous" -- "Marblelous 2" -- "Marvin's Marvellous Adventures" -- "Master Axe" -- "Master Ninja" -- "Matrix Marauders" -- "MAX Rally" -- "McDonald Land" -- "Mean 18" -- "MechForce" -- "Medieval Warriors" -- "Mega Lo Mania" -- "Mega Motion" -- "Mega Phoenix" -- "Mega Twins" -- "Mega Typhoon" -- "Megaball 4" -- "Megablast" -- "Megafortress" -- "Megatraveller" -- "Megatraveller 2" -- "Menace" -- "Mercenary" -- "Mercenary 3" -- "Merchant Colony" -- "Metal Law" -- "Metal Masters" -- "Mickey Mouse" -- "Micro Machines" -- "Microcosm" -- "Microprose Golf" -- "Microprose Soccer" -- "Midnight Resistance" -- "Midwinter" -- "Midwinter 2" -- "MIG-29 Soviet Fighter" -- "MIG-29M Super Fulcrum" -- "" -- "" -- "Mighty Bomb Jack" -- "Mike the Magic Dragon" -- "Mille Miglia" -- "Millennium 2.2" -- "Mind Force" -- "Mind Run" -- "Mindroll" -- "Mindwalker" -- "Minos" -- "The Misadventures of Flink" -- "Missile Command" -- "Missiles over Xerion" -- "Mission Elevator" -- "Mobile Warfare" -- "Moebius" -- "Monopoly" -- "Monster Business" -- "Monsters of Terror" -- "Monty Python's Flying Circus" -- "Moon City" -- "Moonbase" -- "Moonblaster" -- "Moonfall" -- "Moonmist" -- "Moonshine Racers" -- "Moonstone" -- "Moonwalker" -- "Morph" -- "Mortal Kombat" -- "Mortal Kombat II" -- "Mot" -- "Motorbike Madness" -- "Motorhead" -- "Mr. Blobby" -- "Mr. Do! Run Run!" -- "Mr. Heli" -- "Mr. Nutz" -- "The Munsters" -- "Murder!" -- "Myst" -- "Mystical" -- "Myth" -- "Mount&Blade" "Napalm" -- "Napoleon" -- "Naughty Ones" -- "Navy Moves" -- "Navy Seals" -- "Nebulus" -- "Nebulus 2" -- "Necronom" -- "Neighbours" -- "Nemac IV" -- "Neuromancer" -- "Never Mind" -- "New York Warriors" -- "New Zealand Story" -- "Nick Faldo's Championship Golf" -- "Nicky" -- "Nicky 2" -- "Nigel Mansell's Grand Prix" -- "Nigel Mansell's World Championship" -- "Night Hunter" -- "Night Raider" -- "Night Shift" -- "" -- "Nightlong" -- "Ninja" -- "Ninja Rabbits" -- "Ninja Remix" -- "Ninja Spirit" -- "Nitro" -- "No Buddies Land" -- "No Excuses" -- "No Exit" -- "No Greater Glory" -- "No Second Prize" -- "Nobunaga's Ambition" -- "Nord and Bert Couldn't Make Head or Tail of It" -- "North and South" -- "Nova 9" -- "Nuclear War" -- "Nuxelia" -- "NY Warriors" "The Oath" -- "Obitus" -- "Obliterator" -- "Obsession Pinball" -- "Odyssey" -- "Oh No! More Lemmings" -- "Oil Imperium" -- "OloFight" -- "Omega" -- "Omni-Play Horse Racing" -- "On the Ball" -- "On the Road" -- "" -- "One Step Beyond" -- "onEscapee" -- "Onslaught" -- "Ooops Up!" -- "Operation Com.Bat" -- "Operation Neptun" -- "Operation Stealth" -- "Operation Thunderbolt" -- "Operation Wolf" -- "Orbit 2000" -- "Oriental Games" -- "Ork" -- "Oscar" -- "Osiris" -- "Out of Lunch" -- "OutRun" -- "OutRun Europa" -- "OutRun Turbo" -- "Outlands" -- "Outzone" -- "Overdrive" -- "Overkill" -- "Oxxonian" -- "Oxyd" "Pacific Islands" -- "Pac-Land" -- "Pac-Mania" -- "Paladin" -- "Paladin 2" -- "Pang!" -- "Panzer Battles" -- "Panzer Kick Boxing" -- "Paperboy" -- "Paperboy 2" -- "Paradroid 90" -- "Paragliding Simulation" -- "Paramax" -- "The Paranoia Complex" -- "Parasol Stars - Bubble Bobble 3" -- "Paris Dakar 90" -- "The Patrician" -- "The Pawn" -- "Paws of Fury" -- "Payback" -- "Pegasus" -- "Penguins" -- "Penthouse Hot Numbers" -- "Penthouse Hot Numbers Deluxe" -- "P. P. Hammer and his Pneumatic Weapon" -- "The Perfect General" -- "Perihelion" -- "Peter Beardsley's International Football" -- "PGA European Tour" -- "PGA Tour Golf" -- "Phantasie" -- "Phantasie 2" -- "Phantasie 3" -- "Phantom Fighter" -- "Phobia" -- "Photopia" -- "Pinball Brain Damage" -- "Pinball Dreams" -- "Pinball Fantasies" -- "Pinball Illusions" -- "Pinball Magic" -- "Pinball Mania" -- "Pinball Prelude" -- "Pinball Wizard" -- "Pink Panther" -- "Pinkie" -- "Pioneer Plague" -- "Pipemania" -- "Piracy on the High Seas" -- "Pirates Classic" -- "Pirates!" -- "Pit Fighter" -- "Pizza Connection" -- "The Plague" -- "Plan 9 from Outer Space" -- "Player Manager" -- "Poing" -- "Police Quest" -- "Pool of Radiance" -- "Pools of Darkness" -- "Pop Up" -- "Popeye 2" -- "Populous" -- "Populous 2" -- "Ports of Call" -- "Postman Pat" -- "Postman Pat 2" -- "Postman Pat 3" -- "Powder" -- "The Power" -- "Power Drift" -- "PowerDrive" -- "Power Pinball" -- "Powerdrome" -- "Powermonger" -- "Prehistorik" -- "Premiere" -- "Prey - Alien Encounter" -- "Primal Rage" -- "Prince" -- "Prince of Persia" -- "Prince of the Yolkfolk" -- "Prison" -- "Pro Flight" -- "Pro Soccer 2190" -- "Proflight" -- "Project Ikarus" -- "Project-X" -- "Project X '93" -- "Project X SE" -- "Projectyle" -- "Prophecy" -- "The Prophet" -- "Prospector" -- "Prospector in the Mazes of Xor" -- "Puffy's Saga" -- "Puggsy" -- "Pursuit to Death" -- "Push-Over" -- "Putty" -- "Putty Squad" -- "Puzznic" "Qix" -- "Quadralien" -- "Quadrel" -- "Quake" -- "Quake II" -- "Quasar" -- "Quattro" -- "The Quest of Agravain" -- "Questron" -- "Questron 2" -- "Quicky" -- "Quik" -- "Quiksilver Pinball" -- "Qwak" "R3" -- "Rackney's Island" -- "Raffles" -- "Raiden" -- "Railroad Tycoon" -- "Rainbow Islands" -- "Rainbow Warrior" -- "Rally Championships" -- "Rally Cross Challenge" -- "Rally Master" -- "Rampage" -- "Rampart" -- "Ramses" -- "Ranx" -- "RBI 2 Baseball" -- "Reach for the Skies" -- "Reach for the Stars" -- "Real Genius" -- "The Real Ghostbusters" -- "Realm of the Trolls" -- "Realms" -- "" -- "Rebelcharge at Chickamauga" -- "Rectangle" -- "Red Baron" -- "Red Heat" -- "Red Lightning" -- "Red Mars" -- "Red Storm Rising" -- "Redzone" -- "Reederei" -- "Reel Fishin'" -- "The Reflex" -- "Reflexity" -- "Regent" -- "Regnum" -- "Renegade" -- "Renegade 3" -- "Renegade Legion - Interceptor" -- "Resolution 101" -- "Return of Medusa" -- "Return to Atlantis" -- "Reunion" -- "Revelation" -- "Revenge of the Mutant Camels" -- "Rick Dangerous" -- "Rick Dangerous 2" -- "Rings of Medusa" -- "Rings of Zilfin" -- "Rise of the Dragon" -- "Rise of the Robots" -- "Risk" -- "Risky Woods" -- "Ritter" -- "Road Rash" -- "Roadkill" -- "Roadwar 2000" -- "Roadwar Europa" -- "Robin Hood" -- "Robin Hood Legend Quest" -- "Robinson's Requiem" -- "Robocop 3" -- "Robosport" -- "Robot Commander" -- "Robots" -- "Rock Star Ate My Hamster" -- "Rock'n'Roll" -- "Rocket Attack" -- "Rocket Ranger" -- "Rocketz" -- "Rodland" -- "Roger Rabbit" -- "Roger Rabbit 2" -- "Rogue" -- "Rogue Trooper" -- "Roller Coaster Rumbler" -- "Rollerboard" -- "Rolling Ronny" -- "Romance of the Three Kingdoms" -- "Romance of the Three Kingdoms 2" -- "Rome A.D. 92" -- "Rorke's Drift" -- "Rotator" -- "Rotox" -- "Round the Bend" -- "R-Type" -- "R-Type 2" -- "Rubicon" -- "Ruff 'n' Tumble" -- "Ruffian" -- "Rules of Engagement" -- "Rules of Engagement 2" -- "The Running Man" -- "Run the Gauntlet" -- "Rüsselsheim" "S.D.I." -- "S.T.A.G." -- "S.U.B." -- "Sabre Team" -- "The Saddam Hussein Game" -- "Saint Dragon" -- "Samurai - Way of Warrior" -- "Santa's Xmas Caper" -- "Sarakon" -- "SAS Combat Simulator" -- "Satan" -- "Savage" -- "Scary Mutant Space Aliens from Mars" -- "Schlachtfeld 2" -- "Scorpio" -- "Scorpion" -- "Scrabble" -- "Scramble Spirits" -- "Screaming Wings" -- "Search" -- "Search for the Titanic" -- "SeaSide" -- "" -- "Second Samurai" -- "Second World" -- "The Secret of Monkey Island II" -- "The Secret of Monkey Island" -- "Secret of the Silver Blades" -- "Sensible Golf" -- "Sensible Soccer" -- "Sensible World of Soccer" -- "The Sentinel" -- "Sergeant Seymour - Robotcop" -- "The Settlers" -- "The Seven Cities of Gold" -- "Sexy Droids" -- "Seymour Goes to Hollywood" -- "Seymour Take One - Xmas Special" -- "Shadow Fighter" -- "Shadow of the Beast" -- "Shadow of the Beast 2" -- "Shadow of the Beast 3" -- "The Shadow of the Third Moon" -- "Shadow Sorcerer" -- "Shadowlands" -- "Shadoworlds" -- "Shanghai" -- "Shaq-Fu" -- "Shinobi" -- "Shockwave" -- "Shogo - Mobile Armor Division" -- "Shuffle" -- "Shufflepuck Cafe" -- "Shuttle" -- "Sidewinder" -- "Sid Meier's Pirates!" -- "Sierra Adventures Overview" -- "Sierra Soccer" -- "Silent Service" -- "Silent Service 2
" -- "Silkworm" -- "Sim City" -- "Sim City 2000" -- "Sim Earth" -- "Sim Life" -- "Simon the Sorcerer" -- "Simon the Sorcerer II" -- "The Simpsons" -- "Simulacra" -- "Sinbad and the Throne of the Falcon" -- "Sink or Swim" -- "Sir Fred" -- "Skate of the Art" -- "Skeleton Krew" -- "Skidmarks" -- "Skrull" -- "Skull & Crossbones" -- "Skweeks" -- "Skweeks 2 - Super Skweeks" -- "Skweeks 3 - Tiny Skweeks" -- "Sky Cabbie" -- "Sky High Stuntman" -- "Skychase" -- "Skyfox" -- "" -- "Slabs" -- "Slackskin & Flint" -- "Slam Tilt" -- "Slayer" -- "Sleepwalker" -- "Sliders" -- "Slightly Magic" -- "Slu" -- "Sly Spy" -- "Smash TV" -- "Snow Strike" -- "SoccerKid" -- "Soccer Pinball" -- "Soccer Stars '96" -- "Soccer Superstars" -- "Software Manager" -- "Software Tycoon" -- "Sol 2000 AD" -- "Soldier of Light" -- "Söldner" -- "Solius" -- "Son Shu Si" -- "Sonic Boom" -- "Sooty & Sweep" -- "Sophelie" -- "Space 1889" -- "Space Ace" -- "Space Ace 2" -- "Space Assault" -- "Space Crusade" -- "Space Harrier" -- "Space Harrier 2" -- "Space Hulk" -- "Space MAX" -- "" -- "Space Rogue" -- "Space Taxi" -- "Spaceball" -- "Spacestation" -- "Spaceward Ho!" -- "Special Forces" -- "Speed Racer FX" -- "Speedball" -- "Speedball 2" -- "Speedrunner" -- "Spell Bound" -- "Spellbound Dizzy" -- "Spellfire the Sorceror" -- "Speris Legacy" -- "Spherical" -- "Spherical Worlds" -- "Spider-Man" -- "Spidertronic" -- "Spindizzy" -- "Spirit of Adventure" -- "Spirit of Excalibur" -- "Spitting Image" -- "The Spoils Of War"-- "Spy vs. Spy" -- "Spy vs. Spy 2" -- "Spy vs. Spy 3" -- "St. Thomas" -- "Stalingrad" -- "Star Blaze" -- "Star Command" -- "Star Control" -- "Star Crusader" -- "Star Flight" -- "Star Trek - 25th Anniversary" -- "Star Wars" -- "Star Wars 2" -- "Star Wars 3" -- "Starball" -- "Starblade" -- "Starbreaker" -- "Stardust" -- "Starfighter" -- "" -- "Starflight" -- "Starflight 2" -- "Stargate" -- "Starglider" -- "Starglider 2" -- "Stargoose" -- "Starians" -- "StarLord" -- "Starquake" -- "Starray" -- "Starrush" -- "Startrash" -- "Steel" -- "Steel Business" -- "Steel Devils" -- "Steel Empire" -- "Steigar" -- "Steigenberger Hotelmanager" -- "Stellar 7" -- "Stellar Crusade" -- "Stern Siedler" -- "Stone Age" -- "Stoppt den Calippo Fresser" -- "Storm Across Europe" -- "Storm Master" -- "Stormlord" -- "Strangers" -- "Stratagem" -- "Street Fighter" -- "Street Fighter 2" -- "Street Racer" -- "Street Rod" -- "Strider" -- "Strider 2" -- "Strike Force Harrier" -- "Striker" -- "Strikes & Spares 3" -- "Strip Poker 3" -- "Stryx" -- "Stunt Car Racer" -- "Stunts" -- "Stuntman Seymour" -- "Sturmtruppen" -- "Subbuteo" -- "Suburban Commando" -- "Subversion" -- "Subwar 2050" -- "Suicide Mission" -- "Summer Camp" -- "Summer Games" -- "Summer Games 2" -- "Sun Crossword" -- "Super Bluekid" -- "Super Cars" -- "Super Cars 2" -- "Super Cauldron" -- "Super Foul Egg" -- "Super Grand Prix" -- "Super Grid Runner" -- "Super Hang-on" -- "Super Methane Brothers" -- "Super Monaco Grand Prix" -- "Super Off Road" -- "Super Puffy" -- "Super Seymour Saves the Planet" -- "Super Skidmarks" -- "Super Skidmarks 2" -- "Super Space Invaders" -- "Super Street Fighter 2" -- "Super Street Fighter 2 Turbo" -- "Super Wonderboy" -- "Superfrog" -- "Superman - Man of Steel" -- "Supremacy" -- "Surf Ninjas" -- "Swap" -- "Swibble Dibble" -- "Switchblade" -- "Switchblade 2" -- "SWIV" -- "Sword" -- "Sword of Aragon" -- "Sword of Honour" -- "Sword of Sodan" -- "Swords and Galleons" -- "The Sword and the Rose" -- "Swords of Twilight" -- "Syndicate" "T.V. Chubbies" -- "Taekwondo Master" -- "Tales From Heaven" -- "Tank Attack" -- "Targhan" -- "Team Suzuki" -- "Team Yankee" -- "Tearaway Thomas" -- "Tech" -- "Technocop" -- "TechnoVenture" -- "Teenage Mutant Ninja Turtles" -- "Teeny Weenys" -- "Temple of Apshai" -- "Teresa" -- "Terminator 2" -- "Terran Envoy" -- "Terry's Big Adventure" -- "Test Drive" -- "" -- "Testament" -- "Tetra Quest" -- "Teresa" -- "Tetris" -- "TFX" -- "Theatre of War" -- "Their Finest Hour" -- "Theme Park" -- "Theme Park Mystery" -- "Thexder" -- "Think Cross" -- "Think Twice" -- "The Third Courier" -- "Thomas the Tank Engine & Friends Pinball" -- "The Three Stooges" -- "Thunder Burner" -- "Thunder Chopper" -- "Thunderbirds" -- "Thunderblade" -- "Thundercats" -- "Thunderhawk" -- "Tiger Road" -- "Time Machine" -- "Time Race" -- "Time Scanner" -- "Time Soldier" -- "Timekeepers" -- "Times Crossword" -- "Times of Lore" -- "Tin Toy Adventure" -- "Tintin on the Moon" -- "Tiny Troops" -- "Titanic Blinky" -- "Titus the Fox" -- "Toki" -- "Tom & Jerry 1" -- "Tom & Jerry 2" -- "Tom and the Ghost" -- "Tommy Gun" -- "Top Banana" -- "Top Gear 2" -- "Top Hat Willy" -- "Tornado" -- "Torvak the Warrior" -- "Total Carnage" -- "Total Football" -- "Total Recall" -- "Tower of Babel" -- "Tower of Souls" -- "Toyota Celica GT" -- "The Toyottes" -- "T-Racer" -- "Tracker" -- "The Train" -- "Train It" -- "Trained Assassin" -- "Transarctica" -- "Transylvania" -- "Transworld" -- "Trapped 2" -- "Traps'em" -- "Traps'n'Treasures" -- "Travel Manager" -- "Trax Warrior" -- "Treasure Island Dizzy" -- "Treasure Trap" -- "Treasures of the Savage Frontier" -- "TrianGO" -- "Trinity" -- "Triple-X" -- "Tritus" -- "Troddlers" -- "Trolls" -- "Tron" -- "Tubular Worlds" -- "Turbo Cup" -- "Turbo Outrun" -- "Turbo Racer 3D" -- "Turbo Star Grand Prix" -- "Turbo Trax" -- "Turrican" -- "Turrican 2" -- "Turrican 3" -- "Tusker" -- "TV Sports Baseball" -- "TV Sports Basketball" -- "TV Sports Boxing" -- "TV Sports Football" -- "Twinworld" -- "Two to One" -- "Typhoon of Steel" -- "Typhoon Thompson" -- "T-Zero" "U.N. Squadron" -- "" -- "Ugh!" -- "" -- "" -- "" -- "" -- "Ultimate Body Blows" -- "Ultimate Pinball Quest" -- "The Ultimative Software Manager" -- "Ultimate Super Skidmarks" -- "Ultra Violent Worlds" -- "Under Pressure" -- "Uninvited" -- "Universal Warrior" -- "Universal Warrior 2" -- "Universe 3" -- "Unreal" -- "The Untouchables" -- "Uridium 2" -- "Uropa 2" -- "Us N' Them" -- "Utopia" "Valhalla - Lord of Infinity" -- "Valhalla 2" -- "Valhalla 3 - Fortress of Eve" -- "Vampire's Empire" -- "Vaxine" -- "Vector Championship Run" -- "Vectorball" -- "Vektor Storm" -- "Vengeance of Excalibur" -- "Venus - The Flytrap" -- "Vermeer" -- "Verminator" -- "Veteran" -- "Vette!" -- "Victory" -- "Victory Road" -- "Videokid" -- "Vigilante" -- "Viking Child" -- "Viking Child 2" -- "Vikings" -- "" -- "Vindex" -- "Virocop" -- "Virtual GP" -- "Virtual Interceptor" -- "Virtual Karting" -- "Virtual Karting 2" -- "Virus" -- "Vital Light" -- "Vital Mind" -- "Volfield" -- "Voodoo Nightmare" -- "Voyager" -- "Vroom" "Wacky Races" -- "Walker" -- "Wall Street Wizard" -- "Wanderer 3D" -- "War in Middle Earth" -- "War in the Gulf" -- "War of the Lance" -- "Warhead" -- "Warlock - The Avenger" -- "Warlock's Quest" -- "Warlords" -- "Warm Up" -- "Warriors of Releyne" -- "Warzone" -- "Wasted Dreams" -- "Watchtower" -- "Waterloo" -- "Waxworks" -- "Wayne Gretsky Ice Hockey" -- "Web of Terror" -- "WEC Le Mans" -- "Weird Dreams" -- "Wembly International Soccer" -- "Wendetta 2175" -- "Wet" -- "Whale's Voyage" -- "Whale's Voyage 2" -- "Wheels on Fire" -- "Wheelspin" -- "When Two Worlds War" -- "Where Time Stood Still" -- "Whirligig" -- "White Death" -- "Whizz" -- "Wibble World Giddy" -- "Wicked" -- "Wild Cup Soccer" -- "Wild Streets" -- "Wild West Seymour" -- "Wild West World" -- "William Tell" -- "Window Wizard" -- "Windwalker" -- "Wing Commander" -- "Wingnuts" -- "Wings" -- "Wings of Death" -- "Wings of Fury" -- "Winter Camp" -- "Winter Games" -- "Winzer" -- "WipeOut 2097" -- "Wishbringer" -- "The Witness" -- "Wiz'n'Liz" -- "Wizard Warz" -- "Wizard's Castle" -- "Wizardry VI - Bane of the Cosmic Forge" -- "Wizball" -- "Wizkid" -- "Wizmo" -- "Wolfchild" -- "Wonderboy in Monsterland" -- "Wonderdog" -- "Woody's World" -- "World Championship Soccer" -- "World Cup USA '94" -- "World Games" -- "World Soccer" -- "Worlds at War" -- "Worlds of Legend" -- "Worms" -- "Worms the Director's Cut" -- "Wrath of the Demon" "" -- "Xenomorph" -- "Xenon" -- "Xenon 2 - Megablast" -- "Xenophobe" -- "Xiphos" -- "XOR" -- "Xorron 2001" -- "X-Out" -- "XP8" -- "XPilot" -- "X-Treme Racing" -- "Xybots" "Yie Ar Kung-Fu" -- "Yo! Joe!" -- "Yogi's Great Escape" -- "Yolanda" -- "Yuppi's Revenge" "Zak McKracken and the Alien Mindbenders" -- "Zany Golf" -- "Zeewolf" -- "Zeewolf II" -- "Zeppelin - Giants of the Sky" -- "Zero Gravity" -- "Ziriax" -- "Zjyswav Hero of the Galaxy 3D" -- "Zombie Massacre" -- "Zone Warrior" -- "Zool" -- "Zool 2" -- "Zork" -- "Z-Out" -- "Z-Out 2" -- "Zynaps" -- "Zyron" Dallas Mavericks Dallas Mavericks, Dallas, Teksas'ta kurulan National Basketball Association (NBA) takımı. 2011 yılında Miami Heat'i yenerek ilk şampiyonluğunu yaşamış oldu. Dallas Chaparrals'ın 1973'te San Antonio'ya taşınmasından sonra Dallas takımsız kalmıştı.Don Carter ve Norm Sonju 1979 yılında NBA yönetimine başvurdu ve Batı Konferansı, Ortabatı Grubu'ndan NBA'ye girdiler. Mavericks 1980 yılında NBA kariyerine başladığında her yeni takım gibi zorlanacağı düşünülüyordu. Fakat şaşırtıcı biçimde ilk 2 yıl play-off mücadelesi verdi ve 1983'te ligi 6. sırada bitirerek play-off vizesi almaya hak kazandı. 1981 ve 1983 NBA Seçmeleri'nde (NBA Draft) alınan Mark Aguirre ve Derek Harper, Mavericks'in sevgilisi olacak Brad Davis'in bu başarıda katkısı büyüktü. Sam Perkins'in de 1983 NBA Seçmelerinde takıma katılmasıyla sonraki yıllarda da playoff yarışında olmaya devam ettiler. 1988'de Batı Konferansı finaline kadar çıktılar fakat Magic Johnson'lı Los Angeles Lakers'e elenmeleri sonrasında Mavs'te sorunlar baş göstermeye başladı. Roy Tarples'in uyuşturucudan başının belaya girmesi, önemli oyuncuların takas edilmesi takımın dibini kazıdı. 1990 yılındaki sürpriz play-off sonrasındaki seneler tam anlamıyla ligin dibinde berbat galibiyet sayılarıyla geçti. Jim Jackson Jamal Mashburn ve Jason Kidd'in gelişiyle ligin sonundan yukarıya doğru tırmandılarsa da bir türlü beklenen başarı gelmedi. 1996-97 sezonuyla takımda köklü değişi
kliklere gidildi. Michael Finley takıma dahil oldu, Don Nelson da takıma genel menajer oldu. 1998 de gelen Dirk Nowitzki ve Steve Nash ikilisine uyum sağlayan Finley ile beraber takım 11 yıl sonra 2001'de Playoff sevinci yaşadı. Başta bu üçlü takıma müthiş bir hücüm gücü kattı, fakat Don Nelson'un sistemi yüzünden savunma en büyük sorunları olarak kaldı. Nash 2004 sezonunun başında eski takımı Phoenix Suns'a gitti. Takım önemli bir parçasını kaybetse de özellikle Nowitzki'nin hep kendini geliştiren oyunuyla hala güçlü bir ekip olma özelliğini sürdürüyor. Gariptir ki ayrıldığı ilk sezonun sonunda "En Değerli Oyuncu" (MVP) ödülünü alan Nash Playoff eşleşmesinde Dallas'ı yıkan adam oldu.2007 yılında üst üste 17 galibiyet alarak kulüp rekorunu kırdı,normal sezon birinciliğiyle play-offları garantiledi.Fakat Golden State Warriors'a 4-2 ile elenmekten kurtulamadılar. 2010-2011 sezonu Playoff'larında ise önce Portland Trail Blazers'i 4-2, sonrasında Los Angeles Lakers'i 4-0 ile geçerek batı konferansı finalinde Oklahoma City Thunder'ı 4-1 geçerek ikinci kez NBA Finaline çıktı.İlginç bir şekilde 2006'daki rakipleri Miami Heat ile eşleştiler.Dallas Mavericks LeBron'lu Wade'li kadrosuyla favori gösterilen Heat'i 4-2 yenerek tarihlerinde ilk kez NBA şampiyonu oldu. 2010-2011 sezonunda Dirk Nowitzki'nin 24/24'de attığı 48 sayı ile Playoff rekorlar listesine girmiştir. Pauli dışarlama ilkesi Pauli dışarlama ilkesi, bir atomda iki fermiyonun aynı anda tamamen aynı kuantum sayılarına sahip olamayacaklarını ifade eden prensip. Avusturya asıllı İsviçreli fizikçi Wolfgang Pauli tarafından 1925'te ortaya atılmıştır. Pauli bu prensibiyle 1945'te Nobel Fizik ödülünü kazanmıştır. Pauli'den önce elektronun enerji seviyesini gösteren üç tane kuantum sayısı (baş kuantum sayısı, tali kuantum sayısı ve manyetik kuantum sayısı) belirtilmişti. Pauli, fermiyonun spini ile ilgili dördüncü kuantum sayısını ifade etmiştir. Bu da spinin saat yönünde veya ters yönde olabileceği şeklindedir. Pauli'ye göre, bir orbitale spini 1/2 olan bir fermiyon yerleşmişse, aynı orbitale yerleşen ikinci fermiyonun spini ters yönde (yani -1/2) olmalıdır. Böylece birbirine ters yönde spinli iki fermiyonun yer aldığı orbital dolmuş olur. Suur Munamägi Suur Munamägi ("Büyük Yumurta Dağ") Estonya'nın ve Baltık Devletleri'nin en yüksek noktasıdır. Deniz seviyesinden 318 metre yükseklikte bulunan tepe Estonya'nın güneydoğusunda bulunan, Rusya ve Letonya sınırları yakınındaki Haanja kasabası sınırları içerisinde bulunmaktadır. Kasr-ı Arifan Kasr-ı Arifan, Şah-ı Nakşibend'in 718/1318 tarihinde Özbekistan'da, Buhara'ya 9 km uzaklıkta doğduğu köyün adıdır. Buranın eski adı Kasr-ı Hinduvan iken, kendilerine nisbetle "Arifler Köşkü" anlamına gelen Kasr-ı Arifan denilmiştir. Nakşibendi tarikatının önemli bir mürşidi olan Muhammed Baba Semmasi, müridleriyle Şah-ı Nakşibend'in ailesinin oturduğu Kasr-ı Hinduvan'dan geçerken: "Burada benim burnuma bir yiğit kokusu geliyor. Yakında bu yiğit sayesinde Kasr-ı Hinduvan, Kasr-ı Arifan olsa gerektir" demiştir. Leyla Saz Leyla Saz (d. 1850, İstanbul - ö. 6 Aralık 1936, İstanbul), Türk besteci, yazar, şair. Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarına tanıklık etmiş, bu dönemde yaşanan kültürel geçiş sürecini eserlerine yansıtmış bir sanatçıdır. Osmanlı harem hayatını ve İmparatorluğun son döneminde kadınların yaşamını anlatan anıları değişik dillere çevrilip ilgi görmüştür. Tanınmış mimar Vedat Tek’in ve İstanbul’un işgal yıllarında şehremini (belediye başkanı) olarak görev yapmış Yusuf Razi Bel’in annesidir. “"Yaslı gittim şen geldim"" dizesiyle başlayan ünlü marşın ve ""Seni sevda çiçeğim, tac-ı serim"” (hicaz) gibi şarkıların bestecisidir. 1850 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. Annesi Nefise Hanım; babası, Osmanlı saray hekimlerinden Hekim İsmail Paşa'dır. Babasının sarayın harem bölümünün özel doktoru olarak görev yapması sonucu Leyla Hanım, ablası ile birlikte sarayda yaşadı; çocukluğunda yedi yılı sarayda geçti. Bu sırada sultan hanımların nedimeliğini yaptı; harem hayatını yakından tanıdı ve iyi bir eğitim gördü. Sarayda kaldığı dönemde Nikoğos Ağa ve Medeni Aziz Efendi'den aldığı dersler ile Klasik Türk müziği alanında kendini geliştirdi, bestekârlık yeteneğini ilerletti; piyano dersi aldı. Sultan Abdülmecit’in ölümü üzerine 11 yaşında eve döndü. Sultan Abdülmecit’in öldüğü yıl babası Girit’e vali olarak atanmıştı; onunla birlikte Girit’e gitti. Hanya’da geçen ilk gençliği sırasında Fransızca ve Rumca öğrendi; batı kültürünü yakından tanıdı; sarayda başladığı piyano eğitimini geliştirdi. Bir yandan da Giritli Kutbi Efendi’den Osmanlı şiirini öğrendi; ilk şiirini 14 yaşında yazdı. Aydın’a vali olarak atanan babası ile bu kente giden Leyla Hanım; 19 yaşında iken Sırrı Efendi adlı gençle evlendi. Eşi, daha sonra “Giritli Sırrı Paşa” olarak anılacak bir devlet adamı, şair ve hattattır. 26 yıl süren evliliklerinden Yusuf Razi, Vedat (1873), Nezihe, Ferihe isimli çocukları dünyaya geldi. Eşinin görevleri nedeniyle Anadolu ve Balkanlar’da seyahat etti. Eşinin Bağdat valisi olduğu dönemde bir cariye ile ilişkisi olduğunu öğrenince o devirde bir kadın için boşanma çok zor olsa da padişahın izni ile eşinin yanına gitmedi ve böylece evliliğini bitirdi 1895’te İstanbul'a yerleşti; kendisini müziğe ve şiire adadı. Osmanlı’daki kadın hareketi içinde yer aldı. “"Hanımlara Mahsus Gazete"”’de yazılar yayımladı. Anılarını kaleme aldı. 70’li yaşlarında iken Bostancı semtinde bulunan köşkünün yanması ile notaları, şiirleri ve hatıra defterlerinin kül olunca eserlerini yeniden toparlama azmini gösterdi. Şiirlerini daha sonra “"Solmuş Çiçekler"” adlı kitapta bir araya getirdi (1928); anılarını yeniden yazdı. 1934’te Soyadı Kanunu’nun çıkmasından sonra “"Saz"” soyadını aldı. Leyla Saz Hanım 6 Aralık 1936'da, İstanbul'da vefat etti. Edirnekapı Şehitliği’ne defnedildi. İki yüze yakın bestesi vardır ancak Leyla Hanım'ın Bostancı'daki köşkü İstanbul'un işgali yıllarında yandığında bütün eşyaları, şiirlerinin çoğu ve hatıra defterleriyle birlikte bu beste notalarının çoğu da yandı. Günümüze 52 eseri gelebildi. Bu eserleri arasında Hicaz makamındaki 'Seni sevda çiçeğim, tac-ı serim' şarkısı vardır. Klasik eserlerin yanı sıra Cumhuriyetin ilk yıllarında çok sevilmiş olan “"Yaslı Gittim Şen Geldim"” marşının da bestecisidir. Şiir yazmaya 14 yaşında başlamış olan Leyla Hanım, Fıtnat Hanım ile birlikte dönemin mecmualarında açık imzası görülen ilk kadın şairlerdendir. Divan geleneğini takip ederek yazdığı şiirlerinin toplanabilen kısmı ilk kez 1928'de 'Solmuş Çiçekler' ismiyle yayımlanmıştır. Esere ünlü şair Abdülhak Hamit Tarhan bir önsöz yazmıştır. Klasik Osmanlı şiirlerinin yanı sıra sadeleştirilmiş bir Türkçe ile yazılmış şiirler de kaleme almıştır. Leyla Hanım ayrıca "Harem ve Saray Adatı Kadimesi" ismini verdiği, saray çevresini ve âdetlerini anlatan anılarıyla da ünlenmiştir. Bu anılar önce 1920-1922 yılları arasında "Harem-i Hümayun ve Sultan Sarayları" başlığı altında Vakit gazetesinde, daha sonra da, 1974 yılında "Haremin İçyüzü" ismiyle kitap olarak yayımlanmıştır. Bostancı yangınından sonra hafızadan yeniden yazmak zorunda kaldığı bu anılar Türkiye'de ilk yayınlanışlarından kısa bir süre sonra 1925'de, oğlu Yusuf Razi Bel tarafından Fransızca'ya çevrilmiş, Claude Farrere'in önsözüyle Fransa'da, daha sonra da İngilizce olarak İngiltere'de yayınlanmıştır. Anılar iki bölümden oluşur. İlk bölümde Osmanlı sarayındaki harem hayatı; ikinci bölümde ise Saz'ın Osmanlı İmparatorluğunda 19. yüzyılda kadın yaşamına ilişkin gözlemleri anlatılır. Kilobayt Kilobayt (KB) bilgisayarlarda kullanılan, 1024 bayt anlamına gelen bir ölçü birimidir. Alt ve üst birimleri: Not: Kural olarak 1024 katsayı olarak kullanılmasına rağmen yaygın kullanış biçimi olarak 1000 kat olarak da çarpılabilir (kilo=1000). Kibibayt Gigabayt Gigabyte (GB) (Okunuş: ) (İngilizce: "gigabyte", okunuşu "gigıbay't"), bilgisayarlarda kullanılan, 1024 megabayt (İngilizce: "megabyte", okunuşu "megabay't") anlamına gelen bir ölçü birimidir. Alt ve üst birimleri: Terabayt Terabayt, dijital bilgide kullanılan bayt biriminin bir katsayıdır. Ön ek olan "tera", 1000'in dördüncü kuvvetini temsil eder ve SI birim sisteminde 10 anlamına gelir, ve bu nedenle bir terabayt bir trilyon baytdır. Terabaytın birim simgesi TB′dir. 1 TB = = = . İlgili bir birim olan, tebibayt (TiB), ikili sayı sistemini kullanır ve 1024'ün dördüncü kuvvetini temsil eder. Bir terabayt ikili sayı sisteminde 0.910 tebibayta veya 931 gibibayta eşdeğerdir. Nobel Kimya Ödülü Nobel Kimya Ödülü, Nobel Ödülleri'nin bir parçası olarak, her yıl Alfred Nobel'in ölüm yıldönümü olan 10 Aralık'ta ve İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi tarafından verilir. Nobel Kimya Ödülü'nü bugüne dek kazanmış olan bilim insanlarının listesi, 25 yıllık dönemlere ayrılmış halde, aşağıda sunulmuştur. Mabet ağacı Ginkgo biloba (Mabet ağacı)(Çince ve Japonca 銀杏), günümüzde varlığını sürdüren hiçbir yakın türü veya benzeri bulunmayan, tamamıyla kendine özgü bir ağaçtır. Botanikçilerce, bitkiler (Plantea) alemi içindeki ayrı bir bölümde (Ginkgophyta) değerlendirilir. Bu bölümün içinde tek bir sınıf (Ginkgoopsida), sınıfın içinde tek bir takım (Ginkgoales), takımın içinde tek bir familya (Ginkgoaceae), familyanın içinde de tek bir cins olarak Ginkgo ve bu cinste de tek tür olarak "Ginkgo biloba" bulunmaktadır. Geçmişte Spermatophyta veya Pinophyta bölümlerine yerleştirilmişse de bugün yukarıda belirtilen tanımların daha uygun olduğu sonucuna varılmıştır. Bilinen yaşayan fosil türlerinin en iyi örneklerinden biridir. Ginkgo biloba, açık tohumlular ("gymnospermae") olarak anılan, başka bir deyişle tohumları bir meyve tarafından koruma altında olmayan bir ağaç türüdür (açık tohumluların tersi: kapalı tohumlular ("angiospermae")). Uzun süre, yabani ginkgo soyunun tükenmiş olduğu düşünülmüşse de, bugün Doğu Çin'deki Zhejiang eyaletindeki Tian Mu Shan milli parkında en a
z iki küçük alanda yabani ortamda da yetişmekte olduğu anlaşılmıştır. Ancak bu bölgenin bin yılı aşkın süredir insanlarca iskan edilmiş olduğu göz önüne alındığında, buralardaki ginkgoların ne derece yabani, ve ne derece bölge halkınca terbiye edilmiş türler olduğu tartışmaya açıktır. Ginkgolar 20-35 metre aradında yüksekliğe varan (Çin'deki bazı ginkgoların boyu 50 metreyi aşabilmektedir) orta ile geniş arası boyutlarda yaprakdöken ağaçlardır. Zirveleri çoğu kez köşeli, yaprakları uzun ve dağınıktır. Kökleri genelde derine iner ve rüzgar ve karın sebebiyet verebileceği hasarlara karşı dayanıklıdırlar. Genç ginkgolar ekseriyetle ince bedenli olup, uzunlamasına büyümüşlerdir. Daha seyrek yapraklıdırlar. Ağaç yaşlandıkça tepe kısmı genişler. Sonbaharda yapraklar parlak sarı renge döner ve hemen sonra (1-15 gün arasında) dökülürler. Genel olarak bitki hastalıklarına karşı olağanüstü dirençli olmaları, gövdelerinin bitki haşeratına çok iyi karşı koyabilmesi, yüzeyde ilave kökler ve tomurcuklar oluşturabilmeleri ginkgoların çok uzun ömürlü olmalarına imkân vermekte, bazı ağaçların yaşı 2500 yıla varabilmektedir. Bazı yaşlı ginkgolarda gelişen yüzey kökleri ("chichi") (Japonca'da "meme") geniş dalların alt kısmında belirir ve aşağıya doğru büyürler. Chichilerin büyümesi son derece yavaş olup, yüzlerce yıl sürebilir. Bu kalın ilave kökler toprağa eriştiklerinde çoğu kez filizlenirler ve bu, yaşlı ağaçların bünyesinin istikrara kavuşturulması veya genç bitki hücrelerinin oluşturularak ağaç bünyesine katkı sağlanması işlevi görüyor olmalıdır. Ginkgo dalları, çoğu ağaçlar gibi, uzunlamasına apikal tarzda denilen, muntazam yapraklı uzun sürgünler halinde büyümektedir. Yaprakları yelpaze şeklindedir ve uçlara uzanan damarları bulunmaktadır. Bu damarlar bazen birbirleriyle kesişmekte, ancak hiçbir zaman düzgün bir ağ oluşturmamaktadırlar. Boyutları 5-10 santimetre arasındadır (çok nadiren 15 santimetreye kadar uzayabilmektedirler). Ginkgolar iki evcikli ağaçlardır. Bazı ağaçlar dişi, bazı ağaçlar erkektir. Erkek ginkgolar sporofilli küçük polen kozalakları üretirler ve bunların her birinde merkezi bir aks üzerinde spiral düzende yerleşik iki mikrospor bulunmaktadır. Dişi ginkgolar kozalak üretmez. Bunların yaprak saplarının ucunda iki yumurtacık oluşmuştur ve döllenme sonrasında bu yumurtacıkların biri veya her ikisi tohum haline gelir. Tohum 1.5-2 santimetre uzunluğundadır. Üst tabakası (sarcotesta) açık sarıya ve kahverengiye çalar, yumuşak ve meyve kıvamındadır. Eriği andırırlar ve cazip bir görünümleri vardır, ancak bütanoik asit içerdiklerinden bayat tereyağı gibi kokarlar (nitekim tereyağı da bayatlaştıkça aynı asit türünü oluşturur). Sarcotesta'nın altında sert sclerotesta kısmı ve kâğıt inceliğinde endotesta ve nucellus bulunmaktadır. "Ginkgo" ismi Çince gümüş ve kayısı anlamına gelen (銀杏 yín xìng) iki harfle yazılır. Japonca 'ya "ginkyo" şeklinde geçmiştir. 17. yüzyılda bu ağaç ile karşılaşan ilk Avrupalı olan Engelbert Kaempfer de ismi başlangıçta Japonca telaffuzuna göre kaydetmiş, sonradan ginkgo benimsenmiştir. Çağdaş Japonca'da (kanji karakterleri aynı kalmakla birlikte) ichō veya ginnan olarak anılmaktadır. Kabuklu tohumlarına çağdaş Çince'de 白果 (bái guo), "beyaz meyve" denmektedir. Bu ağaç Türkiye'de gümüş kaysı, fil kulağı, kız saçı, Çin yelpaze çamı gibi isimlerle de anılmaktadır. Ginkgo bir yaşayan fosildir. Permian (270 milyon yıl önce) çağından kalma ginkgo fosilleri ile günümüzdeki ginkgolar arasında kolaylıkla bağ kurulabilmektedir. Dolayısıyla dinozorlarla yan yana yaşamıştır. Orta Jurassik ve Krestase çağlarında ginkgo türleri çeşitlenmişler ve Laurasia anakıtası boyunca yayılmışlardır, ancak sonraları nadir bir tür haline geldikleri görülmektedir. Paleosen çağına varabilmiş tek ginkgo türü "Ginkgo adiantoides" olup, Kuzey Yarımküre de bulunmakta, Güney Yarımküre belirgin farklılıklar taşıyan (ve üzerinde henüz yeterince bilgi edinilememiş) bir türdeşi bulunmaktaydı. Pliosen çağının sonuna gelindiğinde, ginkgo fosilleri, merkezi Çin'de günümüz yaban ginkgolarının yetiştiği küçük bir bölge hariç, dünyanın her yerinde ortadan kaybolmuştur. Ginkgophyta fosilleri aşağıda belirtilen familyalara ve türevlerine ayrılmıştır: Ginkgo Çin'de uzun zamandır yetiştirilen bir ağaçtır. Bazı tapınaklara dikilmiş ginkgoların 1500 yaşını geçkin oldukları tahmin edilmektedir. Budizm ve Konfiçyüs öğretisi açısından arzettikleri sembolik önem nedeniyle Çin'in yanı sıra Japonya ve Kore'de de geniş ölçekte ginkgo dikilmiş, bu arada ginkgo neslinin bir nebze ehilleştirilmesi veya doğal ormanlarda diğer ağaç türlerinin komşuluğunda melezleşmesi söz konusu olmuştur. Avrupa kaynaklarında ginkgoya ilk atıf 1690'da Japon tapınaklarında bu ağaçla karşılaşan (Hollandalılarla gelmiş) Alman botanikçi Engelbert Kaempfer eliyledir. Ginkgo tohumları meyve etini ve kabuğu çıkardıktan ve pişirildikten sonra yenebilmektedir. Genelde kalabalık bir topluluk için hazırlanmış bir yemeğe sadece birkaç tohum atılmaktadır. Gingko meyvesi yan ürün olarak hidrojen siyanid salgıladığından yemeklerde fazla miktarlarda kullanılması zehirlenmelere yol açabilir. On kadar çiğ ginkgo meyvesinin bir çocuğun ölümüne yol açabilecek derecede zehir bulundurduğu iddia edilmişse de, bunu kanıtlayacak bir vakaya rastlanmamıştır. Bazı kimselerin ginkgo sarkotesta sındaki kimyasal maddelere karşı hassasiyeti bulunabilir. Bu hassasiyet cilt düzeyinde de geçerli olabildiğinden bu kimseler günkgo muamele ederken eldiven giymelidirler. Hassasiyetin semptomları, deri üzerinde zehirli sarmaşık ile de görülebilenlere benzer türden kızıl lekeler veya kabarcıklardır. Bazı bölgelerde, ve özellikle ABD'de dikilmiş ginkgoların ekseriyeti doğal tohumlar üzerine aşılanmış erkek kültivarlarıdır. Zira erkek ağaçlar kötü kokulu meyveler vermemektedir. Dişi ağaçların verdiği kötü kokulu meyve içindeki çekirdeklerin son derece lezzetli olduğunu ve Asya ülkelerinde hayli rağbette olduğunu da vurgulamak gerekir. En sık kullanılan kültivar olan 'Autumn Gold' (Sonbahar Altını) erkek ağacın bir klonudur. Ginkgo meyvesi içindeki cevizimsi çekirdekler Asya ülkelerinde ve Asya dışı ülkelerin gurmelerince gayet beğenilmektedir ve geleneksel bir Çin düğün yemeğinin (konjii) ana malzemelerindendir. Sağlığa iyi geldiği ve afrodizyak özellikleri olduğu düşünülmektedir. Japonlar ginkgoyu chawammushi gibi yemeklerde kullanırlar ve pişmiş tohumları pek çok kez diğer yemekler yanında bir çerez olarak servis ederler. Ginkgonun ilginç bir özelliği kentsel ortama (başka bir deyişle hava kirliliğine) en dayanıklı ağaçlardan biri olması, başka ağaçların yaşayamayacağı şartlarda dahi büyüyebilmesidir. Bu özelliği ile, kentsel ortama dayanıklılıkta dünyada sadece Cennet ağacı na eşdeğerdir. Ginkgolar, kentsel ortamda bulundukları haller dahil, ağaç hastalıklarından çok nadiren etkilenmektediler ve pek az haşeratın saldırısına uğramaktadırlar. Bu nedenlerden ve estetik özelliklerinden dolayı, ginkgolar büyük şehir parklarında ve cadde boylarında tercih edilen bir ağaç haline gelmiştir. Ekilen tohumlar kolay bir bakım süreci içinde büyüyebilmektedirler. Ginkgolar penjing veya bonsai tarzı ağaç yetiştirmeye de müsaittirler. Yapay yöntemlerle boyutları küçük tutulabilmekte ve gerekirse yüzyıllarca muhafaza edilebilmektedirler. Ginkgoların dayanıklılık derecesinin uç örnekleri Hiroşima'da görülmüştür. Atom bombasının patladığı noktaya 1-2 kilometre mesafede yer alan dört ginkgo ağacı, bu alanda patlamadan sağ çıkan ve hayatiyetini bugün de sürdüren yegane canlı varlıklardı (ayrıntılar ve fotoğraflar için bkz. (http://www.xs4all.nl/~kwanten/hiroshima.htm). Ginkgo yapraklarının özü flavonoid glükozidleri içermektedir ve ginkgolidler (Ginkgo özü bazlı ürünler) eczacılıkta giderek daha yaygın şekilde kullanılmaktadır. Mevcut bilimsel araştırmalar Alzaimer(Hafıza Kaybı, Unutkanlık) rahatsızlıklarında, hafıza güçlendirmede, başdönmesini önlemede ve zihinsel konstantrasyon arttırmada gingko özünün mutlak yararları bulunduğuna işaret etmekte olup, olası diğer faydalarına ilişkin çalışmalar sürmektedir. Fareler üzerinde yapılan yeni bir araştırma Cep telefonlarının beyine yaymış olduğu dalgalara karşı Ginkgo Biloba'nın faydası olduğu deneyler sonucu ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda Hiroşima ve Nagasaki'de bile Ginkgo Biloba ağaçları ayakta kalmıştır. Ginkgo enerji içeceklerine sıklıkla katılmakta ise de, maliyeti nedeniyle içeceklerde kullanılan oran çok düşük kalmakta, dikkate değer bir etki yaratmamaktadır. Enerji içecekleri etiketlerinde bazen anılan ginkgo bağlantılı yararlar, genellikle plasebo etkisinden ibarettir. İleri yaşlardaki insanların kullanması tavsiye edilir. Ginkgonun kan dolaşımı bozukları veya aspirin gibi pıhtılaşmayı yavaşlatıcı özellikleri olan ilaçları yüksek dozlarda alan kimselerde bazı istenmeyen etkileri görülebilmektedir. Ayrıca monoamine oxidaz engelleyici (MAOI) antidepresan lar alan kişilerce veya hamile kadınlarca kullanılması salık verilmemektedir. Yan etkiler kanama artışı, gastroentestinal rahatsızlıklar, mide bulantısı, ishal, başağrısı ve huzursuzluk şeklinde kendini gösterebilmektedir. Bu tür yan etkilerin görülmesi halinde, ginkgo kullanan kişi aldığı dozları (günde 40 ila 240 mg.) hemen azaltmalıdır. Yan etkilerin sürmesi halinde ginkgo kullanımı durdurulmalıdır. Ginkgo biloba yapraklarından üretilen (ekstre olmayan) kapsül veya tablet formlar için günlük kullanım dozu arttırılabilir. Burada kullanılan Ginkgo biloba kapsül veya tabletin içinde bulunacak olan; İstanbul'da mabet ağacı örneklerine rastlamak mümkündür. Ihlamur Kasrı girişinde bulunan mabet ağacı 1855 yılında dikilmiştir. İ.Ü. Orman Fakültesi, Bahçeköy Orman İşletmesi Bahçesi ile Atatürk Arboretumu'nda güzel gelişmiş dişi ve erkek Mabet Ağaçları vardır. Baltalimanı'nda, İstanbul Üniversitesi Sosyal Tesisleri'nin bulunduğu bahçede geniş bir çapa ve boya ulaşmış mabet ağaçları bulunur. Ayrıca İstanbul Üniversitesi Botanik Bahçesi'nde iyi gelişmiş ve mükemmel formda dört adet örneği de mevcuttur. B
uradaki ağaçlardan verimli tohumlar alınıp kısıtlı miktarda da olsa üretim de yapılmaktadır. Kanlıca'da Sabancı yalısının bahçesinde ve Büyükdere'de Rus elçiliği korusunda mabet ağacı bulunmaktadır. İstanbul'da bu ağacın görülebileceği yerler arasında Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi'de vardır. Maltepe'de eski bir ilaç fabrikası olan Kolsan firmasının bahçesinde bulunmaktadır. Trabzon'da ise K.T.U Orman Fakültesi önünde bulunmaktadır. Ankara'da Kore Bahçesi'nde oldukça erişkin bir örneği görülebileceği gibi; Meclis yanındaki Egemenlik Parkı'nda da bir erkek ve bir dişi mabet ağacı bulunmaktadır. Ayrıca Ege Üniversitesi'nin botanik bahçesinde de mabet ağacı bulunmaktadır. Manisa uluparta bir erkek bir dişi ağaç bulunmaktadır. İzmir Bornova Büyük parkın karşısında 7-8 tane bulunmaktadır. Balıkesir de şehir içinde Savaştepe yol ayrımından önce refuj bitkisi olarak oldukca çok sıra halinde dikilmiş olarak da vardır. Ayrıca Yalova Çiftlik köyde tıbbi bitki üretim amaçlı kurulumuş küçük bir bahçede mevcuttur. Şitaki mantarı Şitaki mantarı ("Lentinula edodes"), Shii ağacından toplanan lezzetli bir mantar türü. Kelime anlamı "Lezzetli, hoş kokulu mantar" dır. Uzakdoğu mutfağının önemli bir öğesidir. Uzman sistemler Uzman sistemler, belirli bir uzmanlık alanında, gerçek kişilerden derlenen bilgileri temel alarak, zamanla kendisini geliştirebilme yeteneği de olan yazılımlardır. Uzman davranışını taklit etmek üzere çok farklı metotlar kullanılmakla birlikte, en yaygın kullanılanlar 1)bilgi temsili yöntemleri ve 2)bilgi mühendisliği yöntemleridir. Her uzman sistemde öğrenme davranışı olmayabilir fakat her uzman sistem geliştirildikten sonra gerçek problemler karşısında insan uzmanla aynı sonuca varmalıdır. 1970'lerde yapay zekâ alanındaki araştırmacılar tarafından geliştirilmiş ve ticari olarak 1980'lerde uygulanmaya başlanmıştır. Bu programlar, belirli bir problem hakkındaki bilgiyi çözümleyen, problemlere çözümler sağlayan, tasarımına bağlı olarak, düzeltmeleri yapmak için bir iş dizisi öneren programlardır. Özellikle tıp ve danışmanlık gibi hizmet sektörlerinde, uzman eksiğini giderme veya maliyetleri düşürmek amacıyla kullanılırlar. Uzman sistemler konusu; sistem teorisi, yöneylemsel araştırma, iş süreçleri, uygulamalı matematik ve bilim yönetimi konularıyla ilişkilidir. Yapay yaşam Yapay yaşam, biyolojik olayların arkasında yatan ana dinamik prensipleri soyutlamaya çalışarak ve bu fiziksel dinamikleri başka fiziksel ortamlarda (bilgisayarlar gibi) yeniden oluşturup yeni deneysel düzenleme ve testlerde kullanılabilir hale getirerek yaşamı anlamayı amaçlayan bir çalışma alanıdır. Yapay yaşam esas olarak hem biyolojinin temellerine hem de geleceğine yönelmiş olsa da, konusunun kapsamı ve karmaşıklığı farklı dalların ortak çalışmasını gerektirir. Yapay Yaşam bugün, bilgisayar bilimleri, fizik, biyoloji, kimya, ekonomi ve felsefe gibi farklı alanlardan birçok araştırmacıyı ortak bir zeminde buluşturmaktadır. Bahçeşehir Üniversitesi Bahçeşehir Üniversitesi, 1998 yılında Bahçeşehir-Uğur Eğitim Vakfı tarafından açılan vakıf üniversitesi. İlk olarak İstanbul'un Bahçeşehir semtinde kurulan üniversite, 2006-2007 akademik yılında tüm fakülteleriyle Beşiktaş ilçesine taşındı. "İstanbul'un Kalbinde Bir Dünya Üniversitesi" sloganıyla yola çıkılarak kurulan Bahçeşehir Üniversitesi'nin İstanbul dışında farklı ülkelerde de 7 tane kampüsü bulunmaktadır. Bahçeşehir Üniversitesi 2007 yılında "Superbrands of Turkey" ödülü almıştır. BAU Bursa Humus (yemek) Humus, nohut ve tahine limon suyu, sarımsak, tuz, kimyon, kırmızı biber ve zeytinyağı eklenerek yapılan bir Orta Doğu mezesidir. Houmous ve Hummus olarak da yazılıp okunur. Hummus Arapça nohut anlamına gelmektedir. Daha çok Arap ülkelerinde ve yine Orta Doğu'da, İsrail'de sıkça tüketilmekle birlikte Türkiye, Ermenistan , Kıbrıs ve Yunanistan gibi ülkelerde de geleneksel bir yemek olarak yapılıp tüketilir. Türkiye'de ise Hatay ve Mersin yöresinde yapılmaktadır. Son yıllarda Avrupa ve Amerika'da oldukça popüler bir ürün olmuştur. Humus Ortadoğu'da pide, domates ve salatalıkla yenen bir kahvaltılık, ana yemek öncesi iştah açıcı bir atıştırma veya kendi başına bir öğün iken Avrupa ve Amerika'da cipsle birlikte tüketilen bir meze haline gelmiştir. Kuru nohut yumuşaması için önceden suya yatırılır. Nohutun cinsine göre ıslatma işlemi birkaç saatten bir güne kadar çıkabilir. Suyu süzülen yumuşamış nohutlar bir tencereye konup üzerlerini örtecek kadar yeni su konur ve kabuklar ayrılıncaya kadar kaynatılır. Kaynamış nohutların kabukları soyulup bir miktar su (kaynatıldığı su da olur) ile püre haline gelinceye kadar ezilir. Bu püreye ezilmiş sarımsak, tahin, limon suyu eklenir, baharatı ve tuzu ayarlanır. Kimyon, nane, dereotu eklenmesi tercihe bağlıdır. Kıvamını kalınlaştırmak için azıcık yağ, açmak için su katılıp karıştırılır. Tabağa alınan karışımın üzerinde sızma zeytin yağı gezdirilip ince kıyılmış maydanoz ve toz kırmızı biber eklenir. Üzerine orta yere süs maksadı ile bir iki haşlanmış nohut eklenebilir. Yarım somun ekmek, pide dilimleri ve tercihan zeytin ve turşu ile servis edilir. Humus yukarıda anlatılan şekilde servis edilebildiği gibi, kiremit kaplara koyularak fırında ikinci kez pişirilerek de hazırlanabilir. Bu sunum genelde biraz daha zengin çeşniler içerir, üzerinde kavrulmuş pastırma, biberli tereyağı ve sumağa rastlamak mümkündür. Zahmetli bir hazırlık gerektiren ve kıvamını tutturması çok kolay olmayan bir meze olduğu için hazırlığı kolaylaştırmak için tarifte ufak değişiklikler yapılabilir. Örneğin tüm malzemeler birleştirilip bir seferde mutfak robotundan geçirilebilir. Pişirme işlemini kısaltmak için konserve nohut kullanılabilir veya nohutlar ıslatılmadan pişirilecekse düdüklü tencere kullanılabilir. Günümüzde süpermarketlerde hazır humus tozuna da rastlanmaktadır. Üzerindeki yönergelere göre sadece tahin limon suyu tuz ve isteğe göre sarımsak ekleyip hazır humus elde etmek mümkündür. Sunum ve özellikle hazırlık konusunda başka bir husus da humusun ustadan ustaya değişen hazırlama tekniğidir. Humusa katılan malzemelerden ve miktarlarından çok, malzemelerin nohuta ne sırayla ve nasıl eklendikleri humusun nasıl olacağını belirler. Örneğin soyulmuş nohutlara ezme sırasında eklenen sarımsağın tadı daha yumuşak olarak ortaya çıkar, veya karbonatla kaynatılmış nohutun humusu daha pürüzsüz fakat daha hafif gövdeli olur. Ustaların bu seçimleri sundukları humusun tadını doğrudan etkilemektedir. Kızarmış tavuk ya da kırmızı etin yanında servis edilir. Demesne Demesne, tam anlamıyla, serflere ya da özgür çiftçiye ait olmayan Lord toprakları olarak tanımlanabilir. Bunlar özgür çiftçilerin ya da serflerin topraklarının yanında da yer alabilirlerdi. Kimi tarihçiler tarafından Domain ile aynı olduğu iddia edilmişse de kimi tarihçiler onu Domain’den kesin çizgilerle ayırırlar. Bir tek Lord’a ait birden fazla Manor olabileceği gözönünde bulundurulursa, Domain o zaman yüzölçümü ne kadar olursa olsun Lord’a ait tüm topraklar olarak anlaşılmalıdır. Krala ait Domain toplamı ise "Kraliyet Toprakları" olarak adlandırılırdı. Lord’un Domain toprakları doğrudan işletmekten vazgeçmesi yani işletmeyi devretmeleri Yarıcılığın bir türü olan "Stock and Land rent" olarak bilinir ve bu haliyle de geleneksel kiracıların sözleşme süresi belli olan ‘"Quit-rent"’ten açık bir biçimde ayrılır. J. Blum ve izinden giden tarihçilere göre Senyörlük ve Domain arasında kesin bir ayrım vardır. Buna göre özellikle Fransa’da Senyöre ait olan hem Dominium Directum ve hem de Dominium Utile statüsündeki topraklar ‘Domain’ ya da bazen ‘Reserve’ olarak adlandırılırlardı ve Senyörlük kurumundan farklıydılar. Los Angeles Lakers Los Angeles Lakers, Los Angeles, Kaliforniya merkezli bir Amerikan profesyonel basketbol takımıdır. NBA'de Batı Konferansı'na bağlı Pasifik Grubu'nda mücadele etmektedir. İç saha karşılaşmalarını Staples Center'da oynamaktadır. Lakers şu anda birçok yorumcuya göre tarihin en başarılı takımlarından birisi konumunda yer almaktadır. 2010 yılındaki kazanılan son şampiyonluk itibarıyla Lakers'ın toplam 16 NBA şampiyonluğu bulunmaktadır. 2013 yılında yayınlanan Forbes dergisinin bir sayısına göre 1 milyar dolarlık tahmini değeriyle NBA'in en değerli ikinci takımıdır. Lakers aslen Detroit'te başlayan Detroit Gems takımının el değiştirmesiyle kuruldu. Sadece bir sene Detroit'te kalan Gems (1946-1947), 1947 yılında Ben Berger ve Morris Chalfen tarafından 15.000$ karşılığında satın alındı. Minneapolis şehrine taşınan takım Minneapolis Lakers adını aldı. İlk başlarda Millî Basketbol Ligi'nde mücadele eden Lakers 1948 yılında NBL şampiyonu oldu. Ayrıca takımın Pivot'u George Mikan'da bu dönemde draft edildi ve Mikan NBA'in resmi sitesi tarafından ligin ilk süperstarı olarak gösterildi. 1949 yılında oluşturulan NBA'den sonra takım Minneapolis adında 6 yılda 5 şampiyonluk yaşadı. 1950'lerin sonunda yaşanan ekonomik sıkıntılar ve Mikan'ın emekli olmasıyla beraber takım 1960–61 sezonu başında Los Angeles şehrine taşındı. Hall of Famerlar Elgin Baylor ve Jerry West liderliğinde, Los Angeles 1960'lı yıllarda 6 kez NBA Finalleri'ne yükseldi, ancak ikisini başka takımlara 4'ünü ise uzun süreli bir ezeli rekabete girecekleri Boston Celtics'e kaybettiler. 1968 yılında Lakers dört kez MVP seçilmiş Pivot Wilt Chamberlain'i, kadrosuna kattı ve 1969 ile 1970 Finalleri'nde kaybettikten sonra onlar yeni baş antrenör Bill Sharman önderliğinde 1972 yılında NBA şampiyonu oldular. Bu takımın Los Angeles adında tarihinde kazandığı birinci şampiyonluk oldu. West ve Chamberlain emekli olduktan sonra takım bir başka MVP seçilmiş Pivot, Kareem Abdul-Jabbar'ı kadroya kattı, ancak 1970'lerin sonları Lakers için başarısız denecek sonuçlarla geçti. 1980'lerde Lakers Magic Johnson liderliğinde temel olarak fast break hücumuna dayalı "Showtime" lakaplı bir sistem üzerinden basketbol oynuyordu. Takım bu hücum sistemi ile 1985 yılında Celtics'e karşı kazanılan şampiyonlukta dahil olmak
üzere dokuz yıllık sürede beş şampiyonluk yaşadı. Bu ekip içindeki en önemli parçalar Hall of Fame seçilen Johnson, Abdul-Jabbar ve James Worthy ve Hall of Fame koç Pat Riley'di. Abdul-Jabbar ve Johnson'ın emekli oluşundan sonra, takım 1996 yılında Shaquille O'Neal ve Kobe Bryant'ı almadan önce 1990'ların başlarında hep orta sıra takımı olarak mücadele etti. O'Neal, Bryant ve bir başka Hall of Fame koç Phil Jackson liderliğinde Los Angeles 2000-2002 yılları arasında üst üste üç şampiyonluk kazandı. Takım böylece tarihinde ikinci three peat'ı gerçekleştirmiş oldu. 2004 ve 2008 NBA Finalleri'ni kaybettikten sonra Lakers, Kobe Bryant önderliğinde sırasıyla 2009'da Orlando Magic'i, 2010'da Boston'u mağlup ederek iki şampiyonluk daha kazandı. Rekorlar bazında Lakers 1971-72 sezonunda yakaladığı 33 maçlık galibiyet serisi NBA tarihinin en uzun galibiyet serisidir. Tarihi boyunca 16 Hall of Fame seçilmiş oyuncu ve koç Los Angeles'ta forma giydi, bunların 4 tanesi baş antrenördür. Dört Lakers'lı Kareem Abdul-Jabbar, Magic Johnson, Shaquille O'Neal ve Kobe Bryant toplam 8 kez NBA En Değerli Oyuncu Ödülü kazandı. Lakers ilk olarak 1946 yılında Detroit'te kurulan Detroit Gems takımının el değiştirmesiyle kuruldu. Sadece bir sene 1946-47 sezonunda Detroit'te kalan Gems, 1947 yılında Minnesota'lı bir yatırımcı grubu olan Ben Berger ve Morris Chalfen tarafından 15.000$ karşılığında satın alındı. Minneapolis sporyazarı Sid Hartman iki tarafın anlaşmasının perde arkasında önemli rol oynadı. Daha sonra ekip takma adını "10.000 Göller Ülkesi" olarak belirledi. Hartman ayrıca takımın baş antrenörlük konusunda St. Thomas Koleji'ni çalıştıran John Kundla'yı koçluğa getirmesinde önemli rol oynadı. Lakers o dönemde forvet Jim Pollard, oyun kurucu Herm Schaefer, ve pivot George Mikan gibi NBL'in dominant oyuncularını kadrosuna kattı. Nitekim takım ilk sezonunda 43-17'lik bir derece elde ederek lig lideri oldu. Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi 3 Temmuz 1992'de 3837 sayılı Kanun ile kurulmuş ilk vakıf destekli devlet üniversitesidir. Üniversite Bolu'nun hayırsever iş adamı İzzet Baysal tarafından kurulan İzzet Baysal Vakfı tarafından desteklenmektedir. Üniversitede 1000'e yakın öğretim elemanı, 900 civarında yönetim elemanı görev yapmaktadır. 10 fakülte, 6 yüksekokul, 4 enstitü, 5 meslek yüksekokuluna sahip olan Abant İzzet Baysal Üniversitesinde 20.000 civarında öğrenci eğitim görmektedir. Üniversitenin merkez kampüsü Bolu'ya 13 kilometre uzaklıktaki Gölköy Kampüsü'dür. Bunun dışında Gerede, Mengen ve Mudurnu'da da faaliyet gösterilmektedir. Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, 1992 yılında Aydın'da kurulmuş olan bir devlet üniversitesidir. Beş fakülte (Fen-Edebiyat, Nazilli İktisadi ve İdari Bilimler, Tıp, Veteriner, Ziraat fakülteleri), üç enstitü, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu ve Söke Meslek Yüksekokulu ile 1992 yılında Aydın ve Nazilli'de eğitime başlamış olan üniversitede şu an 14 fakülte, 3 enstitü, 1 Devlet Konservatuvarı, 5 Yüksekokul, 18 Meslek Yüksekokulu ve 24 Uygulama ve Araştırma Merkezi vardır. 2016 yılında Merkez, Çakmar, Işıklı, İsabeyli, Didim Akbük, Nazilli Sümer, Çine Süleyman Pekgüzel ve Karacasu Muzaffer Özuysal Yerleşkelerinin yanında Kuşadası, Atça, Sultanhisar, Yenipazar, Söke, Davutlar, Bozdoğan, Köşk, Buharkent ilçelerinde olmak üzere 17 ayrı yerleşim yerinde faaliyetlerine devam etmektedir. Afyon Kocatepe Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi, 1974 yılında Anadolu Üniversitesi'ne bağlı olarak kurulmuş, 1992 yılında ise Afyonkarahisar'da üniversite halini almıştır. Bir devlet üniversitesidir. Üniversitede Ocak 2012 tarihi itibarıyla 61 profesör, 128 doçent, 259 yardımcı doçent, 255 öğretim görevlisi, 56 okutman, 294 araştırma görevlisi, 25 uzman ve 1 eğitim öğretim planlamacısı olmak üzere toplam 1078 akademik personel bulunmaktadır. İdari personel sayısı ise 579'tür. Toplam öğrenci sayısı da 33 bindir. Anadolu Üniversitesi Anadolu Üniversitesi, Türkiye'nin Eskişehir şehrinde yer alan bir devlet üniversitesidir. Üniversitenin temeli, 1958 yılında kurulan Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi, Eskişehir Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi ve Eskişehir Eğitim Enstitüsü'ne dayanır. 1982 yılında YÖK Kanunu ile birlikte EİTİA ve EDMMA Anadolu Üniversitesi'ne dönüşmüştür. Kayıtlı öğrenci sayısı bakımından, Avrupa'nın birinci, dünyanın en büyük ikinci üniversitesidir. Anadolu Üniversitesi'nin temelini, 1958 yılında kurulan Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi oluşturur. 1982 yılında Anadolu Üniversitesi'ne dönüştürülmüştür. İlk dönemlerde, Yunusemre ve İkieylül olmak üzere iki kampüste faaliyet gösteren üniversitenin, Meşelik ve Bademlik kampüslerinde bulunan eğitim birimleri daha sonra Osmangazi Üniversitesi'ni oluşturmuştur. Eskişehir’in merkezinde yer alan ve ana kampüs niteliğinde olan, Yunusemre Kampüsünde fakülte ve yüksekokulların bazılarıyla idari birimler ve sosyal tesislerin önemli bir kısmı yer almaktadır. Anadolu Üniversitesinin temelini, 1958 yılında kurulan Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi oluşturur. 1982 yılında Anadolu Üniversitesine dönüşmüştür. ODTÜ'ün bünyesinde faaliyet gösteren URAP'ın 2015 yılı dünya sıralamasına göre 1273. sırada, Türkiye sıralamasına göre 36. sıradadır. Ayrıca Temmuz 2016 yılında yapılan bir webometrik sıralamada, Türkiye'de 6., dünya üniversiteleri arasında 755. sırada yer almaktadır. İlk binde bulunan 8 üniversitenin 4'ü Ankara, 3'ü İstanbul, biri ise Eskişehir'dedir. Eskişehir'in merkezinde yer alan ve ana kampüs niteliğinde olan, Yunusemre Kampüsünde fakülte ve yüksekokulların bazılarıyla idari birimler ve sosyal tesislerin önemli bir kısmı yer almaktadır. Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Sivil Havacılık Yüksekokulu ile Mühendislik Mimarlık Fakültesi nin bulunduğu 2 Eylül Kampüsü ise kent merkezine 5 kilometre uzaklıktadır. Anadolu Havaalanı da bu kampüstedir. Bunun yanında Porsuk Meslek Yüksek Okulu, yine şehir merkezinde; Bilecik Meslek Yüksekokulu, Bilecik Gülümbe Kampüsünde; Bozüyük Meslek Yüksekokulu ise ilçe merkezindeki kendi binalarında eğitim vermektedirler. Edebiyat Fakültesi, 1993 yılındaki yeniden yapılanma sonucunda 496 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kurulmuştur. 1982-1993 yılları arasında Edebiyat Fakültesi adıyla kurulan tek fakültedir. Tarih, Sosyoloji, Sanat Tarihi ve Arkeoloji Bölümleriyle eğitime başlamıştır. İlk iki yıl örgün ve ekstern öğrenciye hizmet vermiştir. 1998-1999 öğretim yılında, Sanat Tarihi ve Arkeoloji Bölümü, Sanat Tarihi Bölümü ve Arkeoloji Bölümü olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Daha sonra 1999-2000 ders yılında Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 2007-2008 ders yılı içinde de Felsefe Bölümü açılmıştır. Diğer bölüm öğrencileri de, isteğe bağlı olarak İngilizce Hazırlık Sınıfına bir yıl devam edebilmektedir. Fakültenin amacı; kendi kültürel değerlerimizi aklın, bilimin yol göstericiliğinde ortaya çıkarmak, onları korumak ve gelecek kuşaklara aktarmaktır. Bunun yanında kendisiyle barışık, çağdaş dünyayı algılayan, geleceğimizin güvencesi olan gençleri iyi birer Arkeoloji, Felsefe, Sanat Tarihi, Sosyoloji, Tarih, Türk Dili ve Edebiyatı uzmanı olarak yetiştirmektir. Mezunlar, başta öğretmenlik olmak üzere kamuda ve özel sektörde iş bulma olanağına sahiptir. Anadolu Üniversitesi'ne bağlı bir fakültedir. Muttalip beldesi yakınında bulunan İki Eylül Kampüsünde yer alır. Fakültede dört yıllık eğitim veren 7 bölüm vardır, dekanı Prof. Dr. Hasan Ferdi Gerçel'dir. Anadolu Üniversitesi bünyesindeki ilk Mühendislik Mimarlık fakültesi 1970 yılında "Eskişehir Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi" olarak kurulmuş, 1983 yılında adı değiştirilerek "Mühendislik Mimarlık Fakültesi" olmuştur. 1993 yılında Anadolu Üniversitesinin bölünmesiyle bu bölüm Osmangazi Üniversitesi'ne bağlanmıştır. Yine aynı yıl Anadolu Üniversitesi bünyesinde yeni bir Mühendislik-Mimarlık Fakültesi kurulmuştur. 14 Kasım 2011 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla Mimarlık ve Tasarım Fakültesinin kurulmasıyla Mimarlık bölümü ayrılarak "Mühendislik Fakültesi" olmuştur. Dersleri kitle iletişim araçları (internet, radyo, televizyon) ile ve çeşitli şehirlerdeki akademik danışmanlık merkezleri tarafından verilen, sınavları yılda 2 kez (vize, final) yapılan, Anadolu Üniversitesi'nin başlattığı bir uzaktan eğitim projesidir. AÖF diplomalarının örgün eğitimle alınan diğer üniversite diplomalarından hiçbir hak eksiği yoktur. AÖF ders kitapları çok düzenli ve kolay anlaşılabilir bir dille yazılmıştır. AÖF e-öğrenme portali yoluyla yayımlanan mp3 dinlemeleri, video dersleri, etkileşimli sunumlar, deneme sınavları vb sayesinde bilginin öğrencilere yayılımı oldukça kolaylaşmış, zaman ve zeminden bağımsız bir hale gelmiş ve üniversite eğitimi çok modern ve etkileyici yeni bir boyuta taşınmıştır. Ayrıca, TRT-Anadolu Üniversitesi iş birliği ile yeni açılan TRT Okul kanalı ile günde 12 saat olmak üzere dersler ulusal TV'lerde de yayınlanmaya başlamıştır. Sınavlarının merkezi yöntemle yapılması ve sınav sonuçlarının değerlendirilmesinin tümüyle elektromekanik olması sayesinde, öğrenci bilgisinin ölçümü, örgün eğitime göre çok daha objektif ve standart olabilmektedir. Bu sayede, iyi bir derece ile Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi'ni bitirebilen bir öğrencinin bilgi ve farkındalık düzeyinin piyasada ve iş yaşamında çok iyi bilinen bir olgu haline gelmiştir. Açıköğretim Fakültesinin uluslararası standartlara ve Bologna Kriterleri'ne uygun bir şekilde, okunan tüm dersleri, alınan notları ve kazanılan ders kredilerini bildiren, Türkçe/İngilizce bir diploma eki vermesi sayesinde AÖF mezunlarının uluslararası üniversitelerde master ve doktora programlarına kabul edilmesi de çok kolaylaşmıştır. Anadolu Üniversitesi çeşitli olanaklara sahiptir. Öğrenciler, İstanbul ve Ankara gibi büyük kentlerle eşzamanlı olarak sinema, tiyatro, konser ve sergi salonlarında kültürel ve sanatsal etkinlikleri kolayca izleyebilme, san
atçılarla yapılan söyleşilere katılabilme, kampüslerde bulunan yarı olimpik yüzme havuzunda, uluslararası standartlarda yapılmış spor salonlarında, tenis kortlarında, yeşil sahalarda her tür sporu yapabilme olanağını bulunmaktadır. Sondaj Sondaj; dünya yüzeyinde delik açmaya yarayan yöntemlere verilen isimdir. Kayaları parçalamak ya da delikte kesikler açmak gibi prensiplerle yürütülen işlemlerdir. Sondajın ilk olarak nerede ve hangi tarihte yapıldığına dair farklı görüşler bulunmaktadır. İlk sondajın M.Ö. 2000 yıllarında bugünkü ""darbeli sondaj"" tekniğine yakın bir yöntemle tuzlu su elde etmek için Çin’de yapıldığı sanılmaktadır. Mısır’da da yine M.Ö. ki yıllarda basit sondaj yöntemleri kullanarak kuyular açıldığı tahmin edilmektedir. Darbeli sondaj tekniği, ile ilk petrol sondajı 1794 yılında Fransa’da yapılmıştır. İlk karot alma makinası 1864’de İsviçre’li bir mühendis tarafından yapılırken bugünkü sondaj makinalarının çalışma prensibini ortaya koyan ilk karot alma makinası İsveç’li maden mühendisi Craelius tarafından 1885 yılında yapılmıştır. Craelius’la darbeli teknik terkedilerek yavaş yavaş döner sondaja geçilmiştir. Türkiye’de bilinen en eski sondajlar bir Alman firması tarafından petrol araştırması amacıyla İskenderun’da açılmıştır. Tekirdağ’da açılan bir petrol kuyusunun ardından, hakkında yazılı bilgi bulunan ilksu sondajı 1920 yılında İstanbul’da açılmıştır. 1935 yılında MTA ve EİE’nin kurulması ile sondajcılığın Türkiye’deki gelişimi hızlanmış ve bugünkü seviyeye ulaşmıştır. Sondaj dünya üzerinde delik açmaya yarayan yöntemlere verilen addır. Kayaları parçalamak ya da delikte kesikler açmak gibi belirli prensiplerle yürütülen sondalama işlemidir. Her türlü zeminde ve sert kayada Su Sondajı yapabilmektedir. Sondaj; kaya ortamda hava sirkülâsyonu ile yumuşak zeminlerde ise çamur sirkülâsyonu ile yapılmaktadır.Arazinin durumuna göre, jeolojik yapıya formasyonların özelliklerine göre Her iki sondaj tekniğinin kullanılmasını gerektiren durumlar olabilmektedir.Yumuşak ve yıkılan zeminlerde sondaj çamur sirkülâsyonu ile yapılır ve delme işleminden sonra kuyu teçhiz edilerek boru ile kuyu cidarı arası çimentolanır.Daha sonra kuyu inkişafı yapılır.Kaya ortamda - Sert Kayalarda kullanılan sondaj tekniği çamur sirkülâsyonlu sondajdan daha farklıdır. Kaya ortamda sondaj, hava sirkülâsyonu ile gerçekleşir. Sonuçta bu işlemlerin sonucun da Akifer den (su taşıyan formasyondan) su alınır. Sondaj kısaca yer yüzüne açılan bir nevi deliktir. Sondaj makinası kısaca, bir kızağa veya kamyona monteli basit yapılı sondaj donanımı olarak tanımlanabilir. Büyük sondaj donanımlarında ayrı ayrı makinalarca yürütülen işlevler sondaj makinalarında birleştirilmiş ve bir makina tarafından yapılma olanağı getirilmiştir. Genellikle sığ sondajların açımında kullanılırlar. Döner sondaj donanımında döner masanın yerine sondaj makinalarında morset bulunur. Sondaj makinaları çoğunlukla etüt, maden ve su amaçlı kullanılırlar. Sondaj makinaları delme yöntemine göre üç gruba ayrılırlar : Ayrıca montaj durumuna göre rotari makinaları üç sınıfa ayırmak mümkündür : Sondaj makinaları beş bölümden oluşur. Sondajda dört ayrı grupta yer alan pompalar kullanılmaktadır. Bunlar pistonlu pompalar, santrfüjpompalar,dalgıç pompalar vederin kuyu pompalarıdır. EİE de bunlardan pistonlular kullanılmaktadır. Sirkülasyon pompaları 50-70 Atm basınçta 135-250 lt/dk debide, enjeksiyon pompaları 80 Atm basınçta ve 65 lt/dk debide su basabilmektedir. Tripleks pompaların syrok ayarı bir somun aracılığı ile ayarlanarak 35-45-50 kg/cm kare olarak basınç ayarlaması yapılabilir. Ayarlama sonucu basınç arttıkça debi düşer.. Sondajın istenilen noktada yapılabilmesi için ilk olarak fiziki şartların sağlanması gerekir. Bu da ancak sondaj lokasyonuna ulaşmakla ve kullanılacak makina ve ekipmanı nakletmekle gerçekleşebilir. O halde öncelikler şu şekilde olacaktır : Sondaj yolunu en az eğimli ve kısa olacak biçimde planlamak nakliyatın kolaylığı için son derece önemlidir. Platform yeterli genişlikte ve meyilsiz olarak hazırlanmalıdır. Zeminin ıslanıp çamur olmaması için tedbirler alınmalıdır. Nakliyat, bilindiği gibi iş kazalarının meydana geme olasılığının yüksek olduğu bir çalışma sürecidir. Bu nedenle çok dikkatli vetedbirli olunmalıdır. Su hattını döşerken hattın dik olması kaygısına kapılmadan en kısa güzergah seçilmelidir. Pompanın gücünü hattın eğiminin değil, kot farkının etkilediği unutulmamalıdır. Monte çalışmasında da açılacak kuyunun derinliği ile orantılı sağlamlık esas alınmalıdır. Bunlardan ilki Amerikan kökenlidir. BX,NX gibi. İkincisi metrik sistemdir,mm ile söylenir. 76 mm,84 mm gibi. Üçüncüsü de mm ile ifade edilen ve eski Sovyetler Birliği’nde geliştirilmiş bir standarttır.EİE’de Craelius metrik standarta uygun malzemeler kullanılmaktadır. Pompaların emme yüksekliği atmosfer basıncı ile ilgilidir. Ortamda hava bulunmasaydı suyu emerek basmak mümkün olmazdı. Emme yüksekliği teorik olarak atmosfer basıncına yani 1 at’e eşittir. Bu da 10,3 m’ye tekabül eder.Pratikte bu yükseklik 6–7 m’dir.Yani daha yüksek bir emme düzeyi pompanın görev yapmasına engeldir. Atatürk Üniversitesi Atatürk Üniversitesi, 1957 yılında Erzurum'da kurulmuş üniversitedir. Türkiye'nin en eski yedinci üniversitesidir(Kuruluş Kanunu'nun Resmi gazetede yayınlanma tarihine göre altıncıdır.) Erzurum kent merkezine 1,5–2 km. mesafede bulunan Atatürk Üniversitesi kampusu 3000 dekar alana kurulmuştur ve kampus içerisinde 850.000 m² kapalı alan bulunmaktadır. Erzurum ovasının büyük bir kısmını kaplayan üniversite arazisi, Türkiye'nin en büyük ikinci kampüsüdür. Türkiye'nin ilk planlı kurulan kampusu olma özelliğine sahiptir. Merkezindeki üniversite hastanesi tüm Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz için önemli bir sağlık merkezi rolüne sahiptir. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında Batı Anadolu'yu temsil etmesi için İstanbul'da İstanbul Üniversitesi ile İstanbul Teknik Üniversitesi, Orta Anadolu'yu temsilen Ankara Üniversitesi ve Doğu Anadolu'yu temsil etmesi amacıyla da Doğuda bir üniversite açılması fikri yaygınlaşmıştı. Cumhuriyet'in kurucusu Atatürk'ün 1 Kasım 1937 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı yasama yılını açış konuşmasında bu fikir ifade edilmiş; ancak uygulamaya konulması II. Dünya Savaşı nedeniyle gecikmiştir. On iki yıl aradan sonra konu, 1950 yılında tekrar gündeme getirildi. Ankara, İstanbul ve İstanbul Teknik Üniversitelerinden seçilen 15 üyeli bir ""Doğu Üniversitesi Teknik Komisyonu"", merkezi Van'da, fakülteleri değişik illerde olacak Doğu Üniversitesi'nin kurulmasını önerdi. 1954 yılında çıkarılan 6373 Sayılı Kanunla bu üniversitenin adının Atatürk Üniversitesi, merkezinin ise Erzurum olması kararlaştırıldı. Aynı yıl Amerika Birleşik Devletleri Amerikan Yardım Teşkilatı (A.I.D.) aracılığı sonucu Nebraska Üniversitesi ile iş birliği anlaşması imzalanarak hazırlık çalışmaları hızlandırıldı ve 6990 Sayılı Atatürk Üniversitesi Kanunu'nun 7 Haziran 1957 tarihinde yürürlüğe girmesi ile kuruluş çalışmaları tamamlanmış oldu. Amerika Birleşik Devletlerinden davet edilen heyetin 1955 yılında hazırladığı raporda Erzurum’da kurulacak Üniversitesinin Amerika'da başarılı bir geçmişi olan ‘"Land Grand"’ tipi bir bölge üniversitesi olması önerilmiş; bu önerinin ışığında Erzurum'da 43000 dekarlık arazi üniversite için tahsis edilmişti. Yerleşke planı, 1955 yılında tamamlan uluslararası proje yarışması sonucu elde edildi. Yarışmada birinciliği Hayati Tabanlıoğlu, Enver Tokay, Ayhan Tayman, Behruz Çinici'den oluşan proje ekibi elde etti. Üniversitenin temeli, istimlak edilen arazi üzerinde zamanın Cumhurbaşkanı ve Başbakanı tarafından Erzurum Kongresi'nin 38. yıldönümü olan 23 Temmuz 1957 tarihinde atıldı. Yerleşke inşaatı 1955-1970 arasında sürdü. Üniversite 17 Kasım 1958 tarihinde Şair Nef-i Ortaokulu binasında Ziraat ve Fen - Edebiyat Fakülteleri ile öğretime başladı. İki fakültede 135 öğrenci ile öğretime başlayan Atatürk Üniversitesi, 2005-2006 öğretim yılı itibarıyla 41.613 Öğrenci, 2.439 Öğretim Elemanı, 17 Fakülte, 20 Yüksekokul, 6 Enstitü, 16 Araştırma Merkezi, 100 binin üzerinde mezuna sahiptir. Okul kütüphanesinin sahip olduğu koleksiyonun büyük çoğunluğu Seyfettin Özege'nin bağışladığı kitaplardan oluşmaktadır ve onun adını taşıyan nadide eserler salonu bulunmaktadır. Tıp Fakültesi Atatürk Üniversitesinin en eski fakültelerinden biridir. Fakülte 1962 yılında kurulmuştur. Temel Tıp Bilimleri eğitimi için fakültenin ilk öğrencileri, 1964 yılında Hacettepe Üniversitesine gönderilmiştir. Yıllık öğrenci kontenjanı 211'dir. Eğitim dili Türkçe ve İngilizcedir. Fakültede 2014 yılı itibarıyla 42 Anabilim dalında 99 profesör, 47 doçent ve 85 yardımcı doçent çalışır. 26 Ekim 1970 tarihinden beri fakülteden 4500 den fazla hekim mezun olmuştur. 2003-2004 eğitim yılından beri fakülteden, Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesinin toplam 93, Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesinin toplam 101 öğrencisi eğitim almaktadır. 2014-2015 eğitim döneminde 1149 lisans ve 307 tıpta uzmanlık öğrencisi olmak üzere toplam 1453 öğrenci fakültede eğitim görmektedir. Ayrıca Mastır ve Doktora yapan 9 öğrencisi bulunmaktadır. Fakültenin ana bilim dalları Temel, Dâhili ve Cerrahi Tıp Bilimleri olmak üzere üç bölümdür. Eğitim süresi Türkçe bölümünde 6 yıl , İngilizce Bölümünde 7 yıldır (3 yıl klinik öncesi, 2 yıl klinik ve, 1 yıl İntörnlük). Fakülteye Ulusal Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sınavı (ÖSS) ile öğrenci alınmaktadır. Eğitim planında yer alan bütün zorunlu teorik ve uygulama ders sınavlarını başarıyla tamamlaması üzerine, öğrenciler Tıp Doktoru unvanı almaktadırlar. Tıp Doktoru olan öğrenciler Türkiye'deki hastanelerde ve özelde pratisyen hekim olarak çalışabilmektedir. Atatürk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi 11 Şubat 1971 tarihinde Türkiye'de kurulan dördüncü diş hekimliği fakültesi olarak açıldı. 8 Anabilim dalıyla hizmet vermektedirKuruluş yıllarında önce Numune Hastanesi Şerif Efendi Polikliniği'nde, sonra Göğüs Hastalıkları Hastanes
i içinde hizmet verdi. Diş Hekimliği Fakültesinin üniversite yerleşkesi içerisindeki binasının temeli 1975 yılında atıldı; 5 Kasım 1979 tarihinde bu binada hizemte başladı. 2015 yılında Diş hekimliği Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi yapıldı ve ek bina geniş bir tadilattan geçirilerek laboratuvar binası olarak hizmete açıldı.. Atatürk Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1987 yılında Erzincan'da açıldı;1991 yılında eğitim-öğretime başladı. 2006 yılında Erzincan Üniversitesi'nin açılmasıyla anılan Fakülte Erzincan Üniversitesine bağlandı ve Atatürk Üniversitesine bağlı yeni bir Hukuk Fakültesi 2007-2008 eğitim-öğretim yılında 52 öğrenci ile lisans eğitimine başladı. Oltu Beşeri ve Sosyal Bilimler Fakültesi Atatürk Üniversitesi Rektörlüğüne bağlı olarak Oltu Beşeri ve Sosyal Bilimler Fakültesi; Millî Eğitim Bakanlığının 23/12/2014 tarihli ve 6818356 sayılı yazısı üzerine, 28/3/1983 tarihli ve 2809 sayılı Kanunun ek 30 uncu maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 16/2/2015 tarihinde kararlaştırılarak kurulmuş olup, 08 Mart 2015 tarih ve 29289 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. İşletme, Bankacılık ve Finans, Sosyal Hizmet Bölümleri aktif olarak eğitim vermektedir. Kafkasya Üniversiteler Birliği'nin kurucu üyesidir. Balıkesir Üniversitesi Balıkesir Üniversitesi (BAUN), Balıkesir il sınırlarında faaliyet gösteren yüksek öğretim kurumu. Balıkesir Üniversitesi kampüsü kent merkezine 17 km uzaklıkta Bigadiç yolunda bulunmaktadır. Balıkesir Üniversitesi'nin üç temel kökü vardır: Necatibey Eğitim Enstitüsü/Yükseköğretmen Okulu/Fakültesi, Mimarlık-Mühendislik Akademisi/Fakültesi ve Turizm Otelcilik Yüksekokulu. Balıkesir Üniversitesi’nin kökleri 1910 yılında kurulan "Karesi Muallim Mektebi’ne" kadar dayanir. Balıkesir Devlet Mühendislik Akademisi, Balıkesir İşletmecilik ve Turizm Yüksekokulu ile Balıkesir Meslek Yüksekokulu’nun 1975-1976 eğitim-ögretim yılında faaliyete geçmesi ile üniversitemizin kuruluşuna giden yolda önemli adımlar atılmıştır. Bu kurumlar, 1982 yılında 41 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile isim ve statü değiştirmişler ve Uludağ Üniversitesi’ne bağlanmışlardır. Necati Eğitim Enstitüsü 1978-1979 öğretim yılında üç yıllık statüden çıkarılmış, 4 yıllık “Yükseköğretmen Okulu” statüsüne alınmış ve 1982 yılında da bu kuruma Necatibey Eğitim Fakültesi ismi verilmiştir. Aynı şekilde Balıkesir İşletmecilik ve Otelcilik Yüksekokulu’nun ismi Balıkesir Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu olarak değiştirilmiş, 2 yıllık Balıkesir Meslek Yüksekokulu’nun ismi ise aynı kalmıştır. Uludağ Üniversitesi’nin çatısı altında on yıl kalmış olan bu kurumlar, sağlıklı ve istikrarlı bir gelişme ile Balıkesir Üniversitesi için güçlü bir altyapı oluşturmuşlardır. Balıkesir Üniversitesi, 11 Temmuz 1992 tarih ve 21281 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 3837 Sayılı Kanun geregince kurulmuştur. 1 Ocak 1993 tarihinde tüzel kişilik kazanmış ve o günden beri faaliyetlerini sürdürmektedir. Balıkesir Üniversitesi'nin bünyesinde bulunan Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Bakanlar Kurulu kararı ile 8 Mart 2016 tarihinde kapatılarak Mühendislik Fakültesi ve Mimarlık Fakültesi olmak üzere iki ayrı fakülteye ayrılmıştır. Balıkesir Üniversitesi'nin logosunda bulunan beyaz renkli zambak şehrin simgesidir. Mavi renkler şehrin kıyısı bulunan Ege Denizini ve Marmara Denizini, yeşil renkler ise şehrin yeşil görünümünü tesil etmektedir. =Öğrenci Toplulukları= =Önemli Etkinlikleri= Üniversitenin Sağlık, Kültür ve Spor Daire Başkanlığı bünyesindeki IEEE BAUN tarafından “Kadın İş Derse” başlıklı program 2016 ve 2017 yıllarında düzenlenmiştir. Dünya Kadınlar Günü etkinlikleri kapsamında düzenlenen etkinliğe protokolün katılımı da yoğun olmaktadır. Etkinlikte kadının iş hayatındaki yerinin önemi ve çekdiği zorluklar vurgulanmaktadır. Etkinliğin bir diğer özelliği ise görsel tasarımlarının dikkat çekici olmasıdır. Üniversitenin en önemli topluluklarından biri olan IEEE BAUN'un Power and Energy Society komitesinin Burhaniye'de 28-29-30 Nisan 2017 tarihinde düzenlediği etkinlik Türkiye genelinde 15 farklı üniversitenin katılımıyla gerçekleşti. Etkinlikte yenilenebilir enerjinin önemine dikkat çekildi. Özellikle rüzgar enerjisinin ülkemizdeki yeri konusu ve solar panel çalışmaları en çok konuşulan konulardandı. PES kampının birincisi Kıbrıs'ta yapılmıştı. =Önemli Mezunlar= =Kaynakça= Manisa Celal Bayar Üniversitesi Manisa Celal Bayar Üniversitesi, 11 Temmuz 1992 tarihinde Manisa'da kurulan devlet üniversitesidir. Bir devlet üniversitesi olan Manisa Celal Bayar Üniversitesi 11 Temmuz 1992 tarihinde kurulmuş ve Manisa'da yükseköğretimin temelini oluşturan üç önemli okul ile eğitim-öğretim faaliyetlerine başlamıştır. Bu okullar 1975 yılında eğitime başlayan Ege Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi Muhasebe Ön Lisans Yüksekokulu, Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı üç yıllık Gençlik ve Spor Akademisi ve Demirci ilçesinde Öğretmen Lisesi bünyesinde kurulan Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı iki yıllık Eğitim Enstitüsü'dür. Üniversiteye 3. Cumhurbaşkanı, Milli Mücadele yıllarında Atatürk'ün yanında silah arkadaşı olarak yer alan, son Osmanlı Mebusan Meclisi'nde Saruhan Mebusluğu da yapmış olan seçkin devlet adamı Celal Bayar'ın adını verilmiş, 9 Ocak 2015 tarihinde yapılan CBÜ Senato Toplantısı’nda da üniversitenin adının "Manisa Celal Bayar Üniversitesi" olarak değiştirilmesine karar verilmiştir. 1992’de Fen-Edebiyat Fakültesi, Mühendislik Fakültesi ve Tıp Fakültesi ile daha önce Dokuz Eylül Üniversitesi’ne bağlı olan Manisa İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi adıyla, Demirci Eğitim Yüksekokulu fakülteye dönüştürülerek Eğitim Fakültesi adıyla, Buca Eğitim Fakültesi’ne bağlı Beden Eğitimi Bölümü Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu adıyla, Ege Üniversitesi’ne bağlı olan Akhisar Tütün Eksperliği Yüksekokulu Tütün Eksperliği Yüksekokulu adıyla, Alaşehir Meslek Yüksekokulu, Sağlık Meslek Yüksekokulu, Salihli Meslek Yüksekokulu, Sosyal Bilimler, Fen Bilimleri ve Sağlık Bilimleri Enstitüleri kurulmuştur. 1994’de Ahmetli Meslek Yüksekokulu, Demirci Meslek Yüksekokulu, Gördes Meslek Yüksekokulu, Gölmarmara Meslek Yüksekokulu, Kırkağaç Meslek Yüksekokulu, Saruhanlı Meslek Yüksekokulu, Soma Meslek Yüksekokulu, Köprübaşı Meslek Yüksekokulu ve Turgutlu Meslek Yüksekokulu kurulmuştur. Gölmarmara Meslek Yüksekokulu, 2012’de Manisa Organize Sanayi Bölgesi Meslek Yüksekokulu adını alarak Manisa Merkeze taşınmış; 2013-2014 öğretim yılında ise adı Manisa Meslek Yüksekokulu olarak değiştirilmiştir. 1996’da Sağlık Yüksekokulu, 1999’da Kula Meslek Yüksekokulu, 2000’de Akhisar Meslek Yüksekokulu ve Sarıgöl Meslek Yüksekokulu eğitime kazandırılmış, 1997’de Akhisar Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu adı ile kurulan yüksekokulun adı, 2005’de Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu olarak değiştirilmiştir. 2012 yılında Hasan Ferdi Turgutlu Teknoloji Fakültesi, İşletme Fakültesi, İlahiyat Fakültesi, Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi ve Diş Hekimliği Fakültesi kurulmuştur. Bunlardan Hasan Ferdi Turgutlu Teknoloji Fakültesi, İşletme Fakültesi ve İlahiyat Fakültesi eğitim hayatına başlamıştır. 2016 yılında 'Celal Bayar Üniversitesin' ismi kanun ile 'Manisa Celal Bayar Üniversitesi' olarak değiştirilmiştir. 14 fakülte, 3 yüksekokul, 15 meslek yüksekokulu, 3 enstitüsü, 23 araştırma uygulama merkezi, 1 araştırma ve uygulama hastanesi ile 16 yerleşkede eğitim ve öğretime devam eden Manisa Celal Bayar Üniversitesi, Ege Bölgesi'nin en büyük 3 üniversitesinden biridir. Simge olarak Manisa lalesini ("Tulipa orphanidea") alan üniversitede 1.581 akademisyen görev yapmakta, 48.607 öğrencisi bulunmaktadır. Türkiye'nin ve Ege Bölgesi'nin tarihi ve kültürel dokusu en zengin illerinden biri olan Manisa, Celal Bayar Üniversitesi’nin bilimsel çalışma ve araştırmaları ile gelecekte de daima ön planda olacak ve bir üniversite şehri olarak anılacaktır. Manisa Celal Bayar Üniversitesi, yükseköğretim kurumlarına verilen, kurumların kalitesini ve saygınlığını artıran, uluslararası güvenilirlik sağlayan belgeler olan “Diploma Eki Etiketi”ne sahiptir. MÜDEK akreditasyonu olan Mühendislik Fakültesi ile UTEAK akreditasyonu olan Tıp Fakültesi uluslararası geçerliliği olan diplomalar vermektedir. Üniversite, bilimsel araştırma bazında ODTÜ tarafından yürütülen URAP sıralamasına göre dünyanın en iyi 2.000 üniversitesi arasında 1.310’uncu sıradadır, hedefi ilk 500 üniversite arasında yer almaktır. Darüşşifa, 1539 yılında Hafsa Sultan'ın vefat etmesiyle, oğlu Kanuni Sultan Süleyman tarafından hizmete açılır. 1994 Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden Celal Bayar Üniversitesi'ne devredilmiştir. Celal Bayar Üniversitesi (CBÜ) tarafından hazırlanıp ve Zafer Kalkınma Ajansı desteğiyle "Tıp Tarihi Müzesi" olarak açılmıştır. Sorumluluğu CBÜ tarafından yürütüyor. Saruhan Bey’in torunu İshak Çelebi 1368-69 yıllarında yaptırmıştır. Kullanımı Manisa Celal Bayar Üniversitesi Manisa Yöresi Türk Tarih ve Kültürünü Uygulama Merkezi’ne devredilmiştir. Yapı Celal Bayar Üniversitesi tarafından 1999-2001 yılında yeniden restore ve dekore edilerek ziyarete açılmıştır. Şehit Prof.Dr. İlhan Varank Yerleşkesi, 11 Temmuz 1992 tarihinde Manisa'nın Muradiye beldesine kurulmuştur. 'Muradiye Yerleşkesi' olan ismi, Üniversite Senatosu'nun 23 Eylül 2016 tarihli toplantısında 'Şehit Prof.Dr. İlhan Varank Yerleşkesi' olarak değiştirilmiştir. Prof.Dr. İlhan Varank 2016 Türkiye askerî darbe girişimi sırasında şehit olmuştur. Kenan Evren sanayi sitesi karşısında Uncu Bozköy kampüsünde, lisans düzeyinde örgün (gündüz) ve II.öğretim (gece) olarak eğitim öğretim yapılmaktadır.İngilizce eğitimin isteğe bağlıdır İngilizce eğitim görmek isteyenler için hazırlık sınıfı zorunlu olup, eğitim süresi boyunca, bölümler tarafından belirlenen sayıda ders İngilizce okutulmaktadır. Kampüste iibf dekanlık binası, derslik binası ,kütüphane, amfi binası,kantin Süleyman Demirel Kültür Merkezi , Tıp Fakültesi dekanlık binası,tıp fakültesi derslikleri,Hafsa Sultan Has
tahanesi, ebelik ve hemşirelik bölüm binası bulunmaktadır. Fakülte 08.03.2012 tarih ve 28227 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 13.02.2012 tarih ve 2012/2779 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile Manisa Celal Bayar Üniversitesi bünyesinde kurulmuştur. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Türkiye'nin yüzölçümü bakımından ikinci büyük şehri olan Sivas'ta kurulan Cumhuriyet Üniversitesi, cumhuriyetin kuruluşunun 50. yılı anısına, 9 Şubat 1974 tarihinde 1788 Sayılı Kanunla 11000 dönüm arazi üzerinde kurulmuştur. 1974 yılında tıp fakültesi ile eğitime başlayan Cumhuriyet Üniversitesi bugün, bünyesindeki 16 fakülte, 4 enstitü, 1 devlet konservatuvarı, 5 yüksekokul, 13 meslek yüksekokulu, 12 araştırma merkezi ve 1 teknokent ile 48723 öğrenciye hizmet vermektedir. Ayrıca 1560 akademik personele, 1484 idârî personele sahiptir. Görevdeki rektörü Prof. Dr. Alim Yıldız'dır. Kampüs alanı çok geniş olup Sivas merkezden 5 km uzaklıktadır. Kampüse ulaşım belediye otobüsleriyle sağlanmaktadır. Her yıl yeni bölümler ve binalar hizmete açılmaktadır. Üniversitede hem yüzlük hem de bağıl not sistemi kullanılmaktadır. Geçme notu bağıl not sistemine göre 2,0'dir. Genel not ortalaması, bu ortalamanın altında kalan öğrenciler içinde bulunduğu dönemden yeni ders alamazlar. Kafkasya Üniversiteler Birliği'nin üyesidir. Georges Bizet Alexandre César Léopold Bizet (d. 25 Ekim 1838 - ö. 3 Haziran 1875) Fransız klasik müzik bestecisi. "Carmen" adlı operası ile dünya çapında tanınmaktadır. "Georges Bizet" ve doğum adıyla "Alexandre-César-Léopold", Paris yakınlarında, orta halli bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Tıpkı Mozart, Mendelsshon ve Schubert gibi dahi bir çocuktu. Müzik yeteneğini amatör bir müzisyen olan annesi keşfetti. Şan öğretmeni ve peruk imalatçısı olan babası ile annesi ona ilk müzik eğitimini verdiler. 4 yaşında nota okumayı öğrendi. 10. yaş gününden birkaç gün önce Paris Konservatuvarı'na kabul edildiğinde, konservatuvarın tecrübeli öğretmenleri bu yetenekli öğrenciye ders vermek için yarışa girdiler. Öyle ki , ünlü opera bestecisi Charles Gounod, ona ders vermek için emekli olmaktan vazgeçti. Georges Bizet, Marmontel'den piyano, Pierre Zimmermann ve damadı Charles Gounod'dan armoni, Fromental Halévy'den kompozisyon dersleri aldı. Bizet, konservatuvardan 1852'da piyano dalında, 1855'te flüt org ve füg dallarında birincilikle mezun oldu. 17 yaşında ilk senfonisini besteledi. Genç besteciler için önemli bir ödül olan "Roma Ödülü"'nü kazandı. Bu ödülün sağladığı burs sayesinde Roma'ya gidip ekonomik endişeleri olmaksızın İtalya'ya seyahat etti ve bestelerine ilham kaynağı olacak pek çok yer gördü, "Don Procopio" operasını besteledi. Bizet'in piyano çalmadaki ustalığı büyük piyanist ve besteci Franz Liszt de dahil olmak üzere pek çok kişi tarafından ayakta alkışlanıyordu. Ancak zamanla depresyona girerek kendi sanatsal değerini sorgulamaya başladı, endişeleri nedeniyle bazı projelerinden vazgeçti, bestelediği bazı operaları yaktı. 1860'da Paris'e döndüğünde, annesinin ölümü onun için büyük bir darbe oldu. "Roma Ödülü"'nden gelen paranın da sonu geldiği için yoğun bir çalışma temposuna içinde sanatsal değeri olmayan bazı besteler yaparak ve özel ders vererek geçimini sağlamaya çalıştı. Yetenekli bir piyanist olmasına rağmen bir besteci olarak kariyerine zarar verir düşüncesi ile halk önünde konserler vermekten kaçındı. Geçinme gayreti ile yaptığı yoğun çalışması, besteci olarak kendini geliştirmesini yavaşlattı. 1863'de İnci avcıları operasını besteledi. Eserin gösterimi başarılı geçtiyse de eleştirmenler tarafından yerden yere vuruldu. 1866'da bestelediği ve 1867'de sahneye konan Perth'li güzel kız operası ise hem halk, hem de eleştirmenler tarafından beğenildi. Sağlığı gittikçe bozulmakta olan Bizet, 1866 yazını Paris dışında bir yazlıkta geçirdi. Bu tatil sırasında tanıştığı ve bir gönül ilişkisine girdiği Chabrillian, Bizet'in ilerde yaratacağı "Carmen" karakterinin oluşmasında rol oynadı. Bizet, 1867'de öğretmeni Halevy'nin kızı Genevieve ile evlenmek istediyse de son anda nişan bozuldu, ancak iki yıl sonra kız tarafının ikna olması ile evlenebildiler. 1870'de Fransa-Prusya savaşı nedeniyle Bizet, Ulusal Muhafızlar'a katıldı. Savaş sırasında Genevieve'in ruhsal dengesi bozuldu. Bizet, 1871'de "Çocuk Oyunu" suitini tamamladı. 1872 yılında tek perdelik "Djamilla" (Cemile) operası ve sahne müziğini yazdığı Alphonse Daudet'in "L'arlésienne" (Arles'li kız) oyunu sahnelendi ancak başarısız oldu. Ancak Bizet, "Cemile" operası ilerde opera başyapıtı "Carmen"'de de takip edeceği müzikal anlamda doğru yolu bulduğuna inanmıştı. "L'arlésienne" eserinden aldığı çeşitli bölümlerden bestelediği süit ise ilk çalındığında büyük ilgi gördü ve günümüzde en sevilen eserlerinden olan "L`Arlesienne" Süitleri böylece doğdu. 1873'de "Don Rodrique" operasını yazdı ama opera binasındaki yangın yüzünden sahneleyemedi. Bizet, bu arada Carmen operası üzerinde çalışmaya başladı. Prosper Mérimée'nin Carmen romanınından çok etkilenen Bizet, bu romanı operaya uyarladı. Eseri 1874'de tamamladı, temsil ise 1875'de gerçekleşebildi, ancak konusu nedeniyle çok ağır eleştiriler aldı. Eserin 31. temsil gününde (3 Haziran 1875) yıllardır kronik boğaz enfeksiyonu nedeniyle rahatsız olan Bizet, kalp krizi geçirerek 36 yaşında hayatını kaybetti. Mata Hari Mata Hari' (d. 7 Ağustos 1876, Leeuwarden, Hollanda - ö. 15 Ekim 1917 Vincennes, Fransa) I. Dünya Savaşı yıllarında, dansçı kimliği altında Almanya hesabına çalışan casus. Hollandalı olan Mata Hari'nin asıl adı Margaretha Geertruida Zelle'dir .Mata Hari'nin ismi Malay dilinde "şafağın gözü", Hint Dilinde "şafağın gözbebeği" anlamına gelir. Fransız, İngiliz, Rus subay ve devlet adamlarından topladığı çok gizli askerî bilgileri kızına yazılmış masum mektuplar halinde özel diplomatik kurye ile Paris'ten Almanlara ulaştırıyordu. Alman askerî ve denizcilik istihbarat başkanlarıyla toplantılara katıldığı Madrid'den Paris'e döndükten sonra, 13 Şubat 1917'de tutuklandı. Yıllardır hakkında toplanan belgelerin en önemlisi, son Madrid seyahatinde Madrid elçiliğinden Alman askerî merkezine kendi kodu (H21) ile gönderdiği ve yolda ele geçirilen telgraftı. Madrid dönüşü alacağı 15.000 İspanyol Pezosu tutarındaki çek, tutuklandığı zaman üzerinde bulundu. Bir diğer delil de, 1915'te Fransa'ya dönmesinden önce Alman Gizli Servisi'nden aldığı 30.000 Marklık senetti. Mahkemenin söz konusu paralarla ilgili suçlamasını, "Hediye aldım" diyerek reddeden Mata Hari, kuvvetli delil bulunamamasına rağmen idama mahkûm edildi ve 15 Ekim 1917'de kurşuna dizildi. İdama giderken gayet soğukkanlı olan Mata Hari, "Bu Fransızlar beni öldürmekle ne kazanacaklar, savaşı mı kazanacaklar?" diye yanındakilere dert yanmıştır. Kurşuna dizilirken gözlerini bağlatmayarak bir cesaret ve soğukkanlılık örneği göstermiştir. Zamanın yüksek sosyetesinde söylenenlere göre Mata Hari, Hindistan'ın güneyinde, Malabar sahilinde doğmuştu. Babası Brahman sınıfından bir din adamı, annesi de bir rakkaseydi. Kanda-Swany tapınağının mahzenlerinde küçük yaşından itibaren kendisine kutsal danslar ve usuller öğretilmişti. Başrakkase, Mata Hari'de olağanüstü yetenekler sezdiği için onu Tanrı Siva'nın hizmetine adamayı kararlaştırmıştı. Bütün Parisliler bu efsaneye az çok inanıyordu. Aslında Mata Hari bile bu iddiada değildi. Yakınlarının söylediğine göre o, 7 Ağustos 1876 tarihinde Hollanda'nın Frise eyaletinin merkezi olan Leuwarden'de doğmuştu. Babası tanınmış tüccarlardandı; annesi de zengin, güzel ve kibar bir kadındı. Margaretha'nın babasının küçük bir kasketçi dükkanı vardı. Günün birinde iflâs ettiğinden simsarlık yapmaya başlamıştı. Margaretha 18 yaşına gelince Leyden şehrinde öğretmen okuluna gitti. Çok geçmeden okul müdürü, güzel öğrencisine aşık oldu. Fakat Margaretha'nın, yaşlı müdürün masallarını dinleyecek zamanı yoktu. Bir süre sonra okulu bırakarak La Haye'de oturan amcasının yanına gitti. Burada bir subayla evlenmeyi istiyordu. 1895 yılının başlarında, gazetede kalbini çarptıran bir ilan okudu. Hollanda'nın sömürgesi olan Endonezya'da (Hollanda Hindistan'ı) görevli olan ve iznini La Haye'de geçiren bir yüzbaşı evlenmek istiyordu. Aslında ilan, bir şakadan ibaretti. Yüzbaşı Rudolf Mac Leod arkadaşlarıyla konuşurken son derece sıkıntılı bir hayat geçirdiğini söylemiş, onlar da gülerek evlenmesini tavsiye etmişti. Yüzbaşının dostlarından bir gazeteci de bu evlenme ilanını uydurarak gazetesine koyuvermişti. Yüzbaşının aldığı on beş mektuptan yalnız biri dikkatini çekti. O mekrubu gönderen de Margaretha idi. İçine resmini de koymuştu. İlk görüşmeleri 24 Mart 1895'te Amsterdam'da gerçekleşti. İki genç birbirlerini görür görmez aşık olmuşlardı. Aynı yılın 11 Temmuz'unda evlendiler. 30 Ocak 1896'da Norman adını verdikleri bir oğulları oldu. 1 Mayıs 1897'de Rudolf ile Margaretha "Princesse Aurelia" gemisiyle Cava'ya hareket ettiler. O andan itibaren Mata Hari'nin gerçek şahsiyetinin kavranmasını imkânsız kılan, karışık bir devre başladı. Halbuki olaylar gayet normal seyrediyordu. Marie Jeanne adını verdikleri bir kızları olmuştu. Fakat çok geçmeden küçük Norman zehirlenerek öldü. Ondan sonra da müşterek hayat cehennemi andırmaya başladı. 1902 yılında karı-koca Hollanda'ya dönerek boşandılar. Rudolf, Greta'ya ayda 100 florin nafaka veriyordu. Fakat bu para Cava'da geçen mahrumiyetlerin acısını çıkarmak isteyen genç Mata-Hari için yeterli gelecek gibi değildi. 1903 sonlarına doğru Paris'e geldi. Artık kararını vermişti; hayatı aşkla dans etmekten ibaret olacaktı. 13 Mart 1905'te Mata Hari, Guimet Müzesi'nde düzenlenen ve seçkin davetlilerin hazır bulunduğu bir topluluk karşısında Hintlerin mukaddes danslarını canlandırdı. Gösterinin sonunda vecde gelip bayılması üzerine, aslında çok takdir edilen dansı herkesi teshir etmiş oldu. Hazır bulunanlar yalnız güzelliğine karşı hayran olmakla kalmayıp, derin bilgisini de hayretle karşıladı. 1912 yılında Fransa intikam arzusu ile kıvranıyordu. Vatanseverlik bir mezhep haline gelmişti
. Herkes, her yerde casuslar görür gibi oluyordu. Bu bakımdan casusluk ve istihbarat işleriyle uğraşan 2. şube, Mata Hari'yi gözaltına alarak Harbiye Nezareti'nde adına bir dosya açtı. Dikkatli müşahitler, Mata Hari'nin Guimet Müzesi'nde ilk dans ettiği sırada Alman Sefiri Prens Radolin'in kendisine fazla iltifatta bulunduğunu gözden kaçırmamışlardı. Antonie de onun, bale üstadı casus Sarocco ile sıkı fıkı olduğunu biliyordu. Neuilly'deki villasında hüviyeti pek iyi anlaşılamayan bir Alman subayı ile uzun süre yaşadığı da malûmdu. 2 Eylül ile 2 Kasım 1916 tarihleri arası, şüpheleri üzerinde toplaya bu kadının genç havacılarla düşüp kalktığı tespit edildi. Fakat aleyhine en ufak bir dedil elde etmek mümkün değildi. Bu durumda, Mata Hari'nin sınırdışı edilmesi kararlaştırıldı ve Yüzbaşı Ladoux emri iletmekle görevlendirildi. Mara Hari bu emir üzerine derin bir hayrete düşerek Fransa'ya bağlı olduğunu söyledi, hatta bu iddiasını ispatlamak için çok samimi olduğu Alman Veliahdı ve Brunsvik Dukası'ndan bir hayli bilgi edinerek Fransızlara aktarabileceğini ileri sürdü. Ladoux, bu teklifi derhal kabul etti ve Mata Hari'nin İspanya'ya giderek, oradan İngiltere'ye geçmesi kararlaştı. Fakat Mata Hari İngiltere'ye ayak basınca, Gizli Haberalma Servisi onu tekrar İspanya'ya iade etti. Anlaşılan bütün bu mizansen Mata Hari'ye kurulan bir tuzaktan başka bir şey değildi. Sonuç çıkmayınca geri gönderildi. Yalnız, Mata Hari'nin Fransız emniyet servisleri talimatıyla Brüksel'de temas kuracağı altı ajandan biri tam o günlerde Almanlar tarafından yakalanarak kurşuna dizilmişti. Bunun üzerine Gizli Haberalma Servisi, Fransız ikinci şubesine yazdığı bir yazıda, Mata Hari'yi Brüksel'deki bir ajanın idamından sorumlu tutmak gerektiğini bildirdi. Ancak Fransızlarda hâlâ Mata Hari'yi yakalamak için yeterli delil yoktu. Madrid'te de Mata Hari'nin davranışları şüpheyi davet etmekten geri kalmıyordu. Hari, Alman kara ve deniz ateşelerine metreslik ediyordu. Tuhaf bir tesadüf eseri olarak tam o günlerde Alman denizaltılarının batırdıkları müttefik gemilerinin tonajı da birdenbire müthiş bir yekünü buluyordu. Mata Hari, 2 Mayıs 1917'de, Paris'e dönmeye karar verdi. Onun bu kararı vicdan huzuru içinde bulunduğunu ispat edecek nitelikteydi. Fakat dostları yine de ona zan altında bulunduğunu hatırlatarak, kararından vazgeçmesini tavsiye ettiler. O, bu uyarılardan hiç birine kulak asmadı. Kendini suçsuz görüyordu. Neden korkacaktı? Fakat Mata Hari'nin Paris'e hareket ettiği sıralarda Madrid Alman Ataşemiliteri von Kalle, Hollanda'daki Alman casusluk teşkilatı şefine bir telsiz göndererek H21 rumuzlu bir ajana Paris'te Comptoir National d'Escompte aracılığıyla 15 bin pezetalık bir havale göndermesini bildiriyordu. Eifell Kulesi tarafından zaptedilen bu mesaj açılınca, havale lehtarının Mata Hari olduğu hayretle görüldü ve bunun üzerine Hari 13 Şubat 1917'de yakalandı. 24 Temmuz 1917'de 3 numaralı divan-ı harbe verildi ve 15 Ekim 1917'de kurşuna dizilerek idam edildi. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ olarak kısaltılabilir), Türkiye'nin Çanakkale ilinde yer alan devlet üniversitesidir. SCIMAGO 2012 yıllık raporunda dünyanın en iyi 1500 üniversitesinden biri olarak listelenmiştir. Üniversite, 2013 yılında Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından Türkiye'nin En Girişimci Üniversiteleri Listesi'nde yer almıştır . ÇOMÜ, Uluslararası Üniversiteler Birliği'nin, Avrupa Üniversiteler Birliği'nin, ADIM Üniversiteler Konsersiyumu'nun ve Trakya Üniversiteler Birliği'nin üyesidir. Üniversitenin logosunda, Türk Bayrağı üzerinde Çanakkale Şehitleri Anıtı bulunmaktadır. 3 Temmuz 1992 tarihinde, 3837 sayılı kanunla kurulan Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi 1992-93 Eğitim-Öğretim yılında Trakya Üniversitesi'nden devredilen Çanakkale Eğitim Fakültesi, Çanakkale Meslek Yüksekokulu ve Biga Meslek Yüksekokulu ile öğretime başlamıştır. 1993-94 Eğitim-Öğretim yılında Fen Edebiyat Fakültesi, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu ile Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, 1994-95 Eğitim-Öğretim yılında Biga İ.İ.B. Fakültesi, Ayvacık, Bayramiç Meslek Yüksekokulu), Çan, Ezine, Gelibolu ve Yenice Meslek Yüksekokulları ile Fen Bilimleri ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1995-96 Eğitim-Öğretim yılında Ziraat, Su Ürünleri, İlahiyat ve Mühendislik-Mimarlık Fakülteleri, 1996-97 Eğitim-Öğretim yılında Sağlık Yüksekokulu, 1998-99 Eğitim Öğretim yılında Gökçeada Meslek Yüksekokulu 2000-01 Eğitim Öğretim yılında da Lapseki Meslek Yüksekokulu açılarak öğretime başlamışlardır. Ayrıca 1997 yılında kurulan ve ilk öğrencilerini 2000-01 Eğitim-Öğretim yılında alan Güzel Sanatlar Fakültesi ve 7 Ağustos 2000 tarihli resmi gazetede yayınlanan Bakanlar Kurulu kararı ile kuruluşunun yasal sürecini tamamlayan Tıp Fakültesi, 2011 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla açılan İletişim Fakültesi ve Biga Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu, 2012'de açılan Mimarlık ve Tasarım Fakültesi, Çan Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu ve Çanakkale merkezde açılan İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi ile 2013'te kurulan Çanakkale Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Fakültesi ile 12 Fakülte, 13 Meslek Yüksekokulu, 7 Yüksekokul, 4 Enstitü ile beraber Üniversite toplam 36 eğitim birimine sahiptir. Üniversitenin kısaltması ÇOMÜ'dür. 2013 yılı itibarıyla 1.700 akademik personeli ve 42.500 öğrencisi vardır. Ranking Web of World Universities sıralamasına göre dünyanın ilk 750 üniversitesinden biridir (2012). SCIMAGO'ya göre ise 1947. sırada yer almaktadır. URAP 2012 listesinde ise 1331. sıradadır.. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ), 803 basamak birden yükselerek dünyanın ilk bin üniversitesi arasına girmeyi başardı. Listenin zirvesinde ABD üniversiteleri yer alıyor. Üniversitelerin internet performansları üzerinden değerlendirildiği "4ICA Web Ranking" adlı dünya üniversiteler sıralaması 2013 yılında ÇOMÜ’yü dünyanın en iyi 959. üniversitesi olarak belirledi. Sıralamada 11. olan ÇOMÜ'yü 10 Türk üniversitesi geçmeyi başarırken Anadolu Üniversitesi 151., ODTÜ 289., Boğaziçi 385. oldu. “4 International Colleges&Universities” olarak da bilinen rayting kurumu, 200’den fazla ülkede 11 binden fazla üniversitenin internet üzerindeki performansına göre değerlendirmeler yapıyor. Türkiye'de ÖSYS sonuçlarına göre üniversitenin pek çok bölümü en üst ilk 20 arasında yer almaktadır. Bazı bölümleri ilk 3'te yer almıştır. (Japonca Öğretmenliği gibi). ÖSYS sonuçlarına göre ilk 1000 öğrenci arasından 21 tanesi ÇOMÜ'ye yerleşmiştir. 2013 yılında 85 lise birincisi ÇOMÜ'yü yerleşmiştir. Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'nın değerlendirmelerine göre ÇOMÜ Türkiye'nin en girişimci ilk 50 üniversitesinden biridir. Üniversite akademisyenlerinin her yıl bağımsız saygın ve indeksli dergilerde 300'ün üzerinde makalesi yayınlanmaktadır. 2012-2013 eğitim öğretim yılı başlangıç öğrenci sayısı 37.500 idi. Bu öğrencilerin 3.400'den fazlası yüksek lisans (master) ve doktora öğrencisidir. Yaklaşık 10.000 öğrenci meslek yüksekokullarında eğitim görmektedir. ÇOMÜ öğrencilerinin 400 kadarı 44 farklı ülkeden gelen uluslararası öğrencilerdir. Üniversitenin bu öğrenciler için Türkçe öğretimi veren TÖMER birimi de mevcuttur. Akademik personel sayısı 1.506'dır. Toplam personel sayısı ise 3.000'i bulmaktadır. ÇOMÜ öğrenci sayısında son yıllarda radikal bir artış yaşanmıştır. 1992 yılında 2,378 öğrenci ile kurulan ÇOMÜ, 1993'te 75 öğrencilik artışla 2,475 öğrenciye ulaşmıştır. 1994-95 eğitim-öğretim yılında öğrenci sayısı 3,442'ye, 1995-96'da 5,564'e, 1996'da 6,492'ye, 1997'de 8,207'ye, 1998'de 9,368'e, 1999'da ise 10,359'a yükselmiştir. 200-2011 eğitim öğretim yılında 11,405 öğrenciye ulaşan ÇOMÜ'de öğrenci sayısı 2001'de 12,440'a, 2002'de 13,902'ye çıkmıştır. 2006 yılında öğrenci sayısı 20 bin barajını aşarak 20,337'ye ulaşmıştır. 2007'de öğrenci sayısı 21,686'ya, 2008'de 23,366'ya, 2009'da 25,138'e, 2010'da 27 bine yükselmiştir. 2011 yılında öğrenci sayısı 4,088 artarak 31,107'e, 2012'de ise 6,607 artarak 37,500'e çıkmıştır. ÇOMÜ öğretim üyeleri ulusal ve uluslararası çok sayıda bilimsel yayında eserlerini yayınlamaktadırlar. Ayrıca üniversitenin yayınlamakta olduğu Yönetim Bilimleri Dergisi (Journal of Administrative Sciences) de tanınmış bilimsel hakemli dergilerdendir. Dergi 2012 yılı itibarıyla 11. cildini yayınlamaktadır. Üniversite ayrıca Girişimcilik ve Kalkınma adlı 6 ayda bir çıkan akademik bir süreli yayın da yayımlamaktadır. Yılda 2 kez yayınlanır. Başta uluslararası ilişkiler, işletme, kamu yönetimi, maliye, iş hukuku, uluslararası hukuk, iktisat ve çalışma ekonomisi olmak üzere sosyal bilimlerin çeşitli alanlarından Türkçe ve İngilizce makaleler ve kitap tahlilleri yayınlar. Yönetim merkezi Biga İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'dir. Dergi 16 ayrı bağımsız ve bilimsel uluslararası indeks tarafından taranmaktadır. Yılda 2 kez yayınlanan hakemli, bilimsel dergi. St. Louis Hawks St. Louis Hawks, bugün NBA'de bir Atlanta takımı olan Hawks takımın 1955-1968 arasında St. Louis'de olmasıyla aldığı isimdir. Hawks yönetimi Milwaukee'de bulunan takımı 1955 yılında St. Louis'e taşımış ve 13 yıl bu şehirde kalmıştır. Takım bu dönem içinde 1957-58 sezonunda NBA Finali'nde Boston Celtics'i 4-2'yle geçerek tek şampiyonluğunu kazanmıştır. Hawks tarihinin en önemli başarıları bu dönemde yakalanmış ve Boston Celtics'le rekabet yaşanmıştır. Dağ çamı Dağ çamı ("Pinus mugo"), çamgiller (Pinaceae) familyasından Orta ve Güney Avrupa'nın dağlık bölgelerinde yetişen bir çam türü. 5–10 m boylu piramidal bir yapıya sahiptir. Dallar çevrel olarak dizilmiştir. İğne yapraklar koyu yeşil, 3–8 cm uzunlukta ve sık dizilmiş, ucu küt, kalın, sert, düz veya tırpan biçiminde ve ikilidir. Ağaç üzerinde 5-10 yıl kadar kalır. Kozalaklar 2–6 cm uzunlukta, yumurta biçiminde, kısa saplı, tek veya 2-3 tanesi bir arada bulunur, 3. yılda olgunlaşır. Güneşli yerleri sever, soğuk ve rüzgarlara karşı dayanıklıdır. Ancak kurak, taşlık ve kayalık yerlerde yetişenlerde odun fazla reçineli, sulak ye
rlerde yetişenlerde ise az reçinelidir. Vancouver Grizzlies Vancouver Grizzlies, 1995 yılında NBA'in genişleme kararı sonucunda Kanada'da kurulmuş basketbol takımıdır. 1946 yılında NBA'de yer alan Toronto Huskies'den sonra NBA ilk defa ABD dışına taşıp Toronto Raptors'la beraber Grizzlies kurulmuştur. Zaman zaman kadrosuna Mike Bibby, Shareef Abdur-Rahim gibi önemli oyuncular katabilen takım yine de başarılı olmamamış ve Vancouver'da yeterli ilgiyi görmemesini sebep göstererek 2001 yılında Memphis'e taşınmıştır. Amanita pantherina Amanita pantherina, Amanitaceae familyasından sinek mantarına ("Amanita muscaria") çok benzeyen halüsinojen ve zehirli bir mantar türüdür. Çok miktarda mantar zehirlenmesinden sorumludur. İlkbahardan sonbahara kadar bulunabilir. Büyük, gösterişli ve hoş kokuludur. Genelde çocuklar ve hayvanlar tarafından kazara yense de, bazen yetişkinler halüsinojen etkileri için tüketirler. "Amanita muscaria" ya nazaran çok daha etkili bir zehirli mantardır. "Psilocybe" türleri gibi az zararlı halüsinojenlerden değildir, içerdiği kimyasallar (müsimol ve ibotenik asit gibi) tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Bill Russell William Felton Russell "(Bill Russell)", (d. 12 Şubat 1934, Louisiana) NBA'in efsanevi pivot oyuncularındandır. Boston Celtics'in 13 sezonda kazandığı 11 şampiyonlukta önemli role sahip basketbolcudur. NBA'de oynadığı dönemlerde büyük pivot Wilt Chamberlain'le karşılaştırılmıştır. Her ne kadar bireysel anlamda ona karşı zayıf kalsa da elde ettiği şampiyonluklar sayesinde onu geçmiştir. 2.08 m. uzunluğunda olan ve pivot pozisyonunda oynayan Bill Russell 1955 ve 1956 yıllarında San Francisco Üniversitesi ile NCAA şampiyonluğu kazanmıştır. Bu dönemde 55 maç üst üste kazanarak inanması güç bir performans göstermişlerdir. 1956 Melbourne Olimpiyatları'na ABD Basketbol Takımı'nın kaptanı olarak çıkmış ve altın madalayayı takımına kazandıran en önemli oyunculardan biri olmuştur. 1956 yılında Boston Celtics'le NBA kariyerine başlamıştır. 1969'a kadar oynadığı NBA'de 1958 ve 1967 yılları hariç tüm sezonlarda şampiyonluk yaşamıştır. Koçu Red Auerbach yönetiminde bu başarılar ulaşırken ABD'nin bu denli önemli bir ligde bu kadar önemli rol alan ve başarılı olan ilk Afroamerikalı oyuncu olmuştur. 1966 ile 1969 yılları arasında aynı zamanda antrenörlük yaptığı Celtics'le iki şampiyonluk kazanmıştır. Antrenörlük kariyerine 1973-1977 arası Seattle SuperSonics'de, 1987-1988 yıllarında ise Sacramento Kings'te devam etmiştir. Bill Russell halen NBA'in en çok yüzük kazanan oyuncusu konumundadır. Washington Bullets Washington Bullets, şu anda ismi Wizards olan Washington'da kurulu basket takımının eski ismidir. Daha önceden bulunduğu şehirlerin isimleriyle Chicago Bullets ve Baltimore Bullets gibi de anılmıştır. 1997/1998 sezonuna kadar ise Washington Bullets ismiyle anılan takım Bullet'in (mermi) şiddeti çağrıştırdığı gerekçesiyle isim değişikliğine gitmiş ve 15 Mayıs 1997 tarihinde yeni ismini (Wizards) ve logosunu tanıtmıştır. Fort Wayne Pistons Fort Wayne Pistons, bugün NBA liginde Detroit'te kurulu bulunan Pistons takımının 1941 ile 1957 arasında anıldığı isimdir. O dönemde Pistons takımı İndiana eyaletinin Fort Wayne şehrinde bulunduğu için takım bu isimle anılmaktadır. Yüzüklerin Efendisi (anlam ayrımı) Fatih Kısaparmak Fatih Kısaparmak (d. 31 Ocak 1961; Maden, Elâzığ), Türk halk müziği sanatçısı, müzisyen, besteci ve söz yazarı. Elâzığ, Maden’de doğdu. Annesi Yıldız Hanım, emekli bir ilkokul öğretmeni; babası Necip Bey ise, sırasıyla ortaokul ve öğretmen okulu müdürü, il millî eğitim müdürü, ortaöğretim genel müdürü ve bakanlık teftiş kurulu başkanı olarak hizmetler vermiş; basılı beş eseri de bulunan bir bürokrattır. 1991 yılında, TRT, Kanal 6, TGRT, Kanal 7, Star, Samanyolu ve Fox televizyonlarının ana haber spikerliği ve program sunuculuğu görevini yürüten, ekonomist Şebnem Ergür (Kısaparmak) ile evlendi. Bu evlilikten, Ozan ve Kaan adlı iki erkek çocukları dünyaya geldi. Fatih Kısaparmak, temel eğitim döneminden itibaren, Ankara Devlet Konservatuvarı ve TRT Ankara Radyosu'nda müzik; Devlet Güzel Sanatlar Galerisi'nde ise resim çalışmalarında bulundu. Ankara Bahçelievler Deneme Lisesi'ndeki öğrencilik yıllarında, Tasvir Gazetesi adına TBMM foto muhabirliği yaptı. Üniversite döneminde ise, başta Varlık olmak üzere çeşitli edebiyat-sanat dergilerinde şiirleri, röportajları ve araştırmaları yayımlandı. Yukarı Fırat Havzası'ndaki inceleme ve derlemelerini topladığı "Dil Folkloru Açısından Harput Ağzı" isimli bilimsel çalışması, ayrıca, "Ve Ağır Sevdam" adını taşıyan bir şiir kitabı da bulunmaktadır. 1985 yılında besteci, söz yazarı ve yorumcu olarak profesyonel sanat yaşamına atıldı. İlk çalışması olan “Kilim” büyük kitlelere ulaştı. Daha sonra ürettiği 17 müzik albümüyle de sürdüren Kısaparmak, 200’den fazla besteye imza attı. "Çağdaş Ozan", "Bay Kilim" ve "Türkü Baba" olarak da tanındı. Fatih Kısaparmak, sırasıyla "Grup Kilim" ve "Grup Mozaik" adlı iki ayrı konser orkestrası kurdu. Erzincan, Gölcük ve Pakistan depremzedeleri ile Zonguldak grizu faciasında hayatını kaybedenlerin yanı sıra Darülaceze, Unicef vb. kurumlar yararına "Toplumsal Dayanışma ve Yardım Konserleri" düzenledi. Türkiye'nin yanı sıra ABD, Rusya, Avustralya, Almanya, Avusturya, Fransa, Hollanda, Belçika, İsveç, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Bosna-Hersek, Venezuela, Kazakistan ve Özbekistan'da çok sayıda konser verdi. Malatyaspor ve Elazığspor’da, toplam 3 dönem yönetim kurulu üyeliği görevinde bulunan Fatih Kısaparmak, İstanbul-Elazığ Kültür Vakfı’ndaki kurucu üyeliğinin yanı sıra, Elazığlılar Dayanışma Derneği'nde de yönetici ve genel sekreter olarak çalıştı. Türkiye'nin önde gelen kurum ve kuruluşlarınca 70'e yakın ödüle layık görülen sanatçıya, 2000 yılında, halk müziğine ve folklora katkılarından dolayı Fırat Üniversitesi Senatosu tarafından Fahri Doktora unvanı verildi. Bob Cousy Bob Cousy "(Robert Cousy)", (d. 9 Ağustos 1928, New York) Boston Celtics'in efsanevi kadrosunda yer almış ve NBA'in en başarılı oyun kurucularından biri kabul edilen basketbolcu. Bostons Celtics'in ligin hakimi olduğu yıllarda takım en önemli posizyonlarından birinde oynayan Cousy, 1951'den 1963'e kadar bu takımda oynamıştır. Takımının kazandığı 6 şampiyonlukta büyük pay sahibidir. Bunun 5 tanesi Celtics'in 8 Şampiyonluk art arda kazandığı dönemin ilk 5 senesidir. Bob Cousy, 6.955 asist ile Boston Celtics tarihinin bu dalda rekortmenidir. Toplamda 16.960 sayı atmış ve 13 kez üst üste NBA All Star Kadrosuna seçilmiştir. 1954 ve 1957 yıllarında olmak üzere 2 kez All Star karşılaşmasında MVP ödülünün sahibi olmuştur. 1962/1963 yılında emekli olmasına rağmen yedi yıl sonra, 1969/1970 sezonunda geri dönmüş ve Cincinnati Royals ile 7 maç oynamıştır. 1969 ile 1974 yılları arasında Royals'a koçluk da yapmıştır. Everest Dağı Everest Dağı, (Tibetçe: Çomolungma, Nepali: Çonnolugma Sagramata), dünyanın en yüksek dağı. Himalayalarda, yaklaşık 28 derece kuzey enlemi ile 87 derece doğu boylamında, Çin–Nepal sınırı üzerinde yer alır. Çıplak Güneydoğu, Kuzeydoğu ve Batı sırtları en yüksek noktalara Everest (8.848 m) ile Güney doruğunda (8.748 m) ulaşır. Everest Dağı Kuzeydoğudaki Tibet platosundan (yaklaşık 5.000 m) tam olarak görülebilir. Dünya'da en çok ilgi çeken yerlerin başlarında gelmektedir.Eteklerinden yükselen Çangtse, Khumbutse, Nuptse ve Lhotse gibi doruklar Nepal'den görülmesine engel olur. İngiltere'nin Hindistan sömürge yönetiminin kadastro genel müdürü George Everest'ten sonra yerine göreve gelen Andrew Waugh, dağa isim olarak selefi Everest'in adını öneren bir teklifi Londra Kraliyet Coğrafya Cemiyeti'ne sundu. Teklif kabul edildi. 1865'te, daha önce yapılan itirazlara rağmen dünyanın en yüksek dağının adı Everest olarak belirlendi. Dönemin en güçlü imparatorluğunun kültürel nüfuzuyla bütün dünyada bu dağ için Everest adı yaygınlık kazandı. Türkçede dağa Everest denmeden önce dağın Tibetçe yerel adı Çomolunma'nın Osmanlı Türkçesine uyarlanmış versiyonu kullanılmaktaydı. Bu ismin kullanıldığına İslam alimlerinden Said Nursi'nin 1911 (H. 1327) senesinde basılan "Muhákemat" adlı eserinde rastlanmaktadır. Müellif, Kaf Dağı'na değindiği bir yerde Everest'ten şöyle bahsetmektedir: Kaf Dağı, ekser şarkı ihata eden ve eski zamanda bedevi ve medenilerin aralarında fasıl olan ve azam-ı cibal-i dünya olan Çamularının annesi olan Himalaya silsilesidir. Bu silsilenin ırkından cibâl-i dünyanın ekserisi teşâub eyledikleri denilir. Bu hâl öyle gösteriyor ki, "Kaf"ın dünyaya meşhur olan ihatanın fikir ve hayali bu asl-ı teşâubdan neşet etmiş olmak gerektir. Büyük Himalayaların oluşumu, Miyosen Bölümde (yaklaşık 26-27 milyon yıl önce) Hindistan yarımadasıyla Tibet yaylasının birbirine yaklaşmasının yol açtığı, jeolojik tortul havzalardaki sıkışmayla başladı. Bunu izleyen evrelerde Katmandu ve Khumbu napları (kırık ve devrik yamaç kıvrımları), sıkışıp yukarı doğru çıkarak birbirlerinin üzerine kıvrıldılar ve ilkel bir dağ sırası oluşturdular. Kuzeydeki arazi kütlesinin toptan yükselmesi, bölgenin yüksekliğini arttırdı. Napların yeniden kıvrılmasıyla bölgenin tümü yeni bir tabakayla örtüldü ve Pleyistosen Bölümün (yaklaşık 2,5 milyon yıl önce) Mahabarat Evresinde Everest Dağı ortaya çıktı. Karbonifer Dönemin (yaklaşık 345-280 milyon yıl önce) sonu ile Permiyen Dönemin (280-225 milyon yıl önce) başından kalan ve başka yarı-kristalleşmiş tortullarla ayrılmış olan kireçtaşı katmanları, senklinal katmanlaşma yoluyla biçimlendi. Günümüzde de süren bu biçimlenmenin yol açtığı sürekli yükselme aşınımla dengelenmektedir. 25 Nisan 2015'te gerçekleşen Nepal depremi sonrasında kısaldığı iddia edildi. Mayıs başında yapılan incelemelerde ise sıradağlar üzerinde 0,7 ile 1,5 arasında yükseklik kaybı olduğu açıklandı. Çin Harita Müdürlüğü, 2015 depreminin ardından Everest'in kuzeydoğuya meyilli zirvesinin kaydığını iddia etti. Depremden önce Everest'in, son 10 yılda toplam 40 cm meyil oluştuğunu belirten Çin
Harita Müdürlüğü, depremle birlikte bu kaymanın terse döndüğünü ve dağın da 3 cm uzadığını açıkladı. Everest Dağı, troposferin üçte ikisini geçerek oksijenin az olduğu üst katmanlara ulaşır. Oksijen eksikliği, hızı saatte 100 km ye varan sert rüzgarlar ve zaman zaman -70 dereceye kadar düşen aşırı soğuklar yukarı yamaçlarda herhangi bir hayvan ya da bitkinin yaşamasına olanak vermez. Yaz musonları sırasında yağan kar rüzgarla ufalanarak yığılır. Bu kar yığıntıları buharlaşma çizgisinin üzerinde olduğundan genellikle buzulları besleyen büyük buzkar çanakları oluşmaz. Bu nedenle Everest’in buzulları yalnızca sık sık düşen çığlarla beslenir. Ana sırtlarla birbirinden ayrılan dağ yamaçlarındaki buz katmanları dağın eteklerine kadar bütün yamacı kaplamakla birlikte, zaman içinde iklimin değişmesiyle ağır ağır çekilmektedir. Kış aylarında kuzey batıdan gelen güçlü rüzgarlar karları süpürerek doruğun daha çıplak bir görünüm kazanmasına yol açar. Everest Dağındaki başlıca buzullar Kangşang Buzulu (doğu), Doğu ve Batı Rongbuk Buzulları (kuzey ve kuzeybatı), Pumori Buzulu (kuzeybatı), Khumbu Buzulu (batı ve güney) ve Everest ile Lhotse-Nuptse sırtı arasında kapalı bir buz vadisi olan Batı Buzyalağıdır. Dağdan çıkan sular birbirinden ayrılan kollarla güneybatı, kuzey ve doğu yönünde akar. Khumbu Buzulu eriyerek Nepal’de Lobucya Khola Irmağı'na karışır. İmca Khola adını alarak güneye doğru akan bu ırmak Dudh Kosi Irmağıyla birleşir. Çin Halk Cumhuriyetindeki Rong Çu Irmağı Everest’in yamaçlarında Pumori ve Rongbuk buzullarından Karma Çu Irmağı ile Kangsang Buzullarından doğar. İlk denemeler Everest´i feth etme girişimlerinin tarihi 1904 senesine dayanır. Ancak ilk deneme tarihi olarak her ne kadar zirveye varma amacı olmamasına, sadece jeolojik ölçüm ve olası zirve yolunun tespitine dayalı olmasına rağmen 1921 senesi olarak alınabilir. Zamanın İngiltere Krallığı adına görevlendirilen George Mallory ve Lhakpa La yaklaşık 31 bin kilometrekarelik bir alanın Jeolojik ve topoğrafik analizlerini yapmışlar ve olası zirve tırmanışı için kuzey yamacı rotasını tespit etmişlerdir. Bu denemeler sırasında George Mallory zirveye yakın bir yerde hayatını kaybetmiştir. Cesedi ancak 1999'da bulunabildi. 1922 ile 1924 seneleri arasında zirve tırmanışı birçok deneme olmasına rağmen hepsi başarısızlık ile sonuçlanmıştır. 1930 ile 1950 yılları arasında kayda değer bir zirve tırmanış denemesi olmamıştır. Buradaki etken sebep ise 2. Dünya Savaşı ve bölgenin siyasi yapılanması olarak adlandırılabilir. İlk başarı 1953 senesinde İngiliz Kraliyet Coğrafya Derneği desteği ile John Hunt liderliğinde iki ekip oluşturulmuştur. İlk ekip Tom Bourdillon ve Charles Evans den oluşmuştur. Kapalı oksijen sistemi kullanan bu ekip 26 Mayıs'ta güney zirvesine ulaşmalarına rağmen Bourdillon´un babası tarafından geliştirilmiş olan kapalı oksijen sisteminin donması sebebi ile tırmanışın son aşamasını gerçekleştiremeden geri dönmek zorunda kalmışlardır. İkinci ekip ise Edmund Hillary, Tenzing Norgay ve Ang Nyima dan oluşmuştur. Açık oksijen sistemi kullanan bu ekipten Edmund Hillary ve Tenzing Norgay 29 Mayıs saat 11:30 da Everest zirvesine ulaşmışlardır. ( Ang Nyima 8510 metrede tırmanışı bırakıp tekrar inişe geçmiştir.) Everest tırmanışının en zorlu etaplarından bir tanesi günümüzde Edmund Hillary anısına Hillary Step olarak anılmaktadır. Sergey Rahmaninov Sergei Vasilievich Rachmaninoff (Rusça: "Сергей Васильевич Рахманинов"; d. 1 Nisan 1873 - ö. 28 Mart 1943), Rus besteci, orkestra şefi, piyanist. 20. yüzyılın en büyük piyanist ve bestecilerinden birisidir. Rus romantizminin son büyük bestecisi unvanını taşır. Ülkesindeki Bolşevik Devrimi'nden sonra ABD'ye yerleşmiş ve ABD vatandaşı olmuştur. Sergei Rahmaninov Rusya'nın kuzeybatısında Novgorod şehri yakınlarındaki "Semyonovo"’da Tatar kökenli aristokrat bir ailenin beşinci çocuğu olarak 1 Nisan 1873'te doğmuştur. Ordudan emekli bir subay olan babası ve bir generalin kızı olan annesi amatör olarak müzikle uğraşmışlardır. Oğullarını da bu yönde yetiştirmişlerdir. Rahmaninov ailesinin maddi durumundaki kötüleşme, Sankt-Peterburg’a yerleşmelerini gerektirmiştir. Bu nedenle Sergei Rahmaninov konservatuvara bu şehirde devam etmiştir. Ancak St. Petersburg'daki difteri salgınında kızkardeşi Sofiya’nın ölmesinden sonra anne ve babası ayrılan Rahmaninov, bu olaya tepkisini okuldaki tüm derslerinden kalarak göstermiştir. Bunun üzerine Moskova’ya gönderilen ve sert bir öğretmen olan "Nikolay Zverev"’in evine yerleştirilen Rahmaninov, bu evde diğer öğrenciler ile birlikte yoğun bir tempoda çalışmıştır. Burada Zverev’in müzisyen arkadaşları ile tanışma fırsatı bulmuştur. Yine burada Çaykovski ile tanışması ve öğütler alması ona yeni ufuklar açmıştır. Aşırı disiplinden hoşlanmadığı için Zverev ile geçinemeyen Rahmaninov, beste yapabilmek için kendisine özel bir oda istediği için evden kovulmuştur. Sonrasında Moskova yakınlarındaki bir akrabalarının yanına taşınarak daha rahat bir ortama kavuşan Rahmaninov, çalışmalarına Franz Liszt’in öğrencilerinden olan kuzeni "Siloti" ile burada devam etmiştir. Rahmaninov, 19 yaşında iken yazdığı "Do diyez minör prelüd" ile dikkatleri üstüne çekmiştir. Bu eser, piyano edebiyatının en çok çalınan eserlerinden birisi olarak anılmaktadır. Mezuniyet projesi olarak Puşkin’in "Çingeneler Şiiri" üzerine bestelediği tek sahnelik operası olan "Aleko" 'yu yazan Rachmaninov, böylece büyük altın madalyayı kazanarak okuldan mezun olduğu gibi yayıncı Gutheil ile de bir sözleşme yapmıştır. Mezuniyet sonrasında iki yıl öğretmenlik yaparak geçimini sağlamıştır. Bu arada çeşitli eserler besteleyen sanatçının bu dönemde yazdığı "Do-diyez Majör Prelüd" daha sonra dünyanın en bilinen piyano parçalarından birisi olmuştur. İlk önemli eseri 1895 - 1896 yıllarında yazdığı "Re Majör 1. Senfoni"’dir. İlk bestelerine yönelik eleştirilerle bağlantılı olarak sıkıntılı ve zorlu bir süreç yaşayan sanatçı bu süre zarfında geçici bir süre için zengin bir işadamının özel operasında yardımcı şef olarak orkestra şefliği yapmıştır. 1900’de "Dr. Nikolai Dahl" adlı hipnozcudan 3 ay boyunca terapi gördükten sonra yeniden besteciliğe dönmüş ve "İkinci Piyano Konçertosu"nu yazmıştır. Rahmaninov, doktoruna ithaf ettiği bu eseri Moskova Filarmonisi’nin konserinde çalarak besteci-yorumcu kimliğini tanıtmıştır. 1902’de kuzeni "Natalia Satina" ile evlenen Rahmaninov, İsviçre’de geçirdikleri balayı sırasında "12 Şarkı"’yı bestelemiştir. Rusya’ya döndükten sonra ardı ardına eserler bestelemiş ve eserleri 1904’te şef olarak çalışmaya başladığı "Bolşoy Tiyatrosu"’nda seslendirilmiştir. 1903'te büyük kızı Irina, 1907'de küçük kızı Tatyana dünyaya gelmiştir. Rahmaninov, Bolşoy Balesi'nde orkestra şefliği yapmakta iken 1905 Devrimi gerçekleşmiştir. Ülkenin siyasi koşullarının özgürce beste yapmasını önlediğini hissedince 1906 yılının Kasım ayında ikinci vatanı kabul ettiği Dresden’e giden sanatçı, "Mi Minör İkinci Senfoni" (1907), "Birinci Piyano Sonatı", "Re Minör Üçüncü Piyano Konçertosu" (1909), "Ölüler Adası" adlı senfonik şiirini (1909) ve eserlerini bu dönemde bestelemiştir. Rahmaninov, 1909’da yeni eseri "3. Piyano Konçertosu" ve diğer eserlerini seslendirmek üzere Gustav Mahler ve Walter Damroch ile ABD’ye gitmiştir. ABD turnesi için özel olarak bestelediği 3. Piyano Konçertosu’nu New York Senfoni Orkestrası eşliğinde başarıyla icra eden sanatçı, Boston Senfoni Orkestrası’ndan sürekli şef olma önerisi almış, fakat Rusya'da getirildiği yeni görevden ötürü bu öneriyi kabul edemeyerek 1910 yılının Şubat ayında Rusya’ya dönmüştür. Rachmaninov, Rusya'da Moskova ve St. Petersburg konservatuvarları da dahil olmak üzere ülkedeki tüm müzik okullarını yöneten Rus Kraliyet Müzik Topluluğu'nun başkanı olarak görevlendirilmiştir. Küçük yöresel okulları geliştirmeye odaklanan sanatçı, Kiev'de önemli bir okul kurmuştur. Bunun yanı sıra Moskova Filarmoni Orkestrasını'da yönetmiş ve beste yapmayı sürdürmüştür. Rusya’da müzik alanındaki zıtlaşmada hayranlık duyduğu Çaykovski’nin yanında yer alan Rahmaninov, artık beste çalışmalarında insan sesine ağırlık vermeye başlamıştır. Özel yaşamında ise şair "Marietta Shaginyan" ve şarkıcı "Nina Koshetz" ile ilişkiler olmuştur. Marietta Shaginyan tarafından kendisine bestelemesi için liberettolar yazılan Rahmaninovun Nina Koshetz ile birlikteliği evliliğini tehdit etmiş fakat bazı eserlerine de ilham vermiştir. 1917’deki "Bolşevik Devrimi"’nden 2 ay sonra, Rahmaninov'un müziği "burjuva tarzında müzik" olarak nitelenip aşağılanmış ve bu nedenle sanatçı İskandinavya'daki bir konser turnesine çıkarak Rusya’yı terk etmiştir. Ailesini de yanına getirtmiş ve ülkesine dönmemiştir. Bir süre İsveç ve Norveç’te konser piyanisti olarak yaşadıktan sonra Kasım 1918'de ABD’ye gitmiş, eşiyle birlikte 1 Şubat 1943'te bu ülkenin vatandaşlığına geçmiştir. ABD'de özgün yapıtlar üretemeyen Rahmaninov, eski yapıtlarını gözden geçirip yeniden yazmış ve kariyerine bir konser piyanisti olarak devam etmiştir. ABD'de kendisine ün getiren konser dizilerine başlamış ve albümler çıkartmıştır. Amerika, Avrupa, Kanada ve Küba’da konserler vermiş ve kısa zamanda maddi servetini arttırmıştır. Kızları için Paris’te bir yayınevi kuran sanatçı, yazlarını da yine Paris'te geçirmiştir. 1931 yılında Rus göçmenlerle birlikte Paris'te bir müzik okulu açılmasına katkıda bulunan Rahmaninov'un adı daha sonra bu okula verilmiştir (Rahmaninov Konservatuvarı). Konser piyanistliği kendisine beste yapacak zaman bırakmadığından neredeyse 10 yıl boyunca hiçbir şey besteleyememiştir. 1918 - 1943 arasında sadece 6 yeni eser tamamlayabilen sanatçı bunu, İsviçre'de Luzern gölü kıyısında yaptırdığı ve ona Rusya'daki evini hatırlatan evinde geçirdiği zamana borçludur. 1926’da Dresden’de geçirdiği bir tatil sırasında "4. Piyano Konçertosu"’nu yazmıştır. 1934 yılında bestelediği "Paganini’nin Bir Teması Üzerine Rapsodi", en çok çalınan eserlerinden biri olmuştur. 1936'da yazdığı "La Minör Üçüncü Senfonisi" yurdun, ayrılığın hüznünü taşıyan
eserlerinden birisidir. Aynı yıllarda, Bolşeviklerce, rejime yaptığı eleştirilerden ötürü Rahmaninov’un eserlerinin Rusya’da çalınması yasaklanmıştır. Rahmaninov'un borsada tüm varlığını yitirmesi ve 1939’da II. Dünya Savaşı'nın çıkması Avrupa turnelerinin iptal edilmesine neden olmuştur. Bu süre esnasında sağlığı bozulan Rahmaninov’a kanser teşhisi konulmasına rağmen sanatçı, beste yapmaya ve orkestra yönetmeye devam etmiştir. En son büyük eseri olarak "Senfonik Danslar"'ı bestelemiştir. 28 Mart 1943‘te Kaliforniya, Beverly Hills'te kanser nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Rahmaninov, 4 piyano konçertosu ile 3 senfoni yazmıştır. Diğer senfonik eserleri arasında Ölüler Adası adlı senfonik şiiri, Senfonik Danslar adlı yapıtı sayılabilir. Paganini’nin Bir Teması üzerine Rapsodi, piyano ve orkestra için yazılmış bir eserdir. Solo piyano için 24 prelüd ve 2 sonatın yanı sıra, 6 Müzikal An, Chopin’in Bir Teması Üzerine Varyasyonlar, Corelli’nin Bir Teması Üzerine Varyasyonlar adlı yapıtları bestelemiştir. 2 piyano için ve dört el için eserler de veren sanatçı, Birinci Senfoni’sini dört-el piyanoya uyarlamıştır. 2 önemli akapella eser vermiş, 3 opera yazmıştır. 1907’de başladığı dördüncü operası yarım kalan sanatçının bu eseri Igor Buketoff tarafından tamamlanıp 1984’te sahnelenmiştir. Oda müziği için iki piyano tirosu ve bir çello sonata yazdı. Tolstoy, Puşkin, Goethe, Hugo gibi yazarların metinleri üzerine şarkılar bestelemiştir. Doğal dil işleme Doğal Dil İşleme, yaygın olarak NLP ("Natural Language Processing") olarak bilinen yapay zekâ ve dilbilim alt kategorisidir. Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca gibi doğal dillerin ("insana özgü tüm diller") işlenmesi ve kullanılması amacı ile araştırma yapan bilim dalıdır. NLP yani Doğal Dil İşleme, doğal dillerin kurallı yapısının çözümlenerek anlaşılması veya yeniden üretilmesi amacını taşır.Bu çözümlemenin insana getireceği kolaylıklar, "yazılı dokümanların otomatik çevrilmesi, soru-cevap makineleri, otomatik konuşma ve komut anlama, konuşma sentezi, konuşma üretme, otomatik metin özetleme, bilgi sağlama" gibi birçok başlıkla özetlenebilir. Bilgisayar teknolojisinin yaygın kullanımı, bu başlıklardan üretilen uzman yazılımların gündelik hayatımızın her alanına girmesini sağlamıştır. Örneğin, tüm kelime işlem yazılımları birer imlâ düzeltme aracı taşır. Bu araçlar aslında yazılan metni çözümleyerek dil kurallarını denetleyen doğal dil işleme yazılımlarıdır. Batı dillerinde SAPI (Microsoft şirketinin konuşma sentezleyici üretmek amacı ile satışa sunduğu geliştirici program) tabanlı Konuşma sentezleyici bileşenleri, yazılımcıların multimedia (çoklu ortam) sunuları hazırlamaları için hizmete sunulmuştur. Konuşma ve komut anlama yazılımları ise gelecekte insan ve bilgisayar arasındaki klavye, fare gibi veri girişi aygıtlarını ortadan kaldıracak yazılımlardır. Bu gelişmeler makine-insan iletişiminde yeni ve devrimci değişimlere yol açacak ve bilgisayarların daha çok insan tarafından kabul görmesine yol açacaktır. Gelecekte, konuşma sentezleyiciler ve konuşma anlama alanındaki gelişmeler ve makine-insan iletişiminin gelişmesi, insanın makineden beklentilerini yükseltecektir. İnsanlar makinelerin kendisini anlamalarını isteyecek, karmaşık kullanımı olan makineler pazar bulamayacaktır. Giderek gelişen ve insanı anlayan makinelerin daha zeki olması insanın yaşam kalitesini yükselteceğinden, vazgeçilmez olması kaçınılmazdır. Zeki makine kavramı, yapay zekâ çalışmalarının hızlanmasına yol açmıştır. Geleceğin en önemli sektörlerinden biri olan yapay zekâ ile insanın iletişim kuracağı tek araç dildir. Dil, insanoğlunun uygarlaşmasını sağlamakla kalmamış, onun zekâsının doğada daha önce görülmemiş şekilde parlamasını sağlamıştır.Kültür dediğimiz insanlık birikimi, dil kullanan ve iletişim kuran insanın sosyalleşme sürecinin ürünüdür. Dilin işlenmek üzere çözümlenebilmesi için, matematik modelinin oluşturulması gerekmekteydi. ATN Genişletilmiş Geçiş Ağları ("Augmented Transition Network"),Woods tarafından 1970 ve 1973 yılları arasında geliştirilmiş bir yaklaşımdır. Genişletilmiş geçiş ağları (GGA) üç bileşenden oluşur: Genişletilmiş geçiş ağlarında, bir durumdan diğer bir duruma geçmek için gerekli harf okunur ve bu harf geçilecek olan duruma geçmek için gereken harfle karşılaştırılır; uygun ise diğer duruma geçilir. Geçiş ağlarında doğru bir yol, bir başlangıç durumundan başlayıp, son duruma ulaşan geçişler sağlandığında tamamlanır. Harflerin birbirine eklenmesiyle oluşan metin, ağın kabul etmesi için verilen metin ise, bu metin ağ tarafından kabul edilmiş demektir. Yanda : "Bal" metnini kabul eden Genişletilmiş Geçiş Ağı. Fonetik, konuşulurken, dil, gırtlak, ses telleri, damak, dişler ve dudaklar ile çıkarılan sesleri ve bu seslerin dil ile olan ilişkilerini tanımlamak için kullanılan bir terimdir.Doğal dillerde anlam ayırıcı olarak kullanılan en küçük ses fondur ("phon" ) dur. Fonetik terimi bu kökten gelmektedir. Fon kavramı evrensel değildir ve her dilde farklı seslere kaşılık gelir. Farklı dillerdeki fonların tek ortak özelliği ayırıcı temel sesler olmalarıdır.Sesle ifade edilen dili, yani konuşmayı kaydetmek için yazı icad edilmişti.Konuşmayı yazı ile ifade etmek için ses birim veya fonları harflerle eşleştirmek gerekmekteydi. Bazı dillerde, örneğin Türkçe, Fince ve Japoncada, sesbirimler doğrudan harflere karşılık gelmektedir. Bu tip dillere fonetik diller denir.İngilizce, Almanca, Fransızca gibi dillerde ise Fonlar harflere kaşılık gelmezler.Bu yaklaşımın yerine uluslararası olarak geçerliliği olan fonetik bir alfabe ses birimleri ifade etmek için kullanılır. Ses birimlerin simgesel olarak ifade edilmesi sonucu olusan simgeler fonem (phoneme) olarak adlandırılır. Bir başka deyişle aslında fonemlerin seslendirilmesiyle ses birimler (phon) oluşur. Dildeki ses birimler belirlenirken iki yaklaşım kullanılır.Bunlar, Dil bilime terim olarak 1859 yılında August Schleicher tarafından kazandırılan morfoloji, dilde biçimi oluşturan ögelerin türlerini tanımlamak ve özetle dil bilgisi kuralları denen biçimsel ögelerin sınıflandırmasını yapmaktır. Doğal dil işleme çalışmalarında anlam bütünsel çözümleme yapabilmek için, bazı yaklaşımlar belirmiştir. Bu yaklaşımlar aşağıdaki süreçlerden oluşur. Sözdizimsel analiz, sözdizimini (syntax) veya cümleyi oluşturan morfolojik ögelerin hiyerarşik kurallara uyumunu karşılaştırarak ölçümlemektir. Böylece söz dizimin anlamlı olup olmadığının ölçülebilmesi için düzenleyici bir süreç gerçekleşmiş olur. Türkçede cümleler en genel şekliyle özne, nesne ve yüklem bileşenlerinden oluşur. Cümleye eklenmek istenen anlamlar arttıkça cümleler, özne, yer tamlayıcısı, zarf tamlayıcısı, nesne ve yüklem gibi bileşenleri içerir.Ayrıca cümlenin anlamını kuvvetlendiren cümle dışı bileşenler de (bağlaç, edat, vb) cümlede bulunabilir.Bunlara örnek olarak "ile, için, ama, çünkü" kelimeleri verilebilir. Türkçede özne ile yüklem cümlenin temel bileşenleridir ve genelde tüm cümlelerde yer alırlar. Yer tamlayıcısı, zarf tamlayıcısı, nesne gibi bileşenler bazı cümlelerde yer almayabilirler veya bazı cümlelerde sadece biri, bazılarında sadece ikisi bulunabilir. Bu bileşenlerin cümle içindeki sıralanışları da değişebilir. Bilgisayarla doğal dilin modellenmesinde anlamsal analizden önce kelimelerden oluşturulan yapının cümle olup olmadığının test edilmesi faydalıdır.Bu işlem sentaktik eşleştirme işleminde anlamsız eşleşmelerin önlenmesine faydalı olur. Yandaki Şekil : "Sözdizimsel Analiz." Simgeler: Ö: özne, D: dolaylı tümleç, Z: zarf tümleci, N: nesne, Y: yüklem, İG: isim grubu, SG: sıfat grubu, İN: isim nesnesi, SN: sıfat nesnesi, DZ: diğer zarflar, S: sıfat, İ: isim, ZB: zaman belirteçleri, T: tamlayan, TN: tamlanan, ZM: zamir, NE: nesne eki, TE: tamlayan eki, TNE: tamlanan eki, KE: kip eki, ZE: zaman eki, DE: dolaylı tümleç eki, EF: ek fiil Anlambilimsel analiz, sözdizimini oluşturan morfolojik ögelerin ayrılması, yani sözdizimsel analiz ile anlam taşıyan kelimelerin sınıflandırılması işleminden sonra gelen anlamlandırma veya anlama sürecidir.Bu süreçte anlam taşıyan kelimelerin, ekler ve cümle hiyerarşisi içindeki konumlarının saptanması sayesinde birbirleri ile ilişkileri kurulabilir. Bu ilişkiler anlam çıkarma, fikir yürütme gibi ileri seviye bilişsel fonksiyonların oluşturulmasında ham bilgi olarak kullanılacaktır. Morfolojik çözümleme aşamalarından sonra sözdizimsel kurgu veya yapay konuşma süreci ile yapay zekâ ya veya uzman sistemlere iletişim becerisi kazandırılacaktır. Sözdizimsel çözümlemenin tersi süreçlerden oluşan birleştirme sürecinde, önceki süreçlerde ele geçen bilgi yine morfolojik kurallar dahilinde birleştirilir. Pyotr İlyiç Çaykovski Pyotr İlyiç Çaykovski (Rusça: Пётр Ильич Чайкoвский, d. 7 Mayıs 1840; Votkinsk - ö. 6 Kasım 1893; Sankt-Peterburg), Romantik Dönem Rus klasik müzik bestecisidir. Senfoni, opera, bale, enstrümantal ve oda müziği ile şarkı gibi birçok tarzda eser vermiştir. Günümüz klasik müzik repertuarında yer alan en popüler konser ve gösteri müziklerini yazmıştır. Bunların arasında "Kuğu Gölü", "Uyuyan Güzel", "Fındıkkıran" bale müzikleri, "1812 Uvertürü", "ilk Piyano Konçertosu", son üç senfonisi ve "Yevgeni Onegin" opera müziği sayılabilir. Çaykovski orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Müziğe karşı erken yaştan itibaren yatkınlık göstermesine rağmen devlet memuru olmak için eğitim almıştır. Ailesinin istememesine rağmen müzik alanında kariyer yapmayı seçerek 1862 yılında Sankt Peterburg Konservatuvarı'na girdi ve 1865 yılında buradan mezun oldu. Bu formel, batıya yönelik eğitim Çaykovski'yi döneminin Rus Beşleri olarak bilinen ve genç Rus bestecilerden oluşan ulusalcı akımından ayırmıştır. Her ne kadar önemli başarılara imzasını atmış olsa da duygusal anlamda kendini hiçbir zaman güvende hissetmemiş ve yaşamı boyunca kişisel krizlerle karşılaşmış ve dönem dönem depresyona girmiştir. Bunun etkenleri arasında bastırılmış eşcinselliği ve bunun açığa çıkma korkusu, kötü evlilik h
ayatı ve hiçbir zaman yüzünü görmediği,sadece maddi destek aldığı zengin bir dul olan Nadejda von Meck ile 13 yıl süren mektuplaşmasının sona ermesi sayılabilir. Özel hayatındaki hengâmeye rağmen ününü günden güne artırmış, Çar tarafından yaşam boyu maaşa bağlanmış ve dünya çapında konser salonlarında eserleri takdir görmüştür. 53 yaşında ani ölümüne kolera salgınının sebep olduğunu söylense de bazı kaynaklar bunun intihar olduğunu ileri sürmüştür. . Dünya üzerinde konser izleyicileri arasında çok popüler olmasına rağmen Çaykovski zaman zaman eleştirmenler, müzisyenler ve besteciler tarafından sert eleştirilere maruz kalmıştır. Ancak günümüzde önemli bir besteci olduğu konusunda artık bir şüphe kalmamıştır. 20. yüzyılın başında ve ortalarında batılı eleştirmenler Çaykovski'nin müziğini bayağı bulmuşlar ve gerisinde bir düşüncenin yatmadığını öne sürmüşlerdir. Ancak bu küçümseme zamanla ortadan kaybolmuştur. Pyotr İlyiç Çaykovski 7 Mayıs 1840'ta o zamanlar Rus İmparatorluğu'nun Vyatka eyaletinde bulunan günümüz Udmurtya'sında küçük bir maden şehri olan Votkinsk'te doğdu. Ukrayna vatandaşı olan babası İlya Petroviç Çaykovski, çeşitli Rus şehirlerinde fabrika yöneticisi olarak çalışmış olan bir devlet maden mühendisiydi. Büyükbabasının adı Pyotr Fyodoroviç Çayka'dır (sonradan adını Çaykovski olarak değiştirmiştir), Çayka (Ukrayna dili: "Чайка", anlamı martı) geleneksel bir Ukrayna soyadıdır. Pyotr Çayka 1745 yılında Ukrayna'da Poltava yakınlarında Nikolaevka'da doğmuştur. 1785 yılında soylular siciline kaydedilmiştir. Pyotr Çayka, Kiev'de ilahiyat fakültesinde okuduktan sonra Sankt-Peterburg'da tıp eğitimi görmüş olan Fyodor Çayka (yak. 1695–1767) ile eşi Anna'nın (1717–?) ikinci çocuklarıdır. Bestecinin annesi Aleksandra Andreyevna (kızlık soyadı d'Assier) kısmen Fransız asıllıydı ve İlya'nın üç eşinden ikincisiydi. Pyotr, babasının ikinci evliliğinden olan altı çocuğunun ikincisiydi. Dört erkek kardeşi (Nikolay, İppolit, ve ikiz Anatoli ile Modest, sonuncusu oyun yazarı, libretto yazarı, ve çevirmendir), ve Aleksandra adlı bir kızkardeşi vardı. Babasının ilk evliliğinden Zinayda adlı bir üvey kızkardeşi de vardı. 1843 yılında Çaykovski'nin ebeveyni Fanny Dürbach adında bir Fransız mürebbiye tuttular. Fanny'nin çocuklara gösterdiği ilgi ve şefkatin bir yaşam öyküsü yazarı tarafından soğuk, mutsuz, uzak bir anne olarak tanımlanan Aleksandra'nın açığını kapadığı söylenir. Ancak diğer yazarlar Aleksandra'nın oğlunun üzerine titrediğini söylemektedir. Çaykovski beş yaşında piyano dersi almaya başladı. Üç yıl içinde öğretmeni kadar yetkin bir şekilde müzik okuyabilecek kadar yetenekli bir öğrenciydi. Anne ve babası müziğe karşı olan yeteneğini çok destekliyordu. özel hoca tutmanın yanı sıra bir org almış ve piyano çalışması konusunda şevk vermişlerdi. Ancak ailesinin müzik yeteneği karşısındaki arzuları kısa zamanda köreldi. 1850 yılında aile Çaykovski'yi Sankt-Peterburg'ta bulunan İmparatorluk Hukuk Okuluna göndermeye karar verdi. Bu okul daha çok küçük soylu ve seçkin tabakanın çocuklarına hitap ediyordu ve öğrencilerini devlet memuru kariyerine hazırlıyordu. Okula giriş yaşı 12 olduğu için Çaykovski evinden 1.300 km. uzakta okulun hazırlık sınıfında iki yıl geçirmek zorundaydı. Bu iki yıl geçtikten sonra Çaykovski yedi yıllık öğrenim almak üzere İmparatorluk Hukuk Okuluna geçti. 14 yaşındayken çok bağlı olduğu annesini kaybetti ve bu daha sonra eserlerinde bile kendisini gösterecek olan depresif yanının gelişmesine katkıda bulundu.19 yaşında eğitimini tamamlayarak devlet memuru oldu. 21 yaşındayken Sonradan Petersburg Konservatuvarı’na dönüşecek yeni bir müzik okuluna kaydoldu. 1865 yılında mezun oldu ve Moskova Konservatuvarı’nda müzik öğretmenliğine başladı. Bu kurumda çalıştığı 11 yıl boyunca birçok büyük eser yaratan Çaykovski, ilk defa "Alınyazısı" adlı senfonik şiirde kendi bestecilik üslubunu ortaya koydu: Tutku ve özlem dolu, küçük şarkıları yeğleyen bir üslup. Eşcinsel eğiliminin dedikodulara yol açmasını önlemek için 1877’de konservatuvardan bir öğrencisi ile evlenen Çaykovski’nin bu evliliği çok başarısız olmuş ve intihar girişiminde bulunmasına yol açmıştır. Dokuz hafta sonra eşini ve Moskova’yı terk eden ancak boşanamayan besteci 1878’de varlıklı bir müziksever olan Nadezhda von Meck ile tanıştı. 11 çocuklu bu genç kadın Çaykovski'yi maddi olarak destekledi ancak ilişkileri sadece mektuplaşma yoluyla sürdü, von Meck'in isteğiyle birbirlerinin yüzünü görmediler. Aldığı maddi destek sayesinde Çaykovski öğretmenlikten ayrılıp kendisini bestelerine verdi. 1878 - 1885 yıllarını Avrupa-Rusya arasında gidip gelerek geçiren besteci, gittiği ülkelerde orkestralar yönetti. 1891’de ise [[Amerika Birleşik Devletler 'ye giderek kendi eserlerinden oluşan dinletiler gerçekleştirdi. Çaykovski, [[1875]]’de ilk kez seslendirilen "1. Piyano Konçertosu" ve 1876’da sehnelenen "[[Kuğu Gölü]]" balesi ile büyük başarı kazanmıştı; en başarılı operası olan "[[Yevgeni Onegin (Opera)|Eugene Onegin]]" 'i [[1879]]’da tamamladı; [[1880]]'de "[[1812 Uvertürü|1812 Yılı]] Uvertürü" 'nü yazdı;[[1881]]’de ilk kez seslendirilen "Keman Konçertosu" zamanla keman dağarcığının en gözde eserlerinden birisi oldu; "5. Senfoni" [[1888]]’deki ilk seslendirilişinden itibaren büyük başarı kazandı; [[1889]]’da "[[Uyuyan Güzel]]" balesi sahnelendi; [[1890]]’da yazdığı "[[Maça kızı (opera)|Maça Kızı]]", o yıl [[Çarlık Operaevi]]’nde sahnelendi. Sanatının doruğuna çıktığı sırada Nadezhda von Meck onu parasal olarak desteklemeyi ve mektuplaşmayı kesti. Ancak Çaykovski beste çalışmalarını sürdürdü ve [[1892]]’de Rusya’da bir turne gezisine çıktı. Moskova yakınlarında bir ev alarak burada "6.Senfoni (Patetik)"’yi besteledi, "[[Fındıkkıran Balesi|Fındıkkıran]]" balesini yazmaya başladı. [[1893]]’te kolera salgını sırasında kaynatılmamış bir bardak su içmesi sonucu yatağa düşerek [[Petersburg]]’da öldü. Çaykovski, 7 senfoni, 2 opera, üç bale, üçü piyano, biri keman olmak üzere dört konçerto, üç yaylı dördül, en ünlüsü "Andante Cantabile" (1. yaylı dördülün ağır bölümü) olan çeşitli oda müziği eserleri bestelemiştir. [[Kategori:Peter İlyiç Çaykovski| ]] [[Kategori:1840 doğumlular]] [[Kategori:1893 yılında ölenler]] [[Kategori:Rus besteciler]] [[Kategori:Rus opera bestecileri]] [[Kategori:Rusya'da LGBT kişiler]] [[Kategori:LGBT besteciler]] [[Kategori:Romantik dönem bestecileri]] Dicle Üniversitesi Dicle Üniversitesi, Diyarbakır'da bulunan bir devlet üniversitesidir. 1966 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesinde öğrenime açılan Diyarbakır Tıp Fakültesi, bugünkü Dicle Üniversitesinin temelini oluşturmuştur. 1969 yılında öğrencilerini Diyarbakır'a naklederek Ankara Üniversitesine bağlı bir fakülte olarak faaliyetini sürdürmüş ve 1974 yılında Fen Bilimleri Fakültesinin de açılması ile Diyarbakır Üniversitesi fiilen kurulmuştur. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra 1982 tarihinde çıkartılan 41 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca Diyarbakır Üniversitesi'nin adı Dicle Üniversitesi olarak değiştirilmiştir. Bugün Dicle Üniversitesi bünyesinde ; 13 Fakülte, 11 Meslek Yüksekokulu, 5 Yüksekokul, 1 Konservatuvar, 3 Enstitü, 8 Uygulama ve Araştırma Merkezi, 1 Eğitim ve Araştırma Hastanesi yer almaktadır. Dicle Üniversitesi'nde önceleri düzensiz ve ayrı olarak yapılan sosyal ve kültürel etkinlikler zaman içinde birleştirilerek bu etkinliklerin daha eğlenceli geçmesi sağlanmıştır. Dicle Üniversitesi öğrencileri tarafından kurulan Dicle Üniversitesi Kültür Mutfağı, profesyonelce çalışmalar yapmaktadır. Yılda on oyun sahneye koyan DÜKM, hazırladığı bu oyunları halka ve öğrencilere sergilenmektedir. Dicle Üniversitesi öğrencilerinin en fazla rağbet ettiği etkinliklerden biri olan halk oyunları alanından her yıl şenlikler yapılmaktadır. Ayrıca bu etkinliğe katılan öğrenciler her yıl yapılan üniversiteler arası yarışmalara katılmaktadır. SKS Daire Başkanlığına bağlı olarak öğrenci ve personelden oluşan Türk Sanat Müziği Korosu ve Türk Halk Müziği Korosu her yıl çeşitli tarihlerde Dicle'de yapılan etkinliklerde konserler vermektedir. Öğrencilerin hazırladıkları resim, seramik ve fotoğraf çalışmaları çeşitli tarihlerde Dağkapı Güzel Sanatlar Galerisinde sergilenmektedir. Dicle Üniversite bünyesindeki fakülte ve yüksek okulların katılımı sağlanarak futbol, basketbol ve voleybol karşılaşmaları düzenlenmektedir. Bu alanlarda çeşitli turnuvalar da yapılmaktadır üniversite kapsamında. Ayrıca güreş, judo, masa tenisi, kros, atletizm dallarında ekipler oluşturulmuş ve Üniversiteler arası yarışmalara katılmaları sağlanmış olup çeşitli tarihlerde bu dallarda Dicle Üniversitesi dereceye girmiştir. Dokuz Eylül Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi ya da kısaca DEÜ, Eğitim kurumlarıyla sağlıktan ekonomiye,sanattan mühendisliğe geniş bir yelpazede yetiştirdiği ve yetiştireceği beyin gücünü Türkiye'ye kazandırarak toplumsal kalkınmaya katkıda bulunmayı amaç etmiş ve 20 Temmuz 1982`de "Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmündeki Kararname" ile kurulmuştur. Kuruluşunda, Ege Üniversitesinden Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığından Kültür ve Turizm Bakanlığından Ankara İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisinden Dokuz Eylül Üniversitesi`ne geçti ve yeni kurulan; olmak üzere Dokuz Eylül Üniversitesi toplam 24 birimle eğitim-öğretim çalışmalarına başlamıştır. Ege Bölgesinin 5 büyük iline (İzmir,Manisa,Aydın,Denizli,Muğla) yayılan Dokuz Eylül Üniversitesi, kuruluşunun 10. yılında 13 fakülte, 5 enstitü, 13 yüksekokul, 6 merkez, 4 bölüm olmak üzere toplam 41 birime ulaştı. 1992 yılında Ege Bölgesindeki 4 yeni üniversitenin kurulmasına destek veren Üniversitemizden, bağlandı. Üniversite birimleri sayısı 92'ye ulaşan Dokuz Eylül Üniversitesi bugün; Alsancak, Balçova, Bornova, Buca, Karabağlar, Narlıdere, Torbalı, İnciraltı, Urla, Seferihisar, Foça, Bergama ve Selçuk'da olmak üzere 12 değişik yerleşim biriminde 14 fakülte, 4 yüksekokul, 7 meslek yüksekokulu, 1 konser
vatuvar, 10 enstitü ve 56 araştırma ve uygulama merkezi, 3.299 akademik personeli ile 69.409 öğrenciye eğitim hizmeti vermektedir. İzmir, gerek Osmanlı, gerekse Cumhuriyet döneminde Türkiye nin öğretmen eğitimi açısından en önemli kentlerinden birisi olmuştur. 1952 yılında Kızılçullu Köy Enstitüsünün kapatılıp yerine yeni bir öğretmen okulu açılmasına karar verildiğinde, yer olarak Birinci Dünya Savaşı sırasında İzmir Valisi Rahmi Bey tarafından el konarak Yatılı Kız Öğretmen Okuluna dönüştürülen, günümüzde dekanlık binası olarak hizmet sunan ve Buca nın önde gelen ailelerinden Rees ailesince 1890 ların sonlarına doğru inşa edilmiş olan köşk seçilmiştir. İçerisinde bulunan bitki ve hayvan türleri ile son derece önem taşıyan bir bahçede yer alan Rees Köşkü, restore edilerek 30 Kasım 1959 tarihinde İzmir (Kız) Eğitim Enstitüsü adıyla öğretime başlamıştır. Okulun açıldığı ilk yıl Fen Bilgisi alanında yönetici kadro ile birlikte 9 öğretmen ve 60 kız öğrenci bulunmaktadır. 1960 yılından başlayarak Enstitünün öğretmen, öğrenci ve bölüm sayısında önemli bir artış yaşanmış, aradan geçen on yıl içerisinde altı bölüm ile birlikte öğretmen sayısının 62 ye, öğrenci sayısının 623 e yükselmesi üzerine yeni binaların inşa edilmesi yoluna gidilmiştir. İlk on yıl boyunca kurumun kapasitesiyle uyumlu bir biçimde gelişme gösteren bölüm ve öğrenci sayısı, 1974 yılından sonra Türkiye nin genel siyasal ve kültürel ikliminin sonucu, mektupla öğretmen yetiştirme uygulamasıyla öğrenci sayısında gözlenen artış ve sıkça değiştirilen öğretmen kadrosu yüzünden aşınmaya uğramıştır. Ortaokullara öğretmen yetiştirmek amacıyla kurulan üç yıllık eğitim enstitülerinin 1978-1979 öğretim yılından itibaren yeni bir yapılanmayla sürelerinin dört yıla çıkarılması ile birlikte, İzmir (Kız) Eğitim Enstitüsünün adı İzmir (Buca) Yüksek Öğretmen Okulu olarak değiştirilerek liselere de öğretmen yetiştiren bir eğitim kurumuna dönüştürülmüştür. 2547 sayılı YÖK yasası ile birlikte, Buca Yüksek Öğretmen Okulu, 20 Temmuz 1982 de Dokuz Eylül Üniversitesine bağlı bir fakülte haline gelmiştir. Bu düzenleme ile İzmir Yabancı Diller Yüksekokulu, bu fakültenin ilgili bölümüne aktarılmış, Manisa Gençlik ve Spor Akademisi ile Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Buca Eğitim Fakültesinin Beden Eğitimi Bölümü ile birleştirilmiştir. 1982 de Eğitim Fakültesi adını almasından sonra, kendisine bağlı olarak eğitim veren Demirci Eğitim Yüksek Okulunun, 1992 yılında yeni kurulan Celal Bayar Üniversitesine; Denizli Eğitim Yüksek Okulunun da aynı yıl kurulan Pamukkale Üniversitesine bağlanması ile bu kurumlar Buca Eğitim Fakültesinden ayrılmıştır. Buca Yüksek Öğretmen Okulunun Dokuz Eylül Üniversitesine bağlı bir fakülte haline dönüşmesinden sonra, burada görev yapan öğretmenlerin büyük çoğunluğu öğretim görevlisi unvanı ile görevlerini sürdürmüşlerdir. Fakülte adını almasından sonra kurum 1 profesör, 1 yardımcı doçent, 197 öğretim görevlisi ile eğitim-öğretime devam etmiştir. Buca Eğitim Fakültesi 2014-2015 öğretim yılı başında 227 kadrolu öğretim elemanı (28 profesör, 45 doçent, 67 yardımcı doçent, 39 öğretim görevlisi ve 47 araştırma görevlisi ve 1 uzman) ve 7114 öğrencisiyle 21. yüzyıla yaraşır bir kimlik kazanmak uğraşısıyla 9 bölümde (21 anabilim dalında lisans) eğitim öğretim faaliyetlerini sürdürmektedir. Avrupa ve Asya arasında bir köprü oluşturan Türkiye’nin Karadeniz, Ege ve Doğu Akdeniz’deki önemli jeopolitik konumu nedeniyle özel denizcilik ilgi ve çıkarları bulunmaktadır. Türkiye'nin deniz ilgi ve çıkarları kapsamında denizciliğimizin gereksinimlerine uygun bir eğitim öğretim programı uygulayan Yüksekokul Yükseköğretim Kurulu’nun 14.01.1988 tarihli onayı ile Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü’ne bağlı olarak, Türkiye’de deniz işletmeciliği ve yönetimi alanında eğitim veren ilk yüksek öğretim birimi olarak kurulmuştur. Denizcilik Işletmeleri Yönetimi, Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği ve Gemi Makineleri İşletme Mühendisliği Bölümlerinde eğitim verilmektedir. Eğitim öğretim dili İngilizcedir. 1982 Yılında Fen-Edebiyat Fakültesi olarak kurulan Fakültemiz, 1991-1992 eğitim-öğretim yılında eğitime başlamıştır ve 2010 yılında Fen Fakültesi adını almıştır. Edebiyat Fakültesi akademik hayatına 1991-1992 öğretim yılında “Fen-Edebiyat Fakültesi” adıyla başladı. Kuruluş aşamasında sadece Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümü’ne sahip olan Fakültemiz, 1995’de Mütercim-Tercümanlık Bölümü, 1998 yılında Tarih Bölümü ve Dilbilim Bölümü, 1999’da ise Arkeoloji Bölümü’nün kurulmasıyla önemli bir gelişme gösterdi. Felsefe, Sosyoloji ve Psikoloji Bölümleri’nin sonraki yıllarda kurulmasıyla Fen-Edebiyat yapısı içerisinde ayrı bir fakülte oluşturulması gereği ortaya çıktı. 2010 yılında başlatılan yeniden yapılanma sürecinin sonunda 30 Haziran 2010 tarihinde Fen-Edebiyat Fakültesi iki ayrı fakülteye dönüştürülerek Edebiyat ve Fen Fakülteleri kurulmuştur. Yeni yapılanma sonrasında Müzecilik Bölümü ve Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü kurularak, bu bölümlere öğretim üyeleri atanmış ve her iki bölüm de lisans programı açabilecek imkanlara kavuşturulmuştur. Türk Dili ve Edebiyatı, Coğrafya, Sanat Tarihi, Rus Dili ve Edebiyatı bölümlerinin kuruluş kararları alınmış olup henüz işlevsel hale getirilmemişlerdir. Fakültemizin bünyesinde toplam 14 bölüm, 23 idari ve 106 akademik personel bulunmaktadır. 2012-2013 Öğretim yılında Edebiyat Fakültesine kayıtlı olan öğrenci sayısı ise 1874’dür. Tarih, Arkeoloji ve Mütercim-Tercümanlık Bölümlerinde lisans düzeyinde örgün öğretimden başka İkinci Öğretim Programları da uygulanmaktadır. Ayrıca öğrencilerimize bölümler arası Çift Anadal ve Yandal Programlarından yararlanma imkanı da sunulmaktadır. 1975’den 1998 yılına kadar tüm idari ve akademik birimleri için kendisine tahsis edilen ve Alsancak Stadyumu’nun hemen bitişiğinde yer alan binayı kullanmak zorunda kalmıştır. Zaman içinde bu binaya yapılan küçük eklemelere rağmen bu yapının yetersiz kalması nedeniyle bazı bölümler için Ege Üniversitesi Bornova Kampusü içinde tahsis edilen mekanlar kullanılmış, ancak tüm bölümlerin birlikte eğitim yapabilmeleri için gereken mekanın elde edilmesi konusunda daha kalıcı bir çözüm, İzmir’in sanat kültür yaşamı için Güzel Sanatlar Fakültesi ve Devlet Konservatuvarı’nın yaşamsal önemini gören ve bu amaçla Narlıdere’de bulunan arazisini bu iki kurumun binalarının yapılması için üniversiteye bağışlayan bir hayırseverin girişimiyle gerçekleşebilmiştir. Güzel Sanatlar Fakültesi’nin bugün tüm idari ve akademik birimlerini barındırmakta olan bina kompleksinin inşaatına 1988’de başlanmış, tamamlanan bloklarda 1993 yılından başlayarak eğitim öğretime geçilmiştir. Güzel Sanatlar Fakültesi 1998 yılından bu yana Narlıdere’de bulunan modern eğitim mekanlarında çalışmalarını sürdürmektedir.  Fakültemiz, Hemşirelik Yüksekokulu adıyla 1994-1995 öğretim yılında Prof.Dr.Leman Birol müdürlüğünde 50 öğrenci ile eğitim ve öğretime başlamıştır. 1994-1995 eğitim öğretim yılında yüksek lisans eğitimine başlayan yüksekokulumuz 1997 yılında ilk yüksek lisans, 1998 yılında ilk lisans mezunlarını vermiştir. Yüksekokulumuz 2005 yılında 6 öğrenci ile doktora eğitimine başlamıştır. Yabancı dil hazırlık sınıfının 1999 yılında başlaması ile eğitim süresi 5 yıla çıkmıştır. Hukuk Fakültesi henüz DEÜ kurulmadan 1978 yılında Ege Üniversitesi bünyesinde kurulmuş daha sonra 1982'de DEÜ'nün kurulmasıyla çalışmalarını bu çatı altında sürdüreye devam etmiştir. DEÜHF Türkiye'nin en yüksek puanla öğrenci alan ilk beş üniversitesi arasındadır. Mezunları ise girdikleri kurumsal sınavlarda gösterdikleri başarı oranıyla fakültenin adını üst sıralarda tutmayı başarmaktadır. DEÜHF'yi Türkiye'nin tek, Avrupa'nın ise sayılı Hukuk Fakülteleri arasına sokan özelliği Aktif Eğitim Sistemi'ni uyguluyor olmasıdır. Söz konusu eğitim programı kapsamında, teorik hukuk eğitimi yanında 15-17 kişilik küçük gruplarla PDÖ (Probleme Dayalı Öğrenme) oturumları yapılmaktadır. Fakültenin aktif eğitim müfredatı kapsamında, ayrıca, 3. sınıf öğrencileri için "seminer" dersi ve 4. sınıf öğrencileri için "Kurgusal Duruşma" dersi yer almaktadır.Aktif eğitim kapsamındaki son uygulama ise öğretim binasında yer alan "Mahkeme Salonu"nda öğrencilerin hakim-savcı-avukat rollerini üstlendikleri Medeni Usul Hukuku ve Ceza Muhakemesi Hukuku derslerine ait kurgusal duruşma uygulamalarıdır. Fakültenin diğer bir özelliği ise Türkiye'de mesleki düzeyde yabancı dil eğitimi veren ender Hukuk Fakülteleri arasında yer almasıdır. DEÜHF bünyesinde Kamu Hukuku, Özel Hukuk, Avrupa Birliği Hukuku, Ekonomi Hukuku, Aile Hukuku alanlarında tezli ve tezsiz yüksek lisans ve doktora programları yürütülmektedir. DEÜHF, öğrencilerinin çıkarttıkları dokuzhukuku isimli fanzinle de adını duyurmuştur. Fakülte internet sitesinin bulunmamasını protesto etmek için kurdukları internet sitesi akademisyenlerin de forumlarda yazdığı farklı bir deneyim oluşturmuştur. Dokuzhukuku aynı zamanda, Türkiye üniversitelerinde uygulanan kayıt parası zorunluluğunu delen ilk çalışmayı gerçekleştirmitir. Dergi çevresindeki öğrenciler kayıt paralarını ödemeyerek kayıtlarını yaptırmalarının ardından bu kazanım diğer illerdeki üniversitelerde yayılarak sürmüştür. Fanzin ve internet sitesi geçtiğimiz yıl kendini feshetmiştir. "Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okulu" 9 Eylül 1944 tarihinde İzmir'de kurulmuştur.Kuruluş kadrosunda 12 öğretim üyesi 392 öğrenci ile öğretime başlayan okul, 8 Haziran 1959 tarihinde kabul edilen 7334 Sayılı Kanunla "İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi" haline getirilmiş ve öğretim süresi 3 yıldan 4 yıla çıkartılmıştır.Artan öğrenci sayısı ve bina yetersizliği nedenleri ile Akademi 1966-1967 öğretim yılına bugünkü Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlük binasında başlamış ve öğretim üyesi kadrosu genişletilmiştir.Yüksek öğrenimde uluslararası gelişmeler göz önünde tutularak 8 Mayıs 1969 yılında Akademi 1170 Sayılı Kanunla Ege Üniversitesine bağlanarak "İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi" adını almıştır. Fakültenin öğrenci sayısı ise 1971 yılında kabu
l edilen bir kanunla kendisine bağlanan İktisadi ve Ticari İlimler Yüksek Okulu ve Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu ile 6000i aşmıştır. İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi 1 Mart 1978 tarihinde İşletme Fakültesi ve İktisat Fakültesi olarak iki ayrı Fakülteye ayrılmış ve aynı binada eğitimini sürdürür iken Aydın Turizm ve Otel İşletmeciliği Yüksekokulu, Pazarlama Reklamcılık Yüksekokulu ve Manisa Maliye Muhasebe Yüksekokulu, İşletme Fakültesine, Buca Maliye Meslek Yüksekokulu ise İktisat Fakültesine bağlanmıştır. İzmir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi 20 Temmuz 1982 tarihinde Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ile iki Fakülte (İktisat ve İşletme) birleştirilerek "İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi" adı altında Dokuz Eylül Üniversitesi ne bağlanmıştır. Dokuz Eylül Üniversitesi, İşletme Fakültesi 1992 yılında,  Ege ve çevre bölgelerin alanında uluslararası tanınırlığa sahip, İngilizce eğitim veren yüksek öğretim kurumu ihtiyacını karşılamak amacıyla  kurulmuştur. Bu amaçla ilk olarak 1988 yılında İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi bünyesine İngilizce İşletme Bölümü ile  temelleri atılan Fakültemiz, 1992 yılında yeni kurulan İktisat ve Uluslararası İlişkiler bölümleri İstanbul ve Ankara dışında  alanında İngilizce eğitim veren tek İşletme Fakültesi olarak faaliyete geçmiştir. 1994 yılında Fen Edebiyat Fakültesi Turizm İşletmeciliği bölümünün, 2008 yılında yeni kurulan Uluslararası İşletmecilik ve Ticaret Bölümünün bünyesine katılmasıyla İşletme Fakültesi  bugün 5 ayrı alanda İngilizce eğitim vermektedir.   Önceleri geçici olarak DEÜ Dokuz Çeşmeler Kampüsün’de eğitim veren fakültemiz 2000 yılından bu yana DEÜ Tınaztepe Kampüsü’ndeki binasında hizmet vermeye devam etmektedir. Dokuz Eylül Üniversitesi, İşletme Fakültesi kurulduğu ilk günden bu yana pek çok ilke imza atmıştır. Bu ilklerin bazılarını şu şekilde sıralamak mümkündür. Mimarlık Bölümünün eğitimi "Ege Üniversitesi, Mühendislik Bilimleri Fakültesi, Mühendislik ve Mimarlık Akademisi" kuruluşu ile 1971'de başlamıştır. 1975 yılında Güzel Sanatlar Fakültesi adını alan kurumumuzun mimarlık lisans eğitimine ek olarak 1979 yılında şehir ve bölge planlama lisans eğitimi başlamıştır. ŞBP Bölümümüz Türkiye'de ODTÜ'den sonra lisans düzeyinde eğitime başlayan 2. kurumdur. 1982 yılında "Dokuz Eylül Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi" bünyesine katılan bölümlerimiz 1992 yılında "Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi" olarak şimdiki adıyla 3 Temmuz 1992'de kurulmuştur. Alsancak'taki fakülte binasındaki 33 yıllık eğitimden sonra 2004 - 2005 eğitim yılında fakülte binası Tınaztepe Yerleşkesinde şimdiki yerini almıştır. Mühendislik Fakültesi 1969 yılında Ege Üniversitesi'ne bağlı olarak Mühendislik Bilimleri Fakültesi adıyla kurulmuş ve 1968-69 eğitim yılında, İnşaat, Maden, Kimya, Makina, Çevre, Endüstri, Jeoloji, Tekstil Mühendisliği dallarında lisans düzeyinde eğitime başlamıştır. Fakülteye bağlı olarak eğitim veren çeşitli Akademi, Yüksekokul ve Enstitüler kurulmuştur: Mezunlarına mühendis unvanı verilen ve 4 yıllık bir eğitim süresi olan bir yüksekokul olarak Mühendislik Mimarlık Akademisi. Eğitim süresi 4 yıl olan ve mezunlarına mühendis veya mimar unvanı verilen bir okul olarak Mühendislik Mimarlık Yüksekokulu. İzmir, Balıkesir ve Denizli'de, iki yıllık eğitim süreli olarak, teknik ara eleman yetiştirmek amacı ile kurulmuş Ön lisans Yüksekokulları. Lisans üstü eğitim vermek ve bilimsel çalışmalar yapmak için kurulmuş olan Deniz Bilimleri Enstitüsü. Mühendislik Bilimleri Fakültesi, Akademi, Yüksekokul, Ön Lisans Yüksekokulları gibi bağlı birimleri ile kaldırılarak 01.03.1978'de İnşaat, Makina, Yer Bilimleri, Kimya, Tekstil Fakülteleri olarak yeni bir oluşuma uğramıştır. 20.07.1982 tarih ve 41 sayılı Kanun Hükmündeki Kararnamenin geçici 2. maddesi uyarınca İnşaat, Makina, Yer Bilimleri Fakülteleri kaldırılarak bu Fakültelere bağlı Bölümlerle Güzel Sanatlar Fakültesi'nin Mimarlık, Şehir ve Bölge Planlama Bölümleri ve Tarihi Restorasyon Anabilim Dalı birleştirilip Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi adıyla, yeni kurulan Dokuz Eylül Üniversitesi'ne bağlanılmıştır. Buna göre, Fakülte; İnşaat Mühendisliği, Çevre Mühendisliği, Makina Mühendisliği, Endüstri Mühendisliği, Elektrik ve Elektronik Mühendisliği, Maden Mühendisliği, Jeoloji Mühendisliği, Mimarlık, Şehir ve Bölge Planlama Bölümlerinden oluşturulmuştur. Fakültemiz, 03.07.1992 tarihinde Mimarlık ile Þehir ve Bölge Planlama Bölümlerinin ayrılıp, yeni kurulan Mimarlık Fakültesi'ne bağlanması sonucu Mühendislik Fakültesi adını almıştır. İlerleyen yıllarda, Bilgisayar Mühendisliği, Jeofizik Mühendisliği, Tekstil Mühendisliği, Metalurji ve Malzeme Mühendisliği Bölümleri de kurularak toplam on bir bölümden oluşan bugünkü yapısına kavuşturulmuştur. 1992-93 ögretim yılında, İnşaat Mühendisliği, Çevre Mühendisliği, Makina Mühendisliği, Maden Mühendisliği, Endüstri Mühendisliği ve Jeoloji Mühendisliği bölümlerinde ikinci öğretim başlatılmış olup bugün için, yalnızca Makina, Maden, İnşaat ve Jeoloji Mühendisliği Bölümleri ikinci öğretimlerini sürdürmektedir. 2002 yılından başlayarak Jeoloji Mühendisliği Bölümü ikinci öğretim için öğrenci almamaktadır. Fakültede; örgün öğretimde 3449, ikinci öğretimde ise 951 öğrenci öğretim görmektedir. 2002-2003 öğretim yılından başlayarak Elektrik ve Elektronik Mühendisliği, Jeofizik Mühendisliği ve Jeoloji Mühendisliği Bölümleri, 2003-2004 öğretim yılında da Maden Mühendisliği Bölümü Aktif Eğitim sistemini uygulamaya başlamıştır. Bilgisayar Mühendisliği, Çevre Mühendisliği, Elektrik ve Elektronik Mühendisliği, Endüstri Mühendisliği, Jeofizik Mühendisliği, Jeoloji Mühendisliği, Maden Mühendisliği, Malzeme ve Metalurji Mühendisliği ve Tekstil Mühendisliği Bölümleri eğitimlerini Tınaztepe Yerleşkesinde sürdürmektedir. Son olarak 2012-2013 eğitim-öğretim yılı itibarı ile Makine Mühendisliği de Ege Üniversitesi Yerleşkesinden ayrılıp Tınaztepe Yerleşkesine alınmıştır. Mühendislik Fakültesi'ne bağlı lisans öğretimi yapan bölümler: Fakültemizin temelini oluşturan, Dokuz Eylül Üniversitesine bağlı Foça Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu 20 Eylül 2008 tarih ve 27003 sayılı Resmi Gazete de yayınlanan 01.09.2008 tarih ve 2008/14108 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 28/3/1983 tarihli ve 2809 sayılı Kanunun ek 30 uncu maddesine göre kurulması kararlaştırılmıştır. 11 Mart 2010 tarih ve 27518 sayılı Resmi Gazete de yayınlanan 16.02.2010 tarih ve 2010/174 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Foça Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulunun adının “Reha Midilli Foça Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu“ olarak değiştirilmesi28/3/1983 tarihli ve 2809 sayılı Kanunun ek 30 uncu maddesine göre, kararlaştırılmıştır. 26.08.2014 tarih ve 29100 sayılı Resmi Gazete de yayınlanan 14.08.2014 tarih ve 2014/6728 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Reha Midilli Foça Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulumuz kapatılarak yerine Reha Midilli Foça Turizm Fakültesi kurulması 28/3/1983 tarihli ve 2809 sayılı Kanunun ek 30 uncu maddesine göre, kararlaştırılmıştır. Fakültemiz İzmir’de, 1 Mart 1978 yılında Ege Üniversitesine bağlı İzmir Tıp Fakültesi adı ile, 12 öğretim üyesi önderliğinde kurulmuştur. Fakültemizin ilk dekanı Prof. Dr. Hamit ÖZGÖNÜL, 2. Dekanı Prof. Dr. Mehmet TİNER olmuştur. 1982 yılına kadar klinik öncesi yerleşim yeri Ege Üniversitesi yerleşkesinde olmuş ve eğitim burada sürdürülmüştür. Klinik eğitim ve hastane olarak önce Karşıyaka Devlet Hastanesi, daha sonra Eşrefpaşa Belediye Hastanesinden yararlanılmıştır. Fakültemize ilk yıl merkezi sistem ile 91 öğrenci, yatay geçiş ile 129 öğrenci alınmış ve tüm sınıflarda eğitim başlamıştır. 1982 yılında İnciraltı’ndaki Yakın Doğu Eczacılık Yüksekokulu İzmir Tıp Fakültesi’ne verilmiştir. Önce temel tıp bilimleri, daha sonra klinik bilimler taşınmış, buradaki binaların onarımı ve yeni binalar yapılarak eğitim, hasta hizmetleri sürdürülmüştür. 20.07.1982 tarihinde, 41 sayılı kanun hükmünde kararname ile Dokuz Eylül Üniversitesi kurulmuş, İzmir Tıp Fakültesi de Ege Üniversitesi’nin diğer bazı fakülteleri ile birlikte Dokuz Eylül Üniversitesi içinde yerini almıştır. Www.teamsolaris.com adresinden güncel bilgilere ulaşılabilir. Solaris Ekibi, güneş enerjisi ile çalışan araç yapma fikri etrafında toplanmış akademisyenler, girişimciler ve lisans seviyesinden doktora seviyesine kadar genişleyen yelpazedeki araştırmacılardan oluşmaktadır. Takımın bir araya gelme nedeni Türkiye'de TÜBİTAK’ın öncülüğünü yaptığı ve bu yıl ikincisi düzenlenecek olan Güneş Arabaları Yarışlarına (Formula G) katılmak ve yenilenebilir enerji kaynakları kullanımına dikkat çekmektir. Bologna Süreci, bir Avrupa Yükseköğretim Alanı oluşturmayı ve bu alanı güçlendirerek korumayı hedefleyen bir yeniden yapılanma sürecidir. 1999 yılındaki Bologna Bildirisi ile sürecin temelleri atılmış ve 2010 yılındaki Budapeşte - Viyana Bildirisi ile Avrupa Yükseköğretim Alanı oluşturma hedefi gerçekleştirilmiştir. Yeni hedef, bu alanın güçlendirilmesi; Avrupa Yükseköğretim Alanı'nın gerek Avrupa’da yaşayan gerekse diğer kıtalardan gelen öğrenciler ve akademisyenler için daha cazip hale getirilmesidir. Avrupa Yükseköğretim Alanı, ulusal yükseköğretim sistemlerinin farklılıklarını ve yükseköğretim kurumlarının özerkliklerini koruyarak belirli amaçlar doğrultusunda işbirliğine gittiği bir alandır. Bu süreçte, Yükseköğretim kurumları Bologna çalışmalarını yapılandırmak ve sürdürülebilir gelişmeyi sağlamak üzere kendi bünyelerinde bir Bologna Eşgüdüm Komisyonu (BEK) oluştururlar. Komisyon üyeleri ve Komisyonun görevleri Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenmiştir. Üniversitemizde de buna uygun olarak bir Bologna Eşgüdüm Komisyonu oluşturulmuş ve pilot birimler seçilmiştir. Üniversitemiz bünyesinde seçilen pilot birimler (Tıp Fakültesi, İktisadi İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Fakültesi, Mühendislik Fakültesi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü), pilot olmayan birimlere uyum sürecinin gereklerine uyg
un olarak paydaş analizlerinin yapılması, öğretim planlarının gözden geçirilmesi ve yapılandırılması; derslerin Avrupa Kredi Transfer Sistemi (AKTS) kredilerinin hesaplanması aşamalarında rehberlik etmiştir. Üniversitemiz bünyesinde yürütülen uyum çalışmalarının tamamlanmasıyla, Eylül 2012 itibarıyla, üniversitemizdeki tüm derece programları Senato’nun değerlendirmesinden ve onayından geçmiş bulunmaktadır. Üniversitemiz, öncelikli stratejik hedef olarak Avrupa Yükseköğretim Alanı’nın temel faaliyet alanlarından biri olan “uluslararası tanınırlığın arttırılması” na yönelmiş bu doğrultuda çalışmalarını diploma ve öğrenim sürelerinin tanınmasına yoğunlaştırmıştır. Bu kapsamda Diploma Eki Etiketi’ nin (Diploma Supplement Label) alınması hedefine yönelmiştir. Üniversitemiz BEK Komisyonunun rehberliğinde, tüm derece programlarında yürütülen çalışmalar sonucunda, 2012 yılında yapmış olduğumuz Diploma Eki Etiketi başvurusu, ulusal Bologna uzmanları takımı ve Avrupa düzeyindeki Bologna uzmanları tarafından yapılan değerlendirmeler sonucunda Avrupa Birliği Komisyonu tarafından başarılı bulunmuştur. Üniversitemiz, uluslararası tanınırlığın önemli basamaklarından birisi olan Diploma Eki Etiketini (Diploma Supplement Label) almaya hak kazanmıştır. Diploma Eki Etiketinin alınmasının ardından, stratejik hedef olarak AKTS Etiketinin alınmasını belirlenmiştir. AKTS Etiketi, Erasmus Üniversite Beyannamesi'ne sahip olup derece programlarının işleyişini Avrupa Kredi Transfer Sistemi'ne uyumlu bir şekilde sağlayan yükseköğretim kurumlarına, Avrupa Birliği Komisyonu tarafından verilen bir ödül niteliğindedir. 2013 yılında yaptığımız, AKTS etiketi başvurusu ulusal ve uluslararası Bologna uzmanlarının gerçekleştirdiği kapsamlı değerlendirmeler sonucunda, başarılı bulunmuş ve üniversitemiz AKTS etiketini almaya hak kazanmıştır. Gerek Diploma Eki Etiketi gerekse AKTS Etiketi, etiket sahibi yükseköğretim kurumunun AB Komisyonu ve diğer ülkelerin yükseköğretim kurumları nezdinde itibarını güçlendiren ve yükseköğretim kurumunun uluslararasılaşmasını destekleyen araçlardır. Avrupa Yükseköğretim Alanı’na uyum çalışmaları hakkında farkındalık yaratma, bilgilendirme ve sürecin uygulanmasının yaygınlık kazanması amacıyla Üniversitemiz erişim sayfasında Bologna Süreci ve Diploma Eki başlıklarında erişim sayfaları oluşturulmuştur ve güncellenerek bilgi akışı sağlanmaktadır Bir eğitim programının koyduğu hedeflere ulaşmak için öğrencilerin başarması gereken iş yüküne göre tanımlanan öğrenci merkezli bir sistemdir. Avrupa Kredi Transfer Sistemi, bir kredi biriktirme, kredi aktarım ve akademik denklik sistemidir ve yüksek öğrenim alanında Avrupa çapında geçerli bir “ortak dil” olarak nitelendirilmektedir. Üniversitemiz AKTS Etiketi alabilmek amacıyla, 31 Mayıs 2013 tarihinde Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı’na başvurmuş olup, 18.12.2013 tarihinde AKTS Etiketini almaya hak kazanmıştır. Dokuz Eylül Üniversitesi’ nin, Haziran 2012 tarihinde yapmış olduğu Diploma Eki Etiketi başvurusu, ulusal Bologna uzmanları takımı ve Avrupa düzeyindeki Bologna uzmanları tarafından yapılan değerlendirme sonucunda Avrupa Komisyonu tarafından başarılı bulunmuştur. Üniversitemiz Bologna sürecinin önemli basamaklarından birisi olan, Uluslararası Diploma Eki Etiketini (Diploma Supplement Label) Aralık 2012’ de almaya hak kazanmıştır. Diploma Eki belgesi, Avrupa’da yükseköğretim alanında diploma ve derecelerle ilgili olarak ortak ve herkesçe anlaşılır formatta bilgi sağlamak için tasarlanmış bir form olup, uluslararası şeffaflığı pekiştirmek amacıyla, öğrencilerin diplomalarına ek olarak verilen tamamlayıcı bir belge niteliğindedir. Diploma Eki, kurum ve kuruluşlar açısından diploma derecelerinin uluslararası akademik ve mesleki tanınırlığını kolaylaştırmaktadır. Üniversitemiz, 2005 - 2006 öğretim yılı ve sonrasında öğrenimine başlayan öğrencilerimizi kapsamak üzere tüm mezunlarımıza, Diplomalarıyla birlikte ücretsiz olarak Diploma Eki vermektedir. Diploma Eki, diplomaya ek olarak verilen ve diploma sahibinin aldığı eğitimin yapısını, düzeyini, içeriğini ve statüsünü belirli standartlar çerçevesinde tanımlayan bir belgedir. Erasmus+ Değişim Programı, Avrupa Birliği’nin yükseköğretim alanında öğrenci, akademisyen ve personel değişimini, eğitim kalitesinin iyileştirilmesini, bu yöndeki projelerin yapımının teşvik edilerek yaygınlaştırılmasını hedefleyen bir programdır. Erasmus+ Değişim Programı kapsamında; ön lisans, lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencileri, öğrenim ve staj hareketliliğinden; öğretim üyeleri ders verme hareketliliğinden; idari personel ise eğitim alma hareketliliğinden faydalanabilmektedir. 2015 yılı itibarıyla Dokuz Eylül Ünviersitesi’nin 26 farklı ülke ile 291 adet Kurumlararası Anlaşması bulunmaktadır. 2003 - 2004 akademik yılından bu yana toplam 1.727 öğrencimiz yurtdışında eğitime gitmiş, 810 öğrenci ise yurtdışından üniversitemize eğitim almaya gelmiştir Mevlana Değişim Programı, yurtiçinde eğitim veren yükseköğretim kurumları ile yurtdışında eğitim veren yükseköğretim kurumları arasında öğrenci ve öğretim elemanı değişimini mümkün kılan ve YÖK tarafından yürütülen bir programdır. Değişim programına katılmak isteyen öğrenciler en az 1, en fazla 2 yarıyıl eğitim görmek üzere; öğretim elemanları ise en az 2 hafta, en fazla 3 ay süreyle ders vermek üzere, Erasmus kapsamı dışındaki ülkelerden, Dokuz Eylül Üniversitesi ile anlaşması bulunan yükseköğretim kurumlarına giderek programdan faydalanabilirler. Benzer şekilde, bu kurumlardan da öğrenci ve öğretim elemanları Dokuz Eylül Üniversitesi’ne gelebilirler. Farabi Değişim Programı, üniversite ve yüksek teknoloji enstitüleri bünyesinde ön lisans ve lisans düzeyinde eğitim - öğretim yapan yükseköğretim kurumları arasında öğrenci ve öğretim üyesi değişimini kapsamaktadır. Bu programa, bilgi ve erdemi ve bu ikisine ulaşıldığında mutluluğa erişileceğini bütün felsefesinin özüne yerleştiren ve döneminin önde gelen bilim merkezlerini ziyaret ederek birikimini çeşitlendiren ve derinleştiren Farabi’nin adının verilmesi tesadüf değildir. Farabi, eğitim ve öğretim sürecinde farklı merkezlerdeki bilgi, beceri ve yetkinlikleri arttırmayı hedeflemektedir. Farabi Değişim Programı, öğrencilerin 1 veya 2 yarıyıl süresince farklı bir üniversite ve şehirde eğitimlerini sürdürmelerini sağlamaktadır. Bu programdan yararlanan öğrenciler, güz yarıyılı için 4 ay karşılıksız burs almaktadırlar Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, Türkiye'nin Kütahya ilinde bulunan devlet üniversitesi. Üniversite, daha önce Anadolu Üniversitesi'ne bağlı olan Kütahya İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi ve Kütahya Meslek Yüksekokulu'nun, yeni kurulan dört fakülte ve iki enstitü ile Dumlupınar Üniversitesi adı altında birleştirilmesiyle 1992 yılında kurulmuştur. Evliya Çelebi ve Germiyan Yerleşkeleri'nin yanı sıra üniversitenin, Kütahya'nın 10 ilçesinde fakülte ve meslek yüksekokullarının binaları bulunmaktadır. Üniversite, 2018 yılında isminin önüne ilin adı eklenerek, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi adını almıştır. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi'nin çekirdeğini oluşturan Kütahya İktisadi ve İdari Bilimler Akademisi, 12 Ekim 1974'te Eskişehir İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi'ne bağlı olarak, Kütahya Yönetim Bilimleri Yüksekokulu adıyla kurulmuştur. 4 Aralık 1974'te eğitime başlayan yüksekokul, 15 Şubat 1979'da Akademi tarafından fakülteye yükseltilmiş ve Kütahya Yönetim Bilimleri Fakültesi adını almıştır. 20 Temmuz 1982'de 41 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kurum, Andaolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'ne bağlı Küthaya İdari Bilimler Yüksekokulu olarak düzenmiştir. 1987 yılında yasayla Kütahya İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi adını almıştır. 11 Temmuz 1992 tarihinde yasayla Anadolu Üniversitesi'nden ayrılan Kütahya İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi ve Kütahya Meslek Yüksekokulu'na ek olarak, yeni kurulan Fen-Edebiyat Fakültesi, Mühendislik Fakültesi, Simav Teknik Eğitim Fakültesi, Bilecik İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü ve Fen Bilimleri Enstitüsü'nü bünyesinde bulunduran Dumlupınar Üniversitesi kurulmuştur. Dumlupınar Üniversitesi, Kütahya il merkezinde: Evliya Çelebi ve Germiyan Yerleşkesi olmak üzere iki yerleşkeye, ve 10 ilçede de ayrı bina ve yerleşke alanlarına sahiptir. Evliya Çelebi Yerleşkesi, 7500 dekarın üzerinde(7.887.684 m²) bir alana sahiptir. Yerleşkeye giriş, Üniversite inşaatlarının mimari felsefesi olan Osmanlı-Selçuklu yapımı tarzında, gelen insanları kucaklayan formda, ortada iki büyük kulenin yer aldığı, yanlara doğru küçülen kuleler ve bu kulelerin arasındaki kemerli girişlerin olduğu taş kapıdan sağlanmaktadır. Yerleşke alanında mevcut yapılanma ile gelişme alanlarını ayıran, yerleşkeyi çevreleyen geniş bir ring yolu oluşturulmuş ve fakülte bloklarının içine taşıtların girmesi engellenmiştir. Taşıt ve yaya sirkülasyon alanları birbirinden büyük ölçüde ayrılmıştır. Yerleşke giriş kapısından girildiğinde 160×300 m boyutlarında büyük bir meydan yer almaktadır. Giriş kapısının karşısında, kapı ile aynı aksta Rektörlük binası yer almaktadır. Meydanın kuzey ve güney tarafında Fen-Edebiyat Fakültesi, Eğitim Fakültesi, Mühendislik Fakültesi ve bu fakültelerin dekanlık ve öğretim binaları bulunmaktadır. Meydanda giriş kapısı ile Rektörlük binası arasında beş adet havuz yapılmıştır. Havuzlar ile Rektörlük binası arasında üniversitenin simgesi olan Atatürk heykeli ile Dumlupınar Meydan Muharebesi şehitleri anısına yaptırılmış Dumlupınar Anıtı bulunmaktadır. Evliya Çelebi Yerleşkesi'nde ayrıca bir gölet, dağcılık kulübü için yapay tırmanma dağı, açık konser alanı ve içerisinde postane, banka şubesi, lokanta ve büfelerin yer aldığı Bedesten yer almaktadır. Öğrenci ve öğretim üyelerinin konaklama ihtiyaçlarını karşılamak üzere şehir merkezinde bulunan Kredi Yurtlar Kurumu'na bağlı yurt binalarının dışında, Evliya Çelebi Yerleşkesi içerisinde 520 kişilik Hüsnü Özyeğin Öğrenci Y
urdu bulunmaktadır. Araştırma faaliyetlerine yönelik olarak öğretim üyeleri ve öğrencilerin faydalanabileceği, envanterinde 127 bin adet basılı kitap bulunan Dumlupınar Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'ne ait bina da Evliya Çelebi Yerleşkesi içerisinde yer almaktadır. Üniversite bünyesinde akademik alanlarda süreli ve süresiz birçok basılı yayın sunulmaktadır. Sosyal Bilimler Enstitüsü'nün çıkardığı Sosyal Bilimler Dergisi ve Fen Bilimleri Enstitüsü'nün çıkardığı Fen Bilimleri Dergisi bunlardan başlıcalarıdır. Erciyes Üniversitesi Erciyes Üniversitesi, Kayseri'de kurulu bir devlet üniversitesidir. URAP (University Ranking by Academic Performance) Araştırma Laboratuvarı'nın akademik performans sıralamasına göre 2016 yılı itibarıyla Türkiye'de akademik performans açısından 9. sırada yer alır. Erciyes Üniversitesi 1978 yılında Kayseri Üniversitesi adı altında kuruldu. 1969 yılında Hacettepe Üniversitesi’ne bağlı olarak açılan Gevher Nesibe Tıp Fakültesi ve 1977 yılında açılan Kayseri İşletme Fakültesi, Erciyes Üniversitesi’nin nüvesini oluşturmuştur. Kayseri’deki diğer iki yüksek öğretim kurumu olan ve 1965’de kurulan Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü, İlahiyat Fakültesi olarak; 1977’de kurulan Kayseri Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisini Mühendislik Fakültesi olarak bünyesine alarak 1982 yılında Erciyes Üniversitesi adını almıştır. Üniversite, adını, şehrin 15 km. güneybatısında yer alan 3916 m. yüksekliğindeki Erciyes Dağı’ndan almaktadır. Bugün, Kayseri merkez olmak üzere Develi İlçesinde de faaliyet gösteren üniversitemiz; toplam 16 fakülte, 4 yüksekokul, 7 meslek yüksekokulu, 7 enstitü, 5 bölüm, 16 Araştırma Merkezi ve 1350 yataklı gelişmiş bir eğitim, araştırma ve uygulama hastanesi ile hizmet vermektedir. Mevcut bulunan Tıp, İktisadi ve İdari Bilimler, İlahiyat, Mühendislik ve Fen-Edebiyat Fakültelerine, (2009 Yılında Fen Fakültesi ve Edebiyat Fakültesi olarak iki Fakülteye ayrılmıştır.) 1992 yılında Mimarlık Fakültesi ile Güzel Sanatlar Fakültesi, 1995 yılında Kayseri’de Veteriner Fakültesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, 1997 yılında, Diş Hekimliği ve İletişim Fakültesi, 2002 yılında Eğitim Fakültesi, 2003 yılında Hukuk Fakültesi ve Eczacılık Fakültesi ve 2005 yılında ise Develi Seyrani Ziraat Fakültesi eklenmiştir. 2009 yılında Kayseri Atatürk Sağlık Yüksekokulu, Sağlık Bilimleri Fakültesi olarak adı değişmiştir. Yüksekokullar; Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Sivil Havacılık Yüksekokulu, Yabancı Diller Yüksekokulu, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu. Meslek Yüksekokulları; Kayseri Meslek Yüksekokulu, Halil Bayraktar Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Safiye Çıkrıkçıoğlu Meslek Yüksekokulu, Mustafa Çıkrıkçıoğlu Meslek Yüksekokulu, Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu, Develi Hüseyin Şahin Meslek Yüksek Okulu ve Adalet Meslek Yüksek Okulu’dur. Erciyes Üniversitesi; eğitim, araştırma ve sağlık hizmetleri sunarak, çevresiyle bütünleşmiştir. Erciyes Üniversitesinde alt yapı ve hizmet binalarının önemli bir kısmı yörenin hayırsever işadamları tarafından yaptırılıp tefriş ve donanımı tamamlandıktan sonra üniversiteye bağışlanmıştır. Üniversite, adını şehrin 15 km. güneybatısında yer alan 3916 m. yükseklikteki Erciyes Dağı'ndan almaktadır. Bugün İç Anadolu'da Kayseri ilinde faaliyet gösteren üniversite; toplam 18 fakülte, 3 yüksekokul, 10 meslek yüksekokulu, 7 enstitü, 5 bölüm, 38 araştırma merkezi ve 1350 yataklı gelişmiş bir uygulama hastanesi ile hizmet vermektedir. Üniversitenin dört kampüsü bulunmaktadır. Ana Kampüs Talas yolu üzerinde merkezi bir konumdadır. Ulaşım oldukça kolaydır.Ana Kampüse hem otobüsle hem de tramvayla ulaşmak mümkündür. Develi ilçesinde 225.000m2'lik alana sahip Seyrani Kampüsü, Tomarza ilçesinde 5000m2'lik bir alana sahip Tomarza Kampüsü bulunur. Ayrıca 23 Temmuz 2016'da kapanan Melikşah Üniversitesi Erciyes Üniversitesi'ne devredilmiş ve Melikşah Üniversitesi kampüsüne ""Erciyes Üniversitesi 15 Temmuz Yerleşkesi"" adı verilmiştir. Johann Strauss II Johann Strauss II (d. 25 Ekim 1825, Viyana – ö. 3 Haziran 1899, Viyana), 19. yüzyıl Avusturyalı Klasik Batı Müziği Bestecisi. Vals Kralı olarak ün yapmıştır. Müzisyen bir ailenin beş çocuğunun en büyüğü olarak 25 Ekim1825’te Viyana’da doğdu. Baba Johann Strauss, ülkesinde valsleri ile ün yapmış saygın bir besteci ve orkestra şefidir. Tüm Avrupa’da vals tutkusunun bir hastalık gibi yayılmasına öncülük eden baba Johann Strauss, oğullarının müzikle ilgilenmesini engellemeye çalıştıysa da 3 oğlu başarılı müzisyenler oldular : Johan Jr. (1825-1899), Josef (1827 –1870), Eduard (1835-1916) . Annesi Anne, ilk kemanını alarak Johann’ı müzisyen olmaya teşvik etmişti. Johann, babasından gizli olarak keman çalıştı ve ilk valsini 6 yaşında besteledi. Bu eseri 15 yaşında iken seslendirildi. 1841 yılında Polytechnic okuluna girdiyse de muhasebe konularına ilgisi yoktu ve 2 yıl sonra "uygunsuz davranışları" nedeniyle okuldan atıldı. 1842’de babasının evi terk etmesi üzerine tamamen müziğe yönelen genç Strauss, aileyi geçindirme yükünü üstlenmişti. Strauss, sahneye çıkmak için Viyana otoritelerinden izin aldıktan sonra küçük bir orkestra kurdu. İlk konserini 1844’de 19 yaşında iken verdi ve bu konserde tam 19 kere sahneye çağrıldı. Oğul Strauss’un müzik dünyasına girmesi ile baba-oğul birbirine rakip duruma geldiler ve beş yıl boyunca Viyana dans dünyasını yan yana yönettiler. Genç Strauss, 1849’da babasının ölümü üzerine kendi orkestrası ile babasınınkini birleştirdi. Çoğu zaman aynı gecede birkaç balo salonunda ve lokantada çalışan Strauss, bir gösteriden diğerine koşturup durduğu çok yoğun bir tempo ile çalıştı. Bu yoğun çalışma temposu sağlığını bozduğu için 1853’de çalışmalarına 6 ay kadar ara vermek zorunda kaldı. Bu dönemde karlı konser turnelerini iptal etmemek için mimar kardeşi Josef'i kendisi yerine konserlere göndermeye başladı. Aynı zamanda yetenekli bir müzisyen olan kardeşinin bu işteki başarısı üzerine, Johann Strauss, bir daha yurtdışı turnelerine gözü arkada kalmadan gitmeye başladı. Johann Strauss II, ilk evliliğini 1862’de şarkıcı Jetty Treffz ile yaptı. Onun menajerliğini yapan eşi, kendisini beste yapmaya yönlendirdi. En ünlü eseri Mavi Tuna, aslında koro için yazılmış bir valsti. Viyana Erkek Korosu’nun şefinden aldığı sipariş üzerine kendisine verilen şiiri besteleyen Strauss’un eseri koro tarafından seslendirildiğinde besteci umduğu başarıyı bulamadı ancak şiiri atıp eseri yeniden orkestra için düzenlediğinde eser büyük yankı uyandırdı ve 400 valsi arasında en ünlüsü olan Mavi Tuna Valsi böylece doğdu. Strauss’un valsleri Johannes Brahms, Richard Wagner gibi müzisyenlerin de hayranlığını kazanmıştı. 1870’de kardeşi Josef öldü. Polonya turnesi sırasında orkestra yönetirken sahnede düşerek kendini kaybeden ve apar topar eve getirilen Josef’in, bir gece, kendilerine müzik yapmasını isteyen sarhoş Rus askerleri tarafından uyandırılıp, bu isteklerini reddettiği için dövülerek öldürüldüğü iddia edilir. Strauss, kardeşinin ölümünden sonra uzun süre kendine gelememiştir. 1871’de operetler bestelemeye başlayan Struss, ilk başarılı çıkışını Kırk Haramiler ve Binbir Gece Masalları adlı opereti ile yaptı. 1874’de en ünlü opereti Yarasa (Die Fleidermaus)'yı besteledi. İlk gösterimi başarısız olsa da Mavi Tuna ve Yarasa onun ününün Avrupa sınırlarını aşmasını sağlayacak olan eserleridir. Strauss, Amerikan Bağımsızlık Bildirigesi’nin yayınlanmasının 100.yılı nedeniyle bir davet alınca 1876’da ABD’ye giderek binden fazla konser verdi. Johan Strauss II, 1878’de ise eşi Jetty’yi bir kalp krizi yüzünden aniden kaybetti. Bu ölüm üzerine çok sarsılan ve eşinin cenazesine dahi katılamayan Strauss, hayatını yalnız sürdüremeyeceğini hissederek Jetty'nin ölümünden 50 gün sonra kendisinden 25 yaş küçük, "Lilly" adıyla tanınan şarkıcı ve oyuncu Angelica Dittrich'le evlendi. Bu evlilik, 4 yıl sonra eşinin evi terk etmesi ile son buldu. Adele Deutsch hayatına girdi. Angelica ile boşanması kilise tarafından onaylanmadığı için evlenemedilerse de Adele, Strauss’un evine yerleşerek Jetty’nin ölümünden sonra doğan boşluğu doldurdu. Yasal olarak evlenmeleri ancak 1887’de gerçekleşti. Strauss, Venedik'te Bir Gece, Çingene Baron, Viyana Kanı operetlerini Angelica ile birlikteliği sırasında besteledi. Daha sonra yeniden valslere dönerek en güzel valslerinden birisi olan İmparator Valsi'ni besteledi. 1899’da bir soğuk algınlığı ile yatağa düşen Strauss, 3 Haziran 1899’da hayatını kaybetti. Viyana’da Johannes Brahms, Franz Schubert ve Ludwig van Beethoven’in yanına gömüldü. " Strauss ailesininn eserlerinin orijinal el yazmalarını 1907'de en küçük kardeşi Eduard Strauss Viyana'da bir arkadaşının mobilya fabrikasında yakmıştır. Ancak eserler, dünyadaki Johann Strauss toplulukları tarafından bir araya getirilmiştir. Strauss'un müziği her yıl, Viyana Filarmoni Orkestrası'nın ünlü "Yeni Yıl Konseri"'nde çalınmaktadır. Bu âdet, 1929'da Viyana Devlet Orkestrası ile özel bir Strauss programı yapan Avusturyalı orkestra şefi Clemens Krauss'un çabaları ile gelişmiştir ve 1941'den beri aralıksız devam etmektedir. Avusturyalı kemancı ve şef Willi Boskovsky, Strauss ailesinin "Vorgeiger" denilen, dans müziği icra ederken keman çalarak orkestra yönetme şeklini sürdürmüştür. Herbert von Karajan ve Riccardo Mutti diğer ünlü Strauss yorumcusu şeflerdendir. Johann Strauss Akşemseddin Akşemseddin (d. 1389, Şam - ö. 16 Şubat 1459, Göynük) asıl adı ile Mehmed Şemseddin, çok yönlü Türk âlimi, tıp insanı ve "Şemsîyye-î Bayramîyye" isimli Türk tarikâtının kurucusu. Fatih Sultan Mehmed'in hocası olarak bilinmektedir. Şeyh Hamza'nın oğlu olarak, 1389 yılında Şam 'da doğmuştur. Şeyh Hamza (Kurtboğan) ailesiyle beraber geldiği Amasya'da küçük Şemsettin'i pek iyi yetiştirmiştir. Akşemseddin'in soyu, baba tarafından Ebu Bekir'e dayanmaktadır. İlk tahsilini babasından alan Akşemseddin, 7 yaşında hafız olup, ailesiyle birlikte Çorum-Osmancık kazasının Sarpın kavak köyüne' yerleşmiştir. Babasının vefatından sonra Amasya ve
Osmancık medreselerinde eğitimini tamamlayan Akşemseddin, müderrislik payesi aldı ve Osmancık Medresesine müderris oldu. Akşemseddin ayrıca, tıbba ve eczacılığa merak sararak tıp ilmini öğrendi. Daha önceden Abdülkâdir Geylânî, İmam-ı Gazali ve Muhammed Celaleddin-i Rumi gibi örneklerinde görüldüğü gibi, ilim tahsili ile tatmin olmayan Akşemseddin, irfan tahsili için müderrisliği ve medreseyi terk etti. Tasavvufa olan ilgisinden dolayı, Akşemseddin önce İran'ı dolaştı ama umduğunu bulamadığı için yeniden Anadolu'ya dönmek zorunda kaldı. Anadolu'da ise, Akşemseddin'e Ankara'da bulunan Hacı Bayram Veli'yi tavsiye ediyorlar ve şöyle diyorlardı: Ankara'ya giden Akşemseddin, Hacı Bayram Veli'nin öğrencilerinin nefislerini kırmak, fakirlere yardım etmek ve yoksullara ikramda bulunmak için de olsa cer ve yardım kabul etmesi, çarşı pazarda devran yaptırması gibi hallerinden hoşlanmadığı için Ankara'dan ayrıldı ve başka bir mürşid aramak için Halep'e gitti. Halep'te bir gece rüyasında boynuna bir zincirin takılmış olduğunu, zincirin diğer ucu Hacı Bayram Veli'nin elinde ve kendisini Ankara'ya doğru çektiğini gördü. Bunun üzerine yeniden Ankara'ya döndü. Hacı Bayram Veli'nin yanında özel ilgi ve sıkı bir riyâzet ve mücâhadeye alınan Akşemseddin, kendisine gösterilen bu ihtimamı en iyi şekilde değerlendirdi. Kısa süre tasavvufun bütün yollarını ve inceliklerini öğrenen Aksemseddin, bu başarısından dolayı Hacı Bayram Veli'den icâzet aldı ve hilafet tacı giydirildi. Bunun sonrasında Hacı Bayram Veli'den aldığı izinle Ankara'dan ayrıldı ve Beypazarına yerleşti. Beypazarında büyük bir şöhret bulan Akşemseddin, kısa bir süre sonra oradan da ayrılır ve İskilip'e yerleşir. İskilip'ten de yine aynı kesrete düşme sebebiyle ayrılır ve Bolu'nun Göynük ilçesine yerleşir. Göynük'te de yine bir değirmen ve mescid inşa ettirip, kendi çocuklarının tahsil ve terbiyesi ile meşgul olmuş, diğer taraftan mevcut eserlerini yazmış ve yedi kere hacca gidebilme imkanı bulmuştur. Akşemseddin'in on iki evladı olduğundan bahsedilmekte ise de mevcut diğer kaynaklarda sadece on çocuğundan söz edilmektedir. Akşemseddin'in asıl ünü, II. Murat'ın emir ve isteğiyle II. Mehmed'in hocalığına tayin edilişiyle başlamıştır. Akşemseddin, II. Mehmed'e danışmanlık yapıp İstanbul'un fethine katkıda bulunmuştur. Akşemseddin çocukları, öğrencileri ve müritleriyle birlikte fetih ordusuna katılmışlardır. Akşemseddin İstanbul kuşatmasının en kritik günlerinde II. Mehmed'e bir mektup yazmıştır. II. Mehmed Akşemseddin ile İstanbul'a girişte şehir halkı tarafından karşılanıyor, şehir halkı Akşemseddin'i II. Mehmed sanıp ona çiçekler uzatılıyor. Akşemseddin ise ""Padişah ben değilim"" diyerek yanındaki II. Fatih Sultan Mehmed'i gösteriyordu. II. Mehmed ise ""Hünkar benim ama, o benim hocamdır. Çiçekler O'na Layıktır!"" sözüyle tebessüm ediyordu. II. Mehmed İstanbul'un fethin ardından Ayasofya'da hutbesini tamamladıktan sonra, minberden indi ve Akşemseddin'i imâmete geçirdi. Böylece Akşemseddin, fethin ilk Cuma namazını kıldırmış oldu. Ayrıca Akşemseddin, Fetih'ten sonra II. Mehmed isteği üzerine Ebu Eyyûb el-Ensarî'nin kabrini tespit ettiği rivayet edilir. Akşemseddin, fetihten sonra, II. Mehmed'in ısrarına rağmen İstanbul'da kalmak istemedi, Göynük'e çekildi ve 16 Şubat 1459 yılında 70 yaşında vefat etti. Akşemseddin, bilim'de ve tasavvufta olduğu gibi, tıp ve eczacılık alanında da büyük bir üne sahipti. Fakat kaynaklarda Akşemseddin'in tıp ilmini kimden ve nasıl öğrendiğine dair net bir bilgi yoktur. Bununla alâkalı İskoç oryantalist Elias John Wilkinson Gibb, "History of Ottoman Poetry" adlı eserinde, Akşemseddin'in tıp alanındaki ilmini, Hacı Bayram Veli ile beraber olduğu yıllarda elde ettiğini kaydetmekte ve kendisinden "âlim ve mübarek bir kimse" diye söz etmektedir. Sadece beden hastalıkların değil, aynı zamandan ruh hastalıklarının da hekimi olan Akşemseddin, ruh hastalıklarını da tedâvi ederdi. Akşemseddin, Antonie van Leeuwenhoek'in yaklaşık iki asır sonra deneyle keşfettiği mikrobu, Maddetü'l-Hayat adlı eserinde yıllar öncesinde dile getirdi: Baltimore Bullets Baltimore Bullets, NBA liginde bugünkü Wizards takımının Baltimore kentinde olduğu zamanlarda anıldığı isimdir. 1961'de Chicago'da kurulan takım Packers ve Zephyrs isimlerini taşıdıktan sonra 1963'de Baltimore'a taşınmaya karar vermiş ve adını Baltimore Bullets olarak değiştirmiştir. 1972'ye kadar bu şehirde bulunan takım 1972'de Landover, Maryland'a taşınma kararı alınca bir kez daha isim değişikliği yaşamıştır. Takım son olarak 1974 yılında Washington ismini almıştır. Takım son olarak Bullets (mermi) isminin şiddeti çağrıştırması sebebiyle 15 Mayıs 1997'de Wizard ismini almıştır. San Francisco Warriors San Francisco Warriors, bugün NBA liginde Golden State Warriors olarak mücadele eden takımın 1962 - 1971 yılları arasında anıldığı isimdir. 1946'da kurulan 1962'ye kadar Philadelphia Warriors olarak anılan takım Philadelphia'dan San Francisco'ya taşınıca bu ismi almış ve 1971'de maçlarını Oakland'da oynaması sebebiyle ismini bugünkü şekline çevirmiştir. Takım bu ismi taşıdığı dönemde 1963/1964 ve 1966/1967 sezonlarında final oynamış ancak ilkinde Boston Celtics'e 4–1, ikincisinde ise Philadelphia 76ers'a 4–2 kaybetmiştir. Philadelphia (anlam ayrımı) Hacı Bayram-ı Veli Hacı Bayram-ı Veli, (d. 1352, Ankara - ö. 1430, Ankara), Türk mutasavvıf ve şair. Safevî Tarikâtı büyüklerinden Hoca Alâ ad-Dîn Ali Erdebilî’nin talebelerinden olan Şeyh Hâmid Hâmid’ûd-Dîn-i Veli'nin müridi ve Bayramîyye Tarikâtı'nın kurucusudur. Türbesi, Ankara'da Hacı Bayram Câmii'nin bitişiğinde bulunmaktadır. Doğum ismi, Numan bin Ahmed, lâkâbı "Hacı Bayram"dır. 1352 (H. 753) tarihinde Ankara’nın Çubuk Çayı üzerinde Zül-Fadl "(Solfasol)" köyünde doğdu. Hacı Bayram-ı Veli, 14. ve 15. yüzyıllarda Anadolu’da yetişti. Eserlerini diğer Hacı Bektaş-ı Veli yoldaşları gibi Türkçe olarak yazarak Türkçe kulanımını Anadolu'da önemli şekilde etkiledi. II. Murad verdiği ünlü bir fermanda, Hacı Bayram-ı Veli'nin talebelerinin, yalnız ilim ile meşgul olmaları için, onların vergi ve askerlikten muaf tutulduğu bildirmiştir. Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u feth edeceğini II. Mehmed'in babası II. Murad'a bildirdiği rivayet olunur. Bir gün medreseye birisi gelerek; “İsmim Şüca-i Karamani’dir. Hocam Hamideddin-i Veli’nin selamı var. Sizi Kayseri’ye davet ediyor. Bu vazife ile huzurunuza geldim.” dedi. O da, Hamidüddin ismini duyunca; “Baş üstüne, bu davete icabet lazımdır. Hemen gidelim.” diyerek müderrisliği bıraktı. Birlikte Kayseri'ye yöneldiler ve Somuncu Baba diye bilinen Hamideddin-i Veli ile Kurban Bayramı'nda buluştular. O zaman Hamideddin-i Veli; “İki bayramı birden kutluyoruz!” buyurdu ve ona Bayram lakabını verdi ve kendisini talebeliğe kabul etti. Din ve fen ilimlerinde yüksek derecelere kavuşturdu. 1412 yılında Hacı Bayram-ı Veli, hocası Şeyh Hâmid Hâmid’ûd-Dîn-i Veli'nin Aksaray'da ölümünden sonra Ankara'ya dönüp irşad faaliyetlerine başlar. Bu tarih, Bayramiye tarikâtının kuruluşu kabul edilir. Hocası Hamideddin-i Veli'nin vefatından sonra Ankara’ya gelerek doğduğu köye yerleşti. Yeniden talebe yetiştirmekle meşgul oldu. Sohbetleriyle hasta kalplere şifa dağıttı. Talebelerini daha çok sanata ve ziraate sevk ederdi. Kendisi de geçimini ziraatle sağlardı. Açtığı ilim ve irfan ocağına, devrinin meşhur alimleri, hak aşıkları akın etti. Damadı Eşrefoğlu Rumi, Şeyh Akbıyık, Bıçakçı Ömer Sıkinî, Göynüklü Uzun Selahaddin, Edirne ve Bursa ziyaretlerinde talebeliğe kabul ettiği Yazıcızade Ahmed (Bican) ve Mehmed (Bican) kardeşler ile Fatih Sultan Mehmed Han'ın hocası Akşemseddin bunların en meşhurlarıdır. Fatih’in babası Sultan İkinci Murad Han, Hacı Bayram-ı Veli’yi Edirne’ye davet edip, ilim ve manevi derecesini anlayınca, fevkalade hürmet göstermiş, Eski Cami'de vazettirmiş, tekrar Ankara’ya uğurlamıştır. Sultan İkinci Murad Han kendisinden nasihat isteyince; İmam-ı Azam’ın, talebesi Ebu Yusuf’a yaptığı uzun nasihatı yaptı: “Tebean içinde herkesin yerini tanıyıp bil; ileri gelenlere ikramda bulun. İlim sahiplerine hürmet et. Yaşlılara saygı, gençlere sevgi göster. Halka yaklaş, fasıklardan uzaklaş, iyilerle düşüp kalk. Kimseyi küçümseyip hafife alma. İnsanlığında kusur etme. Sırrını kimseye açma. İyice yakınlık peyda etmedikçe kimsenin arkadaşlığına güvenme. Cimri ve alçak kimselerle ahbablık kurma. Kötü olduğunu bildiğin hiçbir şeye ülfet etme. Bir şeye hemen muhalefet etme. Sana bir şey sorulursa ona herkesin bildiği şekilde cevap ver. Seni ziyarete gelenlere faydalanmaları için ilimden bir şey öğret ve herkes öğrettiğin şeyi belleyip tatbik etsin. Onlara umumi şeyleri öğret, ince meseleleri açma. Herkese itimad ver, ahbablık kur. Zira dostluk, ilme devamı sağlar. Bazen de onlara yemek ikram et. İhtiyaçlarını temin et. Onların değer ve itibarlarını iyi tanı ve kusurlarını görme. Halka yumuşak muamele et. Müsamaha göster. Hiçbir şeye karşı bıkkınlık gösterme, onlardan biri imişsin gibi davran.” Hacı Bayram-ı Veli, ömrünün sonuna kadar İslâmiyeti yaymak için çalıştı. 1429 (H. 833) tarihinde Ankara'da vefat etti. Türbesi kendi ismiyle anılan Hacı Bayram Camii'ne bitişik olup, ziyaret mahallidir. Ölümünden sonra tarikât, müridleri üzerinden Akşemsettin’e atfedilen "(Şemsîyye-î Bayramîyye Tarikâtı)," Bıçakçı Ömer Dede "(Şeyh Emir Sıkkinî)"’ye atfedilen "(Melâmetîyye/Melâmîyye-î Bayramîyye Tarikâtı)" ve Akbıyık Sultan’a atfedilen "(Celvetîyye-î Bayramîyye Tarikâtı)" olmak üzere üç ayrı kola ayrılarak devam etmiştir. Hacı Bayram-ı Veli, Yunus Emre gibi Hacı Bektaş-i Veli'den etkilenmiş ve aynı tarz şiirler söylemiştir. Şiirlerinde "Bayramî" mahlasını kullanmıştır. Philadelphia Warriors Philadelphia Warriors, NBA liginde bugün bir Kaliforniya takımı olan Golden State Warriors'un ilk kurulduğu dönemlere taşıdığı isim. 1946 yılında Philadelphia'da kurulan takım o zaman adı Basketball Association of America (BAA) olan ligin ilk şampiyonluğunu kazanan takım olmuştur. 1955/1956 sezonunda Fort Wayne Pistons
takımını 4-1'le geçerek 2. şampiyonluğunu kazanmıştır. Takım 1962'de San Francisco'ya taşınarak San Francisco Warriors adını almıştır. Sagu Sagu, ölen bir kişinin ardından söylenen bir tür ağıt şiiridir. Genelde ölen kişinin erdemlerini ve yiğitliklerini konu alır. 7'li hece ölçüsü ile söylenir. Edebi sanatlara yer verilir. Dörtlük esasına dayanır. Ölen kişinin kahramanlıklarını, başarılarını, erdemlerini; kalanların acısını ve duyulan üzüntüyü dile getirir. Sagu, nazım şekliyle söylenir. Bu şiirlere İslâmiyet sonrası halk edebiyatında ağıt, Divan edebiyatında mersiye denir.Yuğ denilen ölüm törenlerinde söylenir. Divân-ı Lugati-t Türk'teki Alp Er Tunga (Saka Türklerinin yazdığı) sagusu bu türün önemli örneklerindendir.En önemlisi ise doğaçlama o anda ölen kişinin dış görünüşlerini kişiliğini anlatır.'Ah benim kömür gözlü,esmerim gitti elimden gitti.'Gibisinden örnekler verebiliriz. Alp Er Tunga için söylenmiş sagulardan kaydedilmiş olan bazı parçalar Divânu Lügati't-Türk'te bulunmaktadır. Bu saguda yer alan ilk üç dörtlük şöyledir; Alp Er Tunga öldi mü? Issız ajun kaldı mu? Ödlek öçin aldı mu? Emdi yürek yırtılur. Ödlek küni tavratur Yalnguk küçin kevretür Erdin ajun sevretür Kaçsa tagı ertilür Begler atın urgurup Kadgu anı torgurup Mengzi yüzi sargarup. Korkum angar türtülür. Ali Bardakoğlu Ali Bardakoğlu (1952, Tosya), Türk ilahiyatçı ve 16. Diyanet İşleri Başkanı. İlk öğrenimini Tosya'da tamamladı. 1970 yılında İstanbul İmam Hatip Lisesi'ni bitirdi. 1974'de İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü'nden, 1975 yılında da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Bir süre öğretmenlik ve stajyer hâkimliğin ardından, 1977 yılında Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü'nde Fıkıh asistanlığı görevine getirildi. 1982 yılında Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesinde “İslam Hukukunda İcare Akdi” adlı doktora tezini verdi. Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde İslam Hukuku yardımcı doçentliğine atandı. 1986 yılında doçentlik aldı. Belirli bir süre Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde Bölüm Başkanlığı ve Dekan Yardımcılığı görevlerini yürüttü. 1993'de Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ne atandı. 1994 yılında ise İslam Hukuku Ana Bilim Dalında profesör oldu. Marmara İlahiyat Meslek Yüksek Okulu Müdür Yardımcılığı ve Dekan Yardımcılığı görevlerini yürüttü. 1991-1992 seneleri arasında İngiltere'de ve 1994 yılında da Amerika Birleşik Devletleri'nde bulundu. İslam Hukuku dalında; "İlahiyatçıların Din Söylemi", "Kur’an ve Hukuk", "İslam Kültüründe Din ve Vicdan Özgürlüğü", "İslam ve Demokrasi Üzerine", "Teorik Açıdan İslam ve Demokrasi"; Yasama, "Türk Aile Hukukunun Tarihsel Gelişimi", "Hukuki ve Sosyal Açıdan Boşanma", "İslam Aile Hukukunun Oluşumuna Toplumsal Şartların Etkisi", "İslam Hukuku Araştırmalarında Gelenekçilik", "Hanefi Mezhebi" gibi başlıklar altında altmışın üzerinde ilmî yayın yaptı. Çeşitli ulusal ve uluslararası sempozyumlara müzakereci olarak katıldı. 28 Mayıs 2003 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı'na atandı. 11 Kasım 2010 tarihinde görev süresinin bitmesine kısa bir zaman kala Diyanet İşleri Başkanlığı görevinden emekliliğini istedi ve istifa etti. İngilizce ve Arapça bilmekte olup, evli ve üç çocuk babasıdır. Halen İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi bünyesindeki KURAMER (Kur’an-ı Kerim Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi)'in müdürlük görevini yürütmektedir. Klor Klor, VIIA grubunda bulunan hafif, keskin kokulu, yeşilimsi sarı renkli, tahriş edici ve zehirleyici bir gaz. Havadan 2,5 kat ağır olan klor ilk zamanlar bir bileşik olarak kabul ediliyordu. Klor ilk olarak 1774 yılında Carl Wilhelm Scheele tarafından keşfedildi. 1810 yılında ise bugünkü ismi Humphry Davy tarafından verildi. Boğucu kokulu, yeşilimsi sarı renkli gazdır. Periyodik çizelgenin 7. grubunda öbür halojenlerle birlikte yer alan klorun simgesi Cl, atom numarası 17, atom ağırlığı 35,453'tür. Havadan yaklaşık 2,5 kat ağırdır; suda az çözünür (bir litre suda 2-3 litre klor); "Klor suyu" adı verilen bu çözelti, altını bile etkileyecek güçte bir yükseltgeyicidir. -34 °C sıcaklığa kadar soğutulduğu ya da sıkıştırıldığı zaman kolayca sıvılaşan klor, flor, brom, iyot ve astatinle halojenler grubunu oluşturur; halojenlerin son yörüngelerinde yedi elektron vardır ve öbür maddelerden sekizinci bir elektron alma eğilimi gösterirler. Mangandioksit, sodyum klorür ve sülfürik asitin tepkimeye girmesi sonucu klor açığa çıkar ve bu tepkime laboratuvarda klor elde etmek için kullanılabilir. Sanayi de ise klor, mutfak tuzunun (sodyum klorür) elektrolizi yoluyla üretilir ve yan ürün olarak hidrojen gazı ve sodyum hidroksit açığa çıkar. Klor, aşağı yukarı bütün metalleri etkiler. İnce bir demir çubuk ısıtılıp, içinde az miktarda su olan bir klor tüpüne daldırıldığında, akkor hale gelerek, kahverengi demir klorür dumanları yayar. Tepkime sırasında sıcaklık aşırı yükseldiğinden, demir eriyerek akar; ama tüpün dibindeki su, erimiş demirin cama değerek kırmasını önler. Bakır, alüminyum, kalay, kurşun ve gümüş de klorla tepkimeye girer. Bir klor tüpüne bir miktar cıva dökülürse, hemen cıva klorür oluşarak billurlaşır ve tüp çeperine yapışır. Altın ve platine sıcakta klor gazı, soğuktaysa klor suyu etki ederek, çözünmelerine yol açar. Klor, ametallerle de etkileşir. Sözgelimi, beyaz fosfor klora dokunduğunda erimeye başlar ve tutuşarak beyaz renkte fosfor klorür dumanları verir. Kırmızı fosforsa, klorla sıcakta tepkimeye girer. Hidrojen ve klor karışımı güneşe tutulursa, patlayarak hidroklorik aside dönüşür. Klor, kükürt iyot ve broma etki edebilir; ama bütün ametallerle, sözgelimi karbonla etkileşmez. Bu yüzden karbon, sodyum klorürün hidrolizinde anot olarak kullanılır. Brom ve iyottan daha güçlü bir yükseltgeyici olması nedeniyle klor, bu maddelerin bileşikleriyle karşılaştığında onların yerini alır: Sözgelimi bromhidrik ya da hidroiyodik asit şişesi üstüne klor şişesi kapatılırsa, kırmızı renkte brom buharları ya da mor iyot buharları açığa çıkar; bu durumda klor, brom ve iyodun yerini almıştır. Klor suya etki ederek yükseltgeyici özellikleri bulunan klor suyunu oluşturur. Sodyum karbonatla etkileştiğinde, çamaşır suyu ortaya çıkar. Klor sanayide çoğunlukla doymuş tuz çözeltisinin elektrolizi yoluyla üretilir. Kimi zaman da erimiş sodyum klorürden elde edilir. Klor ve bileşikleri kâğıt ve dokuma sanayinde ağartma işlemlerinde ve kent içme sularının dezenfekte edilmesinde kullanılır. Ayrıca evlerde kullanılan ağartıcıların, mikrop öldürücülerin, çok sayıda organik ve inorganik maddelerin üretilmesinde yararlanılır. Klorlu eriticilerden, plastik maddelerin, eiastomerlerin (yapay kauçuk) üretiminde yararlanılır. Doğada klor serbest halde bulunmaz ama bol miktarda HCI (hidroklorik asit) içeren volkanik gazlarda serbest klora rastlanmıştır. Klorür iyonu Hazar denizi, Lut gölü, Utah'daki Büyük tuz gölü gibi iç denizlerin ve okyanus sularının başlıca eksi yüklü iyonudur. Ayrıca örneğin sodyumla birleşmiş halde halit (kayatuzu) biçimde evaporit minerallerinde yer alır. Klor üstün yapılı hayvanların vücut sıvılarında iyon halde, mide sindirim sıvılarında ise hidroklorik asit yer alır. Klor, ilk defa I. Dünya Savaşı'nda Almanya tarafından kimyasal silah olarak kullanılmıştır. Berlin'de açılan bir kimya enstitüsünde üretilmiştir. Klor gazı suyla temas ettiğinde hidroklorik asit ve hipoklorik asit oluşturan bir tepkime gerçekleşir. Bu nedenle göz ve akciğerler gibi vücudun nemli bölgelerini tahriş eder, solunum güçlüğüne, boğazda daralmaya ve akciğer ödemine sebep olur. Litre başına 2,5 miligram klor içeren hava birkaç dakika solunursa ölüme neden olabilir. Bunun yanında doğrudan olmayan yollarla birleşimden: Klor oksitlerin hepsi çok kararsız ve tepkinleri çok yüksektir. İslam'ın beş şartı İslam'ın beş şartı, İslam Dîni'nin Sünnilik ve Caferiyye Şiîliği mezheplerine göre büyük önem arz eden beş âmeli "(ibâdet)" bütüne verilen isimdir. Bu şartlar sırasıyla: Şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, oruç tutmak ve hacca gitmektir. Şehâdet etmek dışındaki şartlar itîkâdî yani dininin inanç esaslarına dâir olmayıp, âmeli yani davranışsal, ibâdetsel şartlardır. Çoğu İslam âlimi dini inanç esaslarına dâir kurallar benimsendiğinde kişinin Müslüman kabul edileceğini, davranışsal ve ibâdetsel yönlerin en azından "inanan" olmak açısından bağlayıcı olmadığını öne sürmüşlerdir. Bazı İslam âlimleri ise imânın yani inancın ancak davranış ve ibâdetlerle tamam olacağını bu nedenle şehadet getirip Müslüman olduğunu iddia eden kişinin ibadetlerini yerine getirmemesi halinde Müslüman kabul edilemeyeceğini ileri sürmüşlerdir. Ben şehadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed Onun kulu ve resulüdür. Kelime-i Şehadet'in ilk kısmında Allah'tan başka ilah olmadığına, ikinci kısmında ise Muhammed'in Allah'ın kulu ve resulü olduğuna tanıklık edilir. Kelime-i Şehadet bu tanıklığın dille açıklanması anlamına gelmektedir. Geleneksel Sünni islam anlayışında bir günlük süre içinde beş vakit namaz kılınır. İslam dininde, Allah'ın, verdiği nimetlere şükretmiş olmaları ve kulları üzerindeki hakkını yerine getirmeleri, bu esnada kulun Rabbi ile arasında bir bağ kurarak yalvarıp dua etmesi ve Müslüman kişiyi kötülükten ve hayasızlıktan alıkoyması için farz kıldığı bir ibadettir. İslam dinindeki en önemli ibadettir, Kur'an'da birçok ayette bahsedilmiştir. Bununla beraber İslamda günlük namazların miktar, şekil ve icrasına dair çok farklı görüşler ve tartışmalar tarih boyu devam etmiştir. İslam'da, zekât, üzerine farz (maddi durumu iyi olan) olan herkesin, her sene fakir veya muhtaç olan insanlara veya zekat toplayıcısı memurlara verilmesi gereken sadakadır. Fakirler zekât vermek zorunda değildirler. Hicrî ayların dokuzuncusu olan Ramazan ayında bütün Müslümanların fecrin başlamasından ki bu sabah namazından güneş batıncaya akşam namazına kadar yemeyi, içmeyi ve şehevi arzuları terk ederek oruç tutmalarıdır. Oruç, yalnız aç ve susuz kalmak değildir. Bir hayvanı veya inanmayan bir kimseyi bir
odaya hapsedip aç, susuz bırakmakla oruç tutturulmuş olmaz. Oruçtan maksat, sabır, şükür, nefs terbiyesidir. İslam dininde belirtildiği gibi özel bir zamanda Allah'a özel bir ibadeti yapmak maksadıyla Mekke'de bulunmaktır. İslam inancına göre Allah, maddi durumu iyi olan bireylerin ömründe bir kere bu ibâdeti yapmasını farz kılmıştır. Hacda dünyanın her yerinden gelen Müslümanlar ihram denilen bir örtüye bürünerek Allah'a ibadet ederler. Bu ibadetin en önemli bölümü Arafat Dağı'nda vakfeye durmak, (Müslümanların kıblesi) Kâbe'yi tavaf etmek, Safa ve Merve arasında sa’y yapmaktır. Etrüskler Etrüskler, İtalya'nın Tiber ile Arno nehirleri arasında yer alan Etruria bölgesinde yaşamış ve MÖ 6. yüzyıla dek varlığını sürdürmüş bir halk olup Antik Romalılar tarafından "Etrusci" veya "Tusci" adlarıyla tanımlanmışken Yunanlar "Tyrrhen", "Tyrsen" diye tanımlamıştır. Kendilerine "Rasena" diyen Etrüsk halkının bir kısmı ve kültürü zamanla Roma İmparatorluğu içinde erimiştir. Etrüskler İtalya'da dönemlerindeki diğer kavimlerden çok daha ileri bir uygarlık düzeyindeydiler. Roma uygarlığının, Etrüsk mitolojisindeki ilahlardan, hukukundan yol yapım tekniklerine kadar, kökünü hemen hemen tümüyle Etrüsk uygarlığından almış olduğu günümüzde saptanmış durumdadır. Etrüskler'in dini, Ciceronun değindiği gibi, vahyedilmiş bir dindi ve 12'li sistemi baz alan bir inisiyatik örgütlenmeleri vardı. Yunan tarihçi Herodot'a göre Etrüskler Anadolu'dan (Lidya) İtalya'ya göç etmişlerdir, bunun yanı sıra pek çok tarihçi de Etrüskler ile özellikle Truva başta olmak üzere Anadolu uygarlıklarının âdetleri arasında bağ kurmaktadır. Bu sebeplerden dolayı Etrüsklerin kökeninin Küçük Asya yani Anadolu uygarlıklarına dayandığını savunurlar. Etrüsklerin kökeni hakkında Herodot'un verdiği bilgiler modern tarihçi ve arkeologlar tarafından "denizden yapılacak böylesi bir göçün mümkün olmadığı" gerekçesi ile kabul edilmemiştir. Buna rağmen 2004 yılında Turin Üniversitesinden, Alberto Piazza tarafından yapılan genetik çalışmaya göre MÖ 7-3 yüzyıllar arasında yaşamış Etrüsklere ait 80 iskeletten alınan DNA örnekleri, Etrüsklerin bugünkü Türkiye'den İtalya'ya göç ettiklerini doğrulamaktadır. Eski Yunan efsanelerinde de sıkça anlatıldığı gibi bu durum antik çağda Anadolu'dan İtalyan yarımadasına yapılan göçlerle açıklanmıştır. Etrüsk sözlü dili günümüzde tam olarak üzerinde çalışılmamış, çözülmemiş bir dil olarak kabul edilmektedir. Ayrıca Etrüsk yazısı da, alfabesi bilinmekle birlikte tam olarak çözülmemiş durumdadır. Bunun üç temel nedeni şunlardır:Öncelikle yüzlerce Etrüsk tableti Müzeden çalınmıştır. Kazım Mirşan isimli Türk tarih araştırmacısı, Etrüskler'den kalan en önemli anıt olan Cippus kitabesini tüm olarak deşifre ettiğini ve bu dilin bir Proto-Türk lehçesi olduğunu açıklamıştır. Sonuç olarak Etrüskler’in İtalya’ya göçüyle ilgili varsayımlar şu görüşlerde toplanmaktadır: "Dodecapoli"de olanlar "Dodecapoli" dışındakiler: Harita için bak: "The Etruscan League of twelve cities" Sol anahtarı Sol anahtarı, dizenin ikinci çizgisi üzerine konulan ve çizgiye adını veren anahtar. Fa anahtarı, dizeğin dördüncü çizgisi üzerine konulan ve çizgiye adını veren anahtara denir. Do anahtarı, dizedeki konulduğu çizgiler üzerindeki noktalara adını veren ve kendine has bir şekli olan anahtara denir. Portenin 2. çizgisinden başlayıp bu çizgiye adını veren ve ince sesleri göstermeye yarayan bir anahtardır. 10. yüzyılın başlarında ortaya çıktığı sanılmaktadır.Başlarda harf olarak çıkmıştır.Sonradan günümüzdeki halini almıştır.Sol anahtarını kimin bulduğu hakkında ise hala bir bilgi bulunmamaktadır. Şimşir Şimşir, şimşirgiller (Buxaceae) familyasının "Buxus" cinsinden çalılara verilen ad. Genel olarak çalı nadiren ağaççık formunda herdemyeşil bitkilerdir. Sürgünleri dört köşelidir. Yaprakları derimsi, tam kenarlı ve tüysüzdür. Gölgeye dayanıklı, yavaş büyüyen nemli besin maddelerince zengin toprakları tercih eder. Çok nadir de olsa ağaç formunda olabilir ve kuşüzümüne benzer meyveler verir. Sudan yoğun olan ender bitkilerden biridir. Doğal görünümü ve dayanıklılığından dolayı tahta kaşık oymacılığında tercih edilirler. Steve Harris Steve Harris, (d. 12 Mart 1956, Leytonstone, Büyük Londra) Iron Maiden grubunun kurucusu, basgitaristi, geri vokalisti ve baş bestecisidir. Ayrıca stüdyo kayıtlarında zaman zaman klavye de çalar. Grubu 1975 yılında kurmuştur. Dave Murray ile birlikte grubun ilk albümünde yer alan kadroda değişmeyen iki elemandan biridir. Bas gitar çalmayı kendi kendine öğrenmiştir. Kendisi fanatik bir West Ham United taraftarıdır. Dört kardeşin en büyüğü ve ailesinin tek erkek çocuğuydu. Babası kamyon şoförü, annesi ev hanımıydı. Müzikten önceki tutkusu spordu. Futbol, kriket ve tenis meraklısı olan Steve Harris okul yıllarında profesyonel futbolcu olmayı hayal ediyordu. 9 yaşında gittiği bir West Ham United-Newcastle United maçından sonra fanatik bir West Ham United taraftarı oldu. Sonraki yedi yıl boyunca futbol Harris'in hayatının odak noktası haline geldi. Ortaokul yıllarında okul takımında ve Baeumont Youth adındaki yerel takımda futbol oynamaya başladı. Ağırlıklı olarak kanatlarda oynadıysa da santrhaf ve kalecilik dışındaki tüm pozisyonlarda yeraldı. Çok geçmeden yerel bir teknik direktör olan Wally St. Pier'in dikkatini çekti ve onun aracılığıyla 14 yaşında West Ham ile antremanlara çıkması için teklif aldı. Ancak yoğun antrenman programı yüzünden bir süre sonra profesyonel bir futbolcu olmanın çok fazla fedakarlık gerektirdiğini fark ederek 15 yaşının sonlarına doğru futbolu bıraktı. Bu dönemde müziğe olan merakı arttı. 14 yaşında aldığı ilk albüm toplama bir reggae plağıydı. Yakın bir arkadaşı vasıtasıyla Yes, Jethro Tull, Genesis, Black Sabbath, Deep Purple, Led Zeppelin gibi grupların albümlerini dinlemeye başladı. Önceleri davul çalmayı istiyordu ancak fikir değiştirip eski bir akustik gitar aldı. Gitar çalmaya başladığında 17 yaşındaydı. Çok geçmeden 40 pound karşılığında Fender kopyası bir basgitar aldı. On ay sonra okuldan arkadaşı Dave Smith'i bir grup kurmaya ikna etti. Gruplarının adı Influence idi. Grubun adı sonradan (Doğu Londra argosunda "çiş" anlamına gelen) Gypsy's Kiss olarak değiştirildi. Ancak grup bir süre sonra dağıldı ve Harris yaşça kendisinden daha büyük elemanlardan kurulu Smiler'a katıldı. Ancak yazdığı şarkıları diğer grup elemanlarına beğendirememesi üzerine kendi grubunu kurmak üzere Smiler'dan ayrıldı. 1975 yılının Noel'inde Iron Maiden'ı kurdu. Besteleri çoğunlukla uzun ve destansı bir havadadır. Bunların en iyi örnekleri olarak Hallowed Be Thy Name, Dance Of Death gibi uzun ve epik temalı şarkıları gösterilebilir. Ağ Dosya Sistemi Ağ Dosya Sistemi (İngilizce Network File System, kısaca NFS), Sun Microsystems tarafından 1984 yılında geliştirilmiş, ağdaki bilgisayarların ortak bir dosya sistemine, yerel diskleri kadar kolay ulaşmasını sağlayan, RPC temelli dağıtık dosya sistemi yapısıdır. Ağ Dosya Sistemi (NFS),bir ağ üzerindeki birden fazla bilgisayarda bulunan dosyaların, tek bir sabit diskte yer alıyormuşçasına yönetilmelerini sağlar. Böylece, dosyaların erişelebilmek için fiziksel olarak nerede bulunduklarının bilmesi gerekmez. NFS sayesinde bir makinada yer alan belirli bir disk bölümü, başka makinalar tarafından okunabilir veya yazilabilir. Bu işleme özellikle büyük organizasyonlarda, disk alanından tasarruf etmek için başvurulur. Her makinada ayni dosyalar, çalistirilabilir programlar olmasi yerine bunlar tek sunucuda toplanir, diğer bilgisayarlar bu alani ortaklasa paylasirlar. Paylasilan dizin, sanki yerel makinanin bir diziniymis gibi davranir. Kendi disk alanini paylastiran makinaya NFS sunucusu, bu diske erisim yapan makinalara da NFS istemcisi adi verilir. NFS olarak adlandırılan şey birbirinden farklı 4 protokolün birleşmesinden meydana gelmiştir. Bu 4 protokolde RPC(Remote Procedure Calls) ve portmap (rpc.portmap) portmapper, RPC program numaralarını port numaralarına çevirir. RPC sunucusu çalışmaya başladığında portmap'e hangi kapının kullanılacağını ve yönetilen RPC program numarasını söyler.Bir kullanıcı bir program numarasına bir RPC isteği göndermek istediğinde; istenen programa erişim veren port numarasını almak için öncelikle sunucu 'portmap'iyle bağlantı kurulur.Ardından RPC paketleri ilgili portlara gönderilir. NFS'in çalışması, yerel bir diskin mount edilmesi kadar kolaydır. Örnek olarak NFS sunucusu olan aspendos makinasında yer alan /home dizinini, yerel makinadaki /users dizinine yerleştirmek için: NFS kullanabilmek için çekirdekte NFS desteğiufd';lp'fdsl'; olması şarttır. Eğer aşağıdaki satırlarda nfs kelimesi geçmiyorsa çekirdeğe NFS desteği verilerek tekrar derlenmesi gerekir. NFS için mount programının genel kullanımı şu şekildedir: Sistem açılırken /etc/fstab dosyasında yer alan bilgilerle uzak makinanın diski otomatik olarak paylaştırılabilir. Mount programı bazı seçenekleri destekler. Bu seçenekler -o yardımıyla komut satırında verilebildiği gibi /etc/fstab içinde de belirtilebilir. Her iki durumda da birden fazla seçenek kullanılırsa bunlar birbirlerinden virgülle ayrılırlar. Açılış sırasında news makinasındaki /usr/spool/news dosyasını yerel makinadaki /usr/spool/news dizini altına yerleştiren /etc/fstab satırı şeklinde yazılır. NFS ile kullanılan timeo seçeneğinin karşısında yer alan sayı (saniyenin onda biri olarak), bağlantının kurulabilmesi için geçecek maksimum zamanı gösterir. Bu zamanın aşılması halinde sunucuyla bağlantı kesilir. Makine dili Makine dili mikroişlemci ya da mikrodenetleyici gibi komut işleme yeteneğine sahip entegrelerin işleyebilecekleri komutlardan ve buna uygun söz diziminden oluşan dile verilen addır. Makine dili, işlemcinin verilen komutlar doğrultusunda çalıştırılmasını sağlayan ve işlemci mimarisine göre değişen en alt seviyedeki programlama dilidir. Bu dil sadece 0 ve 1 binary ikililerinin anlamlı kombinasyonlarından meydana gelmektedir. 0 ve 1 ikilileri işlemcinin talimat seti doğrultu
sunda işleme uygulanacak operasyon, operasyonun gerçekleştirileceği verinin hafızada bulunduğu adres ve hafızaya ulaşım yolları gibi bilgileri ifade edecek şekilde bir araya gelmekte ve işlemci tarafından kodu çözülerek gerekli işlemin yerine getirilmesi sağlanmaktadır. Diğer programlama dillerin gerektirdiği derleyici ya da yorumlayıcı kullanımını gerektirmediğinden ve donanımı doğrudan kontrol etme gücü olduğundan kullanılır. Kullanılan işlemcinin komut setinden ibaret olan makine dili komutları donanıma bağımlıdır. Günümüzde kullanılan i386 (32 bit intel) ve i486 gibi işlemci standartlarının her birine ait birer komut seti bulunmaktadır. Bu komut seti yalnız o mimariye yöneliktir. Bunun temelinde yatan asıl sebep işlemcinin hafıza birimi üzerinden okuduğu bir veri parçasının (bir ya da birkaç bayt) işlemciye bir emir teşkil edecek bir ifade olabilmesi için bu veri parçasının işlemci üzerinde donanımsal olarak bir işleme karşılık gelmesi gerekliliğinden kaynaklanır. Aritmi Aritmiler, kalbin ritmik çalışmasındaki bozulma sonucunda meydana gelen hastalıkların genel ismi. Kalpte doğuştan olan bozukluklara bağlı olabileceği gibi sonradan gelişen hastalıklarada bağlı olabilir. Doğuştan kaynaklanan Aritmilerin çoğunluğu kalbin Atriyumu (kulakçık) ve Ventrikülü (karıncık) arasındaki normal iletim sistemine ilaveten aktif halde bulunan başka bir iletim yolunun bulunması sonucunda meydana gelmektedir. Bunlar arasında en fazla görülenleri WPW Sendromu ve AVNRT'dir. Bu bozukluklar hayati tehlike doğurabileceği gibi hiçbir tedavi gerektirmeyen bir durum olarak ortaya çıkabilmektedirler. Hastalarda en fazla çarpıntı şikayeti oluştururlar ve tanıları EKG ile konulabilmektedir. Tedavi gerektirip gerektirmediği hastanın şikeyetlerine göre karar verilmektedir. Tedavisinde ilaç ve kateter yöntemleri kullanılmaktadır. Doğuştan olmayan Aritmiler ise sonradan meydana gelen hastalıklar sonucunda oluşurlar ve hastanın günlük yaşam kalitesini bozan bir durumdan hayatı tehdit eden bir duruma kadar değişebilmektedirler. Neden olan hastalıklar arasında en çok görülenler Hipertansiyon, Koroner Arter hastalığı ve yaşlılığa bağlı olarak Kalp ileti sisteminde görülen bozukluklardır. Hastada en fazla oluşturdukları şikayet çarpıntı olmakla birlikte bayılma, baş dönmesi, sersemlik hali, yorgunluk ve ani ölüm de görülebilmektedir. Tedavilerinde ilaç, cerrahi girişimler, kalıcı Kalp pili, ICD gibi yöntemler kullanılmaktadır. Akım Akım aşağıdaki anlamlara gelebilir: Diastolik-Sistolik değer Tansiyon arteriyel sistolik ve diastolik olmak üzere iki bileşenden oluşur. Sistolik değer, kalp kasıldığında kalbden damarlara doğru atılan kanın damar duvarında yaptığı basınçtır. Diastolik değer ise kalp gevşediğinde hâlâ damar duvarında mevcut olan basınçtır. Yazılırken "sistolik" kan basıncı değeri/"diastolik" kan basıncı değeri şeklinde yazılır ve birimi milimetre civadır. Halk arasında bilinen adıyla "Büyük tansiyon"(sistolik) ve "Küçük tansiyon"(diastolik)dir. Sistolik ve diastolik basınclar arasındaki farka "Nabız Basıncı" denir. Tansiyonun normal değeri 120-130/70-80 mmHg'dir. 120-139/80-89 mmHg prehipertansiyon; daha yüksek değerler ise hipertansiyon olarak adlandırılmaktadır ve hastalık olarak kabul edilir . Yüksek Tansiyon (hipertansiyon) çok sık görülen ve yaşla birlikte görülme sıklığı artan, inmeye, kalp ve böbrek yetmezliğine sebep olabilen ciddî bir hastalıktır. Proton Proton, atom çekirdeğinde bulunan artı yüklü atomaltı parçacıktır. Elektronlardan farklı olarak atomun ağırlığında hesaba katılacak düzeyde kütleye sahiptirler. İki yukarı bir aşağı kuarktan oluşur. Evrendeki bütün protonlar 1,6 x 10 değerinde pozitif yüke sahiptirler. Bu, atomlardaki çeşitli protonların birbirlerini itmelerini sağlar. Ama aradaki çekim, itmeden 100 kez daha güçlü olduğu için protonlar birbirlerinden ayrılmazlar. Protonun kütlesi elektronunkinden 1836 kez daha fazladır. Buna karşın, bilinmeyen bir nedenden ötürü elektronun yükü protonunkiyle aynıdır: 1,6 x 10 C. Atom içinde her biri (+1) pozitif elektrik yükü taşıyan taneciğe proton denir. Bu yüke yük birimi denir. Protonun yüklü elektronun yüküne eşit fakat ters işaretlidir.Bir protonun yoğunluğu yaklaşık olarak 4 x 10 Kg/m³ 'tür. (2,5 x 10 Lb/Ft) Nötr bir atom veya molekülden bir veya daha çok elektron koparıldığında geriye kalan tanecik, koparılan elektronların toplam eski yüküne eşit miktarda artı yük kazanır. Bir neon atomundan bir elektron koparıldığında geriye kalan tanecik koparılan elektronların toplam eksi yüküne eşit miktarda artı yük kazanır. Bir neon atomundan bir elektron koparıldığında bir Ne iyonu oluşur. Bir elektriksel deşarj tüpünde katot ışınları tüpün içinde bulunan Gaz atomlarından ve moleküllerinden elektronların çıkmasına sebep oldukları zaman, bu tür artı yüklü tanecikler oluşur.Bu artı yüklü iyonlar eksi yüklü elektroda doğru hareket ederler. Eğer katot delikli bir levhadan yapılmışsa artı yüklü iyonlar bu deliklerden geçerler. Katot ışınlarının elektronları ise ters yönde hareket ederler. Pozitif ışınlar adı verilen bu artı yüklü iyon demetleri ilk defa 1886'da Eugen Goldstein tarafından bulundu. Pozitif ışınların elektrik ve magnetik alanların etkisinde sapmaları ise 1898'de Wilhelm Wien ve 1906'da J.J. Thomson tarafından incelendi. Artı yüklü iyonlar için e/m değerlerinin saptanmasına, katot ışınlarının incelenmesinde kullanılan yöntemin hemen hemen aynısı kullanıldı. Deşarj tüpünde değişik gazlar kullanıldığı zaman değişik türde artı yüklü iyonlar oluşur. Murat Evgin Murat Evgin (d. 5 Kasım 1977; İstanbul), Türk besteci ve şarkıcı. Kendisi gibi şarkıcı olan Erol Evgin'in oğludur. İlkokulu Nurettin Teksan İlkokulu'nda okuduktan sonra İstek Vakfı Özel Belde Lisesi'nde orta ve lise eğitimini tamamladı. Üniversite eğitimini Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo - TV - Sinema ve New York Üniversitesi Intensive Film Workshop bölümlerinde okuduktan sonra; Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Reklamcılık bölümünde yüksek lisans yaptı. Okul yıllarında çeşitli gruplarla çalışan Murat; 1993 yılında babasının 25. Sanat Yılı Konseri’nde gitarıyla sahneye çıkarak profesyonel müzik hayatına başladı. İngiltere ve Amerika' da müzik eğitimi aldıktan sonra "Beni Ellere Verdin" adlı ilk albümünü çıkardı. 2002 yılında Erol Evgin ile birlikte "Baba - Oğul Konser Show" turnesine çıktı. 2003 yılının Şubat ayında 2. albümü "İnan Bana"yı çıkardı. 2005 yılının Mayıs ayında 3. albümü "Dün Bugün Yarın"ı çıkardı. Albümdeki şehit şarkısının klibinde Türk sinema sanatçısı Hülya Koçyiğit oynadı. Şarkının telif haklarından elde edilen tüm gelir Mehmetcik Vakfı'na bagışlanmıştır. Murat Evgin ayrıca "Arka Sokaklar", "Acemi Cadı", "Sahra", "Ben Evleniyorum", "Sevda Masalı" "Kalplerde İkinci Bahar", "Çocuğun Var Derdin Var", "Haylaz Babam", "Ah Kalbim", "Ya Şundadır Ya Bunda", "Hayaller Gerçek Oluyor", "Şimdi Zayıflamak İstiyorum" ve "Aura" gibi dizi, film ve TV programlarının müziklerini yaptı. M61 Vulcan M61 Vulcan, ilk olarak 1946'da General Dynamics tarafından yapılmıştır. Mermilerinin çapı NATO standartlarına uygun olarak 20 mm'dir. İlk kullanıldığı uçak F-104'tür. İki modeli vardır: M61A1 ve M61A2. M61A1, 6 dönel namlulu ve 510 kartuşludur. Dakikada 6000'den fazla mermi ateşleyebilir. Yakın mesafeli havadan havaya görevlerde ve hava muharebesinde oldukça etkilidir. Reosta Reostalar, iki uçlu ayarlanabilen dirençlerdir. Bu iki uçtan birbirine bağlı olan kayıcı uç, üzerinde gezdirilerek direnç değeri değiştirilir. Reostaların da karbon tipi ve telli tipleri vardır. Sürekli direnç değişimi yapan reostalar da vardır. Reosta olarak adlandırılan değişken dirençler akımın şiddetini istediğimiz değere ayarlamayı sağlar. Reostanın başlıca kullanım alanları: Laboratuvarlarda etalon direnç olarak, yani direnç değerlerinin ayarlanmasında ve köprü metodunda direnç ölçümlerinde, değişken direnç gerektiren devre deneylerinde, örneğin diyot ve transistor karakteristik eğrileri çıkarılırken giriş, çıkış gerilim ve akımlarının değiştirilmesinde ve benzeri değişken direnç gerektiren pek çok işlemde kullanılır. Reostalar genellikle elektrikli sobaların ayar düğmelerinde kullanılır. Bir sobanın(elektrikli)ısısını düşürmek için düğmesini kıvırdığımızda reostanın kabloları(veya telleri)uzar. Direnç artarak elektrik enerjisi yavaş bir şekilde gelir. Ama ısısını yükselttiğimizde reostanın kabloları kısalır. Direnç azalır ve elektrik enerjisi hızlı bir şekilde sobaya ulaşır. Böylece sobanın ısısı artar. Evimizde bulunan ayarlanabilen elektrik düğmeleride birer reostadır. Sobalar dışında çamaşır, bulaşık makineleri vb. elektronik eşyalarda kullanılır. Nesimi Çimen Nesimi Çimen (d. 1931 - ö. 2 Temmuz 1993), Türk halk ozanı. 1931 yılında Adana'nın Saimbeyli ilçesinde doğdu. Daha sonra tüm ailesiyle birlikte Kayseri'nin Sarız ilçesine yerleşti ve bir köy ağasının yanında maraba olarak çalışmaya başladı. Ağanın kızı Dilber'e aşık olunca, birlikte Kayseri'den kaçıp Elbistan'ın Sevdili Köyü'ne yerleştiler. Anadolu Aleviliği'nin yoğun yaşandığı bu bölgede uzun süre kaldıktan sonra İstanbul'a taşındı. İşçi olarak Almanya'ya gitmek için çabaladı, fakat nefes darlığı olduğu için başaramadı ve ailesiyle beraber Osmaniye'nin Kadirli ilçesine göç etti. Bu dönemde yazar Yaşar Kemal ile tanıştı ve onun da yardımıyla bir fabrikada işe başladı. Greve çıkan işçilerin başına geçince işten atıldı ve ailesinin geçimini sağlamak için ozanlığa başladı. 1967 yılında Tunceli'de sergilenen bir Pir Sultan Abdal oyununda oynayan ve deyişler söyleyen Nesimi, salonda olay çıkınca gözaltına alındı ve bıyığının yarısı tek tek yolunmuş bir vaziyette serbest bırakıldı. Ailesiyle birlikte Zeytinburnu'nda bir gecekonduya yerleşti. Evinde konaklayanlar arasında Yaşar Kemal, Atıf Yılmaz, İlhan Selçuk, Behice Boran, Mehmet Ali Aybar, Harun Karadeniz, Yılmaz Güney, Mahzuni Şerif, Aşık İhsani, Emekçi ve Ali Özgentürk gibi isimler vardı. Küçük yaşta türkü derlemeleri yapan Nesimi, topladığı folklor değe
rlerini radyo arşivlerine kazandırdı. Hatayi, Pir Sultan Abdal ve diğer usta ozanların nefeslerini söyleyerek kendisini tanıttı. Nefeslerini, türkülerini bağlama ile değil, göğsünde taşıdığı cura eşliğinde söyledi ve cura çalmada ün kazandı. Kendi yazdığı deyişlerini de okuyup söylemiştir. 2 Temmuz 1993 günü Sivas'ta, Madımak Oteli'nin yakıldığı ve 35 kişinin öldürüldüğü Sivas Katliamı'nda hayatını kaybetti. Cenazesi İstanbul Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi. Balet ve müzisyen Mazlum Çimen'in babasıdır. Ayrılık Hasreti Kar Etti Cana Derleyen: İhsan Öztürk Kaynak Kişi: Nesimi Çimen Notaya Alan: İhsan Öztürk Yöresi: Kayseri Barış Güvercini Söz: Nesimi Çimen Müzik: Nesimi Çimen Notaya Alan: Ünal Günsay Bu Dünyanın Devranına Derleyen: Nesimi Çimen Kaynak Kişi: Cafer Baba Notaya Alan: Yavuz Top Yöresi: Tunceli Daha Senden Gayri Aşık Mı Yoktur Derleyen: Nesimi Çimen Kaynak Kişi: Nesimi Çimen Notaya Alan: Mehmet Özbek Yöresi: Kayseri Deli Gönül Yine Ah-U Zar Oldu (Leyla) Derleyen: İhsan Öztürk Kaynak Kişi: Nesimi Çimen Notaya Alan: İhsan Öztürk Yöresi: Kayseri Dinle Beni Nazlı Yarim Söz: Nesimi Çimen Müzik: Mazlum Çimen Duaz-ı İmam Kaynak Kişi: Nesimi Çimen Gel Göçelim Gönül Gidelim Burdan Söz: Nesimi Çimen Müzik: Nesimi Çimen Ilgıt Ilgıt Esen Seher Yelleri Derleyen: Süleyman Yıldız Kaynak Kişi: Nesimi Çimen Notaya Alan: Süleyman Yıldız Yöresi: Kayseri-Sarız Nedir Ey Gaziler Benim Yandığım Derleyen: İhsan Öztürk Kaynak Kişi: Nesimi Çimen Yöresi: Kayseri Şifa İstemem Söz: Nesimi Çimen Müzik: Nesimi Çimen Şu Diyarı Gurbet Elde Derleyen: İhsan Öztürk Kaynak Kişi: Nesimi Çimen Notaya Alan: İhsan Öztürk Yöresi: Kahramanmaraş Tan Yıldızı Söz: Nesimi Çimen Müzik: Nesimi Çimen Yavaş Yavaş Söz: Meluli Müzik: Nesimi Çimen Syracuse Nationals Syracuse Nationals, bugün Philadelphia 76ers adıyla anılan ve NBA'in kurucu takımları arasında yer alan basketbol takımı. 1939 yılında kurulan takım 1946 yılında NBA'in kurulmasına öncelik etmiş olan NBL (National Basketball League) liginin kurucusu olmuştur. 3 sene sonra NBA kurulduğunda bu lige katıldı. Takım 1963'de Philadelphia'ya taşınana kadar bu isimle anıldı. 1950'li yılların başında oldukça başarılı bir dönem geçirdi. 1950 ve 1954'te NBA Finali'ne çıkmasına rağmen ikisinde de Minneapolis Lakers'a kaybetti. Takım bu isimle tek şampiyonluğuna 1955 yılında Fort Wayne Pistons'ı 4-3'le geçerek ulaştı. Asurlular Asurlar veya Asurlular ya da Asuriler ܐܵܣܘܿܪܵܝܵܐ, (günümüz Süryani, Keldani ve Nasturi kiliseleri) aslen Kuzey Irak'ta, Dicle kıyısında bulunan Asur ("Aššur") Şarkat Kalesi kenti ve çevresinde yaşayan bir Sami toplulukken özellikle MÖ 2000 sonrası Doğu-Batı arası küresel ticaretten faydalanarak gelişmiş ve topraklarını genişleterek ülkelerini bir imparatorluğa dönüştürmüş Antik çağ halkı. Anadolu'daki en büyük ticaret kolonileri Kültepe (Kayseri)'de bulunmaktaydı. Başkentleri Ninova'dır. İlkçağda, Ortadoğu'nun en büyük imparatorluklarından biri olmuştur. MÖ 2. binyılın başından itibaren özellikle Anadolu'da koloniler kurmuş, Anadolu'ya yazıyı taşımışlardır. Asur ülkesi, önceleri Babil'e, MÖ 2. binyılın büyük bölümü boyunca Mitannilere bağımlı kalsalar da MÖ 14. yüzyılda bağımsızlıklarını kazanmış ve Fırat'a kadar topraklarını genişleterek buralara yerleşmişlerdir. Daha sonra Mezopotamya'da, Anadolu'nun güneydoğusunda, zaman zaman da Suriye'nin kuzeyinde büyük güç kazanmışlardır. Fakat I. Tukulti-Ninurta'nın ölümünden (MÖ 1208) sonra gerileme dönemine girdi. MÖ 11. yüzyılda I. Tiglat-Pileser zamanında kısa süre yeniden eski gücüne kavuştuysa da, bunu izleyen dönemde hem Asur Krallığı, hem de düşmanları, yarı göçebe Aramiler'in akınlarıyla yıprandı. MÖ 9. yüzyılda Asur kralları sınırlarını yeniden genişletmeye başladılar; MÖ 8. yüzyılın ortasından, MÖ 7. yüzyılın sonuna değin III. Tukultī-Apil-Ešarra ("III. Tiglath-Pileser"), II. Šarru-Kinu ("II. Şarrum-Ken, II. Sargon") ve Sin-Ahhe-Eriba ("Sinahherib") gibi güçlü kralların önderliğinde Basra Körfezinden Mısır'a kadar uzanan toprakları egemenlikleri altında birleştirerek günümüzde Yeni Asur İmparatorluğu olarak adlandırılan bir imparatorluk kurdular. Son büyük Asur kralı, Aššur-Bāni-Apli ("Aššurbanipal")'di. Aššur-Bāni-Apli ("Aššurbanipal") (Aššurbanapal, "Ailein Halefi - Son Büyük Asur Kralı"), Elam'ı ele geçerek buranın halkını yok etmiştir. Bu dönemde sanatta büyük bir gelişme olduğu bilinmekteyse de, hükümdarlığın son yılları ve MÖ 627'deki ölümünü izleyen dönemin olayları karanlıkta kalmıştır. Asur Krallığı MÖ 612-609'da Keldaniler'in saldırılarıyla yıkıldı. İmparatorluğun çökmesiyle birlikte Asur halkı da tarihi kayıtlardan silinir. Son olarak Harran ve çevresinde yaşadıkları bilinmekle birlikte kayıtlarda yeralmasa da eski imparatorluk topraklarında daha sonraki yüzyıllarda da yaşamlarını sürdürdükleri ve zamanla bölgenin diğer halkları içinde eriyip gittikleri aşikardır. Zalimlikleri ve savaştaki atılganlıklarıyla tanınan Asurlular, anıtsal yapılar da bıraktılar. Ninova, Asur, Kalah (Nimrud), Dur Şarrukin (Horsâbad) ve başka yerlerde bulunan kalıntılar, Asurların mimarîdeki ustalığını göstermektedir. MÖ 612'de Babil kuvvetleri tarafından Asur Devleti'ne son verilmiştir. Bu çağ, MÖ 2100-1800 yılları arasındadır. Kral İllusuma (MÖ 2000), Asurluları müstakil bir devlete kavuşturdu. Kendinden sonra da İrisum ve İkunum bağımsızlığı sağlamlaştırarak memleketi imar ettiler. Bunlardan sonra Asurlu I. Sargon, devletin sınırlarını doğuya doğru iyice genişletti ve Anadolu ile olan bu büyük ticareti geliştirdi. Bu çağa ait tarihi bilgiler ancak kazılarda bulunan eserlerden öğrenilmektedir. Asur şehri stratejik konumuyla önemli bir ticaret merkezi haline gelmiştir. Asurlular, Anadolu şehir devletlerine kumaş ve kalay gibi çeşitli şeyler satarak karşılığında altın veya gümüş almış ve koloni faaliyetlerinde bulunmuşlardır. İskarpela İskarpela (İtalyanca "scarpello, scalpello"), ağaç işlerinde ahşaba şekil vermek üzere kullanılan el aleti. Çeşitli kalınlıklarda olabilir. Ağız genişliği 0,5 cm'den 4 cm'ye kadar değişir. Ağaç kabuğunu soyma, iki tahtayı biribirine tutturmak için açılan oyuklar en çok kullanıldığı yerlerdir. Ağızları eğimli olanlar en kullanışlı olanlardır. Ağaç kabuğu soyma, geçme, oluk açma iskarpelaları ayrı ayrıdır. Yapılacak işlere göre ağızları değişik olanlar vardır. Düz, ince, ay şeklinde ağızı olanlar en çok kullanılanlardır. Tehcir Tehcir veya Zorunlu göç, bir topluluğu yaşadığı yerden göç ettirme, göç etmesine sebep olma, sürme. Tehcir sözcüğü, Arapça hicret (göç etmek) kelimesinden gelir. Göçler toplumsal bellekte önemli bir yere sahiptir. Örneğin bazı Müslüman topluluklarında hala kullanılmakta olan Hicri Takvim, Müslümanlar'ın Mekke'den Medine'ye göçlerini başlangıç olarak almıştır. Tehcir, Osmanlı Devlet Hukukunda kökenini Kur'an-ı Kerim'den alır ve dayandırır. Çağdaş hukuk ve batı hukukunda birebir kavramsal karşılığı yoktur. Yalnızca Osmanlı Hukuk sisteminin, Dünya hukuk literatürüne soktuğu bir kavramdır. Bir kişinin, topluluğun güvenliğini diğerlerine karşı sağlamak üzere bulunduğu ortamdaki olası olumsuzluk ve huzursuzluklardan kurtarmak için devlet eli ve iradesi ile devlet sınırları içerisinde daha uygun ve sorun çıkması olanaksız yerlerine geçici veya kalıcı olarak göç ettirilmesidir. Tehcir, sınırdışı etmez, sınır içinde yer değiştirtir, Osmanlı Hukuk ve hukuk sistemini kavramadan bu kavramı tam olarak anlamak çok zordur. Osmanlı tarihinde en büyük ve önemli tehcir uygulaması sanıldığı gibi Ermenilere değil öncelikle Karamanoğullarından olan Türklere ve Alevi Türkmen boy ve yörüklerine uygulanmıştır. Örnekler: Türkmen Alevi Dedeşli oymağının tüm Karadeniz sahillerine, Karamanoğulları Türkleri'nin Sudan, Mısır ve İran'a dağıtılarak tehcir edilmesi. Bir topluluğun yaşadıkları bir bölgeden başka bir bölgeye bedensel ya da ruhsal baskıyla göç ettirilmesi ve yerleştirilmesi durumudur. Tarihte bunun birçok örneğine rastlanmakla birlikte nedenleri çok çeşitli olmuştur. Türkler ve Müslümanların Balkanlar'dan göç ettirilmeleri bu bağlamda örnek gösterilebilir. Indiana Indiana, ABD'nin bir eyaleti. Başkenti Indianapolis şehridir. Adı, Kızılderililerin yurdu anlamına gelir. Milat'tan önceki dönemlerden itibaren yerleşilmiş olsa da, bilinen tarihi ancak 17. yüzyılda Avrupalıların bölgeye ulaşmasından sonrasını içerir. Önceleri Fransızların etki alanında olan bölge daha sonra İngilizlerin kontrolüne bırakılmış, ABD'nin bağımsızlığını kazanmasından sonra da bu ülkenin bir parçası olmuştur. Eyalet statüsünü ise 1816 yılında kazanmıştır, ABD'nin 19. eyaletidir. Kuzeyde Michigan Gölü ve Michigan eyaleti, doğuda Ohio eyaleti, güneyde Kentucky eyaleti, batıda ise Illinois eyaleti ile komşudur. Ayrıca İndiana'da bulunan Gary şehri(siyahların mahallesi) popun kralı Michael Jackson'ın doğum yeri olması sebebi ile çok özel bir şehirdir. Coğrafi olarak diğer Ortabatı eyaletleri gibi düzlüğüyle dikkati çeker, fakat güneyi yine de biraz engebelidir. Bundan yüz elli yıl kadar önce neredeyse tamamen ormanlık olan bölge avrupalı yerleşmecilerin ulaşmasıyla hızla ağaçsızlaşmış, eyaletin büyük bir kısımı tarla olarak kullanıma açılmıştır. Bunun istisnası gene eyaletin güneyindeki dağınık ormanlık alanlardır. Genelde küçük kasabalar şeklinde yerleşilmiş olan eyalette en büyük şehir bir buçuk milyonu aşan nüfusuyla Indianapolis'tir. Onu Fort Wayne, Evansville ve Michigan City izler. Eyaletin kuzeybatı ucu Chicago şehrine komşudur ve buranın bir banliyösü durumundadır. Eyalette toplam nüfus 6 milyon civarındadır. Tarımsal olarak eyalette mısır üreticiliği ön plandadır. Bunu soya fasulyesi ve hayvancılık izler. Endüstriyel üretimde ise eyaletin kuzey yarısında ağır endüstri ön plandadır, güney yarıda fazla bir endüstri bulunmaz. ABD genelinde, küreselleşmenin bir sonucu olarak bu tür endüstri daha ucuz işgücü bulmak amacıyla ABD dışındaki ülkelere kaymaya başlamış olsa da, İndiana işgücünün kalifiye olması ve büyük şürketler yanlısı çalışma yasaları sayesinde bu durumdan nispeten az