text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, ceza infaz kurumunun koşullarının başvurucunun mevcut hastalığına uygun olmaması ve bu koşulların düzeltilmesi talebinin reddedilmesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 7/12/2012 tarihinde Aydın Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 26/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve dosyanın bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlığın 27/2/2015 tarihli görüş yazısı 10/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 24/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu, Bakanlık görüşü ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde hakkında verilmiş olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı dolayısıyla Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda barındırılmaktayken başka ceza infaz kurumlarına nakledilmiş olup hâlihazırda İzmir 2 No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucunun Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna Nakledilinceye Kadar Yaşadığı Süreç Başvurucu, Aydın E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda barındırılmaktayken 16/2/2011 tarihinde İzmir 1 No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir. Başvurucu, İzmir 1 No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktayken 8/4/2011 tarihinde Kurum doktorunca yapılan muayene sonucunda "kronik bronşit, mevsimsel alerjik rinit, sinüzit rahatsızlıkları bulunduğundan ve sık enfeksiyon geçirdiği ve buna bağlı sürekli ilaç kullanmak zorunda kaldığından tek kişilik odada kalmaması" uygun görülmüştür. Başvurucunun, solunum rahatsızlığı ve alerjik atak şikâyetleri ile aynı Kurum Doktorluğuna başvurması üzerine kendisine çeşitli tedaviler uygulanmış ancak yanıt alınamayınca başvurucu, İzmir Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiştir. Bu Hastaneden alınan 7/6/2011 tarihli ve 3302 sayılı heyet raporunda başvurucunun "alerji yönünden alerji polikliniği bulunan bir kurumda alerji uzmanı tarafından değerlendirilmesi, astım bronşiale tanısı nedeni ile tozlu, dumanlı, rutubetli ortamlarda bulunması sakıncalı olduğu" tespitine yer verilmiştir. Heyet raporu ve yapılan alerji testlerinde başvurucuda güçlü ev tozu, küf mantarı, ağaç karışımı-ısırgan otu alerjisi ile altamata alerjisi tespit edilmiş ve başvurucuya astım bronşiale tanısı konmuştur. Kurum doktorunca 10/6/2011 tarihinde verilen raporda bahsi geçen heyet raporu ve yapılan alerji testleri dikkate alınarak başvurucunun "Söz konusu maruziyetlerden (nem, toz, duman, rutubetli ortam, ağaç ve çiçek polenleri gibi) uzak olması en az uygulanan tedaviler kadar önemlidir. Verilen raporlar göz önüne alındığında, cezaevimiz yerleşiminin ağaçlık bir bölgede olması nedeniyle hastanın alerjik durumu ve astım hastalığının da tetiklenmemesi ve ilerlememesi için daha uygun bir cezaevine nakli" uygun görülmüştür. Aynı Kurum doktoru, 18/7/2011 tarihli raporunda ise başvurucuya astım bronşiale tanısının konduğunu; bu sebeple tozlu, dumanlı, rutubetli ortamlarda kalmaması, koğuşun havalandırılması, koğuşta hava sirkülasyonunun sağlanması gerektiğini belirtmiştir. Başvurucunun, alınan raporlarını da sunarak hastalık nedeniyle naklini talep etmesi üzerine Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü (Genel Müdürlük) 12/7/2011 tarihinde hastalık nedeniyle ve yol masraflarını ödemesi koşuluyla başvurucunun Nazilli E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesine karar vermiştir. Başvurucu Nazilli E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesinden sonra Disiplin Kurulu Başkanlığının 23/8/2011 tarihli kararıyla on gün hücre cezası almış, karar Nazilli İnfaz Hâkimliğinin 26/9/2011 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucu hücre cezasının infaz edilip edilemeyeceğinin tespiti için Nazilli Devlet Hastanesine sevk edilmiştir. Hastaneden alınan 11/10/2011 tarihli sağlık raporunda " hastanın mevcut klinik durumu ve verilen heyet raporlarına istinaden ... kişinin hücre ortamında kalması sağlığı açısından sakıncalı olduğu"nun belirtilmesi üzerine Nazilli E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin Kurulu Başkanlığının 20/10/2011 tarihli ve 2011/6 sayılı kararıyla başvurucu hakkında daha önceden verilmiş olan on gün hücre cezası yirmi gün ziyaretçi kabulünden men cezasına çevrilmiştir. Yine başvurucu hakkında Nazilli Devlet Hastanesinden alınan 1/12/2011 tarihli sağlık kurulu raporunda "sağlık sorunundan ötürü başka bir ilde bulunan infaz kurumuna naklinin uygun olduğu" belirtilmiştir. Başvurucu, çeşitli tarihlerde (28/8-15/11-1/12-4/12/2011, 1/1/2012) yazdığı dilekçelerle Kurumda yakılan kömürün ve Kurum koşullarının, sağlığını olumsuz yönde etkilediğini belirterek naklini talep etmiştir. Mezkûr rapora istinaden başvurucunun 12/1/2012 tarihinde, hastalık nedeniyle ve yol masraflarını ödemesi koşuluyla Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesine karar verilmiştir. Başvurucuya Nazilli E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin Kurulu Başkanlığınca 29/12/2011 tarihinde verilen ve Nazilli İnfaz Hâkimliğince 10/2/2012 tarihinde onanan on iki gün hücre cezası, cezayı infaz edecek Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin Kurulu Başkanlığınca Nazilli Devlet Hastanesinden alınan 11/10/2011 tarihli sağlık raporu dikkate alınarak yirmi dört gün ziyaretçi kabulünden men cezasına çevrilmiştir. Başvurucu Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunmaktayken Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesinden alınan 1/6/2012 tarihli ve 6733 sayılı sağlık kurulu raporunda "Hastalığının tedavisi mahalinde yapılabilir. Astım bronşiale krizi halinde acil tedavisi gereklidir." tespiti yapılmıştır. Başvurucu çeşitli tarihlerde Antalya'nın nem oranının sağlığını olumsuz etkilediğini, Aydın'da olan ailesini bir daha görememek pahasına olsa da İstanbul’da hasta mahkûmlar için açılan Metris R Tipi Ceza İnfaz Kurumuna naklini talep etmiştir. Başvurucu, Genel Müdürlüğün 10/8/2012 tarihli kararına istinaden 18/8/2012 tarihinde güvenlik gerekçesiyle Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir. Başvurucunun Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda Yaşadığı Süreça. Oda Değişiklikleri Başvurucu, Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledildikten sonra 23/8/2012 tarihine kadar geçici olarak bodrum kat G blok koridor müşahede odasında tutulmuştur. Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdari ve Gözlem Kurulu Başkanlığı 23/8/2012 tarihli ve 2012/4105 sayılı kararıyla başvurucunun zemin kat A blok koridor 3 No.lu odaya yerleştirilmesine karar vermiştir. İdari ve Gözlem Kurulu Başkanlığı 23/8/2012 tarihinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasından hükümlü olanların bahçe saatlerini görüşmek üzere toplanmış ve 2012/4111 sayılı kararıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasından hükümlü olanların ceza sürelerinin fazlalığı nedeniyle topluma kazandırılmaları, sağlıkları ve güvenlikleri açısından bahçe saatlerinin sabah 00'da başlayıp 00'de bitmesine, öğleden sonra ise yaz aylarında 00'de başlayıp 00'da bitmesine (kış aylarında 30'da başlayıp 30'da bitmesine) karar vermiştir. 3 No.lu odada kalan başvurucu ile 1 ve 2 No.lu odalarda kalan hükümlülerin 31/8/2012 tarihinde, anlaşamadıkları ve huzursuzluk yaşadıklarından bahisle havalandırma bahçesine ayrı ayrı çıkmayı talep etmeleri üzerine İdari ve Gözlem Kurulu Başkanlığı 3/9/2012 tarihli ve 2012/4201 sayılı kararıyla 1, 2 ve 3 No.lu odalarda kalan hükümlülerin ayrı ayrı saatlerde havalandırma bahçesine çıkmaları yönünde karar vermişse de aynı Kurul Başkanlığı 24/9/2012 tarihinde yeniden toplanarak 3/9/2012 tarihli ve 2012/4201 sayılı kararı iptal ederek 1, 2, ve 3 No.lu odalarda kalan hükümlülerin sabah 00-00, öğleden sonra ise yaz aylarında 00-00 (kış aylarında 30-30) saatlerinde havalandırma bahçesini kullanmalarına karar vermiştir. Başvurucunun kaldığı 3 No.lu odanın havalandırmasının üçgen biçiminde olması nedeniyle yetersiz gelmesi, 1 ve 2 No.lu odadaki hükümlülerin sigara içmeleri nedeniyle odasının değiştirilmesini talep etmesi sonucu 5/10/2012 tarihinde İdari ve Gözlem Kurulu Başkanlığı başvurucunun B blok koridor 8 No.lu odaya yerleştirilmesine karar vermiştir. Başvurucunun, 8 No.lu odaya civardaki tavuk çiftliklerinden keskin kokular gelmesinden şikâyet etmesi üzerine 19/10/2012 tarihli karar ile tavuk çiftliğinin tersi istikamette bulunan ve sigara içmeyenlerle birlikte havalandırma bahçesini kullanabileceği C blok koridor 2 No.lu odaya yerleştirilmesine karar verilmiştir. Başvurucunun oda ve koğuşunun değiştirilerek birkaç metrekare daha büyük olan ve yeni boşalan zemin kat C blok koridor 5 No.lu odaya yerleştirilmesini talep etmesi üzerine 20/12/2012 tarihinde toplanan İdari ve Gözlem Kurulu Başkanlığı, talep edilen odanın sağındaki ve solundaki odalarda sigara içiliyor olması ve hükümlünün astım hastası olması sebebiyle sağlığını olumsuz yönde etkileyeceğinden oda değişikliğini uygun görmemiştir. b. Başvurucunun Sağlık Durumu ve Nakil Talepleri Başvurucu hastalığı nedeniyle Metris R Tipi Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesini talep etmiştir. Genel Müdürlük talebi değerlendirebilmek için 19/7/2013 tarihli yazısıyla başvurucunun son sağlık durumuna göre tedavi görmesini gerektirir bir rahatsızlığının olup olmadığı, varsa hastalığın sebebi, ne tür bir tedavi uygulanması gerektiği veya önerildiği, tedavisinin mahallinde yapılıp yapılamadığı, yapılamıyorsa nedeninin açıkça belirtilmesinin araştırılması için başvurucu hakkında sağlık raporu düzenlenmesini istemiştir. 31/7/2013 tarihinde Pamukkale Üniversitesinden alınan sağlık kurulu raporunda "hastanın semptomlarına bakıldığı zaman son bir ayda gece uyanmaları, nefes darlığı ve hırıltı şikayeti haftada üçten fazla olduğu görülmektedir. Solunum fonksiyon testleri normal gözükmesine rağmen bu klinikte astımın kontrol altında olmadığı her an hayatı tehdit edici atak riski altında olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle çevresel koşulların daha uygun (keskin kokular, sigara dumanı, rutubet, hava kirliliği vs bulunmadığı) bir yere naklinin uygun" olduğu belirtilmiştir. Alınan rapor üzerine Genel Müdürlük 4/9/2013 tarihinde, üstteki paragrafta anılan sağlık kurulu raporunda belirtilen hususları gözönünde bulundurarak gerekli önlemlerin alınmasını ve başvurucunun cezasının infazına bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunda devam olunması gerektiği şeklinde karar vermiştir. Başvurucunun, 9/9/2013 tarihli dilekçesiyle hakkındaki raporda hayati risk altında olduğunun ve naklinin öneminin vurgulandığını, bulunduğu Kurumun yanındaki tavuk çiftliğinden, mermer ve taş ocaklarından gelen koku, duman ve tozların astım krizlerine neden olduğunu belirterek astım-immünoloji hastanesinin olduğu bir yere naklini talep etmesi üzerine Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü 10/9/2013 tarihinde tekrar bir sağlık raporu düzenlenmesini istemiştir. Bu raporda Genel Müdürlüğün 19/7/2013 tarihli yazısıyla başvurucunun son sağlık durumuna göre tedavi görmesini gerektirir bir rahatsızlığının olup olmadığı, varsa hastalığın sebebi, ne tür bir tedavi uygulanması gerektiği veya önerildiği, tedavisinin mahallinde yapılıp yapılamadığı, yapılamıyorsa nedeninin açıkça belirtilmesi gerektiği, ayrıca 31/7/2013 tarihli raporda tedavinin Denizli ilinde yapılıp yapılamayacağı, yapılamama nedeninin açıkça belirtilmediği anlaşıldığından Pamukkale Üniversitesinden yeni bir rapor tanzim edilmesi istenmiştir. Bunun üzerine Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanınca 30/9/2013 tarihli aşağıdaki yazı hazırlanmıştır:"Astım çeşitli alerjenlere ya da tahriş edici etkenlere bağlı olarak havayollarında yangı ve daralmayla seyreder. Bu daralma geçici olup kendiliğinden veya ilaçlarla düzelebilir. Muayene sırasında hastalık kontrol altında ise solunum fonksiyonlarında herhangi bir bozukluğa rastlanmaz. (...) Astım tam olarak tedavi edilebilir bir hastalık değildir. Bu nedenle sadece Denizli'de dünyanın hiçbir yerinde tam tedaviden bahsetmek mümkün değildir. Ama astımda temel sorun nerede nasıl tedavi edileceğinden ziyade tedavi altındayken bile hastanın hastalığının kontrol altında olup olmamasıdır. (...) Eğer Mete Dursun'un bize bildirdiği gibi şikayetleri varsa tedaviye rağmen hastalıklarının kontrol altında olmadığına karar veririz. Böyle bir durumda öncelikle hastanın yaşadığı ortamın düzeltilmesi gerekir. Aşırı koku, toz sigara dumanı, diğer tahriş edici dumanların olmadığı ve düzenli havalandırılan, soğuk olmayan bir ortamın sağlanması hastalığın kontrolünü sağlamada atılacak ilk adımlar olmalıdır. (...) " Pamukkale Üniversitesinden 3/10/2013 tarihinde alınan sağlık kurulu raporunda da yukarıdaki hususlar aynen tekrar edilmiştir. Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü 13/11/2013 tarihinde, 30/9/2013 tarihli raporda belirtilen sebeplerle başvurucunun naklinin uygun görülmediği ve raporda belirtilen hususlar göz önüne alınarak gerekli önlemlerin alınmasını ve başvurucunun cezasının infazına bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunda devam olunması gerektiği şeklinde karar vermiştir. Başvurucunun daha sonra 11/11/2013 ve 27/12/2013 tarihlerinde de astım-immunoloji hastanesinin olduğu İstanbul iline veya daha önce herhangi bir sağlık sorunu yaşamadan kaldığı Aydın E Tipi veya Yenipazar Kapalı Ceza İnfaz Kurumlarından birine naklini içeren aynı taleplerde bulunması üzerine 13/11/2013 tarihli ret yazısıyla cevap verilmiştir. Başvurucu hakkında 22/1/2014 tarihinde Pamukkale Üniversitesi sağlık kurulu raporunda önceki tanılara ilave olarak hiperlipidemi, hipertansiyon tanısı konmuş ve başvurucunun her an için astım atağına girme ihtimalinden dolayı “Odada tek başına kalması uygun değildir. Odası havadar, sigara içilmeyen, güneş gören geniş bir oda olmalıdır; sigara dumanı, temizlik ve kozmetik ürünler hastalığı alevlendirdiği için böyle ortamların oluşmaması sağlanmalıdır. Tüm bu şartlar sağlanamadığı takdirde başvurucunun çevresel koşulları daha uygun olan başka bir yere sevki uygundur.” denilmiştir. Başvurucunun 10/2/2014 tarihinde hastalık nedeniyle naklini talep etmesine istinaden Genel Müdürlük 21/2/2014 tarihli yazında başvurucunun hastalık nedeniyle ve yol masraflarını ödemesi koşuluyla Ödemiş M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesine karar vermiştir.c. Başvurucunun Denizli İnfaz Hâkimliğine Başvurusu Neticesinde Verilen Kararlar Başvurucu 28/8/2012 tarihli dilekçesiyle Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna geldikten sonra sağlık durumunu (astım bronşit, ileri derecede alerji, kalp ritim bozukluğu hastası) Kurum müdürüne anlatarak raporlarını sunmasına ve cezasının sağlığını koruyabilecek şartlarda çektirilmesini istemesine rağmen iki kişinin de sigara içtiği bir üniteye verildiğini, 18 metrekarelik havalandırma bahçesine sigara içen kişilerle birlikte günde toplam dört saat çıkarıldığını, geriye kalan yirmi saati 5 metrekare büyüklüğünde yürüyecek yeri ve havalandırma penceresi olmayan sadece 30x40 cm ebadında tuvalet penceresi olan rutubetli bir odada geçirdiğini ileri sürmüş ve ileri derecede astım hastası olması nedeniyle Ceza İnfaz Kurumunun bu koşullarının iyileştirilmesini Denizli İnfaz Hâkimliğinden talep etmiştir. Denizli İnfaz Hâkimliği 18/9/2012 tarihli ve E.2012/456, K.2012/455 sayılı kararıyla talebin reddine karar vermiştir. Ret kararının gerekçesi şöyledir: "...Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun 5/9/2012 tarihli ve 2012/26966 sayılı yazıları ile hükümlü Mete DURSUN' un Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 10/8/2012 tarihli ve 117085 sayılı emirleri ile Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan güvenlik nedeniyle 18/8/2012 tarihinde kurumlarına geldiği, muhtelif suçlardan Aydın Ağır Ceza Mahkemesinin 14/6/2010 tarihli ve 2010/816 sayılı içtima kararı ile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasından hükümlü olduğundan Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazının maddesinin a-b ve devamı fıkraları gereğince "Hükümlü tek kişilik odada barındırılır, hükümlüye günde 1 saat açık havaya çıkma ve spor yapma hakkı tanınır" hükümleri gereğince hükümlünün tek kişilik oda olan ve üç kişinin aynı havalandırma bahçesini kullandığı zemin A 4/3 nolu odaya verildiği, durumları ve iyi halleri göz önüne alınarak açık havaya çıkma haklarının 2 saate çıkarıldığı, hükümlü Mete DURSUN havalandırma bahçesine yan odasında kalan hükümlülerden ayrı olarak tek başına çıkmak istediğini beyan ettiğinden havalandırma bahçesine tek başına 30 -30 saatleri arasında çıkartıldığı, Ceza İnfaz Kurumumuz tek kişilik odaların bulunduğu blokların fiziki yapısının bu şekilde olduğu, cezasından dolayı çoklu odaların bulunduğu kısımlara verilemediği, sağlığı yönünden Aile hekimliğimiz tarafından gerekli takiplerinin yapıldığı bildirilmiş olmakla, hükümlünün talep başvurusu yerinde görülmediğinden..." Başvurucunun babası 28/9/2012 tarihinde ileri derecede astım hastası olan oğlu Mete Dursun'un sigara içenlerle aynı üniteye yerleştirilmesi, avlu havalandırmasının çok sınırlı olması, kaldığı odada mutfağın ve pencerenin olmaması sebebiyle sağlığının kötüye gittiğini ileri sürmüş ve Ceza İnfaz Kurumu koşullarının iyileştirilmesi talebiyle Denizli İnfaz Hâkimliğine başvurmuş; Mahkeme, mükerrer talebi 1/10/2012 tarihli ve E.2012/456, K.2012/455 sayılı kararıyla reddetmiştir. Başvurucunun itirazı üzerine Denizli Ağır Ceza Mahkemesi 31/10/2012 tarihli ve 2012/1336 Değişik İş sayılı kararıyla itirazı reddetmiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir. İtirazın reddi kararının gerekçesi şöyledir:"Hükümlüye ait İnfaz Hâkimliği dosyasının incelenmesinde hükümlünün 28/8/2012 havale tarihli dilekçe ile sağlık sorunlarına ilişkin raporları eklemek suretiyle Ceza İnfaz Kurumu'nda sağlığını koruyabileceği imkanlarının oluşturulması talebinde bulunması üzerine Denizli İnfaz Hâkimliği’nce hükümlü ile ilgili yapılan işlemlerin araştırılarak bildirilmesi hususunda Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü'ne yazı yazıldığı, Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü'nün 5/9/2012 tarihli cevabı yazısında hükümlünün durumu ve iyi hali gözönüne alınarak açık havaya çıkma hakkının iki saate çıkarıldığı, havalandırma bahçesine diğer hükümlülerden ayrı olarak tek başına çıkarıldığı, hükümlünün cezasının niteliği itibari ile çoklu odaların bulunduğu kısımlara verilemediği, sağlığı yönünden aile hekimliği tarafından gerekli takiplerinin yapıldığının bildirilmesi üzerine Denizli İnfaz Hâkimliği’nin 18/9/2012 tarihli ve E.2012/456, K.2012/455 sayılı kararı ile hükümlünün talebinin yerinde görülmediğinden reddine karar verildiği, bu kararda usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı, hükümlünün babası DURSUN tarafından hükümlünün sağlık durumuna göre cezaevi şartlarının düzeltilmesi yönünde talepte bulunulması üzerine aynı doğrultudaki taleple ilgili daha önce İnfaz Hâkimliği’nce karar verilmiş olması nedeniyle mükerrer talebin reddine karar verildiği, bu kararın da usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından hükümlünün vaki itirazının reddine karar vermek gerekmiştir." Ret kararının başvurucuya 12/11/2012 tarihinde tebliğ edildiği ve 7/12/2012 tarihli bireysel başvuruda süre aşımı olmadığı tespit edilmiştir.d. Başvurucunun Kurum Müdürü Hakkında Suç Duyurusunda Bulunması ve Devam Eden Süreç Başvurucu; bireysel başvuru tarihinden sonra 5/9/2013 tarihli dilekçe ile Kurum müdürünün, Bakanlığa yazdığı nakil talepleri ve Cumhuriyet savcısıyla odanın durumu hakkında konuşması nedeniyle kendisine kasten tavır aldığını, sağlık durumu hakkında hiçbir şey yapmadığını, dilekçelerinin ilgili yerlere iletilmediğini, kendi gibi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını infaz eden ve hayati riski olduğuna dair heyet raporu bile olmayan H.K.nın dört kişilik odaya alınmasına, B.nin havalandırma kapısının sürekli açık bırakılmasına rağmen kendi taleplerinin dikkate alınmadığını belirterek Kurum müdüründen şikâyetçi olmuştur. Kurum müdürü verdiği yazılı savunmasında başvurucunun talepleri doğrultusunda odasının değiştirildiğinden, havalandırmanın dört saate çıkarıldığından, keskin kokulardan etkilenmeyeceği bir bölüme yerleştirildiğinden ancak traverten taşlarının tozlarından oluşan hava kirliliği ile hükümlü tutuklu odalarındaki rutubetin fiziki yapıdan kaynaklanması nedeniyle alınabilecek bir önlemin olmadığından bahsetmiştir. Kurum müdürü ayrıca başvurucunun "Cumhuriyet Savcısının verdiği görevleri yerine getirmiyorsunuz, benim sağlığım ile ilgilenmiyorsunuz, Cumhuriyet Başsavcılığına ve Adalet Bakanlığına şikâyet edeceğim." demesi üzerine ilgili tüzüğe göre Kurum müdürlüğünü sürdürdüğünü, Kurumdaki hükümlü ve tutuklulara ayrı davranmadığını, “Kurumu savcı değil, ben yönetirim.” ifadesini kanun, tüzük, yönetmelikler doğrultusunda “yönetir” şeklinde ifade ettiğini ve yine K.T. hakkında verilen "tek başına kalmayacağı bir koğuşta kalması uygun olduğuna" dair rapor üzerine çoklu odada tutulduğunu, B.nin ise şartlı tahliyeden geri alınan cezasının infazı nedeniyle tam gün havalandırma kapısının açık olduğunu, bu cezanın bitmesiyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası için ayrılan bölüme geri alınacağını ve başvurucu hakkında alınabilecek tüm tedbirlerin alındığını belirtmiştir. Başvurucu; Denizli Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu 25/11/2013 ve 27/11/2013 tarihli dilekçeleriyle sağlık kurullarınca verilen raporlara istinaden başka bir ceza infaz kurumuna nakil talep ettiğini, buna karşın Genel Müdürlüğün sağlık kurulu raporunda belirtilen hususlar göz önünde bulundurularak gerekli önlemlerin alınmasını ve başvurucunun cezasının infazına, bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunda devam olunması gerektiği şeklinde cevap vermesine rağmen Kurum müdürünün kasten hiçbir iyileştirme yapmadığını ve nakli için alınması istenen sağlık kurulu raporlarına gerekli açıklıkta üst yazı yazılmadığı için yanlış veya eksik sağlık raporu düzenlenmesine sebep olduğunu belirterek şikâyetçi olmuştur. Başvurucunun yan odasında kalan hükümlü Y., 24/12/2013 tarihli dilekçesiyle kaldıkları odaların 8 metrekare olduğunu, kaldıkları Kurumun etrafındaki tavuk çiftliği ile taş ve mermer ocaklarının tozlarına kendilerinin bile zor dayandığını, başvurucu Mete Dursun'un bunlardan korunmak için odasının camını kapatınca havasız kaldığını ve hastalığı nedeniyle sürekli kriz geçirdiğini, aynı blokta kalan dokuz kişiden altısının (yan avluya bakan) sigara içtiğini ve koridordan gelen dumana maruz kaldıklarını, Kurum müdürünün; sağlık kurulunun "Hayati risk altında olduğundan başka kuruma nakli gerekir." şeklindeki raporundan tavuk çiftliklerinin ve taş ocaklarının etkisi anlaşılmadığından bu durumun raporda belirtilmesi gerektiği söylenmesine rağmen yeni alınacak doktor raporunda da aynı üst yazıyla sorular sorarak eksik rapor düzenlenmesine neden olduğunu, hiçbir koşulun iyileştirmediğini, yine Kurum müdüründen istenen yardıma rağmen başvurucuyla ilgilenilmediğini, Savcının “5 No.lu tekli odalara verilsin.” (Her blokta toplam dokuz oda vardır ve 5 No.lu oda dışındaki odalar 8 metrekare iken 5 No.lu oda 14 metrekaredir.) demesine kızıp öfkelendiğini, bir zaman sonra 5 No.lu oda boşaldığında yan odalarında sigara içildiği bahanesiyle başvurucunun bu odaya geçirilmediğini, hâlbuki 4 ve 6 No.lu odalar aynı büyüklükte olduğundan gerekli değişiklikler kolayca yapılabilecekken kasten yapılmadığını, Kurumu savcının değil, kendinin yönettiğini söylediğini, sonuç olarak Kurum müdürünün Mete Dursun'a kasten ve düşmanca hislerle eziyet çektirdiğini belirterek Kurum müdürünün eylemleri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu, Kurum müdürü ve Kurum doktorunun ifadeleri alınmıştır. Başvurucu genel olarak maruz kaldığı tutumdan, sigara dumanından korunamamasından, kattaki rutubetsiz odalardan birine veya biraz daha büyük olan 5 No.lu odaya nakledilmemesinden, sonuç olarak bulunduğu Kurumda hastalığı nedeniyle kendisine uygun ortam sağlanmadığından bahsetmiş; sadece sağlığına uygun koşulların oluşturulmasını istemiş, Kurum müdüründen şikâyetçi olmamıştır. Kurum müdürü ise başvurucunun odasının birkaç defa değiştirildiğini, havalandırmaya 4 saat çıkartıldığını, çevre köylerdeki çiftçilerin tarlalarına tavuk gübresi dökmesinden kaynaklanan kokuya ve mermer ocaklarından kaynaklanan toz ve dumana yapabilecekleri bir şey olmadığını, rutubetsiz olan kattaki odaların dolu olması ve 5 No.lu odaların ise rutubet ile koku durumunun aynı olması nedeniyle başvurucunun buralara yerleştirilmediğini, yan odasında sigara içmeyenlerin olduğunu fakat karşı odalardaki sigara dumanını imkânlar ölçüsünde giderdiklerini ifade etmiştir. Kurum doktoru ise talebi doğrultusunda ve başvurucunun sağlık durumu da dikkate alınarak idarece gerekli önlemlerin alındığını, başvurucunun Kurumda gözlem altında olduğunu ve hayati tehlikesi olmadığını ancak yörenin iklim şartlarının karasal karakteri nedeniyle soğuk ve kuru havanın rahatsızlığı tetikleyeceğini, Kurumun arkasında bulunan tavuk çiftliği ve mermer işletmelerinden gelen koku ve tozun da (Çevre sağlık teknisyenlerinin inceleme için geldikleri gün hava sirkülâsyonu veya başka sebeplerle koku tespit edilememiştir.) rahatsızlığını olumsuz etkileyebileceğini vurgulamıştır. Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı toplanan tüm deliller kapsamında 3/1/2014 tarihli ve 2014/122 sayılı karar ile kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara itirazı üzerine Nazilli Ağır Ceza Mahkemesi 19/2/2014 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü 2/1/2014 tarihinde Denizli Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne yazı yazarak kurum yerleşkesi etrafında bulunan tavuk çiftliğinden gelen keskin kokudan ve mermer ocaklarından gelen traverten taşlarının tozlarından astım hastası olan tutuklu/hükümlülerin etkilendiğini, tavuk çiftliği ve mermer ocaklarına yönelik gerekli ölçümlerin yapılarak Kuruma bildirilmesini istemiştir. Denizli Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü 7/2/2014 tarihli yazısıyla Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan önceki yıl da bu konuda dilekçeler alınması üzerine yapılan incelemede yakın çevrede herhangi bir tavuk çiftliğine rastlanmadığı ancak Kurum etrafındaki boş arazilere tavuk gübresi döküldüğünün tespit edilmesi üzerine gübrenin ilgili Belediyeye kaldırtıldığı, talep üzerine yapılan son denetimde tavuk çiftliği görülmediği gibi boş arazilere dökülmüş tavuk gübresine de rastlanmadığı ve herhangi bir koku da bulunmadığı, ayrıca denetim esnasında mermer tozuna da rastlanılmadığı ve durumun kendilerince takip altında olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun Hastalık Nedeniyle Nakli ve Sonrasında Devam Eden Süreç Başvurucunun 10/2/2014 tarihinde hastalık nedeniyle naklini talep etmesine istinaden Genel Müdürlük tarafından 21/2/2014 tarihli yazıyla başvurucunun hastalık nedeniyle ve yol masraflarını ödemesi koşuluyla Ödemiş M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesine karar verilmiştir. Başvurucu Ödemiş M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda her ne kadar sağlığı açısından sorun yaşamamışsa da hasımlarının olması ve can güvenliğinin olmaması nedeniyle nakil talep etmiş ve 2/4/2014 tarihinde güvenlik nedeniyle İzmir 2 No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir. Bu Kurumun İdare ve Gözlem Kurulu 3/4/2014 tarihinde toplanarak başvurucunun durumunu değerlendirerek kalacağı odanın sürekli güneş gören ve havalandırmasının yeteri kadar açık olabilecek, astım atağına girmesi durumunda ilk yardım müdahalesinin yapılması için ani müdahale birimine yakın, alerji yapabilecek durum ve temaslardan uzak olacak bir oda olması gerektiği fakat Kurumda bulunan tekli odaların bu koşulları sağlamadığı, bu sebeple konumu nedeniyle B-2 Blok 54 No.lu odanın hasta koğuşu olarak geçici olarak tahsisine, bu odada tek kalması uygun olmadığından bu koğuşta kalan hasta hükümlü/tutukluların yanına gönüllülük esasına dayalı hasta bakımını üstlenecek bir hükümlü verilmesine, talepler doğrultusunda odaların sık sık havalandırılmasına ve en az dört saat havalandırılmasına karar vermiştir. Ancak başvurucu bu odada yalnız kalmıştır. Kurumun Psiko-Sosyal Servisi, başvurucuyla yaptığı görüşme ve UYAP üzerinden incelenen dosyaya göre kronik astım hastası olan başvurucunun hastalığının ağır seyrettiğini, hastane ve doktor raporlarına göre bazı maddelere alerjisi olduğunu tespit etmiştir. Kurumun ve sosyal yaşam alanlarının özellikle açık veya kapalı spor salonlarının bu alerjenlerden arındırılması mümkün olmadığından başvurucunun sağlığını riske atmamak için tedbir amacıyla sosyal faaliyetlere başlatılmama kararı alınmıştır. 30/10/2014 tarihinde toplanan İdare ve Gözlem Kurulu, başvurucunun önceden alınan tüm sağlık raporları ve Kurumlarının fiziki yapısı ve konumunu birlikte değerlendirmesi neticesinde Kurumlarının çukur bir konumda bulunması nedeniyle rüzgârla taşınan toz, polen, duman vs.nin başvurucunun sağlık durumunu olumsuz etkilediğini bu nedenle başvurucunun muhtelif zamanlarda beş kez hastaneye sevk edildiğini; Kurumda, raporlarda belirtilen polikliniklerin bulunmadığını, en yakın sağlık kurumunun 18,6 km mesafede olup ulaşımın güç koşullarda sağlandığını, ayrıca ani müdahale gerektiren astım ataklarında 112 acil ekiplerinin Kuruma ulaşmasında ve hastanın hastaneye naklinde yaşanan zorlukların da başvurucu için hayati risk oluşturduğunu, Kurumdaki tek kişilik odaların fiziki yapısı nedeniyle raporlarda belirtilen havalandırma şartlarının yeteri kadar sağlanamadığını ve başvurucunun grup hâlindeki iyileştirme çalışmalarına ve sportif faaliyetlere katılamadığını belirterek müessif bir durumun yaşanmaması, başvurucunun tedavisinin ve infazının birlikte yürütülmesi ve belirtilen risklerin önlenmesi amacıyla başvurucunun R (rehabilitasyon) tipi kapalı ceza infaz kurumlarından birine veya bünyesinde sağlık ocağı bulunan ceza infaz kurumu kampüslerine naklinin uygun olacağı anlaşıldığından bu hususta alınan kararın takdir ve gereği için Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğüne gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucunun R (Rehabilitasyon) tipi kapalı ceza infaz kurumuna veya 24 saat sağlık hizmeti veren ceza infaz kurumu kampüslerinden birine naklini talep etmesi üzerine Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü 15/5/2015 tarihinde; başvurucunun Kurumda en uygun odaya yerleştirildiği, hâlen burada tek kaldığı, bu odada aşırı koku, toz, sigara dumanı vs. olmadığı, Kurumun imkânları doğrultusunda düzenli olarak havalandırılan ve soğuk olmayan bir ortamın sağlandığı, gerekli ilaç tedavilerinin uygulandığı, başvurucunun infazının ertelenmesi talebine ilişkin sürecin devam ettiği, daha önceki nakil taleplerinin de reddedildiği, 2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun uyarınca Kurum idaresinin hastalık nedeniyle nakil talep etme yetkisinin olmadığı ve tüm hükümlü ve tutukluların sağlık sorunları ile ilgili gerekli tüm tetkik ve tedavilerin özenle yerine getirildiği gerekçesiyle talebi reddetmiştir.B. İlgili Hukuk Ulusal Hukuk 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (g) bentleri şöyledir: "(1) Hükümlülerin gözlem ve sınıflandırılması aşağıdaki esaslara göre yapılır:a) Hükümlülerin kişisel özellikleri, bedensel, aklî ve sağlık durumları, (...) belirlenerek, durumlarına uygun infaz kurumlarına ayrılmaları ve bunlara göre saptanacak infaz ve iyileştirme rejimi; gözlem, inceleme ve değerlendirme yöntemiyle çalışan gözlem ve sınıflandırma merkezlerinde veya kapalı ceza infaz kurumlarının bu hizmete ayrılan bölümlerinde yapılır. (...)g) Gözlem sonunda, gözlem merkezi hükümlüye ait dosyayı görüşü ile birlikte Adalet Bakanlığına gönderir. Gözlem sonucuna göre hükümlünün gönderileceği infaz kurumu Bakanlıkça belirlenir. (...)" 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a), (b) ve (c) bentleri şöyledir:"(1) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı rejimine ait esaslar aşağıda gösterilmiştir:"a) Hükümlü, tek kişilik odada barındırılır.b) Hükümlüye, günde bir saat açık havaya çıkma ve spor yapma hakkı tanınır.c) Risk ve güvenlik gerekleri ile iyileştirme ve eğitim çalışmalarında gösterdiği gayret ve iyi hâle göre; hükümlünün, açık havaya çıkma ve spor yapma süresi uzatılabileceği gibi kendisi ile aynı ünitede kalan hükümlülerle temasta bulunmasına sınırlı olarak izin verilebilir. ... " 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"(2) Hükümlü, ceza infaz kurumunun güvenlik ve iyileştirme programlarına tam bir uyum göstermekle yükümlüdür. (...)" 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi şöyledir:"(1) Kapalı ceza infaz kurumlarında oda ve koridor kapıları kapalı tutulur. Kapılar aşağıdaki hâllerde açılır: (...)f) Cezaevi idaresince gerekli görülen hâller. (...)" 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:"c) Hücreye koyma cezasına ilişkin disiplin cezalarının infazından önce ve infazı sırasında hükümlü, hekim tarafından muayene edilir. İlgilinin bu cezaya katlanamayacağı anlaşılırsa cezanın infazı sonraya bırakılır veya hekiminin belirleyeceği aralıklarla infaz edilir. Koşullu salıverilme tarihine kadar hükümlünün iyileşemeyeceğinin tam teşekküllü Devlet veya üniversite hastanesi sağlık kurulu raporu ile saptanması hâlinde hücreye koyma cezası infaz edilmez; yerine ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası iki katı süreyle uygulanır. Raporlar infaz dosyasına konulur." 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:"(5) Hükümlü, sağlık nedenleriyle bulunduğu kurumda kalmasının uygun olmadığı, kurum hekiminin önerisi ve en üst amirinin isteği üzerine alınacak sağlık kurulu raporuyla belirlendiği takdirde, başka kurumlara nakledilebilir." 18/6/2012 tarihli ve 151 sayılı Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Genelgesi’nin İkinci Bölümünün maddesinin (6) numaralı fıkrası ise şöyledir:"(6)Hükümlü veya tutuklunun sağlık nedeniyle başka kuruma naklinin kurum idaresince talep edilmesi veya hükümlü ve tutuklunun kendi talebi hâlinde, sağlık nedenleriyle bulunduğu kurumda kalmasının uygun olmadığı, kurum hekiminin önerisi ve en üst amirinin isteği üzerine alınacak sağlık kurulu raporuyla belirlendiği takdirde, başka kurumlara nakilleri yapılabilecektir." 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bentleri ile 18/6/2012 tarihli ve 151 sayılı Genelge’nin İkinci Bölümünün maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bentleri şöyledir:"(1) Hükümlülerin kendi istekleri ile bulundukları kurumdan başka kurumlara nakledilebilmeleri için;a) Gitmek istedikleri kurumlardan durumlarına uygun en az üç yeri belirten bir dilekçe vermeleri,b) Nakil giderlerini peşin olarak ödemeyi kabul etmeleri,(...)gerekir. " 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Hükümlü, beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından, tıbbî araçlardan yararlanma hakkına sahiptir. Bunun için hükümlü öncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması hâlinde Devlet veya üniversite hastanelerinin mahkûm koğuşlarında tedavi ettirilir." Uluslararası Belgeler Avrupa İşkence ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) Genel Raporu, 1992; Genel Raporu, 1993; 2 Sayılı Tavsiye Kararına Ek, | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1195 | Başvuru, ceza infaz kurumunun koşullarının başvurucunun mevcut hastalığına uygun olmaması ve bu koşulların düzeltilmesi talebinin reddedilmesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul ilinde hurdacılık yapmakta iken radyasyon kaynağı bir ürünü idarenin ithalat izni verdiği bir firmanın deposundan 1998 yılında hurda olarak satın aldığını ve ailesi ile birlikte anılan hurdayı parçalarken radyasyona maruz kalarak vücut sağlığının etkilendiğini; bu durumun Adli Tıp uzmanınca düzenlenen 12/4/2009 tarihli raporla sabit olduğunu iddia etmiştir. Başvurucu tarafından, belirtilen olay üzerine maddi ve manevi tazminat istemli tam yargı davası açılmıştır. İstanbul İdare Mahkemesinin 31/10/2001 tarihli ve E.2000/476, K.2001/1394 sayılı kararı ile noksan bulunan harç ve posta ücretinin tamamlanması hususunda yazılan tezkerelere rağmen süresi içinde anılan noksanlıkların tamamlanmadığı gerekçesiyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Başvurucu daha sonra, maruz kaldığı radyasyon nedeniyle uğradığı etkilerin tespiti amacıyla İstanbul Üniversitesi İç Hastalıkları Hematoloji Bölümüne başvurmuş ve bu bölümce düzenlenen 9/7/2009 tarihli sağlık raporuna istinaden idare aleyhine 26/10/2009 tarihinde maddi ve manevi tazminat istemli tam yargı davası açmıştır. İstanbul İdare Mahkemesinin 30/11/2010 tarihli ve E.2009/1768, K.2010/1842 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 25/5/2015 tarihli ve E.2011/2782, K.2015/2529 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesi hükmünün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararına uyularak yapılan yeniden incelemede İstanbul İdare Mahkemesinin 14/7/2006 tarihli ve E.2015/2383, K.2016/1606 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne kısmen reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyiz istemi, Danıştay Onuncu Dairesinin E.2016/13652 sayılı dosyasında derdesttir. Başvurucu 30/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16313 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, itirazın iptali talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 4/1/2013 tarihinde dava açmıştır. Yargılama sürecinde Van Asliye Hukuk Mahkemesinin (Mahkeme) 27/2/2014 tarihinde verdiği karar Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 22/6/2017 tarihli kararı ile bozulmuştur. Bozma kararı sonrasında yapılan yargılamada bu defa Mahkemenin 26/4/2018 tarihli kararının temyizi üzerine Dairenin 16/6/2020 tarihli onama kararıyla yargısal süreç son bulmuştur. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 29/5/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19662 | Başvuru, itirazın iptali talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm Birinci Komisyonca 6/3/2019 tarihinde tutuklamanın hukuki olmadığı için kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin bu kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Olay tarihinde Sinanpaşa'da hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucu hakkında 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ağır cezalık suçüstü hâli bulunduğu değerlendirilerek Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanmasının (PDY) hiyerarşik örgütlenmesinde yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Genel Kurulunun 24/8/2016 tarihli kararı ile başvurucunun meslekten ihraç edilmesine karar verilmiş ve anılan karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla meslekten ihraç edilenler hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 18/7/2016 tarihinde başvurucu gözaltına alınmıştır. Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığı 18/7/2016 tarihinde, başvurucuyu silahlı terör örgütü (FETÖ/PDY) üyesi olma suçundan tutuklanması istemiyle Afyonkarahisar Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Hâkimlik aynı tarihte başvurucunun tutuklanması talebini reddetmekle birlikte adli kontrol altına alınmasına karar vermiştir. Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığı 19/7/2016 tarihinde Hâkimliğin bu kararına itiraz etmiş ve başvurucu hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri düzenlenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Anılan talebin kabulü üzerine başvurucu 21/7/2016 tarihinde Afyonkarahisar Sulh Ceza Hâkimliğinde hazır edilmiş, aynı tarihte başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu anılan karara itiraz etmiş, Bolvadin Sulh Ceza Hâkimliği 23/7/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu 22/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 6/1/2017 tarihli ve 29940 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 680 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi ile 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun 93/ maddesinde, hâkim ve savcıların kişisel suçları hakkında soruşturma yapma yetkisinin ilgilinin görev yaptığı yerin bağlı olduğu bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yerdeki il Cumhuriyet başsavcılığına ait olduğu şeklinde değişiklik yapılmış olması gerekçesiyle 11/1/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı 31/10/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Antalya Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. UYAP sistemi üzerinden yapılan incelemede başvurucu hakkında Antalya Ağır Ceza Mahkemesince E.2017/230 numarasına kayden yapılan yargılama sürecinde 8/11/2017 tarihinde yapılan tensip incelemesi sonunda başvurucunun tahliyesine karar verildiği, yargılama sonucunda ise 14/2/2019 tarihli karar ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan üzerine atılı suçu işlediği sabit olmadığından beraatine hükmedildiği, anılan kararın istinaf yasa yoluna başvurulmaksızın 22/2/2019 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır. İlgili hukuk için bkz. Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, §§ 21, 22) başvurusuna ilişkin karar. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/15470 | Başvuru, tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ifade vermek üzere gittiği Emniyet Müdürlüğünde kötü muameleye maruz kaldığını ileri süren başvurucunun işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 25/11/2013 tarihinde Torbalı Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 10/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, mağduru olduğu bir hırsızlık suçu nedeniyle ifade vermek üzere, 9/12/2010 tarihinde Torbalı Emniyet Müdürlüğüne gitmiştir. Başvurucunun anlatımına göre, sivil giyimli dört polis memurunun bulunduğu ifade odasına girdiğinde kendisine, sonradan odaya giren ve emekli polis memuru olduğunu öğrendiği hırsızlık suçunun şüphelisi H.A.'nın söylediği şekilde ifade vermesi istenmiş, başvurucu kabul etmemiştir. Başvurucunun, söylenen şekilde ifade vermesi için psikolojik ve fiziksel baskı gördüğü ve darp edildiği yönündeki şikâyeti doğrultusunda, Torbalı Cumhuriyet Başsavcılığınca olayla ilgili soruşturma başlatılmış, polis memuru hakkında yaralama suçundan dava açılmıştır. Torbalı Cumhuriyet Başsavcılığının 17/10/2011 tarihli kararı ile şüpheli H.A. ve A.U. hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Açılan davada Torbalı Asliye Ceza Mahkemesinin 17/1/2013 tarihli ve E.2011/518, K.2013/24 sayılı kararıyla, sanık hakkında mahkûmiyet ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiştir. Başvurucu anılan karara itiraz etmiş, İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 6/5/2013 tarihli ve 2013/390 Değişik İş sayılı kararıyla itirazın reddine hükmedilmiştir. İtirazın reddine ilişkin karar başvurucuya 31/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. 1/8/2013 tarihinde Torbalı Asliye Ceza Mahkemesince kesinleşme şerhi düzenlenmiş ve başvurucuya 31/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, kesinleşme şerhinin tebliğinden sonra 25/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin (5) ve (12) numaralı fıkraları şöyledir: “… Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder. … Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir.” 5271 sayılı Kanunu’nun maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir: “Merciin, itiraz üzerine verdiği kararları kesindir…” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8546 | Başvuru, ifade vermek üzere gittiği Emniyet Müdürlüğünde kötü muameleye maruz kaldığını ileri süren başvurucunun işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gönderilmek istenen mektubun ceza infaz kurumunca alıkonulması nedeniyle haberleşme ve ifade hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/5/2013 tarihinde Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/6/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 19/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 26/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 31/8/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak tutulmakta olup 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesine göre hapis cezası almıştır. Başvurucunun göndermek istediği mektubun alıcısı, terör örgütü yöneticisi olduğu gerekçesiyle hükümlü olan A.Ö.dür. Başvurucunun göndermek istediği mektup toplam dört sayfadan oluşmakta olup Türkçe yazılmıştır. Mektubun ilgili kısımları şöyledir:"Merhaba Sevgili Heval!Merak ve kaygıyla geçirdiğimiz uzun bir sürenin ardından sesinizi yeniden duymanın sevinci ve heyecanı içindeyim. Bu sesin hem Mezapotomya hem de Anadolu topraklarının her karışına nasıl yansıdığını anlatamam. Özellikle vekillerin görüşme odasına girerken karşılaştıkları moral ve coşku karşısında gözlerinde parıldayan ışık kimlerin yüreğini ısıtmaz ki?...Sevgili Heval; bildiğiniz gibi daha önce Gaziantep cezaevindeyim. Yaklaşık dört ay önce buraya (Bolu'ya) bazı arkadaşlarla getirildim. Artık buradan arada bir ziyaretinize gelmeye çalışacağım. Ben bundan büyük heyecan duyuyorum. Ama eğer yazılan kelimelerden bir tanesi dahi canınızı sıkarsa (beni hücreden kovar gibi) kağıdı buruşturup atmazsanız, sıkıntınız acısını buradan duyamayacağımı bilmenizi isterim. Bu tür ziyaretlerin dezavantajları var biliyorsunuz. Karşılıklı sohbet imkanı olmadığı gibi benim gibileri ters konuma da yatabiliyor. Yani dinlemesi gereken kişi konuşan durumuna sokuyor. Bu gerçekliğe rağmen yine de odanıza bir ses vermenin heyecanını yaşamak istedim....", "...Ortadoğu'da yaşanan bu kadar belirleyici gelişmeler karşısında Türkiye'nin önünde sonunda iki seçenekle karşı karşıya kalacağını görüyoruz. Elbetteki her iki seçenekte de önemli etkiler yaratabilecek konuma sahiptir. Ancak her iki seçeneğin sürükleyeceği kader birbirinin çok zıddi sonuçlarına sahip. Bu seçeneklerden birisi, küresel güçlerin stratejesini truva atı olarak 'kullanıp' çatışmaları derinleştirecek bölgesel misyon kazanma arayışıdır. Genel olarak gerek Mısır ve Libya'ya müdahale sırasında gerekse de Suriye meselesinde küresel güçlerin bu misyona ne kadar izin vereceği yeterince açıklık kazanmıştır. Türkiye'nin bu misyonda kararlığını göstermek amacıyla meydan okumalar küresel güçlerin şimdilik ses çıkarmamasının nedeninin köprünün geçilmesini beklendiği olduğunu iyi biliyoruz. Ortadoğu dizginleri ele geçirilir geçilmez biriken hesabı sormaktan geri durmayacağını biliyoruz....""Bana göre Türkiye'nin diğer Ortadoğu ülkelerinden ayrıcalıklı bir özelliği var. Ortadoğu ülkelerine nazaran ikinci bir seçeneğe sahip tek ülkedir. Doğu uygarlığının ve Batı'nın tam ortasında bir coğrafyada yer alması bu seçeneğin önemli bir ayağını oluşturmaktadır. Çok çeşitli etnik, dini, sosyal gruplu kültürel yapısı ikinci önemli ayağını oluşturmaktadır... Ancak aynı şekilde tersinden bir sonucun tehlikesini de içermektedir. Coğrafik konumu onu tüm doğu-batı arasındaki çatışmalara muhatap kılmaktadır....Yine çeşitli kültürel yapılı oluşu, gerçek birleştirici ortak (adil) değerlerle kaynaştırılmadığından (kürtlük-türklük, Alevilik-sünnilik,...) toplumu dağılmaya açık bir noktada tutmaktadır...""...Milattan önce yüzyılda Anadolu'nın Akdeniz kıyılarında bunun başarıldığını görüyoruz...", "Kanaatimce Türkiye Cumhuriyeti o gün İyonların karşı karşıya kaldığı süreçle benzer şartları yaşamaktadır...", "Biliyorum Türkiye Cumhuriyetinden bunu bugün başarmasını beklemek hayalcilik olur. Ancak en azından bugün girmiş olduğu anayasal oluşum sürecinin normlarını ve formlarını doğaan koyarsa bu yoldan ilerleyişinin kapılarını önemli ölçüde açmış olacağını düşünüyorum.""Diğer yandan şehirler ve bölgeler arası ekonomik, sosyal dengesizlikler toplumsal birliği (barışı) zehirleyen önemli bir virüs olarak görülmelidir....", "Diğer bir konu ise, ülkenin kaderi ve vatandaşın karar gücüne ilişkindir. Elbette ideal olan ve olması gereken vatandaşın bütün karar süreçlerinde yer almasıdır.Öyle görünüyor ki, ülke içi mevcut siyasi konjoktürel durum buna imkan vermemektedir. Ancak en azından başlangıç itibariyle, herhangi bir ülkeyle savaş ve barış kararının yanı sıra anayal kararların tümü halk oyuna bağlanmalıdır. Bu, açgözlü iktidarların elinden kader belirleyici kararların alınmasını sağlayacaktır..." Başvurucunun yazmış olduğu mektup, Mektup Okuma Komisyonunca sakıncalı bulunarak Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kuruluna (Disiplin Kurulu) sevk edilmiştir. Disiplin Kurulunun 15/3/2013 tarihli ve 2013/33 sayılı kararında 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrasına yer verilmiş ve aynen şu gerekçeyle mektup alıkonulmuştur: "Mektubun içeriğinde 'terör örgütü mensuplarının örgütsel amaçlı olarak haberleşmeleri ve terör örgütü mensuplarını övücü ve yüceltici ifadeler taşıması nedeniyle' alıkonulmasına karar verilmiştir." Başvurucu bu karara karşı Bolu İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) nezdinde şikâyet başvurusunda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği 28/3/2013 tarihli ve E.2013/703, K.2013/722 sayılı kararlabaşvurucunun şikâyetini reddetmiştir. Şikâyetin reddedilme gerekçesi şöyle belirtilmiştir: "5275 Sayılı Kanunun 68/3 maddesinde kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütü mensuplarının haberleşmesini sağlayan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflarhükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez ibaresi yer aldığından;İtiraza konu mektubun incelenmesinde, dosya kapsamıda hep birlikte değerlendirildiğinde Ceza İnfaz Kurumu Kararı usul ve yasaya uygun olduğundan itirazın reddine karar vermek gerekmiştir." Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Bolu Ağır Ceza Mahkemesi 14/5/2013 tarihli ve 2013/456 sayılı kararıyla İnfaz Hâkimliğinin kararındaki gerekçeye atıf yaparak kararın usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Başvurucu 30/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun maddesi şöyledir:"(1) Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir.(2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir.(3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez.(4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir." 5275 sayılı Kanun'un maddesine dayanılarak çıkarılan, 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzüğün maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı olarak haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez." Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzüğün maddesi şöyledir:"(1) 91 inci maddeye göre mektup alma ve gönderme hakkı kapsamında hükümlüler tarafından yazılan mektup, faks ve telgraflar, zarfı kapatılmaksızın bu işle görevlendirilen ikinci müdür başkanlığında, idare memuru ve yüksek okul mezunu iki infaz ve koruma memuru tarafından oluşturulan mektup okuma komisyonuna iletilmek üzere güvenlik ve gözetim servisi personeline verilir. Yapılan incelemeden sonra gönderilmesinde sakınca görülmeyen mektuplar üzerine "görüldü" kaşesi vurulur, zarf içerisine konularak kapatılır ve postaneye teslim edilir.(2) Resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilenler hakkında 91 inci maddenin dördüncü fıkrası hükmü uygulanır.(3) Hükümlülere gönderilen ve açılıp incelendikten sonra verilmesinde sakınca olmadığı anlaşılan mektup, faks ve telgraflar zarfları ile birlikte verilir." Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzüğün maddesi şöyledir:"(1) Mektup okuma komisyonunca, mahalline gönderilmesi veya hükümlüye verilmesi sakıncalı görülen mektuplar, en geç yirmidört saat içinde disiplin kuruluna verilir. Mektubun disiplin kurulu tarafından kısmen veya tamamen sakıncalı görülmesi hâlinde, mektup aslı çizilmeden veya yok edilmeden şikâyet ve itiraz süresinin sonuna kadar muhafaza edilir. Mektubun kısmen sakıncalı görülmesi hâlinde, aslı idarede tutularak fotokopisinde sakıncalı görülen kısımlar okunmayacak şekilde çizilerek disiplin kurulu kararı ile birlikte ilgilisine tebliğ edilir. Mektubun tamamının sakıncalı görülmesi hâlinde, sadece disiplin kurulu kararı tebliğ edilir. Tebliğ tarihinden itibaren infaz hâkimliğine başvuru için gereken süre beklenir. Bu süre içinde infaz hâkimliğine başvurulmamış ise, disiplin kurulu kararı yerine getirilir. İnfaz hâkimliğine başvurulmuş ise, infaz hâkimliği kararının tebliğinden itibaren itiraz süresi beklenir. İnfaz hâkimliği kararına itiraz edilmemiş ise bu karara göre, itiraz edilmiş ise mahkemenin kararına göre işlem yapılır.(2) Hükümlüye yapılacak tebligatta, tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde infaz hâkimliğine şikâyet hakkının kullanılmaması veya infaz hâkimliği kararına karşı tebliğ tarihinden itibaren bir hafta içinde ağır ceza mahkemesine itiraz edilmemesi hâlinde, disiplin kurulu kararının kesinleşerek mektubun sakıncalı görülen kısımlarının okunmayacak şekilde çizilerek verileceği veya tamamı sakıncalı görülen mektubun verilmeyeceği bildirilir.(3) Kısmen veya tamamen sakıncalı görülen mektuplar, iç hukuk veya uluslararası hukuk yollarına başvuru yapılması durumunda kullanılmak üzere idarece saklanır." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3951 | Başvuru, gönderilmek istenen mektubun ceza infaz kurumunca alıkonulması nedeniyle haberleşme ve ifade hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/15877 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/33813 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılama sürecinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması talepleri sorulmadan yetersiz gerekçeyle aleyhe uygulama yapılması ve temyiz dilekçesinde ileri sürülen bozma nedenlerini karşılayan gerekçe gösterilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: 1970 ve 1966 doğumlu olan başvurucular; hediyelik eşya, zücaciye ve ağaç işleri alanında ticaretle uğraştıklarını belirtmektedirler. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 4/11/2008 tarihli iddianameyle, 22/2/2006 tarihinde işlendiği iddia olunan sahtecilik ve kaçakçılık suçlarından başvurucuların cezalandırılması talebiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucuların savunmasını tespit ederken hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin hükümlerin haklarında uygulanmasını talep edip etmediklerini başvuruculara sormadan yargılamayı tamamlamış ve 16/2/2010 tarihli kararıyla başvurucuların sahtecilik suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezası ile mahkûmiyetlerine karar vermiştir. Kararın bireysel başvuruya konu olan ilgili kısımları şöyledir:“… Sanık Metin Er alınan savunmasında şirketin ithalat işlemleriyle ilgilenmediğini savunmuştur. Ancak dosyada mevcut belgelerden şirket yetkilisi olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca sanıklar davaya konu eşyaların 22/2/2006 tarihli 16204 sayılı serbest dolaşıma giriş beyannamesi muhteviyatı eşyalar olduklarını savunmuşlarsa da, bilirkişiler tarafından tanzim ve dosya[ya] ibraz edilen bilirkişi raporunda dava konusu eşyaların adı geçen beyannameyle ithalatı gerçekleştirilen eşya vasfında bulunmadıkları, bu nedenle eşyaların ya beyannameyle ithal edilenler dışında herhangi bir yoldan kaçak olarak yurda getirildiği veya beyanname konusu eşyalar arasına karıştırılarak hiç beyan edilmeden yurda sokulduğunun anlaşıldığı belirtilmiştir. Sanıkların eşyaların beyanname kapsamı eşyalar olduğuna dair savunmaları nazara alındığında dava konusu eşyaların beyanname muhteviyatı eşyaların arasına karıştırılarak herhangi bir gümrük işlemine tabi tutulmaksızın yurda sokulduğunun kabulünün dosya içeriğine daha uygun olduğu sonucuna varılmıştır. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirilerek sanıkların savunmalarına itibar edilmesinin mümkün olmadığı ve kendilerine isnat edilen suçları işlediğinin kabul edilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır. …Sanık Metin Er ve Mustafa Er hakkında mahkumiyet hükümleri kurulurken suçların işleniş biçimi, önemi ve suça konu eşyanın hesaplanan gümrüklenmiş değeri nazara alınarak temel cezalar alt sınırdan verilmiştir. Yargılama aşamasındaki davranışları lehlerine takdiri indirim sebebi kabul edilerek sahtecilik suçundan verilen cezalar TCK’nın maddesi gereğince indirilmiştir. Ancak suçun işlenmesindeki özellikler nazara alındığında sanıkların bir daha suç işlemeyecekleri yönünde mahkememizde olumlu kanaat oluşmadığından sanıklar hakkında CMK’nın değişik maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesine ve sahtecilik suçundan hükmedilen hapis cezasının ertelenmesine taktiren yer olmadığı sonuç ve kanaatine varılmış ve bu yönde olmak üzere aşağıdaki hüküm kurulmuştur.” Anılan kararın, Yargıtay Ceza Dairesinin 18/3/2014 tarihli kararı ile 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin uygulanmasına ilişkin hükümde düzeltme yapılmak suretiyle onanmasına karar verilmiştir. Nihai karar, başvuruculara tebliğ edilmeden 15/4/2014 tarihinde başvurucular tarafından öğrenilmiştir. Başvurucular 24/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“İşlediği suçtan dolayı iki yıl veya daha az süreyle hapis cezasına mahkûm edilen kişinin cezası ertelenebilir. Bu sürenin üst sınırı, fiili işlediği sırada onsekiz yaşını doldurmamış veya altmışbeş yaşını bitirmiş olan kişiler bakımından üç yıldır. Ancak, erteleme kararının verilebilmesi için kişinin;a) Daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı üç aydan fazla hapis cezasına mahkûm edilmemiş olması,b) Suçu işledikten sonra yargılama sürecinde gösterdiği pişmanlık dolayısıyla tekrar suç işlemeyeceği konusunda mahkemede bir kanaatin oluşması,Gerekir.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmi belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:“(Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.(Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/7 md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5563 | Başvuru, yargılama sürecinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması talepleri sorulmadan yetersiz gerekçeyle aleyhe uygulama yapılması ve temyiz dilekçesinde ileri sürülen bozma nedenlerini karşılayan gerekçe gösterilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, icra müdürlüğünce yapılan ihalenin feshi için açılan dava sonunda ihale bedelinin %10'u oranında para cezasının hazineye irat kaydına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 9/2/2022 tarihinde öğrendikten sonra 7/3/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/31491 | Başvuru, icra müdürlüğünce yapılan ihalenin feshi için açılan dava sonunda ihale bedelinin %10'u oranında para cezasının hazineye irat kaydına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, terör olaylarından dolayı köyü terk etmeye mecbur kalınması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun kabul edilmesi ve idare ile sulhname imzalanması akabinde sulhnamede belirtilen miktarın geç ödenmesi nedeniyle faiz alacağı için başlatılan ilamsız icra takibinde itirazın iptali davasının reddedilmesi sonucunda mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/1/2013 tarihinde Diyarbakır Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 21/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, tanınan ek süre sonunda görüşünü 9/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 17/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 27/3/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Diyarbakır ili Silvan ilçesi Bayrambaşımevkisinde ikamet etmekte iken terör olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 16/2/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının faizi ile birlikte karşılanması talebiyle Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 28/3/2008 tarihli ve 2008/3-5034 sayılı kararında mal varlığına ulaşamaması nedeniyle başvurucuya ev, değirmen, ahır, arazi, bağ ve meyve ağaçları için toplam 985,82 TL tazminat ödenmesine karar vermiştir. Komisyon kararı akabinde 5233 sayılı Kanun’un maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte sulhname örneği başvurucu vekiline gönderilmiştir. “Yukarıda ayni/nakdi olarak belirtilen zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda Komisyonun tespitine esas olay ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve taahhüt ederim.” beyanını içeren sulhname 24/6/2008 tarihinde başvurucu vekili tarafından imzalanmıştır. Sulhnameye 24/6/2008 tarihinde Vali tarafından onay verilmiştir. Belirlenen tazminat miktarı 7/10/2009 tarihinde başvurucu vekilinin hesabına aktarılmıştır. Başvurucu tarafından, Komisyon kararında hükmedilen tazminat miktarının geç ödendiğinden bahisle 120 TL faiz alacağı için Diyarbakır İcra Müdürlüğünde 18/11/2009 tarihinde ilamsız icra takibi başlatılmıştır. Diyarbakır Valiliğinin borca itiraz etmesi üzerine takip durmuştur. Başvurucu tarafından Diyarbakır Asliye Hukuk Mahkemesinde itirazın iptali davası açılmıştır. Diyarbakır Asliye Hukuk Mahkemesinin 31/1/2012 tarihli ve E.2010/561, K.2012/74 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir:“...Diyarbakır Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit 3 Nolu Komisyon Başkanlığı’ndan gelen yazı cevabı dosyamız arasına alınmış, dosyamız hukukçu bilirkişiye tevdii edilerek rapor tanzim edilmesi istenilmiş, bilirkişi Av.A.K.nın 2011 tarihli raporunda sonuç olarak, değerlendirme kısmında belirtilen kanaat ile davacının icra takibine konu faiz alacağı tutarının 241,69 TL olması gerektiğine, ödeme tarihi ile takip tarihi arasında faize faiz talep edilemeyeceğine ve hesaplanmış bulunan miktarın nitelik itibarıyla faiz olmasından vetakip öncesi tazminat ana para tutarı ödenmiş olmakla, takipten sonra tazminat anapara tutarına işleyecek faiz istenemeyeceğini bildirmiştir.Dosya kapsamı, davacı ve davalı tarafın beyanları, bilirkişi incelemesi göz önüne alındığında, davacı tarafın Diyarbakır Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit İşlemi Komisyonu Başkanlığı’na başvuruda bulunduğu, başvuru neticesinde 5233 Sayılı Kanun kapsamı değerlendirilerek, tazminata hükmedildiği, alınan bilirkişi raporu doğrultusunda söz konusu tazminatın 2009 tarihinde asıl alacak miktarının ödemesinin yapıldığı, ödeme yapıldığı tarihte davacı tarafça her hangi bir şekilde faiz alacağı yönünden hakkını saklı tutmadığı gibi sulhnamede de bu yönde her hangi bir beyanda bulunmadan söz konusu parayı almış olduğu görülmektedir.Davacı taraf paranın teslim tarihinden sonra faiz alacağı için 2009 tarihinde yani paranın teslim alındığından yaklaşık 1,5 ay sonra faiz alacağına yönelik icra takibine başlamış olduğu görülmektedir. Diyarbakır ilinde terörle mücadele kapsamında benzer mahiyette bir çok dosyanın oluştuğu ödemelerden sonra faiz taleplerinde bulunulduğu faiz taleplerine yönelik icra taleplerini makul süre içerisinde talep edildiği görülmektedir. Dosya kapsamı itibariyle davacı tarafın faiz talebine ilişkin icraya konulduğu tarih ile ödemenin yapıldığı tarih arasındaki yaklaşık 1,5 aylık sürenin makul süre içerisinde olmadığı, değerlendirilmesi gerekmektedir.Mahkememizce yapılan değerlendirme ile ilimizde benzer mahiyette bir çok dosyanın bulunuyor olması sebebiyle ve gerek sulhnamede gerekse paranın teslimi sırasında faiz talebinde bulunmadan sulhnameyi imzalayıp para alınmış olması sebebiyle kapanmış olan bir alacak konusunda sonradan talep edilen faiz isteminin makul süre içerisinde olmadığı...” Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/6/2012 tarihli ve E.2012/13954, K.2012/16760 sayılı ilamı ile kararın dayanağı olan delillerde, kanunun gerektirdiği nedenlerde ve delillerin taktirinde isabetsizlik bulunmadığı; dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin yerinde olmadığı ve reddi gerektiği, yerel Mahkeme kararının usul ve kanuna uygun olduğu belirtilerek hükmün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun kara düzeltme istemi, Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/11/2012 tarihli ve E.2012/24370, K.2012/25367 sayılı ilamı reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 8/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici maddeleri. 5233 sayılı Kanun’un maddesinin bir ila üçüncü fıkraları şöyledir: “Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir. Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir. Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.” 5233 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.” 20/10/2004 tarihli ve 25619 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in maddesi şöyledir: “Sulhname tasarıları hak sahibi veya yetkili temsilcisi ile komisyon başkanı tarafından imzalandıktan sonra Vali veya Bakan tarafından onaylanır.Ödemeler sulhname tasarılarının onay tarih ve sıraları dikkate alınarak yapılır. Nakdi ödemeler hak sahibi veya sahiplerinin banka hesaplarına yapılır.” Başvuru konusu olay tarihinde yürürlükte olan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtariyle, mütemerrit olur.Borcun ifa edileceği gün müttefikan tayin edilmiş veya muhafaza edilen bir hakka istinaden iki taraftan birisi bunu usulen bir ihbarda bulunmak suretiyle tesbit etmiş ise, mücerret bugünün hitamı ile borçlu mütemerrit olur.” Danıştay Onbeşinci Dairesinin 11/12/2014 tarihli ve E.2011/9361, K.2014/9507 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“... terör eylemeleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler sonucunda salt toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının sosyal risk ilkesi gereğince sulhen karşılanması amacıyla çıkarılan 5233 sayılı Kanun kapsamında bulunan maddi zararların sulhen karşılanması için 2577 sayılı Kanun’un maddesinden ayrı, özel bir usul öngörmektedir... Ayrıca, 5233 sayılı Kanun’un Geçici maddesiyle Kanun’un uygulamasını geriye yürüterek, 19/7/1987 - 27/7/2004 tarihleri arasında meydana gelen olaylar nedeniyle zarara uğrayanların, Kanun’un yürürlüğe girmesinden itibaren 1 yıl içinde ilgili mercilere başvurması halinde, bu zararlarının tazmin olacağını getirmekte, böylece 2577 sayılı Kanun’un maddesinde öngörülen sürelerde dava açma hakkını kullanamayan kişilerin zararlarının da sulhen karşılanmasını amaçlamaktadır...” Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/2/2015 tarihli ve E.2014/47629, K.2015/4445 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“Davacı, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadelenden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun uyarınca zararlarının karşılanması için davalı idareye başvurduğunu, başvuru neticesinde 045,76 TL ödenmesine karar verildiğini, bu kapsamda davalı idare ile sulhname imzaladıklarını, davalı idarenin geç ödeme yapması nedeniyle gecikilen döneme ilişkin faiz alacağının tahsili için icra takibi başlattığını, .........5233 sayılı Kanun’un maddesinde sulhnamede belirtilen zararlar, sulhnamenin imzalanmasında sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesinden bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanacağı düzenlenmiştir. 5233 sayılı Kanun’un maddesinde belirtilen bu süre düzenleyici bir süre olup alacağı muaccel hale getirir. Ancak davalının temerrüde düşmesi için BK maddesi gereğince ayrıca temerrüt ihtarı gerekir. Davacı, BK’nın maddesine göre davalıyı temerrüde düşürmemiştir. Davacı, usulünce davalıyı temerrüde düşürmediğinden işlemiş faiz yönünden icra takibinde bulunması yerinde değildir... ” Yargıtay Hukuk Dairesinin 31/5/2012 tarihli ve E.2012/12143, K.2012/14197 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “Davacı, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadelenden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun uyarınca zararlarının karşılanması için davalı idareye başvurduğunu, başvuru neticesinde 088,00 TL ödenmesine karar verildiğini ancak davalı idarenin süresinde ödeme yapmadığı için hakkında icra takibi yaptıklarını, ......... 5233 sayılı Kanun’un Maddesinde sulhnamede belirtilen zararlar, sulhnamenin imzalanmasında sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesinden bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanacağı düzenlenmiştir. 5233 sayılı Kanun’un maddesinde belirtilen bu süre düzenleyici bir süre olup alacağı muaccel hale getirir. Ancak davalının temerrüde düşmesi için BK maddesi gereğince ayrıca temerrüt ihtarı gerekir. Buna göre BK’nın maddesi hükmüne muaccel bir borcun borçlusu alacaklının ihtarı ile mütemerrit olur. Davalı bu hükme göre davalıyı temerrüde düşürmediğinden icra takibinde işlemiş faiz talebi yerinde değildir. O halde takibe konu asıl alacağa takip tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesi gerekirken, yazılı şekilde işlemiş faiz alacağı ile birlikte takibin devamına karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir...” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1060 | Başvuru, terör olaylarından dolayı köyü terk etmeye mecbur kalınması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun kabul edilmesi ve idare ile sulhname imzalanması akabinde sulhnamede belirtilen miktarın geç ödenmesi nedeniyle faiz alacağı için başlatılan ilamsız icra takibinde itirazın iptali davasının reddedilmesi sonucunda mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yeni koronavirüs (COVID-19) salgınına yönelik tedbirler kapsamında aynı ceza infaz kurumunda bulunan eşlerin birbirleriyle iletişim kuramamaları nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru tarihinde başvurucular ve eşleri aynı ceza infaz kurumunda bulunmaktadır. Başvurucular, COVID-19 salgını döneminde bulundukları ceza infaz kurumuna başvurarak aynı kurumda bulunan eşleriyle iç görüş yapma talebinde bulunmuştur. Kurumun İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı COVID-19 salgını nedeniyle alınan tedbirler kapsamında hem hastalığın bulaşma riskini hem de uygulamadaki fiziki yetersizlikleri gerekçe göstererek iç görüş yapma talebinin reddine karar vermiştir. Ayrıca kararda görüşme sağlanması esnasında hükümlü ve tutukluların izole edilmiş alanın dışına çıkmasının gerekeceği, bu durumun da salgın nedeniyle alınan önlemler açısından sorun teşkil edeceği ifade edilmiştir. Başvurucular, aynı ceza infaz kurumunda bulunan eşleriyle görüşme yapmalarına izin verilmemesi nedeniyle mağdur olduklarını vurgulayarak infaz hâkimliğine şikâyette bulunmuştur. İnfaz hâkimlikleri 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesinde aynı ceza infaz kurumu içerisinde bulunan Yönetmelik'te sayılan kişilerden olan hükümlü ve tutukluların Cumhuriyet Başsavcılığının yazılı emri ile birbirleriyle görüşebileceklerinin düzenlendiğini, somut talep bakımından Cumhuriyet Başsavcılığının yazılı bir emrinin bulunmadığını kararlarında belirtmiştir. Bunun yanında ceza infaz kurumu kararında kamu düzeni ve ceza infaz kurumunun disiplin ve işleyişinin sağlanması şeklindeki kamu yararı arasında makul bir dengenin kurulduğu ve bilim kurulu kararı gereğince ceza infaz kurumunda iç görüşlerin hükümlü ve tutuklu açısından tehlike oluşturabileceği vurgulanmıştır. Ayrıca infaz hâkimlikleri aynı ceza infaz kurumunda bulunan hükümlü ve tutukluların salgının yayılmasını önlemek amacıyla birbirleriyle görüştürülmemesine ilişkin idarece karar alındığını, anılan kurum kararının ise usule ve yasaya uygun olduğunu belirterek başvurucuların şikâyetini reddetmiştir. Başvurucuların bu karara itirazları, infaz hâkimliği kararında usule ve yasaya aykırı bir husus bulunmadığı gerekçesiyle ağır ceza mahkemelerince reddedilmiştir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/34287 | Başvuru, yeni koronavirüs (COVID-19) salgınına yönelik tedbirler kapsamında aynı ceza infaz kurumunda bulunan eşlerin birbirleriyle iletişim kuramamaları nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, vazife malulü aylığı ödenmesi istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiası hakkındadır. Başvuru, 5/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Batman ili Gercüş İlçe Jandarma Komutanlığı emrinde jandarma er olarak askerlik görevini yapmakta iken 22/3/1994 tarihinde operasyon dönüşü içinde bulunduğu aracın bölücü terör örgütü mensuplarınca döşenen mayına çarpması sonucu yaralanmıştır. Başvurucuya, Gülhane Askerî Tıp Akademisinde (GATA) devam eden tedavi sürecinde toplam dokuz ay hava değişimi ve istirahat verildikten sonra 14/3/1995 tarihli raporla başvurucu hakkında “A/59 F1, Askerliğe devam eder, mevcut yaralanma nedeni ile 90 gün iş ve gücünden kalır, uzuv kaybı ve zaafı yoktur, kıt'asına taburcu” kararı verilmiş; başvurucu, bir süre askerlik hizmetini yaptıktan sonra 31/8/1995 tarihinde terhis edilmiştir. Jandarma Genel Komutanlığı Nakdi Tazminat Komisyonunun 15/8/1994 tarihli ve 3/3/1996 tarihli kararlarıyla başvurucuya, 90 gün iş ve güç kaybı karşılığı toplam 000 (eski) TL nakdî tazminat ödemesi yapılmıştır. Başvurucu, daha sonra yeniden GATA'da yatarak tedavi görmüş ve 5/3/1998 tarihli raporla hakkında “Sağ femurinter frokanterik kırık oplusu” tanısıyla “A/59 F1 askerliğe elverişlidir. 90 gün iş ve gücünden kalır, % 10 çalışma gücü kayıp oranı mevcuttur.” kararı verilmiştir. Başvurucu bir süre sonra yeniden GATA'ya sevkedilmiş, 12/4/1999 tarihli raporla hakkında “Eski mandibula fraktürü” tanısı ile “Hayati önemi haizdir. 90 gün iş ve gücünden kalmıştır. Uzuv tatili yoktur. Minimal uzuv zafiyeti mevcuttur... Durumu A/59 F1 , A58/ F1, A/27 F1'e uyar. Yedek askerlik görevini yapar.” kararı verilmiştir. Başvurucunun, 12/4/1999 tarihli rapora dayanarak vazife malulü aylığı bağlanmasına karar verilmesi istemiyle açtığı dava, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinin 11/7/2000 tarihli ve E.2000/160, K.2000/775 sayılı kararıyla reddedilmiştir. 4/10/2012 tarihinde, Samsun Gazi Devlet Hastanesinin Özürlü Sağlık Kurulu raporuyla “Oper sol el scopoid + sağ femur opere kırığı” teşhisi konularak tüm vücut fonksiyon kayıp oranının %15 olarak belirlenmesi üzerine başvurucu, 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat Ödenmesi ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında vazife malulü aylığı bağlanması istemiyle Millî Savunma Bakanlığına tekrar başvuruda bulunmuş ve başvuru cevap verilmeyerek reddedilmiştir. Başvurucu tarafından zımni ret işleminin iptali istemiyle açılan dava AYİM Üçüncü Dairesinin 30/5/2013 tarihli ve E.2013/587, K.2013/792 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “AYİM 1’nci Dairesinin 2000 gün ve 2000/160-775 E. ve K. sayılı kararında; davacı tarafın davacının vazife malulü kabul edilmesini talep ettiği, 5434 sayılı Kanun’un 44, 45 ve 56’ncı maddelerinden bahsedilmek suretiyle vazife malullüğü hükümlerinin uygulanmaması işleminde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilerek davanın reddine karar verildiği görülmektedir. İkinci davaya ait talep sonucu, 3713 ve 2330 sayılı kanunlar kapsamında vazife malulü sayılmama işleminin iptaline yöneliktir. Ayrıca dava konusunu teşkil eden olayın, Samsun Gazi Devlet Hastanesince verilmiş 2012 tarihli raporla değiştiği, daha doğrusu dava konusu olayın maddi sebebinin değiştiği, bunlara göre davalı idarenin kesin hüküm sebebiyle davanın reddi gerektiği yönündeki itirazının yerinde olmadığı anlaşılmaktadır… … Davacının, bölücü terör örgütü mensuplarının döşediği mayının patlaması üzerine yaralandığı maddi bir vakıadır. Esasen bu konu hakkında taraflar arasında uyuşmazlık yoktur. AYİM 1’nci Dairesinin 2000/160-775 E. ve K. sayılı kararında davacının düzenlenen raporlara göre askerliğe elverişli bulunduğu, vücut fonksiyon kayıp oranının %10 olduğu belirtilmek suretiyle karara gidilmiştir. Davacı hakkında askeri hastaneler tarafından düzenlenmiş son sağlık raporu 1999 yılında alınmış ve bu raporda davacının askerliğe elverişli olduğu belirtilmiştir. Hâlbuki 5434 sayılı Kanunun Vazife Maluliyetini tanımlayan 44’üncü maddesinde malullük şartı olarak ‘vazifelerini yapamayacak duruma gelmek’ şartı aranmaktadır. Asker şahısların askerliğe elverişli olup olmadıkları ise ancak askeri hastanelerden alacakları raporla belgelenmektedir. Davacı tarafından Samsun Gazi Devlet Hastanesinden alınan 4/10/2012 tarih ve 2314 sayılı Özürlü Sağlık Kurulu Raporu önceki teşhislerden bahsetmekle beraber özür durumuna göre tüm vücut fonksiyon kayıp oranının % 15 olduğu belirtilmiştir. Davacı tarafından Samsun Gazi Devlet Hastanesinden alınan rapor, davacının 5434 sayılı Kanun kapsamında askerliğe elverişli olup olmadığı yönünde resmi bir sonuç doğurma[ma]ktadır. Davacının askerliğe elverişsiz olduğuna yani görevini yapamayacak derecede malul olduğuna ilişkin bir tespit bulunmadığından, bu koşulun oluşmadığı gözetilerek, buna uygun oluşturulan idari işlemin iptaline yönelik davanın reddine karar verilmiştir.” Bu karara karşı yapılan karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 14/11/2013 tarihli ve E.2013/1420, K.2013/1338 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar başvurucuya 29/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 5/12/2013 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır.B. İlgili Hukuk 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Her ne sebep ve suretle olursa olsun vücutlarında hasıl olan arızalar veya düçar oldukları tedavisi imkansız hastalıklar yüzünden vazifelerini yapamıyacak duruma giren iştirakçilere (Malül) denir ve haklarında bu kanunun malüllüğe ait hükümleri uygulanır.” 5434 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “44 üncü maddede yazılı malüllük;a) İştirakçilerin vazifelerini yaptıkları sırada vazifelerinden doğmuş olursa;b) Vazifeleri dışında kurumların verdiği her hangi bir kuruma ait başka işleri yaparken, bu işlerden doğmuş olursa;c) Kurumların menfaatini korumak maksadiyle bir iş yaparken o işten doğmuş olursa (Maksadın ilgili kurumlarca kabul edilmesi şartiyle);ç) Fabrika, atelye ve benzeri işyerlerinde, işe başlamadan evvel iş sırasında veya işi bitirdikten sonra, o işyerinde husule gelen ve yine o işyerinin mahiyetinden veya çalışma konusundan ileri gelen kazadan doğmuş olursa; Buna (Vazife malüllüğü) ve bunlara uğrıyanlara da (Vazife malülü) denir.” 5434 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Muvazzaf, yedek ve gönüllü erlerin silah altında bulundukları esnada veya celp ve terhislerinde (Serbest sevkler dahil) sevkleri sırasında, Yedek Subay okulu öğrencilerinin gerek okulda, gerek okuldan evvelki hazırlık kıtasında vazife malulü olmaları halinde, kendilerine, öğrenim durumlarına göre, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 36 ncı maddesinde tespit edilen giriş derece ve kademe tutarlarının, daha önce Devlet Memuriyetinde bulunmuş olanlardan kazanılmış hak aylıkları veya emekli keseneğine esas aylıkları, sözü edilen giriş derece ve kademe tutarının üzerinde olanlara bu aylıkları emeklilik gösterge tablosunda karşılığı olan derece ve kademe tutarının,% 70'i üzerinden aylık bağlanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8772 | Başvuru, vazife malulü aylığı ödenmesi istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiası hakkındadır. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında zimmet suçunu işlediği iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında 15/11/2002 tarihinde başvurucunun ifadesi alınmış, Nazilli Cumhuriyet Başsavcılığının 20/6/2003 tarihli iddianamesiyle kamu davası açılmıştır. Nazilli Ağır Ceza Mahkemesinin 4/7/2006 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesince bozulmuş; bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mahkemenin 3/6/2010 tarihli kararıyla başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 10/10/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/479 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 3/3/2003 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında yargılamanın halen devam ettiğini, makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 8/11/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 19/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 8/4/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 29/7/2002 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucu yaralanmıştır. Başvurucu, 3/3/2003 tarihinde aracın maliki ve sürücüsü Ş.Y. ile aracı trafik sigortası ile sigortalayan Kapital Sigorta A.Ş. aleyhine Beyoğlu Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında, 000,00 TL maddi, 000,00 TL manevi tazminatın ödenmesini talep etmiştir. Beyoğlu Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011 yılında kapatılmasından sonra yargılamaya İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde devam edilmiştir. Yargılama sırasında, Beyoğlu Asliye Ceza Mahkemesinde davalı Ş.Y. ile K. aleyhine açılan ceza davasının sonuçlanması beklenilmiş, anılan dava sonunda verilen kararın temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesince, 28/9/2010 tarihinde, suçun zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle düşme kararı verilmiştir. Başvurucunun açtığı tazminat davasında, İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi, 29/5/2014 tarih ve E.2003/150, K.2014/231 sayılı kararla davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar tebliğ aşamasında olup henüz kesinleşmemiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi, 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun ve maddeleri. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8321 | Başvurucu, 3/3/2003 tarihinde İstanbul 9. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında yargılamanın halen devam ettiğini, makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, sosyal medyada Mustafa Kemal Atatürk hakkında yaptığı paylaşımlar nedeniyle cezalandırılan başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1968 doğumlu olan başvurucu, Mersin'de ikamet etmektedir. Başvurucu Facebook isimli sosyal paylaşım sitesinde Mustafa Kemal Atatürk hakkında farklı tarihlerde çok sayıda paylaşımda bulunmuştur. Söz konusu paylaşımların kolluğa ihbar edilmesi üzerine Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında soruşturma başlatılmış ve ardından soruşturma dosyası yetkisizlik kararı ile Mersin Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) gönderilmiştir. Başsavcılıkça 22/2/2018 tarihli iddianameyle başvurucunun Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret suçundan cezalandırılması talebiyle Mersin Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır. Yapılan yargılama sonucunda Mahkeme, başvurucunun Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret suçundan -aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlendiği gerekçesiyle artırım yaparak- 2 yıl 1 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Anılan mahkûmiyet hükmüne karşı başvurucu, istinaf talebinde bulunmuş; Adana Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 3/5/2019 tarihli kararı ile istinaf talebinin esastan reddine kesin olmak üzere karar vermiştir. Başvurucu 8/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 25/7/1951 tarihli ve 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır...." | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/24225 | Başvuru, sosyal medyada Mustafa Kemal Atatürk hakkında yaptığı paylaşımlar nedeniyle cezalandırılan başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, işin önemi ve niteliğine göre davacı yararına vekâlet ücretine hükmedilmemesi gerektiğine ilişkin bir içtihadın davada uygulanmaması ve bu tür davalarda davalı aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/5/2014 tarihinde Antalya Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı 25/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık herhangi bir görüş sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğüne izafeten DSİ Eskişehir Bölge Müdürlüğü tarafından başvurucunun Kütahya ili Çavdarhisar ilçesi Ağarı köyünde bulunan taşınmazı için 11/6/2012 tarihinde Gediz Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açılmıştır. Tensip zaptının ve cevap dilekçesinin tebliğinden sonra ön inceleme duruşmasının 18/10/2012 tarihinde yapılmasına karar verilmiş ve duruşma günü taraflara bildirilmiştir. Başvurucunun ve vekilinin ön inceleme duruşmasına katılmaması ile beraber tarafların artık uzlaşamayacakları tespit edilmiş ve tahkikat aşamasına geçilerek üç ziraat, iki mülk ve bir fen bilirkişi ile beraber 23/11/2012 tarihinde keşif yapılmasına karar verilmiştir. Bilirkişi heyeti fen bilirkişisinin hazırladığı rapor hariç olmak üzere ilgili evrakları 4/12/2012 tarihinde Mahkemeye sunmuştur. 5/12/2012 tarihinde yapılan duruşma sonucunda alınan karar gereği duruşmaya katılmayan başvurucuya söz konusu bilirkişi raporu tebliğ edilmiştir. Duruşma 29/1/2013 tarihine ertelenmiştir. Başvurucu ve davacı daha sonra ek rapor alınması yönünde anılan rapora itiraz etmiştir. Mahkeme 29/1/2013 tarihinde yapılan ve sadece davacının katıldığı duruşmada itirazları reddetmiş, bilirkişi raporu ile tespit edilen 478,61 TL'nin ödenmesi için davacıya süre verilmiştir. Ayrıca fen bilirkişisinin 12/12/2012 tarihinde düzenlediği raporun başvurucuya tebliğ edilmesine karar verilmiş ve başvurucu bu rapora da çeşitli gerekçelerle 26/2/2013 tarihinde itiraz etmiştir. Rapora itiraz ederken başvurucu, cevap dilekçesinde belirttiği gibi davacı idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmesinin hakkaniyete uygun olmayacağını yine dile getirmiştir. 29/3/2013 tarihinde yapılan duruşma neticesinde taşınmazın idare adına tesciline karar verilmiştir. Mahkemenin 29/3/2013 tarihli ve E.2012/251, K.2013/170 sayılı kararının gerekçesi şu şekildedir:"...Dosyaya ibraz edilen 12/12/2012 havale tarihli fen bilirkişisi raporunun incelenmesinde, kamulaştırılan alanın yüzölçümünün toplam 482,69 m2 olduğunun rapor edildiği görülmüştür. Keşfe birlikte götürülen bilirkişi heyeti 04/12/2012 havale tarihli bilirkişi raporunu tanzim ederek mahkememize ibraz etmiştir. İbraz edilen raporun incelenmesinde, davakonusu taşınmazın kamulaştırılan kısmının bedelinin 478,61 TL olduğunu mahkememize rapor edildiği görülmüştür. Davalı tarafa yapılan tebligatta ve gazete ilanlarında da belirtildiği gibi, mahkememizce yapılan keşif sonucunda belirlenen 478,61 TL kamulaştırma bedelini davacı tarafından mahkememizce verilen yasal süresi içindeZiraat Bankası Gediz Şube Müdürlüğü'ne mahkememiz dosya numarası belirtilerekyatırıldığı makbuz suretinin incelenmesinden görülmüştür. 4650 S.K. ile değişik 2942 S.K. nun maddesi gereğince; dava konusu taşınmazın bulunduğu yerin bağlı bulunduğu köy muhtarının da katılımı ile ve aynı kanunun maddesi ve geçici maddesi hükmüne uygun olarak oluşturulan kamulaştırma bilirkişileri marifetiyle mahallinde bir kez keşif yapılmış ve bilirkişi kurulundan kamulaştırma bedeli ile ilgili gerekçeli rapor alınmıştır.4650 S.K. ile değişik 2942 S.K. nun maddesi gereğince, bilirkişi kurulunun raporu taraflaratebliğ edilmiştir. Keşifte dinlenen muhtardan, dava konusu taşınmaza hangi ürünlerin ekilip, dikildiği, hangi tarımsal münavebe sisteminin uygulandığı, 4650 S.K. ile değişik 2942 S.K.nun 15/son maddesi gereğince değerlendirme tarihi olan dava tarihi itibariyle taşınmazın piyasadaki rayiç değeri ile ilgili bilgiler alınmıştır. Bilirkişi kurulundan alınan usul ve yasaya uygun rapora göre, bilirkişi kurulunun belirlediği kamulaştırma bedeli adalet ve hakkaniyete uygun olduğundan 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesi gereği yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılmasına gerek görülmemiş ve tarafların bu yöndeki taleplerinin reddine karar verilmiştir. Bilirkişi kurulunun; bilimsel, gerekçeli, mahkememizin ve Yargıtay’ın denetimine elverişli, İl Tarım Müdürlüğü'nün verilerine uygun raporuna göre; kapitilizasyon faizi oranının ve münavebeye esas alınan ürünlerin kamulaştırma evrakına, dosya kapsamına ve taşınmazın tür ve miktarına uygun olduğu ve tarım arazisi niteliğindeki dava konusu taşınmazın olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net gelire göre saptanan kamulaştırma bedelinin usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından, dava konusu taşınmazın kamulaştırılan bölümünün kamulaştırma bedelinin 478,61 TL olarak tespitine ... karar verilmiştir." Mahkeme kararda davacı idarenin yapmış olduğu yargılama giderlerini 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesi uyarınca idare üzerinde bırakmış, ayrıca başvurucu lehine 320 TL vekâlet ücretinin davacı idareden alınmasına, davacı idare de kendisini vekille temsil ettirdiğinden 320 TL vekâlet ücretinin başvurucudan alınarak davacı idareye verilmesine karar verilmiştir. Başvurucu kararı katılma yoluyla temyiz etmiş, vekâlet ücreti yönünden kendisinin üzerine dava konusu hükmedilen bedel kapsamında aşırı ve orantısız yük yüklendiğini ileri sürmüştür. Ayrıca kamulaştırma bedelinin eksik olduğunu belirtmiş ve yasal faiz konularında da başvurucu itirazda bulunmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi 1/11/2013 tarihli ve E.2013/14491, K.2013/14522 sayılı kararla bilirkişi kurulunca münavebeye alınan buğday, şeker pancarı ve sılajlık mısırın 2012 yılı itibarıyla sulu şartlarda dekar başına ortalama verim, kilogram başına toptan satış fiyatı ve dekar başına üretim giderinin ayrıntılı olarak gıda, tarım ve hayvancılık ilçe müdürlüğünden getirtilmesini istemiş ve ilgili evrakların dosyaya konulmasından sonra temyiz incelemesi yapılmak üzere dosyanın Mahkemesine geri çevrilmesine karar verilmiştir. Dairenin temyiz incelemesi sonucunda 24/2/2014 tarihli ve E.2014/1320, K.2014/3223 sayılı kararıyla, davanın açıldığı ve dört aylık sürenin bittiği tarihten karar tarihine kadar tespit edilen kamulaştırma bedeline faiz uygulanması gerektiği gerekçesiyle hüküm düzelterek onanmıştır. Başvurucunun ve davacının diğer itirazları ise reddedilmiştir. Söz konusu karar, başvurucuya 14/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/5/2014 tarihinden bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 2942 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, ... asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, ... idare adına tesciline karar verilmesini ister. Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, ... taşınmaz malın malikine ... bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur. ... Mahkemece belirlenen günde yapılacak duruşmada hakim, taşınmaz malın bedeli konusunda tarafları anlaşmaya davet eder. Tarafların bedelde anlaşması halinde hakim, taraflarca anlaşılan bu bedeli kamulaştırma bedeli olarak kabul eder ve ... Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini tespit için mahallinde keşif yapar. ... Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır. Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde gerektiğinde hakim tarafından onbeş gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hakim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir. . İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına . dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır. (Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./ md) Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz işletilir. ..." 2942 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "15 inci madde uyarınca oluşturulacak bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten sonra taşınmaz mal veya kaynağın; a)Cins ve nevini, b) Yüzölçümünü. c) Kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve unsurlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini, d)Varsa vergi beyanını, e)Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerini, f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın kamulaştırma tarihindeki mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net gelirini. g) Arsalarda, kamulaştırılma gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini, h) Yapılarda, (.)(2) resmi birim fiyatları ve yapı maliyet hesaplarını ve yıpranma payını, ı) Bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüleri, Esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da dikkate alarak gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz malın değerini tespit ederler. Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz. ..." 2942 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "Kısmen kamulaştırılan taşınmaz malın değeri; ... b) Kamulaştırma dışında kalan kısmın kıymetinde, kamulaştırma nedeniyle eksilme meydana geldiği takdirde; bu eksilen değer miktarı tespit edilerek, kamulaştırılan kısmın (a) bendinde belirtilen esaslar dairesinde tayin olunan kamulaştırma bedeline eksilen değerin eklenmesiyle bulunan miktardır. ... (b) ve (c) bentlerinde sözü edilen bedelin düşüş ve artış miktarları, 11 inci maddede belirtilen esaslara göre bedel takdiri suretiyle tespit olunur." 2942 sayılı Kanun 'un maddesi şöyledir: "10 uncu madde uyarınca mahkeme heyetinin harcırahları, 15 inci madde uyarınca mahkemece oluşturulan bilirkişilerin ve keşifte dinlenilen muhtarın mahkemece takdir edilecek ücretleri ile, tapu harçları ve bu Kanunun gerektirdiği diğer giderler kamulaştırmayı yapan idarece ödenir." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Yargılama giderleri şunlardır:…ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti.…” 6100 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.(2) Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır.(3) Aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise mahkeme yargılama giderlerini, bunlar arasında paylaştırabileceği gibi, müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebilir.” 6100 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Vekil ile takip edilen davalarda mahkemece, kanuna göre takdir olunacak vekâlet ücreti, taraf lehine hükmedilir.” 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Avukatlık ücreti, avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblağı veya değeri ifade eder.…Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez.” 2942 sayılı Kanun'a 18/6/2010 tarihli ve 5999 sayılı Kanun'la eklenen geçici maddenin 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun'un maddesiyle eklenen yedinci fıkrası ile onuncu fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:“Bu madde kapsamında açılan davalarda mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekâlet ücretleri bedel tespiti davalarında öngörülen şekilde maktu olarak belirlenir....Bu madde hükümleri karara bağlanmamış veya kararı kesinleşmemiş tüm davalara uygulanır. Kararı kesinleşen davalara ise, bu maddenin yalnızca sekizinci fıkra hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7060 | Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, işin önemi ve niteliğine göre davacı yararına vekâlet ücretine hükmedilmemesi gerektiğine ilişkin bir içtihadın davada uygulanmaması ve bu tür davalarda davalı aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuların açtığı davada kanun yolu başvurusu, kanun yolu süresinin ilk derece mahkemesinin kararının tefhim tarihinden başlatılarak hesaplanması nedeniyle süresinde olmadığı gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucular, nihai hükmü 1/3/2020 tarihinde öğrendikten sonra 16/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/12731 | Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, şüpheli ölüm olayı hakkındaki ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. OLAYLAR VE OLGULAR Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2/2/2011 tarihinde vefat eden J.S.nin annesidir. 155 Polis İmdat Haber Merkezine 2/2/2011 günü saat 50 sıralarında, İstanbul'un Kadıköy ilçesinde bulunan bir adresteki şüpheli ölüm olayı bildirilmiştir. Olay yerine giden kolluk görevlileri, olay yerinde bulunan sağlık görevlilerinden J.S.nin ölmüş olduğunu öğrenmişlerdir. Olaydan haberdar edilen Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) şüpheli ölüm hakkında derhâl soruşturma başlatmıştır. Cumhuriyet savcısı olay yerinde incelemelerde bulunup kolluk görevlilerine kriminal incelemeler konusunda talimatlar vermiştir. Olay Yeri İnceleme Biriminde (OYİB) görevli polis memurları, olay yerini inceleyip olay yerinin krokisini çizmişlerdir. Ayrıca olay yerini fotoğraflayıp kameraya almışlardır. Olay yeri incelemesine ilişkin raporda; başka hususların yanında cesedin yatağın üzerinde bulunduğu, ceset üzerindeki kot pantolonun ıslak olduğu, cesedin sol kaşı üzerinde yaklaşık 1 cm genişliğinde, tam belirgin olmayan bir ekimoz bulunduğu, yatak üzerindeki kadın çantasında başka nesneler yanında içinde ilaçlar olan bir poşet ile astım hastalarınca kullanılan bir ilacın (inhaler) bulunduğu, yatak kenarında yerde bir adet kadın külotu olduğu ve olay yerinden mukayeseye elverişli parmak izi elde edilemediği belirtilmiştir. Olay yerinde bulunan ve delil olabileceği değerlendirilen birçok giysi, sigara izmariti ile çeşitli eşya muhafaza altına alınmıştır. Ölü muayenesi Cumhuriyet savcısının huzurunda bir hekimce yapılmıştır. Ölü muayenesine ilişkin tutanakta, alnın solunda bulunan 0,5x1,5 cm boyutundaki sıyrık dışında travma bulgusu, delici ve kesici alet veya ateşli silah yarası tespit edilemediği belirtilerek kesin ölüm nedeninin belirlenebilmesi için otopsi işleminin gerektiği açıklanmıştır. Kolluk görevlileri ölüm olayının meydana geldiği dairede yaşayan H.K.A.nın ifadesini almıştır. İfadesinde H.K.A., olay gecesi saat 30 sıralarında arkadaşları İ.S., G.P. ve B.A. ile birlikte bir eğlence mekânına gittiklerini, ölenle burada tanıştığını, bu yerden ölenle birlikte ayrıldığını, ölen ve arkadaşları H.P. ve B.A. ile birlikte bir ticari taksiye bindiklerini, arkadaşlarını evlerine bırakıp saat 00 sıralarında ölenle birlikte evine gittiklerini, bir müddet oturduktan sonra ölenin boğazından hırıltılar gelmeye başladığını, ölenin isteği üzerine kendisine bir miktar yiyecek verdiğini, ölenin bir iki yudum içki içmesinden sonra yatak odasına geçtiklerini, ölenin boğazından tekrar hırıltılar geldiğini, kendisine gelebileceği düşüncesiyle öleni banyoya götürüp soğuk su ile yıkadığını, ölen kötüleşince evine yakın olan A... Polikliniğine gittiğini, burada kimsenin olmadığını, anılan kliniğin güvenlik görevlisinin yönlendirmesi ile İ... Vakfına ait polikliniğe gittiğini, burada da kimseyi bulamadığını, saat 30 sıralarında ailecek üye oldukları, bireysel ürünler satış ve pazarlamasını yapan bir şirketi arayıp cankurtaran istediğini ve 10-15 dakika kadar sonra cankurtaranın geldiğini söylemiştir. Soruşturma makamlarının şirket ile yaptıkları yazışmadan H.K.A.nın saat 30 sıralarında şirketi aradığı, sağlık hizmeti bir başka firma tarafından verildiğinden şirketin H.K.A. ile ilgili sağlık firması arasında yalnızca telefon bağlantısı tesis ettiği öğrenilmiştir. Kolluk görevlileri H.K.A.nın ifadesinde bahsi geçen İ.S., G.P. ve B.A.nın,H.K.A.nın oturduğu binanın yöneticisi E.N.A. ile aynı binada oturan N.Y.nın ve ölenin eşi İ.Y.S.nin ifadelerini almıştır. İfade tutanaklarına göre;i. İ.S.nin olay hakkında herhangi bir bilgisi bulunmamaktadır. Zira saat 00 sıralarında eğlence mekânından ayrılmıştır.ii.G.P. ve B.A., ölen ve H.K.A. ile birlikte saat 00 sıralarında eğlence mekânından ayrılıp taksiye binmişlerdir ancak evlerinin önünde taksiden inmişlerdir.iii. E.N.A. ve N.Y. olay gecesi binada herhangi bir ses veya gürültü duymamıştır.iv. İ.Y.S., eşiyle en son 1/2/2011 günü saat 30'da telefonla görüşmüştür. 2/2/2011 tarihinde saat 00 sıralarında bir polis merkezini telefonla arayan ve ismini G. olarak belirten kişi, 2/2/2011 tarihinde saat 30 sıralarında bir sosyal paylaşım sitesindeki bir sohbet odasında B.Ç. isimli bir kişiyle yaptığı sohbetin yarıda kaldığını, bir süre sonra J.S.nin anılan sosyal paylaşım sitesinde mevcut hesabının bloke edildiğini ve kısa bir süre sonra da J.S.nin öldüğünü, ayrıntılı bilgilere sosyal paylaşım sitesinde B.Ç. ismi arattırılarak ulaşılabileceğini kolluk birimlerine ihbar etmiştir. A... Polikliniğinin, Y... Ü... Polikliniğinin ve G... işletme adlı bir işyerinin güvenlik kamerası kayıtları kolluk görevlilerince incelenmiştir. Söz konusu incelemeye ilişkin tutanaklara göre;i. Kamera saatine göre saat 00'da koşarak A... Polikliniğinin kapısına gelen siyah giyimli bir kişi saat 01'de elinde telefonla koşarak gitmiştir. Kamera saatine göre 12'de A... Polikliniğinin kapısına gelen gri giyimli bir kişi saat 13'te Polikliniğinin arka kapısından içeri bakmış, saat 14'te de bina kapısındaki bir kişiyle konuşup gitmiştir.ii. Kamera saatine göre saat 07'te siyah giyimli bir kişi Y... Ü... Polikliniği kapısından hızlı adımlarla yürüyerek gitmiştir.iii. G... işletme adlı iş yerinin kamera kayıtlarına göre kamera saatine göre 25'te siyah giyimli olduğu düşünülen bir kişi kaldırımdan geçmiş, saat 54'te iki farklı kişi, saat 55 ve 58'de başka iki kişi daha yoldan geçmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, H.K.A.nın 2/2/2011 tarihinde mobil telefon yoluyla kurduğu iletişimin tespitine ilişkin raporları Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumundan getirtip incelemiştir. F.N.E. isimli bir kişi, H.K.A. ile aynı binada oturduğunu, olay gecesi ölenle H.K.A.nın kavga ettiğini, tehdit nedeniyle kimsenin bu durumu bildirmediğini, 3/2/2011 günü saat 30 sıralarında H.K.A.nın evinden tartışma sesleri geldiğini ve bir kadının "Vurma!" diye bağırdığını iddia ettiği 10/2/2011 tarihli dilekçeyi soruşturma makamlarına vermiştir. Cumhuriyet savcısı dilekçeye, tarih ve saatin olay gün ve saatiyle örtüşmediği ve dilekçe verenin tanık olarak değerlendirilmesine gerek görülmediği notunu düşmüştür. Bununla birlikte ilerleyen zamanda F.N.E.nin şüpheli ile aynı binada oturup oturmadığı kolluk görevlilerince araştırılmış ve apartman yöneticisinin oğlu olduğunu beyan eden İ.A.dan binada F.N.E. isimli bir kişinin oturmadığı öğrenilmiştir. Olay yerinden elde edilen çeşitli eşya üzerinde yapılan inceleme sonuçlarına ilişkin İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarının (Laboratuvar) 13/3/2011 tarihli uzmanlık raporunda; sigara izmaritleri üzerinde belirlenen genotip özelliklerin H.K.A.ya, ölen dışında iki farklı kadına ve H.K.A. dışında başka bir erkeğe ait olduğu, olay yerinde bulunan külottaki izler üzerinde belirlenen genotip özelliklerin ise ölen ile üçüncü bir erkek şahsa ait olduğu belirtilmiştir. Adli Tıp Kurumu Başkanlığınca (ATK) düzenlenen 25/3/2011 tarihli otopsi raporunda; kanda 208 mg/dl etanol bulunduğu, metanol ve siyanür bulunmadığı, astım tedavisinde kullanılan bazı ilaçlara ait etken maddelerin bulunduğu, kanda ve idrarda belli bir düzeyde kafein bulunduğu, kanda ve idrarda uyutucu veya uyuşturucu maddelerin bulunmadığı, iç organlar ve midede yapılan toksikolojik analiz sonucu sistematik olarak aranan maddelerin bulunmadığı ancak kafein bulunduğu ve kesin ölüm nedeni konusunda Adli Tıp İhtisas Dairesinden (İhtisas Dairesi) görüş sorulması gerektiği belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 11/4/2011 tarihinde, ölenin doktoru A.G.yi tanık olarak dinlemiştir. İfadesinde A.G., ölenin ileri derecedeki astım hastalığı nedeniyle daha önce tedavi gördüğünü, ölenle bir hafta kadar önce telefonda görüştüğünü, yaptıkları görüşmede ölenin iki buçuk üç yıldır ilaç kullanmaya ihtiyaç duymadığını ve sigarayı bıraktığını söylediğini, tıbbi müdahale yapılmasa bile astım krizlerinin ölüme neden olma ihtimalinin çok düşük olduğunu, alkol ve sigara tüketiminin astım krizlerini tetiklediğini, kronik astım krizinin ölüme neden olamayacağını düşündüğünü söylemiştir. Ölenin eşi İ.Y.S. Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği 12/4/2011 tarihli ifadesinde, ölenin akciğerlerdeki hava yollarını genişleterek daha kolay nefes alıp vermeye yarayan bir ilaç (inhaler) kullandığını ve günde dört beş tane sigara içtiğini ifade etmiştir. İhtisas Kurulunca 8/6/2011 tarihinde düzenlenen raporda; otopsi raporunda ölüme müessir travmatik bir lezyonun tarif edilmediği, alkolün kolaylaştırıcı etkisiyle kanda bulunan ilaçların muhtemel yan etkilerine bağlı olarak ölümün meydana gelmiş olduğu, bütün acil durumlarda erken müdahalenin önemli olduğu tıbben bilinmekle birlikte mevcut vakada erken müdahale edildiği takdirde kişinin kurtulup kurtulamayacağı hususunda kesin bir görüş bildirmenin tıbben mümkün olmadığı belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 30/6/2011 tarihinde H.K.A.nın ifadesini almıştır. H.K.A. daha önce verdiği ifadesiyle benzer yönde ifade verip İ... Vakfına ait polikliniğin kapalı olması nedeniyle koşarak eve döndüğünü, ablasının eşini telefonla arayıp ablası S.S. ile görüşerek Şirketin telefonunu öğrendiğini ve bu sayede cankurtaran çağırdığını, daha önce ihtiyaç duymadığı için Alo 112 Acil Çağrı Merkezini aramanın aklına gelmediğini, evindeki sigara izmaritlerinden elde edilen DNA profillerinin daha önce eve gelen misafirlerine ait olabileceğini ve olay gecesinde evde yalnızca ölenle kendisinin olduğunu beyan etmiştir. Yürüttüğü soruşturma sonunda ölenin hastalığı ve kullandığı ilaçların almış olduğu alkol nedeniyle yan etkileri sonucu hayatını kaybettiği, meydana gelen olayda herhangi bir kimsenin kastının, kusurunun veya ihmalinin tespit edilemediği, şüphelinin ölenin rahatsızlanması üzerine öleni terk etmediği, önce evinin yakınlarındaki polikliniklerden daha sonra da ailece üye oldukları bir şirketin çağrı merkezinden yardım istediği ve bu merkezden gelen cankurtaranın olaya müdahale ettiği gerekçeleriyle yardım veya bildirim yükümlülüğünün yerine getirmeme sonucu ölüme neden olma suçunun unsurlarının oluşmadığı sonucuna varan Cumhuriyet Başsavcılığı 5/7/2011 tarihinde şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar (kovuşturmasızlık kararı) vermiştir. Başvurucu vekili, olay yerinden elde edilen sigara izmaritleri üzerinde başka şahıslara ait DNA örneklerinin tespit edildiğini, bu durumun olay yerinde ölen ve şüpheli H.K.A. dışında başka kişilerin de bulunduğunu gösterdiğini, bu kişilerin kim olduğunun tespiti gerektiğini ve şüpheli H.K.A.nın ifadesinin yeniden alınmasının lazım geldiğini belirtip ölenin doktoru A.G.nin ifadesine de dikkat çekerek kovuşturmasızlık kararına itiraz etmiştir. Ölenin eşi İ.Y.S.nin vekili ise kovuşturmasızlık kararına yaptığı itirazda, şüphelinin yardım etmeme eyleminin kasten öldürmenin ihmalî davranışla işlenmesi suçunu oluşturduğunu, sigara izmaritlerinden elde edilen DNA profillerine göre olay yerinde ölen ve şüpheli dışında bir erkek ile bir kadın bulunduğunu, bu kişilerin belirlenmesi gerektiğini ve iletişimin tespitine dair raporlara göre şüphelinin olay gecesi SMS yoluyla sık iletişim kurduğu H.A. isimli kişinin dinlenmesi gerektiğini iddia etmiştir. Kovuşturmasızlık kararına yapılan itiraz, Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesinin 26/9/2011 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu vekili ile ölenin eşinin vekili, Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesi kararının kanun yararına bozulması için Bakanlıktan talepte bulunmuştur. Bakanlığın talebi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi; evde ölen ve şüpheli kişiler dışındaki kişilere ait DNA'ya rastlandığı, bu kişilerin kimler olduğunun tespit edilmediği ve ifadelerinin alınmadığı, şüphelinin sağlık hizmetlerini 22 sıralarında aradığı, A... Polikliniğinin kamera kayıtlarında saat 00 sıralarında, G... işletme adlı işyerinin kamera kayıtlarında ise 25 sıralarında kimliği tespit edilemeyen kişilerin görüntülendiği ve olay yerine sadece beş dakika mesafede Y... Ü... Polikliğinin bulunduğu hususlarına işaret ederek kanun yararına bozma talebini yerinde bulmuştur. Kanun yararına bozma sonrasında Cumhuriyet Başsavcılığı, şüpheli H.K.A.nın ifadesini yeniden almıştır. İfadesinde H.K.A., küllük içinde bulunan sigara izmaritlerinin olay gününden önce evine gelen arkadaşlarına ait olabileceğini, küllüğün birkaç gündür dökülmemiş olabileceğini, evine gelen arkadaşlarının kimler olduğunu hatırlamadığını, ayrıca olay sabahı eve gelen polis memurları ile babası ve ablasının evde sigara içtiğini, izmaritlerin bu kişilere de ait olabileceğini, olay tarihinde evde ölenle yalnız olduklarını, Y... Ü... Polikliniğinin kapısının kapalı olduğunu, bu Poliklinik ile daha önceki ifadesinde geçen İ... Vakfı Polikliniğinin aynı yer olduğunu, A... Polikliniği ile Yargıtay kararında bahsi geçen G... işletme adlı işyerinin evine yakın olduğunu, kamera kayıtlarındaki kişilerin kendisiyle veya olayla bir ilgisinin bulunmadığını söylemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 30/10/2012 tarihinde, şüphelinin yardım veya bildirim yükümlülüğünün yerine getirmeme sonucu ölüme neden olma suçunu işlediği iddiasıyla hakkında bir iddianame düzenlemiştir. İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesince (Ceza Mahkemesi) yapılan yargılamada sanığın sorgusu yapılmış, başvurucunun ifadesi alınmış, Adli Tıp Uzmanı Ö. ile tanık T.Ö.nün beyanları tespit edilmiştir.i. Sorgusunda önceki ifadeleri ile aynı doğrultuda beyanda bulunan sanık H.K.A. ilave olarak ağır bir hastalığı olmadığı için daha çabuk ulaşabileceği düşüncesiyle polikliniğe gittiğini, ilk hırıltı sesi ile evden çıkması arasında yarım saat ya da 45 dakika bulunduğunu söylemiştir. ii. Başvurucu ifadesinde, olayın nasıl meydana geldiğini bilmediğini ancak sanığın 112 Acil Servisi aramadığı için kızının ölümüne sebep olduğunu beyan etmiştir.iii. Ö., ölenin alnının solundaki sıyrığın ölümle herhangi bir ilgisinin olmadığını beyan etmiştir.iv. T.Ö., ölenin sanıkla saat 00-30 sıralarında eğlence yerinden ayrıldığını ifade etmiştir. Ceza Mahkemesi, erken müdahale olması hâlinde ölümün engellenip engellenemeyeceği hususunda ATK Genel Kurulundan (Genel Kurul) rapor talep etmiştir.Genel Kurul 5/6/2014 tarihli raporunda, İhtisas Kurulunca düzenlenen raporla aynı yönde görüş bildirmiştir. Yaptığı yargılama sonunda Ceza Mahkemesi, yardım veya bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesi suçunu işlediği gerekçesiyle sanığın neticeten 2 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verip hükmün açıklanmasını geri bırakmıştır.Kararın ilgili bölümü şöyledir:"...Sanık hakkında TCK 98/2 maddesi gereğince yardım veya bildirim yükümlülüğünü yerine getirmeme sonucu ölüme neden olma suçundan dolayı kamu davası açılmıştır. Bu suçun oluşması için, maddenin gerekçesine, yerleşmiş yargıtay içtihatlarına ve maddenin amacına göre, sanığın eylemi ile ölüm sonucu arasında illiyet bağının kurulması şarttır. Bu nedenle Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan görüş sorulmuş, ATK Genel Kurulu 05/06/ 2014 tarihli raporunda [']Bütün acil durumlarda erken müdahalenin önemli olduğu tıbben bilinmekle birlikte, bu vakada erken müdahale edildiği taktirde kişinin kurtulup kurtulmayacağı konusunda kesin bir görüş belirtilemeyeceğini ['] bildirmiştir. Bu durumda, sanığın maktulün rahatsızlığının hemen sonrası sağlık birimlerine haber vererek sağlık kuruluşuna ulaşmasını sağlaması halinde ölümüne engel olabileceği konusunda kesin bir sonuca ulaşılamadığından, şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince, sanığın eyleminde bu suçun yasal unsurlarının oluşmadığı kanaatine varılmıştır.Ancak maktulün, sanığın ikrarına göre de, saat 04:00 sıralarında rahatsızlandığı, kendini kaybettiği, sanığın maktülün sağlık yardımına ihtiyacı olduğunu bilmesi gerekmesinerağmen, kişisel endişeler ileönce kendi imkanları ile maktule müdahalede bulunduğu, maktulü evde yalnız bırakarak sağlık kuruluşlarına gidip yardım getirmeye çalıştığı, bu şekilde üç saate yakın zaman maktule sağlık yardımının ulaşmamasına sebebiyet verdiği tüm dosya kapsamından anlaşılmıştır. TCK 98/1 maddesinde kendini idare edemeyecek durumda olan kimseye hal ve koşulların elverdiği ölçüde yardım etmeyen ya da durumu derhal ilgili makamlarabildirmeyen kişinin cezalandırılması öngörülmüştür. Dosyamızdaki olayda da, sanığın maktulün kendinde olmadığı sırada, durumu derhal yetkili makamlara bildirmediği, maktulün durumuna göre müdahalede bulunmadığı açıktır. Bu nedenle sanığın eyleminin TCK 98/1 maddesinde düzenlenen suça uyduğu kabul edilmiştir...." Başvurucu vekili, sanığa yüklenen suçun 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca ve üst hadden uygulanması gerektiği ve sanık hakkında takdirî indirim nedeninin uygulanmamasının lazım geldiği iddialarıyla karara itiraz etmiştir. Başvurucu vekilinin itirazı İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin 23/3/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar başvurucu vekiline 6/4/2015 tarihinde tebliğ edilmiş olup bireysel başvuru 15/4/2015 tarihinde yapılmıştır. A. Ulusal Hukuk 5237 sayılı Kanun'un "Kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kişinin yükümlü olduğu belli bir icrai davranışı gerçekleştirmemesi dolayısıyla meydana gelen ölüm neticesinden sorumlu tutulabilmesi için, bu neticenin oluşumuna sebebiyet veren yükümlülük ihmalinin icrai davranışa eşdeğer olması gerekir. (2) İhmali ve icrai davranışın eşdeğer kabul edilebilmesi için, kişinin;a) Belli bir icrai davranışta bulunmak hususunda kanunî düzenlemelerden veya sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğünün bulunması,b) Önceden gerçekleştirdiği davranışın başkalarının hayatı ile ilgili olarak tehlikeli bir durum oluşturması, gerekir. (3) Belli bir yükümlülüğün ihmali ile ölüme neden olan kişi hakkında, temel ceza olarak, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine onbeş yıldan yirmi yıla kadar, diğer hâllerde ise on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunabileceği gibi, cezada indirim de yapılmayabilir." 5237 sayılı Kanun'un "Yardım veya bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: (1) Yaşı, hastalığı veya yaralanması dolayısıyla ya da başka herhangi bir nedenle kendini idare edemeyecek durumda olan kimseye hâl ve koşulların elverdiği ölçüde yardım etmeyen ya da durumu derhâl ilgili makamlara bildirmeyen kişi, bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. (2) Yardım veya bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesi dolayısıyla kişinin ölmesi durumunda, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"... (5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl (2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder. (6) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için; a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/7 md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez. (7) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde, mahkûm olunan hapis cezası ertelenemez ve kısa süreli olması halinde seçenek yaptırımlara çevrilemez. (8) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. (Ek cümle: 18/6/2014-6545/72 md.) Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez.Bu süre içinde bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli serbestlik tedbiri olarak;a) Bir meslek veya sanat sahibi olmaması halinde, meslek veya sanat sahibi olmasını sağlamak amacıyla bir eğitim programına devam etmesine,b) Bir meslek veya sanat sahibi olması halinde, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasına,c) Belli yerlere gitmekten yasaklanmasına, belli yerlere devam etmek hususunda yükümlü kılınmasına ya da takdir edilecek başka yükümlülüğü yerine getirmesine,karar verilebilir. Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur. (9) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Altıncı fıkranın (c) bendinde belirtilen koşulu derhal yerine getiremediği takdirde; sanık hakkında mağdura veya kamuya verdiği zararı denetim süresince aylık taksitler halinde ödemek suretiyle tamamen gidermesi koşuluyla da hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilir. (10) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.)Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir. (11) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir. (12) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir. (13) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, bunlara mahsus bir sisteme kaydedilir. Bu kayıtlar, ancak bir soruşturma veya kovuşturmayla bağlantılı olarak Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından istenmesi halinde, bu maddede belirtilen amaç için kullanılabilir. (14) (Değişik: 23/1/2008 – 5728/562 md.) Bu maddenin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin hükümleri, Anayasanın 174 üncü maddesinde koruma altına alınan inkılâp kanunlarında yer alan suçlarla ilgili olarak uygulanmaz.." B. Uluslararası Hukuk Konuyla ilgili uluslararası hukuka ilişkin bilgiler Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 91-96 kararında yer almaktadır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/6774 | Başvuru, şüpheli ölüm olayı hakkındaki ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararı ile zorlama hapsine ilişkin ek karara yönelik esaslı iddiaların itiraz merci tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 5/3/2021 tarihinde öğrendikten sonra 1/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/21332 | Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararı ile zorlama hapsine ilişkin ek karara yönelik esaslı iddiaların itiraz merci tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, nihai bir mahkeme kararına dayalı alacağın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Tazminat Davası Süreci Bireysel başvurudan sonra vefat eden başvurucu İhsan Köseoğlu, askerlik görevini ifa ederken 30/10/2012 tarihinde Cihanbeyli İlçe Jandarma Komutanlığının bahçe duvarı demirlerine dokunmasıyla elektrik akımına kapılarak yaralanmıştır. Gülhane Askerî Tıp Akademisinin (GATA) 12/9/2014 tarihli raporunda başvurucu İhsan Köseoğlu'nun askerliğe elverişli olmadığı belirtilmiştir. İhsan Köseoğlu'na annesi başvurucu Nurdan Köseoğlu vasi olarak atanmış ve sonrasında Çarşamba Sulh Mahkemesince 26/2/2016 tarihinde başvurucu Nurdan Köseoğlu'na kısıtlı oğlu başvurucu İhsan Köseoğlu'nu temsil etmek üzere husumete izin kararı verilmiştir. Başvurucu İhsan Köseoğlu'nun elektrik çarpması neticesinde yaralanması nedeniyle Konya Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) 18/1/2017 tarihinde elektrik şirketleri A.Ş. ile E. Ltd. Şti. aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açılmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesince 11/1/2018 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararda; başvurucu İhsan Köseoğlu için 051,64 TL iş göremezlik zararı ile 805,84 TL bakıcı gideri olmak üzere toplam 857,48 TL maddi tazminatın ve 000 TL manevi tazminatın, başvurucu Nurdan Köseoğlu için ise 000 TL manevi tazminatın davalılardan müteselsilen tahsiline hükmedilmiştir. Davalı A.Ş.nin kararı istinaf etmesi üzerine 6/11/2018 tarihinde Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesince (İstinaf Dairesi) istinaf talebinin esastan reddine karar verilmiştir. Davalı A.Ş.nin kararı temyiz etmesi üzerine 16/4/2019 tarihinde Yargıtay Hukuk Dairesince (Yargıtay Dairesi) davalının sair temyiz itirazlarının reddiyle bakıcı ücretinden hakkaniyet indirimi yapılması gerektiği gerekçesiyle kararın bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı bilgi ve belgelere, özellikle temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararında yazılı gerekçelere göre, davalı tarafın sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.2- Davalı tarafın bakıcı ücretine yönelik temyiz itirazının incelenmesinde;...zararlandırıcı olay nedeniyle hayati gereksinimlerini bir başkasının yardım ve bakımı olmadan karşılayamaz hale gelen davacının kendi gelirinden bakım için bir miktar pay ayırması gerekeceği, ayrıca aile bireylerinin yardımından da yararlanacağı gözetilerek, ilk derece mahkemesince; bilirkişi tarafından belirlenen bakıcı ücretinden TBK'nin 51 ve 52 nci maddeleri uyarınca hakkaniyet indirimi yapılması gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile bakıcı ücretinin tamamının tazminine karar verilmiş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir....SONUÇ : Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davalı tarafın sair temyiz itirazlarının reddine; ikinci bentte açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK'nun 373üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının KALDIRILMASINA, aynı Kanunun 371 inci maddesi uyarınca İlk Derece Mahkemesi kararının davalı taraf yararına BOZULMASINA... B. İcra Takibi ve Şikâyet Davası Süreci Asliye Hukuk Mahkemesinin bozma öncesi davanın kabulüne dair 11/1/2018 tarihli kararı sonrasında başvurucu tarafından 15/1/2018 tarihinde Gölbaşı (Ankara) İcra Müdürlüğünde (İcra Müdürlüğü) davalılar aleyhine icra takibi başlatılmıştır. Başvurucu, Yargıtay Dairesinin 16/4/2019 tarihli bozma kararı üzerine davalı A.Ş.nin dosyaya sunduğu teminat mektubunun paraya çevrilmesini talep etmiştir. İcra Müdürlüğünce 14/5/2019 tarihinde talebin kabulüne karar verilmiştir. Bunun üzerine davalı A.Ş. İcra Müdürlüğünün 14/5/2019 tarihli teminat mektubunun paraya çevrilmesi kararına karşı 29/5/2019 tarihinde Gölbaşı İcra Hukuk Mahkemesinde (İcra Mahkemesi) şikâyet davası açmıştır. İcra Mahkemesince 12/6/2019 tarihinde şikâyetin kabulüyle İcra Müdürlüğünün 14/5/2019 tarihli teminat mektubunun paraya çevrilmesi kararının iptaline kesin olarak karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, Asliye Hukuk Mahkemesi kararının bozulmasına hükmeden Yargıtayın ilamında kısmi onamaya ilişkin bir ifade olmadığı ve kısmi bir kesinleştirme şerhi de bulunmadığı belirtilerek teminat mektubunun paraya çevrilme imkânının olmadığı açıklanmıştır. Başvurucu nihai kararı 13/6/2019 tarihinde öğrenmiş, 10/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru Tarihinden Sonraki Gelişmeler Asliye Hukuk Mahkemesi kararının bozulması sonrasında tarafların karar düzeltme talebinde bulunmamaları nedeniyle Asliye Hukuk Mahkemesince 19/7/2019 tarihinde kısmi kesinleştirme şerhi düzenlenmiştir. Kesinleştirme şerhinin ilgili kısmı şöyledir:"Mahkememizin işbu 11/11/2018 tarih 2017/34 Esas 2018/86 Karar sayılı kararının hüküm fıkrasındaki; '... davacı İhsan Köseoğlu için 051,64 TL iş göremezlik zararının, ve 000,00 TL manevi tazminatın 30/10/2012 kaza tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte ve davacı Nurdan Köseoğlu için 000,00 TL manevi tazminatın yine aynı olay tarihi itibariyle yasal faizi ile birlikte davalılardan müteselsilen alınarak davacılara verilmesine..'kısımlarının tarafların karar düzeltme kanun yoluna başvurmamaları üzerine 31/05/2019 tarihinde kesinleştiği tasdik olunur." Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nde (UYAP) kayıtlı olan kesinleştirme şerhinin başvurucunun avukatı tarafından 2/8/2019 tarihinde açılıp okunmak suretiyle görüldüğü evrak işlem kütüğünden tespit edilmiştir. Ayrıca bu kısmi kesinleştirme şerhinden sonra 31/7/2019 tarihinde başvurucuya ödeme yapıldığı anlaşılmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesince bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda 25/10/2021 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Kararda manevi tazminat ve iş göremezlik talepleri hakkında karar verilmesine yer olmadığı belirtilerek hakkaniyet indirimi yapılarak 117,18 TL bakıcı giderine hükmedilmiştir. Davalı A.Ş.nin ve başvurucunun kararı temyiz etmesi üzerine Yargıtay Dairesi 14/6/2022 tarihinde harç yönünden düzelterek onama kararı vermiştir. Başvurucu İhsan Köseoğlu başvurunun devamı sırasında 10/9/2020 tarihinde vefat etmiş, mirasçısı olan diğer başvurucu Nurdan Köseoğlu başvuruyu devam ettirmek istediğini bildirmiştir. A. İlgili Mevzuat 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra İflas Kanunu'nun "İcranın geri bırakılması için verilecek süre" kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan beşinci ve altıncı fıkraları şöyledir:"...Bölge adliye mahkemesince başvurunun haklı görülmesi hâlinde teminatın geri verilip verilmeyeceğine karar verilir. Yargıtayca hükmün bozulması hâlinde borçlunun başvurusu üzerine, bozmanın mahiyetine göre teminatın geri verilip verilmeyeceğine mahkemece kesin olarak karar verilir.Bölge adliye mahkemesince başvurunun esastan reddine karar verilmesi veya Yargıtayca hükmün onanması hâlinde alacaklının istemi üzerine başkaca işleme gerek kalmaksızın teminata konu olan para alacaklıya ödenir. Mal ve haklar ise, malın türüne göre icra dairesince paraya çevrilir. İlâm alacaklısının teminat üzerinde rüçhan hakkı vardır...." 2004 sayılı Kanun'un "İcranın iadesi" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Bir ilâmın bölge adliye mahkemesince kaldırılması veya temyizen bozulması icra muamelelerini olduğu yerde durdurur." 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun "Yargıtay" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii olup, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile bu Kanun ve diğer kanunların hükümlerine göre görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Temyiz incelemesi ve duruşma" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:''(1) Yargıtay, tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleriyle bağlı olmayıp, kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da inceleyebilir." 6100 sayılı Kanun'un ''Onama kararları'' kenar başlıklı maddesi şöyledir:''(1) Yargıtay, onama kararında, onadığı kararın hukuk kurallarına uygunluk gerekçesini göstermek zorundadır. (2) Temyiz olunan kararın, esas yönünden kanuna uygun olup da kanunun olaya uygulanmasında hata edilmiş olmasından dolayı bozulması gerektiği ve kanuna uymayan husus hakkında yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde Yargıtay, kararı düzelterek onayabilir. Esas yönünden kanuna uygun olmayan kararlar ile hâkimin takdir yetkisi kapsamında karara bağladığı edalar hakkında bu fıkra hükmü uygulanmaz. (3) Tarafların kimliklerine ait yanlışlıklarla, yazı, hesap veya diğer açık ifade yanlışlıkları hakkında da bu hüküm uygulanır. (4) Karar, usule ve kanuna uygun olup da gösterilen gerekçe doğru bulunmazsa, gerekçe değiştirilerek ve düzeltilerek onanır."B. Yargı Kararları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25/3/1992 tarihli ve E.1992/121, K.1992/197 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Taraflar arasındaki 'nafakanın arttırılması' davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Ankara Onüçüncü Asliye Hukuk Mahkemesi)nce davanın açılmamış sayılmasına dair verilen 1990 gün ve 559-655 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay İkinci Hukuk Dairesi'nin 1991 gün ve 5056-7968 sayılı ilamıyla; (..Önceki boşanma hükmünün yoksulluk nafakasına ilişkin bölümü temyiz edilmiş isede bu yöne ilişkin temyiz itirazları 1990 tarihinde reddedilmiş ve yoksulluk nafakası ile ilgili olarak karar düzeltme yoluna gidilmemek suretiyle boşanma hükmü ile birlikte aylık 000 TL. yoksulluk nafakasına dair karar 1990 tarihinde kesinleşmiştir. Öyle ise 1990 tarihinde açılan yoksulluk nafakasının arttırılmasına ilişkin bu davanın esasının incelenmesi gerekirken yazılı düşüncelerle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır..) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir....İşte olayımızda çözümlenmesi gereken husus, genelde birden fazla talep sonucunu ihtiva eden hukuk davalarında ve özelde kombine hüküm mahiyetini taşıyan boşanma davalarında taraflarca uygun görülerek temyiz edilmeyen ya da temyiz isteği reddedilen (bozmanın kapsamı dışında kalan) hususların kesinleşmiş olup olmadığıdır. Özellikle olayımızda olduğu gibi diğer temyiz itirazları reddedilerek yalnızca manevi tazminata karar verilmesi yönünden bozulan davada manevi tazminat dışında kalan diğer talep kalemlerinin (örneğin, yoksulluk nafakasına ilişkin hükmün) kesinleşmiş sayılıp sayılmayacağının belirlenmesidir....Diğer taraftan kısmi temyiz sebebiyle hükmün bir bölümünün (talep sonuçlarından bazılarının) temyiz edilmemek suretiyle kesinleşmesi ile, temyiz edilip onanmak suretiyle kesinleşmesi (bozmanın kapsamı dışında kalması) arasında kesin hükmün bağlayıcılığı, müstakilen infaz kabiliyeti bulunması, mevcut uyuşmazlığı yeniden ele alınması mümkün olmayacak biçimde çözümlenmesi yönlerinden herhangi bir fark mevcut değildir. Nitekim, 1960 tarihli ve 21/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı da, doktrinde bu şekilde yorumlanarak, mevcut uygulamanın Yargıtay'ın bozma dışında kalan kısımları da hukuksal denetime tabi tutarak bu kısımlara artık yeniden geri dönülmesini engellemek istediği ve bunu da bozmanın kapsamı dışında kalan yönlerin (talep sonuçlarının) kesinleştiğini kabul etmek suretiyle sağladığı biçimde değerlendirilmiştir (Prof. Dr. Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Usulü - Cilt 2 İstanbul 1977 Baskı S. 90).Bütün bu genel açıklamalardan sonra olayımıza gelecek olursak, mahkemenin boşanmaya ve boşanmanın feri sonuçlarına ilişkin kararının temyizi üzerine Yargıtay'ca yalnızca manevi tazminat açısından bozulmuş, başta yoksulluk nafakası olmak üzere diğer yönler (talep sonuçları) bozmanın kapsamı dışında kalarak kesinleşmiştir. Öyle ise açılan bu dava, önceki davada kesinleşen yoksulluk nafakasının artırılmasına (MK. 145/son) ilişkin olup, işin esasının incelenmesi gerekirken bozmanın kapsamı dışında kalmasına rağmen önceki davanın derdest olduğundan bahisle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır. ..." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 23/10/2002 tarihli ve E.2002/633, K2002/847 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Yerel mahkemenin, davacının üyelikten ihracına ilişkin kararın dayanağını oluşturan 1997 tarihli ikinci ihtarın verilen ödeme süresi yönünden usulsüz olduğu, buna dayalı ihraç kararının da bu nedenle yasaya aykırı bulunduğu gerekçesiyle ve tazminat miktarı yönünden alınan bilirkişi raporunu benimsemek suretiyle verdiği davanın kabulüne, ihraç kararının iptaline, fazlaya ilişkin hak saklı kalmak üzere, -TL. tazminatın davalıdan tahsiline dair karar, Yüksek Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuştur.1- Yerel mahkeme, ihraç kararına yönelik hükmün bozma dışında bırakılmış olması nedeniyle kesinleştiğini gerekçe göstererek, bu yönden yeniden hüküm tesisine yer olmadığına, tazminat miktarının hesaplanmasına yönelik bozmaya karşı ise direnilmesine karar vermiştir.Bu noktada, öncelikle, metni yukarıda yer alan bozma kararının 'Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bent dışında kalan ve yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.' şeklindeki (1) nolu bendi karşısında, üyelikten ihraç kararının iptaline dair yerel mahkeme hükmünün kesinleşmiş olup olmadığı açıklığa kavuşturulmalıdır.Yerel mahkemenin bozulan hükmü, davacının dava dilekçesindeki talepleri doğrultusunda, üyelikten ihraç kararının iptaline ve buna bağlı olarak, usulsüz şekilde ihraç edilen ve kendisine konut tahsisi yapılamayan davacının bu hakkına kaimen tazminat ödenmesine ilişkindir. Eş söyleyişle, davacı, birinin (tazminat) kabulü, ancak diğerinin (ihraç kararının iptali) kabul edilmesine bağlı bulunan iki ayrı talepte bulunmuş; mahkeme her iki talebinde kabulüne karar vermiştir. Bozma kararının (1) numaralı bendinde, davalı vekilinin bu hükme yönelik diğer temyiz itirazları reddedilmiş, (2) nolu bentte ise, tazminatın hesaplanmasında izlenen yöntemin yanlış olduğu belirtilerek hüküm sadece bu yönden bozulmuş; böylece ihraç kararının iptaline yönelik karar bozmanın kapsamı dışında bırakılmış; ancak, bu yönden açık bir onama kararı da verilmemiştir.Açıktır ki, Yargıtay, temyiz edilen kararın bir kısmını onayıp; diğer kısmını bozabilir; böyle bir durumda, ortada bir 'kısmi onama ve kısmi bozma' kararı bulunacaktır. Böyle bir durumda mahkeme kısmi bozmaya uysa bile, artık hükmün onanan bölümü üzerinde yeni bir inceleme yapamaz. (Prof.Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Baskı, 1984, Cilt:4, sayfa: 3397-3398)Hemen belirtilmelidir ki, usul hukuku ilkeleri açısından doğru olan ve bu nedenle de benimsenmesi gereken tutum, ilgili Yargıtay Dairesinin, hakkındaki temyiz itirazlarını reddettiği hüküm bölümünü açıkça onamasıdır.Ancak, öteden beri, somut durumda olduğu gibi, Yargıtay Dairelerinin kısmi onama ve kısmi bozma kararı verilmesi gereken durumlarda, gerçekte onanmasına hükmettikleri hüküm bölümü yönünden, sadece ilgili tarafın temyiz itirazlarını reddetmekle yetinip, açık bir onama hükmü kurmadıkları ve bu tür kararların özellikle infaz yönünden tereddütlere neden olduğu bilinmektedir.Bu nedenle, bu tür Yargıtay kararlarının usul hukuku açısından doğurdukları sonuç üzerinde ayrıca durulmalıdır.Öğretide, bir davadaki birden fazla talepten bir veya daha fazlası hakkında verilen kararın bozma kapsamı dışında kalması halinde, o karara yönelik açık bir onama hükmü olmasa dahi, ortada kısmi bir bozma ve kısmi bir onama kararının bulunacağı kabul edilmektedir. Başka bir ifadeyle, açık bir onama hükmü bulunmasa dahi, salt taleplerden biri veya daha fazlası hakkındaki yerel mahkeme kararına ilişkin temyiz itirazları Yargıtay'ca reddedilmiş ve böylece kararın o bölümü bozma kapsamı dışında bırakılmış ise, reddedilen temyiz itirazlarının ilgili bulunduğu karar bölümü onanmış sayılır. (Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Baskı, 1984, Cilt:4, sayfa: 3421 ve devamı).Hükmün bir bölümünün, taraflarca o yönden temyiz yoluna gidilmemesi nedeniyle kesinleşmesi veya temyiz edilip de bozma kapsamı dışında kalması arasında; gerek kesin hükmün bağlayıcılığı, gerek infaz kabiliyeti ve gerekse o konudaki uyuşmazlığın artık mahkemece yeniden ele alınmasının mümkün bulunmaması yönlerinden, herhangi bir fark yoktur.Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 1992 gün ve 1992/2-121 esas, 1992/197 karar sayılı kararı da bu doğrultudadır. Yine, usule ilişkin kazanılmış hak konusundaki 1960 gün ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı da, öğretide ve uygulamada aynı sonucu doğuracak şekilde yorumlanmıştır. (Prof.Dr. Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Usulü, Baskı, Cilt 2, İstanbul 1977, sayfa:90)Bu açıklamalar çerçevesinde somut durum değerlendirildiğinde:Yerel mahkeme davacının ihraç kararının iptali ve tazminat taleplerinin tümünün kabulüne karar vermiş ve Yüksek Özel Daire, davalının bu karara yönelik temyiz itirazlarından sadece tazminat hesabına ilişkin bulunanlarını kabul edip, diğerlerini reddetmiş olmakla, açık bir onama kararı vermemekle birlikte, ihraç kararının iptaline yönelik yerel mahkeme hükmünü onamış bulunmaktadır.Bu durumda, mahkeme hükmünün üyelikten ihraç kararının iptaline yönelik bölümü bozma kapsamı dışında bırakılmakla onanmış ve bu yön kesinleşmiştir. Dolayısıyla, kısmi bozmaya karşı kurulan direnme hükmünde, artık üyelikten ihraç kararının iptaline ilişkin davacı talebi hakkında yeniden hüküm kurulmasına gerek yoktur.Hal böyle olunca, yerel mahkemenin, anılan konuda hüküm tesisine yer olmadığına karar vermiş olması doğrudur...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/4/2005 tarihli ve E.2005/4566, K.2005/7049 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...İstanbul İş Mahkemesi’nin 2003 tarih ve 2003/257-484 sayılı ilamının hüküm bölümünde kıdem tazminatı 633 TL., ihbar tazminatı 000 TL. ve ücretli izin nedeniyle de 000 TL. olmak üzere toplam 771 TL. alacağın 2000 tarihinden itibaren yürütülecek yasal faizi ve takdir edilen 351 TL. nispi avukatlık ücreti ile birlikte davalıdan alınıp davacıya ödenmesine karar verilmiştir.Hükmün temyiz edilmesinden sonra Yargıtay Hukuk Dairesi’nin 2004 tarih ve 2003/11355 E, 2004/2576 sayılı ilamı ile sadece (izin alacağı) yönünden kararın bozulduğu anlaşılmaktadır. Anılan Yargıtay ilamının (1) no’lu bendinde açıkça, bozmanın sadece izin alacağından söz edilen (2) no’lu bende hasredildiği belirtilmiş ve borçlunun sair temyiz itirazları reddedilmiştir. Açık bir onama hükmü bulunmasa dahi, taleplerden biri veya daha fazlası hakkındaki yerel mahkeme kararına ilişkin temyiz itirazları Yargıtay’ca reddedilmiş ve böylece kararın o bölümü bozma kapsamı dışında bırakılmış ise, reddedilen temyiz itirazlarının ilgili bulunduğu karar bölümü onanmış sayılır. (Prof. Dr. Baki Kuru HUMK Baskı 1984, cilt4, shf, 3421) (HGK’ nun 1992 tarih ve 1992/2-121 E, 1992/197 K)(HGK’ nun 2002 tarih ve 2002/11-633 E, 2002/847 K)Bu durumda, alacaklının bozma ilamı kapsamı dışında kalan alacak bölümleri yönünden takibe devam etmesi mümkün olup şikayetin kabulü yerine reddine karar verilmesi isabetsizdir...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/6/2018 tarihli ve E.2018/995, K.2018/6656 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Borçlu mehil vesikasında yazılı süre içinde, Yargıtay'dan icranın geri bırakılması kararı almazsa veya icranın geri bırakılması kararı alınıp da hükmün onanması halinde, yatırılan teminat para ise alacaklının talebi üzerine başkaca bir işleme gerek kalmadan alacaklıya ödenir, mal ve hak ise malın niteliğine göre icra müdürlüğünce paraya çevrilir.Somut olayda; itirazın iptaline dair İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/406 Esas 2014/190 Karar sayılı ilamının icra dairesine ibraz edilerek takibe devam edildiği, bahsi geçen ilamın tehiri i icra talepli temyiz edildiği, borçlu tarafından İstanbul İli, Sarıyer İlçesi, Uskumruköy Mah. 715 Parsel C5 tipi villanın teminat olarak icra dosyasına bildirildiği ve mehil talep edildiği, söz konusu taşınmazın İstanbul Anadolu İcra Hukuk Mahkemesinin 2014/1 İş sayılı ve İstanbul Anadolu İcra Hukuk Mahkemesinin 2014/671 Esas 2014/630 Karar sayılı kararı ile İİK'nun maddesi hükmünce teminat olarak kabul edildiği, alacaklı lehine taşınmaz üzerine derecede ve derecede ipotekler konulduğu ve borçluya mehil verildiği, borçlu tarafından icranın geri bırakılması kararı alınarak icra dosyasına ibraz edildiği akabinde bahsi geçen ilamın Yargıtay'ca onandığı ve alacaklı tarafın dosyadaki alacağın tahsili için dosyaya teminat olarak bildirilen ve ipotek konulan taşınmazdaki ipotekten vazgeçtiklerini beyan ederek, ipoteğin fekki ile 06/01/2016 tarihli talepleri doğrultusunda borçluya muhtıra tebliği ve bankalara 89/1 haciz ihbarnamesi gönderilmesine karar verilmesini talep ettiği, icra müdürlüğünce alacaklı tarafın talebinin kabulüne karar verildiği ve gerekli işlemlerin yapıldığı, icra müdürlüğü işlemlerinin borçlu tarafından şikayet edildiği, mahkemece alacaklının tehiri icra kararı için kendi lehine tesis edilen ipotek hakkında mahkeme kararına gerek olmadan tek taraflı irade beyanı ile vazgeçebileceği bu durumun borcu sona erdiren bir sebep olmadığı, alacaklının ipoteğin fekki talebinden sonra icra müdürünün alacaklının haciz talebini kabul etmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesi ile şikayetin reddine karar verildiği, kararın borçlu tarafça temyizi ile Dairemizce onandığı görülmektedir.Yukarıda belirtilen ilke ve kurallar gözetildiğinde; Yargıtay’ın temyiz edilen hükmü onaması halinde daha önce vermiş olduğu icranın geri bırakılması kararı kendiliğinden kalkar ve ilamın icrasına devam edilir. Bu halde alacaklının talebi üzerine başkaca bir işleme gerek olmaksızın icra müdürü, borçlunun gösterdiği teminat para ise bu para ile alacaklının alacağını, faizini ve takip giderlerini alacaklıya öder. Borçlunun icranın geri bırakılması kararı alabilmek için göstermiş olduğu teminat paradan başka bir mal veya hak olması halinde ise icra müdürü malın veya hakkın çeşidine göre teminat gösterilmiş olan mal veya hakkı paraya çevirir (satar) bedeli ile alacaklının alacağını, faizini ve takip giderlerini öder. Buna göre; somut olayda, icra müdürlüğünce teminat olarak gösterilen taşınmaz paraya çevrilerek, alacaklının tüm alacağının ödenmesi gerekirken, alacaklının ipoteğin fekki ile bankalara 89/1 haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebi üzerine kişiye birinci haciz ihbarnamesi gönderilmesi yerinde olmamıştır. İcra takip dosyası içerisinde, taşınmaz üzerine mahkeme kararıyla konulan ipoteklerin fekkine dair icra müdürlüğünce ilgili tapu sicil müdürlüğüne yazılan bir müzekkereye ya da söz konusu ipoteklerin fek edildiğine dair bir belgeye rastlanılamamıştır...." Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 1/3/2018 tarihli ve E.2017/1343, K.2018/407 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Uyuşmazlık; teminat mektubunun paraya çevrilme talebinin reddine ilişkin icra müdürlüğü kararına karşı şikayet niteliğindedir.Takip dosyasının incelenmesinde; şikayetçi alacaklılar tarafından dava dışı borçlu K1 hakkında ilamlı icra takibi başlatıldığı, takip dayanağının Yalvaç Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2014/319 E. ve 2016/14 K. sayılı ilamı olduğu, takip talebi ve buna uygun düzenlenen icra emri ile ilamda alacaklılar lehine hükmedilen maddi ve manevi tazminat alacakları ile yargılama gideri, ilam vekalet ücreti ve işlemiş faiz alacaklarının tahsilinin istendiği, 31/03/2016 tarihinde sunulan teminat mektubunun icra hakimliğince teminat olarak kabulüne karar verildiği, Yargıtay Hukuk Dairesinin 08/06/2016 tarih, 2016/6755 E. ve 2017/744 K. sayılı kararı ile icranın geri bırakıldığı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/12/2016 tarih ve 2016/6755 E. 2016/15317 K. sayılı ilamıyla davalının tüm temyiz itirazlarının reddine, davacıların temyiz itirazlarının ise (maddi ve manevi tazminat miktarlarının usulüne uygun olarak belirlenmeyip az olarak hesaplanması nedeniyle) kabulüne karar verildiği, şikayetçi alacaklılar vekilinin Yargıtay bozma ilamına istinaden teminat mektubunun paraya çevrilmesine ilişkin talebinin icra müdürlüğünün 13/02/2017 tarihli kararı ile reddedildiği, icra müdürlüğünün bu kararının şikayete konu edildiği anlaşılmıştır.Açık bir onama hükmü bulunmasa dahi taleplerden biri veya daha fazlası hakkındaki yerel mahkeme kararına ilişkin temyiz itirazları Yargıtay’ca reddedilmiş ve böylece kararın o bölümü bozma kapsamı dışında bırakılmış ise, reddedilen temyiz itirazlarının bulunduğu karar bölümü onanmış sayılır. (Pr.Dr.Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü baskı 1984 cilt 4, sahife 3421) (HGK 1992 tarih ve 1992/2-121 Esas, 1992/197 K.) (HGK. 2002 Tarih ve 2002/11-633 2002/847)....Dairemizce yapılan değerlendirmeler neticesinde; takibe konu edilen Yalvaç Asliye Hukuk Mahkemesi (İş Mahkemesinin) 2014/319 E.-2016/14 K.sayılı kararının Yargıtay Hukuk Dairesinin 2016/6755 E.- 2016/15317 K.sayılı kararı ile şikayetçi alacaklılar lehine maddi ve manevi tazminatın az hükmedildiği gerekçesi ile kısmen bozulduğu, Yargıtay kararında bozma kararı dışında kalan temyiz itirazlarının yerinde olmadığının açıklandığı, bu durumda bozma kararı dışında kalan maddi ve manevi tazminat alacağı yönünden mahkeme kararının kesinleştiği, kesinleşen bu alacaklar yönünden takibe devam edilebileceği, bu durumda teminatın iadesi için İİK.'nın maddesinde öngörülen koşulun gerçekleştiği, mahkemece şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde sonuca gidilmesinin isabetsiz olduğu anlaşıldığından şikayetçi alacaklılar vekilinin istinaf talebinin esastan kabulüne karar vermek gerekmiş, aşağıdaki hüküm kurulmuştur...." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/23351 | Başvuru, nihai bir mahkeme kararına dayalı alacağın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gerekçesi açıklanmadan suçun terör örgütünün faaliyeti kapsamında kabul edilerek verilen cezada artırım yapılması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/12/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon; adli yardım talebinin kabulüne, suçta ve cezada kanunilik ilkesi dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucu hakkında başlattığı soruşturma sonucunda başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma ve resmî belgede sahtecilik suçlarından cezalandırılması talebiyle iddianame düzenlemiştir. İddianamenin resmî belgede sahtecilik suçu ile ilgili olan kısmı şöyledir:"...hakkında çıkartılan yakalama neticesinde yakalandığı, şüphelinin yakalandığı esnada üzerinden ele geçirilen ve [Ş.] adına düzenlenen nüfus cüzdanının İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarının IST-BLG-19-07440 sayılı raporu ile sahte olduğunun tespit edildiği..." İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) önünde görülen yargılama sonucunda başvurucunun anılan suçlardan mahkûmiyetine karar verilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Sanığın soruşturma aşamasında hakkında çıkartılan yakalama emrine istinaden arandığı sırada, 27/08/2019 tarihinde bulunabileceği değerlendirilen bir adreste yakalandığı, gözaltına alındığı sırada yapılan üst araması sırasında, üzerinde kendisinin fotoğrafının yer aldığı ancak [Ş.] adına düzenlenmiş 'T-11/060074' seri numaralı nüfus cüzdanı ele geçirildiği, söz konusu belge üzerinde İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünce yapılan incelemeler neticesinde düzenlenen 29/08/2019 tarih ve IST-BLG-19-07440 uzmanlık numaralı Uzmanlık Raporuna göre, bahse konu nüfus cüzdanının tamamen sahte olarak hazırlanıp düzenlenmiş olduğu sonucuna varıldığının belirtildiği, bu suretle sanığın sahte nüfus cüzdanıyla yakalanmak suretiyle resmi belgede sahtecilik suçunu işlediği sabit görülerek, mahkememizce oluş bu şekilde kabul edilmiştir....sanığın üzerine atılı Resmi Belgede Sahtecilik suçunun sübuta ermiş olduğu anlaşıldığından eylemine uyan TCK' nun 204/1 maddesi gereğince suçun işleniş şekli, sanığın kastının yoğunluğu ve oluşan yakın tehlikenin ağırlığı nazara alınarak takdiren sanığın alt sınırdan hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, sanığın üzerine atılı suçun terör suçu olması nedeniyle 3713 sayılı yasanın 4/1-a ve 5/1 maddeleri gereğince 1/2 (yarı) oranında artırım yapılmış, sanığın duruşmalardaki tavır ve davranışları verilen cezanın geleceği üzerindeki olası etkileri nazara alınarak sanık hakkında TCK 62 maddesi gereğince takdiren 1/6 oranında indirim yapılarak aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu, mahkûmiyet kararına karşı -diğer nedenlerle birlikte- kararın gerekçesiz olduğu ve resmî belgede sahtecilik suçunun örgüt suçu kapsamında değerlendirilmemesi gerektiği gerekçesiyle istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire) resmî belgede sahtecilik suçundan verilen karar yönünden kesin olmak üzere istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Daire, kararında eylemin örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmediğine ilişkin savunma yönünden bir değerlendirme yapmamıştır. Resmî belgede sahtecilik suçundan mahkûmiyet hükmü 26/11/2020 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, resmî belgede sahtecilik suçundan mahkûmiyete ilişkin nihai kararı 2/12/2020 tarihinde öğrendikten sonra 31/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör tanımı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır." 3713 sayılı Kanun'un "Terör amacı ile işlenen suçlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Aşağıdaki suçlar 1 inci maddede belirtilen amaçlar doğrultusunda suç işlemek üzere kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlendiği takdirde, terör suçu sayılır:a) Türk Ceza Kanununun 79, 80, 81, 82, 84, 86, 87, 96, 106, 107, 108, 109, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 118, 142, 148, 149, 151, 152, 170, 172, 173, 174, 185, 188, 199, 200, 202, 204, 210, 213, 214, 215, 223, 224, 243, 244, 265, 294, 300, 316, 317, 318 ve 319 uncu maddeleri ile 310 uncu maddesinin ikinci fıkrasında yer alan suçlar. b) 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan suçlar...." 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkrası şöyledir: "3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz." B. Yargıtay İçtihadı Yargıtay, silahlı terör örgütü üyeliği suçu sabit görülen ve üzerinden sahte kimlik belgesi ele geçirilen sanıklar hakkında resmî belgede sahtecilik suçundan verilecek cezada 3713 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca artırım yapılması konusunda çeşitli kararlar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 21/6/2018 tarihli ve E.2018/578, K.2018/2009 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Sanık hakkında resmi belgede sahtecilik suçundan tayin olunan temel cezada 3713 sayılı Kanunun 5/ maddesi gereğince artırım yapılmaması aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır." Yargıtay Ceza Dairesinin 3/10/2016 tarihli ve E.2016/3883, K.2016/5020 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Resmi belgede sahtecilik suçunun, terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde gerçekleştirildiğinin tespit edilemediği gözetilmeden yazılı şekilde 3713 sayılı Kanunun maddesi uyarınca artırım yapılması, Kanuna aykırı olup, hükmün bu nedenlerle BOZULMASINA, bu hususların yeniden yargılama yapılmaksızın CMUK'nın maddesine göre düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, 1 numaralı hükmün fıkrasındaki “3713 sayılı Kanunun 5/ maddesi gereğince 1/2 oranında artırılarak 4 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına,” ibaresinin çıkarılması suretiyle diğer yönleri usul ve kanuna uygun olan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA..." Yargıtay Ceza Dairesinin 29/3/2016 tarihli ve E.2015/5404, K.2016/1727 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Silahlı terör örgütüne yardım suçundan cezalandırılan sanık [A.nın] sahte kimliği ile evinde ele geçen tabancayı örgütsel amaçla kullandığının sübut bulmadığı gözetilmeden 6136 sayılı Kanuna aykırılık ve sahtecilik suçlarından kurulan hükümlerde belirlenen temel cezalarda 3713 sayılı Kanunun maddesiyle artırım yoluna gidilip ayrıca TCK’nın 58/ maddesinin uygulanması..." Yargıtay Ceza Dairesinin 17/6/2015 tarihli ve E.2015/1072, K.2015/1801 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...sanıklar [U.Y.], [T.K.] ve [E.İ.] hakkında 6136 sayılı Kanuna aykırılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarından, sanık [E.İ] hakkında kasten öldürmeye teşebbüs ve tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması suçlarını örgüt adına işledikleri yukarıda belirtilen suçlar nedeniyle tayin edilen cezanın 3713 sayılı Kanunun 5/ maddesi uyarınca arttırılmaması suretiyle eksik ceza tayini aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamış..." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/3397 | Başvuru, gerekçesi açıklanmadan suçun terör örgütünün faaliyeti kapsamında kabul edilerek verilen cezada artırım yapılması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 27/2/2008 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde (iş mahkemesi sıfatıyla) işçi ile işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davası açılmış, ilk derece mahkemesince 05/11/2014 tarihli celsede başvurucu vekilinin devamlı mazaret dilekçesi verdiği, duruşma gün ve saatinin tebliği için masraf yatırmadığı belirtilerek, taraflarca takip edilmeyen davanın yenileninceye kadar işlemden kaldırılmasına karar verilmiş; 2/3/2015 tarihinde ise üç aylık yenileme süresi içinde davanın yenilenmediği belirtilerek davanın açılmamış sayılmasına hükmedilmiştir. Dava dosyası üzerinde yapılan incelemede başvurucu vekilinin en son 26/2/2014 tarihli celseye katıldığı tespit edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2200 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebi kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 9/6/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası yerel Mahkemenin 5/2/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16053 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir ceza kovuşturmasının makul sürede tamamlanmadığı iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan yargılama dosyalarındaki bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Adem Özdemir, eşinin doğum yapacağını, bu nedenle 112 Acil Servisi arayarak ambulans talebinde bulunduğunu ancak ambulansın gönderilmemesi nedeniyle gecikmeli olarak özel bir otomobil ile eşini hastaneye kaldırdıklarını ancak bebeğin anne karnında vefat ettiğini belirterek 112 Acil Servis görevlileri hakkında Batman Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) şikâyet dilekçesi sunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Acil Servis Hemşiresi A.Ç. ve Tıp Teknisyeni YE hakkında talep edilen soruşturma izni üzerine Batman Valiliğinin 18/4/2008 tarihli kararıyla soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir. Söz konusu karara karşı müşteki tarafından yapılan itiraz Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesinin 18/06/2008 tarihli kararı ile kabul edilmiş ve şüphelilerin atılı suçu işledikleri kanısını doğrulayacak ve haklarında adli soruşturma açılmasını gerekli kılacak yeterli belge ve bilgi bulunduğu gerekçesi ile soruşturma izni verilmemesine dair kararın bozulmasına karar verilmiştir. Bunun üzerine Cumhuriyet Başsavcılığının 4/11/2008 tarihli iddianamesiyle şüpheliler hakkında görevi kötüye kullanma suçundan kamu davası açılmıştır. Batman Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 24/5/2010 tarihli kararıyla sanıkların müsnet suçtan beraatlerine karar vermiştir. Karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 30/1/2013 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Katılanın, olay günü sabah 30 sularında eşinin rahatsızlanması nedeniyle araç bulamadığını belirterek ambulans talep etmesine rağmen, sanık [A.Ç.nin], 'doğumlara 112 gelmiyor, bir şekilde götürmeye çalışın' diyerek ambulans göndermediği, katılanın eşini kendi imkanları ile hastaneye götürdüğü ancak bebeğin ölü doğduğu, olay tarihinde de 112 komuta kontrol merkezinde nöbetçi doktor bulunmadığının anlaşılması karşısında; görevli tabip bulunmadığı durumlardaki uygulamanın ne olduğu ve sanıkların aynı tarihte başkaca talepler nedeniyle ambulans görevlendirip görevlendirmediği belirlenerek, sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının değerlendirilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yetersiz gerekçe ile beraat kararı verilmesi..." Bozma üzerine yapılan yargılamada Mahkemenin 22/1/2015 tarihli kararıyla sanıkların müsnet suçtan neticeten 5 ay hapis cezasıyla cezalandırılmalarına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...her durumda komuta kontrol merkezinde tıbbi çağrıları karşılayacak nöbetçi doktorun bulunması gerektiği, sağlık personelinin katılanın eşinin herhangi bir anormal durumu bulunmadığı, doğumun normal doğum olduğu, bulundukları yerin merkeze yakın olması gerekçesiyle ambulans göndermemesi durumunun öncelikle Anayasa'nın sosyal devlet ilkesine aykırı olduğu, Anayasamızın ve maddelerini de ihlal eder nitelikte olduğu açıktır. Kaldı ki mevcut yönergelerden ve yasal prosedürden söz konusu tıbbi çağrıyı değerlendirme yetkisi olay tarihinde 112 komuta merkezinde çalışan sanıklara ait de değildir. Sanıkların savunmalarına göre o tarihte çağrıları cevaplandırıp gerektiğinde ambulans sevk etmeye yetkili olan nöbetçi doktor tıpta uzmanlık sınavına çalışmak için komuta merkezinde bulunmamaktadır. Bu durumda sanıkların daha önce kendilerine verilen hukuksuz talimata binaen olay yerine ambulans sevk etmeyerek görevlerini kötüye kullandıkları açıktır..." Karara karşı sanıklar tarafından yapılan itiraz, Batman Ağır Ceza Mahkemesinin 16/3/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı başvuruculara 18/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 22/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/10660 | Başvuru, bir ceza kovuşturmasının makul sürede tamamlanmadığı iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, "irtikâp ve rüşvet istemek" suçlarını işlediği iddiasıyla hakkında açılan kamu davası sonunda soyut gerekçelerle beraat kararı verildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 31/12/2013 ve 24/7/2014 tarihlerinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 13/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 31/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından, makul sürede yargılama yapılmadığı iddiasıyla yapılan 2013/9839 numaralı bireysel başvuru dosyası, yine başvurucu tarafından yargılamanın sonucuna yönelik adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan 2014/12284 numaralı bireysel başvuru dosyası, aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle birleştirilmiş, incelemeye 2013/9839 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 16/4/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Mardin Cumhuriyet Başsavcılığınca, "irtikâp ve rüşvet istemek" suçlarından yürütülen soruşturma kapsamında 19/1/2002 tarihinde gözaltına alınmıştır. Mardin Sulh Ceza Mahkemesinin 22/1/2002 tarihli ve 2002/10 Sorgu sayılı kararı ile başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiş, Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin 1/4/2002 tarihli kararı ile başvurucu tahliye edilmiştir. Başvurucu ve diğer iki şüpheli hakkında, Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 1/3/2002 tarihli ve E.2002/228 sayılı iddianamesi ile "irtikâp ve rüşvet istemek" suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Yargılamaya başlayan Mardin Ağır Ceza Mahkemesi, 21/2/2008 tarihli ve E.2002/97, K.2008/48 sayılı kararı ile başvurucunun, isnat edilen suçu işlediğine dair mahkûmiyetine yeterli ve inandırıcı kesin delil elde edilemediği gerekçesiyle beraatine karar vermiştir. Katılan Maliye Hazinesinin temyizi üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 19/1/2012 tarihli ve E.2008/14810, K.2012/145 sayılı ilâmıyla "rüşvet" suçundan verilen hüküm onanmış, "irtikâp" suçundan verilen beraat hükmü eksik soruşturmaya dayalı verildiği gerekçesiyle bozulmuştur. Mahkemece bozma ilâmına uyularak yapılan yargılama sonunda 8/5/2013 tarihli ve E.2012/74, K.2013/127 sayılı karar ile başvurucunun, isnat edilen suçu işlediğine dair aralarında husumet bulunduğu anlaşılan müşteki ve tanıkların çelişkili anlatımları dışında mahkûmiyetine yeterli, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı, dolayısıyla isnat edilen suçu işlediğinin sabit olmadığı gerekçesiyle beraatine karar verilmiştir. Başvurucu, 31/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunarak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Katılan Maliye Hazinesinin temyizi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 4/6/2014 tarihli ve E.2014/2746, K.2014/6106 sayılı ilâmıyla onanmıştır. Başvurucu, 8/7/2014 tarihinde onama kararını öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu, 24/7/2014 tarihinde yeniden bireysel başvuruda bulunarak adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasında bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin ikinci fıkrası, maddesinin birinci ve dördüncü fıkraları; 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendi. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9839 | Başvurucu, "irtikâp ve rüşvet istemek" suçlarını işlediği iddiasıyla hakkında açılan kamu davası sonunda soyut gerekçelerle beraat kararı verildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında meydana gelen terör saldırısı nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ankara'da çeşitli sivil toplum örgütleri tarafından organize edilen 10/10/2015 tarihli toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşen (kamuoyunda Ankara Garı patlaması olarak bilinen) bombalı terör saldırısı sonucu 100'den fazla kişi hayatını kaybetmiş, aralarında başvurucunun da bulunduğu çok sayıda kişi yaralanmıştır. 15/10/2015 tarihli sağlık raporuna göre başvurucu, sol ayak diz bölgesinin arkasından yabancı cisim girmesi sonucu yaralanmış ve tedavi görmüştür (söz konusu patlama ilgili olarak İçişleri Bakanlığının yaptırdığı ön incelemeye dair süreç, bu süreç sonunda düzenlenen soruşturma raporu ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan diğer işlemlere ilişkin tüm izahatlar için bkz. Hasan Kılıç, B. No: 2018/22085, 27/1/2021, §§ 11-15). Başvurucu; terör saldırısının gerçekleşeceği yönünde istihbarat bilgisi olmasına rağmen gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle kamu makamlarının ağır kusurlu olduklarını ileri sürerek yaralanması ile sonuçlanan terör saldırısından kaynaklanan maddi ve manevi zararının tazmini için 12/4/2016 tarihinde Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde tam yargı davası açmıştır. Mahkeme 14/7/2019 tarihli kararıyla, sosyal risk ilkesi (kusursuz sorumluluk) uyarınca talebi kısmen kabul ederek 500 TL manevi ve 300 TL maddi tazminatın başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. Mahkeme gerekçesinde sosyal risk ilkesine ilişkin geniş çaplı bir açıklama bulunmakla beraber başvurucunun idarenin terör olayının önlenmesi için gereken önlemleri almadığı temelinde ileri sürdüğü hizmet kusuruna ilişkin olarak bir değerlendirmenin yer almadığı görülmüştür. Bir başka ifadeyle Mahkeme, kararında kamu makamlarının kusurlu olup olmadığını tartışmamıştır. Başvurucunun hükme yönelik istinaf talebi Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi tarafından 17/10/2019 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 10/12/2019 tarihinde öğrenmesinin ardından 9/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemelerinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/2206 | Başvuru, toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında meydana gelen terör saldırısı nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; atama işleminin iptali istemiyle açılan davada esasa etkili olan delillerin yargılamaya dâhil edilmemesi, değerlendirilmemesi, atamaya esas olan soruşturmada aleyhe ifade veren kişilerin kim oldukları bilgisinden haberdar olunmaması ve sunulan şikâyet dilekçelerinin gösterilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, beden eğitimi öğretmenidir. Muğla'nın Datça ilçesinde görev yaptığı sırada okul yönetimi, öğretmen ve öğrenciler arasında meydana gelen olaylardan dolayı yapılan şikâyetler üzerine başvurucu hakkında idari soruşturma başlatılmıştır. Soruşturmaya konu olan eylemler, özetle; okul idarecilerinin okula ait halı saha gelirlerini aralarında paylaştığı iddiasıyla okul müdürü ve okul idaresi aleyhine olumsuz konuşmalar yapmak, yolsuzluk iftirası atmak, öğrencileri idare aleyhine örgütlemek/kışkırtmak, derse giriş saatlerine, nöbet görevlerine dikkat etmemek ve bu eylemler sonucu idare ile öğrencilerin ilişkisini olumsuz etkileyerek okulda disiplinin bozulmasına sebebiyet vermektir. Soruşturma sürecinde okulda görev yapan öğretmenlerin ve öğrencilerin ifadelerine başvurulmuş, yazılı beyanları alınmıştır. Soruşturma sonunda, toplanan bilgi ve belgeler ile tanık/şikayetçi beyanlarından başvurucunun üzerine atılı eylemleri gerçekleştirdiği kanaatine ulaşılmıştır. Söz konusu soruşturma esas alınarak başvurucuya 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin (B) bendinin (a) ve (l) alt bentleri uyarınca -geçmiş hizmetlerindeki olumlu çalışmalarının da dikkate alınması suretiyle- 7/4/2015 tarihli işlemle uyarma disiplin cezası verilmiştir. Ayrıca idari yönden de başvurucunun başka bir okula naklinin uygun olduğu değerlendirilmiş ve başvurucu 28/4/2015 tarihli işlemle il içinde başka bir ilçede (Yatağan) bulunan okula naklen atanmıştır. Başvurucu soruşturmaya konu olaylar ile ilgili olarak delil tespiti yapılması (tanık dinlenmesi, sürecin araştırılması) amacıyla Datça Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Datça Asliye Hukuk Mahkemesi 16/7/2015 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Gerekçede idari yargılama usulünün icazet vermediği bir hususta delil tespiti talep edildiği, taleplerin uyuşmazlığın esasına ilişkin olduğu ve idari yargının görev alanında kaldığı, yargı yolu dolanılarak idari yargının görev alanında olan bir konuda tasarrufta bulunulmasının istenildiği, başvurucunun söz konusu talepleri adli yargı koluna iletmesinde hukuki yararının bulunmadığı ifade edilmiştir. Ret hükmü Yargıtay nezdinde temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek kesinleşmiştir. Başvurucu hem disiplin cezası hem de atama işlemine karşı ayrı ayrı dava açmıştır. Başvurucunun uyarma disiplin cezasına karşı açtığı dava Muğla İdare Mahkemesi (Mahkeme) tarafından kabul edilerek işlem iptal edilmiş ise de Muğla Valiliği ve Datça Kaymakamlığının itirazı üzerine İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi tarafından iptal hükmü kaldırılmış ve dava kesin olarak reddedilmiştir. 4/4/2018 tarihli kararın gerekçesinde başvurucu hakkında usulüne uygun bir soruşturma yürütüldüğü, soruşturma dosyasında yer alan bilgi ve belgeler uyarınca isnat edilen eylemlerin somut ve hukuken kabul edilebilir bir biçimde ortaya konulduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun disiplin cezasına dair yargı sürecine ilişkin olarak adil yargılanma hakkının (savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkı, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama hakkı, hakkaniyete uygun yargılama hakkı) ihlal edildiği iddiasıyla yaptığı başvuru Anayasa Mahkemesi (İkinci Bölüm Birinci Komisyon) tarafından açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir (B. No: 2018/17120, 21/12/2018). Başvurucunun naklen tayin işlemine karşı açtığı dava da Mahkemenin 30/3/2007 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle 657 sayılı Kanun'un maddesi ile 17/4/2015 tarihli ve 29329 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı Öğretmen Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği'nin maddesi uyarınca öğretmenlerin görev yerlerinin değiştirilmesi suretiyle atanmaları konusunda idareye takdir yetkisi tanındığı, bu yetkinin kamu yararı ve hizmet gerekleriyle sınırlı olduğu vurgulanmıştır. Başvurucu hakkında hazırlanan disiplin soruşturması raporundan başvurucunun idare ile çeşitli sebeplerle sık sık karşı karşıya geldiği, bu durumun okulda öğretmenler, öğrenciler ve hatta veliler arasında huzursuzluğa neden olduğu ve eğitim kurumunun bu hâlden olumsuz yönde etkilendiği hususlarının açıkça anlaşıldığı ifade edilen kararda sonuç olarak yer değişikliği işleminin benzer huzursuzlukların yaşanmaması, eğitim öğretim faaliyetlerinin etkin bir şekilde yürütülmesi ve hem başvurucunun hem de eğitim kurumunun daha fazla yıpranmamasını sağlamak amacıyla kamu yararı ve hizmet gerekleri doğrultusunda tesis edildiği kanaatine ulaşıldığı belirtilmek suretiyle ret gerekçesi oluşturulmuştur. Başvurucu tarafından ret hükmüne yönelik yapılan itiraz İzmir Bölge İdare Mahkemesi Dava Dairesi tarafından 21/11/2017 tarihli kararla reddedilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 26/12/2017 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 25/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 657 sayılı Kanun'un ''Memurların kurumlarınca görevlerinin ve yerlerinin değiştirilmesi'' kenar başlıklı maddesinin ilk fıkrası şöyledir:"Kurumlar, görev ve unvan eşitliği gözetmeden kazanılmış hak aylık dereceleriyle memurları bulundukları kadro derecelerine eşit veya 68 inci maddedeki esaslar çerçevesinde daha üst, kurum içinde aynı veya başka yerlerdeki diğer kadrolara naklen atayabilirler. ” Millî Eğitim Bakanlığı Öğretmen Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği'nin "Hizmetin gereği olarak yapılabilecek yer değiştirmeler" kenar başlıklı maddesinin ilk fıkrası şöyledir: “Haklarında yapılan adli veya idari soruşturma sonucunda o yerde kalmasında sakınca görülen öğretmenlerden görev yeri il içinde değiştirileceklerin atamaları, görevli oldukları yere göre sırasıyla alt hizmet alanlarındaki eğitim kurumlarına; görev yeri il dışına değiştirileceklerin atamaları ise, zorunlu çalışma yükümlülükleri de dikkate alınarak alanlarında öğretmen ihtiyacı olan eğitim kurumlarından birine yapılır.'' | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3089 | Başvuru, atama işleminin iptali istemiyle açılan davada esasa etkili olan delillerin yargılamaya dâhil edilmemesi, değerlendirilmemesi, atamaya esas olan soruşturmada aleyhe ifade veren kişilerin kim oldukları bilgisinden haberdar olunmaması ve sunulan şikâyet dilekçelerinin gösterilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, temyiz başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, Büyükçekmece Belediyesinde çalışmaktayken iş akdinin feshedilmesi üzerine Bakırköy İş Mahkemesinde (Mahkeme) 3/6/2016 tarihinde işe iade davası açmıştır. Mahkeme, iş akdinin haklı nedenle feshedildiğinden bahisle davanın reddine karar vermiştir. İstinaf istemi, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi tarafından esastan reddedilmiş ve iki hafta içerisinde temyiz kanun yoluna başvurulabileceği kararda belirtilmiştir. Başvurucunun temyiz istemi Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren sekiz günlük sürede temyiz kanun yoluna başvurulmadığı gerekçesiyle süre aşımından 8/1/2019 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 31/1/2019 tarihinde öğrendikten sonra 5/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/4152 | Başvuru; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, temyiz başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) tarafından Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredilen bankanın, mali yapısının el konulmasını gerektirecek şekilde bozuk olmaması, zararını karşılayacak kadar mal varlığının bulunması, gerekli şartlar oluşmadan Bankaya el konması ve buna ilişkin davada sonucu etkileyecek bir iddianın Danıştay kararlarında karşılanmaması nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 11/10/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 10/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 25/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 8/9/2015 tarihinde ibraz etmiştir. Bakanlık görüş yazısında, başvurucunun iddialarının BDDK ve TMSF’den görüş alındıktan sonra değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bunun üzerine Anayasa Mahkemesinin 24/11/2015 tarihli yazısı ile BDDK ve TMSF’den başvurucunun iddialarıyla ilgili açıklama yapması istenmiş ve TMSF Başkanlığı 11/12/2015 tarihli, BDDK Hukuk İşleri Daire Başkanlığı 31/12/2015 tarihli yazıları ile açıklamalarını ibraz etmişlerdir. Başvuruculardan Halis Toprak’ın 3/1/2016 tarihinde vefat etmesi üzerine başvurucunun mirasçılarına, başvuruya mirasçı sıfatıyla devam edip etmeyecekleri sorulmuş; mirasçılar başvuruyu sürdürmek istediklerini beyan etmişlerdir. A. Olaylar Başvurucular, el konulduktan sonra tasfiye edilen Toprakbank A.Ş.nin (Banka) hissedarları olup Bankanın TMSF’ye devri öncesinde hisselerinin %95’i, başvurucular ve sahibi oldukları Toprak Şirketler Grubuna ait bulunmaktadır. Banka; BDDK’nın 11/12/2000 tarihli kararıyla Toprak Grubuna (Grup) ait şirketlere kullandırılan krediler nedeniyle aktiflerinin dondurulması, gelir-gider dengesizliği ve sermaye yapısının yetersizliği nedenleriyle 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası kapsamında yakın izlemeye alınmıştır. BDDK tarafından hazırlanan 6/4/2001 tarihli Mali Bünye raporunda Bankanın sermaye arttırması, Grup şirketlerine kullandırılan kredilerin geri ödenmesi, bankaya nakit girişinin acilen temin edilmesi, organizasyon yapısının etkin ve verimli hâle getirilmesi, Toprak Off-Shore’un faaliyetlerine son verilerek hesaplarının Bankaya aktarılması gerektiği, bu durumun Bankanın gelir-gider dengesini bozduğu, öz kaynak açığının gündeme geldiği, Toprak Off-Shore’a yapılan depoların kredi sınırlarını aştığı belirtilmiştir. BDDK tarafından Bankadan stratejik ortak veya Grup firmalarının satışı ile kaynak bulunması, Grup kredilerinin nakit tahsilâtla tasfiyesi ya da maddi teminatla teminatlandırılması gibi önerilerde bulunulmuştur. Bankanın 30/9/2001 tarihli finansal tablolarında zararı 123 milyon TL, öz kaynağı ise (-) 38 milyon TL olarak gösterilmiştir. BDDK 30/11/2001 tarihli ve 538 sayılı kararıyla “4389 sayılı Kanun’un maddesi kapsamında alınması istenen tedbirleri almayan, kaynaklarını Bankanın emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek şekilde hissedarların oluşturduğu sermaye grubuna aktaran, zararı özkaynaklarını aşarak sirayet eden ve mali bünyesindeki zafiyet bu haliyle faaliyetlerini sürdürmesi mevduat sahiplerinin haklarını mali sistemin güven ve istikrarını tehlikeye düşüren Bankanın” temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetiminin 4389 sayılı mülga Kanun’un maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkralarına istinaden TMSF’ye devredilmesine karar verilmiştir. TMSF Fon Kurulunun 30/11/2001 tarihli ve 352 sayılı kararıyla 4389 sayılı mülga Kanun’un maddesinin (5) numaralı fıkrasının (ab) hükmüne istinaden Banka zararının ödenmiş sermayeye tekabül eden 45,5 milyon TL tutarındaki kısmının Bankaya aynı tutarda yapılacak ödeme karşılığında devralınmasına ve hisse senetlerinin Banka pay defterine TMSF adına kaydedilmesinin istenmesine karar verilmiştir. Banka Yönetim Kurulu da TMSF tarafından atanarak değiştirilmiştir. Banka, TMSF’ye devrinden sonra gerçek mali durumunun tespiti amacıyla TMSF tarafından bağımsız denetime tabi tutulmuş ve zararın yaklaşık 306 milyon TL olduğu tespit edilmiştir. BDDK bankalar yeminli murakıplarının devir tarihi bilançolarından yola çıkarak hazırladıkları 11/3/2002 tarihli raporlarda Bankanın devir tarihi itibarıyla zararının yaklaşık 306 milyon TL, öz kaynaklarının (-) 222 milyon TL, mevduatlarının 517 milyon TL ve aktif büyüklüğünün 905 milyon TL olduğu tespit edilmiştir. BDDK’nın ve Fon Yönetim Kurulunun 26/3/2002 tarihli kararlarına istinaden Banka, Bayındırbank çatısı altında birleştirilerek bankacılık lisansı 30/9/2002 itibarıyla kaldırılmıştır. TMSF tarafından Bankanın aktifinde yer alan gayrimenkuller ile iştirakleri satılmış ve Banka hâkim ortağı olan başvurucularla 18/12/2004 tarihinde Grup şirketlerine kullandırılan krediler nedeniyle Bankaya olan borçlarını tasfiye amacıyla 453 milyon USD tutarında protokol imzalanarak Banka zararlarının tahsiline çalışılmıştır. 6/2/2008 tarihinde borcun ödenmesine yönelik yeni teklif verilmesi üzerine ek protokol yapılmış ve tam tahsil edilemeyen kamu borcu bu defa 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’a göre Banka eski hâkim ortaklarının mal varlıklarından tahsil edilemeye çalışılmıştır. Daha sonra Toprak grubu tarafından protokol hükümlerinin tam olarak yerine getirilmemesi ve diğer bankalar ve bankacılık işlemlerinden kaynaklanan yeni borçlarının ortaya çıkması nedeniyle ödemeler mahsup edilerek 8/6/2012 tarihinde 133 milyon USD tutarında yeni protokol imzalanmıştır. Bankanın 000 lot hisse senedinin sahibi olan Y.P. tarafından, Bankanın TMSF’ye devir işleminin iptali istemi ile 2005 yılında Danıştay Onüçüncü Dairesinde iptal davası açılmıştır. Danıştay Onüçüncü Dairesi 23/9/2005 tarihli ve E.2005/1175, K.2005/4681 sayılı kararında, dava dosyasının incelenmesi sonucu Toprak Grubu firmalarına kullandırılan kredilerden dolayı aktifin dondurulması, gelir gider dengesizliğinin ortaya çıkması ve sermaye yapısının yetersiz olması nedenleri ile Bankanın BDDK tarafından yakın izlemeye alındığını; BDDK'nın Bankadan birtakım tedbirlerin alınmasını istediğini ancak söz konusu tedbirlerle ilgili önemli bir gelişme sağlanamadığını, bankalar yeminli murakıplarınca 30/6/2001 tarihli mali tablolar üzerinden yapılan incelemeler sonucunda düzenlenen raporda, ortaya konulan tespitler doğrultusunda gerek sermaye artırımı gerekse kredi tahsilatı konusunda gelişme sağlayamayan Banka hakkında 4389 sayılı mülga Kanun'un maddesi hükümlerinin uygulanmasının yerinde olacağının ifade edildiğini; sonuçta Bankanın temettü hariç ortaklık hakları ile yönetimi ve denetiminin 30/11/2001 tarihli BDDK kararı ile 4389 sayılı mülga Kanun'un maddesi uyarınca TMSF'ye devredildiğini belirtmiş; Bankanın Ocak 2001- Haziran 2001 ara dönemine ilişkin mali durumunu içeren ve kamuoyuna açıklanan bağımsız sınırlı denetim raporunun incelenmesi neticesinde Bankanın ve Toprakbank Offshore Ltd. Şti. nin Toprak Grubu şirketlerine kullandırdığı kredilerin tahsil edilemediğinin ve tahsil tarihlerinin belirsiz olduğunun vurgulandığını, söz konusu kredilerin mali yapı üzerinde yaratacağı etkiler nedeniyle Bankanın bankacılık faaliyetlerinin ancak öz kaynakların güçlendirilmesi ile mümkün olabileceğinin ifade edildiğini, Bankanın 30/9/2001 tarihli mali tablolarında da dönem zararının 123 milyon TL, öz kaynaklarının ise negatif 38 milyon TL düzeyinde gerçekleştiğinin görüldüğünü ortaya koyarak iptali istenen idare işleminde mevzuata aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine hükmetmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 26/6/2008 tarihli ve E.2006/2168, K.2008/1698 sayılı ilam ile verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğunu, ileri sürülen temyiz nedenlerinin bozmayı gerektirecek nitelikte olmadığını belirterek temyiz istemini reddetmiştir. Temyiz isteminin reddi üzerine karar düzeltme talebinde bulunulmuş, karar düzeltme incelemesi sürerken davacı Y.P., Gökçeada Noterliğince düzenlenen 20/8/2009 tarihli Hisse Senedi Devir ve Temliknamesi ile Bankaya ait 000 lot hisse senedini, 400 lot başvurucu Halis Toprak'a, 300'er lot başvurucular Ahmet Toprak ve Mehmet Toprak'a olmak üzere (toplam 000 TL bedel karşılığı) devretmiştir. Söz konusu devir ve temlik işlemleri nedeniyle karar düzeltme aşamasında başvurucuların yargılamaya taraf olarak katılımları Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca kabul edilmiştir. Karar düzeltme incelemesi sonucunda Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 1/10/2012 tarihli ve E.2009/57, K.2012/1319 sayılı ilamı ile karar düzeltme isteminin reddine hükmetmiştir. Karar düzeltme isteminin reddine ilişkin ilam, başvuruculara 31/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 27/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun geçici maddesi şöyledir:“Bu Kanunun yayımı tarihinden önce, 2003 tarihine kadar temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Fona intikal eden ve/veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izin ve yetkileri ilişkili Bakan, Bakanlar Kurulu veya Kurul tarafından kaldırılarak tasfiyeleri Fon eliyle yürütülen veya Fon tarafından tasfiye işlemleri başlatılan bankalar hakkında başlatılan işlemler sonuçlanıncaya ve her türlü Fon alacakları tahsil edilinceye kadar bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı Kanunun 14, 15, 15/a, 16, 17, 17/a ve 18 inci maddeleri, ek 1, 2, 3, 4, 5 ve 6 ncı maddeleri ile geçici 4 üncü maddesi hükümlerinin uygulanmasına devam edilir. Bu Kanunun yayımı tarihinden önce haklarında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı Kanun gereği mal bildiriminde bulunması gerekenlerin, bildirimde belirtmedikleri veya gerçeğe aykırı olarak bildirdikleri her türlü taşınır ve taşınmaz mal, hak ve alacak ile gelir ve harcamalar da haksız mal edinme hükümlerine tâbidir. Haksız mal edinmediğini ispat edene bu hüküm uygulanmaz. Bu Kanunun yayımı tarihinden önce mülga 3182 sayılı Bankalar Kanununun 64 ve 65 inci maddeleri ile bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı Bankalar Kanununun 14 üncü maddesi uyarınca işlem yapılan bankalar ile tasfiyeye tâbi tutulan veya tasfiye işlemi başlatılan bankalar hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları hükümlerinin uygulanmasına devam edilir.” 4389 sayılı mülga Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Bu Kanunun amacı, tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerini korumak, mali piyasalarda güven ve istikrarı ve ekonomik kalkınmanın gereklerini de dikkate alarak kredi sisteminin etkin bir şekilde çalışmasını sağlamak üzere bankaların kuruluş, yönetim, çalışma, devir, birleşme, tasfiye ve denetlenmelerine ilişkin esasları düzenlemektir.” 4389 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“ Denetlemeler sonucunda bu Kanuna ve bu Kanuna dayanılarak alınan kararlara ve yapılan düzenlemelere, bankacılık ilke ve teamüllerine aykırı ve bankanın emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek nitelikte işlemlerin tespit olunması halinde Kurum, sorumluları hakkında yapılacak cezai işlem saklı olmak üzere, vereceği süreler içinde söz konusu işlemlerin düzeltilmesi ve tekrarına meydan verilmemesi için gerekli tedbirlerin alınması hususunda ilgili bankayı uyarır. Banka, verilen süreler içinde Kurumca istenen tedbirleri almak ve aldığı tedbirleri Kuruma bildirmek zorundadır. İstenen tedbirlerin alınmaması veya bankanın emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek nitelikteki işlemlerin tekerrürü halinde Kurul, işlemlerin mahiyet ve önemine göre; a) Yönetim Kurulu üyelerinin tamamını veya bir kısmını görevden alarak veya üye sayısını artırarak bu kurula üye atamak, b) Bankanın faaliyetlerini, faaliyet türleri itibariyle tüm teşkilatını veya gerekli görülecek şubelerini veya muhabirlerle ilişkilerini kapsayacak şekilde kısıtlamak, c) Bankanın mevduat sigortası primlerini yükseltmek veya kabul ettiği mevduatı yüzde yüz oranına kadar karşılığa tabi tutmak, da dahil olmak üzere, bankanın emin bir şekilde çalışmasına ve mevduat sahiplerinin korunmasına yönelik her türlü tedbiri almaya ve uygulamaya yetkilidir. Bu maddeye göre Bankalara atanacak yönetim kurulu üyelerinin ücretleri Kurulca tespit olunur ve Kurumdan karşılanır. (Değişik fıkra: 17/12/1999 - 4491/7 md.) a) Kurum, bir bankanın varlıklarının vade itibariyle taahhütlerini karşılayamadığını veya bu durumun gerçekleşmek üzere olduğunu veya likiditeye ilişkin düzenlemelere uymadığını tespit ettiği takdirde; bankadan, onaylayacağı bir plan dahilinde bu durumun düzeltilmesini isteyebileceği gibi uygun bir süre vererek; aa) Uzun vadeli veya duran değerlere yatırım yapılmaması, ab) İştirakler ve gayrimenkuller gibi duran değerlerin elden çıkarılması, da dahil olmak üzere, likiditenin güçlendirilmesi amacıyla, uygun göreceği her türlü tedbirin alınmasını isteyebilir. b) Kurum, bir bankanın özkaynaklarının sermaye yeterliliğine ilişkin düzenlemelere göre yetersiz kaldığını ya da bu durumun gerçekleşmek üzere olduğunu tespit ettiği takdirde; bankadan, onaylayacağı bir plan dahilinde, sermaye artırımı veya sermaye benzeri kaynak temin edilmesi suretiyle bu durumun düzeltilmesini isteyebileceği gibi, ba) Kar dağıtılmaması, yönetim kurulu üyeleri ile genel müdür ve yardımcılarına huzur hakkı, ikramiye, prim, ayni ve nakdi sosyal yardım ya da her ne ad altında olursa olsun verilen ek ödemelerin durdurulması, bb) Zarar doğurduğu tespit edilen faaliyetlerinin sınırlandırılması veya durdurulması, bc) Verimi düşük veya verimsiz varlıklarının elden çıkarılması, da dahil olmak üzere, özkaynakların güçlendirilmesi amacıyla, uygun göreceği her türlü tedbirin alınmasını isteyebilir. (Değişik fıkra: 17/12/1999 - 4491/7 md.) Kurum, bir bankanın; a) Bu maddenin (2) numaralı fıkrası kapsamında alınması istenen tedbirleri kısmen ya da tamamen almadığını, bu tedbirlerin kısmen veya tamamen alınmış olmasına rağmen mali bünyesinin güçlendirilmesine imkan bulunmadığını ya da mali bünyesinin bu tedbirler alınsa dahi güçlendirilemeyecek derecede zayıflamış olduğunu, b) Yükümlülüklerini vadesinde yerine getiremediğini, c) Bu madde hükümlerinin uygulanmasında Kurulca belirlenecek değerleme esasları çerçevesinde yükümlülüklerinin toplam değerinin varlıklarının toplam değerini aştığını, d) Faaliyetine devamının mevduat sahiplerinin hakları ve mali sistemin güven ve istikrarı bakımından tehlike arzettiğini, Tespit ettiği takdirde, Kurul, en az beş üyesinin aynı yöndeki oyuyla alınan kararla temettü hariç ortaklık hakları ile bankanın yönetim ve denetimini Fona devretmeye veya bankacılık işlemleri yapma ve/veya mevduat kabul etme iznini kaldırmaya yetkilidir. 4 . (Değişik fıkra: 17/12/1999 - 4491/7 md.) Kurum, bir bankanın yönetim ve denetimini doğrudan ya da dolaylı olarak, tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortakların, banka kaynaklarını bankanın emin şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek biçimde doğrudan veya dolaylı olarak kendi lehlerine kullandıklarını veya bankayı bu suretle zarara uğrattıklarını tespit ettiği takdirde Kurul, en az beş üyesinin aynı yöndeki oyuyla alınan kararla bunların temettü hariç ortaklık hakları ile bankanın yönetim ve denetimini Fona devretmeye yetkilidir. (Değişik fıkra: 17/12/1999 - 4491/7 md.) a) Fon, (3) numaralı fıkra hükümlerine göre temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi kendisine devredilen bankanın devir tarihi itibariyle düzenlenecek bilançosunu esas almak suretiyle; aa) Uygun göreceği aktiflerini, teşkilatını ve aksine talebi olmayan personeli ile devir tarihi itibariyle mevduat toplamları en yüksek beş bankaca uygulanan faiz oranları ortalamasını geçmemek üzere işlemiş faizleriyle birlikte sigortaya tabi tasarruf mevduatını ve pasifte yer alan karşılık kalemlerini, kurulacak bir bankaya ya da mevcut bankalardan istekli olanlara devretmeye ve/veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırılmasını Kuruldan istemeye, ab) Sigorta kapsamında bulunan mevduat tutarını aşmamak ve hisselerinin tamamına sahip olmak kaydıyla, sermayesine tekabül eden zararlarını devralmaya, ac) (Ek alt bend: 30/01/2002 - 4743 S.K../ md.) Devralınan zararlar sonucunda hisselerinin tamamına sahip olunamaması halinde, zararın ödenmiş sermaye tutarından düşülmesi suretiyle hesaplanacak sermaye esas alınmak üzere bulunacak hisse bedelinin Fon Kurulunca belirlenecek süre içinde banka hissedarlarına ödenmesi karşılığında hisselerini devralmaya, Yetkilidir. Devralınan zararlara istinaden yapılacak ödemelerin karşılığını temsil eden hisseler başkaca bir işleme gerek kalmaksızın Fona intikal eder. Hakkında bu fıkranın (aa) alt bendi hükümleri uygulanan bankanın devredilen aktiflerinin toplamının devredilen pasiflerinin toplamını karşılamaması halinde aradaki fark Fon tarafından ödenir. Bu halde ve hakkında bu fıkranın (aa) alt bendi hükümleri uygulanan bankanın bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırılması durumunda bu Kanunun 16 ncı maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları uygulanmaz. Bu Kanunun 16 ve/veya 17 nci maddelerine göre iflas masaları kurulması halinde, Fon ödediği tutar kadar bunlara imtiyazlı alacaklı sıfatıyla iştirak eder. b) Fon, (4) numaralı fıkra hükümlerine göre temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi kendisine devredilen bankanın; ba) Anılan fıkrada belirtilen şekilde kullanılan kaynaklarının veya uğradığı zararın, vereceği süre içinde iade veya tazmin edilmesini ve hisselerin Kurulca uygun görülecek gerçek ve tüzel kişilere devredilmesini istemeye, bb) Yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak, tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortakları ile tüzel kişi ortaklarının sermayesinin yüzde onundan fazlasına sahip gerçek kişi hissedarlarından kendilerine, eşlerine ve velayet altındaki çocuklarına ait taşınmaz mal ve iştiraklerini, haczi caiz olan taşınır mal, hak ve alacaklarını ve menkul kıymetlerini ve her türlü kazanç ve gelirleri ve ayrıca bildirimden önceki iki yıl içinde ivazlı veya ivazsız olarak iktisap ettikleri veya devrettikleri taşınmaz mal, haczi caiz taşınır mal, hak, alacak ve menkul kıymetlerini gösterir birer mal beyannamesi vermelerini istemeye, bc) Yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak, tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklarının malvarlıkları üzerine teminat aranmaksızın ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz kararları ile ilgililerin yurt dışına çıkmasına yasaklama dahil, alacaklıların menfaati için zorunlu olan her türlü muhafaza tedbirinin alınmasını ilgili mahkemeden istemeye, yetkilidir. Bu bent hükümlerine göre istenen mal beyannamesinin en geç yedi gün içinde Fona verilmesi zorunludur. Bu mal beyanının hüküm ve sonuçları hakkında 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun ilgili hükümleri geçerlidir. Bu bent hükümleri çerçevesinde alınan tedbir ve haciz kararları, karar tarihinden itibaren altı ay içinde dava veya icra veya iflas takibine konu olmazsa kendiliğinden ortadan kalkar. Fonun ilgililer hakkında 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun Onbirinci Bap hükümlerine göre açacağı iptal davasında aciz vesikası şartı aranmaz. Bu maddenin (4) numaralı fıkrasında belirtilen şekilde kullanılan kaynaklar veya uğranılan zarar verilen süre içinde iade veya tazmin edilmediği takdirde bu zarar veya kullanılan kaynakların miktarına bakılmaksızın bu ortaklara ait hisseler Fona intikal eder. Bu kaynaklar veya uğranılan zarar, verilen süre içinde iade veya tazmin edilse dahi uğranılan zararın özkaynakları aştığının tespiti halinde ise bankanın hisselerinin tamamı başkaca bir işleme gerek kalmaksızın Fona intikal eder. c) (Değişik bend: 12/05/2001 - 4672/ md.) (Değişik cümle: 30/01/2002 - 4743 S.K../ md.) Bu Kanun hükümlerine göre temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimleri Fona intikal eden bankaların, tasfiyeleri Fon eliyle yürütülen bankaların iflas idarelerinin ve hisseleri kısmen veya tamamen Fona intikal eden bankaların Fon tarafından borçlarının ve/veya taahhütlerinin üstlenilmesi ve/veya alacaklarının devralınması halinde Fonun, üstlendiği borçlar ve/veya taahhütler ile devraldığı alacaklarla ilgili devir ve temlik sözleşmeleri, her türlü teminatın tesisi ve kaldırılması, sözleşmelerin bozulması, dava ve icra takipleri ile bu borçlar ve/veya alacaklar ve/veya taahhütlerle ilgili diğer her türlü işlemler ve bu işlemlerle ilgili düzenlenen kağıtlar, eğitime katkı payı hariç olmak üzere her türlü vergi, resim, harç, fonlar ve 2548 sayılı Cezaevleri ile Mahkeme Binaları İnşası Karşılığı Olarak Alınacak Harçlar ve Mahkumlara Ödettirilecek Yiyecek Bedelleri Hakkında Kanunun 1 inci maddesi hükmünden istisnadır. (Ek cümle: 12/12/2003 - 5020 S.K./ md.) Borçlu tarafından ödenmesi gereken tahsil harcı dahil her türlü vergi, resim, harç ve masraflar Fon alacağından mahsup edilemez. (Ek iki cümle: 30/01/2002 - 4743 S.K../ md.) Bu işlemlerden kaynaklanan döner sermaye ücreti ödenmez ve diğer kesintiler yapılmaz. Ayrıca, alacağa karşılık menkul veya gayrimenkul bir malın rızaen veya icraen Fon tarafından veya yönetim ve denetimleri veya hisseleri Fona intikal eden bankalar tarafından satın alınması halinde bu işlemlerle ilgili olarak tarafların ödemekle yükümlü olduğu vergi, resim, harç (eğitime katkı payı hariç) ve döner sermaye ücreti gibi mali yükümlülükler aranmaz. Bu bankalar ile tasfiyeleri Fon eliyle yürütülen bankaların iflas idarelerinin ve Fonun, mahkeme ilamını alması ve tebliğe çıkartması işlemlerinde karşı tarafa yükletilmiş olan harcın ödenmiş olması ve her türlü ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz ve tehir-i icra taleplerinde teminat şartı aranmaz. Bu alacaklara ilişkin davalarda 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun seri muhakeme usulü hükümleri uygulanır. (Ek parafraf: 12/12/2003 - 5020 S.K./ md.) Bu Kanun hükümlerine göre temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimleri veya hisseleri kısmen veya tamamen Fona intikal eden bankaların, tasfiyeleri Fon eliyle yürütülen müflis bankaların iflas idarelerinin ve Fonun, yukarıda belirtilen işlemler nedeniyle kendi aralarındaki ve/veya diğer gerçek ve tüzel kişilerle aralarındaki işlemler nedeniyle düzenlenen sözleşmeler, belgeler ve sair kağıtlar ile bunların değiştirilmesi, yenilenmesi, uzatılması, devredilmesi ya da yeni bir itfa planına bağlanması, alacakların teminatlandırılması, teminatların devir alınması, tarafların sulh ve/veya ibra olması ve/veya her ne nam altında olursa olsun herhangi bir işleme tabi tutulması nedeniyle düzenlenen kağıtlar ve/veya belgeler her türlü vergi, resim ve harçlar ile özel kanunları ile hükmolunan mali yükümlülüklerden müstesnadır. Bu hüküm üçüncü kişiler yönünden, Fonun ve/veya Fona intikal eden bir bankanın ve/veya tasfiyeleri Fon eliyle yürütülen müflis bankaların iflas idarelerinin alacaklarının tahsili ile ilgili işlemlere taraf olmaları halinde uygulanır. d) (Ek bend: 12/05/2001 - 4672/ md.) Bankalar ile Fon ve bankaların iflas idareleri tarafından açılacak hukuk davalarına asliye ticaret mahkemesi tarafından bakılır. O yerde, birden fazla asliye ticaret mahkemesi bulunması halinde, bu davalar (1) ve (2) numaralı asliye ticaret mahkemesinde görülür. (Ek bend: 12/05/2001 - 4672/ md.) Bankalar ile Fon ve bankaların iflas idareleri tarafından muamele merkezi veya ikametgahı İstanbul İli sınırları içinde olan kişiler aleyhine açılacak hukuk davaları ile borçlular hakkında açılacak iflas davalarına İstanbul (1) ve (2) numaralı Asliye Ticaret Mahkemesi tarafından bakılır. İflas davası açılması halinde, bu mahkeme, hakkında iflası istenen borçlunun muamele merkezinin bulunduğu yer asliye ticaret mahkemesine borçlu aleyhine iflas davası açıldığını bildirir. (Ek fıkra: 17/12/1999 - 4491/7 md.) Fon, (5) numaralı fıkra hükümlerine göre hisseleri kendisine intikal eden bankanın; a) Gerektiğinde mali ve teknik yardım da sağlamak suretiyle, varlık ve yükümlülüklerini kısmen veya tamamen, mevcut bankalardan istekli olanlara ya da kurulacak bir bankaya devretmeye veya bankayı isteklisi bulunan başka bir bankayla birleştirmeye, b) Mali sistemde güven ve istikrarın sürdürülmesini teminen, Fon Kurulunca gerekli görülen hallerle sınırlı olmak üzere; mali bünyesinin güçlendirilmesi ve yeniden yapılandırılması için gerektiğinde sermayesini artırmaya, Merkez Bankasının görüşü alınmak suretiyle kanuni karşılık yükümlülüklerini cezai faizlerini de kaldırmak suretiyle ertelemeye veya düşürmeye, iştirak, gayrimenkul ve diğer aktiflerini satın almaya veya bunları teminat olarak alıp karşılığında avans vermeye ya da mevduat yapmaya, alacaklarını, zararlarını devralmaya, bu şekilde sahip olduğu aktifleri ve hisse senetlerini iskonto veya sair suretlerle üçüncü kişilere satmaya, banka kayıtlarına göre gerçek bir muameleye dayandığı tespit edilen doğmuş veya doğacak borçlarını garanti etmeye, her türlü alacak ve varlıkların nakde tahvilini kendisi sağlayabileceği gibi, yapacağı anlaşmalar çerçevesinde kamusal sermayeli olanlar da dahil olmak üzere diğer bankalar veya üçüncü kişiler aracılığıyla Fon nam ve hesabına bunları nakde tahvil ettirmeye, c) (Ek bend: 30/01/2002 - 4743 S.K../ md.) Hisselerinin üçüncü kişilere devredilmesine imkan bulunmaması halinde, (a) ve (b) bentlerindeki yetkileri yanında, bu fıkradaki sınırlamalarla bağlı olmaksızın, varlık ve yükümlülüklerini devralmaya ve/veya varlık ve yükümlülükleri ile ilgili her türlü işlemi yapmaya, Ve gerekli göreceği her türlü tedbiri almaya ya da banka hakkında (5) numaralı fıkranın (aa) alt bendi hükümlerini uygulamaya yetkilidir. Bu fıkra ve (5) numaralı fıkra hükümlerine göre yapılan devir işlemlerinde alacaklı ve borçluların rızası aranmaz. Fon bu fıkra ile kendisine verilmiş olan görevleri doğrudan veya Fonun sahip olduğu tüm hak, menfaat ve muafiyetlerden aynı şekilde yararlanan, kuruluşu ve sermaye artırımı 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümleri ile 23/02/1995 tarihli ve 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 29 uncu maddesi hükmünden muaf ve sermayesinin tamamına sahip olduğu kamu tüzel kişiliğini haiz bir şirket aracılığı ile de gerçekleştirebilir. (Ek fıkra: 30/01/2002 - 4743 S.K../ md.) Fon, bu fıkra hükümlerine göre hisseleri kendisine intikal eden bankaların, ekonomik değeri olan iştirakleriyle ilgili olarak 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümleri uygulanmaksızın yapılacak sermaye artırımları da dahil olmak üzere, yeniden yapılandırma amacıyla Fon Kurulunca belirlenecek esas ve usuller çerçevesinde kaynak sağlamak da dahil gerekli her türlü tedbiri almaya yetkilidir. (Ek fıkra: 17/12/1999 - 4491/7 md.) Fon, bu madde hükümlerine göre temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimleri veya hisseleri kendisine intikal eden bankada, bankanın tüm varlıkları ile kayıt ve belgelerinin güvenliğini sağlamak üzere gerekli her türlü tedbiri almaya ve bu amaçla sınırlı olmak üzere kamu kurumlarının yardım ve desteğinden yararlanmaya yetkilidir. Fon, yapacağı anlaşmalar çerçevesinde bu desteği özel kuruluşlardan da sağlayabilir. Fon tarafından bu maddede yazılı tedbirlerin alınması amacıyla kurulacak bankanın kuruluşunda ve Fonca yapılan devir ve birleşme işlemlerinde bu Kanunun 7 nci maddesi, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümleri ile devir ve birleşmeye tabi tutulacak bankaların toplam aktiflerinin sektör içindeki paylarının %20'yi geçmemesi kaydıyla 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanunun 7, 10 ve 11 inci maddeleri uygulanmaz, kuruluşa ilişkin karar Resmi Gazetede yayımlanır ve banka, Kurumun talebi üzerine Ticaret Siciline tescil edilir. Bu işlemler her türlü vergi, resim ve harçtan istisna tutulur. Bu madde hükümleri yarınca kurulan bankaya geçici bir süreyle bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni verilir ve banka verilen izin süresi içinde bu Kanunun 7 ve 8 inci madde hükümleri uygulanmak suretiyle Fon tarafından Kurulca belirlenecek esas ve usuller dahilinde üçüncü kişilere devredilir. Verilen izin süresi içerisinde devir işleminin gerçekleştirilememesi halinde izin süresi Kurul tarafından uzatılabilir. Bankaya geçici bir süreyle verilen bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni devir halinde sürekli hale getirilir. (5) numaralı fıkra hükümlerine göre Fona intikal eden hisseler bu Kanunun 7 ve 8 inci maddesindeki hükümleri uygulanmak suretiyle Fon tarafından Kurulca belirlenecek esas ve usuller dahilinde üçüncü kişilere devredilir. Hisseleri kısmen veya tamamen Fona ait olan bir bankanın hisselerinin üçüncü kişilere devir veya intikali halinde banka tarafından, bankanın eski ortakları, yöneticileri ve denetçileri hakkında açılmış olan dava ve takiplere Fon tarafından kanuni halef sıfatıyla kaldığı yerden devam olunur. Bu dava ve takipler sonucunda hükmolunacak tutarlar Fona ait olur. (Ek cümle: 30/01/2002 - 4743 S.K../ md.) Bu bankaların başka bir bankaya devredilmesi ya da başka bir bankayla birleşmesi, hisselerinin üçüncü kişilere devredilmesi ya da tasfiyelerine karar verilmesi hallerinde, bu işlemlerin tamamlanmasını takip eden iki yıl içinde, bankanın sorumlulukları tespit edilen yönetim kurulu eski üyeleri ile eski denetçileri aleyhine, varsa ibralarının iptali ve işlemleri nedeniyle verdikleri zararın Fon adına tazmini istemiyle, Fon tarafından 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümlerine istinaden dava açılabilir. Bu madde hükümleri uyarınca, bankaların hisselerinin veya temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimlerinin Fona devrine veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izinlerinin kaldırılmasına ilişkin Kurul kararları Resmi Gazetede yayımlanır.” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4488 | Başvuru, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) tarafından Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredilen bankanın, mali yapısının el konulmasını gerektirecek şekilde bozuk olmaması, zararını karşılayacak kadar mal varlığının bulunması, gerekli şartlar oluşmadan Bankaya el konması ve buna ilişkin davada sonucu etkileyecek bir iddianın Danıştay kararlarında karşılanmaması nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tam yargı davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığında zabıta memuru olarak görev yapmakta iken emekliye sevk edilmiştir. Söz konusu emekliliğe sevk onayının ve tahsis işleminin iptali ile emeklilik derece ve kademesinin yanlış hesaplanmasından dolayı ortaya çıkan maaş ve tazminat farkından kaynaklanan zararının yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle başvurucu tarafından dava açılmıştır. İstanbul İdare Mahkemesinin 10/11/2010 tarihli kararı ile dava konusu işlemlerin iptaline, zararın tazmini istemi yönünden ise davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucu, emekliliğe sevk onayının ve tahsis işleminin mahkeme kararı ile iptal edildiğinden bahisle işlem nedeniyle yoksun kaldığı özlük ve parasal haklarının yasal faiziyle birlikte tazmini ve uğradığı manevi zarara karşılık 000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi istemiyle 15/3/2011 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkemenin 27/2/2012 tarihli kararıyla, İstanbul İdare Mahkemesinde açılan davada özlük ve parasal hak kayıplarının tazmini istemi hakkında karar verildiğinden bu kısım yönünden davanın incelenmeksizin reddine, idarenin tazminat ödemesini gerektirecek bir hizmet kusuru bulunmadığı gerekçesiyle manevi tazminat isteminin de reddine karar verilmiştir. Karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Danıştay Onbirinci Dairesinin 12/11/2015 tarihli kararı ile temyiz isteminin reddine ve kararın onanmasına hükmedilmiştir. Kararın düzeltilmesi istemi aynı Dairenin 13/6/2018 tarihli kararı ile kabul edilmiş ve buna göre temyiz hakkında yeniden bir karar verilmiştir. Nihai karar 25/9/2018 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32263 | Başvuru, tam yargı davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tıbbi ihmal dolayısıyla açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Ayşe Fındık'ın kızı diğer başvurucuların ise kardeşi olan, 2/2/1990 doğumlu S.F. 14 yaşında merdivenden düşmesi sonucu boyun ağrısı yaşamaya başlamıştır. Ağrıların şiddetlenmesi üzerine Kahramanmaraş'ta bir sağlık kurumuna götürülen S.F. için odontoid kırığı (omurga kemiği çıkıntısı) teşhisi konulmuş ve ameliyat önerilmiştir. Ameliyatın kabul edilmemesi üzerine S.F. Ankara'ya sevk edilmiştir. S.F., ondontoid kırığı ve atlantoaksiyel dislokasyon (boyun hareketlerinin engellenmesi) tanısı ile Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi (Hastane) Beyin Cerrahisi Kliniğine 10/7/2007 tarihinde yatırılmıştır. Beyin Cerrahi Kliniğinde görevli doktorlar tarafından S.F. için ameliyat kararı alınmıştır. Beyin cerrahisi klinik şefi olan Dr. F.Ö ve beyin cerrahisi alanında uzman olan Dr. G.A.nın Ankara Valiliği tarafından yapılan inceleme sırasında alınan ifadelerine göre tedavi süreci ve yapılması planlanan ameliyat hususunda ağabey Mehmet Fındık bilgilendirilmiştir. Ameliyatta kullanılacak olan titanyum malzemenin temin edilme süreci zaman alacağından bu süre zarfında istirahat için S.F. evine gönderilmiştir. Ameliyat için gereken malzemenin temin edilmesinin ardından S.F. 25/9/2007 tarihinde ameliyat edilmiştir. Ameliyat öncesinde S.F.nin ağabeyi Mehmet Fındık'a 23/9/2007 tarihli Bilgilendirilmiş Hasta İzin Formu imzalattırılmıştır. Söz konusu form, cerrahi girişime ilişkin olup muhatabının cerrahi girişimin risk ve sonuçlarını anladığına dair onayını talep etmektedir. Başvurucular söz konusu formdaki tarihin ayı belirleyen 7 rakamının 9 rakamına çevrilmesi suretiyle değiştirildiğini, belgedeki tarihin aslen 23/7/2007 olduğunu ve ameliyat için değil hastaneye yatış için imzalattırıldığını iddia etmiştir. İzin formunu imzalatan asistan doktor E.Y. ifadesinde "söz konusu formun 23/7/2007 tarihinde imzalattırılmasının mümkün olmadığını zira o tarihte henüz ameliyat için malzeme temini aşamasında bulunulduğundan S.F.nin istirahat için evine gönderilmiş olduğunu, ayrıca hasta yakınlarından hastaneye yatış için bir izin/onay alınmasının söz konusu olmadığını, belgede 9 rakamı üzerinde yapılan değişikliğin ise bir an için yazılıp düzeltilmiş olmasından kaynaklanabileceğini" belirtmiştir. S.F. ameliyat sonrası solunum zorluğu yaşadığından yoğun bakıma alınmıştır. Yapılan tetkik ve muayenelerde ameliyat ile yerleştirilen titanyum telin gevşediği tespit edilince S.F. 2/10/2007 tarihinde yeniden ameliyata alınmıştır. Ameliyat öncesi ağabey Mehmet Fındık'a klinik şefi olan Dr. F.Ö. tarafından bilgi verilmiş ve 1/10/2007 tarihli Bilgilendirilmiş Hasta İzin Formu imzalattırılmıştır. İkinci ameliyat sonrası yoğun bakımda solunum cihazına bağlanan S.F.nin tedavisine devam edilmiştir. Bu süreçte S.F.; Dâhiliye, Göğüs Hastalıkları, Plastik Cerrahi Klinikleri tarafından da değerlendirilmiştir. Yoğun bakım sürecinde S.F. birkaç defa solunum/dolaşım problemi yaşamış ve son olarak 6/8/2008 tarihinde yaşadığı solunum sıkıntısı sonucu hayatını kaybetmiştir. S.F.nin vefatının ardından ağabey Mehmet Fındık tarafından otopsi yapılması talep edilmiştir. Adli Tıp Kurumu Ankara Grup Başkanlığı Morg İhtisas Dairesinin 27/11/2008 tarihli otopsi raporunun sonuç kısmında "ölüm sebebi hakkında bir kanaate varılamadığı, kesin ölüm sebebi ve kişinin ölümü ile uygulanan tedavi arasında illiyet bağı bulunup bulunmadığı hususunda düzenlenen otopsi raporu, hasta müşahade dosyası ve adli tahkikat evrakının birlikte Adli Tıp Kurumu Başkanlığı ilgili İhtisas Kuruluna gönderilerek oradan görüş alınmasının uygun olacağı" ifade edilmiştir. Ankara Valiliğinin 9/1/2009 tarihli işlemi ile S.F.nin vefatı hakkında inceleme başlatılmış ve inceleme sürecinde ağabey Mehmet Fındık ile tedavi sürecinde yer alan doktorların anestezi uzmanları da dâhil olmak üzere ifadelerine başvurulmuştur. 10/2/2009 tarihinde bitirilen inceleme sonucu Op. Dr. Ö.Ş. tarafından düzenlenen raporda "otopsi raporunda yer alan, 'bulgular kronik hasra sekeri ve tamir bulgurları ile uyumludur' ibaresinin S.F. de ameliyat öncesi mevcut bir kronik sürece işaret ettiği, her ne kadar ameliyatlar öncesi izin alınmadığı iddia edilmiş ise de abi Mehmet Fındık'ın iki ayrı onam formunu da imzaladığı, klinik şefinin ilk ameliyata girmemiş olmasının ameliyata giren diğer iki doktorun uzman hekim olması karşısında bir kusur teşkil etmediği, bununla beraber ameliyat öncesi izin formları imzalatılmış ise de, hasta yakınlarına detaylı açıklamanın eksik yapılmış olabileceği, sonuç olarak, tedavi sürecinde yer alan doktorların cezalandırılmasına yer olmadığı ancak cezai mahiyette olmamak üzere ikaz edilmelerinin uygun olacağı" ifade edilmiştir. Ankara Valiliği 12/2/2009 tarihli işlemi ile tedavi sürecinde yer alan doktorlar hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Mehmet Fındık'ın karara yaptığı itiraz Ankara Bölge İdare Mahkemesi tarafından 28/5/2009 tarihli hükümle reddedilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ilgili doktorlar hakkında görevi kötüye kullanma suçu isnadıyla başlatılan soruşturma, Ankara Valiliğinin 12/2/2009 tarihli işlemi esas alınarak 5/3/2009 tarihli işlemden kaldırma kararı ile sonuçlanmıştır. Başvurucular 30/7/2009 tarihinde, gereken özenin gösterilmemesi, hatalı işlem yapılması, operasyon öncesi gereken izinlerin alınmaması suretiyle S.F.nin ölümüne sebebiyet verildiğini ileri sürerek uğradıkları maddi ve manevi zararlar karşılığı Sağlık Bakanlığından tazminat talep etmiştir. Sağlık Bakanlığı, S.F.nin ölümünde hizmet kusuru bulunmadığını belirterek 16/9/2009 tarihli işlemiyle tazminat talebini reddetmiştir. Başvurucular 13/11/2009 tarihinde Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde idari başvuru sırasında ileri sürdükleri iddialara yer vererek tam yargı davası açmıştır. Mahkeme, uyuşmazlığın sonuca bağlanabilmesi adına hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla Adli Tıp Kurumu nezdinde bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi heyeti adli tıp, beyin ve sinir cerrahisi, iç hastalıkları, çocuk sağlığı ve hastalıkları, kadın hastalıkları ve doğum ile genel cerrahi alanında uzman olan doktorlardan teşekkül etmiştir. 13/4/2011 tarihli bilirkişi raporunun ilgili kısmı şöyledir;"1-Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Epikriz Formunda; '14 yaşındayken merdivenden düşme sonucu boyun ağrıları başlamış. Ağrıları şiddetlenince doktora gitmişler. Hastaya ilaç tedavisi uygulanmış. Herhangi bir düzelme olmayınca Kahramanmaraş Üniversitesi Tıp Fakültesine gitmişler. Burada yapılan tetkiklerinde odontoid kemikte kırık tespit edilmiş ve ameliyat önerilmiş. Ameliyatı kabul etmeyen hasta polkliniğimize başvurmuş. Odontoıd kırığı + atlanto aksiyel dislokasyon Bilinç açik koopere oryante pupiller izokorik dır/ıdır:++/++ göz hareketleri her yöne serbest. Kranial sinirler intakt. Duyu defisiti yok. Alt ve üst ekstremitelerde minimal spastisite var. DTR ler bilateral alt ve üst ekstremitede hiperaktif. TCR: ekstansiyon/ekstansiyon, klonus: bilateral 1-2 atımlık asil klonusu var. Hofman: +/+. Serebeller testler değerlendirilebildiği kadarıyla intakt. 25/09/2007 tarihinde operasyona alındı. Gaa hasta supın pozısyonda operasyona alındı. Sağ iliak kanat bölgesi temizlendi.Cilt ve cilt altı geçildi. Mıdas motor yardımıyla kemik greet alındı. Sütüre edildi. Baş çivili başlığa alınarak skopı kontrolünde oturur pozisyona getirildi ve tespit edildi. Boyum ve oksıpıtal bölgenin temizliği yapıldı. Oksıpıtal orta hattan ilerlenerek kas-yapıları ekarte edildi. C vertebra spınoz prosesi bulunuldu. Kenarları disseke edidi. Yukarı doğru ilerlenerek C1 vertebrasılamınası bulunuldu. Arbın markasından temin edilen titanyumtel c1vertebra lamınasının altından geçirildi. C2 vertebra spınoz proçesının altından bağlandı. Stabılızasyon sağlandı. Ameliyat esnasında anestezi tarafından kardıyak pulmonerve hemodinamik patoloji bildirilmedi. Kanama kontrolünün ardından katlar usulüne uygun olarak prımer kapatıldı. Perop komplıkasyon olmadı. Kan kullanılmadı. Ameliyat sonrasında hastada spontan solunumunun olmaması nedeniyle yoğun bakıma alındı. Hastaya çekilen kontrol grafıde telin gevşemiş olduğu tespit edilmesi üzerine hasta 02/10/2007 tekrar operasyona alındı. Gaa hasta prone pozisyonda baş çivili başlıkta boyun hiperekstansıyonda operasyona alındı. Skopı ile boyuna pozisyon verildi. Eski cilt insizyonundan girildi. Cilt cilt altı ve kaslar geçildi. Önceki stabilizasyon telinin gevşemiş olduğu görüldü. Tel kesilerek çıkarıldı. Yeni mr uyumlu titanyum (arbın firmasından) c1 lamınası önünden geçirildi.C2 vertebra spinöz proçes delik açıldı. Tel bu delikten geçirildi. Tel sıkıcı aparatı ile sıkıldı. Skopi ile kontrol edildi. Füzyon sağlamak amacıyla c1-c2 spinöz proçesler arasına kemik greft yerleştirildi. Kanama kontrolünün ardından katlar usulüne uygun olarak kapatıldı. Perop komplıkasyon olmadı kan kullanılmadı. Hasta supın pozisyona çevrilerek trakeostomı açıldı ve nazogastrık somda takıldı. Postop dönemde beyin cerrahı yoğun bakıma alındı. Hasta yoğun bakım takibi sırasında dahiliye, göğüs hastalıkları, plastik cerrahi tarafından değerlendirilerek tedavi düzenlendi (ayrıntılı konsültasyon notları doktor gözlemlerinde dosyasında bulunmaktadır). hastaya günlük olarak fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulandı. Beslenme komitesi tarafından günlük" kalori ihtiyacı hesaplanarak düzenlendi. Hastaya albumın düşüklüğü olduğu dönmelerde k.albumın ınfuzyonu order edildi. Hasta aralıklı olarak (hb düşüklüğü olduğunda) eritrosit süspansiyonu verildi. Hastaya ağızdan su verilmekte, 38 dereceye varan ateşleri olmakta, 2 lı antibiyotik almakta, kan şekerleri 120 civarında seyretmekte, TA ortalama 140/80 civarında, albumin düşüklüğü nedeniyle H.albumın verilmekte, hb:6, acıt:-400, duyu-algı koordinasyon muayenesi yapıldı, yara pansumanları yapıldı. 27-09-07 po Gün bilinç açık koopere oryante pupıller ızokorık DIR/IDIR ++/++, alt ve üst ekstremitelerde 2/5 motor kuvvet ve hipoestezi var solunum zaman zaman var, mekanik ventılatörde SIMV modda. Takip ediliyor. Kan gazı değerleri normal sınırlarda. Sefazol 3x1 gr + Genta 1x160 mg Prednol 4x250 mg + Ulcuran 4x1 tedavisi alıyor. Yara pansumanı yapıldı ve temiz olduğu görüldü. Duyu muayenesi yapıldı. Nbz 35-40 arası dopamîn infüzyonu başlandı. 02/10/07 po: Günde olan hasta doktorların ortak kararı ile sabah tekrar ameliyata alındı. Saat:11:30 civarında ameliyatı biten hasta trakeostomiden entübe olarak yoğun bakıma alındı. Bilinç açık koopere olmaya çalışıyor. Oryantasyon net değerlendirilemedi. Pupiller izokorik dır/ıdır:++/++. Hastada 4 ekstremitede 1/5 motor kuvvet var. Hipoestezisi var. 2 li antibiyotik 4 tedavisi alıyor. 08-10-2007 bilinci açık, koopere oryante, pupıller ızokorık, dır/ıdır: ++/++, kranıyal sinirler ıntakt, hasta sımv modda trakeostomiden mekanik ventılatöre bağlı parenteral beslenmesine devam edilmekte, ensure 10cc/h devam edilmekte, aralıklı olarak ağızdan su verilmekte, duyu-algı koordinasyon muayenesi yapıldı, yara pansumanları yapıldı 20/l1/2007 bilinç açık, koopere, oryante, pupiller izokorik, paraplejik dır/ıdır ++/++, trakeostomiden ventilatöre bağlı, spontan solunumu yok, jevity plus 50cc/h alıyor. Dopamınınf.alıyor. 28/11/2007 bilinç açık, koopere, oryante, pupiller izokorik, paraplejik, dır/ıdır ++/++ dekübit, pansumanları yapıldı. Santral kateterı değiştirildi. Kan ve kateter kültürü gönderildi. Dopamın ınf. ile TA stabıl seyretmekte, antibiyotikleri enf. Hast. tarafından kesildi. Enteral beslenmeye devam edilmekte jewity plus 50cc/h 04/12/2007 bilinç açık, koopere, oryante, pupiller izokorik, paraplejik dır/ıdır++/++ dekübit, pansumanları yapıldı. Dopamın ınf. İle TA stabıl seyretmekte hastaya enteral beslenme jevity plus 10cc/*h devam ediyor. Antibiyotiksiz takibine devam edilmekte. 13/01/2008 bilinç açık, trakeostomıden, ventilatore bağlı, hastanın dopamın ınf devam etmekte. Ağızdan su ve meuve suyu ve sıvı gıdalar verilmekte. 23/01/2008 bilinç açık trakeostomıden ventılatore bağlı, dopamın ınf devam etmekte. Nutrizyon komitesi tarafından peg takılması planlandı 25/02/2008 bilinç açık, koopere, oryante, tetraplejık. Spontan solunumu mevcut, trakeostomıden mekanık ventılatore bağlı. Kan gazı değerleri normal sınırlarda, mevcut medıkal tedavisine devam edilmekte. Sonraki tarihlerdeki takiplerinde; göğüs hastalıkları konsültasyonunda çekilen PA AC grafisinde sol akciğerde havalanma azlığı tespit edilip tedavisinin başlandığı, dahiliye konsültasyonunda vücutta yaygın ödem ve hipoksi saptandığı, batın USG ve kan tetkikleri önerildiği, ES, human alb + dopamin tedavisinin düzenlendiği, Servikal dislokasyon nedeniyle opere edilen postoperatif yoğun bakım ünitesinde izlenmekte olan hastada 06/08/2008, saat 00:15’de kardiopulmoner arrest gelişti. 45 (kırkbeş) dakika yapılan kardiopulmoner resüsitasyona yanıt alınamadı. Hasta 06/08/2008 saat 01:00 itibari ile exitus kabul edilmiştir” şeklinde kayıtlı olduğu, 2-Maremar Tıp Merkezi’nin 18/06/2007 tarihli Servikal Spinal MR raporunda; “Servikal spinal MR tetkikinde; Atlanto axiel eklem ve dens axis seviyesinde belirgin düzensizlik (Posttramatik fraktür? Posto dejeneratif hastalıklara bağlı?), bu seviyede spinal kanal çapında belirgin daralma ve tekal saka ve korda belirgin bası, kord santralinde myelopati ile uyumlu intensite artışı, servikal lordozda düzleşme” şeklinde kayıtlı olduğu, 3-Adli Tıp Kurumu Ankara Grup Başkanlığı Morg İhtisas Dairesi’nin 27/11/2008 tarih, 9971 protokol nolu Otopsi Raporunda; “175 cm boyunda, 18-19 yaşlarında, tahminen 85-90 kg ağırlığında, kahverengi saçlı, buğday tenli, kadın cesedinde, ölü katılığının başlayıp devam ettiği ve ölü lekelerinin sırtta ve belde vücudun bası görmeyen yerlerinde meydana geldiği görüldü. Saçlı deri oksipital bölge orta hattan başlayıp enseye doğru uzanan 8 cm uzunluğunda sedefi renkte eskiye ait operasyon izi;, sol diz kapağı arkasında 5x3 cm ebadında, batın sol üst kadranda 3x2 ebadında,sağ uyluk üst dış yanda 4 cm Uzunluğunda, sağ bacak dış yanda 2 adet 0,5 ye 1 cm uzunluklarında sedefi renkte iyileşmiş yara nedbeleri; sakrumda 4x2 cm ebadında dekubit yarası saptandı. Boyun önde orta hatta 1,5 cm uzunlukta yatay seyirli trakeöstomi takılmasına bağlı müdahale izi, sağ klavikula üzerinde, her iki dirsekte ve inguinal bölgede tıbbi müdahaleye bağlı enjeksiyon izleri, göğüs ön yüzde defıbrilatör uygulanmasına bağlı müdahale izleri tespit edildi. Tüm vücudun muayenesinde; herhangi bir şüpheli darp cebir asarına, ateşli silah veya kesici delici alet yarasına, boyunda telem veya boğma izine rastlanmadı. BAŞ AÇILDI: Saçlı deri kaldırıldı. Saçlı deri altı ve her iki temporal adale grubunda kanama ve ekimoz görülmedi. Kafa kubbe kemikleri sağlam olup, kafatası açıldı. Epidural, subdural ve subaraknoidal kanama görülmedi. Beyin-beyincik çıkarıldı, 1083 gr tartıldı. Yüzeyi ödemli görünümde olup, kesitlerinde makroskopik patolojik özellik saptanmadı. Kafa kaide kemiklerinde kırık görülmedi. BOYUN GÖĞÜS AÇILDI: Boyun ve göğüs derisi kaldırıldı. Boyun cilt altı ve yüzeyel adale gruplarında'kanama ve ekimoz görülmedi. Hyoid kemik, tiroid kartilaj ve boyun omurları sağlam bulundu. Trakea ve özefagus lümenlerinin boş olduğu tespit edildi. Harici muayenede ense orta hatta tarif edilen operasyon izi altına uyan bölgede ciltaltı ve yumuşak dokularda kanama ve ekimoz görülmedi.C2 vertebra processus'u spinosus delinerek buradan geçirilip bağlanmış tel ile C1-C2 vertebranm birbirleri ile bağlanmış olduğu telin yerinde olup stabilizasyonun sağlanmış bulunduğu, C1-C2-C3 vertebralar inceleme yapılmak üzere çıkarılarak bu bölgeden omurilik için örnek alındı. Göğüs ciltaltı ve interkostal adale gruplarında kanama ve ekimoz görülmedi. Kostalar sağlam olup, sternal kapak kaldırıldı. Göğüs boşluklarından sağda 300 cc, solda 1000 cc seröz mayii boşaltıldı. Akciğerler elle ayrılabilecek düzeyde göğüs duvarına yapışık bulundu. Her iki akciğer çıkarıldı. Sağ akciğer 670 gr, sol akciğer 460 gr tartıldı. Yüzeyleri yaygın noktavi kanamalı olup, kesitlerinden bol köpüklü ödem mayii geldiği görüldü. Kalp dışarı alındı, 315 gr tartıldı. Triküspit kapak çevresi: 10 cm, sağ ventrikül duvar kalınlığı:0,3 cm, pulmoner kapak çevresi:7 cm, mitral kapak çevresi:8 cm, sol ventrikül duvar kalınlığı:2 cm, Aort kapak çevresi:5cm, ölçüldü. Koroner damarlar açık bulundu. Yapılan myokart kesitlerinde makroskopik patolojik özellik görülmedi. BATIN AÇILDI: Batın derisi kaldırıldı. Batın cilt altı, yüzeyel adale grubu ve peritonda kanama ve ekimoz görülmedi. Batın boşluğundan 2500 cc seröz mayii boşaltıldı. Karaciğer çıkarıldı, 2540 gr tartıldı. Yüzeyi sarı yağlı görünümde olup, kesitlerinde. makroskopik patolojik özellik görülmedi. Mide dışarı alındı, açıldı, boş olduğu görüldü.Her iki böbrek çıkarıldı.Sağ böbrek 140 gr, sol böbrek 140 gr tartıldı. Yüzey ve kesitlerinde makroskopik patolojik özellik görülmedi. Dalak çıkarıldı, 755 gr tartıldı. Yüzey ve kesitlerinde makroskopik patolojik özellik görülmedi Sakral bölgede orta hatta 3x3 cm ebadında dekubit yarası görüldü. Otopsi sırasında cesetten alkol, uyutucu-uyuşturucu aranmak üzere kan, uyuştucu-uyuşturucu aranmak üzere mesane yıkama suyu, sistematik toksikolojik analiz için iç organ parçaları ve içeriği ile birlikte mide alınarak kimya ihtisas dairesine gönderildi. Otopsi sırasında cesetten Beyin, akciğer, böbrek, karaciğer, kalp, dalak, medulla spinalis ve cilt-ciltaltı parçaları alınarak histopatolojik tetkik yapılmak üzere histopatoloji laboratuarına gönderildi. Kimya İhtisas Dairesi'nin 2008 tarih ve 9971/1830/1653 sayılı raporunda; -İç organ parçalarında sistematikteki maddelerin bulunmadığı, -Mide multeviyatmda sistematikteki maddelerin bulunmadığı, -Kanda, a-Alkol (Etil ve Metil alkol) bulunmadığı, b-Sistematikteki uyutucu-uyuşturucu maddelerin bulunmadığı, Mesane yıkama suyunda yapılan sistematik uyutucu-uyuşturucu analizi sonucunda sistematikteki uyutucu-uyuşturucu maddelerin bulunmadığı, Morg İhtisas Dairesi Histopatoloji Tetkik Şubesinin 2008 tarih ve patoloji no: 2008/602 sayılı histopatoloji inceleme raporunda; Mikroskopik Bulgular; Beyin, dalak ve kalp kesitlerinde konjesyon, karaciğerde otoliz bulguları ve konjesyon izlenmiştir. Böbrekte konjesyon ve interstisyumda bir kaç alanda mononükleer inflamasyon gözlenmiştir. Şakrak böl geden gönderilen cilt-cilt altı kesitlerinde epidermiste kayıp, bu alanda yüzeyde nekrotik materyal daha derinde granülasyon dokusu ye fıbrozis, subkutan yağ dokuda hemosiderin yüklü makrofajlar, yer yer, seyrek mononükleer hücreler ve nötrofiller saptanmıştır. Akciğer kesitlerinde parankimde yama tarzında dağılım gösteren alveol ve bronş-bronşiol lümenlerinde nötrofıl lökosit infiltrasyonu, bazı alveol lümenlerinde hemosiderin yüklü makrofajlar, plevrada ekstravazel eritrositler tespit edilmiştir. Operasyon bölgesinden gönderilen medulla spinalis kesitlerinde parankimde vasküler proliferasyon, histiyositler ve gliozis alanları, durada fıbrozis dikkati çekmiştir. Özellikle peri vasküler sahalarda iğsi görünümde yer yer nodüler alanlar oluşturan hücre proliferasyonları, arada histiyositler izlenmiştir. Bu alanın distalinde vakuoler dejenarasyon gözlenmiştir. Histopatolojik Tanı; Medulla Spinalis:Parankimde vaşküler proliferasyon, histiyositler, gliozis, iğsi hücre proliferasyonlan, fokal dejenerasyon alanları, durada fıbrozis NOT: Bulgular kronik hasar sekeli ve tamir bulguları ile uyumlu niteliktedir. Parankimde gözlenen iğsi hücreler schwanian veya glial kökenli olabilir. Bu hücreleri spesifiye etmek için immünhistokimyasal inceleme gerekmektedir. Ancak bu hücrelerin hasara sekonder gelişen proliferasyonlar olduğu düşünülmektedir. AKCİĞER: Brönkopnömoni, plevrada küçük taze kanama odakları BÖBREK: İnterstisyumda kronik hücre infıltrasyön odakları CİLT-CİLT ALTI (Sakral bölge): Ülser, pannikülit olduğu, Sonuç olarak; Kişinin ölüm sebebi hakkında tarafımızca bir kanaate varılamadığından kesin ölüm sebebi ve kişinin ölümü ile uygulanan tedavi arasında illiyet bağı bulunup bulunmadığı hususunda düzenlenen otopsi raporu, hasta müşahade dosyası ve adli tahkikat evrakının birlikte Adli Tıp Kurumu Başkanlığı (İstanbul) ilgili İhtisas Kuruluna gönderilerek oradan görüş alınması uygun olacağını, Kişiye ait kan ve mesane yıkama suyunda uyutucu-uyuşturucu maddelerin bulunmadığı, iç organ parçalan ve mide muhteviyatında aranan gruplara ait toksik(zehirli) maddelerin bulunmadığı, kanda alkol bulunmadığını bildirir rapordur” şeklinde kayıtlıdır. 4-Dosyadaki film ve grafiler Kurulumuzca incelendi. SONUÇ: 10/07/2007 tarihinde Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine ve Atlanto Aksiyel Dislokasyon tanısı ile yatırıldığı, 25/09/2007 tarihinde opere edildiği, postoperatif tetraplejik, trakeostomili olarak takip ve tedavi devam ederken 06/08/2008 tarihinde öldüğü bildirilen 1990 doğumlu S. F. hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerde bulunan veriler birlikte değerlendirildiğinde; 1-Otopsi ve tıbbi belgelere göre kişinin ölümünün Atlanto Aksiyal Dislokasyon, Servikal Omurilik hasarı ve buna bağlı tetrapleji, yatalak kalma ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğu, 2-Kişinin C1-C2 omuriliğe bası yapan dislokasyonu, lordoz artışı, C1-C2 hizasında omurilikte myelopatik sinyal bulunduğundan, geliş nörolojik muayenesinde; omurilik zedelenmesi belirtileri mevcut olup, bu tür hastalarda ameliyat sırasında nörolojik kötüleşme beklenebileceği tıbben bilinmekte olup, yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu oy birliğiyle mütalaa olunur." Mahkeme 13/7/2011 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.İdare Hukukunun ilkeleri ve Danıştay'ın yerleşik içtihatlarına göre, zarar gören kişinin hizmetten yararlanan durumda olduğu ve hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı hallerde, idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için, zararın, idarenin ağır hizmet kusuru sonucu meydana gelmiş olması gerekmektedir. Bünyesinde risk taşıyan hizmetlerden olan sağlık hizmetinden yararlananın zarara uğraması halinde, bu zararının tazmini, ancak idarenin ağır hizmet kusurunun varlığı halinde mümkün olabilecektir....Dava konusu olayda; Mahkememizin dosya üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasına ilişkin 2011 tarihli ara kararı uyarınca, davacıların yakını S.F.nin ölüm olayında, Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne atfı kabil hizmet kusuru bulunup bulunmadığı ve kusur var ise kusur oranının belirlenmesi için dosyanın Adli Tıp Kurumu Başkanlığı’na gönderilmesi üzerine, Adli Tıp İhtisas Kurulu tarafından 2011 tarihinde düzenlenen ve 2011 tarihinde Mahkememiz kayıtlarına giren bilirkişi raporunda özetle; "otopsi ve tıbbi belgelere göre kişinin ölümünün Atlanto Aksiyon Dislokasyon, Servikal Omurilik hasarı ve buna bağlı tetrapleji, yatalak kalma ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana geldiği, kişinin C1-C2 omur iliğe bası yapan dislokasyonu, lordoz artışı, C1-C2 hizasında omurilikte mylopatik sinyal bulunduğundan, geliş nörolojik muayenesinde, omurilik zedelenmesi belirtileri mevcut olup, bu tür hastalarda ameliyat sırasında nörolojik kötüleşme beklenebileceği tıbben bilinmekte olup, yapılan işlemlerin tıbbi kurallara uygun olduğu" yönünde görüş belirtildiği görülmekte olup, anılan rapora yapılan itiraz yerinde görülmemiştir.Dava dosyasında var olan bilgi ve belgeler ile verilecek karara esas alınabilecek nitelikte bulunan bilirkişi raporunun birlikte değerlendirilmesinden, S.F.nin ölüm olayında, Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yapılan operasyonlar arasında illiyet bağı var ise de, olayın Atlanto Aksiyon Dislokasyon, Servikal Omurilik hasarı ve buna bağlı tetrapleji, yatalak kalma ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana geldiği yönündeki Adli Tıp İhtisas Kurulu raporu karşısında; hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı hallerde, idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için, zararın, idarenin ağır hizmet kusuru sonucu meydana gelmiş olması gerekmekte olup, bünyesinde risk taşıyan hizmetlerden olan sağlık hizmetinden kaynaklanan zararının tazmini, ancak idarenin ağır hizmet kusurunun varlığı halinde mümkün olabilecektir.Bu durumda, davacıların yakını olan S.F. nin ölüm olayının Atlanto Aksiyon Dislokasyon, Servikal Omurilik hasarı ve buna bağlı tetrapleji, yatalak kalma ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana geldiği sonuç ve kanaatine varıldığından, olayda idareyi maddi ve manevi tazminat ödemekle yükümlü kılacak herhangi bir ağır hizmet kusuru bulunmamaktadır.Açıklanan nedenlerle, davanın reddine,... " Başvurucular kararı temyiz etmiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesi temyiz incelemesi sürecinde idareden ameliyata ilişkin onay formlarının örneğini talep etmiştir. Daire temyiz istemini 29/5/2017 tarihli kararla reddetmiştir. Karar düzeltme istemi de aynı Daire tarafından 22/2/2018 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucular karar düzeltme talebinin reddine dair hükmü 17/4/2018 tarihinde tebellüğ etmelerinin ardından 16/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Saadet Ergün ve diğerleri, B. No: 2013/4194, 14/10/2015, §§ 24-30; Ali Abidin Saruhanoğlu ve diğerleri, B. No: 2014/15478, 6/12/2017, §§ 39- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/15233 | Başvuru, tıbbi ihmal dolayısıyla açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza soruşturması kapsamında mal varlığı hakkında verilen elkoyma tedbiri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Polatlı Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçlarından haklarında soruşturma yürütülen başvurucu dâhil bazı şüphelilerin mal varlığı hakkında sicillerine şerh konulmak suretiyle elkoyma tedbiri uygulanmasını talep etmiştir. Polatlı Sulh Ceza Hâkimliği 5/9/2016 tarihinde şüphelilere ait taşınmazlar ve ulaşım araçlarına yönelik olarak tedbir talebini kabul etmiştir. Kararda, 15/8/2016 tarihli ve 671 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Kurum ve Kuruluşlara İlişkin Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi ile değişik 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 20/A maddesi dayanak olarak gösterilmiştir. Başvurucu 30/9/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun tedbirin kaldırılması talebini inceleyen Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 17/8/2021 tarihli ek kararında, 3713 sayılı Kanun'un 20/A maddesinin birinci fıkrası gereğince hukuk mahkemelerinden verilmiş tedbir kararı bulunmadığı takdirde başvuru konusu tedbirin kaldırılmasında sakınca bulunmadığına hükmetmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/34051 | 0 |
|
Başvuru, Cizre'de uygulanan sokağa çıkma yasağı sırasında güvenlik güçlerinin silahlı güç kullanımıyla başvurucuların yakınının anne kucağından düşerek yaralanması ve sağlık çalışanlarının can güvenliklerini gerekçe göstererek hastaya yardıma gelmemesi neticesinde meydana gelen ölüm olayıyla ilgili olarak yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Olayların arka planı yönünden PKK/KCK Terör Örgütü, Çözüm Süreci ve 6-7 Ekim Olayları ile ilgili açıklamalara Gazal Kolanç ve diğerleri [GK] (B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 16-28) kararında yer verilmiştir. Türkiye, 2015 yılı Temmuz ayından itibaren giderek yoğunlaşan terör saldırılarına maruz kalmıştır. Tırmanan terör saldırılarını PKK/KCK terör örgütünün öz yönetim ilanları izlemiştir. Öz yönetim ilan edilen bölgelerde Öz Savunma Birlikleri (ÖSB) adı altında silahlı gruplar oluşturan PKK terör örgütü, bu gruplar ve YDG-H (Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi) eliyle yollara barikat kurma, hendek kazma ve tünel açma gibi eylemlerde bulunmuştur (Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 25-27). Öz yönetim ilan ettiği tüm bölgelerde benzer bir strateji ile barikat ve hendeklere patlayıcı döşeyen, yolları patlayıcı düzenek kurmak suretiyle tuzaklayan ve karargâh olarak kullandığı binaları tünel kazarak birbirine bağlayan örgüt, bu şekilde ulaşımı engellediği bölgelerde güvenlik güçleri ve sivilleri hedef alan saldırılar düzenlemiştir. Yollar, köprüler, okul ve hastaneler dâhil kamu binaları, ambulanslar dâhil kamuya ve özel kişilere ait araç ve eşyaların terör saldırılarına maruz kalması, bir kısmının tahrip edilmesi neticesi eğitim, sağlık ve ulaşım gibi temel kamu hizmetlerine erişim durma noktasına gelmiştir (Cizre Devlet Hastanesine roketatar ve uzun namlulu silahlar kullanılarak yapılan terör saldırıları ile Cizre ilçesinde terör örgütü mensupları tarafından gerçekleştirilen saldırılar, oluşturulan hendek ve barikatlarla ilgili arka plan bilgisi için ayrıca bkz. Naile Bülbül, B. No: 2018/11016, 2/2/2022, § 24; Emine Gerez ve diğerleri, B. No: 2018/37620, 2/2/2022, § 33). Bu gelişmelerin ardından öz yönetim ilan edilen bölgelerde terörle mücadele için geniş çaplı operasyonlar başlatılmıştır. Terör saldırıları ve devamında kamu düzeninin yeniden tesisi için yapılan güvenlik operasyonlarında yüzlerce güvenlik görevlisi şehit olmuş, binlercesi yaralanmıştır (hendek olayları ile ilgili açıklamalar için ayrıca bkz. Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019, §§ 10-13). Terörle mücadele operasyonlarının düzenlendiği bazı yerlerde ise sokağa çıkma yasakları uygulanmıştır. Bu kapsamda Şırnak Valiliği Cizre ilçesinde ilk olarak 4/9/2015 tarihinden itibaren terör örgütü mensuplarının etkisiz hâle getirilmesi, mayın ve patlayıcılarla tuzaklanmış barikat ve hendeklerin bertaraf edilmesi, vatandaşların can, mal güvenliğinin ve kamu düzeninin sağlanması amacıyla sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini açıklamıştır. Cizre'de bu tarihten itibaren çeşitli defalar kaldırılıp yeniden uygulamaya konulan ve uygulama saatleri değiştirilen sokağa çıkma yasağı 10/4/2017 tarihinde tamamen kaldırılmıştır (Gazal Kolanç ve diğerleri, § 28). Başvuruya konu olayın meydana geldiği 4/9/2015 tarihinde Cizre'de tam gün esasına göre uygulanmakta olan sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Başvurucu Abdullah Yaramuş 10/8/2015 tarihinde dünyaya gelen T.Y.nin babası; başvurucu Susin Yaramuş ise annesidir. Başvuru formuna göre olay günü 4/9/2015 tarihinde başvurucuların yaşamakta oldukları Cizre ilçesinde sokağa çıkma yasağının ilanından sonra gece elektrikler kesilmiş, telefon hatları ulaşılamaz hâle gelmiştir. Başvurucular havanın sıcak olması sebebiyle bebekleri T.Y.yi de alarak Nur Mahallesi Özgür Sokak'ta bulunan evlerinin balkonuna çıkmıştır. Gece vakti çok yüksek bir ses duyan başvurucuların evinin avlusuna bir cisim düşmüş, bunun üzerine korkuyla içeri girmeye çalışan Susin Yaramuş kucağında bulunan bebeği ile yere düşmüştür. Yere düşürülmesinden bir süre sonra ateşi yükselmeye başlayan bebek kusmuştur. Sabah saat 00 sıralarında 112'yi arayan başvurucular ambulans istemiş ancak 112 görevlileri adrese 100 metre mesafedeki Saltan Sokak'a geldiklerinde can güvenliklerinin tehlikede olması gerekçe gösterilerek güvenlik görevlileri tarafından durdurulduklarını, bebeği Botan Hastanesine getirmelerini söylemiştir. 5/9/2015 tarihinde gün boyu ısrarla 112'yi arayan başvurucular saat 00 sıralarında doktor olduğunu söyleyen biri ile görüşmüşler, doktor kusmayı engellemek için telefon ile öneriler vermiştir. Önerilerin işe yaramaması sonucu bebek anne ve babasının kucağında 6/9/2015 tarihinde saat 00'te can vermiştir. Başvurucular sabah saatlerine kadar bebeklerinin cenazesi ile birlikte kalmışlar, soğutucu bulunmadığı ve elektrik olmadığı için yakında bulunan Şeyh Sait Camisi'nin soğuk sayılan bir bölümüne cenazeyi götürmüşlerdir. Cenaze iki gün burada bekletildikten sonra beyaz bayraklarla İdil Caddesi'nde bekleyen Cizre Belediyesi cenaze nakil aracına konulmuş, başvurucu Abdullah Yaramuş'un birlikte gitmesine izin verilmediği için ilk işlemler kimliği belirsiz olarak gerçekleştirilmiştir. Başvurucular, sokağa çıkma yasağının kaldırıldığının ilan edilmesi üzerine otopsi işleminin ardından 13/9/2015 tarihinde bebeğin cenazesini teslim alarak Cizre ilçesinde defnetmiştir. Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başvurucu Susin Yaramuş hakkında taksirle öldürme eyleminden soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu Abdullah Yaramuş, Başsavcılık tarafından müşteki sıfatıyla alınan 27/11/2015 tarihli ifadesinin ilgili kısmında sokağa çıkma yasağının ikinci günü saat 00 sıralarında evinin bahçesinde ailesiyle birlikte oturduğunu, evin dış kapısının önünde meydana gelen patlamadan sonra zeminden yarım metre yüksekte bulunan balkondan içeriye girmeye çalıştığını, eşinin ayağının takılması üzerine bebek ile birlikte yüz üstü betonun üzerine düştüğünü, bebek düştüğünde bilincinin açık olduğunu, çok şiddetli biçimde ağlamaya başlayan bebeğin annesi tarafından emzirildikten sonra sakinleştiğini ancak 10-15 dakika sonra kusmaya başladığını, ateşinin yükselmesi üzerine 112'yi aradığını, görevlilerin gece vakti gelemeyeceklerini söylediğini, bebeğin gece ateşinin yükseldiğini ve defalarca kustuğunu, sabah eşinin 112'yi aradığını, gelen ambulansın Saltan Sokak'ta polisler tarafından bekletildiğini, tekrar 112'yi aradıklarında Botan Hastanesinin yakınına gelmelerinin istendiğini, gece saat 00 sıralarında bebeğin vefat ettiğini, sabah HDP Şırnak milletvekili F.S.yi aradığını, F.S.nin cenazeyi Nur Mahallesi içerisinde bulunan camiye getirmesini söylediğini, komşusu ile birlikte bahçe duvarlarını delerek cenazeyi götürdüğünü, bebeğin ölümüne sebep olanlardan şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Başvurucu Susin Yaramuş, Başsavcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan 27/11/2015 tarihli ifadesinin ilgili kısmında sokağa çıkma yasağının ikinci günü akşam 00 sıralarında evin dış kapısının önünde meydana gelen patlama üzerine bulundukları bahçeden eve balkonu kullanarak girmek isterken ayağının takıldığını ve kucağındaki bebeğiyle beton zemine düştüğünü, bebeğin şiddetli biçimde ağlaması ve kusarak ateşlenmesi üzerine defalarca 112'yi aradıklarını ancak görevlilerin gelemediğini, ertesi gün gece saat 00'te bebeğinin vefat ettiğini, eşinin cenazeyi bahçe duvarını delerek Nur Mahallesi içerisinde bulunan camiye götürdüğünü, bebeğin ölümüne sebep olanlardan şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Başsavcılık tarafından düzenlenen 7/9/2015 tarihli Adli Ölü Muayene Tutanağında, kimliği belirsiz erkek bebek cesedinin Cizre Devlet Hastanesi morgunda yapılan harici ölü muayenesi sonucu kesin ölüm sebebinin tespiti için cesedin Şırnak Adli Tıp Kurumuna sevkinin gerektiği belirtilmiştir. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 7/9/2015 tarihinde yaptırılan otopsi işlemi neticesinde tanzim edilen tutanakta cesetten toksikolojik inceleme için mide mukozası, histopatoloji için beyin ve kalp bütün olmak üzere, akciğer, karaciğer, böbrek, dalak, timus örneği ve kimliklendirme için kemik parçası alındığı belirtilerek bebeğin kesin ölüm sebebinin toksikolojik ve histopatolojik inceleme için alınan örneklerin sonuçları çıktıktan sonra belirlenebileceği kanaati açıklanmıştır. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığının 12/9/2015 tarihli Defin İzin Belgesi ve Teşhis Tutanağında erkek bebek cesedinin 10/8/2015 doğumlu T.Y. olduğunun Abdullah Yaramuş tarafından ifade edildiği ve cesedin teslimin gerçekleştirildiği belirtilmiştir. Adli Tıp Kurumu Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığının 9/2/2016 tarihli Toksikoloji Raporunda mide muhteviyatında sistematikte yer alan maddelerin bulunmadığı; 25/2/2016 tarihli Histopatoloji İnceleme Raporunun ilgili kısmında beyinde subaraknoidal mesafede minimal kanama, parankimde konjesyon tespiti yapılmıştır. Başsavcılık tarafından şüpheli Susin Yaramuş hakkında taksirle öldürme suçundan 5/10/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Kararda özet olarak şüphelinin dışarıdan gelen silah ve patlama sesleri sebebiyle yaşadığı korku ve panik neticesinde eve girmeye çalışırken bebeği ile birlikte yere düştüğü, bebeğin ölümünün beyin kanaması geçirmesine bağlı olduğunun 25/2/2016 tarihli Adli Tıp Kurumu inceleme raporunda belirtildiği, şüphelinin bebeğinin ölümünde taksir derecesinde dahi kusurunun bulunmadığı, kaldı ki şüphelinin taksirli bir hareketi neticesinde bebeğinin ölümüne neden olduğu kabul edilse dahi büyük bir acı ve mağduriyet yaşayan şüpheliye ceza verilmeyeceğinin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda açık bir şekilde düzenlediği, şüphelinin evinin bulunduğu sokak ve çevresinde güvenlik güçleri ile terör örgütü mensupları arasında şiddetli çatışmalar yaşandığı, 112 ekiplerinin can güvenliği sebebiyle olay yerine gelip yaralı bebeğe müdahale edemediği gerekçesi açıklanmıştır. Başvurucular; ölümde ihmali bulunan kişiler hakkında değil de mağdur olan anne hakkında soruşturma yürütüldüğünü, bebeğin vefatından sonraki süreçte de mağdur olduklarını belirtmişlerdir. Başvurucular ayrıca eve düşen cismin tetikleyici olduğunu, tıbbi müdahalenin yapılmasına engel olan güvenlik güçleri ile azimli biçimde davranmayan ambulans personeli ve bu koşulların oluşmasına neden olan sokağa çıkma yasağı uygulayıcılarının asıl şüpheliler olduğunu, olay yerinin sokağa çıkma yasağı kalkmış olmasına rağmen incelenmediğini belirterek karara itiraz etmiştir. Başvurucuların itirazını inceleyen Cizre Sulh Ceza Hâkimliğince 2/1/2018 tarihinde itiraza konu kararın yerinde olduğu, bunun dışında inceleme yapılmasının mümkün olmadığı, müştekilerin olayla ilgili her zaman belirtmiş oldukları şüpheliler hakkında suç duyurusunda bulunabilecekleri gerekçesi açıklanarak itirazın reddine kesin olarak karar verilmiştir. Başvurucular nihai kararı 10/1/2018 tarihinde öğrendikten sonra 9/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucuların 21/9/2017 tarihinde Mardin İdare Mahkemesinde İçişleri Bakanlığı ve Şırnak Valiliği aleyhine açtığı maddi ve manevi tazminat istemli davanın; davacıların yakınının sokağa çıkma yasağı sürecinde yaşanan çatışmalar nedeniyle yaralandığı ve zamanında müdahale edilememesi sonucu hayatını kaybettiği iddiasını ispata elverişli herhangi bir tespit, bilgi ve belgenin ortaya konulamadığı, zarar ile nedensellik bağı kurulabilecek idarenin herhangi bir eyleminden söz edilemeyeceğinden idareye atfedilebilecek hizmet kusuru ya da kusursuz sorumluluk sebeplerine gidilebilecek bir hususa rastlanılmadığı, olayın terör veya terörle mücadeleden kaynaklandığı yönünde bir bulgunun yer almadığı, dolayısıyla sosyal risk ilkesinin koşullarının da gerçekleşmediği anlaşılmakla davalı idarelerin sorumluluk türlerinden herhangi biri içerisinde değerlendirilmesi imkânı bulunmayan olay nedeniyle meydana gelen zararın davalı idarelerce tazmini mümkün olmadığı gerekçesi açıklanarak 18/11/2020 tarihinde reddine karar verilmiştir. Karar istinaf incelemesindedir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/4886 | Başvuru, Cizre'de uygulanan sokağa çıkma yasağı sırasında güvenlik güçlerinin silahlı güç kullanımıyla başvurucuların yakınının anne kucağından düşerek yaralanması ve sağlık çalışanlarının can güvenliklerini gerekçe göstererek hastaya yardıma gelmemesi neticesinde meydana gelen ölüm olayıyla ilgili olarak yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, maliki olduğu İzmir Konak Bölge İmariye Mah. 231 pafta 1633 ada 19 parselde kayıtlı 356 metrekarelik konut ve işyeri olarak kullanılan taşınmazın kamulaştırılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 2/9/2013 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 29/11/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 7/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 7/3/2014 tarihli yazı ile görüşünü sunmuştur. Adalet Bakanlığının görüş yazısı 14/3/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş ve başvurucu vekili de 18/3/2014 tarihli yazı ile karşı beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu İzmir Konak Bölge İmariye Mah. 231 pafta 1633 ada 10 parselde kayıtlı 356 metrekarelik konut ve işyeri olarak kullanılan taşınmazın da bulunduğu belli bir alan (İmariye Mahallesi, Ondokuz Mayıs Mahallesi, Vezirağa Mahallesi, Hasan Özdemir Mahallesi, Yeşildere Mahallesi, Kosova Mahallesi, Kadriye Mahallesi, Altay Mahallesi, Kadifekale mahallesi) 4/5/1998 tarih ve 11100 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile afete maruz bölge ilan edilmiş, Başbakanlık Toplu Konut İdaresi (TOKİ) Başkanlığı, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Konak Belediye Başkanlığı arasında imzalanan İzmir-Konak Kentsel Yenileme (Gecekondu Dönüşüm) Projesine İlişkin Protokol ile afete maruz bölge ilan edilen yerlerdeki gecekondu ve kaçak yapıların tasfiye edilerek söz konusu bölgelerde yaşayan hak sahiplerine Uzundere Toplu Konut alanında TOKİ tarafından yaptırılacak konutlardan tahsis edilmesi öngörülmüştür. İzmir Büyükşehir Belediye Meclisinin 10/10/2005 tarih ve 888 sayılı kararı ile afete maruz bölgelerde yapılacak kamulaştırma işlemleri belediyenin 5 yıllık imar planına alınmış, Belediye Meclisinin 17/2/2006 tarihli kararı ile İzmir İli Afete Maruz Bölgelerde Kalan Taşınmazların Tasfiyesi ve Konut Satışına Dair Yönetmelik kabul edilerek İzmir Büyükşehir Belediye Encümeninin 20/7/2006 tarih ve 264 sayılı kararı ile de afete maruz bölgelerde zemin ve zemin üstü kamulaştırma işlemlerine başlanılmasına karar verilmiştir. Belediye tarafından başvurucuya taşınmazın kamulaştırma bedeli olarak 901,68 TL teklif edilmiş ve 13/8/2007 tarihinde bu bedel üzerinde anlaşmazlık tutanağı düzenlenmiştir. Bunun üzerine ilgili Belediye tarafından kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmaz malın Belediye adına tescili için İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmıştır. İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi zemin ve zemin üstü taşınmaz değerinin tespiti için bilirkişi incelemesi yaptırdıktan sonra 27/10/2008 tarih ve E.2007/502, K.2008/336 sayılı kararı ile taşınmazın kamulaştırma bedelinin 430,50 TL olduğunu tespit etmiş ve bu bedelin başvurucuya ödenmesi ile taşınmazın ilgili belediye adına tesciline karar vermiştir. Bu karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş, Yargıtay Hukuk Dairesi 13/5/2010 tarih ve E.2010/4586, K.2010/7533 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararını onamış, bu karara karşı karar düzeltme yoluna başvurulmamıştır. Taşınmazın tespit edilen kamulaştırma bedeli 29/6/2010 tarihinde başvurucuya ödenmiştir. Başvurucu, kamulaştırma kararının onaylı imar planına dayanmadığı, Encümen kararının kendisine tebliğ edilmediği, kamu yararı kararı alınmadığı ve kurum onayının bulunmadığı, heyelan riskinin kamulaştırmayı gerektirecek boyutta olmadığı, işlemin mülkiyet hakkını ihlal ettiği gerekçesiyle 4/2/2008 tarihinde İzmir İdare Mahkemesinde yürütmeyi durdurma talepli iptal davası açmış, Mahkeme, öncelikle 10/4/2008 tarihinde yürütmeyi durdurma talebini reddetmiş, ret kararına karşı yapılan itiraz da İzmir Bölge İdare Mahkemesi tarafından 15/5/2008 tarihinde reddedilmiştir. İzmir İdare Mahkemesi, 17/10/2008 tarih ve E.2008/165, K.2008/1459 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: "Hüküm veren İzmir İdare Mahkemesi'nce önceden belirlenerek taraflara bildirilen 2008 gününde yapılan duruşmaya davacı vekili Av. Nezehat PAŞA BAYRAKTAR ile davalı idare vekili Av. Alper DOĞRUÖZ'ün geldiği görülerek usulüne uygun olarak yapılan duruşmadan sonra gereği görüşüldü:…Yukarıda anılan Kamulaştırma Kanunu hükümleri ile idarelerin kanunlarla yapmak yükümlülüğünde bulundukları kamu hizmetlerini yerine getirmek üzere kamulaştırma yapabilecekleri kurala bağlanmış, kamulaştırmanın usul ve esasları düzenlemiş, Belediye Kanununda ise düzenli kentleşmeyi sağlamak belediyelerin görevleri arasında sayılmıştır.Olayda; davacıya ait taşınmazın da bulunduğu alanın Bakanlar Kurulu kararı ile afete maruz bölge ilan edildiği, bu karara karşı dava açılmadığı, söz konusu bölgenin 1/1000 ölçekli imar planında "jeolojik sakıncası nedeniyle yapı yasağı getirilen alan" olarak ayrıldığı ve bölgede yapılaşma yasağı bulunduğu, bu nedenle söz konusu bölgede gecekondu ve kaçak yapısı olanların hak sahibi yapılarak TOKİ tarafından yaptırılacak konutlara naklinin öngörüldüğü anlaşılmaktadır.Bu durumda; afete maruz bölge ilan edilen ve yapı yasağı bulunan bölge içinde kalan davacıya ait taşınmazın kamulaştırılmasına ilişkin dava konusu işlemde mevzuata ve hukuka aykırılık bulunmamaktadır." Başvurucu, dava dilekçesindeki iddiaların karşılanmadığı, deliller toplanmadan Bakanlar Kurulu kararına karşı dava açılmamış olması nedeniyle davanın reddedilmesinin kanuna aykırılık oluşturduğu iddialarını ileri sürerek kararı temyiz etmiş, ancak Danıştay Altıncı Dairesi 14/9/2011 tarih ve E.2009/2587, K.2011/3184 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararını onamıştır. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 11/6/2013 tarih ve E.2012/158, K.2013/4148 sayılı kararı ile reddedilmiş, Karar, başvurucu vekiline 31/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Anayasa Mahkemesine, 2/9/2013 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 2942 sayılı Kanun’un “Kamulaştırma şartları” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “İdareler, kanunlarla yapmak yükümlülüğünde bulundukları kamu hizmetlerinin veya teşebbüslerinin yürütülmesi için gerekli olan taşınmaz malları, kaynakları ve irtifak haklarını; bedellerini nakden ve peşin olarak veya aşağıda belirtilen hallerde eşit taksitlerle ödemek suretiyle kamulaştırma yapabilirler. Bakanlar Kurulunca kabul olunan, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskan projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla yapılacak kamulaştırmalarda, bir gerçek veya özel hukuk tüzelkişisine ödenecek kamulaştırma bedelinin o yıl Genel Bütçe Kanununda gösterilen miktarı, nakden ve peşin olarak ödenir. Bu miktar, kamulaştırma bedelinin altıda birinden az olamaz. Bu miktarın üstünde olan kamulaştırma bedelleri, peşin ödeme miktarından az olmamak ve en fazla beş yıl içinde faiziyle birlikte ödenmek üzere eşit taksitlere bağlanır. Taksitlere, peşin ödeme gününü takip eden günden itibaren, Devlet borçları için öngörülen en yüksek faiz haddi uygulanır. Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanların bedeli, her halde peşin ödenir. (Ek : 24/4/2001 - 4650/1 md.) İdarelerce yeterli ödenek temin edilmeden kamulaştırma işlemlerine başlanılamaz.” 6/1/1982 tarih ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun “Savcıların görevleri” kenar başlıklı maddesinin 2/7/2012 tarih ve 6352 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Savcılar, ilk derece mahkemesi sıfatıyla Danıştayda görülen dava dosyalarından kendilerine havale olunanları Başsavcı adına incelerler ve esas hakkındaki düşüncelerini, bir ay içinde gerekçeli ve yazılı olarak verirler. Bu süreler geçirilirse durumu sebepleriyle birlikte Başsavcıya bildirirler. Danıştay Başkanının ve Başsavcısının vereceği diğer görevleri yerine getirir; çalışma düzeninin korunması ve iş veriminin artırılması için Başsavcının alacağı tedbirlere uyarlar”. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanun’un “Duruşma” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “ Danıştay ile idare ve vergi mahkemelerinde açılan iptal ve yirmibeşbin Türk Lirasını aşan tam yargı davaları ile tarh edilen vergi, resim ve harçlarla benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları toplamı yirmibeşbin Türk Lirasını aşan vergi davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılır. Temyiz ve itirazlarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlıdır. Duruşma talebi, dava dilekçesi ile cevap ve savunmalarda yapılabilir. 1 ve 2 nci fıkralarda yer alan kayıtlara bağlı olmaksızın Danıştay, mahkeme ve hakim kendiliğinden duruşma yapılmasına karar verebilir. Duruşma davetiyeleri duruşma gününden en az otuz gün önce taraflara gönderilir.” 2577 sayılı Kanun’un “Kararın düzeltilmesi” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“ Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurullarının temyiz üzerine verdikleri kararlar ile bölge idare mahkemelerinin itiraz üzerine verdikleri kararlar hakkında, bir defaya mahsus olmak üzere kararın tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde taraflarca;a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların, kararda karşılanmamış olması, b) Bir kararda birbirine aykırı hükümler bulunması, c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması, d) Hükmün esasını etkileyen belgelerde hile ve sahtekarlığın ortaya çıkmış olması, Hallerinde kararın düzeltilmesi istenebilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6986 | Başvurucu, maliki olduğu İzmir Konak 5. Bölge İmariye Mah. 231 pafta 1633 ada 19 parselde kayıtlı 356 metrekarelik konut ve işyeri olarak kullanılan taşınmazın kamulaştırılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, uzun yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. 2020/2523, 2020/2533 ve 2020/3102 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2020/980 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/980 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, bireysel başvuru konusu yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/980 | Başvuru, uzun yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işe iade talebiyle açılan davanın iş güvencesine tabi olunmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, bir finansal kiralama şirketinde satış ve pazarlamadan sorumlu genel müdür yardımcısı olarak 8/8/2011 tarihinden itibaren çalışmaya başlamış; 25/1/2019 tarihinde başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu, İstanbul İş Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde işe iade talebiyle tespit davası açmış; fesih sebebi açıkça bildirilmediği için feshin geçersiz olduğunun tespiti ile işe iadesini, bunun mümkün olmaması hâlinde işçilik alacaklarının tarafına ödenmesini talep etmiştir. Başvurucu; ayrıca şirketi tek başına temsil etme, işçi alma ve çıkarma yetkisi olmadığını, kendi üzerinde aynı yerde amir olarak genel müdür, yönetim kurulu ve yönetim kurulu başkanı olduğunu belirterek iş güvencesi hükümlerine tabi olduğunu belirtmiştir. Şirket ise cevap dilekçesinde, başvurucunun yasal haklarının ödendiğini, öte yandan genel müdür yardımcısı sıfatı nedeniyle iş güvencesi hükümlerine tabi olmadığını ileri sürmüştür. Mahkeme 19/9/2019 tarihli kararla, Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarını, işyeri dosyasını, hizmet sözleşmesini, tanık beyanlarını ve tüm dosya kapsamını değerlendirmek suretiyle davanın kabulüne hükmetmiştir. Karar gerekçesinde; başvurucunun işletmenin bütününden sorumlu olmadığı, finansal, operasyon ve satışa bakan farklı kısımlardan sadece satış kısmında görevli genel müdür yardımcısı olduğu, üzerinde genel müdür ve yönetim kurulunun yer aldığı, sözleşme içeriğine göre işveren ya da vekillerinin vereceği talimat ve direktifler çerçevesinde işini yapacağı, bu kapsamda tek başına imza atma, işçi alma ya da işten çıkarma yetkisi olmadığı, bu nedenle işveren vekili olmadığı yönünde değerlendirme yapmıştır. Şirket, anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuş; başvurucunun işletmeyi temsil eden işveren temsilcisi sıfatında olduğunu, bu nedenle işçi alma ve çıkarma şartının aranmaması gerektiğini, finansal kiralama işlerinde her departmandan ayrıca sorumlu bir genel müdür yardımcısı olduğunu, nitekim başvurucunun da işletme bazında pazarlama ile ilgili tüm kararlara genel müdür yardımcısı sıfatı ile onay vermeye yetkili tek kişi olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu ise dava dilekçesinde ileri sürdüğü hususları tekrar etmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) yaptığı incelemede 10/6/2020 tarihli karar ile istinaf başvurusunun kabulüne, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak hükmetmiştir. Gerekçeli kararda; ticaret sicili belgeleri ve şirket imza sirkülerine göre başvurucunun şirket yönetim kurulu üyeleri ve genel müdürden sonra derecede imza yetkilisi olarak resmî ve özel kuruluşlar ile üçüncü kişiler nezdinde şirket adına ilzam edici sözleşmeleri ve işlemleri müşterek yetkili olarak yapma yetkisinin bulunduğunu belirtmiştir. Başvurucunun işletme düzeyinde işyerinin bütününü sevk ve idare eden genel müdüre bağlı üç genel müdür yardımcısından biri olduğuna dikkat çeken Bölge Adliye Mahkemesi, genel müdür yardımcıları arasındaki iş bölümünden kaynaklanan sorumluluğun sınırlandırılmasının ya da işçi alma ve çıkarma yetkisinin bulunmamasının önemli olmadığını belirterek işletme düzeyinde işveren vekilinin yardımcısı konumundaki başvurucunun iş güvencesi hükümlerinden yararlanamayacağını ifade etmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 2/7/2020 tarihinde öğrendikten sonra 24/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/21432 | Başvuru, işe iade talebiyle açılan davanın iş güvencesine tabi olunmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; gözaltı ve tutuklama tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması, adli kontrol tedbiri kapsamındaki tazminat talebinin kabul edilmemesi nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon; başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, PKK çağrılarıyla gerçekleştirildiği belirtilen yasa dışı bir gösteri yürüyüşüne katıldığı iddiasıyla 14/5/2016tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu; müdafii huzurunda Başsavcılıkta verdiği ifadesinde, gösteriye katılmadığını, gizli tanığın teşhis ettiği, görüntülerde yer alan kişinin kendisi olmadığını, sosyal medya hesabını kabul etmekle birlikte terör örgütü propagandası niteliğinde bir paylaşım yapmadığını belirtmiştir. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan diğer şüphelilerle birlikte 16/5/2016 tarihinde tutuklanmıştır. Tutuklama kararının gerekçesi şöyledir:"suça sürüklenen çocuğun üzerine atılı suçun niteliği, gizli tanık beyanları, teşhis tutanakları, dosyada yer alan mobese kamera görüntüleri, sosyal paylaşım sitesinde yapılan paylaşımlar, CMK'nın 100/3 maddesinde belirtilen ve kuvvetli suç şüphesinin varlığı halinde tutuklama nedeni varsayılan suçlardan olması, mevcut delil durumu ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde suça sürüklenen çocuklar yönünden kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olgu ve delillerin bulunması, atılı suçun kanunda öngörülen cezasının nevi ve miktarına göre tutuklama tedbirinin ölçülü olması, kaçma şüphelerinin bulunması ve adli kontrol uygulamasının bu aşamada yetersiz kalacak olması dikkate alınarak CMK'nın 100, 101ve devam eden maddeleri gereğince ayrı ayrı tutuklanmalarına... [karar verildi.]" Başvurucu hakkında 3/6/2016 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye olma, kamu malına zarar verme, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, kasten yangın çıkarma, korku, kaygı veya silahla panik yaratabilecek tarzda ateş etme, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, terör örgütü propagandası yapma, toplantı ve yürüyüşlere silahla katılma, trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçlarından cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede; PKK/KCK terör örgütü çizgisinde yayın yapan internet sitesinden sokağa dökülme, sokak direnişleri gerçekleştirme, eylemler yaparak kamu düzenini bozmaya yönelik yapılan çağrılar üzerine 28/12/2015 tarihinde Anadolu Mahallesi Çukurova Caddesi'nde gösteri eylemi düzenlendiği, bu gösteride barikat kurularak yolların trafiğe kapatıldığı, eylemlere müdahale eden görevlilere ve kullandıkları araçlara taş, molotofkokteyli, el yapımı patlayıcılarla saldırılar düzenlendiği, kamu binalarına zarar verildiği belirtilmiştir. İddianamede, başvurucunun da aralarında olduğu suça sürüklenen çocukların eylemlere yüzleri maskeli bir şekilde katıldıkları belirtilmiştir. Başvurucunun söz konusu eyleme katıldığı iddiası gizli tanık beyanına dayandırılmıştır. Gizli tanığa 28/12/2015 tarihinde gerçekleştirilen eylemde çekilen görüntüler gösterilmiş, gizli tanık bu görüntülerden başvurucuyu teşhis etmiştir. İddianamede; başvurucunun ekiplere taş, molotofkokteyli, havai fişek atılan çatıda olduğu, elindeki cisimleri çatıdan ekiplere attığı, çatıdaki grup ile fikir ve eylem birliği içinde hareket ettiği, bu grupla malzeme taşıdığı, başvurucunun da aralarında olduğu şahısların attığı materyaller sebebiyle Akrep ekip aracının yandığı, başvurucunun bu şekilde uzunca bir süre çatıda ekiplere yönelik saldırı gerçekleştirdiği, elindeki malzemelerle yolu trafiğe kapattığı, caddede ateş yaktığı, yolu trafiğe kapatan terör örgütü yandaşı grupla hareket ettiği, caddede seyir hâlindeki araçları durdurduğu, elinde sürekli taş bulundurduğu, caddede yakılan ateşe odun attığı ileri sürülmüştür. Ayrıca başvurucunun sosyal medya hesabında yasa dışı eylem fotoğrafı paylaştığı belirtilmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 17/6/2016 tarihinde iddianameyi kabul etmiş ve E.2016/339 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme ayrıca aynı tarihte yaptığı tensip incelemesinde başvurucunun üzerine atılı suçun vasfının değişme ihtimalini, bu aşamada tutukluluk hâlinin devamının hakkaniyete aykırı olacağını, yaşı ve sabit bir ikamet adresi olduğu gözetildiğinde kaçma ihtimalinin bulunmamasını dikkate alarak başvurucunun yurt dışına çıkış yasağı ve konutu terk etmeme adli kontrol tedbirine tabi tutularak tahliyesine karar vermiştir. 10/10/2016 tarihli duruşmada konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri kaldırılmıştır. Mahkeme; yargılama sonunda gizli tanık beyanının tek başına mahkûmiyete esas alınamayacağını belirterek terör örgütü üyeliği ve diğer suçlar yönünden başvurucunun beraatine, sosyal medya paylaşımları nedeniyle terör örgütü propagandası suçundan cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu; iki ay haksız yere tutuklu kaldığını, gözaltı, tutuklama kararı ve adli kontrol tedbiri nedeniyle çalışamayıp kazanç kaybına uğradığını, üzüntü ve sıkıntı çektiğini, itibarının zedelendiğini, terörist muamelesi gördüğünü, gözaltına alınmadan önce aylık ortalama 000 TL kazandığını belirterek 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, gözaltının ve tutuklamanın haksız olduğu iddiasını gözaltına alınmasına ve tutuklandığı suçlar yönünden beraat etmesine dayandırmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde gözaltı, tutuklama ve adli kontrol tedbirinin hukuki olup olmadığıyla ilgili bir açıklamada bulunmamıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 29/12/2017 tarihli kararıyla başvurucuya 330,76 TL maddi, 000 TL manevi tazminat ile 199,69 TL vekâlet ücretinin ödenmesine karar vermiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi, kararında adli kontrol tedbiri yönünden bir değerlendirmede bulunmamıştır. Başvurucu; hükmedilen tazminatların ve vekâlet ücretinin düşük olduğunu, adli kontrol tedbiri nedeniyle de tazminata hükmedilmesi gerektiğini belirterek istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi 2/3/2018 tarihinde tutuklamadan sonra verilen konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin ceza infaz kurumunda tutuklu kalma gibi değerlendirilerek fazla manevi tazminata hükmedilmesinin hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Mahkeme bu doğrultuda manevi tazminatı 000 TL, vekâlet ücretini de 240 TL olarak düzelterek istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ''Adli kontrol'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ''(1) (Değişik: 2/7/2012-6352/98 md.) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.... (3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:...k) (Ek: 2/7/2012-6352/98 md.) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek....'' 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:" (1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanundaöngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler" Yargıtay Ceza Dairesinin 21/12/2020 tarihli ve E.2019/1929, K.2020/7258 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''...[A]macı maddi gerçeği ortaya çıkarmak olan ve kamusal nitelik taşıyan ceza mahkemesinde, bazı koruyucu tedbirlere başvurulması gerekebilir. Bu tedbirler, muhakemenin yapılabilmesi açısından, delillerin karartılmasını önlemeye yönelik olabileceği gibi şüpheli ya da sanığın hazır bulundurulmasını veya ilerde verilecek hükmün yerine getirilmesini sağlamak amacını da taşıyabilir. Koruma tedbirleri kavramı içinde yakalama, gözaltına alma, tutuklama, arama ve el koyma, adli kontrol, gizli soruşturmacı ve teknik araçlarla izleme ve telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi konuları yer almaktadır. 466 sayılı Kanunda bu koruma tedbirlerinden yakalama, gözaltı ve tutuklama, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun ve devamı maddelerinde ise yakalama, gözaltı, tutuklama, arama ve el koyma işleminden kaynaklanan maddi ve manevi zararların tazmininin düzenlendiği dikkate alındığında, davacı hakkında uygulanan ve 5271 sayılı CMK'nın 109/3-j. maddesinde düzenlenen konutunu terk etmemek şeklindeki adli kontrol tedbiri nedeniyle tazminat isteminin reddine karar verilmesi gerektiği ancak davacı hakkında aynı dosyada bir gün gözaltına alınması nedeniyle sadece CMK’nın 141/1-e maddesi gereğince gözaltı nedeniyle maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, Kanuna aykırı olup, ... hükmün bozulmasına... [karar verildi.]'' İlgili hukuk için ayrıca bkz. A.A. [GK], B. No: 2017/34502, 21/10/2021, §§ 22-46; Esra Özkan Özakça [GK], B. No: 2017/32052, 8/10/2020, §§ 36- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/10482 | Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması, adli kontrol tedbiri kapsamındaki tazminat talebinin kabul edilmemesi nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresinde yapılmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2022/81135 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2022/58064 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilerek incelenmesine, incelemenin 2022/58064 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/58064 | Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamu ihalelerine katılmaktan yasaklanmaya ilişkin işleme karşı açılan davada, beraatle sonuçlanan ceza yargılaması sürecine konu fiil esas alınarak ve sahte belge varmış gibi hareket edilerek gerekçesiz bir şekilde karar verilmesi ve temyizde taleplerin karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; ihaleye katılımda verilen teminatın haksız olarak irat kaydedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca (TOKİ) 11/9/2008 tarihinde yapılan "İstanbul Kayabaşı Bölge 332 Adet Konut, 1 Adet 40 Derslikli Lise, 1 Adet 40 Derslikli İlköğretim Okulu, 1'er Adet Kreş ve Spor Salonu, Adaiçi ve Genel Altyapı ile Çevre Düzenlemesi İnşaatı İşi" ihalesi başvurucu Şirket üzerine bırakılmıştır. Başvurucu Şirket sosyal güvenlik prim borcu bulunmadığına dair belgeyi ve istenilen diğer belgeleri TOKİ'ye sunmuş ve 20/10/2008 tarihinde sözleşme imzalanmıştır. TOKİ Başkanlığınca, başvurucu Şirketin sosyal güvenlik prim borcu bulunmadığına dair Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Şırnak İl Müdürlüğünden almış olduğu 6/10/2008 tarihli yazı ile yine başvurucu Şirket hakkında düzenlenen 16/10/2008 tarihli yazının evrak numaralarının aynı olduğunun tespit edilmesi üzerine SGK Şırnak İl Müdürlüğünden söz konusu yazıların geçerliliklerinin teyit edilmesi istenmiştir. SGK Şırnak İl Müdürlüğü 6/10/2008 tarihli yazının kendileri tarafından düzenlenmediğini ve yazının altında bulunan imzanın Müdür Yardımcısı K.K.ya ait olmadığını bildirmiştir. TOKİ, sosyal güvenlik prim borcu olmadığına dair belgenin sahte olarak düzenlendiği gerekçesiyle başvurucu Şirket ile imzaladığı sözleşmeyi feshetmiş; Şirketin bir yıl süreyle bütün kamu kurum ve kuruluşlarının ihalelerine katılmaktan yasaklanmasına, 000 TL (başvurucu Şirketin beyanına göre) kesin teminatın irat kaydedilmesine karar vermiştir. Ayrıca başvurucu Şirket yetkilileri hakkında resmî belgede sahtecilik ve ihaleye fesat karıştırma suçlarından savcılığa suç duyurusunda bulunulmuştur.A. Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç TOKİ tarafından başvurucu Şirket hakkında suç duyurusunda bulunulması üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 11/5/2009 tarihli iddianamesiyle ihaleye fesat karıştırma ve resmî belgede sahtecilik suçlarından Şirket yetkilileri hakkında kamu davası açılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 30/11/2010 tarihli kararıyla ilgili Şirket yetkilileri hakkında beraat kararı vermiştir. Kararın gerekçesinde; sanıkların ihaleye fesat karıştırma suçunu işleme kastı ile hareket etmedikleri, bu nedenle ihaleye fesat karıştırma suçunun unsurlarının oluşmadığı, cezalandırmaya yeterli kesin ve şüpheden uzak delil bulunmadığı belirtilmiştir. Belgede sahtecilik suçu açısından ise belgeyi hazırlayanın Şirketin muhasebecisi E.A. olduğu, E.A.nın ifadesinde Şirketin SGK prim borcu olmadığını sosyal güvenlik yetkililerinden öğrendiğini, ihaleyi kaçırmamak için anılan belgeyi kendi hazırladığını ve ihale komisyonuna verdiğini, diğer sanıkların bu işle ilgisi olmadığını belirtmiştir. Mahkeme, menşeinden araştırma yapıldığında ve Kurumdan da araştırıldığında belgenin gerçek olmadığının derhâl anlaşılabileceğini, cezalandırmaya yeterli iğfal kabiliyeti olduğu yönünde delil olmadığından suçun unsurlarının oluşmadığını ifade etmiştir. Anılan hüküm Yargıtay Ceza Dairesinin 27/2/2013 tarihli kararıyla onanmıştır.B. İdari Yargıya İlişkin Süreç Başvurucu Şirket, kamu ihalelerine katılmaktan yasaklanma ve kesin teminatın irat kaydedilmesi işlemlerinin iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde ayrı ayrı dava açmıştır. Kamu İhalelerine Katılmaktan Yasaklanma İşlemine Karşı Açılan Dava Ankara İdare Mahkemesi 28/1/2010 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; SGK Şırnak İl Müdürlüğünün yazısı ile dosyada bulunan ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianame, soruşturma kapsamında alınan ifadeler ve yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen rapor gözönüne alındığında başvurucu Şirketin sosyal güvenlik prim borcu olmadığına dair TOKİ Başkanlığına sunduğu 6/10/2008 tarihli yazının SGK Şırnak İl Müdürlüğünce düzenlenmediği, yazının altında bulunan imzanın da Müdür Yardımcısı K.K.ya ait olmadığı anlaşıldığından 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu'nun maddesinde belirtilen süreler içinde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu ceza mahkemesi kararının bekletici mesele yapılması gerektiğini belirterek temyiz talebinde bulunmuştur. Temyiz talebi Danıştay Onüçüncü Dairesinin 26/12/2012 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 7/11/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bu karar, başvurucuya 20/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Kesin Teminatın İrat Kaydedilmesine Karşı Açılan Dava Ankara İdare Mahkemesi 28/1/2010 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme aynı gerekçe (bkz. § 17) ile başvurucu Şirketin ihale sürecinde 4734 sayılı Kanun'a göre yasak fiil veya davranışlarda bulunduğunun sözleşme yapıldıktan sonra tespit edilmesi sonucu kesin teminatın irat kaydedilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı kanaatine varmıştır. Başvurucu ceza mahkemesinde açılan kamu davasında beraat kararı verilmesi nedeniyle kararın bozulması gerektiğini belirterek temyiz talebinde bulunmuştur. Temyiz talebi Danıştay Onüçüncü Dairesinin 27/12/2012 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 7/11/2013 tarihli karar ile reddedilmiştir. Bu karar, başvurucuya 20/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5/1/2002 tarihli 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu'nun Maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Yüklenicinin bu iş nedeniyle idareye ve Sosyal Sigortalar Kurumuna olan borçları ile ücret ve ücret sayılan ödemelerden yapılan kanunî vergi kesintilerinin yapım işlerinde kesin kabul tarihine, diğer işlerde kabul tarihine veya varsa garanti süresinin bitimine kadar ödenmemesi halinde, protesto çekmeye ve hüküm almaya gerek kalmaksızın kesin teminatlar paraya çevrilerek borçlarına karşılık mahsup edilir, varsa kalanı yükleniciye geri verilir." 4735 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Aşağıda belirtilen hallerde idare sözleşmeyi fesheder:...b) Sözleşmenin uygulanması sırasında yüklenicinin 25 inci maddede sayılan yasak fiil veya davranışlarda bulunduğunun tespit edilmesi,Hallerinde, ayrıca protesto çekmeye gerek kalmaksızın kesin teminat ve varsa ek kesin teminatlar gelir kaydedilir ve sözleşme feshedilerek hesabı genel hükümlere göre tasfiye edilir. " 4735 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Yüklenicinin, ihale sürecinde Kamu İhale Kanununa göre yasak fiil veya davranışlarda bulunduğunun sözleşme yapıldıktan sonra tespit edilmesi halinde, kesin teminat ve varsa ek kesin teminatlar gelir kaydedilir ve sözleşme feshedilerek hesabı genel hükümlere göre tasfiye edilir." 4735 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sözleşmenin uygulanması sırasında aşağıda belirtilen fiil veya davranışlarda bulunmak yasaktır:a) Hile, vaat, tehdit, nüfuz kullanma, çıkar sağlama, anlaşma, irtikap, rüşvet suretiyle veya başka yollarla sözleşmeye ilişkin işlemlere fesat karıştırmak veya buna teşebbüs etmek.b) Sahte belge düzenlemek, kullanmak veya bunlara teşebbüs etmek...." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1759 | Başvuru, kamu ihalelerine katılmaktan yasaklanmaya ilişkin işleme karşı açılan davada, beraatle sonuçlanan ceza yargılaması sürecine konu fiil esas alınarak ve sahte belge varmış gibi hareket edilerek gerekçesiz bir şekilde karar verilmesi ve temyizde taleplerin karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; ihaleye katılımda verilen teminatın haksız olarak irat kaydedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, haklı ve geçerli bir neden olmaksızın iş akdinin sonlandırılması nedeniyle açılan işe iade davasında, Yargıtay Hukuk Dairesinintoplu iş sözleşmesi ve mevzuat hükümlerine aykırı değerlendirme yaparak benzer davalarda başka Yargıtay Dairesi tarafından verilen kararla çelişir biçimde davayı reddetmesi nedeniyle eşitlik ilkesi, adil yargılanma hakkı, çalışma hakkı ve sözleşmeden yararlanma ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/1/2014 tarihinde Bakırköy İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde tespit edilen eksikliklerin giderilmesinin ardından başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 5/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 25/3/2016 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 25/8/2006 tarihinden itibaren Türk Hava Yolları Anonim Ortaklığında (Türk Hava Yolları, THY) kabin memuru sıfatıyla işçi olarak çalışmaktadır. Başvurucunun da üyesi olduğu HAVA-İŞ Sendikası (Sendika), hava iş kolunda grev yasağı öngören kanun değişikliği teklifinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülecek olması nedeniyle 29/5/2012 tarihinde, 00 ile 00 saatleri arasında çalışma yapmamaları yönünde üyelerini kısa mesaj ile bilgilendirmiştir. Belirtilen tarihte, Sendika ile THY arasındaki toplu iş sözleşmesi görüşmeleri devam etmektedir. Başvurucu, Sendikanın belirlediği eylem saatleri içerisinde, görevli olduğu saat 06:50'deki uçuşa katılmamış; aynı günün akşamı saat 45'te gerçekleştirilen İstanbul-Kopenhang uçuşundaki görevini icra etmiştir. Eylem saatinde bazı çalışanlar farklı gerekçelerle iş başı yapmamış ve bu kişilerin bir kısmı Atatürk Havalimanında düzenlenen basın açıklamasına da katılmışlardır. Başvurucunun iş akdi 29/5/2012 tarihinde saat 52 itibarıyla feshedilmiş, 305 işçinin sözleşmesi de yasa dışı eyleme katıldıkları gerekçesiyle farklı zamanlarda feshedilmiştir. Başvurucu, işe iade davası açmış; Bakırköy İş Mahkemesi 19/4/2013 tarihli ve E.2012/260, K.2013/220 sayılı kararı ile feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Davacı iddiası, davalının savunması,tanık anlatımı ve dosyaya sunulan dilekçeler gelen belgeler ve Dosya içeriği bir bütün olarak değerlendirildiğinde; 4857 sayılı iş kanunun 17, 18 ve maddeleri gereğince sözleşmenin kıdem ve ihbar tazminatının ödenerekfesh edildiği, bu konuda davacı vekili ve davalı vekilinin beyanlarında mutabakat bulunduğu, ancak dosya içersine davalı tarafta ispat külfeti bulunmasına rağmen , 18 ve maddeleri gereğince sunulan işyeri kayıtlarının incelenmesinde davacının savunmasının alındığı yönünde herhangi bir bilgi belge veya beyan bulunmadığı buna ilişkin herhangi birkayıt sunulamadığı görülmekle, 4857 sayılı Kanunun maddesi gereğince iş veren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak vefesih sebebini açık ve kesin olarak belirtmek zorunda olup, ayrıca hakkındaki iddialara karşı çalışanın savunması alınmadan, çalışana belirsiz süreli iş sözleşmesinin fesih edilemeyeceği dosya içeriği göz önüne alındığından 4857 SK nun , ve mad. gereğince yukarıda belirtilen usulü kuralların hiç birine işverence uyulmadığı, davacının savunma hakkının kısıtlandığı, ayrıca davalı iş verenin bu yöndeki iddialarını ispatlar delillerini de sunamadığı ve davasını ispatlayamadığı anlaşılmakla davacının davasının kabulüne ve işe iadesine karar verilmesi kanaatine varılarak davacının iş yerindeki kıdem süreside göz önüne alınarak aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur." Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/10/2013 tarihli ve E.2013/25413, K.2013/21170 sayılı ilamı ile ilk derece mahkemesi kararı bozularak ortadan kaldırılmış ve davanın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Yargıtay ilamının ilgili kısımları şöyledir:"...Taraflar arasında, davacının 29/5/2012 tarih ve sonrasında işyerinde meydana gelen eyleme katılıp katılmadığı ve eylem nedeniyle davalı işverence yapılan feshin haklı veya geçerli sebebe dayanıp dayanmadığı noktasında uyuşmazlık bulunmaktadır....Somut olayda, davacı işçinin üyesi olduğu sendika ile davalı şirket arasında toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin devam ettiği bir süreçte, henüz ulusal mevzuat hükümleri uyarınca kanuni grev koşullarının meydana gelmediği bir aşamada, Türkiye Büyük Millet Meclisinde hava iş kolunda grev yasağını öngören kanun değişikliği teklifini protesto etmek amacıyla, bir kısım işçilerin 29/5/2012 tarihinde 00-00 saatleri arasında işe gitmemek suretiyle toplu eylem yaptıkları anlaşılmaktadır. Davacının üyesi olduğu sendikaca 28/5/2012 tarihinde saat 48'de gönderilen mesajda “çok acil, tüm muhalefet partilerinin karşı çıkmalarına, basın açıklamamızda tüm üyelerimizin karşı çıkışına rağmen grev hakkımıza yasak getiren yasanın 29/5/2012 yarın TBMM'de çok büyük bir hızla gündeme alınacağı bilgisi alınmıştır. Bu haber sonrası tüm normal vardiyalı ve uçuş üyelerimiz bu ağır hak kaybı ihtimali ile 2012 tarihinde, lokal saatle 00-00 arası kendilerin göreve hazır hissetmeyeceklerini bildirmişlerdir. Grev haktır, kaybedersek ömür boyu kaybedeceğiz, TİS Yüksek Hakemde budanacaktır. şimdi haklar için ailemiz için çocuğumuz için birlikte ve birlikte” yazılmıştır. Davalı işverence sözü edilen eyleme katıldığı gerekçesi ile davacının iş sözleşmesi süre verilmeden ve tazminatsız olarak feshedilmiştir. ...Öte yandan, her ne kadar davacı 29/5/2012 tarihi saat 06:50'deki uçuş görevine katılmak üzerine havaalanına gittiğini ve fakat sendika yetkililerinin engellemeleri sonucu uçuş saatini kaçırdığını, saatler sonra işveren yetkililerine ulaşabildiğini ve saat 20:45 görevlendirmesiyle Kopenhag uçuşuna katıldığını beyan etmiş ise de, davalı işverence, davacının iş sözleşmelerinin feshedildiğini öğrendikten sonra saat 21:55'deki Kopenhag uçuşuna katıldığı, anılan saate kadar personel yokluğu sebebiyle bir çok seferin iptal edilmiş olduğu, aynı engellemelere rağmen görevinin başında uçuşa katılan personellerin var olmasına göre davacının anılan saate kadar engellemeler olduğundan bahisle içeri giremediğine ve amirleriyle temasa geçemediğine yönelik iddiasının gerçeğe aykırı olduğu savunulmuştur. Gerçekten de, davacının yetişemediğini iddia ettiği uçuşun saati ile sonradan katıldığı uçuş saati arasında geçen zaman dilimi boyunca işveren yetkilileriyle irtibata geçemediğine yönelik iddiası dosya kapsamına göre hayatın olağan akışına uygun düşmemektedir. Anılan sebeple, davacının uçuş görevine katılmama suretiyle eyleme iştirak ettiği kanaatine varılmıştır. ...Dosya içeriğine göre amacı ve yapılış şekli itibariyle gerçekleştirilen eylemin siyasi amaçlı grev niteliğinde olduğu açıktır. Toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin devam ettiği bir sırada hava iş kolunda grev yasağını öngören bir kanun değişikliği teklifinin çıkarılmasını önlemek amacıyla yapılan bu grevin mesleki bir amaca da hizmet ettiği düşünülebilir ise de, muhatabı ve amacı itibariyle eylemin “siyasi amaçlı grev” niteliğinde olduğu kabul edilmiştir.Dairemizce uluslararası hukuk çerçevesinde işçilerin, ortak ekonomik ve sosyal menfaatlerini ilgilendiren konularda tepkilerini toplu eylem yoluyla ifade etme haklarının bulunduğu kabul edilmiştir. Ancak, iş bırakmak suretiyle yapılan toplu eylemlerin ulusal ekonomiyi ve kamu düzenini olumsuz etkilemesi ihtimali karşısında, bu hakkın sınırsız bir şekilde kullanılması düşünülemez. Çalışma barışı için işverenin mülkiyet hakkı ile işçilerin toplu pazarlık hakları arasında adil bir dengenin kurulması gereklidir. Her şeyden önce iş bırakmak suretiyle yapılan eylemlere kanuni grevde olduğu gibi son çare olarak başvurulmalı(Ultima Ratio İlkesi) ve ölçülülük ilkesine uyulmalıdır. Siyasi amaçlı grevde baskı altında tutulmak istenen kurum ile eylem sonucu doğrudan zarara uğrayacak işverenin ayrı olmaları ve baskı altına alınmak istenen kurum üzerinde işverenin inisiyatife sahip olamaması bu konuda daha hassas ve ölçülü davranılmasını gerektirmektedir.Dosya içeriğine göre davacı ve arkadaşlarının veya üyesi oldukları sendikanın söz konusu toplu eyleme girişmeden önce hükümet veya yasama organı yetkilileri ile görüşme, üçüncü bir kişinin arabuluculuğundan yararlanma gibi barışçıl yol ve yöntemleri kullanmadıkları ve iş bırakmaya göre daha hafif sayılabilecek diğer protesto biçimlerini tercih etmedikleri, kısaca, iş bırakmak suretiyle yapılan eyleme son çare olarak başvurmadıkları anlaşılmaktadır.Dosyadaki bilgi ve belgelere göre, işverene söz konusu greve gidileceği konusunda önceden herhangi bir bildirimde de bulunulmamıştır. Önceden bildirilmeyen, işveren için sürpriz olan grevlerin daha fazla zarara yol açacağı açıktır. Bu sebeple 2822 sayılı Kanun'da grev kararının önceden ilanı ve uygulanacağı tarihin greve başlamadan önce işverene bildirilmesi gerektiği düzenlenmiştir. Bu tür eylemlerde, greve gidileceğinin ve başlama tarihinin önceden işverene bildirilmesi barışçıl niteliğinin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Öte yandan, işyeri ve yapılan işin niteliği dikkate alındığında, işin durması veya önemli bir ölçüde aksaması hizmetin sürekliliğini ve güvenliğini olumsuz etkileyecek niteliktedir. Bu sebeple ölçülülük ilkesi bağlamında eylemin süresi de önem arz edecektir. Eylemin süresi itibariyle ölçülülük ilkesinin ihlal edilip edilmediğinin belirlenmesinde eylemin yöneldiği muhatap ve amaç, kamu yararı, işin ve işyerinin özelliği göz önünde bulundurulmalıdır. Somut olayda işçiler hava iş kolunda getirilmek istenen grev yasağının kendi haklarını tehdit ettiğinden bahisle, kamuoyu oluşturmak amacıyla protesto eyleminde bulunmak, uğrayacakları olası mağduriyetler konusunda dikkat çekmek, bir anlamda yasama organınca yapılmak istenen değişikliği engellemek gibi meşru bir amaç gütmektedirler. Bu haklı amaca yönelik olarak ortaya konulan söz, eylem ve davranışların, işçilerin seslerini ve haklılıklarını ülke gündemine taşımak işlevini aşacak biçimde uzun süreli çalışmaktan kaçınmaları ve hizmeti esaslı şekilde aksatmaları yukarıda belirtilen ölçülülük ilkesiyle bağdaşmayacaktır. Yapılan grev sonucu Türk Hava Yollarında yürütülen işin 00-00 saatleri arasında, uzun sayılabilecek bir süre ve önemli derecede aksadığı dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Sefer iptali ve gecikmelerinden dolayı binlerce yolcunun mağduriyeti ve işletmenin bu yüzden maruz kalacağı olası zarar miktarı da göz önüne alındığında, grevin süresi itibariyle ölçülülük ilkesinin ihlal edildiği kabul edilmelidir.Yukarıda belirtilen ulusal ve uluslararası hukuk ilkeleri uyarınca işçilerin barışçıl toplu eylemlerde bulunma hakları bulunmakta ise de, eylemin ve işyerinin niteliği dikkate alındığında toplu iş bırakma eylemine son çare olarak başvurulmadığı ve ölçülülük ilkesinin dikkate alınmadığı sonucuna varılmıştır. Bu nedenle davacının söz konusu davranışı, kural olarak, fesih için haklı neden teşkil etmektedir. Ancak, fesih tarihi itibariyle iş sözleşmesi hükmü olarak devam eden önceki toplu iş sözleşmesi hükümleri uyarınca Disiplin Kurulu Kararı alınmadan yapılan feshin haksız olduğu kabul edilmiştir. Öte yandan, Disiplin Kurulu Kararının alınmamış olması feshi haksız hale getirmekte ise de, Yargıtay uygulamasına göre geçerli nedeni ortadan kaldırmadığından, davalı işverence yapılan feshin geçerli nedene dayandığı kabul edilerek, 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması ve aşağıdaki gibi karar verilmesi gerekmiştir...." Yargıtay ilamı, başvurucuya 10/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiş; 8/1/2014 tarihinde başvurucu bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesi şöyledir:“İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez. Ancak, işverenin 25 inci maddenin (II) numaralı bendi şartlarına uygun fesih hakkı saklıdır.” 4857 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir. (...) taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede özel hakeme götürülür.Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay içinde kesin olarak karar verir. 5/5/1983 tarihli ve 2822 sayılı mülga Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Toplu iş sözleşmesinde aksi belirtilmedikçe hizmet akitleri toplu iş sözleşmesine aykırı olamaz. Hizmet akitlerinin toplu iş sözleşmesine aykırı hükümlerinin yerini toplu iş sözleşmesindeki hükümler alır. Hizmet akdinde düzenlenmeyen hususlarda toplu iş sözleşmesindeki hükümler uygulanır. Toplu iş sözleşmesinde hizmet akitlerine aykırı hükümlerin bulunması halinde hizmet akdinin işçi lehindeki hükümleri geçerlidir. Her ne sebeple olursa olsun sona eren toplu iş sözleşmesinin hizmet akdine ilişkin hükümleri yenisi yürürlüğe girinceye kadar hizmet akdi hükmü olarak devam eder.” 7/11/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun geçici maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:“Bu Kanunun yürürlük tarihinden önce başlamış toplu iş sözleşmesi görüşmeleri ve toplu iş uyuşmazlıkları mülga 2822 sayılı Kanun ve bu Kanuna dayalı tüzük ve yönetmeliklere göre sonuçlandırılır.” Türkiye Sivil Havacılık Sendikası (HAVA-İŞ) ile Türk Hava Yolları Anonim Ortaklığı arasında imzalanan 1/1/2009-31/12/2010 yürürlük tarihli Dönem İşletme Toplu İş Sözleşmesi’nin maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilk cümlesi şöyledir:“İşten çıkarma cezası Disiplin Kurulu kararıyla verilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/952 | Başvuru, haklı ve geçerli bir neden olmaksızın iş akdinin sonlandırılması nedeniyle açılan işe iade davasında, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin toplu iş sözleşmesi ve mevzuat hükümlerine aykırı değerlendirme yaparak benzer davalarda başka Yargıtay Dairesi tarafından verilen kararla çelişir biçimde davayı reddetmesi nedeniyle eşitlik ilkesi, adil yargılanma hakkı, çalışma hakkı ve sözleşmeden yararlanma ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, koruma tedbirleri kapsamında açılan tazminat davasının bildirilen eksikliklerin yasal süre içinde giderilmediği gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ile eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Yabancı uyruklu olan başvurucu, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) yürütülen bir soruşturma kapsamında silahlı terör örgütüne üye olma suçlamasıyla 17/11/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılıkça tutuklanması istemiyle sevk edildiği İzmir Sulh Ceza Hâkimliğince başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir. Bu arada başvurucu hakkında hazırlanan iddianamenin İzmir Ağır Ceza Mahkemesince iade edilmesi sonrası devam eden soruşturmada başvurucu 20/11/2017 ile 15/3/2018 tarihleri arasındaki süreyi tutuklu olarak geçirmiştir. Başvurucu hakkında 30/5/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş ve bu karar kesinleşmiştir. Başvurucu 15/3/2018 tarihinde serbest bırakılmış ve Göç İdaresi İzmir İl Müdürlüğü tarafından 3/7/2018 tarihinde sınır dışı edilmiştir. Başvurucunun avukatı, müvekkilinin gözaltıyla birlikte dört ayı aşkın süre tutuklu kalması nedeniyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ve devamı maddeleri gereğince İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) 12/7/2018 tarihinde koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucunun ikamet adres bilgisinin eksik olması nedeniyle Mahkemece başvurucu vekiline 3/9/2018 tarihli muhtıra ile süre verilmiştir. Söz konusu yazıda; başvurucunun muvafakatını temin ettiğini gösteren belge veya yeni vekâletname ile 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları uyarınca dava dilekçesinde bahsedilen zarara ilişkin belgelerin tamamlanmasının istendiği görülmüştür. Mahkemece ayrıca davacının UYAP üzerinden adres kaydı araştırmasının yapıldığı ancak herhangi bir adres kaydının bulunmadığı belirtilmiştir. Bu kapsamda başvurucu vekilinden başvurucunun tebligata yarar adresinin bildirilmesi istenmiş, aksi hâlde 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince istemin reddedileceği bildirilmiştir. Mahkemece yapılan muhtıra başvurucu vekiline 11/9/2018 tarihinde tebliğ edilmiş olup yine başvurucu vekili 17/9/2018 tarihli dilekçe ile Mahkemeye cevap vermiştir. Verdiği cevapta, ileride açılacak tazminat davası için müvekkilinin noter kanalı ile kendisi adına vekâletname çıkardığını, vekâletnamede haksız tutuklama ve gözaltı sürecine dair tazminat davası açmaya yetkili olduğunun özel olarak belirtildiğini ve kendisinin de bu yetkiye istinaden dava açtığını ifade etmiş olup muhtırada yer verilen diğer hususlara ilişkin herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Başvurucu vekilinin verdiği cevap Mahkemece eksik görülerek 24/10/2018 tarihinde itiraz yolu açık olmak üzere dava dilekçesinin reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucuya ait ikametgâh belgesinin ve maddi zararları ispatlayan belgelerin ibraz edilmeyerek eksikliğin süresinde giderilmediği vurgulanmıştır. Karara karşı başvurucu vekili itiraz yoluna başvurmuştur. İtiraz dilekçesinde; başvurucunun 3/7/2018 tarihinde İzmir Geri Gönderme Merkezince sınır dışı edildiğini, bu süreye kadar belirtilen kurumda olduğunu belirtmiştir. Başvurucu vekili ayrıca başvurucuyla vekâlet ilişkisinin sona erdiğine dair herhangi bir tespitin bulunmadığını ve haksız tutuklama ve gözaltı sürecine dair tazminat davası açma hususunda vekâletnamede açık yetkisinin bulunduğunu belirtmiştir. Başvurucu son olarak vekâlet ilişkisinin devam edip etmediğinin tespiti ve davaya muvafakat için başvurucunun hazır edilmesinin istenmesinin yasal dayanağının mevcut olmadığını ileri sürmüştür. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 7/12/2019 tarihli kararı ile, Mahkemece dava dilekçesinin reddine dair verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğunun ve mezkûr karara vaki itirazın yerinde olmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle başvurucu vekilinin yaptığı itirazın reddine karar verildiği hüküm altına alınmıştır. İtirazın reddi kararının 19/12/2018 tarihinde öğrenildiği beyan edilmiş ve 18/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. İlgili Mevzuat 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"... (3) Tazminat isteminde bulunan kişinin dilekçesine, açık kimlik ve adresini, zarara uğradığı işlemin ve zararın nitelik ve niceliğini kaydetmesi ve bunların belgelerini eklemesi gereklidir. (4) Dilekçesindeki bilgi ve belgelerin yetersizliği durumunda mahkeme, eksikliğin bir ay içinde giderilmesini, aksi hâlde istemin reddedileceğini ilgiliye duyurur. Süresinde eksiği tamamlanmayan dilekçe, mahkemece, itiraz yolu açık olmak üzere reddolunur...." Yargıtay Kararı Yargıtay Ceza Dairesinin 7/7/2014 tarihli ve E.2014/5080, K.2014/16742 sayılı kanun yararına bozma kararının ilgili kısmı şöyledir: "...5271 sayılı CMK'nın 'tazminat isteminin koşullan' başlıklı maddesinin ... fıkrasında; 'tazminat isteminde bulunan kişinin dilekçesine, açık kimlik ve adresini, zarara uğradığı işlemin ve zararın nitelik ve niceliğini kaydetmesi ve bunların belgelerini eklemesi gereklidir' şeklinde tazminat isteminde bulunan kişinin dilekçesinde yer alması gereken hususlar, fıkrasında ise; 'dilekçesindeki bilgi ve belgelerin yetersizliği durumunda mahkeme, eksikliğin bir ay içinde giderilmesini, aksi hâlde istemin reddedileceğini ilgiliye duyurur, süresinde eksiği tamamlanmayan dilekçe, mahkemece, itiraz yolu açık olmak üzere reddolunur' şeklinde dilekçedeki bilgi ve belgelerin eksik olması durumunda bu eksikliğin tamamlanmasının yolu gösterilmiş, eksikliğin tamamlanmaması halinde ise dilekçenin mahkemece reddolunacağı hükme bağlanmıştır. Bu düzenlemeye göre maddenin ... fıkrasında; tazminat isteminde bulunan kişinin dilekçesinde, 'açık kimlik ve adresi ile zarara uğranılan işlemin ve zararın nitelik ve niceliğinin' bulunması ve bunlara ilişkin belgelerin de dilekçeye eklenmesi zorunlu kılınmıştır. Maddenin fıkrasında ise, dilekçedeki bilgi ve belgelerin yetersizliği durumunda mahkemenin, 'eksikliğin bir ay içinde giderilmesini, aksi hâlde istemin reddedileceğinin' davacıya bildirileceği ve süresi içinde eksiği tamamlanmayan dilekçenin, mahkemece itiraz yolu açık olmak üzere reddolunacağı açık ve net bir şekilde belirtilmiş, bu aşamada dilekçedeki eksikliklerin mahkemece resen yapılacak araştırma ile giderilmesine olanak tanınmamış, bilgi ve belgeleri yetersiz olan ve verilen sürede eksiklikleri de tamamlanmayan dilekçelerin reddolunması hususunun takdire bağlı kılınmadığı emredici bir ifade ile hüküm altına alınmıştır..." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2923 | Başvuru, koruma tedbirleri kapsamında açılan tazminat davasının bildirilen eksikliklerin yasal süre içinde giderilmediği gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hükümlü bulunduğu ceza infaz kurumu kantininde satılan radyonun kalitesine bağlı olarak İngilizce ve Arapça radyo yayınlarını dinleyememe nedeniyle ayrımcılık yasağı, haberleşme hakkı ve özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/11/2003 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 25/3/2014 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 25/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 7/11/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 11/11/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 24/11/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hükümlü olarak bulunduğu Ankara 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda, kurum kantininde satılan el radyosunun kalitesiz olduğundan bahisle dışarıdan bir radyo almak talebiyle ceza infaz kurumu idaresine başvurmuştur. Ceza İnfaz Kurumu, başvurucunun talebini reddetmiştir. Red gerekçesi şöyledir:"Hükümlü dilekçesinde kurumumuz kantininde satılan radyonun kalitesiz olduğu ve çekmediğini, kurum kantini haricinde dışarıdan farklı bir radyo edinmek istediğini dile getirmiş ise de; Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmeliğin İkinci Bölümü Elektrikli Eşyalar başlıklı maddesinde "... kurum kantininden satın almak kaydıyla bir adet kulaklıklı küçük el radyosu bulundurabilir." gereğince ve Hükümlü/tutukluların dışarıdan aldıracağı radyoların teknolojik olarak gelişmiş, Hükümlü/tutuklular arasında haberleşmeyi sağlayıcı radyolar olabileceği Kurumumuzda satılmakta olan radyolarla Fm bandında yapılan yayınların rahatlıkla dinlenebildiği, Hükümlü/tutuklunun istemiş olduğu radyo ile uzun dalga yayınların dinlenebildiği, kurum Mektup Okuma Komisyonunda yapılan incelemelerde örgütün Hükümlü/tutuklular ile haberleşmede bu uzun dalga yayınları kullandığı tespit edildiğinden bu tarz radyolar kurumumuzda satılmamaktadır." Başvurucunun, kurumun kararına karşı verdiği şikâyet dilekçesi, Sincan İnfaz Hâkimliğinin 27/9/2013 tarihli ve E.2013/4977, K.2013/4869 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Yapılan incelemeye göre hem cezaevi idaresinin görüşü hem de Yönetmeliğin maddesine göre; hükümlü hakkında yapılan uygulamanın ceza infaz kurumu kurallarına uygun olduğu, mevzuata aykırı bir uygulamanın veya hukuka aykırılığın söz konusu olmadığı anlaşılmakla yerinde olmayan şikâyetin reddine karar vermek gerekmiştir." Anılan karara karşı yapılan itiraz, Sincan Ağır Ceza Mahkemesinin 30/10/2013 tarihli ve 2013/3393 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 6/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 16/5/2001 tarih ve4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz Hâkimlerinin Görevi" başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak." 13/12/2004 tarihli 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Hükümlünün radyo, televizyon yayınları ile internet olanaklarından yararlanma hakkı” başlıklı maddesinin (1), (2) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Hükümlü, ceza infaz kurumlarında merkezî yayın sistemi bulunduğu takdirde bu sisteme bağlı olarak radyo ve televizyon yayınlarını izleme hakkına sahiptir. (2) Merkezî yayın sistemi bulunmayan kurumlarda, yararlı olmayan yayınların izlenmesini ve dinlenmesini engelleyecek önlemler alınmak suretiyle bağımsız anten kullanılarak televizyon ve radyo izlenmesine ve dinlenmesine izin verilir. Bu cihazlar, bedeli kendisi tarafından ödenmek koşuluyla hükümlü adına kurumca satın alınır. Her ne biçimde olursa olsun dışardan gelenler tarafından getirilen radyo, televizyon ve bilgisayarlar kuruma alınmaz. (4) Bu haklar, tehlikeli hâlde bulunan veya örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabilir.” Bakanlar Kurulunun 20/3/2006 tarih ve 10218 sayılı kararı ile kabul edilen Ceza ve İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün “Hükümlünün radyo, televizyon yayınları ile internet olanaklarından yararlanma hakkı” başlıklı maddesinin (1), (2) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Hükümlü, kurumlarda merkezî yayın sistemi bulunduğu takdirde bu sisteme bağlı olarak radyo ve televizyon yayınlarını izleme hakkına sahiptir. (2) Merkezî yayın sistemi bulunmayan kurumlarda, yararlı olmayan yayınların izlenmesini ve dinlenmesini engelleyecek önlemler alınmak suretiyle bağımsız anten kullanılarak televizyon ve radyo izlenmesine ve dinlenmesine izin verilir. Bu cihazlar, bedeli kendisi tarafından ödenmek koşuluyla hükümlü adına kurumca satın alınır. Her ne biçimde olursa olsun dışardan gelenler tarafından getirilen radyo, televizyon ve bilgisayarlar kuruma alınmaz.(4) Bu haklar, idare ve gözlem kurulu kararı ile tehlikeli hükümlü oldukları saptananlar veya örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabilir.” 17/6/2005 tarihli ve 2005/25848 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesini (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Koğuş, oda ve eklentilerinde, kantinden temin edilmek koşuluyla, bir adet otuzyedi ekran televizyon ile elektrikli su ısıtıcısı, saç kurutma makinesi ve büro tipi buzdolabı ile kurumun bulunduğu coğrafi bölgenin iklim koşulları dikkate alınarak, her koğuş veya odada bir adet vantilatör bulundurulmasına izin verilebilir. Ayrıca her hükümlü, kurum kantininden satın almak kaydıyla bir adet kulaklıklı küçük el radyosu bulundurabilir." | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8696 | Başvuru, hükümlü bulunduğu ceza infaz kurumu kantininde satılan radyonun kalitesine bağlı olarak İngilizce ve Arapça radyo yayınlarını dinleyememe nedeniyle ayrımcılık yasağı, haberleşme hakkı ve özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari para cezasının iptali istemini inceleyen hâkimliğin başvurucunun delil toplanması yönündeki taleplerini dikkate almaması, böylelikle delillerin sunulması ve inceletilmesi noktasında başvurucu aleyhine dezavantaj oluşturulması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, avukatlık mesleğini icra etmektedir. Çanakkale İl Emniyet Müdürlüğü Trafik Tescil Denetleme Büro Amirliğince başvurucu hakkında 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 47/1-a maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle 189 TL idari para cezası kesilmiştir. İdari para cezasına yapılan itiraz, Çanakkale Sulh Ceza Hâkimliğince 23/10/2015 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, anılan karardan 7/12/2015 tarihinde haberdar olmuş ve 6/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru sonrasında Adalet Bakanlığının 23/3/2016 tarihli talebi üzerine Çanakkale Sulh Ceza Hâkimliğinin 23/10/2015 tarihli ve 2015/2288 Değişik İş sayılı kararına karşı kanun yararına bozma yoluna gidilmiştir. Anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 22/05/2017 tarihli ve E.2016/5890, K.2017/4782 sayılı kararıyla bozulmuş; idari para cezası kaldırılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/1050 | Başvuru, idari para cezasının iptali istemini inceleyen hâkimliğin başvurucunun delil toplanması yönündeki taleplerini dikkate almaması, böylelikle delillerin sunulması ve inceletilmesi noktasında başvurucu aleyhine dezavantaj oluşturulması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kanalizasyon sularının arıtım yapılmaksızın akarsuya dökülmesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 2014/4686 numaralı bireysel başvuru 1/4/2014 tarihinde, 2014/4778 numaralı bireysel başvuru ise 2/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca konu yönünden irtibatları nedeniyle başvuruların birleştirilmesine, 2014/4778 numaralı bireysel başvurunun kapatılmasına ve incelemenin 2014/4686 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atıfta bulunarak başvuru hakkında görüş bildirmeyeceğini ifade etmiştir. Başvuruculardan Binali Özkaradeniz 14/8/2015 tarihinde vefat etmiştir. Diğer başvurucu Bekir Erdagöz ise 9/10/2015 tarihinde vefat etmiş olup mirasçıları Memet Erdagöz ve Belgüzar Çimendağ 26/1/2017 tarihli dilekçe ile mirasçılık belgesi sunarak başvuruya devam etmek istediklerini beyan etmiştir. Birinci Bölüm tarafından 20/12/2017 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucular, Kars'ın Susuz ilçesi Porsuklu köyünde ikamet etmektedirler. Bu köyün yakınında Susuz Çayı adında bir akarsu bulunmaktadır. Kars Valiliği (Valilik) 16/3/2006 tarihinde Susuz Belediyesinin (Belediye) kanalizasyon sisteminde bir denetleme yapmıştır. Denetleme sonucu 17/3/2006 tarihinde düzenlenen raporda, ilçenin kanalizasyonunun herhangi bir arıtım yapılmaksızın akarsuya bağlandığı tespit edilmiştir. Raporda sonuç olarak şu hususlara yer verilmiştir:"...kanalizasyon sisteminize ait iş termin planının ivedi olarak hazırlattırılarak Çevre ve Orman Bakanlığına sunulmak üzere Valiliğimize (İl Çevre ve Orman Müdürlüğüne) ulaştırılması ve Susuz çayında meydana gelen kirliliğin ortadan kaldırılması yönünde gerekli çalışmaların zaman kaybına meydan vermeden başlatılması gerektiği hususunda hazırlanan rapordur." Belediye, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 2006/15 sayılı Atıksu Arıtma Tesisleri için İş Termin Planı Genelgesi doğrultusunda su arıtma tesisine ilişkin iş termin planı hazırlayıp 10/5/2007 tarihinde Valiliğe sunmuştur. 9/1/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun maddesindeki tanıma göre iş termin planı, atıksu ve evsel nitelikli katı atık kaynaklarının yönetmelikte belirtilen alıcı ortam deşarj standartlarını sağlamak için yapmaları gereken atık su arıtma tesisi ve/veya kanalizasyon gibi altyapı tesisleri ile katı atık bertaraf tesislerinin gerçekleştirilmesi sürecinde yer alanyer seçimi, proje, ihale, inşaat, işletmeye alma gibi işlerin zamanlamasını gösteren plandır. Başvurucuların da aralarında olduğu Porsuklu köyü muhtarı, azaları ve diğer bazı köylülerin imzasını taşıyan 6/6/2008 tarihli tutanağın ilgili kısmı şöyledir:"...Porsuklu köyü halkı olarak köyümüzün hayvan ve insanlarının istifade ettiği sürekli tek su kaynağı olan Susuz çayı, Susuz Belediyesinin kanalizasyonunun bağlanması ile kullanılamayacak derecede kirlenmiştir. Özellikle hayvanlarımız kirletilen bu suyu içmek zorundalar, çünkü başka su kaynağı mevcut değildir.......Susuz çayını kullanmamızdan dolayı insan ve hayvan sağlığımız ciddi tehlike altındadır. Sarılık ve ishal şikâyetlerimiz gün geçtikçe çoğalmakta, maddi ve manevi zararlarımız artmaktadır..." Belediyenin iş termin planında; ön fizibilite çalışmasının 2009 yılı Ekim ayında, projelerin hazırlatılması ve yapım ihalesinin 2010 yılı Ekim ayında, atık su arıtma tesisi inşaatının 2012 yılı Ekim ayında bitirilmesi öngörülmüş olup tesisin işletmeye alma tarihi ise 11/10/2012 olarak gösterilmiştir. Başvurucuların talebi üzerine düzenlenen Susuz İlçe Tarım Müdürlüğünün 20/10/2010 tarihli yazısında, Porsuklu köyünün 2002, 2003 ve 2004 yıllarında hayvan sağlığı açısından ishal ve sarılık hastalığı mihrakı (odağı) olduğu ve bölgede bu iki hastalığa karşı aşılama çalışması yapıldığının öğrenildiği belirtilmiştir. Yine başvurucuların talebiyle düzenlenen Susuz Toplum Sağlığı Merkezinin 18/10/2010 tarihli yazısında, Susuz ilçesinde 2004 ile 2010 yılları arasında ishale bağlı karantina uygulamasına rastlanılmadığı, poliklinik kayıtlarında adres bilgileri yer almadığından ötürü Porsuklu köyüne ait vakaların tespitinin mümkün olmamakla birlikte toplamda 1240 erkekte ve 1111 kadında ishal vakasının tespit edildiği belirtilmiştir. Kars Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünce 2017 yılında düzenlenen "Çevre Durum Raporu"na göre Susuz ilçesinde atık su arıtma tesisi yapılmamış durumdadır.B. İptal Davası Süreci Başvuruculardan Bekir Erdagöz, köyüne düzenli içme suyu şebekesi ile temiz su verilmesi ve su kirliliğinin önlenmesi için 10/8/2007 tarihinde Valilikten talepte bulunmuştur. Başvurucuya herhangi bir cevap verilmemiştir. Başvurucu, talebinin zımnen reddi üzerine 11/2/2008 tarihinde Belediye aleyhine bu işlemin iptali istemiyle Erzurum İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 5/12/2008 tarihinde davanın kısmen kabulüne ve su kirliliğinin derhâl önlenerek gereken tedbirlerin alınması yönündeki talebin zımnen reddine ilişkin işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Belediyenin kanalizasyon sistemini herhangi bir arıtmaya tabi tutmadan Susuz Çayı'na bağladığı tespitine yer verilmiştir. Mahkeme, gerek insan sağlığı açısından gerekse de ilgili mevzuat hükümlerine göre su kirliliğinin önlenmesi hususunda Belediyenin sorumlu olduğunu vurgulamıştır. Mahkemeye göre Belediyenin gereken önlemleri almaması ve oluşan kirliliğin kamu yararı lehine giderilmesi yönünden hareketsiz kalması ağır hizmet kusuru oluşturmaktadır. Karar, temyiz edilmeksizin 19/3/2009 tarihinde kesinleşmiştir. Tam Yargı Davası Süreci Başvuruculardan Bekir Erdagöz, oluşan su kirliliği nedeniyle uğradığı zararlarının tazmini ve idari yargı kararının uygulanması talebiyle 18/6/2009 tarihinde Belediyeye başvurmuştur. Talebi zımnen reddedilen başvurucu, bunun üzerine 3/2/2010 tarihinde Belediye aleyhine Erzurum İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Başvurucu 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu Binali Özkaradeniz de su kirliliği nedeniyle uğradığı zararlarının tazmini istemiyle Erzurum İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, su kirliliği nedeniyle Hepatit B hastalığına yakalandığını da belirtmiştir. Ancak Mahkeme 14/10/2009 tarihinde "merciine tevdi" kararı vererek başvurucunun dilekçesini Belediyeye göndermiştir. Başvurucu, talebine bir cevap verilmemesi üzerine 3/2/2010 tarihinde Belediye aleyhine Erzurum İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Başvurucu 000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Mahkeme 11/1/2011 tarihinde davaların reddine karar vermiştir. Kararların gerekçesinde, maddi tazminat istemi yönünden yapılan değerlendirmede arıtma tesisine ilişkin iş termin planını Belediyenin kanuni süresi içinde sunduğuna ve arıtma tesisine ilişkin çalışmaların devam ettiğine dikkat çekilmiştir. Mahkeme, bunun yanında kanun koyucu tarafından arıtma tesisinin yapılması için kanunda öngörülen on yıllık sürenin henüz dolmadığını vurgulamıştır. Mahkeme ayrıca, başvurucunun olay nedeniyle somut bir zararının bulunduğunu ispatlayamadığını belirtmiştir. Mahkemeye göre olayda deşarj edilen atık sudan kaynaklı tazmin sorumluluğunu doğuracak bir hizmet kusurunun varlığından söz edilemez. Mahkeme ayrıca, idareye verilen süre dikkate alındığında yargı kararının idarece uygulanmadığından da bahsedilemeyeceğini belirtmiştir. Manevi tazminat istemi yönünden ise aynı hususlar yinelenmiş ve tazmini gereken manevi zararın bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Temyiz edilen kararlar, Danıştay Ondördüncü Dairesinin 25/12/2012 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme istemleri de aynı Dairenin 28/1/2014 ve 30/1/2014 tarihli ilamlarıyla reddedilmiştir. Nihai kararlar, başvuruculara 4/3/2014 ve 21/3/2014 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 1/4/2014 ve 2/4/2014 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 2872 sayılı Kanun’a 26/4/2006 tarihli ve 5491 sayılı Kanun ile eklenen geçici maddenin ilgili kısmı şöyledir: "Atıksu arıtma ve evsel nitelikli katı atık bertaraf tesisini kurmamış belediyeler ile, halihazırda faaliyette olup, atıksu arıtma tesisini kurmamış organize sanayi bölgeleri, diğer sanayi kuruluşları ile yerleşim birimleri, bu tesislerin kurulmasına ilişkin iş termin plânlarını bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde Bakanlığa sunmak ve aşağıda belirtilen sürelerde işletmeye almak zorundadır.İşletmeye alma süreleri, iş termin plânının Bakanlığa sunulmasından itibaren; belediyelerde nüfusu, 000’den fazla olanlarda 3 yıl, 000 ilâ 000 arasında olanlarda 5 yıl, 000 ilâ 000 arasında olanlarda 7 yıl, 000 ilâ 000 arasında olanlarda 10 yıl, organize sanayi bölgeleriyle bunların dışında kalan endüstri tesislerindeve atıksu üreten her türlü tesiste 2 yıldır. ...Bu Kanunun 8 inci maddesi ile atıksu altyapı sistemlerinin ve katı atık bertaraf tesisleri kurma yükümlülüğü verilen kurum ve kuruluşların, bu yükümlülüklerini, bu maddede belirtilen süre içinde yerine getirmemeleri halinde; belediyelerde nüfusu 000’den fazla olanlara 000 Türk Lirası, 000 ilâ 000 arasında olanlara 000 Türk Lirası, 000 ilâ 000 arasında olanlara 000 Türk Lirası, 000 ilâ 000 arasında olanlara 000 Türk Lirası, organize sanayi bölgelerinde 000 Türk Lirası, bunların dışında kalan endüstri tesislerine ve atıksu üreten her türlü tesise 000 Türk Lirası idarî para cezası verilir." Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 23/6/2006 tarihli ve 2006/15 sayılı Genelgesi'nde, nüfusu 000 ile 000 arasında bulunan belediyelerin iş termin planlarını 13/5/2007 tarihine kadar valiliklere sunmaları ve on yıl içinde de tesisi işletmeye almaları gerektiği hususu düzenlenmiştir. 31/12/2014 tarihli ve 25687 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Atıksu altyapı tesisleri yönetimleri, Çevre Kanununun 11 inci maddesi uyarınca, sorumluluk bölgelerinde oluşan atıksuların toplanması, iletilmesi ve bertaraf edilmesi işlemlerini yerine getirirler. Bu yönetimler, toplanan atıksuların bu Yönetmelikte belirtilen esaslar çerçevesinde bertarafı ile yükümlüdür.Atıksu altyapı tesisleri yönetimleri, yetki sınırları içindeki kanalizasyon sistemleri ile toplanan atıksuları, bertaraf etmek amacıyla atıksu arıtma tesislerini Çevre Kanununda öngörülen sürelerde, kurmak zorundadırlar. Atıksu altyapı tesisleri yönetimleri, Bakanlığa sunulan İş Termin Planının uygulanmasıyla ilgili gelişmeleri bildirmek mecburiyetindedirler. İlgili başvuru atıksu arıtma tesisi ile ilgili iş termin planı hazırladıktan sonra mülki amir kanalıyla yapılır....Belediyeler atık su arıtma tesisinin kurulmasıyla ilgili iş termin planındaki taahhütlerini mücbir sebepler dışında yerine getirmedikleri takdirde belediye başkanları hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulur.İş Termin Planını süresi içerisinde vermeyen ve/veya İş Termin Planındaki taahhüt ettikleri işleri yerine getirmeyen atıksu alt yapı yönetimi kanalizasyonuna deşarj ile ilgili olarak, Bakanlık bu Yönetmeliğin 45 inci maddesinin (h) ve (ı) bentlerini uygulamaya yetkilidir...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), su kirliliğinin çevresel sonuçlarınıDzemyuk/Ukrayna (B. No: 42488/02, 4/9/2014, §§ 77-92) kararında irdelemiştir. Olaydabaşvurucunun evinin yakınına bir mezarlığın yapılması söz konusudur. AİHM, bireylerin maruz kalma olasılığı bulunan bir faaliyetin tehlikeli etkilerinin özel ve aile hayatları ile yeterince yakın bir bağlantının bulunduğu durumlarda Sözleşme'nin maddesinin uygulanacağını kabul etmiştir. AİHM'e göre olayda mezarlık inşaatı sırasında doğal gaz tesisi kurulmasının çevreye olan potansiyel etkileri dikkate alındığında başvurucunun özel ve aile hayatı ile yeterince yakın bir ilgi mevcuttur (Dzemyuk/Ukrayna, § 81). AİHM somut olayda başvurucunun sağlığı yönünden güncel bir zararının olduğuna dair herhangi bir kanıtın mevcut olmadığını kabul etmekle birlikte yapılan mezarlığın konumunun başvurucunun yaşam kalitesini de etkileyecek şekilde yaşamı ve konutuyla sıkı bir bağlantı oluşturduğunu, bu sebeple Sözleşme'nin maddesinin uygulanabilir olduğunu değerlendirmiştir (Dzemyuk/Ukrayna, § 82). AİHM esas yönünden yaptığı incelemede ise şikâyet edilen su kirliliğinin barındırdığı çevresel tehlikelerin kamu makamlarınca dikkate alınmadığı gerekçesiyle Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir(Dzemyuk/Ukrayna, §§ 87-92). Taşkın ve diğerleri/Türkiye (B. No: 46117/99, 10/11/2004, §§ 111-126) kararında AİHM, altın madeni ocağının faaliyetlerinin çevre yönüyle kamu yararına olmadığının idari yargı mercilerince tespit edildiğine vurgu yapmıştır. AİHM, derece mahkemelerinin bu tespitleriyle bağlı kalınması gerektiğinden hareketle söz konusu kararlara rağmen idarece bu yönde bir uygulama yapılmamasının Sözleşme'nin maddesi anlamında usule ilişkin elde ettikleri güvenceleri ortadan kaldırdığı sonucuna varmıştır (Aynı yöndeki kararlar için bkz. Öçkan ve diğerleri/Türkiye, B. No: 46771/99, 28/3/2006, §§ 37-50; Lemke/Türkiye, B. No: 17381/02, 5/6/2007, §§ 30-46). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4686 | Başvuru, kanalizasyon sularının arıtım yapılmaksızın akarsuya dökülmesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca 14/5/2015 tarihinde başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 22/5/2007 tarihinde açtığı tapu iptali ve tescili davası, Yargıtayın 17/8/2015 tarihli karar düzeltme talebinin reddi kararıyla sona ermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15602 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklama koruma tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, sosyal medya hesaplarında paylaştığı videolar ile PKK silahlı terör örgütü propagandası yapma suçlamasıyla 15/3/2022 tarihinde gözaltına alınmıştır. Olay tarihinde 17 yaşında olan başvurucu, sorgusunun ardından 16/3/2022 tarihinde terör örgütü propagandası yapma suçundan tutuklanmıştır. Başvurucu, tutuklama kararına yaptığı itirazın 24/3/2022 tarihinde reddedilmesinden sonra 30/3/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 27/4/2022 tarihinde başvurucu hakkında terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılması talebiyle iddianame düzenlenmiştir. Başvurucu 29/4/2022 tarihinde tahliye edilmiştir. Yapılan yargılama sonucunda başvurucunun 12/10/2022 tarihinde beraatine karar verilmiştir. Beraat kararı istinaf edilmeden 20/10/2022 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu 9/11/2022 tarihinde Küçükçekmece Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (e) bentlerikapsamında tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu -diğerlerinin yanı sıra- uygulanan tutuklama koruma tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle Anayasa'nın ve maddelerindeki haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Mahkeme 25/12/2023 tarihli kararı ile başvurucunun maddi ve manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulüne karar vermiştir. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla anılan tazminat davasının istinaf kanun yolu aşamasında derdest olduğu tespit edilmiştir. Komisyon; adli yardım talebinin kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/42691 | Başvuru, tutuklama koruma tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ile soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/8/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, avukat olup Gaziantep Şehitkamil Belediye Meclisi üyeliği görevinde bulunmuştur. Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) Gaziantep'te PKK/KCK terör örgütünün hiyerarşik yapılanması içinde faaliyet gösteren kişilerin tespitine yönelik 4/3/2019 tarihinde 2019/17202 sayılı bir soruşturma başlatmıştır. Soruşturma evrakı ve UYAP üzerinden yapılan incelemede soruşturma sürecinde başvurucu dâhil olmak üzere şüpheliler hakkında teknik izleme ile telekomünikasyon yoluyla iletişimin dinlenilmesi ve kayda alınması tedbirlerinin uygulandığı, Başsavcılığın farklı kurumlara müzekkere yazarak bilgi ve belge topladığı, şüphelilere ait işyeri ve konutlarda aramalar yapıldığı görülmüştür. Başvurucu anılan soruşturma kapsamında 14/7/2020 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık, başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında PKK/KCK'nın Gaziantep il yapılanması hakkında genel olarak bilgi verildikten sonra başvurucunun "PKK/KCK terör örgütüne müzahir şahıslar ile ...KCK/TM yapılanması Hukuk/Yargı Sistemi içerisinde şahıslara hukuki yardım sağladığı, PKK/KCK Terör örgütünün KCK yapılanması, Demokratik Kurumlar Koordinasyonu DTK (Demokratik Toplum Kongresi) ile Demokratik Toplum Koordinasyonu ‘Toplumsal Alan Koordinasyonu’ Gaziantep Hukuk/Yargı Sistemi ve Cezaevi Yapılanması Dış Koordinasyon içerisinde eylem ve faaliyetlerde bulunduğu, üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu" gerekçesiyle tutuklanması talep edilmiştir. Başvurucunun Hâkimlik tarafından 16/7/2020 tarihinde yapılan sorgusunda verdiği ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Ben bu güne kadar yasal olmayan hiçbir toplantıya katılmadım, hdp ve chp tarafından yapılan toplantılara katılmışımdır, ancak dtk tarafından yapılan toplantılara katıldığım iddialarını kabul etmiyorum, hdp il binasına gittiğim doğrudur, ancak illegal bir toplantıya katılmadım, seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınmasını ve kayyum atanmasını eleştirmek için toplandığım doğrudur, ancak emniyet tarafından yapılan uyarılar dikkate alınarak basın açıklaması yapılmadan dağıldık, ancak izin verilse basın açıklaması yapabilirdim, 14/11/2019 tarihli operasyon sonrasında hükümete muhalif olmamız nedeniyle gözaltına alınıp alınmadığımız hususunda [H.B.] ile yapılan görüşme içeriği doğrudur, her ne kadar yapılan arama işleminde benim de ismimim geçtiği dökümanlar bulunmuş ise de bu döküman içeriklerini kabul etmiyorum, kaldı ki kabul etsek bile önce de beyan ettiğim gibi hdp'nin hukuk ve seçim işlerinde görevli olmam nedeniyle ele geçirilen belgelerde seçim işleri - hukuk işlerinden sorumlu olduğum yönündeki içerikler illegal bir içerik değildir, yine 'Soner arkadaşım ziyareti hakkında bilgi verildi' şeklindeki belge içeriğini hatırlamıyorum, ancak bu kişi [S.] isimli kişi olabilir, gözaltına alınmışsa bu hususta bilgi verilmiş olabilir, kendisi hdp il yöneticisidir, emniyet Bitlis'e kadar takip etmiş, ben Bitlis'e müvekkilin bir işi nedeniyle gittim, adliyede işimizi gördüm, sonrasında yemek yiyerek Gaziantep'e geri döndüm, ben bu güne kadar kimseden talimat almadım, kimseye talimat vermedim, bütün kararlarımı hür irademle aldım, müvekkilim olmayan kimseyle görüşmedim, ayrıca evimde ve ofisimde yapılan detaylı aramalarda hakkımda suç nedeniyle delil olabilecek hiçbir dökümana ya da belgeye el konulmamıştır, böyle bir delil bulunmamıştır, atılı suçlamaları kabul etmiyorum..." Hâkimlik anılan tarihte, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "...Şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, şüphelinin Gaziantep KCK yapılanmasına ilişkin 26/05/2019 tarihli toplantıya katıldığı yönünde tespit edilen delil içerikleri, yine şüphelinin DTK delege seçimi konusunda DTK eş başkanlarının katılımı ile yapılan toplantıya katıldığı, PKK/KCK terör örgütü ele başına uygulanan sözde tecridi bahane ederek cezaevlerinde PKK/KCK terör örgütü mensuplarınca başlatılan açlık grevi eylemlerinin son bulması amacıyla yapılan toplantılara katıldığı yönündeki tespitler ile elde edilen tape kayıtları, fiziki takip tutanakları, arama ve el koyma tutanakları içeriği ile birlikte toplanan diğer delillerin niteliği dikkate alındığında şüphelinin üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin varlığı,atılı suçun CMK Maddede yazılı katalog suçlardan olduğu, şüpheli üzerine atılı suç için öngörülen ceza miktarının alt ve üst haddi ve öngörülen ceza ve güvenlik tedbiri nazara alındığında tutuklamanın haksızlığa yol açmayacak mahiyette ölçülülük ilkesine aykırı olmayacağı, tutuklama ile hedeflenen amaca adli kontrol kararı ile ulaşmanın mümkün olmaması ve tüm dosya kapsamına göre şüphelinin CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince TUTUKLANMASINA... [karar verildi.]" Başvurucu 16/7/2020 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğince 17/7/2020 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucunun tahliye talebi de Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğinin 15/8/2020 tarihli kararıyla reddedilmiş, bu karara yapılan itiraz ise Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğince 23/8/2020 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 23/8/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucunun soruşturma dosyası hakkında verilen kısıtlama kararına karşı itirazı Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğinin 15/8/2020 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucunun ret kararına itirazı ise Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğince 24/8/2020 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğinin 15/8/2020 tarihli kararının ilgili bölümü şöyledir:"...Her ne kadar şüpheli müdafi tarafından sunulan dilekçeyle kısıtlama kararının kaldırılması talep edilmiş ise de; Gaziantep Sulh Ceza Hakimliğinin 5/3/2019 tarih ve 2019/1017 iş sayılı kısıtlama kararının usul ve yönetmeliklere uygun, gerektirici ve yasal sebepler itibariyle yerinde ve uygun olduğu anlaşıldığından bu aşamada talebin reddine dair aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir." Başvurucu 28/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık, başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında 2019/17202 sayılı soruşturma dosyasındaki işlemlerinin tamamlandığı gerekçesiyle 13/10/2020 tarihinde tefrik kararı vermiş ve bu kişiler hakkındaki soruşturma Başsavcılığın 2020/73336 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. PKK/KCK terör örgütüyle iltisaklı olduğu gerekçesiyle 22/11/2016 tarihli ve 29896 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 677 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan ve aralarında başvurucunun da bulunduğu Özgürlükçü Hukukçular Derneğinin kurucu ve üyelerine yönelik olarak Başsavcılık tarafından 15/12/2016 tarihinde başlatılan 2016/86264 sayılı soruşturmada da başvurucu yönünden 13/10/2020 tarihinde tefrik kararı verilmiş, 2020/73471 sayısına kaydedilen dosya 14/10/2020 tarihinde hukuki irtibat bulunduğu gerekçesiyle başvurucu hakkındaki iddianamenin dayanağı olan 2020/73336 sayılı soruşturma dosyasıyla birleştirilmiştir. Başsavcılık 16/10/2020 tarihli iddianame ile başvurucu ve diğer yirmi dokuz şüpheli hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmaları istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede başvurucunun PKK/KCK'nın Gaziantep hukuk yapılanmasıyla bağlantılı olduğu ve bu yönde faaliyette bulunduğu iddia edilmiştir. İddianamede suçlamalara esas alınan temel olgular özetle şöyledir:i. Başvurucunun 26/5/2019 tarihinde PKK/KCK'nın Gaziantep yapılanması tarafından gerçekleştirilen toplantıya katıldığı ileri sürülerek bu durumu gösteren telefon görüşme ve teknik takip kayıtlarına yer verilmiştir. Başsavcılık, Halkların Demokratik Partisi (HDP) tarafından kullanılan binada yapılan aramada toplantıya dair tutanakların ele geçirildiğini, -on beş sayfadan oluşan ve iddianameye konulan- tutanaklarda Gaziantep'te bulunan KCK yapılanması ile yapılanmada gidilecek değişikliklere ilişkin tartışmaların yapıldığının görüldüğünü belirtmiştir.ii. Başvurucunun PKK/KCK'nın Gaziantep yapılanmasında örgüte para toplamakla görevlendirildiği belirtilen ve buna yönelik telefon görüşme kayıtlarına yer verilen A.İ. adlı kişi ile 11/6/2019 tarihinde bir işletmede bir araya geldiği ifade edilerek bu görüşmenin örgüt faaliyeti kapsamında yapıldığı ileri sürülmüştür.iii. Başvurucunun 11/7/2019 tarihinde Gaziantep merkezinde bulunan bir apartman dairesinde aralarında KCK Kadın Alan Yapılanması -TJA- üyesi olduğu belirtilen G.E.nin de bulunduğu bir kısım kişiyle toplantı yaptığının teknik takiple tespit edildiği söylenerek bu toplantının örgüt toplantısı niteliğinde olduğu ileri sürülmüştür.iv. PKK/KCK terör örgütünün Gaziantep yapılanması içinde faaliyet yürüten kişilere yönelik olarak yapıldığı ifade edilen bir başka soruşturma kapsamında F. adlı kişiden ele geçirilen dijital materyalde 24/2/2019 tarihli bir video görüntüsünün bulunduğu ve bu kayıtta aralarında başvurucunun da yer aldığı bir kısım kişiye A.G. adlı kişinin konuşma yaptığı belirtilmiştir. Başsavcılık, görüntünün çekildiği tarihte A.G.nin KCK Kadın Alan Yapılanması -TJA- üyesi olarak faaliyette bulunduğunu, 2020 yılında söz konusu yapılanmanın "sözcüsü" olarak görevlendirildiğini ve "Kadro" olarak isimlendirilen üst düzey bir örgüt elemanı olduğunu ileri sürerek A.G. hakkında örgütle iltisaklı yayın organlarında çıkan haberler ile Z.A. adlı kişinin tanık beyanına yer vermiştir. Buna göre Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından PKK/KCK terör örgütüne yönelik yürütülen soruşturmada şüpheli olan Z.A., A.G. hakkında "(163) nolu fotoğraftaki şahsı Ayşe olarak bilirim. 2015 yılında Kuzey Irak Hıneri alanına geldi. Orada üst düzey silahlı ve ideolojik eğitim gördü. Eğitim akabinde tekrar Türkiye'ye döndü. Şahsı Nusaybin duvar eylemlerinde kendini duvara zincirleyenlerden biri olarak duydum." şeklinde beyanda bulunmuştur. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 2/11/2020 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2020/240 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme, 6/1/2021 tarihli ilk duruşma sonunda yurt dışına çıkış yasağı ve belirli günlerde imza atma şeklindeki adli kontrol tedbirleri uygulanmak suretiyle başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Mahkeme, hukuki bağlantı bulunduğu gerekçesiyle başvurucu hakkındaki davanın aynı Mahkemede derdest olan ve E.2020/136 sayılı dosyada yürütülen dava ile birleştirilmesine karar vermiştir. Bireysel başvuruyu inceleme tarihi itibarıyla yargılama ilk derece mahkemesinde derdesttir. A. Ulusal Hukuk 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun “Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi” kenar başlıklı maddesinin (2), (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir: “(2) Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda verilebilir:a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316), Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk (madde 326, 327, 328, 329, 330, 331, 333, 334, 335, 336, 337).... (3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz.” (4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Soruşturmanın gizliliği” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Kanunun başka hüküm koyduğu hâller saklı kalmak ve savunma haklarına zarar vermemek koşuluyla soruşturma evresindeki usul işlemleri gizlidir.” 5271 sayılı Kanun’un "Kanun yollarına başvurma hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır." 5271 sayılı Kanun'un "İtiraz olunabilecek kararlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir." 5271 sayılı Kanun'un “İtiraz usulü ve inceleme mercileri” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:"(2) Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir. (3) (c) Asliye ceza mahkemesi hâkimi tarafından verilen kararlara yapılacak itirazların incelenmesi, yargı çevresinde bulundukları ağır ceza mahkemesine ve bu mahkeme ile başkanı tarafından verilen kararlar hakkındaki itirazların incelenmesi, o yerde ağır ceza mahkemesinin birden çok dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye; son numaralı daire için birinci daireye; o yerde ağır ceza mahkemesinin tek dairesi varsa, en yakın ağır ceza mahkemesine aittir." 5271 sayılı Kanun'un “Karar” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir. (2) İtiraz yerinde görülürse merci, aynı zamanda itiraz konusu hakkında da karar verir. (3) Karar mümkün olan en kısa sürede verilir. (4) Merciin, itiraz üzerine verdiği kararları kesindir; ancak ilk defa merci tarafından verilen tutuklama kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir. " Yargıtay Ceza Dairesinin 21/5/2016 tarihli ve E.2015/3513 sayılı kararıyla onanarak kesinleşen Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin 17/9/2014 tarihli ve E.2014/93 sayılı kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Ülkemiz, bölücü terör örgütünün amaç edindiği bu hedef kapsamında bahsedilen bölgenin kuzeyinde kaldığı için Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgelerimizden örgüte müzahir kesimlerce 'Kuzey Kürdistan' olarak bahsedilmektedir. Örgüte yakın kaynaklarca Rojava olarak tabir edilen ve bahsi geçen devlet kurma planına ilişkin coğrafyanın batısında kalan Suriye ülkesindeki topraklardan da 'Batı Kürdistan' olarak bahsedildiği bilindiğinden, bölücü terör örgütünün PKK/KCK adı altında ülkemizde yürüttüğü kanlı faaliyetlerini Suriye Ülkesi topraklarında da YPG olarak yürüttüğü anlaşılmaktadır. Örgüt mensuplarının ülkemiz topraklarında PKK/KCK mensubu olarak faaliyet yürütürken, aynı kişilerin sınırın diğer tarafında Suriye topraklarında aynı amaç uğruna yürüttüğü faaliyetler YPG adı altında görülmektedir. Tüm bu hususlar dahilinde YPG ve YPJ adlı yapılanmaların bölücü terör örgütü PKK/KCK ile birbirine fikri ve organik bağlarla örülü bulundukları, aynı yapının ve ideolojinin ürünü durumunda oldukları anlaşılmaktadır. Buna göre; Suriye'de faaliyet gösteren PYD, YPG, YPJ gibi örgütlerin PKK'nın Suriye ülkesinde faaliyet gösteren türdeşleri oldukları, KCK başlığı altında 4 ülkede faaliyet gösteren 4 alt örgütlenmeden biri olduğu, bu örgütlerin aynı amaca hizmet ettikleri, faaliyet amaçlarının ve yöntemlerinin birebir aynı olduğu, hatta PKK'lıların PYD'lilere eğitim vermeleri gibi birbirlerinin içine geçmelerin de yaşanabildiği, özetle terör örgütünün kollarından biri olarak terör amacıyla hareket eden ve üyelerinin de terör örgütü üyesi olarak vasıflandırılan adı geçen örgütler içerisinde bulundukları anlaşılmaktadır." Yargıtay Ceza Dairesinin 28/12/2011 tarihli ve E.2011/10371 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...PKK/KONGRA-GEL terör örgütünü bir devlet sistemi gibi yapılandırmayı hedefleyip birimlerini ve üyelerini sistematik bir yapıya kavuşturmaya amaçlayan, örgütün yasama meclisi KONGRA-GEL tarafından kabul edilip sistemin anayasası olarak nitelendirilen KCK (Koma Civaken Kürdistan) sözleşmesinde, KCK ile PKK'nın ideolojik, ahlaki, felsefi ve örgütsel bağlantısının açıkça vurgulandığı ve KCK yapılanması bakımından PKK'nın amaç ve stratejisinin benimsendiği, silahlı terör örgütü PKK'nın gençlik yapılanmaları olup Dairemizce de terör örgütü oldukları kabul edilen YDG (Yurtsever Demokratik Gençlik) ve YDGM (Yurtsever Demokratik Gençlik Meclisi) yi de içinde barındıran bir üst yapılanma olarak öngörülen KCK'nın, PKK ile organik bağlantısı, açıklanan amaç ve stratejisi, hiyerarşik yapısı, üye sayısı, sahip olduğu silahlı ve zorlayıcı gücü itibariyle Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden cebren ayırmaya yönelik amaç suçu gerçekleştirmeye elverişli silahlı terör örgütü niteliğinde bulunduğu sonucuna varılmıştır." Yargıtay Ceza Dairesinin 30/3/2017 tarihli ve E.2017/158 sayılı kararıyla kısmen onanarak kesinleşen Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 14/6/2016 tarihli ve E.2015/279 sayılı kararın ilgili kısmı şöyledir:"...sanıkların PKK/KCK terör örgütü adına kırsal alanda silahlı olarak faaliyet yürüten örgüt mensupları ile irtibatlı olarak, şehir merkezlerinde ÖS/YDG-H (Öz Savunma/Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi) içerisinde faaliyet yürüten ve terör örgütü tarafından KADRO olarak nitelendirilen örgüt mensuplarından oldukları, bahse konu KADRO ile kast edilenin örgütün hiyerarşik yapılanması içerisine dahil kişiler olduğu ve bu kişilerin kendilerini ve hayatlarını tamamen örgütsel eylem ve faaliyetlere göre şekillendirdiklerinin anlaşıldığı..." Diğer ilgili ulusal hukuk için bkz. Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 64-89; Ayhan Bilgen [GK], 2017/5974, 21/12/2017, §§ 48-B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle tutukluluğa etkili itiraz edilemediği şikâyetini incelediği İşçi ve diğerleri/Türkiye (B. No: 67483/12, 20/10/2020) kararında 5271 sayılı Kanun’un maddesinde öngörülen itiraz kanun yolunun anılan şikâyet açısından etkili bir kanun yolu niteliğinde olmadığına ilişkin bir durumun tespit edilemediğini belirterek başvurucuların müdahale konusu karara karşı itiraz kanun yoluna gitmedikleri gerekçesiyle kabul edilemezlik sonucuna ulaşmıştır (İşçi ve diğerleri/Türkiye, §§ 51-54). | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/27934 | Başvuru, yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ile soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucuların adli yardım talepleri kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/16133 sayılı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/16100 sayılı dosya üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine 9/6/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası, yerel Mahkemenin 5/2/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16100 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, temyiz isteminin süre aşımından reddi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Emniyet Müdürlüğünde (İdare) kaçakçılık ve organize suçlarla mücadele branşında başkomiser olarak görev yapmakta iken genel hizmet branşında görevlendirilmiştir. Başvurucunun branş değişikliği işleminin iptali istemiyle İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) açtığı davanın reddine karar verilmiştir. Mahkeme kararı 25/3/2015 tarihinde adreste (başvurucunun davalı idarenin savunmasına yazdığı cevap dilekçesinde belirttiği adres) kimsenin bulunmaması sebebiyle 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun maddesine göre muhtara tebliğ edilmiştir. Tebliğ mazbatasında, kapıcıya haber verildiği ve haber kâğıdının kapıya yapıştırıldığı belirtilmiştir. Başvurucu, Mahkemenin kararından 6/4/2015 tarihinde İdare tarafından dava vekâlet ücretinin talep edilmesi üzerine haberdar olduğunu ifade etmektedir. Başvurucu, Mahkeme kararına karşı 27/4/2015 tarihinde temyiz başvurusunda bulunmuştur. Danıştay Onaltıncı Dairesi tarafından temyize konu kararın başvurucuya 25/3/2015 tarihinde tebliğ edilmesine rağmen otuz günlük temyiz süresinin geçirilmek suretiyle 27/4/2015 tarihinde yapılan temyiz başvurusunun süresinde olmadığı gerekçesiyle temyiz isteminin reddine karar verilmiştir. Başvurucu; temyiz başvurusunun reddine ilişkin karara karşı tebligatın usulsüz olduğunu, kendisinin görev sebebiyle Erzurum'un Tekman ilçesinde ikamet ettiğini, tebliğ yapılan adreste eşinin (ailesinin) yaşadığını, daimî adresinin görev yeri adresi olduğunu ve posta memurunun bu konuda hiçbir araştırma yapmadan tebliği gerçekleştirdiğini belirterek karar düzeltme isteminde bulunmuştur. Başvurucu; ayrıca Posta ve Telgraf Teşkilatı Genel Müdürlüğünün (PTT) internet sitesindeki Gönderi Takip Sistemi'nden tebligat üzerindeki barkot numarası ile yapılan sorgulamada tebliğ tarihinin 26/3/2015 olarak göründüğünü, bu kayıt esas alındığında temyiz isteminin süresinde olduğunu iddia etmiştir. Karar düzeltme istemi aynı Daire tarafından reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 22/2/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 20/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari davaların açılması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İdari davalar, Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle açılır. Dilekçelerde;a) Tarafların ve varsa vekillerinin ... adresleri ... (...)Gösterilir." 2577 sayılı Kanun'un "Temyiz" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Danıştay dava dairelerinin nihai kararları ile bölge idare mahkemelerinin aşağıda sayılan davalar hakkında verdikleri kararlar, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi Danıştayda, kararın tebliğinden itibaren otuz gün içinde temyiz edilebilir:a) ...b) Konusu yüz bin Türk lirasını aşan vergi davaları, tam yargı davaları ve idari işlemler hakkında açılan davalar.(...)" 7201 sayılı Kanun'un "Bilinen adreste tebligat" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Tebligat, tebliğ yapılacak şahsa bilinen en son adresinde yapılır. Şu kadar ki; kendisine tebliğ yapılacak şahsın müracaatı veya kabulü şartiyle her yerde tebligat yapılması caizdir. (Ek fıkra: 11/01/2011-6099 S.K./mad.) Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır." 7201 sayılı Kanun'un "Tebliğ imkânsızlığı ve tebellüğden imtina" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kendisine tebligat yapılacak kimse veya yukarıdaki maddeler mucibince tebligat yapılabilecek kimselerden hiçbiri gösterilen adreste bulunmaz veya tebellüğden imtina ederse, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza mukabilinde teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırmakla beraber, adreste bulunmama halinde tebliğ olunacak şahsa keyfiyetin haber verilmesini de mümkün oldukça en yakın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirilir. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır.(Ek fıkra: 11/01/2011-6099 S.K./mad.) Gösterilen adres muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi olup, muhatap o adreste hiç oturmamış veya o adresten sürekli olarak ayrılmış olsa dahi, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza karşılığında teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırır. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır." 7201 sayılı Kanun'un "Tebliğ mazbatası" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Tebliğ bir mazbata ile tevsik edilir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/18654 | Başvuru, temyiz isteminin süre aşımından reddi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, meskenine terör örgütünce baskın yapıldığı ve örgüt üyeleriyle girilen çatışmada ağabeyi öldürüldüğü hâlde bu durumları dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/11/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/4/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından görüş sunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 6/3/1993 tarihinde terör örgütü mensupları tarafından evlerine baskın yapıldığını, girilen çatışmada mal varlığının zarara uğradığını, olaydan sonra yerleşim yerinden ayrıldığını, ağabeyinin de örgütle girilen çatışmada öldürüldüğünü, bu özel durumlarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 6/9/2007 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 27/1/2011 tarihli ve 2011/1-780 sayılı kararında terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda bilirkişi heyetince yapılan keşif, tutulan tutanaklar, dosyada yer alan diğer bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi sonucu Sason ilçesi Kaşyayla köyünün boşaltılmadığı, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığı, korucu aileleri dışında da köyde ikamet eden aileler bulunduğunu, 1990 ile 2000 yılları arasında köyde ciddi bir nüfusun yaşadığını belirterek talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde açılan dava, yetkisizlik kararıyla Batman İdare Mahkemesine devredilmiştir. Batman İdare Mahkemesinin 23/2/2012 tarihli ve E.2011/3654, K.2012/1310 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “...Olayda, dava dosyasının Batman İli, Soson İlçesi, Kaşyayla Köyü'ne ait bilgi ve belgelerin birlikte incelenmesinden, Batman İl Jandarma Komutanlığı'nın 2011 tarih ve 18647 sayılı yazısında, Kaşyayla Köyü'nün Yayalı Mezrası'nın "kısmen boşaldığı", diğer mezraların ve Köy'ün "boşalma olmadığı"nın belirtildiği, 2006 tarih ve 30571 sayılı yazısında da, "terör olaylarından etkilenmeyen köy" olarak belirtildiği, İl genelinde terör nedeniyle terk edilen köylere ait listenin yer aldığı 2005 tarihli yazı ekinde, Kaşyayla Köyü'nün bulunmadığı, 2009 tarih ve 63966 sayılı yazısı ekinde, 1987-2000 yılları arasında GKK ve GÖKK görevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri haricinde köyde 24 hanenin ikâmet ettiği, Batman Valiliği'nin 2006 tarih ve 406 sayılı yazı ekleri uyarınca, köy nüfusunun 1990 yılında 514, 1997 yılında 501, 2000 yılında 819 kişi olduğu, Sason İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı'nın 2009 tarih ve 11851 sayılı yazısında, aralarında davacının Köyünün de bulunduğu köylerde 1990-2000 yılları arasında muhtarlık seçiminin yapıldığının belirtildiği görülmektedir.Bu durumda; aralarında davacının da bulunduğu Kaşyayla Köyü halkının bir kısmının, güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün ve bağlısı olan Güneycik ve Yayalı Mezraalarının tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle, köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından, davacının isteminin reddi yolunda tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır...” Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 31/1/2013 tarihli ve E.2012/5999, K.2013/671 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, karar düzeltme talebinde bulunmuş; aynı Dairenin 19/11/2013 tarihli ve E.2013/13121, K.2013/8627 sayılı ilamı ile talep reddedilmiştir. Karar düzeltme kararı, başvurucuya 18/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı eki kararın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4313 | Başvuru, meskenine terör örgütünce baskın yapıldığı ve örgüt üyeleriyle girilen çatışmada ağabeyi öldürüldüğü hâlde bu durumları dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedenleriyle aile hayatına saygı hakkı ve kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, idari gözetim kararına itiraz kabul edildiği hâlde lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle de adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Bölümler tarafından bir kısım başvurucu hakkında sınır dışı etme işlemlerinin geçici olarak (tedbiren) durdurulmasına karar verilmiştir. Ekli listede belirtilen bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibatı nedeniyle 2016/24615 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2016/24615 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Muhtelif ülkelerin vatandaşı olan başvurucular hakkında farklı tarihlerde 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesi kapsamında ilgili valilikler tarafından sınır dışı etme kararı tesis edilmiş, ayrıca başvurucuların bir kısmı idari gözetim altına alınarak geri gönderme merkezlerine konulmuştur. Başvurucuların bir kısmı sınır dışı etme işleminin iptali amacıyla ilgili idare mahkemelerinde iptal davası açmış fakat davaları ret ile sonuçlanmıştır. Başvurucuların diğer kısmı ise 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (676 sayılı KHK) ile 6458 sayılı Kanun'da yapılan değişiklik sonrasında sınır dışı etme işlemi yönünden etkili bir iç hukuk yolu bulunmadığını belirterek değişik tarihlerde doğrudan bireysel başvuruda bulunmuştur. Sınır dışı edilmeleri hâlinde yaşam haklarının ihlal edileceğini, kötü muameleye maruz kalabileceklerini ileri süren başvurucuların iddialarının araştırılması sürecinde geri gönderilmelerine ilişkin riskin ortadan kaldırılabilmesi amacıyla Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı etme işleminin durdurulması yönünde Anayasa Mahkemesince tedbir kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi -özellikle 676 sayılı KHK değişikliği sonrasında- tedbir taleplerini değerlendirirken ihlal iddialarının konusu oluşturan hakların mutlak nitelikte olduğunu gözönünde bulundurarak kabul edilebilirlik kriterlerini katı şekilde uygulamamış, bunun yanında başvurucuların sunduğu bilgi ve belgelerin yetersizliğini -esnek bir bakışla- görmezden gelmeye çalışmıştır. Sınır dışı etme işlemlerine karşı etkili bir başvuru mekanizması bulunmadığı ve bu durumun mevzuattan kaynaklandığı sonucuna ulaştığı Y.T. ([GK], B. No: 2016/22418, 30/5/2016) kararı sonrasında 6/12/2019 tarihli ve 7196 sayılı Kanun'un maddesiyle 6458 sayılı Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrasında bazı değişiklikler yapılmıştır (Y.T., §§ 73-76). Söz konusu kanun değişikliğiyle birlikte bir kısım gerekçelerle (6458 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b), (d) ve (k) bentleri uyarınca) tesis edilen sınır dışı etme işlemleri hakkında idare mahkemesinde iptal davası açmış olmanın işlemi otomatik olarak durduracağı yönündeki istisna kaldırılmıştır. Anayasa Mahkemesi yukarıda belirtilen son yasal değişiklik sonrasında sınır dışı etme ve idari gözetim altına alma işlemlerini konu alan bireysel başvuruları değerlendirirken başvurucuların iddialarına ilişkin risklerin güncelliğini ve haklarında tesis edilen işlemlerin ne durumda olduğunu, hâlihazırda bu işlemlere ilişkin etkili bir yol hâline gelen idare mahkemelerinde açılmış bir davaları olup olmadığını öğrenmek istemiş ve bu amaçla başvuruculardan bilgi ve belge talep etmiştir. Tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde cevap verilmesinin istendiği aksi takdirde başvurunun reddedilebileceği ihtaratını içeren yazıda şu bilgi ve belgeler talep edilmektedir:" Sınır dışı etme işleminin hâlen var olup olmadığı, idari veya adli bir yolla işlemin geri alınıp alınmadığı yahut iptal edilip edilmediği, Başvurucunun fiilen sınır dışı edilip edilmediği veya kendi isteğiyle ülke dışına çıkıp çıkmadığı, ülkede bulunduğu takdirde hâlihazırda nerede ikamet ettiği, Başvurucu fiilen sınır dışı edilmişse; hangi ülkeye gönderildiği, gönderildiği ülkede yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne karşı bir tehlikeyle karşı karşıya kalıp kalmadığı, hâlen yaşamını nerede ve ne şekilde sürdürdüğü, Başvurucunun sınır dışı kararı etme kararına karşı iptal davası açıp açmadığı, bu şekilde bir dava olduğu takdirde davanın akıbetinin ne olduğu (mahkeme adı, dava tarihi ve esas numarası), karar verilmişse bir örneğinin gönderilmesi Başvurucunun ülkesine geri gönderilmesi hâlinde karşılaşacağı riskin güncel olup olmadığı (sebepleri belirtilerek açıklanmak üzere),Başvurucu, idari gözetim altına alınmış ise hangi tarihte idari gözetim altına alındığı, bırakıldığı takdirde ne şekilde (idari bir kararla veya adli merciler tarafından bırakıldığı hususu) ve hangi tarihte salıverildiği" Başvurucuların bir kısmı usulüne uygun şekilde yapılmış tebligatlara rağmen ne Anayasa Mahkemesine cevap vermiş ne de cevap verilmemesinin nedenine ilişkin bir açıklama yapmıştır. Başvurucuların diğer kısmı ise istenen bilgi ve belgeleri eksik şekilde ikmal etmiş, bunun yanında neden tamamına ilişkin cevap verilmediğini ya yeterli bir gerekçeyle açıklamamış ya da bu hususa hiç değinmemiştir.A. 676 sayılı KHK'dan Sonraki Mevzuat 6458 sayılı Kanun’un 1/2/2018 tarihli ve 7070 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesiyle değişik “Sınır dışı etme kararı” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde ‘54 üncü maddenin birinci fıkrasının (b), (d) ve (k) bentleri ile ikinci fıkrası kapsamındakiler hariç’ yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez.”B. 7196 Sayılı Kanun Değişikliğinden Sonraki Mevzuat 6458 sayılı Kanun’un 7196 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik “Sınır dışı etme kararı” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/24615 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedenleriyle aile hayatına saygı hakkı ve kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, idari gözetim kararına itiraz kabul edildiği hâlde lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle de adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/32751 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, başvurucunun yönettiği internet sitesine erişimin engellenmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Cumhuriyet Halk Partisinin başvurusu üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 26/7/2014 tarihli kararıyla, içeriğini başvurucunun hazırladığı "www.kemal-kilicdaroglu.com" adlı internet sitesine erişim engellenmiştir. Kararda, anılan sitede Kemal Kılıçdaroğlu hakkında yayımlanan bir yazının kişisel hakları ihlal ettiği gerekçesine dayanılmıştır. Başvurucu söz konusu karara itiraz etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/9/2014 tarihli kararıyla itiraz reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 16/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuş fakat yönettiği internet sitesine erişimin engellenmesine sebep olan içeriği başvuru formuna eklememiştir. Başvurucunun yönettiği siteye erişimin engellenmesine sebep olan içeriğin tamamı ile müzekkere tarihi itibarıyla açık olduğu tespit edilen internet sitesinin fiilen kapatılıp kapatılmadığı ve kapatılmışsa hangi tarihte açıldığı bilgisine ihtiyaç duyulduğuna ilişkin 14/11/2016 tarihli eksiklik bildirimi, 18/11/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde istenen bilgi ve belgelerin geçerli bir mazeret olmaksızın sunulmaması hâlinde başvurunun değerlendirilmesinde dikkate alınmayacağı da belirtilmiştir. Başvurucu 14/11/2016 tarihli eksiklik bildirimiyle talep edilen bilgi ve belgeleri Anayasa Mahkemesine sunmamıştır. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15689 | Başvuru, başvurucunun yönettiği internet sitesine erişimin engellenmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 4/5/2010 tarihinde açtığı dava 4/2/2019 tarihinde kesin olarak sonuçlanmıştır. Başvurucu 29/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9673 | Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların babası olan murisleri aleyhine 1965 yılında Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde açılan ve anılan Mahkemenin kapatılmasıyla Mardin Kadastro Mahkemesine gönderilen kadastro tespitine itiraz davası yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20312 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin duruşmasız ve makul olmayan aralıklarla yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 22/6/2011 tarihinde, KCK/TM yapılanması altında eylem yapan öz savunma birliklerinde görev aldığı gerekçesiyle gözaltına alınmıştır. 26/6/2011 tarihinde Yüksekova Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundantutuklanmasına karar vermiştir. Tutuklama kararının gerekçesi şöyledir:"Dosya kapsamındaki ifade tutanakları, gizli tanık ifadeleri ihbar tutanakları, fotoğraf teşhis tutanakları, yakalama ve olay tutanakları birlikte değerlendirildiğinde şüphelilerin atılı suçlamaları işledikleri yönünde mahkememizde kuvvetli suç şüphesi oluşması, delillerin tam olarak toplanmaması, soruşturmanın tamamlanmamış olması, şüphelilerin kaçma, saklanma,delilleri karartma ihtimallerinin var kabul edilmesi, atılı suçların kanunda öngörülen cezalarının yukarı haddi adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının olayda yetersiz kalacağının anlaşılması nedeni ile şüphelilerin atılı suçlardan CMK nun 100 ve devamı maddeleri uyarınca şüphelilerin ayrı ayrı tutuklanmasına [karar verildi]." Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında soruşturma yetkisinin Van Cumhuriyet Başsavcılığında olduğu gerekçesiyle dosyayı fezlekeye bağlayarak Van Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Soruşturma aşamasında başvurucunun tutukluluk durumu 22/7/2011 tarihinden 21/9/2011 tarihine kadar Yüksekova Sulh Ceza Hakimliğince, 21/10/2011 tarihinden 16/8/2012 tarihine kadar Van Nöbetçi Ağır Ceza Hâkimliklerince değerlendirilmiştir. Bu tutukluluk incelemelerinde tutuklama kararındakilerle benzer gerekçelere dayanılmıştır. Van Cumhuriyet Başsavcılığının 14/9/2012 tarihli iddianamesiyle başvurucunun da dâhil olduğu sanıkların silahlı terör örgütüne üye olma, terör örgütü kapsamında sayı ve nitelik bakımından vahim olan silah veya mermilerin satın alınması, taşınması, bulundurulması ve örgüte silah sağlama suçlarından cezalandırılmaları istemiyle Van Ağır Ceza Mahkemesinde (12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesi ile görevli) kamu davası açılmıştır. 19/9/2012 tarihli tensip incelemesinde Van Ağır Ceza Mahkemesi iddianameyi kabul etmiş ve "kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, (arama tutanaklarında ele geçen silah ve parçaları, gizli tanıkların aleyhe beyanları, yer gösterme tutanağı) atılı suçların vasıf ve mahiyeti, sanıkların savunmalarının alınamamış olması müsnet suçun katalog suçlardan olması nedeniyle kaçma şüphesinin varlığı, tutuklama tedbirinin kanuni şartlarının oluştuğu, öngörülen ceza miktarı gereği tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, adli kontrol tedbirlerinin bu nedenlerle yeterli olamayacağı" gerekçeleriyle başvurucu ile diğer sanıkların tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Van Ağır Ceza Mahkemesince 6/11/2012, 18/12/2012, 21/2/2013, 18/4/2013, 25/6/2013, 3/9/2013, 23/9/2013, 24/10/2013, 12/12/2013, 6/2/2014 tarihli duruşmalarda başvurucunun tutukluluk durumu incelenmiş ve tutukluluğun devamına karar verilmiştir. Van Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/31 sayılı dosyası üzerinden yargılamaya devam olunurken 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi ile 3713 sayılı Kanun'aeklenen geçici maddenin fıkrası ve 3713 sayılı Kanun'un maddesi ile görevli mahkemelerin kaldırılmasına karar verildiğinden dosyanın Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesine devredilmesine karar verilmiştir. Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi 24/3/2014 tarihinde dosya üzerinden yaptığı tensip incelemesi sonucunda başvurucunun tutukluluk durumunu değerlendirmiş ve "atılı suçun vasıf ve mahiyeti, sanıkların üzerlerine atılı suçları işlediklerine ilişkin yer gösterme tutanakları, ekspertiz raporları, gizli tanık beyanları, yakalama ve el koyma tutanaklarına göre somut delillerle desteklenen kuvvetli suç şüphesini gösterir delillerin varlığı, sanıkların üzerlerine atılı suçlar arasında CMK'nın 100/3 maddesinde sayılan suçların bulunması, suçlara kanunda öngörülen cezasının miktarı ile sanıkların tutuklulukta geçirdiği süre gözetildiğinde sanıklar hakkında tutukluluk hallerinin devamına karar verilmesinin yasal koşullarının somut olayda mevcut olduğu ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu aynı gerekçelerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı" gerekçesiyle tutukluluğun devamına karar vermiştir. Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi 18/4/2014 tarihinde dosyanın gönderildiği tarihte Yüksekova Ağır Ceza Mahkemesinin faaliyete geçirilmediğini belirterek devir kararından sonra Yüksekova Ağır Ceza Mahkemesinin kurulması ve suç yerinin Yüksekova Ağır Ceza Mahkemesinin yetki alanı içinde olması nedenleriyle yetkisizlik kararı vermiştir. Mahkeme, yetkisizlik kararıyla birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Bu karar üzerine Yüksekova Ağır Ceza Mahkemesi 23/10/2014 tarihinde karşı yetkisizlik kararı vermiştir. Mahkeme ayrıca başvurucunun tutukluluk durumunu da incelemiş ve "atılı suçun vasıf ve mahiyeti, sanıkların üzerlerine atılı suçları işlediklerine ilişkin yer gösterme tutanakları, ekspertiz raporları, gizli tanık beyanları, yakalama ve el koyma tutanaklarına göre somut delillerle desteklenen kuvvetli suç şüphesini gösterir delillerin varlığı, sanıkların üzerlerine atılı suçlar arasında CMK'nın 100/3 maddesinde sayılan suçların bulunması, suçlara kanunda öngörülen cezasının miktarı ile sanıkların tutuklulukta geçirdiği süre gözetildiğinde sanıklar hakkında tutukluluk hallerinin devamına karar verilmesinin yasal koşullarının somut olayda mevcut olduğu ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu aynı gerekçelerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı" gerekçesiyle tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, kararı 30/10/2014 tarihinde UYAP'tan öğrenmesi üzerine 5/11/2014 tarihinde bu karara itiraz etmiştir. Yüksekova Ağır Ceza Mahkemesi 17/11/2014 tarihli yazısında; dosyanın yetki uyuşmazlığının çözümü için Yargıtaya gönderildiğini, dosyanın hâlen Yargıtayda olduğunu, tutukluluğa itirazın Yargıtaya yapılması gerektiğini belirtmiştir. Bu yazının başvurucuya tebliğ edilip edilmediği tespit edilememiştir. Başvurucu 13/11/2014 tarihinde UYAP üzerinden yaptığı incelemede 11/11/2014 tarihinde dosyanın Yargıtaya gönderildiğini tespit etmiş ve tutukluluğuna itirazına bir cevap verilmediği düşüncesiyle 9/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yetki uyuşmazlığı üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 26/3/2015 tarihli kararıyla Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesinin yetkisizlik kararının kaldırılmasına, dosyanın Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesinin 2015/75 sayılı dosyasında yargılamaya başlanmıştır. Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi 15/5/2015tarihinde dosya üzerinden yaptığı tensip incelemesi sonucunda "atılı suçun vasıf ve mahiyeti, sanıkların üzerlerine atılı suçları işlediklerine ilişkin yer gösterme tutanakları, ekspertiz raporları, gizli tanık beyanları, yakalama ve el koyma tutanaklarına göre somut delillerle desteklenen kuvvetli suç şüphesini gösterir delillerin varlığı, sanıkların üzerlerine atılı suçlar arasında CMK'nın 100/3 maddesinde sayılan suçların bulunması, suçlara kanunda öngörülen cezasının miktarı ile sanıkların tutuklulukta geçirdiği süre gözetildiğinde sanıklar hakkında tutukluluk hallerinin devamına karar verilmesinin yasal koşullarının somut olayda mevcut olduğu ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu aynı gerekçelerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi 2/6/2015 tarihli ilk duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Başvurucu bu duruşmaya mazeret bildirerek katılmamıştır. Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi 20/5/2016 tarihli kararıyla başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Bu karar Yargıtay Ceza Dairesinin 19/4/2017 tarihli ilamıyla onanmıştır. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. (2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir. (3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir. " 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19800 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin duruşmasız ve makul olmayan aralıklarla yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular tarafından 6/4/2009 tarihinde Kadıköy İş Mahkemesinde açılan iş kazasından kaynaklanan tazminat davasına ilişkin yargılama süreci İstanbul Anadolu İş Mahkemesinde devam etmiş, yargılama sonunda 10/4/2014 tarihli karar ile kısmen kabule hükmedilmiş, bu hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/4/2015 tarihli ilamı ile onanmış ve yargılama süreci sona ermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16546 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2017/5740 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle İdareye (Belediye veya Bakanlık) başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle İdare aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Kararlar istinaf veya temyiz aşamalarında derdesttir. Başvurucular 6/2/2017 ve 9/6/2017 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Mevzuat Hükümleri 13/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun "İmar programları, kamulaştırma ve kısıtlılık hali" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Belediyeler; imar planlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlarlar. Beş yıllık imar programlarının görüşülmesi sırasında ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının temsilcileri görüşleri esas alınmak üzere Meclis toplantısına katılır. Bu programlar, belediye meclisinde kabul edildikten sonra kesinleşir. Bu program içinde bulunan kamu kuruluşlarına tahsis edilen alanlar, ilgili kamu kuruluşlarına bildirilir. Beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu kuruluşları, bu program süresi içinde kamulaştırırlar. Bu amaçla gerekli ödenek, kamu kuruluşlarının yıllık bütçelerine konulur. İmar programlarında, umumi hizmetlere ayrılan yerler ile özel kanunları gereğince kısıtlama konulan gayrimenkuller kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler gerçekleştirilinceye kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen haklar devam eder." 3194 sayılı Kanun'un“İmar planlarında umumi hizmetlere ayrılan yerler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(Birinci fıkra iptal: Ana.Mah.nin 29/12/1999 tarihli ve E.:1999/33, K.:1999/51 sayılı Kararı ile)İmar programına alınan alanlarda kamulaştırma yapılıncaya kadar emlak vergisi ödenmesi durdurulur. Kamulaştırmanın yapılması halinde durdurma tarihi ile kamulaştırma tarihi arasında tahakkuk edecek olan emlak vergisi, kamulaştırmayı yapan idare tarafından ödenir. Birinci fıkrada yazılı yerlerin kamulaştırma yapılmadan önce plan değişikliği ile kamulaştırmayı gerektirmeyen bir maksada ayrılması halinde ise durdurma tarihinden itibaren geçen sürenin emlak vergisini mal sahibi öder.(Üçüncü fıkra iptal: Ana.Mah.nin 29/12/1999 tarihli ve E.:1999/33, K.:1999/51 sayılı Kararı ile)Onaylanmış imar planlarında, birinci fıkrada yazılı yerlerdeki arsa ve arazilerin, bu Kanunda öngörülen düzenleme ortaklık payı oranı üzerindeki miktarlarının mal sahiplerince ilgili idarelere bedelsiz olarak terk edilmesi halinde bu terk işlemlerinden ayrıca emlak alım ve satım vergisi alınmaz." 2942 sayılı Kanun'a 6745 sayılı Kanun'un maddesi ile eklenen ek madde şöyledir: "Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak suretiyle mülkiyet hakkının özüne dokunacak şekilde tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar hakkında, uygulama imar planlarının yürürlüğe girmesinden itibaren beş yıllık süre içerisinde imar programları veya imar uygulamaları yapılır ve bütçe imkânları dâhilinde bu taşınmazlar ilgili idarelerce kamulaştırılır veya her hâlde mülkiyet hakkını kullanmasına engel teşkil edecek kısıtlılığı kaldıracak şekilde imar planı değişikliği yapılır/yaptırılır. Bu süre içerisinde belirtilen işlemlerin yapılmaması hâlinde taşınmazların malikleri tarafından, bu Kanunun geçici 6 ncı maddesindeki uzlaşma sürecini ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemleri tamamlandıktan sonra taşınmazın kamulaştırmasından sorumlu idare aleyhine idari yargıda dava açılabilir.Birinci fıkra uyarınca dava açılması hâlinde taşınmazın ya da üzerinde tesis edilen irtifak hakkının dava tarihindeki değeri, mahkemece; bu Kanunun 15 inci maddesine göre bilirkişi incelemesi yapılarak, taşınmazın hukuken tasarrufunun kısıtlandığı veya fiilen el konulduğu tarihteki nitelikleri esas alınmak suretiyle tespit edilir ve taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine hükmedilir.Bu madde kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılacak dava ve takiplerde, bu Kanunun geçici 6 ncı maddesinin üçüncü, yedinci, sekizinci ve on birinci fıkra hükümleri, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara bu madde hükümleri, kesinleşen ancak henüz ödemesi yapılmayan kararlar hakkında ise geçici 6 ncı maddenin üçüncü, sekizinci ve on birinci fıkra hükümleri uygulanır. Bu Kanunun geçici 6 ncı maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca ayrılması gereken yüzde iki oranındaki ödenekler, yüzde dört olarak ayrılır. İlave olarak ayrılan yüzde iki oranındaki ödenekler, münhasıran bu ek madde ile geçici 11 inci ve geçici 12 nci maddeler kapsamında yapılacak ödemelerde kullanılır. Yapılacak ödemelerin toplam tutarının ilave olarak ayrılan ödeneğin toplamını aşması hâlinde, ödemeler, en fazla on yılda ve geçici 6 ncı maddenin sekizinci fıkrası hükmüne göre yapılır." 2942 sayılı Kanun'a 6745 sayılı Kanun'un maddesi ile eklenen geçici madde şöyledir:"Bu Kanunun ek 1 inci maddesinin birinci fıkrası kapsamında kalan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar hakkında aynı fıkrada belirtilen süre, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlar.Bu Kanunun ek 1 inci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü, bu madde kapsamında kalan taşınmazlara ilişkin dava ve takipler hakkında da uygulanır."B. Yargı Kararları Anayasa Mahkemesinin 2942 sayılı Kanun'un geçici maddesinin iptaline ilişkin 28/3/2018 tarihli ve E.2016/196, K.2018/34 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:" İtiraz konusu kuralla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olup olmadığı da incelenmelidir. Bu bağlamda imar uygulamalarında kamulaştırma yapılmadan da ilgili kamu yararı amacının gerçekleştirilmesi için kişilerin ve kamunun taşınmazlarının bedelsiz olarak devrine ilişkin hükümlerin varlığı dikkate alınmalıdır. Dolayısıyla öncelikle kanun koyucu tarafından belirlenen araçları dikkate alarak kamu hizmeti alanına ayrılan yerlerin belirleneceği, ancak bu alanların yeterli olmaması durumunda ise bazı taşınmazların temininin ancak kamulaştırma yoluyla sağlanabileceği anlaşılmaktadır. Özel mülkiyette bulunan taşınmazların imar uygulamasında kamu hizmeti alanı olarak ayrılmasında kamusal yarar bulunmakla birlikte bu yolla malike aşırı ve orantısız bir külfet yüklenmemelidir. Diğer taraftan imar uygulamalarının geniş alanları kapsaması nedeniyle ve bütçeye yeterli ödeneğin konulması amacıyla kanun koyucu kamulaştırma sürecinin beş yıllık süre içinde tamamlanmasını öngörmüştür. Mülkiyetin kamu yararına kontrolüne ilişkin söz konusu müdahaleler bakımından kanun koyucunun takdir yetkisi bulunmaktadır. Bu takdir yetkisi çerçevesinde söz konusu kamu yararı amacının gerçekleştirilmesi yönünden belirtilen fiilî ve hukuki engeller sebebiyle malikin makul ve belirli bir süre boyunca bu kısıtlamalara katlanması beklenebilir. Ancak bu sürenin uzaması hâlinde söz konusu kısıtlamalar, taşınmaz malikine yüklenen külfeti ağırlaştıracağı gibi kısıtlılık süresinin uzamasına bağlı olarak malikin zararını karşılayabilecek herhangi bir giderim imkânının getirilmemesi de malike aşırı bir külfet yüklenmesine sebep olacaktır. İtiraz konusu kuralda, imar uygulamasıyla getirilen kısıtlılık yönünden öngörülen beş yıllık sürenin maddenin yürürlük tarihinden itibaren yeniden başlaması hüküm altına alınmaktadır. Başka bir ifadeyle mülkiyet hakkından dilediği gibi tasarruf edebilmesi ve yararlanabilmesi kısıtlanan malikin kamulaştırma bedeline kavuşabilmesi veya söz konusu kısıtlılık halinin kaldırılarak mülkiyet hakkından yararlanabilmesi için geçmesi gereken beş yıllık sürenin yeniden başlaması söz konusu olmaktadır. Kanun koyucu bu süre nedeniyle malikin uğradığı zararları telafi etmeye veya gidermeye yönelik herhangi bir düzenleme ise getirmemiştir. Üstelik bu kısıtlılık nedeniyle açılacak davalarda taşınmazı kullanamamaktan doğan zararların istenebileceği yönünde bir düzenleme mevcut olmadığı gibi itiraz konusu kural, yürürlük tarihinden önceki kısıtlılık sürelerinin de dikkate alınmamasına yol açmaktadır. Bu durum ise malike aşırı bir külfet yüklemekte ve kamu yararı ile malikin mülkiyetin hakkı arasında gözetilmesi gereken adil dengeyi malik aleyhine bozmaktadır. Dolayısıyla imar uygulaması sonucu taşınmazın kamu hizmetine tahsis edilmesi suretiyle getirilen kısıtlamaların Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yeniden başlamasına yol açan itiraz konusu kuralla mülkiyet hakkına yapılan müdahale orantılı değildir. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın ve maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.Kural iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın , , ve maddeleri yönünden incelenmesine gerek görülmemiştir. ... 2942 sayılı Kanun'un geçici maddenin birinci fıkrasının iptal edilmesi nedeniyle itiraz konusu ikinci fıkranın uygulanma olanağı kalmamıştır. Bu nedenle itiraz konusu kural 6216 sayılı Kanun’un maddesinin (4) numaralı fıkrası kapsamında değerlendirilmiş ve Anayasa'ya uygunluk denetimi yapılmasına gerekgörülmemiştir." Danıştay Altıncı Dairesinin 10/4/2014 tarihli ve E.2011/5403, K.2014/3033 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"...Kamu yararının gerekleri ile mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken adil dengenin bozulduğundan ve mülkiyet hakkının kullanımının belirsizliğe itildiğinden sözedilebilmesi için, imar planının onaylanmasından sonra kamulaştırmanın ne kadar zaman içinde yapılması gerektiğinin de belirlenmesi gerekmektedir. Bugün itibarıyla, mevzuatta bu konuyu düzenleyen açık bir düzenleme yer almamaktadır.3194 sayılı Yasa'nın maddesinin, Anayasa Mahkemesinin 1999 tarihli, K:1999/51 sayılı kararıyla iptal edilen fıkrasında, imar planının onaylanmasından itibaren, beş yıl sonra müracaat edildiğinde, umumi hizmetlere ayrılan alanlarda, hizmet ile ilgili yapıların yapımından vazgeçildiğine dair görüş alınması şartıyla, taşınmaz maliklerine bazı haklar tanınmıştır.Diğer yandan, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesinde, kamulaştırma bedelinin kesinleşmesi tarihinden itibaren beş yıl içinde, kamulaştırma ve devir amacına uygun hiç bir işlem veya tesisat yapılmaması veya kamu yararına yönelik bir ihiyaca tahsis edilmeyerektaşınmaz malın olduğu gibi bırakılması şartıyla malike taşınmazını geri alma hakkı öngörülmüştür.Görüldüğü üzere, yasa koyucu, mülkiyet hakkını ilgilendiren konularda, idarenin beş yıl boyuncahareketsiz kalmasını, malikler lehine bazı haklar doğması bakımından yeterli görmüştür.Yasa koyucunun bu eğiliminin, uyuşmazlık konusu olayda da kıyasen uygulanması hukuka ve hakkaniyete uygun olacağından, imar planlarının onaylanmasından itibaren beş yıl geçmesine karşın, ilgili idarelerce kamunun kullanımına ayrılan taşınmazların kamulaştırılmaması durumunda, mülkiyet hakkının kullanımının belirsizliğe itildiğini, dolayısıyla, kamu yararının gerekleri ile mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken adil dengenin bozulduğunu kabul etmek gerekmektedir. Bu kapsamda uyuşmazlık konusu olayda da davacıların taşınmazlarının 2008 yılından itibaren imar planlarında ağaçlandırılacak alan olarak ayrıldığı dikkate alındığında, söz konusu beş yıllık sürenin geçtiği anlaşılmaktadır.Bu itibarla, davacıların başvurusu üzerine 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesi hükmü uygulanmak suretiyle maliki oldukları taşınmazın davalı belediyece imar programına alınması, bu program dahilinde geciktirilmeksizin kamulaştırılması gerektiğinden, davacıların kamulaştırma istemlerinin reddedilmesi yolunda tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır..." Danıştay Altıncı Dairesinin 6/12/2018 tarihli ve E.2017/2384, K.2018/10135 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"...Bu Kanunun ek 1 inci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü, bu madde kapsamında kalan taşınmazlara ilişkin dava ve takipler hakkında da uygulanır.” hükmü yer almış, anılan maddeAnayasa Mahkemesinin 28/03/2018 tarihli, E:2016/196, K:2018/34 sayılı kararıyla iptal edilmiştir.Dosyanın incelenmesinden, davanın reddi yolundaki ilk mahkeme kararının, Dairemizin anılan kararıyla, davacıya ait taşınmazın 15/02/1993 tarihli, 8 sayılı revizyon imar planında park alanında kaldığı, planın yürürlüğe girmesinin üzerinden yıllar geçmesine rağmen davalı idarece taşınmazın imar programına alınmadığı ve bunun sonucu olarak kamulaştırılmadığı, taşınmazın imar programına henüz alınmaması nedeniyle, davacının mülkiyet hakkının süresi belirsiz bir zaman diliminde kısıtlandığı, mülkiyet hakkının özünü zedeleyen uygulamaların İmar Kanununun maddesine açıkça aykırı olduğu hususu gözönüne alındığında, davacının 2007 gününde davalı idareye başvurusu üzerine İmar Kanununun maddesi hükmü uygulanmak suretiyle söz konusu taşınmazın imar programına alınması gerektiği gerekçesiyle bozulduğu, bozma kararı üzerine İdare Mahkemesince, Geçici madde uyarınca karar verilmesine yer olmadığına karar verildiği anlaşılmıştır.Bu durumda, Mahkeme kararının gerekçesini oluşturan 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun Geçici maddesinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş olması karşısında, Dairemizin bozma kararında yer alan gerekçeler dikkate alınarak bir karar verilmesi gerekmektedir.Öte taraftan, davacıya ait taşınmazı kapsayan uygulama ve nazım imar planlarının yargı kararıyla iptal edildiği görülmekte olup taşınmazın bulunduğu alanın plansız kalıp kalmadığı, yeni plan yapılmış ise taşınmaz üzerindeki kısıtlılık halinin devam edip etmediği hususunun da değerlendirilmesi gerekmektedir...." Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 10/5/2019 tarihli ve E.2019/840, K.2019/755 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"...Öte yandan Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 13/02/2018 gün ve E:2017/3585, K:2018/247 sayılı kararı ile uyuşmazlık konusu taşınmazın 'Küçük Sanayi Alanı' ve 'Resmi Kurum' alanı kullanımında kaldığı anlaşıldığından Yenimahalle Belediye Başkanlığı da husumete alınarak dosyanın tekemmülü sağlanmak suretiyle yeniden bir karar verilmesi gerekmektedir.'' gerekçesiyle İdare Mahkemesi kararı kaldırılıp, yeniden karar verilmek üzere dava dosyasının mahkemesine gönderilmesine karar verildiği, Ankara İdare Mahkemesi 20/11/2018 günlü, E:2018/1273, K:2018/2573 sayılı kararıyla kaldırma kararının gerekçesini gözetmeden sadece Yenimahalle Belediye Başkanlığını da davalı konuma alarak, aynı kararı verdiği anlaşılmıştır.Bu durumda 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun maddesinde Bölge İdare Mahkemesi kararlarının kesin olduğu ve kaldırma kararı doğrultusunda karar verileceğinin öngörülmesine ve İdare Mahkemesince karar verildiği tarihten önce Anayasa Mahkemesi'nin 28/03/2018 günlü, E:2016/196, K:2018/34 sayılı kararıyla 04/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununa 20/08/2016 tarihli ve 6745 sayılı Kanunun maddesiyle eklenen geçici maddenin iptal edilmesine rağmen İdare Mahkemesince Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin kaldırma kararına uyulmayarak ve geçici maddenin iptal edildiği gözetilmeyerek yeniden aynı gerekçeyle verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir..." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/5740 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucular, tutukluluklarının kanunda öngörülen azami sınırı aşması nedeniyle hukuka aykırı hâle geldiğini, ayrıca tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin yetersiz olduğunu ileri sürerek Anayasa’nın maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir. Başvurular, 20/8/2014 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 26/11/2014 tarihinde 2014/14201 sayılı başvurunun, aynı Bölüm Üçüncü Komisyonunca da 31/10/2014 tarihinde 2014/14196 sayılı başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyaların Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Yapılan incelemede; konu bakımından aynı nitelikte olmaları nedeniyle 2014/14201 numaralı başvurunun 2014/14196 numaralı başvuru üzerinde birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarında yürütülen soruşturma kapsamında Büyükçekmece Sulh Ceza Mahkemesinin 31/5/2006 tarih ve 2006/5 sorgu sayılı kararıyla kasten insan öldürme suçundan tutuklanmışlardır. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda 18/10/2010 tarih ve E.2006/295, K.2010/370 sayılı kararı ile tasarlayarak kasten insan öldürme suçundan müebbet, kasten yaralama suçundan ise 1 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve tutukluluk hallerinin devamına karar verilmiştir. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, 15/3/2012 tarih ve E.2012/754, K.2012/1845 sayılı kararla hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararı üzerine yeniden başlanan yargılamada Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi 7/11/2012 tarih ve E.2012/212, K.2012/302 sayılı kararla dava dosyasının İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2006/146 sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 19/11/2013 tarihli kararıyla Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin birleştirme kararının kaldırılmasına karar vermesi üzerine dosya, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/19 sırasına kaydedilmiştir. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi E.2014/19 sayılı dosyada 8/1/2014 tarihli tensip zaptı ve 10/2/2014, 24/3/2014, 8/5/2014, 3/7/2014, 16/7/2014, 22/8/2014 ve 15/9/2014 tarihli oturumlarda başvurucuların tutukluluk hallerinin devamına karar vermiştir. Kararların gerekçesi şu şekildedir: “Sanıklar Oğuz SORGUÇ, … ile Nedim SORGUÇ'un üzerilerine atılı nitelikli şekilde kasten insan öldürme suçunu işlediklerine dair otopsi tutanağına, Adli Tıp Morg İhtisas Dairesi raporuna, tanık anlatımlarına, ölü muayene tutanağına, maktulün resimlerine, olay yeri inceleme raporuna, olay yeri ve olayın gerçekleştiği araç fotoğraflarına, şikayetçi anlatımlarına, katılan anlatımlarına dayanan somut olguların tespit edilmiş olması nedeniyle genel tutuklama nedeni olan kuvvetli suç şüphesinin varlığına ilişkin tutuklama sebebinin varlığının tespit edilmiş olması ve halen bu tespitin devam ediyor olması, Sanıkların serbest bırakılmaları halinde firar edip saklanacaklarına dair özel tutuklama nedeninin varlığının saptanmış olması, Keza serbest bırakılmaları halinde sanıkların delilleri değiştireceklerine dair somut olguların saptanmış olması nedeniyle özel tutuklama nedeninin varlığının tespit edilmiş olması, Atılı suçun CMK.nın 100/3 üncü maddesinde sayılan katalog suçlardan olması ve iş bu suçlar açısından kanunun tutuklama sebebinin varlığını CMK.nın 100/3 ncü maddesinde kanuni karine olarak var kabul etmesinden kaynaklanan özel tutuklama sebebinin varlığı, Sanıkların tutuklama yerine bir adli kontrol yükümlülüğü altına konulmalarının, bu kurumun sanıkların ihtiyarına bağlı olarak işlemesi, sanıkların dilediğinde bu kurumun kurallarına riayet etmeme iktidarlarının bulunuyor olması ve yukarıda izah edildiği üzere bu kurallara riayet edecekleri yönünde mahkememizde vicdani kanaatin oluşmaması nedeniyle sanıklar hakkında adli kontrol altına alınma tedbirinin yeterli görülmemesi nedenleriyle; Ve sanıkların üzerilerine atılı nitelikli şekilde kasten insan öldürme suçunun ihtiva ettiği cezanın alt ve üst sınırları gözetilerek tutuklama tedbirine müracaat etmede ölçüsüzlükte görülmediğinden, Sanıklar Oğuz SORGUÇ, … ile Nedim SORGUÇ'un nitelikli şekilde kasten insan öldürme suçundan dolayı CMK.nın 100 üncü ve müteakip maddeleri gereğince tutukluluk hallerinin ayrı ayrı devamına,” Başvurucular, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 16/7/2014 tarihli celsesinde verilen tutukluluk halinin devamına ilişkin karara itiraz etmiş, ancak itiraz Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 5/8/2014 tarih ve 2014/1441 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir: “Sanıkların üzerlerine yüklenen nitelikli şekilde kasten insan öldürme ve yaralama suçlarının vasıf ve mahiyetine, mahkemelerin kararında gösterilen gerekçelere göre kararda usul ve yasaya aykırı bir durum görülmediğinden itirazın reddine …” Başvurucular 20/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. UYAP sisteminde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi E.2014/19 sayılı dosyasının incelenmesinde: Silivri 6 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 7/3/2014 tarihli Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine yönelik yazılan yazıda başvurucu Oğuz Sorguç hakkındaki Büyükçekmece Sulh Ceza Mahkemesinin 31/5/2006 tarih ve 2006/5 sorgu sayılı tutuklama kararının infazına 19/12/2013 tarihinde başlanıldığı belirtilmiş, Silivri 4 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 14/3/2014 tarihli yazısında ise başvurucu Nedim Sorguç’un İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 4/5/2006 tarih ve 2006/21 sorgu sayılı sayılı tutuklama müzekkeresinden İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 19/12/2013 tarih ve E.2006/146 sayılı yazısı ile tahliye edilmesi üzerine Büyükçekmece Sulh Ceza Mahkemesinin 31/5/2006 tarih ve 2006/5 sorgu sayılı tutuklama müzekkeresinin infazına 19/12/2013 tarihinde başlanıldığı belirtilmiştir. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi 26/9/2014 tarih ve E.2014/19, K.2014/414 sayılı kararla başvurucuların kasten yaralamaya azmettirme suçundan beraatlarına, tasarlayarak insan öldürme suçundan ise müebbet hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve tutukluluk hallerinin devamına karar vermiştir. Gerekçeli kararda başvurucular hakkında çıkartılan tutuklama müzekkeresinin 19/12/2013-26/9/2014 tarihleri arasında infaz gördüğü belirtilmiştir. UYAP sisteminde yapılan sorgulamada başvuru ile ilgili kararın temyizi üzerine Yargıtay’da derdest olduğu tespit edilmiştir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Kasten öldürme (Madde 81, 82, 83), …” Aynı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi şöyledir:“1) Kasten öldürmesuçunun; a) Tasarlayarak, İşlenmesi hâlinde, kişi ağırlaştırılmışmüebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14196 | Başvurucular, tutukluluklarının kanunda öngörülen azami sınırı aşması nedeniyle hukuka aykırı hâle geldiğini, ayrıca tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin yetersiz olduğunu ileri sürerek Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir. | 0 |
Başvuru, göreve son verilmesine ilişkin işleme karşı açılan davada uyuşmazlığın esasına ilişkin iddialar karşılanmadan karar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Ölçme Seçme ve Yerleştirme Merkezince (ÖSYM) yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) 2012/1 dönemi yerleştirme sonuçlarına göre Bursa Orman Bölge Müdürlüğündeki orman muhafaza memuru kadrosuna yerleştirilmiştir. Ancak daha sonra yapılan incelemede tercihlerinin internet üzerinden gönderildiği son gün olan 27/6/2012 tarihi itibarıyla mezuniyet şartını taşımadığı gerekçesiyle Orman ve Su İşleri Bakanlığı (Bakanlık) tarafından 6/9/2012 tarihli işlemle ataması yapılmamıştır. Başvurucunun 26/9/2012 tarihinde söz konusu Bakanlık işlemi ile bu işlemin dayanağı olan KPSS 2012/1 Tercih Kılavuzu'nun (Kılavuz) "Tercihlerin Yapılması İçin Genel Bilgiler" başlıklı maddesinin iptali talebiyle açtığı ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla Danıştay Onikinci Dairesinde (Daire) görülen davada Daire 1/10/2014 tarihli kararıyla davanın Kılavuz hükmüne ilişkin kısmını reddetmiş; başvurucunun atanmamasına ilişkin işlemin ise iptaline hükmetmiştir. Anılan kararın gerekçesinde, Kılavuz'da yer alan "tercihlerinin internet üzerinden gönderildiği son gün itibariyle mezun olma" zorunluluğu ile yerleştirmenin ve atamanın hizmet gereğine ve kamu yararına uygun olarak gerçekleştirilmesinin hedeflendiği, bu sebeple Kılavuz hükmünde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiş; davanın başvurucunun atamasının yapılmamasına ilişkin kısmında ise final sınav sonuçlarının 20/6/2012 tarihi itibarıyla açıklandığına vurgu yapılarak başvurucunun bu tarih itibarıyla tüm derslerinden başarılı olduğundan mezun olmaya hak kazandığı ve atamasının yapılacağı tarih itibarıyla da diplomasını alarak idareye teslim ettiği gözetildiğinde atamasının yapılmaması yönünde tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı belirtilmiştir. Bu karar üzerine2015 yılı Ocak ayında başvurucunun ataması yapılmıştır. ÖSYM ve Bakanlığın yaptığı temyiz başvurusu üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) 15/4/2015 tarihli kararıyla Daire kararının atamaya ilişkin kısmını bozmuştur. Bozma kararının gerekçesinde; başvurucu gibi atama tarihinde mezun durumda olabilecek olan ancak Kılavuz'dayer alan tercihlerin internet üzerinden gönderildiği son gün itibariyla mezun olma şartına ilişkin düzenleme nedeniyle tercihte bulunmayan adaylar yönünden eşitsizliğin ortaya çıkacağına dikkat çekilmiş, bu sebeple Daire kararının işlemin iptaline ilişkin kısmında hukuki isabet görülmediği belirtilmiştir. Başvurucunun yaptığı karar düzeltme başvurusu İDDK'nın 26/12/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Daire, bozma kararı üzerine 12/4/2018 tarihli kararıyla İDDK'nın belirttiği gerekçeyle davanın reddine hükmetmiştir. Anılan karar üzerine başvurucu tarafından yapılan temyiz talebi14/3/2019 tarihli; karar düzeltme talebi de 27/12/2019 tarihli İDDK kararlarıyla reddedilmiştir. Bu süreçte, yargı kararının uygulanması gerekçe gösterilerek Bakanlığın 2/10/2018 tarihli işlemi ile başvurucunun görevine son verilmiştir. Başvurucu görevine son verilmesine ilişkin işleme karşı Yozgat İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde, atanmasına ilişkin süreçte gerçek dışı bir beyanının, hata ya da hilesinin bulunmadığını, görevine yargı kararı gereğince atandığını, dört yıla yakın bir süre çalıştığını, bu süreçte asaletinin tasdik edildiğini, yaşının ilerlediğini, aile hayatı kurduğunu, gelinen aşamada iş bulma şansını yitirdiğini, görevine son verilmesi sebebiyle eşi ve çocuklarıyla birlikte mağdur olduğunu, devletin vatandaşların hukuki güvenliğini sağlamak, maddi ve manevi varlıklarını korumaları ve geliştirmeleri için gerekli tedbirleri almakla yükümlü olduğunu, maruz kaldığı muamelenin hukuk devletinde kabul edilemez bir durum olduğunu belirtmiş, ayrıca kendisiyle aynı durumda olup görevine devam eden kişilerin bulunduğunu iddia etmiştir. Mahkeme 12/2/2019 tarihli kararla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...davacının görevine son verilerek hukuki durumunun önceki haline geri döndürülmesinin Danıştay İDDK'nın bozma kararı üzerine Danıştay Onikinci Dairesince verilen davanın reddine dair kararın yerine getirilmesi, dolayısıyla davalı idarenin davacı hakkında verilen mahkeme kararını uygulaması amacıyla olduğu anlaşıldığından 657 sayılı Kanunun maddesi uyarınca davacının görevine son verilmesine ilişkin uyuşmazlık konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır." Başvurucunun istinaf talebi Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 29/1/2020 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karara karşı yine başvurucu tarafından yapılan temyiz talebi de Danıştay Onikinci Dairesinin 22/4/2021 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 5/10/2021 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 6/10/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiş, başvurucu da Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/41455 | Başvuru, göreve son verilmesine ilişkin işleme karşı açılan davada uyuşmazlığın esasına ilişkin iddialar karşılanmadan karar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kesinleşmiş yargı kararının uygulanmaması sebebiyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 21/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Konusu Olayın Arka Planı Maliye Hazinesi adına kayıtlı 1646 parsel sayılı taşınmaz, imar planında sosyal konut alanı olarak yer almakta iken İzmir Büyükşehir Belediye Meclisinin 27/10/1992 tarihli kararıyla yapılan plan değişikliği sonucunda ağaçlandırılacak alan olarak belirlenmiştir. İzmir Defterdarlığı anılan imar planı değişikliğine karşı iptal davası açmıştır. İzmir İdare Mahkemesi 14/12/1995 tarihli karar ile yapılan işlemin hukuka uygun olduğu saptamasıyla davanın reddine karar vermiştir. Karar, davalı idarenin temyiz isteğinin Danıştay Altıncı Dairesi tarafından 13/5/1997 tarihinde onanmasıyla kesinleşmiştir. Söz konusu imar değişikliğinin kesinleşmesinden önce başvurucu S.S. Yeni Foça Asmadere Yapı Konut Kooperatifi (Kooperatif) ile Hazine arasında Kooperatife ait 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 3741, 3741, 3755 ve 4483 parsel sayılı taşınmazlar ile 1646 parselin ifrazından meydana gelen 1736 parselin trampa edilmesi konusunda anlaşma sağlanmıştır. Taraflar arasındaki trampa sözleşmesi, başvurucuya ait taşınmazların 21/7/1983 tarihli ve2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu hükümleri uyarınca ilan edilen sit alanı içinde kalması nedeniyle aynı Kanun'un maddesi uyarınca yapılmıştır. Taraflar arasındaki trampa sözleşmesi uyarınca Kooperatif, maliki olduğu taşınmazların Hazineye devri haricinde 375 TL ilave bedeli ödeyerek 1736 parselin 5/5/1997 tarihinde adına tescilini sağlamıştır. Kooperatif, devraldığı parseli ifraz etmiştir. İfraz ile oluşan 198 m²lik 1746 parseli uhdesinde bırakmış; 1747 parseli de hisseli olarak A.N. ve K.G. adlı şahıslara devretmiştir. K.G. daha sonra kendi hissesini S.K. adlı şahsa devretmiştir.B. Trampa İşleminin İptaline İlişkin Yargılama Süreci Ana taşınmazın ağaçlandırılacak alan olarak belirlenmesine ilişkin nazım imar planı değişikliğine karşı açılan davanın reddi kararının (bkz. § 10) kesinleşmesi üzerine bazı kişiler tarafından Maliye Bakanlığı aleyhine trampa sözleşmesinin iptali istemiyle dava açılmıştır. 1746 ve 1747 parsel malikleri olan başvurucu Kooperatif ve diğer gerçek şahıslar müdahil sıfatıyla bu yargılamada yer almıştır. İzmir İdare Mahkemesi 23/12/1998 tarihli kararında sosyal konut alanı olarak Maliye Bakanlığı mülkiyetinde iken 25/4/1997 tarihli Maliye Bakanlığı oluru ile Kooperatife ait taşınmazlarla takas edilmesine karar verilen 1736 parsel sayılı taşınmazın imar değişikliği sonucunda kamu hizmetine tahsis edilmesi nedeniyle trampa edilemeyeceği kanaatiyle işlemi iptal etmiştir. Hüküm, Danıştay Altıncı Dairesinin denetiminden geçerek 30/11/1999 tarihinde kesinleşmiştir. Tapu İptaline İlişkin Yargılama Süreci Maliye Bakanlığı 21/8/1998 tarihli dilekçe ile 1746 ve 1747 parsellerin tapu kaydının iptaliyle Hazine adına tescilini talep etmiştir. Karşıyaka Asliye Hukuk Mahkemesi 3/5/2000 tarihinde başvurucu Kooperatif yönünden davanın kabulüne ve diğer davalılar yönünden davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme, anılan kararında takas işleminin iptali için açılan dava kabul edilmekle başvurucu Kooperatif adına olan kaydın iptal edilerek taşınmazın Hazine adına tescili gerektiğine işaret etmiştir. Hüküm, Yargıtay denetiminden geçerek 4/4/2001 tarihinde kesinleşmiştir. Tazminat İsteğine İlişkin Yargılama Süreci Başvurucu Kooperatif 1/3/2002 tarihli dilekçesi ile maliki olduğu toplam on bir adet taşınmazı bedel ilavesiyle Hazineye ait 1736 parsel ile takas ettiğini ve takas işleminin iptali sonrasında bu taşınmazlar ile ödemiş olduğu ilave bedel iade edilmeden 1736 parselin tapusunun iptal edildiğini belirterek tazminat isteğinde bulunmuştur. Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesi 29/3/2007 tarihinde davayı kabul ederek 500 TL tazminatın başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Kararda, trampa sözleşmesi sonucu başvurucunun Hazineye ait taşınmazı takas yoluyla iktisap etmesi üzerinde durularak tapu kaydının hükmen iptal edilmesinin başvurucuyu zarara uğrattığı tespitine yer verilmiştir. Hüküm, Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 3/7/2007 tarihinde onanmış ve karar düzeltme isteği de aynı Daire tarafından 12/11/2007 tarihinde reddedilmiştir.E. Hükmedilen Alacağın İcrası Süreci Başvurucu 24/4/2007 tarihinde, Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesinin 29/3/2007 tarihli kararına dayanarak Hazine aleyhine 500 TL asıl, 331,52 TL işlemiş faiz, 655,30 TL yargılama gideri ve 524,50 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 008,92 TL alacağın tahsili amacıyla icra takibi başlatmıştır. Başvurucu, hüküm altına alınan alacağın ödenmemesi üzerine 18/1/2011 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasıyla başvuruda bulunmuştur. AİHM 17/9/2013 tarihinde 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun hükümlerini gözönünde tutarak kabul edilemezlik kararı vermiştir. Başvurucu, AİHM'in kabul edilemezlik kararı sonrasında Bakanlık İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) müracaat etmiştir. Tazminat Komisyonu 13/8/2014 tarihli kararında hüküm altına alınan alacağın aradan geçen 6 yıl 8 aylık süreye rağmen ödenmemesi nedeniyle ''kesinleşmiş mahkeme kararlarının süresi içinde icra edilmesini isteme hakkının ihlal edildiği'' tespitinde bulunarak başvurucuya 600 TL ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu, Tazminat Komisyonunun bu kararına itiraz etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 25/12/2014 tarihinde, hükmedilen tazminatın somut olayın koşullarında hukuka uygun olduğunu belirterek itirazı reddetmiştir. Maliye Bakanlığının bu karara yönelik itirazı aynı Kurul tarafından 19/3/2015 tarihinde reddedilmiştir.F. Menfi Tespit Davası Süreci Maliye Bakanlığı, başvurucunun hüküm altına alınan alacağı tahsil amacıyla başlatmış olduğu icra takibine karşı 28/1/2011 tarihinde borçlu olmadığının tespiti amacıyla menfi tespit davası açmıştır. Üsküdar Asliye Hukuk Mahkemesi 14/6/2012 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Mahkeme, kararında trampa sözleşmesinin İzmir İdare Mahkemesince iptal edildiği ve bu iptal nedeniyle tarafların sözleşme gereğince aldıkları edimleri iade etmek zorunda olduklarından takibin dayanağının ortadan kalktığı kanaatine varmıştır. Mahkeme ayrıca tarafların bu aşamadan sonra bir araya gelerek almış oldukları edimleri ne şekilde iade edecekleri hususunda işlem yapabileceklerine de işaret etmiştir. Hüküm başvurucu tarafından adli yardım istekli olarak temyiz edilmişse de Yargıtay Hukuk Dairesi 30/11/2012 tarihinde gerekli harç ve masrafların yatırılması amacıyla dosyayı geri çevirmiştir. Yargıtayın geri çevirme kararı sonrasında harç ve giderlerin mahkeme veznesine yatırılması için başvurucuya meşruhatlı davetiye tebliğ edilmiştir. Başvurucunun davetiye gereğini süresi içinde yerine getirmemesi sonucunda ilk derece mahkemesi 22/1/2013 tarihinde temyiz isteğinin reddine karar vermiştir. Temyiz isteğinin reddine dair ek karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş, Yargıtay Hukuk Dairesi 13/5/2013 tarihinde bu kararı onamıştır. Başvurucunun başlatmış olduğu icra takibi Üsküdar Asliye Hukuk Mahkemesinin 14/6/2012 tarihli kararının kesinleşmesi üzerine Maliye Bakanlığının talebiyle durdurulmuştur. Başvurucu 21/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 2863 sayılı Kanun'un ''Kamulaştırma'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Taşınmaz kültür varlıkları ve bunların korunma alanları, aşağıda belirlenen esaslara göre kamulaştırılır:... Sit alanı ilan edilen ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilen korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının bulunduğu parseller, (…) başka Hazine arsa veya arazileri ile müstakil veya hisseli olarak değiştirilebilir. Sit alanı ilan edildiği tapu kütüğüne şerh edilen taşınmazları, miras ve ölüme bağlı tasarruflar dışında, sonradan edinenlerin talepleri değerlendirilmez. Ancak, Bakanlık izniyle gerçekleştirilen kazıların yapıldığı alanlarda bulunan parsellerde, maliklerin başvurusu ve kabulüne ilişkin koşul parsele yönelik uygulanır ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planı şartı aranmaz. Bu parsellerin üzerinde bina veya tesis varsa malikinin başvurusu üzerine rayiç bedeli, 2942 sayılı Kanunun 11 inci maddesi hükümlerine göre belirlenerek ödenir. Bu bentle ilgili usul ve esaslar Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça çıkarılan yönetmelikle belirlenir.'' 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir: “Mal değişim sözleşmesi, taraflardan birinin diğer tarafa bir veya birden çok şeyin zilyetlik ve mülkiyetini, diğer tarafın da karşı edim olarak başka bir veya birden çok şeyin zilyetlik ve mülkiyetini devretmeyi üstlendiği sözleşmedir.” 6098 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:''Haklı bir sebep olmaksızın, bir başkasının malvarlığından veya emeğinden zenginleşen, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür.Bu yükümlülük, özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan veya gerçekleşmemiş ya da sona ermiş bir sebebe dayanması durumunda doğmuş olur.''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:''Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:''Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ... görülmesini istemek hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarıa. Mülkiyet Hakkı Yönünden AİHM, yargı kararlarının icra edilmemesini veya icrasının gecikmesini genellikle mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale olarak kabul etmektedir (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 40). AİHM yargı kararının uygulanmamasının adil yargılanma hakkı yanında mülkiyet hakkının da ihlaline yol açtığı sonucuna varmıştır (Burdov/Rusya, §§ 33-42). Bunun yanında müdahalenin mülkiyetinin kullanımının kontrolü çerçevesinde yoksun bırakma sonucuna yol açtığı değerlendirilen bir başvuruda AİHM, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle kanunilik ölçütü yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, B. No: 6334/05, 23/10/2012, §§ 142-155). Öte yandan AİHM'e göre Sözleşme’nin maddesi ile ek 1 No.lu Protokol’ün maddesi devlete, yargı kararlarının uygulanması bakımından etkili bir sistem kurma yükümlülüğü getirmektedir (Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005, § 84). AİHM, başvurucu lehine kesinleşmiş bir yargı kararının sonradan yeniden gözden geçirme suretiyle değiştirilerek başvurucunun taşınmazından yoksun bırakılmasının mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığını kabul etmiştir (Brumarescu/Romanya [BD], B. No: 28342/95, 28/10/1999, §§ 66-80). AİHM ihlalin giderimi bakımından ise eski hâle getirme kuralı çerçevesinde aynen iadesi gerektiğini belirtmiştir (Brumarescu/Romanya [BD] (A.T.), B. No: 28342/95, 23/1/2001, § 22). AİHM bu kararda hükûmetin başvurucunun yeni bir dava açabileceği yönündeki savunmasını ise kabul etmemiştir (Brumarescu/Romanya (A.T.), § 22). Öte yandan AİHM ölçülülük bağlamında dile getirdiği iyi yönetişim ilkesinin kamu yararı kapsamında bir konu söz konusu olduğunda kamu makamlarının uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmesini gerektirdiğini vurgulamıştır (Bogdel/Litvanya, B. No: 41248/06, 26/11/2013, § 65; Krstić/Sırbistan, B. No: 45394/06, 10/12/2013, § 78). Ancak AİHM'e göre eski bir yanlışın düzeltilmesi gereği, meşruiyeti kamu otoritesinin eylemine dayalı olarak birey tarafından iyi niyetle kazanılmış yeni bir hakka orantısız bir şekilde müdahale etmemelidir. Başka bir ifadeyle kendi prosedürlerine uymayan ya da onlara bağlı kalmayan devlet makamlarının yanlış davranışlarından fayda elde etmelerine ya da yükümlülüklerinden kaçmalarına izin verilmemelidir (Bogdel/Litvanya,§ 66). AİHM mülkiyetin hatalı olarak başkasına devredilmesiyle yoksun bırakılmaya yol açılan müdahaleler yönünden iyi yönetişim ilkesinin kamu makamlarına hatalarını uygun bir biçimde düzeltme yükümlülüğü getirdiği gibi ayrıca iyi niyetli mülk sahibine yeterli bir tazminat ödenmesini veya uygun bir başka giderim sağlanmasını da gerektirdiğini kabul etmiştir (Bogdel/Litvanya, § 66; Moskal/Polonya, B. No: 10373/05, 15/9/2009, §69; Pincová ve Pinc/Çek Cumhuriyeti, B. No: 36548/97, 5/11/2002, § 53; Toşcuţă ve diğerleri/Romanya, B. No: 36900/03, 25/11/2008, § 38).b. Adil Yargılanma Hakkı Yönünden AİHM'in yerleşik içtihadına göre Sözleşme'nin maddesinin birinci paragrafının herkesin bir mahkeme veya yargı yeri önüne getirilen medeni hak ve yükümlülüklerine ilişkin herhangi bir iddiada bulunma hakkını güvence altına aldığını tekrarlamaktadır. Bu yolla, medeni uyuşmazlıklarla ilgili mahkemeye başvurma hakkına ilişkin erişim hakkının bir yönünü oluşturan mahkeme hakkı somutlaştırılmaktadır. Bununla birlikte bir taraf devletin iç hukuk sistemi, nihai ve bağlayıcı bir yargının kararının (davanın) bir tarafı(nın) zararına olacak şekilde hükümsüz/etkisiz kalmasına izin verirse bu hak aslından yoksun hâle gelebilir. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin birinci paragrafının yargı kararlarının uygulanmasını korumaksızın davacılara garanti edilen -yargılamanın adil, kamuya açık ve makul süreli olması gibi- usule ilişkin güvenceleri detaylarıyla tanımlaması gerektiği tasavvur edilemez. Bu maddeyi yalnızca mahkemeye erişim ve yargılamaların yürütülmesiyle ilgili olarak yorumlamak, taraf devletlerin Sözleşme'yi onayladıkları esnada saygı duymayı taahhüt ettikleri hukukun üstünlüğü ilkesine aykırı durumlara yol açabilir. Dolayısıyla AİHM herhangi bir mahkeme tarafından verilen bir kararın icra edilmesinin Sözleşme'nin maddesinin amaçları bakımından yargılamanın ayrılmaz bir parçası olarak kabul etmiştir (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40; Burdov/Rusya, § 34). Mahkeme hakkı, bir mahkeme kararı vasıtasıyla yalnızca hak sahipliğinin tanınmasını güvence altına alan teorik bir hak değildir; aynı zamanda kararın icra edileceğine dair meşru bir beklentiyi de içerir. Davacıların etkili bir şekilde korunması ve evvelki hukuki durumun yeniden tesis edilmesi, idari yetkililerin bağlayıcı bir hükme riayet etme yükümlülüğünü zorunlu kılmaktadır (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/11/2016, § 54). Davaya taraf olan kişinin etkin korunması ve hukuka uygunluğun sağlanması, idarenin kendisi hakkında verilebilecek nihai yargı kararlarına uymasını gerektirmektedir. İdare yargı kararını uygulamayı reddediyor, ihmal ediyor ya da onu uygulamayı geciktiriyorsa bu durumda davada taraf olan kişinin davanın safahatı süresince yararlandığı Sözleşme’nin maddesinde öngörülen teminatlar her türlü varlık nedenini kaybetmektedir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, § 115). AİHM; infaz usulleri ve idari sistemi ne kadar karmaşık olursa olsun devletin Sözleşme gereğince herkesin kendi lehine verilmiş, uygulanması zorunlu ve bağlayıcı yargı kararlarının makul bir sürede uygulanması hakkını teminat altına alma yükümlülüğü altında olduğunu vurgulamıştır. Aynı şekilde hiçbir devlet makamı, örneğin bir yargı kararıyla tespit edilen bir borcun ödenmemesine mali veya diğer kaynakların eksikliğini bahane gösteremez. AİHM ilgililerin bir yargı kararının uygulanmasını mümkün kılacak veya hızlandıracak bazı usule ilişkin girişimlerde bulunmak zorunda kalabileceklerini ancak kişilerden beklenen iş birliği yükümlülüğünün mutlak gereklilik düzeyini aşmaması gerektiğini ve her hâlde bu yükümlülüğün idareyi, aleyhine verilen kararı infaz etmek için Sözleşme’de öngörüldüğü şekilde elindeki bilgilere dayanarak kendiliğinden ve öngörülen zamanda hareket etme zorunluluğundan muaf tutmaması gerektiğini belirtmiştir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, §§ 116, 117). AİHM her halükârda devlet aleyhine bir yargı kararı aldırmış bir kişinin kararın cebri icrasını sağlamak için ayrı bir dava açmak zorunda olmadığını vurgulamıştır. AİHM'e göre verilen bir yargı kararının uygulanmasını teminat altına almak, bu zorunlu ve bağlayıcı kararın zamanında uygulanmasını sağlamak, bu kararın kesinleştiği ve infaz edilebilir hâle geldiği tarihten itibaren uygulamak kamu makamlarının öncelikli görevidir. Bu kararlar, davalı devletin ilgili makamına kurallara uygun olarak bildirilmelidir; böylece bu yetkili makam kararı uygulamak için gerekli tüm girişimlerde bulunmalı veya yargı kararlarının infazı konusunda yetkili bir diğer devlet kurumuna bu kararı iletmelidir. Cebren veya ihtiyari infaz usullerinin çakıştığı veya karmaşık olduğu hâllerde bu durum özellikle önemlidir zira kişi bu konuda hangi makamın yetkili olduğu konusunda haklı olarak şüpheye düşebilir(Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, § 118). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14525 | Başvuru, kesinleşmiş yargı kararının uygulanmaması sebebiyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kişisel verilerin güvenlik soruşturmasına esas alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, kişisel verilerin güvenlik soruşturmasına esas alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca hakkındaki işleme esas alınan bilgilerden haberdar olmaması ve yargılamanın olağanüstü hızlandırılması nedeniyle hak arama hürriyeti ile kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Bakanlık görüşünde; süreçte verilen kararlara, konuyla alakalı içtihada ve yargılamaların tarafı olan işveren tarafından sunulan görüş ile ilgili belgelere yer verilmiştir. Ayrıca başvuruya konu olan kararın OHAL döneminde alınması nedeniyle inceleme esnasında Anayasa'nın maddesinin de dikkate alınmasının faydalı olacağı ifade edilmiştir. Görüşte son olarak özel hayata saygı hakkının ihlal edilip edilmediği konusunda inceleme yapılırken Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri, Anayasa Mahkemesi içtihadı ve somut olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak bir inceleme yapılması gerektiği vurgulanmıştır. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Anayasa Mahkemesi Hüseyin Aşkan (B. No: 2017/15649, 21/7/2020) kararında otuz günlük süre kuralının bireysel başvurunun ön şartlarından biri olduğunu ve bu sürenin başlangıç tarihinin tespitinde kanun hükmü gereği öğrenme tarihinin esas alınacağını belirtmiştir (Hüseyin Aşkan, § 20). Anılan kararda bireysel başvuru süresinin işlemeye başlaması yönünden nihai kararın gerekçesinin tebliğinin öğrenme şekillerden biri olduğu, bununla birlikte başka şekillerde de öğrenmenin söz konusu olabileceği ifade edilmiştir (Hüseyin Aşkan, § 23). Bu doğrultuda Hüseyin Aşkan kararında; kullanıcıların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yaptıkları işlemlerin (doküman oluşturma, düzenleme, imzalama, açma, okuma ve yazdırma vb.) kayıt altına alındığı evrak işlem kütüğünün Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmesi sonucunda nihai kararın açılarak okunduğuna ilişkin bir işlemin tespiti hâlinde bu işlemi yapan ilgililerin işlem sırasında nihai kararın sonucunu öğrendiklerinin kabul edileceği, böyle bir durumda bireysel başvuru süresinin de bu tarihten itibaren başlatılması gerektiği belirtilmiştir (Hüseyin Aşkan, §§ 26-29). Somut olayda da nihai kararın başvurucu tarafından UYAP üzerinden 15/11/2019 tarihinde okunduğu ve başvurunun otuz günlük bireysel başvuru süresi geçtikten sonra 20/12/2019 tarihinde yapıldığı anlaşıldığından başvurunun süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42845 | Başvuru, kişisel verilerin güvenlik soruşturmasına esas alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2021/16803 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2021/16803 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/16803 | Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hukuka aykırı gözaltı tedbiri için açılan tazminat davasında yetersiz tazminata hükmedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu hakkında hırsızlık suçundan Adana Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu 21/7/2018 tarihinde gözaltına alınmış, aynı gün Başsavcılık kararıyla serbest bırakılmıştır. Başsavcılık müştekinin beyanı dışında başka bir delil bulunmadığını belirterek başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Anılan kararın kesinleşmesi üzerine başvurucu, haksız gözaltı tedbiri nedeniyle 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, gözaltına alınmasını gerektirecek hiçbir delil bulunmadığını ve gözaltı tedbirinin koşullarının oluşmadığını belirtmiştir. Kayseri Ağır Ceza Mahkemesi başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle başvurucunun tazminat hakkına sahip olduğunu ifade etmiş ve gözaltı tedbirine bağlı başvurucuya 53,44 TL maddi, 200 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu, istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi, istinaf başvurusunu kesin nitelikte kararla reddetmiştir. Bu karar başvurucuya 29/11/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu ise 30/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/1496 | Başvuru, hukuka aykırı gözaltı tedbiri için açılan tazminat davasında yetersiz tazminata hükmedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; hukuka aykırı olarak elde edilen telefon dinleme kayıtlarına dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi, olayda provokatör ajan kullanıldığı hâlde bunun kayıt dışı tutulması, ajanların duruşmada dinlenilmemesinden ötürü sorgulanamaması ve savunma tarafının iddialarının kararlarda tartışılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 21/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/2/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı 25/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 23/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 7/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Şüpheli Y.Ö.nün liderliğinde bir grubun uluslararası esrar ticareti yaptığına ilişkin istihbarat alınması üzerine şüpheliler hakkında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi üyeliğinden iletişimindinlenmesi ve kayda alınması kararı alınmıştır. Başvurucu hakkındaki 28/6/2010 tarihli kararda yapılan soruşturma kapsamında suç işlendiğine dair şüphe oluştuğu ancak başka suretle delil elde etme imkanının bulunmadığı gerekçesiyle belirtilen telefon numaralarının dinlenilmesine, kayda alınmasına ve sinyal bilgileri değerlendirilmesine karar verildiği ifadelerine yer verilmiştir. Dinleme kararında, bahse konu telefon numarasının başvurucu adına kayıtlı olmamasına karşın telefon hattının başvurucu tarafından kullanıldığı belirtilmiştir. 12/07/2010 günü yapılan operasyonda 34 VE ...9 plakalı aracın bagajında beş çuval içinde 137 paket hâlinde daralı 850 g eroin maddesi bulunmuştur. Aynı günyakalanan başvurucu Emsan Öner'in üzerindede 4 g afyon sakızı ele geçirilmiştir. Başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca suç işlemek amacıyla örgüt kurma, uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti yapma suçlarından aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde 14/9/2010 tarihli ve E.2010/524 sayılı iddianame ile kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucunun şüpheli H.K.ya operasyonda ele geçen uyuşturucu maddenin İstanbul'a gelişini, İstanbul'da karşılanmasını ve depolanmasını örgüt elemanları olan "Tohid", "X1" ve "X2" ile organize ettiği, bu kapsamda operasyonda ele geçirilen eroin maddelerinin getiren şahıslardan teslim alınıp depoya götürülmesi için H.K. isimli şahsı görevlendirdiği iddia olunmuştur. Başvurucu tarafından telefon görüşme içeriklerine itiraz edilmesi üzerine Adli Tıp Kurumunca ses incelemesi yapılmış; raporda, kayda alınan görüşmelerdeki sesin başvurucuya ait olduğunun mümkün ve muhtemel olduğu belirtilmiştir. Yargılamanın 28/9/2012 tarihli altıncı celsesinde okunan bir yazı cevabına göreTohid isimli kişi hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Dökümlerde ve örgüt şemasında "X" olarak belirtilen şahıslar hakkında bir işlem yapılıp yapılmadığı başvuru dosyasından anlaşılmamaktadır. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 23/12/2011 tarihli ve E.2010/269, K.2011/216 sayılı kararıyla suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan beraat etmiş ancak uyuşturucu ticareti yapmak suçundan başvurucunun 12 yıl 6 ay hapis ve 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"...b)Sanık EMSAN ÖNER bakımından; 12/07/2010 günü, İstanbul İli Ümraniye ilçesi Altınşehir mevkiinde yapılan operasyonda 34 VE ...9 plakalı, sanık H. K. tarafından sürücülüğü yapılanaracın bagajında beş çuval içerisinde 137 paket halinde daralı 850 gr. eroin madessinin ele geçirildiği, daha sonra ele geçen uyuşturucu maddeyle irtibatlı olduğu değerlendirilen sanık Emsan ÖNER'in yakalandığı ve sanığın üzerinde 4 gr. afyon sakızının ele geçirildiği,Her ne kadar emniyet-savcılık ve sorgu sırasında susma hakkını kullanan sanık, mahkememizdeki savunmasında atılı suçu işlemediğini ileri sürmüş ise de; Sanık Emsan Öner'in üzerinde 4 gr. afyon sakızının ele geçtiği, bunun dışında ve asıl olarak sanık H. K.da ele geçen eroin adlı uyuşturucu madde ticaretinin sanık tarafından yapılmasına yönelik olarak dosya içerisinde bulunan ve sanık tarafından yapıldığı Adli Tıp Kurumunun 2011 tarihli ses analiz raporuyla belirlenen görüşmeleri içeren iletişimin tespit tutanaklarına göre;İran ülkesinden uyuşturucu temin etmek üzere görüştüğü, kendisini Hakkı olarak sanık Emsan'a tanıtan Tohid adlı kişiyle "acil olarak Y. Ö.ye Tohid'in ulaşmaya çalıştığı, İran’dan Türkiye’ye gelen hazır 70 kilo eroin hakkında konuştukları, pazarlık yaptıkları, daha sonra teslimat safhasını planladıkları, Tohid’in eroin’i İstanbul’da karşılayacak kişinin telefonunu kendi adamlarına vermek üzere istediği, Emsan’ın istenilen numarayı Tohid’e vereceği" bilgilerini içeren 74, 75, 76, 77 nolutapeler,Teslimat anında eroini teslim edecek ve alacak şahısların birbirlerini tanıyabilmeleri için kod adların Tohid tarafından konulduğu, eroini getirecek şahsın lakabının “Orhan”, karşılayacak şahsın lakabının ise “Mecit” olarak belirlendiğini gösteren 78, 87 nolu tapeler,Gelecek olan uyuşturucu madde ile ilgili hazırlıklar için X1 ve Emsan’ın yüzyüze görüşmelerde bulunduklarını gösteren79, 80, 83, 84 nolutapeler,Sanık Emsan’ın eroini karşılayacak şahsın numarasını İran’da bir şahsa verdiği ve bu şahsın da numarayı İran’da bulunan Tohid’e elden ulaştıracağı, ayrıca Emsan nakliyeyi yapacak şahısları ileride de kullanabileceğini belirttiğini gösteren 86, 88 nolu tapeler,Tohid ile sanık Emsan’ın eroinin kilosu başına 5000 avroya anlaştıklarını gösteren 89 nolu tape,Bu dava dosyasında yargılanan ve halen firarı olan sanık Y.nin eroini karşılayacak olan Mecit lakaplı sanık H. K.nin için aldığı numaraları (.. 207 10 ... ve .. 207 11 ...), sanık Emsan aracılığı ile Tohid’e ulaştırdığını gösteren 92 nolutape,Sanık Emsan'ın, eroini getirecek olan şahsın Hakim’i araması halinde kendisine haber vermesini söylediği, Tohid’in Emsan’a eroini getireceklerin kendilerini arayıp aramadıklarını sorduğu, Emsan’ın da kimsenin aramadığını söylediği 107,115 nolu tapeler,Sanık Emsan’ın X1 ile, gelecek olan eroinin depolanması ile ilgili mesajlaştıkları, eroinin konulacağı yerin X1 tarafından uygun olmadığının belirtildiği 126, 127, 128, 129, 130, 131, 132 nolu tapeler,Teslimatta görev alacak şahısların ilk defa irtibata geçtikleri, Tohid ve Emsan arasında geçen görüşmede planlandığı gibi şahısların birbirlerini lakaplarıyla (Mecit-Orhan) tanıdıkları, Eroinin getirilmesinden sorumlu Orhan lakaplı şahsın, Mecit lakaplı sanık H. K.ya geç kalmalarının sebebini açıkladığı ve Orhan’ın nakliye parasının bir kısmını Hakim’in kendisinin mi vereceğini sorduğu, Sanık Hakim’in kendisini arayan eroini teslim edecek tarafın kendisini aradığı bilgisini Emsan’a ilettiğini gösteren 134 ve 135 nolu tapeler,Orhan lakaplı şahsın teslimat için sanık Hakim’i aradığı, Hakim’in de bu durumu Emsan’a mesajla acil olarak ulaşmasını söyleyerek bildirdiği 146,147 nolu tapelerOrhan lakaplı şahsın sanık H.ye köprüden geçerek Şile Yenidoğan’a gitmesini söyleyerek teslimat için buluşma yeri verdiğini gösteren 148 nolutape,Orhan lakaplı şahsın, sanık H.ye kendisinin yeni bir numaradan aranacağını söylediği, Orhan’ın adamı olan X2 şahsın sanık H.ye Yenidoğan Paşaköy’e teslimat için buluşma yeri verdiği, sanık Hakim’in X2’yi arayarak kendisinin sonu 89 ile biten beyaz bir Clio araç ile geleceğini söylediği, Emsan’ın da teslimat yerine yakın bir yere gittiği ve sanık Hakim’e buluşmanın olup olmadığını sorduğunu gösteren165, 166, 167, 168,169, 170, 171, 172, 173, 176,177 nolu tapeler,Sanık Emsan’ın sanık H.ye buluşmanın olup olmadığını sorduğu, H.nin Orhan’a acele etmelerini söylediği, H. halen beklediği bilgisini Emsan’a bildirdiği, Emsan’ın da Hakim’in beklediği bilgisini Tohid’e ilettiğini gösteren 179, 180, 181, 186 nolu tapeler,Tespit olunan görüşme kayıtları, sanık H. K.nın yukarıda anlatılan telefon tapeleri ile uyum gösteren savunma anlatımları, ele geçen uyuşturucu maddenin miktarının telefon tapelerinde sözü edilen uyuşturucu madde olduğunu göstermesi, telefon tapelerinde sözü edilen ve yapılan operasyon sonucu düzenlenen yakalama tutanağı ve fiziki takip tutanağıyla belgelenen uyuşturucunun araca konulmasını, takip ettiği yolu ve yakalandığı yere kadarki güzergahı işaret eden görüşme kayıtları, ayrıca savunmasında ele geçen uyuşturucu ile irtibatı olmadığını ileri süren sanığın kendisini yakalamak üzere gelen polislerin uyarısına rağmen kaçmaya çalıştığı, havaya ateş edilmesine rağmen kaçışını sürdürdüğü, kısa bir kovalamaca sonucu yakalandığı da nazara alındığında olayda hiçbir suçu olmadığını düşünen bir kişinin bu tür bir davranış içerisine girmesinin hayatın olağan akışına da uymadığı gözönünde bulundurulup sanığın savunmalarına itibar edilmemiş, Sanık Emsan Öner'in sanık H. K.ya 2010 tarihinde yapılan operasyonda ele geçen uyuşturucu maddenin İstanbul'a gelişini, İstanbul da karşılanmasını ve depolanması organize ettiği, bu kapsamda operasyonda ele geçirilen eroin maddelerinin getiren şahıslardan teslim alınıp depoya götürülmesi için H. K. isimli şahsı görevlendirdiği, böylelikle eroin adlı uyuşturucu maddenin ticaretini yaptığının sübut bulduğu sonucuna varılmakla mahkumiyetine yönelik aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir. " Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 24/1/2013 tarihli ve E.2012/8400, K.2013/760 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesi kararının onanmasına karar verilmiştir. Onama kararı 12/9/2013 tarihli duruşmada başvurucunun müdafiine tefhim edilmiştir. Başvurucu 11/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir: “(3)Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, on yıldan az olmamak üzere hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. (Ek cümle: 18/6/2014 – 6545/66 md.) Ancak, uyuşturucu veya uyarıcı madde verilen veya satılan kişinin çocuk olması hâlinde, veren veya satan kişiye verilecek hapis cezası on beş yıldan az olamaz.(4) Uyuşturucu veya uyarıcı maddenin eroin, kokain, morfin veya bazmorfin olması hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin, 25/5/2005 tarihli ve 5353 sayılı Kanun’un maddesi ile değiştirilmesinden önceki (1) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmalarda, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir ve kayda alınabilir... (6) Bu madde hükümleri ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir: a) Türk Ceza Kanununda yer alan; … Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (Madde 188), … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, Madde 220), …” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) 135 inci maddeye göre verilecek karar gereğince Cumhuriyet savcısı veya görevlendireceği adlî kolluk görevlisi, telekomünikasyon hizmeti veren kurum ve kuruluşların yetkililerinden iletişimin tespiti, dinlenmesi veya kayda alınması işlemlerinin yapılmasını ve bu amaçla cihazların yerleştirilmesini yazılı olarak istediğinde, bu istem derhâl yerine getirilir; yerine getirilmemesi hâlinde zor kullanılabilir. İşlemin başladığı ve bitirildiği tarih ve saat ile işlemi yapanın kimliği bir tutanakla saptanır. (2) 135 inci maddeye göre verilen karar gereğince tutulan kayıtlar, Cumhuriyet Savcılığınca görevlendirilen kişiler tarafından çözülerek metin hâline getirilir. Yabancı dildeki kayıtlar, tercüman aracılığı ile Türkçe'ye çevrilir. (3) 135 inci maddeye göre verilen kararın uygulanması sırasında şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi ya da aynı maddenin birinci fıkrasına göre hâkim onayının alınamaması halinde, bunun uygulanmasına Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl son verilir. Bu durumda, yapılan tespit veya dinlemeye ilişkin kayıtlar Cumhuriyet savcısının denetimi altında en geç on gün içinde yok edilerek, durum bir tutanakla tespit edilir. (4) Tespit ve dinlemeye ilişkin kayıtların yok edilmesi halinde soruşturma evresinin bitiminden itibaren, en geç onbeş gün içinde, Cumhuriyet Başsavcılığı, tedbirin nedeni, kapsamı, süresi ve sonucu hakkında ilgilisine yazılı olarak bilgi verir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fırkasının ilgili kısmı şöyledir:“Soruşturma konusu suçun işlendiği hususunda somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması ve başka surette delil elde edilememesi hâlinde, kamu görevlileri gizli soruşturmacı olarak görevlendirilebilir...” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fırkasının ilgili kısmı şöyledir:“Tanık olarak dinlenecek kişilerin kimliklerinin ortaya çıkması kendileri veya yakınları açısından ağır bir tehlike oluşturacaksa; kimliklerinin saklı tutulması için gerekli önlemler alınır...” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1504 | Başvuru, hukuka aykırı olarak elde edilen telefon dinleme kayıtlarına dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi, olayda provokatör ajan kullanıldığı hâlde bunun kayıt dışı tutulması, ajanların duruşmada dinlenilmemesinden ötürü sorgulanamaması ve savunma tarafının iddialarının kararlarda tartışılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/40165 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
A.A. BAŞVURUSU(Başvuru Numarası: 2016/24198) Karar Tarihi: 20/4/2020 İKİNCİ BÖLÜM KARAR GİZLİLİK TALEBİ KABUL Başkan:Kadir ÖZKAYAÜyeler:Engin YILDIRIM Emin KUZ Rıdvan GÜLEÇ Yıldız SEFERİNOĞLURaportör:Sinan ARMAĞANBaşvurucu:H.A.A.Vekili:Av. Haluk YÜKSEL Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca tedbir talebinin ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 10/11/2016 tarihinde başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine ilişkin işlemin geçici olarak (tedbiren) durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili kurumlardan temin edilen bilgilere göre olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Başvurucu 1974 doğumlu olup Irak Cumhuriyeti (Irak) vatandaşıdır. Annesi, babası, eşi ve çocuklarıyla birlikte Bursa'da ikamet eden başvurucu, hangi tarihte ve ne şekilde Türkiye'ye giriş yaptığını belirtmemiştir. Başvurucu, ülkesinde avukatlık ve bir üniversitede rektör yardımcılığı yapmaktadır. Başvurucu; Türkiye'de hem kendisi hem de eşi adına kayıtlı taşınmazlar olduğunu, ayrıca Ankara'daki bir şirkette de ortaklığı bulunduğunu beyan etmiştir. Başvurucu, Orhangazi Üniversitesinde tezli yüksek lisans yapmaktayken üniversiteden hukuk dersi vermesi konusunda teklif geldiğini beyan etmiştir. Başvurucunun teklifi kabul etmesi üzerine çalışma başvurusunda bulunulmuştur. 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra kayyum atanan üniversitede çalışmaya başladığını ifade eden başvurucu, millî güvenlik aleyhine faaliyetlerde bulunduğu gerekçesiyle hakkında G-82 tahdit kaydı konulduğunu söylemiştir. Başvurucu hakkında tahdit kaydı konulmasından sonra Bursa Valiliğinin 29/9/2016 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca sınır dışı etme ve idari gözetim altına alma kararları tesis edilmiştir. Söz konusu kararlar başvurucuya 30/9/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Verilen kararlara itiraz etme süresi ve yollarının da gösterildiği tebligatı başvurucu "Okudum, anladım." yazarak imzalamıştır. Bursa Sulh Ceza Hâkimliğinin 24/10/2016 tarihli kararıyla idari gözetim kararı kaldırılarak başvurucu serbest bırakılmıştır. Başvurucu, sınır dışı etme işleminin iptali için Bursa İdare Mahkemesinde dava açtığını fakat 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (676 sayılı KHK) ile yapılan değişiklik sonrasında sınır dışı etme işleminin her an icra edilebileceğini bildirmiştir. Başvurucu, iptal davasının sonucundan bahsetmemiştir. Başvurucu 11/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. Göç İdaresi Genel Müdürlüğünden Gelen Bilgiler Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün 12/12/2016 tarihli yazısıyla, başvurucu hakkındaki idari gözetim kararının Bursa Sulh Ceza Hâkimliğinin kararıyla kaldırıldığı, ayrıca başvurucunun sınır dışı etme işlemi hakkında açtığı davanın Bursa İdare Mahkemesinin 8/11/2016 tarihli kararıyla reddedildiği bildirilmiştir. Bursa İdare Mahkemesi, başvurucunun sınır dışı etme işleminin iptali amacıyla açtığı davanın kesin olarak reddine karar vermiştir. 8/11/2016 tarihli kararın ilgili kısmı şöyledir: "...Olayda, dava konusu işlemin davacıya 2016 tarihinde tebliğ edildiği, bu tarihden itibaren 15 günlük dava açma süresi içinde en son 2016 tarihine kadar dava açılması gerekirken, davanın 2016 tarihinde kayda giren dilekçe ile açıldığı, dolayısıyla süre aşımı nedeniyle işin esasının incelenme olanağının bulunmadığı sonucuna varılmıştır.Açıklanan nedenlerle; 2577 sayılı Yasa'nın maddesinin 1/b bendi uyarınca davanın süre aşımı nedeniyle reddine..." İlgili hukuk için bkz. A.A. ve A.A. [GK], B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 28- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/24198 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, güvenlik güçleri içerisinde örgütlendiği ileri sürülen bir yapı tarafından gerçekleştirilen öldürme olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi ve yaşamın bu yapıya karşı korunamaması nedenleriyle yaşam hakkının; olay nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan müracaat sonrasında idari yargıda açılan davanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve kararların gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; diğer ihmal olaylarına oranla bu tarz olaylarda daha düşük tazminata hükmedilmesi nedeniyle de ayrımcılık yasağının edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu dava ve ceza soruşturması dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2/6/1994 tarihinde uğradığı bir silahlı saldırı sonucu yaşamını yitiren Ab. adlı kişinin eşidir. Aynı saldırıda Ab.nin şoförü Me.A. da yaşamını yitirmiştir. Başvurucu; bireysel başvuru formunda, olayın meydana geldiği tarihte Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) Şanlıurfa İl Başkanlığı görevini yürütmekte olan eşinin devlet içinde örgütlendiği ileri sürülen Jandarma İstihbarat Terörle Mücadele (JİTEM) adlı bir yapı tarafından öldürüldüğünü belirtmiştir.A. Olay Hakkındaki Ceza Soruşturması Süreci Şanlıurfa'da 2/6/1994 tarihinde Apartmanı'nın önünde kavga olduğunun polise bildirilmesi üzerine O., G.U. ve A. adlı polis memurları olay yerine gitmiştir. Olay yerine giden polis memurları, Apartmanı'nın önünde silahlı bir çatışmanın yaşanmış olduğunu görmüştür. Polis memurlarınca hazırlanan 2/6/1996 tarihli Olay Yeri Görgü ve Tespit Tutanağı'nda özetle olay yerine gidildiğinde Apartmanı'nın bahçesinin giriş kapısının önünde bulunan 63 .. 006 plakalı araçta mermi delikleri olduğunun görüldüğü, bu aracın ön tarafında Me.A. adlı şahsın, apartmanın zemin katındaki kalorifer dairesinin giriş kapısının önünde ise Ab. adlı şahsın yaralı olarak bulunduğu, yaralı olan bu kişilerin ayrı ayrı araçlara bindirilerek hastaneye sevk edildiği ifade edilmiştir. Tutanakta apartmanın bahçe kapısı ile kalorifer dairesinin giriş kapısı önünde diğer bazı delillerin yanı sıra birçok boş mermi kovanının bulunduğu belirtilmiştir. Tutanakta ayrıca kalorifer dairesinin yanında Ab.ye ait olduğu değerlendirilen siyah bir çanta içinde bir adet tabancanın bulunduğu belirtilmiştir. Son olarak olayı 06 .. 246 plakalı B. marka beyaz bir araçta bulunan kişilerin gerçekleştirdiği ve bu kişilerin olay yerinden kaçtığı ifade edilmiştir. Saldırıda yaralanan Ab. ve Me.A. kaldırıldıkları hastanede aynı gün yaşamlarını yitirmiştir. Olay hakkında Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında 2/6/1994 tarihinde olay yeri incelemesi ile klasik otopsi işlemleri gerçekleştirilmiştir. Olay yeri incelemesi sırasında bulunan 62x39 mm çap ve tipindeki on dört mermi kovanı ile 9x19 mm çap ve tipindeki yirmi yedi mermi kovanı Bölge Kriminal Polis Laboratuvarına gönderilmiştir. Olay yerinde bulunan bu mermi kovalarının hangi silahtan atıldığı tespit edilememiştir. Bunun üzerine söz konusu mermi kovanları "Silahı Tespit Edilemeyen Olaylar Arşivi"nde muhafaza altına alınmıştır. Mermi kovanlarına ilişkin 5/6/1994 tarihli uzmanlık raporunda söz konusu mermi kovanlarının atılmış olduğu silahların tespit edilmesi hâlinde durumun ek uzmanlık raporu ile bildirileceği ifade edilmiştir. Ayrıca soruşturma kapsamında bazı kişilerin ifadeleri alınmıştır. Cumhuriyet savcısı, olay tarihinde bina görevlisi olan R.Y.nin ifadesini 2/6/1994 tarihinde almıştır. R.Y. ifadesinde özetle olayı gerçekleştiren kişileri görmediğini, olaydan önce şüpheli şahıs ya da şahıslara da rastlamadığını belirtmiştir. Cumhuriyet savcısı, yaralı olarak hastaneye kaldırılan kişilere tıbbi müdahalede bulunan doktorların da ifadelerini almıştır. Doktorlar, ifadelerinde yaralı olarak hastaneye getirilen Ab. ve Me.A.nın olayla ilgili olarak kendilerine bir şey söylemediğini, bu kişilerin zaten hastaneye getirilmelerinden kısa bir süre sonra hayatlarını kaybettiğini ifade etmişlerdir. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı, olayı soruşturma görev ve yetkisinin Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığında olduğunu belirterek 30/6/1994 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir. Bu karar sonrasında olay hakkındaki soruşturmayı Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 1994/4218 sayılı dosya üzerinden yürütmeye başlamıştır. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 11/7/1994 tarihinde olayın fail ya da faillerinin zamanaşımı süresi dolana kadar daimî aramaya tabi tutulmasına karar vermiştir. Bu tarihten sonra kolluk görevlilerince düzenlenen, olayın fail ya da faillerinin tespit edilemediğine ilişkin tutanaklar Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Başvurucu 13/8/1999 tarihinde vekili aracılığıyla dosyanın bir suretini Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığından talep etmiştir. Bu talep üzerine 16/8/1999 tarihinde soruşturma evrakının bir kısmının onaylı sureti başvurucu vekiline verilmiştir. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 18/5/2004 tarihinde daimî arama kararı vermiştir. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı olayın fail ya da faillerinin zamanaşımı süresi doluncaya araştırılmasını ve bu konu hakkında üç ayda bir, düzenli olarak Başsavcılığa bilgi verilmesini ilgili kolluk makamlarından talep etmiştir. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı bu kararında zamanaşımı tarihi olarak 3/6/2014 tarihini göstermiştir. Daimî arama kararı uyarınca kolluk görevlilerince düzenlenen, olayın fail ya da faillerinin tespit edilemediğine ilişkin tutanaklar Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Saldırıda ölen Ab.nin kardeşi Ö.F., ağabeyinin çok yakın arkadaşı olan E.K.nın olayla ilgili olarak ifadesinin alınması için 28/7/2009 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına bir dilekçe sunmuştur. Bunun üzerine 7/6/2010 tarihinde tanık sıfatıyla E.K.nın ifadesi alınmıştır. E.K. ifadesinde özetle 1993 yılında HADEP Şanlıurfa il başkanlığı görevini yürüttüğünü, aynı Parti teşkilatında olmalarından dolayı Ab.yi tanıdığını, Ab. öldürüldüğünde kendisinin ceza infaz kurumunda olduğunu, söz konusu dönemlerde Parti faaliyetlerini bırakmadıkları takdirde öldürülecekleri yönünde birçok tehdit aldıklarını ifade etmiştir. Saldırıda ölen Ab.nin kardeşi Ö.F., 10/8/2010 tarihli bir dilekçe ile Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat etmiş ve ağabeyinin ölümüne neden olan olayın yaşandığı tarihte Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve Şanlıurfa Valiliği görevlerinde bulunan kişilerin söz konusu olayda sorumluluğunun bulunduğunu ileri sürmüştür. Ö.F., ağabeyinin ölümünde bu kişilerin sorumluluğunun bulunduğu iddiasını 3/8/2010 tarihinde bir televizyon programında açıklamalarda bulunan A.K.ya dayandırmıştır. Ö.F., emekli Korgeneral A.K.nın anılan programda 1993-1997 yıllları arasındaki faili meçhullerin bir devlet politikası olduğunu belirttiğini ifade etmiştir. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı, Ö.F.nin dilekçesi üzerine yeni bir soruşturma dosyası açmış ancak 29/9/2010 tarihinde görevsizlik kararı vererek dosyayı Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı ise kendisine gönderilen bu soruşturma dosyasının olay hakkındaki 1994/4218 sayılı soruşturma dosyası ile birleştirilmesine 8/11/2010 tarihinde karar vermiştir. Başvurucu 3/4/2013 tarihinde vekili aracılığıyla soruşturma dosyasının bir suretini almıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, olay yerinde bulunan mermi kovanlarının incelenmesi için Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğüne müzekkere yazmıştır. Bunun üzerine Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünce hazırlanan 8/4/2013 tarihli ekspertiz raporunda özetle olay yerinde bulunan 62x39 mm çap ve tipindeki on dört mermi kovanı ile 9x19 mm çap ve tipindeki yirmi yedi mermi kovanının "Silahı Tespit Edilemeyen Olaylar Arşivi"nde kayıtlı mermi kovanları ile karşılaştırıldığı ancak soruşturma konusu olay ile arşivdeki olaylar arasında bir irtibat kurulamadığı belirtilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun uyarınca 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesi gereği kurulan mahkemeler ile Cumhuriyet başsavcılıklarının görevlerine son verildiği gerekçesiyle 10/3/2014 tarihinde yetkisizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı 20/10/2014 tarihinde Şanlıurfa İl Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazarak olay hakkında herhangi bir bilgi ve belgenin tespit edilip edilmediğini sormuştur. Bunun üzerine Şanlıurfa İl Emniyet Müdürlüğü 13/11/2014 tarihli bir yazı ile Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına olay hakkında bilgi vermiştir. Şanlıurfa İl Emniyet Müdürlüğü bu yazıda Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 18/5/2004 tarihli daimî arama kararını ilgi göstererek olayın fail ya da faillerinin araştırıldığını, bu husus ile ilgili olarak üç ayda bir Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına bilgi verildiğini ancak faillerin yakalanamaması üzerine zamanaşımı süresi olan 3/6/2014 tarihinde aramalara son verildiğini belirtmiştir. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının 28/11/2014 tarihli talimatı doğrultusunda İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 14/1/2015 tarihinde A.K. adlı emekli korgeneralin ifadesi alınmıştır. A.K., katıldığı bir televizyon programında terörle mücadele ile ilgili genel değerlendirmeler yaptığını, değerlendirmelerinin özel bir olaya dair olmadığını, kendisinin denizci olması nedeniyle herhangi bir terörle mücadele harekatına katılmadığını belirtmiştir. Başvurucunun vekili 3/2/2015 tarihinde Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ederek soruşturmanın hangi aşamada olduğunu sormuştur. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturmanın derdest olduğunu başvurucu vekiline bildirmiştir. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı, somut olayda zamanaşımı süresinin yirmi yıl olduğu ve bu sürenin dolduğu gerekçesiyle 20/7/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.B. İdari Yargı Süreci Başvurucu, eşinin ölümü nedeniyle uğramış olduğu maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle 5233 sayılı Kanun uyarınca Şanlıurfa Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığına (Zarar Tespit Komisyonu) müracaat etmiştir. Bu müracaatta başvurucunun iki çocuğu da maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu bu dilekçede özetle eşinin kimliği belirsiz kişi ya da kişilerin silahlı saldırısı sonucunda öldürüldüğünü, olayın yaşandığı dönemin ülke genelinde terörün en yoğun yaşandığı, birçok sivil vatandaşın kimliği belirsiz kişilerce öldürüldüğü bir dönem olduğunu belirtmiş ve toplam 000 TL maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Zarar Tespit Komisyonu 23/11/2005 tarihli ve 2005/139 sayılı karar ile başvurucuya ve iki çocuğuna toplam 560 TL ödenmesine karar vermiştir. Söz konusu meblağı kabul etmeyen başvurucu 000 TL maddi, 000 TL manevi olmak üzere toplam 000 TL tazminatın tarafına ödenmesine karar verilmesi istemiyle Şanlıurfa Valiliğine karşı Gaziantep İdare Mahkemesinde 14/2/2006 tarihinde dava açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde, eşinin kimliği belirsiz kişi ya da kişilerin silahlı saldırısı sonucunda öldürüldüğünü yinelemiş ve olay nedeniyle ciddi derecede maddi ve manevi zarara uğradığını ifade etmiştir. Başvurucu; dava dilekçesinde, Zarar Tespit Komisyonu kararının iptalini istemiş ve tazminat hukukunun genel ilkeleri doğrultusunda hesaplanacak olan maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmesi talebinde bulunmuştur. Ayrıca maddi tazminat miktarının belirlenmesinde somut olayın koşullarının dikkate alınmayarak sabit bir tazminata hükmedilmesinin hakkaniyete aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu dava dilekçesinde son olarak somut olayda manevi zararlarının da karşılanması gerektiğini ifade etmiştir. Gaziantep İdare Mahkemesi 20/11/2006 tarihinde davanın yetki yönünden reddine ve dosyanın yetkili Şanlıurfa İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Bunun üzerine yargılamaya devam eden Şanlıurfa İdare Mahkemesi 28/9/2007 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısımları şöyledir:"(...) (...) davacı vekili tarafından 5233 sayılı Yasa kapsamında eşinin kimliği belirsiz kişiler tarafından öldürülmesi dolayısıyla uğradığı ileri sürülen maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle yaptığı başvuru üzerine davalı idarece gerekli tahkikatların yapılarak davacının eşinin terör mağduru olduğunun tespit edildiği ve anılan Yasa ve ilgili Yönetmeliğin yukarıda metnine yer verilen hükümleri doğrultusunda (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında ödeme yapılmasına karar verildiği anlaşıldığından dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamıştır.Davacının, 5233 sayılı Yasa ile sabit bir tazminat miktarı belirlenmesinin hukukun genel ilkelerine aykırı olduğu iddiasına gelince; davacı tarafından eşinin terör örgütü mağduru olduğundan bahisle yapılan başvuru, 233 sayılı Yasa kapsamında yapılmış olup, davalı idare tarafından yasa ile öngörülen miktarın ödenmesine karar verilmiş olup, davalı idare tarafından yasa ile öngörülen hesaplama şeklinin dışına çıkılması mümkün olmadığından davacının bu hususa ilişkin iddiası yerinde görülmemiştir." Başvurucu genel olarak dava dilekçesinde belirttiği hususları yineleyerek temyiz yoluna başvurmuştur. Danıştay Onbeşinci Dairesi 17/6/2014 tarihinde ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 17/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 13/2/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu (B. No: 2014/15732, 24/1/2018, §§ 32-69); Aziz Biter ve diğerleri (B. No: 2015/4603, 19/2/2019, §§ 21-33); 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , , ,geçici , geçici maddeleri; 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, ve maddeleri. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3470 | Başvuru, güvenlik güçleri içerisinde örgütlendiği ileri sürülen bir yapı tarafından gerçekleştirilen öldürme olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi ve yaşamın bu yapıya karşı korunamaması nedenleriyle yaşam hakkının; olay nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan müracaat sonrasında idari yargıda açılan davanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve kararların gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; diğer ihmal olaylarına oranla bu tarz olaylarda daha düşük tazminata hükmedilmesi nedeniyle de ayrımcılık yasağının edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari işlemin iptali davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 4/4/2011 tarihinde dava açmıştır. Yargılama, vekalet ücreti yönünden devam etmektedir. Başvurucu, idare mahkemelerinde açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 12/7/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/24497 | Başvuru, idari işlemin iptali davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının, 2017/32206 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/32206 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari gözetim kararı verilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonun 13/1/2020 tarihli kararıyla başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine dair işleminin tedbiren durdurulması talebi reddedilmiş, adli yardım talebi kabul edilmiştir. Komisyon, başvurunun kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası yönünden başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: 1989 yılı doğumlu ve Rusya vatandaşı olan başvurucu, Suriye'deki iç karışıklıktan kaçarak 2019 yılında Türkiye'ye geldiğini ifade etmiştir. Başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği isnadıyla ceza soruşturması başlatılarak ardından ceza davası açılmıştır. Yapılan yargılama sonunda başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Şanlıurfa Valiliğinin (Valilik) 20/11/2019 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca kamu düzeni veya kamu güvenliği veya kamu sağlığı açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle başvurucunun sınır dışı edilmesine ve 6 ay süreyle idari gözetim altına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucunun idari gözetim altına alınma kararına karşı yaptığı itiraz, Şanlıurfa Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/12/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 3/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun sınır dışı işlemine karşı açtığı iptal davası, bireysel başvuru tarihinden sonra Şanlıurfa İdare Mahkemesinin 8/7/2020 tarihli kararıyla davacı hakkında verilen sınır dışı işleminin Valiliğin 3/7/2020 tarihli kararıyla iptal edildiği tespit edilerek dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/1359 | Başvuru, idari gözetim kararı verilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yasal dayanağı bulunmamasına karşın disiplin cezası verilmesi nedeniyle suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Uludağ Üniversitesi İnegöl İşletme Fakültesinde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Başvurucu 2015 yılı Nisan döneminde doçentlik unvanı alabilmek için başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun eserleri üzerinde yapılan inceleme neticesinde Yükseköğretim Kurulu (YÖK) 24/4/2016 tarihli kararıyla başvurucunun etik ihlali yaptığı sonucuna varmıştır. Kararda, başvurucunun B2 numaralı eseriyle "akademik atama ve yükselme başvurularında bilimsel araştırma ve yayınlara ilişkin yanlış ve yanıltıcı beyanda bulunmak" ve D2 numaralı eseriyle de "tekrar yayım yoluyla" etik ihlalinde bulunduğu belirtilmiştir. Anılan durum YÖK'ün 30/6/2016 tarihli yazısı ile Uludağ Üniversitesi Rektörlüğüne (Rektörlük) bildirilmiş ve başvurucu hakkında soruşturma açılması istenmiştir. Bunun üzerine Rektörlük tarafından 25/7/2016 tarihinde etik ihlali iddiasıyla başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Yürütülen soruşturma kapsamında 17/8/2016 tarihli yazı ile başvurucudan yazılı savunması istenmiştir. Başvurucu 31/8/2016 tarihinde yazılı savunmasını yapmıştır. Savunmasında, etik ihlal iddiası ile disiplin soruşturması yürütülemeyeceğini ve disiplin cezası verilemeyeceğini belirtmiştir. Anayasa Mahkemesinin 14/1/2015 tarihli kararıyla 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun disiplin cezalarını düzenleyen maddesinin iptal edildiğini ve disiplin cezalarının kanuni dayanağının ortadan kalktığını ifade etmiştir. Yasa koyucu tarafından yeni düzenleme yapılmadığı müddetçe kendisi hakkında disiplin cezası verilemeyeceğini vurgulamıştır. Hakkında yürütülen soruşturmanın usule aykırı olduğunu ve herhangi bir etik ihlalin söz konusu olmadığını ileri sürmüştür. Bu hususlar gözönünde bulundurularak hakkında ceza tayinine yer olmadığı şeklinde işlem tesis edilmesini talep etmiştir. Rektörlüğün 6/10/2016 tarihli işlemiyle başvurucu, etik ihlali fiilinin 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinde düzenlenen "Devlet memuru vakarına yakışmayan tutum ve davranışta bulunmak" kapsamında olması nedeniyle uyarma cezası ile tecziye edilmiştir. Başvurucu 18/10/2016 tarihinde cezaya itiraz etmiştir. Dilekçesinde; şahsı ile ilgili olarak geçmişte almış olduğu iyi hâl, başarı ve ödüllerin değerlendirilerek bir alt ceza uygulanmak suretiyle ceza verilmesine yer olmadığı şeklinde karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir. 31/8/2016 tarihli savunmasında belirtildiği üzere hakkında disiplin cezası verilemeyeceğini ve yayınlarında herhangi bir etik ihlalinin bulunmadığını ileri sürmüştür. Disiplin Kurulunun 20/10/2018 tarihli kararıyla uyarma cezasına karşı yapılan itiraz reddedilmiştir. Söz konusu karar Rektörlüğün 9/11/2016 tarihli işlemiyle başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/12/2016 tarihinde uyarma cezasının iptali istemiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde, cezanın verildiği tarihte etik ihlali nedeniyle disiplin cezası verilmesine yönelik kanuni dayanak bulunmaması nedeniyle verilen cezanın suçta ve cezada kanunilik ilkesine aykırı olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi tarafından 2547 sayılı Kanun'un disiplin cezalarını düzenleyen maddesinin iptal edildiğini ve disiplin cezalarının kanuni dayanağının ortadan kalktığını, bu sebeple doçentlik başvurusunun kabul ya da reddedilmesi şeklinde karar verilebileceğini ancak başvurusundan yola çıkılarak etik ihlali gerekçesi ile kendisine ceza verilemeyeceğini ifade etmiştir. Öte yandan başvurucu, disiplin soruşturması ile ilgili birçok usule aykırılık bulunduğunu ileri sürmüştür. Rektörlük 12/1/2017 tarihinde savunmasını yapmıştır. Savunma dilekçesinde, Anayasa Mahkemesinin 14/1/2015 tarihli iptal kararı sonrasında 12/11/2015 tarihinde YÖK Genel Kurulunun toplandığı ve yürütülen disiplin soruşturmalarında 2547 sayılı Kanun'un maddesinin (a) bendi ile diğer maddelerinde özel olarak düzenlenen disipline dair hususlar dışında 657 sayılı Kanun'un disipline ilişkin düzenlemelerin geçerli olduğu kararının alındığı belirtilmiştir. Bu nedenle verilen cezanın kanuni dayanağının bulunduğu vurgulanmıştır. Disiplin soruşturmasının ve soruşturma sonucunda verilen cezanın usule uygun olduğu ifade edilmiştir. Bursa İdare Mahkemesi (Mahkeme) 6/6/2017 tarihinde dava konusu uyarma cezasının iptaline karar vermiştir. Kararda, 2547 sayılı Kanun'un maddesinin b bendinde 1/3/2014 tarihli ve 6528 sayılı Kanun'un maddesiyle değişiklik yapıldığı ancak anılan değişikliğin Anayasa Mahkemesinin 14/01/2015 tarihli kararıyla iptal edildiği belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesinin kararının ilgili kısmına yer verildikten sonra konuya ilişkin Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 29/4/2015 tarihli kararından bahsedilmiştir. Kararda yine yukarıda bahsi geçen YÖK Genel Kurulunun 12/11/2015 tarihli toplantısına ve toplantıda alınan yürütülen disiplin soruşturmalarında 2547 sayılı Kanun'un maddesinin (a) bendi ile diğer maddelerinde özel olarak düzenlenen disipline dair hususlar dışında 657 sayılı Kanun'un disipline ilişkin düzenlemelerin geçerli olduğu yer almıştır. Bununla birlikte Mahkeme; yükseköğretim elemanlarının 657 sayılı Kanun'a tabi olmadığını, 657 sayılı Kanun’un 2547 sayılı Kanun’a tabi personel için de uygulanmasının ancak öğretim elemanlarına ilişkin yasal düzenlemelerde 657 sayılı Kanun’a açık bir şekilde atıf yapılması hâlinde mümkün olabileceğini vurgulamıştır. Bu sebeple 2547 sayılı Kanun'da disiplin işleri yönünden 657 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanacağına ilişkin açık bir düzenleme bulunmadığını belirterek başvurucu hakkında tesis edilen işlemin hukuka aykırı olduğu sonucuna varmıştır. Rektörlük 22/6/2017 tarihinde kararı istinaf etmiştir. İstinaf dilekçesinde, başvurucunun 657 sayılı Kanun'a tabi olmadığına ilişkin mahkeme yorumunun yanlış ve hatalı olduğu belirtilmiştir. 11/10/1983 tarihli ve 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu'nun maddesi uyarınca Kanun'da hüküm bulunmayan hâllerde 2547 sayılı Kanun ile 657 sayılı Kanun hükümleri uygulanacağı, bu sebeple davacıya 657 sayılı Kanun'un disiplin hükümleri uygulanmasında hukuka aykırı bir durum olmadığı ifade edilmiştir. Disiplin soruşturmasının usule uygun olması ve fiiline karşılık gelen ceza ile cezalandırılmış olması nedeniyle mahkeme kararının kaldırılarak davanın reddine karar verilmesi gerektiği savunulmuştur. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 22/3/2018 tarihinde istinaf talebini kabul ederek mahkeme kararını kaldırmış ve davayı kesin olarak reddetmiştir. Kararda yapılan soruşturma sonrasında davacının etik ihlalde bulunduğunun sübuta erdiği belirtilmiştir. Nihai karar 17/5/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/6/2018tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "...A- Uyarma : Memura, görevinde ve davranışlarında daha dikkatli olması gerektiğinin yazı ile bildirilmesidir.Uyarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:...e) Devlet memuru vakarına yakışmayan tutum ve davranışta bulunmak,..." Anayasa Mahkemesinin 14/1/2015 tarihli ve E.2014/100, K.2015/6 sayılı kararı ile iptal edilen 6528 sayılı Kanun’un maddesi şu şekildedir:"4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 53 üncü maddesinin (b) fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.“b. Öğretim elemanları, memur ve diğer personele uygulanabilecek disiplin cezaları uyarma, kınama, yönetim görevinden ayırma, aylıktan kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması, üniversite öğretim mesleğinden çıkarma ve kamu görevinden çıkarma cezalarıdır. Hangi fiillere hangi disiplin cezasının uygulanacağı, bu bentte sayılan kişilerin disiplin işlemleri ve disiplin amirlerinin yetkileri, Devlet memurlarına uygulanan usul ve esaslar da göz önüne alınmak suretiyle Yükseköğretim Kurulunca düzenlenir." 2547 sayılı Kanun’un “Genel esaslar” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" ...b. (Değişik: 2/12/2016 - 6764/26 md.) Devlet ve vakıf yükseköğretim kurumlarının öğretim elemanlarına uygulanabilecek disiplin cezaları uyarma, kınama, aylıktan veya ücretten kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması veya birden fazla ücretten kesme, üniversite öğretim mesleğinden çıkarma ve kamu görevinden çıkarma cezalarıdır. (Ek cümleler:15/4/2020-7243/7 md.) Öğretim elemanları dışında iş sözleşmesiyle çalışan personel 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu ve iş sözleşmesi veya toplu iş sözleşmesine tabidir. Memurlar hakkında ise 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125 inci maddesi uygulanır.(1) (Değişik:15/4/2020-7243/7 md.) Uyarma: Öğretim elemanına, görevinde ve davranışlarında daha dikkatli olması gerektiğinin yazı ile bildirilmesidir. Uyarma cezasını gerektiren fiiller şunlardır:...c) Görevin tam ve zamanında yapılmasında, görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasların yerine getirilmesinde, kayıtsızlık göstermek veya düzensiz davranmak...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: " Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir... Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır." Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:" Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Aynı biçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinde yer alan "suç oluşturmayan eylem" ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini de Sözleşme'nin maddesinde yer alan "suç ile itham edilme" kavramına ilişkin olarak ortaya koyduğu üç kıstas ile açıklamaktadır. AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer bulan "suç ile itham edilme" kavramının taraf devletlerin iç hukuklarındaki karşılıklarından bağımsız, otonom bir yapıya sahip olduğunu vurgulamaktadır (Adolf/Avusturya, B. No: 8269/78, 26/3/1982, § 30). Yine AİHM'e göre tek başına "itham" kavramı da Sözleşme'nin anlamı dâhilinde anlaşılmalıdır. Bu kapsamda "itham" kavramı yetkili makamlarca bir kişiye suç işlediği iddiasının resmî olarak bildirimi şeklinde açıklanabilir. Böyle bir tanım aynı zamanda şüpheli kişilerin sonuçlarından büyük ölçüde etkilendikleri durumları da içine alır (Deweer/Belçika, B. No: 6903/75, 27/2/1980, §§ 42-46; Eckle/Almanya, B. No: 8130/78, 15/7/1982,§ 73). AİHM, suç isnadını değerlendirirken üç kriter dikkate almaktadır. Bunlar iç hukuktaki sınıflandırma, suçun türü ve cezanın türü ile ağırlığıdır (Engel ve diğerleri/Hollanda [GK], B. No: 5100/71, 5101/71, 5102/71, 5354/72, 5370/72, 8/6/1976,§§ 82, 83). AİHM'e göre birinci kriterin diğer kriterlere göre göreceli olarak ağırlığı olsa da değerlendirme için birinci kriter ancak bir başlangıç noktası oluşturur. Şöyle ki eğer taraf devletin iç hukuku bir eylemi suç olarak nitelendirmiş ise bu, maddenin kapsamının uygulanması bakımından belirleyicidir. Ancak eğer ulusal hukukta böyle bir nitelendirme yok ise AİHM yine de başvuru konusu edilen cezai sürecin ulusal sınıflandırmasının ötesine bakacak ve maddi gerçeği inceleyecektir (Engel ve diğerleri/Hollanda, § 81). Sözleşme'nin maddesinin kapsamının uygulanmasını belirleyecek daha önemli bir kriter olarak değerlendirilen (Jussila/Finlandiya [BD], B. No: 73053/01, 23/11/2006) suçun türü kriteri ise şu faktörlerin hesaba katılmasını gerektirmektedir:i. Başvuruya konu cezai sürecin doğrudan -örneğin bir meslek grubu gibi- belirli bir gruba mı yönelik olduğu yoksa herkes için bağlayıcılığı olan genel bir etki mi yarattığı (Bendenoun/Fransa, B. No: 12547/86, 24/2/1994, § 47)ii. Cezai sürecin kamu gücünü kullanan bir kamu otoritesi tarafından yürütülüp yürütülmediği (Benham/Birleşik Krallık [BD], B. No: 19380/92, 10/6/1996, § 56)iii. Cezai sürecin cezalandırıcı ya da caydırıcı bir amacının bulunup bulunmadığı (Öztürk/Almanya [GK], B. No: 8544/79, 21/2/1984, § 53; Bendenoun/Fransa, § 47)iv. Cezai sürecin sonunda öngörülen cezanın uygulanmasının bir suç tespitine bağlı olup olmadığı (Benham/Birleşik Krallık, § 56)v. Benzer cezai süreçlerin diğer taraf devletlerin hukuklarında nasıl sınıflandırıldığı (Öztürk/Almanya, § 53) Üçüncü ve son kriter cezanın türü ve ağırlığı ise maddenin uygulanma kapsamının belirlenmesinde cezai sürecin sonunda öngörülen cezanın olası en yüksek miktarının da dikkate alındığını ortaya koymaktadır (Campbell ve Fell/Birleşik Krallık, B. No: 7819/77, 7878/77, 28/6/1984, § 72; Demicoli/Malta, B. No: 13057/87, 27/8/1991, § 34). AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin cezai süreçler bakımından kapsamının belirlenmesinde Engel ve diğerleri/Hollanda başvurusuna ilişkin kararda altı çizilen ikinci ve üçüncü kriterlerin birlikte uygulanması gerekli değildir. Yine de her bir kriterin ayrı ayrı analizi üzerinden sonuca varılamayan durumlarda kriterlerin kümülatif olarak değerlendirilmesine ilişkin bir yaklaşım da benimsenebilir (Bendenoun/Fransa, § 47). AİHM, söz konusu üç kriteri uygulayarak sonuca ulaştığı disiplin işlemine karşı yapılan bir başvuruda (Çelikateş ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 45824/99, 7/11/2000), kamu görevine giriş ile kamu görevine son verilmesi şartlarına karşı yapılan bir başvuruda (Sidabras ve Džiautas/Litvanya (k.k.), B. No: 55480/00 ve 59330/00, 1/7/2003) ve anayasa ihlalleri nedeniyle cumhurbaşkanı aleyhine başlatılan itham sürecine karşı yapılan bir başvuruda (Paksas/Litvanya [BD], B. No: 34932/04, 6/1/2011, §§ 64-69) şikâyetlerin Sözleşme'nin ve maddelerinin kapsamı dışında kaldığı sonucuna varmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/18612 | Başvuru, yasal dayanağı bulunmamasına karşın disiplin cezası verilmesi nedeniyle suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararının gereğinin yerine getirilmemesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Ege Bölgesi'ne yönelik bölgesel karasal radyo yayın lisansı ile 1995 yılından bu yana kesintisiz radyo yayını yapan başvurucu, Radyo ve Televizyon Üst Kurulundan (RTÜK) yerel radyo yayın lisanslarının ulusal radyo yayın lisansına dönüştürülmesi talebinde bulunmuş; anılan talebinin idare tarafından reddedilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi, Medya İzmir Basın Yayın Rek. San. ve Tic. A. Ş. (B. No: 2015/7019, 8/2/2018) kararı ile idare tarafından karasal radyo yayını frekans tahsislerinin sıralama ihalesi yapılmamasından kaynaklanan yapısal sorun nedeniyle başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Öte yandan başvurucu, ihlal kararının kendisine tebliği üzerine RTÜK'e başvurarak tüm şehirlerde yapılabilecek uygun durumdaki karasal radyo yayınına ilişkin frekansları ayrıntılı biçimde belirtmiş; ulusal radyo yayını yapmalarında teknik bir imkânsızlık olmadığını ileri sürerek karasal radyo frekans (FM) ihalesi yapılıncaya kadar, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararının uygulanması doğrultusunda, tespit edilen frekanslarda yayın yapma izni talep etmiştir. Başvurucu 5/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 1/9/2021 tarihli dilekçesiyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini bildirmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/15504 | Başvuru, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararının gereğinin yerine getirilmemesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, yaklaşık altı yıldır süren uzun tutukluluk nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru, 8/1/2014 tarihinde Bafra Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 30/4/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihi itibarıyla Bafra T Tipi Cezaevinde hükmen tutuklu olarak bulunmaktadır. Başvurucu, 23/2/2008 tarihinde işlendiği iddia edilen çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçu kapsamında Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesinin 28/2/2008 tarih ve 2008/126 sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 12/3/2008 tarihli iddianamesiyle, anılan suçla ilgili olarak başvurucu hakkında Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince verilen 24/2/2009 tarih ve E.2008/276, K.2009/70 sayılı mahkumiyet kararı Yargıtay Ceza Dairesinin 22/11/2010 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Bozma sonrası Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 1/3/2011 tarih ve E.2011/30, K.2011/64 sayılı direnme kararı, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 31/1/2012 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma sonrası yapılan yargılamada Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, 4/4/2013 tarih ve E.2012/202, K.2013/152 sayılı kararla başvurucunun, çocuğun beden ve ruh sağlığını bozacak şekilde basit cinsel istismarı suçundan 13 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar etmiştir. Karar başvurucunun yüzüne karşı tefhim edilmiştir. Başvurucunun tutukluluğun devamına dair 4/4/2013 tarihli karara karşı itiraz yoluna başvurduğuna dair herhangi bir bilgi veya belge bulunmamaktadır. Başvurucu, 8/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi kararının temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 18/2/2014 ve E.2013/9925, K.2014/1904 sayılı kararla hüküm onanmasına karar vermiştir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ve maddeleri. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/342 | Başvurucu, yaklaşık altı yıldır süren uzun tutukluluk nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. | 0 |
Başvuru, yabancı uyruklu başvurucunun ülkeye alınmaması nedeniyle seyahat hürriyetinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Yabancı uyruklu başvurucu 21/6/2018 tarihinde ülkemize giriş yapmak üzere Atatürk Havalimanı'na gelmiştir. Atatürk Havalimanı Kabul Edilemez Yolcular ve Sınırdışı İşlemleri Büro Amirliği'nde (Büro Amirliği) görevli risk analiz birimlerince başvurucunun ülkemizde faaliyet gösteren terör örgütleri ile irtibatlı olabileceği ve ülkeye girişinin sakıncalı olabileceğine yönelik değerlendirme yapılmıştır. Bu değerlendirme neticesinde Ç-138 (İnad-Kabul Edilmeyen Yolcu) ile Ç-141 (Ülkemize Girişi Bakanlık İznine Tabi Olan Yabancı Kişiler) tahdit kodu uygulanarak başvurucu hakkında Türkiye'ye giriş yasağı kararı düzenlenmiştir. Başvurucu, hakkında tesis edilen ülkeye giriş yasağı işleminin iptali için 6/7/2018 tarihinde idari yargıda dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; davaya konu idari işlemin hukuka aykırı olduğunu ve somut gerekçesinin bulunmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu Türk vatandaşı olmadığını, profesyonel gazeteci olarak çalıştığını ve Diyarbakır'ın Sur ilçesinde turistik gezi yapmak amacıyla ülkeye geldiğini belirterek anılan idari işlemin iptalini talep etmiştir. İstanbul İdare Mahkemesi 30/7/2018 tarihinde başvuruya konu idari işlemin Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından tesis edildiği gerekçesiyle davanın yetki yönünden reddine karar vermiştir. Yetkisizlik kararı üzerine yargılamaya devam eden Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 30/5/2019 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucu hakkında Büro Amirliğinde görevli risk analiz birimleri tarafından yapılan profil çalışması sonucunda ülkemizde faaliyet gösteren terör örgütleri ile irtibatlı olabileceği ve ülkeye girişinin sakıncalı olabileceğine yönelik değerlendirme yapıldığı, Türkiye'nin kamu düzeni ve güvenliğinin korunması bağlamında hükümranlık yetkisi dâhilinde tesis olunan işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) 10/12/2019 tarihinde kararın usul ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 23/12/2019 tarihinde öğrendikten sonra 20/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kapsam dışı haklar | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/4604 | Başvuru, yabancı uyruklu başvurucunun ülkeye alınmaması nedeniyle seyahat hürriyetinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; mal rejiminden kaynaklanan katılma alacağı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi, yeterli inceleme yapılmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 15/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvurucuya ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 6/12/2010 tarihinde dava açmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesi 28/11/2018 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiş ve hüküm kesinleşmiştir. Nihai karar 8/1/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/1/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1956 | Başvuru, mal rejiminden kaynaklanan katılma alacağı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi, yeterli inceleme yapılmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; katıldığı toplantı ve gösteri yürüyüşünde gözaltına alınmanın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını, sendikanın aldığı karar doğrultusunda gösteri yürüyüşü yapılmasına izin verilmemesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını, kolluk güçlerinin gösteri yürüyüşüne müdahalesi ve gözaltına alma işlemi sırasında aşırı güç kullanması nedeniyle yapılan şikâyet sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesinin kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1966 doğumlu olan başvurucu, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Yürütme Kurulu üyesidir. KESK 3/8/2015 tarihinde yapılacak toplu iş sözleşmesine ilişkin basın açıklaması yapmak ve görüşmelere katılacak Konfederasyon heyeti ile birlikte Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına (ÇSGB) kadar yürüyüş gerçekleştirmek için sendika yöneticilerini Ankara'ya çağırmıştır. Kolluk görevlilerince düzenlenen 3/8/2015 tarihli tutanakta; KESK ve bu konfederasyona bağlı sendikaların yönetici ve üyelerinin saat 00'da Mevlana Bulvarı (Konya yolu) Ankara Şehirlerarası Terminal İşletmesinin (AŞTİ) karşısında bulunan pazar yerinde toplanıp saat 00'da Kırım Caddesi, Bosna Hersek Caddesi, Sokak ve İnönü Bulvarı güzergâhını kullanarak ÇSGB'ye yürüyüş planladıkları belirtilmiştir. Grubun ÇSGB önünde "Memur Maaşı Toplu Sözleşmesi" konulu basın açıklaması yapacağı, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonuna (DİSK) bağlı Emekliler Sendikasının da "2016-2017 Toplu Sözleşmelerinde Emekliler Adına Masada Olacağız" konulu basın açıklaması düzenleyeceği bilgisinin alınması üzerine emniyet görevlileri toplanma yerinde önlem almıştır. Anılan sendikaların yönetici ve üyelerinin katılımı ile anılan yerde yaklaşık 250 kişi toplanmıştır. Kolluk görevlileri, toplanma alanı ve planlanan yürüyüş yolunun Ankara Valiliğince (Valilik) belirlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü güzergâhı kapsamında olmadığını ilgili yetkililere bildirmiştir. Başvuru dosyasında idare tarafından katılımcılara alternatif toplantı ve gösteri yürüyüşü alanı sunulduğuna dair bir bilgi bulunmamaktadır. Grubun gösteri yürüyüşü hazırlığına devam etmesi üzerine kolluk güçleri, ses yükseltici cihaz ile topluluğa dağılmaları yönünde ihtarlarda bulunmuştur. Kolluk görevlilerince 22, 27 ve 32 saatlerinde yapılan ihtarlarda toplantı alanı ve gösteri yürüyüşü güzergâhının Valilikçe tespit edilmediği, bu nedenle katılımcıların bir araya geldiği pazar yerinden toplantının yapılacağı -ÇSGB binası önü- alana ancak bireysel olarak gidilmesine izin verileceği, toplu şekilde yürüyüşe müsaade edilmeyeceği bildirilmiştir. Topluluğa olası müdahale sırasında dağılma istikameti bildirilmiştir. Grup, ıslıklayarak toplanma alanında beklemeye devam etmiştir. Saat 33'te KESK Genel Başkanı G. ile kolluk görevlileri bir görüşme yapmıştır. Kolluk görevlileri toplantı ve gösteri yürüyüşünün kanuna aykırı olduğunu, yol kapatılarak toplu hâlde yapılacak yürüyüşe izin verilmeyeceğini ancak pankart, flama taşınmadan ve trafiği aksatmadan bireysel olarak yürümelerine izin verileceğini ifade etmişlerdir. Başvurucunun da aralarında bulunduğu grup, Kırım Caddesi'nden Sokak istikametine doğru yürüyüşe başlamaları üzerine kolluk güçleri, kalkanlar ile barikat kurarak topluluğu durdurmuştur. Polis memurlarınca düzenlenen 7/10/2015 tarihli DVD İzleme ve Tespit/Teşhis Tutanağı'na göre Sokak üzerinde yürüyüş yapmak için toplanan grubun yolun tamamını araç trafiğine kapatmaları, bu yolun idarece belirlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü alanlarından olmaması nedeniyle ses yükseltici cihazlarla uyarı anonsu yapılmıştır. Topluluğun sokağın tamamını araç trafiğine kapatarak yürüyüşe başlamaları üzerine kolluk görevlileri kalkanlar ile barikat oluşturarak grubu engellemiştir. Kolluk görevlileri saat 35'te gruba hitaben trafiği kısmi olarak kapattıklarını, yapılan eylemin kanunsuz olduğunu, son uyarıları olduğunu belirterek gruba dağılmaları için iki dakikalık süre vermiştir. Topluluğun dağılmamakta ısrar ederek ÇSGB'ye doğru yürüyüş gerçekleştirmek için polis barikatlarına yüklenmeleri üzerine kolluk güçleri, gruba gaz sıkmak suretiyle müdahale etmiştir. Başvurucu, kanuna aykırı toplantıda ihtara rağmen dağılmamakta ısrar etmesi ve polis kalkanına yüklenerek kanuna aykırı eylemine devam etmesi nedeniyle saat 40'ta 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet suçundan gözaltına alınmıştır. Başvurucu, ifadesinin alınması akabinde saat 50'de serbest bırakılmıştır. Başvurucunun gözaltına alınmadan önce ve serbest bırakıldıktan sonra alınan adli raporda herhangi bir yaralanması tespit edilmemiştir. Kolluk görevlilerinin müdahalesi sonrası katılımcılar, pankart ve flama açmadan ÇSGB'ye yürümeyi kabul etmiştir. KESK Başkanı Ö., ÇSGB binasının yan tarafında bulunan Sokak üzerinde basın açıklaması yapmıştır. KESK Başkanı ile 9 kişilik heyet toplu iş sözleşmesi görüşmesi yapmak üzere ÇSGB binasına girmiş, dışarıda bekleyen yaklaşık 300 kişilik grup ekonomik haklarına ilişkin pankart açarak görüşmenin sonlanmasını beklemiştir. Görüşmenin bitmesi sonrası KESK Başkanı saat 30'da tekrar basın açıklaması yapmıştır. Yapılan basın açıklaması sırasında pankartlar açılmış, sloganlar atılmıştır. Toplanan grup saat 15'te kendiliğinden ve olaysız bir şekilde dağılmıştır. Başvurucu; kendisine müdahale eden kolluk güçleri, sorumlu olan amirler ile Ankara İl Emniyet Müdürü, Ankara Valisi ve İçişleri Bakanı hakkında kasten yaralama ve görevi kötüye kullanma suçlarından soruşturma başlatılması talebiyle 8/10/2015 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) başvurmuştur. Başsavcılık 15/12/2015 ve 16/12/2015 tarihlerinde, Bakan ve Vali hakkındaki soruşturmanın farklı usullere tabi olması nedeniyle ayırma kararları vermiştir. Başvurucunun Başsavcılığa sunduğu DVD'de yer alan 40 saniyelik görüntü bilirkişi tarafından incelenmiştir. Düzenlenen 26/10/2015 tarihli raporda; polisin yürüyüş yapmak üzere toplanan gruba müdahale ettiği, göstericilerin ellerinde bulunan flamaları almaya çalıştığı, başvurucu ve diğer göstericilerin ellerindeki flamaları bırakmadıkları ve polislere direndikleri, bir şahsın yere yatırılarak gözaltına alındığı ve akabinde koluna girilerek olay yerinden uzaklaştırıldığı görülmüştür. Göstericilere gaz, plastik mermi veya cop ile müdahale edildiğine veya yaralama eylemi gerçekleştirildiğine ilişkin herhangi bir görüntü kaydı tespit edilememiştir. Başsavcılık 8/1/2016 tarihinde kolluk görevlileri ve amirleri hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararda; başvurucunun gözaltına giriş öncesi ve gözaltından çıkış işlemi sonrası alınan sağlık raporlarında yaralanmaya ilişkin tespitin bulunmadığı belirtilmiştir. Öte yandan görüntü kayıtlarının incelenmesinde kolluk güçlerinin orantısız güç kullandıklarına dair herhangi bir tespitin bulunmadığı, somut olayda polisin kanunlardan kaynaklanan zor kullanma yetkisini kullandığına ve bu yetkinin kullanımında sınırının aşıldığına dair yeterli şüphe oluşturacak delil olmadığı değerlendirilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:" Başsavcılığımızca il emniyet müdürlüğüne yazı yazılarak olayla ilgili tespit edilen görüntülerin ve olayla ilgili varsa soruşturma suretlerinin gönderilmesinin istendiği, Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğünün 30/12/2015 tarih ve 2222/2015 sayılı yazı cevabında olayla ilgili belgelerin ve olayla ilgili DVD izleme tespit ve teşhis tutanağının gönderildiği, belirtilen olayla ilgili olarak Ankara Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube müdürlüğünün 2015/218 suç nolu evrak ile2911 sayılı yasaya muhalefet ve görevi yaptırmamak için direnme suçundan müşteki ve arkadaşları hakkında soruşturma evrakı düzenlediklerinin tespit edildiği,03/08/2015 tarihli müştekiye ait göz altına alınmasıyla ilgili 2 adet Adli raporda müştekide darp izine rastlanmadığının tespit edildiği, DVD izleme ve tespit teşhis tutanağına göre müştekinin olayda müştekinin eylemci gurubu temsilen emniyet yetkilileri ile topluca Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önüne yürümeleri konusunda görüşmeler yaptığı , tüm uyarılara ve ikaz anonslarına rağmen dağılmayarak kortej oluşturdukları ve yolu tamamen araç trafiğine kapattıktan sonra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önüne yürüyüşe geçen eylemci şahıslardan ve görevliler tarafından kalkan marifetiyle oluşturulan barikat önüne geldikten sonra barikata yüklenip mukavemet gösteren şahıslardan olduğunun tespit edildiği, tüm soruşturma evrakı kapsamından anlaşılmıştır." Başvurucunun anılan karara yaptığı itirazı Ankara Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 1/3/2016 tarihinde kesin olarak reddetmiştir. Hâkimlik kararında; gözaltına alınmadan önce ve serbest bırakıldıktan sonra alınan adli raporlarda darp ve cebir izinin bulunmadığı, görüntü kayıtlarında şikâyete konu şekilde müdahalenin tespit edilemediği belirtilmiştir. Karar başvurucuya 17/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, hakkındaki soruşturmanın akıbetine ilişkin herhangi bir açıklamada bulunmadığı gibi başvuru dosyasına bir belge de eklememiştir. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 2911 sayılı sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Herkes, önceden izin almaksızın, bu Kanun hükümlerine göre silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” 2911 sayılı Kanun'un maddesinin idarenin işlem yaptığı tarihte yürürlükte olan hâli şöyledir:"Toplantı ve gösteri yürüyüşleri, tüm il ve ilçe sınırları içerisinde aşağıdaki hükümlere uyulmak şartıyla her yerde yapılabilir.İl ve ilçelerde toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhı, kamu düzenini ve genel asayişi bozmayacak ve vatandaşların günlük yaşamını zorlaştırmayacak şekilde ve 22 nci maddenin birinci fıkrasında sayılan sınırlamalara uyulması kaydıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan siyasi partilerin il ve ilçe temsilcileri ile güzergâhın geçeceği ilçe ve il belediye başkanlarının, en çok üyeye sahip üç sendikanın ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının il ve ilçe temsilcilerinin görüşleri alınarak mahallin en büyük mülki amiri tarafından belirlenir. İl ve ilçenin büyüklüğü, gelişmişliği ve yerleşim özellikleri dikkate alınarak birden fazla toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhı belirlenebilir.Belirlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhı yerel gazeteler ile valilik ve kaymakamlık internet sitelerinden ilan edilerek halka duyurulur.Toplantı ve gösteri yürüyüşleri yer ve güzergâhı hakkında sonradan yapılacak değişiklikler de aynı yöntemle yapılır.Bu değişiklikler duyurudan on beş gün sonra geçerli olur.Birden fazla toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhının belirlendiği il ve ilçelerde düzenleme kurulu, kamu düzenini ve genel asayişi bozmayacak ve vatandaşların günlük yaşamını zorlaştırmayacak şekilde belirlenen yer ve güzergâhlardan birisini tercih edebilir" 2911 sayılı Kanun’un maddesinin idarenin işlem yaptığı tarihte yürürlükte olan hâli şöyledir:"Genel yollar ile parklarda, mabetlerde, kamu hizmeti görülen bina ve tesislerde ve bunların eklentilerinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisine bir kilometre uzaklıktaki alan içinde toplantı yapılamaz ve şehirlerarası karayollarında gösteri yürüyüşleri düzenlenemez.Genel meydanlardaki toplantılarda, halkın ve ulaşım araçlarının gelip geçmesini sağlamak üzere valilik ve kaymakamlıklarca yapılacak düzenlemelere uyulması zorunludur." 2911 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “a) 9 ve 10 uncu madde hükümlerine uygun biçimde bildirim verilmeden veya toplantı veya yürüyüş için belirtilen gün ve saatten önce veya sonra;...d) 6 ve 10 uncu maddeler gereğince belirtilen yerler dışında,......Yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır.” 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun maddesinin (B) bendinin ilgili kısmı şöyledir:"...Aşağıda yazılı hallerde;... İşlenmekte olan bir suçun işlenmesine veya devamına mani olmak için... Kanunsuz toplantı veya kanunsuz yürüyüşleri dağıtmak veya suçluları yakalamak için...IX . Kanunsuz toplantı veya kanunsuz yürüyüşleri dağıtmak veya suçlularını yakalamak için... Herhangi bir sebeple tıkanmış olan yolların trafiğe açılmaları için... Yukardaki maddeler dışında diğer kanunlarda istisnai olarak zabıtanın sözlü emirle yapmaya mecbur tutulduğu haller için, Yetkili amir tarafından verilecek sözlü emirler derhal yerine getirilir. Bu emirlerin yazılı olarak verilmesi istenilemez. Bu hallerde emrin yerine getirilmesinden doğabilecek sorumluluk emri verene aittir...." 2559 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.İkinci fıkrada yer alan;a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,ifade eder.Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur..." Yargıtay Kararı Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/7/2014 tarihli ve E.2013/9-386, K.2014/353 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...gerek Anayasa, gerekse AİHS, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının, “demokratik bir toplumda gerekli olma” kriteri gözetilmek şartıyla kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla sınırlanabileceğini düzenlemektedir. Bununla birlikte soyut bir kamu düzeni ve kamu güvenliği tehlikesine dayanarak toplantı ve gösteri yürüyüşü yasaklanmamalı, göstericilerin saldırgan ve tehdit edici herhangi bir davranış sergileyip sergilemedikleri de tespit edilmelidir..." B. Uluslararası Hukuk Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile kötü muamele yasağına ilişkin genel ilkeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) uygulamaları bakımından uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 115-124; Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 29-45; Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 26-38; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, §§ 45-53; Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 25-30; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, §§ 28- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/7532 | Başvuru, katıldığı toplantı ve gösteri yürüyüşünde gözaltına alınmanın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını, sendikanın aldığı karar doğrultusunda gösteri yürüyüşü yapılmasına izin verilmemesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını, kolluk güçlerinin gösteri yürüyüşüne müdahalesi ve gözaltına alma işlemi sırasında aşırı güç kullanması nedeniyle yapılan şikâyet sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesinin kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ilk yardım hizmetlerinin sağlıklı bir şekilde işlememesi sonucu ölüm olayının meydana gelmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 14/12/2011 tarihinde yaşamını yitiren 1946 doğumlu Ş.A.nın oğludur.A. Başvurucunun Annesi Ş.A.nın Ölümü Başvurucunun babası A. 13/12/2011 tarihinde saat 27'de Kayseri 112 Acil Komuta Kontrol Merkezini arayarak rahatsızlanan eşi Ş.A.nın hastaneye sevki için evlerine ambulans gönderilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucunun babası ile Kayseri 112 Acil Komuta Kontrol Merkezinde telefonu yanıtlayan görevli arasındaki konuşma şöyledir: "112 : AloA. (Başvurucunun babası) : Hayırlı akşamlar.112 : Buyrun, iyi akşamlar A.: Hanımefendi, benim eşim, acile hemen gitmesi lazım.112 : Nesi var, şikâyeti nedirA.: Karnı müthiş şiş, nefes alamaz halde, çok zor durumda112 : Yeni mi oldu?A.: Efendim112 : Yeni mi oldu?A.: Bu akşam112 : Kaç yaşında? A.: Efendim112 : Kaç yaşındaA.: 65 yaşında112 : Başka bir hastalığı var mıydı?A.:Var, şeker var, kalp var112 : Şu anda nefes alamıyor.A.: Çok zorlanıyor" 112 : Zorlanıyor?A.: Çok zor alıyor112 : Tamam söyleyin adresi"(...)[Başvurucunun babası evin adresini tarif etmeye çalışıyor]112 : Bakın ben ambulansa bu şekilde tarif edemem de, bana deyin ki, bu caminin önüne gelsinler ordan alayım, ya da Muhtarlığın önüne gelin, neresi yakın böyleA.: Hanımefendi hastanın gelecek durumu yok ki!112: Hastayı getirmeyeceksiniz, sadece ambulans ile sizi buluşturacağız, eve götüreceksiniz ambulansıA.: Tamam, Şeker Mahallesi Muhtarlığını biliyorlar mı? 112 : Evet, evet A.: Ben Muhtarlığın oraya geleyim.112 : Tamam, Şeker Mahallesi MuhtarlığıA.:Tamam, ben oraya geliyorum112 : Tamam, hemen gelin, ben o arada ambulansıA.: Tamam, bir zahmet hemen"112 : Tabi, hemen çıkacak, geçmiş olsun" Kayseri 112 Acil İl Ambulans Servisi Çağrı Kayıt Formu'na (Çağrı Kayıt Formu) göre çağrı saati 52 olup ambulansın hareket saati 02'dir. Çağrı Kayıt Formu'na göre ambulans buluşma noktasına saat 08'de ulaşmış, olay yerine ise 44'te varmıştır. Çağrı Kayıt Formu'na göre saat 47'de olay yerinden hareket eden ambulans saat 55'te Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesine gelmiştir. Çağrı Kayıt Formu'nunÖn Tanı başlıklı kısmında kvs-arrest (kalp durması) açıklaması bulunmaktadır. Başvurucunun anlatımına göre Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Servisinde annesinin kalbi yeniden çalıştırılmış ancak evde yaşanan kalp durması sonucu bitkisel hayata giren annesi kurtarılamayarak 14/12/2011 tarihinde yaşamını yitirmiştir.B. Tam Yargı Davası Süreci Başvurucu 22/3/2012 tarihinde Sağlık Bakanlığına müracaat etmiş ve anılan olay sebebiyle uğramış olduğu manevi zararlarının tazmin edilmesi talebinde bulunmuştur. Sağlık Bakanlığı başvurucunun talebinireddetmiştir. Bunun üzerine başvurucu 20/7/2012 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde özetle Kayseri 112 Acil Komuta Kontrol Merkezinin yanlış yönlendirmesi sonucu annesinin yaşamını yitirdiğini ileri sürmüştür. Başvurucu bu kapsamda, kalbi sıkışan annesinin yanındaki tek kişi olan babasının "Adres bulamayız." gerekçesiyle evden dışarı çıkmaya yönlendirilmesinin hatalı olduğunu, kalbi sıkışan bir hasta ve hasta yakınına yapılan yönlendirmenin bu olmaması gerektiğini, bu yönlendirmenin annesini daha da telaşlandırdığını ve kalp krizini ağırlaştırdığını belirtmiştir. Başvurucu bu kapsamda ayrıca Kayseri 112 Acil Komuta Kontrol Merkezinin evdeki tek kişi olan babasını dışarı çıkmaya yönlendirmek yerine "Beyefendi, beyne kan gitmesi için hastayı rahat bir şekilde yatırınız, hastayı teskin ediniz, bir kalp ilacı varsa veriniz, yine de kendinden geçecek olursa kalp masajı yapınız, suni solunum yapınız." şeklinde yönlendirmesinin daha yerinde olacağını ifade etmiştir. Başvurucu, böyle bir yönlendirme yapılmış olsaydı belki de annesinin şu an hayatta olacağını ifade etmiştir. Davalı idare; Kayseri 112 Acil Komuta Kontrol Merkezine gelen çağrıdan yaklaşık on beş dakika sonra olay yerine varıldığını, hastaya ilk müdahalenin olay yerinde yapıldığını ve ambulansla hastaneye ulaşılana kadar hastaya ambulans içinde gerekli müdahalenin yapıldığını belirterek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur. Davalı idare, savunma dilekçesinde ayrıca Kayseri 112 Acil Komuta Kontrol Merkezine gelen çağrı üzerine telefonu yanıtlayan personel tarafından hastanın sağlık durumunun ve adresinin öğrenilmeye çalışıldığını, bölgeye en yakın birinci ve ikinci ambulansın görevde olması nedeniyle olay yerine yönlendirilen üçüncü ambulansın bölgeyi iyi bilmeme ihtimaline binaen hasta yakınından daha detaylı adres temin edilmeye çalışıldığını fakat hasta yakınının adresi bulmayı kolaylaştıracak sabit bir nokta belirtememesi üzerine buluşma noktası olarak mahalle muhtarlığının belirlendiğini ifade etmiştir. Ankara İdare Mahkemesi 31/10/2013 tarihli kararla tarafların beyanlarını ve dava dosyasında bulunan diğer bilgi ve belgeleleri dikkate alarak davanın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"(...)Her ne kadar davacı tarafından 112 acil servis personelince "Beyefendi beynine kan gitmesi için hastayı rahat bir şekilde yatırınız, hastayı teskin ediniz, bir kalp ilacı varsa veriniz, yine de kendinden geçecek olursa kalp masajı yapınız, suni solunum yapınız" gibi yönlendirilmesi gerektiği fakat bu yapılmayarak adresin bulunması için "evden dışarı belli bir yere muhtarlığa çıkın" şeklindeki yönlendirmenin yanlış bir yönlendirme olduğu ve hizmet kusuru oluştuğu ileri sürülmekte ise de; sağlık ekiplerince hasta görülmeden ve rahatsızlığın nedeni anlaşılmadan yapılan yönlendirmelerin hasta aleyhine sonuçlar doğurabileceği, olayda hastaya en hızlı şekilde ulaşmanın öncelikli olduğu dikkate alındığında; davacının söz konusu iddiasına itibar edilmemiştir.Olayda, acil komuta kontrol merkezine ilk çağrının düştüğü andan itibaren kısa bir süre içinde (yaklaşık 15 dakika) hastaya ulaşılarak müdahale edildiği, davalıidarece sunulan 112 acil sağlık hizmetinde herhangi bir hizmet kusuru bulunduğundan söz edilemeyeceği sonucuna ulaşıldığından, davacının anılan olay nedeniyle davalı idarenin hizmet kusurunda bulunduğundan bahisle toplam 000,00 TL manevi tazminat istemi yerinde bulunmamıştır." Başvurucu 30/1/2014 tarihli dilekçeyle ilk derece mahkemesi kararına itiraz etmiştir. Başvurucu itiraz dilekçesinde, genel olarak dava dilekçesindeki hususları yinelemiş ve ilk derece mahkemesi kararının kaldırılması talebinde bulunmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulu 4/3/2015 tarihli ilamla başvurucunun itirazının reddine ve ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir. Bu karar 28/4/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 11/10/2011 tarihli ve 663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin ikinci maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Bakanlığın görevi; herkesin bedenî, zihnî ve sosyal bakımdan tam bir iyilik hâli içinde hayatını sürdürmesini sağlamaktır." 11/5/2000 tarihli ve 24046 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Acil Sağlık Hizmetleri Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Bu Yönetmelikte geçen deyimlerden; (...)f) Merkez: Acil sağlık çağrılarının karşılandığı ve ambulansların sevk ve idare edildiği komuta kontrol merkezini,g) İstasyon: Acil çağrılara olay yerinde ve nakil sırasında sağlık hizmeti vermek üzere ambulans ve ekiplerin bulunduğu birimleri,h)Acil Servis: Sağlık hizmeti sunan kamu kurum ve kuruluşları ile özel hukuk tüzel kişileri ve gerçek kişiler tarafından kurulmuş yataklı tedavi kuruluşları bünyesinde yer alan acil servisleri,i) Acil Sağlık Hizmetleri: Acil hastalık ve yaralanma hallerinde, konusunda özel eğitim almış ekipler tarafından, tıbbi araç ve gereç desteği ile olay yerinde, nakil sırasında, sağlık kurum ve kuruluşlarında sunulan tüm sağlık hizmetlerini,j) Acil Yardım: Acil sağlık hizmetleri konusunda özel eğitim görmüş ekipler tarafından, tıbbî araç ve gereç desteği ile olay yerinde ve hastaneye nakil sırasında verilen hizmetlerin bütününü,k) İlkyardım: Herhangi bir kaza ya da yaşamı tehlikeye düşüren bir durumda sağlık görevlilerinin tıbbi yardımı sağlanıncaya kadar hayatın kurtarılması ya da durumun daha kötüye gitmesini önleyebilmek amacıyla olay yerinde, tıbbi araç gereç aranmaksızın mevcut araç ve gereçlerle yapılan ilaçsız uygulamaları,l) Acil Tedavi: Hastaneler ile diğer sağlık kurum ve kuruluşlarında acil tıbbî tedaviye ihtiyacı olanlara sunulan hizmetlerin bütününü, (...)r) İl Ambulans Servisi: İldeki tüm ambulans hizmetlerini koordine eden, Bakanlık ve kendisine bağlı diğer ambulanslarla hizmeti sunan başhekimlik, merkez ve istasyonlardan oluşan kuruluşu,s)Başhekimlik: İl ambulans servisi başhekimliğini,t)Başhekim: İl ambulans servisi başhekimini, (...)ifade eder.” Yönetmelik'in "Acil sağlık yardımı çağrısı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hizmete ulaşmada ilk aşama, acil sağlık yardımı gerektiren durumlarda merkeze yapılan başvuru niteliğindeki çağrıdır. Çağrı merkeze, ücretsiz aranabilen 112 numaralı telefon aracılığı ile veya diğer iletişim araçları vasıtası ile yapılır. Çağrı, merkezin gerekli hizmeti değerlendirmesi ve planlayabilmesi için olay yeri ve niteliği bilgilerinin yanında hasta ya da yaralı sayısı gibi bilgileri de içerir." Yönetmelik'in "Çağrının Değerlendirilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Merkez, topladığı bilgiler ışığında, talebin acil sağlık hizmeti gerektirip gerektirmediğini değerlendirir. Değerlendirme yetkisi çağrıyı alan tabibe aittir. Tabip, talebin acil sağlık hizmeti gerektirmediğine kanaat getirir ise, talebi reddetme yetkisine sahip olup, bu takdirde talebin nasıl karşılanabileceğini bildirmekle de yükümlüdür." Yönetmelik'in "Yönlendirme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Yönetmelikte, acil sağlık hizmeti içinde belirtilen istasyonlar, acil servisler ve destek hizmetleri gerektiğinde, Merkez tarafından yönlendirilir. Yönlendirme, yardım talebinin ulaşmasını takiben, Merkez tarafından mevcut iletişim sistemi ile en kısa sürede, talebin mahiyetine en uygun ve/veya en yakın birim veya birimlerin görevlendirilmesi suretiyle yerine getirilir. Ayrıca Merkez, durumun niteliğine göre ihtiyaç duyduğu diğer kuruluşları da hizmetlerini yönlendirebilmeleri maksadıyla bilgilendirir.Merkez, ekip tarafından müdahale esnasında talep edilen tıbbi danışmanlık için 24 saat süre ile gerekli tıbbi danışman bulundurmak veya tıbbi danışmanlık yapacak Müdürlüğün teklifi Valiliğin onayı ile yetkilendirilmiş bir uzman hekime yönlendirmekle yükümlüdür. Gerektiğinde Eğitim Hastaneleri ve Üniversitelerin ilgili bölümlerindeki uzman hekimlerden de bilgi desteği alınır." Yönetmelik'in "Talebin Yönlendirilen Birim Tarafından Karşılanması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Merkez tarafından yönlendirilen birim en kısa sürede olay yerine ulaşır. Olay yerine ulaşan ekip, yönlendirme sırasında ve olay yerinde edindiği bilgiler ışığında acil sağlık yardımını gerçekleştirir. Bu müdahale sırasında hizmeti sunan ekip tarafından yapılan değerlendirme sonucunda, ileri tıbbî müdahaleye ihtiyacı olan hastanın ambulans ile nakline karar verilir. Hizmet olay yerinde verilmiş ve hastanın daha ileri tıbbî müdahaleye ihtiyacı bulunmuyor ise, ekip sunduğu hizmet ile ilgili bilgileri merkeze bildirir." Yönetmelik'in "Nakil" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Ekip, nakle karar verir ise, nakil başlamadan Merkez ile iletişime geçerek, gerektiğinde hastanın durumuna en uygun acil servis hakkında yönlendirme ister. Merkez, hizmet kapsamında yer alan acil servislerin o andaki kapasiteleri ışığında, ekibi yönlendirir. Merkez, yönlendirmeyi takiben, gerektiğinde acil servisi olay hakkında bilgilendirir. Nakil sırasında gerekli görülüyor ise, tıbbî müdahale sürdürülür. Nakil sırasındaki tıbbı müdahalenin yürütülmesi için, bilgi desteğine ihtiyaç duyulur ise, uygun kurum ve kuruluş ile Merkez üzerinden veya iletişim imkanı var ise doğrudan temas kurulur." Yönetmelik'in "Acil Servise Nakil" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hasta acil servise, tıbbî değerlendirme, müdahale ve gerektiğinde stabilizasyon sağlandıktan sonra gerekli bilgilendirmeyi takiben nakledilir." 22/5/2002 tarihli ve 24762 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan (mülga) İlkyardım Yönetmeliği'nin "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Yönetmelikte geçen; (...)e) İlkyardım: Herhangi bir kaza yada yaşamı tehlikeye düşüren bir durumda sağlık görevlilerinin yardımı sağlanıncaya kadar hayatın kurtarılması yada durumun daha kötüye gitmesini önleyebilmek amacıyla olay yerinde, tıbbi araç gereç aranmaksızın mevcut araç ve gereçlerle yapılan ilaçsız uygulamaları, (...)k) İlkyardımcı: İlkyardım tanımında belirtilen amaç doğrultusunda, hasta veya yaralıya tıbbi araç gereç aranmaksızın mevcut araç ve gereçlerle, ilaçsız uygulamaları yapan en az Temel İlkyardım Kursu alarak ilkyardımcı sertifikası almış kişiyi,(...)ifade eder." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: "Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler -ister özel hastane ister devlet hastanesi olsun- hastaların yaşamlarının korunmasını teminat altına alma zorunluluğu getiren düzenleyici bir çerçeve oluşturulmasını gerekli kılar (Asiye Genç/Türkiye, B. No: 24109/07, 27/1/2015, § 67). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/8048 | Başvuru, ilk yardım hizmetlerinin sağlıklı bir şekilde işlememesi sonucu ölüm olayının meydana gelmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; maddi manevi tazminat talebiyle açılan davada usul ve yasaya aykırı karar verilmesi, yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvurucuya ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu29/4/2011 tarihinde dava açmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesi 18/3/2019 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiş ve hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu 17/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17454 | Başvuru, maddi manevi tazminat talebiyle açılan davada usul ve yasaya aykırı karar verilmesi, yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; kesinleşen mahkeme kararının uzun süre icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 2019/33163, 2019/33206 ve 2019/33211 başvuru numaralı dosyalar 2019/33038 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmiştir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/33038 | Başvuru; kesinleşen mahkeme kararının uzun süre icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hukuka aykırı gözaltı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltına alınma sırasında ve gözaltındayken darbedilme nedeniyle kötü muamele yasağının; kaybolan eşyalar nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 10/10/2014 tarihinde saat 45 sıralarında İstanbul'un Taksim Meydanı'nda devriye görevi yapan polis ekipleri tarafından durdurulmuş; ayaklarının yanında iki gram uyuşturucu madde bulunduğu gerekçesiyle hakkında yasal işlem yapılmak üzere Taksim Polis Merkezi Amirliğine götürülmüştür. Cumhuriyet savcısı tarafından, şüphelinin uyuşturucu madde bulundurma suçundan ifadesinin alınarak salıverilmesi talimatı verilmiştir. Saat 40'ta başvurucunun adına kayıtlı pasaport ve nüfus cüzdanının kaybolduğuna ilişkin Kayıp Eşya Formu düzenlendiği anlaşılmaktadır. Başvurucu; Taksim Polis Merkezi Amirliğinde saat 50'de alınan ifadesinde Taksim Meydanı'nda gezmekte iken tanımadığı sivil kişilerle sözlü tartışma yaşaması üzerine polis memurlarının gelerek kendisine kimlik sorduklarını, kaba üst araması yaptıklarını ve bir suç unsuruna rastlamadıklarını, uyuşturucu maddeyi ayaklarının yanında yerde bulduklarını, uyuşturucu maddenin kendisine ait olmadığını ve söz konusu madde ile ilgili olarak ifadesini almak için kendisini polis merkezine getirdiklerini beyan etmiştir. Başvurucu, ifadesi alındıktan sonra 00 sıralarında serbest bırakılmıştır. A. Başvurucu Hakkında Yürütülen Adli Süreç Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alma, kabul etme, bulundurma ve kullanma suçundan başvurucu hakkında yürütülen soruşturmada İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 25/2/2015 tarihinde kamu davasının açılmasının ertelenmesine karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara itiraz edip etmediğine ilişkin olarak dosya kapsamında bilgi ve belge bulunmamaktadır. B. Başvurucunun Şikâyeti Üzerine Polis Memurları Hakkında Yürütülen Adli Süreç Sağlık Raporu Dosya kapsamında başvurucu hakkında yakalama ve salıverilme aşamalarında alınmış bir adli muayene raporu bulunmamaktadır. Başvurucu 10/10/2014 tarihinde 52'de İstanbul Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesine darp -kolluk görevlisi ya da üçüncü kişi tarafından olduğu belirtilmeksizin- şikâyeti ile başvurmuştur. Düzenlenen adli muayene raporunda; sol el bilekte ağrı, göğüs ön duvarında ağrı, sağ zigoma (elmacık kemiği) üzerinde ağrı ve ödem bulunduğu belirtilmiştir. Raporda, yaralanmanın gerçekleşmiş olabileceği zaman diliminin belirtilmemiş olduğu anlaşılmaktadır. Yaralanmanın hastane tarafından adli makamlara bildirildiğine ilişkin bilgi ve belge bulunmamaktadır. Taraf Beyanları Başvurucu 10/10/2014 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçeyle sebepsiz yere gözaltına alındığını, gözaltına alınırken polis memurlarınca darp edildiğini, kendisine cebir uygulandığını ve ters kelepçe takıldığını, kötü muameleye maruz kaldığını, polis merkezinde de şiddetin devam ettiğini, kendisine zorla belgeler imzalatıldığını, sağlık raporu alınması taleplerinin karşılanmadığını, avukat sağlanmadığını, üzerinde uyuşturucu bulunduğuyla ilgili olarak kendisine iftira atıldığını, sırt çantasının kaybedildiğini ya da çalındığını belirterek polis memurlarından şikâyetçi olmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığındaki nöbetçi Cumhuriyet savcısı tarafından başvurucunun müşteki sıfatıyla 10/10/2014 tarihinde beyanı alınmıştır. Başvurucunun beyanı şöyledir: "Olay gecesi taksim Meydanı'nda üzerimde uyuşturucu bulunduğu iddiası ile gözaltına alındım. Bu arada alkollüydüm. Üzerimde bulunan çanta kayboldu. Kim tarafından ne şekilde alındığını bilmiyorum. Ben gözaltına alınırken de görevli polis memurları tarafından darp edildim." İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ilgili polis memurlarının şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. i. E.B.nin 11/12/2014 tarihinde alınan ifadesi şöyledir: " ...10/10/2014 tarihinde gece mesaisinde güven timleri tarafından yada diğer önleyici polis memurları tarafından polis merkezimize getirilen şahısların müracaat yada ifadelerini alırız. METİN ÖZKARA'nın kayıp eşya müracaat formunu zorla imzalattığımız hususu doğru değildir. METİN ÖZKARA'nın üzerinde çıkan uyuşturucu nedeniyle savunmasının alındığı tutanakta imza bana aittir. Kesinlikle polis merkezinde METİN ÖZKARA'ya yönelik herhangi bir kötü muamele yada darp cebir uygulamadım. Diğer ifadeyi yazan arkadaşım A. Y.'in de böyle bir davranışta bulunduğunu görmedim..." ii. H.E.nin 13/1/2015 tarihinde alınan ifadesi şöyledir: "...ben olay tarihinde Kobani olayları nedeniyle önleyici kolluk görevi olarak Devriye Ekipler Büro Amirliğinde görev yapıyordum. 10/10/2014 tarihinde ben polis memuru Y.A., E.K., ve S.G. ile birlikte Taksim Meydanında durumundan şüphelendiğimiz daha önceden ismini bilmediğimiz ve kimlik kontrolünde METİN ÖZKARA isimli şahıs olduğunu öğrendiğimiz bir şahsın durumunda şüphelendik. Kaba üst aramasını yaptık. Ayaklarının yanında yerde şeffaf naylon içerisinde daralı ağırlığı yaklaşık 2 gram gelen ot diye tabir edilen uyuşturucu madde olduğunu düşündüğümüz maddeyi bulduk. Bu maddeyi kendi rızası ile verip vermeyeceği sorulduğunda; evet teslim ediyorum dedi. Şahsın aranması olup olmadığını sorguladık. Aranması olmadığını anladıktan sonra uyuşturucu madde nedeniyle hakkında yasal işlemlerin yapılması için aynı gün saat 25 suları Taksim Polis Merkezi Amirliğine teslim ettik. Bundan sonra Taksim Polis Merkezi ile METİN ÖZKARA hakkında ne gibi işlemler yapıldığını bilmiyorum. Hatırladığım kadarıyla tutanağa geçmedik ancak şahsın alkollü olduğunu hatırlıyorum. Ben kesinlikle kendisine kötü muamelede bulunmadım. Darp etmedim. Onun eşyalarına herhangi bir zarar vermedim. Görevimi kötüye kullanmadım..." iii. Y.A.nın 13/1/2015 tarihinde alınan ifadesi şöyledir: "...olay tarihinde Kobani olayları nedeniyle önleyici kolluk görevi olarak Devriye Ekipler Büro Amirliğinde görev yapıyordum. 10/10/2014 tarihinde ben polis memuru H.E., E.K. ve S. . ile birlikte Taksim Meydanında durumundan şüphelendiğimiz daha önceden ismini bilmediğimiz ve kimlik kontrolünde METİN ÖZKARA isimli şahıs olduğunu öğrendiğimiz bir şahsın durumunda şüphelendik. Kaba üst aramasını yaptık. Ayaklarının yanında yerde şeffaf naylon içerisinde daralı ağırlığı yaklaşık 2 gram gelen ot diye tabir edilen uyuşturucu madde olduğunu düşündüğümüz maddeyi bulduk. Bu maddeyi kendi rızası ile verip vermeyeceği sorulduğunda; evet teslim ediyorum dedi. Şahsın aranması olup olmadığını sorguladık. Aranması olmadığını anladıktan sonra uyuşturucu madde nedeniyle hakkında yasal işlemlerin yapılması için aynı gün saat 25 suları Taksim Polis Merkezi Amirliğine teslim ettik. Bundan sonra Taksim Polis Merkezi ile METİN ÖZKARA hakkında ne gibi işlemler yapıldığını bilmiyorum. Hatırladığım kadarıyla tutanağa geçmedik ancak şahsın alkollü olduğunu hatırlıyorum. Ben kesinlikle kendisine kötü muamelede bulunmadım. Darp etmedim. Onun eşyalarına herhangi bir zarar vermedim. Görevimi kötüye kullanmadım..." iv. A.Y.nin 22/1/2015 tarihinde alınan ifadesi şöyledir: "...10/10/2014 tarihinde gece mesaisinde güven timleri tarafından yada diğer önleyici polis memurları tarafından polis merkezimize getirilen şahısların müracaat yada ifadelerini alırız. METİN ÖZKARA'nın kayıp eşya müracaat formunu zorla imzalattığımız hususu doğru değildir. METİN ÖZKARA'nın üzerinde çıkan uyuşturucu nedeniyle savunmasının alındığı tutanakta imza bana aittir. Kesinlikle polis merkezinde METİN ÖZKARA'ya yönelik herhangi bir kötü muamele yada darp cebir uygulamadım. Diğer ifadeyi yazan arkadaşım E.B.'nin böyle bir davranışta bulunduğunu görmedim, müşteki METİN ÖZKARA'ya kayıp eşya müracaat formunu ben teslim etmedim. Bu müracaat formundaki imza sadece METİN ÖZKARA'nın isminin altında görebildiğim kadarıyla METİN'in kendi imzasıdır. Kayıp eşya için müracaat formunda benim yalnızca adım yazmaktadır. Benim imzam yoktur. Yine aynı formda E.B.'nin de imzası yoktur. Ben bu şekilde bir kayıp eşya form tutanağı düzenlemedim. Yalnızca müştekinin uyuşturucu madde bulundurmak eylemin nedeniyle şüpheli olarak almış olduğumuz 10/10/2014 tarihli ifade tutanağının benim ismimim olduğu yerdeki imza bana aittir..." Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 22/1/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: "...olay tarihinde müştekinin uyuşturucu madde bulundurmak suçundan gözaltına alındığı ve hakkında yasal işlemlerin yapılması için Taksim Polis Merkezi Amirliğine götürüldüğü, burada uyuşturucu madde bulundurmak suçundan hakkında tahkikat yapıldığı esnada şüpheli olarak ifadesinin alındığı ancak bu ifadesinde çantasının veya eşyalarının kaybolduğu yönünde herhangi bir beyanda bulunmadığı, şüpheli polis memurlarının kendisine yönelik darp ve cebir kullandıkları yönündeki iddialarının soyut nitelikte olduğu, bu kapsamda müştekinin iddialarının soyut nitelikte olduğu ve şüpheliler hakkında kamu davası açmayı gerektirecek nitelikte ve yoğunlukta delil ve kanıya ulaşılamadığı..." Başvurucunun itirazı, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/3/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar, 27/3/2015 tarihinde tebliğ edilmiş ve otuz günlük başvuru süresi içinde 27/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi şöyledir: "(1) Gözaltına alınan kişilerin bulundurulacakları nezarethanelerin maddî koşulları, bu kişinin hangi görevlinin sorumluluğuna bırakılacağı, sağlık kontrolünün nasıl yapılacağı, gözaltı işlemlerine ilişkin kayıt ve defterlerin nasıl tutulacağı, gözaltına alınmanın başlangıcında ve bu tedbire son verildiğinde hangi tutanakların tutulacağı ve gözaltına alınan kişiye hangi belgelerin verileceği ile kolluk tarafından gerçekleştirilen yakalama işlemlerinin yürütülmesinde uyulacak kurallar, yönetmelikte gösterilir." 1/6/2005 tarihli ve 25832 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği'nin maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Yakalanan kişinin gözaltına alınacak olması veya zor kullanılarak yakalanması hâllerinde hekim kontrolünden geçirilerek yakalanma anındaki sağlık durumu belirlenir." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7415 | Başvuru, hukuka aykırı gözaltı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltına alınma sırasında ve gözaltındayken darbedilme nedeniyle kötü muamele yasağının; kaybolan eşyalar nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/29692 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, doğum sırasında tıbbi ihmal sonucu çocukta kalıcı bir sakatlığa yol açılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Birinci Bölüm tarafından 11/6/2018 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Üçüncü başvurucu Zeynep, birinci ve ikinci başvurucunun kızıdır. İkinci başvurucu Sanihe Aktaş, doğum sancılarının başlaması üzerine 17/5/2001 tarihinde gece saatlerinde (saat 00 civarı) Diyarbakır Doğum Hastanesine (Hastane) başvurmuş; Hastaneye yatırılarak başvurucunun tetkikleri yapılmıştır. Doğum 19/5/2001 tarihinde,saat 00 civarında ebe yardımı ve normal doğum yöntemiyle gerçekleşmiştir. Başvurucu Zeynep Aktaş, 5 kg ağırlığında dünyaya gelmiştir. Doğumun ardından aynı gün başvurucu Sanihe Aktaş taburcu edilmiştir. Taburcu edildikten birkaç gün sonra Zeynep Aktaş'ın sol kolunu kullanamadığını fark eden başvurucular, kızlarını Diyarbakır Çocuk Hastanesine götürmüş ve çocuğun kolunda doğum esnasında sinir zedelenmesi olduğu Hastane tarafından tespit edilerek kolu ortopedik askıya alınmıştır. Yapılan tespit sonucu uzun süreli ve detaylı tedaviye ihtiyacı olduğu değerlendirilen çocuk; 1/2/2002 tarihinde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Kliniğinesevk edilmiştir. Bu tarihten itibaren çocuğun tedavisi devam etmekte olup en son ameliyat edildiği bilgisi başvuru dosyasınayansımıştır. Başvurucular, kızları Zeynep Aktaş'ın doğumu sırasında doğuma katılan sağlık personelinin yanlış ve ihmal içeren davranışı nedeniyle sol kolun sinir sisteminde zedelenmeye sebep olduğunu belirterek uğradıkları maddi ve manevi zararların tazmini talebiyle Diyarbakır İdare Mahkemesine (Mahkeme) 25/1/2007 tarihinde tam yargı davası açmışlardır. Yargılama sırasında Mahkeme tarafından, çocuğun sol kolunun sakat kalmasında davalı idarenin kusurunun bulunup bulunmadığı, kusur varsa oranının belirlenmesi amacıyla Adli Tıp Kurumundan rapor alınmıştır. 22/10/2010 tarihli raporda;- Doğumun normal zamanda ve şekilde gerçekleşmesi kararının tıbben uygun olduğu,- Travayda (doğum sancıları başlamış hâlde) gelen bir gebenin bebek doğum ağırlığının tespit edilemeyeceği ve çocuğun sol kolundaki hareketsizliğin hemen fark edilerek gerekli müdahaleye başlandığı,- Brakiyel pleksus zedelenmesinin (sinir zedelenmesi) doğum komplikasyonu olduğu,- İdarenin eyleminin tıbbi kurallara uygun olduğu tespitlerine yer verilmiştir. Raporda ayrıca doğumun olduğu gün nöbetçi görünen doktor A.Z. ile doğumu gerçekleştirdiği tespit edilen ebe S. nin ifadelerine yer verilmiştir. Doktor A.Z. hasta dosyası mevcut olmadığından doğumun seyri hakkında bir bilgiye sahip olmadığını, doğumun ebe marifetiyle gerçekleştiğini açıklayarak zor ve müdahaleli doğumların hekime bildirilmesi gerektiğini ancak somut olaydaki doğumda müdahale olduğuna dair bir bilgiye yer verilmediğini beyan etmiştir. Ebe S. doğumu hatırlamadığını ancak kayıtlara göre doğumun kendi refakatinde gerçekleştiğinin tespit edildiğini, doğan bebeklerde bütün kontrollerin yapıldığını ancak anormal bir durum tespit edilirse bebeğin çocuk hastanesine sevkinin gerekeceğini belirterek bu şekilde bir sevkin yapılmadığını ifade etmiştir. Mahkeme 19/12/2011 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Adli Tıp Kurumu raporuna atıf yapılarak çocuğun doğum sırasında sol kolunun sakat kalmasında davalı idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir. Temyiz edilen karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin (Daire) 29/5/2014 tarihli ilamıyla, çocuğun sakat kalmasında hastaya gerekli müdahalenin yapılamamasından kaynaklanan bir tespit bulunmadığı gerekçesiyle maddi tazminat yönünden onanmıştır. Diğer taraftan maddi olayın aydınlatılmasını sağlayacak hasta verilerinin bulunduğu hasta dosyasının muhafaza edilmemesi yönünden sağlık hizmetinin eksik ve kusurlu işletildiği kanaatiyle başvurucuların duydukları üzüntü nedeniyle manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılarak karar, manevi tazminat yönünden bozulmuştur. Başvurucuların onama kararına karşı karar düzeltme talepleri ise Dairece reddedilmiştir. Nihai karar27/5/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 26/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir: “İdari dava türleri şunlardır:...b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,...” 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Ebeler gebelerin muayenesiyle bunların hıfzıssıhhatlerine mütaallik tedabirin ifasına ve doğumun teshiline ve bu esnada yapılacak basit manevraların ve çocuk için lazım gelen ilk tedbirlerin ifasına salahiyettar iseler de her nevi alet ve saire tatbik etmeleri memnu ve sureti avarızı velade vekayiinde behemahal bir tabip davetine mecburdurlar..." 22/5/2017 tarihli ve 29007 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Sağlık Meslek Mensupları ile Sağlık Hizmetlerinde Çalışan Diğer Meslek Mensuplarının İş ve Görev Tanımlarına Dair Yönetmelik'e ekli Tanımlar'ın ilgili kısmı şöyledir:"Ebe...b) Gebelik tanısını koyar, normal gebe izlemini ve gerekli muayenelerini yapar, riskli durumları erken dönemde belirler, gerekli önlemleri alarak sevk eder.c) Doğum sürecini yönetir; travay sırasında anne ve bebeğin sağlığını izler, normal doğumları ve tabibin olmadığı hallerde acil makat doğumları yaptırır, gerektiğinde epizyotomi uygular. Doğum sürecinde normalden sapmaları belirler, acil durum tedbirlerini alır ve tabibe haber verir, tabibin direktifleri doğrultusunda acil müdahalede bulunur.ç) Doğum sonrası dönemde; yenidoğanın ilk bakım ve muayenesini yapar, gerektiğinde acil resüsitasyon gerçekleştirir, anneye emzirme eğitimi verir, annenin bakım ve izlemini yapar, normalden sapmaları tespit ederek sevk eder. ..."B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Sözleşmeler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. 3/12/2003 tarihli ve 5013 sayılı Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi: İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun ile onaylanması uygun bulunan Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi'nin (İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi) maddesi şöyledir:''Taraflar, sağlığa duyulan ihtiyaçları ve kullanılabilir kaynakları gözönüne alarak, kendi egemenlik alanlarında, uygun nitelikteki sağlık hizmetlerinden adil bir şekilde yararlanılmasını sağlayacak uygun önlemleri alacaklardır.'' İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir:''Araştırma dahil, sağlık alanında herhangi bir müdahelenin, ilgili meslekî yükümlülükler ve standartlara uygun olarak yapılması gerekir.'' Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Sözleşme'nin maddesi kapsamında yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier v. Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye (k.k.),B. No: 46156/11, 21/5/2013). AİHM kararlarına göre devletler sağlık hizmetlerini -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 51; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye). AİHM'e göre taraf devletler,uygulanması planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden bilgi vermelerini sağlayacak, gerekli düzenleyici tedbirleri almak zorundadır. Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi söz konusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkmasıdurumunda ilgili devlet, hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir (Şerif Gecekuşu/Türkiye (k.k.) , B. No: 28870/05, 25/5/2010; Trocellier/Fransa). Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin sorumluluğunun Sözleşme'nin maddesi kapsamında doğrudan devlete atfedilmesi için yeterli olup olmaması hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin ihtimal dışı bırakılan bir davada (Yardımcı/Türkiye, B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59 ) her halükârda bu sonuçları sorgulamanın veya sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında olmadığına işaret etmiştir (Tysiac/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, § 119; Yardımcı/Türkiye, § 59 ). | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/10945 | Başvuru, doğum sırasında tıbbi ihmal sonucu çocukta kalıcı bir sakatlığa yol açılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gözaltına alınma sürecinde fiziksel ve psikolojik şiddete uğranması ve bu hususta yapılan soruşturmanın etkisiz olması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bireysel başvuru formunda, başvurucu, kamuoyunda Gezi Parkı olayları olarak bilinen süreçte Taksim Meydanı'ndaki protesto eylemlerine katıldığı düşünülerek kolluk görevlileri tarafından yakalandığını ve gözaltına alındığını ifade etmiştir. Başvurucu olaylarla bir ilgisi olmadığını, eylemlere katılmadığını savunmaktadır. Olay anlatımı yapmayan başvurucu gözaltına alınırken saçlarının çekildiğini, tekmelendiğini, tehdit ve hakarete uğradığını, gözaltına alındıktan sonra ise ellerinin arkadan kelepçelenerek polis otobüsünde öğle saatinden gece yarısına kadar bekletildiğini, otobüste beklerken araç içinde patlayan biber gazına maruz kaldığını ve götürüldüğü nezarethanede ise temel ihtiyaçları karşılanmaksızın bir günden fazla süreyle haksız yere tutulduğunu ileri sürmüştür. Kolluk görevlileri olay hakkında aynı gün saat 00'da bir tutanak tutmuştur. Bu tutanağa göre31/5/2013 günü Taksim Gezi Parkı'nda toplanılacağı bilgisi elde edilmiş, kolluk görevlilerince gerekli emniyet tedbirleri uygulamaya konulmuştur. Saat 00 itibarıyla grubun sayısı 000'e ulaşmıştır. Söz konusu grup basın açıklamasını saat 00 itibarıyla bitirip oturma eylemine geçmiştir. Herkesin duyabileceği şekilde dağılmaları yönünde uyarılan grup, oturma eylemini sürdürdüğü için dirençlerini kıracak ölçüde ve kademeli olarak artan nispette zor kullanılarak dağıtılmıştır. Gruptan kopan eylemciler, gün boyunca küçük gruplar hâlinde İstiklal Caddesi ve çevresindeki farklı noktalarda eylemlerini sürdürmüş ve polisin müdahalesiyle karşılaşmıştır. Bu olaylar sırasında Taksim civarına dağılan ve başvurucunun da aralarında bulunduğu toplam 80 şahıs kovalamaca sonucu yakalanmış ve adli işlemlerin yapılması için İstanbul Emniyet Müdürlüğü Vatan Hizmet Binası Güvenlik Şube Müdürlüğüne getirilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre, başvurucuyla beraber toplam 74 kişi hakkında görevi yaptırmamak için direnme, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na aykırılık suçları nedeniyle 2013/79585 numaralı dosya üzerinde soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturma kapsamında ifadesi alınan şüphelilerin kolluk görevlilerinin fiziksel şiddetine uğradıklarını beyan etmeleri üzerine Başsavcılık, kimliği belirlenemeyen kolluk görevlileri hakkında görevi kötüye kullanma suçu nedeniyle resen başlatılan soruşturmanın bu dosyadan tefrikine ve 2013/84113 soruşturma numarasına kaydedilmesine, 13/6/2013 tarihli kararı ile de 2013/84113 soruşturma numaralı dosyanın aynı konuda farklı kişilerin şikâyeti üzerine başlatılan ve soruşturma işlemlerine devam edilen 2013/79334 soruşturma numaralı dosya ile birleştirilmesine karar vermiştir. Başvurucunun 2013/79585 numaralı soruşturma kapsamında ve müdafi eşliğinde 1/6/2013 tarihinde saat 45'te şüpheli olarak ifadesi alınmıştır. Başvurucu "..31/5/2013 günü saat 00 sıralarında Beyoğlu Galatasaray Lisesine yakın ara sokakta yürürken birden gaz bombası geldi bende kaçmaya başladım, kaçarken çukura düştüm ve o sırada beni çevik kuvvet polisleri gözaltına alındım, ben bana atılı suçlamaları kabul etmiyorum görevli memurlara mukavemette bulunmadım ve saldırı olaylarına karışmadım" şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucu aynı gün Cumhuriyet savcısı huzurunda yine müdafi eşliğinde verdiği ifadesinde ise "Emniyet ifademi tekrar ederim. Taksim'e gezmek için gitmiştim. Suçlamaları kabul etmiyorum." demiştir. Soruşturma dosyası içinde bulunan ve olay tarihini taşıyan tutanaklardan başvurucunun avukat ile görüşmesinin ve yakınlarına haber verme imkânının sağlandığı, başvurucunun yakınlarına haber vermek istemediği anlaşılmaktadır. Başvurucu ve beraberindeki 73 kişi hakkında görevi yaptırmamak için direnme ve 2911 sayılı Kanun'a aykırılık suçları nedeniyle yürütülen soruşturma neticesinde Başsavcılık 10/1/2014 tarihli kararla ve şüphelilerin 2911 sayılı Kanun'a muhalefet ettiklerine ilişkin soyut iddia dışında delil elde edilemediği ve olay yerinde bulunmak dışında direnme, zarar verme ve yaralama benzeri eylemlere katıldıklarına ilişkin herhangi bir delil bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu, bireysel başvuru formunda onu gözaltına alan ve nezarethanede görev yapan görevli memur ve amirler hakkında suç duyurusunda bulunduğunu iddia etmiş ancak suç duyurusu dilekçesini Anayasa Mahkemesine sunmamıştır. UYAP aracılığıyla erişilen soruşturma dosyasının incelenmesi neticesinde de bu ve bu soruşturma dosyası ile birleştirilmesine karar verilen diğer soruşturma dosyalarında çeşitli kişi ve sivil toplum örgütlerince sunulan 189 şikâyet ve suç duyurusu dilekçesi olduğu ancak başvurucunun sunmuş olduğu bir şikâyet dilekçesinin bulunmadığı anlaşılmıştır. Başvurucu hakkında;- 31/5/2013 günü saat 42'de Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesinde gerçekleştirilen muayenesi sonucu düzenlenen genel adli muayene raporunda "Olayın öyküsü: Darp ve cebir." kaydı ile tam olarak okunamamakla birlikte; "Muayene bulguları: sol ön kol üzerinde ...cmlik abrazyon izi, sağ ön kol üzerinde kızarıklık lineer ve .... kelepçe izi görüldü." tespitine,- İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünce liste şeklinde hazırlanan 4/6/2013 tarihli raporda ise "...doğumlu kişiye aynı hastanenin 9778944 sayılı raporunda; sağ ön kolda çizik ve sıyrıklar, bel sağda kalça orta hat üzerinde morluk ve sol dirsekte kızarıklık, sol ön kolda sıyrıklar olduğu, Arızasının: Kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı, basit tıbbi müdahale giderilebilecek ölçüde hafif olduğu..." tespitine yer verilmiştir. Başsavcılık, olaylara ilişkin olarak ev ve işyerlerindeki güvenlik kameralarının, basın ve yayın kurum ve kuruluşlarının elindeki görüntüler ile kamera kayıtlarının, MOBESE kayıtları ve polis araçlarındaki görüntü kayıtlarının toplanmasına yönelik birçok yazışma yapmıştır. Toplumsal olaylar sırasında bazı MOBESE kameralarının zarar görmesi nedeniyle kamera kayıtlarının bir kısmına ulaşılamadığına, bazı işyerlerinden ve ulusal basın ve yayın organlarından elde edilen yüklü miktardaki görüntünün çözümlenmesi için uzun süre bilirkişi heyeti oluşturulmaya çalışıldığına, soruşturma dosyasında bir kısım müşteki için çözümlenebilen görüntülerden kolluğun müdahalesine ilişkin tespit yapılamadığına ilişkin raporlar dosyaya girmiş ise de başvurucuyla ilgili bir fotoğraf, kamera kaydı, görüntü çözümleme raporu ya da bilirkişi raporunun soruşturma dosyasında bulunmadığı anlaşılmıştır. Olay nedeniyle görevi kötüye kullanma ve zor kullama yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçlarının işlendiğinden bahisle yürütülen ve şüphelisi İstanbul Emniyet Müdürlüğü kadrosundaki ilgili kolluk görevlileri olarak gösterilen soruşturmada Başsavcılık, Gezi olayları sırasındaki genel şiddet hareketlerine dikkat çekmiş, yaygın şekilde bozulan kamu düzeninin yeniden tesisi için kolluk görevlilerince alınan sıkı tedbirlerin kaçınılmaz ve makul olduğu yorumunu yapmıştır. Başsavcılık, eylemlerin şiddete dönüştüğü bu genel kargaşa ortamında olay yerinde bulunma sebepleri barışçıl olan kimselerin de kolluk görevlilerinin müdahalesinden etkilendiğini ifade etmiş; aralarında başvurucunun da olduğu müştekilerin yaralanmalarının niteliğine işaret ederek eylemin dağıtılması için yapılan uygulamada kullanılan gücün orantılı olduğu ve polis memurlarının müştekilere yönelik zor kullanma yetkisinin sınırını aştığına ilişkin olarak soruşturmaya devam edilmesi ve kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilmediği gerekçesiyle 16/4/2019 tarihinde kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu, Başsavcılık kararına 28/5/2019 tarihli dilekçe ile itiraz etmiş, başvurucunun itirazı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 28/1/2020 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 4/3/2020 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 31/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/16726 | Başvuru, gözaltına alınma sürecinde fiziksel ve psikolojik şiddete uğranması ve bu hususta yapılan soruşturmanın etkisiz olması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yıkım kararının iptali istemiyle açılan davada makul sürede yargılamanın tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının; mülkün uzun süre yıkım tehdidi altında kalması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Ankara ili Yenimahalle ilçesi sınırları içinde bulunan taşınmazın malikidir. Taşınmazın, tarımsal tesis olarak planlanmasına karşın ofis şeklinde inşa edilmesi nedeniyle Yenimahalle Belediye Encümeni 4/5/2006 tarihinde yapının yıkımı ve başvurucuya idari para cezası verilmesi yönünde karar almıştır. İşlemin iptali istemiyle açılan davada Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 31/1/2008 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle idari para cezasına karşı adli yargı kolunda dava açıldığı, verilen kararın kesinleştiği vurgulanarak idari para cezası yönünden davanın incelenemeyeceği ifade edilmiştir. Yıkım kararı yönünden ise özetle bilirkişi raporu uyarınca yapının konut ve sera binası olarak belirlendiği ancak taahhüt edilen koşullara ve alınan izinlere uygun inşa edilmediğinin anlaşıldığı belirtilmiştir. Danıştay Altıncı Dairesi 8/10/2008 tarihli kararı ile ret hükmünü onamıştır. Bu yargı süreci devam ederken taşınmazın bulunduğu bölgede yapılan imar planı değişiklikleri sonucunda ilgili alan Temakent Kentsel Dönüşüm ve Toplu Konut Alanı olarak belirlenmiş ve bunun üzerine başvurucu 2009 yılında yeniden yapı ruhsatı ve iskân izni talebinde bulunmuştur. Karar düzeltme aşamasında Danıştay Ondördüncü Dairesi 10/10/2011 tarihli kararı ile yıkım işlemi yönünden yapılaşma koşulları ve parsellerin kullanım alanlarına ilişkin olarak eksik inceleme ile karar verildiği gerekçesiyle hükmü bozmuştur. Mahkeme bozma kararına uyarak gereken incelemeleri davalı idareden bilgi ve belge temin etmek suretiyle yapmış ve yapının bu incelemeler sonucunda da ruhsata aykırı olduğunu tespit ederek 31/1/2013 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Bu arada başvurucunun ruhsat talebi sonuçlandırılmış ve 6/5/2013 tarihli yapı ruhsatı ile 19/2/2014 tarihli yapı kullanma izin belgesi düzenlenmiştir. Danıştay Ondördüncü Dairesi 16/9/2014 tarihli kararı ile ret hükmünü onamıştır. Karar düzeltme aşamasında ise 24/12/2015 tarihli kararla, taşınmaz için düzenlenmiş olan yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesinin dosyaya sunulduğu ifade edilerek uyuşmazlık hakkında karar verilmesine yer olmadığı kararı verilmesi gerektiği gerekçesiyle ret hükmü bozulmuştur. Mahkeme 13/1/2017 tarihli kararı ile yapı kullanma izni alınmış olan yapının yıkımına imkân kalmadığını ifade ederek konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir. Başvurucu hükmü 19/6/2017 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 11/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi şöyledir: " İdari dava türleri şunlardır:...b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları " Anayasa'nın maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu belirtilmiştir. Bu hüküm Türk hukukunda idarenin mali sorumluluğunun anayasal temelini oluşturmaktadır. İdarenin kamu hukukundan kaynaklanan mali sorumluluğunun Anayasa'nın maddesinin son fıkrası haricinde bir yasal dayanağı bulunmamaktadır. Özel hukuktan farklı olarak -somut bazı konuları düzenleyen birkaç istisna dışında- idarenin idari nitelikteki işlem ve eylemlerinden doğan zararlara ilişkin mali sorumluluğunu düzenleyen genel bir kanun hükmü yoktur. İdarenin kamu hukuku alanından kaynaklanan mali sorumluluğunun çerçevesi ile hüküm ve esasları, Anayasa'nın anılan hükmünden yola çıkılmak suretiyle Danıştay içtihatlarıyla belirlenmiştir. Danıştay içtihatlarına göre idarenin mali sorumluluğu, kusur sorumluluğu ve kusursuz sorumluluk şeklinde ikiye ayrılmakta; kusursuz sorumluluk da dayandığı sebebe göre tehlikeli faaliyetler, mesleki risk, sosyal risk ve fedakârlığın denkleştirilmesi biçiminde tasnif edilmektedir. Kusur sorumluluğunda idarenin kusurlu bulunması (hizmet kusuru) sorumluluğun temel şartı iken kusursuz sorumluluk hâllerinde idarenin kusuru bulunmasa dahi idarenin mali sorumluluğu söz konusu olabilmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 28, 29, 30). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/28942 | Başvuru, yıkım kararının iptali istemiyle açılan davada makul sürede yargılamanın tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının; mülkün uzun süre yıkım tehdidi altında kalması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yakınının ölümünde sorumluluğu bulunduğu iddia edilen kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, kalp rahatsızlığı bulunan babası A.A.B.nin 17/6/2014 tarihinde fenalaşması üzerine 112 Acil Servisi arayarak ambulans talep etmiştir. Acil Servis görevlileri tarafından nakledildiği hastanede başvurucunun babası aynı gün vefat etmiştir. Başvurucu 19/11/2014 tarihli dilekçeyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı), babasının 00-00 saatleri arasında kalp krizi geçirmesi nedeniyle 112 Acil Servisi aradığını, Acil Servis görevlilerine hastanın nefes alamadığını, kalp rahatsızlığı geçiriyor olabileceğini, bu nedenle özellikle oksijen tüpü getirilmesi gerektiğini söylediği hâlde gelen Acil Servis görevlilerinin öncelikle evde evcil hayvan bulunması nedeniyle hastanın bulunduğu salona giremeyeceklerini söylediklerini, yanlarında acil müdahale çantası, oksijen tüpü, eko, sedye veya tekerlik sandalye olmadığını, yürütülmemesi gerektiği hâlde yakınının yürütülerek önce asansöre, sonrasında da ambulansa bindirildiğini iddia ederek Acil Servis görevlileri hakkında şikâyette bulunmuştur. Olaya müdahale eden Acil Servis görevlileri H.B., R.B.Ö., Ö.F.K. hakkında görevi kötüye kullanma suçundan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturmada Ankara Valiliğinden (Valilik) soruşturma izni istenmiştir. Valilik ön inceleme raporuna istinaden 28/5/2015 tarihinde ilgililer hakkında soruşturma izni verilmesine karar vermiştir. Ön inceleme raporunun ilgili kısımları şöyledir:"...Yukarıda arz ve izah edildiği şekliyle hastanın genel durum itibariyle nefes darlığı, bulantı, kusma ve ajitasyonu bulunduğu, kardiyak atoloji ihtimali düşünülerek derhal oksijen inhalasyonuna başlanması gerekirken, hareket ettirilmeden naklinin gerçekleştirilmesi gerekirdi. Ancak alınan ifadelerde hastanın ikametine ulaştıktan sonra müdahalede yetersizlik görülmesi bir yana hastanın yürütüldüğü anlaşılmıştır. ...Hasta [A.A.B.] için 2014 tarihinde 112 acil servisinden ambulans talep edildiği, Komuta Kontrol Merkezi tarafından görevlendirmenin yapıldığı, hasta adresine saat 22: 06'da gelen ekibin, derhal oksijen tedavisine başlaması gerekirken başlamadığı, hastanın yürütüldüğü alınan ifadeler ve temin edilen bilgi ve belgelerden anlaşılarak, acil tıbbi müdahaleyi yeteri kadar uygulamadığı tespit edildiğinden..." Karara karşı yapılan itiraz Bölge İdare Mahkemesi tarafından H.B. yönünden kabul edilerek soruşturma izni verilmesi kararı bu şüpheli yönünden kaldırılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 26/10/2015 tarihli müzekkereyle ilgili hastaneden başvurucunun yakının tedavi sürecine dair tüm bilgi ve belgenin iletilmesini istemiştir. Ayrıca Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından talep edilmesi üzerine 21/1/2015 tarihli bilirkişi raporu hazırlanmıştır. Raporun ilgili kısımları şöyledir:"...Tıbbi Değerlendirme:[A.A.B.nin] 30 Nisan 2014 tarihinde yapılan EKO sonucunda aort kapağında genişleme sonucunda kalbin attım gücünün %57'ye düştüğünün tespit edildiği anlaşılmaktadır. Bu durumun adının Aort Yetmezliği olarak adlandırıldığı tıbben bilinmektedir.......sonuçta bu rahatsızlığın olay tarihi olan 11 Haziran günü saat 30 - 00 civarında çok arttığı ve mevcut durumun kişiyi oturtamayacak düzeye getirdiği anlaşılmaktadır. Olay günü olan 17 Haziran 2015 tarihinde, hastanın sağlığı için çok önemli bir sürenin boşa geçirildiği ve saat 55'de 112 Acil Servis'e haber verildiği ve 96 nolu Acil Yardım İstasyonu çalışanlarının olay yerine varışının 06 olduğu, olay yerinden hasta ile birlikte ayrılışlarının 15 olduğu T. Sağlık Bakanlığı Ankara Sağlık Kurumları ... Fiş den anlaşılmaktadır. ...SONUÇ: [A.A.B.nin] ileri derece de Aort Yetmezliğinin var olduğu, bu derecedeki Aort Yetmezliğinin pulmoner ödem, ventriküler aritmiler, elektro-mekanik disosiyasyon veya dolaşım kollapsı gibi nedenlerden ani ölüme yol açabileceği bilinen tıbbi gerçeklerdir. Yaklaşık bir aydır şikayetleri artan ve olay tarihinde de 30 dan 55'e kadar hastanın şikayetleri çok belirgin olmasa karşın bir sağlık kuruluşuna sevk edilmekte, hasta ve yakınlarının gecikme gösterdiği anlaşılmaktadır. 112 Acil Kontrol Merkezine çağrının 55 de yapılması sonrasında [Ö.F.K., H.B. ve R.B.Ö.nün] içerisinde bulunduğu 96 nolu Acil Yardım istasyon çalışanlarının 06 da (çağrının gelmesinden 11 dakika sonra) olay yerine vardığı ve bu aşamada bir gecikmeye sebebiyet vermediği anlaşılmaktadır. Ambulansın, Hasta ve yardımcı sağlık personeli ile olay yerinden ayrılış saatinin 15 olduğu dikkate alındığında, olay yerine vardıktan dokuz dakika sonra hastayı transfer etmek için hareket ettikleri anlaşılmaktadır. Bu süre içerisinde hastanın tam teşekküllü bir hastaneye sevkinin en önemli görev olduğu ve dokuz dakika içerisinde transferin yapılmasının uygun bir süre olarak değerlendirildiği. Ölüm sonrası bir otopsi yapılmadığı dikkate alınarak kesin ölüm nedeninin söylenemeyeceği ancak yukarıda belirtildiği gibi kalp atım hızı % 50 civarında olan Aort Yetmezliği olan bir hasta için en sık ölüm nedenleri pulmoner ödem, ventriküler aritmiler, elektro-mekanik disosiasyon veya dolaşım kollapsı sayılabileceği ve bu durumların tam teşekküllü bir hastanede dahi yüksek oranda ölume yol açabileceği bilinmektedir. Bu bilgiler ışığında [Ö.F.K., H.B. ve R.B.Ö.nün] için görev gereklerine aykırılık, kötüye kullanma, ihmal niteliğinde bir eylemde bulunmadıkları, ölüme sebebiyet verecek bir eylem veya eylemsizlik göstermedikleri kanaatinde olduğumuzu bildirir..." Cumhuriyet Başsavcılığı 5/2/2016 tarihli kararıyla H.B. hakkında işlemden kaldırma, Ö.F.K ve R.B.Ö. hakkında ise müsnet suçtan kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"......bilirkişi raporu ve soruşturma dosyasının birlikte değerlendirilmesi ile şüpheliler [Ö.F.K. ve R.B.Ö.nün] görev gereklerine aykırı bir davranıştabulunup görevi kötüye kullanma veya ihmal suçunu işlediklerine, gerçekleşen müdahale ile maktulün ölüm sonucu arasında illiyet bağı bulunduğuna, bu itibarla suçun unsurları ile oluştuğuna ilişkin aksi yönde bilirkişi raporu mevcut müşteki iddiasından başkaca delil bulunmadığı anlaşılmakla..." Karara karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz, Ankara Sulh Ceza Hakimliğinin 7/3/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 23/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 22/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/7602 | Başvuru, yakınının ölümünde sorumluluğu bulunduğu iddia edilen kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Adem Bolat'ın yönetimindeki ve diğer başvurucu Şahinler Tekstil Ürünleri Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketinin sahibi olduğu aracın çarpması sonucu ölen B.Z.A.nın mirasçıları tarafından başvurucular aleyhine 7/7/2010 tarihinde Gaziosmanpaşa Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) maddi ve manevi tazminat davası açılmıştır. Mahkemenin 17/11/2015 tarihli kararıyla davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; söz konusu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/3/2019 tarihli hükmü ile onanmıştır. Başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/26658 | Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan eylemlerinin terör örgütüne üye olmak suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılmasının başvurucunun örgütlenme özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca yargılamayı yapan özel yetkili mahkemenin bağımsız ve tarafsız olmadığı ve bu sebeple de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iler sürülmüştür. Başvuru 14/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte İnönü Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü öğrencisidir. Başvurucu; PKK terör örgütüne üye olduğu gerekçesiyle üç gün gözaltında tutulduktan sonra 12/5/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Cumhuriyet savcısı 13/7/2011 tarihli iddianamesi ile başvurucunun terör örgütüne üye olmak ve terör örgütünün propagandasını yapmak suçlarından cezalandırılmasını talep etmiştir. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 17/10/2012 tarihinde başvurucunun terör örgütüne üye olmak ve terör örgütünün propagandasını yapmak suçlarından mahkûmiyetine hükmetmiştir. Mahkeme ayrıca başvurucunun hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Mahkemenin başvurucunun terör örgütüne üye olmak ve terör örgütünün propagandasını yapmak suçlarından mahkûmiyetinde dikkate aldığı delillerin bazıları şu şekildedir: i. Mahkeme, başvurucunun PKK'nın gençlik örgütlenmesi olduğunu belirttiği Demokratik Yurtsever Gençlik Meclisi (DYG-M) içinde sorumlu düzeyde görev yaptığını belirtmiştir. Mahkemeye göre PKK terör örgütünün yasal olmayan gençlik faaliyetleri DYG-M çatısı altında gerçekleştirilmektedir. Bundan başka Mahkeme, DYG-M'nin faaliyet gösterdiği illerde hücre tipi komiteler oluşturarak komitelerde yer alan kişilere örgütsel eğitim verdiğini, örgütün silahlı eylemlerde bulunan kısmına eleman temin ettiğini, birçok basın açıklaması ve gösteri düzenlediğini, bazı etkinliklerde şiddet olaylarının yaşanmasını sağladığını ve örgütsel nitelikteki yayınların satımını sağlayıp örgüte gelir temin ettiğini ileri sürmüştür. ii. Başvurucunun Demokratik Öğrenci Derneğinde (DÖDER) sayman olarak görev yaptığı belirtilmiştir. Mahkemeye göre DÖDER, PKK terör örgütünün Malatya'daki birçok faaliyetinin organize edildiği yerdir.iii. Ayrıca başvurucunun PKK terör örgütünün propagandasının yapıldığı yayınları gerçek ismini gizleyip başka bir isimle temin ettiği ileri sürülmüştür. iv. Mahkeme, başvurucunun örgütsel nitelikli bir toplantıya örgütün talimatı üzerine katıldığını ifade etmiştir.v. Mahkeme, başvurucunun Diyarbakır'da düzenlenen nevruz etkinliğine katılmasını da delil olarak değerlendirmeye almıştır. Mahkemeye göre adı geçen etkinlik PKK terör örgütünce sahiplenilen bir toplantıdır.vi. Bazı öğrencilerin okuldan uzaklaştırılmasını protesto etmek amacıyla üniversite kampüsünde yapılan basın açıklaması metnini başvurucunun okuduğu ileri sürülmüştür. Mahkemeye göre okuldan uzaklaştırma cezası alan öğrencilerin cezalarının bittiği tarihte üniversite kampüsü içinde iki kavga olayı meydana gelmiş, kavga olayını başlattığı ve yönlendirdiği belirtilen Ç., başvurucununacil olarak Malatya'ya gelmesi için talimat vermiş ve başvurucu da talimat üzerine bir gün sonra Malatya'ya gelmiştir. Malatya'ya gelen başvurucunun kavga olayları hakkında DYG-M Malatya il sorumlusuna rapor verdiği, kavga olayı ile ilgili gözaltına alınıp adliyeye götürülen kişilere destek amacıyla adliye önüne gittiği ve serbest bırakılan kişilere yakın ilgi gösterdiği belirtilmiştir.vii. Başvurucunun terör örgütünün kırsal alanına gittikleri değerlendirilen ve Ç. hakkında yapmış olduğu bir telefon görüşmesine dayanılmıştır. İletişim kayıtlarından yola çıkan Mahkeme, başvurucunun adı geçen kişilerle irtibatlı olduğu ve görüşme yaptığı kişiyle bahse konu kişilerin kırsal alana gitmeleri konusunda bir değerlendirmede bulunduğu sonucuna varmıştır. viii. Mahkeme, başvurucunun örgüt tarafından verilen talimatlara istinaden PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın (A.Ö.) doğum günü nedeniyle Şanlıurfa'nın Halfeti ilçesinde düzenlenecek olan etkinliğe Malatya'dan katılımı organize ettiğini ve adı geçen etkinliğe katıldığını ifade etmiştir. ix. Mahkemeye göre PKK terör örgütü tarafından verilen talimat doğrultusunda çeşitli illerde Demokratik Çözüm Çadırı adı verilen çadırlar kurulmuştur. Başvurucunun da Malatya'da kurulan, terör örgütünün talimatlarının okunduğu, örgüt faaliyetlerinin düzenlendiği ve terör örgütü mensuplarının fotoğraflarının asıldığı bu çadırı sahiplendiği; çadır eylemi olarak ifade edilen bazı etkinliklerin organizasyonunda görev aldığı ve yapılan bir basın açıklamasına katıldığı belirtilmiştir. Malatya'da kurulu bulanan demokratik çözüm çadırında 26/3/2011 tarihinde Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının talimatı ile arama yapıldığı,ölen terör örgütü mensuplarına ait fotoğraflar ve örgütsel dokümanların arama neticesinde ele geçirildiği ileri sürülmüştür. Bundan başka Batman, İstanbul ve Diyarbakır’da açılan çadırlarda yapılan aramalarda da bol miktarda örgütsel doküman ile molotof kokteyli, havai fişek ve el yapımı bomba yapmaya müsait malzemeler ele geçirildiği ifade edilmiştir.x. Başvurucunun telefonuna, örgütsel faaliyetlerini bilen şahıslar tarafından terör örgütü propagandası içeren ve örgütsel bilinci artırmaya yönelik mesaj gönderildiği kabul edilmiştir. Ayrıca başvurucunun yapmış olduğu bir telefon görüşmesinde örgüte yakın bir kişiden yurtsever olarak bahsetmesi ve adı geçen kişiye yardım etmeye çalışması da delil olarak dikkate alınmıştır.xi. Mahkeme, başvurucunun silahlı çatışmada öldürülen örgüt mensupları H.A. ve Z.nin taziye ziyaretine örgüt talimatı doğrultusunda gittiğini belirtmiştir. İlaveten Mahkeme, başvurucunun örgüt talimatları doğrultusunda E. isimli örgüt mensubunun mezarını ziyaret ettiğini ifade etmiştir. Mahkeme ayrıca başvurucunun ziyaret esnasında tanınmamak amacıyla yüzünü kapadığını, E.nin resminin yer aldığı pankartı ve "şehit namırın (şehitler ölmez)" yazısı olan posteri taşıdığını, "Ey şehit senin yolun bizim yolumuzdur." şeklinde slogan attığını ve güvenlik güçlerine yüzü kapalı bir şekilde taş attığını ileri sürmüştür. xii. Mahkeme, örgüt talimatı doğrultusunda düzenlendiği ifade edilen basın açıklamasına başvurucunun katılmasını ve burada Kürtçe olarak basın açıklaması metnini okumasını mahkûmiyet hükmüne gerekçe yapmıştır. Mahkeme ayrıca örgüt talimatı doğrultusunda düzenlendiğini ileri sürdüğü bir etkinliğe başvurucunun katılmasını da mahkûmiyette delil olarak kullanmıştır.xiii. Bundan başka Mahkeme, aramalar sonucunda ele geçirilen başvurucuya ait dokümanlarda birçok örgütsel veri bulunduğunu belirtmiştir. Bu kapsamda Mahkeme, PKK'nın gençlik örgütlenmesi olduğunu belirttiği DYG-M'ye eleman temini amacıyla düzenlenen etkinliklerde satılan biletlere ilişkin bazı bilgilerin ve bir harddiskte yapılan incelemede PKK terör örgütünü simgeleyen marş, fotoğraf ve müziklerin ele geçirilmiş olmasını başvurucunun örgüt üyeliğini açıklayan deliller olarak kullanmıştır. Mahkûmiyete ilişkin kararı başvurucunun temyiz etmesi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 22/4/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucu, karardan 22/7/2014 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiştir. Başvurucu 14/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ancak başvurucu, terör örgütüne üye olmak suçundan verilen mahkûmiyeti bireysel başvuruya konu etmiştir. Başvurucu, terör örgütünün propagandasını yapmak suçu yönünden ise herhangi bir şikâyette bulunmamıştır. İlgili ulusal ve uluslararası için bkz. Metin Birdal ([GK] B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-39) başvurusu hakkında verilen karar. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13863 | Başvuru, anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan eylemlerinin terör örgütüne üye olmak suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılmasının başvurucunun örgütlenme özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca yargılamayı yapan özel yetkili mahkemenin bağımsız ve tarafsız olmadığı ve bu sebeple de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iler sürülmüştür. | 0 |
Başvuru, terör suçlarından hükümlü olarak ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun olağanüstü hâlin devamı süresince uzaktan eğitim sınavlarına girişine izin verilmemesinin eğitim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1974 doğumlu olan ve anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışmak suçundan Siverek T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu, İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi Tarih Bölümü öğrencisidir (Derece mahkemelerinin kararlarında yer alan bilgilere göre başvurucu Hizbullah terör örgütü üyesidir. Başvurucu da başvuru formunda Hizbullah hükümlüsü olduğunu belirtmektedir). 6/2/2018 tarihli ve 7083 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'la kabul edilerek yasalaşan, 22/11/2016 tarihli ve 29896 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 677 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesinde yer alan yasaklayıcı hüküm gereğince başvurucunun okumakta olduğu bölümün sınavlarına katılma talebi kabul edilmemiştir. Talebin kabul edilmemesine dair işleme karşı infaz hâkimliğine yapılan başvuru, anılan hüküm gerekçe gösterilerek reddedilmiştir. Başvurucu tarafından bu karara karşı yapılan itiraz da 16/6/2017 tarihinde reddedilmiştir. Red kararı başvurucuya 31/7/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:"(3) Kapalı ve açık ceza infaz kurumları ile çocuk eğitim evlerinde ancak, eğitim ve iyileştirme programları çerçevesinde kurum yönetimince belirlenen yerlerde görsel ve işitsel eğitim araç ve gereçlerinin kullanımına izin verilebilir. Eğitim ve iyileştirme programları gerekli kıldığı takdirde denetim altında internetten yararlanılabilir. Hükümlü, odasında bilgisayar bulunduramaz. Ancak, Adalet Bakanlığının uygun görmesi hâlinde eğitim ve kültürel amaçlı olarak bilgisayarın ceza infaz kurumuna alınmasına izin verilebilir. (4) Bu haklar, tehlikeli hâlde bulunan veya örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabilir." 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) maddesinin (3), (4) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:"(3) Kapalı ve açık kurumlar ile çocuk eğitim evlerinde ancak, eğitim ve iyileştirme programları çerçevesinde kurum yönetimince belirlenen yerlerde görsel ve işitsel eğitim araç ve gereçlerinin kullanımına izin verilebilir. Eğitim ve iyileştirme programları gerekli kıldığı takdirde denetim altında internetten yararlanılabilir. Hükümlü, odasında bilgisayar bulunduramaz. Ancak, Bakanlığın uygun görmesi hâlinde eğitim ve kültürel amaçlı olarak bilgisayarın kuruma alınmasına izin verilebilir. (4) Bu haklar, idare ve gözlem kurulu kararı ile tehlikeli hükümlü oldukları saptananlar veya örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabilir. (5) İşlediği suçun nitelik ve işleniş biçimi göz önüne alındığında, toplum için ciddi bir tehlike oluşturan, kurumdaki tutum ve davranışlarıyla, suç işlemek amacıyla kurulan silâhlı örgütün yöneticiliğini yapmaya devam eden, bu konuda herhangi bir yöntemle, kurum içi veya dışındaki kişilere talimat veya mesaj veren hükümlülerin, idare ve gözlem kurulu kararıyla televizyon yayınlarını izlemesine ve bilgisayar ile internetten yararlanmasına izin verilmez." Adalet Bakanlığının Genç ve Yetişkin Hükümlü ve Tutukluların Eğitim ve İyileştirilme İşlemleri ve Diğer Hükümlere ilişkin 46/1 Sayılı Genelgesi’nde (Genelge) uzaktan eğitime katılacak öğrencilerin, personel nezaretinde internetten yararlandırılabilecekleri belirtilmiştir. 7083 sayılı Kanun'un "Sınavlara ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Terör örgütü üyeliği veya bu örgütlerin faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar sebebiyle tutuklu veya hükümlü olarak ceza infaz kurumunda bulunanlar, olağanüstü halin devamı ve kurumda barındırıldıkları süre zarfında, ülke genelinde uygulanan merkezî sınavlar ile örgün veya yaygın her türlü eğitim ve öğretim kurumları ile kamu kurum ve kuruluşları tarafından ceza infaz kurumu içinde veya dışında yapılan ya da yaptırılan sınavlara giremezler."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol’ün maddesinin (P1-2) birinci cümlesi söyledir:"Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ceza infaz kurumunda bulunan kişiler, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı dışında eğitim hakkı da dâhil olmak üzere temel hak ve hürriyetlerin tamamına sahip olmaya devam ederler (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2) [BD], B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). AİHM P1-2'nin ilk cümlesindeki düzenleme uyarınca taraf devletlerin belirli bir zamanda var olan eğitim kurumlarına erişim hakkını garanti ettiklerini, buna karşılık kendilerini belirli bir tipte veya seviyede eğitimi kurmak ya da desteklemekle yükümlü kılacak bir hakkı kabul etmediklerini ifade etmektedir (Belçika Eğitim Dili Davası [GK], B. No: 1474/62, 1677/62, 1691/62, 1769/63, 1994/63, 2126/64, 23/7/1968, " Protokol'ün maddesi ile Sözleşme'nin ve maddelerinin anlam ve kapsamı" başlığı altında, "B. Mahkeme tarafından benimsenen yorum" başlığı, §§ 3, 4). Diğer bir ifadeyle AİHM'e göre, P1-2'nin ilk cümlesindeki düzenleme devletlerin belirli bir tipte veya seviyede eğitimi kurmak ya da desteklemekle yükümlü oldukları şeklinde yorumlanamaz. Buna karşın devletlerin kurdukları veya destekledikleri eğitim kurumlarına etkili bir biçimde erişimi sağlama yükümlülükleri vardır (Ponomaryovi/Bulgaristan, B. No: 5335/05, 21/6/2011, § 49). AİHM, belli bir zamanda var olan eğitim kurumlarına erişimin P1-2'nin ilk cümlesindeki düzenlenen hakkın doğal bir parçası olduğu görüşündedir (Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen/Danimarka, B. No: 5095/71, 5920/72, 5926/72, 7/12/1976, § 52; Mürsel Eren/Türkiye, B. No: 60856/00, 7/2/2006, § 41; İrfan Temel ve diğerleri/Türkiye, B. No: 36458/02, 3/3/2009, § 39). AİHM, eğitimin taşıdığı öneme karşın mutlak bir hak olmadığı görüşündedir. Eğitimin niteliği gereği devlet tarafından düzenleme yapılmasını gerektirdiğinden hakkın özüne dokunmayan bazı kısıtlamalara tabi tutulması da doğaldır (Velyo Velev/Bulgaristan, B. No: 16032/07, 27/5/2014, § 32). AİHM, getirilen sınırlamaların "hakkın özüne zarar verecek ve etkililiğini azaltacak" genişlikte olmaması gerektiğini belirtmekte; bunu temin etmek amacıyla da sınırlamaların ilgili kişiler açısından "öngörülebilir" olduğuna ve "meşru bir amaç güttüğüne" ikna olması gerektiğine işaret etmektedir (Leyla Şahin/Türkiye [BD], B. No: 44774/98, 10/11/2005, § 154). Ancak AİHM'e göre devlet, Sözleşme'nin ile maddelerinde olduğunun aksine P1-2 kapsamında bir meşru amaçlar listesi ile bağlı değildir (Catan ve diğerleri/Moldova Cumhuriyeti ve Rusya [BD], B. No: 43370/04, 8252/05 ve 18454/06, 19/10/2012, § 140). AİHM, bir sınırlamanın ancak kullanılan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunduğu takdirde bu türden bir kısıtlamanın P1-2 ile uyumlu olacağını kabul etmektedir (Leyla Şahin/Türkiye, § 154). Devletin bu alandaki takdir aralığı eğitimin -bu eğitimin ilgili kişiler ve daha genel olarak toplum için taşıdığı önemin derecesine ters orantılı olacak şekilde- seviyesine bağlı olarak artar (Ponomaryovi/Bulgaristan, § 56). AİHM; Velyo Velev/Bulgaristan kararında başvurucunun ceza infaz kurumundaki mevcut bir ceza infaz kurumunun okuluna kayıt talebinin herhangi bir hukuki temele dayanmadan ve kaynak yetersizliği gibi bir nedene de dayanmadan reddedilmesinin yeterli ölçüde öngörülebilir olmadığı, meşru bir amaç taşımadığı ve orantılı olmadığı sonucuna ulaşmıştır (Velyo Velev/Bulgaristan, § 42). AİHM'e göre eğitim, modern devletlerdeki en önemli kamu hizmetlerinden biridir. Bununla birlikte eğitim yetkili organların bu hizmete ayırabilecekleri kaynaklar sınırlı olmasına karşın organizasyonu karmaşık ve sürdürülmesi maliyetli bir faaliyettir. (Ponomaryovi/Bulgaristan, § 55). Devlet, eğitime erişimi nasıl düzenleyeceğine karar vermek için eğitim ihtiyaçları ile bunları karşılayacak sınırlı imkânlar arasında denge kurmak zorundadır. Ancak diğer kamu hizmetlerinden farklı olarak eğitim, Sözleşme tarafından doğrudan güvence altına alınmış bir haktır. Ayrıca, eğitim çok özel bir kamu hizmeti olarak sadece doğrudan faydaları olan bir hizmet değil geniş sosyal fonksiyonları da olan bir hizmettir. Demokratik bir toplumda insan haklarının sağlamlaşması ve devamı için eğitim hakkının vazgeçilmez ve temel bir rolü olduğu da aşikârdır (Velyo Velev/Bulgaristan, § 33). Bununla birlikte AİHM, “hükümlüler”in bir mahkeme tarafından verilen mahkûmiyetin infazı için tutuldukları süreyekarşılık gelen süre boyunca (Epistatu/Romanya, B. No: 29343/10, 24/9/2013, § 62); “tutuklular”ın ise devam etmekte olan bir yargılama esnasındaki yasal tutukluluk süresi zarfında (Boltan/Türkiye [k.k.], B. No: 32777/09, 27/3/2012) tam zamanlı eğitime erişimlerinin engellenmesinin P1-2 kapsamında eğitimden yoksun bırakma olarak değerlendirilemeyeceği görüşündedir. Bu kapsamda AİHM, hükümlü veya tutukluların, ceza infaz kurumunda bulundukları süre zarfında fiilen eğitimlerine devam edememelerinin eğitim hakkını ihlal ettiğine ilişkin başvuruları açıkça dayanaktan yoksun bulmaktadır (Aynı yönde bir başka karar için bkz. Durmaz, Işık, Unutmaz ve Sezal/Türkiye [k.k.], B. No: 46506/99, 46569/99 46570/99, 46939/99, 4/9/2001). AİHM; Özel/Türkiye ([k.k.], B. No: 4243/09, 22/10/2013) kararında, hükümlü ve uzaktan eğitim kapsamında öğrenci olan başvurucunun İngilizce dersi çalışmaları için ihtiyaç duyduğu taşınabilir medya oynatıcı cihazı edinme talebinin reddedilmesinin eğitim hakkından yoksun bırakma olarak değerlendirilemeyeceği kanaatine varmış ve başvuruyu açıkça dayanaktan yoksun bulmuştur. | Eğitim hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/35352 | Başvuru, terör suçlarından hükümlü olarak ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun olağanüstü hâlin devamı süresince uzaktan eğitim sınavlarına girişine izin verilmemesinin eğitim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, karar düzeltme talebinin süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu şirket, eser sözleşmesinden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmediğini iddia ederek sözleşme nedeniyle borçlu olmadığının tespiti ve ödenen bedelin iadesi talebiyle Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 22/1/2013 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Temyiz üzerine karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/3/2014 tarihli kararı ile onanmıştır. Başvurucu, onama kararını 16/4/2014 tarihinde tebellüğ etmiş, başvurucu vekili Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) yoluyla 30/4/2014 tarihli iş emri ile karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Aynı Dairenin 23/6/2014 tarihli ilamında Yargıtay ilamının karar düzeltme isteyen tarafa 16/4/2014 gününde tebliğ edildiği, karar düzeltme dilekçesinin 5/5/2014 gününde kaydedildiği, 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici maddesi yollamasıyla hâlen yürürlükte bulunan 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun maddesindeki 15 günlük sürenin geçtiği belirtilerek dilekçenin süre yönünden reddine karar verilmiştir. Ret kararı başvurucu vekiline 20/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiş 19/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Bu arada Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Birinci Dairesinin 26/8/2014 tarihli ve 1876 sayılı kararı ile Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinin faaliyeti durdurulmuş, dava dosyası Ankara Asliye Ticaret Mahkemesine devredilmiştir. A. Ulusal Hukuk Kanun ve Yönetmelik 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici maddesi şöyledir:"(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.(2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.(3) Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır." 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun maddesi şöyledir: "Temyiz dilekçesi, kararı veren bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine veya Yargıtayın bozması üzerine hüküm veren ilk derece mahkemesine yahut temyiz edenin bulunduğu yer bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine veya ilk derece mahkemesine verilebilir.Temyiz dilekçesi kararı veren mahkemeden başka bir mahkemeye verilmişse temyiz defterine kaydolunur ve durum derhâl kararı temyiz edilen mahkemeye bildirilir.Temyiz edene ücretsiz bir alındı belgesi verilir." 1086 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Yargıtay kararlarına karşı tefhim veya tebliğden itibaren 15 gün içinde aşağıdaki sebeplerden dolayı karar düzeltilmesi istenebilir:..." 6100 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP), adalet hizmetlerinin elektronik ortamda yürütülmesi amacıyla oluşturulan bilişim sistemidir. Dava ve diğer yargılama işlemlerinin elektronik ortamda gerçekleştirildiği hâllerde UYAP kullanılarak veriler kaydedilir ve saklanır.Elektronik ortamda, güvenli elektronik imza kullanılarak dava açılabilir, harç ve avans ödenebilir, dava dosyaları incelenebilir. Bu Kanun kapsamında fizikî olarak hazırlanması öngörülen tutanak ve belgeler güvenli elektronik imzayla elektronik ortamda hazırlanabilir ve gönderilebilir. Güvenli elektronik imza ile oluşturulan tutanak ve belgeler ayrıca fizikî olarak gönderilmez, belge örneği aranmaz.Elektronik ortamdan fizikî örnek çıkartılması gereken hâllerde tutanak veya belgenin aslının aynı olduğu belirtilerek hâkim veya görevlendirdiği yazı işleri müdürü tarafından imzalanır ve mühürlenir.Elektronik ortamda yapılan işlemlerde süre gün sonunda biter.Mahkemelerde görülmekte olan dava, çekişmesiz yargı, geçici hukuki koruma ve diğer tüm işlemlerde UYAP’ın kullanılmasına dair usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir." 15/1/2004 tarihli ve 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu'nun maddesi şöyledir: "Güvenli elektronik imza, elle atılan imza ile aynı hukukî sonucu doğurur. Kanunların resmî şekle veya özel bir merasime tabi tuttuğu hukukî işlemler ile teminat sözleşmeleri güvenli elektronik imza ile gerçekleştirilemez." 6/8/2015 tarihli ve 29437 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Bölge Adliye ve Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ileCumhuriyet Başsavcılıkları İdarî ve Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Taraf ve vekilleri ile diğer ilgililer güvenli elektronik imza ile imzalamak suretiyle UYAP vasıtasıyla birimlere elektronik ortamda bilgi ve belge gönderebilirler.Gelen evraktan sorumlu personel, UYAP üzerinden birimlere gönderilen ve iş listesine düşen belgeleri derhâl ilgili kişiye ya da doğrudan dosyasına aktarır. Onay gerektiren evrak ilgilinin iş listesine yönlendirilir....Elektronik ortamda yapılan işlemlerde süre gün sonunda biter. Elektronik ortamda yapılacak işlemlerin, ertesi güne sarkmaması açısından saat 00:00'a kadar yapılması zorunludur...." Yönetmelik'in maddesinin (9) numaralı fıkrası şöyledir:"Taraf vekillerince UYAP üzerinden güvenli elektronik imza ile kanun yolu başvuru dilekçesi gönderilebilir. Bu işler için ayrıca elle atılmış imzalı belge istenmez. Avukatların UYAP Avukat Bilgi Sistemi üzerinden kanun yolu başvuru dilekçesi gönderebilmeleri için güvenli elektronik imza sahibi olmaları gerekir. Kanun yolu harçları avukat tarafından elektronik ortamda mahkeme veznesi hesabına aktarılır. Ayrıca bu işlemlerin Barokart veya kredi kartı gibi ödeme araçlarıyla yapılması sağlanabilir. Kanun yolu başvurusu, dilekçenin sisteme kaydedildiği tarihte yapılmış sayılır. İşlem sonucunda başvuru sahibinin elektronik ortamda erişebileceği bir alındı belgesi oluşturulur." 3/4/2012 tarihli ve 28253 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren mülga Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliği'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Taraf ve vekilleri ile diğer ilgililer güvenli elektronik imza ile imzalamak suretiyle UYAP vasıtasıyla mahkemeler veya hukuk dairelerine elektronik ortamda bilgi ve belge gönderebilirler.Gelen evraktan sorumlu personel, UYAP üzerinden mahkeme veya hukuk dairelerine gönderilen ve iş listesine düşen belgeleri derhal ilgili kişiye ya da doğrudan dosyasına aktarır. Hâkimin onayını gerektiren evrak hâkimin iş listesine yönlendirilir....Elektronik ortamda yapılan işlemlerde süre gün sonunda biter. Elektronik ortamda yapılacak işlemlerin, ertesi güne sarkmaması açısından saat 00:00’a kadar yapılması zorunludur.Fizikî ortamda yapılan işlemlerde süre mesai saati sonunda biter." Mülga Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliği'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Taraf vekillerince UYAP üzerinden güvenli elektronik imza ile kanun yolu başvuru dilekçesi gönderilebilir. Bu işler için ayrıca elle atılmış imzalı belge istenmez. Avukatların UYAP Avukat Bilgi Sistemi üzerinden kanun yolu başvuru dilekçesi gönderebilmeleri için elektronik imza sahibi olmaları gerekir. Kanun yolu harçları avukat tarafından elektronik ortamda mahkeme veznesi hesabına aktarılır. Ayrıca bu işlemlerin Barokart veya kredi kartı gibi ödeme araçlarıyla yapılması sağlanabilir. Kanun yolu başvurusu, dilekçenin sisteme kaydedildiği tarihte yapılmış sayılır. İşlem sonucunda başvuru sahibinin elektronik ortamda erişebileceği bir alındı belgesi oluşturulur.Elektronik ortamda kanun yolu başvurusu saat 00:00’a kadar yapılabilir."..." Yargıtay Kararı Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 20/1/2014 tarihli ve E.2013/14-742, K.2014/16 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Görüldüğü üzere Cumhuriyet Başsavcılıkları ile Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun ilgili genelgesine göre UYAP'a kaydedilerek elektronik ortama aktarılan belgelerle ilgili kayıt tarihinin ilgili işlemler yönüyle havale tarihi olarak esas alınması gerekmektedir. ..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye erişim hakkının, Sözleşmenin maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olduğunu (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52), bu kapsamda herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ile ilgili her türlü idiasını bir mahkeme veya yargı önüne getirme hakkının güvence altına alındığını (Golder/ Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36) belirtmiştir. Yine AİHM, Sözleşme'nin maddesinde mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkının güvence altına alınmadığını ancak devletin kendi takdirine bağlı olarak taraflara kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı tanıması durumunda bu incelemeyi yapan mahkeme önünde uygulanan muhakeme usulünün bu ilkelere uygun olması gerektiğini belirtmiştir (Delcourt/Belçika, B. No: 2689/65, 17/1/1970, § 26). Bu değerlendirmeye benzer şekilde AİHM, bir hukuk davasında bölge adliye mahkemesi ilamına yönelik itirazın süre yönünden reddedilmesi nedeniyle yapılan başvuruyu mahkemeye erişim hakkı kapsamında değerlendirerek kanun yolu incelenmesinde uygulanacak usulün Sözleşme'nin maddesi kapsında değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir (Mushta/Ukrayna, B. No: 8863/06, 18/11/2010, § 39). Yine AİHM, mahkemeye erişim hakkına yönelik birtakım sınırlandırmaların kabul edilebileceğini ancak sınırlamaların meşru bir amaca yönelik olmadığı veya kullanılan yöntem ile ulaşılması hedeflenen amaç arasında makul bir orantısallık ilişkisinin bulunmadığı durumlarda kısıtlamaların Sözleşme'nin maddenin birinci fıkrasına uygun olmayacağını belirtmiştir (Ashıngdane/Birleşik Krallık,B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57). Osu/İtalya (B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 36-40) davasında, uyuşturucu kaçakçılığı yapan suç örgütüne üye olduğu gerekçesiyle hakkında 7 yıl hapis cezası verilen başvurucu, kararı sonradan öğrendiğini belirterek Yargıtaya gecikmiş temyiz başvurusunda bulunmuş, Yargıtay ilgili Kanun hükmüne rağmen talebin süresinde yapılmadığı gerekçesiyle istemi reddetmiştir. AİHM bu başvuruda dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesinin kabul edilebileceğini ancak öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da hesaplanması nedeniyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamaları hâlinde Mahkemeye erişim hakkının ihlal sonucunun ortaya çıkacağını belirterek somut olayda Yargıtayın ret kararının kanun hükmünün neden uygulanmadığına ilişkin gerekçe içermediğini bu açıdan öngörülebilir olmadığını belirterek Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15206 | Başvuru, karar düzeltme talebinin süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1995 yılında Kara Kuvvetleri Komutanlığında subay sınıfında göreve başlamış; Kara Havacılık Komutanlığında pilot binbaşı olarak görev yapmıştır. Kara Kuvvetleri Komutanlığına gelen isimsiz bir ihbar mektubunda, başvurucunun aynı lojmanda oturan bir subay eşiyle ilişki yaşadığı ve kadının hamile kaldığı, başvurucunun ve bu kadının eşlerinden boşanarak evlendikleri, başvurucunun eşinden boşanmasına rağmen üç ay daha aynı evde birlikte yaşamaya devam ettikleri, başvurucunun aynı lojmanda oturan bir başka kişinin çocuk bakıcısıyla da ilişkisinin olduğu, bu ilişkiye ait ses kaydı bulunduğu, başvurucunun bu kaydı öğrenmesi üzerine bakıcıyı ve eski eşini darbettiği, konunun Savcılığa intikal ettiği ancak müştekilerin şikâyetten vazgeçmesi nedeniyle konunun kapandığı iddia edilmiştir. Bunun üzerine başvurucu hakkında idari tahkikat başlatılmıştır. İhbar mektubu başvurucuya bildirilerek başvurucudan savunma yapması istenmiştir. Başvurucu 20/3/2013 tarihli yazılı savunmasında, kulaktan duyma bilgiler ve dedikoduya dayalı olarak mesnetsiz iddialarda bulunulduğunu, iftira atıldığını beyan etmiştir. Evlendiği yeni eşinin daha önce kendisiyle aynı lojmanda oturmadığını, bunun yalan olduğunu, önceki eşinin boşanma tarihinden sonra üç ay daha aynı lojmanda kaldığının doğru olduğunu, çocuklarının velayetini kendisinin aldığını, boşandığı eşinin çocuğunu emzirmesi ve bu arada kendisine yeni bir düzen kurabilmesi amacıyla böyle davrandıklarını belirtmiştir. Ayrıca başvurucu, komşusunun çocuk bakıcısıyla ilişkisi olduğu iddiasının yalan ve iftira olduğunu, asla böyle bir ilişkisi olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu; savunmasında önceki eşiyle geçimsizliğe dayalı olarak karşılıklı anlaşmak suretiyle boşandığını, şimdiki eşinin de aynı şekilde daha önce boşanmış olduğunu, çocuklarının huzursuz bir ortamda yetişmesindense yeni ve mutlu bir aile kurduğunu, olayın tarafları olan önceki eşinin veya yeni evlendiği bayanın eski eşinin herhangi bir şikâyeti, husumeti veya huzursuzluğunun bulunmadığını, özel hayatı konusunda asılsız iftiralara cevap vermek zorunda kalması nedeniyle üzüldüğünü belirtmiştir. Tahkikat sonucunda hazırlanan 25/3/2013 tarihli raporda, başvurucunun ilk eşiyle 1996 yılında evlendiği, 16/12/2010 tarihinde boşandığı, bu evliliğinden boşanma tarihi itibarıyla beş yaşında ve sekiz aylık iki çocuğunun olduğu belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun 9/3/2011 tarihinde ikinci eşiyle evlendiği, bu evlilikten bir ay sonra 14/4/2011 tarihinde bir çocuğunun dünyaya geldiği, çocuğun baba isminin başvurucunun ismi olduğu, başvurucunun ikinci eşinin de başvurucuyla evlenmeden önce, 4/11/2010 tarihinde subay olan eşinden boşanmış olduğu ifade edilmiştir. Raporda başvurucunun boşandığı eşinin boşanma tarihinden sonra üç ay daha aynı lojmanda kaldığının doğru olduğu, başvurucunun da bu durumu kabul ettiği, çocuklarının velayetini kendisinin aldığı, boşandığı eşinin çocuğunu emzirmesi ve bu arada kendisine yeni bir düzen kurabilmesi amacıyla böyle davrandıklarını söylediği belirtilmiştir. Bunun yanı sıra raporda, başvurucu aleyhine komşusunun çocuk bakıcısını ve eski eşini darbettiği isnadıyla Sulh Ceza Mahkemesinde kamu davası açıldığı ancak müştekilerin şikâyetten vazgeçmeleri nedeniyle 23/11/2011 tarihli karar ile davanın düşürülmesine hükmedildiği belirtilmiştir. Raporda başvurucunun yeni eşiyle evlendiği tarihte eşinin yaklaşık sekiz aylık hamile olduğunun anlaşıldığı, dolayısıyla başvurucuya isnat edilen eylemlerin sabit olduğu kanaati bildirilmiştir. Söz konusu rapor üzerine sıralı sicil üstleri tarafından ahlaki durumu nedeniyle “Silahlı Kuvvetlerde kalması uygun değildir.” ortak kanaatli sicil belgesi düzenlenerek başvurucu hakkında ayırma işlemi süreci başlatılmıştır. Sonuç olarak 7/8/2013 tarihinde, 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesi uyarınca TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmiştir. Başvurucu TSK'dan ayırma kararına karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) iptal davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; asılsız isnatların 2010 yılı ile ilgili olduğunu, bu eylemlerden üç yıl sonra ayırma işlemi tesis edilmesinin hukuka aykırı olduğunu, aynı şekilde imzasız, isim belirtilmeden yapılan ihbarın işleme konulamayacağını belirtmiştir. Başvurucu; eski eşinden boşandıktan sonra bir başka kişiyle evlendiğini, on sekiz yaşından büyük kişilerin rızaya dayalı ilişkilerinin suç oluşturmadığını, özel hayatına ait hususlar nedeniyle en ağır disiplin cezasıyla cezalandırılmasının ölçülü olmadığını ileri sürmüştür. Bunun yanı sıra başvurucu; çok sayıda takdir belgelerinin bulunduğunu, hiçbir disiplin cezası bulunmadığını, çok başarılı çalışmaları olduğunu, özel yaşamına ait unsurların Kurum disiplin ve düzenini tehdit eden bir yönünün bulunmadığını iddia etmiştir. Ayrıca başvurucu; daha önce istifa dilekçesi verdiğini, bunlar sonuçlandırılmadan ayırma işlemi tesis edilmesinin de hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. AYİM, oy çokluğuyla davayı reddetmiştir. AYİM kararında, isimsiz ihbar hâlinde dahi somut isnatlar ve deliller bulunması durumunda inceleme yapılması gerektiği belirtilmiştir. AYİM'e göre askerin ahlakı, yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır; asker şahıslar için ahlaki değerlerin ve özel hayatı da kapsayan yaşam biçiminin büyük önemi vardır. AYİM; başvurucunun evli olduğu dönemde bir subay eşiyle ilişki kurduğu ve bu kişiden çocuk sahibi olduğu, boşanmış olduğu eşiyle bir süre daha aynı lojmanda oturmaya devam ettiği hususlarının gerçek olduğunun anlaşıldığını belirtmiştir. AYİM kararında, TSK'da subay olarak görev yapan ve ileride birçok makamda TSK'yı temsil etme ihtimali bulunan başvurucunun söz konusu davranışlarının TSK'nın itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketler kapsamında olduğu belirtilmiştir. Kararda başvurucunun eylemlerinin özel hayatın sınırlarını aştığı, kara pilot sınıfının görev yaptığı yerlerin sınırlı olması ve personel sayısının diğer sınıflara göre az olması nedeniyle aynı sınıftan olan personelin bu olayı duyduğu, dolayısıyla eylemlerin aleniyet kazandığı, başvurucunun eyleminin Anayasa Mahkemesinin 2013/1614 sayılı kararında belirtilen eylemlerden çok farklı olduğu, bu durumda başvurucunun kamu hizmetinde istihdam edilmesine devam edilmesinin kamu yararına açıkça aykırılık teşkil ettiği gerekçesine yer verilmiştir. Bunun yanı sıra kararda davacının ilk istifa dilekçesini verdiği tarihten daha önce ayırma işlemi başlatılmış olduğu, dolayısıyla önce ayırma işleminin sonuçlandırılmasında hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Bir hâkim üye karara katılmamıştır. Muhalif kalan üyenin görüşüne göre bir başka dosyada 31/1/2013 tarihli ve 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu'nun geçici maddesinin dördüncü fıkrasına karşı Anayasa Mahkemesine başvuru yapılmıştır. Söz konusu başvuru mevcut davayı etkilemekte olduğundan Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunun sonucunun bekletici mesele yapılması gerekmektedir. Bunun yanı sıra muhalif üye görüşünde, başvurucu hakkındaki ayırma işleminin6413 sayılı Kanun'da öngörülen makamla kurullar tarafından ve belirtilen usuller uygulanarak tesis edilmesi gerektiği, bu hükümlere uyulmadan tesis edilmiş olan işlemin şekil ve usul yönünden hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun söz konusu karara karşı karar düzeltme istemi de reddedilmiştir. Nihai karar 28/11/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili tarafından 16/12/2014 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. A. Ulusal Hukuk 926 sayılı Kanun’un işlem tarihinde yürürlükte olan maddesi, 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun ve maddeleri, 27/12/1998 tarihli ve 23566 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Subay Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma” kenar başlıklı ve maddeleri. 211 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine bilhassa itina olunur.Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi ahlaklı olmak, üste itaat, hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve atılganlık, icabında hayatını hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi geçinmek, birbirlerine yardım, intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden kaçınmak, sıhhatini korumak, sır saklamak her askerin esas vazifesidir.” 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Asker, kendisinden beklenen vazifeleri hakkıyla yapabilmek için yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır. Her askerde bulunması lâzım gelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır:...(h). İyi ahlâk sahibi olmak: Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati, azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri ayrı ayrı cezaları üstüne çeker...'' 6413 sayılı Kanun'un geçici maddesinin (4) numaralı fıkrasında yer alan "... Söz konusu yönetmelik yürürlüğe girinceye kadar 926 sayılı Kanunun, bu Kanunun 45 inci maddesinin altıncı fıkrasının (c) bendi ile yürürlükten kaldırılan hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.” hükmünün Anayasa'ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesinin 3/7/2014 tarihli ve E.2014/24, K.2014/122 sayılı kararıyla itirazın reddine hükmedilmiştir. 6413 sayılı Kanun'un "Kınama cezasını gerektiren disiplinsizlikler" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi şöyledir:“Meslek etiğine aykırı davranışta bulunmak: Önceden ilan veya tebliğ edilmiş olan mesleki etik davranış kurallarına aykırı şekilde tavır ve davranışlarda bulunmaktır." 6413 sayılı Kanun'un "Hizmete kısmi süreli devam cezasını gerektiren disiplinsizlikler" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendi şöyledir:“Uygunsuz davranışlarda bulunmak: Türk Silahlı Kuvvetlerine ve temsil ettiği makam, rütbe veya statünün onur ve vakarına uygun olmayan fiillerde bulunmaktır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Özel hayata saygı hakkına kamu makamlarının keyfî bir şekilde müdahale etmelerinin önlenmesi, Sözleşme'nin maddesi ile sağlanan güvenceler kapsamında yer almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletin özel hayata saygı hakkı kapsamında bulunan bir menfaate müdahale ettiğini tespit ettiğinde maddenin ikinci fıkrasında belirtilen koşulları incelemektedir. Buna göre kamu makamlarının müdahalesinin yasal bir dayanağı olup olmadığı, anılan fıkrada yer alan meşru amaçlara dayalı olup olmadığı, demokratik bir toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığı araştırılmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dudgeon/Birleşik Krallık, B. No: 7525/76, 22/10/1981, § 43; Olsson/İsveç No.1, B. No: 10465/83, 24/3/1988, § 59; De Souza Ribeiro/Fransa, B. No: 22689/07, 13/12/2012, § 77). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19582 | Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden TSK) ilişiğin kesilmesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Sayıştay Dairesince verilerek Sayıştay Temyiz Kurulu tarafından tasdik edilen tazmin hükmü nedeniyle Anayasa'nın maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/5/2013 tarihinde doğrudan Anayasa Mahkemesine yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 16/4/2015 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına, başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir Bakanlığın 10/6/2015 tarihli görüş yazısı 19/6/2015 tarihinde başvurucunun başvuru formunda bildirdiği adreste tebliğ edilmek istenmiş ancak başvurucunun taşınmış olduğu anlaşılmıştır. Bunun üzerine 6/7/2015 tarihinde başvurucunun MERNİS sistemine kayıtlı tebligat adresinin bulunduğu mahalle muhtarlığına tebligat yapılmış ancak başvurucu, Bakanlık cevabına karşı beyanını yasal süresi içinde ibraz etmemiştir. Birinci Bölümün 18/11/2015 tarihinde yaptığı toplantıda başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile dava dosyasında yer aldığı şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İl Özel İdaresi 2007 yılı hesabının yargılaması sırasında, başvurucuya 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun ek maddesine göre ödeme yapılması nedeniyle oluşan 239 TL kamu zararının, Sayıştay Dairesinin 2/8/2010 tarihli ve 2007-1125 sayılı ilamının maddesi uyarınca; Maliye Bakanlığı personeline verilen ek ödemenin başvurucuya yapılması nedeniyle de oluşan 406,20 TL kamu zararının aynı Dairenin 8/9/2011 tarihli ve 2008-1381 sayılı ilamı gereğince kamu zararından sorumlu bulunan gerçekleştirme görevlisi F.K. ve harcama yetkilisi H.den tazmin edilmesine karar verilmiştir. 2007-1125 sayılı ilamın maddesi, sorumlulardan H. tarafından temyiz edilmiş ve Sayıştay Dairesinin 2/8/2010 tarihli kararı, Sayıştay Temyiz Kurulunun 13/12/2011 tarihli ve 34055 sayılı kararı ile tasdik edilmiştir. Başvurucu, Temyiz Kurulunun kararına karşı karar düzeltme yoluna başvurmuş ancak başvurusu, Kurulun 25/9/2012 tarihli ve 35486 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Başvurucu, ret kararını 17/4/2013 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu 15/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 3/12/2010 tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanunu'nun geçici maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce başlanmış seçim, denetim ve hükme bağlama işlemleri 832 sayılı Kanun hükümlerine göre sonuçlandırılır." 21/2/1967 tarihli ve 832 sayılı mülga Sayıştay Kanunu'nun maddesi şöyledir:“Sayıştay, genel ve katma bütçeli dairelerin gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini yargılama [yoluyla] kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevlidir.” 832 sayılı mülga Kanun'un 7/3/1985 tarihli ve 3162 sayılı Kanun’la değişik maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Hesap ve işlemlerin yukarıdaki maddelere göre yargılanması sonunda beraat veya tazmin hükmü verilir. Bu hükümler dışında gerekli görülen hususların ilgili mercilere bildirilmesi kararlaştırılabilir.” 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu'nun maddesi şöyledir:“Bütçelerden harcama yapılabilmesi, harcama yetkilisinin harcama talimatı vermesiyle mümkündür. Harcama talimatlarında hizmet gerekçesi, yapılacak işin konusu ve tutarı, süresi, kullanılabilir ödeneği, gerçekleştirme usulü ile gerçekleştirmeyle görevli olanlara ilişkin bilgiler yer alır.Harcama yetkilileri, harcama talimatlarının bütçe ilke ve esaslarına, kanun, tüzük ve yönetmelikler ile diğer mevzuata uygun olmasından, ödeneklerin etkili, ekonomik ve verimli kullanılmasından ve bu Kanun çerçevesinde yapmaları gereken diğer işlemlerden sorumludur.” 5018 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:“Gerçekleştirme görevlileri, harcama talimatı üzerine; işin yaptırılması, mal veya hizmetin alınması, teslim almaya ilişkin işlemlerin yapılması, belgelendirilmesi ve ödeme için gerekli belgelerin hazırlanması görevlerini yürütürler. …Gerçekleştirme görevlileri, bu Kanun çerçevesinde yapmaları gereken iş ve işlemlerden sorumludurlar.” 5018 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“…Muhasebe yetkilileri ödeme aşamasında, ödeme emri belgesi ve eki belgeler üzerinde;a) Yetkililerin imzasını,b) Ödemeye ilişkin ilgili mevzuatında sayılan belgelerin tamam olmasını,c) Maddi hata bulunup bulunmadığını,d) Hak sahibinin kimliğine ilişkin bilgileri,Kontrol etmekle yükümlüdür.” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3228 | Başvuru, Sayıştay 6. Dairesince verilerek Sayıştay Temyiz Kurulu tarafından tasdik edilen tazmin hükmü nedeniyle Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, icap nöbetlerine tabi diğer personele nöbet ücreti ödenmesine rağmen bazı uzman doktorlara nöbet ücreti ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkı bağlamındaki ayrımcılık yasağının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümünde 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu hükümlerine tabi öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Başvurucu; Bolu İl Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği İzzet Baysal Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (İdare) devlet hizmet yükümlülüğü kapsamında görev yaptığı dönemde kalp ve damar cerrahisi uzmanı olarak tuttuğu basamak kalp ve cerrahi yoğun bakım ünitesi nöbetleri, icap nöbetleri ve idari nöbetlere ilişkin nöbet ücretlerinin ödenmesi talebiyle 23/7/2015 tarihinde İdare nezdinde başvuruda bulunmuştur. İdare 88246970/869 sayılı yazılı cevabı ile başvuruyu reddetmiştir. Başvurucu, söz konusu idari işleme karşı Bolu İl Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği aleyhine 9/11/2015 tarihinde Sakarya İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; diğer kurumlarda kendisiyle aynı unvana sahip olup aynı konumda çalışan personele nöbet ücretlerinin ödendiğini, kendisine de 2015 yılının Haziran ayına kadar Abant İzzet Baysal Üniversitesi tarafından nöbet ücretlerinin ödendiğini, halihazırda fiili nöbet hizmetlerine rağmen bu ücretlerin ödenmemesinin Türk hukukunun angaryanın yasak olması, eşit işe eşit ücret gibi ilkelerine aykırı olduğunu ve yüksek yargı kararlarının lehine olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle başvurucu, kendisine nöbet ücreti ödenmemesinin hakkaniyete aykırı olduğunu ileri sürerek dava konusu işlemin iptali ile yoksun kalınan parasal hakların yasal faiziyle birlikte kendisine ödenmesini istemiştir. Sakarya İdare Mahkemesi 1/9/2016 tarihli kararı ile yetki yönünden davayı reddetmiş ve dosyayı Ankara İdare Mahkemesine göndermiştir. Ankara İdare Mahkemesi de 23/10/2017 tarihli kararı ile yetki yönünden davayı reddederek yeni kurulan Bolu İdare Mahkemesinin (Mahkeme) yetkili olduğuna karar vermiştir. Mahkeme 23/5/2018 tarihinde davanın kabulü ile dava konusu işlemin iptaline ve ödenmeyen nöbet ücretlerinin İdareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme kararına karşı İdare tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuş, istinaf incelemesi sonucunda Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 24/1/2019 tarihli kararı ile istinaf başvurusunun kabulüyle yerel mahkeme kararının kaldırılmasına ve kesin olarak davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun görev yaptığı uzman kadrosunun akademik bir kadro olduğu, 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu kapsamında uzman doktor olmadığı, dolayısıyla Kanun'un ek maddesinde belirtilen memur kavramının kapsamına girmediği, anılan düzenleme içinde akademik personele yer verilmemiş olması karşısında akademik personelin aynı zamanda uzman hekim olduğu yönünde yorum yapmak suretiyle kapsamın genişletilmesinin Kanun'un bu şekilde bir ayrıma gitme amacına aykırı olduğu belirtilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 16/4/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Tevfik İlker Akçam, B. No: 2018/9074,3/7/2019, §§ 15- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18091 | Başvuru, icap nöbetlerine tabi diğer personele nöbet ücreti ödenmesine rağmen bazı uzman doktorlara nöbet ücreti ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkı bağlamındaki ayrımcılık yasağının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; hükümlü olan başvurucu tarafından hazırlanan kitap taslağının, talebi doğrultusunda avukatına gönderilmeyerek ceza infaz kurumu idaresince el konulması nedeniyle ifade özgürlüğünün, bilirkişinin tarafsız olmaması ve bilirkişi raporuna karşı itirazlarını sunma imkânının tanınmaması nedeniyle ise adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışmak suçundan hükümlü olarak Nazilli E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucu kurumda yazdığı, Demokratik Uygarlık Perspektifinde Bir İslam Sentezi ve Yüzyıl Kadrolaşması Olarak Apocu Akademik Kadro isimli kitap taslaklarını kapalı zarf içerisinde avukatına gönderilmesi talebiyle İnfaz Kurumu idaresine teslim etmiştir. İnfaz Kurumu idaresi söz konusu kapalı zarfın alıcısına gönderilip gönderilemeyeceği hususunda Nazilli İnfaz Hâkimliğinden (İnfaz Hâkimliği) görüş istemiştir. İnfaz Hâkimliği 12/9/2013 tarihinde söz konusu talebin Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılması gerektiğinden bahisle karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Nazilli Cumhuriyet Başsavcılığı, Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) maddesi uyarınca başvurucuya ait kapalı zarf içerisinde örgütsel doküman veya konusu suç teşkil edebilecek belgeler bulunup bulunmadığı yönünden İnfaz Hâkimliği tarafından inceleme yapılmasını talep etmiştir. İnfaz Hâkimliği, Nazilli İlçe Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne yazdığı müzekkere ile zarftaki belgelerin içeriği hakkında bilirkişi incelemesi talep etmiştir. İnfaz Hâkimliği kararına göre hazırlanan bilirkişi raporunda kapalı zarf içerisindeki belgenin, A4 ve A5 ebatında pelur kâğıt üzerine gözle okunamayacak derecede küçük yazı karakterleriyle ve tükenmez kalemle yazıldığı belirtilmiştir. Raporda ayrıca söz konusu taslaklarda, PKK terör örgütünün nasıl kurulduğu ve gelinen sürecin anlatıldığı, politik ve örgütsel olarak KCK modelinin inşa edilmesinin gerekliliği ile örgütsel eğitime ilişkin bildirilere yer verildiği ifade edilmiştir. İnfaz Hâkimliği, bu itibarla örgüt propagandası niteliği taşıyan evrakın, Tüzük'ün maddesi uyarınca alıcısına gönderilmemesine ve Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilmesine karar vermiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliği kararına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Nazilli Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) Demokratik Uygarlık Perspektifinde Bir İslam Sentezi başlıklı taslak yönünden itirazı kabul etmiştir. Mahkeme anılan taslağın, başvurucunun başka bir ceza infaz kurumundan Nazilli İnfaz Kurumuna nakli esnasında okunarak üzerine görüldü kaşesi vurulduğunu, dolayısıyla bu taslak yönünden Tüzük'ün maddesindeki şartların oluşmadığını belirtmiştir. Yüzyıl Kadrolaşması Olarak Apocu Akademik Kadro başlıklı taslak yönünden ise Mahkeme, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle itirazı reddetmiştir. Ret kararı başvurucuya 5/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru konusu olayın meydana geldiği tarihte 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Avukat ve noterle görüşme hakkı" kenar başlıklı maddesinin (4) numaralı fıkrası şu şekildedir:"(4) Avukatların savunmaya ilişkin belgeleri, dosyaları ve müvekkilleri ile yaptıkları konuşmaların kayıtları incelemeye tâbi tutulamaz. Ancak, 5237 sayılı Kanunun 220 nci, İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçlardan mahkûm olan hükümlülerin avukatları ile ilişkisi; konusu suç teşkil eden fiilleri işlediğine, infaz kurumunun güvenliğini tehlikeye düşürdüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı haberleşmelerine aracılık ettiğine ilişkin bulgu veya belge elde edilmesi halinde, Cumhuriyet Başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, bir görevli görüşmede hazır bulundurulabileceği gibi bu kişilerin avukatlarına verdiği veya avukatlarınca bu kişilere verilen belgeler infaz hâkimince incelenebilir. İnfaz hâkimi belgenin kısmen veya tamamen verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu karara karşı ilgililer, 4675 sayılı Kanuna göre itiraz edebilirler."Yukarıda yer verilen fıkranın 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (Olağanüstü Hal Kararnamesi), 1/2/2018 tarihli ve 7070 sayılı Olağanüstü Hal Kararnamesi'nin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşan maddesiyle değiştirilen hâli şu şekildedir:"Görüşme sırasında; hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmaya ilişkin olarak kendilerinin tuttukları kayıtlar incelenemez; hükümlünün avukatı ile yaptığı görüşme dinlenemez ve kayda alınamaz." Tüzük'ün maddesinin ilgili bölümleri şu şekildedir:" ... (2) Hükümlülerin avukat ile görüşmesinde aşağıdaki kurallar uygulanır: ... c) Avukatların savunmaya ilişkin belgeleri, dosyaları ve müvekkilleri ile yaptıkları konuşmaların kayıtları incelemeye tâbi tutulamaz. Hükümlü ile görüşmek üzere kuruma gelen avukatların, yanlarında bulundurdukları belge ve dosyaların savunmaya ilişkin olup olmadıkları konusunda kendilerinden yazılı beyanları alınır. Savunmaya ilişkin olduğu beyan edilen belge ve dosyalar, her ne suretle olursa olsun incelenemez. Hükümlü ile doğrudan ilişkisi olmak koşulu ile avukatın yanında getirmiş olduğu ve bir hukuki uyuşmazlık konusunu oluşturan belge ve dosyalar hakkında da aynı hükümler uygulanır. 5237 sayılı Kanunun 220 nci maddesinde, İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçlardan mahkûm olan hükümlülerin avukatları ile ilişkisinde avukatın savunmaya ilişkin olduğunu beyan ettiği belge ve dosyalar fiziki olarak aranabilir. Konusu suç teşkil eden fiilleri işlediğine, infaz kurumunun güvenliğini tehlikeye düşürdüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı haberleşmelerine aracılık ettiğine ilişkin bulgu veya belge elde edilmesi halinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, bir görevli görüşmede hazır bulundurulabileceği gibi bu kişilerin avukatlarına verdiği veya avukatlarınca bu kişilere verilen belgeler infaz hâkimince incelenebilir. İnfaz hâkimi belgenin kısmen veya tamamen verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu karara karşı ilgililer, 4675 sayılı Kanuna göre itiraz edebilirler." 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (4) numaralı fıkrası şu şekildedir:"Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir." | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4033 | Başvuru, hükümlü olan başvurucu tarafından hazırlanan kitap taslağının, talebi doğrultusunda avukatına gönderilmeyerek ceza infaz kurumu idaresince el konulması nedeniyle ifade özgürlüğünün, bilirkişinin tarafsız olmaması ve bilirkişi raporuna karşı itirazlarını sunma imkânının tanınmaması nedeniyle ise adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebi kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 23/3/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası Yargıtayın 26/5/2016 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16142 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, subaylık sınavı mülakatında idarenin ayrımcı tutumla uygulama yapması nedeniyle eşitlik ilkesinin ve işleme karşı açılan davada hukuka aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde astsubay üstçavuş olarak görev yapmaktadır. 2014 yılı içinde yapılan ve başarı puanı sırasına göre ilk altmış kişinin terfi edeceği subaylığa geçiş sınavlarına katılan başvurucu, yazılı sınavda 87 puan alarak başarılı olmuştur. Mülakat sınavından 90,25 puan alan başvurucu; sicil notu ortalaması, mükafat notu gibi başkaca bileşenlerin de dâhil olduğu başarı puanı sıralamasında 76'ncı olarak 60 kişilik kontenjanın dışında kalmıştır. Başvurucu mülakat sınavında başarısız sayılarak subaylığa geçirilmemesine ilişkin işleme karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde iptal davası açmıştır. Başvurucu; mülakat sınavında bazı yasa dışı örgüt [Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmsı (FETÖ/PDY)] üyelerine bilerek yüksek not verildiğini, mülakat komisyonunun değiştirildiğini, mülakat sınavının usulsüz olduğunu ve hukuka uygun değerlendirme yapılmadığını ileri sürmüştür. AYİM Üçüncü Dairesi (Mahkeme) 26/6/2015 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle kontenjana dâhil olan kişilere yönelik iddialarının karşılanması amacıyla başvurucunun ve diğer bazı adayların notları ayrıntıları ile karşılaştırmış ve bazı adayların sicil not ortalamasının tam veya tama yakın olduğu, yazılı sonuçlarının ise başvurucunun sonucuna yakın olduğu tespit edilmiştir. Mülakat komisyonunun asıl ve yedek üyelerinin sınavdan önce ilan edildiği ve şahsi/ailevi nedenlerle asıl üyelerin katılamadığı hâllerde yedek üyelerin sınava dâhil olduğu hususlarının idare ile yapılan yazışmalar sonucu ortaya konulduğu belirtilmiştir. Diğer taraftan başvurucu vekilinin talebi üzerine idareden temin edilen belgelerin incelendiği, başvurucunun değerlendirme formlarına yönelik kriminal inceleme talebinin ise yasa dışı oluşum içinde bulunan personele yüksek not takdir edildiği yönündeki savın soyut iddiadan öteye geçmemesi nedeniyle dikkate alınmadığı ifade edilmiştir. Astsubaylıktan geçiş sınavının mülakat aşamasında takdir yetkisinin keyfî, taraflı, kişisel ve duygusal değerlendirme yapılarak kullanıldığına dair somut bilgi, belge ve kanıt bulunmadığı vurgulanmıştır. Sonuç itibarıyla astsubaylıktan subaylığa geçiş sınavının tüm adaylar açısından aynı koşullarda ve mevzuata uygun bir biçimde icra edildiği kanaatine varılarak yazılı sınav ile mülakatta baraj puanının üzerinde puan alan ve seçme sınavını başarmış sayılan başvurucunun birçok bileşenin olduğu puan sıralamasında kontenjanın dışında kalması nedeniyle subaylığa geçirilmemesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, ret hükmünü 27/7/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 24/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:"Türk Silâhlı Kuvvetlerinin ihtiyacı göz önüne alınarak her sene tespit edilecek kontenjan nispetinde emsali arasında temayüz etmiş en az dört yıl süreli fakülte veya yüksek okulları bitiren astsubaylar; bağlı olduğu kuvvet komutanlığının, Jandarma Genel Komutanlığının veya Sahil Güvenlik Komutanlığının teklifi üzerine kendi sınıflarında veya askerî hâkim sınıfı hariç olmak üzere öğrenimlerinin ilgilendirdiği ihtiyaç duyulan sınıflarda... teğmen nasbedilirler." 926 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...emsalleri arasında temayüz etmiş astsubayların subaylığa nasbedilmelerinde aranacak nitelikler ile seçme sınavlarının yapılma usul, esas ve şartları Subay Sicil Yönetmeliğinde gösterilir. " 27/12/1998 tarihli ve 23566 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Subay Sicil Yönetmeliği'nin ( Subay Sicil Yönetmeliği) maddesi şöyledir:"Subay olacak astsubaylar, yazılı ve mülâkat olmak üzere iki aşamalı seçme sınavınatâbi tutulurlar. Yazılısınav, meslekbilgisi ve genelkültürkonularınıkapsar. Yazılısınavsorularının% 80'i meslek bilgisi konularından, % 20'sidegenel kültür konularından oluşur. Meslek bilgisi sorularının % 60'ı Türk Silâhlı Kuvvetleriİç Hizmet Kanunu ve Yönetmeliği, Askerî Ceza Kanunu ve Silâhlı Kuvvetler ile ilgili diğer mevzuattan; % 40'ı da geçirilecekleri subay sınıfının özelliklerine göre tespit edilecek konulardan seçilir. Fakülteveya yüksek okul mezunlarından, öğrenimleri ile ilgili sınıflarda subay olmak için müracaat edenlerin meslekbilgisi sorularının % 40'ı, görmüş olduğu öğrenimle ilgili konulardan belirlenir.Genel kültür soruları; Türkçe, İnkılâp Tarihi, Atatürkçülük ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile güncel konulardan hazırlanır.Mülâkatta ise; genel görünüş, anlatım, konuşma düzgünlüğü, kendine güven gibi hususlar değerlendirilir." Subay Sicil Yönetmeliği'nin maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Yazılı sınavda; sınav kapsamındaki her alandan (geçirileceği sınıf bilgisi, askeri kültür ve genel kültür) asgari %50 puan almak kaydıyla, 100 puan üzerinden en az 70 puan alanlar, başarılı sayılarak mülâkata tâbi tutulurlar. Mülâkatta da 100 puan üzerinden 70 ve daha yukarı puan alanlar, seçme sınavını başarmış sayılırlar. Yazılı sınav ve mülâkatta alınan notların ortalamasına, sicil notu ortalaması ile mükâfat ve ceza puanları ilâve edilerek seçme sınavı sıralama notları tespit edilir. Mükâfat puanı, bu Yönetmeliğin ekinde yer alan EK-9’daki Mükâfat Puanları Çizelgesine göre bulunur. Ceza puanı, 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanununun (2) sayılı çizelgesine göre bulunan toplam puanın 0,118 katsayısı ile çarpılması sonucu elde edilen puandır. Ceza puanının hesaplanmasında, 6413 sayılı Kanunun (2) sayılı çizelgesinde yer almayan ve taksirli suçlar hariç olmak üzere mahkeme kararı ile verilen para cezaları için 4 puan, diğer hapis cezaları için 4,5 puan esas alınır. Bu puanlar da 0,118 katsayısı ile tahvil edilir. Mahkeme kararı ile verilen cezalar ertelenmiş, hapis cezası seçenek yaptırımlarına çevrilmiş, adli sicilden çıkarılmış ya da verilen mahkûmiyet hükmünün açıklanması geri bırakılmış olsa dahi ceza puanı hesaplanır. Mükâfat puanları (+), ceza puanları (-) değerdedir. Bulunan seçme sınavı sıralama notlarından, notu en yüksek olandan başlamak üzere belirlenen kontenjana göre subay olacaklar saptanır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14217 | Başvuru, subaylık sınavı mülakatında idarenin ayrımcı tutumla uygulama yapması nedeniyle eşitlik ilkesinin ve işleme karşı açılan davada hukuka aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucuların üyesi oldukları sendikaların çağrıları üzerine katıldıkları basın açıklaması nedeniyle disiplin cezasıyla cezalandırılmalarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular, olay tarihinde Muş'taki çeşitli kamu kurumlarında görev yapmaktadır. Başvurucuların ayrıca Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) veya Büro Emekçileri Sendikası (BES) üyeliği bulunmaktadır. Başvurucular, üyesi oldukları sendikaların aldığı "belirli platformlar tarafından yapılacak tutuklama ve gözaltı konulu basın açıklamalarına üye ve yöneticilerin katılmasına" ilişkin kararlar üzerine Muş Emek ve Demokrasi Platformunun aralarında Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) yöneticilerinin de olduğu dört kişinin terörle mücadele kapsamında tutuklanmasını protesto etmek amacıyla düzenlediği 15/9/2015 tarihli basın açıklamasına katılmıştır (aynı içerikli sendika kararının tam metni için bkz. Güven Çelik ve Kadri Dursun, B. No: 2018/5060, 8/6/2023, § 3). Olay Yeri Tutanağı'na göre DBP'nin organize ettiği basın açıklaması, 75 katılımcıyla il belediyesi meydanında yapılmış ve yaklaşık yarım saat sürmüştür. Basın açılaması metni, bir DBP yöneticisi tarafından okunduktan sonra Halkların Demokratik Partisi (HDP) Muş milletvekilleri çeşitli konuşmalar yapmıştır. Basın açıklaması esnasında "...arkadaşlarımızın şahsında tüm haksız tutuklamaları kınıyoruz DBP il örgütü" yazılı pankart açılmış ve "siyasi tutsaklar onurumuzdur; baskılar bizi yıldıramaz; yaşasın halkların kardeşliği; savaşa hayır, barış hemen şimdi" şeklinde sloganlar atılmıştır. İdare, söz konusu basın açıklamasına katılması nedeniyle başvurucular hakkında disiplin soruşturmaları başlatmıştır. Başvurucular konuya ilişkin beyanlarında basın açıklamasına sendika kararları kapsamında gözlem ve bilgi paylaşımı amacıyla katıldıklarını ifade etmiştir. Soruşturmalar neticesinde başvurucuların basın açıklamasına katılma şeklindeki eylemlerinin 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (D) bendinin (o) alt bendi uyarınca herhangi bir siyasi parti yararına veya zararına fiilen faaliyette bulunmak kapsamında kaldığı gerekçesiyle kademe ilerlemesinin durdurulması cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Başvurucular, haklarında tesis edilen disiplin cezalarının iptali talebiyle idare mahkemelerine başvurmuştur. İlk derece mahkemeleri, somut olaya konu tespitler (sloganlar, pankart ve katılımcıların siyasi kimlikleri) ışığında (bkz. §§ 3-4) basın açıklamasının sendikal faaliyet kapsamında değerlendirilemeyeceğini belirtmiştir. Nihayetinde başvurucuların siyasi bir parti tarafından organize edilen ve siyasi bir protesto niteliğinde olan basın açıklamasına katıldıklarının sabit olduğu gerekçesiyle davalar reddedilmiştir. Söz konusu kararlar istinaf kanun yolunda kesinleşmiştir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Komisyonca 2019/10979 numaralı başvurunun 2019/9517 numaralı başvuru ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9517 | Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucuların üyesi oldukları sendikaların çağrıları üzerine katıldıkları basın açıklaması nedeniyle disiplin cezasıyla cezalandırılmalarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, cezaevinde ziyaretçi listesinde değişiklik yapılması talebinin reddinedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/6/2013 tarihinde Edirne Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucu 14/8/2013 tarihinde başvuru harcını yatırmıştır. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 17/11/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 17/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından18/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, kasten öldürme, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme suçundan tutuklu olarak Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucuyaailesi, yasal temsilcisi ve üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımlarının yanı sıra bu kişilerin dışında kendisinin belirleyeceği üç kişi tarafından ziyaret edilme hakkı tanınmış; başvurucu bu doğrultuda üç kişinin ismini Ceza İnfaz Kurumu idaresine bildirmiştir. Başvurucu 14/3/2013 tarihli dilekçesinde ziyaretçi listesinde bulunan A.A. isimli kişinin kendisini ziyarete gelmemesi nedeniyle listeden çıkarılarak yerine G.K.nın listeye eklenmesini talep etmiştir. Edirne Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 15/3/2013 tarihli yazısıyla 17/06/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in (Ziyaret Yönetmeliği) maddesinde ziyaretçilerin ölüm, ağır hastalık, doğal afet, hükümlü ve tutukluların nakli ya da ziyaretçininziyaret olanağını ortadan kaldıracak yerleşim yeri değişikliği gibi zorunlu hâller dışında değiştirilemeyeceği hükmününyer aldığı, talebinin anılan hükme uygun olmaması nedeniyle kabul edilmediği bildirilmiştir. Başvurucu 4/4/2013 tarihli dilekçesiyle anılan karar hakkında Edirne İnfaz Hâkimliğine şikâyette bulunarak kararın kaldırılmasını talep etmiştir. Başvurucu bu dilekçesinde yedi yıldır Cezaevinde bulunduğunu, A.A. isimli kişinin bu süre içinde hiç ziyaretine gelmediğini, kendisinin de ona ulaşamadığını, üç kişilik ziyaretçi hakkını tam olarak kullanabilmesi içinA.A. isimli kişinin listeden çıkarılarak yerine G.K.nın listeye eklenmesine karar verilmesini istemiştir. Edirne İnfaz Hâkimliğinin 12/4/2013 tarihli ve E.2013/814, K.2013/831 sayılı kararıyla tutuklunun ziyaretçi değişikliğine ilişkin verilen Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü kararının Ziyaret Yönetmeliği'ne uygun bulunduğu gerekçesiyle şikâyet başvurusu reddedilmiştir. Başvurucu 29/4/2013 tarihli dilekçesiyle İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı Edirne Ağır Ceza Mahkemesine itiraz yoluna başvurmuştur. Başvurucu dilekçesinde A.A.nın ekonomik nedenlerle ve adresi değiştiği için ziyaretine gelemediğini, iki yıldır onunla hiçbir iletişiminin olmadığını, nerede olduğunu bilmediğini belirterek, bu kişinin ziyaretçi listesinden çıkarılarak ziyaretine gelme imkânı olan G.K.nın eklenmesini talep etmiştir. Edirne Ağır Ceza Mahkemesinin 10/5/2013 tarihli ve 2013/569 Değişik İş sayılı kararıyla İnfaz Hâkimliği kararının usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazı reddedilmiştir. Bu karar, başvurucuya 16/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuka. İlgili Mevzuat 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un "Hükümlüyü ziyaret" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hükümlü, belgelendirilmesi koşuluyla eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından haftada bir kez ve ayrıca kuruma kabullerinde, zorunlu hâller dışında bir daha değiştirilmemek üzere, ad ve adreslerini bildirdiği en fazla üç kişi tarafından, yarım saatten az ve bir saatten fazla olmamak üzere çalışma saatleri içinde ziyaret edilebilir. (Ek cümle: 24/1/2013-6411/9 md.) Çocuk hükümlüler için ziyaret süresi bir saatten az, üç saatten fazla olmamak üzere belirlenir.(2) Birinci fıkrada belirtilenler dışındaki kimselerin ziyaretine Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yazılı olarak izin verilebilir.(3) Görüşler, koşul ve süreleri Adalet Bakanlığınca hazırlanan yönetmelikle kapalı ve açık olmak üzere iki biçimde yaptırılır." Anılan maddenin gerekçesi şöyledir:"Madde, hükümlüleri ziyareti düzenlemektedir. Ülkemizde ceza infaz kurumlarında bulunan akraba, arkadaş ve yakınların ziyaretine büyük önem verilmektedir. Uygulamadaki aksaklıklar veya keyfî hareketler, cezalarını çekmekte olan kişilerin üzerinde olumsuz etkiler yapmakta bulunduğundan madde, bu konuyu objektif bazı esaslara bağlamayı uygun saymış ve uygulamanın hükümlüler, ziyaretçiler ve uygulayıcılar yönünden bilinmesi böylece sağlanmıştır. Maddenin birinci fıkrasında genel kural olarak hükümlülerin kimler tarafından, hangi zamanlarda ve hangi aralıklarla ziyaret edilecekleri belirtilmiştir.İkinci fıkrada da istisnaî hâllerde ziyaretlerin Cumhuriyet Başsavcısının yazılı izniyle yapılabileceği açıklanmıştır.Cumhuriyet Başsavcısına böyle bir yetkinin verilmesinin gerekliliği hükümlülerin iyileştirilmesi, topluma kazandırılması, moral güçlerinin kuvvetlendirilmesi yönünden yararlı sonuçlar verebileceği görüşüne dayanmaktadır; ayrıca, bu yetkinin yazılı olarak kullanılabilecek olması da görevlilerin denetimleri olanağını vermektedir.Maddenin son fıkrasına göre, hükümlülerin iyileştirilme ve topluma kazandırılabilmeleri yönünden aile bireyleri ile bağlılıklarının devamını sağlamak üzere Adalet Bakanlığınca açık görüş yapılabilmesi konusu yeniden düzenlenmektedir." 5275 sayılı Kanun’un"Tutukluların hakları" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Soruşturma ve kovuşturma evrelerinde tutuklular, kurumun bu husustaki genel düzenine uymak suretiyle ziyaretçi kabul edebilirler. Ancak soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkeme, soruşturmanın veya davanın selameti bakımından tutuklunun ziyaretçi kabulünü yasaklayabilir veya bu hususta kısıtlamalar koyabilir." 5275 sayılı Kanun’un"Tutukluların yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: (1) Bu Kanunun; yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları,...ziyaret, yabancı hükümlüleri ziyaret, ziyaret ve görüşlerde uygulanacak esaslar, beden eğitimi, kütüphane ve kurslardan yararlanma konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 66 ilâ 76 ve 78 ila 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir." Ziyaret Yönetmeliği'nin maddesinin birinci fıkrasının (g) bendi şöyledir:"Hükümlü ve tutuklular, bu Yönetmeliğin 9 uncu maddesinde sayılan ve eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ve vasisi ile kayyımı dışında kalan üç ziyaretçisinin açık kimlik ve adreslerini kuruma bildirir. Bu ziyaretçiler, ölüm, ağır hastalık, doğal afet, hükümlü ve tutukluların nakli ya da ziyaretçinin ziyaret olanağını ortadan kaldıracak yerleşim yeri değişikliği gibi zorunlu haller dışında değiştirilemez." Ziyaret Yönetmeliği'nin maddesi şöyledir: “Hükümlü ve tutuklular; eşi, anne, babası, büyükanne ve büyükbabası, çocuğu, torunu, kardeşi, gelini, damadı, kayınbiraderi, baldızı, yengesi, eniştesi, görümcesi, kayınvalidesi, kayınpederi, kayınvalidesinin annesi ve babası, kayınpederinin anne ve babası, eşinin başkasından olma çocuğu, büyükanne ve büyük babasının anne ve babaları, torun çocuğu, kardeş çocuğu, eşi, amcası, halası, dayısı, teyzesi ve bunların eşleri ile vasisi ve kayyımıyla görüşebilir. (Değişik fıkra: RG-28/07/2007-26596) (Değişik birinci cümle:RG-6/11/2009-27398) Hükümlü ve tutuklular, birinci fıkrada sayılanlar dışında kalan üç ziyaretçisinin adı ve soyadı ile bilmesi hâlinde adresini ceza infaz kurumuna kabulünden ve kendisine bu hususun tebliğ edildiği tarihten itibaren 60 gün içinde bildirir. Bu ziyaretçiler, ölüm, ağır hastalık, doğal afet, hükümlü ve tutuklunun nakli ya da ziyaretçinin ziyaret olanağını ortadan kaldıracak yerleşim yeri değişikliği gibi zorunlu hâller dışında değiştirilemez. Ceza infaz kurumu yönetimince, gerekli görülmesi hâlinde bildirilen ziyaretçiler hakkında, ziyarette bulunmalarında sakınca bulunup bulunmadığı konusunda kolluk aracılığıyla araştırma yaptırılır. Sakıncalı görülenlere ziyaret izni verilmez ve yeni ziyaretçinin bildirilmesi istenir.Aynı ceza infaz kurumu içinde bulunan hükümlü ve tutuklular, birinci fıkrada sayılan kişilerden olmaları şartıyla bu Yönetmelik hükümleri kapsamında birbirleri ile görüşebilir.Birinci ve ikinci fıkrada gösterilen ziyaretçilerin, belirlenen ziyaret günü ve saatleri dışındaki ziyaretleri ile birinci ve ikinci fıkrada sayılanlar dışında kalan kişilerin ziyaretlerine, makul sebep bulunması halinde Cumhuriyet başsavcılığı tarafından yazılı olarak izin verilebilir. Bu hüküm, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükümlüler hakkında uygulanmaz.” Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevleri Kuralları Hakkında REC (2006) 2 sayılı tavsiye kararlarında hükümlü ve tutukluların dış dünya ile ilişkilerine dair kısmı şöyledir:"Dış Dünya ile İlişki Mahpusların mümkün olabilen sıklıkta mektup, telefon veya diğer iletişim vasıtalarıyla aileleriyle, başka kişilerle ve dışarıdaki kuruluşların temsilcileriyle haberleşmelerine ve bu kişilerin mahpusları ziyaret etmelerine izin verilmelidir. 2 Devam etmekte olan bir ceza soruşturması, emniyet, güvenlik ve düzeninin muhafaza edilmesi, suç işlenmesinin önlenmesi ve suç mağdurunun korunması için gerekli görülmesi halinde, haberleşme ve ziyaretlere kısıtlamalar konabilir ve izlenebilir. Ancak adli bir merci tarafından konulan özel kısıtlamalar da dahil olmak üzere, bu tür kısıtlamalar yine de kabul edilebilir asgari bir iletişime izin vermelidir. Ulusal hukuk, mahpuslarla iletişim kurması kısıtlanamayacak olan ulusal ve uluslararası kuruluşları belirlemelidir, Ziyaretler için yapılan düzenlemeler, mahpuslara aile ilişkilerini mümkün olduğunca normal bir düzeyde sürdürmelerine ve geliştirmelerine izin verecek bir tarzda olmalıdır. Cezaevi yetkilileri, dış dünyayla yeterli bir iletişim sürdürmelerinde mahpuslara yardım etmelidirler ve bunun için onlara uygun destek ve yardım sağlamalıdırlar.b. İlgili Yargı Kararları 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan "zorunlu hâller dışında bir daha değiştirilmemek üzere'' ibaresinin, Anayasa'nın maddesine aykırılığı iddiasıyla iptali istenmiş; Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun 5/7/2012 tarihli ve E.2012/7, K.2012/102 sayılı kararıyla iptal istemi reddedilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4708 | Başvuru, cezaevinde ziyaretçi listesinde değişiklik yapılması talebinin reddi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; siyasetçi ve yazar olan başvurucunun bazı ifadeleri nedeniyle tazminat ödemeye mahkûm edilmesi sonucu ifade özgürlüğünün, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, yargılama sürecinde görev alan hâkimlerin görevden ihraç edilmiş olmaları nedeniyle de bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm tarafından 3/11/2020 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Maraş olayları olarak bilinen, 19-26/12/1978 tarihleri arasında Alevi-Sünni gerginliğinin tırmandığı bir dönemde Kahramanmaraş'ta meydana gelen, 19/12/1978 tarihinde bir sinemaya patlayıcı madde (bazı kaynaklara göre ise ses bombası) atılması ile başlayan ve yedi gün süren olaylar sırasında 150’ye yakın vatandaş öldürülmüş; 200’ün üzerinde ev yakılmış ve 100’e yakın işyeri tahrip edilmiştir. Bahse konu olaylara ilişkin yirmi üç yıl süren davalar sonunda 22 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 321 kişi de 1 ile 24 yıl arasında hapis cezası almıştır. Uzun yıllar boyunca Türkiye'de Alevilerin sorunları sık sık kamuoyunda tartışılagelmiştir. Geçmişten günümüze Türk siyasi hayatında yer alan siyasi partiler ve diğer aktörler Alevi kişi ve toplulukların sorunlarını kamuoyu gündemine getirmiş, somut çözüm önerileri sunulmuş, hükûmetler tarafından sorunların çözümü için bazı politikalar uygulamaya konulmuştur. Aleviliğin sorunlarına ilişkin tartışmalarda geçmişte yaşanan Alevi-Sünni gerginlikleri ve meydana gelen çatışmalar da yer almış; bilhassa Maraş olaylarının sebepleri ile bireysel ve toplumsal sonuçları, ayrıca devlet yetkililerinin ve diğer kişilerin sorumlulukları tartışmanın ana konularından biri olmuştur. 2002 yılından itibaren iktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi “Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi” olarak adlandırılan demokratik açılım sürecinin bir parçası olarak 2008'den beri kamuoyunda Alevi açılımı şeklinde anılan süreci başlatmıştır. Bu kapsamda devletin ilgili bakanlığının himayelerinde ilki 3-4/6/2009, sonuncusu da 28-30/1/2010 tarihlerinde olmak üzere yedi Alevi Çalıştayı gerçekleştirilmiş; önde gelen Alevi kanaat önderlerinin, çeşitli sanatçıların, akademisyenlerin, sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin, medya mensuplarının ve politikacıların davet edildiği çalıştaylar sonucunda hazırlanan ve katılımcıların görüşlerini, sorunları ve çözüm önerilerini içeren nihai rapor kamuoyuna açıklanmıştır. Çalıştayların 17/12/2009 tarihli oturumuna Ö.Ş. de davet edilmiştir. Ö.Ş. hakkında daha önce Maraş olayları nedeni ile -içinde patlayıcı madde kullanma suçunun da bulunduğu çeşitli suçlardan- soruşturma yürütülmüş, tutuklama kararı verilmiş, kamu davası açılmış ancak yapılan yargılama sonunda mahkûmiyetine yeter nitelikte delil elde edilemediğinden beraat kararı verilmiştir. Bahse konu karar Askerî Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmiştir. Maraş olaylarından sonra soyadını değiştiren Ö.Ş., Dönem Milletvekilliği Genel Seçimi'nde Kahramanmaraş milletvekili olarak seçilmiş (1991-1995); milletvekilliği görevi sona erdikten sonra da siyaset hayatına devam etmiş ve 2008 yılına kadar Büyük Birlik Partisinde (BBP) genel başkan yardımcılığı yapmıştır. Ö.Ş.nin söz konusu çalıştaya davet edilmesi ülke gündeminde oldukça tartışılmış ve yayın organlarında sayısız habere konu olmuş; dönemin Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Anayasa Komisyonu Başkanı'nın, Adalet ve Kalkınma Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisinin bazı milletvekillerinin, sivil toplum kuruluşlarının, sanatçıların ve Alevi vatandaşların yoğun tepkisine yol açmıştır. Bu tepkiler üzerine çalıştayları organize eden Devlet Bakanı bir açıklama yaparak Ö.Ş.yi kendisinin çağırmadığını, çalıştayın ertelenmeyeceğini ve belirlenen tarihte yapılacağını ancak çalıştayda Ö.Ş.nin olmayacağını açıklamış ve Ö.Ş. söz konusu çalıştaya katılmamıştır. Devlet Bakanlığınca 2010 yılında yayımlanan Alevi çalıştayları nihai raporunda söz konusu çalıştaylarla ulaşılmak istenen amaç ve davet edilen katılımcı profilleri şu şekilde belirtilmiştir:"...Bu çalıştaylarda şimdiye değin farklı platformlarda görüş ve düşüncelerini ifade eden Alevilerin sorun ve taleplerinin belirlenip, bu çerçevede atılacak adımların net bir şekilde belirlenmesi hedeflenmiştir. Düzenlenme ve uygulama aşamalarında, tüm katılımcıların genel kamuoyunda bilinen söylemleriyle tebarüz etmiş olmalarına dikkat edilmiştir. Böylece çalıştay üyelerinin Alevi kamuoyunun örgütsel çeşitliliği içinde ortaya çıkan farklılığı yansıtması kadar, aynı şekilde sorunun çözümüne yönelik kuşatıcı dil ve önerileriyle de bilinmiş olmalarına özen gösterilmiştir."B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler Başvurucu , , , , ve Dönem Milletvekilliği Genel Seçimlerinde Mersin milletvekili olarak seçilmiş; , ve hükûmetlerde ise kültür ve devlet bakanlığı görevlerini yürütmüştür. Başvurucu, Birgün gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır. Milliyet gazetesinde 15/12/2009 tarihinde yapılan "[Ş.] Krizi" başlıklı haberde, Ö.Ş.nin Alevi Çalıştayı'na davet edilmesi konusu tartışmaya açılmış ve bu konuda bazı siyasetçilerin, sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin ve başvurucunun görüşünün alındığı belirtilmiştir. Söz konusu haber şu şekildedir: "Alevi çalıştaylarının altıncı ve son oturumu, davetliler arasında bulunan Maraş katliamı sanıklarından [Ö.Ş.] nedeniyle krize dönüştü. Çalıştay davetini [Ş.] yüzünden reddeden isimlerden eski Bakan Fikri Sağlar 'O orada olursa ben yokum' derken, [Ş.] de toplantıya katılmayacağını açıklayan isimleri 'Tabana mesaj vermeye çalışmak'la suçladı.Oturumu yönetecek olan Yrd. Doç. Dr. [N.S.] ise 'Madımak’ı, Gazi’yi, Çorum’u konuşmayacağız da ne yapacağız? Kendimiz çalıp kendimiz mi oynayacağız' diyerek, [Ş.nin] davet edilmesini savundu.Alevi çalıştaylarının altıncısı, Ankara’da Muharrem ayının ilk gününe denk gelen 17 Aralık’ta yapılacak. Çalıştayda hükümeti temsilen Devlet Bakanı Faruk Çelik ile Kemal Kılıçdaroğlu, Arif Sağ, Kamer Genç, Bayram Meral, Akın Birdal, Prof. Dr. Cengiz Güleç, Ercan Karakaş, Fikri Sağlar, Derviş Günday, Haluk Özdalga, Prof. Dr. Abdurahman Küçük, Namık Kemal Zeybek, Seyfi Oktay, Mukadder Başeğmez, Haşim Haşimi, Hüseyin Tuğcu, İbrahim Yiğit ve Mehmet Moğultay ve [Ş.] hazır bulunacak. Çok sayıda Alevi vatandaşın hayatını kaybettiği Maraş katliamı sanığı [Ş.nin] çalıştaya çağrılması ise krize neden oldu.Bakan Çelik'in bizzat arayarak Çalıştay’a davet ettiği bazı isimler [Ş.nin] çağrılmasına tepki gösterdi. Sağ, Sağlar ve Genç, [Ş.nin] olduğu toplantıya katılmayacaklarını açıkladı. Bazı Alevi örgütleri de 'Yahudi toplantısına Hitler çağrılır mı?' diyerek eleştirilerini ortaya koydu.Milliyet’e konuşan [Ş.] ise toplantıda Maraş dışındaki konulara da değineceğini ifade ederek 'Cemevleri konusunda net bir şey söyleyemem ama uzman arkadaşlarla görüşeceğim' dedi. Kürt açılımı gibi hamleleri anlamlı bulmadığını belirten [Ş.], Alevi çalıştayının bu konulardan önce başladığını anımsattı. Kendisinin gelmesi halinde çalıştaya katılmayacaklarını açıklayan Genç ve Sağlar’la aynı dönemde TBMM’de bir arada olduğunu ifade eden [Ş.], 'Onların biraz tabana dön[ü]k mesaj vermeye çalıştığını düşünüyorum' dedi.Sağlar ise 'Maraş’ta Alevileri katleden bir anlayışın çalıştayda olmasına karşı olduğunu' belirterek, 'Ellerinde Alevi kanı olanlar nasıl katlettiklerini mi anlatacaklar' diye sordu. [Ş. yi] kendilerinin çağırdığını anlatan [S.] ise '[Ö.] Bey Maraş olaylarıyla ilgili kamuoyunda bilinenin aksine çok farklı yaklaşımı olduğunu iddia ediyor. Bu konuyla ilgili kitap yazmış. Bir mahkeme değiliz. Amacımız ezber bozmak' dedi. Devlet Bakanı Faruk Çelik de, [Ş.yi] kendisinin değil bürokratların davet ettiğini açıklarken 'O da Alevi olaylarıyla ilgili biri. Biz mahkeme değiliz. O da Alevi olaylarına karışmış' dedi. Çelik, çalıştayın ertelenmeyeceğini de ifade etti.'Açık bir hakaret'Alevilik Araştırma Merkezi Başkanı [A.Y.] ise [Ş.nin] davet edilmesinin 'hükümetin yaptığı bir gaf olmanın ötesinde derin bir anlam taşıdığı'nı söyledi. [Y.] 'Alevileri katilleriyle aynı masaya çağırmak açık bir hakarettir' dedi." Bahse konu haberden yaklaşık bir yıl sonra 13/12/2010 tarihinde Ö.Ş., Maraş olayları nedeniyle yargılandığı davada beraat ettiğini ve haberde geçen ifadeler nedeniyle kişilik haklarının zedelendiğini ileri sürerek başvurucu aleyhine manevi tazminat davası açmıştır. Davalı başvurucu ise ifadelerinde hiçbir isme yer vermediğini, ayrıca davacının söz konusu olaylar nedeniyle yargılandığı davada delil yetersizliğinden beraat ettiğini, beraat ettiği dosyada yer alan Yargıtay savcısı görüşüne ve kendi beyanlarına göre davacının Maraş olaylarının içinde olduğunu, bu nedenle soyadını değiştirmek zorunda kalan davacının isminin Maraş olayları ile özdeşleştiğini ifade etmiştir. Davalı ayrıca geçmişte Maraş olaylarının yıl dönümü nedeniyle bir gösteri yapıldığını, olayları kınayan gösterici grubun eylemini bir pencere önünde seyreden davacının basına poz vererek resim çektirdiğini ve resmin yayımlanmasını sağladığını, davacının bu hareketi ile Maraş olaylarındaki rolüne ilişkin olarak toplumun bir kesiminde bulunan imajının devam etmesine neden olduğunu vurgulamıştır. Başvurucu tüm bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) görülen dava sonucunda 14/4/2011 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Gerekçeli kararında Mahkeme şu değerlendirmelerde bulunmuştur:"...delil olarak sunulan Milliyet gazetesi içeriğine göre yazıyı davacının yazmadığı, gazete haberine göre '[Ö.] Varsa biz yokuz' manşetinin atıldığı haber içeriğinde gazete haberini yazan kişinin kendi yorumlarını katarak haber yaptığı, davacının isminden davalı tarafından söz edilmediği, davacının adının geçmediği, bu eleştiri üzerine davalının kişisel yorumda bulunduğu, dosyaya sunulan mahkeme kararı ve Yargıtay savcısının mütalaasına göre de sanığın yargılandığı gerçeğini de gözardı etmemek gerekir, ve davacının bu olay içerisinde olduğu da kendi beyanları ile de anlaşılmaktadır. Sanığın Maraş davası ile ilgili yargılanmış olması nedeniyle bu Çalıştaya davet edilmesine, Alevi kesimindeki kişilerin karşı çıktığı ve fikirlerini beyan ettikleri yönünde gazetede tarafından yorum yapılarak haber vermiştir. Davalı davacının isminden söz etmemesine rağmen bu sözü kendi üzerine alarak, bu kişinin kendisi olduğunu kabul edip bu davayı açması bu yaygın konumun sonucu kabul edilmelidir. Dolayısıyla kişilik haklarına saldırı bulunduğu da düşünülemez, bu nedenle yerinde görülmeyen davanın reddine karar vermek gerekmiş[tir]..." Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 18/6/2012 tarihinde oyçokluğuyla davacı lehine uygun bir manevi tazminata hükmedilmesi gerektiğinden bozma kararı vermiştir. Dairenin bahse konu kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının Kahramanmaraş'ta 19-25 Aralık 1978 tarihlerinde meydana gelen olaylarla ilgili olarak Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi tarafından yapılan yargılamasında beraatine karar verildiği ve bu kararın Askeri Yargıtay tarafından onanarak kesinleştiği dosyaya ibraz olunan mahkeme ve Askeri Yargıtay kararlarından anlaşılmaktadır.17/12/2009 tarihinde yapılacak olan Alevilik Çalıştayına davacının davet edilmesi ile ilgili görüşlerine başvurulan davalının, davacı ile ilgili olarak 'Ellerinde Alevi kanı olanlar nasıl katlettiklerini mi anlatacaklar' şeklinde beyanda bulunduğu, dosyada bulunan deliller ve cevap dilekçesi kapsamından anlaşılmaktadır. Kesinleşmiş mahkeme kararı ile üzerine atılı suçlardan beraat eden davacının bu şekilde dile getirilmesi eleştiri niteliğinde değerlendirilemez. Bu cümle ile davacının kişilik haklarına saldırı gerçekleşmiştir. Şu halde, davacı yararına uygun bir manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken istemin tümden reddine karar verilmiş olması doğru değildir. Kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir." Yargıtay bozma ilamı sonrası devam eden yargılamada Mahkeme, Yargıtay bozma ilamına direnmiş ve yeniden davanın reddine karar vermiştir. Mahkemenin direnme kararının ilgili kısmı şöyledir: "Adana, K.Maraş, G.Antep, Adıyaman, Hatay illeri Sıkıyönetim Komutanlığı 1 nolu Askeri Mahkemesinin 1980/92 esas 1980/520 sayılı kararında sanık [Ö.K. (Ş.)] çeşitli suçlardan yargılandığı ve tutuklu kaldığı, emniyet ifadesinde de suçlamaları kabul etmiş olacak ki, yargılama aşamasında bu ifadeleri kabul etmediği karar içeriğinden anlaşılmaktadır. Davacının bu dava nedeni ile yargılandığı tarafların kabulündedir. Sonuç da davacının beraat ettiği de yine dosya içeriğinden anlaşılmaktadır. Davalının sanığın yargılanmış olması nedeniyle düzenlenecek Alevi Çalıştayına çağrılması nedeniyle göstermiş olduğu tepki kişilik haklarına saldırı niteliğinde sayılamaz. Davalının bu şekildeki beyanı, davacının beraat etmiş olması karşısında yargılanmadığını göstermez. Bu nedenle dava yerinde görülmemiştir. Mahkememizce Yargıtay Hukuk Dairesinin bozma ilamına uyulmamış ve önceki kararımızdaki gerekçeler yerinde görülmüş ve direnme kararı verilmiştir." Mahkemenin direnme kararı üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (HGK) 8/4/2015 tarihinde direnme kararının bozulmasına oyçokluğuyla karar vermiştir. Bahse konu kararın ilgili kısmı şöyledir: "Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır. İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de sınırsız olmadığı da Sözleşme’nin maddesinin fıkrasında ifade edilmiştir. Yasayla düzenlemek şartıyla 'başkalarının şöhret ve haklarının korunması' amacıyla ifade özgürlüğü sınırlandırılabilecektir. Ancak, sınırlamanın orantılı olması gerekir. Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki denge iyi sağlanmalıdır. Bir tarafta siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin 'kişilik hakları', diğer yanda 'ifade özgürlüğünün' bulunduğu durumlarda, tercih daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanılmalıdır. Somut olayda, davacı ve davalı her ne kadar bir dönem siyaset yapmış ise de halen davacının siyasetçi olarak kabul edilmesini gerektirir bir veri bulunmamaktadır. Bu durumda sorunu davacının şöhret ve haklarının korunması kapsamında değerlendirmek gereklidir. Üzerine atılı suçlardan mahkeme kararı ile beraat etmiş davacının herkesin görüşlerini açıklamaya davet edildiği bir çalıştaya davet edilmesinin eleştirisi yapılırken davalı tarafından sarfedilen ifadelerin eleştiri sınırlarını aşarak, davacının şöhret ve haklarını ihlal etmek suretiyle kişilik hakkına saldırı niteliğinde olup ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi mümkün görülmemiştir. O halde mahkemece davacının kişilik haklarına saldırı bulunulduğunun kabulü ile davacı yararına uygun bir manevi tazminata hükmedilmesi gerekmektedir.Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyeler, özelikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda ifade özgürlüğünün korunması gerektiğini belirterek yerel mahkeme kararının onanmasını savunmuşlar ise de bu görüş kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir." Yargıtay HGK kararında yer alan karşıoy gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Öncelikle aynı gazete haberi nedeni ile aynı davacı tarafından aynı yönde benzer söylemlerde bulunan diğer bir kişiye karşı açılan davada Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin eleştiri kabul ederek verdiği direnme kararı Yüksek Hukuk Genel Kurulu’nun 22/10/2014 gün ve 2013/4-1131 Esas, 2014/809 Karar sayılı ilamı ile oy çokluğu ile onanmıştır.... Somut uyuşmazlıkta çalıştayın kendisi bir siyasi proje olduğu kadar, davacı ve davalı siyasi aktörlerdir. Davalının basın yolu ile 'Maraşta Alevileri Katleden bir anlayışın çalıştayda olmasına karşı olduğunu' belirtmesi yanında 'Ellerinde Alevi kanı olanlar nasıl katlettiklerini mi anlatacaklar' şeklinde ki doğrudan isim belirtmeden ve davacı yanında çalıştayı yapanları da eleştiren sözleri hoş görü içinde değerlendirilecek türdendir. Diğer taraftan dava tarihinde yürürlükte olan Borçlar Kanunu’nun 53 ve yeni Türk Borçlar Kanunu’nun maddesi uyarınca hukuk hakimi kural olarak ceza mahkemesinin beraat kararı ile bağlı değildir. Kahramanmaraş’da toplumsal olaylarda bir çok vatandaşımız öldürülmüş, bir katliam yaşanmıştır. Davacı bu olay nedeni ile tutuklanmış, yargılama uzun sürmüş ve delil yetersizliğinden beraat etmiştir. Ancak maddi yargı olarak beraat etse de bir değer yargısı oluşmuştur. Davalının düşünce olarak dile getirdiği sözler bir değer yargısıdır. Doğrudan hedef almayan davalının bu sözlerinin düşünceyi açıklama özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Bu değerlendirme emsal dosyada verilen Hukuk Genel Kurulu kararının gerekçesine de uygundur. Bu nedenle yerel mahkemenin direnme kararının onanması gerektiği düşüncesi ile çoğunluk görüşüne katılınmamıştır." Yargıtay HGK'nın bozma ilamı sonrası Mahkemece, Yargıtay HGK kararının bağlayıcı olduğuna değinilip bahse konu karara atıf yapılarak 15/10/2015 tarihinde davanın kısmen kabulüne ve 000 TL manevi tazminatın başvurucudan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir. Bu kararın temyizi üzerine 28/1/2016 tarihinde Dairece manevi tazminat miktarının az tespit edilmiş olması nedeniyle bozma kararı verilmiştir. Bunun üzerine Mahkeme bu kez manevi tazminat miktarını 500 TL olarak tespit etmiş ve kararın temyizi üzerine Daire 27/4/2017 tarihinde kararın onanmasına karar vermiştir. Daire kararı başvurucuya 29/6/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 20/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” 6098 sayılı Kanun’un “Kişilik hakkının zedelenmesi” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.” Yargıtay HGK'nın davacısının aynı, davalısının ise farklı olduğu bir kararına konu benzer olayda davacı Ö.Ş.nin 17/12/2009 tarihinde yapılacak olan Alevi Çalıştayı'na davet edilmesi üzerine olayların meydana geldiği tarihte Alevilik Araştırma Merkezi başkanı ve yazar olan davalı A.Y. 15/12/2009 tarihli Akşam gazetesi nüshasında yer alan haberde “Hüseyin ile Yezit’i bir araya getiriyorlar.” şeklinde bir ifadede bulunmuştur. Bahse konu ifade üzerine davacı; Hüseyin’i katleden katil olarak nitelendirildiğini, bu beyanla kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu belirterek uğradığı manevi zararın tazminini istemiştir. Davalı ise Alevi Çalıştayı hakkında değerlendirme yaptığını, Alevi sorunlarının görüşüleceği bir toplantıya Maraş katliamı davasının bir numaralı sanığının çağrılmış olmasının da yapılacak çalıştayın sonuç doğurmayacağının göstergesi olduğunu belirttiğini, açıklamanın muhatabının davacı değil Hükûmet olduğunu, söz konusu cümlenin açıklamanın bir parçası olduğunu, davacıya katil denmediğini ifade ederek istemin reddini savunmuştur. İlk derece mahkemesi tazminat istemini reddetmiş ancak bu karar Yargıtay ilgili dairesince bozulmuştur. Bunun üzerine ilk derece mahkemesinin kararında direnmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay HGK, ilk derece mahkemesinin direnme kararının haklı olduğunu belirterek kararı onamıştır (Yargıtay HGK, E.2013/4-1131, K.2014/809, 22/10/2014). Yargıtay HGK'nın söz konusu kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "Davalı, Alevi sorunlarının tartışıldığı bir çalıştaya bir dönem hakkında kamu davası açılan davacının çağrılmasını tarihsel süreç içinde yer alan bir karakter ile eleştirmiştir. Dava konusu ifadelerin davacının kişiliğini hedef almaktan ziyade, böyle bir davetli listesi hazırlayanlara yönelik sitem şeklinde anlaşılması gerekli olup, ifade özgürlüğü hakkını kısıtlama ihtiyacının gerekliliğinin ikna edici bir biçimde ortaya konulması imkanı bulunmamaktadır.Bu nedenle, Daire bozma kararının davacının şöhret ve haklarının korunması meşru amacını izlediği konusunda da bir tereddüt bulunmamakta ise de, davalının ifadelerine müdahale edilmesi demokratik bir toplumda gerekli bir zorunluluk olmadığı kabul edilmiştir."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk kurallarının yer aldığı kararlar için bkz. İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014; Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015; Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017 ve Haci Boğatekin, B. No: 2014/18101, 26/10/2017, §§ 16- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/29735 | Başvuru, siyasetçi ve yazar olan başvurucunun bazı ifadeleri nedeniyle tazminat ödemeye mahkûm edilmesi sonucu ifade özgürlüğünün, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, yargılama sürecinde görev alan hâkimlerin görevden ihraç edilmiş olmaları nedeniyle de bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.