text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, eğitim ve iyileştirme faaliyetlerine katılmasına izin verilmesi yönünde infaz hâkimliğine yapılan şikâyetin esasa girilmeden reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı ile bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca adli yardım talebinin kabulüne ve kabul edilmezlik kararı verilmeyen kısmı yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Silahlı terör örgütü üyesi olma suçu kapsamında Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğinin 1/9/2016 tarihli kararıyla tutuklanan başvurucu Kocaeli 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) konulmuştur. 1/6/2018 tarihinde Bandırma 2 No.lu T Tipi Ceza İnfaz Kurumuna nakledilen başvurucu, son olarak tutulduğu Afyonkarahisar Açık Ceza İnfaz Kurumundan 20/10/2020 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucu; Kocaeli İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) sunduğu 5/4/2018 tarihli şikâyet dilekçesinde, öncelikle 22/3/2018 tarihinde İnfaz Kurumuna başvurduğunu ancak taleplerinin karşılanmayacağı konusunda kendisine bilgi verildiğini iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca İnfaz Kurumu bünyesinde sosyal, kültürel ve sportif faaliyetlerden faydalanma talebinin reddedildiğini, bu hakkın da tarafına kullandırılması gerektiğini ileri sürmüştür. İnfaz Hâkimliği 9/5/2018 tarihli kararıyla, şikâyet başvurusunu içeren dilekçenin esasına girmeden reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun eğitim ve iyileştirme faaliyetlerinden faydalanamamasının Bakanlığın bir kararından kaynaklandığı, infaz hâkimliğinin görevinin ceza infaz kurumu işlem ve eylemlerine yönelik şikâyetleri incelemekle sınırlı olduğu ifade edilmiştir. Bu nedenle başvurucunun şikâyeti ile ilgili İnfaz Hâkimliğinin inceleme yapma görev ve yetkisinin bulunmadığı, Bakanlıkça gerçekleştirilen bu işlemin idari yargı mercilerince denetlenebileceği vurgulanmıştır. Söz konusu karara karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz, Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 30/7/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararda, İnfaz Hâkimliğince verilen kararın gerekçesinde mevzuata ve usule aykırı bir yönün bulunmadığı belirtilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 8/8/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Anayasa Mahkemesi daha önceki içtihatlarında kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkıyla bağlantılı etkili başvuru hakkına dayanak oluşturan mevzuata (Meral Danış Beştaş (3), B. No: 2017/34087, 13/10/2020, §§ 18-25) yer vermiştir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26139 | Başvuru, eğitim ve iyileştirme faaliyetlerine katılmasına izin verilmesi yönünde infaz hâkimliğine yapılan şikâyetin esasa girilmeden reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı ile bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu, başvuruya konu Kayseri ili Melikgazi ilçesi Osman Kavuncu Mahallesi 4952 ada 30 parsel numaralı taşınmaz 27/10/1987 tarihinde 1/000 ölçekli uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Melikgazi Belediyesine (Belediye) başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Nihai karar başvurucuya 28/3/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/13259 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, davanın sonucuna etkili iddiaların kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir Başvuru 16/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık başvuru hakkında görüş bildirmeyeceğini belirtmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ile Tarım Kredi Kooperatifi (Kooperatif) arasında 21/4/2009 tarihinde iş sözleşmesi imzalanmıştır. Sözleşmede; yapılacak işin niteliği, sözleşmenin süresi, işin görüleceği yer, işe başlama tarihi, ödenecek ücret, sözleşmenin hangi şartlarda feshedileceği ve cezai şart gibi hususlar maddeler hâlinde düzenlenmiştir. Buna göre sözleşmenin süresi üç yıl olarak tespit edilmiştir. Cezai şart öngören sözleşmenin maddesi ''İşçi bu sözleşme süresince çalışmayı kabul ve taahhüt eder. Sözleşmenin 2 aylık deneme süresinden sonraki yürürlük süresi içinde taraflardan biri, bu sözleşmeyi (4857 sayılı İş Kanunu'nun 24/II, 25/II ve 18-21 maddeleri ile Personel Yönetmeliğinin aday personele kadrolu çalışanlara ilişkin özel hükümleri ve disiplin cezalarına ilişkin genel hükümleri ile bu sözleşmenin maddesi dışında) haksız ve geçersiz olarak feshederse diğer tarafa işçinin ihbar tazminatına esas giydirilmiş en son aylık ücretinin 7 aylık tutarında cezai şartı nakden ve defaten ödemekle yükümlüdür.'' hükmünü içermektedir. Sözleşmenin imzalanmasıyla birlikte işe başlayan başvurucu 8/4/2010 tarihinde işveren Kooperatife başka bir kurumda çalışmaya başlayacağı gerekçesiyle işten ayrılma isteğini bildirmiştir. Kooperatif, işten ayrılmak isteyen başvurucudan sözleşmenin maddesindeki cezai şart uyarınca 243 TL'yi ödemesini istemiş; başvurucu muhtelif tarihlerde 243 TL'yi Kooperatife ödemiştir. Başvurucu Ankara İş Mahkemesinde (Mahkeme) menfi tespit davası açmıştır. Dava dilekçesinde; Kooperatifle yapılan sözleşmenin belirsiz süreli bir sözleşme olduğunu, cezai şartın kendi aleyhine hükümler içermesi nedeniyle denklik ilkesine aykırı olduğunu, tarafların ekonomik gücü dikkate alındığında miktar itibarıyla adaletsiz bir sonuç doğurduğunu ve geçerli kabul edilse dahi çalıştığı süre dikkate alınarak hakkaniyet indirimi yapılması gerektiğini belirterek ödemiş olduğu miktarın istirdadına karar verilmesini istemiştir. Mahkeme 20/4/2017 tarihli kararla davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme davanın menfi tespit ve cezai şart dolayısıyla başvurucudan alınan ücretin iadesi talebine ilişkin olduğunu belirtmiştir. Kararın gerekçesinde, taraflarca akdedilen ve 21/4/2009 tarihinde yürürlüğe giren sözleşmenin süresinin üç yıl olduğu vurgulanmıştır. Kararda, asgari çalışma süreli olan sözleşmenin bu sürenin dolmasından önce 8/4/2010 tarihinde haklı bir neden olmaksızın feshedildiği saptaması yapılmıştır. Mahkeme bu sebeple cezai şartın geçerli ve sözleşmeye uygun olduğu sonucuna ulaşmıştır. Hüküm başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucu temyiz dilekçesinde cezai şart düzenlemesinin geçersiz olduğunu, cezai şart tutarından çalışılan günlere ilişkin sürenin hesap edilerek indirim uygulanması gerektiği hâlde Mahkemenin bu talep ile ilgili hüküm kurmadığını, Yargıtayın emsal kararlarının olduğunu ve dilekçe ekinde sunulduğunu belirtmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 18/9/2017 tarihli kararla hükmü onamıştır. Nihai karar başvurucuya 20/10/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "İş ilişkisinin bir süreye bağlı olarak yapılmadığı halde sözleşme belirsiz süreli sayılır. Belirli süreli işlerde veya belli bir işin tamamlanması veya belirli bir olgunun ortaya çıkması gibi objektif koşullara bağlı olarak işveren ile işçi arasında yazılı şekilde yapılan iş sözleşmesi belirli süreli iş sözleşmesidir.'' 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Bir sözleşmenin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi durumu için bir ceza kararlaştırılmışsa, aksi sözleşmeden anlaşılmadıkça alacaklı, ya borcun ya da cezanın ifasını isteyebilir.'' 6098 sayılı Kanun'un maddesinin birinci ve üçüncü fıkrası şöyledir: "Taraflar, cezanın miktarını serbestçe belirleyebilirler.Hâkim, aşırı gördüğü ceza koşulunu kendiliğinden indirir." 6098 sayılı Kanun'un ''Ceza koşulu ve ibra'' kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir.''B. Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/1/2016 tarihli ve E.2014/26321, K.2016/2631 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"Taraflar arasında, iş sözleşmesinde yer alan cezai şart düzenlemesinin geçerliliği ve cezai şart miktarının tespitinde oranlama ve indirim yapılıp yapılmayacağı hususları uyuşmazlık konusudur.Cezai şart, mevzuatımızda Borçlar Kanunu'nda düzenlenmiş olup, İş Kanunlarında konuya dair bir hükme yer verilmemiştir. Asgari süreli sözleşmelerde cezai şart konulamayacağı yönünde bir düzenleme bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu tür iş sözleşmelerinde, cezai şart içeren hükümler, karşılıklılık prensibinin bulunması halinde kural olarak geçerlidir.Somut olayda, taraflar arasında imzalanan sözleşme asgari süreli iş sözleşmesi olup, bu tür sözleşmelerde cezai şart düzenlemesine yer verilmesi mümkündür. Dosya içeriğinden, sözleşmedeki düzenlemenin karşılıklılık prensibine uygun olduğu, davalı işçinin işten ayrılış dilekçesinde haklı sebebe dayanmadığı, yargılama aşamasında da bu yönde bir iddiada ve ispatta bulunmadığı anlaşılmaktadır. Mahkemece, cezai şarta ilişkin düzenlemenin geçerli olduğu yönündeki tespit yerinde ise de, cezai şart miktarının belirlenmesinde oranlama ve indirim yapılmaması yönündeki kabul yerinde değildir. Şu halde, davalının çalıştığı ve çalışması gereken süreler oranlanmak ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesinin son fıkrası gereği indirim yapılmak suretiyle belirlenecek cezai şart alacağının hüküm altına alınması gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/6/2018 tarihli ve E.2015/34039 K.2018/15251 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"Cezai şart, mevzuatımızda Borçlar Kanunu'nda düzenlenmiş olup, İş Kanunlarında konuya dair bir hükme yer verilmemiştir. Asgari süreli sözleşmelerde cezai şart konulamayacağı yönünde bir düzenleme bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu tür iş sözleşmelerinde, cezai şart içeren hükümler, karşılıklılık prensibinin bulunması halinde kural olarak geçerlidir.Dosya içeriğinden, sözleşmedeki düzenlemenin karşılıklılık prensibine uygun olduğu, davacı işçinin işten ayrılış dilekçesinde haklı sebebe dayanmadığı, yargılama aşamasında da bu yönde bir iddiada ve ispatta bulunmadığı anlaşılmaktadır. Ancak cezai şart miktarının belirlenmesinde oranlama ve indirim yapılması gerekmektedir. Şu halde, davacının çalıştığı ve çalışması gereken süreler oranlanmak ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesinin son fıkrası gereği indirim yapılmak suretiyle belirlenecek cezai şart miktarının, davacının yaptığı cezai şart ödemesi ile karşılaştırılarak, davacı tarafından fazla ödeme yapılıp yapılmadığının tespit edilmesi ve oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/9/2017 tarihli ve E.2015/16777 K.2017/19243 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"Cezai şart, mevzuatımızda Borçlar Kanunu'nda düzenlenmiş olup, İş Kanunlarında konuya dair bir hükme yer verilmemiştir. Asgari süreli sözleşmelerde cezai şart konulamayacağı yönünde bir düzenleme bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu tür iş sözleşmelerinde, cezai şart içeren hükümler, karşılıklılık prensibinin bulunması halinde kural olarak geçerlidir.Dosya içeriğinden, sözleşmedeki düzenlemenin karşılıklılık prensibine uygun olduğu, davacı işçinin işten ayrılış dilekçesinde haklı sebebe dayanmadığı, yargılama aşamasında da bu yönde bir iddiada ve ispatta bulunmadığı anlaşılmaktadır. Ancak cezai şart miktarının belirlenmesinde oranlama ve indirim yapılması gerekmektedir. Şu halde, davacının çalıştığı ve çalışması gereken süreler oranlanmak ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesinin son fıkrası gereği indirim yapılmak suretiyle belirlenecek cezai şart miktarının, davacının yaptığı cezai şart ödemesi ile karşılaştırılarak, davacı tarafından fazla ödeme yapılıp yapılmadığının tespit edilmesi ve oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.'' | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37350 | Başvuru, davanın sonucuna etkili iddiaların kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir | 1 |
Başvuru, başörtüsü yasağından dolayı üniversiteden ilişiği kesilen öğrencinin almış olduğu bursları iade etmek zorunda kalmasının din özgürlüğünü ve eğitim hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Birinci Bölüm tarafından 31/10/2018 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Konusu Olay 1982 doğumlu olan başvurucu 2000 yılında Boğaziçi Üniversitesi (Üniversite) Fen Bilgisi Öğretmenliği Bölümüne kayıt yaptırmıştır. Başvurucu 2000 ile 2005 yılları arasında Millî Eğitim Bakanlığından (MEB) mecburi hizmet karşılığı burs almıştır. Başvurucu, bu bursla ilgili olarak 1/11/2000 tarihli bir taahhütname imzalamış ve taahhütnamedeki yükümlülüklerini ihlal etmesi hâlinde Bakanlıkça yapılacak bütün masrafları yasal faiziyle birlikte tazmin etmeyi kabul etmiştir. Üniversitenin kayıtlarında başvurucu, 2000-2001 akademik yılında dil hazırlık sınıfı, 2001-2002 akademik yılında sınıf, 2002-2003 akademik yılında sınıf, 2003-2004 akademik yılında sınıf, 2004-2005, 2005-2006 akademik yılları ile 2006-2007 akademik yılının yarıyılında sınıf öğrencisi olarak görünmektedir. Üniversitenin Eğitim Fakültesi Yönetim Kurulunun 11/9/2007 tarihli kararı ile sınıf öğrencisi iken kaydını yenilemediği gerekçesiyle başvurucunun Üniversiteden ilişiği kesilmiştir. Başvurucu, 2004 yılından önce okuluna devam ederken herhangi bir sorunla karşılaşmadığı hâlde 2004 yılından sonra Üniversite kapısında -Çevik Kuvvet polisleri ve polis panzerlerinin bulunduğu bir ortamda- kendisinden başını açmasının istendiğini belirtmektedir. Başvurucu bu şartlarda başörtülü olarak derslere ve sınavlara girmesine izin verilmediğinden eğitimine devam edemediğini, devamsızlık sorunu oluştuğunu ve bu sebeple Üniversiteden atıldığını ifade etmektedir. Derece mahkemelerinin kararlarındaki tespitlere göre başvurucu, öğrenimi süresince herhangi bir disiplin cezası almamış ve ilişik kesme işlemine karşı dava açmamıştır. Başvurucu, kamuoyunda Af Kanunu olarak bilinen 22/10/2008 tarihli ve 5806 sayılı Kanun uyarınca Üniversiteye 12/2/2009 yılında tekrar kaydını yaptırarak 2012 yılında Üniversiteden mezun olmuştur. MEB tarafından, başvurucunun aldığı bursla ilgili 1/11/2000 tarihli taahhüdünü Üniversiteden ilişiğinin kesilmesi nedeniyle ihlal ettiğinden bahisle 972,50 TL tutarındaki miktarı geri ödemesi gerektiği yönünde 13/11/2012 tarihli işlem tesis edilmiştir. Başvurucunun bu işleme itirazı MEB tarafından 25/12/2012 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, haciz tehdidinden dolayı ödemelere başlamak zorunda kaldığını ifade etmektedir. Başvurucu, bursun geri istenmesi işlemine karşı;i. Öğrenciliği sorunsuz ve başarılı bir şekilde devam etmekte iken anayasal haklara açıkça aykırı bir şekilde başörtülü olarak derslere ve sınavlara girmesine izin verilmediğinden devamsızlık sorunu oluştuğunu ve bu sebeple okuldan atıldığını,ii. Başörtüsü yasağının hukuki hiçbir dayanağının bulunmadığını ve bu yasağın kendisine uygulanmasıyla Anayasa tarafından korunan eğitim hakkının elinden alındığını,iii. Devamsızlığına sebep olan olayların kendi kusur veya ihmalinden kaynaklanmadığını, anayasal özgürlüklerine yönelik hukuka aykırı kısıtlama ortadan kalktığı anda okuluna dönerek 2012 yılında mezun olduğunu, bu nedenle kendi durumunun ilgili Danıştay içtihatları da nazara alınarak mücbir sebep kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini,iv. 5/6/1989 tarihli ve 3580 sayılı Öğretmen ve Eğitim Uzmanı Yetiştiren Yükseköğretim Kurumlarında Parasız Yatılı veya Burslu Öğrenci Okutma ve Bunlara Yapılacak Sosyal Yardımlara İlişkin Kanun'da ve burs olarak ödenen miktarın geri istenmesi işlemine dayanak olan taahhütnamede bahsi geçen öğretim kurumunu terk etme fiilini asla işlemediğini, belirterek iptal davası açmıştır. Başvurucunun açtığı davada İstanbul İdare Mahkemesi 27/9/2013 tarihinde aşağıdaki gerekçelerle anılan işlemi iptal etmiştir:"...Dava dosyasının incelenmesinden, Boğaziçi Üniversitesi Fen Bilgisi Öğretmenliği Bölümünde burslu olarak eğitim gören davacının, başörtülü öğrencilerin derslere alınmaması nedeniyle eğitimine devam edemediği ve bu kapsamda üniversite ile ilişiğinin kesildiği, sonrasında 2012 yılında yürürlüğe giren Af Kanunu uyarınca eğitimine kaldığı yerden devam ederek mezun olduğu, öte yandan, davacının söz konusu burs çerçevesinde Milli Eğitim Bakanlığı'na verdiği taahhütnamede yükümlülüklerini ihlal halinde Bakanlıkça yapılacak bütün masrafları yasal faiziyle birlikte tazmin etmeyi kabul ettiği, ... taahhüdün ihlal edildiğinden bahisle 972,50 TL ödenmesi gerektiğine ilişkin işleme karşı davacının yaptığı itirazın ... reddinin ve söz konusu miktarın davacıdan en kısa sürede tahsil edilmesinin ... istenilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Bu durumda, her ne kadar yukarıda metni verilen mevzuat hükümleri uyarınca iki yarıyıldan fazla dönem kaybetmesi halinde öğrencinin burs hakkının sona erdiği, bu doğrultuda davacının bu hükmü ve dolayısıyla Milli Eğitim Bakanlığı'na verdiği taahhütname hükümlerini ihlal ettiği sabit olsa da, davacının inanç özgürlüğü kapsamında taktığı başörtüsü nedeniyle, hukuka ve Anayasaya aykırı olarak eğitiminin Üniversite yönetimince engellendiği, bu nedenle eğitimine devam etmeme sebebinin davacının bir Anayasal hak olan inanç özgürlüğünün engellenmesi olduğu, bu nedenle davacının, eğitimine devam etmemesinin kendi kusurundan kaynaklanmadığı, dolayısıyla eğitimine devam etmediğinden bahisle mevzuat uyarınca doğan parasal sorumluluğun davacıya yükletilmesinde hukuka ve hakkaniyet ilkelerine uygunluk bulunmadığı anlaşıldığından, dava konusu işlemlerde hukuka uyarlık bulunmamıştır." İdarenin itirazı üzerine İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 28/4/2014 tarihinde aşağıdaki gerekçelerle idarenin itirazını yerinde bularak ilk derece mahkemesinin kararını bozmuş ve davayı reddetmiştir:"...Mahkememizin 2014 tarihli ara kararıyla, Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü'nden davacının, öğrenimine ne zaman başladığını, ne zaman mezun olduğunu ve bu süre zarfında ilişiğinin kesilip kesilmediğini, ilişik kesilmişse bu işleme karşı dava açılıp açılmadığını gösteren bilgi ve belgelerin onaylı örneklerinin (öğrenci belgeleri, fakülte disiplin kurulu kararları, mahkeme kararları vs.) istenilmesine karar verilmiş, Rektörlükçe verilen cevabi yazıda, davacının 2000/2001 akademik yılında üniversiteye kaydını yaptırdığı, 2004/2005, 2005/2006akademik yılları ve 2006/2007 akademik yılı yarıyılında sınıf öğrencisi olduğu, Sınıf öğrencisi iken kayıt yenilenmemesi nedeniyle 2007 tarihli fakülte yönetim kurulu kararı ile üniversiteden ilişiğinin kesildiği, ancak 2008 yılında çıkarılan 5806 sayılı Kanun uyarıncatekrar kaydını yaptırarak 2012 yılında mezun olduğu, ayrıca öğrenim süresi içinde disiplin cezası almadığı ve üniversiteden ilişiğinin kesilmesine ilişkin işleme karşı dava açıldığı yönünde ellerinde bir belge-bilgi bulunmadığı belirtilmiştir.Öğrenim süresi içinde herhangi bir disiplin cezası almadığı anlaşılan davacının, 2004-2007 yılları arasındaki dönem kayıplarına ilişkin işlemlere ve/veya üniversiteden ilişiğinin kesilmesine dair işleme karşı dava açma hakkını kullanmadığı, dolayısıyla davacının dönem kaybetmesinin, kendisi dışındaki zorlayıcı sebeplerden kaynaklandığı ve haklılığına dair delil gösteremediği, buna göre, iki yarı yıldan fazla dönem kaybettiği sabit olan davacının, bursluluk halinin sona ermesi nedeniyle hakkında tazminat kovuşturulması yapılmasında hukuka ve mevzuat hükümlerine aykırılık bulunmadığından, okula devam edememesinin davacının kendi kusurundan kaynaklanmadığı kanaatiyle dava konusu işlemleri iptal edenmahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.Açıklanan nedenlerle, davalı idare itirazının kabulüne, dava konusu işlemin iptali yolundaki İstanbul İdare Mahkemesi Hakimliği'nin ... kararının bozulmasına, davanın reddine, ... karar verildi. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı karar düzeltme başvurusu İstanbul Bölge İdare Mahkemesince 23/10/2014 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 3/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu; 2000 yılında Üniversitenin Eğitim Fakültesi Fen Bilgisi Öğretmenliği Bölümüne 3580 sayılı Kanun kapsamında burslu olarak kayıt yaptırdığını, 2004 yılından itibaren ise başörtülü öğrencilerin derslere alınmaması nedeniyle eğitimine devam edemediğini, 2004-2005, 2005-2006akademik yılları ile 2006-2007 akademik yılının yarıyılında sınıf öğrencisi olarak göründüğünü, başörtülü olarak derslere ve sınavlara girmesine izin verilmediğinden devamsızlık sorunu oluştuğunu ve bu sebeple okuldan atıldığını iddia etmiştir. Bu iddialara karşı Üniversite tarafından verilen 14/6/2018 tarihli cevapta başvurucunun 2004-2007 yılları arasında başörtülü öğrencilerin ders ve sınavlara alınmaması nedeniyle öğrenimine devam edemediğine dair iddiasının geçerli olmadığı, Üniversite yetkili kurulları tarafından bu yönde bir karar alınmadığı gibi fiilî bir uygulamanın da bulunmadığı belirtilmiştir. Üniversite konuya ilişkin bazı bilgi ve belgeler ile Eğitim Fakültesi Dekanlığının açıklamasını yazı ekinde sunmuştur. Yazıda, başvurucunun almış olduğu derslerin hiçbirinde herhangi bir öğrencinin derslere devamının kılık kıyafet nedeniyle engellenmesinin söz konusu olmadığı ve başvurucunun başarısız olduğu derslere ek olarak kendi talebi ile aldığı sağlık ve/veya ekonomik mazeretlerine dayalı izinleri ve kayıt yaptırmamaktan dolayı ilişiğinin kesilmesi gibi nedenlerden dolayı eğitim süresinin uzadığı belirtilmiştir.Başvurucu bu beyanlara ilişkin cevabında; Üniversitenin iddialarının kesinlikle doğru olmadığını ve Üniversitede 2004-2007 yılları arasında -özellikle kendisinin öğrencisi olduğu Eğitim Fakültesi Fen Bilgisi Öğretmenliği Bölümünde- başörtüsü yasağının uygulandığını belirterek öğrenci olduğu 2000'li yılların başında Üniversitede başörtüsü yasağının uygulandığını gösteren gazete nüshalarını delil olarak sunmuş; MEB'in bursun geri istenmesi bağlamında kendisine karşı açmış olduğu bir alacak davasında dinlenen ve kendi lehine olan F.Z.K.B. ve S.Y. isimli tanıkların beyanlarının dikkate alınmasını istemiştir. Başvurucunun sunduğu gazete nüshalarından biri ulusal yayın yapan Millî Gazete'nin 28/9/2002 tarihli nüshasıdır. Anılan nüshada manşetten "Gözünüz Kör mü?" başlığıyla verilen haberde "Boğaziçi Üniversitesi'nde başörtülü öğrenciler okula sokulmayıp eğitim hakları gasbedildi" şeklinde ifadeler yer almıştır. Haberin devamında başörtülü öğrencilere işgalci muamelesi yapılarak ceza verildiğine ilişkin görüş ve eleştirilere yer verilmiştir. Başvurucunun delil olarak eklediği gazete nüshalarından bir diğeri ise ulusal yayın yapan Tercüman gazetesinin 8/12/2004 tarihli nüshasıdır. Anılan nüshanın sayfasında "Başörtüsüne Özgürlük" başlığıyla verilen haberde başvurucunun ve başvurucunun tanık olarak gösterdiği kişilerden S.Y. isimli kişinin de aralarında bulunduğu üniversitelerdeki başörtüsü yasağı dolayısıyla mağdur olmuş on kişinin kurduğu "Başörtüsüne Özgürlük Girişimi"nin kuruluş amacına ve faaliyetlerine değinilmiştir. Başvurucunun dikkate alınmasını talep ettiği deliller arasında MEB'in başvurucuya karşı açtığı alacak davasına bakan İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinin E. 2015/115 sayılı dosyasının 14/6/2016 tarihli duruşmasına ait tutanakta, F.Z.K.B. ve S.Y. isimli kişilerin tanık olarak beyanları yer almaktadır. Anılan tutanağa göre her iki tanık da kendilerinin de başvurucuyla birlikte aynı Üniversitede aynı dönemde öğrenci olduklarını, hem başvurucunun hem de kendilerinin başörtüsü yasağından etkilendiklerini, bu yasağın güvenlik görevlileri marifetiyle uygulandığını, Üniversiteye alınmadıklarını ve eğitimlerine ara vermek durumunda kaldıklarını belirtmişlerdir.B. Türkiye'de Yükseköğretim Öğrencilerine Yönelik Başörtüsü Yasağının Tarihsel Süreci Yükseköğretim öğrencilerine yönelik başörtüsü yasağı, Türkiye'de 1960'lı yıllardan bu yana üzerinde en çok tartışma yaşanan konulardan biri olmuştur. Bu bağlamda yükseköğretimdeki başörtüsü yasağının kronolojisi 1960’lı yıllardan başlatılabilir. Ancak meselenin hukuki düzenlemelere konu olması 1980'li yıllardan sonradır. Yükseköğretim öğrencilerine yönelik başörtüsü yasağını getiren ilk düzenleyici işlemin 7/12/1981 tarihli ve 17537 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan mülga Millî Eğitim Bakanlığı ile Diğer Bakanlıklara Bağlı Okullardaki Görevlilerle Öğrencilerin Kılık Kıyafetlerine İlişkin Yönetmelik olduğu bilinmektedir. Anılan Yönetmeliğin MEB'e bağlı yüksekokullarda eğitim gören kız öğrencilerin uymaları gereken giyim kurallarını düzenleyen hükmüne göre kız öğrencilerin “...baş[ı] açık, saçlar[ı] düzgün taranmış veya toplanmış olur. Kurum içinde baş örtülmez.” 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle birlikte yükseköğretim öğrencilerinin kılık ve kıyafetlerine ilişkin düzenlemeler Yükseköğretim Kurulu (YÖK) tarafından yapılmaya başlanmıştır. YÖK'ün 20/12/1982 tarihli Genelgesi'nde "Yabancı uyruklu öğrenciler de dahil olmak üzere, bütün kız ve erkek öğrencilerin, ... başı açık olacak ve kurum içinde baş örtmeyecektir" şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir.YÖK'ün 10/5/1984 tarihli Genelgesi'nde "20 Aralık 1982 tarihli genelge ile ilgili olarak yapılan görüşmelerde, yükseköğretim kurumlarında öğrenim gören kız öğrencilerin başlarının açık olması esası yer almış olmasına rağmen, bazı yükseköğretim kurumlarında, sayıları az da olsa bazı kız öğrencilerin müessese içinde başörtüsü kullandıkları konusu üzerinde durarak bu durumun etkin bir surette önlenmesi gerektiği; ancak modern bir şekilde ‘türban’ kullanılabileceği görüşü" benimsenmiştir. 13/3/1985 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nde 8/1/1987 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan değişiklikle yapılan düzenlemede "Yükseköğretim Kurumlarının dershane, laboratuar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünüm dışındaki bir kıyafet ve görünümde bulunmak" yasaklanmış ve bu yasağa aykırı hareket edenler için kınama disiplin cezası öngörülmüştür. Aynı Yönetmelik'te 4/12/1988 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan değişiklikle kılık kıyafetle ilgili yukarıdaki düzenleme "Yüksek öğretim kurumlarının dershane, laboratuar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak (Dini inanç nedeniyle boyun ve saçlar, örtü veya türbanla kapatılabilir)” şekline dönüştürülmüştür. 1988 yılında 2547 sayılı Kanun’a bir madde eklenerek “Yükseköğretim kurumlarında, dershane, laboratuar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur. Dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir.” hükmü getirilmiştir. Bu hüküm Anayasa Mahkemesi tarafından laik bir devlette yasal düzenlemelerin din kurallarına göre yapılamayacağı gerekçesiyle iptal edilmiştir (AYM, E.1989/1, K.1989/12, 7/3/1989). 7/7/1989 tarihinde Danıştay, Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin dinî inanç nedeniyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılabilmesine imkân veren hükmünü iptal etmiştir. 28/12/1989 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan değişiklikle Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nde değişiklik yapılarak kılık kıyafet konusunda yukarıda yer verilen düzenlemeler yürürlükten kaldırılmıştır. İptal kararından sonra 1990 yılında 2547 sayılı Kanun’a “Yürürlükteki Kanunlara aykırı olmamak kaydı ile; Yükseköğretim Kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir.” şeklindeki ek madde hükmü eklenmiştir. Düzenlemenin iptal istemi reddedilmiş ancak Anayasa Mahkemesinin karar gerekçesinde, 7/3/1989 tarihli Anayasa Mahkemesi kararına atıfla, “yükseköğretim kurumlarındaki kılık kıyafet serbestisinin”, "dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü ve türbanla kapatılması"nı ve" dinsel nitelikli giysileri kapsamadığı” saptanmıştır (AYM, E.1990/36, K.1991/8, 9/4/1991). 1990'lı yılların ortasından itibaren ve özellikle 28/6/1996 tarihinde Necmettin Erbakan'ın başbakanlığında kurulan Hükûmetle birlikte başörtüsü konusu ülke gündeminde tekrar yoğun bir biçimde tartışılmaya başlanmıştır. İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü 23/2/1998 tarihinde başörtülü öğrencilerin üniversiteye alınmaması talimatı veren bir Genelge çıkarmıştır. Genelge'de aşağıdaki ifadelere yer verilmiştir: “Anayasa, yasa, yönetmelikler, Danıştay ve Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ile Üniversite Yönetim Kurulu Kararları doğrultusunda, (yabancı uyruklu öğrenciler dahil) bayan öğrencilerin başları bağlı olarak (başörtülü olarak), ... ders, staj ve uygulamalara alınmamaları gerekmektedir. Bu nedenle öğrencilere ait yoklama listelerine, başları bağlı veya sakallı öğrencilerin numara ve adı yazılmamalı, numaraları ve adları listede olmadığı halde pratik ve dershaneye girip orada bulunmakta ısrar eden öğrenciler uyarılmalı ve dershaneden çıkmıyorsa, isim ve numaraları alınarak, dersin yapılmayacağı kendilerine bildirilmeli ve dershaneden çıkmamakta direniyorlarsa, öğretim üyesi tarafından tutanakla durum saptanarak, dersin engellendiği belirtilmeli ve ders yapılmayarak, durum öğrenciler hakkında cezai işlem yapılmak üzere ilgili Anabilim Dalı, Bölüm ve Dekanlığa / Müdürlüğe ivedi olarak bildirilmelidir. " Anılan Genelge'nin iptal edilmesi için dava açılmış ve nihai olarak İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 19/8/1998 tarihli ret kararıyla Genelge'nin hukuka aykırılığı iddiası reddedilmiştir. YÖK, İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin anılan kararını 7/9/1998 tarihli Genelge ile tüm üniversitelere göndermiştir. Genelge'nin ilgili kısmı şöyledir: “...kadın öğrencilerin başörtü[l]ü ... olarak ders, staj ve uygulamalara alınmamaları yolunda İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünün 1998 tarihli işleminin ... aleyhine ... açılan davada ... tesis edilen işlemlerin hukuka ve mevzuata uygun olduğuna karar verilmiştir. Söz konusu kararın bir örneği yazımız ekinde gönderilmekte olup, bilgilerinizi ve gereğini rica ederim.” YÖK'ün bu Genelgesi sonrası İstanbul Üniversitesindeki başörtüsü yasağı kısa bir süre içinde diğer üniversitelerde de uygulanmaya başlanmıştır. Öte yandan üniversitelerdeki başörtüsü yasağı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Leyla Şahin/Türkiye ([BD], B. No: 44774/98, 10/11/2005) kararına da konu olmuştur: i. Leyla Şahin/Türkiye kararına konu olayda İstanbul Üniversitesinde Tıp Fakültesi öğrencisi olan başvurucu 12/3/1998 tarihinde, başörtüsü kullanması sebebiyle onkoloji yazılı sınavına alınmamıştır. Bu olayı müteakip tarihlerde de başvurucunun çeşitli derslere kaydı yapılmamış ve bazı sınavlara katılmasına izin verilmemiştir. Başvurucu, bu olaylar çerçevesinde ilgili disiplin hükümlerini ihlal ettiği gerekçesiyle uyarma cezasına muhatap olmuş ve bir dönem okuldan uzaklaştırılmıştır. Başvurucunun bu işlemlere karşı açtığı davalar reddedilmiş ve başvurucu, Türkiye'de eğitimini yarıda bırakarak Viyana Üniversitesine kayıt yaptırmıştır (Leyla Şahin/Türkiye, §§ 14-28).ii. Başvurucu, başörtülü olarak üniversiteye devam etmesine izin verilmemesinin din özgürlüğü ile eğitim hakkına haksız bir müdahale teşkil ettiği gerekçesiyle AİHM'e başvurmuştur.iii. AİHM, bu başvuruda din özgürlüğü bağlamında yaptığı değerlendirmede 2547 sayılı Kanun'un ek maddesini yorumlayan Anayasa Mahkemesinin 9/4/1991 tarihli kararını ve Danıştayın başörtüsü yasağı hususundaki yerleşik içtihadını dikkate alarak 2547 sayılı Kanun'un ek maddesinin müdahalenin hukuken öngörülmüş olması koşulunu karşıladığı sonucuna varmıştır. AİHM ayrıca, başvurucunun din özgürlüğüne yönelik müdahalenin başkalarının hak ve özgürlükleri ile kamu düzeninin korunmasına yönelik meşru amaçlar taşıdığını belirtmiştir (Leyla Şahin/Türkiye, §§ 84-99).iv. AİHM din özgürlüğü bağlamında müdahalenin demokratik bir toplumda gerekliliği konusunda değerlendirmelerini yaparken Anayasa Mahkemesinin 7/3/1989 tarihli kararında laiklik ilkesinin kişiyi devlet tarafından yapılan keyfî müdahalelere karşı korumaya ve aşırı hareketlerden gelen baskılara karşı korumaya da hizmet ettiği yönündeki yorumunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) temelinde bulunan değerlerle uyum içinde bulunduğunu belirtmiştir. AİHM; bu bağlamda laiklik ilkesine saygılı olmayan bir tutumun, mutlaka kişinin dinini açıklama özgürlüğü kapsamında kaldığının kabul edilmesinin gerekmediği ve Sözleşme'nin maddesinin korumasına sahip olmadığı sonucuna varmıştır. AİHM başörtüsü sorununun değerlendirilmesinde dinsel bir zorunluluk gereği kullanıldığı algısı bulunan ya da böyle olduğu iddia edilen başörtüsü gibi bir simgeyi kullanmanın başörtüsü takmayı tercih etmeyenler üzerindeki etkisinin de hatırda tutulması gerektiğini ifade etmiştir. AİHM, Türkiye'de kendi dinî sembollerini ve dinî kurallar üzerine inşa edilmiş bir toplum fikrini tüm topluma empoze etmeye çalışan radikal siyasi hareketlerin bulunduğunu da not ettiğini ve taraf devletlerin kendi tarihi tecrübeleri temelinde ve Sözleşme'ye uygun olarak bu tür siyasi hareketlere karşı tutum takınabileceğini belirtmiştir. AİHM, laiklik ilkesinin üniversitelerde dinî semboller kullanma yasağının temelinde yatan en önemli sebep olduğu; çoğulculuk, diğerlerinin haklarına saygı ve bilhassa kadın ve erkeğin hukuk önünde eşitliği değerlerinin öğretildiği ve uygulandığı böyle bir ortamda yetkili otoritelerin kurumun laik yapısını korumayı arzu etmelerinin ve dolayısıyla başörtüsü de dâhil olmak üzere dinî giysilere izin verilmesini söz konusu değerlere aykırı görmelerinin anlaşılabilir bir durum olduğu kanaatine varmıştır (Leyla Şahin/Türkiye, §§ 113-116).v. AİHM, ilave olarak müdahalenin orantılılığı noktasında eğitim organizasyonunun kısıtlılıkları çerçevesindeki limitler dâhilinde Türk üniversitelerinde Müslüman öğrencilerin İslam inancının alışılagelmiş ibadet şekilleriyle ibadet ederek dinlerini açığa vurma konusunda serbest oldukları ve İstanbul Üniversitesi tarafından kabul edilen 9/7/1998 tarihli kararda Üniversite yerleşkesinde diğer dinî giysi çeşitlerinin de yasaklanmış olduğu tespitinde bulunmuştur. AİHM, somut olay bağlamında 1994 yılında İstanbul Üniversitesinde öğrenciler için başörtüsü kullanımına izin verilip verilmemesi konusu gündeme geldiğinde tıp dersleri bakımından rektör yardımcısının kıyafet konusundaki kuralların gerekçelerini öğrencilere hatırlattığını ve Üniversitenin her yerinde başörtüsü kullanımına izin verilmesi yönündeki taleplerin yanlış anlaşıldığını belirterek tıp derslerine uygulanabilir olan kamu düzeni sınırlamaları çerçevesinde mevzuata ve yüksek mahkeme içtihatlarına uygun olan kurallara uymalarını istediğini belirtmiştir (Leyla Şahin/Türkiye, §§ 117-119). vi. AİHM'e göre Anayasa Mahkemesi ve Danıştay da başörtüsü yasağı konusunda yerleşik bir içtihat oluşturmayı başarmıştır. AİHM; bu konuda karar alma süreçleri boyunca Üniversite yetkililerinin ilgililerle sürekli bir diyalog içinde, başörtüsü kullanan öğrencilerin Üniversiteye erişimlerine mani olmayacak biçimde, aynı zamanda düzenin muhafaza edilmesini garanti altına alacak ve özellikle ilgili dersin doğasının zorunlu kıldığı gerekliliklere uyulacak biçimde, gelişen durumlara adapte olma çabasında olduklarına işaret etmiştir (Leyla Şahin/Türkiye, § 120). vii. AİHM bu bağlamda başvurucunun kıyafet kurallarına uymama fiilinin hiçbir disiplin yaptırımına tabi tutulmamış olmasının hiçbir kuralın mevcut olmadığı anlamına geldiği yönündeki iddiasını kabul etmemiştir. AİHM; iç kurallara uyumun nasıl sağlanacağı noktasında bir görüş belirtmenin kendi işi olmadığını, eğitim topluluğuyla olan doğrudan ve devamlı ilişkileri bakımından Üniversite yetkililerinin ilke olarak yerel gereksinimleri ve koşulları veya belli bir dersin gerekliliklerini değerlendirmek noktasında kendisine nazaran daha iyi bir konumda olduklarını ifade etmiştir. AİHM, başvuru konusu olaydaki düzenlemelerin meşru bir amaç taşıdığını tespit ettiği bir durumda orantılılık ölçütünü bir kurumun iç kurallar kavramını anlamsız hâle getirecek biçimde uygulayamayacağını belirtmiştir. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesi, dinî bir inanç tarafından yönlendirilecek şekilde davranma hakkını her zaman garanti etmez ve bu şekilde davrananlara makul şekilde gerekçelendirilmiş olan kurallara riayet etmeme hakkı tanımaz (Leyla Şahin/Türkiye, § 121).viii. AİHM yukarıdaki gerekçelerle müdahalenin demokratik bir toplumda gerekliliği konusunda Sözleşme'ye taraf olan devletlerin takdir payını gözönüne alıp müdahalenin güdülen amaçla orantılı ve ilke olarak haklı olduğunu tespit etmiş ve hak ihlali olmadığına karar vermiştir (Leyla Şahin/Türkiye, § 122). ix. AİHM eğitim hakkı kapsamındaki değerlendirmelerinde ise din özgürlüğü bağlamında ulaştığı sonuçları dikkate alarak müdahalenin hukuken öngörülmüş olduğunu, başkalarının hak ve özgürlükleri ile kamu düzeninin korunmasına yönelik meşru amaçlar taşıdığını belirtmiştir. AİHM müdahalenin orantılılığı konusunda müdahalenin öğrencilerin alışılagelmiş ibadet şekilleri çerçevesinde yüklenen görevleri ifa etmelerini aksatmadığını, iç kuralların uygulamasına ilişkin karar verme sürecinin mümkün olduğu ölçüde değerlendirmeye alınan çeşitli menfaatleri dengeleme gereğini yerine getirdiğini ve Üniversite yetkililerinin sağduyulu bir şekilde başörtüsü kullanan öğrencileri geri çevirmekten kaçınma ve aynı zamanda başkalarının haklarını ve eğitim sisteminin menfaatlerini koruma konusundaki sorumluluklarını aynı anda yerine getirebilecekleri bir yol arama çabasında olduklarını tespit etmiştir. AİHM son olarak söz konusu sürece başörtülü öğrencilerin menfaatlerini korumaya elverişli -ilgili düzenlemelerin kanuna uygun olması gerekliliği ve yargısal denetim şeklinde- güvencelerin eşlik ettiğini belirlemiştir. AİHM'e göre ayrıca, tıp öğrencisi olan başvurucunun İstanbul Üniversitesinin dinî kıyafetlerin giyilebileceği alanları sınırlandıran 23/2/1998 tarihli Genelgesinden habersiz olduğunu veya bu sınırlamaların uygulamaya konulma nedenleri hususunda yeterince bilgilendirilmediğini düşünmek gerçekçi değildir. AİHM'e göre başvurucu, bu Genelge tarihinden sonra başörtüsü kullanmayı sürdürdüğü takdirde -daha sonra gerçekleştiği üzere- derslere ve sınavlara alınmama riski bulunduğunu makul bir biçimde öngörebilirdi (Leyla Şahin/Türkiye, §§ 158-160).x. AİHM sonuç olarak başvurucuya yönelik müdahalenin eğitim hakkının özünü zedelemediği ve Sözleşme'de güvence altına alınan diğer haklarla da çatışmadığı kanaatine ulaşmış ve hak ihlali olmadığı yönünde karar vermiştir (Leyla Şahin/Türkiye, §§ 161, 162). 1995 yılından başlayarak 2011 yılının sonlarına kadar devam eden süreçte üniversite öğrencilerine yönelik başörtüsü yasağı uygulamasına ilişkin pek çok gelişme yaşanmıştır. Bu gelişmeler ulusal basında da geniş ölçüde yer almıştır. Söz konusu gelişmelerin önemli görülenlerinin bir kısmı şöyledir:i. Üniversitelerde başörtülü öğrencilerin derslere, sınavlara hatta üniversite yerleşkelerine alınmaması, üniversite yerleşkelerine veya dersliklere girmek isteyen başörtülü öğrencilerin kolluk görevlilerince zaman zaman şiddet kullanılarak engellenmesiii. Bir şekilde derslere ya da sınavlara giren başörtülü öğrencilerin numara ve adlarının devam çizelgelerine yazılmaması, bu öğrencilerin dersten atılması, direnen öğrencilere disiplin soruşturması açılarak ceza verilmesiiii. Üniversitelere kayıt esnasında verilen başörtülü fotoğrafların kabul edilmemesi ve bu nedenle başörtülü öğrencilerin üniversitelere kayıtlarının yapılmamasıiv. Başörtülü öğrencilere öğrenci kimliklerinin verilmemesiv. Başörtülü öğrencilere başlarını açmaları yönünde telkinlerde bulunmak üzere ''ikna odaları'' kurulmasıvi. Başörtülü kız öğrencilerin eylemlerine destek veren diğer öğrencilere de disiplin cezası verilmesivii. Okul birincisi olan başörtülü öğrencilere başarı belgesi verilmemesiviii. Üniversite yönetimlerince öğrencilere başörtüsü kullanmayacaklarına dair taahüttname imzalatılmasıix. Bazı üniversitelerde başörtülü öğrencilerin peruk, şapka, bere, bone vb. takarak üniversiteye devam etmesine izin verilmesi şeklindeki uygulamanın sonraki dönemlerde YÖK Genelgesi ile yasaklanmasıx. Üniversitelerin çıkardıkları yönetmelik, genelge vb. idari düzenlemelerde kız öğrenciler için başı açık olma şartının getirilmesixi. Açıköğretim sınavlarına başörtülü öğrencilerin alınmaması, sınava bu şekilde giren öğrencilere sıfır puan verilmesixii. Diğer fakülteler yanında ilahiyat fakültelerinde de başörtüsü yasağının uygulanmasıxiii. Mezun olan başörtülü öğrencilere başı açık fotoğraf vermedikleri için diplomalarının verilmemesixiv. Üniversiteye giriş sınavı için başı açık fotoğraf sunma zorunluluğunun olması ve başörtülü öğrencilerin üniversiteye giriş sınavlarına alınmamasıxv. Üniversite yıllığında başörtülü fotoğrafı bulunan öğrencilere soruşturma açılmasıxvi. Başörtülü öğrencilerin üniversitelerin yemekhane, kütüphane gibi hizmetlerinden yararlanmasının ve sempozyum, konferans, panel vb. bilimsel etkinliklere katılımlarının engellenmesixvii. Başörtülü öğrencilere müsamaha gösteren üniversite yöneticisi ve akademisyenlere yönelik soruşturmalar açılması Üniversiteler yukarıdaki işlemlerine genel olarak Anayasa Mahkemesinin 1989 ve 1991 yıllarında aldığı kararları ve bunlara ilave olarak sonraki dönemlerde AİHM’in Leyla Şahin/Türkiye kararını dayanak almışlardır. Öte yandan üniversitelerdeki başörtüsü yasağını sonlandırmak üzere 9/2/2008 tarihli ve 5735 sayılı Kanun'un maddesi ile Anayasa'nın maddesinin dördüncü fıkrasına "bütün işlemlerinde" ibaresinden sonra gelmek üzere "ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında" ibaresi; maddesi ile de Anayasa'nın maddesine altıncı fıkradan sonra gelmek üzere "Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğretim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez. Bu hakkın kullanımının sınırları kanunla belirlenir." biçimindeki fıkra eklenmiştir. Anılan Kanun'un genel gerekçesi ile Anayasa'nın ve maddelerindeki değişiklik gerekçeleri şu şekildedir:"GENEL GEREKÇEAnayasanın 10 uncu ve 42 nci maddelerinde yapılması öngörülen değişiklikler, yükseköğretim hizmetlerinden kişilerin kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak, herhangi bir nedenle ayrımcılığa tabi tutulmadan yararlanmasının önündeki engelleri kaldırmayı amaçlamaktadır. Devletin temel amaç ve görevlerinden biri de kişinin temel hak ve hürriyetlerini, hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaktır.Yükseköğretim kuramlarında kılık ve kıyafetlerinden dolayı bazı öğrencilerin eğitim ve öğrenim hakkının engellenmesi kronik bir sorun haline gelmiştir. Kurucusu ve üyesi bulunduğumuz Avrupa Konseyine üye ülkelerin hiç birinde üniversite düzeyinde böyle bir sorun mevcut bulunmamaktadır. Buna rağmen, ülkemizde uzun bir süredir üniversitelerde bazı kız öğrencilerin başlarını örtmede kullandıkları kıyafetler nedeniyle eğitim ve öğrenim hakkını kullanamadıkları bilinmektedir. Atatürk’ün hedef gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyinde “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesillerin yetiştirilmesi, kişilerin yükseköğrenim hakkından kanun önünde eşitlik ilkesi gereği hiçbir nedenle ayrımcılığa tabi tutulmadan yararlanmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenlerle, Anayasanın 10 uncu ve 42 nci maddesinde işbu değişikliklerin yapılması gereği doğmuştur.MADDE GEREKÇELERİMadde 1- Kanun önünde eşitlik, demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez ilkelerinden biridir. Bu ilkeyi uygularken Devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri vardır. Devlet organları ve idarî makamlar, hiçbir sebeple bireyler arasında ayrımcılık yapamayacağı gibi, bu yöndeki ayrımcılık girişimlerini de önlemekle yükümlüdürler.Nitekim, Anayasanın 5 inci maddesine göre “kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” Devletin temel amaç ve görevleri arasındadır. Devlet bu temel görevini yerine getirirken, herkesin kamu hizmetlerinden eşit bir şekilde yararlanmasını sağlamaya yönelik her türlü tedbiri almak zorundadır. Tüm idare makamları gibi üniversiteler de yükseköğretim hizmeti sunarlarken dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep, giyim, kuşam ve benzeri sebeplerle bu hizmetten yararlanan kişiler arasında ayrımcılık yapamazlar.Madde 2- Eğitim ve öğrenim hakkı, kişilerin en temel ve vazgeçilmez haklarından biridir. Bu nedenle bu hakkın sınırlandırılması ancak kanunun açıkça belirttiği istisnai durumlarda söz konusu olabilir. Nitekim Anayasanın maddesinde de temel hak ve hürriyetlerin “özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla” sınırlanabileceği belirtilmektedir. Kanunun açıkça yasaklamadığı bir fiil, tutum veya davranıştan dolayı idare hiç kimseyi eğitim ve öğrenim hakkından mahrum bırakamaz. Buna rağmen ülkemizde bazı kişilerin kanunda açıkça yazılı olmayan sebeplerden dolayı yükseköğrenim hakkından mahrum bırakıldıkları da bir gerçektir. İşte bu nedenle yapılan değişikliğin amacı, münhasıran yükseköğretim hizmetlerinden yararlanan vatandaşlar arasında eşitliği sağlamak ve yükseköğretim kurumlarında öğrenim hakkından mahrum edilen kişilerin bu hak mahrumiyetini ortadan kaldırmaktır." Anayasa Mahkemesi 5/6/2008 tarihli kararıyla (E.2008/16, K.2008/116) aşağıdaki gerekçelere dayanarak söz konusu değişiklikleri iptal etmiştir:"a) Teklif edilebilirlik yönünden...Yürürlükteki Anayasamızın öngördüğü düzen, anayasal normlar bütünü ve bu bütünü somutlaştıran ilk üç maddede ortaya çıkan bir anayasal düzendir. Kurucu iktidarın siyasal düzene ilişkin temel tercihi Anayasa'nın ilk üç maddesinde, bunun somut yansımaları ise diğer maddelerde ortaya çıkmaktadır. madde ise ilk üç maddenin güvencesi olma niteliği itibariyle doğal olarak değiştirilmezlik özelliğine sahiptir. Bu durumda Anayasa'nın maddesi dâhil olmak üzere her bir maddede yapılacak değişikliklerin siyasal düzende değişikliklere ve kurucu iktidarın yarattığı anayasal düzende dönüşümlere yol açması mümkündür. O halde Anayasa'nın diğer maddelerinde yapılacak değişikliklerle Anayasa'nın maddesinin yasama organı için çizdiği sınırların aşılma olasılığı göz ardı edilemez.Dolayısıyla Anayasanın ilk üç maddesinde değişiklik öngören veya Anayasa'nın sair maddelerinde yapılan değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı olarak aynı sonucu doğuran herhangi bir yasama tasarrufunun da hukuksal geçerlilik kazanması mümkün olmadığından, bu doğrultudaki tekliflerin sayısal yönden Anayasa'ya uygun olması tasarrufun geçersizliğine engel oluşturmayacaktır.Açıklanan nedenlerle, Anayasa Mahkemesi'nin, 5735 sayılı Kanun'un ve maddelerinin Anayasa'ya uygunluğunu inceleyebileceğinin ve söz konusu maddelerin Anayasa'nın ve maddelerini değiştiren hükümlerinin Cumhuriyetin Anayasa'nın maddesinde belirtilen niteliklerine aykırı olup olmadığı, aykırı olduğuna karar vermesi halinde bu hükümleri Anayasa'nın maddesindeki değiştirme yasağına aykırılık nedeniyle iptal edebileceğinin kabulü gerekir....b) İçerik yönünden...Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları gözetildiğinde, Anayasa'nın ve maddelerinde yapılan düzenlemenin, yöntem bakımından dini siyasete alet etmesi, içerik yönünden de başkalarının haklarını ihlale ve kamu düzeninin bozulmasına yol açması nedeniyle laiklik ilkesine açıkça aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır.Anayasa'nın maddesinde belirtilen Cumhuriyetin temel niteliklerini dolaylı bir biçimde değiştiren ve işlevsizleştiren bu düzenleme Anayasa'nın maddesinde ifade edilen değiştirme ve değişiklik teklif etme yasağına aykırı olduğundan, Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen teklif koşulunun yerine getirilmiş olduğu kabul edilemez.Açıklanan nedenlerle dava konusu Yasa'nın ve maddeleri Anayasa'nın , ve maddelerine aykırıdır, iptali gerekir...." YÖK’ün İstanbul Üniversitesine gönderdiği Temmuz 2010 tarihli yazıda "Kurallara aykırı davrandığı veya disiplin suçu işlediği düşünülen öğrenciler hakkında öğretim elemanı tarafından yapılacak işlem, durumun bir tutanağa bağlanarak varsa ispata yarar evrakın tutanağa eklenmesi suretiyle disiplin yönünden gerekli işlemi yapmak üzere ilgili dekanlığa/ müdürlüğe iletmekten ibarettir. Bu nedenle derse katılmak isteyen öğrenciyi derse almayarak, dersten çıkararak veya derse girmiş öğrenciyi yok göstererek kanun ve yönetmeliklerde yer almayan bir yaptırım uygulayan öğretim elemanının bu fiilinin disiplin suçu teşkil edeceği açıktır." şeklinde bir değerlendirmeye yer verilerek başörtülü öğrencilerin derslere ve sınavlara girmesinin engellenmemesi istenmiştir. Bu yazıya karşın kimi üniversiteler başörtüsü yasağı konusundaki hukuki durumun belirsizliğini gerekçe göstererek başörtülü öğrencilerin derslere girmesini engellemeye devam etmişlerdir. İlgili dönemdeki YÖK Başkanı anılan yazı dolayısıyla ceza soruşturmasına muhatap olmuştur. Yaşanan süreçte başörtüsü yasağı nedeniyle derslere ve sınavlara giremeyen pek çok öğrencinin devamsızlık gerekçesiyle veya üniversite yerleşkelerine alınmadıklarından kayıtlarını yenileyemedikleri için üniversiteden ilişiği kesilmiştir. Üniversite öğrencilerine yönelik başörtüsü yasağına karşı açılan davaları derece mahkemeleri genel olarak ilgili dönemde yerleşik içtihat hâline gelen gerekçelerle reddetmiştir. Bu gerekçeler Danıştay Dairesinin19/12/2000 tarihli ve E. 1999/2224, K. 2000/8338 sayılı kararında şu şekilde ifade edilmiştir:"...Uyuşmazlık,kılıkkıyafetkurallarına uymayan davacının derslere ve sınavlara alınmamasına ilişkin davalı idare işleminden doğmuştur.1982 Anayasasının Başlangıç bölümünde, Atatürk İlke ve Devrimlerine bağlılık velaiklik ilkeolarakbenimsenmiş; maddesinde de, Türkiye Cumhuriyetinin, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Anayasanın maddesinde, bu ilkelerin eğitim ve öğretimde degeçerli olduğu kurala bağlanmış, eğitim ve öğretim hürriyetinin Anayasaya sadakatborcunuortadankaldırmayacağıifade edilmiştir.Anayasada yer alan ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin genel nitelikte iradesiniyansıtan bu hükümlere parelel olarak 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun maddesinde; yükseköğretimin amacının öğrencileri Atatürk İnkılapları ve İlkeleri doğrultusunda, Atatürk milliyetçiliğine bağlı vatandaşlar olarak yetiştirmek olduğuaçıklanmış,Kanunun maddesinde de öğrencilere bu ilkeler doğrultusunda AtatürkMilliyetçiliğine bağlı hizmet bilincinin kazandırılması, yükseköğretimin "ana ilkeleri" arasında sayılmıştır.Diğer taraftan uyuşmazlık konusu somut olay ile ilgili yasal düzenlemelerebakıldığında; 2547 sayılı Yasaya 3670 sayılı Yasa ile eklenen Ek: maddede, yürürlükteki yasalara aykırı olmamak koşuluile Yükseköğretim Kurumlarındakılıkkıyafetserbesttir," kuralı getirilmiştir. Görüldüğü gibi, yasada yer alan "serbest" sözcüğü burada mutlak anlamda bir serbestliği değil,"yürürlükteki yasalaraaykırıolmama"koşuluylabirliktehüküm ifade eden "koşullu serbestliği" içermektedir. Bu şekilde sınırları çizilen kılık-kıyafetserbestliğinin, başta Anayasa olmak üzere diğer yasalardaki yansımalarının hangi çerçeveiçerisinde yer aldığına bakmak gerektiğinden Yükseköğretim Kurumlarında öğrencilerin kılık ve kıyafetininAnayasanın maddesiylegüvencealtına alınandevrimyasalarına, T. Anayasanın ilke ve kurallarına, Cumhuriyetin özgün niteliklerine, diğer taraftan yükseköğretimin, 2547 sayılı Yasanın maddesiylebelirlenmişolanamaçlarınaaykırıolmaması zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.Bu açıdan 3511 sayılı Yasanın maddesiyle 2547 sayılı Yasaya eklenen Ek maddede yer alan "Yükseköğretim Kurumlarında, dersane laboratuvar,klinik, poliklinik ve koridorlarda çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur. Dini inançnedeniyleboyunvesaçlarınörtü ve türbanla kapatılması serbesttir" kuralının cümlesinin, Anayasaya aykırılığısavıylaaçılandavada, Anayasa Mahkemesi, dava konusukuralı1989gün, 1989/12 sayılı kararı ile iptal etmiş ve gerekçesinde de, "çağdaş birgörünümtaşımayanbaşörtüsüveonunla birlikte kullanılan belli biçimdeki giysinin Türk devriminin ilkelerine aykırı olduğu, Anayasanın maddesi kapsamındaki devrim yasalarının amaç, erek ve içeriklerinin öngördüğü nitelikleri gözardı ederek dinsel inanç gereğinedayalı bir düzenleme getiren dava konusu kural Anayasaya aykırıdır." denilmek suretiyle başörtüsüveyatürbanlıolarakyükseköğretimkurumlarında bulunmayı serbest bırakan kuralların Anayasaya aykırı olduğu saptanmış bulunmaktadır.Yine benzer biçimde, 3670 sayılı Yasanın maddesiylegetirilenyasa kuralınınAnayasaya aykırılığı savı ile açılan davada da; Anayasa Mahkemesi; "Anayasa Mahkemesinin 1989 günlü 1989/12 sayılı kararına aykırıolmayanve Yükseköğretim Kurumlarında çağdaş kıyafet ve görünüme tersdüşen dinsel nitelikli kılık kıyafetin serbest bırakılmasını öngörmeyen, ancakyürürlükteki yasalaraaykırıolmamak kaydıyla kılık ve kıyafette serbestlik tanıyan ek: maddenin Anayasaya aykırı olmadığı" yolundaki kararı ile de bir önceki kararındaki boyun ve saçların başörtüsü ve türbanla kapatılması durumununkılık kıyafet serbestisidışındatutulmasıgerektiğiyolundakigörüşünütekrar etmiştir.Öte yandan; 2547 sayılı Yasanın ve maddelerinde Rektör ve Dekanın eğitim, öğretim ve bilimsel araştırma ve yayım faaliyetlerinin düzenli bir şekilde yürütülmesinde ve sonuçlarının alınmasında birinci derecede sorumluluklarının bulunduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla bu yetki ve sorumluluk çerçevesinde idareler,faaliyetalanlarıylailgiliolarakdüzenlemeyapma yetkisine sahipolduklarından, kamu kuruluşlarındansayılan yükseköğretim kurumunundakamu düzeninin korunması, eğitim ve öğretimde güven huzur bozan eylemlerin etkili bir biçimde önlenmesi için, hukuk devleti ve laiklikilkesi ile adalet ve hakkaniyetölçütleri de gözetilmek suretiyledüzenlemede bulunmasını engelleyen bir yasahükmübulunmamaktadır.Buyetkikapsamında, davalıüniversiteninAnayasa'ya,laiklikilkesine ve yükseköğretimin amacına aykırı olan, eğitim ve öğretiminhuzur ve güvenliğini bozan durumların giderilmesiamacıylaöğretimve eğitiminzorunlukoşullarına uygun olarak, yaptığı düzenlemelerle yaptırımlargetirmesi,eğitimkurumunungözetimve denetimiyleilgili vazgeçilmez bir yetki kullanımıdır. Bir dizi önlemler içeren söz konusu genelge, temyize konu mahkeme kararında değinilen disiplin suçlarının önlenmesi, üniversitedeki huzurun sağlanması ve eğitimin aksaksızsürdürülmesi işlevinedesahiptir.Tümbuözellikler,davakonusu genelgenin,eğitim özgürlüğünüsınırlamaolarakdeğerlendirilemeyeceğinde kuşku bulunmadığını gösterdiğigibi; anılan öğrenim özgürlüğünün gerçek anlamıyla ve esenlik içinde uygulanmasına yönelik olduğunda da duraksamaya yer bırakmamaktadır.Bu açıdan, yükseköğrenim kurumlarının dersliklerinde ve eğitimle ilgili yerlerde dinsel inançları simgeleyen belirtilerden ve yükseköğretimde karışıklık vekarmaşayaratanvehuzurbozandurumlardanuzakkalınması zorunluluğu gözetildiğindenlaikeğitimkuralına ve Yükseköğretim ilke ve amacına, yükseköğrenim düzeninin sağlanmasına aykırılık teşkil eden eylemlerin önlenmesi idarenin görevidir.Belirtilen bu durumlar karşısında, üniversitelerde aklın ve bilimin öncülük ettiği, tek tür eğitim düzeni içinde duygu ve görüş birliğini sağlamayayönelik,özgürdüşünceli,özgür vicdanlı, ulusal değerlere saygılı, çağdaş görüşlü ve çağdaş görünümlü insan yetiştirme amacınaaykırılıkteşkiletmeyen dava konusu işlemde hukuka ve ilgili mevzuata aykırılık bulunmamaktadır." 2011 yılından sonraki dönemde üniversiteden üniversiteye değişen uygulamalara rastlanılmış olmakla birlikte başörtüsü yasağı üniversite yönetimlerince -üniversite öğrencilerinin kılık kıyafetlerine ilişkin mevzuatta herhangi bir değişiklik olmamasına karşın- zaman içinde tamamen sona erdirilmiştir. Öte yandan Anayasa Mahkemesi avukatlara yönelik başörtüsü yasağının kanuniliği konusunu Tuğba Arslan kararında ([GK], B. No: 2014/256, 25/6/2014, §§ 98-100) değerlendirmiştir. Bu başvuruda, avukat olan ve ilgili mahkemece hakkında başörtülü olarak duruşmada görev yapamayacağı yönünde karar alınan başvurucu, başörtülü şekilde duruşmalara girilmesini engelleyen herhangi bir kuralın bulunmadığını, dolayısıyla Anayasa’nın maddesinde koruma altına alınan din özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi, bu kararında gerek AİHM’in Leyla Şahin kararının ve gerekse de AİHM’in dayandığı Türkiye’de öğrencilerin kılık ve kıyafetlerine ilişkin uygulamanın dayanağı hâline gelen Anayasa Mahkemesinin 1989 ve 1991 tarihli kararlarının Anayasa’nın maddesindeki temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğine ilişkin hükümde yer alan kanunilik şartını taşıyan kurallar olarak kabul edilemeyeceğini tespit etmiş; başvuruda din özgürlüğünün ve ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi devlet memurlarına yönelik başörtüsü yasağını değerlendirdiği B.S. kararında ise (B. No: 2015/8491,18/7/2018, §§ 87, 88) dinî inancı gereği başörtüsü kullanması nedeniyle başvurucuya devlet memurluğundan çıkarma cezası verilmesi şeklindeki başvurucunun dinini açığa vurma hakkına yönelik müdahalenin kanunilik şartını taşıyıp taşımadığı konusunda ciddi tereddütler söz konusu olduğunu tespit etmiştir. Mahkeme bununla birlikte bu başvuru bakımından müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluğu konusunda yaptığı değerlendirmeleri nazara alarak müdahalenin kanuniliği konusunda nihai bir sonuca varmayı gerekli görmemiştir. Mahkeme bu başvuruda, başvuruya konu müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı kanaatine ulaşmış ve başvurucunun din özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. Hâlihazırda üniversite öğrencilerinin kılık ve kıyafeti konusunda yürürlükte olan tek hukuki düzenleme 2547 sayılı Kanun'un "Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile; yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir" hükmünü içeren ek maddesidir. Boğaziçi Üniversitesinde Başörtüsü Yasağına İlişkin Uygulama Boğaziçi Üniversitesince, Üniversite yetkili kurulları tarafından başörtüsü yasağı konusunda bir karar alınmadığı gibi fiilî bir uygulamanın da olmadığı belirtilmiştir (bkz. § 22). Ancak yapılan incelemeler sonucu tespit edilen bazı resmî belgelerde yer alan bilgiler Boğaziçi Üniversitesinde başörtüsü yasağının uygulandığını göstermektedir.i. İlgili dönemdeki Rektör tarafından imzalanmış olan 13/11/1998 tarihli ve 225 sayılı -derslere başörtüsü ile giren Yabancı Diller Yüksekokulu öğrencisi H.U.nun muhatabı olduğu- yazıda, dinî inanç sebebiyle başın örtülmesinin disiplin suçu oluşturduğu ve H.U.nun başörtüsü takma fiilini tekrarlaması hâlinde ilgili mevzuat çerçevesinde kendisine ceza verileceği bildirilmiştir. ii. Üniversitenin Hukuk Müşaviri tarafından imzalanan 10/10/2001 tarihli ve 169 sayılı F.Z.K. isimli öğrenciye muhatap yazıda, Üniversitede uygulanan başörtüsü yasağı uygulamasının yargı kararlarına, İstanbul Valiliği ve YÖK Genelgelerine ve Üniversite Yönetim Kurulunun aldığı karara uygun olduğu belirtilmiştir. iii. Üniversitenin Kayıt İşleri Şube Müdürü tarafından imzalanan 6/5/2002 tarihli ve 585 sayılı yazıda, yukarıda belirtilen H.U. isimli öğrenciye başörtüsü kullanması nedeniyle iki yarıyıl üniversiteden uzaklaştırma cezası verildiği belirtilmiştir. iv. İlgili dönemdeki Rektör S.T. tarafından imzalanan 15/9/2003 tarihli, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin muhatap olduğu yazıda, başörtülü olarak Üniversiteye ve derslere girilmesine kesinlikle izin verilmeyeceği; başörtülü olarak derslere girilmesi hâlinde ilgili mevzuat çerçevesinde ceza verileceği bildirilmiştir. Bu çerçevede başörtüsü yasağının 2000'li yılların başından itibaren Boğaziçi Üniversitesinde uygulanmaya başlandığı görülmektedir. Anılan yasağın Üniversitede en azından 2009 yılına kadar devam ettiğine ve birçok protesto gösterisine konu olduğuna dair ulusal basında çok sayıda habere rastlamak mümkündür. Bu haberlerden başvuru dosyasında yer alanlardan bir kısmı şu şekildedir: Yeni Şafak gazetesinin 11/10/2001 tarihli nüshasında yer alan "Başörtülüler Giremez" başlıklı haber; Akit gazetesinin 12/10/2001 tarihli nüshasında yer alan "Boğaziçi'nde Rektör Değişti, Yasak Başladı" başlıklı haber; Sabah gazetesinin 10/4/2002 tarihli nüshasında yer alan "Rektörün Türban TEPKİSİ" başlıklı haber; Yeni Şafak gazetesinin 28/9/2002 tarihli nüshasında yer alan "Boğaziçililer de Yasağı Kınadı" başlıklı haber; Yeni Şafak gazetesinin 19/5/2004 tarihli nüshasında yer alan "Başörtüsü Dilekçesine 1 Yıldır Cevap Bekliyorlar" başlıklı haber; Milliyet gazetesinin 15/10/2008 tarihli nüshasında yer alan "Boğaziçi’nde Yine Türban Krizi Çıktı" başlıklı haber. A. Ulusal Hukuk Kanun 3580 sayılı Kanun’un "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bu Kanunun amacı, öğretmenlik mesleğini ve eğitim uzmanlığını cazip hale getirerek eğitimin kalitesini yükseltmek; öğretmen ve eğitim uzmanı yetiştiren yükseköğretim kurumlarına talebi artırmak için Milli Eğitim Bakanlığı adına mecburi hizmet karşılığı parasız yatılı veya burslu öğrenci okutmak ve bunlarla ilgili usul ve esasları düzenlemektir." 3580 sayılı Kanun’un "Sorumluluk" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Parasız yatılı veya burslu okuma hakkını kaybeden veya öğrenim kurumunu terk edenlere Bakanlıkça yapılmış masraflar, faizi ile birlikte tahsil olunur. Yüklenme senedi hükümleri saklıdır." Yönetmelik 3/1/1990 tarihli ve 20391 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Öğretmen ve Eğitim Uzmanı Yetiştiren Yüksek Öğretim Kurumlarında Parasız Yatılı veya Burslu Öğrenci Okutma ve Bunlara Yapılacak Sosyal Yardımlara İlişkin Yönetmelik'in (Yönetmelik) "Parasız yatılılık ve bursluluğun sona ermesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Aşağıdaki hallerde parasız yatılı veya burslu okuma hakkı sona erer.a) Devam ettiği öğretim kurumundan kaydı silinmiş olmak,.....h) Öğretim süresince iki yarıyıldan fazla dönem kaybetmek." Yönetmelik'in "Yükümlülük" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sağlık sebebi dışında parasız yatılılık veya bursluluk hakkını kaybedenler ... hakkında tazminat kovuşturması yapılır." Başvurucu Tarafından İmzalanan Taahhütname Başvurucunun almış olduğu bursla ilgili olarak imzaladığı 1/11/2000 tarihli taahhütnamenin ilgili kısmı şöyledir:"'Milli Eğitim Bakanlığı hesabına Fen Bilgisi Öğretmenliği Hazırlık öğrenimi yapmak üzere girdiğim öğretim kurumu ile ilgili kanuna, tüzük ve yönetmeliklere öğrenim planına göre öğrenim yapacağımı aşağıda yazılı hususlarla birlikte şimdiden kabul ve taahhüt ederim.' Kendi isteğimle öğrenimi bıraktığım,... Okumakta olduğum okuldan, ... Yönetmelikte kabul edilmeyen sıhhi sebeplerle veya başka sebeplerle ayrıldığım, Kanun, tüzük, yönetmeliklerde ve öğrenim planında yazılı sertifika veya devamsızlığım yahut cezalı bulunmam sebebiyle giremediğim veya girip de başaramadığım ve diplomamı alamadığım,... takdirde;'Milli Eğitim Bakanlığının benim için yapmış olduğu bütün masrafların her biri için tediye sarf tarihinden itibaren (yıl sonu hesaplan dikkate alınmak kaydıyla) tahakkuk ettirilecek %50 kanuni faizi vesair ve kanuni ödemelerle birlikte, ilgili kurum veya Hazine emrine hüküm istihsaline hacet kalmaksızın nakden ve defaten tediye edeceğimi şimdiden kabul ve taahhüt ederim.'"B. Uluslararası Hukuk Din Özgürlüğü Din özgürlüğüne ilişkin uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Tuğba Arslan, §§ 51- Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Komitesi (Komite) yakın tarihli bir kararında Türk üniversitelerindeki başörtüsü yasağı konusunu incelemiştir (Şeyma Türkan/Türkiye, B. No: 2274/2013, 17/7/2018).i. Bu karara konu olayda; 1987 doğumlu bir Türk vatandaşı olan başvurucu, 2006 yılında -üniversiteye giriş sınavında uygulanan başörtüsü yasağı nedeniyle- dinî inancı gereği kullandığı başörtüsü üzerine taktığı perukla üniversite giriş sınavına girmiştir. Üniversite giriş sınavına ilişkin kurallar başörtülü olarak sınava girmeye izin vermediğinden başvurucu böyle bir tercihte bulunmuştur. Sınavı kazanan başvurucu 2006 yılında Sütçü İmam Üniversitesine -başörtüsü yasağı nedeniyle- başörtüsü üzerine taktığı perukla kayıt yaptırmaya gitmiş ancak yetkililer Rektörün talimatını gerekçe göstererek başvurucudan peruğu çıkarmasını istemişlerdir. Başvurucunun peruğu çıkarmayı reddetmesi üzerine kaydı yapılmamıştır (Şeyma Türkan/Türkiye, §§ 1, 2).ii. Başvurucu kayıt yapılmamasına ilişkin işleme karşı Gaziantep İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Bu dava ve davada verilen karara karşı yapılan temyiz başvurusu reddedilmiştir (Şeyma Türkan/Türkiye, §§ 4-).iii. Başvurucu, bu karara karşı Komite'ye yaptığı başvuruda BM Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi’nin (MSHS) (ayrımcılık yasağı), (cinsiyet eşitliği), (adil yargılanma hakkı), (düşünce, vicdan ve din özgürlüğü), (siyasi haklar) ve (hukuk önünde eşitlik) maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür (Şeyma Türkan/Türkiye, § 1). iv. Başvurucu madde bakımından din özgürlüğüne yönelik müdahalenin kanun tarafından öngörülmediğini ve başörtüsünü yasaklayan bir hukuksal düzenlemenin bulunmadığını belirtmiştir. Üniversiteye kaydının engellenmesinin madde kapsamında meşru bir amacının da bulunmadığını belirten başvurucu, başörtüsü üzerine peruk takmasının kamu güvenliğine, sağlığına, düzenine veya ahlaka karşı bir tehdit oluşturmadığını ve kendisinin başkalarının haklarını ihlal etmekle de suçlanamayacağını ifade etmiştir (Şeyma Türkan/Türkiye, § ).v. Başvurucu ilave olarak devletin kendisine cinsiyet ve din temelinde ayrımcılık yaptığını ileri sürmüştür. İktidardan ve ordudan etkilenen ve Anayasa Mahkemesi kararlarını dayanak alan yargı makamlarının da kendisini korumakta başarısız olduğunu belirten başvurucu, bu nedenle MSHS'nin , , ve maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir (Şeyma Türkan/Türkiye, § ).vi. Başvurucu, Üniversite tarafından idare mahkemesine sunulan bazı belgelerin duruşma öncesinde kendisine ulaştırılmamış olmasıyla MSHS'nin maddesi bağlamında savunma hakkının ihlal edildiğini, ayrıca MSHS’nin ihlal edildiğine ilişkin iddialarına derece mahkemelerince bir cevap verilmediğini ve yargılamanın makul süreyi aştığını belirtmiştir (Şeyma Türkan/Türkiye, § ).vii. Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına başvurucunun iddialarına karşı bildirilen görüşte, başvurucuya yönelik uygulamanın -başvuru konusu olay dönemindeki- ilgili mevzuata ve bağlayıcı nitelikte olan Anayasa Mahkemesi kararlarına uygun olduğu belirtilmiştir. Anılan görüşte 2011 ve 2012 yıllarında yapılan mevzuat değişiklikleriyle; başvurucununkine benzer sebeplerle eğitimine ara vermek durumunda kalan kimselere eğitimlerine devam etme imkânı sağlandığı ve bu kapsamda başvurucunun da eğitimine devam etme imkânına kavuştuğu ifade edilmiştir. Görüşte bu kapsamda başvurucunun haklarına yönelik bir ihlal olmadığı, bir ihlal olduğu kabul edilse dahi başvurucunun hakkı iade edildiğinden ve başvurucunun iddiaları mevzuattaki değişiklikler nedeniyle temelsiz hâle geldiğinden başvurunun kabul edilemez bulunması gerektiği ileri sürülmüştür (Şeyma Türkan/Türkiye, §§ , ).viii. Komite başvuruyu kısmen kabul edilebilir bulmuş ve din özgürlüğü, hukuk önünde eşitlik ve cinsiyet eşitliği bağlamında esas incelemesi yapmıştır.ix. Komite din özgürlüğü bağlamında başvurucunun dinî inançları gereği başörtüsü üzerine peruk takması nedeniyle Üniversiteye kaydının yapılmamasının başvurucunun din özgürlüğüne bir müdahale teşkil ettiği sonucuna varmıştır (Şeyma Türkan/Türkiye, § ).x. Müdahalenin hukuken öngörülmüş olması koşulu bakımından başvurucunun başörtüsü ya da peruk takmanın mevzuat tarafından yasaklanmadığı yönündeki iddiasını ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin müdahalenin kanuni bir temeli bulunduğu yönündeki iddialarını not ettiğini belirten Komite, müdahalenin meşru bir amaç taşıyıp taşımadığı bakımından yaptığı değerlendirmeyi nazara alarak müdahalenin hukuken öngörülmüş olması koşulu bakımından bir çözüme ulaşmak durumunda olmadığını belirtmiştir (Şeyma Türkan/Türkiye, § ).xi. Müdahalenin maddede öngörülen kamu güvenliğini, düzenini, sağlığını veya ahlakı veya başkalarının temel hak ve özgürlüklerini koruma amaçlarını nasıl karşıladığı ile orantılılığı ve gerekliliği konusunda Türkiye Cumhuriyeti Devletinin herhangi bir açıklamada bulunmadığını belirten Komite, -amacı konusunda anlaşılabilir bir gerekçe bulunmayan- bu şekildeki genel bir kısıtlamanın Üniversiteye kayıt hakkını kaybeden başvurucuyu orantısız bir biçimde etkilediği sonucuna varmıştır. Komite bu nedenle başvuru konusu olayda başvurucunun din özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Şeyma Türkan/Türkiye, § ). xii. Kadınların kamusal alanlarda giyimine ilişkin düzenlemelerin MSHS'ce koruma altına alınan ayrımcılık yasağı da dahil olmak üzere pek çok hakkı ihlal edebileceğini hatırlatan ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin başvuruya konu müdahalenin -meşru amaçların gerçekleştirilmesi noktasında- hangi makul ve nesnel kriterlere dayandığı konusunda bir açıklamada bulunmadığını değerlendiren Komite bu nedenle MSHS'nin hukuk önünde eşitlik ve din özgürlüğü ile bağlantılı olarak cinsiyet eşitliğiyle ilgili hükümlerinin de ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Şeyma Türkan/Türkiye, § ). Eğitim Hakkı Eğitim hakkına ilişkin uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Özcan Özsoy, B. No: 2014/5881, 15/2/2017, §§ 22- | Din ve vicdan özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/269 | Başvuru, başörtüsü yasağından dolayı üniversiteden ilişiği kesilen öğrencinin almış olduğu bursları iade etmek zorunda kalmasının din özgürlüğünü ve eğitim hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2021/26989 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2021/26989 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/26989 | Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 15/10/2012 tarihinde açtığı davada Erzurum İdare Mahkemesince karar verilmiş olup dosya Danıştay Onikinci Dairesinde temyiz incelemesindedir. Başvurucu 2/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/2569 | Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının, hukuka aykırı idari gözetim kararı verilmesi nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesinin 19/11/2019 tarihli kararıyla ilgili bilgi ve belgeler toplandıktan sonra yeniden değerlendirilmek üzere başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine dair işleminin geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Suriye vatandaşı ve 1998 yılı doğumlu olan başvurucu, ülkesindeki terör olaylarından kaçarak 2014 yılında Türkiye'ye geldiğini ifade etmiştir. Başvurucu hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçunu işlediği isnadıyla 15/7/2019 tarihinde ceza soruşturması başlatılmış, tutuklanmasının ardından açılan ceza davasında başvurucu yargılanmıştır. Yapılan yargılama sonucu 31/10/2019 tarihinde beraatine karar verilen başvurucu aynı gün tahliye edilmiştir. Başvurucunun serbest bırakılmasından sonra Yalova Valiliğinin (Valilik) 1/11/2019 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca kamu düzeni veya kamu güvenliği veya kamu sağlığı açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle sınır dışı edilmesine ve idari gözetim altına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucunun idari gözetim altına alınma kararına karşı yaptığı itiraz, Yalova Sulh Ceza Hâkimliğinin 11/11/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 19/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru tarihinden sonra başvurucu anılan sınır dışı etme kararına karşı iptal davası açmıştır. Bursa İdare Mahkemesinin 18/6/2020 tarihli kararıyla sınır dışı etme işlemi hukuka uygun olmadığı gerekçesiyle iptal edilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/37667 | Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının, hukuka aykırı idari gözetim kararı verilmesi nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari para cezasına karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu Şirket, otomobil bayisi ve yetkili servis olarak hizmet vermektedir. Başvurucuya onarım için 22/12/2018 tarihinde aracını teslim eden Y.K. ikame araç olarak yine başvurucu adına kayıtlı olan .. plakalı aracı 15/3/2019 tarihinde bedelsiz olarak teslim almıştır. İstanbul Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü ekiplerince 26/3/2019 tarihinde yapılan yol denetiminde başvurucuya ait .. plakalı araçla çalışma izni/ruhsatı olmadan ticari amaçlı yolcu taşımacılığı yapıldığının tespiti üzerine 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun ek-2/3-A maddesi uyarınca aracın trafikten altmış gün süre ile men edilmesine ilişkin tutanak düzenlenmiştir. Tutanak araç sürücüsü Y.K. nezdinde düzenlenmiştir. Başvurucu, aracın trafikten men edilmesine ilişkin 26/3/2019 tarihli kararın iptali talebiyle İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, aracın Y.K.ya verilen ikame araç olduğunu ve kendilerinin korsan yolcu taşımacılığı faaliyeti yapmadığını vurgulamıştır. Mahkeme davayı 26/9/2019 tarihli kararıyla reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:".. Uyuşmazlıkta, emniyet yetkilileri tarafından yapılan denetimde davacıya ait araç ile çalışma izni/ruhsatı almadan ticari amaçlı olarak yolcu taşındığının araç sürücüsünün beyanı ile sabit olduğu, bu hususun tutanak ile kayıt altına alındığı ve tutanağın araç sürücüsü tarafından imzalandığı görülmekte olup, dosyadaki mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesinden yukarıda anılan mevzuat hükümleri uyarınca söz konusu araca ait bulunması gereken çalışma izni/ruhsatı bulunmadığı görülmektedir. Bu durumda, davacı şirkete ait araç ile ilgili belediyeden çalışma izin/ruhsatı alınmadan belediye sınırları dahilinde ticari amaçlı yolcu taşındığının tutanaktaki beyanlar ile sabit olduğu görüldüğünden ve dosyada aksini ispatlar nitelikte bir bilgi ve belge yer almadığından, davacıya ait aracın 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun Ek-2/3-A. maddesi uyarınca trafikten men edilmesine ilişkin işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmamaktadır." Başvurucunun istinaf talebini inceleyen İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 14/1/2020 tarihli kararıyla istinaf başvurusunu kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar 29/1/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş. başvurucu 28/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8510 | Başvuru, idari para cezasına karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hakkında toplatma ve el koyma kararı bulunan bir kitaptan alıntılar içerdiği gerekçesiyle ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya gelen dokümanın kendisine verilmemesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu başvuru tarihinde, Türkçe adı Kürdistan İşçi Partisi olan silahlı terör örgütü PKK'ya üye olmak suçundan Ankara 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır. İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu (Eğitim Kurulu) 7/2/2014 tarihli kararında, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, başvurucuya gelen "Dipnot" adlı derginin 5/2011 sayısının başvurucuya verilmemesine karar vermiştir. Eğitim Kurulu, adı geçen dokümanın 79 ilâ sayfaları arasında, hakkında toplatma ve el koyma kararı bulunan "Demokratik Uygarlık Manifestosu Özgürlük Sosyolojisi (üçüncü kitap)" ve "Demokratik Uygarlık Manifestosu Kapitalist Uygarlık Maskesiz Tanrılar ve Çıplak Krallar Çağı (ikinci kitap)" isimli kitaplardan birebir alıntılara yer verildiğini tespit etmiştir. Eğitim Kurulu kararına karşı başvurucunun Sincan İnfaz Hâkimliğine yaptığı şikâyet, Hâkimliğin 25/2/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"...Eğitim Kurulu kararına konu yazının da yasaklanmış bir kitaptan alındığı anlaşılmış olup Kanundaki düzenleme gözetildiğinde Eğitim Kurulu'nun kararında hukuka aykırılık söz konusu değildir. Bu nedenle şikayetin reddine karar vermek gerekmiştir." Başvurucu, Hâkimliğin ret kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Sincan Ağır Ceza Mahkemesi, İnfaz Hâkimliğinin kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Bu karar, başvurucuya26/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevcut başvurunun değerlendirilmesi sırasında göz önünde bulundurulan ulusal hukuk kaynakları için bkz. Mehmet Çelebi Çalan, B. No: 2014/4163, 19/12/2017, §§ 14-B. Uluslararası Hukuk Mevcut başvurunun değerlendirilmesi sırasında göz önünde bulundurulan uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Ahmet Temiz (6), B. No: 2014/10213, 1/2/2017, §§ 17- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5188 | Başvuru, hakkında toplatma ve el koyma kararı bulunan bir kitaptan alıntılar içerdiği gerekçesiyle ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya gelen dokümanın kendisine verilmemesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu, eklerinde ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Vergi İncelemesi ve İdari Dava Süreci Başvurucu, mimarlık ve mimari danışmanlık faaliyetleri işiyle iştigal etmek amacıyla önceden tesis ettirdiği mükellefiyet doğrultusunda İstanbul ilinin Bahçelievler ilçesinde beyan ettiği adreste bulunan işyerini işletmektedir. Vergi idaresince, başvurucunun 2010 takvim dönemine ilişkin işlemleri sahte belge kullanımı yönünden sınırlı olarak vergi incelemesine tabi tutulmuştur. Vergi müfettişi, başvurucunun bu döneme ait defter ve belgelerini incelemiştir. İnceleme sonucunda 23/9/2014 tarihinde vergi inceleme, 6/11/2014 tarihinde de vergi suçu raporları düzenlemiştir. Vergi inceleme raporunda; başvurucunun 2010 takvim yılında alış yaptığı belirtilen R.O., N., N.T.O., R.R.T., Ö.Y. ve P.P.S. adlı altı şirkete yönelik farklı tarihlerde düzenlenen ve karşılaştırmalı olarak incelenen vergi tekniği raporlarındaki şu tespitlere yer verilmiştir:i. R.R.T. adlı şirket dışındaki diğer beş şirketin gerçek ticari faaliyetlerinin olmadığı, komisyon geliri elde etmek amacıyla sahte belge düzenledikleri belirtilmiştir. ii. R.R.T. adlı şirketin düzenlediği faturaların gerçek mal ve hizmet teslimine dayalı olduğu, düzenlediği faturaları yasal defterlerine kaydettiği ve ilgili dönem bildirim ve beyannamelerine süresinde yansıttığı, şirketin fatura dökümünde başvurucu adına düzenlenmiş fatura bulunmadığı, dolayısıyla başvurucunun kendi defterine kaydettiği bu şirket adına düzenlenmiş faturaların sahte olduğu anlaşılmıştır. Anılan rapor ekinde bulunan başvurucu hakkındaki 15/9/2014 tarihli Vergi İnceleme Tutanağı'nda başvurucunun 2010 takvim yılında adlarına fatura düzenlenen R.O. ve N. şirketlerinden 6'şar adet, N.T.O. şirketinden 10 adet, R.R.T. şirketinden 8 adet, Ö.Y. şirketinden 5 adet ve P.P.S. şirketinden de 4 adet faturayı yasal defterlerine kaydedip ilgili faturalardaki katma değer vergisini (KDV) indirim konusu yaptığı belirtilmiştir. Söz konusu tutanakta başvurucunun vergi müfettiş yardımcısı tarafından alınan ifadesine de yer verilmiştir. Buna göre başvurucuya bahse konu faturaların sahte olduğu yönünde bilgi verilip fatura içeriğindeki emtiaları gerçekten alıp almadığı, ödemeyi nasıl yaptığı, alınan emtiaların nerede kullanıldığının sorulduğu hususları belirtilmiştir. Başvurucunun da cevap olarak faturalara konu mal/hizmetleri gerçekten aldığını ve buna dair faturaları defterlerine işleyip KDV indirimi konusu yaptığını, ilgili şirketlerin sahte belge düzenleyicisi olduklarını bilmediğini, bilerek sahte belge kullanmadığını, ödemeleri nakit, çek ya da banka havalesi yoluyla yaptığı yönündeki ifadesi aktarılmıştır. Vergi inceleme raporunda başvurucu hakkında yapılan inceleme sonucunda ulaşılan tespitler şu şekildedir:i. Başvurucunun defter kayıtlarına göre 2010 takvim yılında gerçekleştirdiği alışlarına ait indirilecek KDV hesabının borç toplamının 447,49 TL olduğu, ilgili şirketlerden yapılan alışlara ait KDV tutarı toplamının ise 190, 27 TL olduğu belirtilmiştir.ii. Başvurucunun söz konusu altı ayrı şirketten gerçekleştirilen alışlardan bir kısmını sahte belge mahiyetindeki faturalarla belgelendirdiği ileri sürülmüştür.iii. Başvurucunun mal/hizmet alımlarında sahte belge niteliğindeki faturalarla belgelendirdiği kısmın KDV dahil 945,95 TL + 190,27 TL olmak üzere toplam 136,22 TL ve yüksek olması, sahte belge niteliğindeki faturalarda yer alan ve indirim konusu yapılan KDV'nin, indirim konusu yapılan KDV'lerin 0,78'ini oluşturması karşısında, 136,22 TL tutarındaki sahte faturaların başvurucu tarafından bilerek kullanıldığı vurgulanmıştır. iv. Ayrıca sahte fatura kullanma fiili nedeniyle başvurucu hakkında suç duyurusunda bulunulması önerilmiştir. Bu rapora istinaden başvurucunun aldığı mallara karşılık kullandığı faturaların sahte olduğu, bu mahiyetteki belgenin tevsik edici olarak kabul edilemeyeceği, dolayısıyla alıma karşılık geçerli bir fatura kullanılmayarak alımın belgesiz olarak gerçekleştirdiği gerekçesiyle 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca başvurucu adına usulsüzlük cezaları kesilmesi; ayrıca aynı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasının (4) numaralı bendi uyarınca mükellef adına resen üç kat vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarh edilmesi önerilmiştir. Vergi inceleme raporu doğrultusunda başvurucu adına 2010 dönemine ilişkin olarak vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarh edilmiş, ayrıca özel usulsüzlük cezası kesilmiştir. Başvurucu sahte fatura kullandığı gerekçesiyle adına resen salınan vergi ziyaı cezalı KDV ile kesilen özel usulsüzlük cezasına karşı 30/3/2015 tarihinde İstanbul Vergi Mahkemesinde (Vergi Mahkemesi) dava açmıştır. Vergi Mahkemesi 16/12/2015 tarihinde davanın kısmen kabulü ile cezalı tarhiyatın N., N.T.O. ve P.P.S. şirketlerinden yapılan alışlarla ilgili kısmının ve kesilen özel usulsüzlük cezasının kaldırılmasına, R.O., R.R.T. ve Ö.Y. şirketlerinden yapılan alışlarla ilgili kısmına yönelik iptal isteminin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde şu tespitlere yer verilmiştir:i. R.O., R.R.T. ve Ö.Y. şirketleri yönünden yapılan değerlendirmede tahakkuk eden vergilerin ödenmediği, başvurucu tarafından alış yapılan dönemlerde yapılan yoklamalarda bu şirketlerin faaliyette olmadıkları, faaliyette olsalar bile iş hacimlerinin yeterli olmadığı, KDV matrahları ile diğer firmaların Ba formlarında bildirdiği tutarlar arasında uyumsuzluk olduğu, işçi çalıştırmadıkları, buna göre söz konusu şirketlerin gerçek bir mal teslimi veya hizmet ifasında bulunmadıkları, piyasaya komisyon karşılığı fatura düzenledikleri, dolayısıyla bu şirketlerden alınan faturaların sahte olduğu, dolayısıyla cezalı tarhiyatın bu şirketlerle ilgili kısmında hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.ii. N., N.T.O. ve P.P.S. şirketlerinden yapılan alışlarla ilgili değerlendirmede ise alınan faturalarla ilgili olarak yer verilen tespitlerin bu faturaların sahte olduğunu kabule yeterli olmadığı gibi başvurucuya düzenlenen faturaların gerçek bir emtia ve hizmet alışverişini yansıtmadığı yönünde başkaca hukuken itibar edilebilir nitelikte somut tespitlere yer verilmediği, alış yapılan dönemde yapılmış bir yoklamanın olmadığı, bu nedenle dava konusu cezalı tarhiyatın bu şirketlerle ilgili kısmının hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. iii. Özel usulsüzlük cezası yönünden yapılan değerlendirmede, faturanın verilmediği, alınmadığı ya da gerçek meblağdan farklı meblağa yer verildiği yönünde 213 sayılı Kanun'un aradığı anlamda ve olay anında gerçekleştirilmiş somut bilgiler içeren bir tespitin yapılmadığı, ayrıca başvurucu adına hesap döneminin kapanmasından sonra düzenlenen vergi inceleme raporuna dayanılarak ceza kesilmesinin bu cezaya dayanak olan hükmün amacına uygun bulunmadığı, bu nedenle özel usulsüzlük cezasının hukuka aykırı olduğu ifade edilmiştir. İdare ve başvurucu bu karara karşı temyiz başvurusunda bulunmuştur. Dava bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Danıştayda derdesttir. B. Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç Başvurucu hakkında ayrıca "sahte fatura kullanma" nedeniyle 213 sayılı Kanun'un maddesinin (b) fıkrası uyarınca suç duyurusunda bulunulmasının uygun olacağı yönünde vergi suçu raporu tanzim edilmiştir. Bu rapora dayanan Vergi Denetim Kurulu 8/12/2014 tarihinde başvurucu hakkında Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunmuştur. Başsavcılık 26/12/2014 tarihinde düzenlediği iddianame ile başvurucunun 2010 takvim yılında gerçek alış bedellerini göstermeyen çok sayıda sahte fatura kullanma eylemi nedeniyle zincirleme biçimde 213 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan aynı Kanun'un maddesinin (b) fıkrası uyarınca cezalandırılması talebiyle Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesine (Mahkeme) kamu davası açmıştır. Başvurucu 29/4/2015 tarihinde yapılan sorgusunda; fuar alanlarında stant işi yaptığını, şirket adına sahte fatura düzenlemediğini, çalıştığı şirketlerden P.P.S. şirketinin vergisini ödemediği için cezalı duruma düşmesi sonucu bu şirketin işlemlerinin karşılıklı olarak incelenmesi nedeniyle kendisinin de sorumlu tutulduğunu, söz konusu şirketlerle alış veriş yaptığını ve ödemeleri çek ya da senetle gerçekleştirdiğini, bir sorun varsa bunun karşı şirketten kaynaklandığını söyleyerek suçlamayı kabul etmemiştir. Mahkeme konu hakkında bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi kurulunca dava dosyası ve Mahkeme aracılığıyla dosyaya getirtilen diğer firmalara ait raporlar ile 2010 takvim yılına ait yevmiye ve kebir defterlerinin incelenmesi sonucunda 20/5/2016 tarihli rapor düzenlenmiştir. Bilirkişi raporunda; i. Yargıtay kararlarında hesap dönemi ve takvim yılı ile vergilendirme-tarh dönemi ayrımı yapıldığı, aynı vergilendirme ve tarh döneminde düzenlenen birden fazla sahte faturanın tek suçu oluşturacağı, bir hesap dönemi-takvim yılı içerisinde birden fazla vergilendirme tarh döneminde düzenlenen faturalar açısından zincirleme suç hükümlerinin uygulanacağı, KDV mevzuatında vergilendirme -tarh döneminin aylık olarak belirlendiği, buna göre bir hesap dönemi ve takvim yılında 12 vergilendirme-tarh dönemi bulunduğu bilgisine yer verilmiştir. ii. Başvurucunun diğer şirketlerden aldığı fatura tutarlarını ödediğine dair ödeme makbuzu, banka-posta havalesi ya da çek ibraz etmediği, başvurucu müdafiinin dosyaya sunduğu ödeme makbuzlarının defter kayıtlarında yer almadığı, defterlerdeki kayıtlara göre başvurucunun 2010 yılında söz konusu firmalara 216,20 TL borcunun bulunduğu ve o yıl içerisinde ödeme yapılmadığı tespit edilmiştir. Raporda, bu durumun ticari ve ekonomik icaplara uygun olmadığı ve başvurucunun sahte fatura kullandığı hususunu teyit ettiği vurgulanmıştır. Bu bakımdan başvurucunun söz konusu altı şirketten 2010 yılı içerisindeki 7 vergilendirme-tarh döneminde alıp yasal defterlerine işlediği ve KDV beyannamelerinde indirim konusu yaptığı toplam tutarı 136,22 TL olan 39 adet faturanın gerçek bir mal ve hizmet alım satımına dayanmadığı ve sahte olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucu müdafii, bilirkişi raporunu inceleyip rapora karşı 5/10/2016 tarihli dilekçe ile beyanda bulunmuştur. Anılan dilekçede suçun işlendiğine dair somut veri bulunmadığı, diğer firmalar hakkında inceleme yapıldığına ve dava açıldığına dair belge sunulmadığı, suçlamanın yalnızca dosya üzerinden soyut şekilde yapıldığı ileri sürülen vergi tekniği raporlarına dayandırıldığı savunulmuştur. Dilekçede ayrıca vergi ziyaı cezalı KDV ile kesilen özel usulsüzlük cezasına karşı Vergi Mahkemesindeki yargılama sürecine ilişkin bilgi aktarılmıştır. Bununla birlikte, sahte fatura düzenlediği iddia edilen şirketlerden P.P.S. şirketinin yetkilisi olduğunu söylenen A.E. hakkında sahte fatura düzenleme suçundan farklı bir mahkemede açılan dava sonucunda bu kişi hakkında beraat kararı verildiği bilgisine de yer verilerek başvurucunun hukuki durumunun değerlendirilmesi açısından bu hususların da dikkate alınması talep edilmiştir. Başvurucu müdafisinin sonraki tarihli dilekçelerinde de dile getirdiği A.E. hakkındaki yargılamaya dair başvurucunun sunduğu ve UYAP aracılığıyla da erişilen bilgilere göre; İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesinde E.2013/84 sayılı davaya ilişkin bilgiler şu şekildedir:i. P.P.S. şirketinin kayıtlarında yapılan inceleme sonucunda, A.E.nin yetkilisi olduğu bu şirketin 2008 ila 2012 arasındaki tüm takvim yıllarında sahte faturalar düzenlediği iddiasıyla "sahte fatura düzenleme" nedeniyle 213 sayılı Kanun'un maddesinin (b) fıkrası uyarınca İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığına bağlı Kadıköy Uygulama Grup Müdürlüğü tarafından 5/2/2013 tarihinde suç duyurusunda bulunulmuştur. ii. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı 6/3/2013 tarihinde düzenlediği iddianame ile A.E.nin suç duyurusunda belirtilen tarih aralığında birden çok kez sahte fatura kullandığı gerekçesiyle 213 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan beş kez uygulanmak üzere aynı Kanun'un maddesinin (b) fıkrası uyarınca cezalandırılması talebiyle İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açmıştır. iii. A.E. sorgusunda dava konusu faturaların sahte olmayıp gerçek alım ve satım işlemlerine dayandığını savunmuştur. iv. Kovuşturma evresinde bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Sunulan tek kişilik bilirkişi raporunda; dosya kapsamına göre P.P.S. şirketine sahte fatura düzenlediği belirtilen firmalar hakkında bu eylemden dolayı dava açılıp açılmadığı, bu firmadan sahte fatura alıp kullandığı belirtilen diğer firmalar hakkında vergi tekniği ve vergi suçu raporları düzenlenip düzenlenmediği hususlarında bilgi bulunmadığı, diğer firmalar hakkında karşıt inceleme yapıldığına ve faturaların bu şirketlerin defterlerine kaydedildiğine dair tespit yapılmadığı, A.E.nin müdafisinin söz konusu faturalara dair ödemelerin banka aracılığı ile yapıldığını belirterek banka isim ve şubelerini belirttiği tespitlerine yer verilmiştir. Bu doğrultuda A.E.'ye atılı suçun unsurlarının oluşmadığı mütalaa edilmiştir. v. İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesi 31/3/2016 tarihinde yüklenen suçun A.E. tarafından işlendiğinin sabit olmadığı gerekçesiyle beraat kararı vermiştir. Kararın gerekçesinde; A.E.nin belirtilen yıllarda sahte belge kullanmak suretiyle komisyon geliri elde ettiği yönünde herhangi bir eyleminin sabit olmadığı, sahte fatura düzenlediği belirtilen firmalar hakkında karşıt inceleme yönünde bir tespit yapılmadığı, kullanıldığı ve sahte olduğu belirtilen faturaların yasal defterlerine kayıt edildiği yönünde bir tespit yapılmadığı değerlendirmelerinde bulunulmuştur. vi. Karar başvurucu aleyhine Defterdarlık Muhakemat Müdürlüğü tarafından temyiz edilmiş olup dava halen Yargıtayda derdesttir. Yargılamanın 22/6/2017 tarihli celsesinde Mahkeme, faturaları kullanılan altı şirket hakkında vergi müfettişleri tarafından karşıt inceleme yapılıp yapılmadığı, bu şirketler hakkında vergi suçu raporu düzenlenip düzenlenmediği, düzenlenmişse de akıbeti hususunda bilgi verilmesini başvurucunun firmasının bağlı bulunduğu vergi dairesinden 29/6/2017 tarihli yazıyla istemiştir. İlgili vergi dairesince düzenlenen 25/7/2017 tarihli yazıda, başvurucu hakkındaki vergi inceleme ve vergi suçu raporlarında karşıt inceleme yapıldığı belirtilen A.E.nin ortağı olduğu P.P.S. şirketini içeren raporlar olduğu bilgisi aktarılmış ve bu raporlar dosyaya sunulmuştur. Yazı ekindeki söz konusu raporların başvurucu hakkındaki suç duyurusuna dayanak olan vergi inceleme ve vergi suçu raporları ile başvurucu hakkında 2011 takvim yılına ait vergi inceleme raporu olduğu anlaşılmaktadır. Mahkeme 30/10/2017 tarihinde başvurucunun sahte fatura kullanma eylemini sabit görerek 213 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkemece başvurucu hakkında 213 sayılı Kanun'un maddesinin (b) fıkrası gereğince alt sınırdan ceza tayin edilmiştir. Mahkeme, aynı suçu işleme kararı ile Kanun'un aynı hükmünü değişik zamanlarda birden fazla kez ihlal ettiği gerekçesiyle başvurucuya verilen cezayı 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi (1) numaralı fıkrası uyarınca dörtte bir oranında artırmıştır. Mahkeme sonuç olarak başvurucunun 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, vergi incelemesi ve vergi suçu raporları ile bilirkişi raporundaki tespitler doğrultusunda başvurucunun 2010 takvim yılı içerisindeki 7 vergilendirme- tarh döneminde olmak üzere birden fazla kez değişik zamanlarda toplam 39 sahte faturayı söz konusu şirketlerden alıp yasal defterlerine işleyerek KDV beyannamelerinde indirim konusu yapmak suretiyle isnat edilen suçu zincirleme şeklinde işlediği belirtilmiştir. Başvurucunun anılan hükme yönelik istinaf başvurusu, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince 13/3/2018 tarihinde esastan reddedilmiştir. Başvurucu 30/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 213 sayılı Kanun'un "Kaçakçılık Suçları ve Cezaları" kenar başlıklı maddesinin (b) fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Vergi kanunları uyarınca tutulan veya düzenlenen ve saklama ve ibraz mecburiyeti bulunan ... belgelerin asıl veya suretlerini tamamen veya kısmen sahte olarak düzenleyenler veya bu belgeleri kullananlar, üç yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Gerçek bir muamele veya durum olmadığı halde bunlar varmış gibi düzenlenen belge, sahte belgedir." 5237 sayılı Kanun’un "Zincirleme suç" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. ..." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/9965 | Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, kasten insan öldürme ve ruhsatsız silah bulundurma suçlarından yargılandığı Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/345 esas sayılı dosyasında, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyetine karar verilmesi nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 3/4/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Burhaniye Cumhuriyet Başsavcılığı, 13/9/2010 tarih ve 2010/931 sayılı iddianamesiyle başvurucunun kasten insan öldürme ve ruhsatsız silah bulundurma suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açmıştır. Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesi, 10/6/2011 tarih ve E.2010/345, K.2011/168 sayılı kararıyla başvurucunun, kasten insan öldürme suçundan 20 yıl hapis, ruhsatsız silah bulundurma suçundan ise 1 yıl 8 ay 25 gün hapis ve 25 gün karşılığı adli para cezaları ile mahkûmiyetine karar vermiştir. Başvurucunun temyizi üzerine anılan Mahkeme kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 17/10/2012 tarih ve E.2012/347, K.2012/7684 sayılı ilamıyla onanmış ve aynı tarihte kesinleşmiştir. Kesinleşen cezaya ilişkin Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 8/1/2013 tarihli müddetname başvurucuya, 10/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu onama kararından 4/3/2013 tarihinde haberinin olduğunu iddia etmektedir.B. İlgili Hukuk 13/12/2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:“Hükümlüye, Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen ceza infaz kurumuna alındığı ve salıverileceği tarih ile ceza süresini ve cezanın hangi hükme ilişkin bulunduğunu belirten bir belge verilir.” 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi, 10/7/1953 tarih ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında Kanun’un maddesi, 23/3/2005 tarih ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un maddesi, 4/4/1929 tarih ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 305 ila maddeleri. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2470 | Başvurucu, kasten insan öldürme ve ruhsatsız silah bulundurma suçlarından yargılandığı Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/345 esas sayılı dosyasında, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyetine karar verilmesi nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, ihmal sonucu bir hükümlünün yaşamını yitirmesi ve bu olayla ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/2/2014 tarihinde yapılmıştır.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır. OLAYLAR VE OLGULAR Başvuru formu ve eklerine, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere ve Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığından (Cumhuriyet Başsavcılığı) temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların babası Ş.T. vahamet arz eden ateşli bir silahı ruhsatsız olarak bulundurmak suretiyle 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçunu işlediği gerekçesiyle Silvan Asliye Ceza Mahkemesinin (Ceza Mahkemesi) 20/4/2006 tarihli kararıyla 4 yıl 2 ay hapis ve 180 TL adli para cezasına mahkûm edilmiştir. Bahse konu hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 3/3/2009 tarihli kararıyla onanmıştır. Hapis cezasının infazına 24/11/2010 tarihinde Silvan K1 Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Silvan Ceza İnfaz Kurumu) başlanmıştır. Daha eski tarihli tıbbi belgelere göre hipertansiyon hastası olan Ş.T.nin her iki böbreğinde çok sayıda kist ile kalbinin boyutlarında artış gözlenmiş olup her iki akciğere ait loblarda daha belirgin olarak buzlu cam görünümünde dansite (filmde koyuluk)değişiklikleri ve sol akciğer üst lobda anterior (ön) segment (bölüt, kesim) lokalizasyonunda (yerleşim) nodül (yumrucuk, düğümcük) izlenmiştir. Ş.T. 25/12/2010 tarihinde Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi (Eğitim ve Araştırma Hastanesi) Acil Polikliniğinden tedavi görmüştür. Tedaviye ilişkin belgede Ş.T.nin kalp yetmezliği hastası olduğu belirtilmiştir. Ş.T. 29/12/2010 tarihinde Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Polikliniğinde muayene edilmiştir. Başvurucu Ramazan Tekçi 31/12/2010 tarihinde, Cumhurbaşkanlığı makamından babası Ş.T. için özel af talebinde bulunmuştur. Altı sayfadan oluştuğu tespit edilen söz konusu dilekçenin içeriği tespit edilememiştir. Başvurucu Ramazan Tekçi'nin dilekçesi 8/3/2011 tarihinde Cumhurbaşkanlığı Genel Sekterliğince Bakanlığa gönderilmiştir. Ş.T., yaşlı olması nedeniyle ihtiyaçlarını karşılamakta güçlük çektiğinden ve bunamasından söz ederek 5/4/2011 tarihinde Ceza Mahkemesinden cezanın infazının konutta çektirilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Bu taleple ilgili herhangi bir karar verilmediği saptanmıştır. Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğü 26/4/2011 tarihli yazıyla Cumhuriyet Başsavcılığından af talebi hakkında kanuni gereğinin takdir ve ifasını talep etmiştir. Tespit edilemeyen bir tarihte Silvan Ceza İnfaz Kurumundan Diyarbakır E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Diyarbakır Ceza İnfaz Kurumu) nakledilip 23/3/2011 tarihinde tekrar Silvan Ceza İnfaz Kurumuna nakledilen Ş.T., sağlık durumu nedeniyle 28/4/2011 tarihinde yeniden Diyarbakır Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 28/4/2011 tarihli yazıyla Diyarbakır Ceza İnfaz Kurumundan başvurucu Ramazan Tekçi'nin af talebi doğrultusunda işlem yapılmasını istemiştir. Ş.T., göğüs ağrısı ve nefes darlığı şikâyetleriyle gittiği Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde (Üniversite Hastanesi) 28/4/2011 ile 5/5/2011 tarihleri arasında yatarak tedavi görmüştür. Af talebiyle ilgili olarak Ş.T.nin muayene edildiği Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 12/5/2011 tarihli raporunda; Ş.T.nin kalp yetmezliği hastası olduğu, hastalığının sürekli ve ilerleyici olduğu, ağır özürlü olmadığı, bir yıl sonra kontrol edilmesinin uygun olduğu belirtilmiştir. Cezasının ertelenmesinin gerekip gerekmediği, hapis cezasının infazının hayatı için kesin bir tehlike teşkil edip etmediği, yaşamı için kesin bir tehlike bulunmakta ise cezanın ne kadar süreyle ertelenmesi gerektiği ve rahatsızlığının sürekli hastalık, sakatlık ve kocama niteliğinde olup olmadığı hususlarında rapor aldırılmak üzere Ş.T. 17/6/2011 tarihinde Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunda (İhtisas Kurulu) hazır edilmiştir. İhtisas Kurulunun 17/6/2011 tarihli yazısı üzerine Diyarbakır Ceza İnfaz Kurumu, Ş.T.nin toraks (göğüs) BT (bilgisayarlı tomografi) filmleri ile Ş.T.nin kendilerinde mevcut sağlık dosyasını 14/7/2011 tarihinde İhtisas Kuruluna göndermiştir. Ş.T. 27/6/2011 ve 22/8/2011 tarihlerinde Üniversite Hastanesinin Göğüs Hastalıkları Polikliniğinde muayene olmuştur. İhtisas Kurulunca çekilmesi istenen HRCT (yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi) filmleri Diyarbakır Ceza İnfaz Kurumunca Üniversite Hastanesinde çektirilerek 12/9/2011 tarihinde İhtisas Kuruluna gönderilmiştir. Başvurucu Abdurrahim Tekçi 23/9/2011 tarihli dilekçeyle Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ederek yatalak ve bakıma muhtaç olduğunu öne sürdüğü babasının tahliye edilmesini istemiştir. Söz konusu dilekçede başvurucu, babasının gerçek yaşının seksenden fazla olduğunu ve kalp hastalığı nedeniyle daha önce kalbinden ameliyat olduğunu belirtmiştir. Ceza Mahkemesi, hükmolunan cezanın miktarı nedeniyle hükümlünün cezasını konutunda çekmesine karar verilemeyeceğini, hapis cezasının infazı mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa infazın Cumhuriyet Başsavcılığınca geri bırakılabileceğini, bu hususta başvuru yapabilecek kişilerin hükümlünün kendisi veya vasisi olduğunu ve tahliye talebine ilişkin dilekçenin ekinde vesayete ilişkin bir karar bulunmadığını belirterek başvurucu Abdurrahim Tekçi'nin talebinin reddine karar vermiştir. İhtisas Kurulu 3/10/2011 tarihli yazıyla, daha önce gönderilen tıbbi belgelerdeki eksikliklere dikkat çekerek eksik belgelerin temin edilerek gönderilmesini istemiştir. Ş.T. karın ağrısı şikâyetiyle 14/10/2011 tarihinde Üniversite Hastanesine götürülmüştür. Başvurucu Ramazan Tekçi'nin babasının yanında refakatçi olarak kalmak istediğine dair 17/10/2011 tarihli talebi Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı gün kabul edilmiştir. Ş.T. bağırsak kanaması ve genel durum bozukluğu nedeniyle 14/10/2011 tarihinden beri tedavi gördüğü Üniversite Hastanesinde 29/10/2011 tarihinde saat 20'de vefat etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı olay hakkında derhâl soruşturma başlatmıştır. Ş.T.nin cesedi üzerindeki ölü muayenesi ve otopsi işlemleri nöbetçi savcı huzurunda, adli tıp uzmanı bir hekim tarafından 30/10/2011 tarihinde saat 40 sıralarındaÜniversite Hastanesinde yapılmıştır. Bahse konu işlemlere ilişkin tutanakta; cesette darp ve cebir izi, ateşli veya ateşsiz silah yarası, boğma izi ile ası telemine rastlanmadığı, otopsi işlemi sırasında cesetten sistemik toksikolojik (zehir bilimine ilişkin) ve histopatolojik (hastalıklı doku bilimine ilişkin) incelemeler için örnekler alındığı ve ölüm nedeninin belirlenebilmesi için alınan örneklerin incelenmesi gerektiği belirtilmiştir. i. Ölü muayene ve otopsi işlemleri sırasında kolluk görevlilerince fotoğraf çekimi ve kamera kaydı yapılmıştır.ii. Ölü muayenesi işleminde hazır bulunan ve cesedin babasına ait olduğunu teşhis eden başvurucu Ramazan Tekçi, babasının yaklaşık bir yıldır ceza infaz kurumunda bulunduğunu, beş altı ay kadar önce rahatsızlığı nedeniyle Silvan Ceza İnfaz Kurumundan Diyarbakır Ceza İnfaz Kurumuna nakledildiğini, 14/10/2011 tarihinden beri Üniversite Hastanesinde tedavi gördüğünü, kalp ve böbrek yetmezliklerinin bulunduğunu, ayrıca mide kanaması geçirdiğini, hastalıkları nedeniyle vefat eden babasının ölümü nedeniyle şikâyetçi olmadığını ve daha önce yaptıkları af başvurusunun kabul edilmediğini söylemiştir. Adli Tıp Kurumunca (ATK) düzenlenen 25/1/2012 tarihli raporda; kanda etanol bulunsa da metanol bulunmadığı, idrarda alkol bulunmadığı, kanda ve idrarda atropine, lidocain, midazolam ve pantoprozol bulunduğu belirtilmiştir. ATK tarafından düzenlenen 31/1/2012 tarihli raporda ise histopatolojik tetkik sonuçları belirtilmiştir. Kesin ölüm nedenini belirlemesi istenen ATK, Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği 31/1/2012 tarihli yazıda ölüm nedenine ilişkin raporun otopsi işlemini yapan hekim tarafından düzenlenmesinin daha uygun olduğunu ifade etmiştir. Ölü muayenesi ve otopsi işlemini yapan adli tıp uzmanı hekim, Ş.T.nin tedavi evrakları ile toksikolojik analiz raporu ve histopatalojik tetkik raporunu inceleyerek düzenlediği 7/8/2012 tarihli raporunda, Ş.T.nin ölüm nedeninin kendisinde mevcut çoklu hastalıklar sonucu gelişen kanama ve komplikasyonlar olduğunu açıklamıştır. Ş.T.nin ölüm nedenin tespit edildiği, ölümünde kaza, cinayet ve intihar zorlamalı ölüm belirtileri bulunmadığı ve ölümünün doğal yolla oluştuğu gerekçesiyle Cumhuriyet Başsavcılığı 18/10/2012 tarihinde olay hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucular rahatsızlıkları nedeniyle daha önce çeşitli hastanelere başvuran Ş.T.nin sağlık durumunun ceza infaz kurumunda bulunmaya uygun olmadığını, gerek infaza başlanmadan önce gerekse infaza başlandıktan sonra yaptıkları infazın ertelenmesine yönelik taleplerin gerekli ve yeterli tetkikler yapılmadan reddedildiğini, sadece ölüm nedenin belirlenmesine yönelik soruşturma yürütüldüğünü, Ş.T.nin sağlığının ceza infaz kurumunda bulunmaya müsait olmamasına rağmen infaza başlanıp infazın sürdürüldüğünü ve bu nedenlerle hastalıkları artan Ş.T.nin ölümüne sebebiyet verildiğini ileri sürerek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmişlerdir. Başvurucuların itirazı, Ş.T.nin ölümünün şüpheli olmadığı ve Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle Batman Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 1/4/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesince verilen karar başvurucular vekiline 21/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvuru 13/2/2014 tarihinde yapılmıştır. İlgili belgelerin incelenmesinden Ş.,T.nin Diyarbakır Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı süre zarfında 12/5/2011, 11/6/2011, 27/6/2011, 29/6/2011, 9/7/2011, 25/8/2011 ve 7/10/2011 tarihlerinde tedavisinin ve/veya tıbbi tetkiklerinin yapılması amacıyla Eğitim ve Araştırma Hastanesi veya Üniversite Hastanesine sevk edildiği anlaşılmıştır. Başvurucular, kendilerinin ve/veya Ş.T.nin infaza başlamadan önce veya infaza başlandıktan sonra infazın ertelenmesini talep ettiğine dair bireysel başvuru dosyasına herhangi bir belge ibraz etmemişlerdir. Ayrıca, Cumhuriyet Başsavcılığıyla ve Silvan Cumhuriyet Başsavcılığıyla yapılan yazışmalardan başvurucuların veya Ş.T.nin infazın ertelenmesini talep ettiklerine dair herhangi bir belgenin bulunmadığı öğrenilmiştir.A. Ulusal Hukuk Konuyla ilgili ulusal hukuk, Anayasa Mahkemesinin Murat Karabulut (B. No: 2013/2754, 18/2/2016, §§ 27-30, 33, 44, 65, 66) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır.B. Uluslararası Hukuk Konuyla ilgili uluslararası hukuk, Anayasa Mahkemesinin Temur Eskibağ ve Mehmet Rıza Eskibağ (B. No: 2014/5098, 20/12/2017, §§ 50-57) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2690 | Başvuru, ihmal sonucu bir hükümlünün yaşamını yitirmesi ve bu olayla ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, üst düzey bir kamu görevlisiyle ilgili yapılan haber nedeniyle cezalandırılmanın başvurucuların ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Birinci başvurucu, Adıyaman'da yayın yapan Bugün isimli yerel gazetenin (gazete) hem ortağı hem de köşe yazarıdır. İkinci başvurucu, gazetenin yazı işleri müdürüdür. Müşteki ise olayların geçtiği tarihte Adıyaman Üniversitesinde rektör olarak görev yapmaktadır. Gazeteci E., gazetenin 15/10/2014 tarihli nüshasında "Seçimler Yaklaştı 'Paralelci' Rektör Hükümete Yanaştı!" başlıklı bir haber yapmıştır. Haberin ilgili kısımları şöyledir:"Cemaat desteği ile 4 yıl önce Adıyaman Üniversitesi Rektörlüğü koltuğuna oturan... [T.G.nin] ... Yeni dönemde yeniden rektör olabilmek için eski yol arkadaşları olan paralelcileri bir bir görevden uzaklaştırarak, hükümete yakın görünme politikası güden G.'nin bir sonraki hamlesi ise, ile gelen her bakan ya da milletvekili için üniversite kampüsü içinde bir açılış organizasyonu tertip etmek oldu. Her Kesimden Tepki ÇekiyorYaptıklarıyla yapamadıklarıyla hep tartışılan rektör G.'ye her kesimden tepki var. Halk, üniversiteyle aralarına derin bir mesafe koyan G.'nin yeniden rektör olmasını istemezken, akademik çerçevede üniversite içerisinde yaşanan problemlerden dolayı rektör G'nin yeniden o koltuğa oturmasını istemiyor.Konu ile ilgili gazetemize açıklamalarda bulunan ismini vermek istemeyen bir akademisyen 'Adıyaman Üniversitesinde görevli akademisyen olarak üniversite içerisinde çeşitli baskılara maruz bırakılıyoruz. Özellikle mevcut yönetimin görüşü dışında olan arkadaşlarımızın yoğunlukla maruz kaldığı baskılar zaman zaman dayanılmaz boyutlara ulaşıyor. Hükümetin başlattığı çözüm sürecinin bir parçası olan Kürt ve Alevi kökenli çalışanları, görevinin ilk yıllarında görevlerinden alan Rektör ve yönetimin aynı baskıyı eski rektörün kadrosunda olan öğretim görevlilerinin üzerinde de uygulamaya çalıştı. Tek işi kişilerle uğraşmak olan bu yönetimin önümüzdeki seçimlerde görevi bırakması ve yerine daha oturaklı bir yönetimin gelmesi ... hayati derecede önemlidir...' diyerek çarpıcı açıklamalarda bulundular." Başvurucu, gazetenin 16/2/2015 tarihli nüshasında "Adıyaman Veteriner Tıp Fakültesi" başlıklı bir köşe yazısı yazmıştır. Yazının ilgili kısımları şöyledir:" [A.A],VeterinerElazığ'da, veterinerlik fakültesinde hayvanları, onların anatomilerinin fizyolojilerini beslenme şekillerini hastalıklarını ve onları tedavi etmeyi öğrenmiş.Sonra, sonra Adıyaman Üniversitesi Tıp Fakültesine Anatomi Bölüm Başkanı olarak atanmış.Yetmemiş, tıp fakültesi dekan yardımcısı olmuş, o da yetmemiş sağlık yüksek okulu müdürü yapmışlar.Sırtını paralelci rektöre dayamış, astığı astık, kestiği kestik. Kadrolara atanacak kişileri o belirliyor.Anatomi derslerine girmiyor, derslere asistanlarını, yardımcılarını gönderiyor ama ders ücretlerini kendisi alıyor.Açılan bir kadroya söz verdiği kişilerin dışında başka birileri başvurursa bilinen bilinmeyen ikna yöntemleri uygulayarak o kadroya müracaat eden diğer kişi ya da kişileri saf dışlı bırakıyor.Böyle bir hegemonya kurmuş [A.A]Yakın bir zamanda bir infaz çetesi oluşturursa hiç şaşırmam.Peki tıp fakültesi öğrencilerine ne anlatacak bu veteriner hekim?...Adıyaman tıp fakültesi veteriner mi yetiştiriyor doktor mu?...Adıyaman tıp fakültesinin öğretim üyelerinin çoğu veteriner.Hepsi de Elazığ'dan gelme. Paralelci rektör Elazığ'da bir maden bulmuş, veteriner madeni!Böyle bir üniversite böyle bir tıp eğitim olur mu?Bu öğrencilerin, çocuğumu tıp eğitimine gönderdim diye umutlanan ailelerin ve yarın mezun olup sağlık ordusuna katıldıklarında yapmaları muhtemel tıbbi hataların bütün günahı mevcut paralelci rektör [T.G.nin] boynundadır.Üniversiteyi bu hale getirdiği yetmiyormuş gibi bir de gelecek dönem rektörlüğe aday sayın G.!Böyle bir ahvalde sayın G.'nin günahları onu seçecek ve atayacak olanların da boynunda olacaktır." Yukarıdaki haberler üzerine başvurucular hakkında müşteki tarafından şikâyette bulunulmuştur. Yapılan soruşturma sonucunda başvurucuların hakaret suçundan cezalandırılması istemiyle iddianame düzenlenmiştir. Yargılamayı yapan Adıyaman Asliye Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 2/7/2015 tarihli duruşmasında müşteki şu şekilde beyanda bulunmuştur:"Hakkımda söylentiler olduğu için daha önceden televizyon programında buna yönelik iddialara cevap vermiş olabilirim. Çünkü ısrarla hakkımda bu şekilde iddialar yapılıyordu. Bende bunlara cevap vermiştim..." Mahkeme 26/5/2016 tarihinde birinci başvurucunun bir kez, ikinci başvurucunun iki kez 740 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB)karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısımları şu şekildedir:"...Sanıklar her ne kadar katılana yönelik hakaret suçlamasını kabul etmemiş iseler de; dosyamızda mevcut; 15/10/2014 günü söz konusu gazetede [E.nin] yapmış olduğu ve manşetteki haberin başlığında'Seçim Yaklaştı, Paralelci Rektör Hükümete Yanaştı' şeklinde bir ibareye yer verildiği, 16/02/2015 tarihinde Abuzer Demir'in Adıyaman Veteriner Tıp Fakültesi başlıklı köşe yazısında ise, 'paralelci rektör' söyleminin kullanıldığı husususun tespit edildiği görülmüş olup, bu konuda Ankara İl Emniyet Müdürlüğüne terör örgütü listelerinde 'paralel yapı veya bu isim ile bağlantılı bir örgüt' olup olmadığı hususu sorulmuş olup, ... tarihli cevabi yazısında; PDY (Paralel Devlet Yapılanması) olarak adlandırılan teşekkülün terör örgütü listesine alındığına dair herhangi bir mahkeme kararı bulunmadığı ancak, Fetullah Gülen isimli şahsın silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engellemeye teşebbüs etme vb. suçlardan 30 adet aranıyor kaydı ve 11 adet dava dosyasının bulunduğu bildirilmiş olup, sanıkların gazetelerinde ifşa ettikleri katılan [T.G.nin] sanıkların isnat ettikleri PDY (paralel devlet yapılanması) örgütü ile bir bağının bulunduğuna ilişkin dosyaya yansıyan somut bir delil bulunmadığı, ... katılan hakkında paralel devlet yapılanması konusunda yapılan bir soruşturma ile ilgili açılan bir kamu davasının bulunmadığı, bu haliyle suça konu gazete yazıları nazara alındığında, sanıkların yapmış olduğu haberde ve kaleme aldığı köşe yazısında katılan hakkında 'paralelci' denilmek suretiyle katılana halen devam eden ve silahlı terör örgütü olarak soruşturma yürütülen bir dosya kapsamında suç isnadında bulunularak katılanın onur şeref ve saygınlığını rencide edebilecek bir isnatta bulunulduğu ve katılana alanen hakaret ettikleri, ... nitekim "paralel" isminde ülke genelinde yürütülen birçok soruşturma bulunduğu ve kişiye paralelci denmesi halinde kişilerindoğrudan bu soruşturma ile bağlantılı olduğu ve suç işlediği isnadında bulunmak olacağından sanıkların suçtan kurtulmaya yönelik savunmalarına itibar edilmeyerek ... sanık Aslı'nın gazete yazı işleri müdürü olarak diğer sanıklar tarafından yazılan yazıları yayınlaması nedeniyle iki farklı tarihteki yazıdaki eylem nedeniyle iki kez, sanık Abuzer'in üzerine atılı hakaret suçu sübuta ermekle eylemine uyan TCK'nun 125/1 maddesi gereğince mahkumiyetine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına; sanık Aslı'nın üzerine atılı hakaret suçu sübuta ermekle eylemine uyan TCK'nun 125/1 maddesi gereğince iki kez mahkumiyetine ve iki kez hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir." İtiraz üzerine Adıyaman Ağır Ceza Mahkemesi 23/9/2016 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar başvuruculara 11/10/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 1/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Hakaret” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ... kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır... (2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur." | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/73556 | Başvuru, üst düzey bir kamu görevlisiyle ilgili yapılan haber nedeniyle cezalandırılmanın başvurucuların ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tazminat talebiyle açılan tam yargı davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 3/2/2009 tarihinde idare mahkemesinde açtıkları davanın yargılaması devam etmektedir. Başvurucular, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/431 | Başvuru, tazminat talebiyle açılan tam yargı davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin Anayasa’nın , , ve maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 13/2/2014 tarihinde Mersin İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 26/3/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 17/4/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 21/4/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 14/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 30/5/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) üyesi bir kamu görevlisidir. EĞİTİM SEN Yönetim Kurulunun 6/3/2012 tarihli kararı ile 28 ve 29 Mart 2012 tarihlerinde tüm ülke çapında “uyarı grevi” adı altında işe gelmeme eylemi yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu bahsi geçen tarihlerde işe gelmemiştir. Başvurucunun görev yaptığı Tarsus İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, eyleme katılan tüm sendika üyeleri hakkında yürüttüğü idari soruşturma sonucunda 5/6/2012 tarihli kararı ile “28-29 Mart 2012 tarihlerinde mazeretsiz olarak göreve gelmediği” gerekçesiyle başvurucuyu uyarma cezası ile cezalandırmıştır. Başvurucunun söz konusu karara yapmış olduğu itiraz Mersin Valiliğinin 11/7/2012 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, hakkında verilen disiplin cezasının iptali istemiyle 9/8/2012 tarihinde idare Mahkemesine iptal davası açmış, Mersin İdare Mahkemesinin 28/12/2012 tarihli kararı ile davayı kabul ederek işlemin iptaline karar vermiştir. Davalı idare, ilk derece mahkemesinin kararına itiraz etmiş, Adana Bölge İdare Mahkemesi 16/7/2013 tarihli kararı ile itirazı kabul ederek İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuş ve davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi de Adana Bölge İdare Mahkemesinin 30/12/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bölge İdare Mahkemesinin ilamı, başvurucuya, 31/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 13/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Toplu eylem ve hareketlerde bulunma yasağı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Devlet memurlarının kamu hizmetlerini aksatacak şekilde memurluktan kasıtlı olarak birlikte çekilmeleri veya görevlerine gelmemeleri veya görevlerine gelipte Devlet hizmetlerinin ve işlerinin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmaları yasaktır”. 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …C - Aylıktan kesme: Memurun, brüt aylığından 1/30 - 1/8 arasında kesinti yapılmasıdır. Aylıktan kesme cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …b) Özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek,…” 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Disiplin amirleri tarafından verilen uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezalarına karşı disiplin kuruluna, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasına karşı yüksek disiplin kuruluna itiraz edilebilir.İtirazda süre, kararın ilgiliye tebliği tarihinden itibaren yedi gündür. Süresi içinde itiraz edilmeyen disiplin cezaları kesinleşir.İtiraz mercileri, itiraz dilekçesi ile karar ve eklerinin kendilerine intikalinden itibaren otuz gün içinde kararlarını vermek zorundadır.İtirazın kabulü hâlinde, disiplin amirleri kararı gözden geçirerek verilen cezayı hafifletebilir veya tamamen kaldırabilirler.Disiplin cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabilir.” Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 22/5/2013 tarih, 2009/63 Esas ve 2013/1998 Karar sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“…Uyuşmazlıkta, davacının, üyesi bulunduğu sendikanın yetkili kurullarınca alınan karara uyarak 11/12/2003 tarihinde 1 gün göreve gelmeme eyleminin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125/C-b maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin tespiti önem taşımaktadır. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinin son fıkrasında; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07/05/2004 - 5170 S.K./mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü yer almıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü”nün düzenlendiği maddesinde; herkesin asayişi bozmayan toplantılar yapmak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahip olduğu, bu hakların kullanılmasının, demokratik toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlandırılabileceği, bu maddenin, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk mensupları veya devletin idare mekanizmasında görevli olanlar hakkında meşru sınırlamalar konmasına engel olmadığı kuralına yer verilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 15/09/2009 tarihli, Kaya ve Seyhan - Türkiye kararında (application no. 30946/04); Eğitim-Sen üyesi öğretmenlere, 11/12/2003 tarihinde KESK’in çağrısına uyarak, parlamentoda tartışılmakta olan kamu yönetimi kanun tasarısını protesto etmek üzere düzenlenen bir günlük ulusal eyleme katılmaları nedeniyle 11/12/2003 tarihinde göreve gelmedikleri için uyarma cezası verilmesinin, her ne kadar bu ceza çok küçük olsa da, sendika üyelerinin çıkarlarını korumak için meşru grev ya da eylem günlerine katılmaktan vazgeçirecek bir nitelik taşıdığı, öğretmenlere verilen disiplin cezasının “acil bir sosyal ihtiyaca” tekâbül etmediği ve bu nedenle “demokratik bir toplumda gerekli” olmadığı sonucuna varmış, bunun sonucu olarak, bu davada, başvuranların AİHS’nin maddesi anlamında gösteri yapma özgürlüğünü etkili bir şekilde kullanma haklarının orantısız olarak çiğnendiği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu durumda, davacının, sendikal faaliyet gereği, 11/12/2003 tarihinde göreve gelmeme eyleminin özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek fiili kapsamında değerlendirilemeyeceği ve sendikal faaliyet kapsamında bir gün göreve gelmemek fiilinin mazeret olarak kabulü gerektiğinden, disiplin suçu teşkil etmeyen eylem nedeniyle davacıya 657 sayılı Kanunun 125/C-b maddesi uyarınca aylıktan kesme cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamıştır.…” | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1946 | Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin Anayasa’nın 10. , 36. , 40. ve 90. maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, Suriye sınırları içinde bulunan oğlunun cenazesinin getirilmesi talebinin karşılanmaması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Diyarbakır'ın Sur ilçesi nüfusuna kayıtlı oğlunun Suriye'nin Derika Hemko (Al-Malikiyah) kasabasında hayatını kaybettiğini ve cenazesinin orada defnedildiğini ileri sürerek cenazenin Diyarbakır'a getirilerek defnedilmesi talebiyle 30/11/2015 tarihinde Silopi Kaymakamlığına (İdare) başvurmuştur. Başvurucu, talebin İdarece zımnen reddi nedeniyle 3/3/2016 tarihinde Mardin İdare Mahkemesinde (Mahkeme) idari işlemin iptali davası açmıştır. Mahkeme 15/4/2016 tarihinde dava dilekçesinin 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi gereğince kararın tebliğini izleyen günden itibaren otuz gün içinde bizzat veya bir avukat vasıtasıyla Kanun'un maddesine uygun şekilde düzenlenerek yeniden dava açılmak üzere reddine karar vermiştir. Kararda Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden alınan nüfus kayıt örneğinin incelenmesinden, başvurucunun oğlunun nüfus kayıtlarında sağ olarak gözüktüğü belirtilmiştir. Ayrıca söz konusu kişinin Suriye'nin Derika Hemko (Al-Malikiyah) kasabasında hayatını kaybettiğinin bildirimi amacıyla herhangi bir nüfus müdürlüğüne başvuru yapılıp yapılmadığı ile nüfus müdürlüğünce yanıt verilip verilmediğine ilişkin dosyaya bir bilgi ve belgenin sunulmadığı, bu nedenle dava dilekçesinin usulüne uygun düzenlenmediği ifade edilmiştir. Başvurucu 5/6/2016 tarihinde Diyarbakır iline bağlı Kayapınar İlçe Nüfus Müdürlüğüne (Nüfus Müdürlüğü) başvurarak oğlunun nüfusa ölüm şerhinin yapılması talebinde bulunmuştur. Nüfus Müdürlüğü 16/6/2016 tarihli yazısında 25/4/2006 tarihli ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu'nun ölüm ve gaiplik ile ilgili maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi gereğince adli olaylarda ve kazalarda ilgili Cumhuriyet savcılığınca ölüm tutanakları düzenlendikten sonra Nüfus Müdürlüğüne bildirilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucu, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) başvurmuş ve oğlunun ölüm tutanağının düzenlenmesi ve Nüfus Müdürlüğüne bildirilmesi talebinde bulunmuştur. Başsavcılık tarafından 25/1/2017 tarihinde olayda suç ve suç unsuru bulunmadığı, öldüğü iddia edilen kişinin Suriye'de öldüğü, olayın adli bir vaka olduğu ve buna ilişkin dosyaya somut bir delilin ibraz edilmediği, bu hâliyle soruşturulacak bir eylemin bulunmadığı belirtilerek olay hakkında kovuşturmaya yer olmadığına kararı verilmiştir. Başvurucunun karara itirazını inceleyen Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği 30/3/2017 tarihinde talebi reddetmiştir. Kararda; başvurucunun dilekçesinde suç ve suç unsurunun bulunmadığı, öldüğü iddia edilen kişinin Suriye'de öldüğü, olayın adli bir vaka olduğu ve buna ilişkin dosyaya somut bir delilin de ibraz edilmediği, bu hâliyle soruşturulacak bir eylem bulunmadığı, bu nedenle kamu davası açmayı gerektirir yeterli şüpheyi uyandıracak somut delil elde edilemediği belirtilmiştir. Bu bağlamda 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilemediği ve kovuşturma olanağının bulunmadığı, aynı maddenin (3) numaralı fıkrası uyarınca kararın etkin soruşturma yapılmadan verildiğinin dosya kapsamından tespit edilmediği, bu hâliyle kamu davası açılması için yeterli nedenin bulunmadığı vurgulanmıştır. Başvurucu, nihai hükmü 23/6/2017 tarihinde öğrendikten sonra 21/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/31141 | Başvuru, Suriye sınırları içinde bulunan oğlunun cenazesinin getirilmesi talebinin karşılanmaması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, "ticaret maksadıyla uyuşturucu madde bulundurmak" suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 9/4/2014 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 21/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 2/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 24/10/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Mardin Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 9/7/2004 tarihinde başvurucuya ait ev ve arazide arama yapılmıştır. Başvurucu ve diğer şüpheli hakkında, Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 11/10/2004 tarih ve E.2004/1867 sayılı iddianamesi ile "ticaret maksadıyla uyuşturucu madde bulundurmak" suçunu işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmış, dava Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin E.2004/1004 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Mardin Ağır Ceza Mahkemesi, 22/2/2005 tarih ve E.2004/1004, K.2005/84 sayılı kararı ile Mahkemenin görevsizliğine, dosyanın görevli Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi (CMK. maddesi ile görevli), 3/6/2005 tarih ve E.2005/37, K.2005/53 sayılı kararı ile Mahkemenin görevsizliğine, dosyanın görevli Mardin Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Mardin Ağır Ceza Mahkemesi, 23/5/2013 tarih ve E.2005/180, K.2013/130 sayılı kararı ile başvurucunun, "uyuşturucu madde bulundurmak, satışa arz etmek ve nakletmek" suçundan 5 yıl hapis ve 154,00 TL adli para, "esrar maddesi elde etmek için kenevir ekmek" suçundan 5 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Karar, 10/6/2013 tarihinde başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucu, 9/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi, 23/9/2014 tarih ve E.2014/4518, K.2014/8920 sayılı ilâmı ile başvurucu hakkında "esrar maddesi elde etmek için kenevir ekmek" suçundan verilen hükmün zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle bozulmasına ve kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine, "uyuşturucu madde bulundurmak, satışa arz etmek ve nakletmek" suçundan kurulan hükmün onanmasına karar vermiştir.B. İlgili Hukuk 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendi, maddesinin üçüncü fıkrası, maddesinin (5) numaralı fıkrası; 12/6/1933 tarih ve 2313 sayılı Uyuşturucu Maddelerin Murakabesi Hakkında Kanun’un maddesinin beşinci fıkrası. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4967 | Başvurucu, "ticaret maksadıyla uyuşturucu madde bulundurmak" suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, bir siyasi parti lideri olan başvurucunun dile getirdiği bazı iddialardan dolayı tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu -olayların geçtiği tarihte ve hâlen- Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP) Genel Başkanıdır. Başvurucu, başka birçok platform yanında Partisinin Türkiye Büyük Millet Meclisindeki (TBMM) grup toplantılarında ve TBMM Genel Kurulunda da belirli periyotlarla gündeme dair görüşlerini açıklamaktadır. Başvurucu, 2010 yılı sonunda TBMM Genel Kurulunda (2011 yılı bütçe görüşmeleri), CHP grup toplantılarında, bazı basın açıklamalarında ve televizyon programlarında Kayseri Büyükşehir Belediyesiyle (Belediye) ilgili birtakım yolsuzluk iddialarını kamuoyuyla paylaşmıştır (ayrıntılar için bkz. Kemal Kılıçdaroğlu (3), B. No: 2015/1220, 18/7/2018, §§ 13-16). Anılan iddialar özetle şöyledir:"....2007 tarihinde ... diye bir yurttaş -Kayseri Büyükşehir Belediyesinde çalışıyor- gidiyor polise rüşvet çarkının nasıl döndüğünü ayrıntılarıyla anlatıyor, 26 sayfa. Arkasından imzalıyor ve kendisi bu itiraflarda bulunuyor ... Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı [Ö.] ve belediye görevlilerine isnat edilen suç Türk Ceza Kanunu 252'sine giriyor, rüşvet suçunu oluşturduğundan...","...biz o on yedi kişilik çeteyi nasıl bire indirdin, hangi gerekçeyle bire indirdin, biz onu soruyoruz..... Kayseri'de dönen rüşvet tezgahının bir parçası olur... rüşveti ben alıyordum, dağıtıyordum. Bizim bir çetemiz vardı diyen adam şu anda Ergenekon'da yatıyor..." Dönemin Belediye Başkanı Ö. (davacı), başvurucunun anılan konuşmasında kişilik haklarına saldırıda bulunduğu iddiasıyla Kayseri Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) manevi tazminat davası açmıştır. Davacı; başvurucunun gündeme getirdiği iddialarla kendisini çete üyesi olarak nitelendirdiğini ve rüşvet suçu ile ilişkilendirdiğini belirtmiş ve itibarının zarar gördüğünü ileri sürmüştür. Mahkeme 11/9/2012 tarihli kararla davanın kısmen kabulü ile başvurucunun davacıya 000 TL tazminat ödemesine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde öncelikle yargılamanın 2011 yılına ilişkin bütçe görüşmelerinde yapılan konuşma ile sınırlı tutulduğunu ve konuşmada davacıya yönelik açık bir isnatta bulunulmasa da davacının adının konuşmada geçmesi ve iddiaların yöneldiği belediyenin başkanı olması nedenleriyle matufiyet unsurunun varlığının kabul edildiğini belirtmiştir. Mahkeme, konuşmaya konu iddiaların kaynağı H.A.H. isimli kişi, iddia edilen hususlar ve iddiaların yöneldiği kişiler hakkında yapılan adli ve idari soruşturma sonuçlarını (ayrıntılar için bkz. Kemal Kılıçdaroğlu (3), § 11) bir bütün hâlinde değerlendirmiş ve başvurucunun Meclis konuşmasında ileri sürdüğü iddiaların sabit olmadığına kanaat getirmiştir. Nihayetinde Mahkeme, anılan iddiaların Meclis görüşmesinde dile getirilerek geniş kitlelere ulaştığına ve bu yolla davacının kişilik haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Davanın dayanağının davalının TBMM'nde 13/12/2010 tarihinde 2011 yılı bütçe görüşmeleri sırasında yaptığı konuşma oluşturmaktadır... Davaya konu 13/12/2010 tarihli konuşma metni incelendiğinde davalının Kayseri Büyükşehir Belediyesindeki yolsuzluk iddiaları ile ilgili olarak açıklamalarda bulunduğu, bu açıklamalarında açıkça davacıya yönelik bir isnatta bulunmamış ise de Kayseri Büyükşehir Belediyesinde olduğu iddia edilen yolsuzluklarla ilgili yapılacak beyan ve açıklamalarda muhatabın Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu orta zekadaki her insan tarafından anlaşılabileceğinden ve konuşmanın kimi yerinde de davacının ismi geçtiğinden matufiyet unsurunun varlığının kabulü gerektiği kanaatine varılmıştır. Dava konusu konuşma metni değerlendirildiğinde o tarihlerde Kayseri Büyükşehir Belediyesinde çalışan [H.A.H.] isimli bir kişinin belediyedeki rüşvet çarkının nasıl döndüğünü ayrıntıları ile poliste anlattığı, bunun üzerine davacı ve diğer belediye görevlileri hakkında soruşturma başlatıldığı, yapılan inceleme sonucu isnat edilen suçun TCK.nın maddesine girdiği ve rüşvet suçunu oluşturduğundan 3628 SK.nun maddesi gereği işlem yapılmasının talep edildiği ve akabinde de olayların gelişiminin anlatıldığı görülmektedir. Davalı tarafın yaptığı konuşma ve açıklamalarında Büyükşehir Belediyesindeki rüşvet olaylarının nasıl gerçekleştiğini anlatan kişi olarak beyan ettiği [H.A.H.]'nın Kayseri Ağır Ceza Mahkemesinin ... sayılı ilamı ile 5237 sayılı TCK.nın 157/1 maddesi gereğince [dolandırıcılık suçundan] mahkumiyetine karar verildiği, kararın Yargıtay nin 02/02/2009 tarihli ilamı ile onandığı ve kesinleştiği görülmektedir. Dava konusu konuşmada geçen eylemlerle ilgili olarak Kayseri Başsavcılığının ... sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, bu kararda sırada davacının da şüpheli olarak yer aldığı, karara itiraz edilmediği, kesinleşmiş olduğu, kararın içeriği incelendiğinde de konuşmalarda ismi geçen [H.A.H.]'nın iddiaları ile ilgili olarak her hangi bir delilin elde edilemediğinin belirtildiği anlaşılmıştır. İş bu dava açıldıktan sonra CHP'ye mensup bir kısım milletvekillerinin başvurusu üzerine aynı eylemle ilgili olarak yeniden soruşturma yapılmış, bu kez ...sayısı ile davacı yönünden yine kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği tespit edilmiştir. Davalı tarafın 2011 yılı bütçe görüşmeleri sırasında 13/12/2010 tarihinde mecliste yaptığı dava konusu konuşma tarihinde konuşmada geçen eylemlerle ilgili olarak iki ayrı yargı kararı ve Kayseri vali yardımcısı [A.Y.E.] tarafından hazırlanan 03/12/2007 tarihli muhakkik raporu bulunmaktadır. Yargı kararlarından bir tanesi Kayseri Büyükşehir Belediyesindeki yolsuzlukları ortaya çıkaran kişi olarak gösterilen [H.A.H.] hakkındaki Ağır Ceza Mahkemesinden dolandırıcılık eyleminden dolayı verilen mahkumiyet kararı ve yine açıklamalara konu eylemler sebebiyle Kayseri Büyükşehir Belediyesi başkanı davacı ile Büyükşehir Belediyesinde çalışan daire başkanları ve bir kısım çalışanlar ile belediye çalışanları dışında soruşturmaya konu olan bir kısım kişiler hakkında verilen Kayseri Başsavcılığının ... sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karardır. Özellikle bu kararda davalının beyanlarında iddiaları ortaya atan kişi olarak ismi geçen [H.A.H.]'nın ifadeleri arasında büyük çelişkiler olduğu, sonradan iddialarından rücu ettiği, iddialar doğrultusunda yaptırılan idari soruşturmadan da hiç bir delil elde edilemediği, şüphelilerin müsnet suçu işlediklerine dair soyut iddia dışında hiç bir delil emare elde edilemediği belirtilerek takipsizlik kararı verildiği görülmektedir. Yine o dönemki vali yardımcısı [A.Y.E.] tarafından yapılan soruşturma sonucu 03/12/2007 tarihli rapor hazırlanmış, bu raporda iddiaların soyut olduğu ve soruşturma açılmasına gerek olmadığı kanaati bildirilmiş, rapor 04/12/2007 tarihinde Kayseri valisi tarafından onaylanmış, 13/12/2007 tarihinde de içişleri bakanı tarafından onaylanmıştır. Öte yandan [H.A.H.] isimli şahısla ilgili araştırma yapılması hususunda davacı tarafından 23/06/2007 tarihinde teftiş kurulu başkanlığına talimat verilmiş, ayrıca Kayseri Büyükşehir Belediyesi vekili tarafından da 25/06/2007 tarihinde aynı şahıs hakkında Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmuştur. Böylece davalının davaya konu meclis konuşmasında ileri sürdüğü iddialar gerek yargı kararı ile gerekse idari kararlarla sabit olmamasına ve açıklamalarda ismi geçen ve yolsuzlukları ortaya çıkarttığı öne sürülen [H.A.H.] hakkındaki dolandırıcılık eyleminden dolayı kesinleşmiş yargı kararı olduğu bilinmesine, davacının öğrenir öğrenmez [H.A.H.] hakkında gerekli soruşturmanın yapılması için teftiş kurulunu görevlendirmesine ve ayrıca Başsavcılığına bu konuda suç duyurusunda bulunmasına rağmen davalı tarafından bütçe görüşmeleri sırasında dile getirilerek geniş kitlelere ulaştırılmış, eleştiri sınırları aşılarak bu şekilde kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu kanaatine varılmıştır. Manevi tazminat miktarının tayinine gelince; manevi tazminat miktarını tayin için tarafların ekonomik sosyal durumları araştırılmıştır. davacı Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı davalı ise ana muhalefet partisi genel başkanıdır. Yani her iki tarafta siyasi kişiliğe sahiptir. Manevi tazminata konu konuşma ve açıklamalar toplumun büyük çoğunluğu tarafından takip edildiği bilinen 2011 yılı bütçe görüşmeleri sırasında TBMM.nde yapılmıştır. Konuşma mecliste yapılmış olması sebebiyle geniş kitlelere ulaşmış, uzun süre ülke gündemini işgal etmiştir. Söylenen sözlerin iddiaların ağırlığı, davacı üzerindeki etkisi, talep miktarı, tarafların siyasi kişiliği, konuşmanın mecliste yapılması, ülkü gündemini uzun süre işgal etmesi, manevi tazminatın niteliğine ilişkin müstekar Yargıtay kararları ve manevi tazminatın zenginleşme aracı olamayacağına ilişkin öğretideki görüşler ve Yargıtay kararları birlikte değerlendirilerek 000,00 TL manevi tazminata hükmetmenin hak, nesafet ve adalet kurallarına uygun olacağı sonuç ve kanaatine varılmıştır. Davaya konu konuşmanın Kayseri Büyükşehir Belediyesindeki yolsuzluk iddiasına ilişkin olup, açıkça isim zikredilmese dahi Kayseri Büyükşehir Belediyesindeki yolsuzluklara ilişkin söylenen sözlerde akla gelen ilk kişinin belediye başkanı olup bu kişinin de kim olduğu gerek davalı gerekse toplum tarafından bilindiğinden matufiyet unsuru gerçekleşmiştir. Davalının siyasi kişilik olup üstelik ana muhalefet partisi genel başkanı olması sebebiyle halkı bilgilendirme ve gördüğü yanlışlıkları eksiklikleri halka şikayet etme gibi görevleri olup ayrıca davacının da siyasi bir kişilik olması sebebiyle eleştirilerin sert olması da mümkün ve sert eleştirilere davacının katlanması gerekir ise de konuşmanın yapıldığı tarih itibariyle kesinleşmiş kovuşturmaya yer olmadığına dair karar, mahkeme kararı ve idare tarafından yapılan soruşturma sonucu verilen kararlar mevcut olup bu kararlar hiç yokmuş gibi davranılarak dava konusu beyanlarda bulunulması ile eleştiri sınırlarının aşıldığı, kişilik haklarının saldırıya uğradığı kanaatine oluştuğundan davalı tarafın bu yöne ilişkin savunmalarına itibar edilmemiş aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur." Karara karşı temyiz kanun yoluna başvurulması üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 2/7/2013 tarihli ilamla kararın tazminatın miktarına ilişkin kısmının bozulmasına karar vermiş ve anılan karara karşı yapılan karar düzeltme istemini de reddetmiştir. Mahkeme bozma kararı uyarınca yeniden bir değerlendirme yaparak 18/3/2014 tarihli kararla tazminatı 000 TL olarak belirlemiştir. Başvurucunun anılan karara karşı yeniden temyiz isteminde bulunması üzerine Daire 10/11/2014 tarihli ilamla Mahkemenin daha alt düzeyde bir manevi tazminata hükmetmesi gerektiğini belirterek bozma kararı vermiş ve anılan karara karşı yapılan karar düzeltme başvurusunu da reddetmiştir. Mahkeme bozmaya uymamış ve 18/3/2014 tarihli kararında direnilmesine karar vermiştir. Anılan direnme kararı başvurucu tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 15/11/2018 tarihli ilamıyla temyiz isteminin reddine ve kararın onanmasına kesin olarak karar vermiştir. Anılan ilam başvurucuya 21/1/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. İlgili ulusal hukuk için bkz. Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 24- İlgili uluslararası hukuk için bkz. Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23; Kemal Kılıçdaroğlu, §§ 29-37; Kemal Kılıçdaroğlu (3), § § 27-33). | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/4676 | Başvuru, bir siyasi parti lideri olan başvurucunun dile getirdiği bazı iddialardan dolayı tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkının, masumiyet karinesinin, mülkiyet ve çalışma hakları ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/4244 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkının, masumiyet karinesinin, mülkiyet ve çalışma hakları ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek sözleşmenin yenilenmemesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık cevabında görüş bildirilmesine gerek görülmediği ifade edilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2004 yılında Hava Kuvvetleri Komutanlığında sözleşmeli astsubay olarak göreve başlamış ve dokuz yıllık sözleşme imzalamıştır. Başvurucunun sözleşme süresinin bitmesine yakın sözleşme yenileme talebinde bulunmasına rağmen, göreve mahsus dâhili e-posta adresinde 2009 yılına ait cinsel içerikli fotoğraflar bulunması gerekçe gösterilerek 6/8/2013 tarihinde sözleşmesinin yenilenmemesine karar verilmiştir. 29/8/2013 tarihinde başvurucunun Türk Silahlı Kuvvetleriyle (TSK) ilişiği kesilmiştir. Başvurucu, sözleşmenin yenilenmemesi işleminin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM Başsavcılığının dava hakkındaki görüşünde, sözleşmenin yenilenmemesini haklı kılacak objektif nitelikte yeterli delil olmadığı vurgulandıktan sonra başvurucunun iyi olan sicil durumu gözetildiğinde idarenin takdir yetkisinin objektif, adil ve hakkaniyete uygun biçimde kullanılmadığı ve işlemin iptaline karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. AYİM Birinci Dairesi 17/6/2014 tarihinde oyçokluğuyla davayı reddetmiştir. Kararda, sözleşmenin yenilenmesi hususunda idarenin geniş takdir yetkisi olduğu ve başvurucunun göreve mahsus dâhili e-posta hesabından bir başka astsubaya ait e-posta hesabına cinsel içerikli fotoğraflar ve yorumlar göndermesinin TSK personeline yakıştırılmasının mümkün olmadığı vurgulanarak idarenin takdir yetkisini hukuka uygun kullandığının anlaşıldığı belirtilmiştir. Karşıoy gerekçesinde, davacının sicil notlarının çok iyi olduğu ve işleme dayanak olan e-postanın 2009 yılına ait olmasına rağmen bu eylemi nedeniyle uzun süre cezai ya da idari işlem yapılmadığı, dört yıl daha başarılı bir şekilde görevine devam ettiği vurgulanarak idarenin takdir yetkisini objektif ve ölçülü şekilde kullanmadığının anlaşıldığı ifade edilmiştir.Başvurucunun söz konusu karara karşı karar düzeltme istemi de oyçokluğuyla reddedilmiştir. Karşıoy gerekçesinde yukarıda belirtilen gerekçe tekrarlanmıştır. Nihai karar 4/2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından 6/3/2015 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. İlgili hukuk için bkz. Bülent Polat (GK), B. No: 2013/7666, 10/12/2015, §§ 21-37; E.G. (GK), B. No: 2014/12428, 13/10/2016, §§ 22-30; Emrah Karadaş, B. No: 2014/6043, 15/2/2017, §§ 17- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/4166 | Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek sözleşmenin yenilenmemesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari para cezasının iptali istemiyle yapılan başvurunun yetersiz gerekçeyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: TEM otoyolunda hız sınırı ihlali yaptığı gerekçesiyle başvurucuya İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünce 189 TL tutarında idari para cezası kesilmiştir. Başvurucunun idari para cezasının iptali için yaptığı başvuru Büyükçekmece Sulh Ceza Hâkimliğinin 10/2/2016 tarihli kararıyla idari yaptırım kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Karar 3/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 31/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/6890 | Başvuru, idari para cezasının iptali istemiyle yapılan başvurunun yetersiz gerekçeyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işyeri denetimi neticesinde mevzuata aykırılık gerekçesine dayalı olarak idari para cezası verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. İdari Para Cezası Verilmesi Süreci Başvurucu, otogaz ticareti ile iştigal etmektedir. Başvurucuya ait, Gaziantep Nizip yolu Taşlıca mevkiinde faaliyet gösteren otogaz istasyonunda 31/12/2012 tarihinde kolluk görevlilerince idari bir denetim yapılmıştır. Bu denetim sonucu düzenlenen aynı tarihli tutanakta, istasyonda park hâlinde bulunan bir aracın içinde büyük boy bir mutfak tüpü görüldüğü belirtilmiştir. Bu durumdan şüphelenilmesi üzerine otogaz istasyonunda çalışan S.K.nın montunda şişlik olduğunun görüldüğü, şahsın üstü kontrol edildiğinde bir adet tahmini 30 cm uzunluğunda pompadan tüpe gaz basımında kullanıldığı değerlendirilen aparat bulunduğu tespit edilmiştir. Bu tutanak, bahsi geçen çalışan ve ilgili araç sahibince de imzalanmıştır. Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) 24/1/2013 tarihinde başvurucunun savunmasının alınmasına karar vermiştir. Başvurucu, savunmasında otogaz istasyonunda sıvılaştırılmış petrol gazı (LPG) tüpü doldurduğuna dair herhangi bir tespit yapılamadığını belirtmiştir. Başvurucu, konu hakkında düzenlenen tutanağın ise yeterli bilgiler içermediğini savunmuştur. EPDK 16/5/2013 tarihinde başvurucuya 814 TL idari para cezası vermiştir. Kararın gerekçesinde, kolluk görevlilerince düzenlenen tutanaktaki tespitlere yer verilmiştir. Buna göre başvurucuya ait otogaz istasyonunda mutfak tüpüne dolum yapılması için kullanılacak aparatın tespit edilerek fotoğrafının çekildiği vurgulanmıştır. Kararda başvurucunun eyleminin 2/3/2005 tarihli ve 5307 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasının (4) numaralı bendine aykırı olduğu belirtilmiştir. EPDK sonuç olarak aynı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendinin (1) numaralı alt bendi uyarınca cezanın verildiğini belirtmiştir.B. İdari Para Cezasına İtiraz Süreci Başvurucu, idari para cezasına karşı 2/10/2013 tarihinde EPDK aleyhine Ankara İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde, işyerinde LPG dolumuna yarayan aparat bulundurulmasının söz konusu olmadığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca çalışanı üzerinde bulunan aletin gerçekten tüp dolumuna yaradığına yönelik bir inceleme yapılmadığını, denetimi yapan kolluk görevlilerinin bu konuda ehil kişiler olmadığını belirtmiştir. Başvurucu, bunun yanında ön araştırma ve soruşturma yapılmaksızın idari para cezası verilemeyeceğini de ifade etmiş; davaya konu işlemin hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek iptalini talep etmiştir. Mahkeme 27/5/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucuya ait otogaz istasyonunda idarece yapılan denetim sonucunda LPG dolumuna yarayan tüp dolum aparatı tespit edildiğine vurgu yapılmıştır. Mahkemeye göre başvurucunun bu eylemi 5307 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasının (4) numaralı bendine aykırılık teşkil etmektedir. Diğer taraftan Mahkeme; başvurucunun ön araştırma ve soruşturma yapılmaması şikâyeti yönünden ise olayda idari para cezası verilmesi için böyle bir soruşturma yapılmasının zorunlu olmadığını, olayın bir soruşturmaya gerek duyulmayacak biçimde açık olduğunu belirtmiştir. Mahkeme bu sebeplerle başvurucunun 5307 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendinin (1) numaralı alt bendine göre cezalandırılmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır. Başvurucunun temyiz ettiği karar Danıştay Onüçüncü Dairesinin 20/11/2014 tarihli kararı ile bozma sebeplerinden birinin bulunmadığı gerekçesine dayanılarak onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi talebi de aynı Dairenin 19/1/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 28/3/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 5307 sayılı Kanun’un "Otogaz bayileri" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: “Otogaz bayileri;...4) Otogaz istasyonlarında LPG tüpü dolumu ve satışı yapmamak, LPG tüpü dolumuna yarayan hiçbir alet, makine ve teçhizatı istasyon dahilinde bulundurmamak,...ile yükümlüdür.” 5307 sayılı Kanun’un "İdari para cezaları" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi şöyledir: “b) Aşağıdaki hâllerde sorumlulara ikiyüzellibin Türk Lirası idarî para cezası verilir:1) 5, 6 ve 7 nci madde hükümlerinin ihlâli....” 5307 sayılı Kanun'un "Ön araştırma, soruşturma ve dava hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kurul, re’sen veya kendisine intikal eden ihbar veya şikâyetler üzerine doğrudan soruşturma açılmasına ya da soruşturma açılmasına gerek olup olmadığının tespiti için ön araştırma yapılmasına karar verir. Ön araştırma ve soruşturmada takip edilecek usûl ve esaslar, Kurum tarafından yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenlenir. (Değişik üçüncü fıkra: 2/7/2012-6352/68 md.) İdari yaptırım kararlarına karşı yetkili idare mahkemesinde dava açılabilir. Kurul kararlarına karşı açılan her türlü dava öncelikli işlerden sayılır." Anayasa Mahkemesi Kararları Anayasa Mahkemesinin 7/4/2016 tarihli ve E.2015/109, K.2016/28 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: " Kanun’un maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde, bayilerin lisanslarının devamı süresince, bayisi olduğu dağıtıcı haricinde diğer dağıtıcı ve onların bayilerinden akaryakıt ikmali yapmaları yasaklanmış, itiraz konusu kuralla da yasaklanan bu eylemi gerçekleştiren sorumluların sekiz yüz elli bin Türk Lirası idari para cezası ile cezalandırılacağı hüküm altına alınmıştır.... Kanun koyucu, petrol piyasası faaliyetlerinin sağlıklı ve düzenli şekilde yürütülebilmesi amacıyla bayilere, bayisi olduğu dağıtıcı haricinde diğer dağıtıcı ve onların bayilerinden akaryakıt ikmali yapmamalarına ilişkin getirdiği yükümlülüğün ihlal edilmesi hâlinde itiraz konusu kuralla idari para cezası öngörmüş olup kural, kabahat sayılan eylemin işlenmesini önlemeye yönelik “caydırıcılık” fonksiyonunu yerine getirmektedir. Petrol piyasasında faaliyette bulunan aktörlerin eylemlerinden dolayı petrol piyasasının bozulmaması ve piyasadaki faaliyetlerin şeffaf, eşitlikçi ve istikrarlı şekilde yürütülebilmesi amacıyla bayilere bu şekilde yükümlülük getirilmesi ve bu yükümlülüğü ihlal eden bayilerin idari para cezasıyla cezalandırılmaları kanun koyucunun takdir hakkı kapsamında kalmaktadır. Bununla birlikte kanun koyucunun, takdir hakkı kapsamında öngördüğü yaptırımın, adil ve hakkaniyete uygun olması gerekmektedir. Özel bir faaliyet alanında kamu düzenini korumak veya belli bir sektörü düzenlemek amacıyla ilgili kanunlarda özel olarak yetkilendirilmiş idari makamlar tarafından verilen idari cezalar “regülatif cezalar” olarak ifade edilmektedir. Bağımsız idari otoritelerden olan Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu tarafından özel kolluk veya düzenleme yetkileri kapsamında verilen idari cezalar da bu kategoriye girmektedir. Regülatif idari para cezalarının meblağları yüksek olduğundan muhatapları üzerinde çok ağır sonuçlar doğurabilmekte olup bu idari para cezalarının çoğunlukla nispi veyahut alt ve üst sınır gösterilmek suretiyle düzenlendiği görülmektedir. İtiraz konusu kuralda bayilerin bağlı bulundukları dağıtıcı haricinde başka dağıtıcılardan veya onların bayilerinden akaryakıt ikmal etmeleri durumunda öngörülen idari para cezası“regülatif idari para cezası” niteliğinde maktu olarak düzenlenmiştir. Bu cezada, işletmelerin ekonomik büyüklüğü ve sınıfına ilişkin herhangi bir kademelendirme yapılmadığı görülmektedir. Buna göre, tek pompa ile faaliyet gösteren ve idari para cezası miktarı kadar yıllık cirosu bulunmayan bir akaryakıt istasyonu ile büyük ölçekteki akaryakıt istasyonunu işletenler açısından yükümlülüğün ihlali halinde verilecek ceza miktarı aynı olmakla birlikte, para cezasının miktarının yüksek olması göz önüne alındığında tek pompa ile faaliyet gösteren ve cirosu yüksek olmayan akaryakıt bayisi için verilen ceza daha ağır sonuçlar doğurabilmektedir. Diğer taraftan, bayilerin bağlı bulundukları dağıtıcı haricinde başka dağıtıcılardan veya onların bayilerinden akaryakıt ikmal etmeleri durumunda maktu idari para cezası ile cezalandırılmalarının öngörülmesi nedeniyle, idari para cezası uygulanırken fiilin işleniş şekli, diğer bir ifadeyle akaryakıtın ikmalinin ne şekilde yapıldığı, failin kusur durumu başka bir ifadeyle bayinin fiili kasıtla veya taksirle işleyip işlemediği ve ikmal edilen akaryakıtın miktarı gibi hususlarda dikkate alınamamaktadır. Bu itibarla bayilerin bağlı bulundukları dağıtıcı haricinde başka dağıtıcılardan veya onların bayilerinden akaryakıt ikmal etmeleri hâlinde fiilin haksızlık içeriği, bayilerin kusur durumu dikkate alınmadan, ekonomik büyüklüklerine ve sınıflarına göre adil bir denge gözetilmeden, itiraz konusu kuralla ölçülü ve makul olmayan idari para cezası ile cezalandırılmaları, hukuk devletinin gereği olan “adalet” ve “hakkaniyet” ilkeleriyle bağdaşmamaktadır. Açıklanan nedenlerle kural, Kanun’un maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi yönünden Anayasa’nın maddesine aykırıdır. İptali gerekir." Anayasa Mahkemesinin 12/10/2016 tarihli ve E.2015/73, K.2016/161 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:" Kanun’un maddesinin birinci fıkrasında LPG taşıma faaliyeti yapmak için lisans alınmasının zorunlu olduğu düzenlenmiş, itiraz konusu kuralla da LPG taşıma faaliyetinin lisans alınmaksızın yapılması halinde sorumlulara beşyüzbin Türk Lirası idarî para cezası verileceği hüküm altına alınmıştır. Anayasa’nın maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Hukuk devletinde ceza hukukuna ilişkin düzenlemelerde olduğu gibi idarî yaptırımlar açısından da hangi eylemlerin kabahat sayılacağı, bunlara uygulanacak yaptırımın türü ve ölçüsü, yaptırımın ağırlaştırıcı ve hafifleştirici nedenlerinin belirlenmesi gibi konularda kanun koyucu takdir yetkisine sahiptir. Bununla birlikte kanun koyucunun, takdir hakkı kapsamında öngördüğü yaptırımın, adil ve hakkaniyete uygun olması gerekmektedir. Kanun’un genel ve madde gerekçeleriyle yasama sürecindeki tartışmalardan, kanun koyucunun, sıvılaştırılmış petrol gazının (LPG) güvenli ve ekonomik olarak rekabet ortamı içinde kullanıcılara sunulmasını, faaliyetlerin şeffaf, güvenli ve istikrarlı bir şekilde sürdürülmesini ve bu kapsamda etkili bir denetim sisteminin kurulması ile caydırıcı cezalar getirilmesini hedeflediği anlaşılmaktadır. Kanun koyucunun, kamu can ve mal güvenliği açısından tehlike arz eden LPG’nin teknik gerekliliklere ve mevzuata uygun olarak güvenli bir biçimde taşınmasını sağlamak üzere bu faaliyet için lisans alınmasını zorunlu kıldığı ve bu yükümlülüğün ihlali halinde uygulanacak yaptırımı maktu idarî para cezası olarak belirlediği görülmektedir. Kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında söz konusu fiilleri kabahat olarak belirlemesinin ve bunun karşılığında idarî cezalar öngörmesinin, kamu yararını sağlamaya yönelik olduğu açıktır. Kanun’un maddesinde, idarî para cezasını gerektiren filler ağırlık derecelerine göre gruplandırılarak ihlalin önemine göre farklı idarî para cezaları öngörülmüştür. Kanun koyucunun, LPG piyasasında yürütülecek faaliyetler için lisans alınmasına Kanun’un diğer bazı hükümlerine göre daha çok önem atfettiği ve cezaları, caydırıcılık fonksiyonunu yerine getirebileceğini takdir ettiği maktu cezalar olarak düzenlediği anlaşılmaktadır. Kanunla yapılan düzenlemelerin etkili bir şekilde hayata geçirilebilmesi bakımından, öngörülen yükümlülüklerin yerine getirilmesini sağlamak ve yasaklanan fiillerin işlenmesini önlemek için hangi tür ve ölçekte idarî yaptırım uygulanacağı kanun koyucunun takdir yetkisindedir. Maktu olarak belirlenen idarî para cezaları, cezayı gerektiren fiili işleyenlerin üzerinde, ekonomik durumlarına göre farklı etkiler doğurabilirse de bu durumun adalet ve hakkaniyet ilkelerine aykırılık oluşturduğu söylenemez. Kanun koyucunun, takdir yetkisine kapsamında fiilin meydana getireceği neticeleri de dikkate alarak düzenlediği itiraz konusu kuralda hukuk devleti ilkesi ile çelişen bir yön bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle kural, Kanun’un maddesinde yer alan LPG’nin “taşınması” yönünden Anayasa’nın maddesine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.... Kanun’un maddesinin ikinci fıkrasının (4) numaralı bendinde, otogaz bayilerinin, otogaz istasyonlarında LPG tüpü dolumu ve satışı yapmamak, LPG tüpü dolumuna yarayan hiçbir alet, makine ve teçhizatı istasyon dâhilinde bulundurmamak ile yükümlü olduğu düzenlenmiş, itiraz konusu kuralla bu yükümlülüğün ihlali halinde ikiyüzellibin Türk Lirası idarî para cezası verilmesi öngörülmüştür. Kanun koyucunun, LPG otogaz satışı ile LPG tüpü satışı faaliyetlerini iki ayrı piyasa olarak düzenlediği, kamu can ve mal güvenliği açısından tehlike arz eden bu faaliyetlerin her birine özgü teknik düzenlemeler getirdiği, bu kapsamda otogaz bayilerinde LPG tüpü satış ve dolumunu yasakladığı ve bu yasağın ihlali halinde uygulanacak yaptırımı maktu idarî para cezası olarak belirlediği görülmektedir. Kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında söz konusu fiilleri kabahat olarak belirlemesinin ve bunun karşılığında idarî cezalar öngörmesinin, kamu yararını sağlamaya yönelik olduğu açıktır. 5307 sayılı Kanun’un, 5728 sayılı Kanun’un maddesiyle değiştirilen maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde yer alan “Aşağıdaki hâllerde sorumlulara beşyüzbin Türk Lirası idarî para cezası verilir:” ibaresinin 5307 sayılı Kanun’un maddesinde yer alan LPG’nin “taşınması” yönünden incelenmesi bölümünde belirtilen gerekçeler bu kural yönünden de geçerlidir. Açıklanan nedenlerle kural, Kanun’un maddesinin ikinci fıkrasının (4) numaralı bendi yönünden Anayasa’nın maddesine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), ister suç gelirlerinin elde edilmesinin önüne geçilmesi için müsadere olarak uygulansın isterse de doğrudan uygulansın para cezalarının veya kazanç müsaderesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmektedir. AİHM, bu suretle yapılan müdahalenin sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ikinci paragrafı kapsamında mülkiyetin kullanılmasının kontrolüne ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerektiği görüşündedir (Butler/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 41661/98, 27/6/2002; Phillips/Birleşik Krallık, B. No: 41087/98, 5/7/2001, §§ 50, 51; Konstantin Stefanov/Bulgaristan, B. No: 35399/05, 27/10/2015, §§ 57, 58). Konstantin Stefanov/Bulgaristan kararına konu olayda başvurucu avukatın ücreti yetersiz bulması nedeniyle zorunlu müdafii olmayı reddederek duruşmadan ayrılması üzerine ceza mahkemesince başvurucu avukata yaklaşık 260 euro tutarında para cezası verilmiştir. AİHM, şikâyet edilen cezaya konu paranın mülk teşkil ettiğini ve bu para cezasının uygulanmasının da mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini belirtmiştir (Konstantin Stefanov/Bulgaristan, § 57). AİHM'e göre, uygulanan para cezası Sözleşme'nin anlamında bir yaptırım teşkil etmektedir. Bu sebeple müdahale; taraf devletlere yaptırımların ödenmesini sağlamak için mülkiyetin kullanımını, kontrol yetkisi tanıyan Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ikinci paragrafı çerçevesinde değerlendirilmiştir (Konstantin Stefanov/Bulgaristan, § 58). AİHM para cezasının açık, öngörülebilir ve ulaşılabilir mahiyette bir kanuna dayandığını, yargılamanın etkin ve gecikmeden sürdürülmesi yönünde kamu yararına dayalı meşru bir amacının da bulunduğunu tespit etmiştir (Konstantin Stefanov/Bulgaristan, §§ 63, 64). AİHM, ölçülülük yönünden yaptığı değerlendirmede ise farklı unsurları değerlendirmiştir. Kararda, duruşmanın geçerli bir neden olmaksızın tehir edilmesinin mahkemelerden garanti altına alması istenen adalet sisteminin düzgün işlemesine bir engel teşkil ettiği vurgulanmıştır. AİHM, caydırıcı bir etkinin sağlanması için parasal bir cezanın uygulanabileceğini belirtmiş ve bu alanda devletlerin geniş bir takdir yetkisi olduğuna dikkat çekmiştir. AİHM bu bağlamda en önemli güvencenin ise başvurucuya uygulanan cezaya karşı itiraz edebilme hakkının tanınması olduğunu ve somut başvuruda ise başvurucuya uygulanan cezaya ilişkin karar verme usulünün keyfî olduğunun ortaya konulamadığını belirtmiştir. AİHM son olarak başvurucuya verilen para cezasının üst sınırdan uygulanmakla beraber aşırı veya orantısız olmadığını değerlendirmiş, başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında olması gereken adil dengenin bozulmadığı sonucuna varmıştır (Konstantin Stefanov/Bulgaristan, §§ 65-70). AİHM, ceza olarak değerlendirdiği suç gelirlerinin müsaderesine ilişkinPhillips/Birleşik Krallık kararında da benzer değerlendirmeler yapmıştır. Bu olayda ceza mahkemesince başvurucunun uyuşturucu kaçakçılığı suçundan elde ettiği düşünülen gelirlerinin toplamı olan 400 sterlin tutarındaki paranın müsaderesine, bu paranın ödenmediği durumda ise iki yıl süreli hapis cezasının infazına karar verilmiştir. AİHM bu cezanın başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini, bu sebeple Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin olayda uygulanabilir olduğunu belirtmiştir (Phillips/Birleşik Krallık, § 50). AİHM, ceza mahkemesinin kazanç müsaderesine ilişkin kararının Sözleşme anlamında bir yaptırım/ceza olduğunu vurgulamıştır (Phillips/Birleşik Krallık, § 51). Mahkemeye göreSözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ikinci paragrafı taraf devletlere bu alanda geniş bir takdir yetkisi tanımakta olup uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadele anlamında böyle bir tedbirin uygulanmasının caydırıcı etkisine dikkat çekilmiştir (Phillips/Birleşik Krallık, § 52). AİHM, tedbirin yalnızca suçtan elde edilen gelirler ile sınırlı olduğunu ve yargılamada başvurucuya etkin bir itiraz hakkının tanındığını gözeterek karşılaştırılan meşru amaca göre müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna varmıştır (Phillips/Birleşik Krallık, §§ 53,54). Ismayilov/Rusya (B. No: 30352/03, 6/11/2008) kararına konu olayda Bakü’de annesinden intikal eden evi satan başvurucu, yanında taşıdığı para miktarını (348 ABD doları) gümrük makamlarına eksik (48 ABD doları olarak) bildirmiştir. Rus kanunlarına göre 000 ABD doları üzerindeki para miktarı gümrüğe bildirilmelidir. Başvurucuya bildirim yükümlülüğüne uymama suçundan şartlı tahliye koşuluyla altı ay hapis cezası verilir ve ayrıca el konulan paranın tamamının müsaderesine karar verilir. AİHM müsadere tedbiriyle ilgili istikrarlı yaklaşımına değinmiş ve müdahalenin mülkiyetten yoksun bırakma içerse dahi Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ikinci paragrafı kapsamında mülkiyetin kullanımının kontrolü mahiyeti taşıdığını belirtmiştir (Ismayilov/Rusya, §§ 28-30). AİHM kamu yararı bakımından korunan hukuki menfaatin ise gümrük makamlarına bildirim yükümlülüğüne uyulmasını sağlamak olduğunu vurgulamıştır(Ismayilov/Rusya, § 33). AİHM; başvurucuya herhangi bir suç isnadında bulunulmadığı ve olayda müsadere tedbirinin kara paranın aklanması, terörizmin finansmanı, uyuşturucu kaçakçılığı, vergi kaçırma veya başka suç faaliyetleri kapsamında uygulanmadığı tespitlerine yer vermiştir. Buna göre belirli bir miktarın üzerinde nakit parayı yanında taşımış olan başvurucu, sadece gümrük makamlarına yanında taşıdığı bu parayı eksik bildirmekten ötürü sorumlu tutulmuştur. AİHM bildirilmeyen paranın meşru yollardan elde edildiğini ve bu paranın bildirilmemesinin kamuya olan zararının ise oldukça az olduğunu vurgulamıştır. Bununla birlikte müsadere tedbirinin sadece zararın tazmini amacıyla değil aynı zamanda caydırıcı ve cezalandırıcı bir yönünün de bulunduğu kabul edilmiştir. Ancak olayda ise başvurucunun zaten bildirim yükümlülüğüne uymadığı için şartlı tahliye koşuluyla hapis cezası aldığına dikkat çekilmiştir. AİHM'e göre yalnızca bildirim yükümlülüğüne uyulmamasından dolayı ceza da almışken ayrıca müsaderenin uygulanması ölçüsüz olup başvurucuya aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklemektedir (Ismayilov/Rusya, §§ 37, 38). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/23968 | Başvuru, işyeri denetimi neticesinde mevzuata aykırılık gerekçesine dayalı olarak idari para cezası verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, haksız gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Sivas İl Emniyet Müdürlüğü tarafından başvurucunun ByLock programını kullandığının belirlenmesi üzerine Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık) başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üye olma suçundan soruşturma başlatmıştır. Başvurucu bu soruşturma kapsamında 16/1/2017 tarihinde bir gün süre ile gözaltında kalmıştır. Başvurucu soruşturmada alınan ifadesinde; ByLock kullandığı belirtilen hattın eşi adına kayıtlı olmasına karşın kendisinin kullanımında olduğunu, evlerine misafirliğe gelen arkadaşı G.B. isimli şahsın bu programı yüklemiş olabileceğini düşündüğünü ifade etmiştir. Başvurucu, adli kontrol altına alınması talebi ile Suşehri Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk edilmiştir. Hâkimlik 16/1/2017 tarihinde başvurucunun yurt dışına çıkışının yasaklanmasına ve haftanın iki günü kolluk birimine imza atması şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanması suretiyle serbest bırakılmasına karar vermiştir. Savcılık 25/4/2017 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle iddianame düzenlemiştir. Sivas Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 14/5/2018 tarihinde başvurucunun üzerine atılı suçu işlemediğinin sabit olması nedeniyle beraatine karar vermiş, anılan karar istinaf yoluna başvurulmadan kesinleşmiştir. Gerekçede; başvurucunun kullandığı hattın mor beyin uygulamaları nedeniyle ByLock listesinden çıkarıldığı ve bu kişinin örgüt üyesi olduğuna dair başkaca bir delil bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, bu kararı müteakip hukuka aykırı arama ve gözaltı tedbirleri dolayısıyla tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde; somut bir delil bulunmadan arama ve gözaltı tedbirleri uygulandığı belirtilerek 515,13 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talep edilmiştir. Mahkeme 28/11/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçede; başvurucunun beraatine karar veren mahkeme ile yapılan yazışma sonucunda bu kişinin anılan soruşturma kapsamında gözaltında kalmadığının bildirilmesi nedeniyle tazminat talep hakkı bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, istinaf talebinde bulunmuştur. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire), Mahkeme hükmünde yer alan manevi tazminatın reddine ilişkin kısmın hükümden çıkarılmasına ve bu kısma başvurucu lehine 100 TL manevi tazminat ödenmesi ibaresinin eklenmesi suretiyle istinaf başvurusunun düzeltilerek reddine karar vermiştir. Gerekçede; yakalama gözaltına alma tutanakları, sorguya sevk ve sorgu tutanaklarının incelenmesinde başvurucunun 16/1/2017 tarihinde bir gün süre ile gözaltında kaldığının belirlenmesi nedeniyle manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Nihai karar başvurucuya 19/8/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/9/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/29563 | Başvuru, haksız gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/34026 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Davalıya ait işyerinde hizmet sözleşmesine bağlı olarak hekim olarak çalışan başvurucu 5/5/2008 tarihinde işçilikten kaynaklanan bir kısım alacağının ödenmesi istemiyle dava açmıştır. Başvurucunun aynı nitelikteki fazlaya ilişkin hakları için açmış olduğu ikinci dava da ilk dava ile birleştirilmiştir. Elazığ İş Mahkemesi (Mahkeme) 12/4/2013 tarihinde davanın fazla mesai ücreti ve ulusal bayram tatil ücreti yönünden kabulüne, diğer istekler yönünden reddine karar vermiştir. Hüküm başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi iş sözleşmesinin başvurucu tarafından haklı nedene dayalı olarak feshedildiği tespitinde bulunarak kıdem tazminatına karar verilmek üzere hükmü 19/2/2015 tarihinde bozmuştur. Mahkeme, bozma ilamına uymuş ve 26/5/2015 tarihinde daha önce kabul edilen isteklerin yanı sıra kıdem tazminatına da karar vermiştir. Karar, temyiz edilmeden 26/6/2015 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu 13/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/12152 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ulusal bir gazetede yayımlanan bir haber nedeniyle bir gün süreyle resmî ilan ve reklamların kesilmesine karar verilmesinin başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olayların geçtiği tarihte Açık Mert Korkusuz gazetesinin (gazete) yayın sahibidir. Davalı ise Basın İlan Kurumudur (BİK). BİK 9/1/1961 tarihli ve 195 sayılı Basın İlan Kurumu Teşkiline Dair Kanun ile kurulmuş, kamu tüzel kişiliğini haiz bir idaredir. Olayların geçtiği tarihte Başbakanlığa bağlı olan -daha sonra Cumhurbaşkanlığına bağlanacak olan- Kurumun internet sitesinde, resmî ilanların dağıtımında adaletsiz davranıldığı gerekçesiyle hükûmet ile gazeteleri karşı karşıya getiren uygulamalara son vermek amacıyla Kurumun kurulduğu belirtilmiştir. Kurumun görevlerinden birinin basın ahlak esasları kapsamında şikâyete bağlı ve/veya resen inceleme yaparak ihlalin sabit olduğu hâllerde “resmi ilan ve reklamların kesilmesi” yoluyla gazetelere yaptırım uygulanması olduğu ifade edilmiştir.A. Başvuruya Konu Davaya İlişkin Süreç Gazetenin 3/8/2015 tarihli nüshasında "Milletin Parasını Böyle Çarçur Ediyorlar!" başlıklı bir yazı yayımlanmıştır.İlgili yazı şöyledir:"Erdoğan'ın en güvendiği adamı [E.A.nın], İç İşleri Bakanlığı'nı bıraktığı gün oturduğu konutu boşaltması gerekiyordu. O boşaltmadığı gibi evde tadilat başlattı. İçine su gibi para akıttılar. İç İşleri eski Bakanı [E.A.nın] Cumhurbaşkanlığı Sarayı'ndaki lükse özendiği anlaşıldı. 7 Haziranda Erzurum'dan milletvekili seçilen [E.A.nın] görevinden istifa ettiği 7 Mart'tan itibaren boşaltmadığı bakan konutuna 5 milyon liralık tefrişat yaptırdığı ortaya çıktı. Yıllarca Ankara Valilik konağı olarak hizmet veren konutta yapılan tadilat ve tefrişatı H. İsimli firma üstlendi.Perdelere 150 Bin Lira [E.A.nın] zevkine göre konuta; 150 bin lira değerinde elektrikli perdele, lüks halılar ile özel üretim koltuk ve mobilyalar alındığı öğrenildi. Kulislere yansıyan bilgilere göre, [E.A.] İçişleri Bakanı olduktan sonra Gaziosmanpaşa'daki bakan konutunda kapsamlı bir tadilat yapılmasını istedi. Oysa konut [G] zamanında 1 milyon harcanarak yenilenmişti. Ancak [E.A.] Atakule'nin karşısındaki valilik konutunu beğendi. Konutları değiştirme kararı aldı. Konutlar takas edildi. Valilik konutu bakanlığa, bakanlık konutu ise valiliğe devredildi. Sil baştan yenilenen konut için tam 5 milyon lira para harcandı. Sadece elektrikli perdelere 150 bin lira ödendi. Evin tadilatını üstlenen yeni müsteşar [Ü] ihaleyi de Cumhurbaşkanlığındayken çalıştığı isimli firmaya verdi. İddiaya göre, 'bakan bey göreve başlamadan işi yetiştirelim' düşüncesiyle ihale yapılmadan işe başlandı. İhale süreci ancak işin bitiminden iki hafta önce tamamlandı. Fiyatları fahiş bulan ve hak edişlere imza atmak istemeyen iki mühendis ise rapor aldı ". Şikâyetçi yukarıdaki haber üzerine başvurucunun hakaret ve iftira suçlarından cezalandırılması talebiyle suç duyurusunda bulunmuştur. Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı 20/10/2015 tarihinde başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiş ve verilen bu karar kesinleşmiştir. Şikâyetçi, ilgili haber nedeniyle başvurucunun tekzip metni yayımlaması talebinde bulunmuştur. Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/9/2015 tarihli kararıyla başvurucunun tekzip metni yayımlamasına karar verilmiş ve verilen bu karar kesinleşmiştir. Başvurucu kendisine gönderilen tekzip metnini yayımlamamıştır. BİK'in Basın Ahlak Esasları Hakkında 129 sayılı Genel Kurul kararının ilgili kısmı şöyledir:"Madde 1 – Bir kamu hizmeti olan gazetecilik, kişisel veya ahlâka aykırı amaç ve çıkarlara âlet edilemez ve kamu yararına aykırı bir şekilde kullanılamaz. Haberlerde ve olayların yorumunda gerçeklerden saptırma, çarpıtma veya kısaltma yoluyla amaçlı olarak ayrılınamaz. Doğruluğu kuşku uyandırabilen ve araştırılması gazetecilik imkânları içinde bulunan haberler, araştırılıp doğruluğuna emin olunmadan yayınlanamaz. Bu hizmetin görülmesinde aşağıdaki Basın Ahlâk Esasları’na uyulur: ...g) Gazete ve dergiler, verdikleri gerçeğe aykırı bilgilerden dolayı, yollanacak, yayın organına ve üçüncü kişilere hakaret ve suç unsuru içermeyen cevap ve düzeltme metinlerini; bunların gönderilmesine sebep olan yazının etkisini bütünüyle giderecek şekilde, günlük süreli yayınlarda cevap ve düzeltme metinlerinin alındığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda ise cevap ve düzeltme metinlerinin alındığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlar.ı) Kişi, kurum ve toplum katmanlarına yönelik yayınlarda, eleştiri sınırlarını aşan aşağılayıcı sözcükler kullanılamaz; hakaret edilemez, sövülemez iftira ve haksız isnat yapılamaz. ...Madde 2 – Gazete ve dergilerin Basın Ahlâk Esasları’na aykırı davrandığına ilişkin ihbar ve şikâyetler, kendilerini ilgilendiren hallerde gerçek ve tüzel kişilerce, genel olarak da 195 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinde temsili öngörülen kurum veya kuruluşlarca Basın İlân Kurumu Yönetim Kurulu’na yapılır. ...Aynı konuda yargı organlarına başvurulmuş olması, Yönetim Kurulu’nun incelemesini ve karar vermesini etkilemez.Madde 4 – Gazete ve dergilerin, Basın Ahlâk Esasları’na uymadıkları Yönetim Kurulu’nca, kendiliğinden veya başvuru üzerine tespit edildiğinde, 195 sayılı Kanun’un 49’uncu maddesinin (a) bendi uygulanır..." E.A.; cevap ve düzeltme metni yayımlanması yönündeki karara istinaden gazeteye ihtarname çekildiğini, ihtarname tebliğ edilmesine rağmen cevap ve düzeltme metninin yayımlanmadığını, ayrıca ilgili haberde geçen ifadelerin iftira ve hakaret niteliğini taşıdığını, bu nedenle gazetenin basın ahlak esaslarını ihlal ettiğini ileri sürerek BİK'e şikâyetçi olmuştur. BİK, 31/3/2017 tarihli Yönetim Kurulu kararıyla başvurucu gazete hakkında resmî ilan ve reklamlarının iki gün süre ile kesilmesine ancak gazetenin resmî ilan ve reklam yayımlama hakkı bulunmadığından verilen cezanın şimdilik uygulanmamasına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Şikayetçinin bakanlığı sona ermiş olmasına rağmen lojmanını boşaltmadığını gerçeğe aykırı olarak ileri sürdüğü, dolayısıyla kamuoyu nezdinde şikayetçi hakkında iftira ve haksız isnatta bulunduğundan, Basın Ahlak Esasları Hakkında 129 sayılı Genel Kurul kararının maddesinin ı bendini ihlal ettiği sonucuna varıldığından 195 sayılı kanun 49/a maddesi uyarınca resmi ilan ve reklamlarının 1 gün süre ile kesilmesine;...Cevap ve düzeltme metni gazete tarafından tebligatın alındığı tarihten itibaren 3 günlük yasal süresi içinde... usulüne uygun şekilde yayımlanmadığından Basın Ahlak Esasları Hakkında 129 sayılı Genel Kurul kararının maddesinin g bendini ihlal ettiği sonucuna varıldığından 195 sayılı kanun 49/a maddesi uyarınca resmi ilan ve reklamlarının 1 gün süre ile kesilmesine;... Şikayet konusu haberin ilgili gazetede yayımlandığı ve şikayet dilekçesinin Kuruma sunulduğu tarihlerde gazetenin resmi ilan ve reklam yayınlama hakkı bulunmadığından, Genel Kurul kararının g ve ı bentlerini ihlal etmesine rağmen, Kurulumuz tarafından verilen iki gün süreyle resmi ilan ve reklam kesme cezasının şimdilik uygulanmamasına, ancak reklam ve ilan yayınlama hakkının reddi kararına karşı açılan davanın sonucuna göre Kurulumuzun bu konu hakkındaki kararı doğrultusunda Kurum Genel Müdürlüğü tarafından gerekli işlemlerin tesisine karar verilmiştir." Başvurucu, BİK kararına itiraz etmiştir. Küçükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesi (hakem sıfatıyla) 23/5/2017 tarihli kararıyla itirazın kısmen kabul, kısmen reddine kesin olarak karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısımları şöyledir:"... haber içeriğinde vatandaşın parasının çarçur edildiğinin beyan edildiği, suç oluşturacak herhangi bir isnadın yapılmadığı, Valilik Konağı'na yapılan harcamaların eleştirildiği, Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin 20/10/2015 tarihinde karar verildiği, basın özgürlüğünün aynı zamanda eleştiri hakkını da içerdiği, bu eleştiri hakkını kullanırken çarçur kelimesi kullanılarak, farklı bir üslubla da dile getirilebileceği, Yargıtay içtihatlarında belirtildiği üzere böyle bir söylemin ve eleştirinin iftira suçunu oluşturmayacağı, bu haberin eleştiri ve yorumlardan ibaret olduğu, hakaret suçunu oluşturacak bir söze de yer verilmediği, Devletin önemli makamlarında ve kamu görevi yapan kişilerin bu tür haber ve eleştirilere açık olması gerektiği, 5187 sayılı Yasanın maddesinde Basın Özgürlüğünün eleştirme ve yorumlama haklarını da içerdiği, şikayete konu haberde eleştiri sınırlarının aşılmadığı ve demokratik sistemlerde her partinin eyleminin basın özgürlüğü çerçevesinde tartışılabileceği, somut bir suçun isnat edilmediği, yapılan haber içeriğinde 'iddialara göre' ifadesine yer verildiği, onur, şeref ve saygınlığını rencide edecek bir hakaret sözünün kullanılmadığı, her parti ve koalisyon dönemlerinde siyasi kişiliklerin yapılan tasarruflarının beğenildiği kadar zaman zaman da her dönem eleştirildiği, bu basın hürriyetinin Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemeleri'nin emsal kararlarıyla gerektiğinde gazetecinin değerlendirme hatta sert bir eleştiriyle kamu hizmetleri konusunda haber yapma ve eleştirme hak ve yetkisinin tanındığı, yapılan haber içeriğinin basın özgürlüğü kapsamında kaldığı anlaşılmakla itirazın bu yönden kabulüne karar vermek gerekmiştir.... habere konu kişinin tekziple ilgili şikayete konu gazete hakkında işlem yapılmasını istediği anlaşılmış, tekzip kararının gazetede yayınlanmadığı anlaşılmakla gazete hakkında bu yönden uygulanan yaptırımın yasal olduğu anlaşılmış ve bu yönden itirazın reddine karar verilmiş, bu haliyle itiraza konu Basın İlan Kurumu Genel Müdürlüğü'nün 24/03/2017 tarih ve 52207902-02-04-E. 195-2017-60065 sayılı kararında davalı kurum tarafından 129 sayılı Genel Kurul Kararının maddesinin g bendinin ihlal edilmesi nedeniyle 1 gün süreyle resmi ilan ve reklam kesme cezasının onaylanmasına, ı bendini ihlal ettiği uyarınca verilen 1 günlük resmi ilan ve reklamların kesilmesi cezasının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir." Nihai karar başvurucuya 20/6/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Başvuruya Konu Olmayan Davaya İlişkin Süreç Başvurucu, gazetenin resmî ilan ve reklam alma hakkı için BİK'e başvurmuştur. BİK'in 67 sayılı Genel Kurul kararının , , ve maddelerinde düzenlenen koşulları taşımadığı gerekçesiyle başvurucunun talebi reddedilmiştir. Başvurucu, BİK kararının iptali talepli dava açmıştır. İstanbul İdare Mahkemesi 7/3/2017 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Bölge İdare Mahkemesi 26/9/2017 tarihli kararıyla istinaf isteminin reddine karar vermiştir. 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun “Düzeltme ve cevap” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır. …Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar. Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir. Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına hâkim tarafından karar verilmesi halinde, birinci fıkradaki süreler, sulh ceza hâkiminin kararına itiraz edilmemişse kararın kesinleştiği tarihten, itiraz edilmişse yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren başlar…” 5187 sayılı Kanun’un “Düzeltme ve cevabın yayımlanmaması” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına ilişkin kesinleşmiş hâkim kararlarına uymayan sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili onmilyar liradan yüzellimilyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Ağır para cezası, bölgesel süreli yayınlarda yirmimilyar liradan, yaygın süreli yayınlarda ellimilyar liradan az olamaz. Sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili hakkında verilen ağır para cezasının ödenmesinden yayın sahibi, sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili ile birlikte müteselsilen sorumludur. Düzeltme ve cevap yazısının yayımlanmaması veya 14 üncü maddenin birinci fıkrasında belirtilen şartlara uyulmaksızın yayımlanması hallerinde hâkim ayrıca, masraflar yayın sahibi tarafından karşılanmak üzere, bu yazının tirajı yüzbinin üzerinde olan iki gazetede ilân şeklinde yayımlanmasına da karar verir.” 195 sayılı Kanun’un “Müeyyide” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Bu kanuna veya bu kanuna dayanılarak yapılacak yönetmeliğe veyahut Kurum Genel Kurulunun bu kanunda yazılı hususlarda ittihaz edeceği kararları ile yükletilen ödevlere yahut da basın ahlak esaslarına, riayet etmiyen gazete ve dergilerle prodüktörler ve kamu idare ve teşekkülleri ve 42 nci maddede anılan sair ortakların sorumluları hakkında, diğer mevzuat hükümlerine halel gelmemek üzere, aşağıda yazılı olduğu şekilde muamele yapılır:a) Kurum tarafından o gazete veya dergiye verilecek ilan ve reklamlar, kesinleşen Yönetim Kurulu Kararına dayanılarak, Kurum Genel Müdürlüğünce, iki ayı geçmiyecek bir süre ile kesilir. Ayrıca, bu kanunla temin edilen menfaatlerden de aynı şekilde faydalandırılmaz.b) Prodüktörlük müessesesinin iki ayı geçmemek üzere kapatılması için, Kurul Genel Müdürlüğünce iş, Yönetim Kuruluna intikal ettirilir. Kesinleşen Kurul Kararını, o yerdeki valilik infaz eder.(a) ve (b) bentlerinde yazılı hallerde, Yönetim Kurulu Kararına, tebliğinden itibaren on gün içinde o yerdeki en yüksek dereceli Asliye Hukuk Hakimliğine itiraz edilebilir. Hakim, en geç on beş gün içinde evrak üzerinden kararını verir, bu karar, kesindir.” | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/30591 | Başvuru, ulusal bir gazetede yayımlanan bir haber nedeniyle bir gün süreyle resmî ilan ve reklamların kesilmesine karar verilmesinin başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/29897 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında Zarar Tespit Komisyonuna yapılanbaşvurunun reddedilmesi nedeniyle açılan davada mahkemenin delilleri eksik ve hatalı değerlendirerek kanuna ve usule aykırı karar vermesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; davanın karşı tarafın devlet olmasından dolayı reddedilmesi nedeniyle tarafsız mahkemede yargılanma hakkının; belli bir ırka mensubiyetten dolayı maddi ve manevi zarara uğranılması nedeniyle de eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/7/2013 tarihinde Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 18/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 2/9/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 1/10/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi Ş.Ç. hakkında Bismil Cumhuriyet Başsavcılığının E.1993/178 sayılı hazırlık dosyasında, güvenlik görevlisi olan maktul U.nun astsubay çavuş olarak görev yaptığı, olay günüŞ.Ç.nin de içinde yer aldığı PKK terör örgütüne üye üç sanık tarafından açılan ateş sonucu U.nun şehit edildiği belirtilerek13/12/1993 tarihinde görevsizlik kararı verilmiştir. Başvurucular; murisleri Ş.Ç.nin PKK üyesi olmadığını, olay günü güvenlik kuvvetleri tarafından bulunduğu evden alınarak öldürüldüğünü belirterek 5233 sayılı Kanun uyarınca Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Komisyonun 22/6/2006 tarihli ve 2006/4-4997 sayılı kararında başvurucuların tazminat talebi reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "...5233 sayılı Kanun kapsamında başvuranların dosyasında bulunan belgelerin 4/10/2004 tarihli ve 2004/7955 sayılı Yönetmelik hükümlerinde belirtilen şartlara uygun olması nedeniyle yapılan incelemede, Ş.Ç.nin güvenlik kuvvetleri ile girdiği silahlı çatışmada öldüğü tespit edildiğinden, ölümünün kendi kusurundan kaynaklandığı anlaşılmakla 5233 sayılı Kanun'un maddesinin (f) bendi gereği tazminat talebinin reddine, komisyonumuzca karar verildi." Başvurucular murislerinin örgüt üyesi olmadığını, çatışma sonucu öldürülmediğini, olay günü güvenlik güçleri tarafından bulunduğu evden alınarak silahla öldürüldüğünü iddia ederek Komisyon kararının iptali için Diyarbakır İdare Mahkemesinde iptal davası açmışlardır. Mahkeme 11/2/2008 tarihli ve E.2006/2115, K.2008/101 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Olayda, davacıların talebi "Ş.Ç.nin güvenlik kuvvetleri ile girdiği silahlı çatışmada öldüğü" gerekçesi ile reddedilmesi sebebiyle uyuşmazlığın bu çerçevede değerlendirilmesi gerekmektedir.Bakılan davada; olay yeri tespit tutanağında 23/11/1993 akşamında üç kişilik yasadışı PKK terör örgütü mensubunun Ağıllı Köyüne gelerek köyde propaganda yapıp para toplayacaklarının öğrenilmesi üzerine, aynı gün ismi geçen köye gelindiği, bu esnada farları sönmüş bir traktörün köye doğru geldiğinin görüldüğü, bu sırada traktöre dur ihtarında bulunulduğu, üç kişilik örgüt mensubunun dur ihtarına uymadığı, açılan ilk ateş sonucu bir güvenlik görevlisinin şehit olduğu, bu esnada isminin Ş.Ç. olduğu öğrenilen teröristin traktörden inerek köye doğru kaçmaya başladığı, köy sakinlerinden K.ye ait evin avlusuna girdiği esnada girilen çatışmada neticesinde bir adet kalaşnikof marka silah, bu silaha ait 13 adet fişek ve deri kahverengi kütüklük ile ölü olarak ele geçirildiğinin belirtildiği, Cumhuriyet Savcısı ve jandarma karakol komutanı tarafından imzalanan otopsi tutanağında Ş.Ç.nin yanmakta olan traktörü kullandığı, dur ihtarına ateşle karşılık verdiği, girilen çatışmada öldürüldüğünün ifade edildiği, Bismil Cumhuriyet Başsavcılığının 13/12/1993 gün ve 1993/178 sayılı görevsizlik kararında, Ş.Ç.nin yasa dışı PKK örgütüne üye olduğu, maktul U.nun astsubay çavuş olarak görev yaptığı, Ş.Ç.nin de içinde yer aldığı üç sanıkça açılan ateş sonucu öldürüldüğünün belirtildiği görülmektedir.Tüm bu bilgi ve belgelerin değerlendirilmesinden ismi geçen şahsın PKK terör örgütü mensubu olduğu, güvenlik güçleri ile çatışmaya girdiği ve bu sırada öldürüldüğü sonucuna varılmıştır.Bu durumda; davacıların taleplerinin reddine yönelik tesis edilen dava konusu işlemde 5233 sayılı Kanunun maddesi uyarınca hukuka aykırılık bulunmamaktadır.Davacıların tazminat istemine gelince, Mahkememizce dava konusu işlemin hukuka uygun olduğu sonucuna varılması ve ayrıca 5233 sayılı Yasada manevi tazminatın karşılanacağına dair bir hüküm bulunmaması nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemlerinin reddi gerekmektedir...." Başvurucuların temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 21/3/2012 tarihli ve E.2011/9413, K.2012/1344 sayılı ilamıyla hüküm, davanın reddine ilişkin kısım yönünden onanmıştır. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 9/5/2013 tarihli ve E.2012/8959, K.2013/3324 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Ret kararı 22/7/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş, başvurucular tarafından 25/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir."5233 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.Aşağıda belirtilen zararlar bu Kanunun kapsamı dışındadır:...e) Kişilerin kendi kasıtları sonucunda oluşan zararlar.f) 3713 sayılı Kanunun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamındaki suçlar ile terör olaylarında yardım ve yataklık suçlarından mahkûm olanların bu fiillerinden dolayı uğradığı zararlar. ..." 5233 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir:"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları hâlinde, 1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır." | Ayrımcılık yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5643 | Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında Zarar Tespit Komisyonuna yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle açılan davada mahkemenin delilleri eksik ve hatalı değerlendirerek kanuna ve usule aykırı karar vermesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; davanın karşı tarafın devlet olmasından dolayı reddedilmesi nedeniyle tarafsız mahkemede yargılanma hakkının; belli bir ırka mensubiyetten dolayı maddi ve manevi zarara uğranılması nedeniyle de eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamulaştırmasız el atma bedelinin değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. 2019/2186 numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibatı nedeniyle 2019/1986 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/1986 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvurucular 25/9/1995 tarihinde kamulaştırma bedelinin artırımı davası açmıştır. Mahkeme davanın kabulüne karar vermiş, Yargıtay Hukuk Dairesi de bu kararı 4/5/2017 tarihli kararıyla onamış, karar düzeltme yoluna gidilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 15/10/2018 tarihinde hükmü düzelterek onamıştır. Başvurucular nihai hükmü 11/12/2018 tarihinde öğrendikten sonra 10/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1986 | Başvuru, kamulaştırmasız el atma bedelinin değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bulundurdukları yayınlar nedeniyle terör örgütüne yardım etme suçundan mahkûm edilen başvurucuların ifade özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Cihan Yıldırak 1990, Ayhan Ölmez 1987, Berivan Yayık ise 1992doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Adana'da bulunan Çukurova Üniversitesinde öğrencidir. Türkçe adı Kürdistan İşçi Partisi olan PKK terör örgütünün gençlik örgütü olarak kabul edilen Demokratik Yurtsever Gençlik Meclisi (DYGM), Diyarbakır'da bir gösteri sırasında ölen A.E. anısına 6/12/2010 tarihinde etkinlikler yapılması yönünde karar almıştır. 6/12/2010 tarihinde başvurucuların da aralarında olduğu yaklaşık 200 kişilik bir öğrenci grubu Çukurova Üniversitesi kampüsünde toplanmıştır. Grup daha sonra kampüs içinde yürüyüşe geçmiş, yürüyüş sırasında bazı sloganlar atmış ve dövizler taşımıştır. Yürüyüşlerini kampüs içindeki yemekhaneye kadar sürdüren grup; burada Kürdistan ve devrim şehitleri olarak kabul ettikleri kişiler adına 1 dakikalık saygı duruşunda bulunmuş, son olarak ise PKK terör örgütüne ait olan Botan Marşı'nı hep birlikte söylemiştir. Söz konusu gösteri sonrasında PKK terör örgütünün propagandasını içeren çok sayıda yayının Adana'da bulunan F. Kargo isimli işyerine 10/1/2011 tarihinde geldiği yönünde bilgilerin güvenlik güçlerine ulaşması üzerine güvenlik güçlerince adı geçen işyeri takibe alınmıştır. Takip edilen işyerine 10/1/2011 tarihinde saat 30 sıralarında beş kişi gelmiş, belli bir süre sonra iki koli ile birlikte işyerinden çıkıp şehir merkezine doğru hareket etmiştir. İlgili mahkeme kararlarına istinaden başvurucuların da aralarında olduğu beş kişi, güvenlik güçlerince durdurulmuş ve bu kişilerin taşıdıkları kutularda denetleme yapılmıştır. Denetleme sonucunda kutular içinde, yazarı olan 43 adet "Seçme Yazılar" isimli kitaplar ile yazarı A.F. olan 43 adet "Nasıl Yaşamalı" isimli kitapların bulunduğu tespit edilmiştir. Öte yandan başvuruculardan Berivan Yayık'ın üzerinde yazarı Abdullah Öcalan (A.Ö.) olan "Kürt Aşkı" isimli bir kitap ayrıca ele geçirilmiştir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık), başvuruya konu kitapların 10/1/2011 tarihinde başvuruculardan elde edilmesini müteakip 14/1/2011 tarihinde basımlarının ve dağıtılmalarının yasaklanmasına ve toplatılmasına karar verilmesini Ağır Ceza Mahkemesinden talep etmiştir. Talepte; adı geçen kitapların daha önce haklarında toplatma kararı verilen bazı kitaplarla aynı içeriğe sahip olduğu, sadece dış yüzeyi kaplayan ciltlerin ve kitap isimlerinin değiştirildiği, kitapların içeriğinde açıkça PKK terör örgütünün propagandasının yapıldığı belirtilmiştir. Başsavcılığın talebi Adana Ağır Ceza Mahkemesince değerlendirilmiş ve Mahkemece talebin kabulüne 14/1/2011 tarihinde karar verilerek adı geçen kitapların basımının ve dağıtımının yasaklanmasına, daha önce basımı yapılan nüshalarının toplatılmasına karar verilmiştir. Mahkemenin kısa gerekçesi şu şekildedir:"Soruşturma dosyasında söz konusu kitapların içeriğinde terör örgütü mensuplarının faaliyetlerinin övüldüğü, kitapların kapağı ve içeriğindeki fotoğrafların örgüte taban oluşturmak ve eleman temin etmek amacını güttüğü, bu durumun 3713 sayılı yasada belirtilen suçlardan olduğu anlaşıldığından [A.F.] müstear adlı Abdullah Öcalan tarafından yazılan 'Kürt Aşkı' ve 'Nasıl Yaşamalı' ile [] tarafından yazılan 'Seçme Yazılar' isimli kitapların 5187 sayılı Basın Kanununun 25/2-3 maddeleri gereğince basımının ve dağıtımının yasaklanmasına ve toplatılmasına ...itirazı kabil olmak üzere karar verildi." Başvurucular, haklarında başlatılan soruşturma kapsamında PKK terör örgütüne üye oldukları ve terör örgütünün propagandasını yaptıkları gerekçesiyle bir gün gözaltında tutulduktan sonra 11/1/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Cumhuriyet savcısı 2/2/2011 tarihli iddianamesi ile başvurucuların her iki eylemlerini birlikte değerlendirerek terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmalarını talep etmiştir. Başvurucular hakkındaki yargılama (kapatılan) Adana Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülmüştür. Mahkeme 12/5/2011 tarihli kararı ile başvurucuların her iki eylemini ayrı ayrı değerlendirmiş, gösteri sırasındaki eylemlerin terör örgütünün propagandasını yapma suçu, kitaplara ilişkin eylemlerin ise terör örgütüne yardım etme suçu kapsamında kaldığına karar vermiş, başvurucuların her iki suçtan cezalandırılmalarına hükmetmiştir. Mahkûmiyet hükmü başvurucular tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz talebini değerlendiren Yargıtay Ceza Dairesi 12/4/2012 tarihinde, terör örgütünün propagandasını yapma suçu yönünden verilen hükmün onanmasına, terör örgütüne yardım etme suçu yönünden verilen mahkûmiyet hükmünün ise eylemin teşebbüs aşamasında kaldığı gerekçesiyle bozulmasına karar vermiştir. Mahkeme, terör örgütüne yardım etme suçu yönünden bozma sonrası yaptığı yargılama sonucunda başvurucuların anılan suçtan 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezasıyla cezalandırılmalarına karar vermiştir. Mahkemenin mahkûmiyet gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir: "Dosya kapsamına göre; Adana Reşatbey Mahallesinde [F.] Kargo isimli işyerine PKK terör örgütünün propagandasını içeren çok sayıda yayın geldiği yönünde bilgiler elde edilmesi üzerine, 2011 günü işyeri etrafında tedbir alan kolluk görevlilerinin kargo şirketinden 2 adet koli alarak ayrılan aralarında yaşının küçük olması nedeniyle evrakı tefrik edilen [K.]'in de bulunduğu sanıkların üzerlerinde ve kolilerde Adana Sulh Ceza Mahkemesinin 2010/2672 değişik iş sayılı kararına istinaden arama yaptıkları, gönderen [Ö.Ç.], alıcı [K.] yazılı iki koli içerisinde 43 adet yazarı [] olan 'Seçme Yazılar', 43 adet yazarı [A.F.] olan 'Nasıl Yaşamalı' isimli kitapların bulunduğu, ayrıca sanıklardan Berivan Yayık'ın üst aramasında Abdullah Öcalan tarafından yazılan 'Kürt Aşkı' isimli kitabın bulunduğu anlaşılmış,Ele geçirilen kitaplardan yazarı [A.F.] olan 'Nasıl Yaşamalı' isimli kitabın muhteviyatının evvelce Abdullah Öcalan tarafından kaleme alınan ve Weşanen Serxwebun yayınları tarafından neşredilen kitapla aynı olduğu ve hakkında İstanbul 6 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından toplatma kararı verildiği ve yapılan inceleme neticesinde gerek 'Nasıl Yaşamalı' gerekse 'Seçme Yazılar' isimli kitapların PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı saptanarak Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 14/01/2011 tarih ve 2011/18 Değişik İş sayılı kararıyla basımının ve dağıtımının yasaklanmasına, toplatılmasına karar verildiği görülmüştür.Sanıklarda ele geçirilen 'Seçme Yazılar' ve 'Nasıl Yaşamalı' isimli kitapların içeriği ve43 er adet olması dikkate alındığında kitapların dağıtmak amacıyla gönderildiği ve alındığı hususunda ka’ti kanaate ulaşılmış ve hatta alıcı olarak yaşı küçük [K.]’in seçilmesi de terör örgütünün çocukları kullanma stratejisi kapsamında değerlendirilmiştir. Terör örgütünün silahlı faaliyetlerinin yanında en önemli faaliyetinin taban oluşturmak, amaç, eylem ve stratejilerini tabana anlatmak yani propaganda yapmak olduğu nazara alındığında, örgütsel faaliyetlerde kullanılmak üzere elbise, gıda tedariki gibi propagandada kullanılacak doküman, dergi, kitap ve sair yayınların temin ve tedarikinin de örgüte yardım kapsamında değerlendirilmesi gerektiği düşünülmüş, ancak Yargıtay9 Ceza Dairesinin bozma kararı da değerlendirildiğinde eylemin teşebbüs aşamasında kaldığı sonucuna varılmış, bu noktada sanıkların kargodan teslim aldıkları kitapların mahiyetini bilmediklerine dair savunmalarına itibar edilmeyerek bozma doğrultusunda sanıkların terör örgütüne yardıma teşebbüs suçundan ayrı ayrı tacziyelerine karar verilmiştir..." Mahkûmiyet kararının başvurucular tarafından yeniden temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 13/5/2015 tarihli kararı ile hükümlerin onanmasına karar verilmiştir. Başvurucular, Yargıtay ilamından 7/8/2015 tarihinde haberdar olduklarını ifade etmiştir. Başvurucular 11/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Cahit Baybariz ve Edep Tekin, B. No: 2015/15091, 22/7/2020, §§ 17- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15090 | Başvuru, bulundurdukları yayınlar nedeniyle terör örgütüne yardım etme suçundan mahkûm edilen başvurucuların ifade özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; intiharla sonuçlanan olaya ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının; ölenin, iş yerinde psikolojik tacize (mobbing) maruz kalması nedeniyle intihar ettiği iddiasıyla açılan manevi tazminat davasında tanıklarının dinlenilmesi taleplerinin mahkemece kabul edilmemesi ve sadece Cumhuriyet Başsavcılığının kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına istinaden davanın reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/4/2013 tarihinde Kütahya Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 18/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 21/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 24/12/2014 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlere atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Sevinç Özdemir'in eşi, diğer başvurucuların ise babası olan Z.Ö., Kütahya Elektirik Üretim Anonim Şirketi Termik Santralinde çalışmakta iken 5/1/2011 tarihinde iş yerinde kendisine ait silahla intihar etmiştir. Ceza Soruşturması Süreci Olay hakkında Kütahya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından resen aynı tarihtesoruşturma başlatılmış ve ekspertiz marifetiyle yapılan olay yeri incelemesinde Z.Ö.nün, görev yaptığı iş yerinin kendisi tarafından kullanılan odasında ve koltuğa oturur vaziyette olduğu, ayrıca alın sağ yanında ateşli silah mermi giriş deliği, sol yanında ise çıkış deliği bulunduğu, mermi çekirdiğinin aynı odanın giriş bölümünün zemininde, olayda kullandığı tabancanın ise oturduğu koltuğun altında ve yerde olduğu tespit edilmiştir. Cumhuriyet Savcısı tarafından 5/1/2011 tarihinde Z.Ö.ye ait ceset üzerinde ölü muayene ve sistematik otopsi işlemi yapılmıştır. Yapılan sistematik otopsi işlemi ile adı geçenin kesin ölüm sebebinin, bitişik atış mesafesinden yapılan ateşli silah yaralanmasına bağlı kafatası kırığı ile birlikte beyin kanaması ve beyin harabiyetinden kaynaklandığı tespit edilmiştir. Soruşturma kapsamında kolluk tarafından 7/1/2011 tarihinde başvurucuların mağdur sıfatıyla ifadeleri alınmış olup başvurucuların olay nedeniyle şikâyetçi olmadıklarını beyan ettikleri anlaşılmıştır. Başvurucu Osman Özdemir söz konusu ifadesinde ölen babası ile ilişkilerinin iyi olduğunu ancak aralarında iş ve iş yeri ile ilgili olarak herhangi bir sohbetin gerçekleşmediğini söylemiştir. Başvurucu Okan Özdemir ifadesinde babasının, işiyle ilgili konuşma alışkanlığının bulunmadığını, en son telefonda yaptıkları görüşmede de ses tonu ve konuşmasında herhangi bir anormallik fark etmediğini beyan etmiştir. Başvuru Sevinç Özdemir ise eşinin 35 yıldır söz konusu Santralde çalışmakta olduğunu, 2010 yılının Ağustos ayına değin iş yerinde bir sorun yaşamadığını ancak bu tarihten sonra problem yaşamaya başladığını, ilk başta kendisine bu durumu anlatmadığını, akabinde "görevinden yetkisiz biçimde alındığını ve emekli olmasını istediklerini" söylediğini, ölenin bu durumdan genel anlamda incindiğini görüp kendisine moral vermeye çalıştığını, en son telefonda görüştüklerinde herhangi bir sorundan bahsetmediğini söylemiş; ölene iş yerinde bir haksızlık yapılıp yapılmadığının araştırılmasını istemiştir. Soruşturmada ayrıca ölenle aynı iş yerinde çalışan E.E., A., H.K., Z.Ö., O.E., E., Y.Y., S., T., A.Ç. ve N.nin kolluk tarafından tanık sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Tanıklardan bir kısmı, sadece olay gününe ilişkin anlatımlarda bulunmuş veolaydan önce ölenin iş yerinde herhangi bir probleminin olup olmadığını bilmediklerini beyan etmiştir. Tanık E.E. ise ölenle aralarında yıllar öncesine dayanan bir arkadaşlık ilişkilerinin olduğunu; ölenin, kendisine bir sorunu olduğundan bahsetmediğini, zaten ketum bir kişiliğe sahip olduğunu söylemiştir. Ölenin iş yerinde idari ve mali işler müdür yardımcısı olarak görev yapan A.Ç., soruşturma kapsamında alınan ifadesinde, öleni uzun zamandır tanıdığını ve arkadaşı olduğunu; ölenin, olaydan bir kaç ay önce koruma ve güvenlik amirliği görevinden fiilen alınması ve bu durumun 1/10/2010 tarihinde resmî olarak tüm personele duyurulmasından sonra gururunun incindiğini, bu durumu kendine sorun ettiğini, olay günü ise iş yerinde müdür olarak görev yapan N. ile ölenin, N.nin odasında bir süre görüştüklerini, ölenin bu görüşmeden sonra yanına geldiğini, kendisine ne olduğunu sorduğunda N.nin "Emeklilik dilekçeni ver yoksa tayinin çıkacak." dediğini anlattığını, bir süre konuşarak moral vermeye çalıştıktan sonraayrıldıklarını, bu görüşmeden kısa bir süre sonra öğle yemeği arasında ölenin intihar ettiğini duyduğunu beyan etmiştir. Aynı iş yerinde müdür olarak görev yapan N. ise ifadesinde öleni uzun yıllardır tanıdığını, 21/7/2010 tarihinden itibaren iş yerinde müdür olarak görev yapmaya başladığını, bir süre sonra ölenin kendi isteğiyle emekliye ayrılacağını duyduğunu, ölen dışında aynı birimde çalışan ve amir olabilecek vasıftaki kişilerin de emekli olmak istediklerini duyduğundan başka bir birimde görev yapan personelini, ölenin emekli olmasına kadar yanında yetişmesi için koruma ve güvenlik biriminde görevlendirdiğini, bu konuyla ilgili olarak herhangi bir sorun olduğunun kendisineiletilmediğini, ölenle bu konuyla ilgili olarak konuşmadıklarını, olay günü de rutin işlerle ilgili konuları konuşmak üzere yanına çağırdığını, işle ilgili konuları konuşmayı bitirmelerinin akabinde oğlunu evlendireceğinden bahisle izin istemesi üzerine kendisinin de izin talebini kabul ettiğini söylemiştir. Olay hakkında Kütahya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma sonucunda 7/2/2011 tarihli ve 2011/699 sayılı kararla 5/1/2011 tarihli otopsi tutanağına göre kişinin ölümünün, ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kafatası kırığı ile birlikte beyin kanaması ve beyin harabiyetinden ileri geldiğinin bildirildiği, ayrıca müştekilerin 7/1/2011 tarihli beyanlarına göre şikâyetçi olmadıkları gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu Sevinç Özdemir'in bu karara itirazı, Tavşanlı Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 10/3/2011 tarihli ve 2011/132 Değişik İş sayılı kararıyla -söz konusu karardaki gerekçe ve tüm dosya kapsamına göre- dosya içeriğinde intihara azmettirmeye ilişkin herhangi bir delil bulunmadığı, Cumhuriyet Başsavcılığınca olayın hukuki niteliğinin intihar olduğu değerlendirilerek verilen kovuşturmaya yer olmadığınakararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucular, bu karara karşı kanun yararına bozma yoluna gidilmesi talebi ile Bakanlığa başvurmuşlar ancak Bakanlık, başvuruculara gönderdiği 22/5/2011 tarihli yazıyla söz konusu karara karşı kanun yararına bozma yoluna gidilmediğini bildirmiştir. Başvurucular, Z.Ö.nün çalıştığı iş yerinin işletme müdürü olan N. hakkında, Z.Ö.ye psikolojik taciz uygulamak suretiyle intiharına sebep olduğu iddiasıyla Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuşlardır. Cumhuriyet Başsavcılığı, adı geçen hakkında yürüttüğü soruşturma sonucunda 26/8/2011 tarihli ve 2011/4053 sayılı kararıyla, aynı konuda kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği ve suç ve suç unsuruna rastlanmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucuların bu karara itirazı da Ağır Ceza Mahkemesinin 11/10/2011 tarihli ve 2011/421 Değişik İş sayılı kararıyla -söz konusu karardaki gerekçe ve tüm dosya kapsamına göre- kararın ve Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan değerlendirmenin, usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Adli Yargıda Açılan Tazminat Davası Süreci Başvurucular; yakınları Z.Ö.nün, iş yerindeki müdürü N.nin baskı ve yıldırması sonucunda emekliliğe zorlandığını, usulsüz olarak işten el çektirildiğini, intihar etmesinde N.nin büyük rol oynadığını ileri sürerek N. ve ölenin çalıştığı kurum tüzel kişiliği aleyhine 2/5/2011 tarihinde Tavşanlı Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde manevi tazminat davası açmışlardır. Duruşmalı olarak yapılan yargılama sırasında taraflar delil listelerini Mahkemeye ibraz etmişler; başvurucular ve davalı N., bir kısmı ölenle aynı iş yerinde çalışmış olan ve ceza soruşturmasında ifadeleri alınan kişilerin de içlerinde bulunduğu kişileri tanık olarak dinletme talebinde de bulunmuşlardır. Mahkeme 2/11/2011 tarihli celsede taraf tanıklarının dinlenip dinlenmeyeceği hususunun, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturmalara ilişkin evrakların incelenmesi sonucuna göre değerlendirilmesine karar vermiş; celse arasında söz konusu soruşturma dosyalarının gönderilmesi üzerine yaptığı inceleme sonucunda da 14/12/2011 tarihli celsede davanın hukuki niteliği, dosya içerisinde mevcut deliller ve ceza soruşturmasında toplanan delillere göre talebi reddetmiştir. Yargılamaya devam eden Mahkeme 8/2/2012 tarihli ve K.2012/26 sayılı kararla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"...Yanların delilleri toplanmış, delil olarak gösterilen Kütahya Cumhuriyet Başsavcılığının 2011/4937 esas sayılı hazırlık dosyası celp edilmiş ve incelenmiş, davanın hukuki niteliği ve Cumhuriyet Başsavcılığınca başkasını intihara yönlendirme suçundan yapılan soruşturmaya ve toplanan dellilere göre gösterilen tanıklar dinlenmemiş ve bu konudaki talepler reddedilmiştir.Toplanan tüm deliller ve tüm dosya kapsamına göre, dava intihara sebebiyet vermek nedeniyle müteveffa Z... Ö... koruma ve güvenlik amiri olarak çalışmış, 0/11/2011 tarihinde kendisini vurmak suretiyle intihar etmiştir. Davalı N..... ise aynı iş yerinde santral müdürü olarak çalışmaktadır. Başkasını intihara yönlendirme suçundan davacılar tarafından N.....aleyhine verilen şikâyet dilekçesi üzerine Kütahya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma neticesinde şüpheli hakkında kamu adına kovuşturmaya yer olmadığı yönünde karar verilmiş, verilen bu karara itiraz üzerine Tavşanlı Ağır Ceza Mahkemesi, Kütahya Cumhuriyet Başsavcılığına ait kararın usul ve yasaya uygun bulunduğunu belirterek, hazırlık evrakı bütünüyle iade edilmiştir. Böylece gelişmelerden anlaşıldığı gibi, davacıların murisi Z... Ö...'in intihar olayıyla davalının bir bağlantısının olmadığı başka deyişle intihar olayıyla davalı N... arasında herhangi bir illiyet bağı bulunmadığı sonuç ve kanaatine varıldığından, yerinde görülmeyen davanın reddine karar vermek gerekmiştir." Başvurucuların temyizi üzerine bu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 26/9/2012 tarihli ve K.2012/19998 sayılı ilamı ile onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme talepleri de aynı Dairenin 26/2/2013 tarihli ve K.2013/3071 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Nihai karar başvuruculara 21/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular19/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. İlgili Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinde sorumluluğu genel olarak belirleyen maddesi şöyledir: "Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür." 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin ceza hukuku ile ilişkisini düzenleyen maddesi şöyledir:"Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2871 | Başvuru, intiharla sonuçlanan olaya ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının; ölenin, iş yerinde psikolojik tacize mobbing) maruz kalması nedeniyle intihar ettiği iddiasıyla açılan manevi tazminat davasında tanıklarının dinlenilmesi taleplerinin mahkemece kabul edilmemesi ve sadece Cumhuriyet Başsavcılığının kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına istinaden davanın reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, öğretmen olan başvurucunun sosyal medyada kullanmış olduğu ifadeler sebebiyle naklen atama işlemine tabi tutulmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte, İstanbul'da ki Bağcılar Dündar Uçar Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesinde müzik öğretmeni olarak görev yapmaktadır. Başvurucu ayrıca Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonuna bağlı Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası üyesidir. Başvurucu, Gezi olayları (ayrıntılı bilgi için bkz. Yonca Verdioğlu Şık, B. No: 2014/17177, 19/4/2018, § 8) olarak bilinen toplumsal olayların yaşandığı dönemde 30/6/2014 ve 8/7/2014 tarihleri arasında Facebook isimli sosyal medya sitesinden bazı paylaşımlarda bulunmuştur. Başvurucunun yapılan paylaşımları şu şekildedir:"31 Mayıs 2013'ü 01 Haziran 2013'e bağlayan gece uyuduğum kadar başka bir zamanda huzurlu ve gururlu uyuduğumu hatırlamıyorum. Kurtuluş Savaşından sonraki en şerefli olaydır Gezi ülkemde. Canları alanları da, canları verenleri de, Gezi'nin karşısında duranları da, 31 Mayıs 2013'te sokağa dökülenleri de unutmayacağız. Zaman elbet haklının hakkını verecek, tarih gerçekleri yazacaklar... Ne Mutlu Gezi direnişine... ""Kafir (!) atasözü; çalışan iki el, dua eden binlerce elden daha çok iş yapar!""Bedava dağıtıyorlar zannettiğimiz kömürün bedelini ağır ödedik. Şimdi bir de bekle bakalım bangır bangır bağırdığımız elden giden güzelim ülke için ödeyeceğimiz bedelleri...""İşçile ölüyor siyaset yapma. Çocuklar ötür; siyast yapma. Hukuk katledilir; siyaset yapma. Ne yapalım oturup yoga mı yapalım.""Yakında Cumhurbaşkanı olacak adam (!): Niye kaçıyorsun ulan İsrail d...! Yer: Soma, Tarih: Dündü, geçti gitti...""Biz katile katil deriz, polis olsa da... Nefret suçu işleriz... O 'polis nasıl sabrediyor anlamıyorum der' sorun olmaz çünkü ölenler it... Gerçi ite de onların insana duyduğu saygıdan daha çok saygı duyarız... Persdil supra, iyi akşamlar...""Şerefsiz sanki sevgilisine kapris yapıyor. RON""Tamam biz önergeyi reddettik ama ; CHP'de biraz zorlasaydı... Şamil TAYYARE""155 Alo Kiralık Katil""Malum Şahsiyete önemli duyuru; Polise katil dedim diye beni şikayet eden şahsiyet (!) sana güvenerek buradan ihbarda bulunmak istiyorum.""Okulda bir rehber öğretmenin karnelerle birlikte, okul dışından gelen bir şahsiyete dağıttırdığı 'said ntirsi' kitaplarını sadece ben mi gördüm?"Ülkemizin kurucusu olan Atatürk'ün 'Nutuk' isimli kitabını bir öğrenciye hediye etsem bile 'siyaset yapma' diyecek seviyelerdesiniz de, bu kadar beyin yıkama odaklı bir olayı görmezden mi geleceksiniz?"Adana'da polisin, akrepten attığı ses bombası kafasına isabet eden, 15 yaşındaki [İ.A.] hayatını kaybetti. Polis katil değil olay tesadüf...""İŞİD, kelle kesiyor, tecavüz, ediyor, çocukları öldürüyor, insan kalbi yiyor ama sigara içmiyorlar... Kötü alışkanlıkları yok (!)""RTE'nin terör örgütü... Kamufilaj TSK'da... Tırlar dolusu silahlar TSK'dan... Maaşlar Devletten, tedaviler hastanelerimizden, lojistik destek topraklarımızdan... Sonra bir açıyorsun televizyonu salağa yatan yandaş medya soruyor; ' Kim bu IŞİD? Vay ben görmedim, vay ben İŞİDmedim demeyin."A. Disiplin Soruşturması Süreci Başvurucu ile aynı okulda müdür yardımcısı olarak çalışan ve sosyal medya üzerinden de başvurucuyu takip eden S.A., başvurucunun kişisel hesabından yapmış olduğu paylaşımları Okul Müdürü R.Y.ye bildirmiştir. Bunun üzerine söz konusu paylaşımların ekran görüntüleri okul yönetimi tarafından alınmış ve başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Disiplin soruşturması sürecinde, başvurucu ile aynı okulda görev yapan ve başvurucuyu sosyal medya hesabından da takip ettikleri anlaşılan mesai arkadaşları tanık sıfatıyla dinlenmiştir. Tanıklar beyanlarında söz konusu sosyal paylaşım sitesindeki kişisel hesabın başvurucuya ait olduğunu doğrulamıştır. Soruşturma sonucunda başvurucunun paylaşımlarının güncel ve toplumsal olayların kullanılması suretiyle iktidarda olan siyasi partinin çalışmalarını karalayıcı ve aşağılayıcı nitelik arz ettiği belirtilerek başvurucunun disiplin yönünden 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin (D) bendinin (o) alt bendi uyarınca kademe ilerlemesinin durdurulması cezası ile tecziyesine karar verilmiştir. İdari yönden ise başvurucunun aynı okulda görev yapmasının etkin ve verimli çalışmasına engel olacağı, diğer öğretmenlere kötü örnek teşkil edeceği, okul idaresi, öğretmen ve öğrenciler nezdinde de güven duygusunu sarsacağı, güvenli okul ortamını olumsuz etkileyeceği belirtilerek 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun maddesinin (C) bendi uyarınca kamu yararı ve hizmet gereği il içinde görev yerinin değiştirilmesine karar verilmiş ve başvurucu, Esenler Menderes Ortaokuluna atanmıştır.B. Yargılama Süreci Başvurucu, hakkında tesis edilen yer değiştirme işlemine karşı İstanbul İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açmıştır. İdare Mahkemesi öncelikle memurların naklen atanmaları konusunda idareye tanınan takdir yetkisinin mutlak ve sınırsız olmadığını, kamu yararı amacı ve hizmet gereği ilkeleriyle sınırlı olduğunu, takdir yetkisine dayalı olarak tesis edilen işlemlerin hukuken geçerli sebeplere dayanması gerektiğini belirtmiştir. İdare Mahkemesi bu sebeple disiplin soruşturması geçiren bir devlet memurunun üzerine atılı disiplin eylemini gerçekleştirdiği sonucuna varılması hâlinde dahi görevini ve hizmetini çalıştığı kurumda sürdürmesinde sakınca bulunmaması durumunda memurun orada çalışmaya devam edebileceği gibi herhangi bir disiplin suçu işlememesine rağmen meydana gelen olaylar nedeniyle memur yıpranmışsa, iş arkadaşları ile ilişkisi bozulmuşsa veya aynı kurumda çalışmaya devam etmesi hâlinde hizmetinden yeterince istifade edilemeyecekse idarenin bu hâllerin varlığını somut delillerle ortaya koyması suretiyle böyle bir memuru başka bir yere naklen atama yetkisine de sahip olduğunu ifade etmiştir. İdare Mahkemesi bu bağlamda disiplin soruşturması geçiren veya disiplin cezası ile cezalandırılan her memurun görev yerinin değiştirilmesi gibi bir zorunluluk bulunmadığını vurgulamıştır. İdare Mahkemesi, başvurucu hakkında tesis edilen disiplin cezasına karşı dava açıldığına dair bir bilgi bulunmadığını belirtmiştir. Bu doğrultuda Mahkeme, sosyal medya sitesi üzerinden yapılan paylaşım ve yorumlar nedeniyle herhangi bir siyasi parti yararına veya zararına fiilen faaliyette bulunmak şeklindeki eylemleri sübuta ermiş olsa dahi söz konusu eylemlerin başvurucunun görevini çalıştığı kurumda sürdürmesinde sakınca oluşturacak nitelikte olmadığı sonucuna vararak dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Karara karşı davalı idare istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci Kurulu (BİM) başvurucunun Esenler Menderes Ortaokuluna öğretmen olarak naklen atanmasında kamu yararı ve hizmet gereklerine aykırılık bulunmadığını belirterek ilk derece mahkemesinin kararının bozulmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar, başvurucuya 23/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 657 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kurumlar, görev ve unvan eşitliği gözetmeden kazanılmış hak aylık dereceleriyle memurları bulundukları kadro derecelerine eşit veya maddedeki esaslar çerçevesinde daha üst, kurum içinde aynı veya başka yerlerdeki diğer kadrolara naklen atayabilirler.” 5442 sayılı Kanun'un maddesinin (C) bendi şu şekildedir:" ... C) Yukardaki fıkralarda yazılı bütün memurların lüzumu halinde il içinde nakil vetahvilleri mensup olduğu il idare şube başkanlarının inhası üzerine valiler tarafından icraedilmekle beraber mensup oldukları Bakanlıklar veya genel müdürlüklere sebepleriyle bildirilir." 6/5/2010 tarihli ve 27573 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Yönetmeliğin yer değiştirmeyle ilgili diğer şartları aranmaksızın;a) Haklarında yapılan soruşturma sonucunda görev yerinin değiştirilmesi uygun görülenlerin,...hizmetin gereği olarak görev yerleri değiştirilebilir. (2) Bu kapsamda il içinde görev yerleri değiştirilmesi gerekenler, o il içinde görevli oldukları yerleşim yeri dışındaki diğer eğitim kurumlarına, o il içinde alanlarında ihtiyaç bulunmaması hâlinde diğer illerde alanlarında ihtiyaç bulunan eğitim kurumlarına, zorunlu çalışma yükümlülüğünü tamamlamamış olanlar zorunlu çalışma yükümlülüklerini tamamlayabilecekleri hizmet alanlarına atanırlar.... (5) Bu madde kapsamında yapılacak yer değiştirmeler, zamana bağlı olmaksızın iller arasında Bakanlıkça, il içinde valiliklerce yapılır." Diğer ilgili hukuk için bkz. Elif Güneysu, B. No: 2017/31733, 7/10/2021, §§ 21- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/13501 | Başvuru, öğretmen olan başvurucunun sosyal medyada kullanmış olduğu ifadeler sebebiyle naklen atama işlemine tabi tutulmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucular, "nitelikli yağma" suçunu işledikleri iddiasıyla yargılandıkları davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvuru, 15/7/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 28/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucu Mustafa Dizgin tarafından yapılan 2014/11998 numaralı bireysel başvuru dosyası ile başvurucu Cihat Dizgin tarafından yapılan 2014/12087 numaralı bireysel başvuru dosyası, aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle birleştirilmiş, incelemeye 2014/11998 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 26/12/2014 tarihinde, başvurunun esas incelemesinin yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 12/1/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında, başvuruculardan Mustafa Dizgin 7/4/2008 tarihinde gözaltına alınarak aynı tarihte Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesinin 2008/64 Sorgu sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca 7/4/2008 tarihinde, başvuruculardan Cihat Dizgin hakkında, tutuklanmasına yönelik yakalama talebinde bulunulmuş, Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesince aynı tarihte 2008/680 Değişik İş sayılı karar ile başvurucunun gıyaben tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucular hakkında, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 14/4/2008 tarih ve E.2008/17608 sayılı iddianamesi ile "nitelikli yağma" suçunu işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmış, dava Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/367 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Mahkemece, 18/11/2008 tarihli duruşmada, Silivri 5 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda başka suçtan tutuklu bulunduğu tespit edilen başvuruculardan Cihat Dizgin'in, 16/4/2009 tarihli duruşmada hazır edilmesi için anılan Kuruma talimat yazılmasına karar verilmiştir. Mahkemece, 28/2/2012 tarih ve E.2008/367, K.2012/55 sayılı karar ile başvurucuların, "nitelikli yağma" suçundan ayrı ayrı 5 yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Karar başvurucular tarafından temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi halen devam etmektedir. Başvurucular, 15/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) ve (h) bentleri. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11998 | Başvurucular, "nitelikli yağma" suçunu işledikleri iddiasıyla yargılandıkları davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. | 1 |
Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutulma koşulları nedeniyle kötü muamele yasağının; idari idari gözetim kararına itirazı kabul edildiği hâlde lehine vekalet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Suriye vatandaşı ve 1985 doğumlu olan başvurucu, İsveç vatandaşı bir kadınla evli olup İstanbul'da yaşamaktadır. 12/4/2015'te eşiyle birlikte Danimarka'dan Türkiye'ye dönüşte İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı'nda pasaportta sahtecilik iddiasıyla çıkış ülkesine geri gönderilmek üzere gözaltına alınan başvurucu, havalimanı transit (uluslararası) alanda kabule edilemez yolcu olarak hakkında herhangi bir idari gözetim kararı alınmadan tutulmaya başlanmıştır. Uzun süre serbest bırakılmayan başvurucunun idari gözetimin sonlandırılması için yaptığı talep, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 21/4/2015 tarihli kararıyla kabul edilmiştir. Ancak Hâkimlik kararı uygulanmadığından başvurucu tutulmaya devam edilmiştir. Başvurucunun Göç İdaresi Genel Müdürlüğüne Hâkimlik kararının uygulanması için yaptığı başvuru 30/4/2015 tarihinde reddedilmiş ancak ülkeye girişine izin verilerek başvurucu, Yabancılar Şube Müdürlüğüne teslim edilmiştir. Yapılan adli işlemler sonucunda başvurucu 1/5/2015'te Yabancılar Şube Müdürlüğünce salıverilmiştir. A. Ulusal Hukuk 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ilgili maddeleri B.T. ([GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19-21) kararında açıklanmıştır.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ilgili maddeleri, tutulma koşullarından dolayı kötü muamele yasağı, etkili başvuru ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarına dair Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) uygulaması B.T. kararında (Aynı kararda bkz. §§ 23-38) açıklanmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/9776 | Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutulma koşulları nedeniyle kötü muamele yasağının; idari idari gözetim kararına itirazı kabul edildiği hâlde lehine vekalet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kesinleşmiş ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi nedeniyle kararların icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu 1959 doğum tarihli olup Balıkesir'in Ayvalık ilçesinde ikamet etmektedir. Başvurucu 21/10/2011 tarihinde Ayvalık Çiftçi Malları Koruma Başkanlığında (Koruma Başkanlığı) kır bekçisi olarak çalışmaya başlamıştır. Koruma Başkanlığı 24/11/2013 tarihinde başvurucunun iş akdini feshetmiştir.B. İşçi Alacaklarının Tahsili İstemiyle Açılan Dava Süreci Başvurucu, iş akdinin haksız feshedildiği gerekçesiyle 13/5/2014 tarihinde Ayvalık Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) Koruma Başkanlığı aleyhine dava açmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi iş mahkemesi sıfatıyla baktığı davanın 25/3/2015 tarihinde kısmen kabulüne, 534,68 TL brüt kıdem tazminatı alacağının iş akdinin fesih tarihi olan 24/11/2013 tarihinden itibaren bankalarca mevduata uygulanan en yüksek faizi ile, 862,88 TL brüt ihbar tazminatının ıslah tarihi olan 3/3/2015 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile, 500 TL brüt ihbar tazminatının dava tarihi olan 13/5/2014 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle ve 146,75 TL brüt fazla mesai alacağı ile 969,60 TL brüt ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacağının dava tarihi olan 13/5/2014 tarihinden itibaren işletilecek, bankalarca mevduata uygulanan en yüksek faiz ile tahsiline karar vermiştir. Bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin (Yargıtay Hukuk Dairesi) 13/11/2018 tarihli kararıyla onanmış ve kesinleşmiştir. İcra Takibi ve Şikâyet Davası süreci Başvurucu 21/7/2015 tarihinde kesinleşen işçilik alacaklarının tahsili istemiyle İzmir İcra Müdürlüğünde (İcra Müdürlüğü) Koruma Başkanlığı aleyhine ilamlı icra takibi başlatmıştır. Başvurucunun talebine istinaden İcra Müdürlüğü, Koruma Başkanlığının banka hesaplarına haciz koymuştur. Koruma Başkanlığı 3/4/2017 tarihinde şikâyet yoluyla İzmir İcra Hukuk Mahkemesine (İcra Hukuk Mahkemesi) başvurmuş, koruma gelirleri ve koruma sandığına konulan hacizlerin kaldırılmasını istemiştir. İcra Hukuk Mahkemesi 15/5/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle;i. Halk Bankası Ayvalık Şubesinde bulunan Koruma Başkanlığına ait hesabın maaş ödemeleri ve otomatik ödemeler için kullanılmakta olduğu ve en son toplu maaş ödemesinin 3/3/2017 tarihinde yapıldığı ifade edilmiştir.ii. 2/7/1941 tarihli ve 4081 sayılı Çiftçi Mallarının Korunması Hakkında Kanun'un maddesine göre sandığın mevcudunun devlet malı hükmünde olduğu ancak icra takibinin başlatıldığı tarihten itibaren alacağın tahsili ve ilamın infaz edilebilmesi bakımından Koruma Başkanlığının herhangi bir başvurusunun bulunmadığı, ilama konu alacağın da işçi alacağı niteliğinde olduğu belirtilmiştir. iii. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol çerçevesinde ilamı hükümden düşürecek, ilamın gereğinin yerine getirilmesine ve infaz edilmesine engel teşkil edecek hükümlerin Anayasa’nın maddesi karşısında dar yorumlanmasına hukuken olanak bulunmadığına işaret edilmiştir. iv. Asliye Hukuk Mahkemesince hüküm altına alınan kararın etki ve sonuçlarını infaz ile gösterebileceğine, borçluya ait tüm mal varlığının veya tüm gelirlerin aynı Kanun hükmü ile haczine olanak bulunmadığı yönünde bir iddianın infazı ve ilamı hükümden düşüreceğine vurgu yapılmış, banka hesabından maaş ödemelerinin ve diğer otomatik ödemelerinyapıldığı belirtilerek alacağın tahsili için hesap üzerine haciz uygulanmasında hukuka aykırı bir yön bulunmadığı ifade edilmiştir. Koruma Başkanlığı karara karşı istinaf yasa yoluna başvurmuştur. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 19/12/2017 tarihinde istinaf istemini kabul etmiştir. Buna göre Bölge Adliye Mahkemesi, İcra Hukuk Mahkemesi kararının kaldırılmasına, şikâyetin kabulüne ve İcra Müdürlüğü dosyasından Koruma Başkanlığına ait banka hesabına konulan haczin kaldırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde özetle;i. Sözleşme doğrultusunda iç hukukta bir düzenleme yapılmadığı, 4081 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca korunma gelirleri ve korunma sandığındaki paraya haciz konulmasının mümkün olmadığı, çiftçi mallarını koruma başkanlıklarının başkaca taşınır ve taşınmazlarına haciz konulmasının mümkün olduğu, bu şekilde sadece paraya haciz konulmasına engel olan hükmün infazı ve ilamı hükümden düşürmeyeceği, 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi uyarınca hâkimin Türk hukukunu resen uygulama yükümlülüğünün bulunduğu ifade edilmiştir.ii. Somut olayda haciz konulan banka hesabının borçlu Koruma Başkanlığına ait olduğunun sabit olduğu, bu hesabın maaş ödemeleri ve otomatik ödeme talimatlarının yerine getirilmesinde kullanılmasının hesapta bulunan ve anılan ödemeler nedeniyle kullanılan paranın korunma geliri ve korunma sandığındaki para olduğu hususunu değiştirmeyeceğine işaret edilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 2/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 31/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/4216 | Başvuru, kesinleşmiş ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi nedeniyle kararların icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, tutukluluğunun makul süreyi aştığını ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların ilgili ve yeterli olmadığını ileri sürerek Anayasa’nın maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 14/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 27/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/09/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 12/9/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığının 16/10/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ceyhan Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 1/7/2010 tarihinde gözaltına alınmış, 4/7/2010 tarihinde "Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde İthal Etme" suçundan dolayı Ceyhan Sulh Ceza Mahkemesince tutuklanmıştır. Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca 29/3/2011 tarih ve E.2011/217 sayılı iddianame ile başvurucu hakkında "Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde İthal Etme ve Suç İşlemek Amacıyla Kurulan Örgüte Üye Olma" suçlarından dolayı kamu davası açılmıştır. İddianamede şu değerlendirme yapılmıştır: “… 28/04/2010 ile 01/07/2010 tarihleri arasında yapılan teknik takip, sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi, ara yakalamalar, alınan ifadeler ve ele geçirilen suç unsuru maddelerden bahsi geçen örgütün planlı bir şekilde yakalandığı, oluşturulan yapı içerisinde Irak ülkesinden getirilen uyuşturucu maddenin ticaretinin yapıldığı, örgüt içerisinde bulunan şahısların tamamının birbiri ile bağlantısının bulunduğu ve birbirlerinin faaliyetlerinden haberdar oldukları, organizasyon içerisinde hiyerarşik bir yapılanmanın olduğu, uyuşturucu ithali ve ticaretini devamlı olarak yaptıkları ve bunu meslek haline getirdikleri, suç organizasyonu üyelerinin kendi aralarında yaptıkları görüşmelerde eroin maddesi yerine "yük" ve benzeri şifreli kelimeler kullandıklarının tespit edildiği …”. Adana Ağır Ceza Mahkemesi (CMK. maddesi ile görevli) 2/6/2011 tarih ve E.2011/109, K.2011/184 sayılı kararla “Mahkememizce Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2010 gün ve 2009/9-11 esas, 2010/38 karar sayılı ilamında açıkça belirtildiği üzere, suç örgütü kurmak, üye olmak suçundan beraat kararı verildiğinden, araç suç niteliğinde olan örgütsüz uyuşturucu ticareti (ithal) suçundan dolayı yargılama yapma görevi de mahkememize ait olmadığından 5271 sayılı CMK 3-4-5 ve 252/1-g maddeleri gereğince görevsizlik kararı verilerek dosyanın görevli ve yetkili Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesi” ne karar vermiştir. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi 6/3/2012 tarih ve E.2011/222, K.2012/94 sayılı karar ile başvurucunun uyuşturucu maddeyi ithal etme suçunu işlediği sabit görüldüğünden 17 yıl 6 ay hapis ve 000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 27/6/2013 tarih ve E.2012/23156, K.2013/6574 sayılı ilamıyla " ...delillerin değerlendirilmesi ve sanıkların hukukî durumunun belirlenmesi görevinin özel yetkili Adana Ağır Ceza Mahkemesi'ne ait olması nedeniyle görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, yargılama sürdürülerek hüküm kurulması, ..." gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesince 31/7/2013 tarih ve E.2013/325, K.2013/336 sayılı karar ile Yargıtay bozma ilamı doğrultusunda görevsizlik kararı verilerek dosyanın Adana Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 11/3/2014 tarih ve E.2013/155, K.2014/37 sayılı kararla, özel yetkili mahkemelerin kaldırılması nedeniyle dosyanın Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi, E.2014/170 sayılı dosya kapsamında 21/3/2014 tarihinde tensip zaptını düzenlemiş, 10/4/2014 tarihinde yaptığı ilk duruşmada sanık savunmalarını almış, talep üzerine esas hakkındaki savunmalarını hazırlamaları için sanık müdafilerine süre verilmesine ve "...isnat olunan suçun vasıf ve mahiyeti, adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalması, dosya içinde bulunan somut deliller, tutuklu kaldığı süre ve suçun CMK.nun 100/3-a-8 maddesinde belirtilen suçlardan oluşu ..." gerekçesiyle başvurucu ve diğer tutuklu sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar vermiştir. Bu karara itiraz edilmesi üzerine Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi yaptığı değerlendirme sonucunda 21/4/2014 tarih ve 2014/462 İş No'lu kararında,"Sanıkların müsnet suçu işledikleri hususunda kuvvetli suç şüphesini gösteren iletişim tespit tutanakları, fiziki talep tutanakları, olay tutanağı ve ekspertiz raporu gibi somut delillerin bulunması, suçun vasıf ve mahiyeti CMK 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan olması, adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalması, mevcut delil durumunun kuvvetli suç şüphesini oluşturduğu gerekçesiyle verilen tutuklama kararı usul ve yasaya uygun olmakla ..." gerekçesine dayanarak itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu 14/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi, 15/5/2014 tarih ve E.2014/170, K.2014/190 sayılı karar ile başvurucunun, uyuşturucu maddeyi ithal etme suçundan 17 yıl 6 ay hapis ve 000, 00 TL. adli para cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. UYAP sisteminden yapılan sorgulamada başvuru ile ilgili kararın temyizi üzerine Yargıtay'da derdest olduğu tespit edilmiştir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Uyuşturucu veya uyarıcı madde imalve ticareti (Madde 188), …” Aynı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“(Değişik fıkra: 02/07/2012-6352 S.K./md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustakibir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerininvarlığını, c) Tutuklama tedbirininölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. ...” 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanun’un maddenin (1) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Uyuşturucuveya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırıolarak imal, ithal veya ihraçeden kişi, yirmi yıldan otuzyıla kadar hapis ve yirmibingüne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. (4) Uyuşturucu veyauyarıcı maddenin eroin, kokain, morfin veya bazmorfinolması hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranındaartırılır.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6574 | Başvurucu, tutukluluğunun makul süreyi aştığını ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların ilgili ve yeterli olmadığını ileri sürerek Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisleri aleyhine 6/9/1983 tarihinde el atmanın önlenmesi davası açılmıştır. Diyadin Asliye Hukuk Mahkemesi 2/12/1997 tarihli kararı ile davanın kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 29/9/1998 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine dava, Mahkemenin E.2000/1 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Yanıkçukur köyü tüzel kişiliği tarafından 6/6/2000 tarihli duruşmada müdahilllik talebinde bulunulmuş, talep Mahkemece 19/12/2000 tarihinde kabul edilmiştir. Mahkemece 23/12/2010 tarihinde taşınmazların bulunduğu yerde kadastro çalışması başladığı için Mahkemenin görevsizliğine ve dava dosyasının Diyadin Kadastro Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Yargılamaya Diyadin Kadastro Mahkemesinin 2010/34 sayılı dosyası üzerinden devam edilmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20189 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucular, satın alma ve eklemeli zilyetliğe dayanarak kazandırıcı zamanaşımı ile zilyetlik koşulları oluşan taşınmazın adlarına tescili talebiyle açtıkları davanın reddedilmesi ve yargılamanın 25 yıldan fazla sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, uğradıkları maddi ve manevi zararlarının tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir. Başvuru, 5/12/2012 tarihinde Pendik Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 7/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığı 6/1/2014 tarihli yazısında görüşlerini sunmuştur. Adalet Bakanlığının görüş yazısı başvuruculara tebliğ edilmiş, başvurucular 24/1/2014 tarihinde Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Dava dışı Firdevs Dinçler ve İhsan Kızılkaya mirasçıları tarafından İstanbul ili Ümraniye ilçesi İnkılap mahallesi 15 ada 19 parsele ilişkin olarak 1/5/1987 tarihinde Üsküdar Asliye Hukuk Mahkemesine açılan tescil davası, Mahkemenin 30/3/1993 tarih ve E.1987/298, K.1993/659 sayılı kararı ile taşınmazın kadastro tespit çalışmaları sırasında malik hanesi boş bırakılmak suretiyle tespitinin yapıldığından bahisle, görevsizlik kararı verilerek Üsküdar Kadastro Mahkemesine gönderilmiştir. Mahkemenin E.1994/7 sırasına kaydı yapılan davanın yargılaması sırasında, başvurucular tarafından başvuru konusu taşınmazın önceki zilyetlerinden olduğu iddia edilen Yılmaz Öztürk ve bu şahıstan başvuru konusu taşınmazı satın aldığını iddia eden başvurucular murisi Tahsin Velioğlu tarafından müdahale talebinde bulunulmuştur. Mahkemenin 6/7/2001 tarih ve E.1994/7, K.2001/8 sayılı kararı ile taşınmazın kadastro tespitinin yapıldığı tarih itibarıyla Firdevs Dinçler’in de aralarında bulunduğu davacılar lehine kazandırıcı zamanaşımı nedeniyle iktisap koşulları oluşmamış olduğundan bahisle, davacıların davasının reddine, taşınmazın malik hanesinin hazine adına doldurularak tapuya tesciline ve müdahiller Yılmaz Öztürk ile Tahsin Velioğlu tarafından kadastrodan sonraki bir nedene dayanılarak tescil talebinde bulunulduğundan bu kişiler yönünden görevsizlik kararı verilerek dosyanın Üsküdar Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. İlk derece Mahkemesi kararı temyiz edilmekle Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/10/2002 tarih ve E.2002/2169, K.2002/4967 sayılı kararı ile onanmıştır. Görevsizlik kararı sonrası dosyanın Üsküdar Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2003/589 sırasına kaydı yapılmış, taşınmazın yer aldığı Ümraniye ilçesinde adli teşkilat kurulduğundan bahisle dosya Ümraniye Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilerek, Mahkemenin E.2004/132 sırasına kaydedilmiştir. Ümraniye Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2004/132 dosyası üzerinde yapılan yargılama sonunda, 17/11/2006 tarih ve E.2004/132, K.2006/466 sayılı kararla, Kadastro Mahkemesince verilen görevsizlik kararından itibaren süresi içinde HUMK’ un maddesi gereğince gerekli işlem yapılmadığından davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Başvurucular temyiz talebinde bulunmamış, karar başvurucular yönünden verildiği tarihte, temyiz talebinde bulunan diğer davacılar yönünden ise Yargıtay Hukuk Dairesinin E.2007/2946, K.2007/3555 sayılı ilamıyla onanarak 5/6/2007 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucuların murisi Tahsin Velioğlu 13/7/2001 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucular tarafından 13/2/2007 tarihinde, başvuru konusu 15 ada 19 parsel sayılı taşınmazın 5411 m2’lik kısmı açısından satın alma, miras ve eklemeli zilyetliğe istinaden lehlerinde kazandırıcı zamanaşımı suretiyle iktisap koşulları oluştuğundan bahisle adlarına tescili istemiyle Ümraniye Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2007/106 sayılı dosyasında tapu iptal ve tescil talebiyle dava açılmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda, 27/12/2007 tarih ve E.2007/106, K.2007/648 sayılı karar ile davanın kabulüne ve başvuru konusu 15 ada 19 parsel sayılı taşınmazın 5411 m2’lik kısmının Hazine adına olan tapusunun iptali ile veraset ilamındaki payları oranında başvurucular adına tapuya tesciline karar verilmiştir. Karar temyiz edilmekle, Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/3/2008 tarih ve E.2008/919, K.2008/1308 sayılı kararı ile, davacıların eklemeli zilyetlik açısından bayii olan Firdevs Dinçler adına kadastro tespitinden önce geriye doğru yirmi yıla ulaşan zilyetlik süresinin oluşmadığı gerekçesiyle verilen ve kesinleşen Mahkeme kararının, eklemeli zilyetliğe dayanan başvurucular açısından da bağlayıcı olduğu ve bu nedenle kadastro tespit tarihi itibarıyla kazanmaya yeterli zilyetlik süresi oluşmadığından davanın reddedilmesi gerektiğinden bahisle bozulmuştur. İlk derece Mahkemesince verilen 9/6/2009 tarih ve E.2008/452, K.2009/286 sayılı direnme kararı üzerine, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/10/2010 tarih ve E.2010/8-627, K.2010/649 sayılı kararı ile, İlk Derece Mahkemesi hükmü bozulmuş, başvurucularca yapılan karar düzeltme talebi de reddedilmiştir. Bozma sonrası Ümraniye Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2011/418 sırasına kaydı yapılan davanın yargılaması sonucunda, Mahkemenin 27/10/2011 tarih ve E.2011/418, K.2011/572 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Karar temyiz edilmekle, Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/4/2012 tarih ve E.2012/2076, K.2012/2599 sayılı kararı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/10/2012 tarih ve E.2012/7002, K.2012/8399 sayılı kararı ile reddedilmiş olup, Yargıtay ilamı 13/11/2012 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 5/12/2012 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi şöyledir;“Kazandırıcı zamanaşımından yararlanma hakkına sahip olan zilyet, zilyetliği kendisine devreden aynı yetkiye sahip idiyse onun zilyetlik süresini kendi süresine ekleyebilir”. 3402 Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir;“Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40,kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir”. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şu şekildedir;Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/993 | Başvurucular, satın alma ve eklemeli zilyetliğe dayanarak kazandırıcı zamanaşımı ile zilyetlik koşulları oluşan taşınmazın adlarına tescili talebiyle açtıkları davanın reddedilmesi ve yargılamanın 25 yıldan fazla sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, uğradıkları maddi ve manevi zararlarının tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir. | 1 |
Başvuru; güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akitlerine son verilmesi üzerine açılan işe iade davalarının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının, yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuruların konu yönünden irtibatları nedeniyle 2019/1870 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin 2019/1870 numaralı başvuru üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan edilmiş ve olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinde devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin kamu görevinden çıkarılmaları öngörülmüştür. 667 sayılı KHK 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır.B. Somut Başvurulara İlişkin Olay ve Olgular Başvurucular, ekli tablonun (D) sütununda belirtilen kurumlarda (idare) özel iş sözleşmesine bağlı olarak çalışmaktayken başvurucuların terör örgütü ile iltisaklı olduklarının idareye bildirilmesi üzerine iş akitleri feshedilmiştir. Başvurucular, iş akitlerinin usulüne uygun olarak feshedilmediğini ve fesih için somut bir olguya dayanılmadığını belirterek işe iade talebiyle anılan kurumlar aleyhine dava açmıştır. Ekli tablonun (E) sütununda belirtilen mahkemelerce bakılan davaların bir kısmı reddedilmiştir. Kararlarda; başvurucuların terör örgütü yapılanması ile irtibatlı ve iltisaklı olduğu gerekçesiyle 667 sayılı KHK'ya dayalı olarak iş akitlerinin feshedildiği, mevcut durum nedeniyle işçiden kaynaklanan nedenle işveren açısından güven ilişkisinin sarsıldığı, fesih işleminin haklı ve geçerli nedenle gerçekleştirildiği gerekçesine yer verilmiştir. Ekli tablonun (E) sütununda belirtilen mahkemelerin bir kısmı ise davaların kabulüne ve başvurucuların işe iadesine karar vermiştir. Karar gerekçelerinde genel olarak başvuruculara ilişkin bilgi ve belgelerin emniyet ve istihbarat kaynaklı olduğu ancak bu belgelerde iş sözleşmesinin feshine neden olabilecek, terör örgütü ile irtibat yahut iltisaka ilişkin şüpheyi ortaya koyacak nitelikte emarelerin bulunmadığı belirtilmiştir. Bir kısım kararda ise feshin genel hükümler kapsamında usulüne uygun olarak yapılmadığı belirtilmiştir. Başvurucular ve davalı kurumlar anılan kararlara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf merciince (bölge adliye mahkemesi) bir kısım başvurucunun istinaf talepleri reddedilmiştir. Kararlarda şüphe feshi kavramı üzerine durulmuş ve şüphe devam ederken işverenden iş ilişkisini sürdürmesinin beklenemeyeceği ifade edilmiştir. Davanın kabulü kararlarına karşı kurumlar tarafından yapılan istinaf talepleri ise kabul edilmiş, feshin usulüne uygun olduğu belirtilerek derece mahkemesi kararlarının kaldırılmasına ve davaların reddedilmesine hükmedilmiştir. Temyiz yolu açık kararlara karşı başvurucular temyiz talebinde bulunmuştur. Yargıtay ilgili Hukuk Dairesince (Daire) derece mahkemelerinin davanın reddine dair kararları kesin olmak üzere onanmıştır. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1870 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akitlerine son verilmesi üzerine açılan işe iade davalarının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının, yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, çalışanlar adına ödenen katkı payı ödemelerinin ücret olarak kabul edilmesi sonucu bu ödemeler üzerinden cezalı gelir vergisi ve damga vergisi tahsil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Vergi İdaresince Türkiye Sınai Kalkınma Bankası A.Ş. (Banka) nezdinde 2008-2011 yılları arasındaki dönem için yapılan vergi incelemesi sonucunda 4/1/2013 tarihli vergi inceleme raporu düzenlenmiştir. Bu raporda özetle;i. Vakfın personele ek haklar sağladığı, bu sebeple özel sigorta fonksiyonu gördüğü, Vakfın ana finansman kaynağının ise çalışanlardan ve Bankadan sağlanan katkı payları olduğu vurgulanmıştır.ii. Vakıf tarafından çalışanlara sağlanan menfaatlerin bir kısmının Banka tarafından finanse edildiği, bu yönüyle Bankaca ödenen katkı paylarının işçilere sağlanan menfaatlere ilişkin işveren payı olarak algılanması gerektiği ifade edilmiştir. iii. Bunun yanında Banka katkı payının hesaplanmasında çalışanların emekliliğe esas maaş ve ikramiye paylarının dikkate alındığı, bundaki amacın ise her bir çalışanın elde edeceği menfaatin net tutarının belirlenmesi olduğu belirtilmiştir. Rapora göre Banka katkı payı ödemelerinden esas yararlananlar çalışanlar olup Vakıf sadece buna aracılık etmektedir.iv. Sonuç olarak Banka tarafından çalışanları adına yapılan ödemelerin ücret mahiyetinde olduğu, bu ödemelerin ise 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun maddesinde yazılı şartları taşımaması nedeniyle ücret matrahından indirilemeyeceği belirtilmiştir. Vergi İdaresince rapordaki tespitler doğrultusunda, bu ödemeler üzerinden gelir vergisi tevkif edilerek beyan edilip ödenmediği gerekçesiyle vergi ziyaı cezalı gelir vergisi tarhiyatları yapılmıştır. Ayrıca bu katılım payları ödemelerine ilişkin belgelerde gösterilmediğinden damga vergisi matrahının eksik hesaplandığı gerekçesiyle de cezalı damga vergisi tarh edilmiştir. Başvurucu 2014/01 dönemine ait muhtasar beyanname ile Munzam Sandık Vakfına çalışanları adına ödenen katkı paylarına ilişkin olarak pişmanlıkla beyan edilen gelir vergisi ve damga vergisi tutarları ihtirazi kayıtla ödenmiştir. Ancak başvurucu bu katkı paylarının ücret sayılamayacağı iddiasıyla İstanbul Vergi Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 11/3/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde özetle; i. Bir ödemenin ücret sayılabilmesi için bir işyerinde bir işverene bağlı çalışma yapılması ve bunun karşılığında bir menfaat elde edilmesi gerektiği ve işveren tarafından farklı isimler altında farklı usullerle ödeme yapılmasının söz konusu ödemenin ücret olma niteliğini değiştirmediği belirtilmiştir.ii. Somut olaya konu ödemelere ilişkin belge ve kayıtların personel bazında tutularak muhafaza edildiği, bu ödemelerin çalışan sayısı, alınan maaş ve diğer unsurlar dikkate alınarak belirli bir oranda hesaplandığı ve personelin yükselmesine bağlı olarak ödenen tutarın değiştiği belirtilerek borç verilmesi, ölüm aylığı ve emeklilik aylığı bağlanması veya toplu ödeme yapılması gibi menfaatlerin sağlandığına vurgu yapılmıştır. iii. Banka tarafından doğrudan ödenen ücrete ek olarak kendisine hizmet akdiyle bağlı çalışanlarına menfaat temin etmek üzere bizatihi Banka tarafından kurulan Vakıf aracı kılınarak işverenin tek taraflı iradesiyle sağlanan söz konusu menfaatlerin ücret olarak kabul edilmesi gerektiği açıklanmıştır.iv. Ödemenin Vakıf senedinde bir yükümlülük olarak öngörülmüş olmasının ise Vakfa ödenen paranın çalışanlara bir maddi menfaat olarak yansıtıldığı gerçeğini ortadan kaldırmadığı ifade edilerek iç ilişkide Bankanın sorumluluğunun, işçiye değil Vakfa ait olmasının sonucu değiştirmediği vurgulanmıştır. v. Banka tarafından ödenen tutarın anlık olarak işçinin tasarrufuna amade kılınmamasının kanuni bir zorunluluktan değil özel hukuk tasarrufu niteliğindeki Vakıf senedinden kaynaklandığı belirtilerek bu ödemelerin ayrı bir hesapta kişi bazında izlenmesi, şartlar gerçekleştiğinde çalışana ödenmesi ve Banka tarafından Vakfa ödenen işçi payları üzerinden tevkifat yapılması gibi hususlar birlikte değerlendirilerek tasarruf imkânının oluştuğu kabul edilmiştir.vi. Sonuç olarak başvurucu Bankanın çalışanları adına Vakfa ödediği katkı paylarının, hizmet karşılığı sağlanan bir menfaat olduğu ve sebeple ücret olarak kabul edilmesi ve vergi tevkifatına tabi tutulması gerektiği belirtilerek gelir vergisi ve damga vergisi tarhiyat ve tahakkuklarında hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Dördüncü Dairesince 17/12/2015 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Daire tarafından 9/5/2017 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 19/7/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/32754 | Başvuru, çalışanlar adına ödenen katkı payı ödemelerinin ücret olarak kabul edilmesi sonucu bu ödemeler üzerinden cezalı gelir vergisi ve damga vergisi tahsil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının makul sürede tamamlanmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, davanın esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mahkeme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuruların konu yönünden irtibatları nedeniyle 2018/37264 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin2018/37264 numaralı başvuru üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan edilmiş ve olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinde terör örgütlerine ya da Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin kamu görevinden çıkarılmaları öngörülmüştür. 667 sayılı KHK, 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır. B. Somut Başvurulara İlişkin Olay ve Olgular Başvurucular, Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumuna (Kurum) hizmet veren özel şirketlerde (Şirket) işçi olarak çalışmakta iken Bitlis Valiliği Olağanüstü Hâl (OHAL) Bürosu ve Muş İli Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği başvurucuların terör örgütü ile iltisaklı olduklarını Şirkete bildirmiş ve iş akitlerinin feshedilmesini Şirketten istemiştir. Şirket, bu talep üzerine başvurucuların iş akdini feshetmiştir. Başvurucular, iş akdinin usulüne uygun olarak feshedilmediğini ve fesih için somut bir olguya dayanılmadığını belirterek işe iade istemiyle Şirket ve Kurum aleyhine dava açmıştır. Cevap dilekçesinde davalı Kurum, davanın süresinde açılmadığını ve başvurucuların durumunu aralarındaki ihaleden kaynaklı olarak Şirkete bildirme yükümlülüğünde olduklarını belirterek davanın reddini savunmuştur. Bazı başvurucular hakkında ise emniyetten alınan bilgilerden kendisi ve birinci derece yakınlarının PKK/KCK terör örgütüne müzahir olduğunun tespit edildiğini ifade ederek şüphe feshinin şartlarının gerçekleştiğini ileri sürmüştür. Davalı Şirket ise alt işveren konumunda olduğunu, işe alımlarda veya işten çıkarmada herhangi bir yetkisi bulunmadığını iddia etmiştir. Hizan ve Bulanık Asliye Hukuk Mahkemelerinde (Mahkeme) -iş mahkemesi sıfatıyla- görülen davaların reddine karar verilmiştir. Mahkeme kararlarında; başvurucuların terör örgütü ile irtibatlı ve iltisaklı oldukları gerekçesiyle iş akitlerinin feshedildiği, bu nedenle işverenle aralarındaki güven ilişkisinin zedelendiği dikkate alındığında iş akitlerinin geçerli nedenle feshedildiğinin anlaşıldığı belirtilmiştir. Bazı başvurucular hakkında emniyetten gelen yazıda, kendisi ve birinci derece yakınlarının PKK/KCK terör örgütüne müzahir olduğu tespit edilmiş ve şüphe feshinin şartlarının gerçekleştiği gerekçesine yer verilmiştir. Başvurucular, karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) istinaf istemlerini reddetmiştir. Kararda; Mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesi bakımından usul ve esas yönünden kanuna aykırı bir durumun bulunmadığı belirtilmiştir. Temyiz isteminde bulunan başvurucuların talepleri Yargıtay tarafından reddedilmiştir. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37264 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının makul sürede tamamlanmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, davanın esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mahkeme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gözaltında kolluk görevlilerince darba maruz kalma ve bu olaya ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 10/12/2018 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) 2018/32892 numaralı soruşturması kapsamında Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele (TEM) Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (DHKP-C) silahlı terör örgütü üyesi oldukları şüphesi ile gözaltına alınmıştır. Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin (Sulh Ceza Hâkimliği) 13/12/2018 tarihli kararıyla başvurucuların gözaltı süreleri 14/12/2018 tarihinden itibaren dört gün uzatılmıştır. Başvurucular sekiz gün gözaltında tutulmuştur. Başvurucuların gözaltı sırasında adli muayeneleri yaptırılmak üzere hastaneye sevki sağlanmış ancak bu sevklerin bazılarında başvurucuların bazıları muayene olmayı reddetmiştir. Başvurucular Alev Şahin, Mahmut Konuk, Mehmet Dersulu ve Nazan Bozkurt hakkında Başsavcılık tarafından 18/12/2018 tarihinde adli kontrol koruma tedbiri uygulanması talep edilmiş olup Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince talebin kabulü ile başvurucular hakkında yurt dışına çıkış yasağı ve imza yükümlülüğü adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir. Başsavcılık tarafından başvurucular Deniz Aydın, Gülnaz Bozkurt, Özge Çırpan ve Sibel Balaç tutuklanmaları istemiyle 18/12/2018 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu Sibel Balaç yapılan sorgusunun ardından silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmış, diğer başvurucular ise yurt dışına çıkış yasağı ve imza yükümlülüğü adli kontrol tedbiri uygulanarak serbest bırakılmıştır. Yakalama ile gözaltına alma işlemleri sırasında ve gözaltı süresinde meydana gelen olaylara ilişkin olarak TEM Şube Müdürlüğü görevlilerince düzenlenen ilgili tutanaklar özetle şöyledir:i. Başvurucu Alev Şahin hakkında 10/12/2018 tarihinde düzenlenen yakalama üst arama elkoyma tutanağı ile başvurucunun gözaltına alınması için Düzce ili Kültür Mahallesi Mansur Bayram Caddesi'nde bulunduğu sırada yanına gidildiği, gözaltına alma kararının okunduğu ve kelepçe takılmak istendiği, başvurucunun kelepçe taktırmak istemediği, kadın polis memurları tarafından başvurucuya kelepçe takıldığı, güç kullanılarak ekip aracına bindirildiği, başvurucu hakkında aynı tarihte düzenlenen zor kullanma tutanakları ile başvurucunun Düzce ilinde yakalanarak gözaltına alındığı, adli muayene için getirildiği Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesinden (hastane) çıkışı sırasında ekip aracına binmek istemediği, kademeli olarak zor kullanılmak suretiyle araca bindirildiği, zor kullanılarak işlem yapıldığı için araçtan indirilerek ikinci raporun alındığı, nezarethaneye girişin yaptırılması için başvurucunun ekip aracından inmesi istendiğinde direndiği, kademeli olarak zor kullanılarak araçtan indirildiği, yürümemek için slogan atarak direnmesi üzerine elleri ve kollarından tutularak yeteri kadar bedeni kuvvet uygulanmak suretiyle nezarethaneye teslim edildiği tespit edilmiştir.ii. Başvurucu Deniz Aydın hakkında 10/12/2018 tarihinde düzenlenen zor kullanma tutanakları ile başvurucunun ikamet adresinde yapılan aramadan sonra gözaltı kararına istinaden ekip aracına davet edildiği, direneceğini söylemesi üzerine kollarından ve bacaklarından tutularak ve yeteri kadar bedeni kuvvet uygulanarak araca bindirildiği, bu sırada görevli polis memurlarına hakaret ettiği ve slogan atarak direndiği, nezarethaneye giriş sırasında direnmesi sebebiyle zor kullanılarak ekip aracından indirildiği, slogan attığı ve görevli polis memurlarına hakaret ettiği, direnmesi sebebiyle elleri ve kollarından tutularak yeteri kadar bedeni kuvvet uygulanmak suretiyle üst aramasının ve nezarethaneye girişinin yapıldığı tespit edilmiştir.iii. Başvurucu Mehmet Dersulu hakkında 10/12/2018 tarihinde düzenlenen arama yakalama elkoyma ve zor kullanma tutanakları ile başvurucunun arama ve yakalama kararlarının icrası için ikamet adresine gidildiğinde direndiği, kelepçelenen başvurucunun 30 dakika sonra sakinleşmesi üzerine kelepçenin söküldüğü, aramadan sonra gözaltı işlemine geçildiğinde başvurucunun yine direnmesi üzerine kollarından ve bacaklarından tutularak orantılı güç kullanımı ile araca bindirildiği, adli muayene raporu alınmak istendiğinde araçtan inmeyen başvurucuya kademeli olarak zor kullanılacağının bildirildiği, başvurucunun kollarından tutularak adli muayenesinin yaptırıldığı, başvurucunun nezarethaneye giriş sırasında araçtan inmeyip direnmesi üzerine kollarından ve bacaklarından tutulduğu tespit edilmiştir.iv. Başvurucu Nazan Bozkurt hakkında 10/12/2018 tarihinde düzenlenen zor kullanma tutanakları ile başvurucunun gözaltı giriş muayenesinden önce ekip aracında beklerken diğer şüphelilere seslenmeye çalıştığı, başından ve omzundan tutularak aracın içine sokulduğu, başvurucunun nezarethane giriş üst araması sırasında el hareketleri ile görevli polis memurlarına zorluk çıkarttığı, daha sonra ise karşı çıkmadığı için üst aramasının tamamlandığı tespit edilmiştir.v. Başvurucu Sibel Balaç hakkında 10/12/2018 tarihinde düzenlenen yakalama arama elkoyma ve zor kullanma tutanakları ile başvurucunun gözaltına alınması için ikamet adresine gidildiğinde başvurucunun ve diğer şüpheli A.K.nın direnmesi üzerine zor kullanılarak yakalandığı, ekip aracına binmek istememesi üzerine kelepçelendiği ve kademeli olarak zor kullanılmak suretiyle araca bindirildiği, nezarethaneye giriş işlemleri sırasında direnmesi sebebiyle zor kullanılarak ekip aracından indirildiği ve nezarethaneye girişinin yapıldığı tespit edilmiştir.vi. Başvurucu Deniz Aydın hakkında 13/12/2018 tarihinde düzenlenen zor kullanma tutanakları ile başvurucunun gözaltı süresinin dört gün uzatılması talebinde bulunulduğu, başvurucunun adliyeye götürülürken ekip aracından indiği sırada slogan attığı, Sulh Ceza Hâkimliğinde dinlenildikten sonra slogan attığı ve diğer başvurucuların da aralarında bulunduğu on dört şüpheli ile kenetlenerek salondan çıkmamak için direndiği, direnci kıracak ölçüde kademeli olarak ellerinden, kollarından ve vücudunun çeşitli yerlerinden tutulmak suretiyle zor kullanılarak dışarı çıkartıldığı, araca bindirildiği, başvurucunun araçtan inmek istememesi üzerine ellerinden, kollarından ve ayaklarından tutularak nezarethaneye götürüldüğü, bu sırada slogan attığı, giriş araması sırasında kadın polis memurunun boğazını sıkması üzerine yeteri kadar bedeni kuvvet uygulandığı, başvurucunun slogan atarak ve küfrederek direnmeye devam ettiği tespit edilmiştir.vii. Başvurucu Gülnaz Bozkurt hakkında 13/12/2018 tarihinde düzenlenen zor kullanma tutanağı ile başvurucunun gözaltı süresinin dört gün uzatılması talebinde bulunulduğu, başvurucunun adliyeye götürülürken ekip aracından indiği sırada slogan attığı, Sulh Ceza Hâkimliğinde dinlenildikten sonra slogan attığı ve diğer başvurucuların da aralarında bulunduğu on dört şüpheli ile kenetlenerek salondan çıkmamak için direndiği, direnci kıracak ölçüde kademeli olarak ellerinden, vücudunun çeşitli yerlerinden tutulmak suretiyle zor kullanılarak duruşma salonundan dışarı çıkartıldığı, kendisine ve başkalarına zarar vermemesi için duruşma salonu önünde elleri arkasında bulunacak şekilde kelepçe uygulandığı ve ekip aracına bindirildiği tespit edilmiştir.viii. Başvurucu Mahmut Konuk hakkında 13/12/2018 tarihinde düzenlenen zor kullanma tutanağı ile başvurucunun gözaltı süresinin dört gün uzatılması talebinde bulunulduğu, Sulh Ceza Hâkimliğinde dinlenildikten sonra slogan attığı ve diğer başvurucuların da aralarında bulunduğu on dört şüpheli ile kenetlenerek salondan çıkmamak için direndiği, direnci kıracak ölçüde kademeli olarak ellerinden, kollarından ve vücudunun çeşitli yerlerinden tutulmak suretiyle zor kullanılarak dışarı çıkartıldığı, ekip aracına bindirildiği tespit edilmiştir.ix. Mehmet Dersulu hakkında 13/12/2018 tarihinde düzenlenen zor kullanma tutanakları ile başvurucunun gözaltı süresinin dört gün uzatılması talebinde bulunulduğu, adliyeye götürülürken ekip aracından indiği sırada slogan attığı, Sulh Ceza Hâkimliğinde dinlenildikten sonra slogan attığı ve diğer başvurucuların da aralarında bulunduğu on dört şüpheli ile kenetlenerek salondan çıkmamak için direndiği, mahkeme hâkimine “batsın adaletiniz” dediği, direnci kıracak ölçüde kademeli olarak ellerinden, kollarından ve vücudunun çeşitli yerlerinden tutulmak suretiyle zor kullanılarak dışarı çıkartıldığı, slogan atmaya devam eden başvurucunun ekip aracına bindirildiği; araçtan inmek istememesi üzerine başvurucunun ellerinden, kollarından ve ayaklarından tutularak nezarethaneye girişinin yapıldığı tespit edilmiştir.x. Başvurucu Nazan Bozkurt hakkında 13/12/2018 tarihinde düzenlenen zor kullanma tutanağı ile başvurucunun gözaltı süresinin dört gün uzatılması talebinde bulunulduğu, başvurucunun adliyeye götürülürken ekip aracından indiği sırada slogan attığı, Sulh Ceza Hâkimliğinde dinlenildikten sonra slogan attığı ve diğer başvurucuların da aralarında bulunduğu on dört şüpheli ile kenetlenerek salondan çıkmamak için direndiği, direnci kıracak ölçüde kademeli olarak ellerinden, vücudunun çeşitli yerlerinden tutulmak suretiyle zor kullanılarak duruşma salonundan dışarı çıkartıldığı, dışarıda kendini yere bırakması ve slogan atması üzerine direncini kıracak ölçüde zor kullanılarak araca bindirildiği, araçta camları yumruklayarak direnen başvurucuya ters kelepçe uygulandığı tespit edilmiştir. xi. Başvurucu Sibel Balaç hakkında 13/12/2018 tarihinde düzenlenen zor kullanma tutanaklarında Sulh Ceza Hâkimliğinde gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin kararın okunmasından sonra başvurucunun mahkeme hâkimine su şişesi fırlatıp slogan attığı ve diğer başvurucuların da aralarında bulunduğu on dört şüpheli ile kenetlenerek salondan çıkmamak için direndiği, salondan çıkartılan başvurucunun direnerek kendisini yere bırakması üzerine kadın polis memuru tarafından orantılı bir şekilde direncini kıracak ölçüde zor kullanıldığı, başvurucunun ellerinden, kollarından ve vücudunun çeşitli yerlerinden tutulduğu, adliye binasından çıkartılırken slogan atmaya devam eden başvurucunun ekip aracına bindirildiği tespit edilmiştir. Başvurucu Sibel Balaç hakkında aynı tarihte düzenlenen ikinci zor kullanma tutanağında gözaltı süresinin uzatılması kararından sonra adli muayene raporunun alınması ve nezarethaneye girişin yaptırılması için başvurucunun ekip aracından inmesi istendiğinde direndiği, kollarından ve bacaklarından tutularak yeteri kadar bedeni kuvvet uygulanarak araçtan indirildiği, yeteri kadar kuvvet uygulanarak üst aramasının ve Gülnaz Bozkurt ile S.P. isimli şahısların da bulunduğu nezarethane bölümüne girişinin yapıldığı, bu sırada Gülnaz Bozkurt ve S.P. isimli şahıslar tarafından görevlilere fiziki olarak direnilerek ayakkabı ile ayran ve su şişeleri atıldığı, Gülnaz Bozkurt, Nazan Bozkurt, A.K. ve S.P. isimli şahıslar tarafından görevlilere küfredildiği tespit edilmiştir.xii. Başvurucu Alev Şahin hakkında 13/12/2018 tarihinde düzenlenen zor kullanma tutanağında başvurucunun gözaltı süresinin uzatılması için adliye binasına getirildiğinde diğer şüpheliler ile birlikte slogan attığı, gözaltı süresinin uzatılması kararının okunmasından sonra diğer şüphelilerin slogan atarak taşkınlık yapmaları üzerine salondan çıkartıldıkları, başvurucu ve diğer şüphelilerin adliye binası önünde slogan atmaya devam ettikleri, başvurucunun kolundan tutularak kademeli olarak hafif şekilde zor kullanılmak suretiyle ekip otosuna bindirildiği ve adli muayene raporu alınmak üzere hastaneye ve sonrasında TEM Şube Müdürlüğüne götürüldüğü tespit edilmiştir.xiii. Başvurucular Alev Şahin ve Nazan Bozkurt hakkında 13/12/2018 tarihinde düzenlenen zor kullanma tutanağında gözaltı süresinin uzatılması kararından sonra nezarethaneye girişin yaptırılması için başvurucuların ekip aracından inmeleri istendiğinde direndikleri, kollarından ve bacaklarından tutularak yeteri kadar bedeni kuvvet uygulanarak araçtan indirildikleri ve yine kuvvet uygulanarak nezarethaneye girişlerinin yapıldığı, şahısların bu sırada direnmeye ve slogan atmaya devam ettikleri tespit edilmiştir.xiv. Başvurucu Nazan Bozkurt hakkında 13/12/2018 tarihinde düzenlenen zor kullanma tutanağında başvurucunun nezarethanede tuvaletten döndüğü sırada içeri girmek istemediği, görevli polis memurunu omuzlarından ittirdiği, “adiler şerefsizler” diyerek hakaret ettiği ve fiziksel saldırıda bulunduğu, polis memurunu omzundan itmesi üzerine yere yatırılarak kontrol altına alınmaya çalışıldığı, kameradan olayı görerek gelen nezarethane görevlisi polis memurlarıyla birlikte müdahalede bulunulduğu, nezarethaneye geçmesi söylenen başvurunun önce tamam dediği sonra ise tekme attığı, polis memurları tarafından kademeli ve yeteri kadar bedeni kuvvet kullanıldığı, yüz üstü yatırıldığı sırada küfrettiği ve sol eli ile kendi boynunu çizdiği, kolunun uzaklaştırılarak kendisine zarar vermesinin engellendiği, bir süre oturtularak sakinleşmesinin beklendiği, içeri geçeceğini söyleyen başvurucunun kapı aralandığında kapıyı tamamen açarak diğer şüpheli kadınların dışarı çıkmasına neden olduğu, şüpheli kadınların görevli polis memurlarına elleri ve ayakkabıları ile vurdukları, su ve ayran şişeleri fırlattıkları, başvurucunun elleri ve kolları tutularak orantılı güç kullanılarak nezarethane bölümüne konulduğu tespiti yapılmıştır. Aynı olaya ilişkin 15/12/2018 tarihinde düzenlenen görüntü inceleme tutanağında aynı yönde tespitler yapılmıştır. xv. Başvurucu Sibel Balaç hakkında 17/12/2018 tarihinde düzenlenen tutanakta başvurucunun 16/12/2018 günü rahatsızlandığını beyan ettiği, 112 aranarak ambulans istendiği, götürüldüğü Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde manyetik rezonans (MR) ile yapılan görüntüleme neticesinde taburcu olabileceği bilgisinin verilmesi üzerine görevli hekimin başvurucuyu tedavisi konusunda bilgilendirdiği, başvurucunun tedaviyi reddettiği ancak buna ilişkin evrakı imzalamaması sebebiyle taburcu edilemediği tespit edilmiştir. Başvurucu Alev Şahin'in adli muayene raporları şöyledir:i. Düzce Atatürk Devlet Hastanesince düzenlenen 10/12/2018 tarihli raporlarda ile darp ve cebir izine rastlanmadığı, el bileği seviyesinde kelepçe takılmasına bağlı olarak “iki taraflı hiperemik abrazyon” mevcut olduğu,ii. Hastane tarafından düzenlenen 10/12/2018 tarihli raporda her iki bilekte kelepçe izi mevcut olduğu, basit tıbbi müdahale ile giderilebileceği, aynı gün düzenlenen ikinci raporda “her iki bilekte kelepçe izi ve sol dizde 2x1 cm hiperemi” mevcut olduğu, basit tıbbi müdahale ile giderilebileceği, yine aynı gün düzenlenen son raporda adli muayeneyi kabul etmediği, haricen darp ve cebir görülmediği,iii. Hastane tarafından düzenlenen 11/12/2018 tarihli raporda muayene olmayı reddederek muayene odasına gelmediği, 12/12/2018 tarihli raporda muayene olmayı kabul etmediği, 13/12/2018 tarihli raporda muayene olmayı kabul etmediği, muayene odasına gelmediği, aynı gün düzenlenen ikinci raporda her iki el bileğinde kelepçe izlerinin mevcut olduğu, basit tıbbi müdahale ile giderilebileceği, hayati riskinin bulunmadığı, aynı gün alınan son raporda muayene olmayı kabul etmediği, 14/12/2018, 15/12/2018 ve 16/12/2018 tarihli raporlarda muayeneyi kabul etmediği, 17/12/2018 tarihli raporda su içmeye bağlı olarak böbreklerinde ağrı olduğunu ifade ettiği, darp ve cebir izi olmadığı tespiti yapılmıştır. Başvurucu Deniz Aydın'ın adli muayene raporları şöyledir:i. Hastane tarafından düzenlenen 10/12/2018 tarihli raporda “sol elmacık kemiği üzerinde 1x1 cm genişliğinde hafif ödem, sağ ve sol el bileğinde sirküler kızarıklık, sağ baş parmakta 0,5 cm sıyrık, sol bacakta 3x1 cm morluk (ekimoz), sağ bacak iç yüzde orta hat 1x1, 2x0,5 cm ekimoz, sol ayak bileğinde hassasiyet” mevcut olduğu, aynı gün düzenlenen ikinci raporda muayeneyi kabul etmediği, 11/12/2018, 12/12/2018 ve 13/12/2018 tarihli raporlarda muayene olmayı kabul etmediği, 13/12/2018 tarihinde düzenlenen ikinci raporda “sağ alt bacak iç yüzde 2x3 cm, 1x2 cm ve 1x1 cm morluklar, sağ diz kapağında 4x5 cm morluk, sağ diz kapağı 2 cm altında 2x2 cm morluk, sol diz kapağında 10x10 cm alanda dağınık mor renkli ekimozlar, sağ üst kol dış yüzde dirsekten 2 cm yukarıda 2x2 cm, dirsekten 10 cm yukarıda 3x3 cm, dirsekten 12-13 cm yukarıda 4x8 cm mor renkli ekimoz, sol el bileği dış kısmında 2x2 cm morluk, sağ dirsekte 3x5 cm ekimoz” mevcut olduğu, basit tıbbi müdahale ile giderilebileceği, hayati riskinin bulunmadığı, aynı gün düzenlenen son raporda muayene olmayı kabul etmediği, 14/12/2018, 15/12/2018 ve 16/12/2018 tarihli raporlarda muayene olmayı kabul etmediği,ii. Hastanenin bila tarihli raporunda eski notu ile “sol tibia ön iç yüzeyinde 1x1 cm morluk, sol tibia ön iç yüzeyinde 3x1 cm morluklar, sol diz dış yüzünde 1x1 cm morluk, göğüs ön duvarında 2 cm yüzeyel abrazyon, sol tibia iç yüzeyinde 1x1 cm morluk, sol tibia iç yüzeyinde 2x1 cm morluk, sol bacak dış yüzeyinde 3x2 cm morluk, sağ bacak dış yüzeyinde 1x1 cm morluk, sol dirsek üzerinde 2 adet 1x1 cm morluk, sağ kol dış yüzünde 4x3 cm morluk, sol bilek iç yüzünde 2x1 cm morluk, sol bilek dış yüzünde 1x1 cm morluk” mevcut olduğu tespiti yapılmıştır. Başvurucu Gülnaz Bozkurt hakkında hastanece düzenlenen 10/12/2018 tarihli raporda muayene olmayı kabul etmeyip muayene odasına gelmediği, aynı gün düzenlenen ikinci raporda darp ve cebir izi bulunmadığı, 11/12/2018, 12/12/2018, 13/12/2018, 14/12/2018, 15/12/2018 ve 16/12/2018 tarihli raporlarda muayene olmayı kabul etmeyip muayene odasına gelmediği tespiti yapılmıştır. Başvurucu Mahmut Konuk hakkında hastanece düzenlenen 10/12/2018, 11/12/2018 ve 12/12/2018 tarihli raporlarda darp ve cebir izi bulunmadığı, 16/12/2018 tarihli raporda darp ve cebir izi gözlenmediği, sol kolda ağrı şikâyetinin mevcut olduğu, bila tarihli raporda sol kol dirsek ve boyunda ağrı tariflediği, haricen görünen şişlik ve morluk saptanmadığı, basit tıbbi müdahale ile giderilebileceği, hayati riski bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucu Mehmet Dersulu hakkında hastanece düzenlenen 10/12/2018 tarihli raporda muayeneyi kabul etmediği, aynı gün alınan ikinci raporda darp ve cebir izi mevcut olmadığı, sol bacakta ayakta önceden olduğunu beyan ettiği aksama bulunduğu; 11/12/2018, 12/12/2018, 13/12/2018 tarihli raporlarda muayene olmayı kabul etmeyip muayene odasına gelmediği, 13/12/2018 tarihinde düzenlenen ikinci raporda “sağ dizde 5x7 cm kızarıklık, sağ diz altında 5 cm uzunluğunda 2x4 cm kabuklanmış yara, sol ayak bileğinde şişlik (10 gün önceki bir yaralanmaya ait olduğunu ifade ettiği), sağ dirsek hizasında 2 cm altta 1x1 cm ekimoz, sağ dirsek iç yüzde 2 cm sıyrık, sol dirsek dış yüzde 3 cm sıyrık, sol dirsek iç yüzde 1 cm sıyrık, sağ el üzerinde el sırtını tamamen kaplayan kızarıklık” mevcut olduğu, basit tıbbi müdahale ile giderilebileceği, hayati risk bulunmadığı; 3/12/2018 tarihinde düzenlenen üçüncü raporda muayeneyi kabul etmediği; 14/12/2018, 15/12/2018 ve 16/12/2018 tarihli raporlarda muayene olmayı kabul etmediği; 17/12/2018 tarihli raporda darp ve cebir izi bulunmadığı tespiti yapılmıştır. Başvurucu Nazan Bozkurt hakkında hastanece düzenlenen 10/12/2018 tarihli raporda “sol omuz ve kürek kemiği üzerinde 15x7 cm genişliğinde kızarıklık” mevcut olduğu, aynı gün düzenlenen ikinci raporda muayene olmayı kabul etmediği, 11/12/2018, 12/12/2018, 13/12/2018 tarihli raporlarda muayene olmayı kabul etmeyip muayene odasına gelmediği, 13/12/2018 tarihinde düzenlenen ikinci raporda “ense sağ üst kısımda 2x4 cm kızarıklık, her iki kol üst ön kısımlarda elle tutmaya bağlı kızarıklıklar, her iki el bileği üzerinde kelepçeye bağlı kızarıklıklar” mevcut olduğu, basit tıbbi müdahale ile giderilebileceği, hayati riski bulunmadığı, yine aynı gün düzenlenen üçüncü raporda muayene olmayı kabul etmeyip muayene odasına gelmediği, 14/12/2018, 15/12/2018 ve 16/12/2018 tarihli raporlarda muayene olmayı kabul etmeyip muayene odasına gelmediği, bila tarihli raporda “sırtta ağrı, her iki bel bölgesinde kızarıklık, yüzeysel abrazyon, sırt üst kısmında ağrı, kızarıklık, göğüs ön bölgede ağrı, kızarıklık, sol bilek iç yüzünde 3 adet yüzeysel abrazyon (tırnak izi?), baş dönmesi” mevcut olduğu tespiti yapılmıştır. Başvurucu Özge Çırpan hakkında hastanece düzenlenen 10/12/2018, 11/12/2018, 12/12/2018 tarihli raporlarda muayene olmayı kabul etmeyip muayene odasına gelmediği, 12/12/2018 tarihinde düzenlenen ikinci raporda sol kürek kemiği üzerinde ağrı ve hassasiyet tariflettiği, darp ve cebir izi bulunmadığı, 13/12/2018 tarihli raporda darp ve cebir izi bulunmadığı, 13/12/2018 tarihinde düzenlenen ikinci ve üçüncü rapor ile 14/12/2018, 15/12/2018 ve 16/12/2018 tarihli raporlarda muayene olmayı kabul etmeyip muayene odasına gelmediği tespiti yapılmıştır. Başvurucu Sibel Balaç hakkında hastanece düzenlenen 10/12/2018 tarihli raporda “sağ ve sol el bileğinde sirküler olarak kızarıklık” mevcut olduğu, aynı gün düzenlenen ikinci raporda muayeneyi kabul etmediği, 11/12/2018, 12/12/2018, 13/12/2018 tarihli raporlarda muayene olmayı kabul etmeyip muayene odasına gelmediği, 17/12/2018 tarihli raporda eski notuyla “sağ dirsek dış yüzünde1x1 cm morluk, sağ el bileği dış yüzünde 1x1 cm morluk, sağ sırt orta alt kadranda 4x5 cm morluk” mevcut olduğu tespiti yapılmıştır. Ayrıca, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesince 16/12/2018 tarihinde düzenlenen epikriz formunda başvurucunun kolluk görevlilerinin beyanlarına göre gözaltında bulunduğu sekiz gün boyunca oral alımını ve tedaviyi reddetmesi nedeniyle acil servise getirildiği, açlık grevinin vücuda olası etkileri anlatılmasına rağmen tedaviyi kabul etmediği, acil serviste gözlem altına alındığı tespit edilmiştir. Başvurucular vekili tarafından 14/12/2018 tarihli dilekçe ile özet olarak başvurucuların 10/12/2018 tarihinde gözaltına alındıkları, 13/12/2018 tarihinde gözaltı süresinin uzatılması talebiyle Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edildikleri, duruşma sonrası Çevik Kuvvet ve TEM Şube Müdürlüğü görevlilerince darp edildikleri, gözaltında tutuldukları süre boyunca kötü muameleye maruz kaldıkları, gözaltı giriş muayenelerinin İstanbul Protokolü'ne aykırı olduğu, gözaltı giriş işlemi yapılırken avukat görüşme odasında darp edildikleri, başvurucu Özge Çırpan'ın idrarından kan geldiği hususunun günlük muayenesini gerçekleştiren hekim tarafından kayda geçirilmeyip tedavisinin yapılmadığı, başvurucuların üst araması sırasında taciz niteliğinde temas ve sözler ile hakaretlere maruz kaldıkları, vücutlarında kötü muameleyi gösterir morluk, kızarıklık ve çürümeler mevcut olduğu belirtilerek TEM Şube Müdürlüğü görevlileri hakkında suç ihbarında bulunulmuştur. Dilekçe ile gözaltının devam ettiği hususu belirtilerek başvurucuların Adli Tıp Kurumuna ya da tam teşekküllü hastaneye sevki ile başvurucuların başka bir nezarethaneye alınmaları da talep edilmiştir. Başvurucular vekili tarafından 4/1/2019 tarihli ek beyan dilekçesi ile özet olarak başvurucu Sibel Balaç'ın 18/12/2018 tarihinde tutuklandığı, diğer başvurucuların aynı tarihte serbest bırakıldığı, başvurucuların gözaltında, adliyeden çıkışında ve nezarethane giriş araması sırasında darp edilmeleri sonucu yaralanmalarına ilişkin olarak avukat görüşmesini takiben kendisiyle birlikte iki meslektaşı tarafından tutanak düzenlendiği, başvurucu Alev Şahin'in Düzce'de gözaltına alındıktan sonra getirildiği hastanede tuvalete gitmek istediğini söylediği için arkasından saldırılarak yere yatırıldığı ve üzerinde tepinildiği, adli raporların İstanbul Protokol'ü takip edilmeden düzenlenmesi sebebiyle usulüne uygun belgeleme yapılmadığı hususları belirtilmiştir. Dilekçe ile ayrıca TEM Şube Müdürlüğü görevlileri, Alev Şahin'i Düzce ilinden getiren kadın polis memurları, çevik kuvvet polisleri ve sağlık görevlilerinden şikâyetçi olunduğu ifade edilmiştir. Başvurucu Alev Şahin'in şikâyetçi olduğu hastanede meydana geldiği ileri sürülen olay yönünden Başsavcılık tarafından 9/1/2019 tarihinde ayırma kararı verilmiştir. Yine aynı tarihte ayrılarak yeni sıraya kaydedilen soruşturmada yetkisizlik kararı verilmiş, Düzce Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen evrakın 2019/859 soruşturma numarasına kaydı yapılmıştır. Başsavcılık tarafından 9/1/2019 tarihinde 2018/226116 numaralı soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “...Cumhuriyet Başsavcılığımızca Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne yazı yazılarak gözaltına alınan mağdurların gözaltında bulundukları süre içerisinde tanzim edilen doktor raporları, gözaltı kararları ve güvenlik kamera görüntüleri ile diğer belgelerin istenildiği, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından gönderilen 02/01/2019 tarihli cevabi yazıda, özellikle sol örgütlere yapılan operasyonlarda yakalanan şüphelilerin örgütsel tavır takınarak kolluk işlemleri (yakalama/üst arama, parmak izi, doktor raporu aldırılması, gözaltı süresi uzatımı vb) esnasında/sırasında direnç gösterdikleri, söz konusu işlemlerin yapılabilmesi için dirençlerini kırmak amacıyla yapılan ölçülü zor kullanmalarla ilgili işkence yapıldığı iddiasında bulundukları, bu mesnetsiz iddialarla Emniyet güçlerince gerçekleştirilen başarılı operasyonları sekteye uğratmaya, personelin görev azmini olumsuz etkilemeye ve görevli kolluk kuvvetlerinin açık kimliklerini deşifre ederek örgütün hedefi haline getirmeye çalıştıklarının bildirildiği, yazı ekinde tüm mağdurlara ait yakalama tutanakları, gözaltına alma kararları, arama kararları, doktor raporları ve zor kullanma tutanaklarının gönderildiği,2018 - 2018 tarihleri arasında gözaltında bulunan mağdurlara ait doktor raporları incelendiğinde, mağdurların genellikle muayene olmayı reddederek muayene odasına gelmediklerinin görüldüğü,Mağdur Mahmut KONUK'a ait doktor raporlarının incelenmesinde;2018 tarihli doktor raporu ile mağdurun basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte yaralandığının tespit edildiği, diğer doktor raporlarında ise vücudunda darp cebir izi bulunmadığının tutanak altına alındığı,Mağdur Özge ÇIRPAN'a ait doktor raporlarının incelenmesinde; mağdurun muayene olmayı reddettiğinin ve vücudunda darp cebir izine rastlanılmadığının tespit edildiği,Mağdur Gülnaz BOZKURT'a ait doktor raporlarının incelenmesinde;2018 tarihli doktor raporu ile mağdurun basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte yaralandığının tespit edildiği, diğer doktor raporlarında ise mağdurun muayene olmayı reddettiğinin tutanak altına alındığı,Mağdur Mehmet DERSULU'ya ait doktor raporlarının incelenmesinde;2018 tarihli doktor raporu ile mağdurun basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte yaralandığının tespit edildiği,diğer doktor raporlarında ise mağdurun muayene olmayı reddettiğinin tutanak altına alındığı,Mağdur Alev ŞAHİN'e ait doktor raporlarının incelenmesinde; 2018 ve2018 tarihli doktor raporları ile mağdurun basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte yaralandığının tespit edildiği (her iki elinde kelepçe izi mevcut olduğu yazılarak),diğer doktor raporlarında ise mağdurun muayene olmayı reddettiğinin ve vücudunda darp cebir izine rastlanılmadığının tutanak altına alındığı,Mağdur Deniz AYDIN'a ait doktor raporlarının incelenmesinde; 2018 tarihli doktor raporu ile mağdurun vücudunda kızarıklık ve morluklar tespit edildiği,2018 tarihli doktor raporu ile mağdurun basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte yaralandığının tespit edildiği, 2018 tarihli doktor raporu ile mağdurun vücudundan eski morluk ve kızarıklıkların tespit edildiği, diğer doktor raporlarında ise mağdurun muayene olmayı reddettiğinin tutanak altına alındığı,Mağdur Sibel BALAÇ'a ait doktor raporlarının incelenmesinde; 2018 tarihli doktor raporu ile mağdurun vücudunda kızarıklık ve morluklar tespit edildiği,2018 tarihli doktor raporu ile mağdurun vücudundan eski morluk ve kızarıklıkların tespit edildiği, diğer doktor raporlarında ise mağdurun muayene olmayı reddettiğinin tutanak altına alındığı,Mağdur Nazan BOZKURT'a ait doktor raporlarının incelenmesinde;2018 tarihli doktor raporu ile mağdurun basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte yaralandığının tespit edildiği, 2018 tarihli doktor raporu ile mağdurun vücudunda kızarıklıkların tespit edildiği, diğer doktor raporlarında ise mağdurun muayene olmayı reddettiğinin tutanak altına alındığı,13/12/2018 tarihli zor kullanma tutanakları ile Özge ÇIRPAN dışındaki diğer mağdurların gözaltı sürelerinin uzatımı için Sulh Ceza Hakimliğine çıkartıldıkları, duruşma sonrası slogan atarak duruşma salonu içerisinde birbirlerine kenetlenmek suretiyle salondan çıkmak istememeleri üzerine kademeli olarak ellerinden, vücutlarının çeşitli yerlerinden tutulmak suretiyle duruşma salonu içerisinden çıkartılarak ekip aracına bindirildiklerinin tespit edildiği,Mağdurlardan Nazan BOZKURT hakkında 10/12/2018 (2 kez), 13/12/2018 (3 kez) tarihlerinde olmak üzere toplam 5 kez zor kullanma tutanağı tanzim edildiği, mağdurlardan Sibel BALAÇ, Deniz AYDIN, Alev ŞAHİN ve Mehmet DERSULU hakkında 10/12/2018 (2 kez), 13/12/2018 (2 kez) tarihlerinde olmak üzere toplam 4 kez zor kullanma tutanağı tanzim edildiği, mağdurlardan Gülnaz BOZKURT ve Mahmut KONUK hakkında 13/12/2018 tarihinde 1 kez zor kullanma tutanağı tanzim edildiği, mağdurlardan Özge ÇIRPAN hakkında ise herhangi bir zor kullanma tutanağı tanzim edilmediği,2559 sayılı yasanın Maddesinde polisin görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanma yetkisinin bulunduğunun belirtildiği, olayda Cumhuriyet Başsavcılığımızın soruşturması kapsamında gözaltına alınan mağdurların araca binmemek için, araçtan inmemek için ve diğer adli işlemleri yaptırmamak için direnmesi olayında polisin orantılı zor kullanmasında herhangi bir suç unsurunun tespit edilemediği, yukarıda belirtilen adli raporlarda da mağdurlara işkence ve kötü muamelede bulunulduğuna dair herhangi bir bulgu ya da tespit yapılamadığı, rapor içeriklerinin zor kullanma tutanakları içerikleri uyumlu olduğu anlaşıldığından şüpheli görevliler hakkında soyut iddialardan başka yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilemediğinden KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA,...” Düzce Cumhuriyet Başsavcılığınca 2019/859 numaralı soruşturmada 7/3/2019 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Karar gerekçesinde başvurucu Alev Şahin'in adli muayene raporunda herhangi bir darp ve cebir izine rastlanılamadığının belirtildiği, soruşturma dosyasındaki tutanaklar, nezarethane görüntüleri ve soruşturma dosyasında şüphelilerin üzerilerine atılı suçu işlediklerine dair haklarında kovuşturma yapılmasını gerektirecek yeterlilikte ve nitelikte delil bulunmadığından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği ifade edilmiştir. Başvurucular tarafından şüpheli kolluk görevlileri hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara adli raporların İstanbul Protokolü'ne uygunluğunun incelenmediği, başvurucuların tam teşekküllü hastane ya da Adli Tıp Kurumuna sevkinin gerçekleştirilmediği, kamera kayıtlarının incelenmediği belirtilerek 31/1/2019 tarihinde itiraz edilmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 27/3/2019 tarihinde itirazın reddine karar verilmiştir. Karar, başvurucular vekiline 29/4/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular hakkında Başsavcılık tarafından 2018/32892 numaralı soruşturma kapsamında düzenlenen 18/4/2019 tarihli iddianame ile başvurucular ve diğer sekiz şüphelinin silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması talebiyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 2019/293 esas sırasına kayden görülen kamu davası açılmış olup yargılama devam etmektedir. Başvurucular 29/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Zor ve silah kullanmaMadde 16 - Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir. Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir. İkinci fıkrada yer alan; a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü, b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını, ifade eder. Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir. Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.…” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun ve maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılmasıMadde 256- (1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.Kasten yaralamaMadde 86 - … (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;...d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,...İşlenmesi hâlinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:"Madde 3 - İşkence yasağıHiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerin Sözleşme'yle yasaklandığını belirtmiştir. AİHM, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğine ilişkin içtihatlarını da hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007, §§ 35, 37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88, 90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30). AİHM, sağlıklı olarak gözaltına alınan bir kişinin serbest bırakıldığı sırada yaralanmış olması hâlinde bu yaralanmanın nasıl oluştuğu konusunda geçerli bir açıklama getirmenin devletin yükümlülüğünde olduğunu belirtmiştir (Selmouni/Fransa, § 87). AİHM aynı prensibin özgürlüklerinden yoksun olan ve ceza infaz kurumu yönetiminin kontrol ve sorumluluğunda bulunan ceza infaz kurumunda tutulan kişiler için de uygulanacağını belirtmektedir. AİHM'e göre ceza infaz kurumundaki bir kişi üzerinde fiziksel güce başvurulması -bu kişinin kendi eylemi kesinlikle gerekli kılmadığı sürece- insan onuruna zarar verir ve prensip olarak Sözleşme'nin maddesini ihlal eder (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 54). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20125 | Başvuru, gözaltında kolluk görevlilerince darba maruz kalma ve bu olaya ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucuların adli yardım talebi kabul edilmiş, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin ise Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine açılan kadastro tespitine itiraz davası 13/5/2014 tarihinde yerel Mahkeme tarafından karara bağlanmış ve taraflarca temyiz edilmeyerek kesinleşen söz konusu karar, 5/8/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16054 | Başvuru, makul sürede yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun, eşine hitaben yazdığı, gündelik hayata ilişkin ifadeler içeren mektubun bir paragrafında yer alan ve başvurucunun rüyasını anlattığı kısım, Kurum Disiplin Kurulunca sakıncalı olduğu gerekçesiyle çizilerek mektup muhatabına gönderilmiştir. Kararın gerekçesinde, rüya gibi farklı yöntemlerin başvurucunun suç grubunda örgütsel iletişim amacıyla kullanıldığından bahsedilmiş ve mevzuat hükümlerine yer verilmiştir. Başvurucu; mektupta anlattığı rüyasında ceza infaz kurumundan tahliye olup evine giderken bir fabrikada iş bulduğunu gördüğünü ve bunu ailesiyle paylaştığını, bu kısmın çizilerek mektubun gönderilmesinin hukuka aykırı olduğunu belirterek İnfaz Hâkimliğine şikâyette bulunmuştur. Hâkimlik, kararın usule ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle şikâyetin reddine karar vermiştir. Söz konusu karara yapılan itiraz, ağır ceza mahkemesince reddedilmiş ve hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 20/3/2019 tarihinde öğrendikten sonra 8/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12210 | Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/7/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca diğer iddialar yönünden kabul edilemezlik kararı verilerek başvurunun tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılmasına ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından FETÖ/PDY'ye ilişkin olarak başlatılan bir soruşturma kapsamında başvurucu hakkında Antalya Sulh Ceza Hâkimliğince 2/6/2018 tarihinde yakalama emri çıkartılmıştır. Başvurucu bu karar üzerine 3/3/2020 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmış ve Başsavcılık tarafından ifadesi alınarak 10/3/2020 tarihinde terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle sulh ceza hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu, Antalya Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgunun ardından 10/3/2020 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Başvurucunun tutuklama kararına süresi içinde yaptığı 13/3/2020 ve 16/3/2020 tarihli itirazlar, Antalya Sulh Ceza Hâkimliğince dosya üzerinden incelenerek 17/3/2020 ve 19/3/2020 tarihli kararlar ile kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucunun tutuklama kararına süresinden sonra yaptığı 31/3/2020 tarihli itiraz Antalya Sulh Ceza Hâkimliğince, 20/4/2020 tarihli itiraz ise Antalya Sulh Ceza Hâkimliğince tahliye talebi dosya üzerinden incelenerek 2/4/2020 ve 22/4/2020 tarihli kararlar ile reddedilmiştir. Başvurucunun 22/4/2020 tarihli karara yaptığı itirazın da Antalya Sulh Ceza Hâkimliğince dosya üzerinden incelenerek 7/5/2020 tarihli karar ile kesin olarak reddedildiği anlaşılmaktadır. Soruşturma evresinde başvurucunun tutukluluk durumu Antalya Sulh Ceza Hâkimliğince 9/4/2020 tarihinde, Antalya Sulh Ceza Hâkimliğince 8/5/2020 tarihinde başvurucunun 30/4/2020 ve 4/5/2020 tarihli tahliye talepleri ile birlikte, Antalya Sulh Ceza Hâkimliğince 2/6/2020 tarihinde başvurucunun 29/5/2020 tarihli tahliye talebi ile birlikte dosya üzerinden incelenmiş ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun 9/4/2020 tarihli karara yaptığı 15/4/2020 tarihli itiraz Antalya Sulh Ceza Hâkimliğince 17/4/2020 tarihinde, 8/5/2020 tarihli karara yaptığı 27/5/2020 tarihli itiraz ise Antalya Sulh Ceza Hâkimliğince 4/6/2020 tarihinde dosya üzerinden incelenerek kesin olarak reddedilmiştir. Başsavcılık tarafından 29/5/2020 tarihli iddianameyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle Antalya Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır. İddianame 8/6/2020 tarihinde Mahkeme tarafından kabul edilerek E.2020/82 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme aynı tarihte yaptığı tensip incelemesiyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkeme daha önce alınan karar uyarınca tutukluluk durumunu 7/7/2020 tarihinde başvurucunun 3/7/2020 tarihli tahliye talepleri ile birlikte dosya üzerinden incelemiş ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz da Antalya Ağır Ceza Mahkemesince 22/7/2020 tarihinde dosya üzerinden incelenerek reddedilmiştir. Başvurucu 28/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, Mahkeme önüne çıktığı ve müdafiinin de hazır bulunduğu 29/9/2020 tarihli ilk oturumda atılı suça ilişkin savunmaları ile tutukluluk hâline dair beyanlarını sözlü olarak dile getirme imkânına sahip olmuş; oturum sonunda ise başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Mahkeme 8/10/2020 tarihli oturumda başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tahliyesine karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir. A. Kanun Hükümleri 4/12/2012 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. (2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir.(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan, kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler" 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na eklenen geçici madde şöyledir:"Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç yıl süreyle; 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar veya örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından:...c) Tutukluluğa itiraz ve tahliye talepleri dosya üzerinden karara bağlanabilir. Tahliye talepleri en geç otuzar günlük sürelerle tutukluluğun incelenmesi ile birlikte dosya üzerinden karara bağlanabilir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 108 inci maddesi uyarınca yapılan tutukluluğun incelenmesi en geç, otuzar günlük sürelerle dosya üzerinden, doksanar günlük sürelerle kişi veya müdafi dinlenilmek suretiyle resen yapılır.” 25/3/2020 tarihli ve 7226 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir:"(1) Covid-19 salgın hastalığının ülkemizde görülmüş olması sebebiyle yargı alanındaki hak kayıplarının önlenmesi amacıyla;a) Dava açma, icra takibi başlatma, başvuru, şikâyet, itiraz, ihtar, bildirim, ibraz ve zamanaşımı süreleri, hak düşürücü süreler ve zorunlu idari başvuru süreleri de dâhil olmak üzere bir hakkın doğumu, kullanımı veya sona ermesine ilişkin tüm süreler; 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile usul hükmü içeren diğer kanunlarda taraflar bakımından belirlenen süreler ve bu kapsamda hâkim tarafından tayin edilen süreler ile arabuluculuk ve uzlaştırma kurumlarındaki süreler 13/3/2020 (bu tarih dâhil) tarihinden,b) 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu ile takip hukukuna ilişkin diğer kanunlarda belirlenen süreler ve bu kapsamda hâkim veya icra ve iflas daireleri tarafından tayin edilen süreler; nafaka alacaklarına ilişkin icra takipleri hariç olmak üzere tüm icra ve iflas takipleri, taraf ve takip işlemleri, yeni icra ve iflas takip taleplerinin alınması, ihtiyati haciz kararlarının icra ve infazına ilişkin işlemler 22/3/2020 (bu tarih dâhil) tarihinden, itibaren 30/4/2020 (bu tarih dâhil) tarihine kadar durur. Bu süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden itibaren işlemeye başlar. Durma süresinin başladığı tarih itibarıyla, bitimine on beş gün ve daha az kalmış olan süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden başlamak üzere on beş gün uzamış sayılır. Salgının devam etmesi halinde Cumhurbaşkanı durma süresini altı ayı geçmemek üzere bir kez uzatabilir ve bu döneme ilişkin kapsamı daraltabilir. Bu kararlar Resmî Gazete’de yayımlanır. (2) Aşağıdaki süreler bu maddenin kapsamı dışındadır:a) Suç ve ceza, kabahat ve idari yaptırım ile disiplin hapsi ve tazyik hapsi için kanunlarda düzenlenen zamanaşımı süreleri.b) 5271 sayılı Kanunda düzenlenen koruma tedbirlerine ilişkin süreler.c) 6100 sayılı Kanunda düzenlenen ihtiyati tedbiri tamamlayan işlemlere ilişkin süreler. (3) 2004 sayılı Kanun ile takip hukukuna ilişkin diğer kanunlar kapsamında;a) İcra ve iflas daireleri tarafından mal veya haklara ilişkin olarak ilan edilmiş olan satış gününün durma süresi içinde kalması halinde, bu mal veya haklar için durma süresinden sonra yeni bir talep aranmaksızın icra ve iflas dairelerince satış günü verilir. Bu durumda satış ilanı sadece elektronik ortamda yapılır ve ilan için ücret alınmaz,b) Durma süresi içinde rızaen yapılan ödemeler kabul edilir ve taraflardan biri, diğer tarafın lehine olan işlemlerin yapılmasını talep edebilir,c) Konkordato mühletinin alacaklı ve borçlu bakımından sonuçları, durma süresince devam eder,ç) İcra ve iflas hizmetlerinin aksamaması için gerekli olan diğer tedbirler alınır. (4) Durma süresince duruşmaların ve müzakerelerin ertelenmesi de dâhil olmak üzere alınması gereken diğer tüm tedbirler ile buna ilişkin usul ve esasları;a) Yargıtay ve Danıştay bakımından ilgili Başkanlar Kurulu,b) İlk derece adli ve idari yargı mercileri ile bölge adliye ve bölge idare mahkemeleri bakımından Hâkimler ve Savcılar Kurulu,c) Adalet hizmetleri bakımından Adalet Bakanlığı,belirler." B. Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 5/7/2018 tarihli ve E.2017/7338, K.2018/7621 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “...5271 sayılı CMK'nın koruma tedbirlerine dayalı tazminat isteme koşullarını düzenleyen 142/1 maddesinde, karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabileceği belirtilmekle birlikte, bazı hallerde tazminat talebinin dayanağı olan ceza dava dosyası ya da soruşturma dosyasında esas hakkında bir karar verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi gerekmez.Keza, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup, kişinin yasadaki bu süre içinde hakim önüne çıkarılıp, çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi bu konudaki talepler hakkında karar verilmesi için davanın esası hakkında karar verilmesine de gerek bulunmamaktadır.Yine aynı şekilde, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, ya da hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesini veya verilen hükmün kesinleşmesini beklemeye gerek bulunmamaktadır.Zira bu talepler, asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talepler değildir...” Yargıtay Ceza Dairesinin 14/12/2015 tarihli ve E.2014/19906, K.2015/19237 sayılı ile aynı Dairenin 5/5/2014 tarihli ve E.2014/3087, K.2014/10836 sayılı kararlarında da aynı görüş açıklanmıştır. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/29513 | Başvuru, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, sosyal medyada üstler hakkında yapılan yorum nedeniyle kınama cezası verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte polis memurudur. Başvurucu, Facebook isimli sosyal paylaşım sitesinde bazı polis memurları tarafından oluşturulan bir sayfada yer alan "Emniyet-Sen Başkanı'na Mobbing" başlıklı konuya yorum yapmıştır. Başvurucunun anılan konuya yaptığı yorum şöyledir: "...eyyyy rütbeli zevat Size de Ölüm Var Bize de... Bunun hesabını orada Allah zaten soracak burada da Emniyet-Sen ...". Başvurucu hakkında, sosyal paylaşım sitesinde sarf ettiği sözler nedeniyle disiplin soruşturması açılmıştır. Başvurucu, Ankara Valiliği Emniyet Müdürlüğü İl Polis Disiplin Kurulu Başkanlığınca (İdare) 19/3/2014 tarihinde kınama cezası ile cezalandırılmıştır. İdarenin gerekçesi şöyledir: "Polis memuru Hulusi Özkan ifadesinde her ne kadar yaptığı yorumu bilinçsizce yaptığını ve yaptığı yorumdan pişmanlık duyduğunu beyan etmiş olsa da Emniyet Teşkilatı mensuplarına yakışmayan ve Polis Meslek disiplini ve etiği ile bağdaşmayan yorumlar yaptığı ve her türlü istismara açık olan bu sayfalarda yorum yapması ve paylaşması hakkında isnat edilen 'Görev dışında yasaklanan tutum ve davranışlarda bulunmak" suçunu işlediği, alınan beyanlar ve dosya içerisindeki diğer deliller muvacehesinde anlaşılmakla eylemine uyan Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğünün 4/ maddesi gereğince kınama cezası ile tecziyesine, daha önceden almış olduğu disiplin cezalarının olması nedeniyle tüzüğün maddesinin tatbikine yer olmadığına karar verilmiştir." Başvurucu, idari işlemin iptali talebiyle dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 7/11/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme kararının gerekçesi şöyledir:"Dava dosyasının incelenmesinden; polis memuru olan davacının, Facebook isimli sosyal paylaşım sitesinde "Emniyet-Sen Başkanı'na Mobbing" başlıklı konuya yaptığı yorum dolayısıyla hakkında disiplin soruşturması başlatıldığı, bu kapsamda, davacıdan alınan savunma ve ifadelerde söz konusu yorumu kendisinin yazdığı ve yazı içeriğinde '....eyyyy rütbeli zevat Size de Ölüm Var Bize de .... bunun hesabını orada Allah zaten soracak burada da Emniyet-Sen ....' şeklinde ifadelere yer verildiğinin görüldüğü, bu itibarla, söz konusu yorumların polislik mesleğinin etiği ile bağdaşmadığı da göz önünde bulundurulduğunda, disiplin cezasına dayanak eylemi gerçekleştirdiği sabit olan davacının,Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün 4/1 maddesi uyarınca 'kınama cezası' ile tecziyesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir." İtiraz üzerine karar (kapatılan) Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulunca 4/3/2015 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi 6/10/2015 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 5/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 7/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun yorum yaptığı "Emniyet-Sen Başkanı'na Mobbing" başlıklı konunun içeriğine dair bir bilgiye, İdare tarafından verilen disiplin cezası kararında ve derece mahkemelerinin gerekçeli kararlarında yer verilmediği gibi bireysel başvuru formu ve eki belgelerde de rastlanılamamıştır. A. Ulusal Hukuk 24/4/1979 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan Emniyet Teşkilatı Disiplin Tüzüğü'nün (Tüzük) "Kınama" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Görev sırasında veya dışında yasaklanan tutum ve davranışlarda bulunmak"B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk kuralları için bkz. Adem Talas [GK], B. No: 2014/12143, 16/11/2017, §§ 21- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), polis memurlarının ifade özgürlüğüne yönelik bir kararında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin devletin egemenliği altındaki diğer bireylere uygulandığı gibi bu kişilere de uygulanacağını özellikle vurgulamaktadır (Rekvényi/Macaristan [BD], B. No: 25390/94, 20/5/1999, § 43). Bununla birlikte AİHM demokratik bir toplumda gerekliliği tartışılmaz olan durumlarda ordu, emniyet veya diğer bazı alanlarda siyasi ve toplumsal faaliyetlere sınırlamalar getirilmesinin mümkün olduğunu gözetmektedir (İsmail Sezer/Türkiye, B. No: 36807/07, 24/3/2015, § 52; Vogt/Almanya [BD], B. No: 17851/91, 26/9/1995, §§ 51-53). AİHM; komutanına mektup yazarak ordu hakkında ağır eleştiri ve isnatlarda bulunan bir askerin cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği yönünde değerlendirme yaptığı bir kararında, silah altındakilerin askerî disiplini zayıflatmalarını önlemek amacıyla düzenlenmiş hukuk kuralları bulunmadan bir ordunun gereği gibi görev yapabileceğini düşünmek mümkün olmadığı için askerî disipline karşı gerçek bir tehdidin bulunması hâlinde ifade özgürlüğüne kısıtlamalar getirilebileceğini belirtmektedir (Grigoriades/Yunanistan [BD], B. No: 24348/94, 25/11/1997, § 45). Dolayısıyla silahlı kuvvetlerin iç düzeni ve hiyerarşik yapısını düzenleyen özel kuralların varlığının kaçınılmaz bir durum olduğu AİHM tarafından da kabul edilmektedir (A./Türkiye, B. No: 29986/96, 22/12/2005, § 21; Pulatlı/Türkiye, B. No: 38665/07, 26/4/2011, § 20). Ancak AİHM, ifadeler bir kurum olarak silahlı kuvvetlerin kendisine yöneltilmiş olsa bile ulusal makamların ifade özgürlüğünün içini boşaltmak amacıyla bu tür kısıtlayıcı kurallara dayanamayacağını da eklemektedir (Grigoruades/Yunanistan, § 45). | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18638 | Başvuru, sosyal medyada üstler hakkında yapılan yorum nedeniyle kınama cezası verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; terör olayı nedeniyle uğranılan zararın tazmin edilmesi talebiyle açılan tam yargı davasında uyuşmazlığın esasına ilişkin iddialar karşılanmadan karar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, İstanbul'da bulunan Motorlu Piyade Alay Komutanlığı emrinde astsubay üstçavuş rütbesi ile elektrik ve güç kaynakları teknisyeni olarak görev yapmaktayken 12/5/2016 tarihinde idarece sağlanan servis aracı ile mesai saati bitiminde evine dönerken yol kenarında bulunan sivil aracın terör saldırısıyla patlatılması sonucunda yaralanmıştır. Başvurucu; Özel Via Sancaktepe Hastanesinden yüzeysel kafa yaralanması, boyun yüzeysel yaralanmaları, yüzeysel saçlı deri yaralanması tanısı ile 13/5/2016 tarihinde yirmi gün istirahat raporu almıştır. Ayrıca Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 8/8/2016 tarihli sağlık kurulu raporu ile "Her iki kulakta serös otitis media saptandığı, sağ kulağında işitme kaybının bulunduğu, psikiyatrik açıdan ise üç ay önce patlama sonrası kaygı semptomları olmuş; kısmi olarak devam ediyor, travma polikliniği olan psikososyal kliniklerde takibi önerilir." tespitlerinin yapıldığı görülmüştür. Başvurucu, yaralanma olayında idarenin kusur ve sorumluluğunun bulunduğunu beyan ederek uğradığı maddi ve manevi zararların karşılanması için 19/4/2017 tarihinde İçişleri Bakanlığı ve Milli Savunma Bakanlığına başvuruda bulunmuştur. Belirtilen idarelere yapılan başvuru cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucu tarafından yaralanma olayının meydana gelmesinde idarenin kusursuz sorumluluğunun ve hizmet kusurunun bulunduğu ileri sürülerek 000 TL manevi ve 000 TL maddi tazminatın ödenmesine karar verilmesi istemiyle İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde olayda meydana gelen zararın gerek hizmet kusuru gerekse idarenin kusursuz sorumluluk ilkeleri uyarınca tazmin edilebilir nitelikte olduğunu iddia etmiştir. Mahkeme 18/9/2018 tarihli kararlarıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde başvurucuya 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun kapsamında 657,-TL nakdi tazminat ödendiğini, tüm tedavi giderlerinin karşılandığını ve maddi olarak zarara uğradığına ilişkin herhangi bir bilgi ve belgenin dosyaya sunulmadığını belirtmiştir. Mahkeme manevi tazminat talebine ilişkin olarak ise başvurucunun basit tıbbi müdahale ile giderilebilir mahiyette yüzeysel yaralanmalarının bulunduğunu ancak fiziki yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalmasına neden olan bir neticenin söz konusu olmadığını, olay nedeniyle ağır bir elem veya üzüntünün oluşmadığını, şeref veya haysiyetinin rencide edilmediğini, psikiyatri raporu bakımından ise bu tarz olaylar ile her zaman karşılaşması ihtimalinin mesleğinin bir parçası olduğunu, mesleğinin belirtilen riskleri barındırdığını belirterek manevi zararının oluşmadığını vurgulamıştır. Başvurucu, karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dokuzuncu İdare Dava Dairesi (Daire) 15/1/2019 tarihinde verdiği kararla istinaf talebini kabul ederek Mahkeme kararını kaldırmış ve yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde Mahkemece davalı idarelerin sorumluluğuna ilişkin hukuki irdelemenin yapılmadığını, bir başka ifade ile meydana gelen olayda davalı idarelere atfedilecek bir hizmet kusuru bulunup bulunmadığının ya da kusursuz sorumluluk ilkesinin uygulanmasını gerekli kılacak hâllerin mevcut olup olmadığının değerlendirilmediğini vurgulamıştır. Daire bu yorumdan hareketle, karara gerekçe oluşturacak gerekli hukuki irdeleme yapılmaksızın ve idarelerin sorumluluk sebepleri ayrı ayrı değerlendirilmeksizin verilen kararda hukuki isabet bulunmadığı sonucuna varmıştır. Dairenin kararı kaldırması üzerine dosyayı yeniden ele alan Mahkeme 30/4/2019 tarihli kararıyla davayı tekrar reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Davacıya 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanuna göre 657,-TL nakdi tazminat ödendiği ve davacının çalıştığı dönemde özlük ve mali haklarında bir kaybının bulunmadığı, ayrıca davacının tüm tedavi giderlerinin karşılandığı ve davacı tarafından, 000 TL manevi ve 000 TL maddi olmak üzere toplam 000 TL tazminatın olayın meydana geldiği tarihten itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte tarafına ödenmesi talebiyle işbu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Maddi Tazminat Talebi Yönünden;Olayda; İdarelere atfı kabil bir hizmet kusurunun varlığından ve zarar ile idari eylem arasında bir nedensellik bulunmamakla birlikte; terör eyleminin Anayasal düzeni hedef alması, bütün toplumu ilgilendirilmesi ve zararın toplumsal nitelikli bir riskin gerçekleşmesi sonucu meydana gelmesi yanında, kişinin sadece toplum üyesi olması sebebiyle zarara uğradığı hususu dikkate alındığında davacının uğradığı zararın sosyal risk ilkesi gereğince tazmin edilmesi gerekmekte ise de söz konusu terör eylemi sonucunda davacıya 2330 sayılı Kanun kapsamında 657,88-TL nakdi ödemenin yapıldığı, davacının tüm tedavi giderlerinin karşılandığı, davacının maddi olarak zarara uğradığına ilişkin herhangi bir bilgi ve belgeyi dosyaya sunmadığı ve hali hazırda mesleğine de devam ettiği görüldüğünden, ortada somut olarak gerçekleşmiş maddi bir zararın varlığının davacı tarafından ortaya konulamaması nedeniyle maddi tazminat talebinin karşılanmasına olanak bulunmadığı sonucuna varılmıştır.Manevi Tazminat Talebi Yönünden;Manevi tazminat ise patrimuanda meydana gelen eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp manevi tatmin aracıdır. Manevi tazminata hükmedilebilmesi içinkişinin fiziki yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünü azalma sonucunu doğuran olayların meydana gelmesi ve idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylem sonucunda ağır bir elem veya üzüntünün duyulmuş olması veya şeref veya haysiyetinin rencide edilmiş bulunması gerekir. Manevi tazminata hükmedilirken ilgilinin sosyal ve ekonomik durumu dikkate alınarak olay nedeniyle duyduğu elem veya ızdırabın kısmen giderilmesi amaçlanmalı, idarenin hukuka aykırılığı açıkça ortaya konulmalı bu hukuka aykırılık ile zararlı sonuç arasında illiyet bağı kurulmalıdır.Dava konusu olayda, davacının basit tıbbi müdahale ile giderilebilir mahiyette yüzeysel yaralanmalarının bulunduğu ancak fiziki yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalmasına neden olan bir neticenin söz konusu olmadığı, davacının şeref veya haysiyetinin rencide edilmediği, öte yandan sunulan raporda görülen işitme kaybı ile meydana gelen olay arasında illiyet bağını açıklamaya yarar herhangi bir verinin dosyaya sunulamadığı görülmüş; psikiyatri raporu bakımından ise; davacının dava konusu olay ve benzerleri ile karşılaşması ihtimalinin mesleğinin bir parçası olduğu ve mesleğinin belirtilen riskleri bünyesinde barındırdığı, davacının da bu durumun bilincinde olarak görevini seçtiğinin kabulünün gerektiği sonucuna varılarak, davacının bir cismani zararın neticesi olmaksızın salt bu olay nedeni ile yaşadığı kısmi kaygı semptomlarından ötürü tazmini gereken herhangi bir manevi zararının oluşmadığı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır." Başvurucu tarafından karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Daire tarafından istinaf başvurusuna konu kararın hukuka ve usule uygun olduğu, kararın kaldırılmasını gerektirecek yasal bir sebep bulunmadığı tespitiyle 14/1/2020 tarihinde istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar verilmiştir. Nihai karar 17/1/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 17/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilemezliği konusunda oybirliği sağlanamadığı için kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/6821 | Başvuru, terör olayı nedeniyle uğranılan zararın tazmin edilmesi talebiyle açılan tam yargı davasında uyuşmazlığın esasına ilişkin iddialar karşılanmadan karar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Ayasofya Müzesi'nin namaz kılınması için yılda bir gün ibadete açılması yönündeki talebin reddedilmesi nedeniyle din ve vicdan hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun Ayasofya Müzesi'nin namaz kılınması için yılda bir gün ibadete açılması yönündeki talebi ilgili idare tarafından reddedilmiştir. Bu işleme karşı başvurucu Derneğin temsilcisi ve başkanı olan kişi tarafından Dernek adına açılan iptal davası Ankara İdare Mahkemesinin 30/4/2013 tarihli kararıyla idari işlemin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Danıştay Dairesi 31/3/2014 tarihli kararıyla ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Karar düzeltme başvurusu ise aynı Daire tarafından 2/6/2015 tarihli kararla reddedilmiş ve bu karar başvurucuya 28/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Din ve vicdan özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14747 | Başvuru, Ayasofya Müzesi nin namaz kılınması için yılda bir gün ibadete açılması yönündeki talebin reddedilmesi nedeniyle din ve vicdan hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı boşanma davası sonunda verilen kararın uzun süre sonra kesinleştirildiğini belirterek, anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 12/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 26/11/2013 tarihinde, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 25/10/1999 tarihinde İran uyruklu Rahim Pouladzadeh ile evlenmiştir. Başvurucu, 13/10/2000 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde boşanma davası açmıştır. Mahkemece, 21/5/2002 tarih ve E.2000/698, K.2002/345 sayılı ilamla, “tarafların evlendikten sonra bir araya gelmedikleri, gönül birliğinin oluşmadığı, nesli devam ettirme amaçlı olarak evlilik birliğinin yürütülmediği” gerekçesiyle başvurucu ile Rahim Pouladzadeh’in boşanmalarına karar verilmiştir. Anılan karar Mahkemece, Basın İlan Kurumunun 30/6/2012 tarih ve A067082 numaralı faturasından anlaşıldığı üzere 27/6/2012 tarihinde ilan yoluyla tebliğ edilmiş, ilan metnine, “7201 sayılı Kanun’un ilgili maddeleri gereğince iş bu karar özetinin tebliği, ilanın tebliğinden itibaren 7 gün sonra kararın tebliğ edilmiş sayılacağı, tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde kararın temyiz edilmemesi halinde mahkeme kararının adı geçen davalılar yönünden kesinleşeceği, karar özeti yerine geçerli olmak üzere ilanen tebliğ olunur” şeklinde yazı yazıldığı belirlenmiştir. Başvurucunun 5/4/2013 tarihli dilekçesi ile yaptığı talep üzerine, 8/4/2013 tarihinde karar kesinleştirilmiştir. Karar, 22/4/2013 tarihinde başvurucunun nüfus kaydına işlenmiştir. Başvurucu, kesinleşme tarihini 11/7/2013 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici maddesinin (2) numaralı fıkrası, 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26/9/2004 tarih ve 5236 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki hâliyle ve maddeleri. 11/2/1959 tarih ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun “İlanen tebligat” başlıklı maddesi şöyledir:“Adresi meçhul olanlara tebligat ilanen yapılır. Yukarıki maddeler mucibince tebligat yapılamıyan ve ikametgahı, meskeni veya iş yeri de bulunamıyan kimsenin adresi meçhul sayılır. Adresin meçhul olması halinde keyfiyet tebliğ memuru tarafından mahalle veya köy muhtarına şerh verdirilmek suretiyle tesbit edilir. (Değişik ikinci cümle: 19/3/2003-4829/9 md.) Bununla beraber tebliği çıkaran merci, muhatabın adresini resmî veya hususi müessese ve dairelerden gerekli gördüklerine sorar ve zabıta vasıtasıyla tahkik ve tespit ettirir. Yabancı memleketlerde oturanlara ilanen tebligat yapılmasını icabettiren ahvalde tebliği çıkaran merci, tebliğ olunacak evrak ile ilan suretlerini yabancı memlekette bulunan kimsenin malüm adresine ayrıca iadeli taahhütlü mektupla gönderir ve posta makbuzunu dosyasına koyar.” 7201 sayılı Kanun’un “İlanen tebligatta tebliğ tarihi” başlıklı maddesi şöyledir:“İlanen tebliğ, son ilan tarihinden itibaren yedi gün sonra yapılmış sayılır. İlanen tebliğe karar veren merci, icabına göre daha uzun bir müddet tayin edebilir. Ancak, bu süre 15 günü geçemez.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6047 | Başvurucu, Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı boşanma davası sonunda verilen kararın uzun süre sonra kesinleştirildiğini belirterek, anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru; yurt dışına çıkma yasağı şeklindeki adli kontrol tedbirine karar verilmesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.A. Bireysel Başvuruya Konu Süreç Başvurucu Azerbaycan, başvurucunun eşi (müteveffa), Türk uyruklu Alman vatandaşıdır. Bayburt Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) 31/1/2017 tarihinde posta yoluyla gönderilen mektup içeriklerinde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) ilişkin yargılamalarda görev alan hâkim ve savcılara yönelik tehdit içeren ifadelerin tespiti üzerine Başsavcılıkça soruşturma başlatılmıştır. Anılan soruşturma sırasında mektuplar üzerinde müteveffanın parmak izinin tespit edildiği iddiasıyla Başsavcılığın talebi üzerine Bayburt Sulh Ceza Hâkimliğince (Sulh Ceza Hâkimliği) 21/6/2017 tarihinde müteveffa hakkında tutuklamaya yönelik yakalama kararı çıkarılmıştır. 20/6/2017 tarihinde Türkiye'ye giriş yapmakta iken havalimanında yakalanarak gözaltına alınan müteveffa, 22/6/2017 tarihinde şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde mektupları kendisinin gönderdiğine ilişkin suçlamaları inkâr etmiş, hakkında aynı gün Sulh Ceza Hâkimliğince tutuklama kararı verilmiştir. Başsavcılıkça müteveffa hakkında, imzasız mektupla veya özel işaretlerle tehdit suçundan 5/1/2018 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. Kovuşturmayı yürüten Bayburt Asliye Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) 5/2/2018 tarihli duruşmada müteveffanın tahliyesine, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca imza başvurusu ve yurt dışına çıkmama şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Müteveffa, ailesiyle birlikte Almanya'da ikamet ettiğini, yurt dışı çıkış yasağı nedeniyle evine dönemediğini, bu durumun aile bütünlüğüne zarar verdiğini yargılama safahatında ileri sürmüştür. Ceza Mahkemesince 2/3/2018 ve 30/4/2018 tarihli duruşmalarda herhangi bir gerekçe gösterilmeksizin yurt dışı çıkış yasağına ilişkin adli kontrol tedbirinin devamına karar verilmiştir. Ceza Mahkemesi 28/6/2018 tarihinde müteveffanın beraatine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; karşılaştırmalı parmak izi incelemesi sonucunda mektuplarda bulunan izle başvurucudan alınan örnek arasında benzerlik tespit edilemediğine, atılı suçun müteveffa tarafından işlendiğinin sabit olmadığına işaret edilmiştir. Bununla birlikte yurt dışı çıkış yasağına ilişkin adli kontrol tedbirinin kararın kesinleşmesine kadar devam etmesine herhangi bir gerekçe gösterilmeksizin karar verilmiştir. Cumhuriyet savcısının istinafı üzerine Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire) ekspertiz raporları arasındaki çelişkinin giderilmediği gerekçesiyle anılan kararın bozulmasına 5/11/2018 tarihinde karar vermiştir. Bozma sonrasında müteveffa adli kontrol tedbirine itirazlarını devam ettirmiştir. Ceza Mahkemesi 21/2/2019, 11/4/2019, 13/6/2019, 11/7/2019 ve 24/10/2019 duruşmalarda herhangi bir gerekçe göstermeksizin "yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki adli kontrolün şu aşamada devamına" veyahut "sanığın adli kontrolün kaldırılması yönündeki talebinin reddine" şeklindeki ara kararlarıyla müteveffanın itirazlarının reddine karar vermiştir. Ceza Mahkemesi 24/9/2020 tarihli duruşmada dosya kapsamında delillerin henüz tamamlanmadığı, suç vasfı ve sanığın kaçma şüphesinin bulunduğu hususlarını gerekçe göstererek yurt dışı çıkış yasağına ilişkin adli kontrol tedbirinin kaldırılması talebinin reddine karar vermiştir. Müteveffanın anılan karara itirazı, Bayburt Ağır Ceza Mahkemesince (Ağır Ceza Mahkemesi) kararda usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle 1/10/2020 tarihinde reddedilmiştir. Müteveffa, nihai hükmü 7/10/2020 tarihinde öğrendikten sonra 12/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. Bireysel Başvuru Sonrası Süreç Müteveffanın 15/11/2021 tarihinde ölmesi nedeniyle Ceza Mahkemesince 7/12/2021 tarihinde davanın düşmesine karar verilmiş, 14/3/2022 tarihinde karar kesinleşmiştir. Müteveffanın eşi 24/11/2023 tarihli dilekçesiyle başvuruya devam edeceğini bildirmiş olup dosyaya başvurucu sıfatıyla eklenmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/38153 | Başvuru, yurt dışına çıkma yasağı şeklindeki adli kontrol tedbirine karar verilmesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, istinaf talebinin süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık başvuruya ilişkin olarak görüş bildirilmesine gerek görülmediğini belirtmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine Ankara İcra Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) açılandavada icra takibine konu senedin kambiyo senedi vasfını haiz olmadığı iddia edilerek takibin iptali talep edilmiştir. Mahkeme 15/11/2016 tarihli kararında davanın kabulü ile icra takibinin iptaline karar vermiştir. Mahkemenin kısa kararı ve gerekçeli kararında sadece hüküm sonucu tefhim edildiğinden karara karşı tebliğden itibaren on gün içinde istinaf yoluna başvurulabileceği belirtilmiştir. Mahkemenin gerekçeli kararı 15/12/2016 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 19/12/2016 tarihinde istinaf dilekçesini sunmuştur. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi (BAM) Hukuk Dairesi 24/2/2017 tarihli kararında, hükmün başvurucuya 15/11/2016 tarihinde tefhim edildiğini, istinaf talebinin 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 2/3/2005 tarihli ve 5311 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik maddesi gereğince tefhimden itibaren on günlük süre geçtikten sonra yapıldığını belirterek istinaf talebini reddetmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 9/5/2017 tarihli kararında, mahkeme kararının başvurucuya 15/11/2016 tarihinde tefhim edildiğini, istinaf dilekçesinin2004 sayılı Kanun'un maddesi gereğince on günlük süre geçtikten sonra sunulduğunu belirterek istinaf kararını onamıştır. Onama kararı 12/6/2017 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 19/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Nihal Uslukol, B. No: 2016/73086, 25/9/2019, §§ 16- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/27177 | Başvuru, istinaf talebinin süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 27/2/2008 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açtığı alacak davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 19/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 21/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 15/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 11/6/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 27/2/2008 tarihinde Kızıltepe Belediye Başkanlığı aleyhine Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açtığı davada, kanundan ve toplu iş sözleşmelerinden doğan alacaklarının ödenmesini talep etmiştir. Mahkeme, 24/12/2010 tarih ve E.2008/127, K.2010/1032 sayılı kararla; davanın kısmen kabulüne, ücret ve diğer işçilik alacaklarının davalıdan tahsiline karar vermiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/10/2013 tarih ve E.2011/39634, K.2013/27424 sayılı ilamıyla; toplu iş sözleşmelerinin ve başvurucuya ait sendika üyelik fişinin gönderilmesi için dava dosyasının yerel mahkemeye geri çevrilmesine karar verilmiştir. Eksik hususların tamamlanmasından sonra dosya Yargıtaya gönderilmiş olup, temyiz incelemesi halen devam etmektedir. Başvurucu, 19/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası ile maddesinin birinci fıkrası ve maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2228 | Başvurucu, 27/2/2008 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açtığı alacak davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, yedek subay adayı olarak alınan askerlik kararının uzun dönem er olarak tadil edilmesi işlemine karşı açılan davada verilen kararın “öngörülemez” nitelikte olması ve “bariz takdir hatası” içermesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 29/9/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 29/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 9/3/2016 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Dört yıllık fakülte mezunu olan başvurucu hakkında yedek subay aday adayı kararı alınmıştır. Başvurucuya, Millî Savunma Bakanlığının 8/10/2013 tarihli yazısına istinaden 2004 yılındaki sahtecilik suçundan ertelenmiş mahkûmiyetinin tespit edildiği belirtilerek yedek subay aday adayı olarak alınan askerlik kararının uzun dönem er olarak tadil edildiği bildirilmiştir. Başvurucu, belirtilen işlemin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM İkinci Dairesinin yürütmeyi durdurma talebini reddetmesi üzerine başvurucu, uzun dönem askerlik görevine başlamıştır. AYİM İkinci Dairesi, 16/4/2014 tarihli ve E.2013/1406, K.2014/817 sayılı kararı ile davayı esastan oyçokluğuyla reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Yukarıda belirtilen açıklamalar ve mevzuat hükümlerine göre davacının sahte özel evrak düzenleyip kullanmak suçundan almış olduğu 10 ay hapis cezasına ilişkin mahkumiyet kararının; 1076 sayılı Kanun'un 8 inci, Askeri Ceza Kanunu'nun 4551 sayılı Yasa ile değişik 30 ve 926 sayılı TSK Personel Kanunu'nun 50/d maddesi gereğince Türk Silahlı Kuvvetlerinde subaylıktan çıkarılmayı gerektirdiği, yedek subay ve dolayısıyla yedek subaylık hakkına sahip yükümlülerin yararlandığı altı aylık kısa dönem er olarak askerlik hizmetini yapmasına engel teşkil ettiği için, daha önce yedek subay aday adayı olarak alınan askerlik kararının 1111 sayılı Askerlik Kanunu'nun 5/1 nci maddesinde belirtilen süre kadar askerlik hizmeti yapmak üzere er olarak tadil edilme işleminin tüm unsurları ile hukuka ve mevzuata uygun olduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır.Her ne kadar davacı hakkında verilen mahkumiyet hükmünün ertelendiğini ve hüküm tarihinden bugüne kadar hiçbir suç işlememesi nedeniyle bu mahkumiyet hükmünün esasen vaki olmamış sayılması gerektiğini, bu durumda hakkında herhangi bir mahkumiyet hükmü bulunmadığından davacının askerlik kararının tadili işleminin hukuka aykırı olduğunu iddia etmiş ise de; davanın TCK'nın ilgili maddeleri gereğince işlemiş olduğu sahtecilik suçu TSK'dan çıkarmayı gerektiren bir suçtur. Mahkumiyetin ertelenmiş bulunması ya da mahkumiyetin esasen vaki olmamış sayılmasının dahi yedek subay olmaya engeldir. Burada "esasen vaki olmamış sayılmasına rağmen" cezanın sonuçlarının sürmesi değil, subay olma niteliklerinin davacıda bulunmaması söz konusudur. Yasa hükmünde belirtilen "Ertelenmiş, para cezasına veya tedbire çevrilmiş, affa uğramış olsalar bile" ifadesi ile esasen, subay olacak kişide aranan niteliklerin tavizsiz tespiti amaçlanmaktadır. 926 sayılı TSK Personel Kanunu'nun 50/d maddesinin açık hükmü karşısında, "sahtecilik" suçundan mahkum olan davacının subaylığa kabulü mümkün görülmediğinden davacının bu yöndeki iddialarına itibar edilmemiştir." Başsavcılığın düşüncesi ise kararda şu şekilde yer almıştır:"Davacının Ankara Asliye Ceza Mahkemesinin 6/4/2004 tarihli ve E.2003/399, K.2004/381 sayılı kararı ile sahte özel evrak düzenleyip kullanmak suçundan 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, bu cezasının 647 S.K.nun [13/7/1965 tarihli ve 647 sayılı mülga Cazaların İnfazı Hakkında Kanun] 6'ncı maddesi uyarınca ertelendiği; hakkında tesis edilen bu hükmün 2004 tarihinde kesinleştiği; davacının hüküm tarihinden itibaren beş yıllık deneme süresi içerisinde, 2009 tarihine kadar yeni bir suç işlemediği dikkate alındığında; 765 sayılı T.CK'nun 95/II nci maddesi tecil edilmiş mahkumiyeti esasen vaki sayılan davacının, yedek subay aday adayı olarak alınan askerlik kararının uzun dönem er olarak tadil edilerek askere bu statüde sevk edilme işlemine esas alınmasına hukuken olanak bulunmadığı, davacının yedek subay aday adayı olarak alınan askerlik kararının er olarak tadil edilmesi işleminin hukuka aykırı olduğu yönünde düşünce bildirilmiştir." Karar düzeltme istemi de yine aynı Dairenin 12/11/2014 tarihli ve E.2014/1438, K.2014/1582 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bu karar 2/12/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 16/6/1927 tarihli ve 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askeri Memurlar Kanunu’nun maddesi şöyledir:"Yedek subay adayı olarak askere sevkden evvel veya yedek subay yetiştirilmekte iken aşağıdaki engel hali olduğu anlaşılanlar askerlik hizmetini durumlarına göre er veya erbaş olarak tamamlarlar.a) Türk Silahlı Kuvvetlerinde subaylıktan çıkarmayı gerektiren bir suçtan mahküm olanlar,…" 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:"Aşağıda yazılı hallerde subay, astsubay, uzman jandarmalar ve özel kanunlarında bu cezanın uygulanacağı belirtilen asker kişiler hakkında, askeri mahkemeler veya adliye mahkemelerince asıl ceza ile birlikte, Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezası da verilir. Bu husus mahkeme hükmünde belirtilmemiş olsa dahi, Silahlı Kuvvetlerden çıkarmayı gerektirir.…B) Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçtan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından biriyle hükümlülük halinde.…" 1632 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezasının niteliği, hükümlünün Silahlı Kuvvetlerle ilişiğinin kesilmesidir. Bu ceza, ayrıca bir hükme gerek kalmaksızın;A) Askeri rütbe ve memuriyetlerin kaybedilmesi,B) Subay, astsubay, uzman jandarma ve Devlet memuru olarak tekrar Türk Silahlı Kuvvetlerine kabul edilmeme,Sonuçlarını doğurur." 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun maddesi şöyledir:"...d) Aşağıda belirtilen suçlardan hükümlü olma nedeniyle ayırma:Ertelenmiş, para cezasına veya tedbire çevrilmiş, affa uğramış olsalar bile, Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 131 inci maddesinin birinci fıkrasının az vahim hali hariç basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas, iftira gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı nitelikteki suçlardan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma suçlarından hükümlü olan subaylar hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır." 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 2/6/1941 tarihli ve 4055 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik maddesi şöyledir:"..II - Cürüm ile mahkûm olan kimse hüküm tarihinden itibaren beş sene içinde işlediği diğer hir cürümden dolayı evvelce verilen ceza cinsinden bir cezaya yahut hapis veya ağır hapis cezaslna mahkûm olmazsa, cezası tecil edilmiş olan mahkûmiyeti esasen vaki olmamış sayılır. Aksi takdirde her iki ceza ayrı ayrı tenfiz olunur." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19704 | Başvuru, yedek subay adayı olarak alınan askerlik kararının uzun dönem er olarak tadil edilmesi işlemine karşı açılan davada verilen kararın “öngörülemez” nitelikte olması ve “bariz takdir hatası” içermesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya cebren teşebbüs etmek suçundan 29/11/1980 tarihinde gözaltına alınmış; İstanbul 2 No.lu Sıkıyönetim Askerî Mahkemesince başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 18/6/2003 tarihli ilamıyla İlk Derece Mahkemesi kararı bozulmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesinin 15/12/2009 tarihli kararıyla başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 8/1/2013 tarihli kararıyla, zaman aşımı dolduğu gerekçesiyle dava hakkında düşme kararı verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/972 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuruların konu yönünden irtibatları nedeniyle 2019/2868 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin 2019/2868 numaralı başvuru üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan edilmiş ve olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinde devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin kamu görevinden çıkarılmaları öngörülmüştür. 667 sayılı KHK, 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır. B. Somut Başvurulara İlişkin Olay ve Olgular Başvurucular, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ile Kayapınar Belediyesine (Belediye) hizmet veren özel şirketlerde (Şirket) işçi olarak çalışmakta iken ilgili birimlerce başvurucuların terör örgütü ile iltisaklı olduklarının Belediyeye bildirilmesi üzerine Belediye iş akitlerinin feshedilmesini Şirketten istemiştir. Şirket, bu talep üzerine başvurucuların iş akdini feshetmiştir. Başvurucular, iş akitlerinin usulüne uygun olarak feshedilmediğini ve fesih için somut bir olguya dayanılmadığını belirterek işe iade istemiyle Şirket ve Belediye aleyhine dava açmıştır. Davalı Belediye cevap dilekçesinde; ilgili birimlerin yazıları ekinde davacının bilgilerinin de yer aldığı listede bulunan kişilerin terör örgütü yapılanması ile irtibatı ve iltisakı olduğu tespitine yer verildiğini, başvurucuların iş akitlerinin bu kapsamda ve 667 sayılı KHK'nın maddesi gereği feshedildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Davalı Şirket ise işe alım ve iş akdinin feshinin asıl işveren konumundaki Belediyenin tasarrufunda olduğunu belirtmiştir. Diyarbakır İş Mahkemeleri (Mahkeme) açılan davaların reddine karar vermiştir. Mahkeme kararlarında; başvurucuların PKK terör örgütü yapılanması ile irtibatlı ve iltisaklı oldukları gerekçesiyle 667 sayılı KHK'ya dayalı olarak iş akitlerinin feshedildiği aynı maddenin (2) numaralı fıkrası uyarınca da bu kişilerin bir daha kamu hizmetinde çalıştırılmasının mümkün olmadığı gerekçesine yer verilmiştir. Başvurucular, karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi , ve Hukuk Daireleri (Bölge Adliye Mahkemesi) başvurucuların istinaf istemlerini kesin olarak reddetmiştir. Kararda; şüphe feshi kavramı üzerine durulmuş ve ilgili birimin yazısı ile başvurucuların PKK/KCK terör örgütü yapılanmasıyla irtibatı olduğunun bildirilmesi nedeniyle mahkeme kararının hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesince ayrıca, asıl işverenin talebi üzerine alt işveren yönünden iş akdinin feshedilmesinin zorunlu hale geldiği de belirtilmiştir. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bakınız Berrin Baran Eker ([GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-35). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2868 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, mülke ulaşılamamasından kaynaklanan zararın tazmini için yapılan idari başvurunun süresinde görülmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular süresinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/37486 | Başvuru, mülke ulaşılamamasından kaynaklanan zararın tazmini için yapılan idari başvurunun süresinde görülmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; bir yer altı maden ocağında meydana gelen, birçok kişinin ölümü ve pek çok kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan facia çerçevesinde dile getirilen yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuların yaptığı 2021/6982 sayılı başvuru 25/2/2021 tarihinde, 2022/51719 sayılı başvuru ise 5/5/2022 tarihinde yapılmıştır. Komisyon 2022/51719 sayılı başvuruda başvurucu Özgür Çelik yönünden ayırma kararı vermiştir (Ayırma kararı sonrasında 2022/86293 sayılı sıraya kaydedilen başvuru 3/11/2022 tarihinde, mağdur sıfatı yönünden açıklama yükümlülüğünün yerine getirilmediği gerekçesiyle açıkça dayanaktan yoksun bulunmuştur.). Komisyon, başvuruların birleştirilmesine ve kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve ekleri ile Abdülkadir Yılmaz ve diğerleri (2) (B. No: 2016/13649, 29/1/2020) kararına ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar başvuruyu ilgilendirdiği ölçüde özetle şöyledir: Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) adına ruhsatlı olup S... A.Ş. (yüklenici Şirket) tarafından işletilen Manisa’nın Soma ilçesi Eynez Mahallesi Karanlıkdere mevkiindeki yer altı maden ocağında 13/5/2014 tarihinde saat 00 sıralarında meydana gelen faciada 301 kişi ölmüş, çok sayıda kişi de dumandan doğrudan etkilenerek yaralanmıştır (Son 50 yılda meydana gelen maden kazalarına bakıldığında dünyanın en büyük ikinci ölümcül faciası olan bu kaza, dünya tarihindeki en ölümcül kazadır; bkz. https://tr.euronews.com/2020/05/13/soma-dunyada-son-50-yilin-en-olumcul-2-maden-kazasi; erişim tarihi: 25/10/2022). Başvurucuların olayla bağlantısı ekli 2 sayılı listede belirtilmiştir. Yüklenici Şirketin bir önceki yönetim kurulu başkanı olan A.G. olaydan birkaç gün sonra yüklenici Şirketin Soma Maden İşletmeleri Genel Müdürü R., Eynez İşletme Müdürü A.Ç. ve Soma İnsan Kaynakları Müdürü ile birlikte konuyla ilgili bir basın açıklaması yapmıştır. Bu açıklama hakkındaki bazı haberlerde A.G.nin yüklenici Şirketin yönetim kurulu başkanı ve/veya maden sahibi olduğu ifade edilmiştir (bkz. https://www.trthaber.com/haber/gundem/maden-isletmesi-sahibi-alp-gurkan-aciklama-yapti-html. Erişim tarihi: 25/10/2022; https://www.haberturk.com/ekonomi/is-yasam/haber/948753-yasam-odasi-kapatilmisti-yenisi -yapiliyordu; erişim tarihi: 25/10/2022). Olaydan haberdar olması sonrasında Soma Cumhuriyet Başsavcılığı (Soma Başsavcılığı) konuyla ilgili olarak derhal bir ceza soruşturması başlatmıştır. Bazı siyasetçiler ile kamu görevlilerinin de olayda sorumluluğunun bulunduğu iddiasıyla sonradan kimi gerçek kişilerle tüzel kişilerin yaptığı suç duyuruları üzerine başlatılan soruşturmalar mevcut soruşturma ile birleştirilmiştir. Sonraki bir tarihte haklarında şikâyette bulunulan siyasetçilerle ilgili soruşturmayı tefrik eden Soma Başsavcılığı; Enerji ve Tabii Kaynakları Bakanlığı (Enerji Bakanlığı) ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB, Çalışma Bakanlığı) müfettişlerinin ve Çalışma Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü K.Ö.nün kamu görevlisi olması ve haklarında soruşturma yapılabilmesi için 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca yetkili mercilerce soruşturma izni verilmesi gerektiği gerekçesiyle bahse konu kişilerle ilgili soruşturmayı da mevcut soruşturmadan ayırmıştır.A. Genel Soruşturma Hükümlerine Göre Yürütülen Soruşturmayla İlgili Süreç Soma Başsavcılığınca Fezleke Düzenlenmesine Kadar Olan Süreç Soma Başsavcılığı ile çevredeki bazı Cumhuriyet başsavcılıkları vefat edenlerin cesetleri üzerinde ölü muayenesi ve/veya otopsi işlemleri (Üzerinde otopsi yapılan ceset sayısı on yedidir.) yapılması için gerekli adımları atmıştır. Kimliği tespit edilemeyen bazı müteveffadan ve bunların yakını olduğu düşülen kişilerden alınan biyolojik örnekler üzerinde moleküler genetik incelemeler yapılarak ölülerin kimliği saptanmıştır. Otopsi raporları ile üzerinde sadece ölü muayenesi yapılan cesetlerin tamamına yakınından alınan kan örneklerinde rastlanan karboksihemeglobin oranlarına göre ölümlerin sebebi CO (karbonmonoksit) zehirlenmesidir. Olayı çevreleyen koşulların ve olayın meydana gelmesinden sorumlu olanların tespiti için Soma Başsavcılığı, profesör unvanına sahip iki maden ve bir elektrik mühendisi ile A sınıfı bir iş güvenliği uzmanından bir bilirkişi heyeti oluşturmuştur. Bu heyet ile olaydan bir gün sonra olayın meydana geldiği yer altı maden ocağı incelenmek istenmiş ancak arama ve kurtarma çalışmalarının devam etmesi nedeniyle inceleme yapılamamıştır. 16/5/2014 tarihinde maden ocağına tekrar gidilmiştir. Bu kez kurtarma faaliyetlerini sürdüren maden ocağı yetkililerinden ve tahlisiye ekiplerinden bilgi alınmış, ocak gazlarının ölçüm kayıtlarının tutulduğu bilgisayar verilerine ulaşılmış, yer altı ocağına ait kroki ve haritalar elde edilmiştir. Tahlisiye ekipleri tarafından gerekli şartların sağlanması neticesinde soruşturmada görevli Cumhuriyet savcıları ile bilirkişi heyeti, kurtarma çalışmalarına katılmış bir maden mühendisi eşliğinde ocağın kulikar malzeme girişi olarak tabir edilen ocak ağzından maden ocağına girip ilk incelemeyi yapmıştır. Yapılan incelemede şu hususlar saptanmıştır:- Ocak girişinden sonraki 000 metrelik bölümdeki ana galeri yolunun jeolojik yapısı taştır. 000 metrede U2 olarak tabir edilen elektrik trafosu bulunmaktadır. 000 metreden sonra ocak içinde yangının ilk belirtisi olan kömür nakil bandı tamamen yanmıştır. Taşlarda yanmaya bağlı islenme mevcuttur. Tahta tahkimatların yanması üzerine taşlar yer yer tabana düşmüştür. Tabanda soğutma çalışmalarının belirtisi olarak su bulunmaktadır. Tabandaki su bazı yerlerde 30-40 cm derinliğine sahip küçük göletler oluşturmuştur. Elektrik kablolarının yüzeyleri, içindeki bakır kablo görünecek şekilde yanmıştır. Ocakta ilerledikçe sıcaklık artmaktadır. Biraz daha ilerlendiğinde kısmı göçükler görülmüştür. Bu göçüklerden ancak eğilerek geçilebilmiştir. Ana galeride yol üzerinde kullanılan tahta tahkimatlar yanıktır ve kısmen yenilenmiştir. Olayın meydana geldiği yer olduğu düşünülen ve ada olarak tabir edilen yerde soğutma çalışmaları devam etmektedir. Burada sıcaklık, çelik bağlar arasındaki tahta tahkimatlar soğumadığından iyice artmıştır. 400 metrede revire giden kısım tamamıyla göçmüştür. A ve H panolarına giden yol ise açıktır. Maden ocağı içinde devam etmek artık mümkün değildir. 17/5/2014 tarihli bilirkişi ön raporuna göre ilk aşamada olayın meydana gelmesinde kusurlu olanlar şunlardır: - Teknik nezaretçi- İşletme müdürü- Saha sahibi- Şirketin iş güvenliği başmühendisi- Şirketin yönetim kurulu başkanı- Vardiya amirleri Sulh ceza mahkemesinden alınan kararlara istinaden yüklenici Şirkete ait Soma’daki bina ile eklentilerinde arama yapılmış, bazı defterler ile birtakım yazılı ve dijital belgelere el konulmuştur. Başka defterler yanında gaz ölçüm, patlayıcı madde sarfiyat ve cihaz bakım defterleri bir Cumhuriyet savcısınca incelenmiştir. İncelemeye göre gaz ölçüm defterindeki bazı ölçüm sonuçları birbirine yakındır, bazı ölçüm sonuçları ise birbirini tekrar etmektedir. Patlayıcı madde sarfiyat defterinin bazı yerlerindeki imzayla ilgili kısımlar boş bırakılmıştır. Cihaz bakım defterindeki cihazların sıfırlanmasına, ölçümlenmesine ve takip edilmesine ilişkin kayıtlar özellikle 2014 yılı Mart ayından itibaren imzasızdır. Ayrıca 340 ana nefeslik hava çıkışına yerleştirilen 428 kodlu sıcaklık sensörüne ait verilere göre 1/2/2014-28/2/2014 tarihleri arasında 20,82 °C-21,15 °C arasında değişen sıcaklık 6/5/2014 tarihinden itibaren 32 °C’yi aşmış, 12/5/2014 tarihinde 45 °C’nin biraz üzerine çıkmış; olay günü saat 15’te 46,23 °C’ye, saat 10’da ise 46,58 °C’ye ulaşmıştır. Bilirkişi heyetinde görevli profesör unvanına sahip bir maden mühendisinin soruşturmada görevli bir Cumhuriyet savcısına verdiği bilgiye bakılırsa yer altındaki kömürün oksidasyonunun (kendiliğinden yanma) en önemli göstergesi CO konsantrasyonunun ve sıcaklığın artmasıdır. Bu nedenle maden işletmelerinde havanın nem değerine bağlı olarak kuru sıcaklık 30 °C’yi, yaş sıcaklık ise 25 °C’yi geçmemelidir. Olaydan yaralı olarak kurtulanların tespiti için çevredeki kamu ve özel sağlık kuruluşlarıyla yazışmalar yapılmış, bir kısım yaralı hakkında düzenlenen genel adli muayene raporları temin edilmiştir. Bazı yaralılar yönünden kesin adli rapor alınmıştır. Elde edilen güvenlik kameralarına ait kayıtlar Ankara Kriminal Polis Laboratuvarına inceletilmiştir. Çalışma Bakanlığı ile Enerji Bakanlığından olay tarihinden önceki iki yıl içinde olayın meydana geldiği madende yapılan denetimlere ait tüm bilgi ve belgeler istenmiştir. Maden ocağının gaz izleme odasında bulunan gaz sensörlerinin kayıtların tutulduğu bilgisayarlar ile madenin personel servisinde bulunan ve madende çalışan personelin giriş ve çıkış kayıtlarını tutan bilgisayarın imajları alınmıştır. Kurtarma ve tahlisiye çalışmalarının tamamlanmasından sonra olayın meydana geldiği maden, hava girişinin engellenmesi ve devam eden ocak yangınının durdurulabilmesi amacıyla her üç girişinden barajlanarak kapatılmıştır. Baraj arkasında bırakılan numune alma borularından düzenli aralıklarla ocak içi gaz ölçümleri alınmış, yangının devam edip etmediği takip edilmiştir. 23/6/2014 tarihinde Cumhuriyet savcıları ve bilirkişi heyeti, yüklenici Şirketin ve TKİ’nin yetkilileri ile bir toplantı yapıp ocağa giriş şartlarını değerlendirmiştir. Aynı gün yapılan keşifte mevcut yer altı üretimi nedeniyle yeryüzünde oluşan çökme ve kayma bölgeleri incelenip fotoğraflanmış, inceleme yapılan sahaların GPS ile koordinatları elde edilmiştir. Gaz oranlarının uygun değerlere ulaştığı değerlendirilince 16/7/2014 tarihinde, kapalı olan ocak giriş barajları tahlisiye ekipleri denetiminde yıkılmış ve havalandırma fanları çalıştırılarak kısmi hava akışı sağlanmıştır. Ocağa giren tahlisiye ekipleri gaz ölçümü yapmış ve yangının yeraltında devam ettiğini ancak ocağın bazı bölümlerine girilebileceğini tespit etmiştir. Temiz havanın olay yerine ulaşması sonucunda yangının artarak devam etme olasılığının yüksek olmasına, metan içeriğinde kontrol dışı artışlar yaşanabilecek olmasına, bu nedenle grizu patlama tehlikesinin artarak devam etmesine rağmen soruşturmada görevli bir Cumhuriyet savcısı ile bilirkişi heyeti, iş sağlığı ve güvenliği için gerekli takımı temin ederek soruşturma kapsamında alınan ifadelerde olayın çıkış noktası olarak beyan edilen ve göçük olduğu tahlisiye ekiplerince belirlenen bölgedeki durumu incelemek için ocağa girmiştir. 100 metrelik derinliğe kadar bölümde olayın sebebine ilişkin delil ve emaraye rastlanmamıştır. 500 metre derinlikte 4 No.lu insan nakil bandı ile 5 No.lu insan nakil bandını bağlayan nefesliğe (146,8 kodlu) girilmiştir. Bu bölgede alt kodda bulunan 3 numaralı kömür nakil bandının bulunduğu galeriye (144,0 kodlu) doğru göçüğün meydana geldiği görülmüştür. Jeolojik yapı olarak kömüre değil metamorfik kayaç olan marna rastlanmıştır. Elektrik kablolarının sağlam olduğu, tahkimata destek olarak kullanılan ahşap kamaların sadece üzerinde is bulunduğu, göçük alanı içinde domuz damlarının bulunduğu ve bu damların yanmadığı tespit edilmiştir. S panolarına giden temiz hava yolunda U3 trafosunun durduğu yol üzerinde yoğun bir şekilde duman bulunduğu gözlenmiş ve seyyar gaz ölçüm cihazlarıyla yapılan ölçümlerde CO oranı 518 PPM, metan (CH4) oranı %0,26, oksijen oranı ise %18,25 bulunmuştur. Ayrıca 340 nefeslik ana yol üzerinde tahkimatlar arasına konulan ahşap kamaların tamamen yandığı, A ve H panolarının bulunduğu bölge tarafından yoğun bir şekilde dumanın geldiği görülmüştür. Böylece kazanın başlangıç yeri olarak tahmin edilen bölgenin halen yanmakta olduğu, burada CO değerlerinin çok yüksek olduğu ve yoğun duman nedeniyle ocakta daha fazla ilerlemenin mümkün olmadığı saptanmıştır. Gerekli örnekler alındıktan sonra keşif sonlandırılmıştır (Bilirkişi heyetince gerek bu keşifte gerek daha önce yapılan keşiflerde tespit edilen diğer hususlar, bilirkişi raporunun kusur değerlendirmesiyle ilgili kısmında yer almaktadır; bkz. § 25). Sıcaklık ölçüm cihazı ile seyyar gaz ölçüm cihazları, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) Ulusal Metroloji Enstitüsü Gaz Metrolojisi Laboratuvarına (Gaz Laboratuvarı), CO maskeleri ise TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezine inceletilmiştir. Seyyar gaz ölçüm cihazları ile gaz maskeleri yönünden yapılan incelemeler nedeniyle düzenlenen raporlara göre; i. .. S.. marka on iki seyyar gaz ölçüm cihazından ancak dokuzundan veri alınabilmiştir. Bu cihazların 10-15 Mayıs 2014 tarihleri arasında kaydettiği veriler incelenmiş ve CO miktarının yasal limitleri aştığı toplam otuz bir ölçüm aralığı tespit edilmiştir. Aşımların bazıları kısa sürse de bazıları saatlerce sürmüştür. Bazı aşımların yasal limitlerin çok üzerine çıktığı saptanmıştır. Cihazların kalibrasyon ölçümleri yapılmış ve 11033FH-049 seri numaralı cihazın oksijen sensörünün hata verdiği, bazı cihazların kuru hava ile kalibrasyonu sırasında sıfır göstermesi gereken CO, H2S (hidrojen sülfür) ve CH4 (metan) değerinin sıfırdan daha küçük gösterdiği belirlenmiştir. On iki cihazın tamamının O2 ölçümlerinin kalibrasyon gaz değerinin sınırları içinde olduğu görülmüştür. Üç cihazın CO ölçüm sonuçları, yedi cihazın ise H2S ölçüm sonuçları kalibrasyon gaz değeri sınırlarının üstündedir. Altı cihaz ise kalibrasyon gaz değeri sınırlarının altında ölçüm yapmaktadır. Cihazların kalibrasyon gaz değeri sınırlarının üzerinde ölçüm yapması saha uygulamasında bir tehlike arz etmemektedir zira cihazlar ölçüm sonuçları yasal limitlere ulaşmadan alarm vermektedir. Öte yandan CH4 için kalibrasyon gaz değeri sınırlarının altında ölçüm yapan cihazlar, ortamdaki gaz miktarı yasal limitleri aşmasına rağmen alarm veremez. İlgili mevzuata göre maden ocaklarda CO değeri azami 50 PPM, sekiz saatlik çalışma için müsaade edilen azami H2S değeri 20 PPM, oksijen değeri asgari %19, CH4 değeri ise azami %2’dir. İncelenen seyyar gaz ölçüm cihazlarından bazıları 10/5/2013-14/5/2013 tarihleri arasında 50 PPM’nin oldukça üzerine çıkan CO değerleri ölçmüştür. ii. CO maskelerine gelince;- F... firması tarafından üretilen gaz maskelerinin koruyucu ambalajlarındaki (kullanılmış ve kullanılmamış) üretim tarihi ve üretici firma bilgisi kolay anlaşılabilir değildir. Bu firma tarafından üretilmiş olan kullanılmış on iki gaz maskesinin tamamının filtre kısmı paslanmıştır. Ayrıca sözü edilen on iki gaz maskesinden üçü raf ömrünü tamamlamıştır. Aynı firma tarafından üretilen ve kullanılmadığı bildirilen 116 gaz maskesinden on sekizinin raf ömrü sona ermiştir.- .. firması tarafından üretilen gaz maskelerinin teknik özellikleri ile ilgili bilgilere ulaşılamamıştır. - Çin Halk Cumhuriyeti kaynaklı maskelerin tamamı 16-20 yıl önce üretilmiştir ve kullanım ömrünü tamamlamıştır. - Kullanılmış bazı gaz maskelerinde seri numarası ya yoktur ya da silinmiştir. - İncelenen gaz maskelerinin kalite kontrollerinin en son ne zaman yapıldığı bilgisine ulaşılamamıştır. - Kaza anında ve hemen sonrasında, madende çalışan işçilerin maruz kaldığı ortamdaki oksijen oranı, karbonmonoksit oranı ve karbondioksit oranı ile ilgili ölçüm sonuçları gönderilmediğinde, F... firması tarafından üretilen gaz maskelerinin olay anındaki koşullara uygun olup olmadığı ile ilgili değerlendirme yapmak mümkün değildir. Soruşturmada dumandan doğrudan etkilenen 161 işçiyi mağdur olarak, yangından etkilenmeyen 425 işçiyi ise tanık olarak dinlenmiştir. Ayrıca olayda vefat edenlerin çok sayıda yakınının beyanı alınmıştır. Bilirkişi heyeti, kazayla ilgili raporunu 5/9/2014 tarihinde tamamlamıştır. Sözü edilen raporda maden ocağındaki havalandırma, sensör ölçümleri, elektrik dağıtım hatları ve trafolar ile ilgili değerlendirmelerde bulunularak maden kazasının pek çok ihmal ve kusurun bir araya gelmesi sonucu meydana geldiği, kazanın önlenebilir olduğu sonucuna varılmıştır. Rapora göre olayda vefat eden kişilerin ölüm sebebine ve bu boyutta bir CO zehirlenmesi meydana gelebilmesini sağlayacak CO konsantrasyonuna -yer altı ocağının boyutları gözönüne alındığında- tek başına bant, ahşap tahkimat ve PVC boru yangınının neden olması mümkün değildir. Olayda U3 trafosu etrafında topuk olarak bırakılan kömürün kontrolsüz bir şekilde kendiliğinden yanması sonucu oluşan karbonmonoksit temiz hava girişine ulaşmıştır. Temiz hava ile temas ederek kendiliğinden yanan kömür tam yanmaya dönüşmüştür. Bu yangın 4 No.lu kömür nakil bandının bulunduğu yola sirayet ederek bu bölümdeki ve 3 No.lu kömür nakil bandının bulunduğu yoldaki bant, ahşap tahkimat, PVC borular ve elektrik kablolarını tutuşturmuştur. Su ile soğutma çalışmaları sonucu zehirleyici ve boğucu gazlar açığa çıkmıştır. Nitekim olay sonrası diğer yangınlar söndürüldükten sonra kurtarma faaliyetleri esnasında kömür yangınının devam etmekte olduğu 16/5/2014 tarihinde maden ocağına yapılan ilk keşifte saptanmıştır. 16/7/2014 tarihinde yapılan keşifte de uzun bir süre madenin kapalı kalmış olmasına rağmen kömürün olayın meydana geldiği bölgede yanmaya devam ettiği tespit edilmiştir. Bilirkişi heyeti 2006 yılında kömür üretme ve teslim işini üstlenen şirketin 7/10/2009 tarihinde TKİ’ye yaptığı sözleşme devri ile ilgili başvurusunda üretim çalışmaları sırasında oluşan yangınlardan dolayı üretim yapılamamasını ve yüksek su gelirini gerekçe gösterip ileride telafisi mümkün olmayacak problemlerle karşılaşılacağına değinerek işi devretmek istediğini dikkate almış, maden sahasının yüksek yangın riski taşıdığının TKİ ve kömür üretim işini devralan Yüklenici Şirket tarafından bilindiği kanaatine varmış ve bu doğrultuda olayın meydana gelmesinden sorumlu olanları belirlemiştir. Bilirkişi raporunun kusur değerlendirmesine ilişkin kısmı şöyledir: “ Olayın meydana gelişinden önceki tarihlerde, ocak havasının denetimi için kurulan gaz izleme sensörleri, olayın başlangıcını haber vermiş, ancak bu durum şirket yetkilileri tarafından dikkate alınmamıştır. Ocak içi yangınının başladığını gösteren CO, sıcaklık yükselmesi ve ocak çıkış havasındaki oksijen seviyesinin düşmesi, yangının başladığının en önemli kanıtıdır. Oksijen seviyesi, madenlerde izin verilen değerlerin altında, CO ve sıcaklık değerleri, izin verilen sınır değerlerin üzerinde seyretmiştir. Sensörlerden gelen bilgiler, ocakta meydana gelen kazanın olacağını önceden bildirmesine rağmen, bilgilerin dikkate alınmaması ve çalışmaların durdurulmaması çok önemli bir ihmali göstermektedir. Bu durumu izlemek ve gerekli önlemleri almakla yükümlü olan; a- İşveren (Yönetim Kurulu Başkanı); b- İşveren Vekilleri (Genel Müdür, İşletme Müdürü, İşletme Müdür Yrd.); c- Ocak Daimi Nezaretçisi; d- Teknik Nezaretçi; e- İş Güvenliğinden Sorumlu Vardiya Amirleri; f- İş Güvenliği Uzmanları; g- Ocak Havalandırma Mühendisi;h- Sensör kayıtlarından sorumlu olan teknik personel, asli kusurlu, Kontrol yetkisi olan, aylık hak ediş dosyalarında iş güvenliği ile ilgili raporları denetleme ve inceleme yetkisine sahip olan ruhsat sahibi TKİ-ELİ’de [Ege Linyit İşletmesi Müdürlüğü, ELİ] görevli; i- TKİ-ELİ Kontrol Baş Mühendisi; j- TKİ-ELİ[yüklenici Şirketin] Eynez ocağı kontrol mühendisleri, asli kusurludur. Havalandırma şekli ve yöntemi, yangın tehlikesi olan bir yer altı ocağı için uygun değildir. Ocağın bazı bölümlerinde seri havalandırma yöntemi uygulanmaktadır. Yani, ocaktaki kirli havanın en kısa yoldan dışarı atılmasını sağlayacak paralel yol bağlantıları kurulmamıştır. A ve H panoları ile K ve S panoları bağımsız kirli hava çıkışına sahiptir. Ancak 140 panosunda kirlenen hava temiz havaya karıştırılarak bu panolara iletilmekte, K panosunda yeniden kirlenen hava S panosuna gönderilmekte, S panosunda 3 ayak seri olarak (bir ayakta kirlenen hava diğer ayağın temiz havası olarak kullanılıyor) havalandırılmaktadır. Aynı durum H panosunun 2 ayağı ve çok sayıda baca üretiminde de görülmektedir. Yangın çıkması durumunda, mevcut CO maskelerinin kullanım süreleri de düşünüldüğünde, temiz havaya çıkış yapılabilecek bir mesafe söz konusu değildir. Bu durum, ölümlerin yüksek olmasının nedenlerinden birisidir. Maden ocaklarında işletme projelerini inceleyerek çalışma izni veren ve her yıl üretim faaliyet raporlarını denetleyen bir kurum olarak, havalandırma planını bu hali ile kabul etmesi ve üretime izin vermesi nedeni ile; a- Maden İşleri Genel Müdürü; b- 2010 yılından olay tarihine kadar [yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM [Maden İşleri Genel Müdürlüğü] kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur, İş sağlığı ve güvenliği açısından havalandırma planlarının uygulanmasını ve hava ölçümlerini kontrol etme, denetleme ve olumsuz durumlarda ocak faaliyetlerini durdurma yetkisinde sahip; c- Olay tarihinden önceki son iki yıl içerisinde [yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftis Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurlu, Ocak havalandırma planını hazırlayan, onaylayan ve kontrol eden işletmeci ve ruhsat sahibi; d- İşveren;e- İşveren Vekilleri;f- TKİ- ELİ Kontrol Baş Mühendisi; g- TKİ-ELİ [yüklenici Şirketin] Eynez ocağı kontrol mühendisleri, asli kusurludur.Konuya ilişkin olarak gerekli uyarı ve müdahalelerde bulunmayan; h- Emniyet Başmühendisi; i- Teknik Nezaretçi; j-Daimi Nezaretçi;k- İş Güvenliği Uzmanları, tali kusurludur.Soma Kömür işletmeleri tarafından hazırlanan ve TKİ Genel Müdürlüğünce onaylanan Revize Projesinin sayfasında 18 başlığı altında verilen değerlendirmede, metan sorunu ile uğraşılan bu tür ocaklarda çalışanların en kısa ve en kolay yolla yerüstüne naklinin çok önemli olduğu vurgulanmaktadır. Bunun sağlanması için yeni bir planlama ile yeryüzüne bağlantılı galerilerin sürülmesi kararlaştırılmış, bu konuda 2010 tarihinde 7231 muhaberat no ile TKİ Müessese Müdürlüğünden izin istendiği belirtilmiştir. 2010 tarihli TKİ Müessese Müdürlüğü oluru ile birisi acil çıkış galerisi olmak üzere iki ayrı galeri en temiz hava girecek olup, yeni sürülecek galeri ile de hava çıkışı sağlanacağı belirtilmiştir. Ancak Revize projesi Plan 2’de gösterilen bu galeri, üretim sınırlarında yapılan değişiklik neticesinde üretim rezervi içerisinde kalarak rezerv zayiatının engellenmesi amacıyla oluşturulmamıştır. Olay esnasında kaçışı sağlayacak böyle bir yolun, iş güvenliği göz ardı edilerek ve sadece kömür rezervi düşünülerek iptal edilmesi nedeni ile; a- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı; b- TKİ İşletme Dairesi Başkanı, asli sorumludur. Revize projesinde, sözleşmede belirlenen 000 ton/yıl üretimin gerçekleştirilebilmesi için, yer altı ve yerüstü çalışanların sayısı 2226 kişi olarak verilmiştir. Bu kapasitenin sağlanması için birisi yedek olmak üzere 2 adet 2500 m3/dakika kapasiteli vantilatör kullanıldığı beyan edilmiştir. 2012 yılında gerçekleştirilen kömür üretimi 015 ton, 2013 yılında ise bu rakam 457 ton’dur ve 2014 yılındaki havalandırma ölçümlerinin yapıldığı defterlerde, ocak çıkış havası debisinin 1980 m3/dakika civarında olduğu saptanmıştır. Bazı ayaklarda ölçülen hava hızlarının, sınır değer olan 5 m/sn’ nin altında olduğu saptanmıştır. 2014 yılının Mart ayında, hak ediş dosyasından alınan sigortalı olarak prim yatırılan toplam işçi sayısı 3367 olarak belirlenmiştir. Üretimin iki katından fazlasına çıkarılmış, çalışan sayısının artırılmış olmasına rağmen, havalandırma sisteminin aynen korunmuş olması iş sağlığı ve güvenliği yönünden çok büyük bir ihmali ortaya koymaktadır. Havalandırma ile ilgili yukarıda belirtilen uygunsuz durumu göz ardı ederek çalışmalarını sürdüren; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri;c- Teknik Nezaretçi;d- İş Güvenliği Uzmanları, asli kusurludur.Revize projeyi onaylayan, ancak üretim ve havalandırma uygulamasını kontrol etmeyen,e- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı;f- TKİ İşletme Dairesi Başkanı;g- TKİ- ELİ Kontrol Baş Mühendisi, asli kusurludur. 2010 yılından olayın meydana güne kadar uygulamayı denetlemede gerekli özeni göstermeyen; h- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur, i- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez işletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, tali kusurludur. Yangın tehlikesi bulunan yer altı kömür işletmelerinde, yanmaya karşı gerekli önlemlerin alınması, kullanılan makine ve ekipmanların yanmaz veya zor tutuşur malzemelerden seçilmesi gerekmektedir. Grizulu ocak olarak sınıflandırılan Eynez yer altı işletmesinin tüm elektrikli ekipmanlarının anti-grizu veya alev sızdırmaz (EX-proff) olarak seçilmesi gerekmektedir. Gerçekleştirilen keşiflerde, yardımcı tahkimat malzemesi olan ahşap kamaların, PVC boruların ve bantların yangına karşı dayanıklı olmadığı, bant motorlarından bazılarının ve elektrik kablolarının bağlantı uç ekipmanlarının alev sızdırmaz olarak seçilmediği tespit edilmiştir. Yangına meyilli olan böyle bir işletmede, yangın riskine karşı gerekli altyapıyı oluşturmayan; a- İşveren:b- İşveren Vekilleri; asli kusurludur, Gerekli uyarıları yapmayan ve müdahalelerde bulunmayan; c- Teknik Nezaretçi; d- İş Güvenliği Uzmanları, tali kusurludur. Denetleme ve işi durdurma yetkisine sahip; e- 2010 yılından olay tarihine kadar,[yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludurlar.f- 2010 yılından olay tarihine kadar [yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurludur. Çalışanların kullanımına verilen ve yangın esnasında işçilerin güvenli bölgeye kaçışlarına yardımcı olacak CO gaz maskelerinin kontrol kayıtlarının düzenli tutulmadığı ve rutin kontrollerin düzenli olarak yapılıp yapılmadığı anlaşılamamıştır. Tanık ifadelerinden, olay esnasında bazı CO maskelerinin işlevini yerine getirmediği, çalışanların zimmetinde bulunan maskelerin kontrollerinin uzun süre yapılmadığı anlaşılmıştır. CO gaz maskelerinin kontrol kayıtlarını denetlemekle görevli olan ve yaptırım gücünü uygulamayan; a- 2010 yılından olay tarihine kadar [yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurludur.b- İşveren;c- İşveren Vekilleri; d- Teknik Nezaretçi; e- İş Güvenliği Uzmanları, asli kusurludur. Teknik nezaretçi defterinin düzenli tutulmadığı, son 4 kaydın nüshalarının defterde kaldığı, tehlike sınırlarının aşılmış olmasına rağmen, tehlikeli gaz değerleri için defterde herhangi bir ibareye rastlanılmadığı yapılan incelemelerden anlaşılmıştır. Gaz ölçüm defterinden elde edilen veriler ile sensörlerden elde edilen verilerin birbirlerini tutmaması nedeniyle kayıtların rastgele tutulduğu tespit edilmiştir. Ölçüm anomalilerinin gözlenmeye başladığı 2014 yılı başından itibaren defterlerin tutulmasından, ölçümlerin yapılması ve kayıt altına alınmasından sorumlu; a- İşveren:b- işveren Vekilleri;c- Teknik Nezaretçi;d- İş Güvenliği Uzmanları;e- Ocak Havalandırma Mühendisi;f- Gaz Ölçümlerinden Sorumlu Mühendisler; g- İş Güvenliğinden Sorumlu Vardiya AmirIeri, asli kusurludur. Ocak havalandırmasının karmaşık yapısı nedeniyle daha fazla sensör ile kontrol edilmesi gerekirken, yeterli sayıda gaz ve sıcaklık sensörü bulunmamaktadır. Ocak sıcaklığı, sadece ocak hava çıkışında bulunan bir adet sensör ile kontrol edilmektedir. Vardiyalarda, ocak içi havasının sıcaklık ve gaz içeriği farklı bölümlerinde kontrol edilip kayıt altına alınması gerekmektedir. CO için ölçüm yapan sensörlerden 9 adeti düzgün veri üretmemesine rağmen bu durum göz ardı edilmiş, gereken tedbirler alınmamıştır. Sensörlerin kontrolünü yapma zorunluluğu bulunan, elde edilen verileri değerlendirmekle görevli olan, ancak bunları ihmal eden; a- Teknik Nezaretçi; b- İş Güvenliği Uzmanları;c- Ocak Havalandırma Mühendisi; d- Gaz Ölçümlerinden Sorumlu Mühendisler;e- İş Güvenliğinden Sorumlu Vardiya AmirIeri;f- TKİ- ELİ Kontrol Baş Mühendisi; g- TKİ- ELİ [Yüklenici Şirketin] Eynez ocağı kontrol mühendisleri, asli kusurludur. Soma Kömürleri İşletmesi, Eynez yer altı kömür sahasının bazı bölümlerinde, tek bir bacadan üretim yapılması nedeniyle tehlikeli olduğu için kullanımı sakıncalı olan Kara Tumba yöntemiyle üretim yapıldığı, imalat planlarında ve hak edişlerde verilen planlarda görülmektedir. Yeraltında çalışan sayısının artmasına ve risk faktörünün yükselmesine neden olan bu yöntemin, daha fazla kömür kazanılması için kullanılmasına izin veren ve bunları denetleme ve güvenli olmadığı için durdurma yetkisine sahip olmasına rağmen gerekli müdahaleyi yapmayan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri; c- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri; d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen. denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları;e- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı; f- TKİ İşletme Dairesi Başkanı;g- Teknik Nezaretçi, asli kusurludur. ... 2013 ve 2014 yılları Termin Takip kayıtları incelendiğinde, aylar ve yıllar bazında programlanan üretimden 2-2,5 kat fazla üretim yapıldığı anlaşılmaktadır (2013 yılı için programlanan üretim 000 Ton, gerçekleşen üretim 456 Ton). Bu sonuçlar, işletmede ‘Üretim Zorlaması’ olduğunu ve işçilerin ifadelerinde de belirttiği gibi fazla çalışmaya zorlandıkları savını doğrulamaktadır. Üretim zorlaması beraberinde alınması gereken tedbirlerin alınmamasına ve tehlikeli çalışma koşullarının oluşmasına yol açmıştır. Üretim zorlamasını gerçekleştirmesi nedeni ile; a- İşveren:b- İşveren Vekilleri; c- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı; d- TKİ İşletme Dairesi Başkanı; asli kusurlu, Üretim artışını karşılayacak gerekli proje değişikliklerini talep etmeyen ve buna bağlı yıllık üretim faaliyet raporlarını denetlemeyen; e- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur, Denetimlerinde işletme projesi, program ve üretim farklılıklarını göz önüne alarak kapsamlı denetleme yapmayan; f- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez işletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettisleri, asli kusurludur. ... [Y]önetmelikte belirtilen, ‘vantilatör ve aspiratörlerin, gerektiğinde, hava akımını ters yöne çevirebilecek tipte düzenlenmiş olmalıdır’ koşulu ocakta yerine getirilmemiştir. Bu durum kurtarma faaliyetlerinde olumsuz etki yaratmıştır. Ocağın girişinde bulunan ana havalandırma fanının bu teknolojik özelliğe sahip olmadığı tespit edilmiştir. Olayın başlamasından sonra hava akışının yönünü ters çevirmek için verilen karar sonucunda ocağa gönderilen hava miktarının önemli ölçüde azaldığı tanık ifadelerinden anlaşılmıştır.Bu teknik zorunluluğu yerine getirmeyen; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur.Eynez yer altı ocağı tek hat şeması üzerinden elektrik projesi incelendiğinde trafo, SF6 gazlı kesicilerin ve enerji taşıma kablolarının, bazı hatlarda uygun olmadığı sonucuna varılmıştır. İşletmenin elektrik sistemi, madenin çalıştırılması için güvenilir değildir. İşletme projesi içerisinde, elektrik projelerinin MİGEM’e sunulması ve onay alınması gerekmektedir. Ancak bu işlemin yerine getirilmediği belirlenmiştir. Bu nedenle; a- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Prolelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları;b- İşveren; c- İşveren Vekilleri, tali kusurludur. Maden ocağında kullanılan gaz sensörlerinin akredite bir kurum veya kuruluş tarafından kalibrasyonlarının yapılmadığı anlaşılmıştır. Şebeke enerjisi kesildiğinde yedek elektriksel güç (akü ve kesintisiz güç kaynağı) kaynakları ile sensörler beslenmelidir. Bu faciada sensörlerin yedek güç kaynaklarının yeterli olmadığı anlaşılmıştır. Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun 24/08/2010 tarihli ‘Merkezi Gaz izleme Sistemi (MGİS) Yönergesi’ esas alındığında; Alt yapının kurulup çalıştırılmasından sorumlu; a- İşveren:b- İşveren Vekilleri; c- Merkezi Gaz İzleme Sisteminde görevli yetkili personel, asli kusurlu, Kontrol ve denetim yetkisi olan; d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri;e- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, tali kusurludur. Kaza esnasında, olay yerindeki haberleşme cihazlarının çalışmadığı ifadelerden anlaşılmaktadır. Haberleşme cihazlarının ve aksesuarlarının yer altı standartlarına uygun olmadığı belirlenmiştir. Elektrik panolarında kablo eklerinin standart dışı bakırların birbirine sarılması ile yapıldığı, plastik banttarla sarıldığı tespit edilmiştir. Olay yerinin boşaltılması için haberleşme en önemli unsurdur. Haberleşme cihazlarının çalışmaması ve merkezi alarm sisteminin bulunmaması, tahliyenin gecikerek olayın büyümesi hususundaki en önemli unsurlardan birisidir. Bu nedenle gerekli tedbirleri almamış olan; a- İşveren; b- İşveren Vekilleri asli kusurludur, Projeleri kontrol etmeyen ve gerekli denetimleri yapmayan; c- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri; d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur. Çalışılan kömür damarlarının yangına müsait oluşu dikkate alınarak özellikle terk edilen eski üretim alanlarının kontrolünün yapılarak kömür yangınlarına karşı gerekli önlemler alınmamıştır. Uygulanan üretim yöntemi, göçük içerisinde çok fazla yanmaya müsait kömür bırakmaya meyilli olması nedeniyle, yangına elverişli kömür ocakları için uygun değildir. Bu yöntem ile üretime karar veren ve bunu onaylayarak üretimin devam etmesini sağlayan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri; c- TKİ İşletme Dairesi Başkanı; asli kusurludur, İşletme projesine onay veren, d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları; asli kusurludur,Takibini yapan ve iş güvenliği açısından denetleme ve işi durdurma yetkisi olan; e- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, tali kusurludur. Çok Tehlikeli İş sınıfı kapsamına giren yer altı maden işletmelerinde yapılması gereken Risk Değerlendirmelerinin içerisinde ocak yangınlarına karşı kapsamlı bir Risk Değerlendirmesi ve alınacak önlemlere ilişkin bir bölüm mevcut değildir. Bu durum büyük bir eksiklik yaratmaktadır. Risk değerlendirmesini gerçekleştirecek eleman ve denetleyecek kurum olan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri; c- İş Güvenliği Uzmanları;d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurludur. Çalışanlara işe başlamadan önce verilmesi gereken en az 32 saatlik mesleki eğitim, işe başlamadan önce verilmesi ve her yarı tekrarlanması zorunlu 16 saatlik iş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimleri tam olarak verilmemiştir. Yine tanık ifadelerinden, söz konusu eğitimlerin gerçek anlamda yaptırılmadan belgelendirildiği, tekrarlama eğitimlerinin ise yaptırılmadığı kanaatine varılmıştır. Bu durumda; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur.İşverenin, 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası ve ilgili yönetmelik hükümleri uyarınca, en az biri A sınıfı uzman olmak üzere 3 adet iş Güvenliği Uzmanı ataması ve çalışan sayısının 3000 civarında olması nedeniyle bu kişilere iş Güvenliği dışında herhangi bir iş vermemesi gerekirdi. Bu yasal gerekliliği, yeterli bilgi ve deneyimi olmayan iş güvenliği uzmanlarına görev vererek yerine getiren ve ek farklı işlerle görevlendiren; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur. İşyerinde tahliye amaçlı bir planlama söz konusu değildir. Çalışanların işyerlerini terk edebilecekleri kısa ve alternatif yollar yapılmamış, herhangi bir tehlike durumunda tüm çalışanları uyarabilecek bir alarm sistemi, haberleşme sistemi ve yönlendirme levhaları kurulmamıştır. Bu nedenle, ilgili mevzuatı dikkate almayan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur. Gerekli denetimler neticesinde tehlikeli durumu belirleyip gerekli önlemlerin alınmasını sağlamayan; c- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri;d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur. Türkiye Kömür İşletmeleri tarafından, önce P... A.Ş.’ne daha sonra [Yüklenici Şirkete] ‘Hizmet Alım Sözleşmesi ile Verilen ihale Konusu 000 Ton Kömür Üretim işi’ 4857 sayılı iş Kanunu hükümleri açısından muvazaalı (hileli) olarak görülmektedir. Konuya ilişkin olarak hem Sayıştay KİT raporlarında, hem de TKİ tarafından yayımlanmış olan 2013 yılı Faaliyet Raporunda bu duruma dikkat çekilmiştir. Asli görevi kömür işletmeciliği olan, gerekli bilgi birikimi ve teknik personel desteğine sahip Türkiye Kömür işletmeleri’nin, asıl işi olan yer altı kömür üretimini, hizmet alım sözleşmesi ile iş güvenliğini göz ardı ederek, maliyet kaygısıyla alt işverene devretmesi nedeniyle; a- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı; b- TKİ İşletme Dairesi Başkanı, asli kusurludur.” Faciada yakınlarını kaybedenlerin bazıları Soma Başsavcılığına verdikleri dilekçelerde olayın meydana gelmesinde TKİ Yönetim Kurulu Başkanı ile Üyelerinin, TKİ İşletme Dairesi Başkanı’nın, TKİ İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü’nün, ELİ Müessese Müdürü ile Yardımcılarının, Yer Altı Kontrol Şube Müdürü ile Müdür Yardımcısı’nın, ELİ kontrol baş mühendisleri ile kontrol mühendislerinin, Maden İşleri Genel Müdürü ile bu kurumun denetim ve kontrol elemanlarının, Çalışma Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanı ile 2010 yılından itibaren olay yerinde denetim yapan iş müfettişlerinin, Enerji Bakanlığına bağlı enerji kalitesi kıstasları denetimini yapan yetkililerin, yüklenici Şirketin maden ocağını işletmeye başladığı tarihten sonraki Yönetim Kurulu Başkanları ve Üyeleri ile hissedarlarının, yüklenici Şirketin Genel Müdürü ile İşletme Müdürü ve Müdür Yardımcılarının, iş güvenliğinden sorumlu başmühendis ile mühendislerin, iş güvenliği uzmanlarının, ocak daimî nezaretçisinin, teknik nezaretçilerin, ocak havalandırma mühendisinin, sensör kayıtlarından sorumlu teknik personelin, gaz ölçümünden sorumlu mühendislerin, teknikerlerin ve vardiya amirlerinin de kusurlarının olduğunu iddia etmiştir. Yürüttüğü soruşturma sonunda ELİ Müdür Yardımcısı A.U. ve yüklenici Şirketin bir önceki Yönetim Kurulu Başkanı A.G. ile yüklenici Şirketin hissedarı, yöneticisi ya da çalışanı olan 42 kişi hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar (kovuşturmasızlık kararı) veren Soma Başsavcılığı, aralarında ELİ’de görevli bazı kontrol başmühendisleri ile mühendislerinin de bulunduğu 45 kişi hakkında -ki ELİ Müdürlüğü çalışanları dışındakiler yüklenici Şirketin hissedarı, yöneticisi veya çalışanıdır- olası kastla öldürme ve netice sebebiyle ağırlaşmış yaralama veya bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma ya da taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçlarını işledikleri iddiasıyla Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) nezdinde kamu davası açılması için fezleke düzenleyip soruşturma evrakını Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığına (Akhisar Başsavcılığı) göndermiştir. Fezlekede olayın bilirkişi raporunda belirtilen şekilde meydana geldiği iddia edilmiş ve bilirkişi raporundaki değerlendirmeler çerçevesinde şüphelilere suç isnadında bulunulmuştur. Kovuşturmasızlık kararına göre şüpheliler S.Y., E., K.K. ve H. meydana gelen faciada vefat etmiştir; haklarında kamu davası açılmayan diğer şüphelilere ise bilirkişiler kusur atfetmemiştir. Faciada yakınlarını kaybeden bazı kişiler başka hususlar yanında ELİ Müdür Yardımcısı A.U. ve yüklenici Şirketin bir önceki Yönetim Kurulu Başkanı A.G. de dâhil olmak üzere olaydan sorumlu olan bazı kişiler hakkında kamu davası açılması gerektiğini ve ELİ Müessese Müdürü Ha. de dâhil olayda sorumluluğu bulunabilecek bazı kişiler hakkında soruşturma yürütülmediğini belirterek Soma Başsavcılığınca verilen karara itiraz etmiştir. Yapılan itirazlar Akhisar Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. Bunun üzerine olayda vefat eden bazı kişilerin yakınları bireysel başvuru (Abdülkadir Yılmaz ve diğerleri, B. No: 2015/1894, 16/1/2020) yapmıştır. Söz konusu başvuruyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, Soma Başsavcılığınca alınan bilirkişi raporundaki tespitleri gözeterek yaşam hakkının devlete yüklediği etkili yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülüğün somut olayda ceza soruşturması gerektirdiğini tespit etmiş ancak bazı şüpheliler hakkındaki yargısal sürecin devam ettiğine işaret edip, bu süreçte yapılacak araştırma sonucunda olayda sorumlulukları tespit edilecek kişiler haklarında kamu davası açılmasının mümkün olduğunu belirterek başvuruyu başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur. Fezlekenin Düzenlenmesinden Sonraki Süreç Akhisar Başsavcılığı, Soma Başsavcılığınca hazırlanan fezlekedeki hukuki nitelendirme çerçevesinde 45 şüpheli hakkında Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası açmıştır. İddianamede -fezlekeyle uyumlu şekilde- olay esnasında yer altı maden ocağında bulunan mağdurların tamamının yaşamları tehlikeye girecek şekilde yaralandığı belirtilmiştir. İddianamenin düzenlendiği tarihte Gaz Laboratuvarı henüz sabit gaz ölçüm cihazlarıyla ilgili raporunu göndermemiştir. Ceza Mahkemesi bazı eksikler içerdiği gerekçesiyle Akhisar Başsavcılığınca düzenlenen iddianamenin iadesine karar vermiştir. Ceza Mahkemesine göre iddianamede bulunan eksikler kısaca şunlardır:i. Olayda vefat eden bazı kişilerin yakınlarına yer verilmemiştir.ii. Şüphelilerin görev ve hukuki sorumlulukları ile şüphelilere isnat edilen eylemler delilleriyle açıklanmamıştır. Ayrıca şüphelilerin sorumluluk durumunu belirleyen bilirkişi raporunda eksiklik bulunmaktadır.iii. İddianamede olay esnasında yer altı maden ocağında bulunan işçilerin tamamının yaşamları tehlikeye girecek şekilde yaralandığı açıklansa da bu kabulün gerekçesi belirtilmemiş, bu kabul herhangi bir delille de irtibatlandırılmamıştır.iv. Şüphelilerin kusur durumlarına etki edebilecek durumda olduğu değerlendirilen sabit gaz ölçüm cihazlarına ilişkin rapor beklenmemiştir. Oysa söz konusu rapor esaslı bir delildir. Akhisar Başsavcılığı, Ceza Mahkemesince verilen karara itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Manisa Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) sabit gaz ölçüm cihazlarına ilişkin verilerin bilirkişilerce bilgisayar üzerinden incelenerek bununla ilgili kusur durumunun bilirkişi raporunda belirtildiği, bilirkişiler tarafından şirkete ait gaz ölçüm günlük rapor ve kayıt defterinin incelendiği, sabit gaz ölçüm cihazıyla ilgili Gaz Laboratuvarı raporunun iddianamenin iadesine itirazdan sonra geldiği (Anılan rapora göre karbondioksit gaz ölçüm cihazı çalışmamaktadır. Diğer gazlar yönünde sabit gaz ölçüm cihazları ya hatalı çalışmakta ya da kalibrasyon değerinden daha yüksek değer okumaktadır. Bu durum karbonmonoksit ve metan gazları için uygulamada tehlike teşkil etmemektedir. Gerekli bilgilerin temin edilememesi nedeniyle sıcaklık ölçüm cihazlarının kalibrasyonu yapılamamıştır.), şüphelerin üzerine atılı suçların işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturması nedeniyle iddianamenin düzenlendiği ve soruşturma aşamasında alınan bilirkişi raporunun yeterli görülmemesi hâlinde kovuşturma aşamasında yeniden bilirkişi raporu alınabileceği gerekçesiyle iddianamenin iadesine ilişkin bir kısım nedeni yerinde bulmamıştır. Bununla birlikte olayda vefat eden bazı kişilerin yakınlarına iddianamede yer verilmediğine ve mağdurların yaralarının niteliği ile ilgili kabulün delillendirilmediğine ilişkin iade nedenlerini yerinde bulmuştur. Ağır Ceza Mahkemesinin kararına göre 65 mağdurla ilgili herhangi bir rapor, 85 mağdur yönünde ise kesin adli rapor aldırılmamıştır. Akhisar Başsavcılığı mağdurların adli raporlarını almak için gerekli adımları atmış, 5/9/2014 tarihli raporu düzenleyen bilirkişi heyetinden topçu defteri ve Gaz Laboratuvarının gaz ölçüm cihazlarıyla ilgili raporları yönünden ek rapor almıştır. Ek rapora göre;- Seyyar gaz ölçüm cihazlarının kaydettiği en yüksek sıcaklık değeri 33 °C’dir. Olay esnasında çıkış havasına yerleştirilmiş 428 No.lu sabit gaz ölçüm cihazından ölçülen 46,58 °C’ye seyyar gaz ölçüm cihazlarında rastlanmamıştır ancak seyyar gaz ölçüm cihazlarının çıkış havasından veri alıp almadığı belirlenememiştir. Seyyar gaz ölçüm cihazlarının hiçbirinde CH4 ile ilgili sınır aşılmamıştır.- İlgili mevzuata göre bir üretim biriminde oksidasyon başladığında, üst taban yolunda umumi havada bulunan CO konsantrasyonu 50 PPM’ye ulaştığında pano yangın bekleme barajlarından kapatılır. 415 No.lu sabit gaz ölçüm cihazının 5/5/2014 tarihinde saat 39’dan itibaren 3 saat 16 dakika süreyle yaptığı CO ölçümlerinin ortalaması 123,20 PPM’dir. 39-32 saatleri arasında ölçülen hiçbir değer 50 PPM’nin altında değildir. Ayrıca 10/5/2014 tarihinde 415 No.lu sabit gaz ölçüm cihazında 2 saat 32 dakika, 11/5/214 tarihinde 470 No.lu sabit gaz ölçüm cihazında 12 saat 31 dakika, 12/5/2014-13/5/2014 tarihlerinde 416 No.lu sabit gaz ölçüm cihazında 4 saat 3 dakika, 13/5/2014 tarihinde 416 No.lu sabit gaz ölçüm cihazında 5 saat 19 dakika boyunca 50 PPM’nin üzerinde CO değeri ölçülmüştür. 415 No.lu sabit gaz ölçüm cihazının 7/5/2014-8/5/2014 tarihlerinde, vardiya değişim saatlerindeki kaydetmiş olduğu CO değerleri de 50 PPM’nin üzerindedir. Bazı seyyar gaz ölçüm cihazları 1/5/2014 tarihinde izin verilen sınırın altında oksijen değerleri ölçmüştür. Yüksek CO ve düşük oksijen değerlerinin hiçbiri gaz ölçüm kayıt defterine kaydedilmemiştir.- Top atımından sonra CO değerlerinin yükselmesi normaldir ve içeriye verilen temiz hava ile CO seyreltilir. Havanın temizlenmesi on dakikadan fazla sürmez. Pek çok gaz ölçüm cihazında top atımı ile izah edilemeyecek zaman dilimlerinde yüksek CO değerleri ölçülmüştür. Akhisar Başsavcılığı 23/2/2015 tarihli iddianame ile 45 şüpheli hakkında Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası (ana dava) açmıştır. İddianameye göre haklarında kamu davası açılan kişiler ile bu kişilerin yaptığı görevler ve bu kişilere isnat edilen suçlar ekli 3 sayılı listede yer almaktadır. Olayın şüphelilerinden E.E., müdafii aracılığıyla Akhisar Başsavcılığına gönderdiği bir dilekçede maden ocağında aralarında S.nin de bulunduğu altı daimî nezaretçinin görev yaptığını ve bu kişilerden birinin olay esnasında vefat ettiğini iddia etmiştir. Akhisar Başsavcılığı, bilirkişi raporunda daimî nezaretçilere de kusur atfedilmesine rağmen soruşturmada daimî nezaretçilerin tespit edilmediğini belirterek söz konusu dilekçeyi Soma Başsavcılığına iletmiştir. Sonraki bir tarihte Ceza Mahkemesi, sanıklar Hi.K. ve H.A.nın daimî nezaretçi olduğunu ancak iddianamede bu husustan söz edilmediğini Soma Başsavcılığının dikkatine sunmuştur. E.E.nin dilekçesi ve Ceza Mahkemesinin bildirimi üzerine harekete geçen Soma Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonunda daimî nezaretçi olarak görev yapmadığı gerekçesiyle S. hakkında kovuşturmasızlık kararı verilmiş ancak daimî nezaretçi olmaları nedeniyle olaydan sorumlu olduğu iddia edilen E., H.A. ve Hi.K. hakkında bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçundan kamu davası açılması için düzenlenen fezlekeler Akhisar Başsavcılığına gönderilmiştir. Akhisar Başsavcılığı sözü edilen fezlekelere istinaden E., H.A. ve Hi.K. hakkında Ceza Mahkemesi nezdinde davalar açmıştır. Ceza Mahkemesi, açılan davaları ana dava ile birleştirmiştir. Bu arada Soma Başsavcılığınca verilen kovuşturmasızlık kararına yönelik itiraz reddedilmiştir. Bazı katılanın yüklenici Şirketin önceki Yönetim Kurulu Başkanı A.G.nin de olaydan sorumlu olduğu iddiasıyla verdiği dilekçeyi Ceza Mahkemesi Soma Başsavcılığına iletmiştir. Anılan dilekçe üzerine Soma Başsavcılığı konuyla ilgili bir soruşturma başlatmıştır. Bu soruşturmanın akıbeti ile ilgili bilgiler aşağıda yer almaktadır. Kovuşturmanın başlamasından keşfin yapıldığı 5/2/2016 tarihine kadar olan süreçte Ceza Mahkemesi -doğrudan ya da istinabe yoluyla- sanıkların sorgularını yapıp olaydan yaralı olarak kurtarılan mağdurların, tanıkların ve olayda vefat eden kişilerin çok sayıda yakınının beyanını almış; TKİ, MİGEM ve yüklenici Şirketten çok sayıda bilgi ve belge temin etmiş; keşif işlemine konu edilecek maden ocağının keşif için güvenli hâle getirilmesi için gerekli yazışmaları yapıp bu konuda yapılacak çalışmalarda gözlemci olmaları, çalışmaları gerektiğinde sesli veya görüntü kayda alıp raporlamaları ve delil olabilecek unsurların muhafazasını sağlamaları için bilirkişiler görevlendirmiştir. Ayrıca aynı dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisi Soma Faciasını Araştırma Komisyonunca (TBMM Araştırma Komisyonu) hazırlanan rapor, bazı devlet kurumları ya da kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca olay hakkında düzenlenen raporlar, çeşitli uzman görüşleri ve aynı olay nedeniyle farklı iş mahkemelerinde açılan bazı tazminat davalarında alınan bilirkişi raporları ya Ceza Mahkemesince getirtilmiş ya da bazı katılan vekilince dosyaya sunulmuştur. Keşif; hepsi akademik unvana sahip maden, jeoloji, iş güvenliği, iş hukuku veya ceza hukuku alanında uzman olan kişiler ile bir elektrik mühendisinden oluşan bilirkişi heyeti refakatinde yapılmıştır. Bilirkişi heyetine mensup iki kişinin 6/2/2016-12/2/2016 tarihler arasında yaptığı jeolojik etütler sırasında tespit ettiği yerlerde yapılan sondajların karotlarından alınan örnekler Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğüne (MTA) incelettirilmiştir. Bilirkişi heyeti, raporunu (ana rapor) 15/8/2016 tarihinde Ceza Mahkemesine sunmuştur. Söz konusu rapora göre; i. Eski imalattan sızan/üflenen gazlar (başta karbonmonoksit ve metan) ile yanıcı gazların tutuşmasına bağlı olarak bant üzerinde taşınan kömürlerin, lastik konveyör (bir malzemenin bir noktadan başka bir noktaya aktarılmasını sağlayan düzenek) bandının, ortamdaki kömür tozlarının, elektrik kablolarının, ağaç tahkimatın, plastik boruların ve mazot, yağ gibi malzemenin yanması sonucunda oluşan gaz ve duman ocak havasına katılarak mevcut ocak açıklıklarına yoğun bir şekilde karıştığı için olay meydana gelmiştir. Eski imalattan sızan gazlar içindeki metanın yanmasına yol açarak ocakta yangın başlatan neden ise göçükler, kaymalar ve posta akmaları sırasında darbe alan kablonun/kabloların yarattığı ark veya kısa devredir. ii. Ocağın bir bölmesinde meydana gelen ve mücadelesi zor olsa da lokal kalabilecek olay; ani gelişmesi, olumsuz ocak yapısı ve mevzuata aykırı bazı uygulamalar nedeniyle facia boyutuna ulaşmıştır. Bilirkişilere göre olayla birinci derecede ilgili olan eksiklikler şunlardır:- Panolar ve galeriler arasında bırakılan topuk genişlikleri uygun değildir.- Barajlar, sızdırmazlıkları tam olarak sağlanacak şekilde kurulmamaktadır.- U3 bölgesi gibi yüksek yük gerilimi altında kalan galeriler hem duraylılık (herhangi bir cismin yerini ve konumunu koruyabilmesi koşulu) hem de sızdırmazlık açısından keson beton ile tahkim edilmemiştir.- Eski imalat boşlukları ve barajlanarak kapatılan bölümler (baraj arkaları) izlenmemekte ve kontrol altında tutulmamaktadır.- Acil durumlarda çalışanların yeryüzüne tahliyesiyle ilgili tatbikat yaptırılmamıştır.- Acil eylem planlarında ocakta oluşabilecek bir yangın öngörülmemiştir. - Kullanım ömrünü tamamlamış ferdî kurtarıcılar kullanılmakta, akredite edilmeden bu maskelerin kullanım süreleri uzatılmaktadır.- Bazı panolarda kara tumba üretim yapılmaktadır.- 4 No.lu nakil bandının olduğu galeride hava miktarının 0-40 m3/dk gibi düşük değerlerde olması ve bu bölgede çok sayıda eski imalat galerisi olmasına rağmen bölgede emniyet açısından gerekli merkezî izleme sensörleri bulundurulmamaktadır. - S panoların hava dönüşlerinin ayrı bir bağlantı ile yeryüzüne bağlanmasını içeren revize plan uygulanmamıştır. iii. Madenlerde iş güvenliği ile ilgili mevzuat; acil durumlarda kaçış yolları, bant konveyör lastiklerinin niteliği, gaz ölçüm cihazlarının (sensör) tipleri, sayıları ve konulacağı yerler, oksijen ferdi kurtarıcısı (maske) kullanımı, damar gazlılığının, kendiliğinden yanmaya yatkınlığın bilimsel olarak ölçülmesi gibi konularda ya eksik ya yetersizdir. iv. Olayda işveren sıfatı sadece yüklenici Şirkete aittir. TKİ’nin yüklenici Şirket tarafından kömür üretilen sahada üretim yapması ve işçi çalıştırması söz konusu değildir. Bu bakımdan TKİ ile yüklenici Şirket arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi veya işçi kiralama ilişki yoktur ve TKİ’nin müteselsil sorumluluğu bulunmamaktadır. v. Olayda kişilerin iradesinden bağımsız bir zorlayıcı neden veya başkaca bir kaçınılmazlık durumu etkili olmamıştır.vi. Olayın meydana geldiği maden ocağı yüksek risk içermektedir ve ocağın yeterli alt yapısı yoktur. Ocakta yeterli havalandırma olanağının olmaması, riskli havalandırma sistemiyle üretime devam edilmesi, revize planlarda öngörülen ek/yeni nefeslik ve havalandırma sisteminin uygulamaya geçirilememesi, kaçış yollarının işin niteliğine ve gereklere uygun olmaması, çalışma ortamının kaçışa uygunluğu ortadan kaldıracak sayıda kişi barındırması kazanın en önemli nedenleri olarak ortaya çıkmaktadır. Bunlar anlık değil yapısal nedenlerdir. Tamamen bir yatırım sorunu olarak ortaya çıkan bu nedenlerin madende bulunan teknik elemanlarca giderilmesi beklenemez. Bu nedenle yüklenici Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı G. ile haklarında kamu davası açılmayan Yönetim Kurulu Üyesi Y. ve uzun yıllarca yönetim kurulu başkanlığı yapıp olaydan bir süre önce görevini bırakan ancak olaydan sonra asıl yetkilinin kendisi olduğu yönünde beyanlarda bulunan, yüklenici Şirkettin hâkim ortağı olan şirkette yönetim kurulu başkanlığını yapmış A.G. olayın meydana gelmesinden sorumludur. Ayrıca;- Yüklenici Şirketin Genel Müdürü R., Eynez İşletme Müdürü A.Ç. ve Eynez İşletme Müdür Yardımcısı ve Teknik Müdür İ.A. ile hakkında dava açılmayan Genel Müdür Teknik Yardımcısı Ha.K. işveren vekili olarak,- Görevi kapsamında tespit etmesi gereken eksiklikleri bildirip önerilerde bulunmamaları nedeniyle teknik nezaretçiler E.E., E., H.A. ve Hi.K.,- Olay sırasında yer üstünde ocağa hâkim bir yetkilinin kalmaması ve bu yönde talimatlar üretilememesi, haberleşme/alarm sistemlerinin yetersizliği şeklinde kendini gösteren kriz yönetimindeki başarısızlığı nedeniyle hakkında dava açılmayan acil durum yöneticisi olarak gözüken Işıklar İşletme Müdürü Ha.E., - Vardiya amirliğine dayanan işveren vekili sıfatıyla tüm vardiyalarda iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin sürecin izlenmesinden, eksikliklerin giderilmesinden ve uyarılmasından sorumlu olan İş Güvenliği Üç Vardiya Amiri A.G.Ç.,- Teknik müdürün üç vardiya ocak üretim çalışmalarından sorumlu yardımcısı olarak Klasik Ayak Üç Vardiya Amiri H.S.,- İlgili mevzuat çerçevesindeki yükümlülüklerini yerine getirmeyen Patlatma Mühendisi S.K., Vardiya Amiri Y.K., Vardiya Amiri H.K., Havalandırma Mühendisi F.Ü.A., U. (İddianameye göre mekanize ayak vardiya mühendisidir.), E.Y. (İddianameye göre iş güvenliğinden sorumlu vardiya mühendisidir.) ve hakkında dava açılmayan Eğitim Mühendisi Mu.B. olayda kusurludur. Yetki ve statüleri dikkate alındığında yüklenici Şirketle bağlantılı başka bir kimsenin ihmali söz konusu değildir. vii. Ocaktaki riskten haberdar olan TKİ, ruhsat sahibi sıfatıyla ilgili kanun ve hizmet işleri şartnamesine göre ocağı denetlemekle yükümlüdür. ELİ tarafından görevlendirilen Kontrol Başmühendisleri E.K. ve A.O. revize plan/projelerdeki havalandırmayı düzenleyecek ek yeni açıklıklar (ikinci yol) oluşturulması beklenmeden S panosunda riskli havalandırmayla yoğun üretim faaliyetlerine izin vermeleri, üretim miktarının kısa bir zaman içinde ciddi bir yatırım yapılmadan önemli miktarda artmasıyla ilgilenmemeleri, işletme projesinde yer almayan işletme yöntemlerinin (tumba bacaları) uygulanmasına izin vermeleri, iş güvenliğiyle ilgili eksikliklerin (bu eksiklikler havalandırma, gaz izleme sistemi, yangınla mücadele ve tahlisiye gibi konulara ilişkindir) tamamlanması ve hatalı uygulamaların düzeltilmesi için girişimde bulunmamaları ve son olarak, kullanılan makine ve donanımların bir bölümünün alev sızdırmaz olmamasına göz yummaları nedeniyle kusurludur. ELİ’de görevli kontrol mühendislerinin olayın meydana gelmesine etki eden ihmalleri bulunmamaktadır. Sorumluluğun kontrol ve denetimle görevli üst düzey görevliler bakımından da araştırılması gerekir. Bu konuda dava dosyasında yeterli bilgi yoktur. viii. İş güvenliğiyle ilgili görev ve yetkilerini kullanmadaki ihmalleri nedeniyle MİGEM kontrol ve denetim elemanları ile Çalışma Bakanlığının ocağı denetlemekle görevlendirdiği müfettişler de olayın meyanda gelmesinden sorumludur. Bilirkişi raporunun bir örneğini alan Soma Başsavcılığı A.G. hakkındaki soruşturmayı (bkz. § 35) bilirkişi raporunda kusur atfedilen Y., Ha.K., Mu.B. ve Ha.E.yi de içerek şekilde genişletmiş; A.G., Ha.K. ve Ha.E. hakkında daha önce verilen kovuşturmasızlık kararının sulh ceza hâkimliğince kaldırılması üzerine söz konusu kişiler hakkında da Ceza Mahkemesinde kamu davası açılması için soruşturma evrakını Akhisar Başsavcılığına göndermiştir. Akhisar Başsavcılığı bahsi geçen şüphelilerin bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçunu işledikleri iddiasıyla Ceza Mahkemesinde dava açmıştır. Sanıkların sorgularının istinabe yoluyla alınmasının ardından dava, ana dava ile birleştirilmiştir. Bazı katılan vekilleri ile sanık müdafilerinin çeşitli itirazları nedeniyle ana raporu hazırlayan bilirkişi heyetinden ek rapor alınmıştır. Ek rapora göre ana raporda ortaya konan değerlendirmelerin değiştirilmesini gerektirecek yeni bir bilgi ve belge ortaya konulmamıştır, sabotaj iddiası ortaya atılsa da buna dair hiçbir ciddi delil ve ifade bulunmamaktadır. Bununla birlikte ek raporda olayda sorumlu olanların tespit edilen eksikliklerden asli olarak mı yoksa kısmi olarak mı sorumlu oldukları konusunda tablo oluşturulmuştur. Bu tabloya göre eksikliklere göre sorumlular değişse de genel olarak G., A.G., Y., R., Ha.K., A.Ç., İ.A., E.E., A.G.Ç., E.K. ve A.O. asli olarak, ana raporda kusurlu oldukları belirtilen diğer kişiler ise kısmi olarak tespit edilen eksikliklerden sorumludur. 26/1/2017 tarihinde yapılan celsede Cumhuriyet Savcısı Ş.A. davanın esası hakkındaki mütalaalarının hazır olduğunu ve o celse sunabileceğini söylemiş ancak bu beyandan sonra verilen kısa bir aranın ardından mütalaanın derlenip toparlanması için süre talep etmiştir. Ceza Mahkemesi, verdiği başka kararlar yanında esasa dair mütalaasını hazırlamak üzere Cumhuriyet savcısına süre verilmesine -kararda sürenin miktarından bahsedilmemiştir- ve G.nin olayın bir sabotaj olduğu iddiası nedeniyle yaptığı suç duyurusu üzerine başlatılan ceza soruşturması hakkında bilgi vermesi için Manisa Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazılmasına karar vermiştir. Bilirkişi heyeti Ceza Mahkemesinin talebi doğrultusunda “Güvenli Kömür Madenciliği ve Metan Gazı Patlaması Etkilerinin Araştırılması” ve “... Soma Eynez-Karanlıkdere Yeraltı Kömür İşletmesinde 2009-2014 Yıllarında Gerçekleştirilen Altyapı Yatırımlarının Güvenli Çalışma İlkeleri Açısından Yeterliliğinin Araştırılması” başlıklı raporlar hakkında hazırladıkları ek raporları 11/2/2017 tarihinde Ceza Mahkemesine sunmuştur. Ek raporlara göre ana raporda ortaya konan değerlendirmelerin değiştirilmesini gerektirecek yeni bir bilgi ve belge ortaya konulmamıştır. Manisa Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmanın devam ettiği, soruşturma dosyasında gizlilik kararı bulunması sebebiyle gizliliğin ihlal edilmemesi için soruşturmanın sonuçlanmasından sonra karar örneği ile soruşturma dosyasında bulunan belgelerin gönderileceği konusunda Ceza Mahkemesini bilgilendirmiştir. 20/2/2017 tarihinde yapılan celsede 11/2/2017 tarihinde teslim edilen ek raporlar da dâhil olmak üzere dosyaya gelen bazı belgeler okunup duruşmada hazır olan ilgililerden bu belgelere karşı beyanları alınmıştır. Celse sonunda özetle çeşitli nedenlerle süre talep eden katılan vekilleri ile sanık müdafilerine bir sonraki celseye kadar, Cumhuriyet Savcısı Ş.A.ya ise esas hakkındaki mütalaasını açıklaması için herhangi bir zaman diliminden söz edilmeden süre verilmiştir. 18/4/2017 tarihli celsede Cumhuriyet Savcısı Ş.A. soruşturmanın gizliliği nedeniyle sabotaj iddiasıyla ilgili soruşturmada bu iddiayı doğrulayan bir delil elde edilip edilemediğinin bilinmediğini belirterek esas hakkındaki mütalaayı ilerleyen aşamada sunacağını bildirmiştir. Celse sonunda başka bir ara kararı oluşturulmadan duruşmaya bir sonraki gün devam edilmesine karar verilmiştir. Ceza Mahkemesi celsede, sabotaj iddiası hakkındaki soruşturmanın bekletici mesele yapılmasına yönelik talepleri reddedip esas hakkındaki mütalaasını sunması için Cumhuriyet savcısına bir sonraki celseye kadar süre verilmesine karar vermiştir. Bu arada Hâkimler ve Savcılar Kurulu Birinci Dairesi (Atama Dairesi) 9/5/2017 tarihli kararnameyle Cumhuriyet Savcısı Ş.A.yı Aydın Cumhuriyet savcılığına atamıştır. Ayrıca Atama Dairesinin 3/7/2017 tarihli kararnamesiyle ilk celseden itibaren Ceza Mahkemesi başkanlığı görevini yürüten A.B. İzmir hâkimliğine, Ceza Mahkemesi üyelerinden hâkim E. Aydın hâkimliğine, Elbistan Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı S.P. ise Ceza Mahkemesi başkanlığına atanmıştır. Katılan vekillerinin bir kısmı Ceza Mahkemesine verdiği dilekçede bu durumun dosyadaki başka unsurlarla birlikte bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkı ile makul sürede yargılanma hakkını ve kanuni hâkim ilkesini ihlal ettiğini iddia etmiştir. A.B., 19/6/2011 tarihli kararname ile Akhisar hâkimliğine, 15/1/2015 tarihli kararname ile de Ceza Mahkemesinin başkanlığına atanmıştır. E. ise 30/4/2013 tarihli kararname ile atandığı Horasan hâkimliğinden Akhisar hâkimliğine 12/6/2015 tarihli kararnameyle atanmıştır. 3/7/2017 tarihli kararnamede dikkate alınacak prensipler Hâkimler ve Savcılar Kurulunca 13/6/2017 tarihinde ilan edilmiştir. Söz konusu prensiplere göre son görev yeri iki ve üçüncü bölge olan hâkimler, bulunduğu yerde bir yılını tamamlayıp meslekte dört yılını doldurmuş ise kararname kapsamına alınarak sicil durumlarının uygun olması hâlinde birinci bölgeye atanacaktır (bkz. https://www.hsk.gov.tr/Eklentiler/files/EK-1%20Bölge%20Adliye%20ve%20Adlî%20Yargı%20İlk%20Derece%20Mahkemeleri%202017%20Yılı%20Kararname%20Prensipleri.pdf; erişim tarihi: 11/11/2022). Akhisar o tarihte ve hâlâ adli yargıda ikinci bölge statüsündedir. 11/7/2017 tarihinde yapılan celsede Ceza Mahkemesi heyetinde A.B. ve E. de hazır bulunmuştur. Duruşmaya ilk kez katılan ve 9/5/2017 tarihli kararnameyle Akhisar savcılığına atanan Cumhuriyet Savcısı S.T. yaklaşık 300 klasörden ve 3 terabaytlık haricî hard diski kaplayan dava dosyanın devam eden incelemesinin bitirilebilmesi için süre talep etmiştir. Talep doğrultusunda Cumhuriyet savcısına bir sonraki celse olan 17/10/2017 tarihine kadar süre verilmiştir. 17/10/2017 tarihli celsede -verilen başka ara kararları yanında- bir kısım katılan vekilinin iddianamenin mütalaa olarak kabul edilerek yargılamaya devam olunmasına yönelik talepleri reddedilmiş ve bazı katılan vekiline davanın esası hakkında beyan ve sunumda bulunmak üzere bir sonraki celse olan 10/1/2018 tarihine kadar süre verilmesine, sabotaj iddiasıyla ilgili soruşturmanın akıbetinin sorulmasına, tutuklu sanık A.G.Ç.nin tahliyesine karar verilmiştir. Manisa Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen cevaba göre soruşturma henüz sona ermemiştir. Celse arasında aralarında bazı başvurucuların da bulunduğu bir kısım katılanca Ceza Mahkemesi üyelerinin reddi istenmiştir. Bu talep, Manisa Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Anılan kararın ilgili kısmı şöyledir: “... [M]evzuatımıza göre, mahkemece yargılama aşamasında verilen bir kısım ara kararlarının itiraz yasa yoluna tabi olduğu, itiraza tabi olmayan bir kısım kararların ise hükümle birlikte temyiz/istinaf yasa yoluna tabi olduğu aşikar olup, bunun dışında yargılamanın seyri devam ederken yeni gelişen durumlara, elde edilen bilgi ve delillere göre önceden vazgeçtiği, ya da reddettiği bir konu ile ilgili olarak mevcut oluşan yeni duruma göre yargılamanın hukuka uygun, yargılamaya konu kişilerden uzak olarak, tarafsız ve sağlıklı yapabilmesi, nihayetinde en doğru sonuca ulaşması için her türlü kararı almaya takdir yetkisi yargılamayı yapan hakimlere ait olduğundan, mahkeme heyetinin takdirine dayalı olarak yapılan ve sonunda üst yargı denetimine açık olan Akhisar Ağır Ceza Mahkemesinin ... Sayılı dosyasındaki reddi hakim talebine konu işlemlerin [Ceza Muhakemesi Kanunu’nun] ilgili maddelerinde düzenlenen hakimin tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden sayılamayacağı sonuç ve kanaatiyle, bir kısım katılan vekillerinin, Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi heyetine yönelik reddi hakim taleplerinin ayrı ayrı reddine karar ver...[ilmiştir.]” 10/1/2018-11/7/2018 tarihleri arasında yapılan celselerde özetle o celselerde hazır bulunan katılanların, katılanlar vekillerinin, sanıkların ve müdafilerin beyanları saptanmış; Cumhuriyet savcısının davanın esasına ilişkin mütalaası alınmış ve bu mütalaaya karşı beyanda bulunmaya hakkı olan kişilerden sözü edilen celselerde hazır bulunanların beyanları tespit edilmiştir. Ceza Mahkemesi davayla ilgili kararını 11/7/2018 tarihinde açıklamıştır. Verilen karara göre fazlaca elektrik akımı çeken bant olay gününden önce Yönetim Kurulu Başkanı’nın üretim artışı odaklı yaklaşımı ve buna dair talimatları sebebiyle yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Bu durum bandın bollaşmasına ve olay günü bantta elektrik arızası yaşanmasına neden olmuştur. Arıza sebebiyle bant patinaj yapmaya başlamış ve ortam sıcaklığı artmıştır. Eski imalat sahalarında bırakılan kömürün zaman içinde oluşan tansmanlardan sızan oksijen ve nem ile temas etmesi ile oluşan karbonmonoksit ve kömürden açığa çıkan metan gazı ocak içine sızmıştır. Kaymalar ve posta akmaları sırasında darbe alan, ezilen, sıyrılan bir enerji kablosunun ya da kablolarının yarattığı ark veya kısa devre bahsi geçen gazları tutuşturmuştur. Çıkan alev sonrasında bant üzerinde taşınan kömür, ortamdaki kömür tozu, lastik konveyör bandı, elektrik kabloları, ağaç tahkimat, plastik borular ve mazot, yağ gibi malzeme yanmaya başlamıştır. Olay, bandın yanması sonucunda ortaya çıkan gaz ve dumanın ocak havasına katılarak mevcut ocak açıklıklarına yoğun biçimde karışması neticesinde meydana gelmiştir. Eski imalatlardan gelen gazlar ocağa ani, öngörülemez ve baskın bir şekilde girmiştir. O hâlde sanıklara isnat edilen temel kusur, ölümcül karbonmonoksit gazının ocaktan, işçilerin de bu gazdan korunamayarak ocaktan tahliye edilememesidir. Olayın nasıl meydana geldiği ile ilgili bu kabul; dava dosyasında bulunan TBMM Araştırma Komisyonunca hazırlanan rapora, yedi kişilik bir bilirkişi heyetince hazırlanan 8/10/2015 tarihli rapora, iki bilirkişi tarafından hazırlanan 12/10/2015 tarihli ayrık görüş ifade eden rapora ve 15/8/2016 tarihli bilirkişi raporuna dayanmaktadır. Olayın meydana geliş şekline göre olayla birinci derecede ilgili olduğu tespit edilen ve dava dosyasında raporları bulunan tüm bilirkişiler tarafından da ittifakla ortaya konulan kusurlu hareketler özetle şunlardır:- Panolar ve galeriler arasında bırakılan topuk genişlikleri uygun değildir.- Barajlar sızdırmazlıkları tam olarak sağlanacak şekilde kurulmamıştır. - U3 bölgesi gibi yüksek yük gerilimi altında kalan galeriler hem duraylılık hem de sızdırmazlık açısından keson beton ile tahkim edilmemiştir.- Eski imalat boşlukları ve barajlanarak kapatılan bölümler (baraj arkaları) izlenmemekte ve kontrol altında tutulmamaktadır.- Acil durumlarda çalışanların yeryüzüne tahliyesiyle ilgili tatbikat yaptırılmamıştır.- Acil eylem planlarında ocakta oluşabilecek bir yangın öngörülmemiştir.- Kullanım ömrünü tamamlamış ferdî kurtarıcılar kullanılmakta, akredite edilmeden bu maskelerin kullanım süreleri uzatılmaktadır.- Bazı panolarda kara tumba üretim yapılmaktadır.- 4 No.lu nakil bandının olduğu galeride hava miktarının 30-40 m3/dk gibi düşük değerlerde olması ve bu bölgede çok sayıda eski imalat galerisi olmasına rağmen bu bölgede emniyet açısından gerekli merkezî izleme sensörleri bulundurulmamaktadır.- S panolarının hava dönüşlerinin bir yol ile paralel havalandırma yapılmasını içeren Haziran 2011 ek uygulama revize projesi uygulanmamıştır. Ceza Mahkemesine göre olayın nasıl meydana geldiği ile ilgili kabul dikkate alındığında; - Gaz ölçüm cihazlarının azlığı, cihazların bakımının, kontrolünün ve kalibrasyonunun yeterli ölçüde yapılmaması, düzgün veri vermeyen cihazlarla ilgili durumun gözardı edilerek gerekli tedbirlerin alınmaması ile olay arasında nedensellik bağı bulunmamaktadır. Cihazların yedek enerji kaynağının bulunmaması da olayın meydana gelmesine tek başına ve doğrudan etki eden bir husus değildir.- Yangının alev sızdırmaz ekipmanlardan kaynaklandığına dair delil bulunmamakla birlikte yangının başlangıç noktasında alev sızdırmaz ağaç kama ve PVC boru gibi malzeme bulunmaktadır. Ayrıca yangın sırasındaalev sızdırmazlığı sertifikalar ile tespit edilen kablolar ve taşıyıcı bandın üst kısmı da yanmıştır. Onun için ocakta kullanılan makine ve ekipmanların yanmaz veya zor tutuşur malzemelerden seçilmesine ilişkin gerekliliğe ilişkin eksiklikler ile netice arasında nedensellik bağı yoktur. - Haricî bir etken yoksa ocak içinde kullanılan elektrik ekipmanlarından, transformatörlerden ve kablolardan yangın çıkma olasılığı bulunmamaktadır. Posta akmalarının neden olduğu kıvılcım ise tamamen öngörülemez ve beklenemez niteliktedir. Bu nedenle bahse konu hususlarla netice arasında nedensellik bağı yoktur. - Ocağı denetleyen müfettişleri aldatmak için yapılan eylemler ile netice arasında da nedensellik bağı bulunmamaktadır. Ceza Mahkemesi 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporunda yer alan;- Olayın nasıl meydana geldiği ile ilgili tespite kovuşturma aşamasında yapılan sondajlar neticesinde yangın bölgesinde herhangi bir topuk yangını olmadığının tespit edilmesi nedeniyle,- Sensör verileriyle ilgili tespite sensörlerdeki yükselmelerin anlık, saatlik bazda olup takip eden aşamada tekrar düşüşe geçmesi, bu durumun da ocak içinde yapılan top atımlarına bağlı olarak yükselen gaz değerleri şeklinde sensör verilerine yansıması nedeniyle, - Sensör verileri topuk yangınına dayanak yapılarak sözü edilen verilerden hareketle işveren ve işveren vekillerince olayın önceden bilindiğine ilişkin tespite topuk yangını bulunmadığı için sensör verilerinin topuk yangınına sebep olması gibi bir durum olmaması nedeniyle itibar etmemiştir. Ceza Mahkemesince verilen ve dosyadaki her bir raporun ayrı ayrı değerlendirildiği kararın neden yeni bir bilirkişi raporu alınmadığı ile ilgili kısmı şöyledir: “...Somut olayın, Cumhuriyet tarihinde gerçekleşen en büyük maden kazası olması nedeniyle tüm yurt genelinde çeşitli makale, araştırma, tez, panel, sempozyum ve bilimsel yazı ve mecmualara konu olmuş; ayrıca söz konusu olay nedeni ile, iş bu davaya konu ceza yargılaması haricinde pek çok tazminat ve hukuk davaları ile idari yargıda da birçok dava açılmış; bununla birlikte TBMM, SGK, Çalışma Bakanlığı, TBMM gibi pek çok kurum ve kuruluş tarafından da araştırma raporları hazırlanmış; tüm bu çalışmalar kapsamında konusunda uzman olan birçok Öğretim Üyesi ve Mühendis, olaya dair fikir ve bakış açılarını ortaya koymuştur....Buna göre, ... meydana gelen olayda ölümlere neden olan karbonmonoksit gazının kaynağını, içten içe süregelen kömür yangını olarak ele alan ... raporlar ile; ölümlere neden olan karbonmonoksit gazının, MTA ve Bilirkişi Kurulu tarafından incelenmesi akabinde hazırlanmış olan ... raporların, birbirlerinden temel olarak iki farklı yaklaşımı savundukları ve bu açıdan bakıldığında, çok dar bir bakış açısı ile prensip olarak aralarında çelişki bulunduğunun söylenebileceği açıktır. Ancak; hukuk pratiği ve ceza muhakemesi özelinde, bilirkişi raporları arasındaki bir çelişkiden bahsedebilmek için, kural olarak hakim ve mahkemelerin uzmanlık alanları dışındaki bir konuyu ilgilendiren bir olaya ve somut bir vakıaya ilişkin, aynı veriler ve aynı deliller üzerinden hazırlanmış olan, buna rağmen iki farklı görüşü ve iki farklı kabulü içeren raporlar bulunmasının gerektiği; ancak somut olayda, kömür yangını yaklaşımını içeren ve bunu temel neden kabul eden raporların, sahada kömür yangının varlığını ispatlayacak yegane veri olan jeolojik etüt ve sondajlar yapılmaksızın, jeolojik etüt verilerinin bilimsel olarak ele alınıp incelenmeksizin tanzim edilen, bu hali ile sadece top atım verileri akabinde ortaya çıkan yüksek sıcaklık ve karbonmonoksit değerlerini, içten yangının varlığına dair veri kabul edip bu hali ile yoruma dayanan raporlar ve yaklaşım oldukları; ancak, kovuşturma aşamasında sahada yapılan jeolojik etütler neticesinde elde edilen veriler ve olay öncesine karbonmonoksit verilerinin salt top atımları akabindeki verilerin değil, bu verilerin top atımlarının akabinde, bir müddet sonra normal seviyeye indiğine dair yapılan veri tetkikleri neticesinde 13/05/2014 tarihli somut olay öncesinde, ocak içerisinde ve sahada kömür yangını olmadığı hususu tartışma ve ihtimal olma dışında kalmıştır. Nitekim, toplanan deliller akabide delillerin tartışılması safahatında hiçbir suje tarafından da bu yönde bir iddia ortaya atılmamış, böylelikle somut olayda kömür yangını olduğu yaklaşımı, ortaya konulan bilimsel veriler doğrultusunda tamamen olasılık dışı kalmıştır.Bu nedenle farklı veriler üzerinden tanzim edilmiş olan iki temel yaklaşım ve iki temel grup raporlar arasında, aynı verilerin ve delillerin baz alınmamış olması, ilk yaklaşım olan kömür yangını yaklaşımının, jeolojik sondaj verileriyle tamamen olasılık dışı kalmış olması nedeniyle, ilkesel olarak bir çelişki bulunduğundan bahsedilemeceği, ortada bilimsel verilerle desteklenmiş, somut olayda, sahada yapılan jeolojik sondajlar neticesinde elde edilen bu verilen MTA ve Bilirkişi Kurulu tarafından incelenmesi akabinde hazırlanmış olan ve ölümlere neden olan karbonmokosit gazının ortaya çıkış şekline dair, özetle maden içerisinde bulunan gazların enerji kablosu, tahrik motoru veya nakil bantından kaynaklı bir etkene dayalı olarak bir ateşleyici ile tutuşması sonucu ortaya çıkan alevli yangının, ortamda bulunan yanıcı maddeleri de tutuşturması neticesinde meydana gelen ve büyüyerek ocak içerisini kısa sürede ölümlere neden olan karbonmonoksit gazı ile dolduran yangın olduğuna dair yaklaşımı içeren raporların kaldığı değerlendirilmiş ve bu nedenle sanık vekilleri tarafından ısrarla ileri sürülen, raporlar arasındaki çelişki bulunduğu şeklindeki iddialarına açıklanan nedenler ile itibar [edilmemiştir.]...” Ceza Mahkemesinin olayın meydana gelmesine etki eden hususlar ve sanıklarıncezai sorumlulukları ile ilgili değerlendirmeleri özetle şöyledir: i. Yangın nedeni ile açığa çıkan yoğun karbonmonoksit gazından kaçış yolundaki eğim, işçilerin harcadıkları eforun artmasına ve işçilerin daha sık nefes almasına yol açmıştır. Bu nedenle gaz maskelerinin kullanım süreleri 45 dakikadan yaklaşık 20 dakikaya inmiştir. Yaşamlarını yitiren işçilerin önemli bölümünün cansız bedenleri söz konusu eğimli çıkış yolu üzerinde bulunmuştur. Oksijenli tip ferdî kurtarıcılar tipinin tercih edilmemesi ve işçilere maskelerin kullanımı konusunda gerekli uygulamalı eğitimin verilmemesi nedeniyle işveren vekilleri ve iş güvenliği amirleri kusurludur. İşveren vekillerinin kusuru asli, bu hususta denetim görevi bulunan sanıkların kusuru ise tali niteliktedir. ii. S panosunun tümü, ocak içinde dolaşımda olan ve bu hâli ile geriden kirlenmiş olarak gelen hava ile havalandırılmıştır. Bu havalandırma sistemi özellikle S panoları açısından risklidir ve bu durum yüklenici Şirket tarafından da öngörülmüştür. Nitekim 2011 yılına ait ek revize projede, önce S panolarından geçmekte olan galeriye, sonrasında +340 ana nefesliğe paralel şekilde ilerleyerek yer üstüne bağlanması gereken galerinin yapılması planlanmıştır ancak proje hayata geçirilmemiş ve üretim 2-2,5 kat arttırılmıştır. Neticede madende çalışanlardan 269 kişi S panosunda vefat etmiştir. Ek revize proje hayata geçse idi olay anında emici sistem nedeni ile S panolarına doğru gitmekte olan karbonmonoksit gazı ile duman ayak içlerine girmeden ve işçilere temas etmeden ocak içinden başarılı bir şekilde tahliye edilebilecek, çalışanların vücut bütünlüğüne bir zarar gelmeyecektir. Bu nedenle madencilik alanına dair hiçbir bilgi birikimi olmayan G. ile işveren vekilleri, projenin faaliyete geçmesi ve uygulanması noktasında asli denetim görevi bulunan teknik nezaretçiler ve havalandırma mühendisleri olaydan sorumludur. Hızlı üretim artışına dair karar alma ve icrai yetkisi bulunan sanıklar ile yetkileri itibarıyla üretim ve ocağı durdurarak neticenin önüne geçebilecek sanıkların kusuru asli, denetim ve kontrol görevi bulunan sanıkların kusuru ise tali niteliktedir. iii. Teknik nezaretçiler, ek revize uygulama projesi hayata geçmeden bazı panolarda üretime başlanması havalandırmayı riskli hâle getirmesine rağmen projenin uygulanmasını takip etmemiştir. Uygulama sahası ve koordinatları içinde kalmasına rağmen eski imalatın iyi izole edilememesine, topukların hava ile temas eden kısımlarının kesonlanmamasına, topukları güçlendirmek için beton vb. malzeme kullanılmamasına ve eski imalat sahalarının baraj arkalarına gaz ölçüm cihazları konularak devamlı surette denetlemeyi amaçlayan bir mekanizma kurulmamasına rağmen teknik denetçiler sözü edilen hususlarda hiçbir tespitte bulunmamıştır. Şartnamede yer almayan üretim metodu ocakta uygulanmıştır. Teknik nezaretçiler projeye açık aykırılık olmasına rağmen üretimi durdurma yetkilerini kullanmamıştır. Bu nedenle teknik nezaretçiler asli derecede, işveren vekilleri ise teknik nezaretçi ataması, seçimi ve denetimindeki ihmalleri nedeniyle tali derecede kusurludur. iv. Hızla artan üretim miktarına rağmen esaslı bir iyileştirme yapılmayan havalandırma ile çalışılmaya devam edilmiş, üretim zorlamasıyla ilgili karar uygulanmış, bu doğrultuda çalışan sayısı arttırılmış verisk faktörünün yükselmesine neden olan kara tumba yönteminin kullanılmasına izin verilmiştir. İşi durdurma yetkisine sahip olanlar da bu yetkilerini kullanmamıştır. Bu nedenle G. ile işveren vekilleri, iş güvenliğinden sorumlu kişiler ve üretim sahalarının emniyetinin alınmasında görevli olan daimî nezaretçiler olaydan sorumludur. G.nin kusuru asli, bu konuda sorumluluğu bulunan diğer sanıkların kusuru ise tali niteliktedir. v. Olası tehlikelere karşı ocağın tümünü kapsar nitelikle herhangi bir tatbikat yapılmamış, tahliye amaçlı planlama yapılmamıştır. Diyafon ya da bas konuş olarak tabir edilen haberleşme sistemi kaldırılmış ancak madende çalışanların tamamını uyarabilecek bir alarm ve acil durum haberleşme sistemi kurulmamıştır. Madenin büyük bölümünde kullanılan ev tipi telefonlar olay günü yanmıştır. Elektrik de kesilince birçok pano ile haberleşme sağlanamamıştır. Bu durum madendeki işçilerin tahliyesinde gecikme yaşanmasına neden olmuştur. Bu nedenle işveren vekilleri ve iş güvenliğinden sorumlu personel asli kusurludur.vi. Terk edilen eski üretim alanlarının baraj önü ve arkaları sabit gaz ölçüm cihazlarıyla kontrol edilmemiştir. Bu nedenle karar alma, icrai harekette bulunma ve ocağı kapatarak üretime son verme yetkileri olan işveren vekilleri ile iş güvenliğinden sorumlu sanıklar asli kusurludur. Projeye dâhil olan eski imalat sahalarını kontrol yetkileri bulunan teknik nezaretçiler tali derecede kusurludur. vii. İşçiler olası bir tehlikede nasıl hareket edeceklerine, nereye gideceklerine, hangi maskeleri nasıl ve ne zaman kullanacaklarına, ocağın nasıl tahliye edileceğine dair herhangi bir eğitim almamıştır. Ocağın genelini kapsar nitelikte herhangi bir tatbikat da yapılmamıştır. S panosuyla ilgili riskler bilinmesine rağmen iş güvenliğiyle ilgili tedbirler alınmamıştır. Çok tehlikeli iş sınıfı kapsamında kalan maden ocağında gerekli risk değerlendirmeleri yapılmamıştır. Bu sebeple işveren vekilleri ile iş güvenliğinden sorumlu sanıklar asli kusurludur.viii. Ha.E.nin sorumluluğu acil durum yönetiminde yaşanan eksikliklere dayanmaktadır. ix. ELİ’de görevli sanıkların görevi üretilen kömürün kalite ve standartlara uygunluğunu kontrol etmek, üretim miktarını saptamak ve verilen koordinatlar içerisinde üretim yapılıp yapılmadığını tespit etmektir. Bu sanıkların olaya sebebiyet veren eksiklikler yönünden denetim yapma yetkileri bulunmamaktadır. x. Yönetim kurulu başkanı veya üyesi olmak, cezai sorumluluğun doğması için yeterli değildir. Aksi düşünce ceza sorumluluğunun şahsiliği prensibi ile bağdaşmaz. Sanık Y. yönetim kurulu üyesi olmakla birlikte G. gibi şirket işleyişine doğrudan yahut dolaylı herhangi bir müdahalede bulunmamıştır. Bu sebepleM.Y., G.nin kusurlu hareketlerinden sorumlu tutulamaz. A.G. yüklenici Şirketin önceki yönetim kurulu başkanıdır ancak olaydan yaklaşık altı ay önce görevi bırakmıştır. Yönetim kurulu başkanlığı görevinde kalmaya devam etmesi durumunda A.G.nin neticeyi engelleyici tedbirleri alıp almayacağı bilinmemektedir. Bu sebeple A.G.nin görevden ayrılmasıyla birlikte A.G.nin yönetim kurulu başkanlığı dönemindeki faaliyetler ile olay arasındaki illiyet bağının kesildiği kabul edilmiştir.xi. Genel Müdür Teknik Yardımcısı Ha.K. plan ve proje danışmanı sıfatı ile ek revize uygulama projesini planlayıp projelendirmiştir ancak bu kişinin projenin hayata geçmesi noktasında icrai bir yetkisi yoktur. xii. 15/8/2016 tarihli bilirkişi raporunda kusurlu oldukları belirtilen E.Y., S.K., H.S. ve U.nun olayın temel nedenleri olarak belirlenen yapısal ve işletmesel eksiklikler konusunda neticeyi engelleyebilecek kararları alma yahut tedbiren ocağı kapatarak üretimi durdurma yetkileri bulunmamaktadır. xiii. Karbonmonoksit gazının ortaya çıkmasına neden olan yangının meydana çıkmasında kast söz konusu değildir. Neticeyi engellemek için gerekli tedbirleri almaya yetkileri olmasına rağmen üretimin devam etmesi yönünde karar alan sanıklar R., A.Ç., İ.A. ve E.E.nin eylemleri bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçunu oluşturmaktadır. Ek revize uygulama projesinden haberdar olduğuna ve buna rağmen projenin uygulanmasının önüne geçtiğine dair delil (toplantı tutanakları, kurum içi yazışmalar, kurum içi mailler ve söz konusu projede imzası bulunan sanık ve tanıklarının beyanları gibi) bulunmayan sanık G. ile kusurlu oldukları kabul edilen A.G.Ç., Y.K., H.K., Hi.K., H.A., E., Ha.E., F.Ü.A. ve Mu.B. ise taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçundan sorumludur. Geriye kalan sanıkların kusuru bulunmamaktadır. Ceza Mahkemesinin sanıkların ceza sorumlulukları ile ilgili tespitleri uyarınca;- G. doğrudan 15 yıl hapis cezasına, - R. ve İ.A. sonuç olarak 22 yıl 6 ay hapis cezasına, - A.Ç. ve E.E. sonuç olarak 18 yıl 9 ay hapis cezasına, - A.G.Ç. sonuç olarak 11 yıl 8 ay hapis cezasına, - Y.K. ve H.K. sonuç olarak 10 yıl 10 ay hapis cezasına, - Hi. K., H.A. ve E. sonuç olarak 10 yıl hapis cezasına, - Ha. E. ve F.Ü.A. sonuç olarak 8 yıl 4 ay hapis cezasına, - Mu. B. ise sonuç olarak 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. İlk derece mahkemesi Cumhuriyet savcıları ve bazı katılanlar/müştekiler veya katılan vekilleri ile mahkûmiyetlerine karar verilen sanıklar ve/veya sanık müdafileri tarafından yapılan istinaf başvurularını 18/4/2019 tarihinde inceleyen İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (İstinaf Dairesi) bazı sanıklar hakkında kurulan hükümlerde bulunan güvenlik tedbirleriyle ilgili bölümleri çıkarıp istinaf başvurusuna konu karardaki bazı ifadelerle yazım hatalarını da düzelterek istinaf başvurularını esastan oyçokluğuyla reddetmiştir. İstinaf Dairesinde görevli bir üye; A.G., G., Y., R. , Ha.K., A.Ç., İ.A., E.E., A.G.Ç., Y.K., H.K., Hi.K., H.A., E., Ha.E., F.Ü.A. ve Mu.B.nin olası kastla öldürme ve yaralama suçlarından cezalandırılması gerektiği gerekçesiyle karara muhalif kalmıştır. İstinaf Dairesince verilen karar İzmir Bölge Adliyesi Cumhuriyet savcısı, mahkûmiyetlerine karar verilen sanıklar ve/veya sanık müdafileri ve bir kısım katılan vekilince temyiz edilmiştir. Temyiz taleplerini 30/9/2020 tarihinde karara bağlayan Yargıtay Ceza Dairesi (Temyiz Dairesi) oybirliğiyle G., R., A.Ç., İ.A., A.O., E.K. ve Ha.E. yönünden kurulan hükümlerin bozulmasına, diğer sanıklar hakkında kurulan hükümlere yönelik temyiz taleplerin ise reddine karar vermiştir. Temyiz Dairesine göre;i. 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporu ile dava dosyasında mevcut olan bazı raporlarda olayda ölümlere yol açan karbonmonoksit gazının ocakta içten içe yanmakta olan kömürden kaynaklandığı yani olay tarihinden önce ocakta kömür kızışmasının bulunduğu kabul edilse de Gaz Laboratuvarınca hazırlanan raporda sabit sensörler ile test edilen on beş seyyar gaz ölçerin (H2S, CH4, O2 ve CO) kalibrasyon sonuçlarının düzgün olduğu, seyyar sensörlerin sıcaklık ölçümü yaptığı ve hafızalarında kayıt altına aldığı belirtilmiştir. Bir öğretim üyesince düzenlenen 13/5/2014 tarihi öncesinde ölçülen gaz sensörü verilerinin patlatmalar açısından değerlendirilmesini kapsayan Eylül 2014 tarihli teknik raporda da ocaktaki üretim panolarında kömürün kendiliğinden yanıp yanmadığının tespiti ve dinamit atımları sırasında oluşan yüksek CO emisyonlarının belirlenmesi amacıyla ocaktaki tüm CO sensörlerine ait verilerin olay öncesi ve sonrası olarak geniş bir zaman aralığında ele alınıp değerlendirildiği, CO değerlerindeki ani artışların genellikle ayaklardaki dinamit atımlarından kaynaklandığı, sürekli olmadığı ve ölçülen çok yüksek değerlerin de zaman içinde düştüğü belirtilmiştir. Ocakta bulunan sabit sensörlerde zaman zaman 2, 3, 4 ve hatta 12 saati bulan CO değerlerinin ortalamasının yasal seviye olan 50 PPM’nin üzerinde seyretmesine rağmen sürekli bir şekilde yükselişini sürdürmemesi veya yasal değerin üzerinde belli bir seviyede sürekli seyrini sürdürmemesi, daha sonra 50 PPM’lik yasal sınırın çok altına düşmesi, kovuşturma aşamasındaki keşif sırasında yapılan jeolojik etütler ve sondajlar sonucunda alınan raporlar, Araştırma Komisyonunca hazırlanan rapor ve 15/8/2016 tarihli bilirkişi raporu ile bu raporu hazırlayan bilirkişilerden alınan ek raporlar dikkate alındığında olaydan önce maden ocağında herhangi bir kömür yangının bulunmadığı ve olayın U3 bölgesindeki elektrik yada bant arızasından kaynaklı arkın ısınmış ortama eski imalat bölgelerinden basınçlaüflenen gazlar ile kaza mahallindeki maddeleri tutuşturmasından kaynaklandığı konusunda tereddüt kalmamıştır.ii. Ha.E.nin anılan ocakta hangi görev dağılımında yer aldığı, yetki ve sorumluluklarının neler olduğu şüpheye yer vermeyecek şekilde tespit edilmemiştir. Bu sanığın acil durum yöneticisi olduğuna dair somut bir delil bulunmamaktadır. iii. TKİ ve yüklenici Şirket arasında sözleşmeye, bu sözleşmenin ekindeki şartnamelere ve Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu Ege Linyitleri İşletmesi Müessese Müdürlüğü Görev, Yetki ve Sorumluluk Yönetmeliği’nin başmühendislerin görev ve yetkiyle ilgili hükümlerine göre A.O. ve E.K.nın sorumlulukları sadece üretime ve teslime ilişkin değildir. Aksine söz konusu sanıklar, yüklenici Şirketin ocaktaki kömür çıkartma faaliyetlerini yakından takip edip sözleşmeye ve projelere uygun olup olmadığını denetlemekle yükümlüdür. Bu nedenle sahadaki çalışmaların projeye ve ilgili mevzuata göre yapılıp yapılmadığı konusundaki denetim yükümlülüklerini yerine getirmeyen A.O. ve E.K. olayın meydana gelmesinde bilinçli taksir derecesinde kusurludur. Bununla birlikte ELİ’de görevli olup A.O. ile E.K.nın alt biriminde görev yapan kontrol mühendisleri, kazanın yaşandığı maden ocağında denetim yapma konusunda öncelikli olarak görevli değildir.iv. G., R., A.Ç. ve İ.A. iş kolundaki çalışma usul ve şartlarına aykırı şekilde gerçekleştirilen hızlı ve sürekli kömür çıkarma faaliyetlerinin işçilerin iş sağlığı ve güvenliği açısından yüksek risk oluşturduğunu ve dönülmez sonuçlara yol açabileceğini bildikleri hâlde muhtemel tehlikeli neticeleri göze alıp kabullenmiştir zira sanıklar yüklenici Şirketin karar alma sürecinde yer almakta ve pozisyonları gereği ocak içindeki yüksek riskleri bilmektedir. Bu nedenle “Olursa olsun.” düşüncesi ile hareket ederek yüksek risk içeren faaliyetlerine uzun süre devam eden sanıklar G., R., A.Ç. ve İ.A. olası kastla öldürme suçundan 301 kez, olası kastla yaralama suçundan 162 kez mahkûm edilmelidir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı (Yargıtay Başsavcılığı) 8/1/2021 tarihinde, somut olayda olası kast koşulları oluşmadığı gerekçesiyle Temyiz Dairesince verilen karara itiraz etmiştir. Bu arada Temyiz Dairesinde görevli beş yüksek hâkimden üçü değişmiştir. Yeni gelen üyeler öncesinde Bakanlık ve/veya Hâkimler ve Savcılar Kurulunda görev yapmıştır. Temyiz Dairesi 18/1/2021 tarihinde oyçokluğu ile Yargıtay Başsavcılığının itirazını kabul edip sanıklar G., R., A.Ç. ve İ.A. hakkında verilen bozma kararını kaldırmış ve yeniden yaptığı incelemede İstinaf Dairesinin R., A.Ç. ve İ.A. ile ilgili hükümlerine yönelik temyiz taleplerini reddetmiş ancak G.nin eylemini bilinçli taksirle gerçekleştirdiği gerekçesiyle İstinaf Dairesinin G. hakkında verdiği hükmü bozmuştur. Temyiz Dairesine göre G. devraldığı ocaktaki yangın riskinin yüksek olduğunu bilmesine rağmen ocaktaki üretim miktarına odaklanarak üretilen kömür miktarının 2,5 katına çıkarılmasını sağlamış ve iş güvenliği önlemleri ile ocağın alt yapısının iyileştirilmesine ilişkin herhangi bir girişimde bulunmamıştır. Bilinçli taksir uygulamasına konu edilen S panosunda ikinci hava galerisinin yapılması hususu, öngörülebilir neticeyi engelleyici tedbirlerden yalnızca biridir. Temyiz Dairesinin 30/9/2020 tarihli kararının isabetli olduğu gerekçesiyle 18/1/2021 tarihli karara muhalif olan iki üye 30/9/2020 tarihli kararda imzası bulunan üyelerdendir. Başvurucular 25/2/2021 tarihinde 2021/6982 sayılı başvuruyu yapmıştır. Temyiz Dairesince verilen bozma kararına uyan Ceza Mahkemesi 16/6/2021 tarihinde, G.nin bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçundan sonuç olarak 20 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına, A.O. ile E.K.nın aynı suçtan neticeten 12 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve Ha.E.nin beraatine karar vermiştir. Aralarında bazı başvurucuların da bulunduğu bir kısım katılan, vekilleri aracılığıyla Temyiz Dairesine gönderdikleri bir dilekçe ile 30/9/2020 tarihli karardan sonra Temyiz Dairesinde üye olarak görevlendirilen üç yüksek hâkimin reddini istemiştir.İddialarına göre sözü edilen yüksek hâkimler yargıya yapılmış en açık siyasi müdahalelerden birinin başaktörleridir. Hâkimin reddi talebi Temyiz Dairesinin 31/3/2022 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Temyiz Dairesi 4/4/2022 tarihinde oyçokluğuyla G. ve Ha.E. hakkında kurulan hükümleri doğrudan, A.O. ve E.K. hakkında kurulan hükümleri ise güvenlik tedbirleriyle ilgili kısımları düzelterek onamıştır. Karara muhalif kalan üyeler 18/1/2021 tarihli karara da muhalif olan üyelerdir. Başvurucular 5/5/2022 tarihinde 2022/51719 sayılı başvuruyu yapmıştır. Başvurucular başvuruya konu ceza yargılaması sürecinde yer almış; özetle yargılamaya konu suçun hukuki vasıflandırılmasında hata edildiği, mahkûm edilen sanıklara eksik ceza tayin edildiği ve sanık A.G. de dâhil olmak üzere haklarında beraat kararı verilen bazı sanıklara isnat edilen suçların sübut bulduğu gerekçesiyle kanun yolu başvuruları yapmıştır. Mahkûmiyetlerine karar verilen sanıklardan G. 19/5/2014-18/4/2019, A.G.Ç. 19/5/2014-17/10/2017, Y.K. 18/5/2014-25/12/2015, H.K. 19/5/2014-25/12/2015 tarihleri arasında, E.E. ise 18/5/2014-30/9/2020 tarihleri arasında tutuklu kalmıştır. Kovuşturma süresince tutuklu yargılanan sanıklardan A.Ç. 18/5/2014, R. 19/5/2014, A.Ç. ise 2/6/2014 tarihinde tutuklanmıştır.B. Haklarında Soruşturma İzni İstenen Kişilerle İlgili Soruşturmaya İlişkin Süreç Soma Başsavcılığı 27/5/2014 tarihinde, görevlerini ihmal ettikleri yönünde şüphe oluştuğu gerekçesiyle maden ocağının denetimini yapan görevliler ile Çalışma Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü hakkında Çalışma Bakanlığı ile Enerji Bakanlığından soruşturma izni istemiştir. Çalışma Bakanlığı Görevlileriyle İlgili Süreç 26/8/2014 tarihinde Çalışma Bakanı; 15/8/2014 tarihli ön inceleme raporuna dayanarak haklarında ön inceleme yürütülen İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü ile iş başmüfettişi, iş müfettişi veya iş müfettiş yardımcısı olan on iki kişi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Soma Başsavcılığı ve olayda vefat eden bazı kişilerin bir kısım yakını bu karara Danıştay Birinci Dairesi (Birinci Daire) nezdinde itiraz etmiştir. Haklarında soruşturma izni istenenlerden biri 3/12/2014 tarihinde vefat etmiştir. Birinci Daire 4/12/2014 tarihinde, 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporunda yer alan iş müfettişleriyle ilgili tespitlere işaret ederek eksik inceleme yapıldığı gerekçesiyle soruşturma izni verilmemesine dair kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığında (Teftiş Kurulu) görevli bir başmüfettiş, iki müfettiş ve üç müfettiş yardımcısınca hazırlanan 28/7/2015 tarihli ön inceleme raporunda, ön inceleme için öngörülen yasal süre içinde yeni bilirkişi incelemesi yaptırılmasının mümkün olmadığı ancak soruşturma aşamasında alınan 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporundaki kusur tespitlerinin genel ve hukuki yönden mesnetsiz olduğu belirtilerek teknik değerlendirmeler yanında hukuki değerlendirmeler de yapabilecek uzman kişilerden oluşan yeni bir bilirkişi heyetinin maden kazasını incelemek üzere görevlendirilmesinin uygun olacağı ifade edilmiştir. Ayrıca kazanın asıl oluş nedeni ve bu nedenin ortaya çıkmasında sorumluluğu olanlar hakkında yeterli delil ve emareye ulaşılamadığından soruşturma izni verilmemesi gerektiği açıklanmıştır. Çalışma Bakanı 7/9/2015 tarihinde 28/7/2015 tarihli ön inceleme raporunu esas alarak soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Bu karara Soma Başsavcılığı ile olayda vefat eden bazı kişilerin bir kısım yakını itiraz etmiştir. Ön incelemedeki tespitlerden hareket eden Birinci Daire maden ocağının denetlendiği, iş sağlığı ile güvenliği yönünden herhangi bir eksiklik tespit edilmediği ve haklarında ön inceleme yapılanların eylemleri ile maden kazasının meydana gelmesi arasında doğrudan illiyet bağı kurulamadığı gerekçesiyle soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara yönelik itirazları 10/12/2015 ve 14/4/2016 tarihlerinde reddetmiştir. Olayda vefat eden bazı kişilerin yakınlarınca yapılan Abdülkadir Yılmaz ve diğerleri (2) başvurusunda kamu görevlilerinin bilirkişi raporları ile tespit edilen ihmallerinin ceza hukuku sorumluluğu doğurup doğurmadığı, doğurmakta ise bu ihmaller ile ortaya çıkan netice arasında ceza hukuku anlamında bir illiyet bağı bulunup bulunmadığı konusundaki değerlendirmelerin soruşturma makamlarınca yapılması gerektiği, adli sürecin sona erdirilmesinin etkili soruşturma ilkeleriyle bağdaşmadığı değerlendirilerek yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Enerji Bakanlığı Görevlileriyle İlgili Süreç Soma Başsavcılığı 30/9/2014 tarihinde 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporuna istinaden olay tarihinden geriye doğru son iki yıl içinde denetlemede görev almış olup da daha önce haklarında soruşturma izni verilen kişiler dışında kalan ancak 2010 yılından sonra ilgili maden ocağına ilişkin işletme projelerini inceleyen, denetleyen veya onay veren görevliler ile Maden İşleri Genel Müdürü, TKİ Yönetim Kurulu Başkanı ve TKİ İşletme Dairesi Başkanı hakkında Enerji Bakanlığından soruşturma izni istemiştir. Anılan yazıdan söz konusu soruşturma izni verilmesine ilişkin kararın içeriği tespit edilememiştir. Enerji Bakanı 25/11/2014 tarihinde, haklarında ön inceleme yürütülen Maden İşleri Genel Müdürü, Maden İşleri Genel Müdür Yardımcısı, iki Daire Başkanı, iki Müdür, üç mühendis, on beş Maden Tetkik Heyeti Üyesi ve TKİ Yönetim Kurulu Başkanı ile TKİ’de işletme daire başkanlığı görevini yürüten iki kişi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Bu karara Soma Başsavcılığı itiraz etmiştir. Birinci Daire 19/3/2015 tarihinde, meydana gelen maden kazasının birden fazla bakanlığı ve kamu kurumunu ilgilendirmesi nedeniyle şikâyet konusunun Teftiş Kurulunca incelenmesi gerektiğini belirtip, maden kazasının meydana gelmesinde sorumluluğu olan tüm kamu kurumları ve bakanlıklar ile illiyet bağı olan kamu görevlilerinin belirlenmesi, illiyet bağı belirlenen kamu görevlilerinin ifadelerinin alınması, bu kişilerin olayın meydana gelmesindeki sorumluluk ve kusurlarının ortaya konulması lüzumuna işaret ederek soruşturma izni verilmemesine dair kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Söz konusu kararda ayrıca 4/12/2014 tarihli karar (bkz. § 72) uyarınca Çalışma Bakanlığı görevlileri hakkında yürütülecek ön incelemenin de Teftiş Kurulunca yapılması gerektiği belirtilmiştir. Yukarıda anılan Teftiş Kurulu raporuna (bkz. § 73) istinaden Enerji Bakanı 18/8/2015 tarihinde 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporunda eksiklikler bulunması ve kırk beş günlük ön inceleme süresinde yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılmasının mümkün olmaması sebebiyle kazanın asıl oluş nedeni ile bu nedenin ortaya çıkmasında sorumluluğu olanlar hakkında yeterli delil ve emareye ulaşılamadığı gerekçesiyle Çalışma Bakanlığı çalışanları da dâhil haklarında ön inceleme yapılan tüm kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Soma Başsavcılığı bu karara itiraz etmiştir. Birinci Daire 10/12/2015 tarihinde; i. Çalışma Bakanlığı çalışanları hakkında verilen kararın yetkisizlik nedeniyle kaldırılmasına, ii. TKİ İşletme Dairesinin başkanları hakkında verilen kararın anılan görevlilerin genel soruşturma hükümlerine tabi olmaları sebebiyle kaldırılmasına, iii. Eyleminin ocağın işletilmesiyle ilgili ihale süreciyle sınırlı olması ve ocakta kaza ve ölüm olayları meydana gelmesiyle eylemi arasında doğrudan illiyet bağının bulunmaması nedeniyle TKİ Yönetim Kurulu Başkanı yönünden soruşturma izni verilmemesine dair karara yapılan itirazın reddine, iv. Enerji Bakanlığının diğer çalışanları hakkında verilen kararın ise eksik inceleme nedeniyle kaldırılmasına karar vermiştir. Anılan karar üzerine Enerji Bakanlığı ön inceleme yapılması için dosyayı Teftiş Kuruluna göndermiştir. Teftiş Kurulu, Birinci Dairenin 10/12/2015 tarihli kararıyla ilgili gerekliliklerinEnerji Bakanlığınca yerine getirilmesi gerektiği gerekçesiyle ön inceleme dosyasını iade etmiştir. 28/12/2016 tarihinde Enerji Bakanı, Birinci Daire kararıyla kaldırılan 25/11/2014 tarihli soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararın dayanağı olan ön inceleme raporundaki tespitleri gözönünde bulundurarak haklarında ön inceleme yürütülen Maden İşleri Genel Müdürü, Maden İşleri Genel Müdür Yardımcısı, iki Daire Başkanı, iki Şube Müdürü, üç mühendis ve on dört Maden Tetkik Heyeti Üyesi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Soma Başsavcılığı Ceza Mahkemesince alınan 15/8/2016 tarihli bilirkişi raporundaki tespitlere de değinerek anılan karara itiraz etmiştir. Birinci Daire 15/6/2017 tarihinde, Soma Başsavcılığının itirazını kabul ederek 28/12/2016 tarihli soruşturma izni verilmemesine dair kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Anılan karar üzerine yürütülen ön incelemede bir yüksek maden mühendisi, bir yüksek elektrik mühendisi ve bir maden mühendisinden oluşan üç kişilik bilirkişi heyetinden rapor alınmıştır. Enerji Bakanı 22/8/2019 tarihinde, haklarında ön inceleme yürütülen, TKİ ya da MİGEM’de görev yapan otuz kişi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Sözü edilen kararda öz itibarıyla Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan bilirkişi raporunun olayın meydana geldiği ocağın genel mevzuat açısından eksiklikleri hakkında düzenlendiği, olayın nasıl meydana geldiği, nedeni ve seyri konusunda bilimsel ve birbiriyle çelişmeyen herhangi bir tespit içermediği, MİGEM’in yılda bir kez kendi mevzuatı açısından eksikliklerin tespiti ve giderilmesi yönünden denetim yaptığı, sürekli hareket hâlinde dinamik bir yapıya sahip olan yer altı ocağında iş sağlığı ve güvenliği için ocak verilerinin güncel ve daha sık periyotlarla değerlendirilmesi, yüklenici Şirketin istihdam ettiği teknik personelin ocağın zehirli gazlardan etkilenebilmesi hususunu gözeterek öncelikle üretime ara verip ocak çalışanlarını tahliye etmesi, daha sonra da yangının havayla temasının kesilmesi için müdahalede bulunması gerektiği ifade edilmiştir. Soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara Soma Başsavcılığınca yapılan itirazı 11/12/2019 tarihinde inceleyen Birinci Dairece şu sonuçlara ulaşmıştır: i. Maden İşleri Genel Müdürü’nün, Genel Müdür Yardımcısı’nın, Daire Başkanlarının, üç mühendisin ve TKİ Yönetim Kurulu Üyelerinin eylemleri ile olay arasında illiyet bağı bulunmamaktadır. Ayrıca TKİ Yönetim Kurulu Üyelerinin eylemleri ocağın işletilmesiyle ilgili ihale süreciyle sınırlıdır. Bu nedenle itiraz sözü edilen kişiler yönünden reddedilmelidir. ii. TKİ Yönetim Kurulu Başkanı hakkında aynı eylemler yönünden yapılan ön inceleme sonunda soruşturma izni verilmemesine ilişkin karar verilmiş ve bu karara Soma Başsavcılığınca yapılan itiraz 10/12/2015 tarihinde reddedilmiştir. Dolayısıyla bu kişi yönünden yapılan itiraz hakkında karar verilmesine gerek bulunmamaktadır.iii. Maden Tetkik Heyeti Üyelerinden 2010 yılı ile olay tarihi arasında sahada denetim yapan kişilere isnat edilen eylemler, bu kişiler hakkında soruşturma yapılmasını gerektirecek niteliktedir. Bu sebeple anılan kişiler yönünden soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararın kaldırılması gerekir. Madenlerin aranması, işletilmesi, üzerinde hak sahibi olunması ve terk edilmesi ile ilgili esas ve usuller 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu’nda düzenlenmiştir. 3213 sayılı Kanun’un “Beyan usulü” kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir: “Madencilik faaliyetlerinin bu Kanun hükümlerine göre devamı süresince teknik ve mali konularda yapılan yazılı beyanlar ile yetkili kişilerce tanzim edilen raporlar doğru kabul edilir.Teknik elemanlar sadece ihtisas sahibi oldukları konularda beyanda bulunabilirler ve beyanları ile sorumludurlar. Ruhsat sahipleri ise teknik konular dışındaki tüm beyanlardan sorumludurlar.... (Ek fıkra: 10/6/2010-5995/5 md.) Teknik nezaretçinin [3213 sayılı Kanun’un uygulanmasında nezaretçi, işletmelerin teknik ve emniyet yönünden nezaretini yapan sorumlu ve yetkili maden mühendisini ifade etmektedir.] atandığı ruhsat sahasındaki faaliyetleri düzenli bir şekilde denetleyerek tespit ve önerilerini teknik nezaretçi defterine kaydetmesi zorunludur...” 3213 sayılı Kanun’un “Faaliyetlerin denetimi” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının olay tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir: “[Enerji Bakanlığı], maden hakları ile ilgili bütün faaliyetlerin yürütülmesini ve vecibelerin yerine getirilmesini kontrol ve denetimini yapmak ve yönlendirmek için teknik ve mali konuları yerinde incelemek maksadıyla ihtisaslaşmış diğer Devlet kuruluşlarından da yararlanarak inceleme raporu hazırlatır.” 3213 sayılı Kanun’un “İşletme faaliyeti” kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir: “İşletme faaliyeti, projesine [3213 sayılı Kanun’un uygulanmasında proje, yer altı kaynaklarının değerlendirilmesi amacına dönük belirli girdileri seçilmiş bir teknoloji kullanarak mevcut ve potansiyel talebi karşılamak üzere mal ve cevher üretmek için çalışmaları düzenleyen beyan niteliğinde raporu ifade etmekteydi.]ve Kanunun ilgili hükümlerine göre yürütülür. İşletme projesine aykırı faaliyette bulunulması ve faaliyetlerin can ve mal güvenliği açısından tehlikeli bir durum oluşturduğunun tespit edilmesi halinde maden üretimine yönelik faaliyetler durdurulur.İşletme projeleri ve değişiklikleri uygulamaya konulmadan önce [MİGEM] onayının alınması zorunludur. Aksi takdirde faaliyet durdurulur.İşletme açısından tehlikeli durumların tespiti halinde, bu halleri gidermek için ruhsat sahibine altı aya kadar süre verilir, mücbir sebepler dışında bu süre uzatılmaz. Bu süre sonunda projeye uygun faaliyette bulunulmaması veya tehlikeli durumun ortadan kaldırılmaması halinde teminat irad kaydedilerek işletme faaliyeti durdurulur.Ruhsat sahibi, her yıl nisan ayı sonuna kadar bir önceki yıl içinde gerçekleştirdiği işletme faaliyeti ile ilgili teknik belgeleri, satış bilgi formunu [3213 sayılı Kanun’un uygulanmasında satış bilgi formu; şekli ilgili yönetmelikte gösterildiği gibi hazırlanan, yıllık üretim miktarı, satış tutarı, toplam gelir ve tahakkuk eden devlet hakkı gibi mali durumu gösteren belgeyi ifade etmektedir.] faaliyet bilgi formunu [3213 sayılı Kanun’un uygulanmasında faaliyet bilgi formu, yıllık işletme faaliyetine ilişkin üretim, satış, stok ve bunun gibi bilgileri içeren, şekli ve muhtevası yönetmelikle gösterilecek olan belgeyi ifade etmektedir.] ve işletme sahasında arama yapmış ise arama ile ilgili bilgileri [MİGEM’e] vermekle yükümlüdür......” 3213 sayılı Kanun’un maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir:“Maden işletme faaliyetleri, maden mühendisi nezaretinde yapılır. Yeraltı üretim yöntemiyle çalışan işletmeler ile en az onbeş işçi çalıştıran açık işletmeler asgari bir maden mühendisini daimi olarak istihdam etmek zorundadır. Teknik ve daimi nezaretçinin görev, yetki, sorumlulukları, atanma usul ve esasları, vardiyalı çalışan işletmelerde işletmenin büyüklüğü ve niteliği esas alınarak her vardiyada zorunlu olarak istihdam edilecek maden mühendisi ile ruhsat sahasında görevlendirilecek teknik elemanların çalışma usul ve esasları [Enerji Bakanlığınca] çıkarılacak yönetmelikle belirlenir...” 3213 sayılı Kanun’un ek maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir:“Maden ruhsat sahiplerinin, ruhsat sahalarının bir kısmında veya tamamında üçüncü kişilerle yapmış oldukları rödövans sözleşmelerinde, bu alanlarda yapılacak madencilik faaliyetlerinden doğacak İş Kanunu, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili idari, mali ve hukuki sorumluluklar rödövansçıya aittir. Ancak bu durum ruhsat sahibinin Maden Kanunundan doğan sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.” 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun “Tanımlar” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “...İşveren adına hareket eden ve işin, işyerinin ve işletmenin yönetiminde görev alan kimselere işveren vekili denir. İşveren vekilinin bu sıfatla işçilere karşı işlem ve yükümlülüklerinden doğrudan işveren sorumludur.Bu Kanunda işveren için öngörülen her çeşit sorumluluk ve zorunluluklar işveren vekilleri hakkında da uygulanır... .Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur....” İşyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması, mevcut sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için işveren ve çalışanların görev, yetki, sorumluluk, hak ve yükümlülükleri 20/6/2012 tarihli ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nda düzenlenmiştir. Öncesinde iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili hususlar, 4857 sayılı Kanun’un 77 ile maddeleri arasında yer almaktaydı. 6331 sayılı Kanun’un “İşverenin genel yükümlülüğü” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) İşveren, çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olup bu çerçevede;a) Mesleki risklerin [6331 sayılı Kanun’un uygulanmasında risk, tehlikeden kaynaklanacak kayıp, yaralanma ya da başka zararlı sonuç meydana gelme ihtimalini ifade etmektedir.] önlenmesi, eğitim ve bilgi verilmesi dâhil her türlü tedbirin alınması, organizasyonun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık ve güvenlik tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi için çalışmalar yapar.b) İşyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerine uyulup uyulmadığını izler, denetler ve uygunsuzlukların giderilmesini sağlar.c) Risk değerlendirmesi [6331 sayılı Kanun’un uygulanmasında risk değerlendirmesi; işyerinde var olan ya da dışarıdan gelebilecek tehlikelerin belirlenmesi, bu tehlikelerin riske dönüşmesine yol açan faktörler ile tehlikelerden kaynaklanan risklerin analiz edilerek derecelendirilmesi ve kontrol tedbirlerinin kararlaştırılması amacıyla yapılması gerekli çalışmaları ifade etmektedir.] yapar veya yaptırır.ç) Çalışana görev verirken, çalışanın sağlık ve güvenlik yönünden işe uygunluğunu göz önüne alır.d) Yeterli bilgi ve talimat verilenler dışındaki çalışanların hayati ve özel tehlike [6331 sayılı Kanun’un uygulanmasında tehlike, işyerinde var olan ya da dışarıdan gelebilecek, çalışanı veya işyerini etkileyebilecek zarar veya hasar verme potansiyelini ifade etmektedir.] bulunan yerlere girmemesi için gerekli tedbirleri alır.(2) İşyeri dışındaki uzman kişi ve kuruluşlardan hizmet alınması, işverenin sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.(3) Çalışanların iş sağlığı ve güvenliği alanındaki yükümlülükleri, işverenin sorumluluklarını etkilemez.(4) İşveren, iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin maliyetini çalışanlara yansıtamaz.” 6331 sayılı Kanun’un “Risklerden korunma ilkeleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) İşverenin yükümlülüklerinin yerine getirilmesinde aşağıdaki ilkeler göz önünde bulundurulur:a) Risklerden kaçınmak.b) Kaçınılması mümkün olmayan riskleri analiz etmek.c) Risklerle kaynağında mücadele etmek.ç) İşin kişilere uygun hale getirilmesi için işyerlerinin tasarımı ile iş ekipmanı, çalışma şekli ve üretim metotlarının seçiminde özen göstermek, özellikle tekdüze çalışma ve üretim temposunun sağlık ve güvenliğe olumsuz etkilerini önlemek, önlenemiyor ise en aza indirmek.d) Teknik gelişmelere uyum sağlamak.e) Tehlikeli olanı, tehlikesiz veya daha az tehlikeli olanla değiştirmek.f) Teknoloji, iş organizasyonu, çalışma şartları, sosyal ilişkiler ve çalışma ortamı ile ilgili faktörlerin etkilerini kapsayan tutarlı ve genel bir önleme politikası geliştirmek.g) Toplu korunma tedbirlerine, kişisel korunma tedbirlerine göre öncelik vermek.ğ) Çalışanlara uygun talimatlar vermek.” 6331 sayılı Kanun’un maddesinde belirtilen yükümlülükler sonraki maddelerde detaylandırılmıştır. Buna göre bahse konu yükümlülükler acil durumların olumsuz etkilerinden korunmak üzere gerekli ölçüm ve değerlendirmelerin yapılmasını, acil durum planlarının hazırlanmasını, ciddi, yakın ve önlenemeyen tehlikenin meydana gelmesi durumunda çalışanların işi bırakarak derhâl çalışma yerlerinden ayrılıp güvenli bir yere gidebilmeleri için önceden gerekli düzenlemelerin yapılmasını, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve sürdürülebilmesi amacıyla çalışanlar ile çalışan temsilcilerinin işyerinin özellikleri dikkate alınarak işyerinde karşılaşılabilecek sağlık ve güvenlik riskleri, koruyucu ve önleyici tedbirler, ilk yardım, olağan dışı durumlar, afetler, yangınla mücadele ve tahliye işleri konusunda görevlendirilen kişiler, ciddi ve yakın tehlikelerden doğan risklere karşı alınmış ve alınacak tedbirler hakkında bilgilendirilmelerini de kapsar (6331 sayılı Kanun’un , ve maddeleri). 6331 sayılı Kanun’un maddesine göre iş yeri tehlike sınıfları 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun maddesine göre belirlenen kısa vadeli sigorta kolları prim tarifesi de dikkate alınarak iş sağlığı ve güvenliği genel müdürünün başkanlığında ilgili taraflarca oluşturulan komisyonun görüşleri doğrultusunda Çalışma Bakanlığınca çıkarılacak tebliğ ile tespit edilir. 6331 sayılı Kanun’un “Teftiş, inceleme, araştırma, müfettişin yetki, yükümlülük ve sorumluluğu” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “1) Bu Kanun hükümlerinin uygulanmasının izlenmesi ve teftişi, iş sağlığı ve güvenliği yönünden teftiş yapmaya yetkili [Çalışma Bakanlığı] iş müfettişlerince yapılır... (2) [Çalışma Bakanlığı], işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği konularında ölçüm, inceleme ve araştırma yapmaya, bu amaçla numune almaya ve eğitim kurumları ile ortak sağlık ve güvenlik birimlerinde kontrol ve denetim yapmaya yetkilidir...” 6331 sayılı Kanun’un “İşin durdurulması” kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) İşyerindeki bina ve eklentilerde, çalışma yöntem ve şekillerinde veya iş ekipmanlarında çalışanlar için hayati tehlike oluşturan bir husus tespit edildiğinde; bu tehlike giderilinceye kadar, hayati tehlikenin niteliği ve bu tehlikeden doğabilecek riskin etkileyebileceği alan ile çalışanlar dikkate alınarak, işyerinin bir bölümünde veya tamamında iş durdurulur. Ayrıca çok tehlikeli sınıfta yer alan maden, metal ve yapı işleri ile tehlikeli kimyasallarla çalışılan işlerin yapıldığı veya büyük endüstriyel kazaların olabileceği işyerlerinde, risk değerlendirmesi yapılmamış olması durumunda iş durdurulur. (2) İş sağlığı ve güvenliği bakımından teftişe yetkili üç iş müfettişinden oluşan heyet, iş sağlığı ve güvenliği bakımından teftişe yetkili iş müfettişinin tespiti üzerine gerekli incelemeleri yaparak, tespit tarihinden itibaren iki gün içerisinde işin durdurulmasına karar verebilir. Ancak tespit edilen hususun acil müdahaleyi gerektirmesi hâlinde; tespiti yapan iş müfettişi, heyet tarafından karar alınıncaya kadar geçerli olmak kaydıyla işi durdurur. (3) İşin durdurulması kararı, ilgili mülki idare amirine ve işyeri dosyasının bulunduğu Çalışma ve İş Kurumu il müdürlüğüne bir gün içinde gönderilir. İşin durdurulması kararı, mülki idare amiri tarafından yirmidört saat içinde yerine getirilir. Ancak, tespit edilen hususun acil müdahaleyi gerektirmesi nedeniyle verilen işin durdurulması kararı, mülki idare amiri tarafından aynı gün yerine getirilir. (4) İşveren, yerine getirildiği tarihten itibaren altı iş günü içinde, yetkili iş mahkemesinde işin durdurulması kararına itiraz edebilir. İtiraz, işin durdurulması kararının uygulanmasını etkilemez. Mahkeme itirazı öncelikle görüşür ve altı iş günü içinde karara bağlar. Mahkeme kararı kesindir.5) İşverenin işin durdurulmasını gerektiren hususların giderildiğini [Çalışma Bakanlığına] yazılı olarak bildirmesi hâlinde, en geç yedi gün içinde işyerinde inceleme yapılarak işverenin talebi sonuçlandırılır....” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun , , , , ve maddelerinin ilgili kısmı şöyledir: “KastMadde 21 (1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir. (2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir.TaksirMadde 22 (1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır. (2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir. (3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır. (4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir. (5) Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir....Kasten öldürmeMadde 81 (1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.Taksirle öldürmeMadde 85... (2) [Taksirle öldürme fiili], birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.Kasten yaralamaMadde 86 (1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) (Ek fıkra: 31/3/2005 – 5328/4 md.) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur......Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralamaMadde 87 (1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;...d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,...Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hallerde üç yıldan ... az olamaz.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz yetkisi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, re’sen veya istem üzerine, ilâmın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz. (2) (Ek: 2/7/2012-6352/99 md.) İtiraz üzerine dosya, kararına itiraz edilen daireye gönderilir. (3) (Ek: 2/7/2012-6352/99 md.) Daire, mümkün olan en kısa sürede itirazı inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir." Sondajla maden çıkarılan işlerin yapıldığı işyerleri ile yer altı ve yer üstü maden işlerinin yapıldığı işyerlerinde çalışanların sağlık ve güvenliğinin korunması için uyulması gerekli asgari şartlar 19/9/2013 tarihli ve 28770 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Maden İşyerlerinde İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği’nde (İş Güvenliği Yönetmeliği) belirtilmiştir. İş Güvenliği Yönetmeliği’nin , , ve maddeleri şöyledir: “İşverenin genel yükümlülükleriMadde 5 (1) İşveren aşağıdaki hususları yerine getirmekle yükümlüdür:a) Çalışanların sağlık ve güvenliklerini sağlamak amacıyla;1) İşyerleri, çalışanların sağlık ve güvenliklerini tehlikeye atmayacak şekilde tasarlanır, inşa edilir, teçhiz edilir, hizmete alınır, işletilir ve bakımı yapılır.2) İşyerinde yapılacak her türlü çalışma, yetkili kişinin nezaretinde ve sorumluluğu altında yapılır.3) Özel riski bulunan işler yalnızca bu işlerle ilgili özel eğitim alan ehil kişiler tarafından ve talimatlara uygun olarak yapılır.4) Tüm güvenlik talimatları çalışanların anlayacağı şekilde hazırlanır.5) 18/6/2013 tarihli ve 28681 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan İşyerlerinde Acil Durumlar Hakkında Yönetmeliğe uygun olarak yeterli ilk yardım donanımı sağlanır ve en geç 6 aydabir [olay tarihinde yürürlükte olan hâline göre yılda en az bir defa] olmak üzere düzenli olarak gerekli tatbikatlar yapılır. ... (4) Bir işyerinde birden çok işverene ait çalışanların bulunması durumunda, her işveren kendi kontrolü altındaki işlerden sorumludur. Ancak işyerinin tamamından sorumlu olan işveren, çalışanların sağlık ve güvenliğinin korunması ile ilgili tedbirlerin uygulanmasını koordine eder. Kendisine ait sağlık ve güvenlik dokümanında koordinasyonun amacını ve bu koordinasyonu sağlamak için alınacak tedbirler ile uygulanacak yöntemleri belirler. Bu koordinasyon her bir işverenin Kanunda [6331 sayılı Kanun] belirtilen sorumluluğunu etkilemez.Patlama, yangın ve zararlı ortam havasından korunmaMadde 7 (1) İşveren, patlama ve yangın çıkmasını ve bunların olumsuz etkilerini önlemek üzere, patlayıcı ve sağlığa zararlı ortam havasının oluşmasını önlemek, yapılan işlemlerin doğası gereği patlayıcı ortam oluşmasının önlenmesi mümkün değilse patlayıcı ortamın tutuşmasını önlemek, patlama ve yangın başlangıçlarını tespit etmek, yayılmasını önlemek ve mücadele etmek için yapılan işe uygun tedbirler alır.Kaçış ve kurtarma araçlarıMadde 8(1) İşveren, bir tehlike anında çalışanların çalışma yerlerini en kısa zamanda ve güvenli bir şekilde terk edebilmeleri için uygun kaçış ve kurtarma araçlarını sağlar ve kullanıma hazır bulundurur.İletişim, uyarı ve alarm sistemleriMadde 9 (1) İşveren, işyerinin bütününde gerekli haberleşme ve iletişim sistemini kurar. (2) İşveren, ihtiyaç halinde yardım, kaçış ve kurtarma işlemlerinin derhal uygulamaya konulabilmesi için gerekli uyarı ve diğer iletişim sistemlerini hazır bulundurur.” İş Güvenliği Yönetmeliği’nin maddesinde, çalışanların hangi konularda bilgilendirilmesi gerektiği açıklanmıştır. Bu düzenlemeye göre bilgiler çalışanlar tarafından erişilebilir ve anlaşılır şekilde olur. İş Güvenliği Yönetmeliği ekinde “Sondajla Maden Çıkarılan İşlerin Yapıldığı İşyerleri ile Yer Altı ve Yer Üstü Maden İşlerinin Yapıldığı İşyerlerinde Uygulanacak Asgari Genel Hükümler” ve “Yer Altı Maden İşlerinin Yapıldığı İşyerlerinde Uygulanacak Asgari Özel Hükümler”e de yer verilmiştir. Bu hükümler organizasyon ve yönetim, mekanik ve elektrikli ekipman ve tesisatlar, bakım ve onarım, patlama riski, yangın tehlikesi ve zararlı ortam havasına karşı korunma, ulaşım yolları, kaçış yolları ve imdat çıkışları, arama, kurtarma ve tahliye ile havalandırma gibi konuları kapsamaktadır. Anılan hükümlerin olay tarihinde yürürlükte olan hâline göre;- İşyerleri tehlikelere karşı yeterli koruma sağlanacak şekilde organize edilir. Çalışanların sağlık ve güvenliğini tehlikeye atmamak için işyerindeki tehlikeli veya atık maddeler uzaklaştırılır veya kontrol altında tutularak işyerinin her zaman düzenli olması sağlanır.- İşyerinin varsa ocağını da kapsayacak şekilde gerekli haberleşme ve iletişim uygun yollarla sağlanır.- Çalışma yapılan bütün yer altı işletmelerinde uygun havalandırma sağlanır. Üretime başlamadan önce her ocakta uygun bir havalandırma sistemi kurulur. Ocaklarda sağlığa uygun solunabilir hava sağlanması, ortamdaki patlama riskinin ve solunabilir toz konsantrasyonunun kontrol altında tutulması, kullanılan çalışma yöntemi ve çalışanların fiziki faaliyetleri dikkate alınarak çalışma şartlarına uygun hava özelliklerinin sağlanması ve bu durumun sürdürülebilmesi için sürekli havalandırma yapılması zorunludur. Bu şartların doğal havalandırma ile sağlanamadığı yerlerde havalandırma, bir veya daha fazla mekanik sistemle sağlanır. Havalandırmanın sürekliliğini ve kararlılığını sağlayacak tedbirler alınır. Mekanik havalandırma sistemi kullanılan ocaklarda hava akımı mümkünse doğal hava akımı doğrultusunda yönlendirilir. Havalandırma sistemlerinin devre dışı kalmaması için bu sistemler devamlı surette izlenir ve istenmeyen devre dışı kalmaları bildirecek otomatik alarm sistemi bulunur.- Havalandırma ile ilgili değerler periyodik olarak ölçülür ve ölçüm sonuçları kaydedilir. Havalandırma sisteminin detaylarını kapsayan bir havalandırma planı hazırlanır, periyodik olarak güncellenir ve işyerinde hazır bulundurulur.- İnsan ve malzeme taşımasında kullanılan kuyularda, lağımlarda, ana nefeslik yollarında, eğimli ve düz yollarda, hava hızı, saniyede 8 metreyi geçmez.- Havasında %19’dan az oksijen, %2’den çok metan, %0,5’den çok karbondioksit, 50 PPM’den (%0,005) çok karbonmonoksit ve diğer tehlikeli gaz bulunan yerlerde çalışılmaz. Oksijen miktarı azalan veya yanıcı, parlayıcı ve zararlı diğer gazların karışmasıyla bozulan yahut çok ısınan hava akımları, diğer çalışma yerlerinden geçmesine meydan verilmeden derhâl ve en kısa yoldan ocak dışına atılır. Hava özelliklerinin bozulmasından, ısınmasından ve oksijen azalmasından kaynaklanan olumsuz etkilerinden çalışanları korumak için çalışmanın zorunlu olduğu durumlarda çalışma alanı ve zamanı sınırlandırılır.- Havalandırma sistemi kapı ve perdelerle havayı yönlendirecek şekilde düzenlenir. Kapı ve perdeler nakliyat esnasında havalandırma sistemini olumsuz etkilemeyecek şekilde ayarlanır. - Ana hava giriş ve çıkış yolları arasında bulunan barajlar, hava köprüleri ve kapılar, bir patlama veya yangın halinde kolayca yıkılmayacak sağlamlıkta ve dayanıklıkta yapılır. - Ana vantilatör ve aspiratörler birbirinden bağımsız iki ayrı enerji kaynağına bağlanır. Bu enerji kaynaklarından birinin durması halinde diğer kaynağın ocak havalandırmasını aksatmayacak en kısa zamanda devreye girmesi sağlanır.- Ocağın çeşitli kısımlarında sıcaklık ve nem oranı düzenli olarak ölçülür. Nem oranı gözönünde bulundurularak hava sıcaklığının sağlığa zararlı düzeye yükselmemesi için gerekli tedbirler alınır. Bu düzeye yaklaşıldığında ölçme işlemi her gün gerekli görülecek aralıklarla yapılır ve ölçme sonuçları havalandırma defterine yazılır. Söz konusu şartların sağlık için tehlikeli olması halinde çalışma geçici olarak durdurulur.- Yapılan tüm çalışmalarda çalışanların sağlık ve güvenliğinin korunmasının sağlanması için işverence atanan, yeterli beceri ve uzmanlığı olan kişiler tarafından gerekli gözetim ve denetim yapılır. Sağlık ve güvenlik dokümanında, gerekli görülmesi hâlinde çalışılan yerler gözetim yapan kişi tarafından her vardiyada en az bir defa kontrol edilir. Yeterli beceri ve uzmanlığa sahip olmak şartıyla yukarıda belirtilen gözetim görevini işverenin kendisi üstlenebilir.- Çalışanlara sağlık ve güvenliklerini sağlayabilmeleri için yeterli bilgi, talimat ve eğitim verilir, bu eğitimler tekrarlanır. İşveren, çalışanlara verilen talimatların kendilerinin ve diğer çalışanların sağlık ve güvenliklerini tehlikeye atmalarını önleyecek şekilde kolay anlaşılır olmasını sağlar.- Her işyeri için çalışanların sağlık ve güvenliklerinin korunması, patlayıcı maddelerin taşınması, depo edilmesi ve iş ekipmanlarının güvenli bir şekilde kullanılması için gerekli kuralları belirleyen yazılı talimatlar hazırlanır. Bu talimatlar, acil durum ekipmanlarının kullanımına, işyerinde veya işyeri yakınındaki herhangi bir acil durumda nasıl hareket edileceğine ilişkin bilgileri de kapsar.- Her işyerinde ya da her işte güvenli çalışma yöntemleri uygulanır. Tesis, tahkim ve onarım işleri yapacak olanlar için gerekli güvenlik tedbirleri alınır.- İşveren, iş sağlığı ve güvenliği yönetim sistemi dâhil olmak üzere çalışanların sağlığını ve güvenliğini korumak için alınan tedbirleri düzenli aralıklarla gözden geçirir.- Herhangi bir tehlike durumunda tüm çalışanların işyerini derhâl ve güvenli bir şekilde terk edebilmeleri için gerekli tedbirler alınır.- Acil çıkış yolları doğrudan dışarıya, güvenli bir alana, toplanma noktasına veya tahliye noktasına açılır ve çıkışı önleyecek hiçbir engel bulunmaz.- Acil çıkış yollarının ve kapılarının sayısı, boyutları ve yerleri yapılan işin niteliğine, işyerinin büyüklüğüne ve çalışanların sayısına uygun olması sağlanır.-Acil çıkış kapıları dışarıya doğru açılır. Acil çıkış kapıları acil durumlarda çalışanların hemen ve kolayca açabilecekleri şekilde olur.- Çalışanlar herhangi bir acil durumda nasıl davranmaları gerektiği konusunda eğitilir. Arama, kurtarma ve tahliye konusunda yeterli sayıda destek elemanı görevlendirilir.- Kaçışın zor olduğu, zaman aldığı veya sağlığa zararlı havanın solunabileceği veya oluşabileceği yerlerde temiz hava sağlayan, taşınabilir solunum cihazları bulundurulur. Bu cihazlar en kısa sürede ve kolaylıkla ulaşılabilir ve kullanıma hazır şekilde muhafaza edilir.- Çalışanlara, gerektiğinde güvenli bir şekilde dışarı çıkabilmeleri için her zaman kolay ulaşabilecekleri yerlerde bulunacak kişisel solunum koruma cihazları verilir. Çalışanlar bu cihazların kullanımı ile ilgili olarak eğitilir. Bu cihazların her zaman çalışır durumda bulunmaları için düzenli kontrolleri yapılır ve işyerinde muhafaza edilir.- Yer altı ve yer üstü maden işyerlerinde arama, kurtarma ve tahliye ekiplerinin hızlı ve etkili bir şekilde müdahale edebilmesi için uygun bir kurtarma istasyonu kurulur. Ancak yarıçapı en çok 50 kilometre olan alan içinde bulunan maden işyerleri merkezî bir yerde, ortaklaşa bir kurtarma istasyonu kurabilir. Bu hüküm, aynı işyerinin çeşitli ocakları için de geçerlidir. İşyerleri, bu istasyonun kuruluş ve yönetim giderlerini, çalıştırdıkları çalışanların sayısına göre aralarında paylaşır. - İşyerlerinde güvenlik tatbikatları yapılır ve düzenli aralıklarla tekrar edilir. Bu tatbikatların amacı, acil durum ekipmanının kullanılması veya işletilmesi dâhil acil durumlarda özel görevi bulunan çalışanların eğitim ve becerilerinin kontrol edilmesidir. Görevli çalışanlara, uygun yerlerde bu ekipmanların doğru bir şekilde kullanılması veya işletilmesi hususunda da tatbikat yaptırılır. Tatbikatta kullanılan bütün acil durum ekipmanı test edilir, temizlenir, yeniden dolumu yapılır veya yenilenir. Kullanılan bütün taşınabilir ekipmanlar muhafaza edildikleri yerlerine konulur.- Her ocakta arama, kurtarma ve tahliye ile görevli destek elemanlarının yararlanması için belli başlı kapıları, barajları, hava köprülerini, hava akımını ayarlayan düzeni ve telefon istasyonları gibi ihtiyaç duyulacak hususların yerlerini gösteren bir plan bulundurulur. Tehlikeli ve çok tehlikeli sınıfta yer alan işlerde çalışanların mesleki eğitimlerinin usul ve esasları 13/7/2013 tarihli ve 28706 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Tehlikeli ve Çok Tehlikeli Sınıfta Yer Alan İşlerde Çalıştırılacakların Mesleki Eğitimlerine Dair Yönetmelik’te (Eğitim Yönetmeliği) düzenlenmiştir. 6/11/2010 tarihli ve 27751 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan ve olay tarihinde yürürlükte olan mülga Madencilik Faaliyetleri Uygulama Yönetmeliği’nin (Uygulama Yönetmeliği) maddesine göre Uygulama Yönetmeliği’nde geçen daimî nezaretçi, işletmede daimî olarak istihdam edilen maden mühendisini; teknik nezaretçi, işletmelerdeki faaliyetlerin teknik ve emniyet yönünden nezaretini yapan, faaliyet bilgi formunun hazırlanmasından sorumlu ve yetkili olan maden mühendisini; teknik eleman, kanun kapsamında MİGEM’e verdiği dilekçe ve eklerindeki evrakı imzalayarak beyanda bulunan maden, jeoloji ve jeofizik mühendislerini; rödövans sözleşmesi, ruhsat sahalarındaki madenlerin üretilerek değerlendirilmesi amacıyla üçüncü kişilere veya kuruluşlara tasarruf hakkı sağlamak üzere ruhsat sahasının tamamı ya da bir kısmı için ruhsat sahiplerinin bu kişilerle yaptığı sözleşmeleri ifade etmektedir. Mülga Uygulama Yönetmeliği’nin “Projeye uygun faaliyette bulunulması” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) İşletme izinlerinin alınmasını takiben üretim faaliyetleri, projesine uygun olarak yürütülür. Birlikte işletilmesi zorunlu olan madenler bir proje kapsamında işletilir. Madencilik faaliyetleri sürdürülürken ve/veya tamamlandıktan sonra çevre ile uyum planı uygulanır. (2) Açık işletme ya da yeraltı işletmesine geçişler ile üretim yöntemi ile ilgili değişikliklerin, uygulanmadan önce [MİGEM’e] bildirilmesi zorunludur. Aksi takdirde, sahadaki can ve mal güvenliği ile ilgili çalışmalar dışındaki üretim ile ilgili faaliyetler, değişikliklere ilişkin verilmesi gereken revize projenin onaylanmasına kadar durdurulur.... (4) İşletmelerde hazırlık ya da üretim çalışmaları sürdürülürken şev [İş Güvenliği Yönetmeliği’ne göre şev; kademe (açık işletmelerde belirli aralık, kot ve eğimlerle meydana getirilen basamak şeklindeki çalışma yerler), alın ve yüzlerindeki eğimi ifade etmektedir.] açısı, basamak yüksekliği, basamak genişliği, heyelan, göçük, tahkimat, alt yapı gibi nedenlerle can ve mal güvenliği açısından tehlikeli bir durum oluştuğunun tespiti halinde, gerekli önlemlerin alınması ve çalışmaların yapılabilmesi için ruhsat sahibine altı aya kadar süre verilir. Mücbir sebepler dışında bu süre uzatılmaz. Bu süre sonunda projeye uygun faaliyette bulunulmaması veya tehlikeli durumun ortadan kaldırılmaması halinde teminat irat kaydedilerek can ve mal güvenliği ile faaliyetlerin projeye uygun hale getirilmesi yönündeki hazırlık faaliyetleri dışındaki işletme faaliyetleri durdurulur. (5) Yeraltı işletmelerinde üretim çalışmaları sürdürülürken işletme projesine aykırı olarak; yeraltındaki üretim faaliyetlerinin sürdürüldüğü alanların yerüstüne veya diğer kotlara iki ayrı yolla bağlanmadığı, panolarda havalandırmanın birbirinden bağımsız olarak gerçekleştirilmediği, yanıcı veya patlayıcı gaz geliri olabilecek ocaklarda yeterli cebri havalandırmanın yapılmadığı, havalandırmanın projeye uygun tesis edilmediğinin tespit edilmesi halinde can ve mal güvenliği ile faaliyetlerin projeye uygun hale getirilmesi yönündeki faaliyetler dışındaki üretim faaliyetleri durdurulur. (6) Üretim faaliyetleri durdurulan sahalarda faaliyet durdurma nedenine yönelik gerekli tedbirlerin alındığının ruhsat sahibince [MİGEM’e] bildirilmesini müteakip teknik heyet raporu ile gerekli tedbirlerin alındığının tespit edilmesi halinde üretime yönelik faaliyetlere izin verilir.” Mülga Uygulama Yönetmeliği’nin “İnceleme ve denetim” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Kanun gereğince ruhsat veya sertifika sahibince düzenlenmiş mali ve teknik belgelerin, ruhsat veya sertifika alanındaki madencilik faaliyetlerinin, ihbar ve şikayetlerin inceleme ve denetimi [MİGEM] tarafından görevlendirilen personelce yerinde yapılır. (2) [MİGEM], diğer kamu kurum ve kuruluşları ile üniversitelerden inceleme ve denetimin gerektirdiği mesleki tecrübeye sahip olan personelleri de görevlendirebilir. (3) Yapılacak inceleme ve denetimlerde oluşturulacak heyet; maden mühendisi, jeoloji mühendisi ile yapılacak inceleme ve denetimlerin özelliğine göre jeofizik mühendisi, haritacı, mali uzman, hukukçu veya diğer meslek mensuplarından en az üç kişiden oluşur. (4) İnceleme ve denetimlerde ruhsat sahibi [MİGEM’e] verdiği teknik ve mali belgelerin hazırlanmasına esas olan bütün belgelerin asıllarını, yapılmış hesapları talep halinde heyet üyelerine göstermek zorundadır. (5) Madencilik faaliyetleri ile ilgili olarak yapılan ihbar ve şikâyetlerin değerlendirilebilmesi için, dilekçe ekinde şikayetçinin T. Kimlik Numarası beyanının yer alması gerekir..” Mülga Uygulama Yönetmeliği’nin “İnceleme ve denetimin yapılması” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “1) İnceleme ve denetim sırasında teknik ve mali belgeler ile bu belgelerin hazırlanmasına esas teşkil eden işletme projesinin uygulanması ile ilgili hususlar, üretim yöntemi, üretim miktarı, üretilen madenin kullanım alanı, sevk fişleri, faturalar, satış belgeleri gibi Kanun ve mevzuat gereği diğer belgeler incelenir. Her türlü denetimde çevre ile uyum planına uygun çalışılıp, çalışılmadığı kontrol edilir. (2) İnceleme ve denetim sonunda düzenlenen ve mevcut durumu belirten tutanak iki nüsha hazırlanarak heyet üyeleri, ruhsat sahibi veya vekili veya sahanın teknik nezaretçisi tarafından imzalanır. Ruhsat sahibi, vekili veya teknik nezaretçi, tutanakta katılmadığı hususlara şerh düşebilir. Ancak imzadan imtina edilmesi halinde bu durum tutanakta belirtilir. Tutanağın bir nüshası ilgiliye verilir. Bu tutanakta belirtilen hususlar ruhsat sahibine tebliğ edilmiş sayılır. (3) Ruhsat sahasında yapılan tetkiklere ait detay bilgileri içeren rapor hazırlanır. Ruhsat sahibinin talep etmesi durumunda bir örneği verilir.” Mülga Uygulama Yönetmeliği’nin , , , , ve maddelerinin ilgili kısmı şöyledir:“Teknik nezaretçinin görevleriMadde 130 (1) Teknik nezaretçi, maden işletmelerinin teknik ve emniyet yönünden nezaretini yaparak Kanun ve ilgili yönetmeliklerde yer alan görevleri yerine getirmekle sorumlu ve yükümlüdür. Teknik nezaretçilerin yetki ve sorumluluklarıMadde 134 (1) Teknik nezaretçisi olmayan ruhsat sahalarında üretim yapılamaz. (2) Teknik nezaretçinin görev, yetki ve sorumlulukları şunlardır:a) Teknik nezaretçi, sorumluluk alanı [MİGEM tarafından] onaylanmış ruhsat sahasının her yerinde görevi ile ilgili inceleme yapmak ve gerekli her türlü bilgiyi alma ve Kanun kapsamında gerekli önlemlerin aldırılması yetkisine sahiptir. Bu yetkinin kullandırılmamasından ruhsat sahibi sorumludur.b) Teknik nezaretçi, nezaret görevini Kanun hükümleri kapsamında yürütür. Teknik nezaretçi, atandığı ve sorumlu olduğu ruhsat sahasının faaliyetlerini ve üretimlerini on beş günde en az bir defa denetlemek, tespitlerini ve önerilerini teknik nezaretçi defterine not etmek zorundadır... ...ç) Teknik nezaretçi, görev aldığı işyerindeki faaliyetler ile ilgili eksiklik ve aksaklıkları, öneri ve önlemleri belirler. Ruhsat sahibi/vekili tarafından, bu öneri ve önlemler işyerinde çalışanların görebileceği şekilde ilan edilir ya da panoya asılır. Aynı zamanda içeriği [MİGEM] tarafından belirlenmiş ve noter onaylı ’Teknik Nezaretçi Defteri’ne rapor ederek ruhsat sahibine bildirir. Eksiklik ve aksaklıkların, öneri ve önlemlerin rapor edilmemesinden teknik nezaretçi, bunların yerine getirilmemesinden ruhsat sahibi sorumludur.d) Teknik nezaretçi, işyerinde yaptığı inceleme ve gözlemlerde işletme projesine aykırı faaliyette bulunulduğunu ve faaliyetlerin can ve mal güvenliği açısından tehlikeli bir durum oluşturduğunu tespit etmesi halinde maden üretimine yönelik faaliyetleri durdurur ve durumu ilgili kurum veya kuruluşlara bildirir....f) Galeri sürülmesi ve/veya üretime hazırlık çalışmalarında teknik nezaretçi atanması zorunludur.Daimi nezaretçinin görevleriMadde 138 (1) Daimi nezaretçi, nezaret görevini Kanun hükümleri kapsamında yürütür. (2) Daimi nezaretçi üretim yerindeki günlük faaliyetleri planlar ve yürütülmesini sağlar, can ve mal emniyeti yönünden tehlikeli bir durumun varlığı söz konusu olduğu zaman gerekli tedbirlerin alınmasına nezaret eder, hemen tedbir almanın mümkün olmadığının belirlenmesi halinde üretim faaliyetlerini önlemlerin alınmasına kadar durdurur. (3) Daimi nezaretçi, görev aldığı işyerindeki faaliyetleri ile ilgili eksiklik ve aksaklıkları gidermek amacıyla önlemleri belirleyerek ruhsat sahibine/rödövansçıya bildirir. Tedbirlerin alınmasına nezaret eder. (4) Eksiklik ve aksaklıkların giderilmesini doğrudan ilgilendiren malzeme ve teçhizatın temin edilmesinden ruhsat sahibi/rödövansçı sorumludur.Zorunlu olarak daimi nezaretçinin çalıştırılacağı ruhsat sahalarıMadde 141 (1) Maden mühendisinin daimi nezaretçi olarak istihdam edileceği durumlar şunlardır:a) Ruhsat sahasındaki tesislerde çalışanlar hariç maden işletme faaliyetleri için en az on beş işçi çalıştıran açık işletmeler,b) Ruhsat sahasında yeraltı üretim yöntemiyle çalışan işletmeler. (2) Teknik nezaretçi ataması yapılmış sahalarda, daimi nezaretçi olarak maden mühendisinin istihdam şartının oluştuğu ancak daimi nezaretçi görevlendirilmediğinin tespiti halinde ruhsat sahibi uyarılır ve on beş gün süre verilir. Verilen süre sonunda daimi nezaretçi görevlendirilmez ise teminat irat kaydedilir ve faaliyetler durdurulur. (3) Daimi nezaret görevi üstlenmiş olan mühendisler, teknik nezaretçi olarak atanamaz.Teknik elemanın görevleriMadde 143 (1) Teknik eleman, Kanun ve yönetmeliklerinde yer alan hükümler gereği görevlerini yerine getirmekle yükümlüdür.Zorunlu olarak teknik eleman çalıştırılacak ruhsat sahalarıMadde 146 (1) Teknik eleman istihdam edileceği durumlar şunlardır:a) Tesislerde çalışanlar hariç madencilik faaliyeti kapsamında en az 15 işçi çalıştıran işletmeler,b) Yeraltı üretim yöntemiyle çalışan işletmeler,c) Vardiyalı olarak çalışan işletmelerde her vardiyada teknik eleman istihdam edilmesi zorunludur.(2) Yeraltı işletmelerinde işletmede birden fazla işletmeci var ise ve üretim farklı işletmeciler tarafından gerçekleştiriliyorsa her işletme için ayrı ayrı teknik eleman görevlendirilir. (3) Teknik eleman istihdam edilmesi şartının oluştuğu işletmelerde şartların oluşması durumunda her vardiya için çalışan işçi sayısına göre vardiya başına en az bir teknik eleman görevlendirilir. (4) Teknik eleman istihdam şartının oluştuğu ancak teknik eleman istihdam edilmediğinin tespiti halinde ruhsat sahası için teknik eleman istihdamı için on beş gün süre verilir. Bu sürede teknik eleman istihdamı yapılmayan sahalarda üretim faaliyetleri durdurulur. (5) Açık işletmelerde, teknik eleman istihdam şartının oluştuğu durumlarda ve bir ruhsat sahasında birden fazla işletmeci olması halinde sadece bir işletmeye ait alanda istihdam edilebilir. Aynı kişi, diğer işletme veya işletmelerde istihdam edilemez. (6) Zorunlu olarak istihdam edilen teknik eleman şartları sağlaması durumunda daimi nezaretçilik görevi de üstlenebilir.” İşyerlerinin iş sağlığı ve güvenliği açısından yer aldığı tehlike sınıfları 26/12/2012 tarihli ve 28509 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan İş Sağlığı ve Güvenliğine İlişkin İşyeri Tehlike Sınıfları Tebliği’nin (Tehlike Sınıfları Tebliği) ekinde belirtilmiştir. Sözü edilen listeye göre taş kömürü ve linyit madenciliği de dâhil madencilik alanında faaliyet gösteren çoğu işyeri, çok tehlikeli sınıfta yer almaktadır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/6982 | Başvuru, bir yer altı maden ocağında meydana gelen, birçok kişinin ölümü ve pek çok kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan facia çerçevesinde dile getirilen yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu Sendika, yürütülen toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine aldıkları grev kararının Bakanlar Kurulu kararı ile ertelenmesi ve bu erteleme kararına karşı yaptıkları yürütmenin durdurulması talebinin reddedilmesi nedeniyle sendika kurma, toplu iş sözleşmesi ve toplu sözleşme ile grev haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tedbir talebinde bulunmuştur. Başvuru, 23/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 5/9/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvurunun bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 15/10/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı görüşü başvurucuya 27/10/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, 10/11/2014 tarihinde karşı beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 21/5/2015 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Kristal-İş Sendikası ile Türkiye Cam, Çimento ve Toprak Sanayi İşverenleri Sendikası arasında yürütülen Dönem Toplu İş Sözleşmesi Görüşmeleri’nde anlaşma sağlanamaması üzerine Kristal-İş Sendikası tarafından 20/6/2014 tarihinde greve gidilmiştir. Grev, altı şirketi ve on ayrı fabrikayı ilgilendirmekte ve cam sektörünün tüm alt sektörlerini (düz cam, otomotiv camı, cam ev eşyası, şişe, cam elyaf, ısıya dayanıklı camlar vb.) kapsamaktadır. Bakanlar Kurulunun 27/6/2014 tarihli ve 2903 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/6/2014 tarihli kararıyla "Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları Anonim Şirketine bağlı işyerlerinde Kristal-İş Sendikası tarafından uygulanmakta olan grevin genel sağlığı ve millî güvenliği bozucu nitelikte görüldüğünden 60 gün süreyle ertelenmesi" kararlaştırılmıştır. Bu kararın iptal edilmesi için başvurucu Sendika tarafından Danıştay Onuncu Dairesine E.2014/3628 sayılı dosya üzerinden dava açılmış ve yürütmenin durdurulması talep edilmiştir. Yürütmenin durdurulması talebi Danıştay Onuncu Dairesi tarafından 16/7/2014 tarihinde oy çokluğuyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, grev uygulanan iş yerlerinde ülkemizin cam üretiminin %90’ının gerçekleştirildiği ve davalı Başbakanlıkça gönderilen Ekonomi Bakanlığının, Millî Savunma Bakanlığının, Sağlık Bakanlığının ve Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin yazılarında, uygulanan grevin genel sağlığı ve millî güvenliği bozucu etkisinin olduğu yönünde görüş bildirdikleri dikkate alındığında başvurucunun ileri sürdüğü hususların erteleme kararının yürütülmesinin durdurulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilmiştir. İki üye, uygulanmakta olan grevin millî güvenliği ve genel sağlığı bozucu nitelikte olduğunu ortaya koyan geçerli ve inandırıcı kanıtların bulunmadığı ve kararın kanunda öngörülmeyen ekonomik sebeplere dayalı olarak alındığını belirterek karara muhalif kalmışlardır. Muhalif üyeler, a) grev hakkının sadece yasada sayılan nedenlere dayanılarak ertelenebileceği; ekonomik, siyasi veya başka bir gerekçeyle erteleme kararı alınmasının mümkün bulunmadığı b) birçok temel hak ve özgürlüğün kullanımının sınırlanmasına veya yasaklanmasına sebep olarak gösterilen millî güvenlik ve genel sağlık kavramlarına ilişkin bir tanım bulunmadığı, soyut ve belirsiz olan bu kavramların geniş yorumlanmasının bu gerekçelerle hemen hemen bütün grevlerin ertelenmesine yol açacağı c) millî güvenlik kavramının Danıştay Onuncu Dairesinin 19/4/2006 tarihli ve E.2003/6134, K.2006/2551 sayılı, genel sağlık kavramının 15/10/1997 tarihli ve E.1995/6497, K.2005/3777 sayılı kararlarında tanımlandığı d) anayasal bir hak ve işçi açısından güvence olan grev hakkının kullanılması nedeniyle üretimin bir süre durmasının millî güvenliği ve/veya genel sağlığı nasıl ve ne şekilde bozduğunun açık ve tereddüde yer bırakmayacak şekilde ortaya konulması ve bu yapılırken ölçülülük ilkesi ile demokratik toplum gereklerinin dikkate alınması gerektiği şeklinde değerlendirmede bulunmuşlardır. Başvurucu, 23/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.Bireysel Başvuru Sonrası Gelişmeler Yürütmenin durdurulması talebinin reddine ilişkin karar 4/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/8/2014 tarihinde, ret kararına itiraz etmiştir. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu; 23/9/2014 tarihinde, idari işlemin uygulanması hâlinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmediği gerekçesiyle başvurucunun itirazını reddetmiştir. İtirazın reddine ilişkin karara iki üye muhalif kalmıştır. Muhalif üyeler öncelikle, itiraz tarihi itibarıyla altmış günlük erteleme süresinin dolmuş olması nedeniyle 2577 sayılı Kanun’un maddesinde belirtilen koşulların gerçekleşmemiş olduğunun ileri sürülebileceğini, bununla birlikte grev ertelemesi kararı alındıktan sonra greve devam etme imkânının kalmadığını ve erteleme süresi sonunda taraflarca anlaşma sağlanamaması hâlinde uyuşmazlığın Yüksek Hakem Kurulunca çözümleneceği göz önüne alındığında anayasal bir hak olan grev ve toplu sözleşme hakkının Bakanlar Kurulu kararı ile fiilen ve hukuken ortadan kaldırıldığını belirtmişlerdir. Muhalif üyeler bu nedenlerle işlemin uygulanmasının devam etmesi nedeniyle telafisi güç zarar bulunma koşulunun gerçekleştiği, diğer koşul olan işlemde açıkça hukuka aykırılık bulunup bulunmadığının incelenerek karar verilmesi gerektiği yönünde görüş bildirmişlerdir. Davanın esasına ilişkin yargılama ise hâlen devam etmektedir.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın “Grev hakkı ve lokavt” kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:“Grev ve lokavtın yasaklandığı hallerde veya ertelendiği durumlarda ertelemenin sonunda, uyuşmazlık Yüksek Hakem Kurulunca çözülür. Uyuşmazlığın her safhasında taraflar da anlaşarak Yüksek Hakem Kuruluna başvurabilir. Yüksek Hakem Kurulunun kararları kesindir ve toplu iş sözleşmesi hükmündedir.” 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun “Grev ve lokavtın ertelenmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Karar verilmiş veya başlanmış olan kanuni bir grev veya lokavt genel sağlığı veya millî güvenliği bozucu nitelikte ise Bakanlar Kurulu bu uyuşmazlıkta grev ve lokavtı altmış gün süre ile erteleyebilir. Erteleme süresi, kararın yayımı tarihinde başlar.(2) Erteleme kararının yürürlüğe girmesi üzerine, 60 ıncı maddenin yedinci fıkrasına göre belirlenen arabulucu, uyuşmazlığın çözümü için erteleme süresince her türlü çabayı gösterir. Erteleme süresi içerisinde taraflar aralarında anlaşarak uyuşmazlığı özel hakeme de götürebilir.(3) Erteleme süresinin sonunda anlaşma sağlanamazsa, altı iş günü içinde taraflardan birinin başvurusu üzerine uyuşmazlık Yüksek Hakem Kurulunca çözülür. Aksi takdirde işçi sendikasının yetkisi düşer.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Yürütmenin durdurulması” kenar başlıklı maddesinin (2) ve (7) numaralı fıkralarının ilgili kısımları şöyledir: “(2) (Değişik fıkra: 02/07/2012-6352 S.K./md.) Danıştay veya idari mahkemeler, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda, davalı idarenin savunması alındıktan veya savunma süresi geçtikten sonra gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verebilirler. Uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerin yürütülmesi, savunma alındıktan sonra yeniden karar verilmek üzere, idarenin savunması alınmaksızın da durdurulabilir. Yürütmenin durdurulması kararlarında idari işlemin hangi gerekçelerle hukuka açıkça aykırı olduğu ve işlemin uygulanması halinde doğacak telafisi güç veya imkânsız zararların neler olduğunun belirtilmesi zorunludur. ... (7) Yürütmenin durdurulması istemleri hakkında verilen kararlar; Danıştay dava dairelerince verilmişse konusuna göre İdari veya Vergi Dava Daireleri Genel Kurullarına, … kararın tebliğini izleyen günden itibaren yedi gün içinde bir defaya mahsus olmak üzere itiraz edilebilir. İtiraz edilen merciler, dosyanın kendisine gelişinden itibaren yedi gün içinde karar vermek zorundadır. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir.” | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12166 | Başvurucu Sendika, yürütülen toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine aldıkları grev kararının Bakanlar Kurulu kararı ile ertelenmesi ve bu erteleme kararına karşı yaptıkları yürütmenin durdurulması talebinin reddedilmesi nedeniyle sendika kurma, toplu iş sözleşmesi ve toplu sözleşme ile grev haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tedbir talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğinin kesilmesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 2009 yılında Hava Kuvvetleri Komutanlığında astsubay olarak göreve başlamıştır. Evli değildir. Hava Kuvvetleri Komutanlığına gelenisimsiz bir ihbar üzerine bazı askerî personel hakkında Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından İstihbarata Karşı Koyma (İKK) zafiyeti konusunda idari tahkikat başlatılmıştır. Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulmuş belgelere göre "İstihbarata Karşı Koyma" (İKK) zafiyeti kapsamında ilgili askerî personelin ifadeleri alınmıştır. İfade tutanaklarında, "ifadeyi alan" ve "ifadeyi yazan" kısmı ve ifadelerin bazı bölümleri karartılmıştır. Başvurucuya ait ifade tutanağında, bugüne kadar nerelerde görev yaptığı, kimlerle kaldığı sorulmuştur. Ayrıca bugüne kadar İnternet aracılığıyla veya yüz yüze tanışmak suretiyle birlikte olduğu bayanların kimler olduğu ve bu bayanlardan kendisinden bilgi almaya çalışan olup olmadığı sorulmuştur. Bunun yanı sıra, bugüne kadar grup seks yapıp yapmadığı, cinsel ilişkilerini kayda alıp almadığı sorulmuştur. Başvurucunun imzalamış olduğu 25/6/2012 tarihli ifade tutanağında çok sayıda bayanla cinsel ilişki yaşadığını, bunlardan bazılarını bayanların haberi olmadan kayda aldığını söylediği belirtilmiştir. Tahkikat sonucunda hazırlanan İstihbarat Raporunda, başvurucunun davranışlarının TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı davranış kapsamında olduğu belirtilerek TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmesi teklifi getirilmiştir. Bu teklif doğrultusunda başvurucu hakkında 14/11/2012 tarihinde, 7/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesi uyarınca TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmiştir. Başvurucu TSK'dan ayırma kararına karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) iptal davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde istihbaratçı personellerin kendisini birlik içinde görüşmeye çağırdığını, iki, üç saat kadar sıcak havada, pencereleri kapalı küçük bir odada bekletildiğini, fenalaşma noktasına geldiği hâlde temiz hava almasına izin verilmediğini, görüşmeye başlandığında ifadesinin alındığının söylenmediğini, ne için beyanda bulunduğunu bilmediği gibi ifadesinin işlem tesisine esas alınacağını da bilmediğini, psikolojik baskı altında ifade verdiğini belirtmiştir. Başvurucu, heyecan ve şaşkınlık içinde olduğu için tutanağı okumadan imzaladığını ayrıca hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerin disiplin soruşturması dosyasına dâhil edilmesinde özel bir kasıt bulunduğunu ileri sürmüştür. Bunun yanı sıra başvurucu, takdir belgelerinin bulunduğunu, hiç bir disiplin cezası bulunmadığını, özel yaşamına ait unsurların kurum disiplin ve düzenini tehdit eden bir yönü bulunmadığını iddia etmiştir. AYİM, oy çokluğuyla davayı reddetmiştir. AYİM'e göre başvurucuya isnat edilen davranışlar, TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı davranış kapsamındadır ve bu nedenle başvurucunun TSK'daki görevini devam ettirmesi uygun değildir. Ayrıca AYİM, başvurucunun ifadesinin usulsüz ve hukuka aykırı şartlarda alındığı iddialarını da reddetmiştir. AYİM kararında, başvurucunun ifadesinin ceza soruşturması kapsamında değil disiplin soruşturması çerçevesinde alındığı, iradesinin fesada uğratıldığına dair kanıt bulunmadığı belirtilmiştir. Bir hâkim üye karara katılmamıştır. Muhalif üye, istihbarat şube elemanları tarafından tespit edilen soyut ifadeler esas alınarak tesis edildiği anlaşılan ayırma işleminin iptali gerektiğini belirtmiştir. Muhalif üye görüşünde, istihbarat birimi tarafından alınan ifadelerin hukuka uygun olduğunu kanıtlama ödevi ve imkânının davalı idareye ait olduğu ancak idarece sorgunun kamerayla kayıt altına alınmış olmasına karşın, bu kaydın imha edildiği bildirilmiş, bu yüzden söz konusu sorgulama süreci şüpheli hâle geldiği ifade edilmiştir. Üstelik davacının, özel yaşantısını içerecek şekilde geniş çerçeveli ifade alınması, geçmişte olduğu ileri sürülen ve şimdiki zamana taşınmaya çalışılan olguların ayırma işlemine dayanak alınması çabası gibi gözükmektedir. Muhalif üyeye göre "İsimsiz-imzasız ihbar mektupları veya e-posta ihbarlarıyla haklarında soruşturma başlatılan personelin TSK'da görev yapıp yapmamalarına sanki gizli bir elin karar verdiği şüphesi yoğun bir şekilde ortaya çıkmaktadır." Başvurucunun, söz konusu karara karşı karar düzeltme istemi de reddedilmiştir. Nihai karar 20/3/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili tarafından 21/4/2014 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. A. Ulusal Hukuk 926 sayılı Kanun’un işlem tarihinde yürürlükte olan maddesi, 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun ve maddeleri, 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin (Sicil Yönetmeliği) işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durumları nedeniyle ayırma usulleri” kenar başlıklı ve maddeleri.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Kamumakamlarının özel hayata saygı hakkına keyfî bir şekilde müdahale etmelerinin önlenmesi, Sözleşme'nin maddesi ile sağlanan güvenceler kapsamında yer almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletin özel hayata saygı hakkı kapsamında bulunan bir menfaate müdahale ettiğini tespit ettiğinde, maddenin ikinci fıkrasında belirtilen koşulları incelemektedir. Buna göre kamu makamlarının müdahalesinin yasal bir dayanağı olup olmadığı, anılan fıkrada yer alan meşru amaçlara dayalı olup olmadığı, demokratik bir toplumda gerekli ve öngörülen amaçla orantılı olup olmadığı araştırılmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dudgeon/Birleşik Krallık, § 43; Olsson/İsveç No.1, B. No: 10465/83, 24/3/1988, § 59; De Souza Ribeiro/Fransa, B. No: 22689/07, 13/12/2012, § 77). Ayrıca AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin maddesi açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç başvurucunun maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden yararlandırılmasını gerektirir. AİHM'e göre bu şekildeki güvencelerin amacı maddede yer alan haklara keyfî şekilde müdahalede bulunulmasını önlemek, müdahalenin gerekçelendirilmesini sağlamaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ciubotaru/Moldova, B. No: 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve K./Birleşik Krallık, B. No: 28945/95, 10/5/2001, § 72). AİHM'e göre gerek negatif yükümlülükler gerekse pozitif yükümlülükler bakımından söz konusu usule ilişkin etkili güvencelerin sunulması gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hokkanen/Finlandiya, B.No: 19823/92, 23/9/1994, §§ 55-58; Glaser/Birleşik Krallık, B. No: 32346/96, 19/9/2000, §§ 63-66; Bajrami/Arnavutluk, B. No: 35853/04, 12/12/2006, §§ 50-55; Abdulaziz, Cabales ve Balkandali/Birleşik Krallık, B. No: 9214/80, 28/5/1985, § 67). Gerek negatif yükümlülük alanındaki usule dair güvencelere örnek olması ve gerekse Anayasa Mahkemesi önündeki mevcut başvuruyla benzerlikler içermesi bakımından Smith ve Grady/Birleşik Krallık kararı incelenmelidir. Bu davada başvurucular Kraliyet Hava Kuvvetlerinde görevli personeldir ve eş cinsel olmaları nedeniyle görevlerine son verilmiştir. Başvuruculardan Bayan Smith hemşire olarak Bay Grady ise pilot olarak görev yapmıştır. Görevden alınmaları işlemine karşı açtıkları davada verilen kararda her ikisinin de sicil ve görev performansının mükemmel derecede olduğu, herhangi bir disiplinsizliklerinin bulunmadığı belirtilmiştir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Smith ve Grady/Birleşik Krallık, B. No: 33985/96, 33986/96, 27/9/1999, § 30). Başvurucular Kraliyet Hava Kuvvetleri Polisi (İstihbarata karşı koyma ve güvenliğin sağlanması konularında görevlidir.) tarafından sorgulanmışlardır. Bu sorgulama sırasında, sorgulama yapılmasının amacı açıklanmış, eş cinsel olanların Silahlı Kuvvetlerde çalıştırılmayacağı yönündeki devlet politikası hatırlatılarak başvurucuların karşılaşacağı sonuçlar belirtilmiştir. Başvuruculara hiç bir şey söylemek zorunda olmadıkları ancak konuşmaları hâlinde söyleyecekleri şeylerin aleyhe delil olarak kullanılabileceği uyarısı yapılmıştır. Bunun yanı sıra başvurucuların talepleri üzerine avukatlarıyla görüşerek hukuki yardım almalarına müsaade edilmiştir. Bayan Smith'in sorgusu sırasında bir kadın soruşturmacı da görüşmelere katılmıştır. Ayrıca görüşmelere başlanmadan önce bayan Smith'e, bazı soruların utanmasına sebep olabileceği eğer böyle hissederse bunu belirtebileceği hatırlatılmıştır. Bayan Smith sorgudan önce bir avukatla görüşmüş ve avukatı hiç bir şey söylememesi, bazı basit sorulara cevap verebileceği yönünde tavsiyede bulunmuştur. Bay Grady'nin talebi üzerine de avukatının ve yine Kraliyet Hava Kuvvetlerinde pilot olarak görev yapan bir personelin objektif gözlemci olarak sorgulama sürecine katılması sağlanmıştır (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 14, 25, 26, 27). AİHM, her iki başvurucunun özel hayata saygı hakkına müdahalede bulunulduğu tespitini yapmıştır. AİHM, müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını incelerken özel hayata saygı hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu olduğunda kamu makamlarının takdir yetkisinin daha dar tutulması gerektiğini, bu alanlara yönelik müdahaleler için özellikle ciddi nedenlerin varlığının şart olduğunu vurgulamıştır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 88-89; Dudgeon/Birleşik Krallık, § 52). AİHM, demokratik toplumda gereklilik unsuru yönünden müdahale için gösterilen gerekçeleri incelediği sırada her iki başvurucu yönünden sorgulama sürecinideğerlendirmiştir. AİHM'e göre sorgulama süreci son derece müdahaleci nitelikteydi. Başvurucuların özel hayatlarının en mahrem yönlerine, cinsel hayatlarına, aile ilişkilerine dair çok ayrıntılı sorular sorulmuştur. Sorgu tarzı oldukça saldırgan ve müdahalecidir. Hatta Hükûmet görüşünde de Bayan Smith'e sorulan, üvey kızıyla cinsel ilişkisi olup olmadığı sorusunun savunulacak bir tarafı olmadığı belirtilmiştir (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, § 91). Ayrıca eş cinselliğin silahlı kuvvetlerden erken ayrılabilmek için bahane olarak kullanılıp kullanılmadığını anlamak amacıyla sorgulama yapıldığı belirtilmişse de söz konusu soruşturmaya kadar başvurucular cinsel yönelimlerini gizli tutmuşlardır ve görevden ayrılmak istemedikleri açıktır; bu nedenle sorgulamanın devam ettirilmiş olmasının makul bir gerekçesi bulunmamaktadır. AİHM, Hükûmetin sorgulamanın devam ettirilmesiyle ilgili olarak ileri sürdüğü tıbbi riskler veya güvenlik riskleri, disiplinle ilgili sebeplerin de somut olayda mevcut olmadığını, bu yüzden başvurucuların cinsel yönelimlerini kabul etmelerine rağmen sorgu sürecinin devam ettirilmesi konusunda Hükûmetin ikna edici ve ciddi gerekçeler ortaya koyamadığını vurgulamıştır (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 106-110). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5121 | Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden TSK) ilişiğinin kesilmesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; ceza infaz kurumunda kalabalık odada tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının, odada kalan kişi sayısının çokluğuna ve koşulların uygun olmadığına ilişkin şikâyetin infaz hâkimliğince görev yönünden reddine karar verilmesi nedeniyle etkili başvuru hakkının, içtihat farklılığı nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca 27/12/2021 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulü ile başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuru formunda başvurucu vekili Avukat İbrahim Afacan, başvurucunun Silivri 6 Numaralı L Tipi Ceza İnfaz Kurumu (Ceza İnfaz Kurumu) C-10 koğuşunda tutuklu olarak bulunduğunu belirtmiştir. Başvurucu vekili, başvurucunun Ceza İnfaz Kurumunda kapasitenin üzerinde hükümlü ve tutuklu bulunması nedeniyle 8/10/2018 tarihinde Silivri İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) başvurmuştur. İnfaz Hâkimliğince, 16/10/2018 tarihinde Ceza İnfaz Kurumunun idari işleyişine ilişkin olup 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun maddesinde belirtilen İnfaz Hâkimliklerinin görevi kapsamında olmadığı gerekçesiyle başvurunun görev yönünden reddine karar verilmiştir. Başvurucu vekilinin İnfaz Hâkimliği kararına itirazı Silivri Ağır Ceza Mahkemesince 12/11/2018 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu vekili, nihai kararı 21/12/2018 tarihinde öğrendikten sonra 18/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun tutulma koşullarına ilişkin olarak Ceza İnfaz Kurumuna yazılan yazıya verilen 24/2/2023 tarihli cevapta, başvurucunun 20/3/2015 tarihinde tutuklu bulunduğu Metris 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza infaz Kurumundan sevk edilerek kuruma alındığı, başvurucunun C-10 koğuşunda hükümözlü olarak barındırılmakta iken 6/5/2016 tarihinde disiplin nedeni ile Silivri 8 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna sevk edildiği belirtilmiştir. Bakanlık görüş yazısı ve ekli belgelerde başvurucunun;i. 18/3/2015-20/3/2015 tarihleri arasında Bakırköy Metris 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda,ii. 20/3/2015-6/5/2016 tarihleri arasında Silivri 6 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda,iii. 6/5/2016-3/1/2017 tarihleri arasında Silivri 8 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda,iv. 3/1/2017-31/1/2017 tarihleri arasında Silivri Açık Ceza İnfaz Kurumunda, v. 31/1/2017-8/3/2017 tarihleri arasında Sincan Açık Ceza İnfaz Kurumunda, vi. 10/3/2017-30/7/2019 tarihleri arasında Siverek Açık Ceza İnfaz Kurumunda,vii. 14/7/2019-16/12/2019 tarihleri arasında Siverek 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda, viii. 17/2/2019-30/6/2020 tarihleri arasında İslâhiye Açık Ceza İnfaz Kurumunda barındırıldığı belirtilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2787 | Başvuru, ceza infaz kurumunda kalabalık odada tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının, odada kalan kişi sayısının çokluğuna ve koşulların uygun olmadığına ilişkin şikâyetin infaz hâkimliğince görev yönünden reddine karar verilmesi nedeniyle etkili başvuru hakkının, içtihat farklılığı nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; sınır dışı etme ve yurda giriş yasağı kararı verilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Moldova uyruklu olan başvurucu 25/7/2003 tarihinde Türk vatandaşı ile evlenmiş olup 2003 doğumlu bir çocukları bulunmaktadır. Başvurucu, oturma izni kapsamında ülkemizde bulunmaktayken hakkında 2006 yılında insan ticareti, fuhşa aracılık gibi suçlardan soruşturma yapılarak Antalya Ağır Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) dava açılmıştır. Bu yargılamanın devamı sırasında oturma izni süresi sona eren başvurucunun yasal süre içinde yeniden oturma izni talebinde bulunmaması ve hakkında adli işlem tesis edilmesi gerekçesi ile beş yıl süre ile sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Bu tarihten kısa süre sonra eşinin soyadı ile düzenlenmiş farklı bir pasaport ile -yasa dışı olarak- ülkemize gelen başvurucu, 2012 yılına kadar ülkemizde kalmıştır. Bu dönemde başvurucu hakkında Ceza Mahkemesinde fuhşa teşvik suçundan açılan dava sonuçlanmış ve başvurucunun iki kez 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olup karar 2011 yılında kesinleşmiştir. Başvurucu, yurda giriş yasağı için belirlenen beş yıllık sürenin sona ermesi üzerine 2012 yılında yurda giriş için izin talebinde bulunmuştur. Bu talebi inceleyen İzmir İl Emniyet Müdürlüğü (Müdürlük) İçişleri Bakanlığının talimatına istinaden 10/4/2015 tarihinde başvurucunun sınır dışı edilmesine ve sekiz yıl süre ile yurda girişinin yasaklanmasına karar vermiştir. Başvurucu 15/4/2015 tarihinde sınır dışı kararına karşı İzmir İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde sınır dışına çıkarma işleminin hukuka aykırı olduğunu iddia etmiştir. Yargılama sonucunda 29/4/2015 tarihinde davanın reddine karar verilmiş, karar kesinleşmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun ilk kez beş yıl için sınır dışına çıkarılmasından sonra eşinin soyadına göre düzenlenmiş pasaportu kullanarak tekrar yurda giriş yaptığı belirtilmiş ve başvurucu hakkındaki işlemin hukuka uygun olduğu vurgulanmıştır. Başvurucu, ülkesine döndükten sonra Moldova'daki büyük elçiliğimizden vize talebinde bulunmuş; bu talep 10/11/2015 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu bunun üzerine Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) Göç İdaresi Genel Müdürlüğüne karşı (İdare) iptal davası açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde; yurda giriş yasağı işleminin hukuka aykırı olduğunu, evlilik nedeniyle soyadı değiştiği için hakkında giriş yasağı olduğu hâlde giriş yapmasında kendisinin değil idarenin kusurunun bulunduğunu, Türk vatandaşı ile evliliğinden olan çocuğunun menfaatinin düşünülmediğini ileri sürmüştür. İdare, cevap dilekçesinde; başvurucunun hakkında uygulanan giriş yasağına rağmen ülkemize giriş yaparak yasal olmayan şekilde ülkemizde kaldığını, sınır dışı kararına karşı açılan davanın reddedildiğini belirtmiştir. İdare, ayrıca başvurucu hakkında cinsel istismar için çocuk kaçakçılığı ve kadın ticareti suçundan Moldova Bölge Mahkemesince düzenlenen 15/2/2008 tarihli yakalama müzekkeresi bulunduğunu beyan etmiştir. Bu yakalama müzekkeresi kapsamında ülkesine iadesi amacıyla uluslararası seviyede aranan bir şahıs olduğunu, tüm bu nedenlerle hakkında tesis edilen işlemin hukuka uygun olduğu ileri sürülerek davanın reddi gerektiği ifade edilmiştir. Mahkeme 31/5/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; kamu sağlığı, kamu düzeni veya güvenliği açısından Türkiye'ye girmesinde sakınca görülen yabancılar hakkında yurda giriş yasağı alınmasında hukuka aykırı bir yön bulunmadığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca başvurucu hakkındaki tahdit kodları, mahkeme kararları, ülkesindeki yakalama müzekkeresi ve ülkeye yasal olmayan yollarla giriş yaptığı hususları bir arada değerlendirilerek dava konusu işlemde ulusal ve uluslararası metinlere aykırılık bulunmadığı vurgulanmıştır. Anılan karar istinaf denetiminden geçerek 10/1/2018 tarihinde kesinleşmiştir. Nihai karar, başvurucuya 29/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun "Sınır dışı etme kararı alınacaklar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Aşağıda sayılan yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınır:a) 5237 sayılı Kanunun 59 uncu maddesi kapsamında sınır dışı edilmesi gerektiği değerlendirilenlerb) Terör örgütü yöneticisi, üyesi, destekleyicisi veya çıkar amaçlı suç örgütü yöneticisi, üyesi veya destekleyicisi olanlarc) Türkiye’ye giriş, vize ve ikamet izinleri için yapılan işlemlerde gerçek dışı bilgi ve sahte belge kullananlarç) Türkiye’de bulunduğu süre zarfında geçimini meşru olmayan yollardan sağlayanlard) Kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlare) Vize veya vize muafiyeti süresini on günden fazla aşanlar veya vizesi iptal edilenlerf)İkamet izinleri iptal edilenlerg) İkamet izni bulunup da süresinin sona ermesinden itibaren kabul edilebilir gerekçesi olmadan ikamet izni süresini on günden fazla ihlal edenlerğ) Çalışma izni olmadan çalıştığı tespit edilenlerh) Türkiye’ye yasal giriş veya Türkiye’den yasal çıkış hükümlerini ihlal edenlerı) Hakkında Türkiye’ye giriş yasağı bulunmasına rağmen Türkiye’ye geldiği tespit edilenleri) Uluslararası koruma başvurusu reddedilen, uluslararası korumadan hariçte tutulan, başvurusu kabul edilemez olarak değerlendirilen, başvurusunu geri çeken, başvurusu geri çekilmiş sayılan, uluslararası koruma statüleri sona eren veya iptal edilenlerden haklarında verilen son karardan sonra bu Kanunun diğer hükümlerine göre Türkiye’de kalma hakkı bulunmayanlarj) İkamet izni uzatma başvuruları reddedilenlerden, on gün içinde Türkiye’den çıkış yapmayanlar (2) Başvuru sahibi veya uluslararası koruma statüsü sahibi kişiler hakkında, sadece ülke güvenliği için tehlike oluşturduklarına dair ciddi emareler bulunduğunda veya kamu düzeni açısından tehlike oluşturan bir suçtan kesin hüküm giymeleri durumunda sınır dışı etme kararı alınabilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) öncelikle uluslararası yerleşik hukuk çerçevesinde ve Sözleşmeye dâhil diğer antlaşmalardan doğan yükümlülüklerine dayalı olarak Sözleşmeci devletlerin yabancıların ülkeye giriş, ülkede ikamet ve ülkeden sınır dışı edilmelerini denetlemek hakkına sahip olduğunu teyit etmektedir (Vilvarajah ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 13163/87, 13164/.., 30/101991, § 102; Ahmut/Hollanda, B. No: 21702/93, 28/11/1996, § 67-b). Sözleşme, bir yabancının ülkeye giriş yapma veya orada ikamet etme hakkını yahut bir kişinin aile yaşamını belirli bir ülkede kurma hakkını güvence altına almamaktadır (Abdulaziz, Cabales and Balkandali/Birleşik Krallık [GK], B. No: 9214/.., 28/5/1985, § 68; Ahmut/Hollanda, § 67-c). Bunun yanı sıra aile hayatına saygı hakkının kamusal makamlara yüklediği mükellefiyetin çiftlerin evlenme suretiyle ikamet edecekleri ülkeyi seçmeleri ve aynı ülke vatandaşı olmayan eşlerin bu ülkeye yerleşmelerini kabul etmek şeklinde genel bir yükümlülüğü kapsadığı söylenemez (Biao/Danimarka [BD], B. No: 38590/10, 24/5/2016, § 117). Sözleşme, yabancıların ülkeye girişi veya orada yerleşmeleri hususundaki bir hakkı güvence altına almamakla birlikte kişinin yakın aile bireylerinin bulunduğu bir ülkeden ayrılmak zorunda olması belirli koşullar altında aile hayatına saygı hakkının ihlal edilmesine neden olabilir (Boultif/İsviçre, B. No: 54273/00, 2/8/2001, § 39). Aile hayatına saygı hakkının yalnızca vatandaşlar tarafından değil hukuka uygun şekilde ikamet eden yabancılar tarafından oluşturulan aile birliklerini de koruduğunun kabulü gerekir. AİHM'in sınır dışı etme ve suçluların iadesi tedbirlerine ilişkin içtihadında aile hayatı yönünden Sözleşmeci devletin hâkimiyet alanında yasal olarak ikamet eden yabancıların Sözleşme'nin sağladığı güvencelerden yararlanabileceğine vurgu yapılmaktadır. Bu anlamda aile hayatı çekirdek aile ile sınırlı olarak anlaşılır. Bununla birlikte AİHM, Sözleşme'nin bir kişinin belirli bir ülkede aile kurma gibi bir hak içermediğine hükmetmiştir. Bunun yanı sıra belirli koşullar altında ülkede hukuka aykırı olarak bulunan yabancıların aile yaşamının da belirtilen güvenceden yararlanması söz konusu olabilir. Ancak göç kontrolü ve kamu düzeninin korunması için söz konusu olan gereklilikler aile hayatına saygı hakkının sınırlandırılmasında devletlere geniş takdir yetkisi verir. Bu bakımdan AİHM içtihadında aile yaşamının gelişim gösterdiği koşullar, aile hayatındaki ilişkilerin ne ölçüde kesildiği ya da kesileceği, Sözleşmeci devletteki bağların ne ölçüde olduğu, başka bir yerde aile yaşamını sürdürmek için aşılamaz nesnel engeller olup olmadığı, göç kontrolünün gereklerinin veya sınır dışı edilmenin ağır bastığı kamu düzenine ilişkin değerlendirmelerin olup olmadığı gibi kriterler dikkate alınmaktadır (Slivenko/Letonya [BD], B. No: 48321/99, 9/10/2003, § 94; Amara/Hollanda (k.k.), B. No: 6914/02, 5/10/2004). AİHM tarafından, sınır dışı etme ve ülkeye kabul ile Sözleşme'nin maddesi bağlantısı kurularak değerlendirme yapılan davalarda aile kavramının çekirdek aile olarak yani çiftler arasındaki ilişkilerle ebeveyn ve küçük çocuklar arasındaki ilişkileri kapsayacak şekilde ele alındığı, yetişkin çocukların ise aileye bağımlı ve muhtaç olduklarının ispat edilebildiği ölçüde aile kavramına dâhil edildiği, bu suretle aile kavramının bu alanda oldukça dar yorumlanmasının tercih edildiği anlaşılmaktadır (Slivenko/Letonya, § 94; A.A/Birleşik Krallık, B. No: 8000/08, 20/9/2011, § 49; Bousarra/Fransa, B. No: 25672/07, 23/9/2010, §§ 38,39). Sınır dışı kararı alınması ile ülkeden fiilen çıkarılma işlemleri arasında belirli bir zaman aralığı söz konusu olabilir. Bu zaman aralığı içinde kişilerin özel ve aile hayatlarında birtakım değişikliklerin olması mümkün olup bir aile yaşamının mevcut olup olmadığının hangi tarihe göre belirleneceği sorunu ortaya çıkmaktadır. AİHM, sınır dışı gibi tedbirlerin söz konusu olduğu başvurularda Sözleşme'nin maddesi kapsamında bir aile hayatının mevcut olup olmadığını hangi tarihe göre belirleyeceğini kararlarında göstermiştir. Buna göre AİHM, aile hayatına müdahale oluşturan tedbirin kesinleştiği ve nihai hâle geldiği tarihte mevcut bir aile hayatı olup olmadığını dikkate almaktadır (Maslov/Avusturya [B.D], B. No: 1638/03, 23/06/2008, § 61; Ezzouhdi/Fransa, B. No: 47160/99, 13/2/2001, § 25; Yıldız/Avusturya, B. No:37295/97, 31/10/2002, § 34; Mokrani/Fransa, B. No: 52206/99, 15/7/2003, § 34). AİHM birçok içtihadında belirli suçları işlemiş olmaları nedeniyle kamu düzeni açısından tehlike oluşturduğu kanaatiyle sınır dışı edilmesine karar verilen başvurucular tarafından aile hayatına saygı hakkı bağlamında ileri sürülen ihlal iddialarını değerlendirmiş ve sınır dışı etme, zorla çıkartma, ülke topraklarına girmeyi yasaklama gibi kamu makamlarının işlemlerinin kişilerin aile hayatına müdahale oluşturduğunu belirtmiştir (Nasri/Fransa, B. No: 19465/92, 13/07/1995, § 34; Berrehab/Hollanda, B. No: 10730/84, 21/06/1988; § 23; Boultif/İsviçre, § 40; Maslov/Avusturya [BD], B. No: 1638/03, 23/06/2008, § 61). AİHM, kamu makamlarının oturma izni vermeme gibi hareketsiz kaldığı durumlarda ise aile hayatına saygı hakkı bakımından pozitif yükümlülüklerinin gündeme geleceğini ifade etmiştir (Jeunesse/Hollanda, B. No: 12738/10, 3/10/2014, § 105; Butt/Norveç, B. No: 47017/09, 4/12/2012, § 78). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/6254 | Başvuru, sınır dışı etme ve yurda giriş yasağı kararı verilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hâkim olarak görev yapan başvurucu hakkında darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak yürütülen soruşturmada uygulanan yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuka aykırı olarak mal varlığı hakkında verilen tedbir kararı nedeniyle mülkiyet hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının, soruşturma aşamasındaki bazı işlemler nedeniyle de özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/10/2016 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve soruşturma mercileri -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Bakanlık verilerine göre yüz altmıştan fazla Yüksek Mahkeme (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay) üyesi hakkında tutuklama tedbiri uygulanmış, bunların bir kısmı sonradan tahliye edilmiştir. Soruşturma ve/veya kovuşturma mercilerince kaçak olduğu değerlendirilen yaklaşık otuz Yüksek Mahkeme üyesi hakkında ise yakalama emri çıkarılmıştır. Türk yargı organları yakın dönemde verdikleri birçok kararda FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmişlerdir. Bu kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihinde (E.2017/MD-956, K.2017/370) ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarda (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varmışlardır. FETÖ/PDY'nin (genel özelliklerine ilişkin olarak bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26) yargı kurumlarındaki örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak soruşturma ve kovuşturma belgeleri ile tedbir/disiplin kararlarında yer alan, başta haklarında soruşturma yürütülen yargı mensuplarının beyanları olmak üzere maddi olgulara dayalı bulunan iddia ve tespitler, Selçuk Özdemir kararında ayrıntılı bir biçimde açıklanmıştır (Selçuk Özdemir, § 22).B. Başvurucuya İlişkin Süreç Hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan yürütülen bir soruşturma kapsamında 4/8/2016 tarihinde Emniyet Müdürlüğünce gözaltına alınmıştır. Başvurucu 8-9/8/2016 tarihlerinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucunun ifadesi özetle şöyledir:"...Ben ilkokul, ortaokul ve liseyi Kırşehir'de ailemin yanında okudum. Ailem sosyal demokrat bir yapıya sahiptir. Hatta babam E. hayranıdır. Ben üniversiteye gelene kadar alnım secdeye bile gelmedi. Üniversiteye geldikten sonra namaz kılmaya başladım. 1988 yılında Marmara Hukuk Fakültesini kazandım. İstanbul'a kayıt için geldim. Kredi Yurtlar Kurumuna başvurdum. yedekte kaldım. Devlet yurduna giremeyince okulun panosunda Pendik Sakarya Öğrenci Yurdunun ilanını gördüm. Bu yurda gittim. Yedek sıram gelene kadar burada kalmak istedim, yedek sıram gelmeyince yaklaşık bir yıl burada kaldım. İkinci yıl Üsküdar Ridaniye yurdunda kaldım. Bu yurt F.G. cemaatine yakın bir yurt olduğunu daha sonra öğrendim, İlk girdiğim anda da bu yurdun cemaate ait olduğunu bilmiyordum. Bu yurtta kaldığım süre içerisinde F.G.ye ait kitaplar okunduğu gibi sohbet toplantılanda yapılıyordu. ... Evlerde yapılan sohbet toplantılarına sıcak bakmadığım için gitmiyordum. Yurtta kaldığım süre içerisinde F.G.nin kasetlerini izlettiriyorlardı. Ben insanlarla orada ilk defa tanıştığım için benim katıldığım sohbet toplantılarında F.G.nin kaseti videoya konuyor ve seyrettiriliyordu. Bu konuşmalarda dini içerikli konuşmalardı. ...Hukuk Fakültesini 1992 yılında bitirdim ve Kırşehir'e ailemin yanına dönerek Avukatlık stajına başladım. Bu dönem içerisinde F.G.ye yakın kişilerle bir araya gelmedim. Hakimlik sınavına hazırlandım. İlk yazılıda 73 puan aldım. Ancak mülakatta elendim. İkinci yapılan sınavda 70 puan aldım. Bu sınavın mülakatına o dönem Kırşehir Belediye Başkanına SHP'li G. isimli başkanının yanına gittim. Onun verdiği kart ile o dönem Müsteşar olan Y.K.nin yanına geldim ve Belediye Başkanının bana vermiş olduğu mektubu ona verdim. O yıl mülakatını kazanıp 1994 yılında Ankara'da staja başladım. ... Ankara'da staj yaptığım dönem içerisinde beni herhangi bir sohbet evine veya yere kimse götürmedi. Bu dönem içerisinde eğitim merkezine gittiğim zamanda da F.G.ye yakın kişilerin daveti üzerine sohbet toplantılarına gitmedim. Beni de kimse bir yere davet etmedi....Ben Pınarhisar İlçesine kura ile Hakim olarak atandım. Daha askerligimi yapmadığım için askere gideceğim düşüncesiyle eşimi götürmemiştim. Daha sonra buradan askere gittim. Hatta askerlik süresince 28 Şubat olayları oldu. Ben yedek subaylık görevini yaptıktan sonra Pınarhisar'a geri döndüm. Pınarhisar kaldığım süre içerisinde R.T.E.nin cezaevine gelmesinden dolayı tanıma fırsatı buldum. Hatta kendisini desteklediğimi belirttim. Hatta kendisi bu jestlerimize karşılık bize cezaevinde teşekkür yemeği vermişti. Burada ki görev sürem dolunca Yahyalı'ya atandım. Gerek Pınarhisar gerekse Yahyah'da cemaatin bir yapılanmasını görmedim. Burada yaklaşık 3 yıl kaldıktan sonra Midyat Ilçesine atandım. Eğitim Merkezinden tanıdığım S. beni telefonla aradı, müfettiş olup olmayacağımı sordu. Ben düşüneyim dedim. Eşimde konuştum. Müfettiş olunca Ankara'ya gideceğimizi ve teftişin yapısının mesleği olarak yüksek seviyede olmasını da değerlendirerek teklifi kabul ettim. Ankara'ya geldim, Hakim S. ile buluştum. Onun söylemesi üzerine Yargıtay Üyesi H.nin yanına gittim. H.nin kendisine referans olmasını ilettim. O da not aldı. İlgileneceğim dedi. Daha sonra teftiş kurulu başkanı A. beyin yanına gittim, bana terfılerim konusunda sorular sordu. Ben yanından ayrıldım. Yaklaşık 7 ay sonra Midyat Başsavcısının telefonuyla teftiş kurul başkanlığına atandığımı duydum. Ben Adalet Müfettişi olarak 2005 yılında Ankara'ya geldiğimde beni kimin çağırdığını bilmemekle birlikte bir sohbet grubumuz vardı. Bu grupta E.Ö., F.U., A., halen Cumhuriyet savcısı olan E.G., T.Ş., H.K. vardı. Bu arkadaşlar F.G.ye sempati duyan arkadaşlardı. 2010 yılı HSYK yapılanmasına kadar bu arkadaşlarla birlikte dönüşümlü olarak evlerimizde bır araya geliyorduk. Bir abi diye nitelendirdiğimiz bir kişi yoktu. Ancak kiminle irtibat kurduğunu ve nasıl haber aldığını bilmediğim bir hakim o gün toplandığımız eve geliyordu. Bu şahsın 2010 yılına kadar hakimoldugunu biliyorduk. Ancak nerede görev yaptığını, isminin ne olduğunu bilmiyordum. Bu kişinin gruptan kimin tanıdığını da bilemiyorum. Bana bu hususta bilgi vermiyorlardı. Eve gittiğimiz zaman bizden sonra gelen bu şahıs bize mesajlar iletiyordu. Bu mesajlarda genellikle ne kadar cevşen okunacağını, ne kadar Kur'an okunacağını, ne kadar La İlahe İllallah söyleneceği belirtiliyor, F.G.ye ait kitapları ve fotokopileri bize okuyordu. 2010 yılına bu şekilde 3 değişik kişi geldi. Bunlar kıdemce bizden büyük olduğu gibi yaş itibariyle bizimle aynı kıdemde olduğunu anlıyabiliyordum. Bu kişinin hakim olduğunu biliyordum. Ancak İdari Yargı mı, Adli Yargı hakimi mi kendiside belirtmediği gibi bende anlayamamıştım. Bu kişilerinde meslek hayatım boyunca kimliklerini öğrenemedim. Kendileriyle karşılaşmadım. 2005 yılından 2010 yılına kadar sohbet grubumuz değişmedi. Ancak E.Ö, A. ve H.K. ile aynı dönem teftişe geldiğimizden dolayı sohbete de aynı zamanda katıldık. Diğer arkadaşlar bizden kıdemli idi. Ancak bizi kim sohbete çağırdı inanın şuan hatırlayamıyorum. Bu arkadaş grubu dışında bir arkadaşı sohbete götürme yetkim yoktu. Kimse de getirmezdi. Bu kuralı kim koydu bilmiyorum. Kendimi götürme yetkisi görmediğim için kimseyi bu sohbete davet etmedim. Bana bu şekilde davranılması konusunda bir talimat verilmedi. Ancak ben götürülmemesine inandığım için kimseyi sohbete götürmüyorum. Ben 5 yıl boyunca da yabancı bir kimseyi sohbete götürmedim. ... Staja başladığım zaman ve hakimlik mesleğine başladığım zaman herhangi bir şekilde bir aylığımı bağış veya himmet parası olarak kimseye vermedim. Ancak aylık %5 himmet parası olarak sohbete katılan mesajları okuyan hakime bu para veriliyordu. Ben düzenli olarak bu parayı vermedim. Bu bir himmet oldugu için mecburiyet yoktu. Tüm değerlerim üzerine yemin ederim ki verilen talimat üzerine gidip teftiş yaptığım hakim ve savcılara haksız olarak fazla not veya eksik not vermiş değilim. Bana hiçbir zaman böyle bir talimat verilmiş değildir. ... Benim denetim yaptığım tüm hakim savcılara verdiğim not incelenirse tarafsız olduğum anlaştlacaktır. ...2014 HSYK seçimlerine kadar bu arkadaşlarla birlikte sohbet toplantılarımız devam etti. ... 2010 yılından sonra dershanelerin kapatılması gündeme gelince sohbetin konusu hükumetin tasarruflarıda oluyordu. Bu şekilde hareketlerin iki tarafada zarar verebileceğini sohbetler sırasında dile getiriyorduk. Hoca diye hitap ettiğimiz kişi siyasi mesajlar bize iletmiyordu. Sohbetlerimiz daha önceki sohbetler şeklinde devam ediyordu. Ancak gündemdeki olaylarıda sohbet konusu yapıyordu. Cemaatin bir yapılmasından söz etmek istiyorum. Cemaat kendisine güven vermeyen, itaatkar kabul etmediği kişilere fazla sır ve bilgi vermez. Bu nedenle bende bu grup içinde yer aldığıma inanıyorum. Cemaat içinde bana fazla sır vermezlerdi. Ben bunu o dönemlerde de hissediyordum. Kamu oyunda 17-25 Aralık 2013 tarihli olaylardan sonra teftişteki ve gruptaki arkadaşlarla bir araya geldik. O dönem arkadaşlarla operasyonda çıkan ses kayıt çözümlerinin gerçek olduğuna inanıyorduk. Ancak bunun o dönem dershane kapatılmasının rövanşı olduğuna kanaat getiriyordum. Hatta bu dönemlerdeki sohbetlerde dışarıdan gelen şahıs evlerde bulunan F.G.ye ait dokümanların yok edilmesini istemişti. ... Bu toplantı esnasında adaylar açıklanmamıştı. Ancak biz cemaat hangi adayı gösterirse iyi olur, kimlerin aday olması gerektiğini konuştuk. Ben, E.G., Y.A. ve Ş. cemaate yakın kişiler oldugunu değerlendiriyorum. Bir araya geldigimize göre de cemaaten oldukları anlaşılmaktadır. Her iki toplantıda da bizim anlattıklarımızı Y.A.nın değerlendirdiğini görüyordum. Ben HSYK'dan gönderilmemi kendim için haksızlık olarak nitelendirdim. Bu nedenle Yargıda Birlik adı altına toplanan tüm adaylar dışında diger adayların desteklenmesini düşünmüştüm. ... Ben sadece kızgınlıkla Yargıda Birlik dışındaki adaylara oy verilmesini istedim. ... Seçim günü de seçimi kişiselleştirdiğimden sandıklar açılmadan önce ve sonrası seçim mahallinde bulundum. Ben sadece gözlem yaptım....F.S. Van'daki olaylar nedeniyle açığa alınarak, meslekten ihraç edilince Ankara'ya geldiğini biliyorum. Okuldan benim samimi arkadaşım olduğu için kendisiyle görüştük. ... Ancak ilk konuşmamızda kendisi bana hayatının tehlike altında olduğunu, kendisinin öldürüleceğini söylüyordu. Hatta bu sohbetimizde Amerika'ya gitmek istediğini bana söylemişti. Bu konuşmalardan sonra ben kendisini abisinin Sincan'da bulunan evine bıraktım. Bu konuşmadan sonra 3-4 defa daha bir araya geldik. Bana daha önce verdiği telefon numarası değil başka bir numarayı vermişti. Ben bu telefon numarasından kendisini anyordum. Bu konuşmalardan sonra kendisinin kaldığı Sincan'a gidip alıp geziyorduk. Bu dönemlerde de Amerika vizesi alamadığını bana söyledi. Daha sonra bana Afrikaya gitmek istediğini söyledi. Buraya niye gitmek istediğini ve buna kimin karar verdiğini söylemedi. Ancak bana cemaatın kendisine Afrikaya gitmesi gerektiğini söylediğini, aynca cemaatin kendisine maaş bağladığını söylemişti. Bunu anlatmasının nedeni ise biraraya geldiğimizde nasıl geçiniyorsun diye sordum. O da bana cemaatin kendisine yardım ettiğini, maaş verdiğini ve bu paranın yeterli olduğunu söyledi. Ben cemaat deyince F.G. cemaati olduğunu anlamıştım. ... Ben ona bir poşet içinde para götürdüm. Ancak bu parayı bana getiren kişi nasıl ulaştı şu an hatırlamıyorum. Ancak gelen kişi bana F.S.nin Afrika'ya biletini ayarladığını, İstanbul'dan geldiğini ve vereceği parayı ona götürmesini benden istedi. Bu şahıs beni nasıl buldu, niye buldu, niye kendi götürüp parayı direk vermedi bu sorulara o zamanda cevap bulamamıştım. Şimdi de cevap bulamıyorum. Tek bildiğim burada kullanıldığımdır. Bu şahıs verdiği için içi para dolu poşeti götürüp F.S.ye verdim....F.S. Afrika'ya gittikten 3-4 ay sonra Ankara'da yanıma biri geldi. Kendisinin Afrika'da Türk okullarında öğretmen oldugunu söyledi. Ben o zaman bu okulun F.G.ye yakın okul olduğunu anlamıştım. İsmini hatırlayamadığım bu şahıs bana F.S.nin eşinin rahatsız oldugunu, Afrika'ya kendisiyle geldiği takdirde ona destek olabileceğini ve kendisinin de bu seyahatte eşlik edebileceğini söyledi. Bu durumu eşimle görüştüm. O da Afrika'ya gider gezer geliriz dedi. Bu şahıs kendi gideceği günü ve saati bana bildirdi. Bende tüketici kredisi çektim ve bu şahsa benim ve eşim için aldığı biletin parasını ödedim. Bu şahısla birlikte ben ve eşim Afrika'ya gittik. Başkente kadar birlikte gittik. Daha sonra aynı kişinin yardımıyla F.S.nin bulunduğu yere bilet aldık. Biz o şehire gittiğimizde F.S. havaalanında yanında bir öğretmenle birlikte bizi karşıladı....Ankara Hakimliğine atandıktan sonra sohbet toplantıları için beni kimse çağırmadı, o dönemde bir gruba girmedim. Ancak daha önce de anlattığım gibi Ankara savcısı E.G. seçimden önce hakim Y.A.nın evinde buluşacağız diye kapımın zilini çaldı, beni çağırdı. Ben bu toplantıyı sohbet toplantısı olarak algıladım. Ancak gittiğimde evde ev sahibi Y.A, Ankara savcısı Ş. vardı. Sohbetin konusunun da dini şekil değil, 2014 yılında yapılacak HSYK seçimleri ile ilgiliydi. Bu şekilde bir defa daha bir araya geldik. Ben Ankara İcra Hakimi olduğum dönemde sorumlu olduğum icra dairesi İcra Dairesidir. İcra Dairesine yapılan itirazlar ve şikayetler benim mahkemeye gelir. Kamu oyunda MHP Kurultayının durdurulmasına yönelik Gemerek ve Tosya Hakimlerinin tensiben verdiği tedbir kararlarının infazı için MHP merkezinin avukatları Ankara İcra Dairelerine bu kararı infazını gerçekleştirmek için başvurmuşlar. Bu tedbirin infazı UYAP ortamında İcra Dairesi Müdürlüğünü düşmüş, bu icra talebinin yerinde olmadığına ilişkin karşı tarafın avukatları itiraz ve şikayet dilekçeleri vermiş. Bu dilekçeler bana bu nedenle geldi. Geldiğinde itirazlara baktım. İtirazlar arasında yetkili icra dairesinin Ankara olmadığı, Akyurt İlçesi olduğu, Gemerek ve Tosya mahkemelerinin kararlarının yok hükmünde olduğu belirtildiği. Ayrıcı diğer bir itiraz sebebi olarak da tensip kararı ara karardır, bu nedenle ilamlı takip yapılamayacağı mutlak suretle ilamsız takip yapılacağı, bu nedenle takibin usule aykın olarak yapıldığı belirtildiğini gördüm. Bu itirazın Perşembe günü yapıldığını biliyorum. Karşı tarafın bu itiraza karşi cevap vermek istediklerini kaleme sözlü olarak belirtmişler. Bu nedenle ben o cevabı da bekledim. Cuma günü cevap gelince, mevcut duruşmalar bittikten sonra bu dosyayı inceledim. Yapmış olduğum incelemede gerçekten de ilamsız takip yapılması gerekirken ilamlı takip yapıldığını gördüm. Aynca tedbir kararı veren mahkemelerin Ankara İcra Dairelerinin infaz için yetkilendirilmediğini gördüm. Bu nedenle şeklen yapılan takiben iptaline karar verdim. Yargıtay'ın bu yönünde kararlarında olduğunu biliyorum. Aynca Tosya Mahkemesinin kararını infaza verildiğini de karanmda belirttim. ... Ben KPSS sorularını cemaat tarafından sızdırıldığını ilk önce medyadan öğrendim. Daha sonra arkadaşlarımla yapmış olduğum sohbetlerde bu inancımın güçlendiği hissettim. KPSS sorulan sızdıran ve kontrolsüz güçlenen F.G. cemaatinin tehlikeli olabileceğini ve diğer cemaatlerden farklı bir yapıya bütündüğüne inandım. 17-25 Aralık olarak belirtilen operasyonda da amacın yolsuzluk olmadığı, farklı amaçların güdüldüğüne inandım. MİT tırlarının durdurulması, Başbakanın açıklamaları bendeki şüpheleri yoğunlaştırmaya başladı. 2015 yılı başından itibaren de bu cemaaten tamamen ilgimi kestim. Herhangi bir sohbet toplantılarına katılmadım. Ben 2014 HSYK seçimlerinde beni daha önce mağdur ettiklerini düşünerek Yargıda Birlik dışında kimi desteklerseniz destekleyin diye yönlendirdim. Yoksa burada cemaatin adaylarını desteklemek niyetinde değildim. Bu tamamen benim haksız olarak HSYK müfettişliğinden gönderilmem üzerine mevcut yönetime kızgınlığımdır. Ben HSYK'da çalıştığım dönemde UYAP'ın teftiş ekranının hazırlanması için yaklaşık 8 yıl çalıştım. Proje ürettim. Bu çalışmalanm göz ardı edilip, teftişteki görevime son verilmesi beni üzmüştü, Bu nedenle 2014 HSYK seçimlerinde mevcut yapıyı desteklememiştim. ... Daha önce de belirttiğim gibi bu insanlarla 2015 yılı başından itibaren de ilgimi tamamen kestim.." Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 9/8/2016 tarihinde tutuklanması istemiyle başvurucuyu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu hakkındaki talep yazısında, başvurucunun "... üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla; şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak CMK'nın vd. maddeleri uyarınca" tutuklanmasına karar verilmesi istenmiştir. Başvurucunun sorgusu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 9/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu, sorgu sırasındaki ifadesinde de Cumhuriyet Savcılığında verdiği beyanı tekrar ederek tutuksuz yargılanmayı talep etmiştir. Sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... üzerine atılı bulunan silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren dosya kapsamında somut delillerin bulunması, şüphelinin kaçma ve delilleri karartma ihtimali bulunduğu, bu nedenlerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı, şüpheliye isnat edilen suçun ağır cezayı gerektiren suçüstü hallerinden olması nedeniyle CMK'nın 2/1-j ve 2802 sayılı kanunun maddesi ve CMK'nın maddesiyle ilgili düzenlemeler ve AİHS'nin maddesindeki tutuklama şartları kapsamında, isnat olunan suç ile orantılı bir tedbir kapsamında şüphelinin CMK'nın 101 maddeleri uyarınca TUTUKLANMASINA ... [karar verildi.]" Başvurucu 14/8/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 8/9/2016 tarihinde "... tutuklama kararı ve bu karara dayanak dosya kapsamının incelenmesinde, Ankara Sulh Ceza Hakimliğinin 2016/104 Sorgu sayılı kararında herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı ..." gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararı 29/9/2016 tarihinde öğrendiğini beyan etmiş ve 17/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 27/12/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. FETÖ/PDY'ye ve ByLock programına ilişkin açıklamaların yer aldığı iddianamede başvurucu hakkında yapılan değerlendirme özetle şöyledir:"... Soruşturma aşamasında elde edilen ve yukarıda detaylı şekilde belirtilen delillerin değerlendirilmesi neticesinde ve özellikle şüphelinin müfettiş olmasına karşın diğer hakimler ile ev toplantılarına gelen kişinin de hakim olduğunu sandığı şeklindeki hayatın olağan akışı ile çelişen unsurlar da içeren ifadesindeki dolaylı ikrarları ile şüphelinin aleyhine isnatlar içeren beyanlar bulunduğu; şüphelinin bilgisayar ve bilgisayar özelliği bulunan cihazlarının program ve kütüklerinde arama ve kopyalama işlemlerinin devam ettiği, başka şüpheliler hakkındaki benzer isnatlı soruşturmlarda gerçekleştirilen dijital arama işlemleri neticesinde şüphelilerin cihazlarında bylock vb. program artıklarının tespit edilebildiği dolayısı ile şüpheli yönünde de bu ihtimalin bulunduğu ve şüphelinin tutukluluk hali de dikkate alındığında, şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün üyesi olduğuna dair hususunda yeterli şüphe oluştuğundan ..." İddianamede, başvurucu hakkındaki bu değerlendirmeye esas olmak üzere tanık beyanlarının bulunduğu ileri sürülmüştür. Bu kapsamda başvurucuyla ilgili olarak ifadeleri alınan tanık beyanları özetle şöyledir:- G., Ö. ve A.Ş. beyanlarında, başvurucunun örgüt mensubu olduğunu belirtmişlerdir. - F.S. beyanında, ...meslekten ihraç edildiğinde örgütün kendisine ekonomik destek sağladığını ve bu kapsamda şüpheli Burhan Yaz'ın kendisine para verdiğini ifade etmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 8/1/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/50 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamış, aynı gün yapılan tensip incelemesinde "atılı suçun vasıf ve mahiyeti, atılı suçun CMK 100/3-a maddelerinde sayılan katalog suçlardan olması, tanık ifadeleri teşhisler ve tüm dosya kapsamı birlikte gözetildiğinde, sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin ve somut olguların bulunması, tutuklu kaldığı süre dikkate alınarak bu aşamada adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı ancak tutuklama tedbirlerinin isnat edilen suçla orantılı olduğu" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Mahkemece 13/3/2018 tarihinde ilk duruşma yapılmış ve "atılı suçun vasıf ve mahiyeti, tanık F.S.nin beyanları, atılı suçun vasıf ve mahiyeti ile sanığın örgütteki konumu ve eylemlerinin ağırlığı, tanık beyanlarında geçen hususların dosyadaki kayıtlar ve sanığın tevil yollu ikrarı ile de sabitolması karşısında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların soruşturma dosyasında var olması, yargılama sırasında henüz diğer tanıkların dinlenmemiş olması, tanık F.S.nin beyanlarında geçtiği üzere sanığın diğer tanıklar üzerine baskı kurma ihtimalinin olması, atılı suçun CMK 100/a maddesinde belirtilen katalog suçlardan olması, tutuklu kaldığı süre de nazara alındığında bu aşamada sanık hakkında adli kontrol tedbirlerinin uygulanması halinde yetersiz kalacağı" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Mahkemenin 27/11/2018 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Kararın ilgi kısmı şöyledir:" ... Sanığın açıklanan örgütsel faaliyetlerinin ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün yargı yapılanması kapsamındaki faaliyetlerinin 2016 yılı içerisinde devam ettiğine yönelik olarak Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Dairesinin 2017 tarih 2016/5561 Esas, 2017/956 Karar sayılı kurul müfettişi görevlendirilmesine yönelik kararının ve bu kararda yer verilen iddiaların da dikkat çekici olduğu, bu kapsamda Milliyetçi Hareket Partisinin Büyük Kurultayının tüzük değişikliği gündemi ile olağanüstü toplantıya davet edilmesine ilişkin Ankara Sulh Hukuk Mahkemesinin 2016/280 esas sayılı dosyasında 2016 tarihinde 4721 sayılı TMK'nun 75/2 maddesi gereğince üç kişilik çağrı heyeti görevlendirilmesi kararı verildiği, kararın Yargıtay Hukuk Dairesi nezdinde temyiz edildiği, henüz karar kesinleşmeden 6100 sayılı HMK'nun 367/2 maddesi uyarınca kişiler hukuku kapsamındaki hükümlerin kesinleşmeden uygulanması mümkün olmadığı, dolayısıyla çağrı heyeti yasal olarak yetkili hale gelmeden 15/5/2016 tarihi belirlenerek Milliyetçi Hareket Partisi Büyük Kurultayı tüzük değişikliği gündemiyle olağanüstü toplantıya çağrılan üst kurul delegelerinin bir kısmının 4721 sayılı TMK'nın 24 ve 25 inci maddeleri uyarınca kendi ikametgahları asliye hukuk mahkemelerine başvurarak hukuki koruma talep etmeleri üzerine Gemerek ve Tosya Asliye Hukuk Mahkemeleri tarafından Ankara Sulh Hukuk Mahkemesi kararının kesinleşmeden uygulanması mümkün olmayan kararlardan olduğu gerekçesi ile Yargıtay denetimi sonuna kadar infazının ve çağrı heyeti tarafından 15/5/2016 tarihinde Milliyetçi Hareket Partisi Büyük Kurultayının toplanmasına ilişkin işlemlerin ihtiyati tedbir yoluyla durdurulmasına karar verildiği, bu kararın 6/5/2016 tarihinde Ankara İcra Müdürlüğünde uygulamaya konulmasının hemen sonrasında sanık tarafından yapılan icra takibine yönelik olarak açılan bir dava ya da şikayet olmaksızın icra müdür yardımcısından dosyaların fotokopisinin istendiği, bu durumun yargısal faaliyetler ile teamüllere aykırı olduğu, zira yasal olarak görev yaptığı mahkemeye usulüne uygun olarak açılan bir dava bulunmaksızın bir hakimin resen harekete geçerek işlem yapma hazırlığı içerisine girmesinin sanığın örgütsel bağı dışında açıklanamayacağı, hakim olarak görev yapan sanığın mahkeme içerisinde ve dışında, halkın, hukukçuların ve dava taraflarının yargı ve hâkim tarafsızlığına duyduğu güveni koruyacak ve artıracak davranışlar içerisinde olması gerektiği, bunun yanında önündeki veya önüne gelme ihtimali olan bir dava hakkında, bilerek ve isteyerek, davanın sonucunu etkilemesi veya sürecin aşikâr adillik vasfını zayıflatması beklenebilecek hiçbir yorumda bulunmaması, kamuya açık olsun veya olmasın, herhangi bir şahıs ya da mesele konusunda adil yargılamayı etkileyebilecek herhangi bir yorum da yapmaması, bu yönde bir davranış da gerçekleştirmemesi gerekirken bu yönde hareket etmediği, sanığın bu husus kendisine sorulduğunda ise bir dava açılırsa hazırlıklı olmak için bu evrakları istediğini beyanda bulunduğu, sanığın meslek hayatı içerisinde az önce yer verilen ve örgütün amaçlarına hizmet eden hakim ve savcı denetimleri sırasında yaptığı işlemler nazara alındığında başka her hangi bir dava, dosya ya da teftiş incelemesi sırasında bu şekilde titiz hareket etmediği de gözetildiğinde değinilen türden faaliyetlerinin örgütsel olduğunda şüphe olmadığı, açıklanan tüm bu hususlara göre sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün mahrem yargı yapılanması içerisinde yer aldığı, her ne kadar sanık hakkında ByLock tespiti bulunmamakta ise de sanıktan ele geçirilen ve incelenen dijital materyaller içeresinde yer alan Apple Iphone 4s marka cep telefonunda, açıklandığı üzere soruşturma aşamasından önce ByLock isimli programın indirildiğinin anlaşıldığı, bu programın teknik özellikleri, indirilme ve kullanma yöntemi, kullanıcıları ve muhtevası itibariyle bir kısım FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanması amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütü mensupları tarafından kullanılan program olduğu da gözetildiğinde; eğitim düzeyi, edindiği bilgi, tecrübe ve konumu itibariyle örgütün nihai amacını, Devlet kurumlarında, emniyet silahlı kuvvetleri ile yargı teşkilatı içerisindeki yapılanmasını ve burada devletin her türden silahını elinde bulunduran örgüt mensuplarının gerektiğinde bu gücü örgütün amacı doğrultusunda kullanacaklarını bilmesi beklenen sanığın gerçekleşen faaliyetlerin örgütsel nitelikte olduğundan, içerdikleri çeşitlilik, yoğunluluk ve süreklilik nedeniyle örgüt üyeliği suçu sübut bulmakla sanığın eylemine uyan 5237 sayılı TCK'nın 314/2 maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir." Başvurucunun hükme karşı yaptığı istinaf talebi Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 24/6/2019 tarihli kararıyla esastan reddedilmiş ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Yargıtay'da temyiz aşamasındadır ve başvurucunun tutukluluk durumu devam etmektedir. Öte yandan başvurucu 27/12/2016 tarihinde yaptığı 2016/76312 numaralı bireysel başvuruda münhasıran hukuka aykırı bir şekilde mal varlığı hakkında tedbir kararı verildiği iddiasıyla ilgili olarak başvuru yapmıştır. Yine Kırşehir Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı suç duyurusunun sonuçlanması üzerine 3/1/2017 tarihinde 2017/13781 numaralı ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı suç duyurusunun sonuçlanması üzerine de 30/1/2017 tarihinde 2017/17528 numaralı bireysel başvurularda gözaltındaki kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak başvuru yollarını tükettikten sonra bu iddialarını ileri sürdüğü bireysel başvurularda bulunmuş olup belirtilen başvuruların inceleme aşaması devam etmektedir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Salih Sönmez (B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 33-56) başvurusu hakkında verilen karar. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/67047 | Başvuru, hâkim olarak görev yapan başvurucu hakkında darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak yürütülen soruşturmada uygulanan yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuka aykırı olarak mal varlığı hakkında verilen tedbir kararı nedeniyle mülkiyet hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının, soruşturma aşamasındaki bazı işlemler nedeniyle de özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 30/11/2008 tarihinde tutuklanmış; 28/2/2013 tarihinde tahliye edilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 27/3/2009 tarihli iddianamesi ile silahlı terör örgütüne üye olma, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma, genel güvenliği kasten tehlikeye sokma, mala zarar verme, 6/10/1983 tarihli ve2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na muhalefet, resmî belgede sahtecilik suçlarından cezalandırılması istemiyle başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 16/7/2013 tarihli kararı ile başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 6/3/2017 tarihli kararıyla dosyada bulunan eksikliklerin tamamlatılması ve bu hususta tebliğname düzenlendikten sonra gönderilmesinin temini için dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine karar verilmiştir. Gerekli eksikliklerin tamamlanması amacıyla dava dosyası (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) yerine dava dosyasına bakan İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiş olup, eksikliklerin tamamlanması işlemleri devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20384 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 17/5/2004 tarihinde boşanma davası açılmış, Çekerek Asliye Hukuk Mahkemesince (Aile Mahkemesi Sıfatıyla) 30/9/2004 tarihli karar ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Başvurucu 1/11/2005 tarihinde boşanma davasının yargılamasının yenilenmesi talebiyle dava açmıştır. Çekerek Asliye Hukuk Mahkemesince (Aile Mahkemesi Sıfatıyla) 23/3/2006 tarihli karar ile davanın reddine karar verilmiştir. Anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 12/4/2007 tarihinde bozulmuştur. Bozmaya uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 18/10/2012 tarihli karar ile davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 3/2/2014 tarihinde onanmıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 22/9/2014 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Anılan ilam başvurucuya 13/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19516 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ihlalin yeniden yargılamayla giderilebileceğine dair kararına rağmen yargılamanın yenilenmesi talebinin kabul edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: 1968 doğumlu olan başvurucu, Kocaeli 1 No.lu F Tipi Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmakta; hakkında bireysel başvuruya konu yargılama dosyasında verilmiş olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası infaz edilmektedir. Başvurucu, (kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) 12/9/2008 tarihli kararıyla anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Anılan karar, Yargıtay incelemesinden geçerek 18/3/2010 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, mahkûmiyetiyle sonuçlanan davaya ilişkin olarak 7/10/2010 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. Başvurucu; gözaltında tutulduğu süre boyunca işkence gördüğü, işkence iddialarıyla ilgili herhangi bir soruşturma yürütülmediği, mahkûmiyet kararının gözaltındayken müdafi yardımı almaksızın verilen ifadelere dayandığı, bağımsız ve tarafsız bir yargılama yapılmadığı, yargılamanın çok uzun sürdüğü, tanık dinletme ve tanık sorgulama taleplerinin reddedildiği hususlarını şikâyet konusu yapmıştır. AİHM 3/6/2004 tarihli (Yiğitdoğan/Türkiye, B. No: 72174/10) kararıyla -aynı konuya ilişkin Salduz/Türkiye (B. No: 36391/02, 27/11/2008, §§ 56-63) kararına da atıf yapmak suretiyle- başvurucunun gözaltında tutulduğu sırada müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Anılan ihlal tespiti dikkate alınarak başvurucunun adil yargılanma hakkına ilişkin diğer şikâyetlerinin incelenmesine gerek görülmemiştir. Ayrıca AİHM, başvurucunun kötü muamele iddialarına ilişkin olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) işkence yasağını düzenleyen maddesinin usul yönünden ihlal edildiğine de karar vermiştir. AİHM, başvurucuya manevi tazminat ödenmesine karar vermiş; ayrıca kararında başvurucunun talep etmesi hâlinde yeniden yargılama yapılmasının ihlalin giderimi için uygun bir yol olacağını belirtmiştir. Başvurucu 9/3/2015 havale tarihli dilekçeyle anılan ihlal kararına dayanarak yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 8/4/2015 tarihli ek kararıyla 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinde öngörülen şartları taşımadığı gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"Hükümlünün yargılanmanın yenilenmesi talebinde ileri sürdüğü tüm sebeplerin yargılama aşamasında ileri sürülmüş olması, İstanbul Kapatılan Ağır Ceza Mahkemesincebu sebeplerin tartışılarak savunmaya itibar edilmemiş ve hükümlünün cezalandırılmasına karar verilmiş olması veverilen kararınYargıtay incelemesinden geçerek kesinleşmiş bulunması karşısında hükümlünün talebinin CMK maddesinde belirtilen yargılanmanın yenilenmesi sebeplerinden sayılmadığı anlaşılmakla, CMK 318 ve 319 maddeleri gereğince yargılanmanın yenilenmesi talebinin kabule değer olmadığına karar vermek gerekmiştir." Başvurucu; AİHM'in kararıyla gözaltında müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlalinin tespit edildiğini, kabul edilebilir bulunan diğer iddiaların incelenmesine gerek görülmediğini, uygun giderim yolu olarak yargılamanın yenilenmesine işaret edildiğini belirterek karara itiraz etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 11/6/2015 tarihli kararıyla başvurucunun itirazını reddetmiştir. Bu karar, başvurucu müdafiine 29/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5271 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda yazılı hâllerde hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür:...f) Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması. Bu hâlde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir. (2) Birinci fıkranın (f) bendi hükümleri, 2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararları ile, 2003 tarihinden sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurular üzerine verilecek kararlar hakkında uygulanır. " 5271 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir:"İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle bir ceza hükmünün verildiğini tespit eden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararlarından, 2012 tarihi itibarıyla Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi önünde denetlenmekte bulunanlar bakımından bu Kanunun 311 inci maddesinin ikinci fıkrası hükmü uygulanmaz. Bu durumda olanlar, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunabilirler.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir: “Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Sözleşme'nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:'' Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...… Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:…c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;'' Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında, suç isnadı altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma, bir müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması istenemez (Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983, § 31). Bir suçla itham edilen herkesin avukat yardımından etkili bir şekilde yararlanma hakkı, mutlak bir hak olmamakla beraber adil yargılanma ilkesinin temel özelliklerinden birini oluşturmaktadır (Salduz/Türkiye, § 51). Kendini suçlamama hakkı, kamu makamlarının şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen delillere başvurmadan iddialarını ispat etmelerini öngörmektedir (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006, § 100; Salduz/Türkiye, § 54). AİHM, soruşturma evresindeki ikrarın kötü muamele veya işkence altında verildiği belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu konu irdelenmeden esasa geçilerek ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91). Bu kapsamda ikrarın hiç kimseyle görüşülmesine izin verilmeyen ve uzun süren bir gözaltı sırasında yapılmış olması gibi hususlar da gözönünde bulundurulmalıdır (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 87).İlke olarak şüpheliye gözaltına alındığı ya da tutuklandığı andan itibaren avukat yardımından yararlanma imkânı sağlanmalıdır (Dayanan/Türkiye, B. No: 7377/03, 13/10/2009, § 31). Diğer taraftan AİHM; kolluk tarafından ifade alınma aşamasını da kapsayan müdafi yardımından yararlanma hakkının geçerli bir nedene dayanılarak kısıtlanabileceğini, bu durumda somut olay açısından yargılamanın bütününe bakılarak söz konusu kısıtlamanın adil yargılanmaya engel olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir (John Murray/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık,B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41). Bu bağlamda AİHM, Sözleşme’nin maddesinin ne lafzı ne de ruhunun başvuranın iradi olarak açık ya da örtülü biçimde adil yargılanma hakkından vazgeçmesini engellemediğini belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 1/10/2013, § 48). Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanmadan vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için açık bir biçimde dile getirilmesi, ayrıca bu vazgeçmenin önemiyle orantılı asgari güvencelerin de bulunması gerekir (Salduz/Türkiye, § 59). AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da ücretsiz olarak resen avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin olanağının olmaması yanında ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Talat Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, §§ 55, 56). AİHM; Sözleşme'nin maddesi bağlamında, devletlerin taraf oldukları başvurulara ilişkin olarak verilen AİHM kararlarıyla bağlı olma yükümlülüğü altına girdiğini vurgulamaktadır (Del Rio Prada/İspanya [BD],B. No: 42750/09, 21/10/2013, § 137). AİHM'e göre bu, kendisinin bir ihlal bulduğunda davalı devletin sadece Sözleşme'nin maddesine göre hükmedilen tazminatı ödeme yükümlülüğünü değil bunun yanında kendisi tarafından bulunan ihlalin ortadan kaldırılması için iç hukukta bireysel ve/veya -gerekiyorsa- genel tedbirler alma ve başvurucuyu Sözleşme ihlal edilmemiş olsaydı bulunacağı duruma mümkün olan en yakın konuma getirecek şekilde ihlalin etkilerini telafi etme yükümlülüğünü de barındırmaktadır (Del Rio Prada/İspanya, § 137). AİHM, taraf devletlerin -Mahkemenin kararında belirtilen sonuçlarla uyumlu olmak kaydıyla- bu yükümlülüklerini ifa edecekleri aracı seçmekte serbest olduklarını vurgulamaktadır. Bununla birlikte AİHM; bazı özel koşullarda, anılan yükümlülüğün ifası bağlamında -sorumlu devlete yardım etmek amacıyla- ihlal bulunmasına yol açan durumun ortadan kaldırılması için alınabilecek özel ve/veya genel tedbirlerin türünü de gösterebileceğini belirtmektedir. AİHM; istisnai bazı durumlarda ise bulunan ihlalin türünün telafi için alınması gereken tedbirler hususunda bir tercih imkânı bırakmayabileceğini, bu hâlde kendisinin hangi tedbirin uygulanacağını kararında gösterebileceğini ifade etmektedir (Del Rio Prada/İspanya, § 138). AİHM Bochan/Ukrayna (2) (B. No: 22251/08, 5/2/2015) kararında Sözleşme’nin maddesinin gerekçeli karar hakkı yönünden ihlal edildiğine hükmettikten sonra (Bochan/Ukrayna, B. No: 7577/02, 3/5/2007) başvurucu tarafından ulusal mahkemede yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyeti incelemiştir. AİHM, Sözleşme’nin maddesinin kural olarak kesin hükme bağlanmış bir davanın yeniden incelenmesini öngören olağanüstü kanun yollarına başvurulara uygulanmayacağını ancak ilgili hukuk sistemindeki söz konusu olağanüstü başvuru yoluna ilişkin yargısal sürecin türü, konusu ve somut özelliklerinin bu tür olağanüstü başvuru yolunu Sözleşme’nin maddesinin kapsamına getirebileceğini ve adil yargılanma güvencelerini bu başvurucular yönünden de geçerli hâle getirebileceğini ifade etmiştir (Bochan/Ukrayna (2), § 50). AİHM, özellikle olağanüstü başvuru yolunun tür ve konu bakımından olağan başvuru yolu gibi görüldüğü durumlarda iç hukuktaki tanımlamadan bağımsız olarak bu tür yargısal süreçlerin Sözleşme’nin maddesi kapsamında görülebileceğini belirtmiştir. AİHM, ilgili yargısal mercilere takdir hakkının tanınmadığı durumlarda ilgili olağanüstü yolun temyiz benzeri bir yol olduğunu kabul etmiştir (Bochan/Ukrayna (2), §§ 46-49). AİHM somut olayda Ukrayna ulusal hukukunu incelemiş ve kendisinin ihlal kararlarına ilişkin olarak öngörülen yargılamanın yenilenmesinin temyiz benzeri bir süreç olduğunu gözeterek başvurunun adil yargılanma hakkı kapsamında olmadığı yönündeki Hükûmetin itirazını reddetmiştir (Bochan/Ukrayna (2), §§ 51-56). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/12755 | Başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ihlalin yeniden yargılamayla giderilebileceğine dair kararına rağmen yargılamanın yenilenmesi talebinin kabul edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; soyut delillere dayanılarak hüküm verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Şırnak'ta meydana gelen terör olayları ile ilgili olarak Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 19/10/2008 tarihinde tutuklanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 29/1/2009 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında terör örgütünün propagandasını yapma, silahlı terör örgütüne üye olma, sayı ve nitelik bakımından vahim olan silah veya mermilerin alınması, taşınması, bulundurulması, tehlikeli maddelerin izinsiz bulundurulması veya el değiştirilmesi, kamu malına zarar verme, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçlarından kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) 25/12/2012 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 12 yıl hapis cezasıyla, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme suçundan ise 6 yıl 8 ay hapis ve seksen bin TL adli para cezalarıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 13/5/2014 tarihli kararıyla hüküm onanmıştır. Başvurucu 23/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16759 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; soyut delillere dayanılarak hüküm verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, göz yaşartıcı gaz kullanımı sonucu ölüm meydana gelmesi ve ölümün etkili olarak soruşturulmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler ile Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığından (Başsavcılık) temin edilen dosya çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Fikret Zengin 18/3/2012 tarihinde ölen H.Z.nin eşi, diğer başvurucular ise çocuklarıdır. A. H.Z.nin Ölümü 1955 yılında doğan H.Z. yeğeni Ş.Z. ile birlikte İstanbul Kazlıçeşme'de düzenlenen Nevruz kutlamalarına katılmak üzere 18/3/2012 tarihinde evden çıkmışlardır. Aralarında H.Z.nin de olduğu katılımcılar alana belli mesafe kala yürüyüşe geçmişlerdir. İstanbul Valiliğinin söz konusu kutlamalara izin vermemesi nedeniyle güvenlik güçleri, aralarında H.Z. ile yeğeninin de bulunduğu kalabalığa Topkapı minibüs durakları civarında biber gazı kullanmak suretiyle müdahale etmiştir. Güvenlik güçlerinin söz konusu müdahalesine ilişkin olarak düzenlenen 12/4/2012 tarihli raporun ilgili kısımları şöyledir:'' ...Partisi İstanbul İl Yönetimi adına [T.] başkanlığından oluşturulan (7) kişilik düzenleme kurulu tarafından 13 Mart 2012 pazar günü 10:00-17:00 saatleri arasında ilimiz Zeytinburnu ilçesi Kazlıçeşme Meydanı'nda 'Nevruz Bayramı' konulu açık yer toplantısı düzenlemek istenildiği, ...İstanbul Valiliği'nin ..sayılı Olurları gereği ertelendiği,, buna rağmen grupların 18 Mart 2012 günü erken saatlerden itibaren ... miting alanına gelecekleri ve Nevruz Kutlaması adı altında etkinlik yapacaklarının öğrenilmesi üzerine ... planlama yapılmıştır. .... [İ]limiz Fatih ilçesi Millet Caddesi girişinde toplanan yaklaşık 100-150, Zeytinburnu İlçesi Akşemsettin durağında toplanan yaklaşık 400-500, Zeytinburnu Stadı çevresinde toplanan yaklaşı 800, Zeytinburnu Turan Caddesinde toplanan yaklaşık 150, Zeytinburnu Tren İstasyonunda toplanan yaklaşık 400, ilimiz Fatih İlçesi Vatan Caddesinde toplanan yaklaşık 50-60, İl Özel İdaresi Binası civarında toplanan yaklaşık 50-60, Fatih Kaymakarnlık binası çevresinde toplanan yaklaşık 280-300, Zeytinburnu Yedikule Işıklan mevkiinde toplanan yaklaşık 150, Zeytinburnu ilçesi Mevlevihane Caddesinde toplanan yaklaşık 50-60, Zeytinburnu ilçesinde bulunan Honda Cem Bayii mevkiinde toplanan yaklaşık 60-70, ilimiz Güngören ilçesi Davutpaşa Metro istasyonunda toplanan yaklaşık 30- 40 ve ilimiz Bayrampaşa ilçesi Maltepe ışıklan mevkiinde toplanan yaklaşık 50-60 kişilik gösterici gruplarıdır. 3, İlimiz Fatih ilçesi Millet Caddesi girişinde toplanan yaklaşık 100-150 kişilik gösterici grubu çevreye ve görevli personelimize karşı taş, sopa, soda şişesi, molotof kokteylli ve havai fişek atarak, Akşemsettin durağında toplanan yaklaşık 400-500 kişilik gösterici topluluğu otobüs ve tramvay duraklarının camlarını kırmak suretiyle, Zeytinburnu Stadı civarında toplanan yaklaşık 800 kişilik gösterici topluluğu İETT otobüs duraklarına, sivil araç ve iş yerlerine taş ve sapa atarak, Zeytinburnu Tren İstasyonunda toplanan yaklaşık 400 kişilik gösterici topluluğu sloganlar eşliğinde ellerindeki taş ve benzeri sert cisimleri görevli personelimize atarak, İlimiz Fatih İlçesi Vatan Caddesi, il Özel İdaresi Binası ve Fatih Kaymakamlığı çevresinde toplanan gösterici grupları; civardaki yolları yaya ve araç ırafiğine kapatıp ellerinde bulunan taş, sopa ve molotof kokteylierini kamu binalarina atarak, Zeytinburnu Yedikule Işıkları mevkiinde toplanan yaklaşık 1500 kişilik gösterici topluluğu .....sloganlar eşliğinde görevli personelimize karşı kaldırım taşı atarak, Zeytinburnu ilçesi Mevlevihane Caddesinde toplanan 50-60 kişilik gösterici grubu görevli personelimize ve araçlara karşı taş atarak, Zeytinburnu ilçesinde bulunan Honda Cem Bayii mevkiinde toplanan yaklaşık 60-70 çevredeki yolları araç ve yaya trafiğine kapatıp görevli personelimize karşı taşatarak ilirniz Güngören ilçesi Davutpaşa Metro İstasyonunda toplanan yaklaşık 30-40 kişilik gösterici grubu görevli personelimize taş atarak ilimiz Bayrampaşa ilçesi Maltepe ışıklan rnevkiinde toplanan yaklaşık 50-60 kişilik gösterici grubu görevli personelimize taş atarak fiili saldırılarda bulunmaya başlamışlardır. 18 Mart 2012 Pazar günü saat 00 sıralarında Nevruz Kutlaması amacıyla Kazlıçeşme Meydanı civarında birçok yerde gruplar toplanmaya başlamıştır. Gruplardan bir kısmı Topkapı Tramvay durağında toplanmış ve Çapa istikametine doğru yürüyerek dağılmalarına izin verilmiştir. Ancak, grup biraz ilerledikten sonra görevli personelimize karşı taş, cam şişe ve bayrak sopaları ile fiili saldırıda bulunmaya başlamıştır. Saldırılara karşı kalkanla savunma yapılmış, ancak saldırılan şiddetlenmesi üzerine Güvenlik Şube Müdür Yardımcısı Smıf Emniyet Müdürü [A.nın] talimatıyla gösterici gruba karşı uygun ve yeterli oranda göz yaşartıcı gaz kullanılarak müdehale edilmiştir. Vatan Caddesi üzerinde toplanan farklı bir grup ise; caddeyi araç ve yaya trafiğine kapatmıştır. Bunun üzerine, Güvenlik Şube Müdür Yardımcısı Sınıf Emniyet Müdürü [A.nın] talimatıyla gösterici gruba karşı uygun ve yeterli oranda göz yaşartıcı gaz kullanılarak müdahale edilmiş ve grup dağıtılmıştır. Gösterici grup dağıtıldıktan sonra Edirnekapı Şehitliğinde yeniden toplanmış ve çevredeki araçlara zarar vererek taşkınlık yapmaya başlamıştır, Bunun üzerine, gösterici gruba dağılmaları yönünden ikazlar yapılmış fakat grubun yapılan uyarıları dikkate almayıp taşkınlıklara devam etmesi üzerine, gösterici gruba karşı uygun ve yeterli oranda göz yaşartıcı gaz kullanılarak müdahale edilmiş ve grup dağıtılmıştır. Daha sonra, Zeytinburnu Akşemsettin Durağında toplanan yaklaşık 400-500 kişilik gösterici topluluğu; otobüs ve tramvay duraklarının camlarını kırarak taşkınlık çıkarması üzerine topluluğa hitaben dağılmaları gerektiği yönünde uyarılarda bulunulmuştur. Gösterici grubun; yapılan uyarılan dikkate almaması üzerine, Güvenlik Şube Müdür Yardımcısı Sınıf Emniyet Müdürü [A.nın] talimatıyla gösterici gruba karşı uygun ve yeterli oranda göz yaşartıcı gaz kullanılarak müdahale edilmiş ve grup dağıtılmıştır. Dağılan gösterici grubun, Mevlana Caddesinde yeniden toplanıp ateş yakarak. çevreye zarar vermeye başlaması üzerine, bir kez daha gösterici gruba karşı Güvenlik Şube Müdür Yardımcısı Sınıf Emniyet Müdürü [A.nın] talimatıyla uygun ve yeterli oranda göz yaşartıcı gaz kullanılarak müdahale edilmiştir. Daha sonra, Zeytinburnu Stadı civarında toplanan yaklaşık 800 kişilik gösterici topluluğu; bölgedeki lETT duraklarına ve çevreye zarar verdikleri görülmüş ve dağılmaları yönünde gerekli uyarılarda bulunulmuştur. Ancak, yapılan uyanlara rağmen dağılmayıp taşkınlıklara devam eden topluluğa Çevik Kuvvet Şube Müdür Yardımcısı Sınıf Emniyet Müdürü [E.Ö.nün] talimatıyla uygun ye yeterli oranda göz yaşartıcı gaz kullanılarak müdahale edilmiş ve grup dağıtılmıştır. Zeytinburnu Trarnvay durağı istikametine kaçan gösterici grubu; yol üzerindeki sivil araç iş yerlerine taş ve sopalar ile saldırarak zarar vermiştir. Bunun üzerine, gösterici gruba Çevik Kuvvet Şube Müdür Yardımcısı Sınıf Emniyet Müdürü [E.Ö.nün] talimatıyla uygun ve yeterli oranda göz yaşartıcı gaz kullanılarak bir kez daha müdahale edilmiştir. Bir süre sonra Zeytinburnu Turan Caddesi üzerinde toplanan yaklaşık 150 kişilik gösterici grubun taş ve sopalar ile civardaki araç ve iş yerlerine zarar yererek taşkınlık yapmaya başlaması üzerine, gruba Çevik Kuvvet Şube Müdür Yardımcısı Smıf Emniyet Müdürü [E.Ö.nün] talimatıyla uygun ve yeterli oranda göz yaşartıcı gaz kullanılarak müdahale edilmiş ve grup dağıtılmıştır. ...Çevik Kuvvet Yönetmeliği Müdahale Esaslarına uygun yeterli oranda sırasıyla tazyikli su sıkılmak ve göz yaşartıcı gaz kullanılmak suretiyle gösterici gruplara müdahale edilmiştir. Yapılan müdahale neticesinde Müdürlüğümüz kadrosunda görevli ... Polis Memuru ... sağ ayak tarak kemiğine taş gelmesi sonucu tedavi için götürüldüğü Bayrampaşa Devlet Hastanesinden almış olduğu rapor ile 32(Otuz iki) gün,....Polis Memuru ... sağ ayağının üzerine taş gelmesi sonucu yaralanmış olup ilk tedavisi için götürüldüğü Bezmi Alem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesinden almış olduğu rapor ile 3(Üç),....Polis Memuru ....sağ gözüne gelen taş sonucu yaralanmış olup ilk tedavisi için götürüldüğü İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinden almış olduğu rapor ile 7 (Yedi) gün, ....Polis Memuru.... sol koluna taş isabet etmesi sonucu yaralan olup ilk tedavisi için götürüldüğü İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinden almış olduğu rapor 3 (üç) gün istirahatleri uygun görülmüştür.'' Müdahale sonrasında birbiri ile irtibatı kopan H.Z. ve yeğeni Ş.Z. toplu taşıma ile evlerine dönmüşlerdir. Bir saat sonra bahçede dolaşmak için dışarı çıkan H.Z. yanında yeğeni Ş.Z. varken birden yere düşmüştür. Özel araç ile bir hastaneye acil olarak götürülmeye çalışılan H.Z. yolda vefat etmiştir.B. Başsavcılık Tarafından Yapılan İşlemler Başsavcılık tarafından derhâl bir soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda H.Z.nin ilk olarak götürüldüğü özel hastanenin raporu temin edilmiştir. Raporun ilgili kısımları şöyledir: ''...Saat 30 sularında acil servisimize gelen 60 yaşlarında erkek şahsın yapılan muayene sonrasında tansiyon:0, nabız:alınamadı, solunum yok, pupiller: [?] idi. Hasta ex duhul olarak kabul edildi. CPR uygulanmadı. Hasta morga kaldırıldı. Durumu bildirir geçici hekim raporudur.'' Ölü Muayenesi İşlemi ve Otopsi, Adli Tıp Kurumunun İlk Raporu ve Diğer Araştırmalar Başsavcılık talimatı ile ilgili emniyet müdürlüğünden H.N.nin evinin olduğu yerde incelemeler yapılmış, krokiler çizilmiştir. Başsavcılık tarafından 18/3/2012 tarihinde icra edilen ölü muayenesi sonucunda düzenlenen aynı tarihli tutanağın ilgili kısımları şöyledir: ''Bugün 2012 günü saat 17:25 sıralarında Yavuz Selim Polis Merkezi Amirliğinden nöbetçi savcıyı cep telefonundan arayan görevlinin Arnavutköy Özel Hastanesine bir erkek şahsın eks olarak getirildiğini, [k]alp krizinden şüphelenildiğini ancak bugün Kazlıçeşme meydanındaki nevruz kutlamalarına katıldığı beyan edilen ölenin polis tarafından kullanılan biber gazına maruz kaldığının yakınları tarafından iddia edilmesi üzerine olayda şüphe görüldüğünü belirttiği, o anda bugün evinde rahatsızlanılarak ölen [A.Ç.] isimli kişinin cesedi üzerinde ölü muayene işlemlerinin yapılmakta olduğu ve tamamlanmasına müteakip Arnavutköy Özel Hastanesine gelineceği, kimlik tanığı olarak ölenin bir yakının hastanede hazır edilmesi, olay yeri olan hastanenin güvenlik önlemlerinin alınması talimatının verilmesine müteakip saat 17:50'de ... ile... birlikte gelindi. ...CESEDİN HARİCİ MUAYENESİNE GEÇİLDİ: Cesedin beyaz örtüye sarılı vaziyette olduğu, üzerinde sadece desenli mavi beyaz renkli bakser iç çamaşırı olduğu görüldü.Cesedin 1,80-1,85 boylarında, 55-60 yaşlarında, 85-90 kg ağırlığında, kısa siyah kır saçlı olduğu, saçlarının frontal ve praietal bölgede büyük ölçüde dökülmüş olduğu, kısa siyah kır saçlı olduğu, saçlarının frontal ve parietal bölgede büyük ölçüde dökülmüş olduğu, bıyıklı ve iki üç günlük sakal [tı]raşlı olduğu, kahverengi gözlü ve sünnetli olduğu, ölü katılığının henüz oluşmadığı ve ölü lekelerinin vücut arka yüz bası görmeyen yerlerde oluşmuş olduğu, ağzından ve burnundan beyaz renkli muhtemelen mide içeriği geldiği, başkaca harici travmatik lezyon olmadığı görüldü. ...Kimlik Tanığı huzura alındı: ..[S.Z.]...Bana göstermiş olduğunuz ceset amcam [H.Z.ye] aittir. ... Bugün saat 00-30 sıralarında evimin önünde oturuyordum. Nevruz kutlamalarına kardeşim [Ş.Z.] ile birlikte amcam [H.Z.] de katılmıştı. Ve kutlamalardan sonra eve gelmişti. Bir saat kadar evde televizyon izlemişler[,] ben de dışarıdaydım. Sonra dışarı çıktılar. Evimizin önünde çimenlikte gezdiler ve kardeşimle birlikte bir kenara oturdular. Bir ara kardeşim bana seslenerek amcamın fenalaştığını söyledi. Aramızda 10 m. kadar bir mesafe vardı. Hemen yanına gittim. Ancak amcam vefat etti. Daha doğrusu hastaneye getirirken yolda öldü. Bilgim ve görgüm bunlardan ibarettir... Bu arada ölenle birlikte Kazlıçeşme meydanındaki nevruz kutlamalarına katıldığı anlaşılan [Ş.Z.nin] de hazır olduğu anlaşılmakla. Huzura alındı. ...[Ş.Z.]: Bugün sabah amcam [H.Z.] İle birlikte Kazlıçeşme meydanındaki nevruz kutlamalarına katılmak için evden çıktık. Nevruz alanına henüz yetişmeden polislerin biber gazına maruz kaldık. Orada dağıldık. Amcamı kaybettim. Ve sonra amcamı telefonla aradım ve bana geldiğini söyledi. Amcam yanıma geldiğinde kendisinden bir şey olup olmadığını sordum. Bana arkasından bir polis tarafından darp edildiğini söyledi. Daha sonra minibüsle evimize geldik. Amcamla altlı üstlü otururuz. Minibüsten indiğimizde sıkıldığını ve üzerinde bir kırgınlık olduğunu söyledi. Eve geçtik o kendi evine geçti ben de kendi evimde kaldım Sonra beni telefonla yanına çağırdı. Bir saat kadar oturduk. Daha sonra evde sıkıldığını söyleyerek dışarı çıktık. Evimizin bahçesindeki çimenlikte 15 dk. Kadar dolaştık. Sonra çömelerek konuşuyorduk. Bir anda amca yere düştü. Hemen bahçede yakınımıza bulunan ağabeyim [S.Z.yi] çağırdım. Komşularımız yanımıza geldiler kalp masajı yaptık. Bir komşumuzun arabasını çağırdık ve Arnavutköy Özel Hastanesine gelirken amcam [H.Z.] Bizim kucağımızda iken vefat etti dedi. Ölenin bir hastalığı ve düzenli olarak kullandığı ilaçları olup olmadığı soruldu.Amcam [H.Z.] bronşit hastası olup ilaç raporu bulunmakta idi. Düzenli olarak her üç ayda bir bu raporlar ilaçlarını alırdı. Fısfıs tabir edilen spreyi de sürekli üzerinde taşırdı. Bilgim ve görgüm bunlardan ibarettir....Cesedin kesin ölüm sebebinin tespiti amacıyla İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Morg İhtisas Dairesi Başkanlığına gönderilmesine... [karar verildi.]'' İstanbul Adli Tıp Kurumunda (ATK) 19/3/2012 tarihinde otopsi işlemi yapılmıştır. İşlem sonucunda düzenlenen 17/9/2012 tarihli raporda dosyada bulunan tüm tıbbi ve adli belgelerinin birlikte değerlendirilmesi ve ATK İhtisas Kurulundan görüş alınması gerektiği bildirilmiştir. Bu görüş doğrultusunda belirlenen eksiklikler giderildikten ve ATK'ya gönderildikten sonra düzenlenen 7/11/2012 tarihli raporun sonuç kısmı şöyledir: '' ...KOAH olduğu, 18/3/2012 günü Kazlıçeşmede'ki nevruz kutlamalarına katılmak için gittikleri nevruz alanına gelmeden biber gazına maruz kalıp darp edildiği, evine geldiği, evinde bir süre oturduktan sonra sıkıldığını söyleyerek evinin bahçesine çıkıp gezerken yere yığıldı, Özel Arnavutköy Hastanesine ex duhul getirildiği bildirilen ..[H.Z.] hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerde bulunan veriler birlikte değerlendirildiğinde1-Otopsisinde sol göz kapağı altı iç kısmında 0,5x1 cm mor renkli ekimoz , sol zigomatik bölgede 3x3 cm lik alanda şişlik , sol kaş 1/3 medial kısmının 4 cm yukarısında 2,5 cm çapında ekimoz, sol omuz arka kısmında 6x4 alanında mor renkli ekimoz, sol kol orta arka kısmında 7x5 cmlikmor renkli ekimoz , sağ kol 1/2 orta iç kısımda 0,5 cm çapında mor renkli ekimozun altında derin kesi yapıldığında görülen 10x7 cm ekimozun lokalizasyonları , özellikleri ve ağırlıkları ile kafa tasında kırık , kafa içi kanama , beyin doku harabiyeti , iç organ ve büyük damar lezyonu oluşturmadığı cihetiyle müstakilen ölüm meydana getirir nitelikte olmadığı , 2- Kimya İhtisas Dairesinin raporuna göre; kanda alkol (etonol ve metanol ) bulunmadığı, kanda kaligrasyon aralığının ( 5-200 NG/ML ) altında paracetamol bulunduğu, %1 COHb bulunduğu, kanda biber gazı etken maddesi capsaisin ve diydrocapsaisin aranmış olup bulunmadığı , idrarda parasetomol bulunduğu , pericard ve safra sıvılarında sistematikte aranan maddelerin bulunmadığı , ak ciğer örneklerinde ( sağ üst lob, sağ orta lob, sağ alt lob , sol üst lob, sol alt lob) biber gazı etken maddesi capsaisin ve diydrocapsaisin aranmış olup bulunmadığı, kanda ve idrarda sistematikte aranan maddelerin bulunmadığı , literatürde capsaisin ve diydrocapsaisin maddelerine maruz kalan kişilerin temiz hava bulunan ortama alınması ve orksijen tedavisi uygulanması durumunda 10-15 dk içinde vücuttan elimine olduğunu bildirildiği dikkate alındığından; kişinin olay yerinde gaza mağruziyetinin kabulü halinde de olay yerinde bulunduğu zaman ile ölümü arasında geçen zaman nedeniyle ölüm sonrası otopsisinde alınan örneklerde bu gazın bulunamayacağı, 3- Otopsisinde histopatolojik tetkikinde Myokardda septum ve sol ventrükül serbest duvarda sübendu kardiyal alanda yoğunlaşan gri-beyaz renkli fibrotik görünümlü alanlar , septum 1/3 üstte ve subendukardiyal alanda yoğunlaşan nedbe , perivaskülerinterstisyel fibroris alanları , hipertrofi bulguları subendokardiyalkronik iskemik değişiklikler , tespit edildiğine göre; kişide, KOAH ve kronik kalp damar hastalığı bulunduğu ve kişinin ölümünün kalp damar hastalığı sonucu meydana gelmiş olduğu , yakın mesafeden yoğun olarak capsain ve diydrocapsaisin gazını maruziyeti olduğunun kabulü halinde bu maruziyetin de kendisinde mevcut KOAH ve kalpdamar hastalığının aktif hale geçmesinde efor ve stres faktörüne ilave olarak etkili olabileceği oy birliği ile mütalaa edilmiştir. '' İfadeler Başvuruculardan herhangi birinin ifadesine başvurulduğuna dair bir belgeye rastlanmamıştır. H.Z.nin yeğeni olan ve olay günü yanında bulunan Ş.Z.nin 1/3/2013 tarihinde alınan ifadesi şöyledir: ''...[H.Z] benim öz amcamdır. Geçen yıl yapılacak nevruz gösterilerine katılmak üzere başka tanıdıklarımızda olduğu halde [H.Z] ile altlı üstlü oturduğumuzdan dolayı evden birlikte saat 09:00 gibi evden çıktık. BDP Arnavutköy binasına gittik. Bir süre orada oturduktan sonra halk minübüsleriyle Topkapı'ya geldik. Münibüsten indikten sonraZeytinburnuna gidentranway durağına doğru yürüdük. Tranvay durağına 20 metre kadar bir mesafe kalmıştı ki polisin girişi kesitiğini gördük. Bizim amacımız tranway yolunu geçerek Zeytinburnu istikametine doğru gitmekti. Polisler geri dönmemizi istediler.Biz belki 50-60 kişi idik. Ancak polisler çok kalabalık olduğu için direnmeden geri dönemeye başladık. Eski Topkapı garajına doğru normal şekilde yürürken polisler acele etmemizi istediler. Ben bir anda biber gazı atıldı . Ve kargaşameydana geldi. Kullanılan biber gazı birebir müdahalelerde kullanılan tüp gaz değildi. Özel aleti ile atılan ve düşerken etkisini gösteren biber gazıydı . Bunun üzerine her birimiz etrafa kaçmaya başladık. Amcam yaşlı olduğu için kendisini minübüslerin kapalı garajın karşısındaki minübüs durağında beklemeye başladım ve amcamı telefonla aradım. Amcam [H.Z] minübüs garajının içinde olduğunu söyledi ve garaja gelmememi zira garajın içini polislerin sardığını söyledi. 10 dk kadar süre sonra amcam yanıma geldi. Kendisine bir şey olup olmadığını sordum bana minübüslerin kapalı garaja girişteki kapısında jopla sırtına vurduklarını ve tekme attıklarını söyledi. Bunun üzerine daha fazla orada kalmamızın bir anlamı kalmadığını anlayınca Bayrampaşa'ya doğru yürüdük. Bayrampaşa Vergi Dairesi'nin yanından minübüsle Arnavutköy'e döndük. Sonra birlikte eve gittik. Amcam kendi evine bende kendi evime geçtik. Yarım saat kadar sonra amcam beni eve çağırdı. Birlikte oturduk sohbet ettik. Ben sıkıldığımı söyleyerek dışarı çıkacağımı söyledim. Amcam da gelmek istediğini, çıkmak istediğini söyledi. Birlikte evimizin bahçesinde gezindik. Ayakta konuşurken bir anda amcam yere yıkıldı. Kafasını biraz kaldırmaya çalıştı tekrar yıkıldı. Gözleri parlamaya başlayınca yakınımızda bulunan ağabeyim [S.Z.ye] seslendim. [H.nin] pozisyonunu biraz düzeltip, hastaneye götürdük ancak daha yoldayken amcamın öldüğünü anladık.'' dedi. Tanığın 2012 günü [H.Z.nin] cesedi üzerinde yapılan ölü muayenesi sırasında tanık olarak dinlendiği ve bu ifadesinde evlerinin bahçesinde amcası ile biraz gezindikten sonra çömelerek konuştukları sırada amcasının yere yıkıldığını beyan ettiği hatırlatılarak soruldu: Benim şimdiki ifadem doğrudur yani amcam ile ayaktayken sohbetederken yere yıkıldı. Otopsi sırasındaki ifademde olayın üzüntüsü ve heyecanı ile bu şekilde beyanda bulunmuş olabilirim. dedi. Tanığa kardeşi Selam[i]'nin de gösterilere katılmak üzere kendileri ile birlikte gelip gelmediği soruldu: [S.Z.] bizimle gösterilere gelmemiştir. dedi. '' Olay gününde polisin müdahalesine dair beyanlarda bulunan Ş. isimli kişinin ifadesi şöyledir: ''Geçen yıl yapılacak olan nevruz gösterilerine katılmak üzere aralarında [H.Z] olduğu halde mahalleden bir çok arkadaşım ile Kazlıçeşme Meydanı'na gitmek için yola çıktık . Ancak meydana alınmadığımız için eski topkapı otogarının bulunduğu yere geldiğimizde meydana kimse alınmadığı için güvenlik güçlerinin müdahalesi ile karşılaştık. Yani gaz bombaları atılmaya başladı. Bizim minübüsten indiğimiz yer minübüslerin durağının bulunduğu köprünün altındaki kapalı garajın hemen önüdür. Geldiğimiz minübüs garaja girmediğinden inip garajın içinden geçerek Zeytinburnu istikametine doğru yürümeye başladık. Henüz 20-30 metre kadar gitmiştik ki polislerin o bölgede de önlem aldığını gördük ve müdahale ile karşılaştık.Gösteriye katılmak için gittiğimiz arkadaşlarım farklı sokaklara girmişti. Çok kısa bir mesafe sonra tekrar karşılaştık. [H.Z. ile] de bu esnada karşılaştım. Daha doğrusu olay yerine biz belirttiğim arkadaşlarla halk minibüsü ilegelmiştik. Minibüsten eski otogarın oradaki durağında indik meydana doğru ilerlerken gaz bombalarının etkisiyle bir kargaşa oluştu birlikte geldiğimiz arkadaşlar birbirimizden koptuk. Çok kısa bir süre sonra [H.Z] ile karşılaştım. Ne olup bittiğini birbirimize sorduk. Ne yapacağımızı değerlendirmek istedik. [H.Z] bana gaz bombasının kendisini berbat ettiğini söyleyince geçmiş olsun dedim. [H.Z] devamla ; arkasında bir polisin jopla vurduğunu, bir polisinde ayağına tekme vurarak '' yürü lan '' dediğini söyledi. Bu esnada saat 00 - 30 sıralarıydı. Bir müddet etrafta dinlendikten sonra gösteri alanına giremediğimizi anlayınca minibüsle Arnavutköy'e geri döndük. [H.Z] rahatsız olduğunu söyleyerekeve gidip dinlenmek istediğini söyledi bende işime koyuldum. Yaklaşık 1-2 saat sonra da [H.Z.nin] ölü haberini aldım. dedi. İfade sırasında hazır bulunan müştekiler vekilinin isteği üzerine müdahale eden güvenlik güçlerinin resmi üniformalı veya sivil giyimli olup olmadıkları soruldu: Ben sivil giyimli şahısların polis olup olmadığını bilemem ancak bize müdahale eden polisler resmi üniformalıydı. dedi. '' Başvurucuların Talepleri, Özel Vakıf Tarafından Düzenlenen Rapor, Diğer Yazışmalar, ATK'nın Son Raporu ve Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar Başsavcılık 30/3/2012 tarihli yazısıyla, olay yeri inceleme raporları ile olayda kullanılan biber gazının içeriğinin formülasyonu ile birlikte gönderilmesini talep etmiştir. Emniyet Müdürlüğü olaylarda kullanılan gaz bombası ile iki gaz fişeğini ve içeriklerini 7/5/2012 tarihinde göndermiştir. Söz konusu MP-4L-CS uzun mesafeli fişeklerin kullanım kılavuzunda şu bilgiler yer almaktadır:'' Tasarım: MP-4L-CSFişeği tek kimyasalCS içerikli metal gövdeyi azami 132 metre uzaklıktaki hedefe gönderebilecek ve sonrasında yaklaşık 25 saniye CS dumanı yayılımı yapabilecek şekilde açık alanda kullanım için tasarlanmıştır. ...Uygulama: Bu fişek kanun uygulayıcı kuvvetlerin toplumsal olayların kontrolünde kalabalığı dağıtmak için yüksek miktarda atılan düşük etkili CS kimyasal maddesi olarak kullanılır. Gerçek menzil kalabalığın önüne yerden sürekli ateş halinde 60+ metreden azam 137 metre uzaklıktaki kalabalığa 40-45 derece açıyla atışa bağlı olarak değişmektedir. Bu fişek sadece açık alanlar için kullanılmalıdır. Uygun Açık Alan Kullanım İçin Taktiksel Hususlar:Her zaman kalabalığın dağılması için kaçış yolları açmalısınız.Her zaman rüzgarı arkanıza alarak atış yapınız. Ters esen rüzgara karşı veya diğer kanun kuvvetlerinin etkilenmesine karşı her zaman gaz maskesi takılmalıdır. Karşılıklı buluşmaya karşı her zaman dikkatli olunmalıdır. Etkilenen ve alandan uzaklaşamayan şahıslara her zaman ilk yardım uygulanmalıdır. Yangın olasılığından dolayı fişekler bina içerisine atılmamalıdır. Bu ürün sadece eğitimli ve yetkili kanun uygulayıcı personel tarafından kullanılmalıdır.Ciddi yaralanmalara veya ölümle sonuçlanmaya karşı şahısların üzerine direk olarak yakın mesafeden atış yapmayınız.'' Başvurucular vekili, insan hakları alanında çalışmalar yürüten bir vakfa başvurarak ATK raporları da sunularak olay hakkında kendileri de yeni bir rapor isteminde bulunmuşlardır. Başvurucular H.Z.nin polis müdahalesi ve biber gazına maruz kaldığını iddia ettikleri yerin fotoğraflarını çekmiş; ayrıca Başsavcılıktan olay yeri olan Topkapı minibüs durağında olay günü ve saatinde görev yapan, biber gazının kullanımından sorumlu olan personelin tespit edilmesi ve cezalandırılması talebinde bulunmuşlardır. Adli tıp uzmanı olduğu beyan edilen Prof. Dr. Ş.K.F. ve Uz. Dr. Ü.Ü. tarafından hazırlanan raporun değerlendirme kısmında, H.Z.de tarif edilen künt travmatik lezyonların büyüklüğü, derecesi ve özellikleri dikkate alındığında bu hususların tamamının H.Z.nin düşmesi sırasında meydana gelemeyeceği, lezyonların bir kısmının olay yerinde meydana gelen müdahalelerden kaynaklanmış olabileceği, bunların ise doğrudan ölüme yol açabilecek nitelikte olmadığı belirtilmiştir. Bu raporda ayrıca ATK raporunda yer alan biber gazına maruz kalan kişilerin temiz havaya çıkarılması ve oksijen tedavisi uygulanması durumunda biber gazının 10-15 dakika içinde vücuttan elimine olduğu şeklindeki sonuca atıf yapılmış fakat bir kimyasalla karşılaşmanın ölüm de dâhil olmak üzere bir dizi etkeni harekete geçirdiği belirtilmiştir. Rapora göre göz yaşartıcı kimyasallara maruz kalındığında kullanılan maddenin miktarı, buna ne kadar maruz kalındığı, ortamın nasıl olduğu (açık veya kapalı alan vb.), maruz kalanların dakikadaki solunum sayıları, kronik akciğer ve kalp hastalığı olup olmadığı, ortamın ısısı ve nemi gibi çok sayıda faktör insan sağlığı üzerinde sonuçlar doğurmaktadır. Raporda, H.Z.nin hikâyesi özetlenmiş, ardından kimyasalla karşılaşmasından sonraki bir saat içinde fenalaşması ve yere yığılmasına dayanılarak ölümün olası sebebinin solunum yetersizliği ve buna bağlı olarak gelişen komplikasyonlar (asidoz) olduğunun düşünüldüğü belirtilmiştir. Buna neden olarak da kronik kalp damar ve akciğer hastalığının aktif hâle gelmesi gösterilmiştir. Bu tespitlerden sonra raporda ölüm ile kimyasal gaza maruz kalma arasında nedensellik ilişkisi olduğuna karar verildiği ifade edilmiştir. Başsavcılık 30/3/2012 tarihinde olay günü Zeytinburnu ilçesi sınırlarında Kazlıçeşme Meydanı ve çevresindeki gösterilerdemeydana gelen olaylara ilişkin olarak düzenlenen olay yeri inceleme raporu ve eklerinin, Arnavutköy İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından düzenlenen olay yeri tutanaklarının ve H.Z.nin ölmeden önce tedavi gördüğü bir sağlık kuruluşu bulunup bulunmadığının araştırılması, bulunması hâlinde tedavi evraklarının temini ve olaylarda kullanılan biber gazı içeriğinin formülasyonu ile birlikte gönderilmesini talep etmiş ve temin edilen belgeleri ATK'ya göndermiştir. Başvurucular, H.Z.nin ölümüne neden olan müdahale nedeniyle İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi, İstanbul Emniyet Müdürü ile polislerden şikâyetçi olmuş ve otopsi işlemi yapılmasına rağmen altı aydır düzenlenmeyen raporun bir an önce temin edilmesi talebinde bulunmuşlardır. Başvurucular 26/2/2013 tarihinde Başsavcılığa müracaat ederek H.Z.ninhayatını kaybettiği yerin tespiti içim keşif yapılmasını, tanıklar Ş. ile Ş.Z.nin ifadelerine başvurulmasını, haber ajansları ile yazışmaların yapılarak olay günündeki müdahalenin görüntülerinin temin edilmesini, ilgili minibüs duraklarının işletmecilerinden varsa kamera kayıtlarının dosyaya intikalinin sağlanmasını ve söz konusu mahalde görevlendirilen tüm polis memurlarının tespit edilmesi ile ifadelerine başvurulmalarını ve sorumluların cezalandırılmalarını talep etmişlerdir. Başsavcılık ayrıca başvurucular vekilinin yukarıda verilen dilekçesinde belirttiği hususlara ilişkin olmak üzere olay yerinde görevlendirilen personelin tespitini Emniyet Müdürlüğünden 26/4/2013 tarihinde talep etmiş, ATK ile raporun temini hususunda yazışmalar yapmıştır. İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü 3/6/2013 tarihinde, olay tarihinde görevlendirilen personel listesini ayrıca olay değerlendirme raporunu Başsavcılığa bildirmiştir. On sekiz sayfadan ibaret olan görev listesine göre gaz fişeklerinin kullanıldığı iddia edilen Topkapı tramvay duraklarında 102 polis memuru görevlendirilmiştir. Başsavcılık temin ettiği tüm belgelerden sonra dosya hakkında ''olay günü [H.Z.nin] KOAH ve kalp damar hastalığı sonucu öldüğü, ancak olay günüZeytinburnu Kazlıçeşme Meydanı'nda yapılacak olan izinsiz nevruz kutlamalarına katılmak üzere gittiği, meydana varamadanEski Topkapı otogarınınbulunduğu yerdeki halen minübüs durağı olarak kullanılan yerde polis müdahalesi ile karşılaşıldığının tanık anlatımlarıyla anlaşıldığı ve adli tıp raporunda da darp izlerinin de tespit edildiği , olay günü polis müdahalesi sırasında gaz kullanılıp kullanılmadığı ve kullanılmış ise bu gazın[H.Z.nin] mevcut hastalığına etki edip etmediğinin varsa izinsiznevruz kutlamaları ile ilgili olarak Savcılığınızca yürütülen diğer soruşturmalarla birlikte değerlendirilmesinde fayda ve zorunluluk bulunduğu'' gerekçesiyle 28/6/2013 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı da olaylarla ilgili olarak ilk usul işlemininBaşsavcılık tarafından yapılması nedeniyle yetkisizlik kararı vermiştir. Her iki Başsavcılığın yetkisizlik kararı vermesi nedeniyle ortaya çıkan uyuşmazlık, İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin 27/9/2013 tarihinde Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığının yetkisizlik kararını kaldırması ile son bulmuştur. Başsavcılık, olay günü kullanılan biber gazının H.Z.nin ölümüne neden olup olmadığı hususunda açıklayıcı ve ayrıntılı raporun tanzim edilmesi için 10/1/2014 tarihinde İstanbul ATK Birinci Adli Tıp İhtisas Kuruluna yazı yazmıştır. Bu yazı üzerine hazırlanan 22/1/2014 tarihli ayrıntılı raporun ilgili kısımları şöyledir: '' KOAH olduğu, 18/03/2012 günü Kazlıçeşme’deki nevruz kutlamalarına katılmak için gittikleri nevruz alanına gelmeden biber gazına maruz kalıp darp edildiği, evine geldiği, evinde bir süre oturduktan sonra sıkıldığını söyleyerek evinin bahçesine çıkıp gezerken yere yığıldığı, Özel Arnavutköy Hastanesine eks duhul getirildiği bildirilen ...[H.Z.] hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerde bulunan:....İhtisas Kurulumuzun 2012 tarih, 2012/24656/3980 sayı ve 4294 karar sayılı raporunda (Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığı'nın tarih ve sor. sayılı yazısı ile ölüm nedeni sorulmuş olmakla) sonuç olarak: “1-Otopsisinde sol göz kapağı altı iç kısmında 0,5x1 cm mor renkli ekimoz, sol zigomatik bölgede 3x3 cm lik alanda şişlik,sol kaş 1/3 medial kısmının 4 cm yukarısında 2,5 cm çapında ekimoz, sol omuz arka kısımda 6x4 cm lik alanda mor renkli ekimoz, sol kol orta arka kısımda 7x5 cm lik mor renkli ekimoz, sağ kol 1/2 orta iç kısımda 0,5 cm çapında mor renkli ekimozun altına derin kesi yapıldığında görülen 10x7 cm ekimozun lokalizasyonları, özellikleri ve ağırlıkları ile kafatasında kırık, kafa içi kanama, beyin doku harabiyeti, iç organ ve büyük damar lezyonu oluşturmadığı cihetiyle müstakilen ölüm meydana getirir nitelikte olmadığı, 2-Kimya İhtisas Dairesinin raporuna göre; kanda alkol (etanol ve metanol) bulunmadığı, kanda kalibrasyon aralığının (5-200ng/ml) altında paracetamol bulunduğu, %0,1 COHb bulunduğu, kanda biber gazı etken maddesi capsaisin ve dihydrocapsaisin aranmış olup bulunmadığı, idrarda paracetamol bulunduğu, perikard ve safra sıvılarında sistematikte aranan maddelerin bulunmadığı, akciğer örneklerinde (sağ üst lob, sağ orta lob, sağ alt lob, sol üst lob, sol alt lob) biber gazı etken maddesi capcaisin ve dihydrocapsaisin aranmış olup bulunmadığı, kanda ve idrarda sistematikte aranan maddelerin bulunmadığı, literatürde capsain ve dihydrocapsaisin maddelerine maruz kalan kişilerin temiz hava bulunan ortama alınması ve oksijen tedavisi uygulanması durumunda 10-15 dakika içinde vücuttan elimine olduğunun bildirildiği dikkate alındığında; kişinin olay yerinde gaza maruziyetinin kabulü halinde de olay yerinde bulunduğu zaman ile ölümü arasında geçen zaman nedeniyle ölüm sonrası otopsisinde alınan örneklerde bu gazın bulunamayacağı,3-Otopsisinde histopatolojik tetkikinde Myokardda septum ve sol ventrtikül serbest duvarda subendokardiyal alanda yoğunlaşan gri-beyaz renkli fibrotik görünümlü alanlar, Septum l/3 üstte ve subendokardiyal alanda yoğunlaşan nedbe, perivasküler-interstisyel fıbrozis alanları, hipertrofı bulguları, subendokardiyal kronik iskemik değişiklikler, tespit edildiğine göre; kişide, KOAH ve kronik kalp damar hastalığı bulunduğu ve kişinin ölümünün kalp damar hastalığı sonucu meydana gelmiş olduğu, yakın mesafeden yoğun olarak capsain ve dihydrocapsaisin gazına maruziyeti olduğunun kabulü halinde, bu maruziyetin de kendisinde mevcut KOAH ve kalp damar hastalığının aktif hale geçmesinde efor ve stres faktörüne ilave olarak etkili olabileceği oy birliğiyle mütalaa olunur.” şeklinde kayıtlıdır.SONUÇ:KOAH olduğu, 18/03/2012 günü Kazlıçeşme’deki nevruz kutlamalarına katılmak için gittikleri nevruz alanına gelmeden biber gazına maruz kalıp darp edildiği, evine geldiği, evinde bir süre oturduktan sonra sıkıldığını söyleyerek evinin bahçesine çıkıp gezerken yere yığıldığı, Özel Arnavutköy Hastanesine eks duhul getirildiği bildirilen Şevket oğlu 1955 doğumlu Hacı Zengin hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerde bulunan verilerle otopsi bulguları birlikte değerlendirildiğinde;1-)Otopsisinde sol göz kapağı altı iç kısmında 0,5x1 cm mor renkli ekimoz, sol zigomatik bölgede 3x3 cm lik alanda şişlik,sol kaş 1/3 medial kısmının 4 cm yukarısında 2,5 cm çapında ekimoz, sol omuz arka kısımda 6x4 cm lik alanda mor renkli ekimoz, sol kol orta arka kısımda 7x5 cm lik mor renkli ekimoz, sağ kol 1/2 orta iç kısımda 0,5 cm çapında mor renkli ekimozun altına derin kesi yapıldığında görülen 10x7 cm ekimozun lokalizasyonları, özellikleri ve ağırlıkları ile kafatasında kırık, kafa içi kanama, beyin doku harabiyeti, iç organ ve büyük damar lezyonu oluşturmadığı cihetiyle müstakilen ölüm meydana getirir nitelikte olmadığı, 2-)Kimya İhtisas Dairesinin raporuna göre; kanda alkol (etanol ve metanol) bulunmadığı, kanda kalibrasyon aralığının (5-200ng/ml) altında paracetamol bulunduğu, %0,1 COHb bulunduğu, kanda biber gazı etken maddesi capsaisin ve dihydrocapsaisin aranmış olup bulunmadığı, idrarda paracetamol bulunduğu, perikard ve safra sıvılarında sistematikte aranan maddelerin bulunmadığı, akciğer örneklerinde (sağ üst lob, sağ orta lob, sağ alt lob, sol üst lob, sol alt lob) biber gazı etken maddesi capcaisin ve dihydrocapsaisin aranmış olup bulunmadığı, kanda ve idrarda sistematikte aranan maddelerin bulunmadığı, literatürde capsain ve dihydrocapsaisin maddelerine maruz kalan kişilerin temiz hava bulunan ortama alınması ve oksijen tedavisi uygulanması durumunda 10-15 dakika içinde vücuttan elimine olduğunun bildirildiği dikkate alındığında; kişinin olay yerinde gaza maruziyetinin kabulü halinde de olay yerinde bulunduğu zaman ile ölümü arasında geçen zaman nedeniyle ölüm sonrası otopsisinde alınan örneklerde bu gazın bulunamayacağı,3-)Otopsisinde histopatolojik tetkikinde Myokardda septum ve sol ventrtikül serbest duvarda subendokardiyal alanda yoğunlaşan gri-beyaz renkli fibrotik görünümlü alanlar, Septum l/3 üstte ve subendokardiyal alanda yoğunlaşan nedbe, perivasküler-interstisyel fıbrozis alanları, hipertrofı bulguları, subendokardiyal kronik iskemik değişiklikler, tespit edildiğine göre; kişide, KOAH ve kronik kalp damar hastalığı bulunduğu ve kişinin ölümünün kalp damar hastalığı sonucu meydana gelmiş olduğu, yakın mesafeden yoğun olarak capsain ve dihydrocapsaisin gazına maruziyeti olduğunun kabulü halinde, bu maruziyetin de kendisinde mevcut KOAH ve kalp damar hastalığının aktif hale geçmesinde efor ve stres faktörüne ilave olarak etkili olabileceği ancak kişinin biber gazına maruz kalıp kalmadığı, maruz kalmış ise ortamdaki biber gazı yoğunluğu bilinmediğinden mevcut bulgularla kişinin ölümünde biber gazı maruziyetinin etkisi olup olmadığı hususunda kesin bir değerlendirme yapmanın mümkün olmadığı oy birliğiyle mütalaa olunur. '' Başsavcılık bu rapora istinaden 26/8/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: ''Maktul H.Z.nin ölümünün KOAH ve kemik damar hastalığı sonucu olduğunun, biber gazına maruz kalıp kalmadığının, maruz kalmış ise de ortamdaki biber gazının yoğunluğu bilinmediğinden mevcut belgelerle kişinin ölümünün biber gazı etkisinin kesin bir şekilde değerlendirilemeyeceğinin Adli Tıp İhtisas Kurulunun 12/01/2014 tarihli raporu ile tespit edildiği,Yukarıda anlatılan olayda herhangi bir kimseye atfedilebilecek bir suç unsuru bulunmadığından olay sebebiyle CMK'nın maddesi gereğince KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA... [karar verildi.]'' Anılan karara yapılan itiraz İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 14/1/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. İtirazın reddine dair kararın başvuruculara 3/5/2017 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine başvurucular 31/5/2017 tarihinde başvurucular bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Anayasa Mahkemesi Özlem Kır (B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 22-27) kararında; 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun “Zor ve silah kullanma” kenar başlıklı maddesine, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kanunun hükmü ve amirin emri” kenar başlıklı maddesine, 5237 sayılı Kanun'un "Sınırın aşılması" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasına,5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmına, 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmına, 5237 sayılı Kanun'un "Taksirle yaralama" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkrasının ilgili kısımlarına yer vermiştir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi Güven Boğa (B. No: 2014/17222, 3/7/2019, §§ 24-30) kararında6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanun'un ilgili hükümlerine değinmiştir. Anayasa Mahkemesi Ali Ulvi Atunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 25-27) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 28-30) kararlarında; 30/12/1982 tarihli ve 17914 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği’nin maddesinin ilgili kısımlarına, İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'nin ve maddelerinin ilgili kısımlarına, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde çıkarılan iki ayrı genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirilen, Emniyet Genel Müdürlüğünün Aralık 2008 tarihinde hazırladığı Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı'nın ilgili bölümlerine yer vermiştir.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ilgili maddeleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konuya ilişkin içtihatları Ali Ulvi Atunelli (aynı kararda bkz. §§ 29-45) kararında yer almaktadır. Anayasa Mahkemesi Ali Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 47-51) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 31-35) kararlarında; 13/1/1993 tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ye, Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkelerin (Birleşmiş Milletler (BM) Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990-7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115) ilgili bölümlerine, BM barışçıl toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü özel raportörü tarafından hazırlanan raporun (BM İnsan Hakları Komisyonu A/HRC/20/27, 21/5/2012) maddesine, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) biber gazına ilişkin görüş ve tavsiyelerine değinmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/26413 | Başvuru, göz yaşartıcı gaz kullanımı sonucu ölüm meydana gelmesi ve ölümün etkili olarak soruşturulmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye çıkış yapılmak istenmemesine karşın ülkeye alınmama ve havalimanındaki transit alanda tutulma nedeniyle kötü muamele yasağı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Mısır vatandaşı olup Müslüman Kardeşler adlı örgüte üye olduğu gerekçesi ile Mısır'da aylarca tutuklu kaldığını ve bu süre zarfında ağır işkencelere maruz kaldığını beyan etmektedir. Başvurucu, ceza infaz kurumundan bırakılır bırakılmaz Rusya'ya kaçtığını ve uluslararası koruma talebinde bulunduğunu ancak uluslararası koruma talebi reddedilerek Türkiye'ye sınır dışı edildiğini beyan etmektedir. Başvurucu, Türkiye'ye geldiğinde kabul edilemez yolcu salonunda tutulmuştur. Başvurucu, uluslararası koruma başvurusunda bulunmuş; başvurucunun uluslararası koruma başvurusu reddedilmiştir. Başvurucu 4/1/2018 tarihinde, ülkesine geri gönderilebileceği ihtimalini belirterek tedbir talepli bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/1/2018 tarihinde Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ülkesine geri gönderilmesi işleminin süreli olarak durdurulması yönünde tedbir karar vermiştir. Yine Anayasa Mahkemesi 5/2/2018 tarihinde tedbir kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Ankara İdare Mahkemesi 27/6/2018 tarihinde uluslararası koruma talebinin reddine dair kararın iptaline karar vermiştir. 29/1/2020 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından başvurucu vekilinden başvurucunun güncel durumu hakkında bilgi istenmiştir. Başvurucu vekili 14/2/2020 tarihinde sunduğu dilekçe ile başvurucunun İstanbul'da serbest bırakılmış olduğu, başvurucu hakkında verilen uluslararası koruma başvurusunun reddine ilişkin kararların iptal edildiği bilgisini vermiştir. Başvurucu hakkında verilmiş herhangi bir sınır dışı kararından söz etmemiştir. İlgili hukuk için bkz. A.A. ve A.A. [GK], B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 28-38; T.T., B. No: 2013/8810, 18/2/2016, §§ 22-25; B.T. [GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/146 | Başvuru, kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye çıkış yapılmak istenmemesine karşın ülkeye alınmama ve havalimanındaki transit alanda tutulma nedeniyle kötü muamele yasağı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör olaylarından doğan zararların tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, terör olayları nedeniyle 1994 yılında köyünü terkettiğini iddia ederek uğradığı zararlarının tazmini istemiyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında 31/5/2005 tarihinde Mardin Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 28/9/2006 tarihli kararıyla başvuruyu kabul etmiş ve başvurucuya 405 TL ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucu, zararlarının eksik hesaplandığını ileri sürerek Komisyonca hazırlanan sulhnameyi imzalamamış ve toplam 000 TL tazminata hükmedilmesi istemiyle idare mahkemesinde dava açmıştır. Mardin İdare Mahkemesi 29/2/2008 tarihli kararıyla başvurucunun terör olayları nedeniyle uğradığı zararlara yönelik olarak idare tarafından yapılan tespitin eksik inceleme ve araştırmaya dayalı olduğu, ödenecek tazminat miktarının hesaplanmasında kullanılan ölçütlerin açık ve net bir biçimde ortaya konulmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemi iptal etmiş ve anılan karar Danıştay Onbeşinci Dairesince onanmıştır. Bunun üzerine yeniden yapılan değerlendirme neticesinde Komisyon 6/10/2011 tarihli işlemiyle köy kadastro kayıtları, köy muhtarı ve bilirkişileri ile köy sakinlerinin beyanları doğrultusunda yapılan araştırmalara göre başvurucunun mülkiyetinde veya zilyetliğinde herhangi bir mal varlığının bulunmadığı gerekçesiyle başvuruyu reddetmiştir. Başvurucu tarafından bu işlemin iptali istemiyle açılan dava, Mardin İdare Mahkemesinin 24/1/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Gerekçede özetle Sivritepe köyünde 2009 yılında kadastro çalışmalarının yapılarak tamamlandığı, davacıya ait herhangi bir taşınmaz kaydının, yapılan keşifte de davacıya ait herhangi bir mal varlığının bulunmadığının ve davacının otuz yıl önce geçim sıkıntısı nedeniyle kendi isteğiyle köyden ayrıldığının tespit edildiği; buna karşılık davacının iddialarının ispatına yönelik olarak kendi beyanı dışında hukuken kabul edilebilir nitelikte somut herhangi bir bilgi ve belgenin de dosyaya sunulmadığı belirtilerek dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu vekilince temyiz edilen bu karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 10/9/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucu karar düzeltme yoluna gitmemiştir. Onama kararı başvurucu vekiline 29/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21, | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/634 | Başvuru, terör olaylarından doğan zararların tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuların açtığı davada kanun yolu başvurusu, kanun yolu süresinin ilk derece mahkemesinin kararının tefhim tarihinden başlatılarak hesaplanması nedeniyle süresinde olmadığı gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucular, nihai hükmü 24/7/2020 tarihinde öğrendikten sonra 19/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/28069 | Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle 2017/39836 sayılı bireysel başvuru dosyasının 2017/38658 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/38658 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davada makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 23/1/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 31/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 14/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK. maddesi ile yetkili) yürütülmekte olan soruşturma kapsamında 24/4/2008 tarihinde gözaltına alınmış, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) 26/4/2008 tarih ve 2008/55 Sorgu sayılı kararı ile başvurucunun yurtdışına çıkışının yasaklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. maddesi ile yetkili) 29/4/2008 tarih ve E.2008/600 sayılı iddianamesi ile “silahlı terör örgütüne üye olmak, patlayıcı madde bulundurmak ve patlayıcı maddelerden molotof kokteyli atmak” suçlarını işlediği iddiasıyla İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) E.2008/134 sayılı dosyasında kamu davası açılmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. maddesi ile yetkili) 18/3/2004 tarih ve E.2004/302 sayılı iddianamesi ile başvurucu dışında iki sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmış, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (CMK. maddesi ile görevli) 27/6/2006 tarih ve E.2004/108, K.2006/301 sayılı kararla sanıklar hakkında mahkûmiyet kararı verilmiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 16/2/2010 tarih ve E.2008/12273, K.2010/2040 sayılı ilâmıyla bozulmuş ve Mahkemece bozma ilâmına uyularak E.2010/162 sayılı dava dosyasında yargılamaya devam edilmiştir. Başvurucu hakkında yapılan yargılamada İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 7/6/2010 tarih ve E.2008/134, K.2010/232 sayılı kararıyla E.2008/134 sayılı dava dosyasının, Mahkemenin E.2010/162 sayılı dava dosyasıyla birleştirilmesine, yargılamanın E.2010/162 sayılı dava dosyası üzerinden devam etmesine karar vermiştir. Mahkemece yapılan yargılama sonunda, 6/6/2012 tarih ve E.2010/162, K.2012/91 sayılı karar ile başvurucunun beraatine, birleştirilen davadaki sanıkların mahkûmiyetine karar verilmiştir. Karar, Cumhuriyet Savcısı ve diğer sanıklar tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucu, 23/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi, 5/6/2014 tarih ve E.2014/1800, K.2014/6894 sayılı ilâmı ile İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 7/6/2010 tarihli hükmünü onamıştır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (1) numaralı fıkrası, maddesinin (1) numaralı fıkrası; 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendi. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1203 | Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davada makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, %25 olan gayrimenkul sermaye iradı götürü gider oranının vergilendirme dönemi devam ederken yürürlüğe giren kanunla tüm dönem için %15'e indirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 24/7/2019, 23/9/2019 ve 10/12/2019 tarihlerinde yapılmıştır. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2019/33221 ve 2019/41532 numaralı başvurular mevcut başvuruyla birleştirilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Caroline Nicole Koç ve Mehmet Ömer Koç sırasıyla 1971 ve 1962 doğumlu olup İstanbul'da, Esra Çiğdem Koç ise 1997 doğumlu olup Amerika Birleşik Devletleri'nin New York şehrinde ikamet etmektedir. Başvurucular gayrimenkul sermaye iradı dolayısıyla ayrı ayrı gelir vergisi mükellefidir. 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasında gayrimenkul sermaye iradı mükelleflerinin gayrisafi hasılattan indirebilecekleri gider türleri bentler hâlinde sayıldıktan sonra üçüncü fıkrasında mükelleflerin diledikleri takdirde birinci fıkrada yazılı giderlere karşılık olmak üzere hasılatlarından kanunda gösterilen oranı götürü olarak indirebilecekleri belirtilmiştir. Anılan fıkradaki götürü gider oranı %25 iken 28/11/2017 tarihli ve 7061 sayılı Kanun'un maddesiyle bu oran %15’e indirilmiştir. 7061 sayılı Kanun 5/12/2017 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanmış ise de Kanun'un maddesi, aynı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendi uyarınca 1/1/2017 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir. Başvurucular 2017 yılı içinde elde ettikleri gayrimenkul sermaye iradı gelirlerini 2018 yılı Mart ayında, götürü gider oranının %25 olarak uygulanması gerektiği ihtirazi kaydıyla vermiştir. Başvurucuların ihtirazi kayıtları kabul edilmemiş ve safi gelirleri, gayrisafi gelirlerine %15 götürü gider oranı uygulanmak suretiyle hesaplanmıştır. Başvurucular beyan üzerine tarh edilen verginin %10 götürü gider oranından kaynaklanan kısmının iptali istemiyle İstanbul Vergi Mahkemesi ile İstanbul Vergi Mahkemesinde (Vergi Mahkemeleri) davalar açmıştır. Dava dilekçelerinde vergi kanunlarının geriye yürütülmesinin verginin kanuniliği ilkesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Vergi Mahkemeleri 29/1/2019 ve 28/2/2019 tarihlerinde davaları reddetmiştir. İstanbul Vergi Mahkemesince verilen iki kararın gerekçesinde, 7061 sayılı Kanun'un maddesiyle 193 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklik uyarınca %15 götürü gider oranının uygulanması gerektiğinin açık, dolayısıyla başvurucularla ilgili olarak yapılan vergilendirme işlemlerinin hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. İstanbul Vergi Mahkemesi de benzer gerekçeye yer vermekle birlikte meseleyi kanunların geriye yürümezliği ilkesi yönünden de değerlendirmiştir. İstanbul Vergi Mahkemesi kararının ilgili kısmı özetle şöyledir:i. Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında kanunların geriye yürümezliği ilkesi ile ilgili olarak gerçek geriye yürüme ve gerçek olmayan geriye yürüme ayrımı yapılmaktadır. Gerçek geriye yürüme, yeni getirilen kuralın eski kural döneminde tamamlanmış ve hukuki sonuçlarını doğurmuş hukuksal durum, ilişki ve olaylara uygulanmasıdır. Gerçek olmayan geriye yürüme ise yeni getirilen kuralın eski kural yürürlükte iken başlamakla beraber henüz sonuçlanmamış hukuksal durum, ilişki ve olaylara uygulanması anlamına gelmektedir. Anayasa Mahkemesi kararlarında ve doktrinde kural olarak gerçek geçmişe yürüme Anayasa'ya aykırı, gerçek olmayan geriye yürüme ise Anayasa'ya uygun sayılmaktadır. Anayasa Mahkemesinin yaptığı denetimlerde verdiği kararlara bakıldığında gerçek olmayan geriye yürüme ile ilgili düzenlemeleri iptal etmediği görülmektedir.ii. Vergi hukukunda geriye yürümenin söz konusu olup olmadığının saptanabilmesi için vergiyi doğuran olayın ne zaman meydana geldiğinin tespiti gerekmektedir. Bu nedenle somut olayda anılan Kanun değişikliğinden önce gelir vergileri bakımından vergiyi doğuran olayın gerçekleşip gerçekleşmediği hususu önem taşımaktadır. Gelir vergilerinde vergilendirme dönemi yıllık olup geliri elde eden bir kişinin ödeyeceği verginin kesin tutarı, takvim yılı sonunda anlaşılır. Bu nedenle gelirlerde hukuki durumun tamamlanmış sayılabilmesi yani gelirin elde edildiğinden söz edilebilmesi için mali yılın bitmiş olması gerekmektedir. Buna göre vergilendirme dönemi bitmeden değiştirilen vergi oranlarına ilişkin düzenlemenin yılın başından itibaren yürürlüğe konulması benimsenen vergi sisteminin bir sonucu olup Kanun'un gerçek anlamda geriye yürümesinden söz edilemez.iii. Bakılan uyuşmazlıkta, 193 sayılı Kanun'un maddesinde yapılan değişiklik 5/12/2017 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 7061 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendi uyarınca 1/1/2017 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir. Mükellef tarafından 2017 yılına ilişkin olarak elde edilen gelirin kesin tutarı takvim yılı sonu olan 31/12/2017 tarihinde anlaşılacaktır. Mükellef tarafından net gelir miktarının 30/3/2018 tarihli gelir vergisi beyannamesiyle idareye bildirildiği dikkate alındığında 2017 yılı vergilendirme dönemi bitmeden 5/12/2017 tarihinde yapılan değişikliğin yılın başından itibaren yürürlüğe konulması gerçek anlamda geriye yürüme sayılmaz. Bu nedenle anılan Kanun değişikliğinin Anayasa'ya aykırı olmadığı sonucuna varılmıştır.iv. Nitekim benzer şekilde 193 sayılı Kanun'un maddesinde yapılan değişikliğin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine yapılan başvuruda Anayasa Mahkemesinin 9/2/2012 tarihli ve E.2010/93, K.2012/20 sayılı kararıyla, aynı gerekçe ile Kanun değişikliğinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin reddine karar verilmiştir. Başvurucuların istinaf başvuruları, İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin İkinci ve Üçüncü Vergi Dava Dairelerince muhtelif tarihlerde verilen kararlarla reddedilerek Vergi Mahkemeleri kararları onanmıştır. 193 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Aşağıda yazılı mal ve hakların sahipleri, mutasarrıfları, zilyedleri, irtifak ve intifa hakkı sahipleri veya kiracıları tarafından kiraya verilmesinden elde edilen iratlar gayrimenkul sermaye iradıdır: Arazi, bina (Döşeli olarak kiraya verilenlerde döşeme için alınan kira bedelleri dahildir.), maden suları, menba suları, madenler, taş ocakları, kum ve çakıl istihsal yerleri, tuğla ve kiremit harmanları, tuzlalar ve bunların mütemmim cüzileri ve teferruatı;..." 193 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Gayrimenkul sermaye iradından safi irat, gayrisafi hasılattan iradın sağlanması ve idamesi için yapılan giderler indirildikten sonra kalan müspet farktır." 193 sayılı Kanun'un maddesinin 7061 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik hâlinin ilgili kısmı şöyledir: "Safi iradın bulunması için, 21 inci maddeye göre istisna edilen gayrisafi hasılata isabet edenler hariç olmak üzere gayrisafi hasılattan aşağıda yazılı giderler indirilir....Mükellefler (hakları kiraya verenler hariç) diledikleri takdirde yukarıda yazılı giderlere karşılık olmak üzere hasılatlarından % 15'ini götürü olarak indirebilirler. Götürü gider usulünü kabul edenler iki yıl geçmedikçe bu usulden dönemezler...." 7061 sayılı Kanun'un maddesinin gerekçesi şöyledir: "Madde ile, gayrimenkul sermaye iratlarına yönelik olarak mükelleflerin gerçek giderlerine karşılık olmak üzere hasılatlarının %25'i oranında uygulanmakta olan götürü gider oranı %15'e düşürülmektedir.Böylece, mükelleflerin gerçek gider yöntemini daha fazla benimsemesi özendirilerek belge düzeninin yerleşmesi teşvik edilmekte ve kayıtlı ekonomiye geçiş hızlandırılmaktadır." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/26345 | Başvuru, %25 olan gayrimenkul sermaye iradı götürü gider oranının vergilendirme dönemi devam ederken yürürlüğe giren kanunla tüm dönem için %15'e indirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 28/5/2009 tarihinde açtığı dava 24/12/2018 tarihinde kesin olarak sonuçlanmıştır. Başvurucu 22/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/8923 | Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, elektrik aboneliğinden kaynaklı borca ilişkin olarak açılan menfi tespit davasında yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. A. Başvuru Tarihinden Önceki Süreç Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. (TEDAŞ) Mardin Müessese Müdürlüğü ile imzaladığı sözleşme uyarınca arazisine tarımsal amaçlı sulama tesisi kurmuştur. Başvurucuya gönderilen 1/1/2011 tanzim tarihli elektrik faturasında ödenmesi gereken miktar 884,40 TL olarak belirtilmiştir. Başvurucu, miktarın yanlış hesaplandığını belirterek borcun bulunmadığının tespiti istemiyle Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde 24/5/2011 tarihinde menfi tespit davası açmıştır. Mahkeme 26/1/2012 tarihli kararıyla uyuşmazlığın çözümü için yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu hazırlanan raporu esas alarak davanın kabulüne karar vermiş ve başvurucunun borçlu olmadığının tespitine hükmetmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 10/12/2012 tarihli ilamıyla hükmü bozmuştur. Bozma gerekçesinde özetle uyuşmazlığın çözümü için tarlada ekili ürün cinsi ile sulama ihtiyacını içeren bir bilirkişi raporu alınması ve tahakkuk dönemi için başvurucunun kullandığı elektrik miktarının açıkça belirlenmesi gerektiği ancak bu hususlara dikkat edilmeden hüküm verildiği belirtilmiştir. Başvurucu, bozma ilamı sonrasında derece mahkemesinde yargılamaya devam olunurken 1/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. Başvuru Tarihinden Sonraki Süreç Mahkeme 10/12/2012 tarihli bozma ilamına uyarak yeniden bilirkişi incelemesi yaptırmış ve 3/8/2017 tarihli kararıyla davanın kısmen kabulü ile 272,91 TL tutarındaki kısım yönünden başvurucunun borçlu olmadığının tespitine, fazlaya ilişkin kısım yönünden ise davanın reddine hükmetmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan inceleme sonucu kararın temyiz edilmediği anlaşılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/25970 | Başvuru, elektrik aboneliğinden kaynaklı borca ilişkin olarak açılan menfi tespit davasında yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince davanın reddine karar verilmiştir. Kararda, başvurucunun uyuşmazlık konusu taşınmazı edindiği tarih itibarıyla taşınmaz için kısıtlılık durumunun mevcut olduğu vurgulanmıştır. Bu bağlamda mülkiyet hakkının geçmişte belirli bir süre engellenmiş olması durumunun eski malikler açısından gerçekleşmiş olmasına rağmen 18/6/2012 tarihli satış işlemi sonucu taşınmazı edinen başvurucu açısından kısıtlılık hâlinden kaynaklanan ve tazminatı gerektirir mağduriyetin gerçekleşmediği belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/23621 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, görev sırasında cinsel tacize uğrandığı iddiasıyla açılan manevi tazminat davasının süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu H. K.nin eşi başvurucu Z. K. Ege Ordu Komutanlığı emrinde hemşire olarak görev yaptığı dönemde amiri olan Tabip Binbaşı K.Ş.nin farklı zamanlarda cinsel tacizine maruz kalmıştır. Başvurucu Z. K. söz konusu bu olayı eşi H. K. ile paylaştıktan sonra amiri olan K.Ş.yi şikâyet etmesi üzerine astına hakaret etmek fiilinden dolayı K.Ş. hakkında üç gün göz hapsi cezası verilmiştir. Başvurucu Z.K.nin eylemin yanlış nitelendirildiği gerekçesiyle 3/8/2011 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına yapmış olduğu şikâyeti görevsizlik sebebiyle reddedilmiştir. Görevsizlik kararı üzerine Ege Ordu Komutanlığı Askerî Savcılığı tarafından yapılan soruşturma sonucunda K.Ş. hakkında zincirleme taciz suçundan kamu davası açılmıştır. Ege Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 11/6/2013 tarihli kararı ile hiyerarşi ve hizmet ilişkisinden kaynaklanan nüfuzu kötüye kullanarak zincirleme cinsel tacizde bulunmak suçundan verilen mahkûmiyet kararı paraya çevrilmek suretiyle hükmün açıklanması ertelenmiştir. Söz konusu karar 18/11/2013 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucular, K.Ş. aleyhine gerçekleşen zincirleme taciz eylemi nedeniyle manevi tazminat talebiyle 25/3/2014 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) dava açmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından 27/3/2014 tarihinde görevsizlik kararı verilmiştir. Başvurucular görevsizlik kararı üzerine 13/11/2014 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Daire Başkanlığında (AYİM) Millî Savunma Bakanlığı (İdare) aleyhine manevi tazminat talebiyle dava açmıştır. AYİM 21/10/2015 tarihli kararı ile davanın süresinde açılmadığı gerekçesiyle reddine oyçokluğuyla karar vermiştir. Karar gerekçesinde; aynı revirde 29/9/2008 ile 7/9/2009 tarihleri arasında görev yapan K.Ş.nin tazminat davasına konu eyleminin en son 7/9/2009 tarihinde sona erdiği, zararın öğrenildiği bu tarihten itibaren bir yıl içinde İdareye başvurulması gerekirken İdareye başvurulmaksızın 25/3/2014 tarihinde Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davanın görev yönünden reddi üzerine açılan davanın süresinde olmadığı belirtilmiştir. Karar düzeltme istemi aynı Daire tarafından reddedilmiştir. Nihai karar 18/5/2016 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 17/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görevden reddi halinde sonradan Askeri Yüksek İdare Mahkemesine açılan davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz. " | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/11549 | Başvuru, görev sırasında cinsel tacize uğrandığı iddiasıyla açılan manevi tazminat davasının süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, başvuru tarihinde "Anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışmak" suçundan Tekirdağ 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucunun vasisine göndermek istediği mektup, İnfaz Kurumunun 4/3/2019 tarihli sakıncalı mektup değerlendirme kararıyla alıkonulmuştur. Kararın gerekçesinde; 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) maddesi kapsamında yapılan değerlendirme sonucunda el yapımı karikatür içerikli üç adet kartpostaldan oluşan mektup içeriğinin örgütsel karar çerçevesinde kamuoyu oluşturmak üzere hazırlandığı ve kişileri korku ve paniğe yöneltebilecek nitelikte olması nedeniyle sakıncalı bulunduğuna işaret edilmiştir. Başvurucu 6/3/2019 tarihli dilekçesi ile Tekirdağ İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği, 25/3/2019 tarihinde şikâyetin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; İnfaz Kurumunun sakıncalı mektup değerlendirme kararına yer verilmiş, anılan kararda usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. İnfaz Hakimliği kararında başkaca bir gerekçeye yer verilmemiştir. Başvurucunun bu karara itirazı da Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesince (Ağır Ceza Mahkemesi) İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 17/4/2019 tarihinde reddedilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi kararında da başka bir gerekçeye yer verilmemiştir. Başvurucu, nihai kararı 29/4/2019 tarihinde tebellüğ ettikten sonra 22/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19776 | Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa itirazın bağımsız ve tarafsız hâkim güvencelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluğa ilişkin incelemelerin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, bu incelemeler sırasında alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi ve tutukluluğun devamı kararlarına karşı yapılan itirazların sürüncemede bırakılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; mal varlığına yönelik uygulanan tedbir nedeniyle mülkiyet hakkının; hukuka aykırı arama kararlarına dayanılarak üzerinin, evinin ve arabanın aranması, ceza infaz kurumunda açık görüş ve telefonla görüş haklarının sınırlandırılması ile mektupla haberleşmenin yasaklanması nedenleriyle haberleşme hürriyetinin, özel hayata ve aile hayatına saygı ile konut dokunulmazlığı haklarının; yapılan birtakım açıklamalar ve haberler nedeniyle masumiyet karinesinin; soruşturma sürecindeki birtakım uygulamalar nedeniyle adil yargılanma hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 4/10/2016, 2/6/2017 ve 3/1/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Aynı kararla başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne de karar verilmiştir. Yapılan incelemede 2017/26837 ve 2018/2746 numaralı başvuruların aynı kişi tarafından ve aynı konuyla bağlantılı olarak yapıldığının anlaşılması nedeniyle 2017/84 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Büyükçekmece Adliyesinde hâkim olarak görev yapan başvurucu hakkında 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ağır cezalık suçüstü hâli bulunduğu değerlendirilerek FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesi 16/7/2016 tarihinde başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına, HSYK Genel Kurulu ise 24/8/2016 tarihinde başvurucunun meslekten ihracına karar vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla görevden uzaklaştırılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine başvurucu Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla 18/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 21/7/2016 tarihinde tutuklanması istemiyle Büyükçekmece Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Büyükçekmece Sulh Ceza Hâkimliği 21/7/2016 tarihli kararıyla başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunun beraberinde başka suç işleme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Büyükçekmece Sulh Ceza Hâkimliği 19/8/2016 tarihinde, Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine başvurucunun da aralarında bulunduğu çok sayıda şüphelinin tutukluluk durumunu incelemiş ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu bu karara 30/8/2016 tarihinde itiraz etmiştir. Başvurucu, anılan itirazının değerlendirildiği hususunda kendisine uzun bir süre bilgi verilmediğini belirterek -2017/84 sayılı başvuru yönünden- 4/10/2016 tarihinde doğrudan bireysel başvuruda bulunmuştur. Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı 19/8/2016 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 6/1/2017 tarihli ve 29940 Mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 680 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi ile 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun 93/ maddesinde, hâkim ve savcıların kişisel suçları hakkında soruşturma yapma yetkisinin ilgilinin görev yaptığı yerin bağlı olduğu bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yerdeki il Cumhuriyet başsavcılığına ait olduğu şeklinde değişiklik yapılmış olması gerekçesiyle 12/1/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 3/5/2017 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine başvurucunun tutukluluk durumunu incelemiş ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu anılan karara itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 12/5/2017 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu, anılan kararı 17/5/2017 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu -2017/26837 sayılı başvuru yönünden- 2/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 6/11/2017 ve 5/12/2017 tarihlerinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine başvurucunun tutukluluk durumunu incelemiş ve her iki kararda da tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu anılan kararlara itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 28/11/2017 ve 19/12/2017 tarihlerinde her iki itirazın da kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu, anılan kararları 8/12/2017 ve 20/12/2017 tarihlerinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu -2018/2746 sayılı başvuru yönünden- 3/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 22/5/2018 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açmıştır. Aynı tarihte İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçu haricindeki suçlardan ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başsavcılık, aynı tarihte silahlı terör örgütüne üye olma suçu haricindeki suçlar yönünden başvurucunun resen tahliyesine karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 28/5/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve Mahkemenin E.2018/110 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 17/8/2018 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Salih Sönmez (B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 33-56) başvurusu hakkında verilen karar. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/84 | Başvuru, yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa itirazın bağımsız ve tarafsız hâkim güvencelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluğa ilişkin incelemelerin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, bu incelemeler sırasında alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi ve tutukluluğun devamı kararlarına karşı yapılan itirazların sürüncemede bırakılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; mal varlığına yönelik uygulanan tedbir nedeniyle mülkiyet hakkının; hukuka aykırı arama kararlarına dayanılarak üzerinin, evinin ve arabanın aranması, ceza infaz kurumunda açık görüş ve telefonla görüş haklarının sınırlandırılması ile mektupla haberleşmenin yasaklanması nedenleriyle haberleşme hürriyetinin, özel hayata ve aile hayatına saygı ile konut dokunulmazlığı haklarının; yapılan birtakım açıklamalar ve haberler nedeniyle masumiyet karinesinin; soruşturma sürecindeki birtakım uygulamalar nedeniyle adil yargılanma hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, disiplin cezası verilmesine dair işlemin iptali istemiyle açılan davada hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargılaması ve ceza yargılamasına konu eylem esas alınarak karar verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ankara Barosuna kayıtlı olarak avukatlık mesleğini icra etmektedir. Başvurucu, Türk Telekom A.Ş. vekili olarak Ankara İcra Müdürlüğü nezdinde birden fazla icra takibi yapmıştır. Başvurucunun bu takipler esnasında icra müdürünün ve memurlarının bilgisi olmaksızın takibe ilişkin belgelere sahte kaşe bastığı, icra müdür yardımcısı adına imza attığı ve bu sayede talebi gibi işlem yapılmasını sağladığı yönündeki iddialar üzerine Bakanlık tarafından başvurucu hakkında kovuşturma izni verilmiştir. Bu izin üzerine başvurucu hakkında Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde sahtecilik suçu isnadıyla kamu davası açılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 17/11/2009 tarihli kararıyla başvurucunun sahtecilik suçunu işlediğine kanaat getirerek 1 yıl 11 ay 10 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmetmiş, ancak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Hükme yönelik itiraz Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 22/12/2009 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ankara Barosu, başvurucu hakkında ceza yargılamasına konu eylemi nedeniyle disiplin soruşturması başlatmıştır. Disiplin soruşturması sonucunda 17/2/2011 tarihli işlemle 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesinin (a) bendi ile ve maddeleri uyarınca başvurucunun iki yıl süreyle meslekten yasaklanmasına karar verilmiştir. Söz konusu disiplin işlemine karşı başvurucunun yaptığı itiraz Türkiye Barolar Birliğinin 1/7/2011 tarihli kararı ile reddedilmiş ve Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürlüğünün 5/10/2011 tarihli işlemi ile ceza onaylanmıştır. Başvurucu disiplin cezasının iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde iptal davası açmıştır. Mahkeme 4/3/2013 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: "... 5271 sayılı Ceza Mahkemesi Kanununun maddesinin fıkrasında; beraat kararının 5 bent halinde hangi hallerde verileceği açıkça düzenlenmiş olup, anılan Yasanın maddesinde, sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmedilen ceza iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası ise mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebileceğinin düzenlenmesi karşısında, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararında esasen kişi Mahkemece üzerine atılı suçtan suçlu bulunmakta ve mahkumiyetine karar verilmekle birlikte, Yasada öngörülen şartların bulunması halinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına da karar verildiğinden, beraat kararı gibi değerlendirilmesi mümkün değildir. ... Davacı hakkında, disiplin kovuşturmasına konu eylemi nedeniyle sahtecilik suçundan açılan ceza davası sonunda Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nin 17/11/2009 tarih ve Esas:2009/292, Karar:2009/350 sayılı kararı ile 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 342/1 ve maddeleri uyarınca cezalandırılmasına ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231/ maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, karara karşı davacı tarafından yapılan itirazın Ankara Ağır Ceza Mahkemesince reddine karar verilmesi üzerine, 22/12/2009 tarihinde kesinleştiği, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231/ maddesinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının sanık hakkında hukuki sonuç doğurmayacağı hükme bağlanmış ise de, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının mahkemece bütün delillerin denetime imkan verecek şekilde toplanması, fiil ve faile bağlı olarak suç vasfının tayini ve bu vasıflandırmaya uygun bir şekilde mahkumiyet kararı verilerek yargılamanın bitirilmesi, ancak verilen mahkumiyet hükmünün açıklanmaması ve sanığın belirli bir denetim süresi içinde denetimli serbestliğe tabi tutulması anlamında bulunduğu, genel veya özel af niteliği taşımadığı, mahkemenin söz konusu karar ile işten elini çektiği, verilen kararın itiraz kanun yolundan geçmek suretiyle kesinleştiği, böylece ortada şekli anlamda bir kesin hükmün bulunduğu, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına konu sahtecilik suçunun Avukatlık Kanunu'nun 5/1-a maddesine göre avukatlığa engel suçlardan olduğu, anılan Kanunun 136/ maddesi uyarınca meslekten çıkarma cezasını gerektirdiği görülmektedir. Bu durumda; sahtecilik eyleminde bulunduğu hususu mahkeme kararı ile sabit olan davacının, eyleminin 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 5/a maddesiyle bağdaşmadığı açık olup, aynı Kanunun 135/ maddesi gereğince takdiren iki yıl süreyle işten yasaklama cezası ile cezalandırılmasına ilişkin dava konusu disiplin cezası işleminde ve bu işlemin onanmasına ilişkin işlemlerde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. " Ret hükmü Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulunun 25/3/2015 tarihli kararı ile onanmış ve karar düzeltme istemi aynı Kurulun 14/9/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Diğer taraftan Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 3/12/2015 tarihli kararı ile, başvurucunun beş yıl içinde yeni bir suç işlememiş olduğu gerekçesine yer verilerek sahtecilik suçuna ilişkin 17/11/2009 tarihli ilamın ortadan kaldırılmasına ve davanın düşürülmesine hükmedilmiştir. Başvurucu, Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulunun karar düzeltme isteminin reddine dair kararını 13/11/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 11/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 1136 sayılı Kanun'un "Avukatlığa kabulde engeller" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Aşağıda yazılı durumlardan birinin varlığı halinde, avukatlık mesleğine kabul istemi reddolunur : a) Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı iki yıldan fazla süreyle hapis cezasına ya da Devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmak" 1136 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Avukatlık onuruna, düzen ve gelenekleri ile meslek kurallarına uymayan eylem ve davranışlarda bulunanlarla, meslekî çalışmada görevlerini yapmayan veya görevinin gerektirdiği dürüstlüğe uygun şekilde davranmayanlar hakkında bu Kanunda yazılı disiplin cezaları uygulanır. " 1136 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " Disiplin cezaları şunlardır: ... İşten çıkarma, avukatın veya avukatlık ortaklığının üç aydan az ve üç yıldan fazla olmamak üzere meslekî faaliyetlerinin yasaklanmasıdır." 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (5) numaralı fıkrasının son cümlesi şöyledir:"Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır." Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrası suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılma hakkını güvence altına almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında masumiyet karinesiyle sağlanan güvencenin iki unsurunun varlığını kabul etmiştir: Ceza yargılamalarının yürütülmesi ile ilgili usule ilişkin ilk unsur ve mahkûmiyet dışında bir şekilde sonuçlanan ceza yargılamalarıyla bağlantılı müteakip yargılamalar bağlamında başvuranın sabit bulunan masumiyetine saygı gösterilmesini sağlamayı amaçlayan ikinci unsur. Bu bağlamda söz konusu ilke cezai konularda usule ilişkin bir güvence olmakla sınırlı değildir. Bu ilkenin kapsamı daha geniştir ve hiçbir devlet temsilcisinin kişinin suçluluğu bir mahkeme tarafından tespit edilmeden o kişinin suçlu olduğuna ilişkin bir ifadede bulunmamasını gerektirir. Bu hususta masumiyet karinesi yalnızca ceza yargılamaları bağlamında değil aynı zamanda ceza yargılamaları ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuk davalarında veya diğer davalarda ya da disiplin incelemelerinde de ihlal edilebilir. Masumiyet karinesinin korunmasına ilişkin ikinci unsur ceza yargılamaları mahkûmiyetten başka bir şekilde sonlandığı zaman devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suç ile ilgili olarak kişinin masumiyetine ilişkin şüphe doğurmamasını gerektirir (Kemal Coşkun/Türkiye, B. No: 45028/07, 28/3/2017, §§ 41, 43). AİHM, Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrasının disiplin yetkisini haiz makamların ceza yargılaması kapsamında kendisine suç isnat edilen ve eylemi usule uygun bir şekilde tespit edilen bir kamu görevlisine yaptırım uygulamasını engellemek gibi bir amacı veya etkisi bulunmadığına ve Sözleşme’nin herhangi bir eylem nedeniyle hem ceza hem de disiplin yargılamalarının başlatılmasına veya söz konusu iki yargılama türünün eş zamanlı olarak yürütülmesine halel getirmediğine vurgu yapmaktadır. AİHM ayrıca, cezai sorumluluğun kaldırılması hâlinde bile daha hafif bir ispat külfeti temelinde aynı olaylardan doğan hukuki veya diğer sorumlulukların tesis edilmesine halel getirilmediğine işaret etmektedir. Ancak nihai bir cezai hüküm olmaksızın disiplin yargılaması kapsamında başvurana iddia konusu uygunsuz hareketi nedeniyle cezai sorumluluk yükleyen bir ifadenin bulunması hâlinde maddenin ikinci fıkrası kapsamına giren bir mesele söz konusu olacaktır (Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/1/2018, § 51). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19048 | Başvuru, disiplin cezası verilmesine dair işlemin iptali istemiyle açılan davada hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargılaması ve ceza yargılamasına konu eylem esas alınarak karar verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Birinci ve ikinci başvurucuların çoçuğu, üçüncü ve dördüncü başvurucuların kardeşi olan, başvurucular murisi küçük A.Ç., İzmir ili Menemen ilçesi Topçu Tugay Komutanlığı askerî lojmanları içinde bulunan basketbol sahasında oynarken basket potasının devrilerek üzerine düşmesi sonucu29/8/2005 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucu Fehmi Çoşgun tarafından belirtilen olay nedeniyle 16/11/2005 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açılmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin 31/1/2006 tarihli ve E.2005/412, K.2006/20 sayılı kararıyla davanın görev yönünden reddine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 19/3/2007 tarihli ve E.2006/5230, K.2007/3460 sayılı kararı ile onama kararı verilmiştir. Başvurucular Fehmi Çoşgun ve Nahide Çoşgun tarafından açılan tazminat davasında da Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin 18/7/2007 tarihli ve E.2006/318, K.2007/230 sayılı kararı ile davanın görev yönünden reddine karar verilmiştir. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin görevsizlik kararından sonra başvurucular Fehmi Çoşgun ve Nahide Çoşgun tarafından 26/10/2007 tarihinde İzmir İdare Mahkemesinde maddi tazminat istemli tam yargı davası açılmıştır. İzmir İdare Mahkemesinin 30/4/2009 tarihli ve E.2008/29, K.2009/579 sayılı kararı ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalı idarenin temyizi üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 30/1/2014 tarihli ve E.2009/16175, K.2014/519 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün onanmasına karar verilmiştir. Davalı idarenin karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 17/12/2015 tarihli ve E.2014/4018, K.2015/5991 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra başvurucular Fehmi Çoşgun, Nahide Çoşgun, Melih Çağlar Çoşgun ve Tuğba Çoşgun Baysal tarafından 25/6/2007 tarihinde, İzmir İdare Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat istemli tam yargı davası açılmıştır. İzmir İdare Mahkemesinin 18/2/2009 tarihli ve E.2007/1147, K.2009/149 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne hükmedilmiştir. Davalı idarenin temyizi üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 30/1/2014 tarihli ve E.2009/9366, K.2014/518 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün onanmasına karar verilmiştir. Davalı idarenin karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 17/12/2015 tarihli ve E.2014/4208, K.2015/5992 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bu karar 3/2/2016 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 2/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6184 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 16/10/2008 tarihinde akşam saatlerinde doğum belirtilerinin başlaması üzerine Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Hastane) başvurmuştur. Yatışı yapılan başvurucu 17/10/2008 günü saat 45 sıralarında Berra adında bir kız çocuğu dünyaya getirmiştir. Doğum sonrası ilk muayenesinde genel durumu iyi olan bebeğin sonraki gün yapılan muayenesinde emmede azalma ve yeni doğan reflekslerinde hipoaktivite (ağır hareket etme) tespit edilmiş, havale geçirmesi nedeniyle yeni doğan yoğun bakım ünitesinde takip edilen bebek 27/10/2008 tarihinde ileri tetkik ve tedavi amacıyla Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine sevk edilmiştir. Yirmi sekiz gün boyunca tedavi gören bebek düzenli nöroloji muayenesi ve fizik tedavi uygulanması önerisiyle taburcu edilmiştir. 15/7/2009 tarihli sağlık kurulu raporunda hipoksik ensefalopati, motor retardasyon ve paraparezi tanısıyla bebekte %60 oranında vücut fonksiyon kaybı bulunduğu tespit edilmiştir.A. İdari Soruşturmaya İlişkin Süreç Başvurucunun tıbbi ihmal iddiasıyla şikâyette bulunması üzerine Antalya Valiliği ilgili sağlık personeli hakkında ön inceleme başlatmıştır. İnceleme sonucu düzenlenen 21/8/2009 tarihli raporda; alınan ifadelere ve bilirkişi raporlarına göre doğumun doğal seyrinde devam ettiği, doğum sonunda bebeğin genel durumunun iyi olarak tespit edildiği, bununla birlikte doğum esnasında bir hipoksinin (dokularda oksijen oranının azalması) oluşma ihtimalinin bulunduğu, durumun personelin ihmalinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı kesin olarak tespit edilemediğinden ilgili doktor ve ebeler hakkında soruşturma izni verilmesi yönünde görüş bildirilmiştir. Antalya Valisi 3/9/2009 tarihinde soruşturma izni verilmesine karar vermiş, karara yapılan itirazlar Antalya Bölge İdare Mahkemesinin 9/12/2009 tarihli kararıyla reddedilmiştir.B. Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreç Soruşturma izni verilmesi üzerine Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) görevi kötüye kullanma nedeniyle olay hakkında soruşturma başlatmış, bu kapsamda müştekinin bebeğinin özürlü doğmasında şüpheli doktor ve ebelerin kusurunun bulunup bulunmadığı hususunda Adli Tıp Kurumu (ATK) Başkanlığından rapor istemiştir. ATK dosya üzerinde yaptığı incelemede, doğumla ilgili travayda çekilen NST (Non Stres Test-Bebeğin, anne karnında iken yeterli oksijen alıp almadığının kontrolü için kullanılan, kalp atışlarını takip ederek kaydeden kardiyotokografi aleti ile yapılan test) çıktılarının aslına ihtiyaç duyduğunu bildirmiştir. Hastane ise bu talebe, daha önce gönderilen evrak asılları dışında Hastanede kalan dosya fotokopilerinde NST çıktılarının bulunmadığı yönünde cevap vermiştir. ATK Adli Tıp İhtisas Kurulu (Kurul) tarafından küçüğün muayenesi yapılmak suretiyle hazırlanan 18/3/2011 tarihli bilirkişi raporunda; bebeğin ilk muayenesinde genel durumunun iyi ve yeni doğan reflekslerinin doğal olduğu, mevcut tıbbi belgelere göre normal doğum kararının doğru olduğu, gebenin travayda (doğum eyleminde) ÇKS'nin (çocuk kalp sesi) yakından takip edildiği, bebeğin intrauterin (rahim içi) sıkıntıda olduğunu gösteren bulguların mevcut olmadığı belirtilmiştir. Raporda ayrıca, gebede prenatal dönemde herhangi bir patolojinin söz konusu olmadığı, doğumdan yirmi dört saat sonra başlayan sistemik ve nörolojik bulgularınneonatal inme ile ilişkili olabileceği, bu tür inmelerin büyük kısmında sebebin belli olmadığı, doğum yaptıran hekim ve sağlık personeli ile doğumdan sonra bebeği takip ve tedavi eden personelin eylemlerinin tıp kurallarına uygun olduğu ifade edilmiştir. Başsavcılık 3/10/2012 tarihli kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararda şüpheli ifadeleri ve bilirkişi raporu neticesinde şüphelilerin atılı suçu işlediğine dair müştekinin soyut iddiası dışında hakkında kamu davası açılmasına yeterli delil bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu ve eşi NST kayıtlarının, doğum sırasındaki tıbbi olguların elektronik olarak kaydedildiği ve sonradan müdahale edilemeyen objektif veriler olduğunu, ATK'nın bu kayıtları incelemeden varsayıma dayalı olarak düzenlediği rapora itibar edilemeyeceğini belirterek Başsavcılığın kararına itiraz etmiştir. Manavgat Ağır Ceza Mahkemesinin 28/12/2012 tarihli kararıyla itiraz reddedilmiştir. İdari Yargıda Açılan Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç Başvurucu ve eşi, doğum sırasındaki tıbbi ihmal nedeniyle uğradıkları zararların tazmini talebiyle 28/12/2009 tarihinde Sağlık Bakanlığına (Bakanlık) başvuruda bulunmuşlardır. Bakanlık 15/2/2010 tarihli işlemiyle talebi kabul etmediğini başvurucuya bildirmiştir. Başvurucu ve eşi 22/4/2010 tarihinde Bakanlık aleyhine Antalya İdare Mahkemesinde manevi tazminat davası açmışlardır. Dava dilekçesinde; bebeğin başı çıkımda göründüğü hâlde doğumun gerçekleşmesi için gerekli müdahalenin yapılmadığı, kayıt altına alınan teknik verilerin gereği gibi değerlendirilmediği, normal yoldan doğum için iki saat kırk beş dakika bu şekilde beklendiği, suni sancıyla doğurtulan bebeğin ağlama tepkisi vermediği ve emme refleksinin olmadığı, doğum öncesi kontrollerinde sağlıklı olan bebeğin doğum sırasındaki gecikme nedeniyle sakat kaldığı belirtilmiştir. İdare Mahkemesi 18/3/2011 tarihli ATK raporunu temin edip inceledikten sonra 16/11/2012 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinde Kurulca hazırlanan bilirkişi raporu hükme esas alınarak olayda idarenin tazmin sorumluluğunu gerektirecek ağır hizmet kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu ve eşi tarafından NST kayıtları olmadan hazırlanan bilirkişi raporuna itibar edilemeyeceği iddiasıyla temyiz edilen karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 12/6/2014 tarihli toplantısında onanmış, karar düzeltme istemi de Dairenin 17/12/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 11/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 7/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. İlgili hukuk için bkz. Fesih Aydar (B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24-30) kararı. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/4642 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamu görevlisinin valilik yazısına istinaden il dışına naklen atanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai kararı 11/12/2018 tarihinde öğrendikten sonra 10/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Şanlıurfa'da bir ilköğretim okulunda öğretmen olarak görev yapmaktadır. Somut olay başvurucunun Suruç ilçesinde kurulu bulunan demokratik çözüm çadırını ziyaret etmesi etrafında şekillenmiştir. Anılan çadırda terör örgütü propagandası yapıldığı iddiaları üzerine başvurucu hakkında adli yönden soruşturma başlatılmış ve başvurucu gözaltına alınmıştır. Anılan süreci takiben Şanlıurfa Valiliği tarafından Millî Eğitim Bakanlığına hitaben "Görev Yapması Sakıncalı Personel" başlıklı bir yazı gönderilerek başvurucunun da aralarında olduğu bazı öğretmenlerin Şanlıurfa ve çevresinde görev yapmalarının sakıncalı olduğu belirtilmiştir. Nihayetinde Millî Eğitim Bakanlığı, anılan yazıya istinaden başvurucunun Burdur'un Çavdar ilçesine hizmetin gereği olarak atanmasına karar vermiştir. Başvurucu, hakkında tesis edilen naklen atama işleminin iptali talebiyle İdare Mahkemesine başvurmuştur. Mahkeme, başvurucunun son iki yılda üst üste olumsuz sicil almadığını ve görev yerinin değiştirilmesinin yapılan bir idari soruşturmaya dayanmadığını belirterek ilgili yönetmelikte aranan şartların somut olayda gerçekleşmediği gerekçesiyle işlemin iptaline karar vermiştir. Davalı idare, anılan karara karşı temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Danıştay İkinci Dairesi, ilk derece mahkemesi kararının dayandığı gerekçenin usul ve hukuka uygun olduğunu belirterek temyiz talebini oyçokluğuyla reddetmiştir. İdare, anılan karara karşı düzeltme talebinde bulunmuştur. Karar düzeltme kararında, dava konusu işlemin tesis edilmesinden sonra düzenlenen soruşturma raporuna göre başvurucunun Barış ve Demokrasi Partisi İlçe Teşkilatı tarafından kurulan çadırı ziyaret ederek bir siyasi partinin yararına veya zararına faaliyette bulunduğu gerekçesiyle disiplin cezası ile cezalandırıldığına ve bu cezaya karşı açılan davanın reddedildiğine yer verilmiştir. Nihayetinde başvurucunun demokratik çözüm çadırını ziyaret ettiğini belirten Valilik yazısı uyarınca il dışına naklen atanmasının kamu güvenliğinin sağlanması, hizmetin etkin ve verimli yürütülmesi amacıyla idareye tanınan takdir yetkisi çerçevesinde yapıldığı belirtilerek mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiştir. Sonuç olarak İdare Mahkemesi bahse konu bozma kararına uyarak davanın reddine karar vermiş ve söz konusu karar kanun yolunda kesinleşmiştir. A. Ulusal Hukuk 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun "Memurların kurumlarınca görevlerinin ve yerlerinin değiştirilmesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kurumlar, görev ve unvan eşitliği gözetmeden kazanılmış hak aylık dereceleriyle memurları bulundukları kadro derecelerine eşit veya 68 inci maddedeki esaslar çerçevesinde daha üst, kurum içinde aynı veya başka yerlerdeki diğer kadrolara naklen atayabilirler." 6/5/2010 tarihli ve 27573 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan mülga Millî Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği'nin "Hizmetin gereği olarak yapılacak yer değiştirmeler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Yönetmeliğin yer değiştirmeyle ilgili diğer şartları aranmaksızın;a) Haklarında yapılan soruşturma sonucunda görev yerinin değiştirilmesi uygun görülenlerin,b) Son iki yılda üst üste olumsuz sicil almış olanların hizmetin gereği olarak görev yerleri değiştirilebilir.… (5) Bu madde kapsamında yapılacak yer değiştirmeler, zamana bağlı olmaksızın iller arasında Bakanlıkça, il içinde valiliklerce yapılır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) devletin kamu hizmetinde çalışan memurları yönünden sadakat yükümlülüğü öngörmesinin, ayrıca onlara ödev ve sorumluluklar yüklemesinin memurların statüleri gereği meşru bir durum olduğunu belirtmiştir. Fakat kamu görevlilerinin de birey olduğunu, siyasi görüş sahibi olma, ülke sorunlarıyla ilgilenme, tercih yapma gibi sosyal yönlerinin bulunduğunu, bu doğrultuda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ve maddelerinden yararlandıklarının şüpheden uzak olduğunu da ifade etmiştir. Memurun bulunduğu konum ve görev yaptığı alanla ilgili olarak ödev ve sorumluluk derecesinin belirlenmesinde ulusal makamların bir takdir marjı olduğunu da eklemiştir (Vogt/Almanya [BD], B. No: 17851/91, 26/9/1995, §§ 51-53; Ahmed ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22954/93, 2/9/1998, §§ 53, 54; Otto/Almanya (k.k.), B. No: 27574/02, 24/11/2005; İsmail Sezer/Türkiye, B. No: 36807/07, 24/3/2015, §§ 52-54). AİHM, kamu görevlilerinin devlete sadakat yükümlülüğü hususunda söz konusu devlete özgü durumların dikkate alınabileceğini kabul ettiği gibi memurun görevinin niteliğinin de gözönünde bulundurulması gerektiğini ifade etmiştir. Komünist Partinin eylemlerine aktif olarak katılan bir öğretmenin aldığı disiplin cezasına ilişkin olarak yapılan başvuruda verdiği kararda, öğretmenlerin öğrencileri yönünden bir otoriteyi temsil ettiği gerçeği karşısında iş yaşamları dışında da belli bir dereceye kadar ödev ve sorumluluklarının devam edeceğini kabul etmiştir (Vogt/Almanya, §§ 59, 60; Mahi/Belçika, B. No: 57462/19, 3/9/2020, § 32). | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2395 | Başvuru, kamu görevlisinin valilik yazısına istinaden il dışına naklen atanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/30413 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, hakkında yürütülen ceza davasının makul sürede sonuçlandırılmaması, çelişkiler giderilmeden ve gerekçesiz olarak mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle Anayasa’nın maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru 7/1/2013 tarihinde Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonu 14/11/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar vermiştir. Bölüm tarafından 4/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 5/12/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı 3/1/2014 tarihinde başvuruya ilişkin görüşünü bildirmiştir. Adalet Bakanlığı görüşü 13/1/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ve diğer iki sanık 30/12/2001 tarihinde işledikleri iddia edilen kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve nitelikli yağma suçları nedeniyle aynı gün yakalanarak gözaltına alınmıştır. Başvurucu 31/12/2001 tarihinde Kartal Sulh Ceza Mahkemesince tutuklanmış ve isnat edilen suçlara ilişkin olarak 3/1/2002 tarihli iddianameyle hakkında kamu davası açılmıştır. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin E.2002/73 sayılı dosyasında yürütülen yargılamada 27/5/2002 tarihinde tüm sanıkların tutukluluk hali sona erdirilmiştir. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 14/5/2007 tarih ve E.2002/73, K.2007/360 sayılı kararıyla başvurucu, yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından toplam 14 yıl 2 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. İlk derece mahkemesinin gerekçeli kararında;“Müşteki A.S. ile tanıklar A. Ş., Y., N. K. ve K. Ö. huzurda dinlenmiştir. İlk aşamada alınmış beyanlar dosyada yer almaktadır. 2001 tarihli raporda A.S’nin 5 gün iş güçten kalacak şekilde yaralandığı belirtilmiştir. Olay yeri tespit tutanağı 40 sıra numarası ile dosyada yer almaktadır. Yine ele geçen tabanca ile ilgili ekspertiz raporu dosyada bulunmaktadır.Dosyadaki deliller genel olarak bunlardan ibaret olup işin nitelendirilmesi ve sonuçlandırılması aşamasına geçilmiştir.Tüm dosya kapsamından olay öncesinde müşteki A. S. ile N. K. adlı kişi arasında bir araba işi nedeni ile sürtüşme bulunduğu, N. K.'nın bu sorunun çözümünü polis memuru olan A. T. ve diğer iki sanığa havale ettiği, olay günü müştekinin evinden çıkarak arabasını çalıştıracağı sırada sanıkların silahlı biçimde önüne çıkıp onu tehdît ettikleri, başına tabanca kabzası ile vurup zorla arabaya bindirip uzaklaştırdıkları, yolda kendisini döverek üzerinde bulunan 116 YTL parasını aldıkları, daha sonra müştekinin ailesi tarafından olayın haber verilmesi üzerine olayın soruşturulmaya başlandığı, sanıkların yakalanarak haklarında kamu davası açıldığı anlaşılmıştır. Mahkememizce olayın genel hatları ile bu şekilde oluştuğu sonucuna varılmıştır. Dosyada çözülmesi gereken sorun, sanıkların suç işlediğine dair yeterli delil olup olmadığı, varsa eylemlerin nasıl nitelendirileceğidir. Ruhsatsız silah suçundan açılan kamu davası yönünden zamanaşımı süresinin dolduğu görülmüş ve ortadan kaldırma kararı verilmiştir.Mahkememizce sanıkların birlikte nitelikli yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçları ayrı ayrı sabit görülerek cezalandırılmaları yoluna gidilmiştir.Dosyada 28 sıra numarası ile sanık Nusret Kaya'nın ilk ifadesi yer almaktadır. Bu ifadeye göre polis memuru olan A. T.'nin araba ihtilafını çözmek için tahsilatçı edası ile olaya bilerek katıldığı saptanmıştır. 29 sıra numaralı ifadesi bulunan H. G.'nin ifadesinde mağdurun silahla kaçırıldığı şeklinde anlatım bulunmaktadır. 30 sıra numaralı rapor mağdurun dövüldüğünü şiddete maruz kaldığını ortaya koymaktadır.Mağdurun 32 sıra numaralı ifadesi, 34 sıra numaralı ihbar tutanağı, 36 sıra numaralı olay yeri inceleme raporu, 40 sıra numaralı olay yeri tesbit tutanağı bu oluş ve kabulü desteklemektedir.Müşteki A. S.'nin duruşma ifadesi ilk ifadesi ile uyumludur. Tanık K. Ö.'nün mahkeme önündeki ifadesi bunu desteklemektedir.Sanıkların ilk ifadeleri tevil yollu anlatım içerdiği, itibara değer olmadığı, mağdurun tabancasını düşürüp onların almaları ve ona karşı kullanmalarının hayatın olağan akışına aykırı olduğu saptanmıştır.Jandarma görevlisi Ç.’nin 68 sıra numaralı ifadesi yine Jandarma görevlisi T. K.'nin 70 sıra numaralı ifadesi bu oluşu ve kabulü desteklemektedir.Tüm bu hususlar karşısında mağdur A.S.’nin N. K. ile olan ihtilafı yüzünden sanıkların tahsilatçı şeklinde olaya dahil oldukları, olay günü sabah saatlerinde aracına binmek isteyen mağdura silah çekip kafasına vurduktan sonra zorla arabaya bindirdikleri, Samandıra'dan Halkalı’ya kadar son derece uzak bir yere götürüp uzun süre alıkoymaları, dövmeye ve tehdit etmeleri üzerinde bulunan 116 YTL parası ve cüzdanını yağmaladıkları anlaşılmıştır.” denilmektedir. Bu karar Yargıtay Ceza Dairesinin 1/10/2012 tarih ve E.2008/15417, K.2012/16241 sayılı ilamıyla onanmıştır. Onama kararı 17/12/2012 tarihinde öğrenilmiştir. Başvurucu 7/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Yağma suçunun;a) Silahla,..c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,..İşlenmesi halinde, fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.(2) Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.(3) Bu suçun;a) Silahla,b) Birden fazla kişi tarafından birlikte,…İşlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat artırılır.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/387 | Başvurucu, hakkında yürütülen ceza davasının makul sürede sonuçlandırılmaması, çelişkiler giderilmeden ve gerekçesiz olarak mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 1 |
Başvuru, hastalığın tek tedavisi olan ilacın ithali için gerekli masrafın Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanmasına ilişkin olarak yargı makamlarınca verilen tedbir kararının uygulanmaması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/4/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 25/4/2018 doğumlu olan başvurucuya 2019 yılında hipofosfatazya tanısı konulmuştur. Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu (İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu) 3/9/2019 tarihli yazıyla başvurucunun hastalığının tedavisinde asfotase alfa etken maddeli ilacın -ki bu ilacın Strensiq olduğu anlaşılmaktadır- 1 (bir) aylık dozda kullanımının ve sadece Türk Eczacıları Birliği (TEB) aracılığıyla yurt dışından ithalinin uygun görüldüğü, tedaviye devam edilmek istenmesi ve gerekli belgelerin hazırlanarak başvurulması hâlinde durumun yeniden değerlendirileceği konusunda Koç Üniversitesi Hastanesinde (Hastane) görevli Doç. Dr. R.G.Y.yi bilgilendirmiştir. Hastanede görevli Prof. Dr. Ş.H., Doç. Dr. R.G.Y. ve Doç. Dr. T. tarafından düzenlenen 25/9/2019 tarihli ilaç kullanım raporuna göre başvurucu asfotase alfa etken maddeli ilacı bir yıl süreyle günlük 3x1 flakon/hafta dozda ve subkutan olarak kullanmalıdır. Başvurucu, hastalığın tedavisi için gerekli olan ilacın karşılanması için Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK)İbni Sina Sosyal Güvenlik Merkezine (Sosyal Güvenlik Merkezi) başvuru yapmıştır. Sosyal Güvenlik Merkezi, söz konusu ilacın Sağlık Uygulama Tebliği'nin (SUT) ekindeki listelerde yer almaması nedeniyle bedelinin ödenmeyeceğini ve ilacın yurt dışı ithal ilaç listesine (EK 4/C) alınması için 8/10/2019 tarihinde Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürlüğüne başvuru yapıldığını 9/10/2019 tarihli yazıyla başvurucuya bildirmiştir. Prof. Dr. Ş.H. ve Doç. Dr. R.G.Y. tarafından ilgili makama yazılan 22/10/2019 tarihli yazıda; yakın zamana kadar özgün tedavisi bulunmayan hipofosfatazya hastalığının enzim replasman tedavisi (asfotaz) ile tedavi edilebildiği, tedavi edilmediği takdirde hastalığın ağır formlarının ölümle sonuçlanabileceği, hastalığın hafif seyretmesi durumunda ise yürüyememe, kemik kırıkları, kol veya bacaklarda kısalık ve diş kaybı gibi bulgularla karşılaşılabileceği, hipofosfatazya hastalarında böbrek yetmezliğinin gelişebildiği, nitekim başvurucunun yenidoğan döneminden itibaren böbrek yetmezliği tedavisi görmekte olduğu, kafatası kemiklerinde kraniosinostoz adlı tablonun gelişmesi nedeniyle iki kez ameliyat olduğu ve hiçbir travma olmamasına rağmen yeni çıkmış iki dişinin düştüğü belirtilmiştir. Doç. Dr. R.G.Y. 5/11/2019 tarihinde üç aylık ihtiyacı için Strensiq isimli ilaçtan alması amacıyla başvurucuya reçete yazmıştır. Başvurucu, Strensiq isimli ilacın bedelinin karşılanmasına karar verilmesi talebiyle Ankara İş Mahkemesinde (İş Mahkemesi) SGK aleyhine dava açmış ve yargılama süresince ilaç bedelinin hiçbir kesinti yapılmaksızın SGK tarafından ödenmesi yönünde ihtiyati tedbir kararı verilmesini istemiştir. İş Mahkemesi 15/11/2019 tarihinde başvurucunun ihtiyati tedbir talebini kabul ederek Strensiq isimli ilacın bedelinin 25/9/2019 tarihinden itibaren 1 yıl süreyle SGK tarafından karşılanmasına karar vermiştir. 24/12/2019 tarihli celsede ihtiyati tedbir kararının devamına karar verilmiştir. İş Mahkemesince verilen ihtiyati tedbir kararına SGK tarafından itiraz edilmiş olup anlaşıldığı kadarıyla itiraz konusunda Ankara Bölge Adliye Mahkemesince henüz bir karar verilmemiştir. İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu 14/1/2020 tarihli yazıyla asfotase alfa etken maddeli ilacın üç aylık dozda kullanımının ve bu ilacın sadece TEB aracılığıyla yurt dışından ithalinin uygun görüldüğü konusunda Doç. Dr. R.G.Y.yi bilgilendirmiştir. Başvurucu, Sosyal Güvenlik Merkezine verdiği 31/3/2020 tarihli dilekçe ile Strensiq isimli ilacın kesinti yapılmaksızın karşılanmasını ve ilaç bedelinin ithale yetkili kuruluşa ödenmesini talep etmiştir. Sosyal Güvenlik Merkezi 2/4/2020 tarihli yazıyla, istediği bazı belgeler yanında kullanılan ilaca ait boş kutuların ibraz edilmesi hâlinde İş Mahkemesi kararının yerine getirilerek ilaç bedelinin ödeneceği konusunda başvurucuyu bilgilendirmiştir. Başvurucu 9/4/2020 tarihli dilekçeyle İş Mahkemesinden “ilacın yurt dışından ithali için gerekli ödemenin TEB'e yapılmasına” veya “ilacın bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa ödenmesinin derhâl sağlanmasına” ilişkin ifadelerin eklenmesi suretiyle 15/11/2019 tarihli ihtiyati tedbir kararının tavzihini istemiştir. İş Mahkemesi 10/4/2020 tarihinde başvurucunun talebini kabul etmiş ve daha önce verdiği ihtiyati tedbir kararını tavzih ederek ilacın yurt dışından ithali için gerekli ödemenin TEB'in yurt dışı ilaç teminiyle ilgili birimine yapılmasına karar vermiştir. Yeni koronavirüs hastalığına (COVID-19) karşı alınan tedbirler kapsamında İş Mahkemesi 21/4/2020 tarihinde yapılacak duruşmanın 29/9/2020 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesince başvurucunun talebine konu ilacın ithali için gerekli ödemenin TEB'in ilgili birimine yapılıp yapılmadığı hususunda Sosyal Güvenlik Merkezine yazılan müzekkereye verilen 28/4/2020 tarihli cevap yazısından ilacın yurt dışından ithali için TEB'e ödeme yapılmasına ilişkin işlemlerin başlatıldığı öğrenilmiştir. Sosyal Güvenlik Merkezi İş Mahkemesine gönderdiği 6/5/2020 tarihli yazıyla ilacın ithali için gerekli işlemlerin başlatılması amacıyla ve 30/4/2020 tarihli ödeme emri belgesiyle TEB adına ödeme işlemlerinin gerçekleştirildiğini bildirmiştir. Söz konusu ödeme emri belgesine göre ödemeye konu miktar 198,37 TL'dir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/12646 | Başvuru, hastalığın tek tedavisi olan ilacın ithali için gerekli masrafın Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanmasına ilişkin olarak yargı makamlarınca verilen tedbir kararının uygulanmaması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, alacak davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 3/2/2012 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) alacak davası açmıştır. Mahkeme 11/2/2016 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Başvurucunun kanun yolu aşamasında 9/9/2019 tarihli dilekçesiyle davadan feragat etmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/9/2019 tarihli kararı ile feragat nedeniyle işlem yapılmak üzere Mahkeme kararı bozulmuştur. Bozma kararı üzerine Mahkemece 26/11/2019 tarihinde feragat nedeniyle davanın reddine karar verilmiş ve karar 12/2/2020 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürdüğü iddiasıyla Anayasa Mahkemesine 18/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21938 | Başvuru, alacak davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, davanın sonucuna etkili iddiaların kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir Başvuru 18/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, polis memuru olarak görev yapmaktadır. Başvurucuya 12/2/2018 tarihinde Emniyet Genel Müdürlüğü Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığının 9/2/2018 tarihli işlemi tebliğ edilmiştir. İşlemde 15/1/2015 tarihli ve 29237 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Dış Temsilciliklerin Korunmasında Geçici Süreli Görevlendirilecek Emniyet Genel Müdürlüğü Personeli Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesinin beşinci fıkrasında belirtilen "Nihai başarı listesi, müteakip sınav dönemine kadar geçerlidir." düzenlemesine yer verilerek başvurucunun bilgilendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu Emniyet Genel Müdürlüğü Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığının yukarıda anılan 9/2/2018 tarihli işleminin iptali istemiyle 9/3/2018 tarihinde dava açmıştır. İzmir İdare Mahkemesi (Mahkeme) 7/3/2019 tarihinde davayı reddetmiştir. Başvurucu 31/5/2019 tarihinde karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 26/9/2019 tarihinde istinaf başvurusunu kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 22/10/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/38313 | Başvuru, davanın sonucuna etkili iddiaların kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir | 0 |
Başvuru; haksız yakalama ve gözaltına alma işlemlerinden doğan manevi zararın tazmini istemiyle açılan davada yeterli tazminata hükmedilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ve tazminat miktarı belirlenirken toplantı hakkına müdahale edildiğinin dikkate alınmaması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/5/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formuyla eklerine ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe teşebbüsünden sonraki süreçte kamu görevinden çıkarılan başvurucu, iddiasına göre başvuruya konu olayın gerçekleştiği tarihte Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonuna (KESK) bağlı bir sendikanın kamuoyunca bilinen yöneticisidir. Bakırköy İlçe Emniyet Müdürlüğünün talebi üzerine Bakırköy Kaymakamı 1/6/2018 tarihinde, kamu güvenliği ile esenliğinin korunması ve 24/6/2018 tarihinde yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimine ilişkin propaganda çalışmalarının sorunsuz bir şekilde sürmesi için KESK üyelerinin Bakırköy Cumhuriyet (Özgürlük) Meydanı ve çevresinde basın açıklaması yapmasını ve otuma eylemi gibi eylemlerde bulunmasını yasaklamıştır. Sözü edilen yasaklama kararını 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun maddesinin (Ç) fıkrasına dayandırmıştır. Karardan anlaşıldığına göre;- KESK üyeleri, altmış yedi haftadır haftanın belirli günlerinde, kamu görevinden çıkarılan sendika üyelerinin yeniden kamu görevine alınması talebiyle meydanda üç saat süren eylemler yapmaktadır. - Sözü edilen meydan yayaların yoğun olarak kullandığı bir yerdir. Devam eden tren hattı yapımı nedeniyle çevredeki yaya üst geçidi iptal edildiği için geçici olarak hayata geçirilen yeni yaya üst geçidi, dar olan meydanı yoğunlaştırmıştır. Seçim çalışmaları nedeniyle siyasi partiler meydanda stant açmıştır. Ayrıca meydanda yerel yönetime ait iftar çadırı ile iftarlık malzeme taşıyan kamyonet bulunmaktadır.- KESK üyeleri, basın açıklaması sınırlarını aşan eylemleriyle ilgili olarak herhangi bir müracaatta bulunmamıştır.- Siyasi partiler propaganda çalışmaları sırasında hoparlör kullanmazken KESK üyeleri, hoparlör kullanarak sloganlar atmakta ve basın açıklaması adı altında bazı siyasi partileri hedef alacak şekilde propaganda yapmaktadır. Oldukça dar olan meydanda siyasi partilere ait stantlar da bulunduğu için telafisi mümkün olmayan olayların meydana gelmesi kuvvetle muhtemeldir. KESK üyelerinden/eski üyelerinden oluşan yaklaşık yirmi beş kişilik bir grup, basın açıklaması ve oturma eylemi yapmak üzere 2/6/2018 tarihinde saat 35 sıralarında Bakırköy Cumhuriyet Meydanı’nda toplanmıştır. Grupta başvurucu da bulunmaktadır. Konuyla ilgili polis tutanağına göre; i. Yasaklama kararından haberdar edilen bir grup üyesi, polise eylemlerini mutlaka yapacaklarını söylemiştir. Ardından grup, üzerinde “İşimizi ekmeğimizi geri alacağız” yazan bir pankartı yere sermiş; sendika isminin yazılı olduğu yeleklerini giymiş ve hep bir ağızdan “Gün gelecek devran dönecek, AKP halka hesap verecek”, “Direne direne kazanacağız”, “AKP’nin memuru olmayacağız” ve “AKP gidecek biz kalacağız” şeklinde sloganlar atmıştır. ii. Saat 40 sıralarında polis; ses yükseltici cihaz kullanarak toplantının kanuna aykırı olduğunu, dağılmaları gerektiğini, aksi hâlde artan nispette güç kullanılarak toplantının dağıtılacağını gruba bildirmiştir. Bu bildirim belirli aralıklarla üç kez yapılmıştır. Bu süreçte bazı grup üyeleri dağılmıştır. Aralarında başvurucunun da bulunduğu on beş kişi, dağılmamakta ısrar ederek yere oturmuş; kol kola girerek birbirlerine kenetlenmiş ve slogan atmaya devam etmiştir. 05 sıralarında polis, artan oranda güç kullanarak dağılmamakta ısrar eden kişileri yakalayıp gözaltına alınanların bindirildiği araca almıştır. iii. Saat 28 sıralarında telefonla görüşülen nöbetçi Cumhuriyet savcısı, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşünde dağılmamakta ısrar etme suçu nedeniyle şüphelilerin ifadelerinin alınması ve soruşturma evrakının ikmal edilerek gönderilmesi yönünde polise talimat vermiştir.iv. Yakalanan kişilere destek için saat 30 sıralarında toplanan yaklaşık kırk kişilik gruptan on dört kişi saat 55 sıralarında yakalanmıştır. Cumhuriyet savcısı bu kişiler yönünden de polise aynı talimatı vermiştir. Polis 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun maddesinde düzenlenen direnme suçu nedeniyle yürütülen soruşturma kapsamında saat 27’de başvurucunun ifadesini almak istemiş ancak başvurucu susma hakkını kullanmıştır. Soruşturma evrakından başvurucu hakkında adli rapor alındığı anlaşılsa da başvurucunun ne zaman serbest bırakıldığı tespit edilememiştir. Aralarında başvurucunun da yer aldığı şüpheliler hakkında direnme suçunu işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır. İddianamede; şüphelilerin yasaklama kararına rağmen meydanda toplanıp slogan attıkları, kolluk görevlilerinin ihtarlarına rağmen yere oturdukları, kol kola girip kenetlenerek slogan atmaya devam ettikleri ve kendilerine karşı güç kullanılmasına karşın dağılmamakta ısrar ettikleri ileri sürülmüştür. Yargılamayı yapan Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesi, sanıklara isnat edilen suçun oluşmadığı gerekçesiyle sanıkların beraatine karar vermiştir. Karara göre iddianamede suç teşkil eden bir eyleme yer verilmemiş, toplantının kamu düzenini bozduğu da iddia edilmemiştir. Yasaklama kararı ilgili Sendikaya bildirilmemiş ve polisin asayişi bozucu nitelikteki müdahalesine kadar herhangi bir sorun yaşanmamıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri için ilgili kanunda öngörülen bildirimin yapılmaması, toplantıyı kanuna aykırı hâle getirse bile bu aykırılık toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına müdahale için gerekçe oluşturamaz. Ayrıca 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun emre aykırı davranışı düzenleyen maddesinin şartları da mevcut değildir. Aleyhine kanun yoluna başvurulmadığı için anılan karar, başvurucu yönünden 2/12/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun vd. maddelerine dayanarak İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) tazminat davası açmıştır. Manevi tazminat olarak 000 TL talep eden başvurucu, dava dilekçesinde özetle şu iddialarda bulunmuştur:- Kamu görevinden çıkarılmış bazı sendika üyelerine yönelik etkinlik kapsamında, ifade ve örgütlenme özgürlükleri ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını kullandığı sırada yakalanarak gözaltına alınmış ve bir sonraki gün, gecenin ilerleyen saatlerinde serbest bırakılmıştır. Gerçekleştirilmesi planlanan basın açıklaması, kolluk müdahalesi nedeniyle yapılamamıştır. Kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşünde dağılmamakta ısrar etme suçunu işlediği iddiasıyla yargılanmış ve beraat etmiştir. -Yakalama ve gözaltı işlemleri nedeniyle mağdur edilmiştir. - Kişinin haksız bir şekilde yakalanarak özgürlüğünden yoksun bırakılması kişilik haklarını zedeleyen ağır bir ihlaldir. Dolayısıyla hükmedilecek manevi tazminat, diğer tazminat sebepleriyle hükmedilene kıyasla daha fazla olmalıdır. Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda başvurucu lehine 150 TL manevi tazminata hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “......[D]avacının bir gün süre gözaltına alındığı, bilahare serbest bırakıldığı ve yapılan yargılama sonucu beraat ettiği, beraat kararının bilahare kesinleştiği ve tüm dosya kapsamından anlaşılmakla, davacının sosyal, ekonomik ve kültürel durumu, gözaltında ve tutuklulukta kaldığı süre hak ve nesafet kuralları nazara alınarak takdiren davacının talebinin kısmen kabulü ile 150,00 TL manevi tazminatın davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş[tir]...” Başvurucu, anılan karar aleyhine istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Bu başvuruda dile getirdiği iddialara göre kamunun kusuru ile gözaltına alınıp hakkındaki yargılama neticesinde beraat etmesi nedeniyle belirlenen manevi tazminat miktarı yetersizdir. Ayrıca devletin müsamahası altında olan bir olguya temas etseydi lehine hükmedilen tazminat daha yüksek olabilirdi. Başvurucunun istinaf başvurusu İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince (Ceza Dairesi) esastan reddedilmiştir. Buna ilişkin kararı başvurucu vekili, 30/4/2021 tarihinde öğrenmiş; başvuru 11/5/2021 tarihinde yapılmıştır. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/23716 | Başvuru, haksız yakalama ve gözaltına alma işlemlerinden doğan manevi zararın tazmini istemiyle açılan davada yeterli tazminata hükmedilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ve tazminat miktarı belirlenirken toplantı hakkına müdahale edildiğinin dikkate alınmaması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gerekçeli karar tebliğ edilmeden tefhim dikkate alınarak istinaf başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bir bankayla konut finansmanı sözleşmesi yapmıştır. Başvurucunun borcunu ödemediği gerekçesiyle alacaklı banka tarafından 29/9/2017 tarihinde başvurucu aleyhine ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takip başlatılmıştır. İcra emri başvurucunun iki farklı adresine tebliğe çıkarılmıştır. Başvurucuya ulaşılamadığı gerekçesiyle icra emri mahalle muhtarına 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun maddesi gereğince tebliğ edilmiş ve haber kâğıdı başvurucunun kapısına yapıştırılmıştır. Başvurucunun ipotekli gayrimenkulünün kıymet takdir ve satış ilanı da aynı adresine tebliğ edilmiştir. Başvurucunun ipotekli gayrimenkulü 15/1/2018 tarihli ihaleyle satılmıştır. Başvurucu; kıymet takdiri raporunun usulüne uygun tebliğ edilmediğini, taşınmaz satışı kıymet takdirinde taşınmaz değerinin çok altında bedel belirlendiğini iddia ederek icra mahkemesinde ihalenin feshi davası açmıştır. Ankara İcra Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) tarafların katıldığı 26/4/2018 tarihli duruşmada kısa kararla davanın reddine, ihale bedeli üzerinden %20 para cezasının başvurucudan alınarak Hazineye gelir kaydına karar vermiştir. Kısa kararda kararın taraflara tefhim veya tebliğinden itibaren 10 günlük yasal süre içinde istinaf yolunun açık olduğu belirtilmiştir. Mahkeme 4/5/2018 tarihinde gerekçeli kararı yazmıştır. Kararda, ihaleye ilişkin tebliğ işlemlerinde yasal eksiklik ve usulsüzlük olmadığı, başvurucunun konut kredisi sözleşmesinde belirtilen adresine tebligat yapıldığı ifade edilmiş; taşınmazın da kıymet takdiri raporuna göre belirtilen değerin %50'sinden fazla değere satıldığı vurgulanarak davanın reddine, ihale bedeli üzerinden %20 para cezasına hükmedilmesine karar verilmiştir. Tarafların tefhim veya tebliğinden itibaren on günlük yasal süre içinde istinaf yolunun açık olduğu kararda belirtilmiştir. Gerekçeli karar taraflara tebliğ edilmemiştir. Başvurucu 8/5/2018 tarihinde istinaf talebinde bulunmuştur. Mahkeme 9/5/2018 tarihli ek kararla 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun maddesi gereğince aynı Kanun'un maddesine dayanarak istinaf talebinin süre aşımından reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; ihalenin feshine ilişkin açılan davada 26/4/2018 tarihinde tarafların yüzüne karşı karar verildiği, istinaf başvurusunun en son 7/5/2018 tarihinde sona erdiği ancak başvurucunun 8/5/2018 tarihinde istinaf başvurusunda bulunduğu belirtilmiştir. Ek karara ilişkin olarak on gün içinde istinaf yoluna başvurulabileceğine kararda yer verilmiştir. Başvurucu, gerekçeli kararın kendisine tebliğ edilmediğini, Ulusal Yargı Ağı Sistemi (UYAP) üzerinden yaptıkları incelemede gerekçeli kararın yazıldığını gördüklerini ve bunun üzerine istinaf talebinde bulunduklarını ileri sürerek ek karara karşı da istinaf talebinde bulunmuş; Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 3/7/2018 tarihli kararla2004 sayılı Kanun'un maddesi ve 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi gereğince 9/5/2018 tarihli ek kararın usul ve kanuna uygun olduğuna ve istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Karar 27/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 6100 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:...ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini...." 6100 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"(1) Tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmez. (2) Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir." 6100 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: "(1) İstinaf yoluna başvurma, dilekçeyle yapılır ve dilekçeye, karşı tarafın sayısı kadar örnek eklenir. (2) İstinaf dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:a) Başvuran ile karşı tarafın davadaki sıfatları, adı, soyadı, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası ve adresleri.b) Varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri.c) Kararın hangi mahkemeden verilmiş olduğu ve tarihi ile sayısı.ç) Kararın başvurana tebliğ edildiği tarih.d) Kararın özeti.e) Başvuru sebepleri ve gerekçesi.f) Talep sonucu. g) Başvuranın veya varsa kanuni temsilci yahut vekilinin imzası. (3) İstinaf dilekçesi, başvuranın kimliği ve imzasıyla, başvurulan kararı yeteri kadar belli edecek kayıtları taşıması durumunda diğer hususlar bulunmasa bile reddolunmayıp, 355 inci madde çerçevesinde gerekli inceleme yapılır." 6100 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: "(1) İstinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Bu süre, ilamın usulen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar. İstinaf yoluna başvuru süresine ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır.'' 6100 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: "(1) İstinaf dilekçesi, kanuni süre geçtikten sonra verilir veya kesin olan bir karara ilişkin olursa, kararı veren mahkeme istinaf dilekçesinin reddine karar verir ve 344 üncü maddeye göre yatırılan giderden karşılanmak suretiyle ret kararını kendiliğinden ilgiliye tebliğ eder. (2) Bu ret kararına karşı tebliği tarihinden itibaren bir hafta içinde istinaf yoluna başvurulabilir. İstinaf yoluna başvurulduğu ve gerekli giderler de yatırıldığı takdirde dosya, kararı veren mahkemece yetkili bölge adliye mahkemesine gönderilir. Bölge adliye mahkemesi ilgili dairesi istinaf dilekçesinin reddine ilişkin kararı yerinde görmezse, ilk istinaf dilekçesine göre gerekli incelemeyi yapar." 2004 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "...İstinaf yoluna başvuru süresi tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gündür." 2004 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: "İstinaf yoluna başvurma, yasal süre geçtikten sonra yapılır veya istinaf yoluna başvurulmasına olanak bulunmayan bir karara veya vazgeçme nedeniyle itiraz veya şikâyetin reddine yahut süresi geçmiş bir şikâyete ilişkin olursa, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümleri gereğince istem icra mahkemesince reddedilir.İstinaf yoluna başvuran kişi ret kararını kabul etmezse, istinaf dilekçesi diğer tarafa tebliğ edildikten sonra, karar sureti ve verilirse cevap dilekçesiyle birlikte yetkili bölge adliye mahkemesine gönderilir. Şu kadar ki bu hâlde satış dahil hiçbir icra işlemi durmaz.Bölge adliye mahkemesi, birinci fıkra kapsamına girdiği hâlde reddine karar verilmemiş başvuruyu geri çevirmeyip doğrudan kesin karara bağlar." Yargı Kararları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 28/3/2019 tarihli ve E.2018/12-884, K.2019/363 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında işin esasının incelenmesine geçilmeden önce iki husus ön sorun olarak ele alınmıştır.I-Bu ön sorunlardan ilki, mahkemece verilen şikâyetin reddine dair kararın 2018 tarihli duruşmada şikâyetçi vekilinin yüzüne karşı tefhim edilmesi, gerekçeli kararın 2018 tarihinde tebliğ edilmesi ve kararın 2018 tarihinde temyiz edilmesi karşısında, şikâyetçi vekilinin temyizinin süresinde olup olmadığı hususudur.2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nın maddesinde icra mahkemesine arzedilen hususların ivedi işlerden sayılacağı ve bu işlerde basit yargılama usulünün uygulanacağı, 2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 316/ maddesi uyarınca kanunlarda açıkça belirtilen hâllerde, HMK’nın basit yargılama usulü ile ilgili hükümlerinin uygulanacağı düzenlemesi karşısında icra mahkemelerinde basit yargılama usulünün uygulanacağı açıktır.Basit yargılama usulüne tabi yargılamalara ilişkin olarak 6100 sayılı HMK'nın “Hüküm” başlıklı maddesinde aynen:...hükmü düzenlenmiştir. maddedeki “hükme ilişkin tüm hususlar” dan kastedilen HMK'nın maddesindeki unsurlardır.Buna göre; mahkeme, tahkikatın tamamlanmasından sonra, tarafların son beyanlarını almalı ve yargılamanın sona erdiğini bildirdikten sonra hükmü tefhim etmelidir. Kural olarak, mahkemece kararın tefhiminde hükme ilişkin tüm hususlar açıklanmalıdır. HMK'nın maddesi atfı ile uygulanmakta olan HMK'nın maddesinde hükmün kapsamı açık bir şekilde düzenlenmiştir. Buna göre mahkeme gerekçesi ile birlikte tefhim ettiği hükümde taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde göstermesi gereklidir. Bu kanunun getirdiği bir zorunluluktur. Ancak zorunlu hâllerde hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli karar en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılmalıdır. Bir diğer deyişle HMK'nın maddesinde belirtilen şekilde hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilemediği hâllerde gerekçeli kararın mutlaka taraflara tebliğ edilmesi gereklidir.İİK’nın 2005 tarihli ve 5311 sayılı Kanunla değişmeden önceki maddesine göre konkordato talebi üzerine verilecek mühlete karşı alacaklılar tarafından vukubulan itirazla konkordato talebinin muvafık olup olmadığına ve mühletin kaldırılmasına dair olan talebin kabul veya reddine ilişkin kararlarla bu Kanunda temyiz kabiliyeti kabul edilen kararları tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde temyiz edilebilecektir. Maddedeki “tefhim” kavramının "hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklandığı hâl" olarak anlaşılması zorunludur. Bu nedenle yukarıda açıklanan nitelikte bir tefhim varsa temyiz süresi tefhim tarihinden itibaren, aksi hâlde gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlayacaktır.Usul hukukunda yer almamakla birlikte uygulamada tefhimden sonra temyiz süre tutum dilekçesi veya kararın tebliğinden sonra gerekçeli temyiz dilekçesi sunulmak suretiyle kararın temyiz edildiği hâllerde kararın gerekçesini dikkate alarak yeni temyiz gerekçelerine dayanılması mümkün olduğundan gerekçeli kararın bu hâllerde de taraflara tebliği gerekir.Nitekim Anayasa Mahkemesi de başvurucuya ilk derece mahkemesinin kararının gerekçesini bilerek ve bu gerekçeye karşı iddialarını sunacak şekilde temyiz başvuru yapma imkânı verilmeden ve gerekçeli karar tebliğ edilmeden Yargıtayca temyiz aşamasında onama kararı verilmesini hak ihlali olarak kabul etmiştir (Anayasa Mahkemesi, Vesim Parlak, B. No: 2012/1034, 2014).Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında da, ilk derece mahkemelerinin kısa kararını usul hükümlerine uygun olarak tefhim etmesi, kanun yolu ve süresini doğru bir şekilde belirtmesi gerektiğine, ayrıca gerekçesiz verilen kısa kararda, temyiz süresinin, gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren başlaması gerektiğine ilişkin Kanun hükmü ve mahkemenin kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğünün bulunduğuna, başvurucuların temyiz hakkını kullanmayı imkânsız kılacak ölçüde ve kanun hükümlerine olağanın dışında bir anlam verilemeyeceğine, başvurucuların mahkemeye erişim hakkının özünün zedelenemeyeceğine karar vermiştir (Anayasa Mahkemesi, Kommersan Kombassan Mermer Maden İşletmeleri Sanayi ve Ticaret A.Ş. ve diğerleri, B. No: 2013/7114, 2016).Somut olayda mahkemece direnme kararının verildiği 2018 günlü oturumda davanın reddine karar verilmiştir. Kısa kararda “…yapılan yargılama sonunda, davacı vekilinin yüzüne karşı, hükmün tüm esaslı unsurları açıklanmadığından kararın taraflara tebliğinden -Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve Anayasa Mahkemesinin bu yöndeki kararlarına rağmen bazı istinaf dairelerinin tefhim yapılmış ise; gerekçe olmasa da istinaf süresinin tefhimden itibaren başlayacağına ilişkin görüşleri de dikkate alınarak süre tutum dilekçesi verilmesi hususunda takdir taraflara ait olmak üzere- itibaren 10 gün içinde Yargıtay ilgili hukuk dairesine gönderilmek üzere temyiz yolu açık olduğu” yazılmıştır. Bunun üzerine mahkemece gerekçeli karar şikâyetçi vekiline 2018 tarihinde tebliğ edilmiş, şikâyetçi vekili tarafından 2018 tarihinde gerekçeli temyiz dilekçesi verilmiştir. Yukarıda gösterilen kanuni düzenlemeler ve oluşturularak tefhim edilen kısa kararın usulüne uygun bir hüküm fıkrası sayılıp sayılmayacağı ve bunun açıklanmasının, temyiz süresini başlatacak nitelikte bir “tefhim” olup olmadığı değerlendirildiğinde; mahkemece kısa kararda hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanmadığı, kanun yolu ve süresinin doğru bir şekilde belirtilmediği, tarafları yanıltacak şekilde ifadeler kullanıldığı, bu hâliyle usulüne uygun ve tam bir tefhimden söz edilemeyeceği tartışmasızdır. Hâl böyle olunca Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297/ maddesine uygun olmaksızın oluşturulan hüküm fıkrasının tefhimi ile temyiz süresinin başlamayacağının kabulü gerekir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/2/2020 tarihli ve E.2020/468, K.2020/538 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"01/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın maddesinin fıkrasına göre; kararın tefhimi için hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanamadığı ve bu nedenle zorunlu olarak hüküm özetinin tefhim edildiği hallerde, gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir. Bu hüküm doğrultusunda, hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilmediği hallerde gerekçeli kararın taraflara tebliği zorunludur (Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’nın (İkinci Bölüm) 2014 gün ve 2012/1034 Başvuru sayılı kararı da aynı yöndedir).Mahkemece, taraflara tefhim edilen kısa kararda (hüküm özeti) hükmün tüm unsurları yer almakla birlikte kararın gerekçesinin tefhim edilememesi halinde temyiz süresi gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlar. Ancak, hüküm tüm unsurları ve gerekçesi ile birlikte tefhim edilmiş ise artık hükmün HMK’nın 321/2 maddesine göre usulüne uygun ve eksiksiz bir biçimde tefhim edildiği kabul edilir ve temyiz süresi tefhim tarihinden itibaren başlar. 5521 sayılı Kanun‘un maddesinde yer alan ve temyiz süresinin başlangıcına esas alınan tefhim kavramının “hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklandığı hal” olarak anlaşılması zorunludur.Tarafların, gerekçeli karar tebliğ edilmeden önce, temyiz süre tutum dilekçesi veye gerekçeli temyiz dilekçesi sunmak suretiyle kararı temyiz ettikleri hallerde dahi, kararın gerekçesini dikkate alarak yeni temyiz gerekçelerine dayanmaları mümkün olduğundan, bu gibi hallerde bile gerekçeli kararın taraflara tebliği gerekir." B. Uluslararası Hukuk Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Groseri Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. (2), B. No: 2017/29997, 31/10/2018, §§ 25- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24557 | Başvuru, gerekçeli karar tebliğ edilmeden tefhim dikkate alınarak istinaf başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2021/18725 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2021/18725 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/18725 | Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davasında yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve İlk Derece Mahkemesi tarafından nispi vekâlet ücreti yerine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 26/1/2010 tarihinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davaları açmışlardır. Başvurucular tarafından dava konusu taşınmaza ilişkin ayrı ayrı açılan davalar İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2010/35 sayılı dosyasında birleştirilmiş, yargılamaya bu dosya üzerinden devam edilmiştir. Mahkemece 13/6/2011 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 4/12/2012 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 2/5/2013 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 15/5/2014 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Mahkemece 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici maddesinde değişiklik yapan ve 11/6/2013 tarihinde yürürlüğe giren 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında, yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi (AAÜT) gereğince belirlenen 500 TL maktu vekâlet ücretinin davalıdan alınıp başvuruculara verilmesine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/4/2015 tarihli ilamı ile Anayasa Mahkemesinin 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararı gözönünde bulundurularak kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan davalarda, mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekâlet ücretinin nispi olarak hesaplanması gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuştur. Karar düzeltme talebinde bulunulmuş olup anılan talebe ilişkin inceleme devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14520 | Başvuru, kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davasında yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve İlk Derece Mahkemesi tarafından nispi vekâlet ücreti yerine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; mahkûmiyet kararında başvurucunun suç işlemeye eğilimli bir kişiliğe sahip olduğundan söz edilmesi, tarafsız mahkemece yargılama yapılmaması, çok kısa aralıklarla belirlenen duruşma tarihlerinde yargılama yapılarak savunma hakkınınkullanılamaması, hazırlık soruşturmasının usulüne aykırı gerçekleştirilmesi ve ceza miktarının belirlenmesine ilişkin takdir hakkının kullanılmasında hukuka aykırı davranılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu olayların geçtiği tarihlerde Sarıkamış ilçesinde serbest avukat olarak çalışmaktadır. Olay günü sabahı başvurucunun başkalarıyla tartışması sonucu kavga etmesinin ardından şikâyetini dile getirmek için Sarıkamış Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) geldiği ve bundan sonra Cumhuriyet savcısına yönelik başvuru konusu olayın gerçekleştiği iddia edilmiştir. Başsavcılıkça yürütülen soruşturma kapsamında şüpheli sıfatıyla başvurucunun ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde hakkındaki müsnet suçlamalarla ilgili olarak düzenlenen üç ayrı tutanakta belirtilen savcı B.ye yönelik hakaretlerde bulunduğunu kabul etmiş ancak tehdit, adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs ve yaralamaya teşebbüs suçlamalarını reddettiğini bildirmiştir. Başsavcılık 16/6/2009 tarihinde başvurucuyu tutuklanması istemiyle Sulh Ceza Mahkemesine sevk etmiştir. Sarıkamış Sulh Ceza Mahkemesi, 16/6/2009 tarihindeki sorgusunun ardından başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Başsavcılığın 19/6/2009 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında hakaret, tehdit, adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs ve yaralamaya teşebbüs suçlarından kamu davası açılmıştır. Kars Ağır Ceza Mahkemesi 19/6/2009 tarihli kararıyla soruşturma aşamasında Sarıkamış Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) hâkimi H.K.S. tanık olarak dinlendiğinden davaya bakamayacağı gerekçesiyle davaya bakmaya hâkim H.P.Y.nin görevlendirilmesine karar vermiştir. Mahkemenin 19/6/2009 tarihli tensip duruşmasında delillerin toplanıp kamu davasının açılmış olması ve tutuklama kararında tutuklama nedeni olarak gösterilen sebeplerin ortadan kalkmış olduğu gerekçesiyle başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. İddianamenin ve duruşma gününün bizzat tebliğine rağmen başvurucunun katılmadığı Mahkemenin 16/9/2009 tarihli ilk duruşmasında bir kısım tanıklar dinlenmiş ve müştekinin davaya katılma talebi kabul edilmiştir. 14/10/2009 tarihli duruşmada zorla getirme yazısına rağmen hazır edilemeyen başvurucunun başka bir olay nedeniyle kasten yaralama suçundan tutuklanması nedeniyle ceza infaz kurumunda bulunduğu tespit edilmiştir. Başvurucunun katıldığı 18/11/2009 tarihli duruşmada ise tutuklama ve sonrasında tahliye kararını veren hâkim H.P.Y. adliyede yaşanan olayların tanığı olmasını gerekçe göstererek davaya bakmaktan çekinilmesine karar vermiştir. Bu konunun değerlendirilmesi ve uygun görülmesi hâlinde başka bir hâkimin görevlendirilmesi bakımından dosya Kars Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Kars Ağır Ceza Mahkemesi 2/12/2009 tarihli kararıyla davadan çekinme koşullarının gerçekleşmediğini ve davanın taraflarınca da hâkimin tarafsızlığını tehlikeye düşürecek bir ret sebebi ileri sürülerek hâkimin reddi isteminde bulunulmamış olması gerekçeleriyle talebi reddetmiştir. Bu defa 16/12/2009 tarihli duruşmada iddianamenin okunmasından önce başvurucu söz alarak Sarıkamış Adliyesi hâkim ve savcılarının taraflı olabileceklerini ve adil yargılamayı etkileyebileceklerini düşündüğünü belirtmiştir. Tarafsız bir yargılama yapılması amacıyla öncelikle Sarıkamış Adliyesi dışında başka bir mahkemeye davanın naklinin sağlanması talebi hakkında üst mahkemenin yapacağı değerlendirmeden sonra savunma ve delillerini bildirmek istediğini beyan etmiştir. Davanın nakli talebinin değerlendirilmesi ve bu konuda karar verilmek üzere dosya yeniden Kars Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Kars Ağır Ceza Mahkemesinin 11/1/2010 tarihli kararıyla davanın nakli talebinin yasal şartlarının oluşmadığından reddine, başvurucunun talebinin "hâkimin reddi istemi" olarak değerlendirilerek bu doğrultuda gereğinin takdiri için dosyanın mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Davanın nakline ilişkin başvurucunun ileri sürdüğü iddianın hâkimin reddi istemi olarak değerlendirilmesi ve buna göre işlem yapılması yönündeki karar sonrasında mahkeme hâkimi H.P.Y. 25/2/2010 tarihli yazısında hâkimin reddi isteminin kabulüne karar verilmesi gerektiği yönündeki görüşünü belirterek, davaya bakmaya başka bir hâkimin görevlendirilmesi isteğinde bulunmuştur. Kars Ağır Ceza Mahkemesi 10/3/2010 tarihli kararında, hâkim H.P.Y.nin dava konusu olaylar nedeniyle tanık sıfatıyla dinlenmediğini ve sadece olayları görmüş olmasının da kanunda sayılan hâkimin reddini gerektirir bir neden olarak gösterilemeyeceğini açıklamış, ancak yargılamanın her türlü kuşkudan uzak kalması ve hâkimin bu konuda tereddüt göstermiş olması nedenleriyle hâkimin reddi istemini kabul ederek davaya bakmaya hâkim H.Ö.nün görevlendirilmesine karar vermiştir. Mahkemenin 7/4/2010 tarihli duruşmasına katılmayan başvurucunun savunması alınmak üzere zorla getirilmesine karar verilmiş ve duruşma 8/4/2010 tarihine ertelenmiştir. Belirtilen günde başvurucu, iddianamenin okunmasından önce söz alarak davaya katılan B. ve duruşma hâkimi H.Ö.nün aynı adliyede görev yapıyor olmalarından dolayı aralarında yakınlık olduğunu bu nedenle yargılamanın adil ve tarafsız olamayacağı kuşkusuyladuruşma hâkimini reddettiğini bildirmiştir. Başvurucunun bu konudaki beyanlarını yazılı olarak belirtmek üzere kısa bir süre istemesi nedeniyle duruşma 9/4/2010 tarihine ertelenmiştir. Mahkemece 9/4/2010 tarihli duruşmada başvurucunun reddi hâkim talebi ve bu konudaki dilekçesinde belirttiği hususların hâkimin tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden olmadığı kanaatiyle "hâkimin reddi isteminin" reddi görüşüyle birlikte ret talebi değerlendirilerek bu hususta bir karar verilmek üzere dosya Kars Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Kars Ağır Ceza Mahkemesi 26/4/2010 tarihli kararında, hâkimin reddi isteminin haklılığının bulunmadığı ve sanığın davayı uzatmaya yönelik haksız bir tutum ve davranış içerisine girdiği kanaati ile reddi hâkim isteminin reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu 11/5/2010 tarihli iddianamenin okunduğu duruşmada müdafi talebinin bulunmadığını ve savunmasını bizzat yapacağını bildirmiştir. Başvurucu usule ilişkin savunmasında, olay tarihinde avukat sıfatıyla adliyede bulunduğunu ve avukatların görev sırasında işledikleri suçlardan dolayı soruşturmanın Bakanlığın iznine tabi olduğunu, ancak bu usule uyulmadan soruşturma yapıldığını belirtmiştir. Ayrıca savcı F.K.nın tarafsız bir soruşturma yapmadığını ispata yönelik olarak da Bakanlığa yaptığı şikâyetlerden bahsederek "şikâyetinin işleme konulmamasına" ve "işlem yapılmasına yer olmadığına" şeklindeki Bakanlık kararlarının iptali istemiyle Ankara ve İdare Mahkemelerinde açtığı davaların devam ettiğini açıklamıştır. Öncelikle bu davaların söz konusu yargılama için bekletici mesele yapılmasını talep etmişse de Mahkeme ara kararında başvurucunun talebinin reddine karar vermiştir. Sonrasında başvurucu davanın esasına ilişkin savunmada bulunmuş ve dinlenilmesini istediği tanıklar dinlenilmiştir. Mahkemenin 3/6/2010 tarihli duruşmasında ise başvurucunun başka bir suç nedeniyle tutuklu olduğu dönemde yokluğunda dinlenen ve yeniden dinlenilmesini talep ettiği tanıklar başvurucu huzurunda dinlenilmiştir. Mahkeme 15/6/2010 tarihli kararıyla başvurucunun kamu görevlisi katılan (Cumhuriyet savcısı) B.ye karşı görevinden dolayı hakaret ve tehdit suçlarından mahkûmiyetine, diğer suçlardan beraatine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"...Sanığın suça konu eylemini olayın oluşunda bir dahli ve kusuru olmayan görevi başındaki kamu görevlisi olan katılan Cumhuriyet Savcısına karşı, kamuya açık adliye koridorunda vatandaşların da bulunduğu mesai saatleri içerisinde gerçekleştirmesi, sanığın eyleminin rızası dışında sona ermesi, suça konu küfür ve tehditlerin uzun süre devam etmiş olması, eylem nedeniyle kamu gücü ve otoritesini temsil eden Cumhuriyet Savcısı nezdinde kamu otoritesinin sarsılmış olması gibi nedenler gözönünde bulundurularak sanığın eylemleri için öngörülen seçenek cezalardan hapis cezası tercih edilmiş ve alt hadden uzaklaşılmak suretiyle hüküm kurulmuştur.Sanığın yargılamaya konu olayı gerçekleştirdiği günün sabahı, sanık ve tanık beyanlarıyla sabit olduğu üzere başkaları ile tartışarak kavga etmesi, olay esnasında Hükümet Konağının önünde kavga ettiği şahısların akrabası olan [Y.] ile küfürleşmesi ve adliyede []ye parmağını sallamak ve “sen görürsün, seninle uğraşacağım” şeklindeki hakaret ve tehdit anlamı taşıyan eylemlerde bulunması yine sanığın yargılamaya konu olay olduktan sonra Sarıkamış Cumhuriyet Savcılığının 2009/705 soruşturma nolu dosyasından tutuklu olduğu dönemde yokluğunda dinlenen tanıklara soru sorulmasına dair talebinin değerlendirilmesi amacıyla getirtilen mezkur soruşturma dosyasına ilişkin evrakların incelenmesinde; sanığın soruşturmaya konu olayda silahla nitelikli yaralama suçundan dolayı tutuklanmış olması gözönünde bulundurularak sanığın suç işlemeye meyilli bir kişiliğe sahip olduğu kanaatine varılmıştır.Sanığın hukukla ilgili avukatlık mesleğini yapıyor olması nedeniyle görevi başındaki Cumhuriyet Savcısına karşı işlenecek suçların yaptırımını en iyi bilebilecek kişilerden olması, katılana karşı yapmış olduğu tehdit ve kendince de ikrar edilen hakaret niteliğindeki sinkaflı sözlerin ağırlığı, eylemini sürdürmekteki ısrarı, eylemine rızası dışında başkaları tarafından son verdirilmesi ve suç işleme kastındaki kararlılığı, suça meyilli kişiliği gözönünde bulundurularak sanığın yeniden suç işlemeyeceği hususunda mahkememizde bir kanaat oluşmamış, duruşmadaki pişmanlık beyanı samimi ve inandırıcı bulunmayarak sanığa verilen hapis cezasının ertelenmesine ve ceza hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına ilişkin karar vermek gerekmiştir....Sanık yargılama aşamasında avukat olarak görev yaptığını, olay günü mahkemelerdeki duruşmalara avukat olarak katılmak için adliyeye geldiğini, olayın görevi başındayken gerçekleştiğini bu nedenle yargılanmasının Adalet Bakanlığının iznine tabi olduğunu savunmuş ise de olay sabahı sanığın çarşı içerisinde iki kişiyle tartıştığı bu nedenle nöbetçi Cumhuriyet Savcısı olan katılan tarafından tartışmanın diğer tarafları ile birlikte ifadesinin alınması için adliyeye çağrıldığı, adliye önünde sanığın daha önce tartıştığı kişilerin oğlu olan şahısla tartıştığı hatta karşılıklı küfürler ve tehditler edildiği, bunun üzerine sanığın şikayetini dile getirmek için katılan Savcısına başvurduğu ve yargılamaya konu olan olayın bundan sonra ceryan ettiği tüm dosya kapsamının değerlendirilmesi ile sabittir. Bu haliyle de sanığın yargılamaya konu olaylar esnasında bir avukat olarak değil bir yakınan olarak bulunduğu ve göreviyle hiçbir ilgisinin bulunmadığı anlaşılmakla savunmasına itibar edilmemiş ve herhangi bir izne gerek olmaksızın doğrudan soruşturulmuş ve yargılaması yapılmıştır.Sanık yargılama aşamasında iddianameyi hazırlayan Cumhuriyet Savcısı [F.K.] ve eşi olan Hakim [N.K.] hakkında suç duyurusunda bulunduğunu ancak Adalet Bakanlığının soruşturma izni vermediğini, iddianameyi hazırlayan Savcısı ve Hakim olan eşi ile aralarında husumet olduğu bu nedenle soruşturmanın tarafsızlıkla yapılmadığı iddiasında bulunmuş ise de ceza yargılamasında Cumhuriyet Savcılığı makamının tarafsız olmak gibi bir yükümlülüğünün olmadığı yine ceza yargılamasında Cumhuriyet Savcısının reddi hususunda bir müessesenin olmadığı, kaldı ki bahsi geçen Cumhuriyet Savcısı ve Hakim aleyhine yapılan şikayetin de Adalet Bakanlığınca işleme konulmadığı da göz önünde bulundurularak bu itirazına itibar edilmemiştir..." Başvurucu ve katılanın temyiz istemi üzerine anılan karar Yargıtay Ceza Dairesinin 19/9/2013 tarihli kararı ile onanmıştır. Nihai karar başvurucuya 29/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup 30/5/2014 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Diğer taraftan UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden bireysel başvuru konusu olan karar sonrasında başvurucunun; soruşturma savcısı F.K. hakkında başka bir olay nedeniyle Bakanlığa yaptığı şikâyetin işleme konulmamasına karar verilmesi üzerine Ankara İdare Mahkemesinde açtığı davanın 22/12/2010 tarihinde reddedilerek kesinleştiği, ayrıca başvuru konusu soruşturmaya ilişkin şikâyeti nedeniyle Bakanlığın işlem yapılmasına yer olmadığı yönündeki kararı üzerine Ankara İdare Mahkemesinde açtığı davanın da 3/11/2010 tarihinde reddine karar verildiği ve temyiz üzerine Danıştay Beşinci Dairesinin 27/3/2014 tarihli kararı ile onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Yetkili hâkim veya mahkeme, hukukî veya fiilî sebeplerle görevini yerine getiremeyecek hâlde bulunursa; yüksek görevli mahkeme, davanın başka yerde bulunan aynı derecede bir mahkemeye nakline karar verir.(2) Kovuşturmanın görevli ve yetkili olan mahkemenin bulunduğu yerde yapılması kamu güvenliği için tehlikeli olursa, davanın naklini Adalet Bakanı Yargıtaydan ister." 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Hâkimin davaya bakamayacağı hâllerde reddi istenebileceği gibi, tarafsızlığını şüpheye düşürecek diğer sebeplerden dolayı da reddi istenebilir. (2) Cumhuriyet savcısı; şüpheli, sanık veya bunların müdafii; katılan veya vekili, hâkimin reddi isteminde bulunabilirler." 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun maddesinin (1)numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"(Değişik: 23/1/2008-5728/331 md.) Avukatların avukatlık veya Türkiye Barolar Birliği ya da baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlardan dolayı haklarında soruşturma, Adalet Bakanlığının vereceği izin üzerine, suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcısı tarafından yapılır..." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8298 | Başvuru, mahkûmiyet kararında başvurucunun suç işlemeye eğilimli bir kişiliğe sahip olduğundan söz edilmesi, tarafsız mahkemece yargılama yapılmaması, çok kısa aralıklarla belirlenen duruşma tarihlerinde yargılama yapılarak savunma hakkının kullanılamaması, hazırlık soruşturmasının usulüne aykırı gerçekleştirilmesi ve ceza miktarının belirlenmesine ilişkin takdir hakkının kullanılmasında hukuka aykırı davranılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, uygulanan gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, tahliye taleplerinin ve tutukluluğun devamı kararlarına yapılan itirazların kısa sürede karara bağlanmaması, tutukluluğa itirazların incelenmemesi, tutukluluk incelemeleri yapan mahkemelerin kanunla kurulmuş, tarafsız ve bağımsız mahkeme ilkelerine aykırı olması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; basın kartının iptal edilmesi nedeniyle de ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 16/6/2017 ve 29/3/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2017/26981 numaralı bireysel başvuru dosyasının 2018/8626 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2017/26981 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış; bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları ve soruşturma mercileri -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Bu kapsamda FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki ve eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum, medya gibi farklı alanlardaki yapılanmalarına yönelik soruşturmalar yapılmış; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu hakkında FETÖ/PDY'nin medya yapılanmasıyla bağlantılı olarak soruşturma başlatılmıştır. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 24/7/2016 tarihli kararı ile başvurucu hakkındaki soruşturma dosyasına ilişkin olarak "soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği" gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrası uyarınca başvurucunun müdafiinin dosya içeriğini incelemesinin ve belgelerden örnek almasının kısıtlanmasına karar vermiştir. Başvurucu, bu soruşturma kapsamında İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin verdiği 24/7/2016 tarihli yakalama emrine binaen 25/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucuya yöneltilen soruların temel dayanağını oluşturan ve kolluk görevlilerince düzenlenmiş olan "Açık Kaynak Kodlu Tespit Raporu" isimli belgede, başvurucunun erişimi engelleme kararı verilen aktifhaber adlı internet haber sitesinde ve Zaman gazetesinde güvenlik muhabiri olduğuna değinilmiş; başvurucunun Twitter adlı sosyal paylaşım sitesinde yaptığı paylaşımlara ve yazdığı kitapların adlarına yer verilmiştir. Başvurucunun evinde yapılan aramada üzerinde Fethullah Gülen'e ait resim bulunan "Huzurdan Esintiler- 3" isimli ve A tarafından yazılan "Darbe Oyunu" isimli kitapların ele geçirildiği belirtilmiştir.29/7/2016 tarihli Savcılık ifadesinde başvurucu suçlamaları anladığını belirtmiş ve müdafiinin hazır bulunmasıyla ifade vermiştir. İfadesinde "Ben kesinlikle FETÖ/PDY olarak ifade edilen örgütün üyesi değilim, sadece gazetecilik yaptım. Evimde yapılan aramada bulunan Fetullah Gülen'in resminin olduğu kitap, [A.K.] tarafından kaleme alınan ve gazeteci sıfatım nedeniyle yayın evi tarafından bana gönderilen birkitaptır, aynı şekilde [A.] tarafından kaleme alınan Darbe Oyunu isimli kitap da tarafıma yayın evi tarafından gazeteci sıfatım nedeniyle gönderilen bir kitaptır. Ben 11 Temmuz 2016 Pazartesi günü saat 13:00 'de ailem ile birlikte eşimin kuzeninin hem kınası hem de 16 Temmuz 2016 tarihinde olacak nikahı için Çankırı'ya gittim. Çankırı'da kayınpederimin evinde 17 Temmuz'a kadar kaldım. Bu süre zarfından herhangi bir sosyal medya paylaşımım söz konusu değildir...tarafıma okunan ve gösterilen, açık kaynaktan elde edildiği belirtilen paylaşımları yaptığım doğrudur, ancak tarihlerin doğru olmadığını düşünüyorum. Bahoz Erdal konusunda yaptığım paylaşımda, gazeteci [A.S.]'nin bu konudaki kaynağının sağlam olduğuna işaret ettim ... hükümete yakın Yeni Şafak, Star, Akşam gibi gazetelerde o günlerde TSK ile ilgili haberler yapıldı ve bu haberlerde TSK'nın paralelyapı adı altında tasfiye edileceği ifade edildi. Ben de bir gazeteci olarak bununla ilgili paylaşımlar yaptım. Burada hiçbir art niyet ve kastım yoktur, zaten açık kaynaklarda bu bilgiler yer almış olup, herkes tarafından tartışılmıştır ... ben izinde bulunduğum sırada gazete yöneticileri tarafından Ankara Emniyet Müdürlüğünce yapılan operasyon kapsamında haber derlemem istendi, ben de konuya müdahil olan ve şüpheli müdafii olarak görev yapan avukatlarla görüşüp bilgi aldım, bu bilgi çerçevesinde haberi kaleme aldım, ben bir muhabirim, benden sonra bu haber beş-altı incelemeden daha geçer ve bunun sonucunda gazetede yayınlanır. Yayınlanacak başlık ve içerikle ilgili yayın yönetiminin istediği tasarrufu yapabilir. Ben çıkacak haberi ancak bir gün sonra bayilerde görebilirim. Yazmış olduğum tüm haberlerle ilgili yorum yapabilirim. Çünkü ben bir gazeteciyim, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Ekonomi Gazeteciler Derneğinin üyesiyim, gazetecilik haricinde hiçbir faaliyetim söz konusu olamaz. Tarafıma okunan paylaşımlarım herkes tarafından ulaşılabilecek, kamuoyunda yer alan ve tartışılan konulardan ibarettir. Bu paylaşımlarda hiçbir suç kastıyla hareket etmedim. Yapılan soruşturmaları itibarsızlaştırma ya da kamuoyu algısını oluşturma kastım kesinlikle olmamıştır, kimseyi yönlendirme amacı gütmedim. Ben bir muhabirim, muhabirlik gazetecilik mesleğinin başlangıcıdır, bir muhabirin tek başına algı oluşturma ya da itibarsızlaştırma yetkisinin olması mümkün değildir, evimin geçimi için ekmeğimi gazetecilikten kazanan bir kişiyim, suçlamaları kesinlikle kabul etmiyorum ... FuatAvni isimli kullanıcıyı ben de kamu oyu gibi merak ediyorum. Devletin güvenlik birimlerinin de bunu ortaya çıkartmasını bekliyorum." şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucu 29/7/2016 tarihinde tutuklanması talebiyle sulh ceza hâkimliğine sevk edilmiştir. Tutuklamaya sevk yazısında kolluk tespiti, arama tutanakları ve açık kaynak araştırmaları dikkate alındığında suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu sorgusunda suçlamaları anladığını belirtmiş ve müdafiinin hazır bulunmasıyla ifade vermiştir. Başvurucu sorgusunda "Benim herhangi bir AK Parti ya da başka bir siyasi oluşumu devirmeye yönelik ya da bir örgüt içerisinde olmam söz konusu değildir, çünkü ben ve ailem yıllardan beri söz konusu hükümetin oy vermiş bir şahsın ve şu anda da ailemden onlarca kişi AK Partiye oyunu vermektedir, ben hükümeti devirmeye teşebbüs etmek yada başka darbe teşebbüsü iddialarını kabul etmiyorum... ben bir muhabirim bir muhabirin bir gazetede yada bir başka yerde hiçbir yetkisi ... idari hiçbir yetkisi yoktur ... muhabir en alt seviyede bir kişidir, muhabirin yazmış olduğu haberi kendisinin değerlendirmesi söz konusu değildir, muhabir bir haber paylaşımında bulunur, değerlendirecek kişi gazetenin genel yayın yönetmenidir, muhabirden bir haber çıktıktan sonra yaklaşık 5-6 aşamadan çıkar ve bu 5-6 aşama içerisinde muhabirin hiçbir şeyden haberi söz konusu olmaz, bir muhabir haberinin yayımlandığını bir gün sonrasında görür, ayrıca haberin yayınlanması ya da yayınlanmaması kararı tamamen yayın kurulunun yetkisindedir. Benim gazetecilik dışında hiçbir gelirim yoktur, ben 2007 yılından itibaren gelirimi gazetecilikten sağlıyorum... benim başka hiçbir şey bir oluşumdan bir örgütten ücret almam ya da onların propagandasını yapmam, bunun karşılığında bir ücret almam söz konusu değildir ... ayrıca benim bir örgüt mensubu olarak birilerini yönlendirme ya da bir kamuoyu konustuıma durumu söz konusu değildir, olamaz da çünkü bir muhabirin hiçbir normal gazeteciler de bunu çok iyi bilir efendim hiçbir değeri hiçbir hükmü yoktur, yani bir gazetecinin tek başına 75 milyonluk bir ülkede kamuoyu oluşturması söz konusu değildir ... ben de şu ana kadar gazetecilik mesleği haricinde hiçbir oluşumun içerisinde olmamaya ve sadece mesleğimi yapmaya çalıştım ...bir muhabir olarak hiçbir zaman karar verme pozisyonunda bulunmadım. Bulunma talebinde de olmadım, Savcılık makamında önümüze konulan sosyal paylaşımlar ise kamuoyuna mâl olmuş bilgilerdir, bu bilgilerde özel bir paylaşım söz konusu değildir, burada devletimize ve milletimize hedef olabilecek bir paylaşım söz konusu değildir ... yine son olarak şunu da ifade edeyim, 17 Aralık 2013 tarihinde bağışlayın, yolsuzluk operasyonundan sonra bu dönemden itibaren yani yaklaşık 3 yıl boyunca Zaman çalışanı hiçbir muhabir devletin kamu ve kurumlarına ayak dahi basamamıştır, yani bizim aktif bir bilgi almamız söz konusu değildir, aktif bir bilgi alamayan bir muhabirin de bu kadar etkin haber ya da kamuoyu oluşturması söz konusu olamaz." şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucu, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/7/2016 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararının gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünnn faaliyetlerini yürüttüğü süre zarfında birden fazla yayın organına sahip olduğu, bu bağlamda şüphelilerhı çalıştıkları haber yaptıkları , köşe yazısı yazdıkları, Bugün gazetesi, Özgür Bugün , Özgür Düşünce , Zaman Gazetesi, Millet Gazetesi, Aksiyon Dergi, Yeni Hayat Gazetesi ile Samanyolu TV, Kanaltürk, Bugün TV'nin de anılan terör örgütünürı yayın organlarından olduğu kamuoyunca bilinen bir gerçektir. Zaman Gazetesinin Genel Yayın Müdürü [E.] hakkında Silahlı Terör Örgütü üyeliği suçundan soruşturma yürütüldüğüve çıkarıldığı Hakimlik tarafından hakkında yurt dışına çıkmasının yasaklanması adli kontrol tedbiri uygulanarak serbest bırakıldığı da bilinmektedir. Şüphelilerinde içinde. olduğu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/85057 soruşturma Sayılı dosyasının diğer şüphelileri hakkında gözaltı ve yakalama kararı çıkarıldığı halde aradan geçen zamana rağmen yakalanamadıkları ve firari durumda oldukları anlaşılmıştır....Şüphelilerin FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün basın ayağı olarak adlandırılan yapılanması içerisinde yer alan anılan gazete, dergi ve, televizyonların da örgüte bağlılık ve sadakat ilkesi çerçevesinde görevlerini ifa ettikleri ve kamuoyunda 17 / 25 Aralık Soruşturma dosyaları olarak bilinen silahlı terör örgütünün Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engelleme suçuna iştirak eden emniyet görevlilerini, yargı mensuplarını haberleştirerek örgütün amaçları doğrultusunda propaganda faaliyetleri yürüttükleri nitekim şüphelilerin sosyal paylaşım sitelerinden de bu yönde paylaşımlarda bulundukları görülmüştür. Fethullahçı terör örgütünün yargı ve emniyet mensuplarının görevlerine son verilmesi ve akabinde emniyet mensuplarının haklarında soruşturma açılması üzerine örgütün yayın organlarının örgüt mensuplarını sahiplendikIeri ve lehlerine kamuoyunda algı oluşmasına sebebiyet verdikleri de müşahade edilmiştir. Fethullahçı terör örgütünün yayın organı olan veya yayın organı haline dönüşen bilahere 668 sayılı kanun hükmünde kararname ile kapatılan gazete, dergi ve televizyonların çalışanları, köşe yazarları olan şüphelilerin FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün üyeleri oldukları yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu hakimliğimizce değerlendirilmiştir. Yüklenen Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçunun yasada öngörülen ceza miktarı işlendiği iddia dilen suçun önemli ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeni kanun gereğince var sayılmıştır. ...Soruşturma dosyasında yakalama ve gözaltı kararları bulunan diğer şüphelilerin arandıkları yerlerde bulunamadıkları gibi anılan örgüte üye olan gazeteci ve yazarların bir kısmının da yurtdışına 15 Temmuz 2016 tarihinden önce ve sonrasında çıkış yaptıkları değerlendirildiğinde şüphelilerin bırakılmaları ve almaları muhtemel ceza göz önüne alındığında kaçma şüphelerinin bulunduğu kanaatine varılmıştır. Soruşturmanın henüz tamamlanmaması nedeniyle şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanıklar üzerinde baskı oluştunna şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veyagüvenlik önlemi değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasmın maddesinde ifade olunan ölçülülük ilkesi uyarınca, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiriuygulanmasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu şüpheliler açısından yetersiz kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği kanaatine varılarak şüpheliler ve müdafiilerinin serbest bırakılma istemlerinin reddi ile şüphelilerin üzerlerine atılı olan FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 5271 sayılı CMK'nın 100 ve devamı maddeleri uyarınca ayrı ayrı tutuklanmalarına [karar verildi]." İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan 16/1/2017 tarihli iddianameyle başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma suçlamasıyla kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucunun aktifhaber isimli internet haber sitesinde ve Zaman gazetesinde güvenlik muhabiri olarak çalıştığı; "Sakıncalı Bürokratlar", "Babam Sağolsun" ve "Kördüğüm" isimli kitapları yazdığı belirtilmiştir. İddianamede başvurucunun kitaplarından alıntılara, açık kaynak tespit raporunda da ortaya konulan sosyal medya paylaşımlarına yer verilmiştir. Bu kapsamda "Babam Sağolsun" adlı kitabın içeriğindeki bölümlerde özellikle Bilal Erdoğan'ı itibarsızlaştırmaya çalıştığı ve örgütün 17-25 Aralık süreci ile ilgili kara propagandasını yaptığı, "Sakıncalı Bürokratlar" kitabında "Cumhuriyet tarihinden bu güne kadar yüzlerce kişi, Necip Fazıl Kısakürek, Bediüzzaman Said Nursi, Nazım Hikmet ve benzeri kişilerin eserlerini okudukları için fişlendi. Bu kişiler kimi zaman komünist kimi zaman irticacı, kimi zaman da aşırı milliyetçi olmakla itham edildi. Bu üstatların takipçileri hayatları boyunca ciddi bir takibe tabii tutuldu. Devletin ve derin odakların sıcak nefeslerini her zaman enselerinde hissetti. Kimi zaman da haklarında düzenlenen yasal olmayan fişlemelerle yıllarca dört duvar arasına mahkûm edildi. Yakın dönemde derin kulaklar' tarafından fişlenen ve hukuksuzluğa uğrayan o kadar çok kişi var ki. Bunlar arasında Ergenekon, Balyoz ve 28 Şubat sanıklarının ev ve işyerlerinde yapılan aramalarda elde edilen fişleme belgeleri ise fişleme hastalığının boyutlarını gözler önüne seriyor. Bu kapsamda 28 Şubat ve sonrasındaki süreçte ülke genelinde yaklaşık 6 milyon sivilin fişlenmeye maruz bırakılması, hukuksuzluğun ne kadar alenen yapıldığını da gösteriyor." şeklinde yazarak örgüt tarafından Ergenekon süreci ile ilgili yapılan meşrulaştırma çabaları ve kara propaganda yönünde faaliyette bulunduğu, "Kördüğüm" kitabında ise "Ermeni asıllı Türk vatandaşı gazeteci Hrant Dink, yıllarca devletin istihbarat teşkilatları tarafından adım adım izlendi. Hakkında TCK'nın maddesi uyarınca 'Türklüğe hakaret" suçlamasıyla dava açıldı. Valilik makamında iki MİT mensubu tarafından tehdit edildi. En sonunda menfur bir saldırı sonucunda hayatını kaybetti. Ancak aradan geçen 8 yıla rağmen, cinayet aydınlatılamadı. Milliyetçi duygularla işlenmiş bir cinayet olarak kayıtlara geçti. Saldırının arkasındaki karanlık eller, ortaya çıkarılamadı. Devletin derinlerinin bilgisi dahilinde işlendiği iddia edilen bir cinayet 2014'te Gülen cemaatinin üzerine yıkılmaya çalışıldı. 'Kördüğüm / 21 Numaralı Suikast Yolcusu' isimli bu kitapta, cinayetin perde arkasına ilişkin önemli detaylarla birlikte birçok soru ve cevapları da yer alıyor....." şeklinde yazdığı yazılarla sonradan örgütün kontrolünde işlendiği yönünde kamu davaları açılan olay ile ilgili örgütü aklamaya ve kamuoyu oluşturmaya çalıştığı, İzmir askerî casusluk davası ile ilgili olarak örgüt faaliyetlerini kamuoyunda meşrulaştırmak için yoğun faaliyet gösterdiği ve bu kapsamda paylaşımlarda bulunduğu ileri sürülmüştür. 14 Temmuz 2016 tarihli "Sözde paralel yapı altında yaş öncesinde tasfiye amaçlanıyor. TSK, bu tarz ihbarlara fırsat vermemeli.", "Bu kapsamda öncelikli olarak İzmir'de düğmeye basıldı. Bazı kurmay asker ve Paşalar hedef haline getirildi.", "Ağustos'ta yapılacak YAŞ toplantıları öncesinde TSK'da tasfiye amaçlanıyor. Bu kapsamda istihbarat yamaklari devreye sokuldu." şeklinde paylaşımlarda bulunduğu, 14 Temmuztarihli bu paylaşımlarının darbe girişiminden bir gün önce yapılmasının ve Türk Silahlı Kuvvetlerini müdaheleye çağırıcı nitelikte olmasının dikkat çekici olduğu belirtilmiştir. Yine devamla 14/7/2016 tarihinde "Hamile, engelli demeden gözaltına alıyorlar." şeklinde, 8/7/2016 tarihinde "Milletin vergileri ile ayakta duran TRT, karapropaganda filmiyle Hizmet Hareketi'ni kötülüyor. Kamuoyunda yeni bir algı girişimi..." şeklinde, 9/7/2016 tarihinde "-PARALEL PARANOYA- Tutuklu polisin dedesi kızını nufusundan çıkardı.. posatmedya.com" şeklinde, 25/6/2016 tarihinde "Asker ve polisimizi şehit eden hainlere operasyon yapamayanlar, yine masum insanları gözaltına almışlar." şeklinde,21/6/2016 tarihinde "Polis memuru Muhittin Zenit, kurulan kumpası iki gündür deşifre ediyor. Asıl kumpas yakında ortaya çıkacak..birilerinin de foyası çıkacak!" şeklinde, 25/6/2016 tarihinde "Emekli emniyet müdürü E.T. havuzun yalanlarına sağlam cevap vermiş. Gerçi amaç iftira at izi kalsın." şeklinde,25/6/2016 tarihinde "Ben de geçen hafta; iki istihbarat yamağı Ankara'da ne yapıyor diye soru soruyordum. Demek ki yamaklar, cemaate iftira atmak için gelmişler." şeklinde, 9/7/2016 tarihinde "Paralel yalanlarıyla anne-baba ve kardeşleri birbirine düşman ettiler...Aileler arasına nifak tohumu attılar. Toplumsal huzuru bozdular..." şeklinde, 7/7/2016 tarihinde "Türkiye @TarikToros'u masum insanların gazete ve televizyonlarına 'kayyum' atandığında gösterdiği cesaretle yeniden tanıdı.Yapılan zulümdür..." şeklinde, 26/6/2016 tarihinde "Nur talebeleri tasfiye ediliyormuş! Vatan evlatları, tasfiye edilirken sesiniz çıkmıyordu! Birbirlerine düştüler..." şeklinde, 26/6/2016 tarihinde "Hizmet Hareketi'ni İsrail ajanligi ile suçlayanlar biraz olsun utanir mi acaba? Arşivleriniz o kadar kirli ki! Umarim birgün utanirsiniz! .." şeklinde, 25/6/2016 tarihinde "TUSKON Başkanı Meral, iş dünyasında beyefendi kişiliğiyle bilinir. MÜSİAD, TÜSİAD ve DEİK Başkanları da bunu iyi bilirler..." şeklinde, 12/6/2016 tarihinde "Terör örgütü PKK ve IŞİD sempatizanlarının şirketine kayyum atandığını gördünüz mü? Ancak Hizmet Hareketi'nin 280 şirketinde kayyum var." şeklinde, 12/6/2016 tarihinde "Bir avuç insanın özgür yayın yapmasına bile tahammülleri kalmadı. @CanEnzincan_TV de kapanırsa ülkenin fişini çekelim...Kapatma." şeklinde, 4/6/2016 tarihinde "Paralel safsatalarına sadece Türkiye'de bir güruh inanıyor. Dünya ülkeleri gülüp geçiyor. Belçikalı Bakan gibi." şeklinde;28/5/2016 tarihinde "Sizler Stadyumlari Türkçe Olimpiyatları için kapattiniz. Ancak Avrupa ülkeleri Gönüllerini açtı. Onlarca ülkede kültür Festivali kutlanıyor." şeklinde paylaşımlarda bulunduğu belirtilmiştir. Son olarak evinde yapılan aramada üzerinde Fethullah Gülen'e ait resim bulunan "Huzurdan Esintiler-3" isimli ve A. tarafından yazılan "Darbe Oyunu" isimli kitapların ele geçirildiği ifade edilmiştir. İddianame İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmiş ve dava Mahkemenin E.2017/67 sayılı dosyası üzerinden yürütülmeye başlanmıştır. Başvurucunun savunması 27/3/2017 tarihinde yapılan ilk duruşmada alınmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılamanın ilk duruşması 27/3/2017 tarihinde başlamış 31/3/2017 tarihine kadar devam etmiştir. 31/3/2017 tarihinde Cumhuriyet savcısı başvurucu da dâhil on üç sanığın tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi başvurucu dâhil yirmi bir sanığın tahliyesine karar vermiştir. Tahliye kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sanıklar .. Bayram Kaya'nın üzerilerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suç vasfının ileride sanıklar lehine değişme ihtimali, sabit ikametgah sahibi olmaları ve tüm dosya kapsamı dikkate alınarak sanıklar ve müdafilerinin tahliye taleplerinin kabulü ile başka suçtan tutuklu ve hükümlü değiller ise bu suçtanBİHAKKIN TAHLİYELERİNE, bu hususun temin için Cezaevi Müdürlüğüne müzekkere yazılmasına, tahliyelerine karar verilen sanıklar hakkında CMK.nun 109-3-a maddesi kapsamında yurt dışına çıkış yasağı adli kontrol hükümlerinin uygulanmasına [karar verildi.]" İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 31/3/2017 tarihinde tahliye kararına itiraz etmiştir. İtirazda başvurucu ve tahliyesine karar verilen diğer sanıkların 17-25 Aralık sürecinde örgüt lehine algı operasyonu amacıyla yayınlar yaptıkları, yine aynı amaçla sosyal medyada çok sıklıkla paylaşımlarda bulundukları, örgütün sosyal medya algı operasyonunun önemli ayağını oluşturan Fuatavni Twitter hesabı ile ilgili sıklıkla paylaşımlar yaparak algı operasyonları yaptıkları, sanıklardan bazılarının özellikle 15 Temmuz darbe girişimi öncesi darbenin gerçekleşeceği anlamına gelen paylaşımlar yaptıkları, darbe girişimi sonrası örgüt lehine ve darbe girişiminin örgüt ile ilgisinin olmadığı şeklinde kamuoyu algısı oluşturmak amacıyla yine sosyal medyada paylaşımlarda bulundukları, sanıklar bakımından örgüt üyeliğini gösterir devamlılık, suç kastı ve eylem yoğunluğunun bulunduğu, dosyada mevcut açık kaynak araştırmalarının, tanık beyanlarının ve elde edilen diğer delillerin bu hususu gösterdiği, sanıklar hakkındaki delillerin şu aşamada tam olarak toplanmadığı ve bu yönüyle tahliye kararlarının usul ve yasaya aykırı olduğu ileri sürülmüştür.İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının itirazını kabul ederek başvurucu hakkında yakalama emri çıkartılmasına karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 1/4/2017 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Tutuklama kararının gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"...üzerlerine atılı suçların vasıf vemahiyetleri, atılı suçların işlendiğini gösterir kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin mevcut olması, sanıkların atılı suçu gerçekleştirme şekilleri ve kasıtlarının yoğunluğu, yasada söz konusu suçlara ilişkin düzenlenen cezaların alt ve üst sınırları itibari ile ve sanıkların kaçma şüphelerinin bulunması hususları bütün olarak değerlendirildiğinde sanıkların CMK 100 madde gereğince ayrı ayrı tutuklanmalarına [karar verildi]." Başvurucu 25/5/2017 tarihli tutukluluk hâlinin gözden geçirilmesine ilişkin karar üzerine 16/6/2017 tarihinde 2017/26981 sayılı başvuruyu yapmıştır. Savcılık 6/2/2018 tarihli duruşmada esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Mütalaada, örgüt lideri tarafından verilen Bank Asyaya para yatırılmasına dair genel talimat sonrasında başvurucunun 4/2/2014 tarihinde 500 TL, 26/6/2014 tarihinde 3600 TL, 4/9/2014 tarihinde 547 TL parayı anılan Bankaya yatırdığı; yapılan aramada elde edilen cep telefonu üzerinde mahkeme kararına dayalı olarak yapılan inceleme sonucunda düzenlenen bilirkişi raporunda belirtildiği üzere "[email protected]" isimli google kimliği tanımlanmış olan mobil cihazla FETÖ/PDY mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan, münhasıran bu suç örgütünün mensupları tarafından kullanılan, örgüt talimatı ile dâhil olunan ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanılan bir ağ olan ByLock uygulamasını satın aldığı, FETÖ/PDY'nin lideri olan Fetullah Gülen'in vaazlarını içeren çok sayıda video görüntülerinin tespit edildiği; FETÖ/PDY üyesi olmak suçundan ifadesi alınan S.G.nin başvurucuyu erkek öğrenci yurdunda düzenlenen periyodik sohbet toplantılarına katılan ve 1,5 yıl bu toplantılara devam eden kişi olarak teşhis ettiği; içerik ayrıntıları iddianamede yazılı olan söylemleri ile örgüt adına sistematik olarak algı faaliyetlerinde bulunduğu belirtilmiştir. 6/2/2018 tarihli duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 22/2/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar, başvurucuya 28/2/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.Başvurucu 29/3/2017 tarihinde 2018/8626 sayılı başvuruyu yapmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 8/3/2018 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"Sanığa ait digital materyale ilişkin bilirkişi raporunda, sanık tarafından izlenilmiş çok sayıda Fethullah Gülen videosu bulunduğu, ByLock, Kakao ve Eagle haberleşme uygulamalarının indirilmiş uygulamalar arasında yer aldığı belirtilmiştir.Bilirkişi raporu ve gelen kayıtlara göre sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün finansman kaynağı olan Bank Asya’nın Balgat, Etlik, Şişli, Ümraniye ve Yenibosna şubelerinde hesaplarının olduğu, Balgat şubesindeki hesaba BDDK’nun Bank Asya’nın imtiyazlı hisselerindeki ortaklık haklarının TMSF’ye devredildiği 2014 tarihinde ve sonraki zamanlarda çok yüksek olmayan miktarlarda vadeli para yatırıldığı ve tümünün vadesinden önce çekildiği anlaşılmıştır.Sanığın iddianamede kısmen alıntı yapılan kitaplarında ağırlıklı olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın oğlu Bilal Erdoğan'ı itibarsızlaştırmaya çalıştığı, örgütün 17-25 Aralık süreci ile ilgili propagandasını yaptığı, örgüt tarafından Ergenekon süreci ile ilgili yapılan meşrulaştırma çabaları ve kara propaganda yönünde faaliyette bulunduğu, örgütün kontrolünde işlendiği yönünde kamu davaları açılan Hrant Dink suikastı ile ilgili olarak örgütü aklamaya ve kamuoyu oluşturmaya çalıştığı görülmektedir.Sanığın iddianamede belirtilen ve kendisine aidiyeti sanık tarafından inkar edilmeyen çok sayıda twit şeklindeki paylaşımlarında FETÖ/PDY silahlı terör örgütünü övücü, hükümeti ve Cumhurbaşkanını çok sert bir dille eleştirir içerikler bulunduğu, darbeyi çağrıştırır, gerekli ve meşru gösterir şekilde ifadelerde bulunduğu, sanığın anılan örgütün fikir ve ideolojisine paralel olarak örgüte destek verdiği, özellikle; (bu kısımda yukarıda yer verilen paylaşımlarına yer verilmiştir.)... Sanık Bayram KAYA, FETÖ/PDY’ye aidiyeti nedeniyle kapatılan Zaman gazetesinde 2007 yılından 2016 yılı ortalarına kadar muhabiri olarak çalışmış, yine FETÖ/PDY’ye aidiyeti nedeniyle erişime engellenen www.aktifhaber.com isimli web sitesinde görev almıştır. Gizliliği, tedbirli hareketi temel davranış biçimi kabul eden, kuruluşundan itibaren örgütlenme ve varlığını sürdürmede temel hareket tarzı olarak gizliliği, sızmayı esas alan örgütün, medya organlarının ana gövdesini oluşturan kadrosunun bütünüyle örgüt doktrinini ve stratejisinibenimseyen, ideolojik motivasyonu üst seviyede olan velideri tarafından gösterilen nihai hedefe odaklanmış örgüt üyelerindenoluştuğu, kamu kurumlarına, sivil toplum örgütlerine, siyasi partilere, kısacası tüm toplumsal alanlara farklı görünümler altında, hukuk dışı yöntemleri de kullanarak üyelerini sızdıran, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne ve Türk Halkı’nın bütününe ait kurumları ele geçirmeyitemel hareket tarzı olarak kabul eden örgütün kendisine ait kurumlara ve yapılaradaimi çalışanolarak örgüt dışından birilerinin girmesine izin vermesinin beklenemeyeceği,bu anlamdazaafiyet içerisinde olmasının örgütün ilk günlerinden bu güne kadar geçen sürede izlediği yol ve yöntemlere, tüm toplumun gözü önünde gerçekleşen olgulara ve hayatın doğal akışına aykırı olduğu, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü içerisinde faaliyet göstermeyen, örgüt üyesi olmayan bir kişinin örgütün medya yapılanması içerisinde ve özellikle en yaygın, en uzun süreli medya organlarındauzun süreli istihdam edilmeyeceği, profesyonel çalışma hayatlarının tamamını ya da önemli bir kısmını bu medya organlarında geçiren, dönüp dolaşıp yine örgütün medyasında çalışan sanıkların örgütün varlığını bilmeden veörgüt ile organikbağları olmadanklasik bir işveren ve çalışan durumunda oldukları yönündeki savunmalarına itibar edilmesinin mümkün olmadığı, bunun yanısıra sanığın örgütün finans kaynağı olan Bank Asya hesabını aktif olarak kullandığı ve birden fazla hesabının olduğu, terör örgütü elebaşısının çağrı tarihinden sonra BDDK’nun Bank Asya’nın imtiyazlı hisselerindeki ortaklık haklarının TMSF’ye devredildiği 2015 tarihinde ve sonrasında para artışının gerçekleştiği, çok sayıda örgüt üyesinin yaptığı gibi sanığın Bank Asya’ya daha fazla yardımda bulunmak amacıyla vadeyi bozarak faizi bankaya bıraktığı,incelenen digital materyallerinde çok sayıda Fethullah Gülen videosu bulunduğu, örgüt tarafından gizli haberleşmede kullanıldığı bilinen ByLock, Kakao ve Eagle haberleşme uygulamalarının indirilmiş uygulamalar arasında yer aldığı, yukarıya alıntı yapılan yazılarında örgütün temel amaç ve fikirleri doğrultusunda hükümeti ve Cumhurbaşkanı’nı halk nezdinde küçük düşürmeyi, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini teröre destek verir gibi göstererek Uluslararası platformda zor duruma düşürmeyi, örgütü ve örgüt liderini sempatik, darbeyi gerekli ve meşru göstermeyi amaçladığı, tüm delillerin sanığın örgüt hiyerarşisi içerisinde bulunduğunu desteklediği görülmektedir.Yukarıda açıklanan deliller ışığında sanık Bayram KAYA’nın, örgüt üyeliği açısından eylemlerinde süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk unsurlarının gerçekleştiği, sanığın FETÖ/PDY’nin fikir ve ideolojisini benimseyerek bu doğrultuda faaliyetler içerisinde olduğu, silahlı terör örgütü FETÖ/PDY’nin etkin bir üyesi olduğunun kabulü gerektiği kanaatiyle sanığın TCK’nun 314/2maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkûmiyet kararına karşı istinaf yoluna başvurulmuş olup istinaf incelemesi devam etmektedir. A. Ulusal Hukuk 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.… (3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir: a) Yurt dışına çıkamamak. b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak. c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak. ...f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak. g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek. ...j) Konutunu terk etmemek. k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek. l) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." 5271 sayılı Kanun'un "Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(2) Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda verilebilir: a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; ... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316),... (3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz." (4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir." 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur."6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" İdari dava türleri şunlardır:a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları ..."B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Metinleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:...c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması;...(4) Yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, tutulma işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesi ve eğer tutulma yasaya aykırı ise, serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir...." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca yalnızca bir ceza soruşturması veya kovuşturması çerçevesinde kişinin suç işlediğine dair şüphenin bulunması hâlinde yetkili adli makamın huzuruna çıkarılması amacıyla tutuklanabileceği yönündeki içtihadını (Jecius/Litvanya, B. No: 34578/97, 31/7/2000, § 50; Wloch/Polonya, B. No: 27785/95, 19/10/2000, § 108) yakın dönemde verdiği Buzadji/Moldova ([BD], B. No: 23755/07, 5/7/2016, §§ 92-102) kararında geliştirmiştir. Buna göre ilk tutuklama kararından itibaren suçun işlendiğine ilişkin makul şüphenin varlığı yanında tutuklamaya ilişkin nedenlerin bulunduğunun ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konması gerekir. AİHM'e göre ilk tutuklama için yeterli görülen makul şüphenin varlığı; elde edilen deliller ve somut olayın kendine özgü koşulları da dikkate alındığında olaylara dışarıdan bakan, tamamen objektif bir gözlemciyi ikna edecek yeterlilikte olmalıdır. Toplanan deliller objektif bir gözlemciye sunulduğunda şüpheli ya da sanığın atılı suçu işlemiş olabileceği yönünde bir kanaat oluşturmaya yeterli ise somut olayda makul şüphe vardır. Diğer bir ifade ile inandırıcı neden ya da makul şüphe; suçlanan kişinin üzerine atılı suçu işlemiş olabileceğine dair objektif bir gözlemciyi ikna etmeye yeterli olay, olgu veya bilginin varlığını gerektirmektedir (Fox, Campbell ve Hartley/Birleşik Krallık, B. No: 12244/86 ..., § 32; O'Hara/Birleşik Krallık, B. No: 37555/97, 16/10/2001, § 34). AİHM, tutukluluğu meşru kılan makul dört temel neden belirlemiştir. Bunlar sanığın duruşmaya çıkmama (kaçma) tehlikesi (Stögmüller/Avusturya, B. No: 1602/62, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü, § 15), sanığın serbest bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda önlemler alabilecek olma tehlikesi (Wemhoff/Almanya, B. No: 2122/64, 27/6/1968, hukuki gerekçe bölümü, § 14), tekrar suç işleme tehlikesi (Matznetter/Avusturya, B. No: 2178/64, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü, § 7) ve kamu düzenini bozma tehlikesidir (Letellier/Fransa, B. No: 12369/86, 26/6/1991, § 51). | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/26981 | Başvuru, uygulanan gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, tahliye taleplerinin ve tutukluluğun devamı kararlarına yapılan itirazların kısa sürede karara bağlanmaması, tutukluluğa itirazların incelenmemesi, tutukluluk incelemeleri yapan mahkemelerin kanunla kurulmuş, tarafsız ve bağımsız mahkeme ilkelerine aykırı olması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; basın kartının iptal edilmesi nedeniyle de ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuruların konu yönünden irtibatları nedeniyle 2018/20381 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin 2018/20381 numaralı başvuru üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan edilmiş ve olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinde devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin kamu görevinden çıkarılmaları öngörülmüştür. 667 sayılı KHK, 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır. B. Somut Başvurulara İlişkin Olay ve Olgular Başvurucular, Kayapınar Belediyesine (Belediye) ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresine (DİSKİ) hizmet veren özel şirketlerde (Şirket) işçi olarak çalışmakta iken başvurucuların terör örgütü ile iltisaklı olduklarının bildirilmesi üzerine Şirket, başvurucuların iş akdini feshetmiştir. Başvurucular, iş akdinin usulüne uygun olarak feshedilmediğini ve fesih için somut bir olguya dayanılmadığını belirterek işe iade istemiyle Şirket, Belediye ve DİSKİ aleyhine dava açmıştır. Davalı Belediye ve DİSKİ cevap dilekçesinde, 667 sayılı KHK'nın maddesi gereği hazırlanan listede bulunan kişilerin terör örgütü yapılanması ile irtibatı ve iltisakı olduğu tespitine yer verildiğini başvurucuların iş akitlerinin bu kapsamda feshedildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Davalı Şirket ise işe alım ve iş akdinin feshinin asıl işveren konumundaki Belediyenin ve DİSKİ'nin tasarrufunda olduğunu belirtmiştir. Diyarbakır İş Mahkemesi açılan davaların reddine karar vermiştir. Mahkeme kararlarında; başvurucuların millî güvenliği tehdit eden yapılar ile irtibatlı ve iltisaklı oldukları gerekçesiyle 667 sayılı KHK'ya dayalı olarak iş akitlerinin feshedildiği aynı maddenin (2) numaralı fıkrası uyarınca da bu kişilerin bir daha kamu hizmetinde çalıştırılmasının mümkün olmadığı gerekçesine yer verilmiştir. Başvurucular, karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Daireleri (Bölge Adliye Mahkemesi) başvurucuların istinaf istemlerini reddetmiştir. Kararda; şüphe feshi kavramı üzerine durulmuş ve başvurucuların terör örgütü yapılanması ile irtibatı olduğunun bildirilmesi üzerine davalı işveren bakımından iş sözleşmesinin devam etmesinde yasal engel bulunduğu vurgulanmıştır. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bakınız Berrin Baran Eker, [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20 - | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/20381 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, başvurucunun idarenin çalışma izni vermediği süre boyunca çalışamaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/4/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Pamukkale Üniversitesinde öğretim üyesi olarak görev yapmakta iken 1/9/2016 tarihli Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesi (OHAL KHK'sı) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Doktor olan başvurucu dâhiliye alanında kadrolu, hematoloji alanında ise kadro dışı geçici olarak çalışmak için bir özel hastaneyle anlaşmıştır. 31/7/2018 tarihli dilekçe ile başvurucu adına çalışma belgesi düzenlenmesi için idareye başvuru (ilk başvuru) yapılmıştır. Bu başvuru sonrasında Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 14/9/2018 tarihli cevabi yazısında başvurucudan birtakım belgelerin temin edilmesi gerektiği ve sonrasında çalışma talebinin yeniden değerlendirileceği bildirilmiştir. Denizli Valiliği İl Sağlık Müdürlüğünün (İl Sağlık Müdürlüğü) 18/9/2018 tarihli yazısında ise başvuruyu yapan özel hastaneden başvurucuya ait belgelerin temin edilmesi istenmiştir. Özel hastane 19/9/2018 tarihli dilekçe ile idarenin istediği belgeleri sunmuştur. Başvurunun cevapsız bırakılması nedeniyle özel hastane tarafından 19/11/2018 tarihli dilekçeyle yeniden başvuru yapılarak 25/4/2017 tarihli Sağlık Bakanlığı Kapasite Değerlendirme Komisyonunun (Komisyon) kararı doğrultusunda istenilen evraklar aranmaksızın bir defaya mahsus çalışma izni verilmesi talep edilmiştir. Bu talep sonrasında ise 5/2/2019 tarihli cevabi yazıyla söz konusu başvuruların Bakanlığa gönderildiği ve cevap geldiğinde bildirileceği şeklinde cevap verilmiştir. Başvurucu 24/4/2019 tarihinde 60 yaşını doldurmasının ardından 27/3/2002 tarihli ve 24708 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Özel Hastaneler Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) Ek maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinin (3) numaralı alt bendinde yer alan 60 yaşını dolduran tabiplerin özel hastanelerde kadro dışı geçici olarak çalışabileceği düzenlemesi uyarınca 25/4/2019 tarihinde yeni bir başvuru (ikinci başvuru) yapmıştır. 26/4/2019 tarihinde bu talep uygun görülerek İl Sağlık Müdürlüğünce çalışma belgesi düzenlenmiş olup başvurucunun söz konusu özel hastanede çalışması için izin verilmiştir. Başvurucu ilk kez adına çalışma belgesi düzenlenmesi talep edilen 31/7/2018 ile çalışma izninin verildiği 26/4/2019 tarihleri arasında çalışmasının hukuka aykırı olarak engellendiği iddiasıyla Denizli İdare Mahkemesi'nde (İdare Mahkemesi) maddi ve manevi tazminat talepli tam yargı davası açmıştır. İdare Mahkemesi 29/11/2019 tarihli kararıyla başvurucunun maddi ve manevi tazminat taleplerini reddetmiştir. Kararın gerekçesinde ilk başvuru sürecinde idarece verilen zımnen ret kararları aleyhinde iptal davası açılmadığı ve böylelikle hukuka uygunluk karinesinden faydalanan işlemlerden kaynaklı tazminat verilmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Bunun yanında başvurucuya çalışma izni verilip verilmeyeceğine ilişkin bir mahkeme kararı olmadığı vurgulanarak başvuru konusu olayda idarenin hizmet kusurunun gerçekleşmediği ve başvurucunun talep ettiği tazminat yönünden kusursuz sorumluluk şartlarının da oluşmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdare Dava Dairesi 5/3/2020 tarihinde ilk derece mahkemesi kararının hukuka ve usule uygun olduğu, kaldırılmasını gerektiren bir neden bulunmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 10/3/2020 tarihinde öğrendikten sonra 3/4/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Yönetmelik'in maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tabip ve tabip dışı personel özel hastane kadrosunda sözleşmeyle ve Ek-12'deki Personel Çalışma Belgesi düzenlenerek çalışır..." Yönetmelik'in ek maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinin (3) numaralı alt bendinin başvurucunun ikinci başvuruyu yaptığı tarihte yürürlükte bulunduğu hâliyle şöyledir:"(Değişik:RG-23/1/2015-29245) Kadrosuzluk nedeniyle emekli olan veya 60 yaşını dolduran tabipler ile engellilik oranı en az yüzde 60 olan tabipler bu maddenin ikinci fıkrasında sayılan kadrolu tabiplerin çalışma şekline uygun olarak kadro dışı geçici olarak çalışabilir." Kamu göreviyle ilişiği kesilen sağlık çalışanları için Sağlık Bakanlığı Kapasite Değerlendirme Komisyonunun (Komisyon), 25/4/2017 tarihli A-1/a sayılı prensip kararı ile 21/3/2014 tarihinden önce istifa eden veya emekli olan sağlık çalışanlarının ana dal uzmanlık kadrolarında mevzuata uygun olmak şartı ile çalışabileceği; A-1/c sayılı prensip kararıyla ise 21/3/2014-17/9/2016 tarihleri arasında kurumu ile ilişiği kesilen personelin bir defaya mahsus olmak üzere meri mevzuat kapsamında yan dal uzmanı olarak çalıştırılabileceği karara bağlanmıştır. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari makamların sükutu" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. (Değişik: 10/6/1994-4001/5 md.) Otuz gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer otuz günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Otuz günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren dört ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, otuz günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler." 2577 sayılı Kanun'un "Üst makamlara başvurma" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur. Otuz gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır." 2577 sayılı Kanun'un "İptal ve tam yargı davaları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır." 2577 sayılı Kanun'un "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında otuz gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/13467 | Başvuru, başvurucunun idarenin çalışma izni vermediği süre boyunca çalışamaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, maluliyete neden olan psikolojik rahatsızlık nedeniyle meydana gelen zararların tazmini için açılan davada süre aşımı yönünden ret kararı verilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Kara Harp Okulundan 1996 yılında mezun olmasının ardından Tuzla Piyade Okulunda kursiyer subay olarak eğitim görmüştür. Eğitim sürecini tamamlamasının akabinde başvurucu, Kıbrıs Tümen Komutanlığına takım komutanı olarak atanmıştır. 1997 ile 2013 tarihleri arasında sırasıyla Kars Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı, Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanlığı, Kayseri Komando Tugay Komutanlığı, Kıbrıs Tümen Komutanlığı ve Bingöl Motorlu Piyade Tugay Komutanlığı bünyesinde görev alan başvurucu; bu süreçte takım komutanı, bölük komutanı, kısım amiri, ikmal subayı ve hava subayı olarak vazife yapmıştır. Başvurucunun sunmuş olduğu belgelerden görev süresi boyunca harekât ve operasyonlara katıldığı ve bu nedenle farklı tarihlerde berat, takdir gibi belgeler aldığı anlaşılmaktadır. Başvurucu 16/7/2007 tarihinde Çelik 2007-1 operasyonu kapsamında PKK terör örgütü ile Şırnak'ın Varikurdi mevkiinde girilen çatışmada boynundan yaralanmıştır. Şırnak Asker Hastanesi bünyesinde tedavi edilen başvurucuya 23/7/2007 tarihli sağlık raporu ile ateşli silahla yaralanma medikal tedavi tanısıyla otuz gün istirahat izni verilmiştir. Millî Savunma Bakanlığı Nakdi Tazminat Komisyonu 26/3/2008 tarihli kararıyla, görevi gereği teröristlerle girdiği çatışma sonucu on beş gün iş ve gücünden yoksun kalacak şekilde yaralandığı gerekçesiyle başvurucuya 051,75 TL nakdi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Kayseri Asker Hastanesinde 23/8/2010 tarihinde yapılan muayenesinde anksiyete bozukluğu tanısı konulan başvurucu 17/11/2011 tarihinde Kıbrıs'ta görev yaptığı birliğin revirine baş ağrısı, ayak kasılması şikâyetiyle başvurmuş ve Girne Asker Hastanesi bünyesinde nöroloji, iç hastalıkları ve kulak burun boğaz polikliniklerinde muayene edilmiştir. Girne Asker Hastanesi tarafından travma sonucu yeniden yaşantılama ve tedirginlik hâli nedeniyle 9/4/2012 tarihinde Gülhane Askerî Tıp Akademisi (GATA) psikiyatri bölümüne sevk edilen başvurucu bu tarihten sonra düzenli olarak psikolojik tedavi görmeye başlamıştır. Başvurucu 2012 ve 2013 yılları içinde GATA tarafından verilen raporlar uyarınca anksiyete, travma sonrası stres bozukluğu tanılarıyla farklı sürelerde istirahat izinleri almıştır. Bu sürecin akabinde GATA tarafından tanzim edilen 12/9/2013 tarihli rapor ile başvurucu için "kronik nitelik kazanmış travma sonrası stres bozukluğu" tanısı konularakTürk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde görev yapamayacağı tespitinde bulunulmuştur. Başvurucu 18/9/2013 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına başvuruda bulunarak malul hâle gelmesi nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararlarının ödenmesini istemiştir. Talep cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmiştir. Başvurucu zımnen ret kararının ardından maddi ve manevi zararlarının ödenmesi istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde tam yargı davası açmıştır. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 24/9/2014 tarihli kararıyla davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun dava açma süresine ilişkin hükümlerine yer verilerek idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların dava açmadan önce bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her hâlde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemelerinin şart olduğu, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi hâlinde ret işleminin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açmaları gerektiği hatırlatılmıştır. Başvurucunun 2007 yılında yaralanmasından sonra kendisinin veya arkadaşlarının terör örgütü mensupları ile girilen bir çatışmada yaralandığına dair bilgi/belge bulunmadığının ve kendisinin 2012 yılı itibarıyla düzenli psikolojik tedavi görmeye başladığının altı çizilmiştir. Bu noktadan hareketle başvurucunun 2007 yılında zarardan ve eylemden haberdar olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca 12/9/2013 tarihli raporun zararın öğrenilmesine bir etkisinin bulunmadığı bu raporun ancak vazife malullüğü durumuna etki edeceği ifade edilmiştir. Bu tespit uyarınca başvurucunun 2007 yılından itibaren en geç bir yıl içinde idareye zararının tazmini istemiyle başvurması gerekirken 18/9/2013 tarihinde yaptığı başvuru üzerine açtığı davanın süre aşımına uğradığı belirtilerek ret gerekçesi oluşturulmuştur. Ret kararı oyçokluğu ile alınmıştır. Azınlıkta kalan üyelerin karşıoy gerekçesinde özetle başvurucunun psikolojik rahatsızlığına sebep olan başka olguların bulunup bulunmadığı hususunun anlaşılamadığı, bu durum tespit edildikten sonra süre aşımı konusunun değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Ret hükmüne yönelik karar düzeltme istemi Mahkemenin 24/12/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu nihai kararı 6/11/2014 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 11/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 1602 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir." Danıştay İçtihadı Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182, K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir:"Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin kullanımı sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir.Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur." Danıştay Onbeşinci Dairesinin 31/5/2016 tarihli ve E.2016/4241, K.2016/3896 sayılı kararı şöyledir:"2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal edilen ilgililerin, idari eylemleri öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve herhalde idari eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği hükme bağlanmıştır. Anılan Kanun hükmünde idareye başvuru için öngörülen en geç beş yıllık sürenin hangi tarihten itibaren başlatılacağı zaman zaman duraksamalara yol açtığından, bu hususun irdelenmesi gerekmektedir.Tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur. İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir. Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir. Bu itibarla, 2577 sayılı Kanun'un 13'üncü maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme/AİHS) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...” Dava açma hakkını kullanmak yasal birtakım şartlara bağlansa da mahkemelerin usul kurallarını uygularken hem yargılamanın adil olmasına halel getirecek aşırı şekilcilikten hem de yasalar tarafından konulan usul kurallarını ortadan kaldırma sonucunu doğuracak aşırı esneklikten kaçınmaları gerekir (Walchli/Fransa, B. No. 35787/03, 26/7/2007, § 29). Yapılan düzenlemeler, hukuk güvenliği ilkesi ve adaletin iyi bir şekilde tecelli etmesi amaçlarına hizmet etmediği ve dava açmak isteyen kişinin önünde davasının esasını yetkili ve görevli mahkeme önünde inceletmek bakımından bir engel oluşturduğu durumlarda mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olur (Efstathiou ve diğerleri/Yunanistan, B. No. 36998/02, 27/7/2006,§ 24). Süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları birden fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise mahkemeye erişim hakkı kapsamında o yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek şekilde katı bir şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi olmaması gerekir (Běleš ve diğerleri/Çek Cumhuriyeti, B. No: 47273/99, 12/11/2002, §§ 49-51). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Eşim/Türkiye (B. No: 59601/09, 17/9/2013) kararında süre aşımı nedeniyle davası reddedilen başvurucunun mahkemeye erişim hakkının engellenip engellenmediği hususunu incelemiştir. Söz konusu olayda başvurucu askerlik hizmetini yerine getirirken 25/9/1990 tarihinde yaşanan bir çatışmada yaralanmış, başvurucunun tedavisi uzunca bir süre devam etmiş ve sonunda 1992 yılında askerlikle ilişiği kesilmiştir. Başvurucu sonraki yıllarda sürekli baş ağrısından ve baş dönmesinden yakınmış, 2004 yılında başında belirlenemeyen metal bir cismin olduğu tespit edilmiş, 2007 yılında GATA'daki muayenesinde başvurucunun başında mermi olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu 19/9/2007 tarihinde tazminat almak amacıyla idareye başvurmuş ancak başvurucunun bu talebi reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun idare aleyhine maddi ve manevi tazminat istemiyle açtığı davada AYİM söz konusu olayın yaşandığı tarihten itibaren beş yıl içinde dava açılmadığı gerekçesiyle davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir (Eşim/Türkiye, §§ 4-10). AİHM anılan kararında, davanın temelinde yer alan konunun aslen beş yıllık süre sınırını başvurucunun yaralandığı tarihten itibaren hesaplayan yerel mahkeme kararındaki gerekçelendirme olduğunu ifade etmiş; başvurucunun 25/9/1995 tarihinde kafatasındaki mermiden haberdar olmamasının tartışma konusu olmadığından kendisinden beş yıl içinde tazminat davası açmasının beklenmesinin makul olarak değerlendirilemeyeceğine, mahkemenin nazarında şahsi yaralanmayla ilgili tazminat davalarında dava açma hakkının tarafların uğradığı zararı gerçekte değerlendirebildiğinde kullanılabilmesi gerektiğine hükmetmiş ve AYİM’in süre sınırı hakkındaki katı yorumunun davanın esasının tam olarak incelenmesine engel olması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Eşim/Türkiye, §§ 23, 25, 26). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2555 | Başvuru, maluliyete neden olan psikolojik rahatsızlık nedeniyle meydana gelen zararların tazmini için açılan davada süre aşımı yönünden ret kararı verilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; terör örgütü üyeleri tarafından babası öldürüldüğü dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 9/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 2/2/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 10/10/1994 tarihindeterör örgütü mensupları tarafından Batman ili Sason ilçesi Yücebağ köyü yolunun kesildiğini ve yolculardan babası A.O.nun öldürüldüğünü beyan etmiş ve bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 3/1/2006 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 18/3/2011 tarihli ve 2011/1-1240 sayılı kararında, terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda dosyanın incelenmesi sonucunda başvurucunun köyü terk etmediğinden, köyde yaşamaya devam ettiğinden bahisle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde açılan dava, yetkisizlik kararıyla Batman İdare Mahkemesine devredilmiştir. Batman İdare Mahkemesinin 25/11/2011 tarihli ve E.2011/694, K.2011/1210 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:“... Yücebağ Beldesinin Yıldız Mahallesi, Barış Mahallesi, Karşıyaka Mahallesi, ve Tepe mahallesinden oluştuğu, Tepe Mahallesinin de Alaçayır mezrası, Uğurlar mezrası, Tuzaksız mezrası Golagadomezrasındanoluştuğu, Batman İl Jandarma Komutanlığı'nın 2011 tarih ve 18647-11/Ter.Suç.Ks sayılı Batman Valiliği'ne hitaben yazılı boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin yazısından; YücebağBeldesi, Yıldız Mahallesi, Barış Mahallesi, Karşıyaka Mahallesinin boşalan ya da boşaltılan yerlerden olmadığı ancak; Alaçayır mezrası, Uğurlar mezrası, Tuzaksız mezrası veGolagado mezralarının 1994/1995-2000 tarihleri arasında tamamen boşaldığının ifade edildiği, Batman İl Jandarma Komutanlığının 01/10/2009 tarih ve 3700-63966-09/GKK/Ks. sayılı ve eki 2009 tarihli tutanağa göre, 1987-2000 yılları arasında YücebağBeldesindeGKK veGÖKKgörevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri haricinde köyde 105 hanenin ikamet ettiği, köy nüfusunun 1990 yılında 2031, 1997 yılında 1232, 2000 yılında, 2796 kişi olduğu, Batman/Sason İlçe Seçim Kurulu Başkanlığının 2009 tarih ve 185 sayılı yazısına göre; yapılan araştırmalarda, 1990-2000 yılları arasında muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, ancak evrakların imha edilmek üzere SEKA'ya gönderildiği,Yücebağ Beldesi İlköğretim Okulu'nun 1993-1994 yıllarında güvenlik sebebiyle kapalı olduğu,diğer yıllarda İlköğretim Okulunun eğitim ve öğretime açık olduğunun ifade edildiğigörülmektedir.Bu durumda, aralarında davacının da bulunduğu Yücebağ Beldesinin (YıldızMahallesi)halkının bir kısmının, güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı...” Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 31/1/2013 tarihli ve E.2012/2163, K.2013/743 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Onama kararı, başvurucuya 10/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/8/2013 tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5737 | Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından babası öldürüldüğü dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/30854 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir internet gazetesinde kullandığı ifadeler nedeniyle hapis cezası ile cezalandırılmasının başvurucunun ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1970 doğumlu olan başvurucu, olayların yaşandığı tarihte Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Hafik Kamer Örnek Meslek Yüksekokulunda yöneticilik yapmaktadır. Yirmi üç yıllık kamu hizmeti bulunan başvurucu aynı zamanda İnternet Gazeteciler Derneği Yönetim Kurulu başkanlığı görevini yürütmektedir. Müşteki ise aynı üniversitede rektör iletişim danışmanı olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, www.egemengazetesi.com isimli web sitesinde yer alan bazı haberlerin altında müştekiyi hedef aldığı iddia edilen üç paylaşımda bulunmuştur. Başvurucu, "İşte İGD'nin Yeni Yönetim Kurulu" başlıklı haberin altında müştekinin soyadı ile bağlantı kurarak "Şu Parlak Kitapsız 'u getirin bana, 'un dosyası patlıyor faili belirsiz", "Yılmaz, Eğitim Birsen'in Üçüncü İstişare Toplantısına Katıldı" başlıklı haberin altında "'un fırıldakları aldı başını yürüdü"; "Üniversiteliler Köy Çocukları İçin Kalem Topladı" başlıklı haberin altında ise " her haber sana kapak olsun" şeklinde paylaşımlarda bulunmuştur. Müşteki 4/4/2014 tarihinde, başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılması istemiyle şikâyette bulunmuştur. Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı 18/7/2014 tarihli iddianame ile başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir. Yargılamayı yapan Sivas Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 24/11/2014 tarihinde başvurucunun hakaret suçundan 1 yıl 2 ay 17 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...yapılan yargılama, sanığın inkarına rağmen kullanımındaki bilgisayarın sorumluluğu kendisine ait olmakla ve müştekiye doğrudan kendisinin duyduğu kızgınlıkla suçlamaya konu içerikleri yazdığı, aralarındaki ilişki nedeniyle şahsın sorumlu olmasının söz konusu olmayacağı, savunmaların suçtan kurtulma çabası olduğu, içeriklerin incitici bile olsa eleştiri sınırları içinde kalma kriterine uymayıp doğrudan estetik ve sanat değeri olmaksızın kaba ve hakaret içerikli müştekiyi küçük düşürmeye matuf olduğu açıkça anlaşılmış, Cumhuriyet savcısı mütalası ve tüm dosya kapsamındaki delillerin birlikte değerlendirilmesiyle hüküm fıkrasında kabul edildiği şekilde suçlamaya konu eylemlerin sabit olduğuna dair kesin sonuç ve vicdani kanaate ulaşılmakla aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir." Kararı temyiz eden başvurucu temyiz dilekçesinde; müştekinin soy isminin mizah yapmaya müsait olduğunu, şikâyete konu ifadeleri rencide etmek amacıyla kullanmadığını beyan etmiştir. Temyiz üzerine kararı inceleyen Yargıtay Ceza Dairesi hükmü onamıştır. Başvurucu nihai kararı 17/4/2018 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 15/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ... veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır...(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23; Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/15033 | Başvuru, bir internet gazetesinde kullandığı ifadeler nedeniyle hapis cezası ile cezalandırılmasının başvurucunun ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.