text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 5/7/2006 tarihinde ifadesi alınmış, Viranşehir Cumhuriyet Başsavcılığının 3/12/2007 tarihli iddianamesiyle muhafaza altına alınmış eşya hakkında hırsızlık suçunu işlediği iddiasıyla hakkında kamu davası açılmıştır. Viranşehir Asliye Ceza Mahkemesinin 7/10/2010 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 22/3/2016 tarihli kararıyla bozulmuştur. Yargılama, İlk Derece Mahkemesinde devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4752 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hukuka aykırılıklar konusunda yetkili makamlarca uyarı yapılmaması ve dernek tüzüğünün resmîleşmemesi nedenleriyle suç oluşmamasına rağmen dernek tüzüğünün Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesiyle verilen hapis cezasının adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1948 doğumlu olup olaylar tarihinde İstanbul'da ikamet etmektedir. Başvurucu tarafından 17/2/2009 tarihinde İstanbul Valiliği İl Dernekler Müdürlüğüne "Dünya Ülkeleri Barış ve Yaptırım Derneği"nin (Dernek) kuruluş bildirimi sunulmuştur. Söz konusu başvuru evrakında başvurucunun geçici yönetim kurulu başkanı olduğu belirtilmiştir. İl Dernekler Müdürlüğü 6/4/2009 tarihli yazı ile Dernek Tüzüğü'nün (Tüzük) Anayasa'nın , , , , , , ve maddeleri ile 22/11/2011 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesine aykırı olduğunu belirterek düzeltmelerin yapılması, eksikliklerin giderilmesi ve yeni tüzüğün hazırlanması gerektiğini, aksi takdirde yasal işlem yapılacağını Dernek yönetimine bildirmiştir. Dernek yetkilileri tarafından birtakım değişiklikler yapıldıktan sonra yeni Tüzük 22/4/2009 tarihinde İl Dernekler Müdürlüğüne sunulmuştur. İl Dernekler Müdürlüğü, yeni Tüzük'ün içerik bakımından ilk Tüzük ile aynı olduğu ve mevzuata aykırı olan hususların giderilmemiş olduğu gerekçeleriyle 4/11/2004 tarihli ve 5253 sayılı Dernekler Kanunu'nun maddesine göre işlem yapılması için Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığına 26/6/2009 tarihinde suç duyurusunda bulunmuştur. Öte yandan başvurucu, Derneğin amaç ve faaliyetlerinin aslında öneri niteliğinde olduğunu belirterek İl Dernekler Müdürlüğüne 8/7/2009 tarihli bir başvuru yapmış, Tüzük'te istenen ilave değişiklikler varsa bu değişiklikleri yapabileceklerini belirtmiş ve Dernek hakkında yapılan suç duyurusunun bir örneğinin taraflarına verilmesini istemiştir. Başvurucu ayrıca İl Dernekler Müdürlüğü görevlileri hakkında görevi kötüye kullanma iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuştur. Bu konuda yapılan soruşturma, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanmış; başvurucunun bu karara itirazı da reddedilmiştir. Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan soruşturma neticesinde başvurucunun kurucusu ve başkanı olduğu Derneğin kuruluşu, amacı ve faaliyetlerinin düzenlendiği Tüzük'ün Anayasa ve kanunlara aykırı olması nedeniyle başvurucunun 5253 sayılı Kanun'a muhalefet suçunu işlediği iddiasıyla 15/9/2009 tarihli iddianame düzenlenmiştir. Yargılamayı yapan Küçükçekmece Asliye Ceza Mahkemesi, dava konusu Tüzük hakkında bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi tarafından hazırlanan raporda Tüzük'ün amaç ve faaliyetler başlığı altında yer alan bazı amaçlarının Anayasa'nın , , , , ve maddeleri ile 5253 sayılı Kanun'un ilgili maddelerine aykırı olduğu kanaati belirtilmiştir. İlk derece mahkemesi 21/3/2011 tarihinde, anılan rapora atıf yaparak başvurucu hakkında 10 ay hapis ve 375 TL adli para cezasına hükmetmiştir. Kararda ayrıca başvurucu hakkında verilen 10 ay hapis cezasının ertelenmesine ve Derneğin feshine de hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtayca 17/4/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucu, onama kararından 15/7/2014 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiştir. Başvurucu 12/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14380 | Başvuru, hukuka aykırılıklar konusunda yetkili makamlarca uyarı yapılmaması ve dernek tüzüğünün resmîleşmemesi nedenleriyle suç oluşmamasına rağmen dernek tüzüğünün Anayasa ya aykırı olduğu gerekçesiyle verilen hapis cezasının adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Yargıtay üyeliği görevinden çekilmeye davet disiplin cezasına yapılan itirazın reddi sonrasında Yargıtay Başkanlar Kurulu kararı nedeniyle adil yargılanma ve çalışma hakları ile etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 17/7/2016 tarihli kararıyla başvurucunun da aralarında bulunduğu 133 Yargıtay üyesinin mevcut yetkilerinin kaldırılmasına, haklarında ceza soruşturması başlatılan -emekli olanlar da dâhil- 140 Yargıtay üyesinin fiillerinin soruşturulması için Yüksek Disiplin Kurulu oluşturulmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hakkındaki nihai hükmü 31/7/2017 tarihinde öğrendikten sonra 24/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/34071 | Başvuru, Yargıtay üyeliği görevinden çekilmeye davet disiplin cezasına yapılan itirazın reddi sonrasında Yargıtay Başkanlar Kurulu kararı nedeniyle adil yargılanma ve çalışma hakları ile etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, istirdat ve alacak davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/3/2014 tarihinde yapılmıştır.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:Başvurucu ile Boğaziçi Elektirik Dağıtım A.Ş. (BEDAŞ) arasında 1/8/2000 tarihinde Güngören-Sefaköy-Avcılar-Kumburgaz İşletme Müdürlükleri bölgelerinde havai hatların bakım onarım ve revizyon işlerinin yapılmasına ilişkin sözleşme imzalanmıştır. Başvurucu, 21/8/2001 tarihinde BEDAŞ'a başvurarak 12/6/2001 tarihli Bakanlar Kurulu Kararının geçici maddesi çerçevesinde taahhüdü altında bulunan işin tasfiyesini talep etmiş, BEDAŞ 26/2/2002 tarihli yazısında sözleşmenin anılan Bakanlar Kurulu Kararı kapsamında olmadığını bildirmiştir. BEDAŞ Yönetim Kurulu 31/2/2003 tarihli kararında başvurucunun taahhüdünü yerine getirmediğini belirterek sözleşmeyi feshetmiş, kesin teminat mektubunun irat olarak kaydedilmesine karar vermiştir. Başvurucu, BEDAŞ ile aralarında imzalanan sözleşmenin haksız olarak feshedildiğini belirterek 2003 yılında İstanbul İdare Mahkemesinde açtığı iptal davasının Mahkemenin yargı yolu bakımından görevsizliği nedeniyle reddedilmesi üzerine 25/4/2003 tarihinde Beyoğlu Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı davada, sözleşmenin feshi ile kesin teminat mektubunun irad kaydedilmesine ilişkin Yönetim Kurulu Kararının iptali ve teminatın iadesine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemenin 16/7/2004 tarihli kararında, taraflar arasında imzalanan sözleşmenin konusunun bakım onarım ve revizyon işleri olduğu, 12/6/2001 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı kapsamında olmadığı, yapılan ihtarlara rağmen başvurucunun sözleşme ile yapmayı taahhüt ettiği işleri yerine getirmediği, sözleşmenin feshedilmesinde ve kesin teminat mektubunun irat kaydedilmesinde hukuka aykırılığın bulunmadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/3/2006 tarihli kararında, taraflar arasında imzalanan sözleşmenin, bakım onarım ve revizyon işleri ile ilgili olduğu, eser sözleşmesi kapsamında kaldığı, 12/6/2001 tarihli Bakanlar Kurulu Kararının maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ilgili Bakanlar Kurulu Kararının geçici maddesi kapsamında tasfiye isteme hakkının başvurucuya tanınması gerektiği, idarenin tasfiye talebini reddetme imkânının bulunmadığı, bilirkişi raporu alınarak tasfiye kesin hesabının çıkartılması ve buna göre karar verilmesi gerektiği belirtilerekkarar bozulmuştur. Bozma kararına uyan Mahkemece verilen 4/6/2008 tarihli kararda, talep iki kısımda değerlendirilmiş olup tasfiye alacağı yönünden BEDAŞ Yönetim Kurulunun sözleşmenin feshedilmesine ilişkin kararının hukuka aykırı olduğu, başvurucunun dava dilekçesinde davalının sözleşmenin feshine ilişkin kararının iptalini istediği ve tasfiye kesin hesabı ile ilgili olarak miktar belirtmediği ve faiz talebinde bulunmadığı, başvurucunun tasfiye kesin hesabına bağlı alacağının 2006 yılı itibarıyla hesaplanıp hüküm altına alındığı, başvurucunun 31/10/2007 tarihli dilekçeyle bilirkişiler tarafından hesaplanan alacağın 2006 yılı alacağı olduğunu belirterek 2007 yılından itibaren ticari faiz talep ettiği, başvurucunun hak ediş alacağının 1/1/2007 tarihinden itibaren işleyen avans faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesi gerektiği, kesin teminat mektubu alacağı yönünden ise haksız fesih nedeniyle idarenin nakte çevirdiği teminatı iade etmekle yükümlü olduğu, alacağın dava tarihinden itibaren işleyen faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesi gerektiği belirtilerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/6/2009 tarihli kararında, yüklenicinin makul sürede işin tasfiyesi ve alacağın tahsili için dava açması gerekirken söz konusu davanın 25/4/2003 tarihinde açıldığı, tasfiye kesin hesabı alacağının ise daha sonra ıslahla talep edildiğinin anlaşıldığı, davacı yüklenicinin kendi eylemi sonucu zararın artmasına neden olamayacağından davacının tasfiye kesin hesabı alacağının 2002 yılı fiyatları ile çıkarılması ve bu şekilde tahsil kararı verilmesinin gerektiği, 2006 yılı fiyatları ile çıkarılan tasfiye kesin hesabı alacağının tahsiline karar verilmesinindoğru olmadığı, davacı yüklenicinin 29/5/2008 tarihinde verdiği dilekçe ile tasfiye kesin hesabı alacağının tahsilini istediği, bu dilekçede davacı yüklenici vekili faizden söz etmiş ise de cinsini açıklamadığı, daha önce davacı yüklenici tarafından davalı idarenin temerrüde düşürüldüğüne ilişkin bir belgenin dosyada bulunmadığı, bu durumda karar altına alınan tasfiye kesin hesabı alacağına 29/5/2008 tarihinden itibaren değişen oranlarda dikkate alınarak yasal faiz uygulanmak suretiyle tahsil kararı verilmesi gerektiği, bilirkişiden 2002 yılı fiyatları ile tasfiye kesin hesabının çıkarılması konusunda ek rapor alınarak tespit edilecek alacağa 29/5/2008 tarihinden itibaren değişen oranlarda dikkate alınarak yasal faiz uygulanmak suretiyle tahsil kararı verilmesi gerektiği belirtilerek hüküm bozulmuştur. Beyoğlu Asliye Ticaret Mahkemesinin Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) kararı ile kapatılması üzerine davaya İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde devam edilmiş, Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucu verilen 31/5/2012 tarihli kararda belirtilen "...Davacı tarafından BEDAŞ'a gönderilen dilekçede,açıkça sadece asıl alacakla ilgili olarak davadan vazgeçekleri hususunun yazılı olması, bu dilekçenin aynen BEDAŞ İşletme ve Bakım Müdürlüğünün tasfiye kesin hak ediş raporunda da geçmesi nedeniyle, davacı tarafın 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesine göre asıl alacakla ilgili ödemeyi almasına rağmen faiz talebinden vazgeçmediği sonucuna varılmaktadır. Davacı taraf 1/1/2003 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi istemiş ise de,Yargıtay bozma ilâmında açıkça davacı alacağına 29/5/2008 tarihinden itibaren yasal faiz uygulanması gerektiği belirtilmiş ve Mahkememizce bu hususa uyulmakla, davacının talep edebileceği faizin türünün yasal faiz, başlangıç tarihinin ise 29/5/2008 olarak hüküm kurmak gerekmiştir. Davacı tarafın talebi 29/5/2008 tarihli ıslah dilekçesi de dikkate alınarak; davalı tarafça paraya çevrilen teminat mektubu bedeli olan 866,00 TL ve 083,23 TL hak ediş alacağı toplamı olmak üzere toplam 949,23 TL'nin davalıdan tahsiline yöneliktir. Mahkememizce 4/6/2008 tarihli kararda 866,00 TL teminat mektubunun nakte çevrilmesinden doğan bedelin davalıdan alınıp davacıya verilmesini karar verilmiş, bu hüküm bozma dışında kalarak kesinleşmiştir. Taraflar yargılamanın devamı sırasında hak ediş alacağı konusunda anlaşmışlar, davalı, davacıya 574,15 TL ödemiştir. Gerçekleşen bu ödeme nedeniyle bu miktar yönünden dava konusuz kalmış, yukarıda açıklandığı üzere davacı faiz talebinden vazgeçmediğinden, ödenen 574,15 TL alacağa 29/5/2008 tarihinden ödeme tarihi olan 2/2/2012 tarihine kadar değişen oranda yasal faiz uygulanmasına karar vermek gerekmiş, ayrıca hak ediş alacağı yönünden davacının ziyade talebi reddedilmiştir..." gerekçe ile dava kısmen kabul edilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/3/2013 tarihli kararıyla hüküm onanmıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 26/12/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. Ret kararı başvurucuya 6/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, 7/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Bu arada HSYK kararı ile İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesi kapatılmış, dosya İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesine devredilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3018 | Başvuru, istirdat ve alacak davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu Mehmet Polat'ın 9/7/2016 tarihinde vefat ettiği tespit edilmiştir. 9/1/2017 tarihli yazı ile mirasçılarına, başvurucu tarafından yapılan bireysel başvuruya mirasçı sıfatı ile devam edip etmeyecekleri sorulmuş, devam edecek olmaları hâlinde buna ilişkin belgelerin Anayasa Mahkemesi Bölümler Başraportörlüğüne gönderilmesi gerektiği bildirilmiştir. Başvurucunun mirasçıları 17/1/2017 tarihli dilekçe ile bireysel başvuruya mirasçı sıfatı ile devam edeceklerini belirterek vekâletnameleri ile mirasçılık belgesinin onaylı suretini göndermişlerdir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi 3/9/2004 tarihinde men'i müdahale davası açmıştır. Kayseri Asliye Hukuk Mahkemesi, 6/10/2005 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/7/2008 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemenin E.2008/394 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19151 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin Anayasa’nın , , ve maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 6/12/2013 tarihinde Mersin İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 8/1/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 3/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 3/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 4/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 17/4/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) üyesi bir kamu görevlisidir. EĞİTİM SEN Yönetim Kurulunun 6/3/2012 tarihli kararı ile 28 ve 29 Mart 2012 tarihlerinde tüm ülke çapında “uyarı grevi” adı altında işe gelmeme eylemi yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu bahsi geçen tarihlerde işe gelmemiştir. Başvurucunun görev yaptığı Tarsus İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, eyleme katılan tüm sendika üyeleri hakkında yürüttüğü idari soruşturma sonucunda 18/5/2012 tarihli kararı ile “28-29 Mart 2012 tarihlerinde mazeretsiz olarak göreve gelmediği” gerekçesiyle başvurucuyu uyarma cezası ile cezalandırmıştır. Başvurucunun söz konusu karara yapmış olduğu itiraz Mersin Valiliğinin 11/7/2012 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, hakkında verilen disiplin cezasının iptali istemiyle 20/7/2012 tarihinde idare mahkemesine iptal davası açmış, Mersin İdare Mahkemesinin 13/12/2012 tarihli kararı ile dava reddedilmiştir. Başvurucu, hakkında verilen disiplin cezasının iptali istemiyle 9/8/2012 tarihinde idare Mahkemesine iptal davası açmış, Mersin İdare Mahkemesinin 13/12/2012 tarihli kararı ile dava reddedilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi de Adana Bölge İdare Mahkemesinin 10/5/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bölge İdare Mahkemesinin ilamı, başvurucuya, 21/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 6/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Toplu eylem ve hareketlerde bulunma yasağı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Devlet memurlarının kamu hizmetlerini aksatacak şekilde memurluktan kasıtlı olarak birlikte çekilmeleri veya görevlerine gelmemeleri veya görevlerine gelipte Devlet hizmetlerinin ve işlerinin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmaları yasaktır”. 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …C - Aylıktan kesme: Memurun, brüt aylığından 1/30 - 1/8 arasında kesinti yapılmasıdır. Aylıktan kesme cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …b) Özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek,…” 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Disiplin amirleri tarafından verilen uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezalarına karşı disiplin kuruluna, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasına karşı yüksek disiplin kuruluna itiraz edilebilir.İtirazda süre, kararın ilgiliye tebliği tarihinden itibaren yedi gündür. Süresi içinde itiraz edilmeyen disiplin cezaları kesinleşir.İtiraz mercileri, itiraz dilekçesi ile karar ve eklerinin kendilerine intikalinden itibaren otuz gün içinde kararlarını vermek zorundadır.İtirazın kabulü hâlinde, disiplin amirleri kararı gözden geçirerek verilen cezayı hafifletebilir veya tamamen kaldırabilirler.Disiplin cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabilir.” Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 22/5/2013 tarih, 2009/63 Esas ve 2013/1998 Karar sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“…Uyuşmazlıkta, davacının, üyesi bulunduğu sendikanın yetkili kurullarınca alınan karara uyarak 11/12/2003 tarihinde 1 gün göreve gelmeme eyleminin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125/C-b maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin tespiti önem taşımaktadır. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinin son fıkrasında; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07/05/2004 - 5170 S.K./mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü yer almıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü”nün düzenlendiği maddesinde; herkesin asayişi bozmayan toplantılar yapmak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahip olduğu, bu hakların kullanılmasının, demokratik toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlandırılabileceği, bu maddenin, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk mensupları veya devletin idare mekanizmasında görevli olanlar hakkında meşru sınırlamalar konmasına engel olmadığı kuralına yer verilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 15/09/2009 tarihli, Kaya ve Seyhan - Türkiye kararında (application no. 30946/04); Eğitim-Sen üyesi öğretmenlere, 11/12/2003 tarihinde KESK’in çağrısına uyarak, parlamentoda tartışılmakta olan kamu yönetimi kanun tasarısını protesto etmek üzere düzenlenen bir günlük ulusal eyleme katılmaları nedeniyle 11/12/2003 tarihinde göreve gelmedikleri için uyarma cezası verilmesinin, her ne kadar bu ceza çok küçük olsa da, sendika üyelerinin çıkarlarını korumak için meşru grev ya da eylem günlerine katılmaktan vazgeçirecek bir nitelik taşıdığı, öğretmenlere verilen disiplin cezasının “acil bir sosyal ihtiyaca” tekâbül etmediği ve bu nedenle “demokratik bir toplumda gerekli” olmadığı sonucuna varmış, bunun sonucu olarak, bu davada, başvuranların AİHS’nin maddesi anlamında gösteri yapma özgürlüğünü etkili bir şekilde kullanma haklarının orantısız olarak çiğnendiği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu durumda, davacının, sendikal faaliyet gereği, 11/12/2003 tarihinde göreve gelmeme eyleminin özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek fiili kapsamında değerlendirilemeyeceği ve sendikal faaliyet kapsamında bir gün göreve gelmemek fiilinin mazeret olarak kabulü gerektiğinden, disiplin suçu teşkil etmeyen eylem nedeniyle davacıya 657 sayılı Kanunun 125/C-b maddesi uyarınca aylıktan kesme cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamıştır.…” | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8809 | Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin Anayasa’nın 10. , 36. , 40. ve 90. maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, sendikaya üyelik talebinin sendika tarafından reddedilmesi nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Birinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuruya konu Türk Metal Sendikası, Türkiye'de 1963 yılından beri otomotiv, beyaz eşya, elektronik, demir, çelik ve yan sanayi gibi birçok alanda yetkili sendika olarak faaliyet göstermektedir. Türk Metal Sendikası ile Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu (MKEK) arasında 4/8/2017 tarihinde, 1/1/2017-31/12/2018 arası yürürlük tarihli Toplu İş Sözleşmesi (TİS) imzalanmıştır. Başvurucular, bu sözleşme döneminde Sendikanın üyesidir. 31/12/2018 tarihinde TİS'in sona ermesiyle başvurucular 2019 yılının Şubat ayında Sendikadan istifa etmiştir. Bu sırada Türk Metal Sendikası, başvurucuların çalıştığı işyerinde yeniden TİS akdedebilmek için yetki talebinde bulunmuş, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından 20/2/2019 tarihinde yetki belgesi almıştır. Türk Metal Sendikası ile işveren arasında TİS görüşmeleri devam ederken başvurucular 2019 yılı Nisan-Mayıs aylarında tekrar Sendikaya üyelik başvurusunda bulunmuştur. Başvurucuların üyelik talebi Sendika tarafından reddedilmiştir. Ret gerekçesi şöyledir:"Önceki TİS yürürlük bitimi olan 31/12/2018 akabinde (MKEK'nin hukuka aykırı benzer uygulamalarını örnek alarak) yeni dönem TİS'ten sırf sendikal aidat ödemeden yararlanma amaçlı istifa ettiği anlaşılan, en önemlisi birlik ve dayanışma içerisinde olunması gereken bir dönemde, TİS müzakere başlangıcı hemen öncesinde üyelikten istifa ederek işveren ve diğer işçiler nezdinde sendikamızın güçsüz görünmesine, pazarlık yeteneğinin azalmasına sebebiyet veren, bu suretle hakkın kötüye kullanımı mahiyetinde davranarak sendikamızın amaç ve faaliyetlerinin gerçekleşmesi adına kötü bir örnek ortaya koyan, üyelerimiz arasında birlik ve dayanışmayı bozucu eylemde bulunan, kısacası dayanışma içerisinde binlerce üyesi bulunan sendikamıza bağlılık kurallarına aykırı hareket eden söz konusu kişilerin 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu (md. 17 dahil) ve Türk Metal Sendikası Anatüzüğünün ve ilgili maddeleri gereği üyelik başvurusunun reddine karar verilmiştir." Başvurucular, Türk Metal Sendikasına üyelik talebinin reddi işleminin iptali ile sendika üyeliğinin kazanıldığına karar verilmesi talepli dava açmıştır. Başvurucular, dava dilekçelerinde sendika üyeliğinden çekilmenin anayasal bir hak olduğunu, tekrar üyelik taleplerinin Türk Metal Sendikası tarafından TİS'ten yararlanmalarını engelleme maksatlı ve keyfî olduğunu ileri sürmüştür. Davalı Türk Metal Sendikası; ilk derece mahkemesine sunduğu cevap dilekçelerinde, başvurucuların önceki TİS bitim tarihinde ve yeni TİS görüşmeleri başlangıcında sırf aidat ödememe amaçlı olarak sendika üyeliğinden istifa ettiklerini ileri sürmüştür. Davalıya göre başvurucular TİS imzalanmasına yakın tarihlerde tekrar üyeliğe dönerek geçmiş ayların TİS farklarından yararlanıp üyelikten istifa ettikleri için Sendikaya herhangi bir aidat ödememeyi amaçlamıştır. Davalı, başvurucuların bu davranışının dayanışma hâlinde olunması gereken TİS müzakere sürecinde Sendikayı hem üye sayısı hem de birlik görüntü verme bakımından işveren nezdinde güçsüz bıraktığını belirtmiştir. İlk derece mahkemesinde dinlenen davacı tanıklarının beyanlarının ilgili kısmı şöyledir: [Tanık E, H. ve Y.A.:] "...fabrikanın çoğunluğu sendikadan şikayetçidir, kendi temsilcimizi kendimiz şeçemiyoruz, sadece şube başkanını seçeriz, bizimle muhattap olacak kişiyi onlar atarlar. Yemeklerimizin kötü olması, iş güvenliği malzemelerimiz kötüdür, bu gibi şikayetlerimiz vardı. Davacılar bu şikayetlerini dile getirdiler ancak olumlu yanıt alamadılar, çeşitli bahanelerle talepler reddedildi, bunun üzerine davacılar tepki üzerine sendikadan istifa ettiler. Bundan 2-3 ay kadar sonra hem tepkinin gösterilmiş olması hem de muhattap olunacak ve görüşülecek başka bir sendikanın bulunmayışı sebebiyle tekrardan sendikaya üye olmak istediler, bu süre zarfında sürekli sendikadan birileri gelerek davacılara üye olmazsanız TİS'lerden yararlanamazsınız, ücretlerini alamazsınız diye tehdit ettiler, arkadaşlarımızı neden istifa ettiniz, şikayetleriniz nedir diye sormadılar, direk tehdit ettiler. Bu davacıların son çaresiydi, sonradan başka sendika olmadığını biliyorlardı ancak tepkilerini göstermek için bunu yaptılar. Hatırladığım kadarıyla şubat ayı gibi ayrıldılar, mayıs sonu gibi tekrardan başvurdular, davacıların aidat ödememek gibi bir amacı kesinlikle söz konusu değildi, eğer böyle bir amaçları olsaydı sözleşmenin imzalandığı zaman girmek isterlerdi, gerekli tepkiyi göster[di]ler, gerekli reaksiyonu aldılar, bunun üzerine tekrardan sendikaya başvurdular. Hem gerekli reaksiyonun alınması hem de TİS den yararlanamayacaklarının söylenmesi üzerine tekrardan başvurdular. Sendikanın 200 küsür bin üyesi vardır, kırk tane işçinin istifası ile gücünü kaybetmez." İlk derece mahkemesinde dinlenen davalı tanıklarının beyanlarının ilgili kısmı şöyledir:[U.E.B.:] "Ben Mermi işletmesinde sendika temsilcisiyim. Ben şubat ayında göreve başladım. İstafası şubattan önce şubattan sonra olanlar vardır. Şube yönetiminde gelen talimat ile istifa eden kendi bölümümdeki herkese geri dönmelerini, sıkıntı yaşayacaklarını bildirdim. Mayıs ayında yeni sözleşme için masaya oturulur, yeni sözleşmenin başlayacağı tarih ile önceki sözleşmenin bittiği tarih arasında bir boşluk olur, bu boşluk döneminde istifa edilmesi halinde boşluk dönemindeki aidatın ödenmesinden kurtulunur, yeni sözleşme döneminde tekrardan üye olunması halinde de yeni sözleşmenin haklarından faydalanırlar. Davacılardan istifa sebebi olarak işyeri ile ilgili sorunları belirtenler olmuştu ancak buna tepki olarak istifa etmek doğru değildi, yönetimdekilere, temsilcilere durumu anlatmaları gerekirdi. İstifa sebebi olarak sendika ile ilgili dahi olmayan vardiya hususlarını belirtenler oldu, sosyal sendikacılıkta eksiklikler olduğunu belirtenler de oldu. Tekrardan üye olmaları için çağrı yaptığımızda davacılara yönetimin şu önerisi sunuldu, tekrardan üyelikleri yapılırsa ara dönemde ödenmeyen aidatların kesileceği bildirildi. Yönetimin bu önerisinin sebebi de aidat ödeyerek TİS' ten faydalanan işçinin 'biz enayi miyiz' dememesi içindi. İçlerinde kabul edenler oldu, kabul etmeyenler oldu. Benim davacılar ile ilgili aramda hiçbir sıkıntı yoktur, buraya gelirken de bir kısmı ile görüştüm. Sözleşme tarihinden önce bir tarih verilmişti bize bu tarihten önce bir çok defa davette bulunduk, bu tarihten sonra başvurup da kabul edilen de olmadı. Sendikaya tekrardan kabul edilenler dava açmayıp az önce belirttiğim şekilde eksik aidatları ödeyen kişilerdir. Kabul etmeyenler ise yargılama masrafları ve eksik aidatlarının kesilmemesini isteyen kişilerdir. Genel başkan yardımcısı H.F.E yaptığı toplantıda soru soran herkesi dinledi. Aidatların yüksekliğinden, ödemek istemediğinden şikayet edenler olmuştu. İstifa etmiş işçinin elinde maaş bordrosunu sallayarak bakın bizden aidat kesilmedi, siz 'kerizsiniz koyunsunuz' dediğini duydum..." [A.O.:] "Ben 18/02/2019 tarihinde Mühimmat fabrikasına sendika temsilcisi olarak atandım. Ben göreve geldiğimde davacıların % 80'i istifa ettiler, biz yönetime istifa eden arkadaşların tekrar sendikaya üye olmaları için talepte bulunduk. Bütün istifa eden arkadaşları tek tek gezerek sendikaya davet ettim, istifa eden arkadaşların bir kısmı bana hakaret dahi etti. İstifa edenlerin büyük kısmı sebep olarak maddiyatı gösterdiler, sözleşme bitinceye kadar aylık 150 TL civarında aidatın kendilerine kar olduğunu söylediler. Daha önceden bir kaç işçi istifa etmiş akabinde yeni sözleşmenin 1 hafta 10 gün öncesinde başvurarak tekrardan sendika üyesi olup, haklardan faydalanmışlardı, davacılar da bunları örnek gösterdiler. Daha sonrasında gelen başkan yeniden davet etti kabul etmediler, en son geriye dönük eksik aidatın ödenmesi ve açmış oldukları davaları çekmeleri şartıyla sendikaya dönebileceklerini söylediler, ancak davacılar kabul etmediler, bu sebeple başvuruları reddedildi. Benim temsilci olduğum işyerinde bir kaç istifa eden işçi arkadaş ellerinde bordro ile diğerlerine yönelik 'siz kerizsiniz, enayisiniz' diyerek kesintinin yapılmadığını gösterdi. İstifa eden işçilerin bir kısmı tekrardan başvuruları kabul edildi, bir kısmının ise reddedildi, kabul edilenlerin sebebi ise az önce belirttiğim şekilde boşluk dönemindeki ödenmeyen aidatların ödenmesini kabul etmeleri sebebiyledir..." Yargılamanın yapıldığı Ankara İş Mahkemesi, davaların reddine kesin olarak karar vermiştir. Gerekçeli kararların ilgili kısmı şöyledir:"... Dava konusu uyuşmazlığın çözümünde öncelikle bireysel ve kollektif sendika özgürlüğünün izah edilmesi gerekmektedir. Bireysel sendika özgürlüğü Anayasanın maddesi ve 6356 sayılı Kanun'un ve maddeleri ile düzenlenmiş ve korunmuştur. Bu doğrultuda işçi önceden izin almaksızın dilediği sendikaya üye olabileceği gibi üye kalmaya yahut üyelikten ayrılmaya da zorlanamaz.Kolektif sendika özgürlüğü ise özü itibari ile sendikanın; üyelik başvurusunda bulunan işçinin başvurusunu kabul edip etmeme hususundaki özgürlüğüdür. ...kollektif sendika özgürlüğü kapsamında Sendika da, başvuruda bulunan işçiyi üyeliğe kabul edip etmemekte özgürdür. Ancak kollektif sendika özgürlüğü de sınırsız olmayıp; iki yönden bu özgürlük sınırlandırılmıştır. Birincisi Sendika tüzüklerinde zorunlu olarak düzenlenen üye olma ve üyelikten çıkarılma şartlarına uyulmaması halidir ki bu şartlar da Anayasaya ve kanunlara aykırı şekilde düzenlenemeyecektir. İkincisi ise 6356 sayılı Kanun'un 17/ maddesi gereği haklı bir sebebin varlığı halidir. Zira sendikanın da kendi varlığını koruma hakkı bulunmaktadır... bilindiği üzere kollektif sendika özgürlüğü aslında özü itibariyle bireysel sendika özgürlüğünü korumaktadır. Bu yönde anlaşılmaktadır ki bireysel sendika özgürlüğü de, kollektif sendika özgürlüğü de sınırsız olmayıp, karşılıklı olarak birbirlerini dengelemektedir....Tüm dosya kapsamında yapılan inceleme, dinlenen tanık ifadeleri, Sendikanın sunmuş olduğu başvuru ve başvurunun reddine ilişkin evraklar, davacıların ocak-şubat aylarında birbirine yakın tarihlerde sendikadan ayrılmış olmaları ve TİS yapılmasının öncesinde yine birbirine yakın tarihlerde sendikaya üye olma başvurularının bulunması, ayrılma ve başvurma tarihlerinin TİS'in bitmesinden hemen sonrasına ve TİS'ten hemen öncesine denk gelmesi birlikte değerlendirildiğinde; davacıların TİS bulunmayan boşluklu dönemde aidat ödememek amacıyla sendikadan ayrıldıkları ve yeni TİS'in geriye dönük işleyecek hükümlerinden aidat ödemeden faydalanmak için TİS yapılmadan sendikaya üyelik başvurusunda bulundukları anlaşılmıştır.Bu izahatlar doğrultusunda davacıların eyleminin sendika yönünden kollektif sendika özgürlüğü kapsamında üyelik başvurusunun reddi için haklı sebep olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği önem arz etmektedir.Bu durum öncelikle Anayasanın maddesinin ikinci fıkrasına aykırıdır. Zira Anayasa tarafından verilen bireysel sendika özgürlüğü hakkı yine Anayasa ile verilen kollektif sendika özgürlüğü hakkını yok etmek amacı ile kullanılmaya çalışılmıştır.Benzer şekilde bu durum dürüstlük kuralına da aykırıdır. Temel hukuk kurallarından olan dürüstlük kuralı çerçevesinde; herkes haklarını kullanırken dürüst davranmak zorunda olup, hakkın kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. Dava konusu eylemin aidat ödememek için kanunun arkasından dolanma gayreti ile yapıldığı açık olup, kötü niyetli bu davranış hukuk düzeni tarafından korunmayacaktır. Davacıların gerçekleştirdiği eylemin davalı sendikayı maddi ve manevi zarara uğrattığı sabittir. Şöyle ki sendikanın temel gelir kaynağı üyelerinden topladığı aidatlar olup, davacılar bu aidatları ödememek ancak TİS'in geriye yürüyen maddelerinden de faydalanmak için kötü niyetli şekilde sendikadan ayrılmış ve sendika yönünden gelir kaybı yaşanmıştır. Sendika manevi yönden de zarar görmüştür. Zira sendikanın kuruluş amacı tek başına güçsüz konumdaki işçilerin ortak amaç ve dayanışma ile bir araya gelerek güçlü konumdaki işveren karşısında denk hale gelmesidir. Davacıların sadece aidat ödememek için sendikadan ayrılıp, TİS'ten önce sendikaya üye olma çabaları sendikanın kuruluş amacı olan dayanışma ve ortak amaç uğruna hareket etme ilkelerine aykırıdır.Aynı şekilde davacıların eyleminin sendikanın gücünü kırdığı da şüphesizdir. Şöyle ki sendikanın TİS görüşmelerindeki en büyük gücü ve kozu üye sayısıdır. Her ne kadar davalı sendikanın üye sayısının yanında, sendikadan kötü niyetle ayrılıp tekrar girmek isteyenlerin sayısı küçük bir miktar olarak değerlendirilebilecekse de; bu ayrılışlarla sendikanın üye sayısının azaldığı ve gücünün az veya çok düştüğü sabittir ki bu durum açıklandığı üzere sendikanın birlik, beraberlik, dayanışma ve ortak hareket etmeye en çok ihtiyaç olan zamanda, TİS görüşmeleri öncesinde yaşanmıştır.Davacıların bu eylemleri ile sendika hukukunun temellerinden olan nimet külfet dengesini bozduğu da açıktır. Bu temel ilke gereği sendikanın nimetlerinden faydalanabilmek için sendikanın külfetine katlanılması gerekmektedir. Somut olayda nimet olan TİS'ten kaynaklı alacaklardan faydalanılmak istenilmiş, ancak külfet olan aidat ödeme yükümlülüğüne katlanılmak istenmemiştir.Ayrıca sendikanın; üyesi işçilere eşit davranma borcu bulunmaktadır. TİS bulunmayan, boşta geçen sürede; sendika üyeliği devam eden ve aidatlarını ödeyen işçiler ile bu sürede kötü niyetli olarak sendikadan ayrılıp, aidat ödemeyip, sonradan üye olan işçilerin; aynı haklara sahip olması durumunda; sendika işçiler arasında eşit davranmamış olacaktır ki bununla da kalmayıp somut olayda da yaşandığı gibi işçiler arasında anlaşmazlıklar çıkacak, çalışma barışı bozulacak, sendikanın birlik, beraberlik ve dayanışma duyguları zayıflayacaktır. Unutulmamalıdır ki kollektif sendika özgürlüğünün zayıflaması bireysel sendikacılığı da zayıflatacaktır.Bunların yanı sıra davacılar kendileri gibi sendikadan ayrılan bir kısım işçilerin üyelik başvurusunun kabul edildiğini ve kendilerine ayrımcılık yapıldığını iddia etmiştir. Ancak yapılan incelemede ve dinlenen tanık ifadelerinde bu kişilerin, sendikanın; işçilerin kötü niyetli bu davranışlarından dönmeleri ve ödenmeyen aidatların ödenmesi halinde üyeliğe alınacakları şeklinde yapılan davetine uymuş ve külfetine katlanmadıkları yani ödemekten kaçındıkları aidatları geri ödeyerek üye olmuş kişiler oldukları tespit edilmiştir.Davacıların yapmış olduğu kötü niyetli eylemin bir önceki sene 6-7 kişi tarafından, bu sene ise 80 küsür kişi tarafından gerçekleştirildiği anlaşılmıştır. Aslında sadece bu durum bile TİS bulunmayan dönemde sendika üyeliğinden çıkarak aidat ödemeyip, TİS'in geriye yürüyen hükümlerinden aidat ödemeden yararlanmış olmak için tekrar üye olma çabasının sendikanın amacına, birlik, beraberlik, dayanışma ilkelerine ve kollektif sendika özgürlüğüne zarar verdiğini göstermiştir. Tüm bu izahatlar doğrultusunda; davacıların TİS bulunmayan dönemde sendika üyeliğinden ayrılarak aidat ödemeyip, TİS'in geriye yürüyen hükümlerinden aidat ödemeden yararlanmış olmak için tekrar üye olma taleplerinin, sendika tarafından reddinin; haklı sebebe dayandığı tespit edilerek davanın reddi gerekmiştir..." A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nun "Sendika üyeliği ve üyeliğin kazanılması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: (1) On beş yaşını dolduran ve bu Kanun hükümlerine göre işçi sayılanlar, işçi sendikalarına üye olabilir...(3) Sendikaya üye olmak serbesttir. Hiç kimse sendikaya üye olmaya veya olmamaya zorlanamaz...(5) Sendikaya üyelik, Bakanlıkça sağlanacak elektronik başvuru sistemine e-Devlet kapısı üzerinden üyelik başvurusunda bulunulması ve sendika tüzüğünde belirlenen yetkili organın kabulü ile e-Devlet kapısı üzerinden kazanılır. Üyelik başvurusu, sendika tarafından otuz gün içinde reddedilmediği takdirde üyelik talebi kabul edilmiş sayılır. Haklı bir neden gösterilmeden üyelik başvurusu kabul edilmeyenler, bu kararın kendilerine tebliğinden itibaren otuz gün içinde dava açabilir. Mahkemenin kararı kesindir. Mahkemenin davacı lehine karar vermesi hâlinde üyelik, red kararının alındığı tarihte kazanılmış sayılır. " 6356 sayılı Kanun’un “Üyelik aidatı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Üyelik aidatının miktarı kuruluşların tüzüklerinde belirtilen usul ve esaslara göre genel kurul tarafından belirlenir. (2) Üyelik ve dayanışma aidatları, yetkili işçi sendikasının işverene yazılı başvurusu üzerine, işçinin ücretinden kesilmek suretiyle ilgili sendikaya ödenir. (3) Yukarıdaki hükümlere göre ödenmesi gereken aidatı kesmeyen veya kesmesine rağmen bir ay içinde ilgili işçi sendikasına ödemeyen işveren, bildirim şartı aranmaksızın aidat miktarını bankalarca işletme kredilerine uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödemekle yükümlüdür. (4) Üye aidatının tahsiline ilişkin usul ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak bir yönetmelikle düzenlenir." 6356 sayılı Kanun’un “Sendika üyeliğinin sona ermesi ve askıya alınması” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) İşçi veya işveren, sendikada üye kalmaya veya üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.” 6356 sayılı Kanun’un “Toplu iş sözleşmesinden yararlanma” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Toplu iş sözleşmesinden taraf işçi sendikasının üyeleri yararlanır. (2) Toplu iş sözleşmesinden, sözleşmenin imzalanması tarihinde taraf sendikaya üye olanlar yürürlük tarihinden, imza tarihinden sonra üye olanlar ise üyeliklerinin taraf işçi sendikasınca işverene bildirildiği tarihten itibaren yararlanır. ... (4) Toplu iş sözleşmesinin imzası sırasında taraf işçi sendikasına üye olmayanlar, sonradan işyerine girip de üye olmayanlar veya imza tarihinde taraf işçi sendikasına üye olup da ayrılanlar veya çıkarılanların toplu iş sözleşmesinden yararlanabilmeleri, toplu iş sözleşmesinin tarafı olan işçi sendikasına dayanışma aidatı ödemelerine bağlıdır. Bunun için işçi sendikasının onayı aranmaz. Dayanışma aidatı ödemek suretiyle toplu iş sözleşmesinden yararlanma, talep tarihinden geçerlidir. (İptal dördüncü cümle: Anayasa Mahkemesinin 30/12/2020 tarihli ve E.:2020/57; K.:2020/83 sayılı Kararı ile) (5) Dayanışma aidatının miktarı, üyelik aidatından fazla olmamak kaydıyla sendika tüzüğünde belirlenir..." Türk Metal Sendikası Ana Tüzüğü'nün maddesinin ilgili kısmı şöyledir: (a) 6356 sayılı Kanun'un Maddesinde belirtilen niteliği haiz ve metal iş kolunda çalışan 15 yaşını doldurmuş işçiler Sendika'ya üye olabilirler. (b)... Üyelik için yapılan başvuru en çok otuz gün içinde Sendika Yönetim Kurulu tarafından reddedilmediği takdirde üyelik istemi kabul edilmiş sayılır. Anayasa Mahkemesi Kararı Anayasa Mahkemesi 6356 sayılı Kanun'un maddesinin (4) numaralı fıkrasının dördüncü cümlesinde düzenlenen "İmza tarihinden önceki talepler imza tarihi itibarıyla hüküm doğurur." ibaresinin Anayasa'ya aykırılık iddiasını incelemiştir (AYM, E.2020/57, K.2020/83, 30/12/2020). Kararın ilgili kısmı şöyledir: "... Taraf sendikanın üyesi olmayıp dayanışma aidatı ödemek suretiyle toplu iş sözleşmesi hükümlerinden yararlanmak isteyen işçilerin imza tarihinden önceki talepleri itiraz konusu kural uyarınca imza tarihi itibarıyla hüküm doğuracaktır. Bu itibarla toplu görüşme ve pazarlık sürecinde toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işyerinde çalışan, süresinde talepte bulunan ve dayanışma aidatı ödeyen, taraf sendika üyesi olmayan işçilerin toplu iş sözleşmesinde yer alan ve toplu görüşme ve pazarlık süreçleri nedeniyle geçmişe yönelik parasal haklar bahşeden hükümlerden yararlanmaları mümkün olmayacaktır. Bu sonuçla karşılaşmak istemeyen işçilerin ise toplu iş sözleşmesi öncesinde taraf sendikaya üye olmaları gerekmektedir. Dolayısıyla kural hem olumsuz sendika hakkını hem de toplu iş sözleşmesi hakkını sınırlamaktadır...Toplu iş sözleşmeleriyle işçilerin kazanç ve yarar sağlayabilecek hükümleri işverenlere kabul ettirebildikleri, bunun için görüşme yapma yetkisi olan işçi temsilcilerinin güçlü bir işçi örgütünün eylemli desteğine ihtiyaç duydukları ve bu desteğin güçlü sendikaların oluşmasıyla sağlanabildiği açıktır. Kuralla toplu iş sözleşmesine taraf sendikanın üyesi olmayan işçilerin toplu iş sözleşmelerine konulan ve sözleşme pazarlık süreçlerinde geçen dönemler için parasal haklar öngören hükümlerden yararlanmalarının sınırlandırıldığı ve böylece sendika üyesi olan işçiler ile olmayan işçiler arasında bir fark yaratılarak toplu iş sözleşmesi yapma yetkisi olan işçi sendikasına katılımın teşvik edildiği anlaşılmaktadır. Nitekim kuralın gerekçesinde atıf yapılan öğreti görüşleri ile Yargıtay kararlarında toplu iş hukukunun yerleşmesi ve gelişmesi amacından bahsedildiği görülmektedir. Söz konusu sınırlama ile toplu iş sözleşmesine taraf işçi sendikasının üye sayısının ve toplu iş sözleşmesindeki pazarlık gücünün artacağı gözetildiğinde sendika ve toplu iş sözleşmesi haklarına getirilen bu sınırlamanın güçlü işçi desteğini sağlamak suretiyle toplu iş sözleşmesi yapma hakkının etkili biçimde kullanılması amacına yönelik olduğu ve anayasal bağlamda meşru bir amacının bulunduğu anlaşılmaktadır...Toplu iş hukukunun yerleşmesi ve gelişmesi ile sendikaların güçlendirilmesi şüphesiz demokratik toplumda önemli bir yer tutar. Öte yandan çoğulculuk ve haksız rekabetin önlenmesi de demokratik toplumun vazgeçilmezleri arasındadır. Bu nedenle anılan değerler birlikte ve birbiriyle uyumlu şekilde yorumlanarak uygulanmak durumundadır. Başka bir ifadeyle sendikalar arasında haksız rekabet oluşturacak, işçi örgütlenmeleri arasındaki çoğulculuğu zedeleyecek şekildeki kamusal müdahaleler toplu iş hukukunun geliştirilmesi amacı ile izah edilemez. Dolayısıyla anayasal haklara sınırlama getiren kamusal tercihler kullanılırken demokratik toplum değerleri arasındaki uyumu gözeten bir denge ile hareket edilmelidir...Toplu iş sözleşmesine taraf sendika üyesi olan işçi, talebi gerekmeksizin üye aidatı ödeyerek; üye olmayan işçi ise talebi üzerine dayanışma aidatı ödemek suretiyle sözleşmenin parasal hükümlerinden yararlanmaktadır. Dayanışma aidatıyla yararlanmada taraf sendikanın onayı aranmayarak sendika üyesi olan ve olmayan işçiler arasında bir eşitlik ve denge sağlanmıştır. Ancak yetki alma ve toplu iş sözleşmesinin hazırlık, müzakere ve pazarlık süreçlerinin devam ettiği dönemlerde sendika üyesi olmayan işçilerin dayanışma aidatı ödemesi itiraz konusu kuralla engellenmektedir. Bu sürecin ülkemizde çok uzun zaman alabildiği gözetildiğinde bu uzun süre boyunca dayanışma aidatı ödeyenlerin toplu iş sözleşmesinden yararlanmasının engellenmesi bu dengeyi bozacak niteliktedir. Kuralın toplu iş sözleşmesinin imzalandığı tarihte taraf sendika üyesi olan işçiler lehine bir sonuç doğurduğu, bu nedenle sendikalaşma yarışında taraf sendika lehine bir avantaj yarattığı açıktır. Öyle ki üye sayısını artırmada kolaylık elde eden taraf sendikanın bir sonraki toplu iş sözleşmesinde de üye işçi çoğunluğunu muhafaza etmek suretiyle diğer sendikalara üstün gelmesi ve taraf sendika statüsünü koruması mütemadi bir hâl alabilecektir. Bu durum ise sendikalar arasındaki yarışın ve dolayısıyla çoğulculuğun zedelenmesine neden olabilecektir. Taraf sendika üyesi olmayıp sözleşmeden yararlanmaya ilişkin diğer şartları haiz olan işçilerin toplu iş sözleşmesinin geriye dönük hak bahşeden parasal hükümlerinden mahrum bırakılmalarının, bu kapsamdaki işçileri sendikaya üye olmaya zorlayacağı açıktır. Bu itibarla kuralla getirilen sınırlamanın Anayasa’nın maddesi kapsamında bir toplumsal ihtiyacı karşılamadığı, aksine demokratik bir toplumda bulunması gereken çoğulculuğa zarar verdiği, sendikalar arası rekabeti taraf sendika lehine haksız şekilde bozduğu anlaşıldığından demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir sınırlamanın varlığından söz edilemez. Toplu iş sözleşmesi, işçilerin çalışma hayatının düzenlenmesinde önemli katkılar sağladığı gibi işçilere Anayasa ve kanunların emredici kurallarıyla sınırlı olmak üzere sosyal ve ekonomik haklar kazandırır. Doğası gereği bireysel olarak yapılamayan ve sendikalar aracılığıyla toplu olarak yapılabilecek toplu iş sözleşmesinden yararlanma ile sözleşmenin tarafı olan sendikaya üyelik arasında sendikal faaliyetlerin güçlenmesi amacıyla bir ilişki kurulmuştur. Nitekim sendika üyeleri herhangi bir işlem ya da müracaata gerek kalmaksızın toplu iş sözleşmesinden yararlanırken taraf sendika üyesi olmayan işçiler için talepte bulunma ve taraf sendikaya dayanışma aidatı ödenmesi koşulu öngörülmüştür. Bu sayede sendika üyesi olmayan işçilerin de bir kısım külfete katlanmak suretiyle toplu iş sözleşmesinden yararlanabilmeleri mümkün kılınmıştır. Öte yandan Kanun’un maddesinin (8) numaralı fıkrası ile toplu iş sözleşmesinin grev sonucunda imzalanmış olması hâlinde zorunlu olarak çalışanlar dışında grev sırasında işyerinde çalışmış olanların toplu iş sözleşmesinden yararlanması engellenerek yararlanma ile aidatın ötesine geçen sendikal külfete katlanma arasında bir denge kurulmaya çalışılmıştır. Ancak itiraz konusu kuralla taraf sendika üyesi olmayan işçilerin toplu iş sözleşmesinin toplu görüşme ve pazarlık sürecine ilişkin haklarla ilgili hükümlerinden yararlanmaları engellenmek suretiyle güçlü sendika ile toplu iş sözleşmesi hakkı arasındaki denge bozulmuştur. Bu yönüyle kural taraf sendikaya üye olmayan işçilerin dayanışma aidatı ödemek suretiyle sözleşme hükümlerinden yararlanma imkânını anlamsız da kılabilecek niteliktedir. Dolayısıyla kuralla getirilen sınırlamanın Anayasa’nın maddesi kapsamında bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğu söylenemez."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir: " Herkes barışçıl olarak toplanma ve dernek kurma hakkına sahiptir. Bu hak, çıkarlarını korumak amacıyla başkalarıyla birlikte sendikalar kurma ve sendikalara üye olma hakkını da içerir. Bu hakların kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplum içinde ulusal güvenliğin, kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli olanlar dışındaki sınırlamalara tabi tutulamaz. Bu madde, silahlı kuvvetler, kolluk kuvvetleri veya devlet idaresi mensuplarınca yukarda anılan haklarını kullanılmasına meşru sınırlamalar getirilmesine engel değildir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre sendika kurma hakkı; sendikaların kendi kurallarını koyma, kendi işlerini yönetme ve sendika federasyonları kurma ve bunlara katılma hakkını kapsar (Cheall/Birleşik Krallık, B.No: 10550/83, 13/5/1985, Komisyon kararı). AİHM, sendikaların idari formaliteler ve ücretlerin ödenmesi de dâhil olmak üzere üyelik koşulları ile ilgili kendi kurallarını koyma özgürlüğünün yanı sıra üye adayının icra ettiği meslek veya zanaat gibi daha esaslı başka kriterler koyma özgürlüğüne de sahip olduğunu ifade etmektedir (Demiryolu Mühendisleri ve İtfaiyeciler Birliği (ASLEF)/Birleşik Krallık, B. No: 11002/05, 27/2/2007, § 38). AİHM; sendikaların üyelerini seçmekte özgür olmaları gerektiğini, madde uyarınca derneklerin veya kuruluşların kendilerine katılmak isteyen herkesi kabul etmek gibi yükümlülükleri olmadığını belirtmiştir (Demiryolu Mühendisleri ve İtfaiyeciler Birliği (ASLEF)/Birleşik Krallık,§ 39). AİHM çıkarlarını korumak için bir sendikaya katılma hakkının sendikanın kurallarına bakılmaksızın kişiye istediği sendikaya katılmak için genel bir hak kazandırdığı şeklinde yorumlanamayacağını vurgulamıştır. AİHM'e göre sendikalar, Sözleşme’nin maddesinin ilk fıkrasında sayılan hakları kullanırken sendika kurallarına uygun olmak koşuluyla sendikaya kabul ve sendikadan çıkarma ile ilgili konularda verdikleri kararlarda özgür olmalıdır (C heall/Birleşik Krallık, Komisyon kararı). AİHM; Geotech Kancev GMBH/Almanya (B. No: 23646/09, 2/6/2016, §§ 52-58) başvurusunda, başvurucunun Sosyal Yardım Fonuna mali katkıda bulunmakla yükümlü olduğu için negatif örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasını incelemiştir. AİHM öncelikle başvurucunun negatif örgütlenme özgürlüğünü yani kendi iradesi dışında işveren örgütlerinden birine katılmama özgürlüğünü olumsuz yönde etkileyen zorunlu üyelikle eş değer olup olmadığının belirlenmesi gerektiğini belirtmiştir. AİHM'e göre başvurucu şirket; dayanışma ilkesine dayalı olarak inşaat sektöründe çalışan tüm çalışanların menfaatine olacak şekilde sosyal yardım haklarına mali katkıda bulunmakla yükümlüdür. AİHM, Sosyal Yardım Fonuna mali katkıda bulunma yükümlülüğünün başvurucunun inşaat sektöründeki işveren derneklerinden birine katılarak bu derneğin karar alma sürecine katılması ve Sosyal Yardım Fonunun faaliyetleri üzerinde kontrol sahibi olarak çıkarlarını savunması için fiilî bir teşvik yarattığının düşünülebileceğini vurgulamıştır. Buteşvikin Sözleşme'nin maddesi ile güvence altına alınan örgütlenme özgürlüğü hakkının özüne dokunamayacak kadar uzak olduğunu ve bu nedenle başvurucunun kendi iradesi dışında bir derneğe katılmama özgürlüğüne bir müdahale teşkil etmediğini tespit etmiştir. Ayrıca başvurucunun Sosyal Yardım Fonuna katkıda bulunma yükümlülüğünün bir dernek kurma, bunu teşvik etme veya mevcut bir derneğe katılma hakkını hiçbir şekilde ortadan kaldırmadığının altını çizmiştir. Son olarak başvurucunun Sosyal Yardım Fonuna katkı payı ödemek zorunda olduğu için gerekli mali imkânlardan mahrum bırakıldığı iddiası karşısında bu yükümlülüğünün Sosyal Yardım Fonuna karşı sahip olduğu haklarla dengelendiği sonucuna ulaşmıştır. | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/5841 | Başvuru, sendikaya üyelik talebinin sendika tarafından reddedilmesi nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, alacak davasında davacının iddiaları incelenirken karşı davacının taleplerinin incelenmemesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının; yargılama sürecindeki taleplerin kabul edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 21/5/2014 tarihinde Bodrum Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/4/2015 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı 28/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesine herhangi bir görüş sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:Başvurucu ile davacı Şirket arasında eser sözleşmesi yapılmış olup sözleşme gereğince edimlerin ifası sürecinde yaşanan ihtilaflar nedeniyle, davacı Şirket tarafından yerine getirildiği beyan edilen işlere karşılık gelen 050,43 TL alacağın tahsili amacıyla 22/12/2008 tarihinde Bodrum Asliye Hukuk Mahkemesinde alacak ve ipotek tesisi davası açılmıştır. Başvurucu, aleyhine açılan bu davaya cevap verirken davacı Şirketin edimini sözleşmeye uygun ifa etmemesi nedeniyle fesih şartlarının oluştuğunu ve sözleşme kapsamında cezai şart ve diğer yaptırımların uygulanması ile sözleşmenin feshinden doğan ve yedi kalem hâlinde sayılan toplam 090 TL alacağının tahsili talebiyle 7/1/2009 tarihinde aynı dosya üzerinden karşı dava açmıştır. Mahkeme 16/5/2012 tarihli ve E.2008/651, K.2012/251 sayılı kararıyla 3/4/2009 ve 14/5/2010 tarihlerinde yapılan keşif sonrası düzenlenen bilirkişi raporları ile diğer delilleri dikkate alarak asıl davada açılan davanın kısmen kabulüne, karşı davanın ise reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesi şu şekildedir:"Dava dosyasındaki delillerin değerlendirilmesinde: Dava dilekçesi ve ekleri, cevap dilekçesi, karşı dava dilekçesi,Bodrum Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/ 250 iş sayılı dosyası, Mahkememizin 2008/223 iş sayılı dosyası, taşınmazların tapu kayıtları, taraf dosyası, Mahkememizin 2008/223 iş sayılı dosyası, taşınmazların tapu kayıtları, taraf delilleri, yapılan keşifler, alınan bilirkişi raporları ve ek raporları ile tüm dosya kapsamına göre; Dava asıl davada eser sözleşmesine dayalı alacak ve kanuni ipotek tesisi, karşı davada alacak , cezai şart ve tazminat istemine ilişkin olup tüm dosya kapsamı , toplanan deliller ile bilirkişiler kurulu raporuna göre davacının davalı yararına kabul edilebilir imalat bedelinin 438,02 TL olduğu (bilirkişi raporunda 593,44 TL yapılmayan duvar imalat bedelinden düşürülmesi yanlış olduğundan yapılan imalat bedeli 438,02 TL olarak kabul edilmiştir.) tarafların kabulünde bulunan ödenen 750 TL düşüldüğünde davacının yapmış olduğu imalattan dolayı kalan talep edilebilir alacağının 688 TL olduğu, davada kanuni ipotek koşullarının oluşmadığı, karşı davaya gelince eksik ve ayıplı imalatlara ilişkintalebinin asıl davada çözümlendiği mahsup edildiği, diğer cezai şart ve tazminat alacağı taleplerine ilişkin koşulların davada oluşmadığı anlaşılmakla..." Kararın taraflarca temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/6/2013 tarihli ve E.2012/5539, K.2013/4183 sayılı kararıyla hüküm kısmen bozulmuştur. Gerekçe şu şekildedir:"Yüklenici tarafından asıl davada bakiye iş bedelinintahsili ile kanuni ipotek hakkı tesisi iş sahibi tarafından açılan karşı davada ise; tesbit giderleri, SSK prim borcu ödemesi, fazla ödeme, gecikme tazminatı, eksik işlerin ikmâli için sonraki yükleniciye yapılan ödeme ile kusurlu işler bedeli ve kâr kaybı talep edilmiş, mahkemece asıl davanın kısmen kabulüne, karşı davanın ise reddine dair verilen karar, taraflarca temyiz edilmiştir. 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre tarafların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.2-Mahkemece hükme esas alınan 2011 günlü bilirkişi raporunda yapılan iş bedelinden %10 nefaset kesintisinin yanısıra hatalı imalâtların düzeltilmesi için (394,40 TL ve 737,60 TL’nin) toplamı olan 132,00 TL mahsup edilmiştir. Bilirkişi kurulunca atıf yapılan 2009 havale tarihli ek rapora göre eksik ve hatalı işlerin keşif tarihi itibariyle piyasa rayiçleri üzerinden tutarı 737,60 TL, sözleşmedeki birim fiyatlara göre maliyeti ise 394,40 TL’dir. Mahsup yapılırken her iki tutarın toplamı üzerinden mahsup yapılması doğru olmamış, sözleşmedeki birim fiyatlara göre kusurlu işlerin maliyeti 394,40 TL’nin mahsubu suretiyle sonuca varılması için kararın davacı ve karşı davalı yüklenici yararına bozulması gerekmiştir.3-Yüklenici tarafından yapılan işteki nefaset tutarı ile hatalı işler bedeli iş sahibi tarafından açılan karşı davanın konusunu oluşturduğu halde asıl ve karşı davadaki taraflar yönünden ayrı ayrı hüküm kurulması gerekirken nefaset tutarı ve kusurlu işler bedelinin yüklenici alacağından mahsubu suretiyle sonuca gidilmesi ve karşı davanın tamamen reddine karar verilmesi doğru olmamış, kararın bu yönden de davalı ve karşı davacı iş sahibi yararına bozulması gerekmiştir." Başvurucu reddedilen temyiz itirazları yönünden süresi içinde karar düzeltme isteminde bulunmuştur. Karar düzeltme istemi aynı Daire tarafından 9/1/2014 tarihli ve E.2013/5331, K.2014/130 sayılı kararla reddedilmiştir. Ret gerekçesi şu şekildedir:"Yargıtay ilâmında belirtilen gerektirici nedenler karşısında HUMK’nın maddesinde sayılan nedenlerden hiç birisine uygun olmayan karar düzeltme isteğinin REDDİNE ve HUMK’nın maddesi hükmünce 228,00 TL para cezası ile bakiye 1,95 TL red harcının karar düzeltme isteyen davalı-k.davacı Nafiz Yıldıran'a yükletilmesine ... oybirliğiyle karar verildi." Kısmen bozma sebebiyle yapılan yargılama 2014/45 sayılı esasa kaydedilmiş olup 27/1/2014 tarihinde düzenlenen tensip zaptı şu şekildedir:"Mahkememizden verilen 16/05/2012 tarih ve 2008/651 Esas 2012/251 sayılı kararı Yargıtay Hukuk Dairesi'nin27/06/2013 tarih ve 2012/5539Esas 2013/4183Karar sayılı ilamıyla BOZULMAKLA, dava mahkememizin yukarıdaki esasına kaydı yapılıp incelendi:GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:1- Taraflara Duruşma gününü bildirir davetiye gönderilmesine,2- Bozma kararına uyulup uyulmama konusunun duruşmada dikkate alınmasına,Bu nedenle duruşmanın 22/04/2014 günü saat 11:55'a bırakılmasına tensiben dosya üzerinde karar verildi." Duruşma gününü bildirir davetiye başvurucuya 10/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.22/4/2014 tarihli duruşmada tutulan tutanağın ilgili kısmı şu şekildedir:"Belirli günde celse açıldı. Davalı-Karşı Davacı Vekili Av. AYŞE BORA , Davacı-Karşı Davalı Vekili Av. ... , duruşmaya katıldı. Açık yargılamaya devam olundu.Yargıtay bozma ilamı okundu.Davacı-Karşı Davalı vekilinden soruldu:Bozma ilamına uyulsun. dedi.Davalı-Karşı Davacı vekilinden soruldu:Bozma ilamına uyulsun. Dedi.G.d: Yargıtay Hukuk Dairesinin 2012/5539 Esas ve 2013/4183 Karar sayılı bozma ilamına uyulmasına karar verildi. Tefhimle Açık yargılamaya devam olundu..." Başvurucu, karar düzeltme talebinin reddi kararının kendisine tebliğ edilmediğini, Yargıtayın bozma kararı sonrası 22/4/2014 tarihli duruşma sonrasında ret kararını öğrendiğini belirtmiştir. Başvurucu 21/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 31/3/2011 tarihli ve 6217 sayılı Kanun'un maddesi ile değiştirilen geçici maddesi şöyledir:"(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.(2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.(3) Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 442/A maddesi şu şekildedir:"(Ek: 16/7/1981 - 2494/32 md.) Yargıtayın karar düzeltme yolu açık olan bozma kararları, mahkeme başkatibince onbeş gün içinde kendiliğinden taraflara tebliğ edilir.Yargıtayın onama veya onamaya karşı başvurulan karar düzeltme isteminin reddine ilişkin kararlarının sonucu da, mahkeme başkatibince on beş gün içinde kendiliğinden taraflara bildirilir." 1086 sayılı Kanun'un maddesi birinci ve ikinci fıkraları şu şekildedir:"Yargıtay ilgili dairesi temyiz edilen kararı bozarsa, davayı, kararı vermiş olan mahkemeye veya uygun göreceği diğer bir mahkemeye gönderir.O mahkeme, temyiz eden 434 ncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtayın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6958 | Başvuru, alacak davasında davacının iddiaları incelenirken karşı davacının taleplerinin incelenmemesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının; yargılama sürecindeki taleplerin kabul edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, koruma tedbirleri nedeniyle açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyet haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, bu şikâyet yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkında uygulanan koruma tedbirlerinden kaynaklanan maddi ve manevi zararının tazmini talebiyle 7/6/2013 tarihinde tazminat davası açmış olup yargılama Kayseri Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülmüştür. Mahkeme 11/9/2017 tarihinde başvurucuya 83,96 TL maddi, 500 TL manevi tazminat verilmesine karar vermiştir. Başvurucu anılan karara karşı temyiz kanun yoluna başvurmuş ve temyiz talebi Yargıtay tarafından reddedilerek karar 4/2/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Nihai nitelikteki Yargıtay kararı başvurucuya 28/3/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11737 | Başvuru, koruma tedbirleri nedeniyle açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, iptal davasında hakkaniyete uygun karar verilmemesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Çocuk cerrahisi uzmanı olan başvurucunun Çocuk Ürolojisi yan dalında uzmanlık belgesi alma istemiyle yaptığı başvuru Tıpta Uzmanlık Kurulunun (Kurul) 16/3/2011 tarihli işlemi ile reddedilmiştir. Başvurucu, başvurunun reddine ilişkin işlem ile bu işlemin dayanağı olan Kurulun 25/8/2009 tarihli ve 6 sayılı değerlendirme kriterleri ile 18/7/2009 tarihli ve 27292 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği'nin geçici maddesindeki "...Çocuk Ürolojisi..." ibaresi ile "Tıpta Uzmanlık Yan Dalları, Bağlı Ana Dalları ve Eğitim Sürelerine Dair Çizelge" başlıklı Ek-3 çizelgenin sırasında gösterilen "Çocuk Ürolojisi" yan dalına ilişkin düzenlemenin iptali talebiyle Danıştay Sekizinci Dairesinde (Daire) 4/7/2011 tarihinde dava açmıştır. Daire 25/6/2015 tarihli kararıyla dava konusu Yönetmelik'in 26/4/2014 tarihli ve 28983 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliğinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Yönetmelik ile yürürlükten kaldırılmış olması sebebiyle söz konusu Yönetmelik'in iptali talebi yönünden davanın konusunun kalmadığını tespit etmiştir. Uzmanlık belgesi talebinin reddine ilişkin işlem ile dayanağı olan değerlendirme kriterleri yönünden ise değerlendirme kriterlerinin incelenmesi gerektiğini vurgulamıştır. Daire, başvurucunun ilk başvurusu üzerine uygulanan kriterler ile itirazı üzerine uygulanan kriterlerin aynı olduğunu, Kurulun 2/5/2011 ile 3/5/2011 tarihli toplantılarında daha önce de tüm başvuranlar için aynı şekilde uygulanmış olan kriterlerin bir karar hâlinde belirtildiğini tespit etmiş; objektif ve denetlenebilir nitelikte olan değerlendirme kriterlerinin Kurulun anılan tarihlerdeki söz konusu toplantılarından önce de tüm başvuranlar için aynı şekilde uygulandığı ve ilk başvurulardan sonraKurulkararı hâline getirilmesinin öngörülebilirlik ilkesine aykırı olmadığı sonucuna varmıştır. Sonuç olarak Daire; Yönetmelik'in iptaline yönelik talepler yönünden karar verilmesine yer olmadığına, işlemin ve dayanağı olan değerlendirme kriterlerinin iptali talebi yönünden ise davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyiz talebi Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 23/3/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 4/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 30/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32136 | Başvuru, iptal davasında hakkaniyete uygun karar verilmemesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, adli kontrol tedbirine dayalı tazminat talebinin değerlendirilmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Görev yaptığı kurum tarafından Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğuna ilişkin ihbarda bulunulması üzerine başvurucu hakkında soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu bu soruşturma kapsamında 18/10/2016 tarihinde gözaltına alınmış, silahlı terör örgütüne üye olma suçlaması ile 18/10/2016 ile 4/11/2016 tarihleri arasında 17 gün gözaltında kalmıştır. Başvurucu; yurt dışına çıkmama, karakola giderek imza atma şeklinde adli kontrol tedbirlerine tabi tutularak 4/11/2016 tarihinde serbest bırakılmıştır. Bu adli kontrol tedbirleri 13/11/2017 tarihinde kaldırılmıştır. Yapılan soruşturma sonucunda Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir. Kararda; başvurucu hakkındaki ihbarın somut bir olay veya olguya dayanmadığı, yer, zaman ve kişi bağlantısı içermediği, başvurucunun FETÖ/PDY'ye mensubiyeti ya da bu örgütle iltisakı, irtibatı olduğuna dair hakkında kamu davası açılmasını gerektiren yeterli şüphe bulunmadığı belirtilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu, hukuka aykırı gözaltı tedbiri dolayısıyla tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; gözaltı süresinin uzun olduğunu, gözaltı işlemine karşı başvuru imkânlarından yararlandırılmadığını, gözaltı işleminin hukuka aykırı olduğunu, kendisine hangi delile dayalı olarak gözaltına alındığının söylenmediğini belirterek 160 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talep etmiştir. Mahkeme; başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğini, bu kararın kesinleştiğini, haksız olarak gözaltında kaldığı süre yönünden manevi zarara uğradığını belirtmiş ve başvurucuya 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Maddi tazminat yönünden ise Mahkeme, başvurucunun o dönemde çalışmaması nedeniyle asgari ücret üzerinden yapılan hesaplama sonucunda başvurucuya 706,50 TL maddi tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Başvurucu, manevi tazminatın oldukça düşük olduğunu belirterek istinaf talebinde bulunmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu nihai kararı 7/12/2020 tarihinde öğrendikten sonra 25/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/39693 | Başvuru; gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, adli kontrol tedbirine dayalı tazminat talebinin değerlendirilmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucular, murisleri aleyhine 2/8/1991 tarihinde Marmaris Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talep etmişlerdir. Başvuru, 21/2/2014 tarihinde Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 30/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 5/9/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Muğla ili, Marmaris ilçesi, Karaca köyünde yapılan kadastro çalışmaları sırasında 255, 257, 258, 286, 293, 313, 337, 363, 378, 442, 444, 461, 859 parsel numaralı taşınmazlar başvurucuların murisi adına tespit edilmiştir. Bu tespit üzerine N.Ş. ve Ö. tarafından başvurucuların murisi aleyhine 2/8/1991 tarihinde, Marmaris Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır. Marmaris Kadastro Mahkemesi, 25/10/2010 tarih ve E.1991/357, K.2010/832 sayılı kararıyla davanın reddine, taşınmazların kadastro tespit tutanağındaki tespit gibi tapuya tesciline karar vermiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesi 5/3/2013 tarih ve E.2012/4933, K.2013/2310 sayılı ilamıyla; birtakım eksiklikler olduğu gerekçesiyle dosyanın Mahkemesine geri çevrilmesine karar vermiştir. Eksik hususların tamamlanmasından sonra, Yargıtay Hukuk Dairesi 10/12/2013 tarih ve E.2013/6725, K.2013/11403 sayılı ilamıyla, İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. Bozma kararı sonrasında dosya, henüz yeni bir esas numarasına kaydedilmemiş olup yargılama Marmaris Kadastro Mahkemesinde halen devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü, dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2791 | Başvurucular, murisleri aleyhine 2/8/1991 tarihinde Marmaris Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talep etmişlerdir. | 1 |
Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 26/12/2017 tarihinde öğrendikten sonra 23/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu Ahmet Tektaş başvurunun devamı sırasında vefat etmiş, mirasçısı Kibar Tektaş başvuruya devam etmek istediğini bildirmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3288 | Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, koşullu salıverilmenin geri alınması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinin 25/5/1998 tarihli kararı ile başvurucunun ırza geçmek suçundan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesi uyarınca 7 yıl 6 ay (ağır) hapis ve alıkoyma suçundan aynı Kanun'un maddesi uyarınca 7 yıl 6 ay (ağır) hapis olmak üzere toplam 14 yıl 12 ay (ağır) hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bu karar 9/6/1999 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, anılan mahkûmiyet kararının infazı kapsamında Muğla Ağır Ceza Mahkemesinin 26/9/2003 tarihli kararı ile 6/10/2003 tarihinde koşullu olarak salıverilmiştir. Başvurucunun hak ederek tahliye tarihi 29/9/2015'tir. Gölyaka Asliye Ceza Mahkemesinin 17/7/2008 tarihli kararı ile başvurucunun 31/10/2007 tarihinde işlediği çocuğun basit cinsel istismarı suçundan 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, anılan karar 15/11/2012 tarihinde kesinleşmiştir. Mahkeme, hükümle birlikte Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinin 25/5/1998 tarihli kararına ilişkin olarak koşullu salıverme sonrası hak ederek tahliye tarihi dolmadan suç işlenmesi nedeniyle gereği için yazı yazılmasına karar vermiştir. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı 1/2/2013 tarihinde, Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinden başvurucu hakkında verilen koşullu salıverme kararının geri alınmasını talep etmiştir. Mahkemenin 7/2/2013 tarihli kararı ile başvurucunun hak ederek tahliye tarihi dolmadan yeni bir suç işlediği belirtilerek başvurucu hakkında verilen koşullu salıverme kararının geri alınmasına ve sonraki suçun işlendiği tarihten (31/10/2007) hak ederek tahliye tarihine kadar (29/9/2015) olan ceza süresinin aynen çektirilmesine karar verilmiştir. Başvurucu 25/11/2013 tarihinde, daha ağır bir suç işlenmemesi, dolayısıyla koşullu salıvermenin geri alınması kararının hukuka aykırı olduğunu, kanun gereği cezasından on yıllık sürenin mahsup edilmesi gerektiğini belirterek karara itiraz etmiştir. Siirt Ağır Ceza Mahkemesinin 6/1/2013(4) tarihli kararı ile "kararda bir isabetsizlik görülmediği" gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararı 29/1/2014 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 26/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Metinleri 21/12/2010 tarihli ve 4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun'un maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:"23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenen suçlar nedeniyle;... (Yeniden düzenleme: 21/5/2002-4758/1 md.) Müebbet ağır hapis cezasına hükümlü olanların veya şahsî hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edilenlerin ya da aldıkları ceza herhangi bir nedenle şahsî hürriyeti bağlayıcı cezaya dönüştürülenlerin tâbi oldukları infaz hükümlerine göre çekmeleri gereken toplam cezalarından on yıl indirilir. İndirim, verilen her bir ceza için ayrı ayrı değil, toplam ceza üzerinden bir defaya mahsus yapılır. Ancak bir kişinin muhtelif suçlarından dolayı cezaları ayrı ayrı tarihlerde verilmiş olsa bile, bu cezaların toplamı üzerinden yapılacak indirim on yılı geçemez.Birinci paragraf hükümlerine göre çekmeleri gereken toplam cezalarından on yıllık indirim yapıldıktan sonra ceza süresi dolmuş olanlar, iyi halli olup olmadıklarına bakılmaksızın ve istemleri olmaksızın derhal; toplam cezaları on yıldan fazla olanlar kalan cezalarını çektikten sonra şartla salıverilirler.... (Yeniden düzenleme: 21/5/2002-4758/1 md.) 23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenmiş ve ilgili kanun maddesinde öngörülen şahsî hürriyeti bağlayıcı cezanın üst sınırı on yılı geçmeyen suçlardan dolayı haklarında henüz takibata geçilmemiş veya hazırlık soruşturmasına girişilmiş olmakla beraber dava açılmamış veya son soruşturma aşamasına geçilmiş olmakla beraber henüz hüküm verilmemiş veya verilen hüküm kesinleşmemiş ise, davanın açılması veya kesin hükme bağlanması ertelenir; varsa tutukluluk halinin kaldırılmasına karar verilir. Bu suçlarla ilgili dosya ve deliller, her bir suçun dava zamanaşımı süresinin sonuna kadar muhafaza edilir.Erteleme konusu suçun dava zamanaşımı süresi içinde bu suç ile aynı cins veya daha ağır şahsî hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlendiğinde, erteleme konusu suçtan dolayı da dava açılır veya daha önce açılmış bulunan davaya devam edilerek hüküm verilir. Bu süre, erteleme konusu suç ile aynı cins veya daha ağır şahsî hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlenmeksizin geçirildiğinde, ertelemeden yararlanan hakkında kamu davası açılmaz; açılmış olan davanın ortadan kaldırılmasına karar verilir.... Ancak;a) Türk Ceza Kanununun 125 ilâ 157, 161, 162, 168, 171, 172, 188, 191, 192, 202, 205, 208, 209, 211 ilâ 214, 216 ilâ 219, 240, 243, 264, 298, 301 ilâ 303, 305 inci maddelerinde, 312 nci maddenin ikinci fıkrasında, 313 üncü maddesinde, 314 üncü maddesinin birinci fıkrasında, 339 ilâ 349, 366, 367, 383, 394, 403 ilâ 408, 414 ilâ 418 ve 503 ilâ 506 ncı maddelerinde,...yer alan suçları işleyenler hakkında bu madde hükümleri uygulanmaz." 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Koşullu salıverilme" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:(1) Koşullu salıverilmeden yararlanabilmek için mahkûmun kurumdaki infaz süresini iyi hâlli olarak geçirmesi gerekir.(2) ... diğer süreli hapis cezalarına mahkûm edilmiş olanlar cezalarının üçte ikisini infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden yararlanabilirler....(11) Bir hükümlünün koşullu salıverilmesi hakkında ceza infaz kurumu idaresi tarafından hazırlanan gerekçeli rapor, hükmü veren mahkemeye; hükümlü başka bir yerde bulunuyorsa o yerde bulunan aynı derecedeki mahkemeye verilir.Mahkeme, bu raporu uygun bulursa hükümlünün koşullu salıverilmesine dosya üzerinden karar verir. Mahkeme, raporu uygun bulmadığı takdirde gerekçesini kararında gösterir. Bu kararlara karşı itiraz yoluna gidilebilir.(12) Koşullu salıverilen hükümlünün, denetim süresinde hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suç işlemesi veya kendisine yüklenen yükümlülüklere, hâkimin uyarısına rağmen, uymamakta ısrar etmesi hâlinde koşullu salıverilme kararı geri alınır.(13) Koşullu salıverilme kararının geri alınması hâlinde hükümlünün;a) Sonraki suçu işlediği tarihten itibaren kalan cezasının aynen,...Ceza infaz kurumunda çektirilmesine karar verilir. Koşullu salıverilme kararının geri alınmasından sonra aynı hükmün infazı ile ilgili bir daha koşullu salıverilme kararı verilmez.(14) Denetim süresi yükümlülüklere uygun ve iyi hâlli olarak geçirildiği takdirde, ceza infaz edilmiş sayılır.(15) Koşullu salıverilme kararının geri alınmasına;a) Hükümlü geri kalan süre içinde işlediği kasıtlı bir suçtan dolayı hapis cezasına mahkûm edilirse, hükmü veren ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi tarafından,...Dosya üzerinden karar verilir. Bu kararlara karşı itiraz yolu açıktır...." 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Şartla salıverilmiş olan hükümlü, geri kalan süre içinde işlediği kasıtlı bir cürümden dolayı şahsi hürriyeti bağlayıcı bir cezaya mahkum olur veya mecbur olduğu şartları yerine getirmez ise, şartla salıverilme kararı geri alınır. Bu takdirde suçun işlendiği tarihten sonraki kısım hükümlünün ceza süresine mahsup edilmeyerek aynen çektirilir ve şartla salıverilmeye esas teşkil eden hükmün infazı ile ilgili olarak bir daha şartla salıverilmeden yararlanamaz." Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 16/3/2010 tarihli ve E.2010/212, K.2010/1559 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:"...Sinop Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2001 tarihli ... kararıyla 4616 sayılı ... Kanun'un 1/2- maddesi gereğince 2001 tarihinden geçerli olmak üzere şartla tahliyesine karar verilen hükümlünün, bihakkın tahliye tarihi olan 07/04/2022 tarihinden önce 2003 tarihinde kasıtlı bir suç işlediğinden, hükümlünün koşullu salıverilme kararının geri alınmasına ve 22/06/2003 tarihi ile 07/04/2022 tarihi arasındaki sürenin aynen çektirilmesine karar verilmesi gerekirken,yazılı şekilde verilen karara karşı itirazın kübulü yerine reddine dair Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 28/08/2009 tarihli ... kararı yasaya aykırı[dır.]" Aynı Dairenin 16/6/2010 tarihli ve E.2010/3288, K.2010/4502 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:"...4616 sayılı Yasanın 4758 sayılı Yasayla değişik maddesinin bendi uyarınca, tabi oldukları infaz hükümlerine göre çekmeleri gereken toplam cezalarından on yıllık indirim yapıldıktan sonra ceza süresi dolmuş olanların, iyi halli olup olmadıklarına bakılmaksızın, toplam cezaları (içtimalı) on yıldan çok olanlar kalan cezalarını çektikten sonra koşullu salıverilirler hükmüne yer vermiştir.Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 05/02/2002 tarihli ve 2002/6-42-156 sayılı kararında da açıklandığı gibi, koşullu salıverilmeye esas alınan ilk suçun ve gerekse koşullu salıverilmenin geri alınmasına neden olan ikinci suçun, süre ve diğer koşulları yönünden 4616 sayılı Yasanın kapsamında bulunması halinde:a)Koşullu salıverilme kararının geri alınması ile aynen infazına karar verilen ilk suçun cezasının tümüyle;b)Koşullu salıverilme kararının geri alınmasına neden olan ikinci suç için 647 sayılı Yasanın 19 ve ek maddeleri uygulanarak belirlenecek infazı gereken sürenin;Toplamı üzerinden 4616 sayılı Yasanın 4758 sayılı Yasa ile değişik hükümleri uyarınca yapılan on yıllık sürenin indirilmesinden sonra kalan sürenin çektirilmesi gerekmektedir.Bu açıklamanın ışığında dosya kapsamına göre; hükümlünün durumu değerlendirildiğinden;... hükümlünün koşullu salıverilmesinin 5275 sayılı ...Kanun’un maddesi uyarınca koşullu salıverilmesinin geri alınmasına neden olan; ikinci suçun 19/11/2009 tarihinde işlenmiş olduğundan ve suç tarihi itibariyle 4616 sayılı Yasa kapsamı dışında kaldığından, anılan hükümlünün cezasından toplam 10 yıllık indirim yapılmasına da imkan bulunmamaktadır. ..." Aynı Dairenin 28/2/2013 tarihli ve E.2012/6224, K.2013/1575 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:"...4616 sayılı Yasanın maddesinin fıkrasının bendinin 2 nolu parağrafının infaz aşamasında verilen koşullu salıverilme kararının geri alınması ile ilgili olarak uygulanma olanağı bulunmamaktadır.Bu hüküm devam edendavalardaverilen 'davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi' kararının kaldırılmasına ilişkindir. İnfaz aşamasında koşullu salıverilmeden sonra koşullu salıverilmenin geri alınma şartlarını gösteren bir hüküm 4616 sayılı Yasada yer almamaktadır.Somut durumda koşullu salıverilmenin geri alınmasının şartlarını gösteren hükümler 765 sayılı TCK.nun 17 ve 5275 sayılı CGTİHK.nun maddeleridir. Her iki maddede de koşullu salıverilen hükümlünün denetim süresi içerisinde hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suç işlemesi durumunda koşullu salıverilme kararının geri alınacağı ve ikinci suçu işlediği tarih ile ilk suç açısından bihakkın tahliye tarihi arasındaki sürenin aynen infaz edileceği belirtilmektedir. Bu durum karşısında denetim süresi içerisinde işlenen suçun koşullu salıverilme kararı verilen suç ile aynı cins olması gerekmemektedir. Denetim süresi içerisinde işlenen ikinci suçun kasıtlı bir suç olması, bu suçun hapis cezasını gerektiren bir suç olması ve bu suç nedeniyle hapis cezası verilmiş olması yeterlidir...." Aynı Dairenin 30/9/2013 tarihli ve E.2013/3295, K.2013/5297 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:"...Gerek 22/12/2000 günlü resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4616 sayılı ... Kanun ile gerekse bu yasanın bazı maddelerinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptali üzerine aynı tarihte yeniden düzenlenerek 28 Mayıs 2002 günlü resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ve daha lehe olan 4758 sayılı ... Kanun'a göre;...... düzenlemedeki –aynı cins suç- kavramını 765 sayılı TCK. nun da yer alan kabahat ve cürüm şeklindeki suç ayrımına göre anlamak gerekir. 01/06/2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK.nun da kabahat ve cürüm ayırımı kaldırılmış, ağır hapis, hapis ve hafif hapis şeklindeki düzenlemeye son verilerek, süresi ne olursa olsun tüm hürriyeti bağlayıcı cezalar- hapis- olarak nitelendirilmiştir.Nitekim Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 107/ maddesinde 'koşulu salıverilen hükümlünün, denetim süresinde hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suç işlemesi…' şeklindeki düzenlemede konu açıklığa kavuşturulmuştur.Sonuçta, bihakkın tahliye süresi içinde işlenen ikinci suçun para cezası gerektiren suç dışında hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suç olması, birinci suçtan dolayı verilen koşulu salıverilme kararının geri alınmasını gerektirecektir...."B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Metinleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:a) Kişinin, yetkili bir mahkeme tarafından verilmiş mahkûmiyet kararı sonrasında yasaya uygun olarak tutulması;..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre kanun gereği yetkilendirilmiş, yürütme organı ve taraflardan bağımsız ve yeterli güvencelere sahip yargısal organ olarak Mahkemece verilen ve özgürlükten mahrumiyete yol açan her türlü mahkûmiyet kararı, Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamına girmektedir (Engel ve diğerleri/Hollanda, B. No: 5100/71, 5101/71, 5102/71, 5354/72, 5370/72, 8/6/1976, § 68). Anılan bentte yer alan "sonra" ifadesi, tutmanın sadece zaman bakımından mahkûmiyetin ardından gelmesi anlamına gelmemektedir. Aynı zamanda tutma, mahkûmiyetin bir sonucu olmalı; mahkûmiyetin ardından ve mahkûmiyete bağlı olarak veya mahkûmiyet sebebiyle gerçekleşmelidir (Weeks/Birleşik Krallık, B. No: 9787/82, 2/3/1987, § 42). Kısacası mahkûmiyet kararı ile söz konusu özgürlükten yoksun bırakma arasında yeterli bir nedensellik ilişkisi bulunmalıdır (Monnell ve Morris / Birleşik Krallık, B. No: 9562/81, 9818/82, 2/3/1987, § 40). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinin, bir mahkûmun af yasasından ya da erkenden şartlı tahliye veya kesin tahliye durumlarından yararlanmasını güvence altına almadığını belirtmektedir (Alican Demir/Türkiye, B. No: 41444/09, 25/2/2014, § 89). Ancak yetkili makamların, bu tür bir tedbirden faydalanmak için kanunda belirtilen koşulları yerine getiren herkese, herhangi bir takdir yetkileri bulunmadan bu tedbiri uygulamakla yükümlü olmaları hâlinde durum farklı olacaktır (Del Rio Prada/İspanya [BD], B. No: 42750/09, 21/10/2013, § 126). | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2891 | Başvuru, koşullu salıverilmenin geri alınması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun, kardeşinin vefatı nedeniyle cenaze törenine katılmak için izin verilmemesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, terör örgütüne üye olma suçundan Van F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümözlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu 23/5/2019 tarihinde 22/5/2019 tarihinde vefat eden kardeşinin cenaze törenine katılmak için izin talebiyle Van Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) başvurmuştur. Başsavcılık 23/5/2019 tarihinde başvurucunun talebini reddetmiştir. Başsavcılık kararda başvurucunun cenaze törenine katılacağı adresin güvenliğiyle ilgili yapılan tahkikatta yol ve hava şartları uygun olmakla birlikte söz konusu adres ve çevresinde her biri en az üç personelden oluşan en az üç ekip ile güvenlik alınabileceği, bu kadar personel ve ekip görevlendirildiği takdirde ilçe merkezinde ani gelişebilecek olaylara müdahalede yetersiz kalınabileceği belirtildiğinden başvurucunun talebinin güvenlik yönünden reddedildiğini ifade etmiştir. Başvurucu, karara itiraz etmiştir. Van İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) 28/5/2019 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Mahkeme kararında başvurucuya izin verilmesinin güvenlik bakımından sakıncalı olması nedeniyle bu şekilde karar verildiğinin anlaşıldığı belirtilmiştir. Başvurucu karara itiraz etmiş itirazı inceleyen Van Ağır Ceza Mahkemesi 19/9/2019 tarihinde kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 8/10/2019 tarihinde tebellüğ ettikten sonra 28/10/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/35631 | Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun, kardeşinin vefatı nedeniyle cenaze törenine katılmak için izin verilmemesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 18/10/2008 tarihinde meydana gelen bir tartışma ile ilgili olarak Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığının 15/9/2010 tarihli iddianamesi ile silahla tehdit, 10/7/1953 ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet, silahla basit yaralama suçlarından başvurucular hakkında kamu davası açılmıştır. Kızıltepe Asliye Ceza Mahkemesinin 29/3/2012 tarihli kararı ile başvurucu Abdurrahman Koçhan'ın silahla tehdit ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçlarından hapis ve adli para cezasıyla cezaladırılmasına ve cezanın ertelenmesine -temyiz yolu açık olmak üzere- karar verilmiştir. Aynı kararla, başvurucu Navaf Koçhan'ın silahla basit yaralama suçundan adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına -itiraz yolu açık olmak üzere- karar verilmiştir. Başvurucu Navaf Koçhan tarafından itiraz yoluna gidilmemiş ve karar kesinleşmiştir. Başvurucu Abdurrahman Koçhan'ın temyizi üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 28/9/2016 tarihli kararıyla düzeltilerek onanmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7045 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle imam hatiplik görevine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1999 yılında Kayseri İmam Hatip Lisesinden mezun olan başvurucu, 2001-2002 yılları arasında vekil imam hatip olarak görev yaptıktan sonra 2003 yılı ile 2016 yılı arasında mobilya şirketinde çalışmıştır. Bu işten ayrıldıktan sonra 2018 yılında Şanlıurfa'nın Harran ilçesi Aslankuyu Mahallesi'nde yer alan Soylu Camisi'ne imam hatip olarak yerleştirilmiştir. Başvurucu hakkında 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bent uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle başvurucunun atanmamasına dair işlem tesis edilmiştir. Başvurucu, söz konusu işlemin iptali istemiyle 7/12/2018 tarihinde dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 3/4/2019 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda, başvurucunun 2014 yılında FETÖ/PDY'ye müzahir Bank Asya'da hesabını arttırmış olduğunun tespit edildiği belirtilerek yürüteceği kamu görevinin özelliği ve hassasiyeti de dikkate alındığında dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Olayda, davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz olmasının gerekçesinin davacının kendisinin 2014 yılında FETÖ/PDY'ye müzahir Bank Asya'da hesabını arttırması olarak gösterilmektedir.Olayda, Mahkemenin ara kararına cevaben davalı idarece gönderilen belgeler ile dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde, davacının yürüteceği kamu görevinin özelliği ve hassasiyeti de dikkate alındığında, güvenlik soruşturması sonucu olumsuz kabul edilerek, adıgeçenin atamasının iptal edilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır." Başvurucu, karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, Bank Asyadaki maaş hesabındaki artışın 135 TL ve gayet sıradan olduğunu belirtmiştir. Bank Asyadaki hesabın sadece maaş hesabı olduğunu ve bu durumun güvenlik soruşturmasının olumsuz olarak kabul edilmesi için yeterli olmadığını ifade etmiştir. Çalıştığı kurumun maaş olarak anlaştığı bankanın Bank Asya olmasının kendi sorumluluğunu doğurmayacağını söylemiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 27/11/2019 tarihinde istinaf talebini kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 10/1/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Devlet memurları, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına sadakatla bağlı kalmak ve milletin hizmetinde Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını sadakatla uygulamak zorundadırlar" 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar: Türk Vatandaşı olmak, Bu Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak, Bu Kanunun 41 nci maddesindeki öğrenim şartlarını taşımak, Kamu haklarından mahrum bulunmamak, Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak. Askerlik durumu itibariyle;a) Askerlikle ilgisi bulunmamak,b) Askerlik çağına gelmemiş bulunmak,c) Askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veyayedek sınıfa geçirilmiş olmak, 53 üncü madde hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı yapmasına engelolabilecek (…) akıl hastalığı (…) bulunmamak. [Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.:2018/73; K.:2019/65 sayılı Kararı ile iptal edilmiştir]B) Özel şartlar: Hizmet göreceği sınıf için 36 ve 41 nci maddelerde belirtilen öğretim ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak, Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak." 676 sayılı KHK'nın maddesiyle 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen ve Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararıyla iptal edilen (8) numaralı alt bent şöyledir:"Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/3068 | Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle imam hatiplik görevine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, istinaf başvurusunun süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular tarafından 1/6/2017 tarihinde Tokat İcra Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) ihalenin feshi davası açılmıştır. Mahkeme 20/12/2017 tarihinde davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar vermiştir. Mahkemece, gerekçenin ekli kararda açıklanacağı belirtilerek 20/12/2017 tarihli kısa kararda sadece hüküm sonucu tefhim edilmiştir. Ayrıca hem kısa kararda hem de gerekçeli kararda davacı tarafın gerekçeli kararın tebliğinden itibaren on günlük süre içerisinde istinaf kanun yoluna başvurabileceği belirtilmiştir. Mahkeme kararının 2/1/2018 ve 3/1/2018 tarihlerinde başvuruculara tebliği üzerine, başvurucular 3/1/2018 tarihinde istinaf talebinde bulunmuş; Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Daire) 5/7/2018 tarihli hükmüyle süresinde olmaması nedeniyle istinaf başvurusunun usulden reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun maddesi gereğince icra mahkemesi kararları aleyhine istinaf yoluna başvuru süresinin tefhim tarihinden itibaren on gün olduğu, yüze karşı verilen kararlarda temyiz süresinin tefhimden itibaren başladığı ve gerekçeli kararın tebliğinin ek temyiz süresi bahşetmediği vurgulanarak söz konusu süreden sonra yapılan istinaf başvurularının süreden reddi gerektiği kanaatine varıldığı ifade edilmiştir. Nihai karar 23/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular 14/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Nihal Uslukol, B. No: 2016/73086, 25/9/2019, §§ 16- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25694 | Başvuru, istinaf başvurusunun süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Tasfiye Halinde Türkiye Emlak Bankası A.Ş. (Banka) aleyhine yürütülen ilamlı icra takibinin iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/6/2013 tarihinde Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır.Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 21/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü26/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 2/2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 11/2/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 18/5/1993 tarihinde Bankanın Aksaray Şubesi döviz hesabına yatırdığı 052,53 Hollanda Florini'nin (NLG), İ.A. adına düzenlenen sahte vekâletnameyle çekilmesi nedeniyle 10/2/1994 tarihinde Aksaray Asliye Hukuk Mahkemesinde Emlakbank Genel Müdürlüğü (Banka) ve noter Y. aleyhine tazminat davası açmıştır. Mahkemenin 31/1/2003 tarihli ve E.1994/130, K.2003/48 sayılı kararıyla; Y. aleyhine açılan davanın sübut bulmaması nedeniyle reddine, Banka aleyhine açılan davanın ise kabulüne; 052,53 NLG’nin dava tarihinden itibaren devlet bankalarının dava tarihi itibariyle 3 aylık vadeli döviz (NLG) tevdiat hesabına uyguladıkları en yüksek faiz oranı üzerinden hesaplanacak faiz ile birlikte Bankadan alınarak başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/12/2004 tarihli ve E.2004/3177, K.2004/12534 sayılı ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. Banka iktisadi devlet teşekkülü statüsünde iken 15/11/2000 tarihli ve 4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun ile T. Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun hükümleri uyarınca 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 223 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tabi kamu iktisadi teşebbüsleri kapsamından çıkartılarak özel hukuk hükümlerine tabi anonim şirket statüsüne geçirilmiştir. Bankanın, bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme yetkisi; 4603 sayılı Kanun’a 20/6/2001 tarihli ve 4684 sayılı Kanun’la eklenen geçici madde uyarıncasona erdirilmiş, Bankanın tasfiye hâline girmesi hüküm altına alınmıştır. Banka aleyhine yapılacak takipler yönünden ise mevzuatta tekrar düzenleme yapılmıştır. Bu çerçevede,4603 sayılı Kanun’un geçici maddesine, 30/1/2002 tarihli ve 4743 sayılı Kanun’un maddesiyle; 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının; banka aleyhine yapılacak takipler yönünden Tasfiye Halinde Emlak Bankası Anonim Şirketi hakkında da uygulanacağı hükmü eklenmiştir. 21/4/2005 tarihli ve 5335 sayılı Kanun'un maddesiyle ise; bu madde uyarınca yapılan devir sonucunda oluşan menfi farktan doğan Hazine alacağının9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun maddesi kapsamında imtiyazlı bir alacak olduğu, söz konusu Hazine alacağının29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrasının uygulanmasında dikkate alınmayacağı 4603 sayılı Kanun’un geçici maddesine eklenmiştir. Başvurucu 8/3/2005 tarihinde Aksaray İcra Müdürlüğünün E.2005/82 sayılı dosyasında Banka aleyhine ilamlı icra takibi başlatmıştır. Takip borçlusu Banka, 4389 sayılı Kanun’un (2) numaralı fıkrası uyarınca izni kaldırılan Banka aleyhine yapılmakta olan icra iflas takiplerinin duracağını; ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz veya kesin haciz uygulanamayacağını, başvurucunun alacağını tasfiye işi ile görevli kuruldan talep etmesi gerektiğini belirterek takibin iptali talebinde bulunmuştur. Aksaray İcra Mahkemesinin 11/2/2005 tarihli ve E.2005/23, K.2005/18 sayılı kararıylatakibin iptaline karar verilmiştir. 4389 sayılı Bankalar Kanunu yürürlükten kaldırılmış 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu yürürlüğe girmiştir. Banka Tasfiye Kurulunun 18/7/2007 tarihli kararıyla başvurucunun alacağı düzenlenen sıra cetvelinde dördüncü sıraya kaydedilmiştir. Başvurucu, tekrar aynı ilama dayanarak 17/1/2011 tarihinde Aksaray İcra Müdürlüğünün E.2011/189 sayılı dosyasında 276 TL tutarında icra takibi başlatmış; takip borçlusu Banka, 4389 sayılı Bankalar Kanunu sonrasında yürürlüğe giren 5411 sayılı Kanun hükümleri uyarınca Banka aleyhine takip yapılamayacağını belirterek takibin iptali talebinde bulunmuştur. Aksaray İcra Hukuk Mahkemesinin 13/4/2011 tarihli ve E.2011/61, K.2011/154 sayılı kararıyla Banka hakkında yeni icra ve iflas takibi yapılamayacağına dair yasal mevzuat gerekçe gösterilerek takibin iptaline karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/1/2012 tarihli ve E.2011/15692, K.2012/1669 sayılı ilamıyla karar onanmıştır. Karar, başvurucuya 2/3/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/11/2012 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuş, AİHM’in 25/1/2013 tarihli yazısıyla AİHM İçtüzüğü’nün maddesinde öngörülen bütün bilgilerin iletilmemesi nedeniyle başvurucu adına herhangi bir dava dosyası açılmadığı bildirilmiştir. Başvurucu, AİHM kararını 10/6/2013 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 12/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bankanın Anayasa Mahkemesine sunduğu 10/12/2015 tarihli yazıda; Bankanın alacak ve ödemelerinin 2004 sayılı Kanun çerçevesinde yapıldığı, ilgili Kanun'un maddesine göre imtiyazlı alacak statüsünde üçüncü sırada bulunan Hazineye olan borcun tamamen ödenmediği, bu nedenle dördüncü sırada bulunan alacaklara herhangi bir ödemenin yapılmadığı, Mahkeme ilamına dayanan ve sıra cetvelinde dördüncü sıraya kaydedilen otuz adet alacağın bulunduğu, tasfiyeye yönelik faaliyetin devam ettiği, başvurucunun alacağının ne zaman ödeneceğine ilişkin tarih belirtilmesinin mümkün olmadığı bildirilmiştir.B. İlgili Hukuk 4603 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:" Bu Kanunun amacı, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketinin (bankalar) çağdaş bankacılığın ve uluslararası rekabetin gereklerine göre çalışmalarını ve özelleştirmeye hazırlanmalarını sağlayacak şekilde yeniden yapılandırılmaları ile hisse satışlarına ilişkin düzenlemelerin ve hisselerin tamamına kadarının özel hukuk hükümlerine tabî gerçek ve tüzel kişilere satışının gerçekleştirilmesidir. Bankalar, anonim şirket statüsündedirler. Bu Kanunda yer alan hükümler dışında 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile genel hükümlere tabidirler.… 233 sayılı Kamu İktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 399 sayılı Kamu İktisadî Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname,2886 sayılı Devlet İhale Kanunu, 6245 sayılı Harcırah Kanunu ve 237 sayılı Taşıt Kanunu ile bunların ek ve değişikliklerine ilişkin hükümler ile 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 13 üncü maddesi ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 277 nci maddesi 2946 sayılı Kamu Konutları Kanunu, 195 sayılı Basın İlân Kurumu Teşkiline Dair Kanun ve 631 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Malî ve Sosyal Haklarında Düzenlemeler ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname bankalar hakkında uygulanmaz.” 4603 sayılı Kanun’a 4684 sayılı Kanun’la eklenen geçici maddenin ilgili kısımları şöyledir:"Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketinin yeniden yapılandırma çalışmaları süresinde, Bankanın her türlü bankacılık hizmetleri ile bankacılık iş veya işlemlerinden ve bankalara olan yükümlülüklerden doğan taahhütleri ve bankacılıkla ilgili sabit kıymetler dahil kanuni takibe intikal etmiş alacaklar, memur maaşına ve TÜFE’ye endeksli yuva kredileri ile 2001/2202 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının 1 inci maddesi ile devri öngörülen Türkiye Emlak Bankası A.Ş.’nin varlıkları hariç tüm aktifleri bankaların yönetim kurullarının kendi aralarında düzenleyecekleri protokol doğrultusunda, protokole konu bütün hak, alacak ve borçlar, alacaklıların rızası veya sair herhangi bir işleme gerek kalmaksızın, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketine veya Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketine devredilir. Söz konusu işlemlere ilişkin olarak Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun uygun görüşü alınır.…Bu madde hükmü uyarınca yapılan Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketinin devir işlemleri nedeniyle doğan menfi farka ilişkin hesaplar muhasebe kayıtları bakımından Tasfiye Halinde Emlak Bankası Anonim Şirketinin Hazineye borçlu olmasını sağlayacak şekilde izlenir. (Ek cümle: 21/4/2005-5335/28 md.) Bu madde uyarınca yapılan devir sonucu oluşan menfi fark nedeniyle doğan Hazine alacağı 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 206 ncı maddesi kapsamında imtiyazlı bir alacak niteliğindedir. Bu madde uyarınca yapılan devir sonucu oluşan menfi fark nedeniyle doğan Hazine alacağı 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 446 ncı maddesinin ikinci fıkrasının uygulanmasında dikkate alınmaz. ...Devir işlemlerinin tamamlanmasını takiben Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketinin bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme yetkisi sona ererek tasfiye haline girer. Bankanın tasfiyesi banka genel kurulunca belirlenecek üç kişiden oluşan Tasfiye Kurulunca genel hükümlere göre yürütülür." 4603 sayılı Kanun'un geçici maddesinin 4743 sayılı Kanun’un maddesiyle eklenen sekizinci fıkrası şöyledir:“4389 sayılı Bankalar Kanununun 14 üncü maddesinin (5) numaralı fıkrasının (c) bendi hükümleri bankanın taraf olduğu davalar yönünden (tesis edilen teminatlar iade olunur); 16 ncı maddesinin (2) numaralı fıkrası hükümleri banka aleyhine yapılacak takipler yönünden ve 16 ncı maddenin (9) numaralı fıkrası hükümleri Bankanın alacak ve borçları yönünden Tasfiye Halinde Emlak Bankası Anonim Şirketi hakkında da uygulanır.” 4389 sayılı mülga Kanun’un “Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:Bankalardaki tasarruf mevduatı kamu tüzelkişiliğini haiz Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından sigorta edilir. Fon, 14 üncü madde hükümlerine göre hisseleri ve/veya yönetim ve denetimi kendisine intikal eden bankaların mali bünyelerinin güçlendirilmesi, yeniden yapılandırılması ve üçüncü kişilere devri ve bu Kanun ile kendisine verilen diğer işleri de yapmakla görevli ve yetkilidir. 4389 sayılı mülga Kanun’un “Bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırılmasının sonuçları” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Bir bankanın bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme iznininkaldırılması halinde yönetim ve denetimi Fona intikal eder. İznin kaldırılmasına ilişkin Kurul Kararının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihten itibaren banka hakkındaki ihtiyati tedbir dahil her türlü icra ve iflas takibatı durur.” 5411 sayılı Kanun’un “Mülga kanunlara yapılan atıflar” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Diğer kanunlarda mülga 3182 sayılı Bankalar Kanunu ve bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı Bankalar Kanununa yapılan atıflar bu Kanunun ilgili maddelerine yapılmış sayılır.” 5411 sayılı Kanun’un “Faaliyet izninin kaldırılması” kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“İznin kaldırılmasına ilişkin Kurul kararının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihten itibaren, banka hakkındaki ihtiyatî tedbir dahil her türlü icra ve iflas takibatı durur ve yeni icra ve iflas takibi yapılamaz. Banka hakkında Fon haricinde üçüncü kişiler tarafından açılmış tüm dava, icra ve iflas takipleri mahkeme, icra ve iflas dairesi tarafından derhal Fona bildirilir.” 233 sayılı KHK'nın "Tanımlar ve kısaltmalar" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"İktisadi devlet teşekkülü "Teşekkül"; sermayesinin tamamı devlete ait, iktisadi alanda ticari esaslara göre faaliyet göstermek üzere kurulan, kamu iktisadi teşebbüsüdür." 233 sayılı KHK'ya ekli tablonun 4603 sayılı Kanun'dan önceki hâlinin ilgili kısmı şöyledir: A – İKTİSADİ DEVLET TEŞEKÜLLERİ (İDT) İlgili Bakanlık: BAŞBAKANLIK Teşekkül MüesseselerBağlı OrtaklıklarTürkiye İhracat Kredi Bankası A.Ş. Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Sümer Holding A.Ş. Et ve Balık Ürünleri A.Ş.Erzincan Gıda Maddeleri ve Sanayii veTicaret A.Ş.(ERSAN) Yem Sanayii T.A.Ş. Orman Ürünleri Sanayii A.Ş.(ORÜS) Türkiye Emlak Bankası A.Ş. (KONUTBANK) Emlak Konut A.Ş. 2004 sayılı Kanun'un "Adi ve rehinli alacakların sırası " kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Teminatlı olup da rehinle karşılanmamış olan veya teminatsız bulunan alacaklar masa mallarının satış tutarından, aşağıdaki sıra ile verilmek üzere kaydolunur:Birinci sıra:A) İşçilerin, iş ilişkisine dayanan ve iflâsın açılmasından önceki bir yıl içinde tahakkuk etmiş ihbar ve kıdem tazminatları dahil alacakları ile iflâs nedeniyle iş ilişkisinin sona ermesi üzerine hak etmiş oldukları ihbar ve kıdem tazminatları,B) İşverenlerin, işçiler için yardım sandıkları veya sair yardım teşkilatı kurulması veya bunların yaşatılması maksadıyla meydana gelmiş ve tüzel kişilik kazanmış bulunan tesislere veya derneklere olan borçları,C) İflâsın açılmasından önceki son bir yıl içinde tahakkuk etmiş olan ve nakden ifası gereken aile hukukundan doğan her türlü nafaka alacakları.İkinci sıra:Velâyet ve vesayet nedeniyle malları borçlunun idaresine bırakılan kimselerin bu ilişki nedeniyle doğmuş olan tüm alacakları;Ancak bu alacaklar, iflâs, vesayet veya velâyetin devam ettiği müddet yahut bunların bitmesini takip eden yıl içinde açılırsa imtiyazlı alacak olarak kabul olunur. Bir davanın veya takibin devam ettiği müddet hesaba katılmaz.Üçüncü sıra:Özel kanunlarında imtiyazlı olduğu belirtilen alacaklar.Dördüncü sıra:İmtiyazlı olmayan diğer bütün alacaklar" | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4193 | Başvuru, Tasfiye Halinde Türkiye Emlak Bankası A.Ş. Banka) aleyhine yürütülen ilamlı icra takibinin iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idare tarafından açılan alacak davasında Mahkemece yüksek miktarda tazminata hükmedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/1/2014 tarihinde Akçaabat Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 13/4/2016 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 22/6/2009 ile 25/12/2009 tarihleri arasında İstanbul Arnavutköy Polis Meslek Eğitim Merkezi Müdürlüğünde öğrenci olarak eğitim görmüş, mezun olduktan sonra 26/12/2009 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü kadrosuna aday polis memuru olarak atanmıştır. Başvurucu 2/4/2010 tarihli dilekçesi ile meslekten istifasını istemiş, talebi 13/4/2010 tarihinde İçişleri Bakanlığınca onaylanmıştır. İdare 4/6/1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu'nun ek maddesi gereği başvurucunun istifası nedeniyle altı yıllık mecburi hizmet süresinden tamamlanmayan kısım için 18/6/2010 tarihinde tazminat talebinde bulunmuş, başvurucu talebi kabul etmemiştir. Maliye Hazinesi, Akçaabat Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2010/399 sayılı dosyasında tazminat davası açmış; Mahkeme 4/7/2012 tarihli ve K.2012/235 sayılı kararı ile davayı kabul etmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Dosyada mevcut tüm bilgi belge ve delillerin değerlendirilmesinden; davalılardan Ömer Baytar'ın 26/12/2009 tarihinde aday polis memuru olarak göreve başladığı 13/04/2010 tarihinde istifasının kabul edildiği, davalıların Akçaabat Noterliği nezdinde kefalet ve yüklenme senedi düzenledikleri, mecburi hizmet süresi içerisinde istifaedilmesi halinde her türlü masrafın kanuni faiziyle birlikte ödeneceğinin taahhüt edildiği anlaşılmaktadır. Emniyet Teşkilatı Kanunu ve Polis Eğitim Merkezleri Eğitim-Öğretim Yönetmeliği uyarınca; aday polis memuru olarak atananların 6 yıl süre ile mecburi hizmete tabi oldukları mecburi hizmet süresi içerisinde istifa eden adayların mecburi hizmet sürelerinin kalan her yılı için kendilerine yapılmış olan eğitim masraflarını ödeyecekleri anlaşılmış, ayrıca hukukçu bilirkişi İ.K. tarafından düzenlenen bilirkişi raporunun hüküm kurmaya elverişli olması nedeniyle davalılardan Hasan Baytar ve Y.nin 000,00 TL kefalet limiti ile sınırlı olmak üzere davanın kabulune dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur...." Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/3/2013 tarihli ve E.2013/1922, K.2013/3695 sayılı kararıyla onanmıştır. Başvuruya konu Mahkeme kararına dayanak olan 3201 sayılı Kanun'un ek maddesinin beşinci fıkrasının son cümlesinde yer alan "mecburi hizmet sürelerinin kalan her yılı için" ibaresi, Anayasa Mahkemesinin 10/10/2013 tarihli ve E.2013/32, K.2013/112 sayılı kararıyla Anayasa'nın maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edilmiş; kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiştir. Karar 31/12/2013 tarihli ve 28868 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 2/12/2013 tarihli ve E.2013/13305, K.2013/16735 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı 8/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; 9/1/2014 tarihinde başvurucu tarafından bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 3201 sayılı Kanun'un ek maddesinin Anayasa Mahkemesinin 10/10/2013 tarihli ve E.2013/32, K.2013/112 sayılı kararıyla iptal edilmeden önceki beşinci fıkrası şöyledir:"Polis meslek eğitim merkezlerinde eğitimlerini başarı ile tamamlayanlar, Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarına aday polis memuru olarak atanırlar. Bu şekilde atananlar, atanma tarihinden itibaren altı yıl süreyle başka kurumlara nakil yoluyla atanamazlar. Bu süre zarfında memuriyetten çekilen, çekilmiş sayılan, meslekten veya memuriyetten çıkarma cezası alan ve aslî memurluğa atanamayarak ilişiği kesilenler, mecburi hizmet sürelerinin kalanher yılı için,kendilerine yapılmış olan öğretim masraflarını tazminat olarak ödemek zorundadırlar." 3201 sayılı Kanun'un 27/3/2015 tarihli ve 6638 sayılı Kanun'un maddesiyle değiştirilen ek maddesinin beşinci fıkrası şöyledir: "Polis meslek eğitim merkezlerinde eğitimlerini başarı ile tamamlayanlar, Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarına aday polis memuru olarak atanırlar. Bu şekilde atananlar, atanma tarihinden itibaren altı yıl süreyle başka kurumlara nakil yoluyla atanamazlar. Bu süre zarfında memuriyetten çekilen, çekilmiş sayılan, meslekten veya memuriyetten çıkarma cezası alan ve aslî memurluğa atanamayarak ilişiği kesilenler, kendilerine yapılmış olan öğretim masraflarını kanuni faizi ile birlikte, bu sürenin eksik kalan kısmı ile orantılı miktarı tazminat olarak ödemek zorundadırlar." 15/7/2015 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Polis Meslek Eğitim Merkezleri Eğitim-Öğretim Yönetmeliği ile yürürlükten kaldırılan 8/5/2005 tarihli ve 25809 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Polis Meslek Eğitim Merkezleri Eğitim-Öğretim Yönetmeliği'nin maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"...POMEM’lerde eğitimlerini başarı ile tamamlayanlar, Genel Müdürlük kadrolarına aday polis memuru olarak atanırlar. Bu şekilde atananlar atanma tarihinden itibaren altı (6) yıl süre ile başka kurumlara nakil yoluyla atanamazlar.Bu süre zarfında memuriyetten çekilen, çekilmiş sayılan, meslekten veya memuriyetten çıkarma cezası alan ve asli memurluğa atanamayarak ilişiği kesilenler mecburi hizmet sürelerinin kalan her yılı için kendilerine yapılmış olan öğretim masraflarını tazminat olarak ödemek zorundadırlar." Anayasa Mahkemesinin 10/10/2013 tarihli ve E.2013/32, K.2013/112 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"... Kanun’un ek maddesi incelendiğinde, polis meslek eğitim merkezinde aldığı eğitimi başarıyla tamamlayarak aday polis memuru olarak atananların, altı yıl süre ile mecburi hizmet yükümlülüğünün bulunduğu, bu süre zarfında başka kurumlara nakil yoluyla atanmalarının yasaklandığı ve mecburi hizmet yükümlüğünü tamamlamadan ayrılmaları halinde tazminat ödemelerinin öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Bu kişilerin, mecburi hizmet yükümlülüğünü yerine getirmeden memuriyetten çekilmesi, çekilmiş sayılması, meslekten veya memuriyetten çıkarma cezası alması veya aslî memurluğa atanamayarak ilişiğinin kesilmesi hallerinde mecburi hizmet süresinin kalan her yılı için kendilerine yapılan öğretim masraflarını tazminat olarak ödemekle yükümlü kılınmaları, güvenlik hizmetinin eksiksiz bir şekilde yerine getirilmesi amacını gütmektedir. Güvenlik hizmetinin etkin ve süratli bir şekilde yerine getirilebilmesi ise bu husus gözetilerek oluşturulan personel politikasının aksamadan uygulanabilmesine bağlı olduğundan, dava konusu kuralın, bu kural ile ulaşılmak istenen amaç yönünden elverişsiz ve gereksiz olduğundan söz edilemez. Mecburi hizmet yükümlülüğü süresini tamamlamayanların ödemeleri öngörülen tazminat miktarı yönünden ise bu tutarın, yükümlülüğün tamamlanmayan kısmına bağlı olarak değiştiği görülmektedir. Bu kişilere polis meslek eğitim merkezlerinde yapılan öğretim masraflarının esas alınarak yapılan tazminat hesaplamasında, söz konusu öğretim masraflarının mecburi hizmet süresinin tamamlanmamış kısmına karşılık gelen yıl sayısı ile çarpımı sonucu elde edilen miktar, tazminat olarak belirlenmektedir. Bu durum ise ilgililerin mecburi hizmet süresinin tamamlanmayan kısmına bağlı olarak farklı miktarlarda tazminat ödemelerini söz konusu kılmakta ve göreve başladıktan kısa süre sonra ayrılanlar yönünden bu miktar, öğretim masrafının yaklaşık altı katı olmaktadır. Polis meslek eğitim merkezinde en az altı ay süreli öğretim sonrası aday polis olarak atanan ve kendilerine altı yıl süreli mecburi hizmet yükümlülüğü getirilerek bu süre zarfında başka kamu kurumlarına naklen atanmaları da yasaklanmış olan kişilerin, mecburi hizmet süresini tamamlamadan emniyet teşkilatından ayrılmaları halinde, ayrıldıkları tarihe bağlı olarak Devletçe kendilerine yapılan öğretim masrafının altı katına kadar ulaşabilecek tutarda yüksek bir tazminat ödemekle yükümlü kılınması, söz konusu tazminat miktarı ile ulaşılmak istenen amaç arasında orantısızlığa yol açmakta ve bu yönüyle ölçülülük ve hakkaniyet ilkelerine aykırı bulunmaktadır. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın maddesine aykırıdır. İptali gerekir...." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/324 | Başvuru, idare tarafından açılan alacak davasında Mahkemece yüksek miktarda tazminata hükmedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru yönetim kurulu üyesinin sosyal güvenlik prim borcundan müteselsilen sorumlu tutulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tasfiye hâlinde olan Ö. Beton A.Ş.nin ortaklarındandır. Başvurucu, şirketin 20/4/2007, 6/5/2008, 4/6/2009 ve 2/7/2010 tarihli Genel Kurul toplantılarında Yönetim Kurulu üyesi seçilmiştir. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından şirketin 2007 yılı Kasım ayı ile 2010 yılı Haziran ayları dönemine ait sosyal güvenlik prim alacaklarının tahsili için başvurucuya 29/7/2013 tarihli ödeme emri düzenlenerek 7/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/8/2013 tarihinde SGK aleyhine Kocaeli İş Mahkemesinde ödeme emrinin iptali davası açmıştır. Mahkeme 7/5/2015 tarihinde davayı kısmen kabul ederek ödeme emrinin 537,48 TL asıl alacak, 626,28 TL gecikme zammı olmak üzere toplam 163,76 TL'lik kısmının iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kanunu'nun yürürlükte olduğu 1/10/2008 tarihine kadar olan dönemde tüzel kişinin yönetim kurulu üyelerinin tüzel kişiliğin prim borçlarından sorumlu tutulabilmeleri için üst düzey yönetici veya tüzel kişilik adına borçlanmaya, tüzel kişiliği temsile yetkili kişi olması gerektiği belirtilmiştir. Buna karşın 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun yürürlüğe girdiği 1/10/2008 tarihinden sonraki dönemde ise kişinin tüzel kişiliğin prim borçlarından sorumlu tutulabilmesi yönetim kurulu üyesi olmasının yeterli olduğu belirtilmiştir. Mahkeme buna göre söz konusu tarihten önceki borçlar yönünden ödeme emrinin iptali gerektiği, sonraki döneme ait borçlar yönünden ise davanın reddi gerektiği sonucuna varmıştır. Taraflarca temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 23/11/2015 tarihinde onanmıştır. Nihai karar başvurucu vekiline 21/1/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Erol Kesgin ([GK], B. No: 2015/11192, 30/5/2019, §§ 18-36) kararı. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/3362 | Başvuru yönetim kurulu üyesinin sosyal güvenlik prim borcundan müteselsilen sorumlu tutulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Bireysel Başvurudan Önceki Süreç Başvurucuların murisi B.K. ikamet ettiği Siirt'in Kurtalan ilçesi Yuvalı köyündeki evinden 30/12/1993 tarihinde teröristlerce kaçırılarak öldürülmüştür. Başvurucular 17/8/2010 tarihinde İçişleri Bakanlığına (Bakanlık) müracaat etmiş ve murisleri B.K.nın güvenlik kuvvetlerine yardımcı olması sebebiyle teröristler tarafından öldürüldüğünü belirterek 3/1/1984 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun hükümleri uyarınca kendilerine nakdi tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur. Bakanlık 16/8/2011 tarihli işlemiyle ölüm olayından itibaren 10 yıllık genel zamanaşımı süresi içinde başvuru yapılmadığı gerekçesiyle başvurucuların talebini reddetmiştir. Başvurucular söz konusu işlemin iptali istemiyle 10/10/2011 tarihinde idari yargıda dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi ( İdare Mahkemesi) 29/2/2012 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, nakdi tazminat ödenmesi yolundaki başvurunun ölüm olayının gerçekleşmesinden yaklaşık 17 yıl sonra yapıldığının anlaşıldığı, dolayısıyla 10 yıllık genel zamanaşımı süresi geçtikten sonra yapılan başvurunun reddedilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Karar Danıştay Onbeşinci Dairesinin 17/6/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 11/3/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 5/5/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 3/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Bireysel Başvurudan Sonraki Süreç Başvurucular 25/10/2016 tarihli dilekçe ile yeniden Bakanlığa başvurmuş ve 2330 sayılı Kanun uyarınca kendilerine nakdi tazminat ödenmesini talep etmiştir. Başvurucular söz konusu dilekçelerinde, aynı Kanun hükümleri gereğince aylık bağlanması talebiyle Sosyal Güvenlik Kurumuna yaptıkları başvurunun reddi üzerine Ankara İdare Mahkemesinde açtıkları davada vefat olayının terörle mücadele kapsamında yürütülen görev nedeniyle gerçekleştiğinin saptandığı ve işlemin iptaline karar verildiği, bu karara istinaden kendilerine 2330 sayılı Kanun uyarınca aylık bağlandığı bilgisine yer vermiştir. Bakanlık Nakdi Tazminat Komisyonu (Tazminat Komisyonu) başvurucuların bu taleplerini 26/4/2017 tarihli kararıyla reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, yapılan incelemede B.K.ya güvenlik ve asayişin korunmasında yetkililerce herhangi bir görev verilmediğinin tespit edildiği, ayrıca başvurunun on yıllık genel zamanaşımı süresi geçtikten sonra yapıldığının anlaşıldığı, bu sebeple nakdi tazminat ödemesi yapılamayacağı belirtilmiştir. Başvurucular 26/4/2017 tarihli Tazminat Komisyonu kararının iptali istemiyle 8/5/2017 tarihinde idari yargıda dava açmış, bu dava da yine İdare Mahkemesinde görülmüştür. İdare Mahkemesi 8/11/2017 tarihli kararıyla dava konusu işlemi iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde, dava dosyası ile Ankara İdare Mahkemesindeki yargılamaya konu dava dosyasındaki bilgi ve belgelerin birlikte incelenmesinden Kurtalan İlçe Jandarma Karakolunca düzenlenen olaya ilişkin rapordan başvurucuların murisi B.K.nın güvenlik kuvvetlerine yardımcı olmasından dolayı teröristler tarafından öldürüldüğünün anlaşıldığı ifade edilmiş, dolayısıyla ölüm olayının 2330 sayılı Kanun kapsamında kaldığı tespit edilmiştir. B.K.nın teröristler tarafından öldürüldüğünün Kurtalan Cumhuriyet Başsavcılığınca adli yönden yürütülen soruşturma sonucunda 7/3/2015 tarihli, zamanaşımı nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığı yolundaki kararla kesinleştiği belirtilen gerekçeli kararda, söz konusu kararın tebliğinden itibaren on yıl içinde başvuruda bulunularak 2330 sayılı Kanun kapsamında nakdi tazminat ödenmesinin istenebileceğiifade edilmiştir. Buna göre başvurucuların süresinde başvuruda bulundukları ve nakdi tazminat ödenmesi için gerekli koşulları da taşıdıklarının anlaşıldığı gerekçesiyle başvurunun reddine dair işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı belirtilmiştir. Söz konusu karar istinaf incelemesi için Ankara Bölge İdare Mahkemesinde olup henüz kesinleşmemiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/9481 | Başvuru, yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/20842 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/20842 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/20842 | Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, Bodrum Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açılan ve reddedilen hizmet süresinin tespiti davasında, yargılamanın adil ve makul sürede yapılmadığını belirterek, Anayasa’nın , ve maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 24/5/2013 tarihinde Bodrum Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 25/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölümün 12/12/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 8/1/2014 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş olup, başvurucu vekili 28/1/2014 tarihli dilekçesinde, Adalet Bakanlığı görüşüne katılmadığını bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Muğla Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ve Y.Ç. aleyhine 24/10/2003 tarihinde Bodrum Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açtığı davada, davalı şahsa ait işyerinde 14/2/1995 ilâ 4/11/1998 tarihleri arasında çalıştığını ileri sürerek, bu süreler arasındaki hizmet süresinin tespitini talep etmiştir. Mahkemece, 12/5/2011 tarih ve E.2003/636, K.2011/334 sayılı kararla; “başvurucunun davalı şahsa ait işyerinin bitişiğindeki derneğin üyesi olduğu, bu dönemde başvurucunun davalı şahsa ait işyerinde görülmesinin ve davalının, başvurucuya bankada işlem yapması için yetki vermesinin başvurucunun davalıya ait işyerinde iş sözleşmesi kapsamında çalıştığını göstermeyeceği, başvurucunun tanıklarının, davalıya ait işyerinde başvurucunun ne iş yaptığını kesin ve tereddütsüz bildirmedikleri, bu haliyle başvurucunun davalıya ait işerinde işçi-işveren ilişkisi içinde çalışmadığı” gerekçesiyle sübut bulmayan davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/3/2013 tarih ve E.2011/17449, K.2013/4848 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme yolu kapalı olan hüküm, 18/3/2013 tarihinde kesinleşmiştir. Karar, 24/4/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili hükümler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır.” 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.” 5521 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “İş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanır. İlk oturumda mahkeme tarafları sulha teşvik eder. Uzlaşamadıkları ve taraflar veya vekillerinden birisi gelmediği takdirde yargılamaya devam olunarak esas hakkında hüküm verilir.” 5521 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Bu Kanunda sarahat bulunmıyan hallerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5921 | Başvurucu, Bodrum Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açılan ve reddedilen hizmet süresinin tespiti davasında, yargılamanın adil ve makul sürede yapılmadığını belirterek, Anayasa’nın 18. , 36. ve 60. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucular Reşat Darılmaz ve NuricanDarılmaz'ın adli yardım talepleri kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/16132 ve 2014/16139 sayılı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/16084 sayılı dosya üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisleri aleyhine 8/6/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası yerel Mahkemenin 21/1/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16084 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
BAŞVURU KONUSU Başvuru, dinî bir tarikatla ilişkili olunduğu ve daha önce yabancı bir kadınla evlenildiği için sınavın kazanılmasına rağmen polis okuluna kaydın yapılmaması nedeniyle din ve vicdan hürriyeti ile özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/9/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, yapılan yazılı ve sözlü sınavları kazanarak 1999 yılında polis okuluna kayıt yaptırmaya hak kazanmıştır. Buna rağmen başvurucunun dinî bir tarikatla ilişkili bulunduğu, daha önce Romanya uyruklu bir kadınla evlenerek ondan boşandığı ve sağlığının polisliğe uygun olmadığı sebepleri gerekçe gösterilerek polis okuluna kaydı yapılmamıştır. Başvurucu, polis okuluna kaydının yapılmamasına ilişkin işleme karşı idare mahkemesinde iptal davası açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 4/5/2000 tarihinde, dava konusu işlemin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Başvurucu anılan kararı temyiz etmiştir. Danıştay Sekizinci Dairesi 15/11/2001 tarihinde söz konusu ret kararını onamıştır. Onama kararı, davalı idareye tebliğ edilmesine rağmen avukatının adres değiştirmiş olması nedeniyle başvurucuya tebliğ edilememiştir. Başvurucu 15/8/2014 tarihli dilekçesiyle söz konusu dava dosyasından fotokopi almak amacıyla Mahkemeye başvurmuştur. Mahkeme Yazı İşleri Müdürlüğü tarafından tanzim edilen 31/10/2014 tarihli tutanağa göre avukatının adres değiştirmiş olması nedeniyle başvurucuya çıkarılan 15/11/2001 tarihli onama kararının bulunduğu tebligat, tebliğ edilmeden iade edilmiş ve adres araştırması yapılmaksızın sehven arşive kaldırıldığındantutanak tarihine kadar tebligatın başvurucuya tebliğ edilemediği anlaşılmıştır. Bunun üzerine dosyanın tekemmülünün sağlanması amacıyla başvurucu vekiline yeniden tebligat çıkarılmıştır. Onama kararı başvurucuya 6/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu onama kararına karşı karar düzeltme yoluna başvurmuştur. Danıştay Sekizinci Dairesi 8/5/2015 tarihinde, başvurucunun polis okuluna kaydının yapılmamasına dair işlemde hukuka aykırılık bulunmadığından bahisle karar düzeltme talebini reddetmiştir. Bu karar başvurucuya 5/8/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/9/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Din ve vicdan özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15505 | BAŞVURU KONUSU Başvuru, dinî bir tarikatla ilişkili olunduğu ve daha önce yabancı bir kadınla evlenildiği için sınavın kazanılmasına rağmen polis okuluna kaydın yapılmaması nedeniyle din ve vicdan hürriyeti ile özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, kanuni tutukluluk süresi aşılmasına rağmen serbest bırakılmaması, tutukluluğunun devamının somut gerekçelere dayanmaması ve masumiyet karinesine aykırılık nedeniyle Anayasa’nın ve maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 12/12/2013 tarihinde Adana Ağır Ceza Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/2/2014tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 16/9/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı benzer başvurulara ilişkin önceki görüşlerine atıf yaparak ayrıca görüş sunulmasına gerek görülmediğini bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etmek suçundan 12/2/2012 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu ile birlikte toplam 6 sanık hakkında Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 18/9/2012 tarih ve 2012/885-384 sayılı iddianamesiyle Devletin gizli belgelerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/46 Esas sayılı dosyasında kamu davası açılmıştır. Yargılama sonunda Adana Ağır Ceza Mahkemesince 7/10/2013 tarih ve E.2012/46, K.2013/88 sayılı kararla başvurucunun devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etmek suçundan beraatına, iki kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan iki kez 10 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmen tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu mahkumiyetle birlikte verilen tutukluluğun devamına ilişkin karara11/10/2013 tarihinde itiraz etmiş, Adana Ağır Ceza Mahkemesince 31/10/2013 tarihinde itiraz reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 28/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkındaki hüküm Yargıtay Ceza Dairesinin 7/7/2014 tarih ve E.2014/4207, K.2014/8246 sayılı ilamıyla onanmıştır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ve maddeleri. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1)Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir. (2) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,…d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,…Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9303 | Başvurucu, kanuni tutukluluk süresi aşılmasına rağmen serbest bırakılmaması, tutukluluğunun devamının somut gerekçelere dayanmaması ve masumiyet karinesine aykırılık nedeniyle Anayasa’nın 19. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, kamulaştırmasız el atmadan dolayı mülkün kullanımından mahrum kalınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Elazığ'ın Alacakaya İlçesi Esenlik köyünde kain 147 ada 2 ve 3 parsel numaralı tarla niteliğindeki taşınmazlarına Elazığ Arıcak yolu yapımı nedeniyle kamulaştırmasız olarak el atıldığını belirterek Karayolları Genel Müdürlüğü aleyhine Maden Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 18/5/2011 tarihinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Mahkemece 30/12/2014 tarihinde mahallinde keşif yapılmış ve uzman bilirkişilerden konu hakkında teknik raporlar alınmıştır. Bilirkişi raporlarında özetle şu hususlara yer verilmiştir:i. Başvurucuya ait 2 parsel numaralı taşınmazın 016,20 m2lik kısmı ile 3 parsel numaralı taşınmazın 684,51 m2lik kısmının kamulaştırma sınırları içinde kaldığı anlaşılmıştır. ii. Taşınmazın, toprak yapısı, eğimi, etrafının tarım arazileri ile çevrili olması ve etrafında sulama arklarının bulunması gibi özellikleri nedeni ile sınıf sulu tarla olduğu görülmüştür.iii. 2 parsel numaralı taşınmazın 016,20 m2lik kısmıyla, 147 ada 3 parsel numaralı taşınmazın 684,51 m2lik kısmının m2 birim değerinin 9,13 TL olduğu ifade edilmiştir.iv. Buna göre 2 parsel numaralı taşınmazın 016,20 m2lik el atılan kısmının değerinin 407,90 TL olduğu tespit edilerek ecrimisil bedelinin 2008 yılı için 580,74 TL, 2009 yılı için 348,80 TL, 2010 yılı için ise 767,61 TL olarak hesaplanması gerektiği belirtilmiştir.v. Aynı şekilde 3 parsel numaralı taşınmazın da 684,51 m2lik el atılan kısmının değerinin 249,58 TL olduğu tespit edilerek, ecrimisil bedelinin 2008 yılı için 876,17 TL, 2009 yılı için 118,42 TL, 2010 yılı için ise 260,61 TL olarakhesaplanması gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme 16/4/2015 tarihinde bilirkişi raporları doğrultusunda davanın kabulüne karar vermiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince münavebeye alınan ürünlerden karpuzun üretim masrafının gelir gider cetveline göre fazla alındığı gerekçesiyle 1/3/2016 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararına uyan Mahkeme 25/5/2016 tarihinde bozma sonrası düzenlenen ek bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; bilirkişiden temin edilen ek raporda m2 birim değerinin 10,20 TL olarak hesaplandığı, düzenlenenraporun gelir gider cetvelindeki verilere uygun olarak düzenlediği ve 16/2/2015 tarihinde ıslah edilen miktarın da dikkate alındığına vurgu yapılmıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırmada başvurucu Sincar Gökalp'in 21/1/2017 tarihinde vefat ettiği anlaşılmıştır. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 29/3/2017 tarihli ilamıylaonanmıştır. Taraflarca karar düzeltme isteminde bulunulmaması üzerine ilk derece mahkemesi kararı 9/5/2017 tarihinde kesinleşmiştir. Nihai karar başvurucunun vekiline 24/4/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. 24/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/24631 | Başvuru, kamulaştırmasız el atmadan dolayı mülkün kullanımından mahrum kalınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargı makamlarınca bir şikâyetin öğrenilmesine rağmen resen soruşturmaya başlanmamış olması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca kötü muamele yasağının ihlali dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilerek başvurunun bu kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) soruşturmaları kapsamında 25/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu hakkında Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesince 20/5/2019 tarihinde terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyet hükmü kurulmuştur. Yargıtay incelemesinden geçen karar kesinleşmiştir. Başvurucu 25/7/2016-9/8/2016 tarihleri arasında gözaltında kalmıştır. Gözaltı giriş ve çıkışında başvurucu hakkında düzenlenen sağlık raporlarına göre başvurucunun vücudunda herhangi bir darp veya cebir bulgusuna rastlanmamıştır. Başvurucu yargılanmakta olduğu Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesinde savunma yaptığı sırada kötü muameleye maruz kaldığını dile getirmiştir. 3/5/2017 tarihli duruşmanın Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) çözümlerinin ilgili kısmı şöyledir:"...Sonuç olarak 25 Temmuz 2016 tarihinde gözaltına alındım 09 Ağustos tarihine kadar 16 günlük süre boyunca spor salonunda insan onur ve haysiyete yakışmayacak şekilde tutuldum bu sürede 220 kişi spor salonunda havasız banyo ihtiyacımız karşılamadan ve ilk 10 gün boyunca herhangi bir kıyafet verilmesinde izin verilmeksizin insanlık ve haysiyet kurallarına yakışmayacak şekilde fiziksel ve psikolojik işkenceye tabi tutulduk 16 gün boyunca bir kişiye iki tuvalet düştü ve Tuvalette banyo yapmak zorunda kaldım. yapılan adli muayene neler usulüne uygun olmayan bir şekilde yoklama tarzında yapıldı spor salonuna zeminde yattık kalktık ve kişi başına 1 metrekare alandan daha az bir alan düşmekteydi. 06 Ağustos 2016 tarihinde kolluk tarafından ifademiz alınacaklar söylenecek TEM şubeye götürüldük ve hukukta karşılığı olmayan bir şekilde ön mülakat yapıldı Avukat isteme bize rağmen Avukat sağlanmadı ve bu işlem ile ilgili olarak tarafıma herhangi bir belge vermedi. 09 Ağustos 2016 tarihinde mahkemeye çıkacağımız söylenecek sabah saat dokuzda otobüslere bindirilerek ve akşam saat 16 ya kadar otobüslerde arkadan kelepçeli bir şekilde 45 50 derece sıcaklıkta bekletildikten sonrasında adliyeye götürüldük. savcılık ifademizi onar kişi olarak yine arkadan kelepçeli bir şekilde alındı. Bunu da aynı zamanda kınıyorum. Sonrasında Sulh Ceza hakimliğine çıkarıldık ve önceden verilmiş kararlarla sadece Sulh Ceza hakimliğinde kelepçelerimiz söküldü. Hakimlige ve sevk edildikten sonra zaten toplu olarak tutuklandık ve Gece saat 30 arkadaş ta ki hapishane geldiğimizde Kelepçelerimiz çıkarıldı ve hapishaneye geldiğimiz için gerçekten mutlu olmuştum. Çünkü işkence sona ermişti...." Başvurucunun 3/5/2017 tarihli savunmasında dile getirmiş olduğu iddialar nedeniyle ilgililer hakkında ceza soruşturması başlatıldığına ya da başvurucunun özel olarak ayrıca bir suç duyurusunda bulunduğuna dair bireysel başvuru dosyasına yansımış bir bilgi veya belge mevcut değildir. Başvurucu hakkında verilen tutukluluğunun devamı kararı üzerine 9/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi"kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar" | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/31268 | Başvuru, yargı makamlarınca bir şikâyetin öğrenilmesine rağmen resen soruşturmaya başlanmamış olması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında belirlenen bedelin taşınmazın gerçek değerinden düşük olduğunu düşünen başvurucunun; uygun bir bedel tayin edilmemesi, faize hükmedilmemesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle eşitlik ilkesinin, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru, 13/6/2013 tarihinde Mersin Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 23/6/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Çavuş Köyü Muhtarlığı, köy tüzel kişiliğidir. Başvurucuya ait taşınmazın bulunduğu Karaman ili Ermenek ilçesinde, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının 10/4/2002 tarihli ve 1572 sayılı tasdikli projesi kapsamında Ermenek Barajı ve HES tesisleri projesi ile göl sahası inşaatı yapılması planlanarak 13/7/2006 tarihinde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünce (İdare) kamu yararı ve kamulaştırma kararı alınmıştır. Bakanlar Kurulunun Ermenek Barajı ve HES projesine ilişkin 2009/14599 sayılı acele kamulaştırma kararı 31/1/2009 tarihli ve 27127 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Başvurucuya ait taşınmaza acele kamulaştırma yoluyla el konulması ve el koyma bedelinin tespiti talebiyle 10/2/2009 tarihinde Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmıştır. Mahkemenin, 21/4/2009 tarihli ve E.2009/138, K.2009/224 sayılı kararıyla bilirkişi raporu çerçevesinde el koyma bedeli 499,00 TL olarak belirlenmiş, bedelin başvurucuya ödenmesine ve taşınmaza acele el konulmasına karar verilmiştir. Başvurucuya ait taşınmazın kamulaştırma bedelinin tespiti ve İdare adına tescili talebiyle 3/5/2010 tarihinde Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmıştır. Mahkemenin, 9/5/2012 tarihli ve E.2010/500, K.2012/521 sayılı kararıyla, bilirkişi raporunda 2010 yılı fiyat, masraf ve verim verileri uyarınca taşınmazın toplam değerinin 260,30 TL olarak tespit edildiği belirtilmiş, el koyma bedeli olan 499,00 TL’nin mahsup edilerek kalan tutarın başvurucuya ödenmesine, taşınmazın İdare adına tesciline karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 29/11/2012 tarihli ve E.2012/9917, K.2012/13491 sayılı ilamıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 12/4/2013 tarihli ve E.2013/4574, K.2013/6193 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 16/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun , , ve maddeleri. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4291 | Başvuru, açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında belirlenen bedelin taşınmazın gerçek değerinden düşük olduğunu düşünen başvurucunun; uygun bir bedel tayin edilmemesi, faize hükmedilmemesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle eşitlik ilkesinin, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. | 0 |
Başvuru, idarenin yasaklama kararına aykırı olarak bir etkinliğe katılmak istenmesi sonucu gözaltına alınma ve buna ilişkin olarak konutu terk etmeme adli kontrol tedbiri uygulanması nedeniyle başvurucuların kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvurucular 4/2/2021 tarihinde dolaşmak amacıyla İstanbul'un Kadıköy ilçesinde bulunmalarına ve herhangi bir basın açıklamasına katılmamalarına rağmen kanuna aykırı toplantıya katılarak ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ettikleri gerekçesiyle haklarında adli işlem yapıldığını ifade etmiştir. Kolluk görevlilerince düzenlenen Olay Tutanağı'na göre olayın gelişimi şöyledir:i. Çeşitli marjinal gruplar sosyal medyadan "faşizme karşı birleş[me], örgütlen[me], mücadeleyi yükselt[me]" amacıyla toplantı çağrısı yapmıştır. Kolluk görevlileri, Halkın Demokrasi Partisi ilçe binası önünde toplanan elli kişilik gruba Kadıköy Kaymakamlığının yapılacak her türlü etkinliğine ilişkin olarak koronavirüs salgını nedeniyle yasaklama kararı aldığını bildirmiştir. Ayrıca topluluğa dağılmaları, aksi hâlde müdahale edileceği de ses yükseltici cihazla ihtar edilmiş ve dağılmaları için yeterli süre tanınmıştır. İhtara rağmen yürüyüşe devam etmek istemesi nedeniyle grubun önüne kolluk görevlilerince seyyar bariyerler konmuş, yakalama işlemi yapılmıştır. Tutanakta olay "...grup üyelerinin tarafımızdan yapılan uyarıları dikkate almayıp yürüyüş yapmak istemeleri üzerine önleri seyyar bariyerlerle kapatılmak ve personel vasıtasıyla hat çekilmek suretiyle yürüyüşleri engellenerek yakalanmalarına yönelik müdahale edil[diği]" şeklinde ifade edilmiştir.ii. Müdahale sonucu dağılan grubun bir bölümünün tekrar toplanıp İskele Meydanı'na yürümek istemesi üzerine bariyer çekilerek yürüyüş engellenmiş, dağılmaları yönünde gruba ihtarlarda bulunulmuş, akabinde yakalama işlemi gerçekleştirilmiştir.iii. Gruptan bir kişi cadde ortasına oturarak belediye otobüsünün geçişine engel olmuştur. Yapılan müzakere sonucu trafik akışı tekrar sağlanmıştır. İskele Meydanı'na gitmek için toplanan grup, kolluk görevlilerince engellenmiş; dağılmaları yönünde ihtar edilmiştir. Akabinde yakalama işlemi gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle 4/2/2021 tarihinde, aralarında başvurucuların da olduğu altmış beş kişi hakkında yakalama, altmış bir kişi hakkında gözaltına alma işlemi uygulanmıştır. 8/2/2021 tarihinde Cumhuriyet Savcılığında ifadesi alınan başvurucular, kanuna aykırı toplantıya ve gösteri yürüyüşüne katılarak ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar etme suçundan adli kontrol tedbiri verilmesi talebiyle sevk edilmiştir. Aynı tarihte Hâkimlik başvurucuların yurt dışına çıkmama, konutu terk etmeme şeklinde adli kontrol tedbirlerine tabi tutulmasına karar vermiştir. Kararda kuvvetli suç şüphesi bulunduğunu belirten Hâkimlik; atılı suçun niteliğini, kanunda öngörülen cezanın miktarını, delillerin büyük oranda toplanmış olmasını, ilgililerin sabit ikametgâh sahibi olmalarını, kaçacaklarına veya delilleri karartabileceklerine ilişkin olarak dosyaya yansıyan bir bilgi, belge veya iddianın bulunmadığını belirtmiş ve ölçülülük ilkesini gözeterek adli kontrol tedbirlerini uyguladığını açıklamıştır. Başvurucular 12/2/2021 ve 15/2/2021 tarihlerinde karara itiraz etmiştir. Başvurucu Mehmet Uçar, adli kontrol tedbirlerinin somut olaya uygulanma şartlarının bulunmadığını belirterek kişi özgürlüğünü sınırlayan konutu terk etmeme tedbirinin kaldırılması ve gereklilik hâlinde haftanın belirlenen günlerinde imza atma yükümlülüğü uygulanmasını talep etmiştir. İtirazı inceleyen Sulh Ceza Hâkimliği adli kontrol kararına ilişkin verilen kararın yerinde ve ölçülü olduğunu, usule ve kanuna aykırı olmadığını değerlendirerek 17/2/2021 tarihinde talebi kesin olarak reddetmiştir. Başvurucular, nihai hükmü öğrendikten sonra 16/3/2021 tarihinde bireysel başvuru süresi içinde başvuruda bulunmuştur. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan inceleme neticesinde İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının 4/3/2021 tarihli iddianameyle başvurucuların da aralarında olduğu elli bir kişinin kanuna aykırı toplantıya ve gösteri yürüyüşüne katılarak uyarılara rağmen dağılmamakta ısrar etme suçundan cezalandırılmasını talep ettiği görülmüştür. İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesi 29/3/2021 tarihli tensip zaptında; başvurucular hakkında uygulanan konutu terk etmeme şeklindeki tedbirin kaldırılmasına, yurt dışına çıkma yasağı tedbirinin devamına ve haftanın belirli gününde en yakın polis merkezine başvurarak imza atma adli kontrol tedbirinin uygulanmasına karar vermiştir. Asliye Ceza Mahkemesi, başvurucular hakkında uygulanan adli kontrol tedbirlerini 2/10/2021 tarihli duruşmada kaldırmıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/16510 | Başvuru, idarenin yasaklama kararına aykırı olarak bir etkinliğe katılmak istenmesi sonucu gözaltına alınma ve buna ilişkin olarak konutu terk etmeme adli kontrol tedbiri uygulanması nedeniyle başvurucuların kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargı kararının icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin koyduğu teşhis ve uyguladığı tedavinin hatalı olduğu iddiasıyla maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) idareye atfedilebilecek bir hizmet kusuru bulunmadığını belirterek davayı reddetmiştir. Başvurucular kararı temyiz etmiştir. Danıştay Dairesi, manevi tazminat talebinin yapılacak araştırmadan sonra yeniden değerlendirilmesi ve reddedilen maddi tazminat talebi yönünden maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğini belirterek kararı bozmuştur. Daire, başvurucuların diğer temyiz itirazlarını reddetmiştir. Mahkeme 6/12/2018 tarihinde bozma kararına uymuş, sağlık hizmetinin gerektiği gibi yürütülmediğini kaydederek başvuruculara 000 TL manevi tazminat, 750 TL vekâlet ücreti ve 295 TL yargılama giderinin ödenmesine karar vermiştir. Taraflar karara karşı temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucular 7/1/2020 tarihinde davalı idare aleyhine tazminat miktarı, vekâlet ücreti ile yargılama gideri ile bunlara işlemiş faizden oluşan toplam 275,25 TL üzerinden Mahkemenin kararına dayalı olarak ilamlı icra takibi başlatmıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden icra dairesi dosyası incelendiğinde idarenin ödeme emrine itiraz etmediği, icra takibine konu alacağın ödenmediği ve 3/12/2023 tarihinde başvurucuların idarenin hak ve alacakları üzerine haciz konulması talebinin kabul edildiği anlaşılmaktadır. Başvurucular 14/4/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Danıştay Dairesi 3/6/2021 tarihinde manevi tazminat miktarının fazla belirlendiğini belirterek kararın bu kısmını bozmuştur. Daire 14/12/2022 tarihinde davalı idarenin karar düzeltme istemini reddetmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/12950 | Başvuru, yargı kararının icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, tutukluluğun kanuni ve makul süreyi aşması ile yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa'nın maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 19/9/2013 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 24/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 24/7/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığının 15/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, kasten insan öldürme suçunu işlediği iddiasıyla gözaltına alınmış, İdil Sulh Ceza Mahkemesinin 23/6/2008 tarihli ve 2008/25 sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Midyat Cumhuriyet Başsavcılığının 18/12/2008 tarihli iddianamesiyle, kasten insan öldürme, kasten insan öldürmeye teşebbüs, mala zarar verme ve ruhsatsız silah bulundurma suçlarından başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Midyat Ağır Ceza Mahkemesince verilen 25/6/2009 tarihli mahkûmiyet kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 8/11/2010 tarihli ilamıyla başvurucunun yaşının tespitinin sağlanması ve yargılamanın açık yapılması gerekirken gizli yapıldığı gerekçesiyle bozulmuştur. Yargıtay kararı sonrası Midyat Ağır Ceza Mahkemesince verilen 8/3/2012 tarihli mahkûmiyet kararı Yargıtay Ceza Dairesinin 29/4/2013 tarihli ilamıyla Yargıtay bozma ilamına uyulmasına rağmen gizli oturumda yapılan işlemlerin yenilenmediği ve başvurucunun yaşının tespit işlemlerinin kanuna uygun yapılmadığı gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma sonrası Midyat Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/106 sayılı dosyasında tutuklu olarak yargılanan başvurucu, 22/7/2013 tarihli dilekçesi ile tutukluluk halinin devamı kararına itiraz etmiştir. İtiraz, Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin 25/7/2013 tarihli ve 2013/342 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. UYAP sistemi üzerinde yapılan incelemede, anılan kararın 30/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edildiği tespit edilmiştir. Başvurucu, 19/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Midyat Ağır Ceza Mahkemesinin 26/9/2013 tarihli ve E.2013/106, K.2013/181 sayılı kararıyla başvurucunun, kasten insan öldürmeye teşebbüs, silahla tehdit ve ruhsatsız silah bulundurma suçlarından toplam 17 yıl 12 ay 25 gün hapis ve 000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 6/11/2014 tarihli ilamıyla başvuru hakkında tehdit ve ruhsatsız silah bulundurma suçlarından kurulan hükümlerin onanmasına, kasten insan öldürmeye teşebbüs suçundan kurulan hükmün ise kasten insan öldürme suçundan karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmasına karar vermiştir. Yeniden yapılan yargılamada Mahkeme, 26/3/2015 tarihli kararıyla başvurucunun kasten insan öldürme suçundan cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Başvurucu hakkındaki dava Yargıtayda temyiz aşamasında derdesttir. B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetlisuç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedenininbulunması halinde, şüpheli veya sanıkhakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesibeklenen ceza veya güvenlik tedbiriile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerdebir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdurveya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçlarınişlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; ... Kasten öldürme (Madde 81, 82, 83), ....” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Bir insanıkasten öldüren kişi, müebbet hapiscezası ile cezalandırılır.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7716 | Başvurucu, tutukluluğun kanuni ve makul süreyi aşması ile yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, alacağın yargılama sırasında değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1993 yılında Tekel Genel Müdürlüğüne sattığı tütün ürününün bedelini alamadığını ileri sürerek 14/4/1995 tarihinde Tekel Genel Müdürlüğü aleyhine alacak davası açmıştır. Muş Asliye Hukuk Mahkemesi 18/4/2014 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesince 8/12/2014 tarihinde onanmıştır. Karar düzeltme talebi, aynı Daire tarafından 16/4/2015 tarihinde reddedilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırmada başvurucu Ali Demir'in 15/1/1997 tarihinde vefat ettiği anlaşılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3357 | Başvuru, alacağın yargılama sırasında değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, emekliliğe esas ek gösterge rakamının 3000'den 2200'e düşürülmesine ilişkin idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın hukuka aykırı olarak reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 25/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 2/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü 30/10/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 6/11/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Turban Turizm A.Ş.'de sözleşmeli personel statüsünde daire başkanı olarak görev yapmakta iken 16/1/2002 tarihli ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’un maddesi uyarınca Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığına araştırmacı olarak atanmıştır. Başvurucunun Turban Turizm A.Ş.'de daire başkanı olarak görev yapması nedeniyle emekli kesenekleri 3000 ek gösterge rakamı üzerinden kesilmiş ve 18/5/2005 tarihinde emekli olması üzerine aynı ek gösterge rakamı esas alınarak başvurucuya emekli maaşı tahakkuk ettirilmiştir. Emekli Sandığının Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığına iletilen 30/6/2005 tarihli yazısında, 4046 sayılı Kanun’un maddesinin beşinci fıkrasında “Kamu kurum ve kuruluşlarına atanan personelin devir sözleşmelerinin yapıldığı tarihteki kadro ve pozisyonlarına ait aylık ek gösterge, ikramiye, her türlü zam ve tazminat haklarının veya sözleşme ücretlerinin net tutarının, nakledildiği kurumun mevzuatına göre hak edeceği aylık ek gösterge, varsa ikramiye, her türlü zam ve tazminat haklarının veya sözleşme ücretlerinin net tutarından fazla olması halinde, aradaki fark giderilinceye kadar herhangi bir kesintiye tabi tutulmaksızın tazminat olarak ödenir.” hükmünün yer aldığı, bu maddenin görev aylıkları ile ilgili olduğu, emekliliğe ilişkin bir düzenleme içermediği, ayrıca başvurucunun Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığına atanmadan önce sözleşme ücretine tabi olduğu; derece, kademe ve ek göstergesinin bulunmadığı, atandığı araştırma kadrosuna göre ek gösterge rakamının 2200 olarak uygulanması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu, Emekli Sandığının ilgili yazısı üzerine Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığınca emekliliğe esas ek gösterge rakamının 3000'den 2200'e düşürülmesine ilişkin işlemin iptali ve uğradığı maddi kaybın giderilmesi istemiyle 19/12/2005 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkemece 31/5/2007 tarihli ve E.2005/2636, K.2007/1483 sayılı kararla başvurucunun; Turban A.Ş.'de 25/8/1971 tarihli ve 1475 sayılı İş Kanunu ve 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu hükümleri uyarınca sözleşmeli personel statüsünde çalıştığı, daire başkanlığı yaptığı dönemde 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu kapsamında belirlenmiş herhangi bir kadro ve derecesinin, gösterge ya da ek göstergesinin bulunmadığı, Turban A.Ş.'de daire başkanlığı yaptığı gerekçesiyle sehven verilen ek gösterge rakamının iptal edilerek tesis edilen dava konusu işlemin hukuka aykırı olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Danıştay Onbirinci Dairesinin 23/12/2009 tarihli ve E.2007/11748, K.2009/11007 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 18/3/2013 tarihli ve 2010/2730, K.2013/2636 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 16/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4046 sayılı Kanun’un maddesinin beşinci fıkrası şöyledir: “Bu madde hükümlerine göre kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilen sözleşmeli personel ile iş kanunlarına tâbi personele, Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihteki kadro ve pozisyonlarına ilişkin olarak bildirim tarihi itibarıyla almakta oldukları sözleşme ücreti, ücret (fazla mesai ücreti hariç), ikramiye, bankacılık tazminatı, ek ücret, ek ödeme, teşvik ödemesi ve benzeri adlarla yapılan ödemelerin toplam net tutarının (bu tutar sabit bir değer olarak esas alınır); nakledildiği kurum veya kuruluştaki kadro veya pozisyonlara ilişkin olarak yapılan aylık, ek gösterge, ikramiye, her türlü zam ve tazminatları (ek tazminat ve bankacılık tazminatı dâhil), makam tazminatı, temsil tazminatı, görev tazminatı, sözleşme ücreti, ücret, ek ücret, ek ödeme, teşvik ödemesi, döner sermaye payı ve benzeri adlarla yapılan her türlü ödemelerin (fazla mesai ücreti, fiilen yapılan ders karşılığı ödenen ek ders ücreti hariç) toplam net tutarından fazla olması halinde aradaki fark tutarı, herhangi bir vergi ve kesintiye tâbi tutulmaksızın fark kapanıncaya kadar ayrıca tazminat olarak ödenir. Atandıkları kurumdaki kadro unvanı veya pozisyonlarında isteğe bağlı olarak herhangi bir değişiklik olanlarla, başka kurumlara geçenlere fark tazminatı ödenmesine son verilir.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4097 | Başvuru, emekliliğe esas ek gösterge rakamının 3000'den 2200'e düşürülmesine ilişkin idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın hukuka aykırı olarak reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 21/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun B sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2018/34732 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Van Saray Kaymakamlığı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında (Vakıf) hizmet akdine dayalı olarak çalışmaktadır. Başvurucular, kamu personeli olduklarını ileri sürerek 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi amacıyla Vakıf aleyhine ayrı ayrı dava açmıştır. Saray Asliye Hukuk Mahkemesi, iş mahkemesi sıfatıyla ekli tablonun D sütununda numaraları belirtilen davaları 29/11/2017 tarihinde reddetmiştir. Kararlarda, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun (Yargıtay İBK) 9/6/2017 tarihli kararının ilgili kısmına yer verildikten sonra sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının özel hukuk tüzel kişisi olduğu belirtilmiştir. Bu sebeple vakıfların 6772 sayılı Kanun kapsamında olmadığı değerlendirmesinde bulunularak başvurucuların ilave tediye alacağına hak kazanamayacağı sonucuna varılmıştır. Başvurucular istinaf yoluna başvurmuştur. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi (BAM) ekli tablonun D sütununda numaraları belirtilen kararlarla 26/4/2018 tarihinde istinaf talebini reddederek mahkeme kararlarını onamıştır. Başvurucular temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi ekli tablonun D sütununda numaraları belirtilen kararlarla 13/9/2018 tarihinde temyiz taleplerini reddetmiştir. Nihai kararlar başvuruculara 23/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 21/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Yasemin Bodur, B. No: 2017/29896, 25/12/2018, §§ 14- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34732 | Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; uzun yargılama neticesinde tapu iptal ve tapudan terkin davasının reddedilmesi nedeniyle eşitlik ilkesiyle makul sürede yargılanma, etkili başvuru ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 19/12/2018 tarihinde öğrendikten sonra 4/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1280 | Başvuru; uzun yargılama neticesinde tapu iptal ve tapudan terkin davasının reddedilmesi nedeniyle eşitlik ilkesiyle makul sürede yargılanma, etkili başvuru ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ve aile hayatına saygı hakkının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin 12/9/2019 tarihli kararıyla sınır dışı işleminin geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili kurumlardan gelen belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşıdır. İstanbul Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğünün 26/8/2019 tarihli kararıyla başvurucunun 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi gereğince kamu güvenliği açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle sınır dışı edilmesine ve idari gözetim altına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucu 27/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 4/9/2019 tarihli dilekçesiyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini ve gönüllü olarak ülkesine dönmek istediğini Anayasa Mahkemesine bildirmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/29396 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ve aile hayatına saygı hakkının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun bağımsız ve tarafsız hâkim güvencelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı ve tutukluluk süreçlerindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; sınavlara girişin yasaklanması nedeniyle eğitim hakkının; meslekten çıkarma kararının Resmî Gazete ve internet sitelerinde yayımlanması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/01/2018, § 12). Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu Haber ve Spor Yayınları Dairesi Başkanlığında başkan yardımcısı olarak görev yapmakta olan başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile bağlantılı suçlardan yürütülen bir soruşturma kapsamında 11/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 18/8/2016 tarihinde başvurucuyu silahlı terör örgütü (FETÖ/PDY) üyesi olma suçundan tutuklanması istemiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 18/8/2016 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 8/2/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 21/2/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/45 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme tarafından başvurucunun tutukluluk durumu 17/3/2017 tarihinde dosya üzerinden değerlendirilmiş ve "üzerine yüklenen silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren, dosya kapsamında somut delillerin bulunması, yakın ve somut bir tehdidin halen devam ediyor olması, sanığınkaçma ve delilleri karartma ihtimalinin bulunduğu, bu nedenle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu anılan kararı 18/3/2017 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde, Mahkemenin 17/3/2017 tarihli tutukluluk hâlinin devamıyla ilgili kararına karşı itiraz yoluna gidildiğine dair bilgi ve/veya belge sunulmamıştır. UYAP üzerinden yapılan incelemede, Mahkemenin E.2017/45 sayılı dosyası ile yürütülen yargılama kapsamında hakkında verilen tutukluluğun devamı kararlarına karşı bireysel başvuruda bulunduğu tarihten önce başvurucunun itiraz ettiğine dair bir kayda rastlanmamıştır. Başvurucu, tutukluluğun devamı kararlarına ilişkin ilk itirazını 12/4/2017 tarihli celsede verilen tutukluluğun devamı kararına karşı 19/4/2017 tarihinde yapmıştır. Başvurucu 13/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 6/7/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Devam eden yargılama sonunda Mahkeme 20/12/2017 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Hükme karşı istinaf yoluna başvurulmuş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla davanın istinaf incelemesi devam etmektedir. Diğer taraftan başvurucu -1/9/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren- 15/8/2016 tarihli ve 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Gözaltı" kenar başlıklı maddesinin (1), (3) ve (5)numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir. Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yirmidört saati geçemez. Yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilme için zorunlu süre oniki saatten fazla olamaz.... (3) Toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının çokluğu nedeniyle; Cumhuriyet savcısı gözaltı süresinin, her defasında bir günü geçmemek üzere, üç gün süreyle uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Gözaltı süresinin uzatılması emri gözaltına alınana derhâl tebliğ edilir.... (5) Yakalama işlemine, gözaltına alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet savcısının yazılı emrine karşı, yakalanan kişi, müdafii veya kanunî temsilcisi, eşi ya da birinci veya ikinci derecede kan hısımı, hemen serbest bırakılmayı sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurabilir. Sulh ceza hâkimi incelemeyi evrak üzerinde yaparak derhâl ve nihayet yirmidört saat dolmadan başvuruyu sonuçlandırır. Yakalamanın veya gözaltına alma veya gözaltı süresini uzatmanın yerinde olduğu kanısına varılırsa başvuru reddedilir ya da yakalananın derhâl soruşturma evrakı ile Cumhuriyet Savcılığında hazır bulundurulmasına karar verilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir." 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır." 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: "3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur." 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "Amaç ve kapsam" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Bu kanun, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde bulunan hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlere yönelik şikâyetleri incelemek, karara bağlamak ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirmek üzere kurulan infaz hâkimliklerine ilişkin hükümleri kapsar." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" (1) İnfaz hâkimliklerinin görevleri şunlardır: Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri,yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak, ...Kanunlarda başka bir yargı merciine bırakılan konulara ilişkin hükümler saklıdır." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliğine şikâyet ve usulü" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlerin kanun, tüzük ve yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu gerekçesiyle bu işlem veya faaliyetlerin öğrenildiği tarihten itibaren on beş gün, herhalde yapıldığı tarihten itibaren otuz gün içinde şikâyet yoluyla infaz hâkimliğine başvurulabilir.Şikâyet, dilekçe ile doğrudan doğruya infaz hâkimliğine yapılabileceği gibi; Cumhuriyet başsavcılığı veya ceza infaz kurumu ve tutukevi müdürlüğü aracılığıyla da yapılabilir. İnfaz hâkimliği dışında yapılan başvurular hemen ve en geç üç gün içinde infaz hâkimliğine gönderilir. Sözlü yapılan şikâyet, tutanağa bağlanır ve bir sureti başvurana verilir....Şikâyet yoluna başvurulması, yapılan işlem veya faaliyetin yerine getirilmesini durdurmaz. Ancak, infaz hâkimi giderilmesi güç veya imkânsız sonuçların doğması ve işlem veya faaliyetin açıkça hukuka aykırı olması koşullarının birlikte gerçekleşmesi durumunda işlem veya faaliyetin ertelenmesine veya durdurulmasına karar verebilir." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında resen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır. Disiplin cezasına karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra kararını verir. Hükümlü veya tutuklu, savunmasını, hazır bulunmak ve vekâletnamesini ibraz etmek koşuluyla avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir. İnfaz hâkimi gerekli görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda da alabilir.İnfaz hâkimi, inceleme sonunda şikâyeti yerinde görmezse reddine; yerinde görürse, yapılan işlemin iptaline ya da faaliyetin durdurulmasına veya ertelenmesine karar verir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/21274 | Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun bağımsız ve tarafsız hâkim güvencelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı ve tutukluluk süreçlerindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; sınavlara girişin yasaklanması nedeniyle eğitim hakkının; meslekten çıkarma kararının Resmî Gazete ve internet sitelerinde yayımlanması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 24/8/2004 tarihinde tapusuz taşınmazın tescili talebiyle dava açmıştır. Derik Kadastro Mahkemesi 28/1/2005 tarihinde dava dilekçesinin görev yönünden reddine, talep edildiği takdirde dava dosyasının görevli ve yetkili Derik Sulh Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Derik Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2005/64 sayılı dosyasına kaydedilen davada Mahkemece 29/2/2008 tarihinde Mahkemenin görevsizliğine, talep edildiği takdirde dava dosyasının görevli ve yetkili Derik Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Derik Asliye Hukuk Mahkemesi 12/5/2015 tarihli duruşmada taraflarca takip edilmeyen dosyanın yenileninceye kadar işlemden kaldırılmasına karar vermiştir. Mahkemece dosyanın üç aylık yasal süre içinde yenilenmediği anlaşıldığından davanın 16/9/2015 tarihi itibarıyla açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırmada anılan kararın taraflara tebliğ edilmediği anlaşılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17235 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucular, Orman İşletme Müdürlüğü tarafından Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesinde aleyhlerine açılan tapu iptali ve tescil davasında görevsizlik kararı verilerek dava dosyasının Kadastro Mahkemesine gönderildiğini, yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat ödenmesini talep etmişlerdir. Başvurular, 31/12/2013 tarihinde Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesi, 6/2/2014 tarihinde Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesi, 10/4/2014 tarihinde Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesi, 30/5/2014 tarihinde Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesi, 27/12/2013 tarihinde Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesi, 17/1/2014 tarihinde Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvuruların Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyon tarafından, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 16/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu Sedat Bolel tarafından yapılan 2014/70 sayılı bireysel başvuru dosyası ile Ebru Zağpusat tarafından yapılan 2014/881 sayılı bireysel başvuru dosyası, Nevin Sezer Avcı tarafından yapılan 2014/882 sayılı bireysel başvuru dosyası, Ertunç Aral tarafından yapılan 2014/887 sayılı bireysel başvuru dosyası, Sevim Şahin tarafından yapılan 2014/1769 sayılı bireysel başvuru dosyası, Sevgi Narcı tarafından yapılan 2014/1771 sayılı bireysel başvuru dosyası, Perihan Koçak tarafından yapılan 2014/5284 sayılı bireysel başvuru dosyası, Nermin Sevgil tarafından yapılan 2014/5286 sayılı bireysel başvuru dosyası, Hüsniye Kurt tarafından yapılan 2014/5287 sayılı bireysel başvuru dosyası, Ali Kurt tarafından yapılan 2014/5290 sayılı bireysel başvuru dosyası, Gülser Kurt tarafından yapılan 2014/5291 sayılı bireysel başvuru dosyası, Yaşar Kurt tarafından yapılan 2014/5294 sayılı bireysel başvuru dosyası, Uğur Sevgil tarafından yapılan 2014/5295 sayılı bireysel başvuru dosyası, Mehmet Ali Kurt tarafından yapılan 2014/7965 sayılı bireysel başvuru dosyası ve Mehmet Bolel tarafından yapılan 2013/9886 sayılı bireysel başvuru dosyası aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle birleştirilmiş, incelemeye 2014/70 sayılı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 12/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Muğla ili Fethiye ilçesi Kaya köyü Tunçpınarı mevkiinde kain 1330 parsel sayılı taşınmazın tapulama tespiti sırasında yarı hissesinin başvuruculardan Nevin Sezer Avcı, Ebru Zağpusat, Ertunç Aral, Sedat Bolel, Sevgi Narcı, Sevim Şahin ve Mehmet Bolel murisi Aziz Bolel adına, diğer yarı hissesinin ise başvuruculardan Mehmet Ali Kurt, Perihan Koçak, Nermin Sevgil, Ali Kurt, Yaşar Kurt, Gülser Kurt, Uğur Sevgil ve Hüsniye Kurt murisi Mehmet Kurt adına tespitine karar verilmiştir. Orman Genel Müdürlüğüne izafeten Fethiye Orman İşletme Müdürlüğü tarafından taşınmazın tespit malikleri aleyhine Fethiye Tapulama Mahkemesinin E.1957/466 sayılı dosyasında tespite itiraz davası açılmıştır. Fethiye Tapulama Mahkemesinde yapılan yargılama neticesinde Mahkemenin E.1957/466, K.1971/3 sayılı kararı ile taşınmazın tespit gibi, sunulan veraset ilamları uyarınca tespit maliklerinin mirasçıları adına tapuya tesciline karar verilmiştir. Fethiye Orman İşletme Müdürlüğü, 26/3/2002 tarihinde Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesinde, taşınmaz maliklerinden Mehmet Kurt’un mirasçıları aleyhine açtığı davada; 1330 parsel numaralı taşınmazın kısmen orman sınırları içinde kaldığını, davalılar adına olan tapu kaydının geçersiz olduğunu ileri sürerek, anılan kısmın orman vasfı ile Maliye Hazinesi adına tapuya tescilini talep etmiş, dava dosyası Mahkemenin E.2002/175 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Yine Fethiye Orman İşletme Müdürlüğü, 27/11/2002 tarihinde Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesinde, Aziz Bolel mirasçıları aleyhine aleyhine açtığı davada; 1330 parsel numaralı taşınmazın kısmen orman sınırları içinde kaldığını, davalılar adına olan tapu kaydının geçersiz olduğunu ileri sürerek, anılan kısmın orman vasfı ile Maliye Hazinesi adına tapuya tescilini talep etmiş, dava dosyası Mahkemenin E.2002/699 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Mahkemece, 11/3/2003 tarih ve E.2002/699, K.2003/181 sayılı kararla; her iki dava dosyasının taraflarının ve konularının aynı olduğu gerekçesiyle birleştirilmesine, yargılamaya E.2002/175 sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir. Mahkemece yapılan yargılama sonunda, 29/5/2012 tarih ve E.2002/175, K.2012/295 sayılı kararla; taşınmazın bulunduğu yerde kadastro uygulama çalışması yapıldığı, uygulama tutanaklarında taşınmazın davalı olarak gösterildiği, kadastro uygulama çalışmasından sonra görevsizlik kararı verilerek dosyanın kadastro mahkemesine gönderilmesi gerektiği belirtilerek, 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun ve 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun maddeleri gereği Mahkemenin görevsizliğine, kararın kesinleşmesinden sonra dosyanın Fethiye Kadastro Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Görevsizlik kararı temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Yargılamaya devam eden Fethiye Kadastro Mahkemesinin, 20/2/2014 tarih ve E.2014/13, K.2014/39 sayılı kararıyla; devredilen davanın taşınmaz sınır ve yüz ölçümüne ilişkin olmadığı, orman tahdidine dayanan tapu iptali ve tescil davalarının kadastro mahkemesinin görevine girmediği gerekçesiyle Mahkemenin görevsizliğine ve merci tayini için dosyanın Yargıtaya gönderilmesine karar verilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/11/2014 tarih ve E.2014/10604, K.2014/15281 sayılı ilâmıyla her ne kadar dava konusu taşınmaz hakkında 3402 sayılı Kanun’un maddesi gereğince uygulama tutanağı düzenlenmiş ise de, davanın esasının mülkiyete ilişkin tapu iptal ve tescil istemine ilişkin olduğu, uyuşmazlığın Asliye Hukuk Mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerektiği belirtilerek, Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesinin yargı yeri olarak belirlenmesine karar verilmiştir. Fethiye Kadastro Mahkemesinin 19/12/2014 tarihli yazısı ile dosya Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmiş olup, Mahkemenin E.2014/701 sayılı dosyasında yargılama halen devam etmektedir. Başvurucular, 27/12/2013, 17/1/2014, 6/2/2014, 10/4/2014, 30/5/2014 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi (Bkz. B. No: 2012/12, 17/9/2013, §§ 16-22). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/70 | Başvurucular, Orman İşletme Müdürlüğü tarafından Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesinde aleyhlerine açılan tapu iptali ve tescil davasında görevsizlik kararı verilerek dava dosyasının Kadastro Mahkemesine gönderildiğini, yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat ödenmesini talep etmişlerdir. | 1 |
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılama iki celsede tamamlanmıştır. Başvurucu yargılamanın ilk celsesine tutuklu bulunduğu Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan (İnfaz Kurumu) Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile katılmıştır. Celse arasında başvurucunun Mahkemeye gönderdiği ve bizzat duruşmada hazır bulunma talebini içeren dilekçesi okunmuştur. Mahkeme, başvurucunun talebi hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunmayarak duruşmanın ertelenmesine karar vermiştir. Başvurucunun SEGBİS aracılığı ile katıldığı son celsede savcılık makamınca esas hakkında mütalaa sunulmuş ve hüküm açıklanmıştır. Mahkeme,başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiş; gerekçeli kararda başvurucunun duruşmada bizzat hazır bulunma talebinin neden kabul edilmediğihususunda herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Şehrivan Çoban [GK], B. No: 2017/22672, 6/2/2020, §§ 38- | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8108 | Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Başbakan'a hakaret ettiği gerekçesiyle kamu görevlisi başvurucuya verilen disiplin cezasına karşı açılan iptal davasında, sübuta ilişkin delillerin objektif olarak kararda değerlendirilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Trabzon'un Ortahisar ilçesinde bir ortaokulda beden eğitimi öğretmeni olarak görev yapmaktadır. Başvuru konusu olay 2013 yılının Kasım ayının sonlarında Başbakan'ın Trabzon'u ziyareti sırasında konvoyuna yumurta atılarak hakarette bulunulduğu iddiası etrafında şekillenmiştir. İddiaya göre saat 30 civarında Başbakanlık araç konvoyunun toplanan kalabalığın arasından geçtiği sırada caddeye bakan apartmanlardan birinin ikinci kat balkonundan bir kadın konvoya doğru yumurta fırlatmış ve "Allah belanı versin, o. çocuğu şerefsiz!" veya "ibne" diyerek bağırmıştır. Olaya ilişkin olarak hareket hâlindeki konvoyda yer alan koruma araçlarından birinde bulunan polis memurları İ.K. ve S.Y. bir tutanak tanzim etmiş, bahsi geçen sözlerin başvurucu tarafından sarf edildiğini duyduklarını ve başvurucunun konvoya doğru yumurta attığını gördüklerini ifade etmiştir. Bahsi geçen polis memurlarının ve çevrede bulunan bazı sivil kişilerin olayla ilgili ifadeleri alınmış, tanıklardan bazıları bahse konu eylemi gerçekleştiren kişinin başvurucu olmadığı yönünde beyanda bulunmuştur. Somut olayda başvurucunun ifadesine birçok kez başvurulmuştur. Başvurucu; ameliyat olan anneannesini ziyaret etmek için ilgili adreste bulunduğunu, evin hasta ziyaretine gelen insanlar nedeniyle kalabalık olduğunu, dışarıdan gelen bağırma sesi üzerine camdan dışarı baktığını, bu sırada sonradan Başbakan'ın koruması olduğunu öğrendiği takım elbiseli bir adamın kendisine "Seni gördüm, Başbakan'a hakaret ettin" dediğini ifade etmiştir. Başvurucu; olanları anlayamadığı için o sırada camda olan komşusuna ne olduğunu sorduğunu ancak komşusunun da ne olduğunu bilmediğini söylediğini belirtmiştir. Başvurucu; olay sırasında üzerinde beyaz renkli bir tişört bulunduğunu, kendisinin balkona hiç çıkmadığını, mutfağın penceresinden dışarıya baktığını savunmuştur. Başvurucu, Başbakan'a karşı özel bir kin gütmediğini, devlet memuru olarak nasıl davranılması gerektiğini bildiğini, eğitimli bir insan olduğunu, yazımına katkı sağladığı iki kitabın spor liselerinde okutulduğunu belirterek Başbakan'ın konvoyuna yumurta attığı ve küfrederek hakaret ettiği iddiasını kesinlikle kabul etmediğini ifade etmiştir. İdari yönden yapılan disiplin soruşturmasında toplanan bilgi, belge ve ifadeler bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde başvurucunun Başbakan'a yumurta atarak küfür içeren sözlerle hakaret ettiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle başvurucu hakkında 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (f) alt bendi uyarınca amirlerine, maiyetindekilere ve iş sahiplerine fiilî tecavüzde bulunmak, aynı fıkranın (g) alt bendi uyarınca memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı, utanç verici hareketlerde bulunmak eylemini gerçekleştirdiği gerekçesiyle devlet memurluğundan çıkarma cezasının uygulanması teklif edilmiş ve başvurucunun konuya ilişkin savunması istenmiştir. Başvurucu savunmasında, daha önce vermiş olduğu beyanlarını tekrar etmiştir. Nihayetinde Yüksek Disiplin Kurulu kararı ile başvurucu hakkında teklif edilen cezanın kabulüne karar verilmiştir. Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali istemiyle Trabzon İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme, eylemin yumurta atılmasına ilişkin kısmının somut olarak ortaya konulamadığını, fiilin tamamlanmadığını ve anılan kısım yönünden "amirlerine, ... karşı fiili tecavüzde bulunmak" hükmünün uygulanmasının kanun koyucunun amacıyla bağdaşmayacağını belirtmiş; hakarete ilişkin kısım yönünden ise eylemin sübuta erdiği sonucuyla davanın reddine oyçokluğu ile karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Davacının, Başbakan'a küfür içeren ifadelerle hakaret ettiği iddiasına gelince; Olayın meydana geldiği sırada çok sayıda kişinin farklı sebeplerle yolda ve yol kenarında beklemekte olduğu, sesin sahibini teşhis edemeyen kişiler ve davacı da dahil olmak üzere şahitlerin çok yüksek sesle bağırma sesinin geldiğini beyan ettikleri, ifadelerine başvurulan kişilerin failin üzerinde beyaz renkli bir kıyafet olduğunu ifade ettikleri, davacının da o esnada beyaz bir kıyafet giydiğini, karakola da aynı kıyafetle geldiğini beyan ettiği, görgü tanıklarından Ş.Y.'nin, olay yerine yakın bir işmerkezinde çalıştığı, davacıyı da akrabasını ziyaret için birçok defa gelmesi nedeniyle tanıdığı, emniyette yapılan teşhiste de zorlanmadan davacıyı tespit etmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde, Başbakan'a karşı küfretme fiilinin davacı tarafından gerçekleştirildiği hususunun sübuta erdiği anlaşılmaktadır. Bu durumda; davacı hakkında amirlerine, maiyetindekilere ve iş sahiplerine fiili tecavüzde bulunmak fiili sübuta ermemiş ise de, soruşturma kapsamında alınan ifadeler ile olay yeri tutanağı ve emniyette yapılan teşhis sonucunda, davacı tarafından Başbakan'a karşı küfretme olayının sübuta erdiği görülmekle, fiilin memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak fiili olarak değerlendirilmek suretiyle, Devlet memurluğundan çıkarılmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır." Başvurucu, ret kararına karşı temyiz isteminde bulunmuştur. Danıştay Onikinci Dairesi (Daire), somut olaya konu hakaret eyleminin sübuta erdiğini ancak ilgili eylem nedeniyle başvurucunun devlet memurluğundan çıkarılmasının ölçülülük ilkesine aykırı olduğunu belirterek mahkeme kararının bozulmasına karar vermiştir. Davalı idare, karar düzeltme isteminde bulunmuştur. Dairece; davalı idarenin dilekçesinde ileri sürdüğü nedenlerin kararın düzeltilmesini gerektirecek nitelikte bulunduğu belirtilerek, kararın düzeltilmesi istemi kabul edilerek anılan kararın kaldırılmasına ve temyiz isteminin reddiyle mahkeme kararının onanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 11/6/2018 tarihinde öğrendikten sonra 28/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Öte yandan başvurucu hakkında adli yönden yapılan yargılama neticesinde başvurucunun kamu görevlisine karşı görevinden dolayı alenen hakaret suçunu işlediği gerekçesiyle adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17636 | Başvuru, Başbakan'a hakaret ettiği gerekçesiyle kamu görevlisi başvurucuya verilen disiplin cezasına karşı açılan iptal davasında, sübuta ilişkin delillerin objektif olarak kararda değerlendirilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, infaz kurumunda tutuklu bulunan başvurucunun, çeşitli sağlık sorunları ile ilgili olarak gördüğü tedavilere ilişkin bilgilerin yer aldığı kayıtların kendisine verilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Osmaniye 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) tutuklu olan başvurucu 13/3/2017 tarihli dilekçesini Osmaniye İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) gönderilmek üzere İnfaz Kurumuna teslim etmiştir. Başvurucu dilekçesinde; İnfaz Kurumundan defalarca talep etmesine rağmen sağlık dosyasının fotokopisinin kendisine verilmediğini ifade etmiş, dosyanın fotokopisinin kendisine verilmesini talep etmiştir. Başvurucunun dilekçesi İnfaz Kurumunun 14/3/2017 tarihli yazısıyla İnfaz Hâkimliğine gönderilmiştir. İnfaz Kurumu söz konusu dilekçeye ilişkin üst yazıda, başvurucunun dilekçesine benzer biçimde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) mensup diğer tutukluların da taleplerinin olduğunu, bu durumun işleyişi aksattığı, ayrıca suistimal edildiği kanaatinin oluştuğunu ifade etmiştir. İnfaz Hâkimliği 31/3/2017 tarihinde başvurucunun talebinin reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde talebin hakkın suistimali niteliğinde olduğu, ilgili bilgilerin talep edilmesi hâlinde resmî kurumlar ve uluslararası mercilere verilebileceği, dolayısıyla başvurucunun hukuki yararının olmadığı ve mevzuatta konuya ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı değerlendirmelerine yer verilmiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliği kararına karşı itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde; İnfaz Hâkimliği kararının giriş kısmında ve son kısmında farklı hâkim isim ve sicil numaralarının olduğunu, bu durumda kararı veren ve imzalayan hâkimin kim olduğunun anlaşılamadığını ve farklı olduklarını ve karara öncelikle bu yönüyle itiraz ettiğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca, kişisel veri niteliğindeki sağlık bilgilerinin kendisine verilmemesine ilişkin olarak herhangi bir hukuki gerekçe ortaya konulmadığını, suistimal edileceği yönündeki zanna dayalı değerlendirmenin kabul edilemeyeceğini, üstelik daha önce bu yöndeki talebi neticesinde sağlık bilgilerinin bir örneğinin kendisine verildiğini ifade etmiştir. Talebinin reddedilmesine dayanak teşkil eden yasal bir düzenlemenin olmadığını belirten başvurucu, İnfaz Hâkimliği kararının kaldırılarak sağlık bilgilerinin bir örneğinin kendisine verilmesini talep etmiştir. İtirazı inceleyen Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesi 20/4/2017 tarihinde itirazın kabulüne ve İnfaz Hâkimliği Kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca, başvurucu hakkındaki disiplin dosyası da gözönünde bulundurularak başvurucunun kurum hekimince yapılan tedavilerine ilişkin evraklardan bir örneğinin kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşürmeyeceği İnfaz Kurumunca tespit edildikten sonra başvurucuya verilmesine karar vermiştir. Nihai karar başvurucuya 2/5/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesince ilgili İnfaz Kurumuna gönderilen 15/3/2021 tarihli yazı ile Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesi kararına ilişkin olarak herhangi bir işlemin yapılıp yapılmadığı İnfaz Kurumundan sorularak buna ilişkin bilgi ve belgelerin gönderilmesi istenmiştir. İnfaz Kurumunun 18/3/2021 tarihli yazısıyla söz konusu karara atfen Kurumun asayiş ve güvenliği de gözönüne alınarak konuya ilişkin değerlendirme yetkisinin İnfaz Kurumunda olduğu, ayrıca başvurucuya ilgili Ağır Ceza Mahkemesi kararının tebliğ edilmesinden sonra evrakların tarafına verilmesi yönünde bir talebi Kuruma yöneltmediği, herhangi bir talepte bulunmaması sebebiyle Kurum tarafından herhangi bir değerlendirme yapılmadığı bildirilmiştir. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Hükümlünün muayene ve tedavisi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kurumun sağlık koşullarının düzenlenmesi, hükümlünün acil veya olağan muayene ve tedavisi kurumun hekimi tarafından yapılır. Genel veya hastalık nedeniyle yapılan tüm muayene ve tedavi sonuçları, sağlık izleme kartına işlenir ve dosyasında saklanır." 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) "Hükümlünün muayene ve tedavi istekleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Hükümlü, beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından, tıbbî araçlardan yararlanma hakkına sahiptir. Bunun için hükümlü öncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması hâlinde Devlet veya üniversite hastanelerinin mahkûm koğuşlarında tedavi ettirilir." Tüzük'ün "Hükümlünün muayene ve tedavisi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kurumun sağlık koşullarının düzenlenmesi, hükümlünün acil veya olağan muayene ve tedavisi cezaevi tabibi tarafından yapılır. Genel veya hastalık nedeniyle yapılan tüm muayene ve tedavi sonuçları, sağlık izleme kartına işlenir ve dosyasında saklanır. " 24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu'nun "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"d) Kişisel veri: Kimliği belirli veya belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgiyi, ... ifade eder." 6698 sayılı Kanun'un "Özel nitelikli kişisel verilerin işlenme şartları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kişilerin ırkı, etnik kökeni, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini, mezhebi veya diğer inançları, kılık ve kıyafeti, dernek, vakıf ya da sendika üyeliği, sağlığı, cinsel hayatı, ceza mahkûmiyeti ve güvenlik tedbirleriyle ilgili verileri ile biyometrik ve genetik verileri özel nitelikli kişisel veridir." 6698 sayılı Kanun'un "İlgili kişinin hakları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes, veri sorumlusuna başvurarak kendisiyle ilgili;a) Kişisel veri işlenip işlenmediğini öğrenme,b) Kişisel verileri işlenmişse buna ilişkin bilgi talep etme,...haklarına sahiptir." 6698 sayılı Kanun'un "İstisnalar" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: " (2) Bu Kanunun amacına ve temel ilkelerine uygun ve orantılı olmak kaydıyla veri sorumlusunun aydınlatma yükümlülüğünü düzenleyen 10 uncu, zararın giderilmesini talep etme hakkı hariç, ilgili kişinin haklarını düzenleyen 11 inci ve Veri Sorumluları Siciline kayıt yükümlülüğünü düzenleyen 16 ncı maddeleri aşağıdaki hâllerde uygulanmaz:a) Kişisel veri işlemenin suç işlenmesinin önlenmesi veya suç soruşturması için gerekli olması,...c) Kişisel veri işlemenin kanunun verdiği yetkiye dayanılarak görevli ve yetkili kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca, denetleme veya düzenleme görevlerinin yürütülmesi ile disiplin soruşturma veya kovuşturması için gerekli olması...." 1/8/1998 tarihli ve 23420 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Hasta Hakları Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) "Kayıtları İnceleme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hasta, sağlık durumu ile ilgili bilgiler bulunan dosyayı ve kayıtları, doğrudan veya vekili veya kanuni temsilcisi vasıtası ile inceleyebilir ve bir suretini alabilir. Bu kayıtlar, sadece hastanın tedavisi ile doğrudan ilgili olanlar tarafından görülebilir. " Yönetmelik'in "Saklı Olan Hükümler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Milli güvenliğin, kamu düzeninin, kamu yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın korunması maksatları ve kanun hükümleri ile getirilen özel düzenlemeler ve sınırlamalar saklıdır." 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"... Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak...." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "İtirazın Cumhuriyet savcısına ve karşı tarafa tebliği ile inceleme ve araştırma yapılması " kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) İtirazı inceleyecek merci, yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir." 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Karar" kenar başlıklı maddesi şöyledir;"(1) Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir.(2) İtiraz yerinde görülürse merci, aynı zamanda itiraz konusu hakkında da karar verir.(3) Karar mümkün olan en kısa sürede verilir.(4) Merciin, itiraz üzerine verdiği kararları kesindir; ancak ilk defa merci tarafından verilen tutuklama kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir."B. Uluslararası Hukuk Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 10/12/1948 tarihli ve 217 (111) sayılı kararı ile kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin maddesi şöyledir:"Hiç kimse özel hayatı, ailesi, meskeni veya yazışması hususlarında keyfî karışmalara, şeref ve şöhretine karşı tecavüzlere mâruz kalamaz. Herkesin bu karışmalara ve tecavüzlere karşı kanun ile korunmağa hakkı vardır." Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kişisel verilerin korunması konusunda kabul edilen 14/12/1990 tarihli ve 45/95 sayılı “Bilgisayarla İşlenen Kişisel Veri Dosyaları Hakkında Yönlendirici İlkeler” in ilgili kısmı şöyledir:"4- İlgili kişilerin erişmesi ilkesi: Kimlik kanıtı sunan herkes kendisiyle ilgili bilgilerin işlenip işlenmediğini bilme ve gereksiz bir gecikme veya masraf olmadan anlaşılır biçimde elde etme hakkına sahiptir. Ayrıca bu bilgilerin kanuna aykırı, gereksiz veya yanlış olması durumunda uygun düzeltmelerin yapılmasını veya silinmesini talep etme hakkına sahiptir. Devletler buna uygun bir çözüm yolu sağlamak durumundadır. Herhangi bir düzeltme maliyeti dosyadan sorumlu kişi tarafından karşılanmalıdır. Bu ilke hükümlerinin uyruk veya ikâmetine bakılmaksızın herkes için uygulanması arzu edilir." 27/4/2016 tarihli ve 2016/679 sayılı Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü’nün "Veri sahibinin erişim hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Veri sahibinin kendisi ile ilgili kişisel verilerin işlenip işlenmediğini kontrolörden teyit etme ve, işleme faaliyeti olması halinde, kişisel verilere erişim ile aşağıdaki bilgileri talep etme hakkı bulunur:... Kontrolör işleme faaliyetinden geçen kişisel verilerin bir nüshasını sağlar. Veri sahibi tarafından talep edilen diğer nüshalar açısında, kontrolör idari masraflara dayalı olarak makul bir ücret talep edebilir. Veri sahibinin talebi elektronik yollarla yapması halinde ve veri sahibi tarafından aksi talep edilmedikçe, bilgiler yaygın kullanılan bir elektronik yolla sağlanır paragrafta atıfta bulunulan bir nüsha elde etme hakkı başkalarının hakları ve özgürlüklerini olumsuz yönde etkilemez." Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü’nün "Kısıtlamalar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "... Veri sorumlusunun veya işleyenin tabi olduğu Birlik veya Üye Devlet hukuku, ila (bunlara karşılık geldiği sürece madde) ve maddelerdeki yükümlülükleri ve hakların kapsamını, temel hak ve özgürlüklerin özüne saygı gösterdiğinde ve demokratik bir toplumda korunmak için gerekli ve orantılı bir tedbir olduğu takdirde aşağıdaki hâllerde kanun yoluyla sınırlayabilir: Ulusal güvenlik, Savunma, Kamu güvenliği, Kamu güvenliğine yönelik tehditlerin önlenmesi de dahil olmak üzere suçların önlenmesi, soruşturulması, tespit edilmesi, kovuşturulması veya cezaların infazı, . .." 30/1/2016 tarihli ve 6669 sayılı Kanun'la onaylanması uygun bulunan 28/1/1981 tarihli Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi’nin “Tanımlar” başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi şöyledir:“Bu Sözleşmenin amaçları bakımından:(a) Kişisel Veriler: Kimliği belirli veya belirlenebilir bir kişi hakkındaki tüm bilgileri ifade eder.” Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi’nin "Özel veri kategorileri" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "İç hukukta uygun güvenceler sağlanmadıkça, ırksal kökeni, siyasi düşünceleri, dini veya diğer inançları ortaya koyan kişisel veriler ile sağlık veya cinsel hayatla ilgili kişisel veriler, otomatik işleme tabi tutulmaz. Aynı şey ceza mahkumiyetiyle ilgili kişisel veriler için de geçerlidir." Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi’nin "İlgili kişi hakkındaki ek güvenceler" kenar başlıklı maddesinin (a) ve (b) bentleri şöyledir:"Herkes:a. Otomatik kişisel veri dosyasının mevcudiyetini, temel amaçlarını, dosya yöneticisinin kimliğini ve mutat ikamet yerini veya başlıca işyerini öğrenmek;b. Makul aralıklarla ve aşırı gecikmeye veya masrafa maruz kalmadan kendisi ile ilgili kişisel verilerin otomatik dosyada bulunup bulunmadığının teyidini almak ve bu bilgilerin kendisine anlaşılır bir biçim altında iletilmesini sağlamak;...hakkına sahiptir." Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi’nin "İstisnalar ve kısıtlamalar" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:" İşbu maddede belirtilen sınırlar dışında, Sözleşmenin 5, 6 ve maddeleri hükümlerine hiçbir istisna getirilemez. Taraf devletin kanunlarında öngörülmüş olması ve demokratik bir toplumda aşağıdaki hususların sağlanması için gerekli bir önlem oluşturması halinde işbu Sözleşmenin 5, 6 ve maddelerine istisna getirilebilir:a. Devlet güvenliğinin korunması, kamu güvenliği, devletin mali menfaatleri veya suçların önlenmesi; b. İlgili kişinin veya başkasının hak ve özgürlüklerinin korunması." 3/12/2003 tarihli ve 5013 sayılı Kanun ile onaylanması uygun bulunan 5013 sayılı Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi'nin (İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi) "Özel yaşam ve bilgilendirilme hakkı" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes, kendi sağlığı hakkında toplanmış herhangi bir bilgiyi öğrenme hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) K.H. ve diğerleri/Slovakya kararında başvurucuların sağlık ve üreme bilgilerine etkili erişimleri ile ilgili şikâyetlerinin AİHS madde kapsamında incelenmesi gerektiğini değerlendirmiştir. Bu kapsamda maddeye ilişkin negatif yükümlülüklere ek olarak kişinin özel hayatına etkin bir şekilde saygı gösterilmesinin doğasında pozitif yükümlülükler olabileceğini yinelediğini ve böyle bir pozitif yükümlülüğün olup olmadığının belirlenmesinde, toplumun genel menfaatleri ile bireyin menfaatleri arasında kurulması gereken adil dengeyi dikkate alacağını vurgulamıştır (K.H. ve diğerleri/Slovakya, B.No: 32881/.., 28/4/2009, §§ 44, 45; benzer yöndeki karar için bkz. Gaskin/Birleşik Krallık [GK], B. No:10454/83, 07/07/1989, § 42). Mahkeme maddenin, kişilerin kendileriyle ilgili kişisel bilgiler içeren dosyaların örneklerine erişmelerini güvence altına aldığını, özellikle, ilgili ve gerekli tüm bilgilere erişimi sağlayan etkili ve erişilebilir bir prosedür sağlama yönünde devletlere pozitif bir yükümlülük yüklediğini değerlendirmiştir (K.H. ve diğerleri/Slovakya, § 46; benzer şekilde, kişilerin çocuklukları ve kişisel geçmişleri hakkında bilgi içeren sosyal hizmet kayıtlarına erişimi açısından bkz. Gaskin/Birleşik Krallık, § 49). Mahkeme madde kapsamında kişinin özel ve aile hayatına saygı hakkının kullanılmasının pratik ve etkili olabilmesi bağlamında, özellikle kişisel verilerin söz konusu olduğu durumlarda, verilerin kopyalarının veri sahibine sunulmasını mümkün kılacak şekilde konunun pozitif yükümlülükler çerçevesinde ve geniş bir perspektifte değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamıştır (K.H. ve diğerleri/Slovakya, § 47). Mahkeme, kişisel verilere ilişkin kayıtlara erişimin neden gerekli olduğunun ortaya konulmasına ilişkin başvuruculara bir yükümlülük yüklenebileceği şeklinde bir değerlendirmede bulunmadığının altını çizerek, verilerin çoğaltılması şartlarını belirlemek veya gerektiğinde bunların kopyasının verilmesi talebinin reddedilmesini zorlayıcı nedenlerle gerekçelendirmenin devlete ait yükümlülükler kapsamında olduğuna işaret etmiştir. Buna göre bu verilerin çoğaltılmasına ilişkin maliyetin veri sahibi tarafından karşılanması kabul edilebilir. Bununla birlikte Mahkeme devletin, veri sahiplerinin kişisel veri dosyalarının bir kopyasını alma yönündeki taleplerinin neden kabul edilemeyeceğini özellikle gerekçelendirme ve hatta bu konuda zorlayıcı nedenler olduğunu göstermek yükümlülüğü altında olduğunu değerlendirmiştir (K.H. ve diğerleri/Slovakya, §§ 48, 50). Mahkeme ayrıca söz konusu olayda başvuranların tedavilerine ilişkin kayıtları muhtemelen yurtdışındaki bağımsız bir bilirkişinin inceleyebilmesi için ve aynı zamanda orijinal belgelerin kaybolmasına karşı koruma sağlamak için fotokopi şeklinde bulundurmayı gerekli gördüklerine işaret etmiştir (K.H. ve diğerleri/Slovakya, § 51). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/22646 | Başvuru, infaz kurumunda tutuklu bulunan başvurucunun, çeşitli sağlık sorunları ile ilgili olarak gördüğü tedavilere ilişkin bilgilerin yer aldığı kayıtların kendisine verilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işçilik alacağından kaynaklanan tazminat davasında, bir kısım alacak talebinin zamanaşımından dolayı reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi O.O. 2/1/1986-8/5/2000 tarihleri arasında R. isimli şahsın işyerinde işçi olarak çalışmıştır.O.O. iş akdinin geçerli bir neden olmadan ihbarsız olarak feshedildiğini, işçilik haklarının ödenmediğini belirterek, 22/11/2002 tarihinde Bursa İş Mahkemesinde dava açmış, 40 TL kıdem ve ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti ve fazla çalışma ücreti alacağı, 80 TL genel tatil ve hafta tatili ücreti talebinde bulunmuştur. Yargılama sırasında alınan 18/7/2012 tarihli bilirkişi raporunda, davacının 402 TL kıdem tazminatı, 233 TL ihbar tazminatı, 747 TL yıllık izin ücreti, 093 TL fazla çalışma ücreti, 774 TL hafta tatili ücreti, 183 TL bayram ve genel tatil ücreti alacağının bulunduğu tespit edilmiştir. Davacı, bilirkişi raporunda tespit edilen miktarlara göre 20/11/2012 tarihli dilekçesiyle dava değerini 500 TL olarak ıslah etmiştir. Davalı taraf, beyan dilekçesini 5/12/2012 tarihli duruşmada tekrarlayarak ıslaha karşı zamanaşımı defi ileri sürmüştür. Bursa İş Mahkemesi (Mahkeme) 17/12/2012 tarihli kararında, iş akdinin haklı nedenlerle feshedildiğinin davalı tarafça ispatlanamadığını, davacının işçilik alacak haklarının sübuta erdiğini belirterek davacı lehine 402 TL kıdem tazminatı, 233 TL ihbar tazminatı, 747 TL yıllık izin ücreti, 466 TL fazla çalışma ücreti, 172 TL hafta tatili ücreti, 56 TL bayram ve genel tatil ücreti alacağına hükmetmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 18/2/2014 tarihli kararında, davacının iş sözleşmesinin 8/5/2000 tarihinde feshedildiğini, 20/11/2012 tarihli dilekçesi ile tazminat ve alacaklarını ıslah etmişse de davalı vekilinin kanuni süresi içerisinde ıslaha karşı zamanaşımı definde bulunduğunu, davacının dava dilekçesinde talep ettiği tazminat ve alacakların dışında kalan miktarların zamanaşımına uğradığını, ıslahla artırılan tazminat ve alacakların hüküm altına alınmasının hatalı olduğunu belirterek hükmü bozmuştur. Bu arada davacı O.O.nun 23/1/2014 tarihinde vefatı üzerine başvurucular mirasçı sıfatıyla davaya katılmışlardır. Bozma ilamına uyan Mahkeme 18/9/2014 tarihli kararında, önceki kararın gerekçesini (bkz. § 14) tekrarlayarak ıslahla artırılan alacak taleplerinin zamanaşımına uğradığını belirterek dava dilekçesinde belirtilen değerler (bkz. § 10) üzerinden kesin olarak davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Başvurucular, kararı 18/9/2014 tarihinde öğrendiklerini beyan etmişler ve 20/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16552 | Başvuru, işçilik alacağından kaynaklanan tazminat davasında, bir kısım alacak talebinin zamanaşımından dolayı reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu 1992 doğumlu olup bireysel başvuruya konu olayın geçtiği tarihte Ankara'da özel bir eğitim kurumunda öğretmen olarak çalışmaktadır. Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY'ye yönelik yürütülen bir soruşturma kapsamında Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlilerince yapılan araştırmada, başvurucunun babası olan Ö. adına kayıtlı GSM hattı üzerinden ByLock programının kullanıldığı ancak bu hattın gerçek kullanıcısının başvurucu olduğu tespit edilmiştir. Kolluk görevlilerince başvurucunun kimlik ve adres bilgilerinin belirlenmesi üzerine başvurucu hakkındaki tespitler Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmiştir. Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucunun yakalanarak gözaltına alınması, ikametinde arama ve elkoyma tedbirlerinin uygulanması hususunda Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından (Başsavcılık) talepte bulunmuştur. Bu talep üzerine başvurucu, silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 15/8/2017 tarihinde Ankara'da yakalanıp gözaltına alındıktan sonra ikametinde ele geçirilen dijital materyallerle birlikte 19/8/2017 tarihinde Erzurum'a getirtilmiştir. Erzurum Sulh Ceza Hâkimliğinin 21/8/2017 tarihli kararıyla tutuklanan başvurucu Erzurum E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) sevk edilmiştir. Başvurucunun Ankara'da yakalandığı dikkate alınarak atılı suçun işlendiği yerin Ankara ili olduğu gerekçesiyle Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı 11/9/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir. Soruşturma sonucunda Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 29/9/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucunun ByLock uygulamasını kullandığı, bu programın kullanımına ilişkin ByLock mesajlarının ve diğer teknik verilerin de tespit edildiği iddialarına yer verilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen yargılamada Mahkemece 11/10/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 22/1/2018 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun duruşma tarihinde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile duruşmaya katılımının sağlanması hususunda tutuklu bulunduğu İnfaz Kurumuna müzekkere yazılmasına karar verilmiştir. Yargılama 22/1/2018 tarihli tek celsede tamamlanmıştır. Bu celseye SEGBİS aracılığı ile katılan başvurucu, müdafiinin de hazır bulunmasıyla savunma yapmıştır. Duruşma tutanağına göre başvurucu SEGBİS aracılığı ile duruşmaya katılmak istemediği veya duruşmada bizzat hazır bulunmak istediği yönünde herhangi bir beyanda bulunmamış, dosyadaki delillere karşı savunma yaparak tahliye talebinde bulunmuştur. Yargılama sonucunda başvurucunun atılı suçtan 7 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Başvurucu müdafii istinaf talebinde, -diğerlerinin yanı sıra- soruşturma evresinde Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığınca yetkisizlik kararı verildiği hâlde başvurucunun Erzurum'da tutuklu bırakıldığını, Mahkemece duruşmada hazır edilmesi beklenirken SEGBİS aracılığı ile yargılama yapılarak savunma hakkının kısıtlandığını ileri sürmüştür. Başvurucunun istinaf başvurusu, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin (Daire) 28/5/2018 tarihli kararı ile esastan reddedilmiştir. Başvurucu müdafii 18/6/2018 tarihli temyiz dilekçesinde de -diğerlerinin yanı sıra- istinaf talebinde SEGBİS ile ilgili olarak ileri sürdüğü şikâyetlerini yinelemiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 12/2/2019 kararı ile hüküm onanmıştır. Başvurucu müddetnamenin tebliğ edildiği 9/5/2019 tarihinde nihai karardan haberdar olduğunu beyan ederek 28/5/2019 tarihinde başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk kaynakları için bkz. Şehrivan Çoban [GK], B. No: 2017/22672, 6/2/ | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18228 | Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, 20/7/1966 tarihli ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu uyarınca tahsis edilen taşınmazın tahsis kararının geri alınması işlemine karşı İstanbul İdare Mahkemesinde açılan iptal davasının kabul edilmesi üzerine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından tahsis edilen yeni taşınmazın değerinin daha az olduğu gerekçesiyle İstanbul İdare Mahkemesinde açılan tam yargı davasının reddedilmesi ve bu davanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/8/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 29/11/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 19/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 20/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 3/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 18/3/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Alibeyköy Belediye Başkanlığınca İstanbul ili Eyüp ilçesi Alibeyköy geçici 151 ada 10 parsel (sonradan 220 ada 10 parsel) sayılı taşınmaz, 775 sayılı Kanun uyarınca 1973 yılında başvurucuya tahsis edilmiştir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığının tahsis işlemini iptal etmesi üzerine başvurucu bu idari işleme karşı İstanbul İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Mahkemenin E.1993/50, K.1993/1596 sayılı kararı ile dava reddedilmiş, bu karar temyiz edilmiş, Danıştay Altıncı Dairesinin 13/1/1995 tarihli ve E.1994/528, K.1995/177 sayılı kararı ile hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Mahkeme bozma ilamına uymuş ve 17/10/1996 tarihli ve E.1996/73, K.1996/1237 sayılı kararında "Uyuşmazlıkta, davacıya 775 sayılı Kanun uyarınca yapılan tahsisin geri alınmasını gerektiren koşulların kanıtlanamaması karşısında, mümkün ise aynı yerin mümkün bulunmaması halinde ise başka bir taşınmazın tahsisi suretiyle işlem tesisinin gerekmesine karşın davacının 775 sayılı Kanundan doğan hakkını ortadan kaldıracak biçimde işlem tesisinde hukuka uyarlık görülmemiştir." gerekçeleriyle davanın kabulüne ve davacıya yapılan arsa tahsisi işleminin geri alınması işleminin iptaline karar vermiştir. Temyiz edilen karar, Danıştay Altıncı Dairesinin E.1997/1059, K.1998/64 sayılı kararı ile onanmıştır. Büyükşehir Belediyesi, önceki taşınmazın bir kooperatife tahsis edilmiş olması nedeniyle 9/3/2004 tarihinde başvurucuya bu defa önceki taşınmazın yerine, İstanbul ili Eyüp ilçesi Emniyettepe Mahallesi'nde bulunan 571 ada 5 parsel sayılı taşınmazı tahsis etmiştir. Başvurucu, tahsis edilen taşınmazların eş değer olup olmadıklarının tespiti amacıyla Eyüp Sulh Hukuk Mahkemesinden 11/5/2006 tarihinde delil tespiti talebinde bulunmuş; Mahkemenin 2006/94 Değişik İş sayılı dosyasına sunulan 8/6/2006 tarihli bilirkişi raporunda, Alibeyköy 220 ada 19 parsel sayılı taşınmazın Emniyettepe Mahallesi 571 ada 5 parsel sayılı taşınmaza göre 5 kat daha değerli olduğunun tespit edildiği bildirilmiştir. Başvurucu 25/1/2007 tarihinde Büyükşehir Belediyesine başvurarak eş değer bir arsa verilmesini veya tahsis edilen iki taşınmaz arasındaki değer farkının ödenmesini talep etmiş; Büyükşehir Belediyesi 19/2/2007 tarihli yazı ile talebi reddetmiştir. Başvurucu 16/4/2007 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmış; Mahkeme, 5/12/2007 tarihli ve E.2007/730, K.2007/2501 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Bu karar temyiz edilmiş, Danıştay Altıncı Dairesinin 3/12/2010 tarihli ve E.2009/184, K.2010/10573 sayılı ilamıyla "Temyize konu Mahkeme kararında, 'Dosyanın incelenmesinden, ...' kısmınının eksik yazılmış olması nedeniyle yukarıda yer alan usul kurallarına aykırılık bulunduğu açıktır. Bu itibarla, belirtilen eksikliğin tamamlanması gerektiğinden İdare Mahkemesinin kararında usul hükümlerine uyarlık görülmemiştir." gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma ilamı üzerine yapılan yargılama neticesinde Mahkeme, 15/4/2011 tarihli ve E.2011/620, K.2011/402 sayılı kararı ile davanın reddine, 55,90 TL tutarındaki yargılama giderleri ile 128,90 TL tutarındaki temyiz yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına ve 900 TL tutarındaki avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: "Davacı daha önceki mahkeme kararına rağmen idarenin kendisine eşdeğer bir yer vermeyerek zarara uğramasına neden olduğunu ileri sürmüş ise de yeniden tahsis edilen taşınmaz ile eski taşınmaz arasında konum, büyüklük ve değer yönünden bir fark bulunduğunun iddia edilmesi ve bunun kanıtlanması halinde bu durumun aradaki farkın tazminini gerektiren bir tazmin nedeni olmayıp sonraki tahsisin iptalini gerektirecek bir neden olduğu açıktır. Dolayısıyla hak sahibinin sonraki tahsis kararının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla iptali için dava açabilecekken bu yola başvurmadığına göre doğduğu kanıtlanmamış bir zararın varlığından bahisle tazmini istemiyle açılan davada hukuka uyarlık görülmemiştir." Temyiz edilen karar, Danıştay Ondördüncü Dairesinin 25/4/2012 tarihli ve E.2011/14729, K.2012/3042 sayılı ilamı ile onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 9/7/2013 tarihli ve E.2012/10312, K.2013/5520 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 29/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 775 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Belediyelerin mülkiyetinde bulunan ve bundan sonra bu kanuna göre mülkiyetine geçecek olan arazi ve arsalardan, belediye meclisi kararı ile belli edilip, Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca uygun görülenler, bu kanun hükümleri dairesinde konut yapımına ayrılır. ...” 775 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “7 nci madde gereğince tesbit olunan önleme bölgelerindeki arsalar, öncelikle gecekonduların ıslahı ve tasfiyesi sebepleriyle açıkta kalacaklara ve diğer konutsuz vatandaşlara verilir.Bu arsalardan, ıslah ve tasfiye bölgelerinde bulunan diğer yapı sahiplerinden yapısının tasfiyesini istiyenler de faydalanabilirler.Her ne sebeple olursa olsun, bu kanun hükümlerince arsa tahsis edilecek kimselerin, yoksul veya dar gelirli olması, kendisinin veya eşinin veya ergin olmıyan çocuğunun herhangi bir belediye sınırı içinde ev yapmaya müsait arsaya veya her hangi bir yerde bir ev veya apartmanın ayrı bir dairesine karşılık olan payına sahip bulunmaması şarttır.Kimlerin yoksul ve dar gelirli sayılacağı, kendisine arsa tahsis edileceklerin öncelik sırası ve yukarda sözü geçen diğer hususların esasları yönetmelikte belirtilir." 775 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"25 inci maddede sözü geçen arsalar yönetmelikte belirtilen şekil ve esaslar dahilinde ve tespit olunacak bedellerle kendilerine arsa verilmesi gerekenlere dağıtılır.Arsa ve binaların halihazır durumları ile şahıslara veya kamu kurum ve kuruluşlarına tahsis veya satışları valiliklerince tespit ve Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca onaylanan emsal bedel üzerinden yapılır.Binalar ve konutlar, valiliklerin teklifi üzerine, bu bedelin yüzde yirmibeşi (% 25) peşin olarak yatırılmak ve vade farkı alınmak kaydıyla taksitle de satılabilir.Şahıslara veya kamu kurum ve kuruluşlarına, arsaların ve binaların satış veya tahsisine dair esaslar Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca hazırlanacak yönetmelikle belirlenir." 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun'un maddesi ile 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (4) numaralı fıkrasına eklenen ve 30/4/2013 tarihi itibarıyla yürürlüğe giren cümle şöyledir:“Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” 2577 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6808 | Başvuru, 20/7/1966 tarihli ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu uyarınca tahsis edilen taşınmazın tahsis kararının geri alınması işlemine karşı İstanbul 5. İdare Mahkemesinde açılan iptal davasının kabul edilmesi üzerine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından tahsis edilen yeni taşınmazın değerinin daha az olduğu gerekçesiyle İstanbul 8. İdare Mahkemesinde açılan tam yargı davasının reddedilmesi ve bu davanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/1/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurucunun harçtan muaf tutulmasına, makul sürede yargılanma hakkı dışındaki şikâyetlerinin kabul edilemez olduğuna ve anılan hakka ilişkin şikâyetinin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtlarına göre hakkında başlatılan bir soruşturma kapsamında başvurucunun 9/11/2012 tarihinde şüpheli sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Siirt Cumhuriyet Başsavcılığının 21/5/2013 tarihli iddianamesi ile başvurucunun da aralarında bulunduğu bazı şüpheliler hakkında Siirt Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) nitelikli yağma suçundan kamu davası açılmıştır. Mahkeme 15/1/2014 tarihinde başvurucunun nitelikli yağma suçundan 5 yıl hapis cezasıyla mahkûmiyetine karar vermiştir. Karar, Yargıtay Ceza Dairesince 28/2/2018 tarihinde bozulmuş ve Mahkemece yeniden tesis edilen hükümle 22/6/2018 tarihinde aynı suçtan 10 yıl hapis cezası verilmiştir. Karar temyiz mercii tarafından 18/11/2020 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/2624 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda avukat ile telefonla görüşmeye izin verilmemesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 6/4/2017 tarihinde tutuklanarak Akşehir T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna yerleştirilmiş, 12/4/2018 tarihinde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) suçundan 9 yıl 5 ay 12 gün hapis cezasına mahkûm edilerek tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Başvurucu mahkûmiyet kararına karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Başvurucu 11/12/2018 tarihli dilekçesinde avukatının Bursa'da ikamet ettiğini ve aradaki mesafe nedeniyle her zaman infaz kurumuna gelmesinin mümkün olmadığını, savunmasıyla ilgili avukatıyla görüşmek istediğini belirterek dinleme ve kayıt işlemi yapılmaksızın haftada bir kez avukatıyla telefon görüşmesi yapmayı talep etmiştir. Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Başkanlığı kararında 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan (mülga) Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün ve maddelerine yer vererek hükümlü ve tutukluların avukatları ile telefon görüşmesi yapmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle başvurucunun talebini reddetmiştir. Bunun üzerine başvurucu infaz hâkimliğine şikâyet başvurusunda bulunmuştur. İnfaz hâkimliği ret kararındaki gerekçeleri tekrar ederek kararda herhangi bir usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle şikâyet başvurusunu 19/12/2018 tarihinde reddetmiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz ise ağır ceza mahkemesince kararın usul ve yasaya uygun olduğu belirtilerek 25/12/2018 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 28/12/2018 tarihinde öğrendikten sonra 18/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun istinaf talebi bireysel başvuru incelemesi devam ederken 20/2/2019 tarihinde esastan reddedilmiştir. Bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 6/11/2019 tarihinde bozma kararı vermiştir. Başvurucu devam edilen yargılama sonucu 16/12/2020 tarihinde 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Söz konusu mahkûmiyet kararına ilişkin kanun yolu incelemesi devam etmektedir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2651 | Başvuru, ceza infaz kurumunda avukat ile telefonla görüşmeye izin verilmemesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yoksulluk nafakasının kaldırılması talebinin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bakırköy Aile Mahkemesinin 30/12/2008 tarihli kararıyla başvurucu ve İ.B.nin anlaşmalı olarak boşanmalarına, başvurucunun boşanma protokolünde kararlaştırdıkları şekilde İ.B.ye her ay 500 TL yoksulluk nafakası ödemesine, nafakanın her yıl %15 oranında artırılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun 2010-2014 yılları arasında nafaka borcunu ödenmediği iddiasıyla Bakırköy İcra Müdürlüğünde başvurucu aleyhine icra takibi başlatılmış, 5/4/2014 tarihinde başvurucuya icra emri tebliğ edilmiştir. Akabinde Bakırköy İcra Ceza Mahkemesince nafaka hükümlerine uymamak suçundan yapılan yargılama sonucunda borcun ödenmesi nedeniyle 16/10/2018 tarihinde şikâyetin düşürülmesine karar verilmiştir. Başvurucu 27/5/2014 tarihinde İstanbul Anadolu Aile Mahkemesinde (Mahkeme) öncelikle yoksulluk nafakasının kaldırılması, mümkün olmadığı takdirde miktarının azaltılması talebiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde, her ne kadar anlaşmalı olarak boşanmışsalar da hayat şartlarında hükmedilen yoksulluk nafakasını ödemesini imkânsız kılan değişiklikler meydana geldiğini ileri sürmüştür. Bu kapsamda yeni bir evlilik yaptığını, bu evlilikten bir çocuğu olduğunu, eşinin yabancı olup çalışma izninin olmaması nedeniyle bir işte çalışamadığını ifade etmiştir. Bununla birlikte boşanma tarihinde iyi bir işi, adına kayıtlı evi ve arabası olduğunu, mevcut durumda ise işsiz kaldığını ve herhangi bir mal varlığı bulunmadığını belirtmiştir. Mahkemece 8/10/2015 tarihinde, yoksulluk nafakasının kaldırılması talebinin reddine, nafaka miktarının azaltılması talebinin kısmen kabulüne karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; tarafların anlaşmalı boşanma davası sırasında ve mevcut durumdaki ekonomik ve sosyal durumlarının karşılaştırılması sonucunda yoksulluk nafakasının kaldırılmasını gerektirir bir değişiklik tespit edilmemekle beraber nafaka miktarının azaltılması gerektiği hususuna yer verilmiştir. Bu kapsamda Mahkeme, boşanma kararından sonra her yıl yapılan %15 oranındaki artışlarla birlikte dava tarihinde 026 TL'ye ulaşmış olan nafaka miktarının 000 TL'ye düşürülmesine, ilerleyen yıllardaki artış oranının ise üretici fiyat endeksine (ÜFE) göre belirlenmesine karar verilmiştir. İ.B., Yargıtay Hukuk Dairesine (Daire) temyiz başvurusunda bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde başvurucunun biri proje ve mühendislik üzerine, diğeri İran ve Dubai bağlantılı ticari faaliyet yürüten iki ayrı şirketten genel müdür seviyesinde gelir elde ettiği; mühendislik şirketinin nafaka yükümlülüğünden kurtulmak için başvurucunun eşi adına kurulduğu ileri sürülmüştür. Başvurucu, temyize cevap dilekçesinde dava dilekçesinde ileri sürdüğü hususları tekrar etmiştir. Daire 22/3/2016 tarihinde anılan hükmün bozulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; mühendis olan başvurucu hakkında önceki işinden kendi isteğiyle ayrıldığına, eşi adına tescilli şirkette yetkili pozisyonda kaydının olduğuna, ayrıca hâlihazırda İran-Dubai bağlantılı bir firmada genel müdür olarak çalıştığına ilişkin iddiaların ileri sürüldüğüne işaret edilmiştir. Öte yandan İ.B. hakkında ise vefat eden babasından dolayı maaş aldığı iddiasının bulunduğu belirtilmiştir. Mahkemece anılan iddiaların açıklığa kavuşturulmasına yarar bir ekonomik ve sosyal durum araştırmasının yapılması gerektiği ifade edilmiştir. Dairenin bozma kararı sonrasında Mahkemece başvurucunun yoksulluk nafakasının kaldırılması talebinin reddine, boşanma kararından sonra her yıl yapılan %15 oranındaki artışlarla birlikte dava tarihinde 026 TL'ye ulaşmış olan nafaka miktarının 000 TL'ye düşürülmesine, ilerleyen yıllardaki artış oranının ise ÜFE'ye göre belirlenmesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; yeniden yaptırılan ekonomik ve sosyal durum araştırmasından başvurucunun işinden istifa ettiği bunun yanında bir kısım şirket faaliyetine katılımının devam ettiği hususlarının anlaşıldığına yer verilmiş, bu kapsamda boşanma sonrası nafaka miktarının azaltılması için gerekli şartların oluştuğuna işaret edilmiştir. Başvurucu ve İ.B.nin temyizi üzerine Daire 23/10/2018 tarihinde anılan kararın bozulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; boşanma sonrasında başvurucunun ekonomik durumunun olumsuz yönde değiştiğine bu nedenle nafaka miktarında yapılan indirimin yetersiz olduğuna işaret edilmiştir. İ.B.nin karar düzeltme talebi 11/3/2019 tarihinde reddedilmiştir. Anılan karar sonrası Mahkemece boşanma kararından sonra her yıl yapılan %15 oranındaki artışlarla dava tarihinde 026 TL'ye ulaşmış olan nafaka miktarının 400 TL'ye düşürülmesine, ilerleyen yıllardaki artış oranının ise ÜFE'ye göre belirlenmesine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi sonrası Yargıtayca 27/2/2020 tarihinde onama kararı verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi 24/9/2020 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 27/10/2020 tarihinde öğrendikten sonra 11/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu aleyhine 2018 yılına ait nafaka borcu için Bakırköy İcra Müdürlüğünde başlatılan icra takiplerinin akabinde nafaka hükümlerine uymamak suçuna ilişkin olarak Bakırköy İcra Ceza Mahkemesince yürütülen yargılama sonucunda 24/12/2020 tarihinde beraat kararı verilmiştir. Başvurucunun 8/8/2019 tarihinde ikinci çocuğu dünyaya gelmiştir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/38492 | Başvuru, yoksulluk nafakasının kaldırılması talebinin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, isim değişikliği davası sonrasında düzeltilen isme göre üniversite diploması düzenlenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 6/2/2018 tarihinde nüfus kayıtlarında Muhammed olarak geçen isminin olarak düzeltilmesi talebiyle açtığı dava Malatya Asliye Hukuk Mahkemesinin 2/5/2018 tarihli kararıyla kabul edilmiştir. Anılan karar 28/6/2018 tarihinde kesinleşmiştir. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinden (Üniversite) 26/6/2017 tarihinde mezun olan başvurucu, eski ismine göre düzenlenmiş tıp fakültesi diplomasının yeni kimlik bilgilerine uygun şekilde yeniden düzenlenmesi talebiyle Üniversiteye başvurmuştur. Üniversitenin 13/11/2018 tarihli cevabi yazısı ile Hacettepe Üniversitesi Diploma, Sertifika, Geçici Mezuniyet Belgesi ve Diğer Belgelerin Düzenlenmesine İlişkin Yönerge'nin (Yönerge) maddesinin (ç) bendi uyarınca mahkeme kararıyla gerçekleştirilen isim değişikliğinin diplomanın arka yüzüne gerekli açıklama yapılarak yazıldığı ve onaylandığı bildirilmiştir. Başvurucunun anılan işlemin iptali talebiyle açtığı dava Ankara İdare Mahkemesinin (Mahkeme) 19/6/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde öncelikle4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile 29/9/2009 tarihli ve 27361 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim, Öğretim ve Sınav Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) ve Yönerge'nin diplomaların düzenlenmesine yönelik hükümlerine yer verilmiştir. Kararda yer verilen mevzuat hükümleri gereğince diplomaların düzenlenmesinde yükseköğretim kurumlarına yetki tanındığı, buna göre kişisel bilgilerde değişiklik olması durumunda yeni bilgilerin belge üzerine şerh düşülerek diplomaya işleneceğinin kurala bağlandığı vurgulanmıştır. Sonuç olarak 26/6/2017 tarihinde mezun olan başvurucunun mezun olduğu tarihte geçerli nüfus bilgilerine göre diplomasının düzenlendiği, daha sonra mahkeme kararıyla gerçekleştirilen isim değişikliğinin diplomanın arka yüzüne açıklama yazılmak suretiyle onaylanarak işlendiği, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Söz konusu karara karşı başvurucu, Ankara Bölge İdare Mahkemesine sunduğu 27/6/2019 tarihli istinaf dilekçesinde, mahkeme kararında anayasal gerekçelere değinilmediğini, anılan işlemin sadece Yönerge'ye uygun olduğunun tespiti ile yetinildiğini belirtmiştir. Ayrıca ismin kişinin özel hayatına ilişkin bir bilgi olduğunu, mesleği gereğince diplomasının yeni ismine göre düzenlenmesinde hukuki yarar bulunduğunu ve Üniversite açısından diplomada yapılacak bir değişikliğin kamu yararına aykırı olmayacağını vurgulamıştır. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 27/11/2019 tarihli kararıyla istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar verilmiştir. Kararda Mahkemece verilen kararın usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir. Nihai karar 29/12/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 2547 sayılı Kanun’un "Lisans düzeyinde öğretim" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Yükseköğretim, harca tabi olup bu kanunda belirlenen amaç ve anailkelere göreaşağıdaki şekilde düzenlenir.a. Yükseköğretim kurumlarında, kuruluş özelliklerine ve ihtiyaçlarına göre yapılan eğitim - öğretim ve buna dayalı olarak verilen diplomalarla ilgili esaslar her üniversitece hazırlanacak öğretim ve sınav yönetmeliğinde belirtilir...." Yönetmelik'in "Diplomalar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: Tıp Fakültesinde aşağıdaki diplomalar verilir:"...b) Tıp doktorluğu diploması: Tıp doktorluğu için öngörülen altı dönemlik eğitim süresini başarı ile tamamlayanlara tıp doktorluğu diploması verilir." Yönerge'nin "Diplomalar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Öğrenim gördükleri programların bütün koşullarını yerine getirerek mezuniyet hakkı kazanan öğrencilere, Öğrenci İşleri Dairesi Başkanlığı tarafından birer diploma düzenlenir. ..." Yönerge'nin "Tıp doktorluğu diploması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Tıp Fakültesinin altı yıllık eğitim-öğretim programını başarıyla tamamlayan ve mezuniyet için gerekli koşulları sağlayan öğrencilere “Tıp Doktorluğu” diploması verilir." Yönerge'nin "Diplomada yer alacak bilgiler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Diplomaların şekli ve boyutu Üniversite Senatosu tarafından belirlenir. Diplomanın ön yüzünde, öğrencinin adı-soyadı, öğrenim gördüğü fakülte / yüksekokul veya enstitünün adı, bölüm, anabilim / anasanat dalının adı (bilim dalı/alan adı), diploma numarası, eğitim-öğrenim süresi, öğretim programı, öğrenim gördüğü düzeyin derecesi ve mezuniyet tarihi bulunur. Diplomanın arka yüzünde ise öğrenciye ait kimlik bilgileri yer alır"..." Yönerge'nin "Diploma, diploma eki, mezuniyet belgesi ve sertifikaların değiştirilmesi veya yenilenmesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...ç) Mezuniyetten sonra öğrencinin evlilik nedeniyle veya mahkeme kararıyla ad – soyadı gibi kimlik bilgilerinde ya da nüfus kaydını ilgilendiren diğer bilgilerinde değişiklik olması durumunda, kendi talebi doğrultusunda diploması henüz hazırlanmamışsa yeni bilgilerle düzenlenir; hazırlanmış ve teslim edilmişse diploma/belge üzerindeki değişiklikler tarih belirtmek ve gerekli açıklama yazılmak suretiyle yapılır. ..." 15/2/2018 tarihli ve 26788 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik'in "Tıp merkezlerinin zorunlu tıbbi hizmet birimleri" kenar başlıklı 12/A maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Poliklinik muayene odalarının kapısında hizmet verilen uzmanlık dalının adı, oda içinde hastaların görebilecekleri bir yerde o muayene odasında görev yapan tabiplerin diploma ve var ise uzmanlık belgelerinin aslı veya mesul müdür tarafından tasdiklenmiş bir örneği ile personel çalışma belgesinin müdürlük onaylı sureti, duvarda asılı olarak bulunur. ..." Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik'in "Tabip ve uzmanlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Tabibin/uzman tabibin çalışma belgesinin, poliklinik odasında hastaların rahatlıkla görebileceğibir yere asılması gerekir..." İlgili Yargı Kararı Danıştay Sekizinci Dairenin 13/1/2021 tarihli ve E.2019/9162, K.2021/10 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... Dava dosyasının incelenmesinden, Gaziosmanpaşa Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Antrenörlük Eğitimi Bölümü'nden 07/02/2013 tarihinde mezun olan davacının, Mahkeme kararı ile isim ve cinsiyet değiştirdiğini belirterek geçici mezuniyet belgesi ve diplomasında yer alan isminin [B.E.T] olarak değiştirilerek yeniden düzenlenmesi talebiyle yaptığı başvurunun, diplomanın yeniden düzenlenmesinin mümkün olmadığı ancak başvurması halinde diplomasının arka yüzüne şerh düşülerek mezuniyet tarihinden sonra mahkeme kararıyla nüfus bilgilerinin değiştiğine dair bir açıklama yapılabileceği ya da bu hususta belge verilebileceği gerekçesiyle reddedilmesi üzerine, bu işlemin iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Anayasamızın 'Kanun önünde eşitlik' başlıklı maddesinin fıkrasında; "Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir." hükmü, 'Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı' başlıklı maddesinin fıkrasında; "Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir." hükmü, 'Özel hayatın gizliliği' başlıklı maddesinde; "Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz...Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir. " hükmü yer almıştır.6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu'nun 'Amaç' başlıklı maddesinde; Bu Kanunun amacı, kişisel verilerin işlenmesinde başta özel hayatın gizliliği olmak üzere kişilerin temel hak ve özgürlüklerini korumak ve kişisel verileri işleyen gerçek ve tüzel kişilerin yükümlülükleri ile uyacakları usul ve esasları düzenlemektir. " hükmüne, 'Özel nitelikli kişisel verilerin işlenme şartları' başlıklı maddesinde; "Kişilerin ırkı, etnik kökeni, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini, mezhebi veya diğer inançları, kılık ve kıyafeti, dernek, vakıf ya da sendika üyeliği, sağlığı, cinsel hayatı, ceza mahkûmiyeti ve güvenlik tedbirleriyle ilgili verileri ile biyometrik ve genetik verileri özel nitelikli kişisel veridir. Özel nitelikli kişisel verilerin, ilgilinin açık rızası olmaksızın işlenmesi yasaktır. Birinci fıkrada sayılan sağlık ve cinsel hayat dışındaki kişisel veriler, kanunlarda öngörülen hâllerde ilgili kişinin açık rızası aranmaksızın işlenebilir. Sağlık ve cinsel hayata ilişkin kişisel veriler ise ancak kamu sağlığının korunması, koruyucu hekimlik, tıbbî teşhis, tedavi ve bakım hizmetlerinin yürütülmesi, sağlık hizmetleri ile finansmanının planlanması ve yönetimi amacıyla, sır saklama yükümlülüğü altında bulunan kişiler veya yetkili kurum ve kuruluşlar tarafından ilgilinin açık rızası aranmaksızın işlenebilir. .." hükmüne yer verilmiştir.Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 'Özel ve aile hayatına saygı hakkı' başlıklı maddesinde; "Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." düzenlemesi yer almıştır.Diğer taraftan; 108 No.lu Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi'nin maddesinde; her üye ülkede, uyruğu veya ikametgâhı ne olursa olsun gerçek kişilerin, temel hak ve özgürlüklerini ve özellikle kendilerini ilgilendiren kişisel nitelikteki verilerin otomatik yollarla işleme tabi tutulması karşısında özel yaşam haklarını güvence altına almak hususu temel amaç olarak belirlenmiş, maddesinde ise; özel veri kategorileri kapsamında, iç hukukta uygun güvenceler sağlanmadıkça, ırksal kökeni, siyasi düşünceleri, dini veya diğer inançları ortaya koyan kişisel veriler ile sağlık veya cinsel hayatla ilgili kişisel verilerin otomatik işleme tabi tutulmayacağı hususu düzenlenmiştir.Yukarıda yer verilen mevzuat düzenlemeleri uyarınca kişilerin etnik köken, siyasi düşünce, dini inanç, sağlık, cinsel hayata ilişkin verileri özel nitelikli kişisel/hassas veriler olarak kabul edilmekte olup ilgililerin mağdur olmasına veya ayrımcılığa maruz kalmasına neden olma riski taşıdıklarından bu verilerin, diğer kişisel verilere göre çok daha sıkı şekilde korunmaları gerekmektedir.Uyuşmazlıkta; davacının diplomasında yer alan önceki isim ve cinsiyetine dair bilgilerin üçüncü kişilere ifşa edilmemesi gerektiği, zira cinsiyet değişikliği sürecini mevzuata uygun olarak tamamlamış ve bu durumu Mahkeme kararıyla yasal koruma altına alınmış olan davacının, kanuni tanınma sonrasında tüm resmi belgelerinin değiştirilmesinin ve eski kimlik bilgilerinin üçüncü kişilerin erişimine kapalı olmasının, kişinin manevi varlığı ile doğrudan ilgili olduğu, bu kapsamda davacıya temel insan hakları çerçevesinde, yeni kimlik bilgilerine göre düzenlenmiş bir diploma verilmesi gerektiği; aksi takdirde nüfus bilgilerinde meydana gelen değişikliklerin, diploma gibi resmi evraka işlenmemesinin özel hayatın gizliliği başta olmak üzere kişinin, temel hak ve özgürlüklerini ihlal edeceği ve beraberinde mağdur olacağı anlaşılmaktadır.Bu durumda; davacının talebinin diplomalardaki değişiklikleri düzenleyen usuli engeller kapsamında düşünülmeyip, davacıya yeni bir diploma düzenlenmesi hakkaniyete ve hukuka uygun olacağından tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uygunluk, aksi yöndeki Mahkeme kararında ise hukuki isabet bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır..." İzmir İdare Mahkemesinin 17/3/2016 tarihli ve E.2015/738, K.2016/439 sayılı kararıyla, isim ve cinsiyet değişikliği davası kabul edilen davacının diplomasının yeni kimlik bilgilerine göre düzenlenmesi talebinin idarece reddine ilişkin işlemin iptaline karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde "Davacının fiziki ve hukuki durumunda meydana gelen değişikliklerin niteliği dikkate alındığında, davacının önceki nüfus bilgilerinin bulunduğu diplomasını kullanırken olumsuzluklar yaşayacağı, diplomasının fiziki ve hukuki durumuna uygun yeniden düzenlenmesi halinde ise kamu düzeninde herhangi bir aykırı durumun oluşmayacağı açıktır." ifadelerine yer verilmiştir. Anılan karar Danıştay Sekizinci Dairesi tarafından onanarak kesinleşmiştir. Ankara İdare Mahkemesinin 28/2/2007 tarihli ve E.2006/1549, K.2007/156 sayılı kararıyla, maddi hata yapılarak diplomasına yanlış yazılan isminin nüfus kayıtlarındaki kimlik bilgilerine göre düzeltilmesi talebinin idarece reddine ilişkin işlemin iptaline karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; davacının idareye yaptığı başvurunun diplomasındaki ismin değiştirilmesine yönelik olmadığı, idarece gerçekleştirilen maddi hatanın düzeltilmesi talebinden ibaret bulunduğu, anılan talebin ilgili yönetmelikte yer alan diplomanın yalnızca bir kere verilebileceği hükmü gerekçe gösterilerek reddedilmesinin hukuka aykırı olduğu vurgulanmıştır. Anılan karar Danıştay Sekizinci Dairesi tarafından onanarak kesinleşmiştir.B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Abdulkadir Tuncay, B. No: 2019/35343, 30/3/2022, §§ 19- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42961 | Başvuru, isim değişikliği davası sonrasında düzeltilen isme göre üniversite diploması düzenlenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza yargılaması gerekçe gösterilerek uygulanan Türk Silahlı Kuvvetlerinden ihraç edilme işleminin ve buna karşı açılan davanın aynı gerekçe ile reddedilmesinin masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu,Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. A. Başvuruya Kadar Olan Süreç Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1992 yılında Ankara Kara Harp Okulundan mezun olan başvurucu, 2009 yılında binbaşı rütbesiyle Genelkurmay Elektronik Sistemleri (GES) Komutanlığına; 2011 yılında ise Kara Kuvvetleri Lojistik Komutanlığına tayin edilmiştir. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen ve kamuoyunda "İstanbul askericasusluk soruşturması" adıyla anılan soruşturma üzerine 28/11/2011 tarihinde açılan kamu davasında sanık olarak yargılanmıştır. Yürütülen bu soruşturma ve açılan dava dikkate alınarak 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun ve 27/12/1998 tarihli ve 23566 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Subay Sicil Yönetmeliği'nin (Subay Sicil Yönetmeliği) maddeleri çerçevesinde sıralı sicil üstlerince başvurucu hakkında 30/11/2011 tarihinde "...Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunması nedeniyle Silahlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir." ortak kanaati ile sicil belgesi düzenlenmiş ve ayırma süreci başlatılmıştır. Düzenlenen sicile dayalı olarak başlatılan inceleme Kara Kuvvetleri Komutanlığı bünyesindeki Komisyon tarafından yapılmış ve başvurucu hakkında 4/1/2012 tarihinde ayırma işlemi tesis edilmesine karar verilmiştir. Bu karar, Kara Kuvvetleri Komutanı tarafından 6/1/2012 tarihinde onaylanmış ve Genelkurmay Başkanı tarafından 19/1/2012 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanı'nın kararı doğrultusunda işlem yapılması uygun görülmüştür. Bunun üzerine üçlü kararname ile başvurucunun 5/3/2012 tarihli ve 2012/3 sayılı işlemle ve disiplinsizlik gerekçesiyle resen Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ayrılmasına karar verilmiştir. Söz konusu işlem 14/3/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, bunun üzerine 15/3/2012 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığına bilgi edinme başvurusunda bulunmuştur. Başvurusunda; ayırma sicil not, kayıt ve kanaatlerinin, ayırma işlemine esas alınan varsa istihbari bilgilerin, alınan karar ve gerekçesinin bir örneğinin kendisine verilmesini talep etmiştir. Başvurucuya, bilgi edinme başvurusu çerçevesinde Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen iddianame kastedilerek şu şekilde cevap verilmiştir:" Hakkınızda, ilgi (e) iddianamedeki eylemlerin, tasvir şekline ve toplanan delillere göre nitelik ve nicelik olarak vahim olduğu, bu bağlamda statüsünüz itibariyle kamu görevlisi olma nitelik ve yeterliliğini yitirdiğiniz, bu durum karşısında kamu hizmetinde istihdam edilmenizin kamu yararına açıkça aykırılık teşkil ettiği değerlendirilmiştir...." Ayırmaya esas belgelerden karar sureti EK-A'da, Ayırma Sicil Belgesi Tıpkı çekimi EK-B'de gönderilmiştir. Ayırma işlemine esas teşkil eden ilgi (e) iddianameden başka herhangi bir istihbari bilgi/rapor ve disiplin suçu işlediğinize dair bilgi ve belgeye rastlanılmadığından gönderilmemiştir." Başvurucu, ayırma işleminin iptali talebiyle 17/4/2012 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. Bu arada ceza yargılamasında, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK mülga madde ile görevli), 2/8/2012 tarihli ve E.2011/37, K.2012/166 sayılı kararı ile "devletin güvenliğine ilişkin gizli bilgileri temin etme", "özel hayatın gizliliğini ihlâl etme" ve "suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma"suçlarını işlediği gerekçesiyle başvurucuyu toplam 7 yıl 4 ay 22 gün hapis cezası ile cezalandırmıştır. AYİM Birinci Dairesi, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinden dava dosyasına ait gerekçeli kararı talep etmiş; ardından Daire 23/5/2013 tarihli ve E.2012/611, K.2013/606 sayılı kararla oybirliğiyle davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir: "...Kamu hizmetini yürütmekle görevli olan idarenin, bu hizmeti en iyi şekilde yürütebilmesi için gerekli tedbirleri alma yetkisi ile donatılmasının zorunlu olduğu kuşkusuzdur. Bu nedenle, idarenin kamu hizmetini yürütecek olan personelini alırken bir takım özelliklere sahip olmasını araması tabii olduğu gibi; statüye alındıktan sonra da bunları verimli biçimde kullanması, hizmeti aksatacak, kendisinden verim alınması imkanı kalmamış, aksine idare mekanizmasına ve kamu hizmetinin yürütülmesine zararlı olacak personelini bünyesi dışına çıkarması da doğal görünmektedir.Bu açıklamalar ışığında dava konusu re'sen ayırma işlemi değerlendirildiğinde;davacı hakkında düzenlenen iddianamelerdeki tasvir şekillerine ve yine iddianamelerde belirtilen delillere göre davacıya isnat edilen eylemlerin nitelik olarak vahim olduğu, özellikle iddianamede belirtilen olaylarla ilgili soruşturma başladıktan sonra; başvurucunun ikametinde yapılan arama sırasında bulunduğu belirtilen dijitallerde yer alan belgelerin niteliğinin Genelkurmay Başkanlığından sorulması üzerine, söz konusu belgelerin TCK'nın 327/1 maddesi kapsamında devletin güvenliğine ve niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgilere ilişkin olduğu yönünde Genelkurmay Başkanlığı tarafından cevap verilmesi ve bu doğrultuda Mahkeme tarafından hüküm kurulması dikkate alındığında; davacının TSK'nın itibarını sarsacak şekilde hareketlerde bulunduğu değerlendirmesinin maddi olgulara dayandığı, davacının statüsü itibariyle kamu görevlisi olma nitelik ve yeterliliğini yitirdiği, bu durum karşısında davacının kamu hizmetinde istihdam edilmesinin kamu yararına açıkça aykırılık teşkil ettiği, sonuç olarak, davacı hakkında "Silahlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir" sicil belgesi düzenlenmesi işlemi ve bu sicil belgesine istinaden 926 sayılı Kanunun 50 ve Subay Sicil Yönetmeliğinin 91'inci maddeleri kapsamında ayırma işlemi tesis edilmesinde takdir yetkisinin ölçülü ve objektif olarak kullanıldığı ve anılan işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna varılmıştır." Karar 14/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/6/2013 tarihinde karar düzeltme isteminde bulunmuştur. Başvurucunun AYİM'e yapmış olduğu karar düzeltme isteminden sonra 26/9/2013 tarihinde başvurucu vekili Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının dosyanın tümü hakkında bozma yönünde görüş bildirdiğini ileri sürerek Yargıtay kararının beklenmesini istemiştir. Bunun üzerine AYİM 13/11/2013 tarihinde, başvurucu hakkında temyiz incelemesi sonucunda bir karar verilip verilmediğinin bildirilmesinin, verilmiş ise bir suretin gönderilmesinin Yargıtay Daire Başkanlığından istenmesine karar vermiştir. Başvurucu hakkında kurulan ceza davasına ilişkin hükümler, Yargıtay Ceza Dairesinin 5/12/2013 tarihli ve E.2013/8851, K.2013/14876 sayılı ilamıyla onanmıştır. Başvurucu bu karara ilişkin 2014/2188 sayılı bireysel başvuruda bulunmuştur. Yargıtay ilamı 16/12/2013 tarihli yazıyla AYİM Birinci Daire Başkanlığına gönderilmiştir. Bunun üzerine AYİM Birinci Dairesi 15/1/2014 tarihli ve E.2013/1048, K.2014/7 sayılı ilamla karar düzeltme istemini reddetmiştir. Bu karar, başvurucuya 30/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, AYİM kararına ilişkin olarak 25/2/2014 tarihinde bakılmakta olan bu başvuruyu yapmıştır.B. Başvuru Yapıldıktan Sonraki Gelişmeler Başvurucunun ceza davasına ilişkin 2014/2188 sayılı bireysel başvurusu 2014/253 sayılı bireysel başvuru ile birleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 9/1/2015 tarihinde, başvurucunun yargılandığı ve hüküm giydiği ceza davasına ilişkin olarak silahların eşitliği yönünden adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ve yeniden yargılama yapılmasına karar vermiştir (Yankı Bağcıoğlu ve diğerleri [GK], B. No: 2014/253, 9/1/2015). Kararın gerekçesi şöyledir:".. Somut olayda, dijital deliller içindeki bilgi ve belgelere dayanılarak başvurucuların mahkûmiyetine karar verilmiştir. Başvurucuların dijital verilerin gerçeği yansıtmadığı yönündeki iddialarının araştırılması amacıyla bu deliller üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılması veya bunlara ilişkin imajların verilmesi taleplerinin, dijital belgelerin içeriklerinin devlet sırrı kapsamında kaldığından ve dijital delillerin usulüne uygun aramalar sonucu ele geçirildiğinden bahisle reddedilmesi yargılamanın bütünü yönünden adil yargılanma hakkını ihlal eder niteliktedir. Mahkemece delillerin bu şekilde gizlenmiş olması, özellikle de devlet sırrı gerekçesiyle delillerin savunma makamına açılmaması ve incelettirilmemiş olması, başvurucuların, dijital delillerin sıhhati konusundaki iddialarını tam olarak ileri sürmesini imkânsız kılmıştır. Oysa Mahkeme, bu dijital delillere göre bir değerlendirme yaparak mahkûmiyet kararı vermiş ve Yargıtay tarafından aynı nedenlerle verilen hüküm onanmıştır (bkz. §§ 25-26). Bu koşullarda Mahkemece izlenen usul ve yöntemin, silahların eşitliği ilkesinin gereklerine uygun olmadığı ve başvurucunun menfaatlerini yeterince koruyan bir güvence içermediği açıktır. Bu şekilde başvurucuların, kendilerine yöneltilen suçlamaların dayanağı olan delillere karşı savunma yapma imkânı ve kovuşturmanın genişletilmesini isteme hakkı kısıtlanmış, ceza yargılamasının, maddi gerçeğin ortaya çıkartılması amacına yönelik olarak “silahların eşitliği” ilkesi ihlal edilmiştir. " Anayasa Mahkemesi kısa kararının bir örneği 12/1/2015 tarihinde Mahkemesine (2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun'la yapılan özel yetkili mahkemelelerin kaldırılmasıyla birlikte değişiklik sonrasıİstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin yerine uyuşmazlığa bakmakla İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi görevlendirilmiştir.) gönderilmiştir. Dosya, İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin 2015/179 numaralı esasına kaydedilmiştir. Mahkeme 29/1/2016 tarihinde yapılan duruşma sonucunda, kapatılan (CMK madde ile görevli) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/37, K.2012/166 sayılı ilamının kesinleşen kısmının iptaline; başvurucularının da aralarında bulunduğu 56 sanığın tamamı hakkında isnat edilen her bir suç sebebiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) maddenin ikinci fıkrasının b bendi uyarınca ayrı ayrı beraatine oybirliğiyle karar vermiştir. 29/1/2016 tarihli duruşma zaptının başvurucuyla ilgili bölümü şöyledir:"Sanık Tamer Karslıoğlu hakkında suç işlemek amacıyla kurulmuş suç örgütüne üye olma suçundan TCK 220/2 maddesi uyarınca,özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan TCK 134/1 maddesi uyarınca 15 kez, haberleşmenin gizliliğini ihlal suçundan TCK 132/1 maddesi uyarınca 2 kez, devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme eylemlerinden TCK 327/1 maddesi uyarınca,yineyasaklanan bilgileri temin suçundan TCK 334/1 maddesi uyarınca cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmışsa da dosya kapsamında toplanan deliller, sanık savunması, dijital delillerle ilgili olarak Adli Tıp kurumundan alınan rapor birliktedeğerlendirildiğinde sanığın üzerine atılı suçları işlemediği anlaşılmakla sanığın üzerine atılı suçlardan CMK 223-b maddesi uyarınca her bir suçla ilgili olarak AYRI AYRI BERAATİNE" Gerekçeli kararın tamamı 15/2/2016 tarihinde Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) yüklenmiştir. Gerekçeli karar toplam 639 sayfa olup hüküm bölümü ile duruşma zaptına geçen bölüm arasında bir fark bulunmamaktadır. İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin beraat kararı temyiz edilmemiş ve hüküm 10/3/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Anayasa Mahkemesi 14/3/2016 tarihli yazıyla başvurucudan; AYİM Birinci Dairesinin 15/1/2014 tarihli kesinleşen kararına ilişkin olarak 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında "yargılamanın iadesi" yoluna başvurulup başvurulmadığını, başvuru yapıldıysa başvurunun yapıldığı tarihe ilişkin bilgi ve ilgili belgelerin, başvuru yapılmayacak ise gerekçenin ne olduğunun bildirilmesini istemiştir. Başvurucu 21/3/2016 tarihinde tebliğ aldığı yazıya cevap olarak 23/3/2016 tarihinde verdiği dilekçede; avukatının eşinin 13/3/2016 tarihinde Ankara'da meydana gelen terör eylemindeşehit olduğunu, avukatının ise ağır yaralandığını ve hastanede yatarak tedavi gördüğünü, anılan ceza mahkemesi kararının sadece gerekçesinin 639 sayfa olduğu gözönüne alındığında yeni bir avukat tutmasının kısa zamanda fayda vermeyeceğini, öte yandan hâlihazırda Anayasa Mahkemesi önünde olağan hukuk yollarını tüketerek yaptığı bireysel başvurusunun bulunduğunu, yargılamanın iadesi yolunun olağanüstü yol olduğunu ve isteminin reddedilmesi hâlinde Anayasa Mahkemesine yeniden yapılacak bireysel başvuruda süresinin geçmiş olacağını, bu durumda telafisi imkânsız hak kaybının söz konusu olabileceğini, tüm bu nedenlerle yargılamanın iadesi yoluna başvurmadığını belirtmiştir. Başvurucu, dilekçesinde bahsettiği hususlara ilişkin belgeleri de dilekçe ekinde sunmuştur. A. Ulusal Hukuk 926 sayılı Kanun'un işlem tarihinde yürürlükte olan maddesinin (c) bendi şöyledir:''Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmeyen subaylar hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında T.C Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır.'' Subay Sicil Yönetmeliği'nin işlem tarihinde yürürlükte olan maddesinin birinci fıkrası ve (e) bendi şöyledir:''Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik veya ahlâkî durumları gereği Türk Silâhlı Kuvvetlerinde kalmaları, bulunduğu rütbeye veya bir önceki rütbesine ait bir veya birkaç belge ile anlaşılıp uygun görülmeyenler hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın emeklilik işlemi yapılır:e). Türk Silâhlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde ahlâk dışı hareketlerde bulunması.'' 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ''Asker, kendisinden beklenen vazifeleri hakkıyle yapabilmek için yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır. Her askerde bulunması lâzımgelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır: (h). İyi ahlâk sahibi olmak : Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati, azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri ayrı ayrı cezaları üstüne çeker...'' 1602 sayılı Kanun’un "Yargılamanın iadesi" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Daireler ile Daireler Kurulundan verilen kararlar hakkında, aşağıda yazılı sebepler dolayısıyle yargılamanın iadesi istenebilir....c) Karara esas olarak alınan bir ilam hükmünün kesin hüküm halini alan bir kararla bozularak ortadan kalkması" 1602 sayılı Kanun'un "Muhakemenin iadesinde süre" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Muhakemenin iadesinde, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun süreye aithükümleri benzetme yolu ile uygulanır." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi şöyledir: "(1) Yargılamanın iadesi süresi;...d) Karara esas alınan ilamın bozularak kesin hüküm şeklinde tamamen ortadan kalkmasından haberdar olunduğu,...tarihten itibaren üç ay ve her hâlde iade talebine konu olan hükmün kesinleşmesinden itibaren on yıldır."B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Sanığı yargılayan mahkemenin veya bu mahkemenin üyelerinin sanığa isnat edilen suçu işlediği ön yargısıyla hareket etmemesini ifade eden ve Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen masumiyet karinesi, birinci fıkrada teminat altına alınan adil yargılanma hakkının en önemli unsurlarından biridir (Minelli/İsviçre, B. No:8660/79, 25/3/1983,§ 27). Masumiyet karinesi, suç isnadının karara bağlandığı yargılamalarda geçerli olduğu için Sözleşme’nin maddesinde ifade edilen “medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar” çerçevesinde değerlendirilen idari davalar, kural olarak masumiyet karinesinin uygulama alanı dışında kalmaktadır. Ancak idari davada uyuşmazlık konusu olan maddi olayın tespitinde idari yargı mercii, aynı maddi olayı ele alan ceza mahkemesinin daha önce verdiği beraat kararına uygun hareket etmelidir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. X/Avusturya (k.k.), B. No: 9295/81, 6/10/1982; C/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 11882/85, 7/10/1987). Bu kural, kişi hakkında verilen beraat kararı sorgulanmadığı sürece aynı maddi olay çerçevesinde daha düşük ispat standardı kullanılarak kişinin disiplin sorumluluğu çerçevesinde yaptırıma tabi tutulmasına engel teşkil etmemektedir (Ringvold/Norveç, B. No: B. No: 34964/97, 11/2/2003, § 38). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2452 | Başvuru, ceza yargılaması gerekçe gösterilerek uygulanan Türk Silahlı Kuvvetlerinden ihraç edilme işleminin ve buna karşı açılan davanın aynı gerekçe ile reddedilmesinin masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; işçilik alacağının ödenmesine karar verilmesi talebiyle açılan davanın dava şartı yokluğu gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, Kurtalan Belediyesinde çalışmaktayken iş akdinin feshedilmesi üzerine Kurtalan Asliye (İş) Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) belirsiz alacak davası niteliğinde işçilik alacaklarına ilişkin tazminat davası açmıştır. Mahkeme, davaya ilişkin bilirkişi incelemesi yaptırmış ve yargılama neticesinde davanın kısmen kabulü ile brüt kıdem tazminatının, ihbar tazminatının, fazla mesai alacağının, hafta tatili ücretinin, ulusal bayram ve genel tatil ücretinin, yıllık izin ücretinin ve asgari geçim indiriminin reeskont/yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, fazlaya ilişkin talebin reddine karar vermiştir. Temyiz talebi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, Mahkeme kararını bozmuştur. Bozma kararının gerekçesinde 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinde düzenlenen belirsiz alacak davasının miktarı veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili olarak hak arama durumundaki kişinin hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilmesi amacıyla ihdas edildiği hatırlatılmıştır. Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesinin gerektiği belirtilen kararda, şartları bulunmadığı hâlde davanın belirsiz alacak davası olarak açılması durumunda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddedilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Temyiz talebine konu davada da başvurucunun çalışma süresi ve ücretini bildiği, bu nedenle dava konusu kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ve asgari geçim indirimi ücret alacaklarının miktarını belirleyebilme imkânına sahip olduğu, anılan alacak kalemleri yönünden belirsiz alacak davası açılmasında hukuki yarar bulunmadığından bu talepler yönünden davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulmasının hatalı olduğu belirtilmiştir (detaylı benzer gerekçe için bkz. İsmail Avcı, B. No: 2019/12190, 22/2/2022, § 16). Mahkeme, bozma kararına uyarak ve bozma kararındaki gerekçeyi benimseyerek kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin ve asgari geçim indirimi ücreti alacakları yönünden hukuki yarar yokluğundan davayı usulden reddetmiştir. Başvurucu temyiz talebinde bulunmuşsa da Yargıtay Hukuk Dairesi temyiz itirazlarının reddi ile hükmün onanmasına karar vermiştir. Başvurucu, süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/40222 | Başvuru, işçilik alacağının ödenmesine karar verilmesi talebiyle açılan davanın dava şartı yokluğu gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle hemşirelik görevine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 11/6/2014 tarihinde Erzurum Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesinden mezun olduktan sonra 22/5/2016 tarihinde Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavı'na (KPSS) katılmıştır. 14/7/2016 tarihinde açıklanan KPSS sonucuna göre puan 3 türünde 81,79 alan başvurucunun bu puanına göre 7/11/2016 tarihinde Hatay'ın İskenderun ilçesi Devlet Hastanesine hemşire olarak yerleştirilmesi yapılmıştır. Başvurucu hakkında 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bent uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle başvurucunun göreve ataması gerçekleştirilmemiştir. Başvurucu söz konusu işlemin iptali istemiyle 7/11/2017 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, güvenlik soruşturmasını olumsuz olarak sonuçlandırabilecek herhangi bir durumunun bulunmadığını, hakkında açılmış olan herhangi bir dava kaydının olmadığını belirtmiştir. Devlete zarar verebilecek herhangi bir oluşum ya da terör örgütü ile bağlantısının bulunmadığını ifade etmiştir. Kahramanmaraş İdare Mahkemesi 15/11/2017 tarihinde davayı yetki yönünden reddetmiştir. Kararda, dava konusu işlemi tesis eden idarenin bulunduğu yer mahkemesi olan Ankara İdare Mahkemesinin yetkili olduğu ifade edilmiştir. Ankara İdare Mahkemesi 21/9/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dava dosyasının incelenmesinden; davacının, KPSS 2016/7 personel alımı ile yerleştirildiği hemşire kadrosuna güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yönünden atama şartlarına haiz olmadığından bahisle atamasının yapılmamasına ilişkin 2017 tarih ve 99 sayılı işlemin tesis edilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Uyuşmazlıkta, davacının, KPSS 2016/7 personel alımı ile davalı idare bünyesinde hemşire kadrosuna yerleştirildiği, atama işlemi öncesinde yapılan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda elde edilen bilgi neticesinde Değerlendirme Komisyonu'nun 2017 tarih ve 21094 sayılı Kararı ile davacının atamasının yapılmamasına karar verildiği, güvenlik soruşturması sonucunda davacı hakkında elde edilen bilgi ve dosya kapsamının Mahkememizce değerlendirilmesi neticesinde, davalı idarenin davacının güvenlik soruşturmasını olumsuz kabul ederek atamasının yapılmamasına ilişkin olarak tesis ettiği işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır." Başvurucu, karara karşı 16/11/2018 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, mahkeme kararında hiçbir gerekçeye yer verilmemesinden şikâyet etmiştir. Mevzuatın maddi olaya nasıl uygulandığı, işlemin hukuka uygun olduğu sonucuna nasıl ulaşıldığı konusunda ve hüküm ile maddi olay arasındaki bağlantıya dair hiçbir açıklama yapılmadığını belirtmiştir. Mahkeme kararının gerekçesinin bulunmayışının etkili başvuru hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Hakkında herhangi bir kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunmamasına karşın somut bir delil gösterilmeksizin atamasının gerçekleştirilmediğini ifade etmiştir. Bunun yanı sıra güvenlik soruşturması neticesinde şahsıyla ilgisi olmayan tespitler veri olarak kullanılmışsa söz konusu durumun suçların ve cezaların şahsiliği ilkesi ile bağdaşmayacağını söylemiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 8/5/2019 tarihinde istinaf talebini kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar, başvurucuya 24/7/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Devlet memurları, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına sadakatla bağlı kalmak ve milletin hizmetinde Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını sadakatla uygulamak zorundadırlar" 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar: Türk Vatandaşı olmak, Bu Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak, Bu Kanunun 41 nci maddesindeki öğrenim şartlarını taşımak, Kamu haklarından mahrum bulunmamak, Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak. Askerlik durumu itibariyle;a) Askerlikle ilgisi bulunmamak,b) Askerlik çağına gelmemiş bulunmak,c) Askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veyayedek sınıfa geçirilmiş olmak, 53 üncü madde hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı yapmasına engelolabilecek (…) akıl hastalığı (…) bulunmamak. [Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.:2018/73; K.:2019/65 sayılı Kararı ile iptal edilmiştir]B) Özel şartlar: Hizmet göreceği sınıf için 36 ve 41 nci maddelerde belirtilen öğretim ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak, Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak." 676 sayılı KHK'nın maddesiyle 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen ve Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararıyla iptal edilen (8) numaralı alt bent şöyledir:"Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/30389 | Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle hemşirelik görevine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın özel yetkili mahkemede yapılması nedeniyle de kanuni hâkim ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 18/11/2011 tarihli ve 2011/65 Sorgu sayılı kararı ile silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek suçundan tutuklanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 25/1/2012 tarihli ve 2012/3105 Soruşturma sayılı iddianamesiyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütünün yöneticisi olma, terör örgütünün amaçları doğrultusunda patlayıcı madde atma, mala zarar veme, genel güvenliği kasten tehlikeye sokma, terör örgütünün propağandasını yapma, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme ve kamu görevlisine direnme suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Başvurucu hakkındaki dava, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/79 sayılı dosyası üzerinde yürütülmeye başlanmış ancak12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesiyle görevli mahkemelerin kaldırılması üzerine dosyanın yetkili ve görevli mahkemeye devredilmesine karar verilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/152 sayılı dosyasında yargılamaya başlanmıştır. Başvurucu, son olarak 18/8/2014 tarihli dilekçesiyle tahliye talebinde bulunmuş ancak talebi Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 25/8/2014 tarihinde reddedilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 21/5/2015 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 7/6/2016 tarihli ve E.2014/152, K.2016/254 sayılı kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan 7 yıl 6 ay, mala zarar verme suçundan 2 yıl 6 ay, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçundan dörtkez7 ay 15 gün, resmî belgede sahtecilik suçundan 2 yıl 6 ay, görevi yaptırmamak için direnme suçundan 1 yıl 3 ay hapis cezası, izinsiz olarak tehlikeli madde bulundurmak suçundan 100 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına; 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçu yönünden kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmiştir. Anılan karar, temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir. Başvurucu 12/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.(2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15249 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın özel yetkili mahkemede yapılması nedeniyle de kanuni hâkim ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen faksın sakıncalı bulunarak gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hırsızlık ve resmî belgede sahtecilik suçlarından Dinar T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunmaktadır. Başvurucu başka bir ceza infaz kurumunda bulunan arkadaşına faks göndermek istemiştir. Bir sayfadan oluşan faksta; muhatabın gönderdiği mektubu aldığından, faks, acele posta servisi dışındaki iletilerin gönderilmediğinden ve içeriklerinden korktuklarından bahsedilmektedir. Diğer yandan faksın muhatabının daha önce yazdığı mektubunda bahsettiği cezaların infazına ilişkin bir kanun taslağından söz edilmekte ve bu yasa taslağının yürürlüğe girmesinin kendilerinin lehlerine olduğu, iktidardakilerinin başka seçeneklerinin olmadığı, cephe eksiltmeleri gerektiği, sistemin sürdürülemez durumda olduğu belirtilmektedir. Faksın son bölümünde ise "Kafanı iyi gün kötü gün dostları gibi artık bu topraklarda tedavülden kalkmış değerlere takma. Farklı formatlarda hareket edeceğiz. Kimsenin bilmediği, törede, yasada, tasada, akılda, yüreklerde olmayan. Şahit olanların gerçeklerini değiştirecek formatlarda. O nedenle rahat ol. Bırak helak olacaklar düşünsün. Bilirsin uyumayı sevmem, mesai saatlerimiz yoktur, her gün, günün her dakikası mesaimiz, kendi işimizi de kendimiz görürüz. Elhamdülillah. Unutmayalım ki bu kokuşmuş düzenin şartlarında dışarıda olan ancak özgür olmayan milyonların olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Şimdilik yatacağız ama zincirlerimizi kırmış yatacağız" ifadelerine yer verilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının (Disiplin Kurulu) 6/9/2017 tarihli sakıncalı mektup değerlendirme kararıyla faksın gönderilmemesine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde; faks içeriğinde işleyişe aykırı düşüncelere yer verildiği, hukuki merciler adına ithamda bulunulduğu, Ceza İnfaz Kurumunun idaresi hakkında asılsız suçlamalara yer verildiği vurgulanmak suretiyle 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü) maddesine göre faksın tamamının alıcısına gönderilmediği belirtilmiştir. Başvurucu tarafından anılan karara karşı Salihli İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yapılan şikâyet başvurusu 20/9/2017 tarihli kararla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde; öncelikle faksın infaza ilişkin bir kanun taslağından söz edilmek amacıyla yazıldığı ancak faksta yer alan "aps, itm, faks dışındaki iletileri göndermiyorlar, çünkü içeriklerinden korkuyorlar. Şimdilik korkuları ile başbaşa kalsınlar", "iktidardakilerin başka seçenekleri de yok. Cephe eksiltmeleri lazım" şeklindeki ifadelerin kurumların saygınlığına zarar verecek nitelikte bulunduğu, ceza infaz kurumlarında disiplin ve düzenin sağlanmasının mevzuat gereğince zorunlu olduğu vurgulanmıştır. Başvurucu tarafından bu karara karşı Salihli Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itiraz 25/10/2017 tarihli kararla reddedilmiştir. Kararda, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğuna ilişkin değerlendirmeye yer verilmiştir. Başvurucu 14/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Ahmet Temiz (B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37679 | Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen faksın sakıncalı bulunarak gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, yargılama devam ederken çıkarılan yasa ile davanın ortadan kaldırılması suretiyle uyuşmazlığın esasına yönelik talebin karara bağlanmasının engellenmesi nedeniyle karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular ekli listede belirtilen tarihlerde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların ekli listede başvuru tarihi ve numaralarına yer verilen başvuru dosyalarının konu bakımından hukuki irtibat nedeniyle 2016/77884 sayılı dosya üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 2007-2011 yılları arasında yükseköğrenimlerini tamamlayarak çeşitli fakültelerden mezun olmuşlardır. Başvurucular, taahhütname imzalamak suretiyle yükseköğrenimi süresince Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumundan (Yurtkur) katkı ve öğrenim kredisi (kredi) almışlardır. Yurtkur, mezuniyetleri sonrasında başvuruculardan taahhütnamedeki kredi borçlarının geri ödemesini istemiştir. Kredi borçlusu olan başvurucular Yurtkura başvurmuşlar ve ikamet ettiği köyün terörle mücadeleden dolayı boşaltılan köylerden olduğunu belirterek ilgili mevzuat hükümleri uyarınca, daha önce aldığı kredinin bursa dönüştürülmesini ve borcunun iptal edilmesini talep etmişlerdir. Yurtkur başvurucuların talebini reddetmiştir. Söz konusu ret işleminde, terör sebebiyle köyleri boşaltılan öğrencilere 2007-2008 öğrenim yılı itibarıyla burs verilmeye başlandığı hatırlatılmış; kredi almakta iken durumunda sonradan değişiklik olanlardan değişikliğin meydana geldiği öğretim yılında burs verilecek öğrenciler kapsamına girenlerin kredilerinin öğrencinin durumunda meydana gelen değişikliği izleyen ödeme döneminden itibaren bursa dönüştürüldüğü belirtilmiştir. Ayrıca bu uygulama kapsamında kredilerin bursa dönüştürülmesinin mümkün olmadığı, kredi borcunun iptali için yapılacak herhangi bir işlem bulunmadığı hususu başvuruculara bildirilmiştir. Başvurucular, söz konusu talebinin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle Yurtkur aleyhine idari yargıda dava açmışlardır. Ekli listede belirtilen idare mahkemelerinin bir kısmı dava konusu işlemin iptaline, bir kısmı ise karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. İptal kararlarının gerekçesinde, başvurucuların ikamet ettiği köylerin terör nedeniyle boşaltılan köylerden olduğunun bağlı oldukları il valilikleri zarar tespit komisyonu başkanlıklarının yazısıyla sabit olduğuna dikkat çekilmiştir. Sağladığı koşullar itibarıyla başvuruculara burs verilmesinin ilgili yasa hükmünden kaynaklandığı, bu hususta idarenin takdir yetkisinin bulunmadığı belirtilen kararlarda kredi borcunun bursa dönüştürülmesi yolundaki talebin reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı ifade edilmiştir. Mahkemelerin karar verilmesine yer olmadığına ilişkin kararların gerekçesinde ise 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (676 sayılı KHK) ile yapılan yasa değişikliğiyle terör nedeniyle köyleri boşaltılan öğrencilere karşılıksız burs verileceğine ilişkin düzenlemenin yürürlükten kaldırıldığı, ayrıca bu düzenlemeye istinaden yargı mercilerinde Yurtkur aleyhine açılan davalardan feragat edilmiş sayılacağının hükme bağlandığı belirtilmiştir. Anılan kararlara taraflarca yapılan itirazlar ve karar düzeltme istemleri bölge idare mahkemelerince görüşülmüş ve nihai olarak konusu kalmayan davalar hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucular nihai kararların kendilerine tebliği üzerine süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvurunun incelenmesi sürecinde 676 sayılı KHK, 1/2/2018 tarihli ve 7070 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun ile kanunlaşmıştır. Anılan Kanun'un ve maddeleriyle, 676 sayılı KHK'nın ve maddeleri aynen kabul edilmiştir. 7070 sayılı Kanun'un maddesiyle 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na eklenen geçici maddenin "Söz konusu bende istinaden yargı mercilerinde Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu aleyhine açılan davalardan feragat edilmiş sayılır." şeklindeki ikinci cümlesinin iptali istemiyle 114 milletvekili tarafından 3/5/2018 tarihinde Anayasa Mahkemesinde dava açılmıştır. Anayasa Mahkemesi 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararıyla kuralı, Anayasa'nın ve maddelerine aykırı görerek iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesinin anılan iptal kararının gerekçesinde özetle yargılama usulü kurallarına göre doğrudan davacının açık iradesine bağlı kılınan davadan feragat etme hususunda bireye herhangi bir seçenek tanınmadığı, söz konusu davalar hakkında her ne kadar şeklî olarak bir karar verilmesi öngörülmüşse de kuralın uyuşmazlığı maddi yönden çözüme kavuşturmadığı, sadece davayı davacının tamamen aleyhine olacak şekilde ve üstelik onun iradesi dışında ortadan kaldırdığı, bu yönüyle kuralın bireyin dava açmaktaki gayesiyle bağdaşmadığı, Kanun’da bireye, sınırlama ile ortadan kaldırılan davayı açmakla elde etmek istediği menfaatlerini kısmen de olsa telafi etmeye yönelik herhangi bir imkân sağlanmadığı da dikkate alındığında bu durumun bireye aşırı ve orantısız bir külfet yüklediği, dolayısıyla söz konusu kuralın karar hakkına orantısız, ölçüsüz bir sınırlama getirdiği belirtilmiştir. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. İbrahim Demiroğlu [GK], B. No: 2017/15698, 26/7/2019, §§ 27- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/77884 | Başvurular, yargılama devam ederken çıkarılan yasa ile davanın ortadan kaldırılması suretiyle uyuşmazlığın esasına yönelik talebin karara bağlanmasının engellenmesi nedeniyle karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturma işlemlerinin makul süre içinde sonuçlanmaması nedeniyle Anayasa’nın maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespiti ile uğradığı manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 10/3/2014 tarihinde Mersin Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 14/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 10/10/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Mersin Cumhuriyet Başsavcılığının 30/1/2004 tarih 2004/485-40 sayılı ana ve 17/3/2004 tarih ve 2004/485-40 sayılı ek iddianameleri ile başvurucu hakkında "kaçakçılık suçunu işlemek amacıyla teşekkül oluşturma, kaçakçılık" suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin 25/10/2011 tarih ve E.2004/50, K.2011/432 sayılı kararı ile başvurucunun "kaçakçılık suçunu işlemek amacıyla teşekkül oluşturma" suçundan beraatine, "kaçakçılık" suçundan ise zamanaşımı nedeniyle davanın düşmesine karar verilmiştir. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, 4/3/2013 tarih ve E.2012/9621, K.2013/5192 sayılı ilamıyla; başvurucu hakkında açılan kamu davalarının, 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 102/ ve 104/ maddeleri uyarınca gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmalarına karar vermiştir. Taşıma işi yapan davacılar, olayda kullanıldığı iddia olunan kamyonlarının soruşturma makamlarınca kendilerine teslim edildiği tarihe kadar kazanç kaybına uğradıkları gerekçesiyle başvurucunun da aralarında bulunduğu davalılar aleyhine, Mersin Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/30 esasına kayden yürütülen tazminat davası açmışlardır. Başvurucunun davalısı olduğu ve halen derdest olarak Mersin Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/30 esasına kayden yürütülen tazminat davası kapsamında dosya bilirkişiye tevdi edilerek rapor alınmıştır. Başvurucu vekili, hukuk davasına konu olayın ceza davası boyutunun Yargıtay Ceza Dairesinin 4/3/2013 tarih ve E.2012/9621, K.2013/5192 sayılı ilamıyla nihayete erdiğini belirten bilirkişi raporuna 14/10/2013 tarihinde itiraz etmiştir. Başvurucu vekili, 10/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 10/7/2003 tarih ve 4926 sayılı mülga Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3194 | Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturma işlemlerinin makul süre içinde sonuçlanmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespiti ile uğradığı manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. | 0 |
Başvuru; haksız gözaltı, tutuklama ve adli kontrol tedbirlerine bağlı açılan tazminat davasında ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. 15/8/2016 tarihinde gözaltına alınan başvurucu, üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçundan [Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)] tutuklanması istemiyle sulh ceza hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu, kolluk kuvveti tarafından durdurulan özel aracında örgüt lideri F.G. tarafından yazılmış kitapların bulunduğu gerekçesiyle 25/8/2016 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu sorgusunda; imam olarak görev yaptığını, ele geçirilen kitapları katıldığı toplantıda amirleri tarafından kendisine verilen talimat doğrultusunda imha etmek için aracına koyduğunu ve bu kitapların görev yaptığı caminin kitaplığına ait olduğunu belirterek örgütle bir iltisakının bulunmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu 24/10/2016 tarihinde Sulh Ceza Hâkimliğinin kararıyla tahliye edilmiş ve hakkında haftada bir gün kolluk birimine imza atma ve yurt dışı çıkış yasağı şeklinde adli kontrol tedbirleri uygulanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Anılan kararda; FETÖ/PDY ile iltisaklı kişilerce yazılan kitapların cami kitaplıklarından ayıklanmasına ilişkin Diyanet İşleri Başkanlığı talimatının başvurucuya 15/8/2016 tarihinde katıldığı toplantıda tebliğ edildiğine yönelik tanık beyanına ve ilgili yazılara yer verilerek başvurucunun örgütle ilişkisi olduğuna dair herhangi bir olgu tespit edilemediği ifade edilmiştir. Anılan kararın kesinleşmesi üzerine başvurucu; haksız gözaltı, tutuklama ve adli kontrol tedbirleri nedeniyle tazminat davası açmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle başvurucunun tazminat hakkına sahip olduğunu ifade etmiş ve davayı kısmen kabul ederek başvurucuya 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu, istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi istinaf başvurusunu kesin nitelikte kararla esastan reddetmiştir. Bu karar, başvurucuya 18/2/2020 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu ise 6/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyetler haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, bu şikâyetler yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/11133 | Başvuru; haksız gözaltı, tutuklama ve adli kontrol tedbirlerine bağlı açılan tazminat davasında ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, hakkında çıkan gazete haberleri nedeniyle kişilik haklarının zarar gördüğünü, masumiyet karinesinin ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir. Başvurucu, ihlalin tespiti ve tazminat verilmesi talebinde bulunmuştur. Başvuru, 19/8/2013 tarihinde Karşıyaka Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 10/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 9/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 17/3/2014 tarihli yazısı, 31/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, görüşünü 16/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bölüm tarafından 25/3/2015 tarihinde, dosyanın Genel Kurula sevk edilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri Deniz Kuvvetleri Komutanlığından Koramiral rütbesi ile emekli olmuş bir subaydır. Başvurucunun Güney Deniz Saha Komutanı olarak görev yaptığı dönemde Taraf Gazetesinin 19/11/2009 tarihli nüshasında, “Deniz Kuvvetleri’ndeki cuntanın gayrimüslimler üzerinden AKP’yi bitirmeye yönelik Mart 2009 tarihli Kafes Eylem Planı”, “…gayrimüslimlere yönelik korkunç planları gözler önüne serdi…”, “Deniz Kuvvetleri’ndeki Cunta”, “İşte Denizdeki Ergenekon Cuntası”, “Cuntanın Tepesinde Üç Amiral Var”, “Onlarca Denizci Subayı Tutuklatan Kaos Planı”; 20/11/2009 tarihli nüshasında, “Suikast Cephaneliği”, “Deniz Kuvvetleri’ndeki Cuntanın Azınlıklara Yönelik Eylemlerde Kullanacağı Mühimmat”, “En Korkunç Talimat”, “Cuntanın Tekst Notlarında, Denizaltındaki Katliam Planları da Yer Aldı”, “Denizaltında Kaos Planı”, “Gayrimüslimler Hedefte”, “İşte Cuntanın Cephaneliği”; 22/11/2009 tarihli nüshasında, “Cuntacılara Ait Ortaya Çıkartılmamış Cephanelikler”; 1/12/2009 tarihli nüshasında, “Şifre Çözüldü Cunta Göründü”, “Deniz Kuvvetleri’ndeki Cuntayı Deşifre Eden Gelişmeler”, “Cephanelik Cuntayı Ele Verdi” manşet ve başlıkları altında başvurucunun adı ve fotoğrafları kullanarak yayınlar yapılmıştır. Aynı dönemde Yeni Şafak Gazetesinin 20/11/2009 tarihli nüshasında, “Kafeste İki Amiral”, “Deniz Kuvvetleri’nde çökertilen cuntanın hükümeti düşürmek için planladığı kafes operasyonundan iki emekli amiral çıktı”, “Balansçı Sağdıç”, “Kafesdeki Paraf Balansçı Paşanın”, “Türkiye’yi Sarsacak Kirli Plan” “Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda yapılanan cuntanın…”; 21/11/2009 tarihli nüshasında, “Azınlıklara suikast planlayarak hükümeti yıkmayı hedefleyen cuntanın hazırladığı kafes planı için hazırladığı ekler ve notlar, dehşet senaryosunun uygulama aşamasına geldiğini gösterdi”, “Deniz Kuvvetleri İçindeki Cuntanın Hazırladığı Kafes Planındaki Ayrıntılar Dehşete Düşürüyor”; 27/11/2009 tarihli nüshasında, “Kafese Girdiler”; 29/11/2009 tarihli nüshasında, “Kafesteki Üç Paşaya Suikast Sorgusu”; 7/12/2009 tarihli nüshasında, “Türkiye’yi Karıştıracak Kaos Planı”, “Kafes Eylem Planı soruşturmasında, sıra dışı cunta yapılanmasının tepe yönetiminin sorgulanmasına geldi” manşet ve başlıkları altında başvurucunun adı ve fotoğrafları kullanılarak yayınlar yapılmıştır. Başvurucu, hakkında yapılan yayınlarda kullanılan anlatımlar ve dilin kendisini peşinen mahkum etme amacı güttüğünü, iddia ve soruşturma aşamasındaki gerçek dışı ve asılsız suçlamaların kanıtlanmış gerçeklermiş gibi kaleme alındığını ve başvuru konusu yayınlarda kişilik haklarına saldırı niteliğinde yorum ve değerlendirmelerin bulunduğu iddiasıyla 31/3/2010 tarihinde Taraf Gazetesi aleyhine İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde ve 31/3/2010 tarihinde Yeni Şafak Gazetesi aleyhine İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Taraf Gazetesi aleyhine İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde ve Yeni Şafak Gazetesi aleyhine İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tazminat davaları İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/153 Esas sayılı dava dosyasında birleştirilmiştir. İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi 21/2/2011 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Mahkemenin gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:“…Asıl dava ve birleştirilen davadaki haberlerin bu ölçütler çerçevesinde değerlendirildiğinde, öncelikli olarak, davacı tarafın da davasına temel dayanak yaptığı haberlerin gerçeğe uygun olup, olmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Celbedilen İstanbul Başsavcılığı (CMK’nun maddesi ile görevli)’nın 2009/2167 Soruşturma, 2010/268 Esas, 2010/189 nolu iddianamesinin incelenmesinde; davacının 2 numaralı şüpheli olarak iddianamede yeraldığı ve hakkında “Ergenekon silahlı terör örgütü üyesi olmak” suçundan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde aleyhinde kamu davası açıldığı, dava konusu edilen haberlerin tümünün iddianamede yer aldığı görülmektedir. Doğal olarak davacının iddianamede yer alan eylemleri gerçekleştirip, gerçekleştirmediği, iddia edildiği gibi Ergenekon silahlı terör örgütü üyesi olup, olmadığı yapılacak yargılama sonucunda belirlenecektir. Ancak, emsal Yargıtay kararlarında da önemle vurgulandığı üzere yayının somut gerçeği değil, yayının yapıldığı andaki görünen gerçeği yansıtması önemlidir. Yayının yapıldığı anda mevcut ve bu haliyle yayına konu edilen olguların, sonradan ortaya çıkan gerçekliğe uygun düşmemesi halinde yayını yapan basın sorumlu tutulamaz. Asıl dava ve birleştirilen davada yapılan yayınlar bu çerçevede değerlendirildiğinde, yayınların iddianamede ileri sürülen hususları kamuoyuna aktarmaktan ibaret olduğu ve esas itibariyle görünen gerçekliğe uygun olduğu kanaatine varılmıştır.Dava konusu yayınların hukuka uygun olup, olmadığı yönündeki bir diğer ölçüt ise, gerçeğe uygun yayınların haber niteliği taşıması gerektiğidir. Yayının haber niteliği taşıyabilmesi için ise, öncelikle, kamusal yarar sağlayacak ve toplumsal ilgiyi çekecek nitelikte ve bunun yanında güncel olması gerekmektedir. Dava konusu haberler bu çerçevede değerlendirildiğinde, haberlerin kamu yararı sağlayacağı, toplumsal ilgi uyandıracağı ve güncel olduğu yönünde herhangi bir şüphe bulunmamaktadır. Bu bağlamda irdelenmesi gereken diğer ölçütler de, gerçeğe uygun haberlerin yayınlanmasında nesnel ölçülere uyulması ve haberin veriliş biçimi yönünden ölçülülük bulunması gerektiğidir. Öneminin çok üzerinde abartılıp sunulan, haberin içeriği ve gerekliliğiyle uygun düşmeyen ibareler içeren, gereğinden büyük ve önemli bir mizanpaj içinde verilen yayın hukuka aykırı kabul edilmelidir. Davacının Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Güney Deniz Saha Komutanı olarak görev yapan bir Koramiral olması ve dava konusu haberlerde kamuoyuna aktarılan olayların ülkemiz açısından önemi gözönüne alındığında haberlerin veriliş biçimi açısından herhangi bir aşırılığın da söz konusu olmadığı kanaatine varılmıştır.” Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarihli ilamı ile ilk derece mahkemesinin kararı onanmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/6/2013 tarihli ilamı ile başvurucunun karar düzeltme talebi reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Bu ilam başvurucu vekiline 22/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru, 19/8/2013 tarihinde yapılmıştır. B. İlgili Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı maddesinin şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6617 | Başvurucu, hakkında çıkan gazete haberleri nedeniyle kişilik haklarının zarar gördüğünü, masumiyet karinesinin ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir. Başvurucu, ihlalin tespiti ve tazminat verilmesi talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, sözleşme feshi işlemine karşı açılan davada ilgili mevzuat hükümlerine aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının;firar eylemine ilişkin ceza yargılamasında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olmasına karşın sözleşmenin feshedilmesi nedeniyle de masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 30/8/2005 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde sözleşmeli astsubay olarak göreve başlamıştır. 17/6/2011 ile 9/7/2011 tarihleri arasında işlediği ileri sürülen firar suçundan hakkında ceza davası açılan başvurucu, Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 29/4/2013 tarihli kararıyla hapis cezasına mahkûm edilmiş, ancak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Karar 13/5/2013 tarihinde kesinleşmiştir. Kararın kesinleşmesinin ardından söz konusu ceza yargılaması nedeniyle başvurucunun sözleşmesi Millî Savunma Bakanlığının 10/3/2014 tarihli onayıyla feshedilmiştir. Başvurucu fesih işleminin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde dava açmıştır. AYİM Birinci Dairesi (Mahkeme) 23/6/2015 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle 13/6/2001 tarihli ve 4678 sayılı Türk Silahlı Kuvvetlerinde İstihdam Edilecek Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar Hakkında Kanun'un maddesinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olsa da firar suçundan mahkûm olan astsubayların sözleşmelerinin feshedileceğinin hüküm altına alındığı vurgulanmıştır.Kararda, başvurucunun firar suçu isnadıyla yargılandığı, hapis cezasına çarptırıldığı ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olduğu hususunda bir tereddüt bulunmadığının altı çizilmiş ve başvurucunun durumuna uyan 4678 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca işlem tesis edilmiş olduğu sonucuna varılarak fesih işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı yönündeki ret gerekçesi oluşturulmuştur. Karar düzeltme istemi Mahkemenin 17/11/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu nihai kararı 4/12/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 25/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4678 sayılı Kanun'un "Sözleşmenin idarece fesih halleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "... Sözleşmeli subay veya sözleşmeli astsubayların sözleşmeleri, aşağıdaki nedenlerle sözleşme süresinin bitiminden önce feshedilebilir: ... d) Cezaları ertelenmiş, seçenek yaptırımlardan birisine çevrilmiş, genel ya da özel af kanunları kapsamına girmiş veya haklarında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olsa dahi; 1) Devletin güvenliğine karşı işlenen suçlar, halkı askerlikten soğutmak, Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama ile zimmet, irtikap, iftira, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, yalan tanıklık, yalan yere yemin, suç uydurma, cinsel saldırı, cinsel taciz, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakmak, fuhuş, gayri tabii mukarenet, hileli iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı suçlar ile kaçakçılık, ihaleye fesat karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma suçlarından birisinden, 2) Firar, amir veya üste fiilen taarruz, emre itaatsizlikte ısrar, üste hakaret, mukavemet, fesat ve isyan suçlarından, 3) 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Kanunun 148 inci maddesinde belirtilen suçlardan birisinden, mahkum olmak. e) Taksirli suçlar hariç olmak üzere adli veya askeri mahkemeler tarafından bir ay ve daha fazla süreli hürriyeti bağlayıcı bir cezaya mahkum olmak. ... "B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrasının kişilerin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılma hakkını güvence altına aldığını belirterek, sadece ceza yargılaması kapsamında değil aynı zamanda ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen bağımsız hukuk yargılamaları, disiplin işlemleri veya diğer yargılamalarda da masumiyet karinesinin ihlalinin söz konusu olabileceğini ifade etmektedir. Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki güvencenin ilk yönü, kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar olan süreye ilişkin iken masumiyet karinesi güvencesinin ikinci yönü, ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girmekte ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suç karşısında kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını gerektirmektedir (Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/1/2018, § 43). AİHM, Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrasının disiplin yetkisini haiz makamların ceza yargılaması kapsamında kendisine suç isnat edilen ve eylemi usule uygun bir şekilde tespit edilen bir kamu görevlisine yaptırım uygulamasını engellemek gibi bir amacı veya etkisi bulunmadığını belirtmektedir. AİHM, Sözleşme’nin herhangi bir eylem nedeniyle hem ceza hem de disiplin yargılamalarının başlatılmasına veya söz konusu iki yargılama türünün eş zamanlı olarak yürütülmesine halel getirmediğine vurgu yapmaktadır. AİHM ayrıca, cezai sorumluluğun kaldırılması hâlinde bile daha hafif bir ispat külfeti temelinde aynı olaylardan doğan hukuki veya diğer sorumlulukların tesis edilmesine halel getirilmediğine işaret etmektedir (Seven/Türkiye, § 51). AİHM Güç/Türkiye (B. No: 15374/11, 23/1/2018) başvurusunda, hakkında yürütülen ceza yargılaması sonuçlanmamasına karşın okul görevlisinin uygunsuz davranış nedeniyle kamu görevinden ihraç edilmesi durumunu masumiyet karinesini ihlal eder nitelikte görmemiştir. Güç/Türkiye kararına konu olayda Halk Eğitim Merkezinde çalışmakta olan başvuran, bir ilkokul öğrencisi ile uygunsuz vaziyette yakalandığı iddiası üzerine çocuğa yönelik cinsel taciz şüphesiyle polis tarafından gözaltına alınmış ve daha sonra çocuğa yönelik cinsel istismar, cinsel taciz ve çocuğu yasaya aykırı şekilde alıkoymakla suçlanmıştır. Hakkında yürütülen ceza yargılaması devam ederken MEB müfettişleri tarafından başvuran hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Bu bağlamda, memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunduğu tespit edilen başvuran, görevinden ihraç edilmiştir. Başvuranın idare mahkemesinde açtığı dava reddedilmiştir (Güç/Türkiye, §§ 7-27). AİHM somut durumun taşıdığı özel şartların masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği hususunun değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiğini dile getirmiştir (Güç/Türkiye, § 38 ). AİHM, yetkililerin söz konusu olay nedeniyle başvuran hakkında şüphelerin hasıl olduğunu belirtmelerinin; eğitim sisteminde kamu güveninin sürdürülmesi ve çocuklara yönelik şüpheli eylemlere hoşgörü gösterilmesini engelleme gereksinimlerinin yetkililer tarafından dikkate alındığı anlamına geldiğini belirtmiştir (Güç/Türkiye, § 41). AİHM, hukuk mahkemesinin ceza davasında alınan bir ifadeye veya elde edilen bir delile istinat etmesinin tek başına Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasına aykırı olmadığını, ancak bunun sonucunda hukuk mahkemesinin davalının cezai sorumluluğu hakkında yorum yapmaması veya bu bağlamda uygun olmayan çıkarımlarda bulunmaması gerektiğini dile getirmektedir. Olaylara ilişkin olarak AİHM, başvuranın daha önce çalışmış olduğu diğer okullarda da bu tür uygunsuz davranışlarda bulunduğu söylentilerine atıfta bulunan ifadenin tek başına başvurana cezai suç isnadında bulunmadığı kanaatinde olduğunu belirterek başvuranın ceza yargılamasında kendisine isnat edilen eylemlerden suçlu bulunması gerektiği yönünde idare mahkemesince bir yorumda bulunulmadığını ifade etmiştir. AİHM, sonuç olarak disiplin işlemleri ile idari yargılama sürecinde kullanılan dilin Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan koşullara uygun olduğunu tespit etmiştir (Güç/Türkiye, §§ 42, 43). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19939 | Başvuru, sözleşme feshi işlemine karşı açılan davada ilgili mevzuat hükümlerine aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; firar eylemine ilişkin ceza yargılamasında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olmasına karşın sözleşmenin feshedilmesi nedeniyle de masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hisseli olarak malik olunan taşınmazın grup korunması gereken kültür varlığı olarak tesciline karar verilmesi sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/6/2014 tarihinde Kütahya Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 7/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/1/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 4/3/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 10/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 24/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hissedarı olduğu Kütahya ili Merkez Börekçiler Mahallesi 58 pafta, 370 ada 9 parsel sayılı taşınmazda imar planının hazırlanması için Kütahya Belediye Başkanlığına (Belediye) 19/10/2009 tarihinde başvurmuş; Belediyenin 18/11/2009 tarihli cevap yazısı ile taşınmazın bulunduğu alanın Kütahya Kentsel Sit Koruma Amaçlı İmar Planları Etkilenme Geçiş Alanı kapsamında bulunduğu ve Kütahya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun (Koruma Kurulu) 31/7/2009 tarihli ve 69 sayılıkararı ile 9 parsel sayılı taşınmazı da kapsayacak şekilde bir kısım taşınmazın grup korunması gereklikültür varlığı olarak tesciline karar verildiği bildirilmiştir. Koruma Kurulunun, taşınmaz üzerinde yer alan yapının avlusundaki orijinal zemin kaplaması, avlu giriş kapısı, konumu, kullanımı, cephe özellikleri ve doku bütünlüğü açısından kültür varlığı olarak tesciline dair 31/7/2009 tarihli ve 69 sayılı kararına başvurucu tarafından itiraz edilmiş ise de yine Koruma Kurulunun 20/3/2010 tarihli ve 378 sayılı kararı ile itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucu, taşınmazın 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ve ilgili mevzuat hükümleri uyarınca aranan tescil şartlarını taşımadığını belirterek Koruma Kurulunun tescile ilişkin 31/7/2009 ve tescile itirazın reddine ilişkin 20/3/2010 tarihli kararlarının iptali istemiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı aleyhine 15/7/2010 tarihinde Eskişehir İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Eskişehir İdare Mahkemesince davaya konu yapının kültür varlığı olarak tescilini ve korunmasını gerektiren özellikler taşıyıp taşımadığının tespiti için keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verilmiştir. Bilirkişilerce düzenlenen 20/5/2011 tarihli raporda, taşınmazın bulunduğu alanın Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Yüksek Kurulunun (Koruma Yüksek Kurulu) 13/7/1984 tarihli kararı ile üzerinde değişiklikler yapılan kentsel sit alanı sınırları içinde kaldığı, 17/7/1987 tarihinde onaylanan koruma amaçlı imar planında taşınmazın bulunduğu alanın etkileme geçiş bölgesi olarak tanımlandığı, yapının yakın çevresinde hâlen geleneksel doku izlerinin görülebildiği, yapının Türk evi plan tiplerinden esinlenerek iç sofalı plan tipine yakın olarak inşa edildiği, çağa uygun olarak dönemin modern mimarisinin izlerinin geleneksel sentezinin cephelerde ve yapının içinde uyarlandığının görüldüğü belirtilmiş; korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak tescile ilişkin gereken ölçütler yönünden ayrı ayrı değerlendirmeler yapılarak yapının Kütahya geleneksel dokusunun modern mimari içinde sentezlendiği bir örnek olduğu, yapıldığı dönemin mimari ve teknik özelliklerini yansıttığı, ikinci millî mimarlık akımı sonrasında Türkiye'deki kentleşmenin ilk planlı örnekleri arasında yer aldığı, sahip olduğu mimarlık değeri açısından 2863 sayılı Kanun'un maddesinin (b) bendinde açıklanan nitelikleri taşıdığı ve grup yapı olduğu vurgulanmıştır. Mahkemenin 28/7/2011 tarihli ve E.2010/800, K.2011/929 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: "... 2011 tarihinde yerinde yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen raporda özetle; dava konusu taşınmazın, ait olduğu dönemin mimari, tarihi, estetik, yapım malzemeleri ve yapım tekniği bakımından özellikler içerdiği, bu nitelikleri ile korunması gereken kültür varlığı niteliğinde olduğu, yapının sivil mimarlığın korunması gereken bir örneğini oluşturması, yapının kültür varlığı olarak tescilini gerektiren özellikler gösterdiği görüş ve tespitlerine yer verilmiştir.Taraflara tebliğ edilen bilirkişi raporuna davacı tarafından itiraz edildiği görülmüş ise de bilirkişi raporundaki teknik değerlendirmeler mahkememizce de kararımıza esas alınabilecek nitelikte bulunduğundan, sözü edilen itiraz yerinde görülmemiştir.Bu durumda, dosyadaki bilgi ve belgeler ile bilirkişi raporunun birlikte değerlendirilmesinden, dava konusu yapının; sanat değeri, mimari, tarihi, estetik, mahalli, arkeolojik değerler kapsamı içinde; strüktürel, dekoratif, yapısal durum, malzeme, yapım teknolojisi ve şekil bakımından ayrıntıları açıklanan özelliklere sahip taşınmaz kültür varlığı olarak tescilini gerektiren özellikler taşıdığı sonucuna varıldığından korunması gereken kültür varlığı olarak tescil edilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir." Temyiz üzerine Danıştay Ondördüncü Dairesinin 24/4/2013 tarihli ve E.2011/16751, K.2013/3115 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi ise aynı Dairenin 30/1/2014 tarihli ve E.2013/7643, K.2014/1316 sayılı ilamıyla oyçokluğuyla reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 21/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 2863 sayılı Kanun'un maddesinin (a) bendinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: " Kültür varlıkları ; tarih öncesi ve tarihi devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili bulunan veya tarih öncesi ya da tarihi devirlerde sosyal yaşama konu olmuş bilimsel ve kültürel açıdan özgün değer taşıyan yer üstünde, yer altında veya su altındaki bütün taşınır ve taşınmaz varlıklardır."2863 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları şunlardır: a) Korunması gerekli tabiat varlıkları ile 19 uncu yüzyıl sonuna kadar yapılmış taşınmazlar, b) Belirlenen tarihten sonra yapılmış olup önem ve özellikleri bakımından Kültür ve Turizm Bakanlığınca korunmalarında gerek görülen taşınmazlar, ...."2863 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "(Değişik birinci fıkra : 26/5/2004-5177/26 md.) Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının ve doğal sit alanlarının tespiti, Kültür ve Turizm Bakanlığının koordinatörlüğünde ilgili ve faaliyetleri etkilenen kurum ve kuruluşların görüşü alınarak yapılır. Yapılacak tespitlerde, kültür ve tabiat varlıklarının tarih, sanat, bölge ve diğer özellikleri dikkate alınır. Devletin imkanları gözönünde tutularak, örnek durumda olan ve ait olduğu devrin özelliklerini yansıtan yeteri kadar eser, korunması gerekli kültür varlığı olarak belirlenir. Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili yapılan tespitler koruma bölge kurulu kararı ile tescil olunur." 10/12/1987 tarihli ve 19660 sayılı ResmȋGazete'de yayımlanan mülga Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tespiti ve Tescili Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarından korunması gereklilerin tespitinde aşağıdaki hususlar göz önünde bulundurulur: a) Korunması gerekli tabiat varlıkları ile, 19 uncu yüzyıl sonuna kadar yapılmış taşınmazlardan olması, b) 19 uncu yüzyıl sonundan sonra yapılmış olmasına rağmen önem ve özellikleri bakımından korunmasına gerek görülmesi,...f) Tek yapılar için; taşınmazın sanat değeri, mimari, tarihi, estetik, mahalli, arkeolojik değerler kapsamı içinde; strüktürel, dekoratif, yapısal durum, malzeme, yapım teknolojisi, şekil bakımından özellik arz etmesi," | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9998 | Başvuru, hisseli olarak malik olunan taşınmazın 2. grup korunması gereken kültür varlığı olarak tesciline karar verilmesi sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, vergi alacaklarının tahsili amacıyla gönderilen ödeme emirlerine karşı açılan davaların önce süre aşımı yönünden daha sonra ise mükerrer açıldığı gerekçelerine dayalı olarak reddedilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 30/6/2015 ve 28/8/2015 tarihlerinde yapılmışlardır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuşlardır. Komisyonca 2015/11207 numaralı bireysel başvurunun konu yönünden hukuki irtibatının bulunması nedeniyle 2015/15041 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu 3/12/2007 tarihinde S. Demir Çelik San. ve Tic. A.Ş.ne ortak ve Yönetim Kurulu üyesi olmuştur. Başvurucunun şirketteki payı -beyanına göre- on milyonda beştir. Aliağa Vergi Dairesi (Vergi Dairesi) anılan şirketten tahsil edilemeyen vergi alacaklarının ödenmesi için 7/5/2010 tarihli ödeme emirleri düzenleyerek tebliğ edilmek üzere başvurucuya göndermiştir. Bu tebligatlar başvurucunun adresinde bulunmadığı gerekçesiyle posta memuru tarafından merciine iade edilmiştir. Vergi Dairesi bunun üzerine ilanen tebligat yoluna gitmiştir.B. İlk İptal Davaları Süreci Başvurucu 24/1/2011 tarihinde ödeme emirlerini internet üzerinden öğrendiğini beyan ederek 25/1/2011 tarihinde kendisine tebliğ edilmesi için Vergi Dairesine başvurmuştur. Başvurucu ilgili Vergi Dairesi tarafından cevap verilmeyince 22/4/2011 tarihinde, söz konusu ödeme emirlerinin iptali istemiyle İzmir Vergi Mahkemesinde davalar açmıştır. Mahkeme 24/8/2011 tarihinde davaların süre aşımı yönünden reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun maddesine göre tebliğin usulüne aykırı yapılmış olsa bile muhatabının tebliğe muttali olması hâlinde geçerli sayılacağı ve muhatabın beyan ettiği tarihin tebliğ tarihi sayılacağı yönündeki düzenlemeye işaret edilmiştir. Mahkeme, uyuşmazlık konusu ödeme emirlerini başvurucunun internetten öğrendiğine ve 25/1/2011 tarihinde davalı idareye başvuruda bulunduğuna dikkat çekmiştir. Mahkeme, anılan kanun hükmü uyarınca davanın öğrenilme tarihi olan 24/1/2011 tarihini izleyen günden itibaren yedi gün içinde -en son 1/2/2011 tarihinde- açılması gerekirken 22/4/2011 tarihinde davanın açılmasının esas yönünden inceleme yapılmasına imkân bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucunun temyiz ettiği kararları Danıştay Üçüncü Dairesi 18/2/2014 tarihinde onamıştır. Onama kararının gerekçesinde 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun maddesi uyarınca 20/1/2011 tarihinde tebliğ edilmiş sayılan ödeme emirlerine karşı yedi gün içinde dava açılmayarak 22/4/2011 tarihinde açılan davanın süre aşımından reddi gerektiği belirtilmiştir. Daire buna göre öğrenme tarihini 24/1/2011 olarak kabul ederek süreyi buna göre değerlendiren mahkeme kararının sonucu itibarıyla doğru olduğu vurgulamıştır. Kararın karşı oy gerekçesinde; dava konusu ödeme emirlerinin başvurucunun adresinde bulunmaması nedeniyle tebligat memurunun iade şerhi ile geri gönderildiği ancak bunun 213 sayılı Kanun'un maddesinin son fıkrasında belirtilen komşulardan biri, muhtar veya ihtiyar heyeti üyelerinden biri ya da zabıta memuru huzurunda tespit edilmediği belirtilmiştir. Karşı oy yazısında, adreste bulunmama hâlinin usulüne uygun tespit edilmemesinden dolayı ilanen tebligatın geçersiz olduğu ifade edilmiştir. Ancak 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un maddesine aykırı olarak Mahkeme kararında 7201 sayılı Kanun'un maddesine yer verilmiş ise de usulüne uygun olmayan ilanen tebligat yerine başvurucunun ıttıla tarihi esas alınarak verilen süre yönünden davanın reddi kararının hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talepleri de aynı Dairece 30/3/2015 tarihinde reddedilmiştir. Nihai kararlar başvurucuya 1/6/2015 ve 5/6/2015 tarihlerinde tebliğ edilmişlerdir. Başvurucu 30/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İkinci İptal Davaları Süreci Başvurucu 16/4/2012 tarihinde aynı ödeme emirleri yönünden yine aynı Mahkemede iptal davaları açmıştır. Mahkeme 3/10/2012 tarihinde davaların kabulüne karar vermiştir. Kararların gerekçesinde, Şirket Yönetim Kurulu üyesi olmakla birlikte başvurucuya Şirketi temsile yönelik bir yetki verilmediği vurgulanmıştır. Mahkemeye göre bu sebeple şirketin ödenmeyen ve mal varlığından tahsil edilemeyeceği anlaşılan borçlarının vade tarihi itibarıyla Yönetim Kurulu üyeliği bulunduğundan bahisle başvurucudan tahsili kanuna uygun değildir. Vergi Dairesinin temyiz ettiği kararlar Daire tarafından 18/2/2014 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararlarının gerekçesinde, dava konusu ödeme emirlerine karşı aynı Mahkemede davalar açılmış olduğuna dikkat çekilerek tarafları, konusu ve sebebi aynı olan söz konusu davanın mükerrer olarak açıldığı vurgulanmıştır. Buna göre anılan ödeme emirlerine yönelik olarak mükerrer açılan davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi gerekirken iptal edilmesinde hukuka uygunluk görülmediği belirtilmiştir. Bozma kararına uyan Mahkeme 2/7/2014 tarihinde davaların esas yönünden incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen kararlar Dairece 14/4/2015 tarihinde onanmıştır. Nihai kararlar başvurucuya 29/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 213 sayılı Kanun’un maddesinin olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan dördüncü fıkrası şöyledir: “Bunun üzerine tebliği çıkaran merci tarafından tayin olunacak münasip bir süre sonra yeniden tebliğ çıkarılır. İkinci defa çıkarılan tebliğ evrakı da aynı sebeple tebliğ edilemiyerek iade olunursa tebliğ ilan yolu ile yapılır. ” 213 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Aşağıda yazılı hallerde tebliğ ilan yoluyla yapılır:... Bu Kanunun 101 inci maddesinin birinci fıkrasının (1) ve (2) numaralı bentlerinde sayılan bilinen adreste tebliğ yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde kayıtlı bir adresi bulunmazsa,...” 213 sayılı Kanun’un maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir: “İlan tarihinden başlıyarak bir ay içinde ne vergi dairesine müracaat yapmış ve ne de adresini bildirmiş olanlara bir ayın sonunda tebliğ yapılmış sayılır. ” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15041 | Başvuru, vergi alacaklarının tahsili amacıyla gönderilen ödeme emirlerine karşı açılan davaların önce süre aşımı yönünden daha sonra ise mükerrer açıldığı gerekçelerine dayalı olarak reddedilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hâkim kararı olmaksızın telefon görüşmelerinin kayda alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkının, bu kayıtların aleyhte delil olarak kullanılması ve makul sürede yargılanmama nedenleriyle adil yargılanma hakkının, aynı durumda bulunan diğer sanıklar hakkında beraat kararı veya daha az ceza verilmesi nedeniyle de ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 12/8/2013 tarihinde Van Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 21/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 14/11/2014 tarihinde bildirilmiş, başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Uyuşturucu ticareti yapıldığına yönelik ihbarlar üzerine Siirt Sulh Ceza Mahkemesinin 4/8/2009 tarihli ve 2009/624 Değişik İş, 17/8/2009 tarihli ve 2009/667 Değişik İş ve 2/9/2009 tarihli ve 2009/714 Değişik İş sayılı kararlarıyla şüphelilerin iletişiminin tespit edilmesine karar verilmiştir. Başvurucuya yönelik bir dinleme kararı bulunmamaktadır. Uyuşturucu madde ticareti suçu dolayısıyla yapılan soruşturmada, hâkim kararıyla şüpheli Z.nin de telekomünikasyon yoluyla iletişimi (telefon görüşmeleri) dinlenmiştir. Şüpheli Z.nin dinlenmesi esnasında başvurucu ile şüpheli arasında 6/9/2009 tarihinde kısa zaman aralıklarında gerçekleşen iki ayrı görüşme kayda alınmıştır. Böylelikle başvurucu da dolaylı şekilde dinlenmiştir. Başvurucu, uyuşturucu madde ticareti yaptığı şüphesiyle 6/9/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve müteakiben başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında Van Cumhuriyet Başsavcılığının 6/11/2009 tarihli ve E.2009/4295 sayılı iddianamesiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine dava açılmıştır. İddianamede başvurucuya yüklenen suçların "suç işlemek amacıyla kurulmuş örgütü yönetme ve üye olma" ve "uyuşturucu madde ticareti yapma" olduğu ve bu suçların katalog suçlar arasında yer aldığı görülmektedir. Yürütülen yargılama sonucunda Van Ağır Ceza Mahkemesinin 12/6/2012 tarihli ve E.2011/40, K.2012/165 sayılı kararı ile başvurucunun iştirak hâlinde uyuşturucu madde ticareti yapma suçu sabit görülerek 8 yıl 4 ay hapis ve 660 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir: “DELİLLER: İddianame, Siirt Sulh Ceza Mahkemesinin 2009 tarih ve 2009624, 2009 tarih ve 2009/667 iş, 2009 tarih ve 2009/714 iş sayılı CMK'nın Maddesi uyarınca verdiği iletişimin dinlenmesi ve kayda alınmasına ilişkin kararı, Başsavcılığımızın gecikmesinde sakınca olduğu sebebiyle verildiği 2009 ve 2009 tarihli arama ve el koyma kararları, olay yakalama ve rızaen muhafaza altına alma tutanakları, sanık savunmaları, iletişimin tespiti tutanakları, nüfus ve sabıka kayıtları ile tüm dosya kapsamından ibarettir. … Bu görüşme(ler)de sanık R. Ö.’nün aracında bulunan sanık Fatih, sanık Ö. ile birlikte Ö.’nün arabasında bulunan öncülük yapan sanık Z. ’ye yolun durumunu sormaktadır. Suçlamayı kabul etmeyen sanık öncülük görevini yapan sanık Z. ’nin aracınız bize yetişsin diye söylemi karşısında biz niye yetişelim siz önden gidin şeklinde öndeki araca öncülük yaptığı ve kendisinin de uyuşturucunun sevkinden haberdar olup aktif rol aldığını açıkça göstermektedir. … uyuşturucu maddeyi Başkale ilçesinden Van iline sevk etmek için R. Ö.’nün aracına binen sanığın uyuşturucunun sevkinde aktif rol aldığı, bu bağlamda sanığın uyuşturucu sevk ederek, uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediği sabit olduğundan, her ne kadar uyuşturucudan haberdar olmadığını beyan etmişse de, yukarıdaki TAPE kayıtlarından da anlaşılacağı üzere uyuşturucunun güvenli bir şekilde sevk edilebilmesi için bulunduğu araca öncülük yapan sanık Z. ile irtibat halinde olduğu her ne kadar R. Ö’nün telefonunun şarjının bittiğini, bu sebeple konuşmaları R. Ö’nün yaptığını sanık beyan etmişse de sanığın hem kendisine ait 0 544 'lü numara ile hem de 0 506 nolu numara ile sanık Z. 'nin kullandığı 0 507 nolu telefonla aynı zaman diliminde görüşmeleri bulunmasının karşısında, sanığın kendisini cezadan kurtarmak amacıyla yapılmış inandırıcılıktan uzak ve dosya ile uyumlu olmayan savunmasına itibar edilmeyerek, suçu sabit olan sanığın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 188/3 maddesine göre cezalandırılmasına karar verilmiş(tir)” Anılan karara karşı başvurucunun temyiz talebini inceleyen Yargıtay Ceza Dairesi 15/4/2013 tarihli ve E.2012/28332, K.2013/3475 sayılı ilamı ile mahkûmiyet kararının onanmasına karar vermiştir. Başvurucu, onama ilamını 9/7/2013 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Bireysel başvuru 12/8/2013 tarihinde yapılmıştır. B. İlgili Hukuk İlgili Mevzuat 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir: “(3)Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, on yıldan az olmamak üzere hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. (Ek cümle: 18/6/2014 – 6545/66 md.) Ancak, uyuşturucu veya uyarıcı madde verilen veya satılan kişinin çocuk olması hâlinde, veren veya satan kişiye verilecek hapis cezası on beş yıldan az olamaz. (4) Uyuşturucu veya uyarıcı maddenin eroin, kokain, morfin veya bazmorfin olması hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin, 25/5/2005 tarihli ve 5353 sayılı Kanun’un maddesi ile değiştirilmesinden önceki (1) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmalarda, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir ve kayda alınabilir... (6) Bu madde hükümleri ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir: a) Türk Ceza Kanununda yer alan; … Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (Madde 188), … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, Madde 220), …” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “(2) Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi sırasında, yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olmayan ve ancak, 135 inci maddenin altıncı fıkrasında sayılan suçlardan birinin işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delil elde edilirse; bu delil muhafaza altına alınır ve durum Cumhuriyet Savcılığına derhâl bildirilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Delillerin ortaya konulması ve reddi” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fırkası şöyledir:“Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hâllerde reddolunur:a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse.…” 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” İlgili Yargı Kararları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12/6/2007 tarihli ve E.2006/MD-154, K.2007/145 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “Sanık hakkındaki soruşturma izni, iddianame ve son soruşturmanın açılması kararına konu olan suçlar rüşvet ve görevde yetkiyi kötüye kullanma suçlarıdır. Rüşvet suçu 5271 sayılı CYY’nın 135/ fıkrasında yer aldığından, bu suç yönünden iletişimin tespiti suretiyle elde edilen kanıt, CYY’nın 138/ maddesi fıkrası uyarınca, hakkında iletişimin tespiti kararı bulunmayan kişi için de kanıt olarak değerlendirilir. Özel Dairece isnat edilen eylemlerin bir kısmından beraat bir kısmından ise suç niteliğinin değişmesi suretiyle görevi kötüye kullanma suçundan mahkûmiyet kararı tesis edilmiş ise de, başlangıçtaki iddia rüşvet suçuna yönelik olup, görevi kötüye kullanma suçunun özel bir biçimi olan rüşvet suçunun da çoğu zaman görevi kötüye kullanma suçuna dönüşmesi olanağı bulunduğundan, nitelik değiştirmesi olanağı bulunan suçlar yönünden de, elde edilen kanıtlar hukuka uygun delil olarak değerlendirilmelidir.” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10/12/2013 tarihli ve E.2013/10-483, K.2013/599 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “…5271 sayılı CMK'nun maddesinin ikinci fıkrası göz önünde bulundurulduğunda, 2005 tarihinden sonra yapılacak olan iletişimin denetlenmesi tedbiri sırasında, yapılan soruşturma veya kovuşturmayla ilgili olmayan, fakat anılan kanunun maddesinin altıncı fıkrasında sayılan suç veya suçlardan birinin işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delil elde edilmesi halinde, tesadüfen elde edilen delil olarak adlandırılan bu delilin belirtilen suçun soruşturulması ve kovuşturulmasında kullanılması mümkündür. Anılan kanunun maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenleme ile, iletişimin denetlenmesi tedbiri sırasında, yapılan soruşturma veya kovuşturmayla ilgili olmayan, fakat maddenin altıncı fıkrasında sayılan suç veya suçlardan birinin işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delilin elde edilmesi durumunda, bu delilin kullanılabileceğinin kabul edilmiş olması, tedbirin uygulanması sonucu elde edilen delillerin maddenin altıncı fıkrasında sayılan suçlarla sınırlı olmak kaydıyla aynı soruşturma veya kovuşturmayla ilgili olan suçlar yönüyle evleviyetle kullanılabileceğinin kabulünü gerektirmektedir. Aksi halde, özellikle örgütlü suçlulukla etkin bir şekilde mücadele amacıyla iletişimin denetlenmesi koruma tedbirini düzenleyen kanun koyucunun amacına aykırı hareket edilmiş olmakla birlikte, örgütlü suçlulukla mücadelenin zorlaştırılması gibi bir sonuca neden olunması da söz konusu olacaktır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Tuncay Özkan/Türkiye kararında; "5/ maddesi, Sözleşmeye taraf devletlerin organize suçlarla yeterli önlemler alınarak mücadele etmede güvenlik güçleri için büyük zorluklara sebep olabilecek bir biçimde şüphesiz uygulanmamalıdır" şeklindeki görüşüyle, kanuni düzenlemelerin özellikle örgütlü suçlarla mücadeleyi zorlaştıracak şekilde uygulanmaması gerektiğini önemle vurgulamıştır Kaldı ki maddenin altıncı fıkrasında sayılan suçlardan birisi yönüyle uygulanan iletişimin denetlenmesi koruma tedbiri sonucu elde edilen delillerin, fıkrada sayılan ve aynı soruşturma veya kovuşturmanın konusunu oluşturan bir diğer suç yönüyle kullanılmasını yasaklayan bir düzenlemeye telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi tedbirinin düzenlendiği maddelerde de yer verilmemiştir…” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6358 | Başvuru, hâkim kararı olmaksızın telefon görüşmelerinin kayda alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkının, bu kayıtların aleyhte delil olarak kullanılması ve makul sürede yargılanmama nedenleriyle adil yargılanma hakkının, aynı durumda bulunan diğer sanıklar hakkında beraat kararı veya daha az ceza verilmesi nedeniyle de ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle uzman erbaş kursiyerlik görevinin sona erdirilmesine dair işleme karşı açılan iptal davasında, davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1/2/2017 tarihinde imzaladığı sözleşme ile Manisa Kırkağaç Jandarma Komando Eğitim Alayı Komutanlığında jandarma uzman onbaşı adayı olarak kursiyer eğitimine başlamıştır. Başvurucu hakkında 12/4/2000 tarihli ve 24018 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren mülga Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliği'nin (mülga Yönetmelik) maddesi uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Yönetmelik'in maddesi uyarınca yapılan değerlendirme sonucunda başvurucunun güvenlik soruşturmasının olumsuz olduğu sonucuna varılmış ve 26/4/2017 tarihinde sözleşmesi feshedilmiş ardından terhis belgesi düzenlenerek ilişiği kesilmiştir. Başvurucu, söz konusu işlemin iptali istemiyle 29/5/2017 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, görevine başlamadan önce hakkında yapılan güvenlik soruşturması olumlu sonuçlanmasına rağmen görevine başladıktan üç ay sonra güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanamayacağını söylemiştir. Bu üç aylık sürede güvenlik soruşturmasını olumsuz olarak etkileyecek davranışının olmadığını belirtmiştir. Kendisinin ve aile bireylerinin herhangi bir terör örgütü ile bağlantısının olmadığını ifade etmiştir. Üvey ağabeyinin ByLock kullanıcısı olması nedeniyle ceza infaz kurumunda tutulmasına bağlı olarak güvenlik soruşturması olumsuz olarak kabul edilmişse söz konusu durumun ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi ile bağdaşmadığını dile getirmiştir. Manisa İdare Mahkemesi (Mahkeme) 16/11/2017 tarihinde işlemin iptaline karar vermiştir. Mahkeme, kararda başvurucunun üvey ağabeyinin Fetullahçı TerörÖrgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) uluslararası silahlı terör örgütü üyesi olduğu ve örgütün gizli haberleşme aracı olan ByLock isimli programı müteaddit kere kullandığının tespit edildiğini belirtmiştir. Mahkeme ayrıcaterör örgütü üyesi olmak suçundan dolayı tutuklu bulunduğu bilgisini verdikten sonra söz konusu tespitler nedeniyle güvenlik soruşturmasının olumsuz olarak kabul edildiğini kaydetmiştir. Ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesine yönelik açıklamalar yaptıktan sonra Mahkeme başvurucunun ağabeyi hakkında yapılan tespitlerin güvenlik soruşturmasının olumsuz olarak kabul edilmesinin ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi ile bağdaşmadığını belirtmiştir. Davalı idare, karara karşı 2/1/2018 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. Başvurucu 23/1/2018 tarihinde istinaf başvurusuna karşı cevap vermiştir. Cevap dilekçesinde, hakkında yapılan güvenlik soruşturmasında kendi şahsından kaynaklanan herhangi bir olumsuz tespitin bulunmadığını ifade etmiştir. Üvey ağabeyi ile herhangi bir ilişkisinin bulunmadığını söyledikten sonra cezaların şahsiliği ilkesine aykırı olarak üvey ağabeyi hakkında yapılan tespit nedeniyle sorumlu tutulmasının hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Davalı idarenin, Yönetmelik'e aykırı olarak güvenlik soruşturmasını kişi dışında kalan alana yaydığını vurgulamıştır. Bireyin başkasının fiillerinden sorumlu tutulmasının, demokratik hukuk devletinin ruhuna aykırı olduğunun altını çizmiştir. İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 28/3/2018 tarihinde istinaf talebini kabul ederek Mahkeme kararını kaldırmış ve davayı kesin olarak reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dosyanın incelenmesinden, davacının Kırkağaç Jandarma Komando Eğitim Alay Komutanlığında uzman erbaş kursiyeri olarak göreve başladığı, hakkında yapılan arşiv araştırması ve güvenlik soruşturmasında ilgili birimlerce üvey ağabeyi A.K.’nın 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişiminin faili FETÖ/PDY uluslararası silahlı terör örgütü üyelerinin kullandığı şifreli haberleşme programı olan “bylock” programını kullandığının ve hâlihazırda bahsi geçen terör örgütüne aidiyeti, irtibatı yahut iltisakı olduğundan terör örgütüne üye olma suçundan Sakarya Cezaevinde tutuklu olduğuna dair not bildirildiği, bu not üzerine davacının arşiv araştırması ve güvenlik soruşturmasının ilgili kurulca “menfi” olarak değerlendirildiği, davacı hakkındaki güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması olumsuz sonuçlandığından bahisle 26/04/2017 tarihli onayla uzman erbaş sözleşmesi feshedilerek eğitimine son verilip terhis edildiği, bunun üzerine görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Askeri hizmetin niteliği, 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu ve bu Kanun uyarınca düzenlenen Uzman Erbaş Yönetmeliğinin maddesinin birinci fıkrasının (g) bendinde yer alan yapılacak güvenlik soruşturmasından olumlu sonuç almak biçimindeki koşul ve Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliği birlikte değerlendirildiğinde, uzman onbaşı olarak görev alacak personelin kendisi, annesi, babası veya kardeşleri yönünden de bilgi edinilmesive buna göre değerlendirme yapılmasını öngören Silahı Kuvvetler İstihbarata Karşı Koyma, Koruyucu Güvenlik ve İşbirliği Yönergesi'nin Üçüncü Bölüm Birinci Kısım maddesinin (ı) bendi kapsamında bulunduğu anlaşılan davacı hakkında tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmaktadır." Başvurucu karara karşı 1/6/2018 tarihinde temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde, Yönetmelik hükümleri gereği yalnızca şahsı hakkında güvenlik soruşturması yapılabileceği, yakınlarına ilişkin yapılan tespitler nedeniyle güvenlik soruşturmasının olumsuz olarak kabul edilmesinin Yönetmelik hükümlerine aykırı olduğunu ifade etmiştir. Hiç görüşmediği ağabeyinin FETÖ'ye üye olmaktan dolayı tutuklu olmasının görevinin ifasını etkilemesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. Cezaların şahsiliği ilkesi gereği üvey ağabeyinin işlediği suçtan dolayı dava konusu işlemin tesis edilerek sorumlu tutulmasının vicdani olmadığı gibi taraf olunan uluslararası sözleşmelere de aykırı olduğunu söylemiştir. Danıştay Onikinci Dairesi (Danıştay) 20/12/2018 tarihinde temyiz talebini oyçokluğu ile reddetmiştir. Kararın karşı oyunda, aynı ortamda bulunmayan üvey ağabeyinin durumunun başvurucunun güvenlik soruşturmasını hangi yönden olumsuz etkilediğinin hukuken kabul edilir bilgi ve belgelerle ortaya konulmadığı belirtilmiştir. Sırf akrabalık ilişkisi nedeniyle tesis edilen dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu ifade edilmiştir. Nihai karar başvurucuya 4/3/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 20/9/2005 tarihli ve 25942 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Uzman Erbaş Yönetmeliği'nin "Personelde aranacak nitelikler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Uzman erbaş olarak alınacaklarda aşağıdaki şartlar aranır:...g) (Değişik:RG-4/2/2017-29969) İcra edilen temel askerlik eğitimini başarıyla tamamlayanlardan güvenlik soruşturması uygun olmak veya ilk atamaları doğrudan doğruya kıt’a veya birliklere yapılan uzman erbaşlar için güvenlik soruşturması uygun olmak....Uzman erbaş olmak için gerek muvazzaflık görevini yaptığı sırada, gerekse terhislerini müteakip başvuruda bulunan ve alınmaları uygun görülen personelin, güvenlik soruşturmaları; kuvvet komutanlıkları veya Jandarma Genel Komutanlığı yahut Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından yaptırılır. Temel askerlik eğitimi sırasında güvenlik soruşturması sonuçlanmayanların eğitimleri devam ettirilir. Bunlardan güvenlik soruşturmaları olumlu sonuçlananlar göreve başlatılır, olumsuz sonuçlananların ise Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı ile ilişiği kesilir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin manevi şahsiyetine gölge düşüren veya askerliğin şeref ve haysiyeti ile bağdaşmayacak eylemlerde bulunanlar ile tutum ve davranışları ile yasa dışı siyasi, yıkıcı, bölücü ideolojik görüşü benimseyenler, uzman erbaş olarak istihdam edilmezler...." Dava konusu işlemin dayanağı olan mülga Yönetmelik'in "Amaç" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Yönetmeliğin amacı; ... Türk Silahlı Kuvvetlerinde, ... çalışacak personel ... hakkında yapılacak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasını düzenlemektir." Mülga Yönetmelik'in "Kapsam" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Yönetmelik; ... Türk Silahlı Kuvvetlerinde, ... çalışacak personeli, ... için yapılacak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının esas ve usullerini, bunu yapacak mercileri, hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılacak gizlilik dereceli yerlerde çalışan kamu personeli ile meslek grupları ve üst kademe yöneticilerini kapsar." Mülga Yönetmelik'in "Yöntem" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Yönetmelik kapsamına giren kamu kurum ve kuruluşlarınca yaptırılacak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında aşağıdaki yöntem izlenir :a ) 9 / A ve 9 / B maddeleri kapsamındaki talepler doğrudan Cumhurbaşkanlığına iletilir. b ) Emniyet Genel Müdürlüğü ve/veya mahalli mülki idare amirliklerince (a) bendi kapsamındaki talepleri hariç yapılması öngörülen güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması ilgili bakanlık veya kamu kurumu ve kuruluşlarının talebi üzerine gerçekleştirilir. İllerden gelen talepler valilikler aracılığı ile yapılır. c) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılması taleplerinin ilgili makama ulaşmasından itibaren arşiv araştırması sonuçları en geç 30 iş günü, güvenlik soruşturması sonuçları en geç 60 iş günü içinde cevaplandırılır. Soruşturma ve araştırma sonucu içeren bilgi ve belgeler ilgilinin işlemini yapan makamlardaki dosyasında asgari ‘‘gizli’’ gizlilik derecesinde aidiyet konusuna göre fiziki ve / veya elektronik ortamda muhafaza edilir .ç) Güvenlik soruşturmasını ve arşiv araştırmasını isteyen makama, kişi hakkında karar vermeye yeterli bilgiler aktarılır.d ) Güvenlik soruşturmasını ve arşiv araştırmasını nasıl ve ne şekilde yapılacağı, soruşturma ve araştırma yapmaya yetkili makamların görev ve talimatları ile belirlenir.e ) Mahalli mülki idari amirliklerince yapılmış olan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında durumu saptananların evrakının bir örneği dosya açılmak üzere Emniyet Genel Müdürlüğüne gönderilir.f) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması taleplerine, ilgili kişinin adı, soyadı ve kimlik numarası bilgilerini içeren liste dijital ortama kaydedilerek eklenir. Ancak Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanlığına iletilmek üzere gönderilen güvenlik soruşturması talep yazılarına, söz konusu liste yerine bu Yönetmeliğin ekinde yer alan güvenlik soruşturması formu dijital ortama kaydedilerek eklenir." Mülga Yönetmelik'in "Değerlendirme" başlıklı maddesi şöyledir:"Yaptırılan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda elde edilen verilerin değerlendirilmesi amacıyla gerektiğinde kişinin gizlilik dereceli birim, kısım ve gizlilik dereceli yerler ile askeri, emniyet ve istihbarat teşkilatları, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde çalıştırılıp çalıştırılmamaları, yer değiştirerek bu görevlere devam edip etmemeleri ile 657 sayılı Kanunun 48 inci maddesi kapsamında belirtilen şartları taşıyıp taşımadığı gibi hususları incelemek ve sonucunu sorumlu amirin takdirine sunmak üzere; bakanlıklarda görevlendirilecek bakan yardımcısının, diğer kamu kurum ve kuruluşlarında en üst amirin, üniversitelerde rektörün, illerde valinin başkanlığında, personel birim amiri, hukuk müşaviri ve varsa güvenlik işlerinden sorumlu birim amirinden oluşan değerlendirme komisyonu kurulur. Cumhurbaşkanlığında kurulacak Değerlendirme Komisyonu İdari İşler Başkanının görevlendireceği bir üst kademe yöneticisinin başkanlığında belirlenecek genel müdürlerin katılımıyla oluşur. Türk Silahlı Kuvvetlerinde ise bu Komisyonun oluşumu kendi yönergeleri ile belirlenir. Değerlendirme Komisyonunun çalışma tutanakları ve kararları gizlidir" | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/10981 | Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle uzman erbaş kursiyerlik görevinin sona erdirilmesine dair işleme karşı açılan iptal davasında, davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamu görevlisi başvurucunun katıldığı gösteri yürüyüşünde kolluk görevlilerince yapılan dağılma çağrısına uymayarak mukavemet göstermesinden dolayı disiplin cezası ile cezalandırılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğünde (İŞKUR) istihdam uzmanı olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, Büro Emekçileri Sendikası (BES) üyesi ve işyeri temsilcisidir. BES'in bağlı olduğu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) 3/8/2015 tarihinde yapılacak memur maaşı toplu sözleşmesine ilişkin basın açıklaması yapmak ve görüşmelere katılacak konfederasyon heyeti ile birlikte Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına (ÇSGB) kadar yürüyüş gerçekleştirmek için bir çağrıda bulunmuştur. Kolluk görevlilerince düzenlenen 3/8/2015 tarihli tutanakta; KESK ve bu konfederasyona bağlı sendikaların yöneticilerinin ve üyelerinin saat 00'da Mevlana Bulvarı (Konya yolu) Ankara Şehirlerarası Terminal İşletmesinin (AŞTİ) karşısında bulunan pazar yerinde toplanıp saat 00'da Kırım Caddesi, Bosna Hersek Caddesi, Sokak ve İnönü Bulvarı güzergâhını kullanarak ÇSGB'ye yürüyüş planladıkları belirtilmiştir. Grubun ÇSGB önünde "memur maaşı toplu sözleşmesi" konulu basın açıklaması yapacağı, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonuna (DİSK) bağlı Emekliler Sendikasının da "2016-2017 toplu sözleşmelerinde emekliler adına masada olacağız" konulu basın açıklaması düzenleyeceği bilgisinin alınması üzerine emniyet görevlileri toplanma yerinde önlem almıştır. Sendikaların yöneticilerinin ve üyelerinin katılımı ile anılan yerde yaklaşık 250 kişi toplanmıştır. Kolluk görevlileri, toplanma alanının ve planlanan yürüyüş yolunun Ankara Valiliğince (Valilik) belirlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü güzergâhı kapsamında olmadığını yetkililere bildirmiştir. Başvuru dosyasında idarenin katılımcılara alternatif toplantı ve gösteri yürüyüşü alanı sunduğuna dair bir bilgi bulunmamaktadır. Grubun gösteri yürüyüşü hazırlığına devam etmesi üzerine kolluk güçleri, ses yükseltici cihazla dağılmaları yönünde topluluğa ihtarlarda bulunmuştur. Kolluk görevlilerince 22, 27 ve 32 saatlerinde yapılan ihtarlarda toplantı alanı ve gösteri yürüyüşü güzergâhının Valilikçe tespit edilmediği, bu nedenle katılımcıların bir araya geldiği pazar yerinden toplantının yapılacağı alana (ÇSGB binası önü) ancak bireysel olarak gidilmesine izin verileceği, toplu şekilde yürüyüşe müsaade edilmeyeceği bildirilmiştir. Topluluğa olası müdahale sırasında dağılma istikameti bildirilmiştir. Grup, ıslıklayarak toplanma alanında beklemeye devam etmiştir. Saat 33'te KESK Genel Başkanı G. ile kolluk görevlileri bir görüşme yapmıştır. Kolluk görevlileri toplantı ve gösteri yürüyüşünün kanuna aykırı olduğunu, yolun kapatılması suretiyle toplu hâlde yapılacak yürüyüşe izin verilmeyeceğini ancak pankart ve flama taşınmadan, trafiği aksatmadan bireysel olarak yürümelerine izin verileceğini ifade etmiştir. Başvurucunun da aralarında olduğu grubun Kırım Caddesi'nden Sokak istikametine doğru yürüyüşe başlaması üzerine kolluk güçleri, kalkanlar ile barikat kurarak grubu durdurmuştur. Polis memurlarınca düzenlenen 7/10/2015 tarihli DVD İzleme ve Tespit/Teşhis Tutanağı'na göre Sokak üzerinde yürüyüş yapmak için toplanan grubun yolun tamamını araç trafiğine kapatması, bu yolun idarece belirlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü alanlarından olmaması nedeniyle ses yükseltici cihazlarla uyarı anonsu yapılmıştır. Topluluğun sokağın tamamını araç trafiğine kapatarak yürüyüşe başlaması üzerine kolluk görevlileri kalkanlarla barikat oluşturarak grubu engellemiştir. Kolluk görevlileri saat 35'te gruba hitaben trafiği kısmi olarak kapattıklarını, yapılan eylemin kanunsuz olduğunu, bunun son uyarıları olduğunu belirterek gruba dağılmaları için iki dakikalık süre vermiştir. Topluluğun dağılmamakta ısrar ederek ÇSGB'ye doğru yürümek için polis barikatlarına yüklenmesi üzerine kolluk güçleri gruba müdahale etmiştir. Başvurucu, kanuna aykırı toplantıda ihtara rağmen dağılmamakta ısrar etmesi ve polis kalkanına yüklenerek kanuna aykırı eylemine devam etmesi nedeniyle saat 40'ta 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet suçundan gözaltına alınmıştır. Başvurucu, ifadesinin alınması akabinde saat 50'de serbest bırakılmıştır. Kolluk görevlilerinin müdahalesi sonrası katılımcılar, pankart ve flama açmadan ÇSGB'ye yürümeyi kabul etmiştir. KESK Başkanı Ö., ÇSGB binasının yan tarafında bulunan Sokak üzerinde basın açıklaması yapmıştır. KESK Başkanı ile 9 kişilik heyet toplu iş sözleşmesi görüşmesi yapmak üzere ÇSGB binasına girmiş, dışarıda bekleyen yaklaşık 300 kişilik grup ekonomik haklarına ilişkin pankart açarak görüşmenin sonlanmasını beklemiştir. Görüşmenin bitmesi sonrası KESK Başkanı saat 30'da tekrar basın açıklaması yapmıştır. Yapılan basın açıklaması sırasında pankartlar açılmış, sloganlar atılmıştır. Toplanan grup saat 15'te kendiliğinden ve olaysız bir şekilde dağılmıştır. Söz konusu gözaltı işleminin İŞKUR'a bildirilmesi üzerine başvurucu hakkında idari yönden disiplin soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu; ifade ve savunmasında özetle anılan gösteriye katılarak anayasal hakkı olan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullandığını, kalkan barikatının olduğu yerde sokağa oturan BES Genel Sekreteri B.ye müdahale edilmesi üzerine B.yi kenara çekmek için barikatın yanına geldiğini ve bu esnada kalkanla temas etmesi nedeniyle gözaltına alındığını belirtmiştir. Başvurucu, serbest bırakıldıktan sonra ÇSGB'nin önüne gelerek basın açıklamasına katıldığını ifade etmiştir. Soruşturma neticesinde kolluğa direnme gibi eylemlerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği, başvurucunun kolluk görevlilerince oluşturulan barikata yüklenerek fiilî mukavemette bulunduğu ve dağılmamakta ısrar ederek kolluğa karşı cebir veya tehdit göstermeden pasif direniş sergilediği sonucuna varılmıştır. Nihayetinde anılan eylemin 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin (e) alt bendi uyarınca devlet memuru vakarına yakışmayan tutum ve davranışlarda bulunmak kapsamında kaldığı gerekçesiyle başvurucunun uyarma cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali talebiyle idare mahkemesine başvurmuştur. İlk derece mahkemesi davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, somut olaya konu gösteri yürüyüşünün yapıldığı güzergâhın Valilikçe izin verilen yerlerden olmadığı emniyet güçlerince ifade edilmesine rağmen başvurucunun kalkanla oluşturulan barikata yüklenip mukavemet gösterdiğinin fotoğraflarla ortaya konulduğunu belirtmiştir. Mahkemeye göre başvurucunun devlet memuru olması nedeniyle haklarını yasal sınırlar içinde ve kurallara uygun kullanma konusunda daha dikkatli olması gerekmektedir ancak başvurucu, kolluk güçlerinin çağrısına direniş gösterdiği açık olan eylemiyle devlet memuruna yakışmayacak davranışta bulunmuştur. Başvurucu, ret kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Bölge idare mahkemesi, ilk derece mahkemesi kararının usul ve hukuka uygun olduğunu, kaldırılmasını gerektiren bir neden bulunmadığını belirterek davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 10/7/2018 tarihinde öğrendikten sonra 9/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24902 | Başvuru, kamu görevlisi başvurucunun katıldığı gösteri yürüyüşünde kolluk görevlilerince yapılan dağılma çağrısına uymayarak mukavemet göstermesinden dolayı disiplin cezası ile cezalandırılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Komisyonca, mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/41460 | Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; işe iade talebiyle açılan davada delillerin hatalı değerlendirilmesi, yeterli inceleme yapılmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 21/3/2016 tarihinde dava açmıştır. Bölge Adliye Mahkemesi kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 27/3/2019 tarihinde kararı onamış ve hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu 16/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17608 | Başvuru, işe iade talebiyle açılan davada delillerin hatalı değerlendirilmesi, yeterli inceleme yapılmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari para cezasının iptali istemiyle yapılan başvuruda itiraz dilekçesi karşı tarafa tebliğ edilmeden dosyanın kanun yolu denetimi yapan hâkimliğe gönderilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: R. isimli işçi, olayların geçtiği tarihte başvurucunun işyerindeçalışmaktadır. Eskişehir Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğüne, işçi R.nin bir kısım işçilik alacağının başvurucu tarafından ödenmediği ihbar edilmiştir. İhbar üzerine 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesi gereğince değerlendirme yapılması amacıyla 30/6/2014 tarihli yazıyla bazı belgelerin 17/7/2014 tarihine kadar Eskişehir Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğüne ibrazı başvurucudan talep edilmiştir. Anılan yazıda, davete icabet edilmemesi hâlinde 4857 sayılı Kanun'un maddesine aykırı davranmaktan aynı Kanun'un maddesi uyarınca idari para cezası uygulanacağı ayrıca belirtilmiştir. Söz konusu davet yazısı aynı işyerinde çalışan başka bir işçiye 15/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, bu tebliğin usulsüz olduğunu bireysel başvuru öncesinde dile getirmemiştir. Başvurucu, belirtilen süre içinde müracaat etmemiş ve ilgili Kurumdan belgelerin ibrazı nedeniyle süre talebinde de bulunmamıştır. Bunun üzerine Eskişehir Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğünce başvurucuya 4857 sayılı Kanun'un maddesine dayanılarak aynı Kanun'un maddesi uyarınca 181 TL idari para cezası verilmiştir. Başvurucu, anılan idari para cezasının iptali istemiyle Eskişehir Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) başvurmuştur. Başvuruya karşı idare tarafından verilen cevapta, ilgili başvuru dilekçesinin ilgiliye tebliğ edildiği, başvurucunun davet yazısının gereklerini yerine getirmediği gibi ek süre talebinde de bulunmadığı belirtilmiş; idari para cezasının iptali isteminin reddine karar verilmesi talep olunmuştur. Başvurucunun bu cevaptan haberdar olmadığına dair bir iddiası bulunmamaktadır. Hâkimlik 20/11/2014 tarihli kararıyla idari para cezasının iptal istemini kabul etmiştir. Gerekçede, ilgiliye savunma için en az bir haftalık makul bir süre verilmeden -iki gün sonraki randevuya gelmediği gerekçesiyle- orta ölçekli bir esnafı maddi olarak yıkacak derecede bir ceza ile cezalandırmanın adalet ve hukuk ilkeleri ile bağdaşmayacağı belirtilmiştir. Anılan karara idare tarafından itiraz edilmiştir. Daha önce cevap dilekçesinde dile getirilen gerekçelerle yapılan itiraz, Eskişehir Sulh Ceza Hâkimliğinin 10/12/2014 tarihli kararıyla kabul edilerek idari para cezasının iptali istemine ilişkin başvurunun reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun davet yazısına uymadığı gibi ek süre verilmesi talebinde de bulunmadığı, bu sebeplerle idari yaptırım kararının hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir. Bu karar başvurucuya 18/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4857 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“Teftiş, denetleme ve incelemeler sırasında işverenler, işçiler ve bu işle ilgili görülen başka kişiler izleme, denetleme ve teftişle görevli iş müfettişleri ve işçi şikayetlerini inceleyen bölge müdürlüğü memurları tarafından çağrıldıkları zaman gelmek, ifade ve bilgi vermek, gerekli olan belge ve delilleri getirip göstermek ve vermek; iş müfettişlerinin birinci fıkrada yazılı görevlerini yapmaları için kendilerine her çeşit kolaylığı göstermek, bu yoldaki isteklerini geciktirmeksizin yerine getirmekle yükümlüdürler." 4857 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Bu Kanunun; a) 92 nci maddesinin ikinci fıkrasındaki yükümlülüklerini yerine getirmeyen, ... işveren veya işveren vekiline sekizbin Türk Lirası idarî para cezası verilir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1025 | Başvuru, idari para cezasının iptali istemiyle yapılan başvuruda itiraz dilekçesi karşı tarafa tebliğ edilmeden dosyanın kanun yolu denetimi yapan hâkimliğe gönderilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 14//12/2010 tarihinde açtığı dava 4/12/2019 tarihinde sonuçlanmıştır. Başvurucu 5/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8311 | Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Raziye Dülger; eşinin trafik kazası sonucu vefat etmesi nedeniyle ortaya çıkan maddi ve manevi zararlarının tazmini talebiyle 24/2/2004 tarihinde kendisi adına asaleten, çocukları başvurucular Yücel Dülger ve Gülistan Çamcı adına velayeten dava açmıştır. Yatağan Asliye Hukuk Mahkemesi 2/5/2012 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/6/2014 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemece 21/1/2015 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/3/2016 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemenin E.2016/419 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18943 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Polis Meslek Yüksek Okulundan mezuniyet sonrasında aday memur olarak atanmak için sonradan getirilen sözlü sınav şartını düzenleyen yönetmelik hükmü ile bu hükme dayalı olarak yapılan sözlü sınavda başarısız sayılmaya ilişkin işlemin iptali talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma, mülkiyet ve eğitim haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Polis Meslek Yüksek Okulundan mezun olan başvurucu, polis memuru rütbesine aday memur olarak atanması amacıyla yapılan sözlü sınavın ve sözlü sınavda başarısız sayılmasına ilişkin işlem ile bu işlemin dayanağı olan 3/6/2015 tarihli ve 29375 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Emniyet Genel Müdürlüğü Kadrolarına Polis Memuru ve Komiser Yardımcısı Rütbelerine Aday Memur Olarak Atanacaklara Uygulanacak Sınav Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesinin iptali talebiyle ilk derece mahkemesi sıfatıyla Danıştay nezdinde dava açmıştır. Danıştay Dairesi (Daire) davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; i. İptali istenen Yönetmelik'in dayanağı olan 4/6/1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilat Kanunu'nun 6638 sayılı Kanun'un maddesiyle anılan Kanun'un Ek maddesine eklenen (3) numaralı fıkrasında yer alan "...öğrenimine devam edenler dâhil..." ibaresinin Anayasa'ya aykırı olduğu iddiasıyla açılan davada, Anayasa Mahkemesinin 4/5/2017 tarihli ve E.2015/41, K.2017/98 sayılı kararıyla; öğrencilerin memuriyet hakkını kazanılmış bir hak olarak elde etmedikleri, zira bunların henüz memuriyete atanmadıkları ve memuriyetin bunlar yönünden bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş kişisel bir hakka dönüşmediği, kanun koyucunun, Anayasa'da öngörülen kurallar çerçevesinde diğer alanlarda olduğu gibi kamu görevine giriş şartlarıyla ilgili olarak da kamu yararı amacıyla bazı değişiklikler yapabileceği, bu değişikliklerin kişilerin beklentilerini etkileyebileceği, kişilerin meşru beklentileri aleyhine bir düzenleme yapılması söz konusu olmadığından kuralın kişilerin çalışma hürriyeti ve haklarına yönelik hukuki güvenliklerini ihlal eden bir yönü bulunmadığı ve anılan düzenleme emniyet hizmetlerinin daha iyi işlemesi amacıyla yapıldığından Anayasa'ya aykırı olmadığı gerekçesiyle iptal talebinin reddine karar verildiği,ii. Sözlü sınav şartının adayların yeterliliklerini tespit etmek amacıyla düzenlendiği, kamu hizmetinin etkin ve verimli bir şekilde işleyebilmesini sağlamak üzere kamu görevine alınacak kişilerin yeterliliklerini tespit etmek amacıyla sınav aracına başvurulmasının anılan amaca ulaşılması yönünden uygun bir araç olduğu, polis eğitim kurumları ve Emniyet Genel Müdürlüğü adına yükseköğretim kurumlarında öğrenim gören öğrencilerden, öğrenim süresini başarıyla tamamlayanların Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarına polis memuru veya komiser yardımcısı olarak atanmalarından önce sınava tabi tutulacağının idare tarafından üst hukuk normlarına uygun olarak hazırlanan Yönetmelik hükmüyle belirlendiği, buna göre dava konusu Yönetmelik'in sınava katılacak adaylara ilişkin maddesinde üst hukuk normlarına aykırılık bulunmadığı,iii. Dava konusu işlemin dayanağı olan sözlü sınav komisyonu başkanı ve üyelerince verilmiş puanlara ilişkin tutanak ve sınav sonuçlarına ilişkin tüm bilgi ve belgelerin incelenmesinden, sözlü sınavın nesnel olarak yapıldığı ve yargısal denetim için aranan bütün şartları sağladığı hususlarına yer verilmiştir. Bu karara karşı taraflarca temyiz kanun yoluna başvurulması üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (Kurul) anılan kararın esas ve vekâlet ücreti yönünden açıklama ile onanmasına kesin olarak karar vermiştir. Buna göre esas yönünden 3201 sayılı Kanun'un Ek maddesinde belirtilen sınavın yazılı olması gerektiği yolunda bir kurala yer verilmediği, öğrenimi öncesinde yapılan sınavları geçen ve öğrenimini başarıyla bitirenler yönünden idarece kanun hükmü uyarınca yapılması gereken sınavın Yönetmelikte sözlü sınav olarak belirlenmesinde ve uygulanmasında hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Ayrıca komisyonda bulunacak rütbeli personel sayısının Yönetmelikte öngörülen sayıdan daha az olmasının ihmal edilebilir nitelikte olduğu ve bu durumun komisyonda yer alan uzmanlar tarafından hazırlanan sınav sorularını hukuka aykırı hâle getirmeyeceği vurgulanmıştır. Vekâlet ücreti yönünden ise Dairece davalı idareler lehine hükmedilen miktar hukuka uygun bulunmuştur. Başvurucu nihai hükmü 9/3/2020 tarihinde öğrendikten sonra 16/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Eğitim hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/9631 | Başvuru, Polis Meslek Yüksek Okulundan mezuniyet sonrasında aday memur olarak atanmak için sonradan getirilen sözlü sınav şartını düzenleyen yönetmelik hükmü ile bu hükme dayalı olarak yapılan sözlü sınavda başarısız sayılmaya ilişkin işlemin iptali talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma, mülkiyet ve eğitim haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, uzun yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/978 | Başvuru, uzun yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin Anayasa’nın , , ve maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 25/11/2013 tarihinde Mersin İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 25/4/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 26/9/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 26/9/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 14/11/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 17/1/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) üyesi bir kamu görevlisidir. EĞİTİM SEN Yönetim Kurulunun 6/3/2012 tarihli kararı ile 28 ve 29 Mart 2012 tarihlerinde tüm ülke çapında “uyarı grevi” adı altında işe gelmeme eylemi yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu bahsi geçen tarihlerde işe gelmemiştir. Başvurucunun görev yaptığı Tarsus İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, eyleme katılan tüm sendika üyeleri hakkında yürüttüğü idari soruşturma sonucunda 25/1/2012 tarihli kararı ile “28-29 Mart 2012 tarihlerinde mazeretsiz olarak göreve gelmediği” gerekçesiyle başvurucuyu uyarma cezası ile cezalandırmıştır. Başvurucunun söz konusu karara yapmış olduğu itiraz Mersin Valiliğinin 13/6/2012 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, hakkında verilen disiplin cezasının iptali istemiyle 20/7/2012 tarihinde idare Mahkemesine iptal davası açmış, Mersin İdare Mahkemesinin 28/12/2012 tarihli kararı ile işlem iptal edilerek davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalı idare, ilk derece mahkemesinin kararına itiraz etmiş, Adana Bölge İdare Mahkemesi 4/7/2013 tarihli kararı ile itirazı kabul ederek İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuş ve davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, Adana Bölge İdare Mahkemesinin 6/11/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddine ilişkin karar, başvurucuya, 4/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 18/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Toplu eylem ve hareketlerde bulunma yasağı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Devlet memurlarının kamu hizmetlerini aksatacak şekilde memurluktan kasıtlı olarak birlikte çekilmeleri veya görevlerine gelmemeleri veya görevlerine gelipte Devlet hizmetlerinin ve işlerinin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmaları yasaktır”. 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …C - Aylıktan kesme: Memurun, brüt aylığından 1/30 - 1/8 arasında kesinti yapılmasıdır. Aylıktan kesme cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …b) Özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek,…” 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Disiplin amirleri tarafından verilen uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezalarına karşı disiplin kuruluna, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasına karşı yüksek disiplin kuruluna itiraz edilebilir.İtirazda süre, kararın ilgiliye tebliği tarihinden itibaren yedi gündür. Süresi içinde itiraz edilmeyen disiplin cezaları kesinleşir.İtiraz mercileri, itiraz dilekçesi ile karar ve eklerinin kendilerine intikalinden itibaren otuz gün içinde kararlarını vermek zorundadır.İtirazın kabulü hâlinde, disiplin amirleri kararı gözden geçirerek verilen cezayı hafifletebilir veya tamamen kaldırabilirler.Disiplin cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabilir.” Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 22/5/2013 tarih, 2009/63 Esas ve 2013/1998 Karar sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“…Uyuşmazlıkta, davacının, üyesi bulunduğu sendikanın yetkili kurullarınca alınan karara uyarak 11/12/2003 tarihinde 1 gün göreve gelmeme eyleminin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125/C-b maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin tespiti önem taşımaktadır. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinin son fıkrasında; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07/05/2004 - 5170 S.K./mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü yer almıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü”nün düzenlendiği maddesinde; herkesin asayişi bozmayan toplantılar yapmak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahip olduğu, bu hakların kullanılmasının, demokratik toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlandırılabileceği, bu maddenin, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk mensupları veya devletin idare mekanizmasında görevli olanlar hakkında meşru sınırlamalar konmasına engel olmadığı kuralına yer verilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 15/09/2009 tarihli, Kaya ve Seyhan - Türkiye kararında (application no. 30946/04); Eğitim-Sen üyesi öğretmenlere, 11/12/2003 tarihinde KESK’in çağrısına uyarak, parlamentoda tartışılmakta olan kamu yönetimi kanun tasarısını protesto etmek üzere düzenlenen bir günlük ulusal eyleme katılmaları nedeniyle 11/12/2003 tarihinde göreve gelmedikleri için uyarma cezası verilmesinin, her ne kadar bu ceza çok küçük olsa da, sendika üyelerinin çıkarlarını korumak için meşru grev ya da eylem günlerine katılmaktan vazgeçirecek bir nitelik taşıdığı, öğretmenlere verilen disiplin cezasının “acil bir sosyal ihtiyaca” tekâbül etmediği ve bu nedenle “demokratik bir toplumda gerekli” olmadığı sonucuna varmış, bunun sonucu olarak, bu davada, başvuranların AİHS’nin maddesi anlamında gösteri yapma özgürlüğünü etkili bir şekilde kullanma haklarının orantısız olarak çiğnendiği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu durumda, davacının, sendikal faaliyet gereği, 11/12/2003 tarihinde göreve gelmeme eyleminin özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek fiili kapsamında değerlendirilemeyeceği ve sendikal faaliyet kapsamında bir gün göreve gelmemek fiilinin mazeret olarak kabulü gerektiğinden, disiplin suçu teşkil etmeyen eylem nedeniyle davacıya 657 sayılı Kanunun 125/C-b maddesi uyarınca aylıktan kesme cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamıştır.…” | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9662 | Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin Anayasa’nın 10. , 36. , 40. ve 90. maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, mahkeme kararlarının gerekçesiz olması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 25/5/2009 tarihinde ifadesi alınmış, Aydın Cumhuriyet Başsavcılığının 20/6/2009 tarihli iddianamesi ile basit yaralama suçunu işlediği iddiasıyla hakkında kamu davası açılmıştır. Aydın Asliye Ceza Mahkemesinin 19/11/2013 tarihli kararıyla başvurucununadli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"İddia, savunma, katılanların beyanları, tanık beyanları, dosyadaki doktor raporları ve tüm delillere göre ; olay tarihinde meyhaneden çıkan katılan sanıklar U., , E., Ü. ve 'nin Yağcılar içinde yayan yürüdükleri, bu sırada yanlarından katılan sanıklar G. ve 'nin araç ile geçtiği, aracın geçişi esnasında katılan G.'nin diğerlerine yönelik olarak sövdüğü, sövme nedeniyle tartışma çıktığı, E., , , U. ve Ü.nün G.'ye hakaret ettikleri, katılan G.'nin telefon ederek Mehmet Gezginoğlu ve S. B. B.'yi çağırdığı, bu kişilerin kısa bir sürede olay yerine gelerek diğer katılan sanıklara saldırdıkları, katılan sanık G.'nin bijon anahtarı ile U., Ü., E., ve dava harici F.'ye vurduğu, katılan sanık Mehmet Gezginoğlu'nun da E. ve 'yi kovalayıp yakaladığı, U., , Ü., E. ve 'nin kaçtıkları, , S. B. ve G.nin peşlerinden gittiği, evlerinin önüne kadar geldikleri, bu sırada gürültüyü duyup dışarı çıkan O. A.'nın elindeki çakı bıçağı ile S., B., ve G.ye vurduğu, nin hayati tehlike geçirecek şekilde yaraladığı anlaşıldığından, katılan sanıklar U., , Ü. ve E. ile katılan sanıklar G. ve H.nin birbirlerine karşı hakaret suçlarından dolayı cezalandırılması için kamu davası açılmış ise de karşılıklı olarak suç işleyen sanıklar hakkında ceza verilmesine yer olmadığına, sanıklar U., , Ü. ve E. ile katılan sanıklar G. ve H.'ye karşı kasten yaralama suçundan cezalandırılmalarına, şikayetten vazgeçme bulunmaması ve sanıkların kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmiş, katılan sanık G. nin, katılan sanık K.ye karşı basit yaralama suçundan açılan kamu davasının şikayetten vazgeçme sebebiyle düşürülmesine karar verilmiştir." Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 29/3/2016 tarihli kararıyla onanmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4679 | Başvuru, mahkeme kararlarının gerekçesiz olması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedenleriyle aile hayatına saygı hakkı ve kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, idari gözetim kararına itiraz kabul edildiği hâlde lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle de adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Bölümler tarafından bir kısım başvurucu hakkında sınır dışı etme işlemlerinin geçici olarak (tedbiren) durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Muhtelif ülkelerin vatandaşı olan başvurucular hakkında farklı tarihlerde 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesi kapsamında ilgili valilikler tarafından sınır dışı etme kararı tesis edilmiş, ayrıca başvurucuların bir kısmı idari gözetim altına alınarak geri gönderme merkezlerine konulmuştur. Başvurucuların bir kısmı sınır dışı etme işleminin iptali amacıyla ilgili idare mahkemelerinde iptal davası açmış fakat davaları ret ile sonuçlanmıştır. Başvurucuların diğer kısmı ise 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (676 sayılı KHK) ile 6458 sayılı Kanun'da yapılan değişiklik sonrasında sınır dışı etme işlemi yönünden etkili bir iç hukuk yolu bulunmadığını belirterek değişik tarihlerde doğrudan bireysel başvuruda bulunmuştur. Sınır dışı edilmeleri hâlinde yaşam haklarının ihlal edileceğini, kötü muameleye maruz kalabileceklerini ileri süren başvurucuların iddialarının araştırılması sürecinde geri gönderilmelerine ilişkin riskin ortadan kaldırılabilmesi amacıyla Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı etme işleminin durdurulması yönünde Anayasa Mahkemesince tedbir kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi -özellikle 676 sayılı KHK değişikliği sonrasında- tedbir taleplerini değerlendirirken ihlal iddialarının konusu oluşturan hakların mutlak nitelikte olduğunu gözönünde bulundurarak kabul edilebilirlik kriterlerini katı şekilde uygulamamış, bunun yanında başvurucuların sunduğu bilgi ve belgelerin yetersizliğini -esnek bir bakışla- görmezden gelmeye çalışmıştır. Sınır dışı etme işlemlerine karşı iç hukukta etkili bir başvuru mekanizması bulunmadığı ve bu durumun mevzuattan kaynaklandığı sonucuna ulaştığı Y.T. ([GK], B. No: 2016/22418, 30/5/2016) kararı sonrasında 6/12/2019 tarihli ve 7196 sayılı Kanun'un maddesiyle 6458 sayılı Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrasında bazı değişiklikler yapılmıştır (Y.T., §§ 73-76). Söz konusu kanun değişikliğiyle birlikte bir kısım gerekçelerle (6458 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b), (d) ve (k) bentleri uyarınca) tesis edilen sınır dışı etme işlemleri hakkında idare mahkemesinde iptal davası açmış olmanın işlemi otomatik olarak durdurmayacağı yönündeki istisna kaldırılmıştır. Anayasa Mahkemesi yukarıda belirtilen son yasal değişiklik sonrasında sınır dışı etme ve idari gözetim altına alma işlemlerini konu alan bireysel başvuruları değerlendirirken başvurucuların iddialarına ilişkin risklerin güncelliğini ve haklarında tesis edilen işlemlerin ne durumda olduğunu, hâlihazırda bu işlemlere ilişkin etkili bir yol hâline gelen idare mahkemelerinde açılmış bir davaları olup olmadığını öğrenmek istemiş ve bu amaçla başvuruculardan bilgi ve belge talep etmiştir. Tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde cevap verilmesinin istendiği aksi takdirde başvurunun reddedilebileceği ihtaratını içeren yazıda şu bilgi ve belgeler talep edilmektedir:" Sınır dışı etme işleminin hâlen var olup olmadığı, idari veya adli bir yolla işlemin geri alınıp alınmadığı yahut iptal edilip edilmediği, Başvurucunun fiilen sınır dışı edilip edilmediği veya kendi isteğiyle ülke dışına çıkıp çıkmadığı, ülkede bulunduğu takdirde hâlihazırda nerede ikamet ettiği, Başvurucu fiilen sınır dışı edilmişse; hangi ülkeye gönderildiği, gönderildiği ülkede yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne karşı bir tehlikeyle karşı karşıya kalıp kalmadığı, hâlen yaşamını nerede ve ne şekilde sürdürdüğü, Başvurucunun sınır dışı kararı etme kararına karşı iptal davası açıp açmadığı, bu şekilde bir dava olduğu takdirde davanın akıbetinin ne olduğu (mahkeme adı, dava tarihi ve esas numarası), karar verilmişse bir örneğinin gönderilmesi Başvurucunun ülkesine geri gönderilmesi hâlinde karşılaşacağı riskin güncel olup olmadığı (sebepleri belirtilerek açıklanmak üzere), Başvurucu, idari gözetim altına alınmış ise hangi tarihte idari gözetim altına alındığı, bırakıldığı takdirde ne şekilde (idari bir kararla veya adli merciler tarafından bırakıldığı hususu) ve hangi tarihte salıverildiği" Başvurucuların bir kısmı usulüne uygun şekilde yapılmış tebligatlara rağmen ne Anayasa Mahkemesine cevap vermiş ne de cevap verilmemesinin nedenine ilişkin bir açıklama yapmıştır. Başvurucuların diğer kısmı ise istenen bilgi ve belgeleri eksik şekilde ikmal etmiş, bunun yanında neden tamamına ilişkin cevap verilmediğini ya yeterli bir gerekçeyle açıklamamış ya da bu hususa hiç değinmemiştir. A. 676 sayılı KHK'dan Sonraki Mevzuat 6458 sayılı Kanun’un 1/2/2018 tarihli ve 7070 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesiyle değişik “Sınır dışı etme kararı” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde ‘54 üncü maddenin birinci fıkrasının (b), (d) ve (k) bentleri ile ikinci fıkrası kapsamındakiler hariç’ yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez.”B. 7196 Sayılı Kanun Değişikliğinden Sonraki Mevzuat 6458 sayılı Kanun’un 7196 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik “Sınır dışı etme kararı” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/20451 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedenleriyle aile hayatına saygı hakkı ve kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, idari gözetim kararına itiraz kabul edildiği hâlde lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle de adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, aynı ceza infaz kurumunda bulunan eşlerin birbirleriyle yeterli şekilde iletişim kuramamaları nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçları kapsamında yürütülen soruşturma sürecinde Bilecik Sulh Ceza Hâkimliğinin 1/9/2016 tarihli kararıyla tutuklanmıştır. Başvurucunun eşinin ise Bilecik Ağır Ceza Mahkemesinin 30/11/2017 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne yardım etme suçundan mahkûmiyetine karar verilmiştir. Anılan karara yapılan itiraz Bursa Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 19/3/2018 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun eşi, hükümlü olarak Kayseri Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna 6/8/2018 tarihinde yerleştirilmiştir. Bu sırada başka bir ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucu, aile birleştirmesi talebi kabul edilerek Kayseri 2 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) 11/10/2018 tarihinde nakledilmiştir. Başvurucu 11/11/2020, eşi ise 24/4/2019 tarihinde tahliye olmuştur. Başvurucu 15/10/2018 tarihinde İnfaz Kurumuna başvurmuş ve eşi A.G. ile kurum içi görüşme yapma talebinde bulunmuştur. Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulunun (Kurul) 15/10/2018 tarihli kararıyla başvurucunun talebi reddedilmiştir. Kararda; başvurucu ve eşinin Ceza İnfaz Kurumunda bulunmalarının her ikisi açısından açık ve kapalı ziyaret yapma durumunu olanaksız kıldığı, mevzuatta bu şekilde görüş yapılabileceğine dair herhangi bir düzenleme bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun Kurul kararının kaldırılması talebiyle yaptığı şikâyet başvurusu Kayseri İnfaz Hâkimliğinin (İnfaz Hâkimliği) 24/10/2018 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, Kurul kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı itiraz Kayseri Ağır Ceza Mahkemesinin 7/11/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararda İnfaz Hâkimliği kararının yerinde olduğu vurgulanmıştır. Nihai karar 13/11/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi tarafından talep edilmesi üzerine İnfaz Kurumu tarafından başvurucu ile eşinin telefonla ve yüz yüze görüşmelerine ilişkin listeler gönderilmiştir. Buna göre başvuru tarihinden sonra başvurucu ile eşinin 25/1/2019, 22/2/2019, 8/3/2019 ve 12/4/2019 tarihlerinde görüştürüldükleri anlaşılmıştır. Başvurucu ise 8/4/2019 tarihli ek beyan dilekçesinde bireysel başvuru tarihinden sonra aylık olarak eşiyle kapalı görüş şeklinde görüşmesine imkân sağlandığını, sadece bir defa açık görüş yapabildiğini belirtmiştir. İlgili hukuk için bkz. Murat Aydın, B. No: 2016/58533, 3/7/2019, §§ 19- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34176 | Başvuru, aynı ceza infaz kurumunda bulunan eşlerin birbirleriyle yeterli şekilde iletişim kuramamaları nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutukluluğun uzun bir süredir devam ettiği gerekçesiyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/12/2013 tarihinde Küçükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun, içtihadın oluştuğu alana ilişkin olması nedeniyle Bakanlık cevabı beklenilmeden incelenmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, suç işlemek için kurulan örgüte üye olma ve örgüt faaliyeti çerçevesinde yağma suçlarını işlediği iddiasıyla 19/10/2006 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 22/10/2006 tarihinde tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 7/10/2009 tarihli ve E.2007/69 sayılı iddianamesiyle başvurucu hakkında, haksız ekonomik çıkar sağlama amacıyla kurulan silahlı suç örgütüne üye olma, bu örgütün amacı doğrultusunda nitelikli yağma suçunu işleme, kişiyi özgürlüğünden yoksun bırakma, kredi kartını kötüye kullanma, nitelikli yaralama, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’a muhalefet suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Bu dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/116 sayılı dosyasında görülmeye başlanmıştır. Başvurucu yargılama devam ederken 3/11/2011 tarihinde tahliye edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 30/4/2012 tarihli ve E.2007/116, K.2012/67 sayılı kararıyla başvurucunun; kredi kartının kötüye kullanılması suçundan beraatine, özgürlükten yoksun bırakma suçundan (8 kez) 3 yıl 4 ay hapis, nitelikli yağma suçundan (15 kez) 10 yıl hapis, (4 kez ) 9 yıl 2 ay hapis, kasten yaralama suçundan 11 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutuklanmasına karar vermiştir. Duruşmada hazır bulunan başvurucu tutuklanarak cezaevine gönderilmiştir Başvurucu hükümle birlikte verilen tutuklama kararına 2/5/2012 tarihinde itiraz etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 22/5/2012 tarihli ve 2012/119 Değişik İş sayılı kararıyla itirazın reddine karar vermiştir. Bu kararın başvurucuya ne zaman tebliğ edildiği tespit edilememiştir. Başvurucu 19/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkında verilen hüküm Yargıtay Ceza Dairesinin 29/9/2015 tarihli ve E.2015/332, K.2015/43169 sayılı ilamıyla kısmen bozulmuş, kısmen onanmıştır. Bozma kararı üzerine dava daha sonra yetkisizlikle Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Yargılama Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/415 sayılı dosyasında devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası, maddesi, maddesinin (1) numaralı fıkrası, maddesinin (1) numaralı fıkrası, 6136 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. …(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9380 | Başvuru, tutukluluğun uzun bir süredir devam ettiği gerekçesiyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; Cumhuriyet savcısı olarak görev yapan başvurucu hakkında darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak yürütülen soruşturmada uygulanan gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, hukuka aykırı olarak verilen arama ve el koyma kararları nedeniyle mülkiyet hakkının, soruşturma aşamasındaki hukuksuz işlemler nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl süresi 19/7/2018 tarihinde yeniden uzatılmayarak son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Bakanlık verilerine göre yüz altmıştan fazla Yüksek Mahkeme (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay) üyesi hakkında tutuklama tedbiri uygulanmış, bunlardan bir kısmı sonradan tahliye edilmiştir. Soruşturma ve/veya kovuşturma mercilerince kaçak oldukları değerlendirilen yaklaşık otuz Yüksek Mahkeme üyesi hakkında ise yakalama emri çıkarılmıştır. Türk yargı organları yakın dönemde verdikleri birçok kararda FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmişlerdir. Bu kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihinde (E.2017/MD-956, K.2017/370) ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarda (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varmışlardır. FETÖ/PDY'nin (genel özelliklerine ilişkin olarak bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26) yargı kurumlarındaki örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak soruşturma ve kovuşturma belgeleri ile tedbir/disiplin kararlarında yer alan, başta haklarında soruşturma yürütülen yargı mensuplarının beyanları olmak üzere maddi olgulara dayalı bulunan iddia ve tespitler Selçuk Özdemir kararında geniş olarak açıklanmıştır (Selçuk Özdemir, § 22).B. Başvurucuya İlişkin Süreç Darbe teşebbüsünden sonra başvurucu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ağır cezalık suçüstü hâli bulunduğu değerlendirilerek FETÖ/PDY hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta olan başvurucu, Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan yürütülen bir soruşturma kapsamında 11/8/2016 tarihinde Bursa İl Emniyet Müdürlüğünce gözaltına alınmıştır. Başvurucu 12/8/2016 tarihinde Bursa Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Başvurucu müdafii, müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı 12/8/2016 tarihinde tutuklanması istemiyle başvurucuyu Bursa Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Bursa Sulh Ceza Hâkimliğinde 12/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucunun sorgu sırasındaki ifadesi şöyledir:"Görev yaptığım dönem boyunca meslek onurumla bağdaşmayan hiç bir hareket içerisinde bulunmadım, her zaman mensubiyetime uygun bir şekilde davrandım. Fetullah terör örgütü yada başka bir terör örgütü, herhangi bir siyasi parti yada oluşumla hiç bir bağlantım olmadığı gibi, evli ve bir kız çocuğu babası olduğum için tek gayem evladımı güzel bir şekilde yetiştirmek ve onu sevgi dolu bir yuvada büyütmektir. Fetullahçı terör örgütüne ait hiç bir okula gitmedim. Ben 2009 yılında FETÖ/PDY terör örgütünün ne kadar hain ve pislik bir örgüt olduğunu anlamış olmalıyım ki N.Ş.ye ait 'Ergenekon Belgelerinde Fetullah GÜLEN ve Cemaat' adlı kitabı okudum ve bu kitap o zamandan bu zamana benim kitaplığımda bulunmaktadır. Bu kitabı okuduğum tarihte ben henüz 21 yaşındaydım. Daha önceki savunmaları ayrıntılı bir şekilde tekrar ederim. Beni nezarethaneye koyduklarında aklıma ilk gelen kızım oldu. Kızımın ismini sayıklayarak uyuyakalmışım. Ben Dönem Hakim-Savcı adaylığı yaptım. O dönemde cemaatin çok güçlü olduğu söyleniyordu ve akademi bitirme sınavında ben 40 puan alarak kaldım. Bütünleme sınavında geçtim. Mensup olduğum iddia edilen terör örgütten zamanında ben mağduriyet yaşamışım. Bu sebeple üzerime atılı suçlamaya hiç bir anlam veremiyorum. Mesleğe girdikten bir yıl sonra evlendim ve maddi sıkıntılarım olduğu için evlilik hazırlıkları amacıyla alınması gereken bir çok şeyi alamadım ve eşim ile birlikte İnegöl'e geldiğimizde yeni baştan bir düzen ve hayat kurmak istiyorduk. Ancak nedensiz bir biçimde göz altına alındım. Eşimin bu sırada bana söylediği şey 'sen olmadan hiç bir şeyin anlamı yok' oldu. Eşime ve çocuğuma kavuşmak istiyorum. Tutuklanmam için ortada bir delil bulunmamaktadır. Evimde bulunan herhangi bir CD bulunmamaktadır. Aksine hakkımda adli kontrol verilmesini kuvvetlendirecek evimde bulunan ve N.Ş.ye ait ismini zikrettiğim kitap da bulunmaktadır. Benim eşim İnegöl Devlet Hastanesinde hemşiredir, bir kızım bulunmaktadır. Darbe girişimi olduğu gece saat 20:30 civarında Ankara'da Yargıtay Tetkik Hakimi olan ve adları FETÖ terör örgütü ile anılmayan A.R. ve İ.A. isimli Tetkik Hakimi arkadaşlarımın düğünlerindeydim. Saat 00 civarı Aşti'den İstanbul'a gelmek üzere yola çıktım. Facebook hesabımda henüz darbenin akıbeti belli değilken 'Darbe girişimi ne olursa olsun hukuksuzluktur, hainliktir' diye durum bildiriminde bulundum ve hatta saat 00 civarında eniştemle beraber darbe girişimini protesto amacıyla Pendik'te meydana çıktık. Benim bu terör örgütü ile uzak yakın hiçbir ilgim yoktur. Ben dünya görüşü ve yaşam tarzı olarak kesinlikle FETÖ terör örgütü ile bağlantılı bir anlayışa sahip değilim. HSYK'nın listesini tek başına delil olarak kabul etmeniz benim için ağır sonuçlar oluşturacaktır. Bu sebeple hakkımda adli kontrolü düşünün. Kaçma şüphem yoktur. Bu sebeple tutuksuz soruşturulmak üzere serbest bırakılmayı talep ediyorum. Hakimliğiniz aksi kanaatteyse adli kontrol hükümlerinin uygulanmasını talep ediyorum." Sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"... Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu Dairesinin 10/8/2016 tarihli görüşme tutanağı ve tüm hazırlık dosya kapsamı dikkate alındığında şüphelilerin üzerilerine atılı eylemi fikir ve eylem birliği içerisinde işledikleri değerlendirilmekle ... CMK'nın 100/ maddesi uyarınca kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu,... Silahlı terör örgütüne üye olma suçunun CMK'nın 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin yasal anlamda var sayıldığı, ayrıca bunun yanında dosya içinde bulunan unsurlar itibariyle soruşturmanın aşaması gözetildiğinde şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, mağdur üzerinde baskı yapma girişiminde bulunabileceğinden CMK'nın 100/ maddesindeki tutuklama nedenin bulunduğu,... üzerine atılı eylem itibariyle bu aşamada toplanan delillere göre suç vasfına ve eylemin haksızlık-hukuka aykırılık boyutu nazara alındığında, bu niteligi itibariyle kamu davasına konu edilip kesinleşmiş hükümle sübut bulması halinde kişi ve toplum için yaratmış olacağı tehlikenin büyüklüğü, soruşturma konusu eylem için yasada öngörülen hapis cezasının miktarı gözetildiğinde, ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yüklenen suçun işlendiğine dair kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması ve kişinin adaletin işleyişine müdahale etme riski olan hallerde tutukluluk tedbirinin uygulanabileceğine ilişkin yerleşik karar ve gerekçelerine göre de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin belirttiği tutuklama tedbirine ilişkin kriter ve ölçütlerin mevcut olduğu, bu itibarla soruşturma konusu suçun niteliği ve kamu davası açılması halinde şüphelilerin maruz kalacağı ceza tehdidinin büyüklüğü dikkate alındığında tutuklama tedbirine nazaran CMK'nın 109/3 maddesinde sayılan tedbirlerin hiçbirinin soruşturmanın selametini sağlamak, delil karartılmasını engellemek ve kaçma şüphesini ortadan kaldırmak için yeterli olamayacağı ve tutuklama tedbirinin bu aşamada ölçülü olduğu kanaatine vanlmakla; ... somut olayda tutuklama tedbirinin uygulanması bakımından yasal düzenleme dışında üst normlara da aykırılık bulunmadığı ve tutuklama şartlarının tüm unsurlarıyla gerçekleştiği kabul edilerek; CMK 100 maddeleri gereğince TUTUKLANMASINA ... [karar verildi.]" Başvurucu ve müdafii 15-16/8/2016 tarihlerinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Bursa Sulh Ceza Hâkimliğince 16/8/2016 tarihinde "... Şüphelinin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, .. terör örgütüne üye olma suçunun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, tutuklamanın genel ilkelerini belirleyen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5-6 maddeleri, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 19 maddesi ve Anayasa Mahkemesi'nin2/7/2013 tarihli 2012/1137 sayılı kararı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin süreklilik arz eden yerleşik içtihatları birlikte değerlendirildiğinde, CMK 100 ve devamı maddelerindeki tutuklama koşullarının oluştuğu, tutuklamanın şüphelilere isnat olunan suçun kanunda öngörülmüş cezasının miktarına ve niteliğine göre tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, şüphelilerin salıverilmesi halinde adaletin işleyişine zarar verecek faaliyetlerde bulunma tehlikesinin varlığı (bkz. Wemhoff - Almanya, 27 Haziran 1968 tarihli karar, prg. 14), başka suçlar işleme tehlikesinin varlığı (bkz. Matznetter - Avusturya, 10 Kasım 1969 tarihli karar, prg. 9) ya da kamu düzeninin bozulması tehlikesinin varlığı (bkz. Letellier - Fransa, 26 Haziran 1991 tarihli karar), ... hususunda oluşan kanaate göre şüphelinin 'Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma' suçundan CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince tutuklama gerekçelerinin yerinde olduğu ve kararda bir isabetsizlik bulunmadığı ..." gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucu hakkında yürüttüğü soruşturmada yetkisizlik kararı vererek dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 13/1/2017 tarihli kararıyla başvurucu hakkında yürüttüğü soruşturmada yetkisizlik kararı vererek dosyayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 18/5/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. İddianamede ilk olarak FETÖ/PDY'nin kuruluşuna ve tarihçesine, hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına ve hangi tür hukuka aykırı eylemlerde bulunduğuna değinilmiştir. Devamında ise başvurucu yönünden değerlendirmeler yapılmıştır. İddianamede, başvurucunun gerek organik olarak gerekse örgütsel nitelikli eylemleri bakımından FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. Bu suçlamalara esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:i. FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle T. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Dairesinin 10/8/2016 tarihli ve 2016/9 tedbir ve 2016/357 sayılı, T. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunun 31/8/2016 tarihli ve 2016/428 sayılı kararı ile içerikleri,ii. FETÖ/PDY üyesi olan hâkim/savcılara yönelik adaylık dâhil tüm süreçlerde dil eğitimi, master-doktora öğrenimi, yurt dışı gezileri, mesleki ve kişisel bilgi ve görgüyü artırmaya yönelik yurt içi ve yurt dışı programları düzenlemek suretiyle örgüt üyesi hâkim ve savcıların emsallerine nazaran daha donanımlı hâle getirildiğine, örgüt mensubu bazı hâkim ve Cumhuriyet savcılarının da hak etmedikleri hâlde yurt içi ve yurt dışı yüksek lisans ve doktora programlarına mevzuat hükümlerine riayet edilmeksizin yerleştirildiklerine ve bu kişilerin emsallerine nazaran üniversitelerdeki akademisyen üyeleri vasıtasıyla söz konusu programları daha kısa sürede bitirmelerinin sağlandığına, bu kapsamda başvurucunun da Polis Akademisi Başkanlığı Güvenlik Bilimleri Enstitüsünde yüksek lisans eğitimine katıldığına yönelik tespitler,iii. FETÖ/PDY tarafından üyelerine hâkimlik ve savcılık sınavlarına girmeleri konusunda telkinlerde bulunulduğu hatta mensuplarının sırf hâkimlik ve savcılık sınavlarına hazırlanmaları için hukuk fakültesi mezunları arasından çalışma evleri oluşturulduğu, ışık evleri, dershaneler ve okullar vasıtası ile mahrem görev kapsamında büyük önem atfedilen hâkim ve savcılık mesleğine örgüt mensuplarının yerleştirilmesi amacıyla sınav sorularının yasal olmayan yollarla temin edilip sınavdan birkaç gün önce abiler/ablalar tarafından cevapları işaretlenmiş kitapçıklar hâlinde öğrencilere gösterilerek öğrencilerin bunları ezberlemelerinin ve bu şekilde sınavda başarılı olmalarının sağlandığı, mensupları olan öğrencilere hâkimlik ve savcılık sınavını kazanmaları hâlinde örgütün yargı içindeki bürokrat ve üst düzey yöneticileri tarafından referans olunacağının söylendiği, mülakatı geçip staja başlayan hâkim ve savcı adaylarının Adalet Akademisi ve staj döneminde de yine örgüt tarafından koordine edildiği, kendilerinden olan hâkim ve savcı adaylarının deşifre olmasını engellemek amacıyla örgütle irtibatlarını gizlilik içinde ve silahlı örgüt liderinin tedbir kurallarına uygun şekilde sürdürecekleri evlerde kalmalarının tavsiye edildiği, adayların beşer kişilik kapalı gruplar hâlinde ve örgüt tarafından finanse edilen evlerde kalmalarının sağlandığı, iki evin irtibat hâlinde olmasının istendiği, bu evlere murakıp adı verilen örgüt mensubu kişilerin gönderilerek evde kalan öğrencilerden bilgi alınmasının ve tavsiyelerde bulunulmasının sağlandığı, bu kapsamda A.nın beyanında da belirttiği gibi şüphelinin üniversite eğitimi sırasında FETÖ/PDY'ye ait evlerde kaldığı ve örgütün toplantılarına katıldığı yönündeki tespitler,iv. Örgütün Türkiye Adalet Akademisi stajında hâkim ve savcı adaylarını staj dönemlerine göre ayırdığı, bazı hâkim ve savcı adaylarına Türkiye Adalet Akademisi yurdunda kalmaları tavsiye edilerek bu kişilerden örgüt lehine ya da aleyhine konuşan aday arkadaşlarının bildirilmesinin istendiği, her dönemin sorumlu abisinin/ablasının bulunduğu, evlere gönderilen örgüt mensubu murakıpların hâkim ve savcı adaylarına gerektiğinde oruç tutmama, oruç tutsa dahi elinde su şişesiyle gezme, cuma namazına gitmeme, kokteyl ve resepsiyonlarda içki içme, örgüt dışından başka bayanlarla evlenmeme yönünde telkinde bulundukları, örgüt mensubu hâkim ve savcıların T1, T2, T3, T4, T5 ve A1 şeklinde kategorize edilerek taşra ve devre yapılanmasının oluşturulduğu, nitekim ifadelerine yer verilen gizli tanık A. ve H.K.nın beyanlarından da anlaşılacağı üzere başvurucunun FETÖ/PDY'ye ait evlerde kaldığı yönündeki tespitler,v. Örgütün yapısı, faaliyetleri ve içinde bulunduğu bir kısım hâkim/savcıların beyanlarından başvurucunun örgüt üyesi olduğunu gösterir eylem ve davranışlarıyla ilgili tespitler. İddianamede başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin olarak haklarında yapılan soruşturmalarda şüpheli ve tanık sıfatlarıyla alınan beyanların ilgili kısımları şöyledir:- Gizli Tanık A. ifadesinde; "... Ankara'da staj yapmaya karar vermiştim. Bu sırada beni Ş.A. ile tanıştırdılar. Bu şahıs yaşça bizden büyüktür. Halen hakim olduğunu biliyorum. Mülakatlar açıklandıktan sonra Ş.A. hangi evde, kimlerle kalacağımızı belirliyordu. Ben Ö.Ü. ile daha önce kaldığımı belirtip yine onunla birlikte kalmak istedim. Ş.A. benim bu isteğimi yerine getirip ben, Ö.Ü. ve Ö. ile birlikte Kolejde bulunan bir eve gönderildik. Bu evi bizden önce kiraladığını biliyorum. Ş.A. bu dönemde Kolej semtinde oturanların abisi konumunda idi. Üç arkadaşla birlikte kalmaya başladık. Bizim evin abisi konumunda ise halen hakim olduğunu bildiğim İ.A.'dır. ... Ş. ve İ. sürekli olarak bize dışarıda temkinli davranın, evde kaldığınız arkadaşların isimlerini diğer şahıslara vermeyin, eve misafir getirmeyin, hatta cumalara mümkünse gitmeyin derdi. Ben cumalara gidiyordum. Ancak diğer arkadaşlarımdan gizli olarak giderdim. Sürekli gittiğim de söylenmez. İ.A. staja başladıktan sonra ilk maaşın cemaate verilmesi gerektiğini belirtti. Ancak ben, ailem benim maaşımı bekliyor, ben tüm maaşımı veremem dedim. Ancak benden de evlenene kadar her ay maaşımın %15'i cemaate istenmiştir. Ben de vermişimdir. ... Kolej semtinde bizim gibi cemaat evlerinde kalan hakim stajyerlerini biliyorum. Bu evlerden de Ş.A.’nın sorumlu olduğunu biliyorum.....Kolej semtinde oturan ve cemaat evlerinde kalan diğer arkadaşlar ise , E.Ö., Uğur Gürses'tir. Bunlar da ayrı bir evde otururlardı. İsmini belirttiğim şahıslar bilahare hakim ve savcı olarak görev yaptıklarını biliyorum. Bu şahısların 17 -25 Aralık’tan sonra cemaat ile ilişkilerini ne seviyede olduklarını bilemiyorum...." şeklinde beyanda bulunmuştur. - Gizli Tanık ifadesinde; "... Ülkemizde meydana gelen darbeye teşebbüs sonrasında bu gün FETÖ/PDY terör örgütü üyesi olduğunu düşündüğüm bir isim hakkında Cumhuriyet Başsavcılığınıza bilgi vermek amaçlı geldim. İsmini vermek istediğim kişi S.’dir. Bu kişi Siverek Açık Ceza İnfaz Kurumunda İnfaz Koruma Memuru olarak halen görev yapmaktadır. Darbe teşebbüsünden bir kaç gün sonra tam tarihini hatırlayamadığım bir günde, bu kişinin yürütülen soruşturmalar ile ilgili 'ben Siverek'de görev yapan savcı Uğur Gürses'i tanıyorum. Bu kişi ile yakın ilişki içerisindeyiz. Hatta ben Uğur savcıya İngilizce ders verdim, İngilizcem iyi olduğu için kendisi ile dışarıda görüşürüz, yemek de yeriz. Uğur savcı Akdeniz Üniversitesine yatay geçişime yardımcı olacaktı. Uğur savcı Facebook’ta da arkadaş listemdedir, bu savcının ihraç edildiğini öğrendim. Korkum o dur ki beni de gözaltına alabilirler' şeklinde ifadelerde bulunmuştur. S. içine kapanık biridir. Çevresinde pek arkadaş yoktur. Kimse ile de arkadaşlık yapmaz. Hatırladığım kadarı ile savcı Uğur Gürses darbe teşebbüsünden önce tayin ile başka bir yere gitmişti. Ben yukarıda kendisinden duyduğum ifadeler sonrasında onun FETÖ/PDY terör örgütü üyesi olabileceğini düşündüm ve bunu Cumhuriyet Başsavcılığına bildirme gereği duydum......" şeklinde beyanda bulunmuştur. - H.K. ifadesinde; "... 20/12/2008 tarihinde ve 25/4/2009 tarihinde yapılan hakimlik savcılık yazılı sınavı sonucu hakimlik savcılık stajına başlayan ve 20 Aralık ve 25 Nisan Dönemi olarak tabir edilen dönemde FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olan şahıslar; K., İ.A., O.K,, Ş.A., R., İ.A., Y.B., H.Ö., Uğur Gürses, E.B. isimli şahıslardır. Hatta bu staj dönemi sonunda hazırlanan yıllık albüm ve balo kurulunu kazananların tamamı o dönem cemaattendi..." şeklinde beyanda bulunmuştur. -A. ifadesinde; "... Ankara ilinde çalışma evleri olduğunu söyleyerek beni Ankara'ya yönlendirdiler. ... 2008 yazında Ankara iline gittiğimde Ankara ilinde beni B.Ö. (hatırladığım kadarıyla o dönemde idari yargı hakim adayı olan, sonrasında mesleğe girdiğini bildiğim, hatta en son Gaziantep Vergi Mahkemesine atanmıştı, ihraç olup olmadığını bilmiyorum) beni karşıladı. Dikmen Caddesinde bulunan bir eve götürdü. O evde ismini A. (o dönemde adli yargı hakim savcı adayı olduğunu bildiğim) olarak bildiğim şahıs bulunuyordu. Bu şahıs bize hangi kaynaklardan ders çalışacağımızı söyledi, ayrıca gürültü yapmayın, ev dışarıdan bilinmesin şeklinde konuştu. Bu şahıs bize o dönemde sınavlara hazırlık kitabı olan Justice isimli kitaba çalışmamızı önerdi. Söz konusu evde ben, B. (İdari yargı hakimi, ihraç oldu.), (Adli yargı hakimi, ihraç oldu.), Y. (Adli yargı sınavını kazandığını duydum, ancak meslekte olup olmadığını bilmiyorum.), Uğur Gürses (Siverek savcısı olarak görev yaptığı dönemde ihraç oldu), bir de İ. isimli soyadını hatırlamadığım bir kişi vardı, ancak o sınavı kazanamayınca ayrıldı. Evin abisi B.Ö. idi. Bildiğim kadarıyla A. isimli şahıs onun üzeriydi. Evde kaldığımız sürece cüzi bir miktar gider ödedim. Bu parayı hatırladığım kadarıyla kimse toplamıyordu. Doğalgaz faturası, erzak alımı gibi giderleri karşılıyorduk. Eve kira ödemedim. ... Bu evde kaldığımız süre boyunca 2008 yılı adli ve idari hakimlik savcılık sınavlarına girdik. Burada şunu belirtmek isterim ki bu sınavlara girerken kimse bize soru vermedi. Günde 10 saate yakın ders çalıştık. Evde kaldığımız süre boyunca B.Ö. bir iki kez bize deneme sınavı getirip çözdürmüştü. Ancak deneme sınavındaki sorular ile sınavda çıkan sorular aynı değildi. Zaten o dönemde bizim evden idari yargı sınavını ben ve B. kazandık. Adli yargı sınavını ise ile Uğur Gürses kazandı. Yine evde bulunanlardan Y.nin ise 2009 yılında yapılan sınavı kazandığını duydum. ...” şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"... Şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapılanması içerisinde bilerek ve isteyerek yer aldığı, yukarıda açıklandığı üzere bütün halindeki ve süreklilik arz eden eylemleri ile FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün üyesi olduğu anlaşılmıştır." İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 2/6/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/180 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamış, aynı tarihte yapılan tensip incelemesi ile "... üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, arama tutanakları ve ekleri vs. deliller kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması, sanığın üzerine atılı suçun tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı, CMK 100/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suç oluşu, sanığa isnat edilen suçun kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, Anayasının maddesindeki hukuki düzenleme de değerlendirildiğinde sanığın eyleminin subüta ermesi halinde sanığa verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olması, sanık üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 7/9/2017 tarihinde yapılan ilk duruşmada yetkisizlik kararı verilerek dosyanın Bursa Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine ve başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Bursa Ağır Ceza Mahkemesince yapılan tensip incelemesi ile birlikte 23/10/2017 tarihinde karşı yetkisizlik kararı verilerek dosyanın yetkili ve görevli mahkemenin belirlenmesi için Yargıtay Ceza Dairesi Başkanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 25/12/2017 tarihli kararıyla İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 7/9/2017 tarihli yetkisizlik kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Yargılamaya İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2018/14 sayılı dosyası üzerinden devam edilmiş ve başvurucunun 19/1/2018 tarihli tensip incelemesiyle tahliyesine karar verilmiştir. Devam eden yargılamada Mahkemece 12/6/2019 tarihli duruşmada başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın ilgi kısmı şöyledir:" ... ... Gizli Tanık A. ve H.K.nın da belirttiği gibi sanığın da hakim savcı adaylığı stajı süresince nihai amacı devleti ele geçirmek olan FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne ait evlerde kaldığını beyan ettikleri, tanık Ö.'nin de aynı şekilde staj döneminde sanık ile beraber örgüte ait aynı evde kaldıkları beyan ettiği anlaşılmakla sanığın FETÖ/PDY oluşumunun hedef ve çıkarları doğrultusunda örgüt üyesi olarak faaliyet gösterdiği, dosya kapsamına göre FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğu, örgütle güncel bağını devam ettirdiği ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk ettiği, sanığın örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girdiği, örgütle organik bağ kurup örgütsel davranışlarda bulunduğu ve örgüt üyesi sıfatına haiz olduğu sonuç ve kanaatine varılarak ..." Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Salih Sönmez (B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 33-56) başvurusu hakkında verilen karar. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/16201 | Başvuru, Cumhuriyet savcısı olarak görev yapan başvurucu hakkında darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak yürütülen soruşturmada uygulanan gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, hukuka aykırı olarak verilen arama ve el koyma kararları nedeniyle mülkiyet hakkının, soruşturma aşamasındaki hukuksuz işlemler nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari para cezasına yönelik beyanın tespiti için yazılan talimat sonucunun beklenmemesi, mevzuattaki değişiklik uyarınca dosyanın görevli asliye ceza mahkemesine gönderilmemesi ve deliller toplanmadan itirazın reddine karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Elbistan Bölge Trafik Denetleme İstasyon Amirliğince düzenlenen ve 28/6/2013 tarihinde hız sınırının aşıldığı gerekçesiyle 166 TL idari para cezasına ilişkin tutanak 26/9/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu hız sınırının ihlal edildiğinin ileri sürüldüğü tarihte Elbistan ilçesinde bulunmadığını, ceza tutanağının sehven düzenlenmiş olabileceğini ve ayrıca ihlalin yapıldığı tarihe göre ceza zamanaşımının geçmiş olduğunu belirterek trafik idari para cezasının iptali istemiyle (kapatılan) Elbistan Sulh Ceza Mahkemesine başvurmuştur. Elbistan Sulh Ceza Hâkimliği, 5/9/2014 tarihli ve 2014/51 Değişik İş sayılı kararıyla "...zamanaşımın dolmadığı, ayrıca itiraz edenin söz konusu araç ile hiç Elbistan'a gelmediğine dair soyut iddiası karşısında, idari yaptırım karar tutanağındaki araç bilgileri ile idari işlem dosyasında belirtilen araç bilgilerinin aynı olduğunun görüldüğü , dolayısıyla itiraz edenin iddiasını doğrular dosyada somut bir delil bulunmadığı böylece itiraza konu idari yaptırım kararının usul ve yasaya uygun olduğu..." gerekçesiyle başvurunun kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu itirazın reddine dair kararı delillerini bildirmek üzere İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine müracaat ettiği 15/9/2014 tarihinde öğrenmiştir. Bu karar başvurucuya 26/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16826 | Başvuru, idari para cezasına yönelik beyanın tespiti için yazılan talimat sonucunun beklenmemesi, mevzuattaki değişiklik uyarınca dosyanın görevli asliye ceza mahkemesine gönderilmemesi ve deliller toplanmadan itirazın reddine karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, 8/1/1997 tarihinde Kozan Kadastro Mahkemesinde açtığı kadastro tespitine itiraz davasının reddedildiğini ve yargılamanın makul sürede yapılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma hakları ile hukuk devleti ve anayasanın üstünlüğü ilkelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlallerin tespiti ile mahkeme kararının iptalini talep etmiştir. Başvuru, 20/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/2/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığı 29/9//2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 8/1/1997 tarihli dilekçeleri ile Kozan Kadastro Mahkemesinde açtığı davalarda, Adana ili Kozan ilçesi Damyeri köyünde bulunan 104 ada 14, 15 ve 17 parsel numaralı taşınmazların kadastro çalışmaları sırasında davalılar adına tescil edildiğini, ancak söz konusu yerlerde tapu kayıtlarına göre kendi hissesinin de bulunduğunu belirtmiş, bu nedenle kadastro tespitlerinin iptali ile taşınmazların adında tescilini talep etmiştir. Yargılamanın ilerleyen safhalarında, Kozan Kadastro Mahkemesinin 31/8/1998 ve 21/9/1998 tarihli kararlarıyla 14 ve 15 parsel numaralı taşınmazlara ilişkin devam eden davaların, 17 parsel numaralı taşınmaza ilişkin aynı Mahkemenin devam etmekte olan E.1998/51 sayılı dava dosyasında birleştirilmesine karar verilmiştir. Kozan Kadastro Mahkemesi 27/9/1999 tarih ve E.1998/51, K.1999/98 sayılı kararı ile davanın reddine hükmetmiş, başvurucu tarafından karara karşı temyiz talebinde bulunulmuş, ancak Yargıtay Hukuk Dairesi 15/12/1999 tarih ve E.1999/5575, K.1999/5695 sayılı ilâmı ve 25/10/2000 tarih ve E.2000/4104, K.2000/4857 sayılı ilâmı ile iki kez eksiklik nedeniyle dosyayı geri çevirmiştir. Eksikliklerin tamamlanmasının ardından yapılan temyiz incelemesi sonunda ise İlk Derece Mahkemesinin kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/4/2001 tarih ve E.2001/749, K.2001/1619 sayılı ilâmı ile esasa ilişkin karar verilebilmesi için yapılması gerekenlere hükmedilerek bozulmuştur. Kozan Kadastro Mahkemesi bozma kararına uymuş, yargılamaya E.2001/173 sayılı dava dosyasında devam etmiştir. Yargılama devam ederken başvurucu, 7/2/2002 tarihli dilekçesi ile Kozan Kadastro Mahkemesinde yeni bir dava açmış, aynı köyde bulunan 104 ada 16 parsel numaralı taşınmazın da kadastro tespitine itiraz ederek, tespitin iptali ile taşınmazın adına tescilini istemiştir. Kozan Kadastro Mahkemesi 10/6/2002 tarih ve E.2002/42, K.2002/58 sayılı kararı ile 16 parsel numaralı taşınmaza ilişkin açılan bu davanın 14, 15 ve 17 parsel numaralı taşınmazların konu olduğu dava ile birleştirilmesine karar vermiş, yargılamaya E.2001/173 sayılı dava dosyasında devam edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/4/2011 tarihli bozma ilâmına uyularak tüm parsellere yönelik yapılan yargılama sonucunda, Kozan Kadastro Mahkemesi, 10/7/2012 tarih ve E.2001/173, K.2012/62 sayılı kararıyla dinlenen tanık beyanları, yapılan keşif ve sonrasında alınan bilirkişi raporları doğrultusunda, ayrıca bunlardan başka yargılama boyunca toplanan başkaca delilleri de değerlendirerek, kadastro tespitlerinin iptali ve başvurucu adına tescilleri istenen 14, 15 ve 17 parsel numaralı taşınmazlarda başvurucunun mülkiyeti bulunmadığından, 16 parsel sayılı taşınmaza yönelikse başvurucunun iddiasını kanıtlayan tam bir bilgiye ulaşılamadığından davanın reddine karar vermiştir. Temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Hukuk Dairesi 18/2/2013 tarih ve E.2012/7668, K.2013/1008 sayılı ilâmı İlk Derece Mahkemesinin kararını onamıştır. Aynı Daireye yapılan karar düzeltme istemi de 31/10/2013 tarih ve E.2013/6113, K.2013/10050 sayılı ilâm ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddine ilişkin ilâm başvurucu tarafından 11/11/2013 tarihinde öğrenilmiştir. Başvurucu, 20/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi (Bkz. B. No: 2012/12, 17/9/2013, §§ 16-22). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8459 | Başvurucu, 8/1/1997 tarihinde Kozan Kadastro Mahkemesinde açtığı kadastro tespitine itiraz davasının reddedildiğini ve yargılamanın makul sürede yapılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma hakları ile hukuk devleti ve anayasanın üstünlüğü ilkelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlallerin tespiti ile mahkeme kararının iptalini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, fotoğrafların gazete haberinde kullanılmasının maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1979 doğumlu olan başvurucu, İstanbul Barosuna kayıtlı bir avukattır. Ulusal yayın yapan Yeni Akit gazetesinde (gazete) yer alan bazı haberlerde başvurucunun kamuoyunda Gezi olayları olarak bilinen eylemler sırasında ters çevrilen bir polis aracı üzerinde sol yumruğunu kaldırarak poz verdiği bir fotoğrafı kullanılmıştır. Başvurucu, anılan haberlerde sosyal medya hesabında sadece takipçilerinin görebileceği bu fotoğrafın gazetede izinsiz olarak kullanıldığı ve haber içerikleriyle kişilik haklarının saldırıya uğradığı gerekçesiyle 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda yer verilen çeşitli suçlardan işlem yapılması istemiyle Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyette bulunmuştur.Savcılık tarafından yapılan soruşturmada şikâyet dilekçesinde işlendiği ileri sürülen bazı suçlar yönünden kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ancak haberleşmenin gizliliğinin basın ve yayın yoluyla yayımlanma suretiyle ihlali ve iftira suçlarından iddianame düzenlenmiştir. İddianame Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesince kabul edilmiş olup başvuru formundaki bilgilere göre bu Mahkemede görülen dava derdesttir. Başvurucu, bir kısım suçlamalar hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı itiraz etmiş ancak bu itirazı Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğince 3/12/2014 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu bu kararı 28/1/2015 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 27/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3692 | Başvuru, fotoğrafların gazete haberinde kullanılmasının maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/26940 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, katıldığı bir toplantıdaki eylemleri nedeniyle terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılan başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca adil yargılanma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamına kalan bazı iddialarda bulunulmuştur. Başvuru 18/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1963 doğumlu olan başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte Şırnak'ın Silopi ilçesinde ikamet etmektedir. PKK terör örgütünün 12 üyesinin Uludere'de çıkan bir çatışmada öldürülmesi üzerine terör örgütü güdümünde yayın yapan www.firatnews.com adlı internet sitesinde 14/5/2011 tarihinde "Şırnak Halk İnisiyatifi'nden Gerilla Cenazeleri İçin Çağrı", "Kürtler Öfkeli: Festivaller İptal Edildi, Yas İlan Edildi", "Halk İnisiyatifi Eyleme Çağırdı", "Botan'da Yarın Hayatı Durdurun", "Şırnak ve İlçelerinde Hayat Durdu", "Kürdistan’da Hayat Duracak" şeklindeki başlıklarla halk "en üst zirvede tepkilerini meydanlara yansıtmaya ve gerillasına sahip çıkmaya, şehit düşen çocuklarını sahiplenmeye, kepenkleri ve kontakları kapatmaya, okulları boykot etmeye ve işe gitmemeye" çağrılmıştır. Söz konusu eylem çağrıları üzerine 15/5/2011 tarihinde Şırnak'ın Silopi ilçesinde sabah saatlerinde yaklaşık 200 kişilik bir grup toplanmış, toplanan grup zafer işaretleri yapıp saygı duruşunda bulunmuş, ardından yapılan konuşma esnasında ve sonrasında grup “İntikam İntikam", "Katil Devlet Hesap Verecek", "Biji Serok Apo", "Şehit Namirin" şeklinde sloganlar atmıştır. Konuşmanın ardından grup beş dakikalık oturma eylemi yapmış, saat 30 sıralarında dağılmış, dağılma esnasında gruptan bazı kişiler güvenlik güçlerine taşlı saldırılarda bulunmuş ve güvenlik güçlerinin müdahalesi sonrasında grup ara sokaklara dağılmıştır. Yine aynı gün saat 00 sıralarında bir kısmının yüzleri kapalı yaklaşık 100-150 kişilik grup, güvenlik güçlerine yönelik yoğun taşlı saldırılarda bulunmuş, yetkililer gruba üç kez dağılmaları gerektiği yönünde uyarıda bulunmuş ancak uyarıya rağmen eylemin son bulmaması ve taşlı saldırıların yoğunlaşması üzerine güvenlik güçleri gösterici gruba müdahale etmiş, yapılan müdahale sonucunda gruptaki kişiler kaçarak dağılmaya başlamış, dağılma esnasında da güvenlik görevlilerine ve araçlarına yönelik taşlı saldırılarına devam etmiştir. Bu şekilde gelişen olaylara başvurucunun da tanınmamak için yüzünü tülbent ile kapatarak katıldığı, güvenlik güçlerine taşlı saldırıda bulunan grup içinde yer aldığı, kendisinin de bizzat güvenlik güçlerine taşlı saldırıda bulunduğu ve güvenlik güçlerinin dağılın uyarılarına rağmen dağılmayıp zorla dağıtılan grup içinde yer aldığı iddialarıyla hakkında Silopi Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturmaya başlanmış; Silopi Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunun ardından terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından 12/10/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Cumhuriyet savcısı 9/5/2012 tarihli iddianamesi ile başvurucunun bazı suçlardan cezalandırılmasını talep etmiş, yargılama Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) yürütülmüştür. 13/12/2012 tarihinde Mahkeme, başvurucunun terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan 6 yıl 3 ay, terör örgütünün propagandasını yapma suçundan 10 ay, görevi yaptırmamak için direnme suçundan 10 ay, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun maddesine muhalefet suçundan 5 ay ve 2911 sayılı Kanun'un maddesine muhalefet suçundan 5 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin hükümle birlikte devamına karar vermiştir. Başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Bu şekilde gelişen olaylara sanığın da tanınmamak için yüzünü yörede tülbent olarak adlandırılan bezle kapatıp gizleyerek ve elinde taş olarak katıldığı, güvenlik güçlerine taşlı saldırıda bulunan grup içerisinde yer aldığı ve kendisinin de bizzat güvenlik güçlerine taşlı saldırıda bulunduğu, güvenlik güçlerinin dağılın uyarılarına rağmen dağılmayıp zorla dağıtılan grup içinde yer aldığı olay tutanağı, tespit tutanağı, mukayese tutanağı, bilirkişi raporu ve bizzat sanığın kabulüyle anlaşılmış olup böylece sanığın yasadışı gösteriye elinde taşla katılıp dağılın uyarısına ve zor kullanılmasına rağmen dağılmayarak 2911 sayılı Kanun'un 32/ ve 33/ maddelerine aykırı davranmak, dağılmamak için güvenlik güçlerine taş atarak güvenlik güçlerine etkin direnmek, gösteride tanınmamak için yüzünü gizleyerek terör örgütünün propagandasını yapmak ve bütün bu eylemleri de yasadışı PKK terör örgütünün çağrı ve talimatlarıyla yaptığından da örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçunu işlediği sabit kabul edilmiştir.Sanık ve müdafii suçlamaları ısrarla reddetmişler, sanık müdafii ayrıca sanığın polise değil, polise taş atan diğer göstericilere taş attığını savunmuşlarsa da; tespit tutanağı, sanığın gösteriler esnasında giyinmiş olduğu oldukça belirgin mavi beyaz renkli entarisinin, sanığın evinde yapılan aramada ele geçmesi, entarinin, olay fotoğraflarındaki sanığın görüntüleriyle yapılan mukayesesi, soruşturma aşamasında Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yaptırılan bilirkişi incelemesi ve dosyaya sunulan bilirkişi raporu, duruşmada sanığa ilişkin olarak yapılan gözlem ve özellikle sanığın taş atan grubun içinde taş attığı yönde güvenlik güçlerine ait araçların da görüntüde çok net olarak yer alması, sanığın yer aldığı olay fotoğraflarının 2012 günü saat 14:00, 14:04, 14:08'de çekilmiş olması, olay tutanağına göre de suça konu eylemlerin, bu saatleri de kapsayacak şekilde saat 11:30 - 17:00 arasında meydana gelmesi karşısında suçtan ve cezadan kurtulmaya dönük aksi yöndeki savunmalara değer verilmeyip sanığın eylemleri sabit görülmüştür. Az yukarda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere sanığın katıldığı yasadışı eylemin örgüt çağrısıyla gerçekleştirilmiş olması, gösterinin PKK terör örgütünün propagandasına dönüşmüş olması gibi fiili durum...Sanığın, hükmün tefhiminden sonra 'biji Serok Apo' şeklindeki sloganı anlaşılan ancak diğerleri anlaşılamayan sloganlar atmış olması nedeniyle pişman olduğuna ve yeniden suç işlemeyeceğine dair kanaate varılmamış olması nedeniyle yasal ve vicdani koşulların oluşmadığı kabul edilip iki yılın altında ceza verilen suçlar yönünden cezalar seçenek yaptırımlara çevrilmemiş, ertelenmemiş veya hükmün açıklanması geri bırakılmamıştır. Sanığa verilen sonuç cezanın süresine, tutuklulukta geçirdiği süreye göre sanığın tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir." Kararın başvurucu tarafından temyiz edilmesi üzerine 6/9/2013 tarihinde Yargıtay Ceza Dairesi (Daire) terör örgütünün propagandasını yapma ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından verilen mahkûmiyet kararlarının onanmasına karar vermiştir. Daire terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçu bakımından ise 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (6) numaralı fıkrasının ikinci cümlesi gereğince makul oranda indirim yapılması gerektiği, 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçları bakımından ise 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun'un geçici maddesi uyarınca bu eylemlerin "mutad ve meşru bir düşünce ve kanaat açıklama yöntemi olduğu" belirtilerek kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesi gerektiği gerekçeleriyle bozma kararı vermiştir. Başvurucu, bozmaya konu hükümler bakımından yargılamanın sona erdiğine ilişkin herhangi bir bilgi veya belge sunmamıştır. Daire kararının terör örgütünün propagandasını yapma suçundan onamaya ilişkin kısmı şöyledir:"Kimliğin gizlenmesi amacıyla yüzün kapatılması şeklinde işlenen silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçu için gereken saik de nazara alındığında; 3713 sayılı Kanunun maddesinin fıkrasına 6459 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle örgüt propagandası ile oluşacak tehlikeyi somutlaştırmak amacıyla getirilen unsurun, aynı fıkranın (a) bendinde düzenlenen suç için öngörülmediği belirlenmekle;Yapılan yargılama sonunda toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın suçlarının sübutu kabul, olay niteliğine ve kovuşturma sonuçlarına uygun şekilde vasıfları tayin edilmiş, cezayı azaltıcı sebebin niteliği takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık müdafiinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükümlerin ONANMASINA..." Başvurucu, karardan 30/1/2014 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiş; 18/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör örgütleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmının olay tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir:"Terör örgütünün propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır... Aşağıdaki fiil ve davranışlar da bu fıkra hükümlerine göre cezalandırılır: a) Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerin gizlenmesi amacıyla yüzün tamamen veya kısmen kapatılması. b) Terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde, örgüte ait amblem ve işaretlerin taşınması, slogan atılması veya ses cihazları ile yayın yapılması ya da terör örgütüne ait amblem ve işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi." 3713 sayılı Kanun'un "Terör örgütleri" kenar başlıklı maddesinin yürürlükte olan son hâlinin ilgili kısmı şöyledir:"(Ek fıkra: 27/3/2015-6638/10 md.) Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerini gizlemek amacıyla yüzünü tamamen veya kısmen kapatanlar üç yıldan beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Bu suçu işleyenlerin cebir ve şiddete başvurmaları ya da her türlü silah, molotof ve benzeri patlayıcı, yakıcı ya da yaralayıcı maddeler bulundurmaları veya kullanmaları hâlinde verilecek cezanın alt sınırı dört yıldan az olamaz." B. Uluslararası Hukuk Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin ilgili uluslararası hukuk kaynaklarının yer aldığı kararlar için bkz. Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, §§ 20-25; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, §§ 25-30 ve Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, §§ 28- | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2134 | Başvuru, katıldığı bir toplantıdaki eylemleri nedeniyle terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılan başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca adil yargılanma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamına kalan bazı iddialarda bulunulmuştur. | 0 |
Başvuru, tutukluluk sürecinde müdafiyle görüşmenin teknik araçlarla kayda alınması ve infaz memurunun görüşmeyi izlemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/9/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyet haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna karar verilmiş, bu şikâyet yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda merkez valisi olarak görev yapan başvurucu hakkında 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, Başsavcılığın talimatıyla 25/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Düzce Sulh Ceza Hâkimliği 30/7/2016 tarihinde başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucunun tutuklama kararına yaptığı itirazı, Bolu Sulh Ceza Hâkimliği 15/8/2016 tarihinde reddetmiştir. Başsavcılık 22/2/2017 tarihli iddianameyle başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) iddianameyi kabul etmiş ve E.2017/97 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 15/6/2017 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiş, başvurucunun anılan karara itirazını Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 4/8/2017 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu anılan kararın 22/8/2017 tarihinde tebliğ edildiğini bildirmiştir. Başvurucu 7/9/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 26/12/2017 tarihinde, başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 6/12/2018 tarihinde başvurucunun istinaf talebini esastan reddetmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz aşamasında derdesttir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/34550 | Başvuru, tutukluluk sürecinde müdafiyle görüşmenin teknik araçlarla kayda alınması ve infaz memurunun görüşmeyi izlemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/30862 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. İşe İade Davasına İlişkin Süreç 1985 doğumlu olan başvurucu, Mevlana Kalkınma Ajansı (Kurum) bünyesinde 23/9/2009 tarihinden itibaren çalışmaya başlamış; 28/7/2016 tarihinde uzman olarak görev yapmakta iken 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) kapsamında başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespiti, işe iadesi ile haksız fesihten kaynaklanan tazminatlarının ödenmesi talebiyle işveren aleyhine 24/8/2016 tarihinde Konya İş Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; feshin usule aykırı olduğunu, somut bir sebebe dayanmadan iş akdinin feshedildiğini, fesih bildiriminde hangi sebebe istinaden sözleşmenin feshedildiği bilgisinin verilmediğini, Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ile alakasının olmadığını ileri sürmüştür. İşveren Kurum, sunduğu cevap dilekçesinde usule ilişkin olarak görev ve dava şartı itirazlarında bulunmuş; esasa ilişkin olarak ise KHK kapsamında sübut derecesinde bir bağın aranmadığını, şüphenin yeterli olduğunu belirterek ilgili kurumlara müzekkere yazılarak araştırma yapılmasını talep etmiştir. Mahkeme 19/1/2017 tarihli kararıyla, silahlı darbe kalkışması sonrasında ilan edilen olağanüstü hâl kapsamında çıkarılan 667 sayılı KHK hükümlerine istinaden yapılan feshin geçerli olduğunu belirterek davanın reddine hükmetmiştir. Başvurucu, Mahkeme kararına karşı istinaf talebinde bulunmuş; derece mahkemesince hiçbir inceleme, araştırma, değerlendirme yapılmadığını, FETÖ/PDY ile herhangi bir bağının olmadığını, örgüte ait dershane, yurt, okul vb. yerlere gitmediğini, buralarda kalmadığını, Bank Asyada hesabının olmadığını, 17/25 Aralık sonrası para yatırmadığını, o dönem için 000-000 TL mevduatı olmasına rağmen bu meblağı başka bankalarda değerlendirdiğini ileri sürmüştür. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi yaptığı değerlendirme neticesinde 22/11/2018 tarihli kararla, eksik inceleme yapıldığından bahisle istinaf talebinin kabulüne ve dosyanın Mahkemeye iadesine hükmetmiştir. İstinaf kararı üzerine dosyayı yeniden incelemeye başlayan Mahkeme; Konya Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık), Emniyet Müdürlüğüne, Jandarma Genel Komutanlığına, Bank Asya ile İl OHAL Bürosuna ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) müzekkere yazarak başvurucu hakkında bir soruşturma, ByLock kaydı yahut Bank Asya hesabı olup olmadığının araştırılmasını istemiştir. Başsavcılıktan gelen cevabi yazıda başvurucu hakkında 2018/24140 soruşturma dosyasından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği bildirilmiş, TMSF'den gelen yazıda da başvurucunun Bank Asya hesap dökümüne ilişkin bilgi ve belgeler gönderilmiştir. Mahkeme, Bank Asya hesabına ilişkin dosyanın bilirkişi incelemesine gönderilmesine karar vermiştir. Bu kapsamda 16/5/2019 tarihli bilirkişi raporunda Bank Asyada başvurucu adına 2012 tarihinden once açılıp kapanan hesaplar dışında 10/9/2014 tarihinde 850 TL meblağ yatırmak suretiyle vadesiz mevduat, 9/2/2015 tarihinde de 200 avro yatırmak suretiyle döviz hesabı açıldığı, her iki hesabın da 27/8/2015 tarihinde mevcut miktarlar çekilmek suretiyle kapatıldığı tespiti yapılmıştır. Mahkeme, 24/5/2019 tarihli kararı ile davanın kabulü ile başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Konya Cumhuriyet Başsavcılığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu, TMSF ve Banka Asya, Konya Valiliği Olağanüstü Hal Bürosu, davalı kurumdan davacınınFETÖ/PDYterör örgütü ile irtibat ya da iltisakının bulunup bulunmadığı araştırılmış ve buna ilişkin belgeler celbedilmiştir.Davacıya ait banka hesapları üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak rapor aldırılmıştır.Dosyaya toplanan tüm belge ve bilgilerin bir bütün olarak incelemesinden; davacının davalı ajansa ait işyerinde 2009 tarihinde uzman olarak çalışmaya başladığı, bu çalışmasına 2016 tarihine kadar devam ettiği, iş akdinin davalı işveren tarafından FETÖ/PDY terör örgütü ile bağlantısı bulunduğu gerekçesi ile 667 Sayılı KHK’nın kamu görevlilerine ilişkin tedbirler başlıklı 4/1-g maddesi uyarınca feshedildiği, ilgili kurum ve kuruşlar aracılığı ile yapılan araştırma sonuçları ve mahkememizce alınan bilirkişi raporundan, davacının FETÖ/PDY terör örgütü ile bağlantısı bulunduğu tespit edilememiş olup bu hali ile feshin geçerli nedene dayanmadığı anlaşılmakla dava tarihindeki yasal düzenlemeler dikkate alınarak davacının davasının kabulün karar vermek gerekmiştir." İşveren Kurum Mahkeme kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurmuş; Bank Asya tespiti karşısında derece mahkemesince yapılan değerlendirmenin hatalı olduğunu, iş akdinin usul ve yasaya uygun olarak ve ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü durum da dikkate alınmak suretiyle geçerli nedenle feshedildiğini ileri sürerek davanın reddini talep etmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi 30/12/2019 tarihli kararıyla istinaf talebinin kabulüne, gerekçeli kararın kaldırılmasına ve davanın reddine -kesin olmak üzere- karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"16/05/2019 tarihli bilirkişi raporuna göre davacının 2012 tarihinden önce açılıp kapanan hesaplar haricinde davacının 10/09/2014 tarihinde Bank Asya'da TL cinsinden vadesiz, 09/02/2015 tarihinde Euro cinsinden vadesiz mevduat hesabı açtığı, katılım hesabının bulunmadığı, 09/02/2015 tarihinde 850,00 TL yatırarak, 27/08/2015 tarihinde bu miktarı hesabından çektiği, 29/05/2015 tarihinden sonra olan hesap işleminin devam ettiği, herhangi bir himmet, bağış, maaş, kira, BES'e ilişkin hareket bulunmadığı, FETÖ/PDY ile iltisakına ilişkin yapılan incelemelerde Bank Asya kaydı dışında kayıt bulunmadığı, davacı hakkında Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturmada da uzman olarak çalışan davacının Bank Asya'da hesap açtırması dışında FETÖ/PDY ile bağının bulunmadığı, bu hesabında FETÖ/PDY lideri Fetullah Gülen'in talimatıyla yatırıldığına kanaat oluşmadığından bahisle kavuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, belirlenmiştir.Uygulamada 17-25 Aralık 2013 tarihinden sonra Bank Asyada 2 adet hesap açmış bulunması nedeniyle davalı kurum açısından fesih tarihinde yeterli şüphenin varlığının kabul edildiği zira kurumun niteliği ve 15 Temmuz 2016 tarihi sonrası ülke güvenliği için alınan tedbirler kapsamında davalı feshinin şüphe feshi niteliğinde olduğu, davalı kurum açısından yönetim hakkı kapsamında davalı ile çalışmasının beklenilemeyeceği nazara alınarak feshin geçerli nedene dayandığı, bu nedenle mahkeme kararının usul ve yasaya aykırı olduğu anlaşılmakla davalı istinaf başvurusunun kabulü ile HMK 353/1-b.2 maddesi gereğince ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davanın reddine dair aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur." Nihai karar 8/1/2020 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç İşveren Kurum, başvurucunun iş akdinin feshedildiği bilgisini Başsavcılığa bildirmiş, bunun üzerine soruşturma başlatılmıştır. Başsavcılık tarafından 7/6/2018 tarihinde başvurucunun ifadesi alınmıştır. Başvurucu bu kapsamda vermiş olduğu beyanında 5 ve 3 yaşlarında iki çocuğu olduğunu, eşinin hâlen Konya Vergi Denetim Kurulunda vergi müfettişi olarak görev yaptığını, Bank Asyada 2014 yılında 4656369 müşteri numarası ile hesap açtırdığını, o dönemde Bankanın faizsiz olmasından dolayı yeni doğan kızına gelen paraları biriktirmek amacıyla bu hesaba yatırdığını, çok fazla işlem yapmadığını, daha sonra bu parayı çektiğini belirtmiştir. İddia edildiği gibi bankanın mevduat hesabını artırmak amacıyla, örgüt liderinin talimatı doğrultusunda hareket etmediğini ifade eden başvurucu; hesabını Bankanın faizsiz bankacılık uygulaması nedeniyle açtırdığını ve yatırım amacıyla kullandığını, örgütle hiçbir bağının olmadığını beyan etmiştir. Başsavcılık 11/6/2018 tarihli kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar ilgili kısmı şu şekildedir:"By Lock bilgilerindeki güncelleme işlemlerinden sonra Konya Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürlüğü tarafından gönderilen cevabî yazıda; şüphelinin ByLock kaydına rastlanılmadığı bildirilmiştir.Şüpheli Yasemin KARADENİZ YILMAZ'ın FETÖ/PDY ile irtibatlı olup olmadığı yönünde araştırma ve incelemelerin yapıldığı, yapılan araştırmalar sonucunda; şüphelinin FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü ile iltisaklı dernek, sendika, vakıf, okul kaydına rastlanılmadığı tespit edilmiştir.Şüpheli Yasemin KARADENİZ YILMAZ'ın 4656369 müşteri numarası ileBank Asya'da 2014 yılında hesap açtırdığı tespit edilmiş ise de; şüphelinin beyanında yeni doğan kızına birikim sağlamak amacıyla faizsiz bankacılık olduğu için hesap açtırdığını, küçük miktarda iki defa para yatırıldıktan sonra 27/08/2015 tarihinde söz konusu parayı çektiğini beyan ettiği, hesap hareketleri incelendiğinde; hesap hareketlerinin şüphelinin beyanları ile uyumlu olduğu yani 3850 TL ve 551 tl olmak üzere 2 defa para yatırıldığı ve söz konusu paranın 2015 yılından çekildiği anlaşıldığından, örgüt liderinin talimatı doğrultusunda bankaya para yatırdığı kanaat ve sonucuna ulaşılmamıştır." A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üysi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği, bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/10/2018 tarihli ve E.2018/11972, K.2018/22382 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının ... sözleşmesinin feshinin 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesi doğrultusunda davalı işverence oluşturulan komisyon kararıyla davalı kurum tarafından gerçekleştirilmiştir.Davacı işçi 4857 sayılı ... Kanunu hükümleri çerçevesinde çalışmış olmakla ... sözleşmesinin 2016 tarihindeki feshinde ... Kanunu'nun ve devamı maddeleri hükümleri uygulanmalıdır.Somut olayda davacının ... akdinin feshine neden olan bilgi ve belge işverence ibraz edilememiştir. Davacının ... akdinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı Kurumdan araştırılmalı; ayrıca davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumundan varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asyaya açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile davanın reddi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/3/2018 tarihli ve E.2018/464, K.2018/6086 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda; davacının iş sözleşmesinin feshine ilişkin hiçbir belgenin dosyaya sunulmadığı anlaşılmaktadır. İlk Derece Mahkemesi tarafından şüpheyi haklı kılacak güçte somut delillerin bulunup bulunmadığı araştırılmamıştır. Tarafların iddia ve savunmaları dikkate alındığında Mahkemece öncelikle yapılacak iş; davacının banka kayıtları getirtilerek özellikle adı geçen Bank Asya da hesabının hangi tarihler arasında açık olduğu, bankaya toplu para yatırma ve çekme işlemlerinin yapılıp yapılmadığı, yapıldı ise hangi tarihler arasında hangi sebeplerle yapıldığına ilişkin bilgi ve belgelerin toplanması, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve istihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi teknolojileri Kurumundan davacının hakkında FETÖ/PDY terör örgütü ile ilgili işlem yapılıp yapılmadığının emniyet veya diğer güvenlik güçlerinden sorularak gelen yazı cevaplarının dosyaya getirtilmesi gerektiği gibi, ayrıca, davacının iş sözleşmesinin feshinin haklı nedene dayalı olup olmadığına dair denetime elverişli tüm delillerin de araştırılarak toplanması gerekmektedir. Feshin haklı nedene dayanıp dayanmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması için belirtilen yönlerden gerekli araştırmaya gidilmeli ve toplanacak deliller dosya içeriği ile yeniden bir değerlendirmeye tabi tutularak sonucuna göre bir karar verilmelidir. Eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/2866 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle memuriyete başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1993 doğumlu olup Gaziantep'in Şahinbey ilçesinde ikamet etmektedir. Başvurucu; Ölçme, Değerlendirme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı tarafından 2016/I döneminde yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavı'na (KPSS) girmiştir. Bu sınav sonucu esas alınarak başvurucu, Türkiye Halk Sağlığı Kurumuna (Kurum) bağlı Van Halk Sağlığı Müdürlüğüne ebe olarak yerleştirilmiştir. Kurum 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bent uyarınca başvurucu hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle başvurucunun ataması gerçekleştirilmemiştir. Başvurucu 8/6/2017 tarihli dilekçe ile Kuruma başvurarak ebe olarak göreve başlatılması talebinde bulunmuştur. Talebi cevap verilmeyerek zımnen reddedilmiştir. Başvurucu söz konusu idari işleme karşı 2/10/2017 tarihinde iptal davası açmıştır. Dava Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) görülmüştür. Dava dilekçesinde, Anayasa'nın , ve maddelerinden söz edilmiş; idarenin takdir yetkisini kamu yararı ve hizmet gerekleri doğrultusunda kullanması gerektiği vurgulanmıştır. Masumiyet karinesinin yalnızca yargı için bağlayıcı olmadığı, idare açısından da geçerli olduğu belirtilmiş; aleyhine dayanak hiçbir delil (ceza davası ya da soruşturma dosyası) bulunmamasına rağmen tesis edilen işlem ile masumiyet karinesinin ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Kurumun Mahkemeye sunduğu savunma dilekçesinde, başvurucu hakkında güvenlik soruşturması yapılmasının 676 sayılı KHK'nın maddesiyle 657 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bende dayandığı ve hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. Savunma dilekçesinde, başvurucu hakkında yapılan güvenlik soruşturmasında elde edilen bilgilerin değerlendirilmesi sonucunda atamasının gerçekleştirilmediği ifade edilmiştir. Başvurucu, Kurumun savunmasına karşı cevaplarını Mahkemeye sunmuş; kendisine atfedilebilecek somut, denetlenebilir, şeffaf bir suç isnadı dahi bulunmadan atamasının gerçekleştirilmediğini ifade etmiştir. Başvurucu, aleyhine dayanak hiçbir delil (ceza davası ya da soruşturma dosyası) bulunmamasına rağmen atamasının yapılmadığını belirtmiştir. Öte yandan 657 sayılı Kanun'da memur olmak için gerekli olduğu belirtilen tüm şartları sağladığını vurgulamıştır. Mahkeme 30/4/2018 tarihli kararla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, 676 sayılı KHK'nın maddesiyle 657 sayılı Kanun'un maddesine eklenen alt bentten söz edilmiş ve buna göre güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılmış olmanın devlet memurluğuna alınmada genel bir şart hâline getirildiği ifade edilmiştir. Kararda 26/10/1994 tarihli ve 4045 sayılı Güvenlik Soruşturması, Bazı Nedenlerle Görevlerine Son Verilen Kamu Personeli ile Kamu Görevine Alınmayanların Haklarının Geri Verilmesine ve 1402 Numaralı Sıkıyönetim Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun'a ve anılan Kanun'a dayanılarak çıkarılan yönetmeliğin ilgili maddelerine yer verildikten sonra başvurucu hakkında elde edilen verilerin ara karar ile istendiği belirtilmiş; verilerin değerlendirmesi neticesinde başvurucunun güvenlik soruşturmasının olumsuz değerlendirilerek atamasının yapılmaması yolunda tesis edilen idari işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Başvurucu, mahkeme kararına karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde ilk derece mahkemesinde ileri sürdüğü iddialarını tekrarlamıştır. İstinaf talebini inceleyen Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 13/9/2018 tarihinde istemi reddetmiştir. Nihai karar 23/10/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 657 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin devlet memurluğuna girişte güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılması şartını getiren (8) numaralı alt bendi Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. İlgili hukuk için bakınız Rıdvan Batur, B. No: 2018/17680, 3/12/2020, §§ 20- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/33616 | Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle memuriyete başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 22/10/1997 tarihinde zorunlu askerlik görevini yerine getirirken yapılan eğitim faaliyeti esnasında meydana gelen patlama sonucu el ve yüz kısmından yaralandığını, bu olay sonucunda tedavi görerek, hava değişimi ve verilen iznin bitiminde terhis edildiğini, ancak terhisinden sonra işitme kaybı şikâyetiyle Gülhane Askeri Tıp Akademisine (GATA) tekrar başvurduğunu ve kulaklarından ameliyat olduğunu, sonraki dönemlerde kulaklarındaki rahatsızlığın artmasından ötürü yeniden hastanelere başvurduğunu ve “meydana gelen patlamanın etkisiyle işitme kaybına uğradığı, askerliğe elverişli olmadığı, %32 oranında çalışma gücü kaybı gerçekleştiği” yönünde raporlar verilmesi üzerine 2012 yılında vazife malullüğü aylığı bağlanması talebiyle Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaatta bulunduğunu, isteminin reddedilmesi karşısında Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) açtığı davanın da, anılan raporlar dikkate alınmaksızın reddedildiğini, ayrıca Mahkemenin tarafsız ve bağımsız olmadığını, karar düzeltme talebinin aynı Daire ve üyeler tarafından incelenerek hükme bağlandığını, bu talebin reddedilmesi sebebiyle para cezasına hükmedildiğini, bu durumun hukuk devleti ilkesi, mülkiyet hakkı, adil yargılanma hakkı, sosyal güvenlik hakkına bağlı olarak Anayasa’nın , , , ve maddelerini ihlal ettiğini ileri sürmüş, yeniden yargılama, 000,00 TL maddi ve 000,00 TL de manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Birinci başvuru, 26/12/2012 tarihinde, ikinci başvuru 15/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçeler ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinde Komisyonlara sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucunun 15/3/2013 tarihinde yaptığı ve 2013/1959 numara ile kayda alınan bireysel başvuru dosyasının, kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2012/1277 numaralı bireysel başvuru dosyası ile “birleştirilmesine”, 2013/1959 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının “kapatılmasına”, incelemenin 2012/1277 başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine 19/4/2013 tarihinde Komisyonlar Başraportörü tarafından karar verilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 19/9/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, 10/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 10/4/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, tanınan ek süre sonunda görüşünü 16/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı görüşü, başvurucuya 25/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucu, karşı görüşünü 1/7/2014 tarihinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvurucunun Bakanlık görüşüne karşı verdiği cevabında ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, zorunlu askerlik görevini ifa amacıyla 21/8/1996 tarihinde İzmir/Narlıdere İs. OK.K. ve Eğt. A. İs. Er. Eğt. Tb. Bölük Komutanlığı emrinde görevlendirilmiştir. Başvurucu, 22/10/1997 tarihinde Teğmen Z. S. tarafından yaptırılan “tahrip kapsülünü patlatma eğitimi” sırasında meydana gelen patlamada el ve yüz kısmından yaralanmış ve Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesinde tedavi altına alınmıştır. Başvurucu, tedavi sonrasında 7/11/1997 tarihinde İzmir Güzelyalı 600 Yataklı Askeri Hastanesi raporuyla, “bilateral kronik otit, sol elde bomba yaralaması” teşhisine bağlı olarak 2 aylık hava değişimine gönderilmiş, hava değişiminin sona ermesini takiben 7/1/1998 tarihinde birliğinde göreve başlamış, 16 gün askerlik yaptıktan sonra 23/1/1998 tarihinde 26 gün izin verilerek gönderilmiş ve iznin bitiminde 21/2/1998 tarihinde terhis edilmiştir. Başvurucu, terhis edildikten sonra işitme kaybı şikâyetiyle GATA’ya başvurmuş, 13/3/1998 tarihinde sol kulağından, 28/5/1998 tarihinde ise sağ kulağından ameliyat olmuştur. Ameliyatlar sonrasında başvurucu hakkında herhangi bir rapor tanzim edilmemiştir. Başvurucunun talebi üzerine Adana Numune Eğitim Araştırma Hastanesi tarafından yapılan muayene sonucunda, 26/1/2012 tarihinde verilen rapor ile “bilateral işitme kaybı” teşhisi konularak %32 oranında çalışma gücü kaybı olduğu tespit edilmiştir. Başvurucu, vazife malullüğü aylığı bağlanması talebiyle 26/2/2012 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaat etmiş, ancak anılan kurum tarafından altmış gün içerisinde cevap verilmediğinden, bu kez işlemin iptali istemiyle 3/5/2012 tarihinde AYİM’de dava açmıştır. AYİM Üçüncü Dairesi, 1/11/2012 tarih ve E.2012/1545, K.2012/2213 sayılı kararında; “Davacı taraf ve Başsavcılık düşüncesinde, davacının hali hazırda askerliğe elverişli olup olmadığının saptanmasının gerektiği belirtilmektedir. Davacının vazife malulü sayılabilmesi için öncelikle askerde iken veya terhis anında ‘askerliğe elverişsiz olduğunun’ belirtilmesi gerekmektedir. Davacının on beş yıl önce askerliğe elverişli olarak terhis edildiği (o tarihte askerliğe elverişsiz yani malul olmadığı) terhisi müteakip GATA’daki tedavisinden sonraki rapordan anlaşılmaktadır. Bu nedenle ayrıca hali hazırdaki durumun askerliğe elverişli olup olmadığı önem arz etmemekle bu yönde bir rapor temini cihetine gidilmemiştir. Hal böyle iken terhis anında herhangi bir malullük durumu bulunmayan davacının koşulları taşımaması nedeniyle vazife malulü olmadığı” gerekçesi ile davayı reddetmiştir. Bu karar başvurucuya 29/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açtığı davanın reddedilmesi üzerine vekili aracılığıyla 3/12/2012 tarihinde Milli Savunma Bakanlığına başvurmak suretiyle, olayın askerlik vazifesi esnasında meydana gelen kaza sonucu olup olmadığının tespit edilebilmesi amacıyla askeri hastaneye sevk edilmesi talebinde bulunmuştur. Milli Savunma Bakanlığınca başvurucunun sevk edildiği GATA tarafından verilen 23/1/2013 tarih ve 959 sayılı sağlık raporunda, “1- Parmakların deformitesi (sol el parmak hareket kısıtlılığı), 2- Sensörinöral işitme kaybı, bilateral (bilateral mikst tip işitme kaybı)” tanısıyla “Askerliğe elverişli değildir. Hastaya ait kayıtlar ve 7/11/1997 tarih ve 3518 nolu İzmir Güzelyalı 600 Yataklı Askeri Hastanesinin sol elde fünye patlaması tanılı raporu incelendiğinde hastadaki mevcut işitme kaybı rahatsızlığının bahse konu olayla bağlantılı olması ihtimalinin yüksek olduğu ve bu nedenle askerlik hizmetinin sebep ve tesiriyle meydana gelmiş olabileceği kanaatine varılmıştır.” şeklinde değerlendirme yapılmıştır. Başvurucunun, söz konusu raporları da gerekçe göstererek 6/12/2012 tarihinde karar düzeltme kanun yoluna gitmesi üzerine, anılan Mahkemenin 21/2/2013 tarih ve E.2013/259, K.2013/229 sayılı kararında, “…davacı hakkında verilen karar anında ve davanın görülmesi aşamasında bulunan delil ve belgelerin kararda değerlendirilmiş olduğu, kararın verilmesi sürecinden sonra davacı tarafça elde edilen delil ve belgelerin, evvelce oluşturulmuş işlemi ve bu işlemle ilgili verilen kararı etkilemeyeceği, davanın açıldığı ve görüldüğü sırada bulunan delil ve belgelerin dikkate alınıp verilen kararın bunlara göre oluşturulduğu bu açıdan karar düzeltme sebeplerinin bulunmadığı” gerekçesi ile bu istemi reddedilerek, 203 TL para cezası verilmiştir. Bu karar başvurucuya 11/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Diğer yandan başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı verdiği cevabında, aynı konuda AYİM’de ikinci kez dava açtığını ve dava konusu işlemin iptaline karar verildiğini belirtmiştir. Anılan ikinci dava ile ilgili Mahkeme kararı ve belgelerin incelenmesinde; başvurucunun 21/5/2013 tarihinde somut şikayet konusu ile ilgili olarak AYİM’de dava açtığı, AYİM Üçüncü Dairesinin 27/2/2014 tarih ve E.2013/806, K.2014/340 sayılı kararı ile davanın kabul edildiği görülmüştür. GATA tarafından ilk hükümden sonra verilen 23/1/2013 tarih ve 959 sayılı sağlık raporunu ikinci açılmış davada dikkate alan Mahkemenin, kesinleşmiş olan dava ile idari işlemin iptaline yönelik gerekçesi şöyledir:“Dava ile ilgili olarak öncelikle davacı ve davalı tarafların belirttiği kesin hüküm konusuna değinmek gerekmektedir. Davalı idare konuyla ilgili olarak, evvelce hüküm verilmiş olması nedeniyle davada kesin hüküm olduğunu ve bu nedenle reddedilmesinin gerektiğini belirtmiştir… Ancak davacı taraf konuyla ilgili bakış açısını değiştirebilecek yeni bir rapor temin etmiş ve bu kez işlem GATA Sağlık Kurulunun 23/1/2013 tarihli raporuna nazaran oluşturulmuştur. Bir davada kesin hüküm bulunabilmesi için tarafların, talep sonuçlarının ve hukuki ve maddi dava sebeplerinin aynı olması gerekmektedir. Davacı tarafın elde ettiği rapora nazaran talepte bulunması ve buna verilen olumsuz yanıt yeni bir işlem olup, davada kesin hüküm bulunmamaktadır… Tüm bu veriler gözetildiğinde davacının vazifenin neden ve etkisi ile malul hale geldiği kanaatine varılarak aksi yönde oluşturulmuş işlemin iptaline karar verilmiştir.Yukarıda açıklanan nedenlerle; …hukuka aykırılık teşkil eden işlemin iptaline, davacıya talep (işbu davaya konu son talep) tarihinden itibaren vazife malulü aylığı bağlanmasına, aylıklara hak ediş tarihinden ödeme tarihine kadar ay be ay yasal faiz ödenmesine…” Başvurucu 15/3/2013 tarihli dilekçesi ile süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 8/6/1949 tarih ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun mülga maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Her ne sebep ve suretle olursa olsun vücutlarında hasıl olan arızalar veya düçar oldukları tedavisi imkansız hastalıklar yüzünden vazifelerini yapamıyacak duruma giren iştirakçilere (Malül) denir ve haklarında bu kanunun malüllüğe ait hükümleri uygulanır." 5434 sayılı Kanun'un mülga maddesi şöyledir: "44 üncü maddede yazılı malüllük;a) İştirakçilerin vazifelerini yaptıkları sırada vazifelerinden doğmuş olursa;b) Vazifeleri dışında kurumların verdiği her hangi bir kuruma ait başka işleri yaparken, bu işlerden doğmuş olursa;c) Kurumların menfaatini korumak maksadiyle bir iş yaparken o işten doğmuş olursa (Maksadın ilgili kurumlarca kabul edilmesi şartiyle);ç) Fabrika, atelye ve benzeri işyerlerinde, işe başlamadan evvel iş sırasında veya işi bitirdikten sonra, o işyerinde husule gelen ve yine o işyerinin mahiyetinden veya çalışma konusundan ileri gelen kazadan doğmuş olursa; Buna (Vazife malüllüğü) ve bunlara uğrıyanlara da (Vazife malülü) denir." 5434 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Muvazzaf, yedek ve gönüllü erlerin silah altında bulundukları esnada veya celp ve terhislerinde (Serbest sevkler dahil) sevkleri sırasında, Yedek Subay okulu öğrencilerinin gerek okulda, gerek okuldan evvelki hazırlık kıtasında vazife malulü olmaları halinde, kendilerine, öğrenim durumlarına göre, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 36 ncı maddesinde tespit edilen giriş derece ve kademe tutarlarının, daha önce Devlet Memuriyetinde bulunmuş olanlardan kazanılmış hak aylıkları veya emekli keseneğine esas aylıkları, sözü edilen giriş derece ve kademe tutarının üzerinde olanlara bu aylıkları emeklilik gösterge tablosunda karşılığı olan derece ve kademe tutarının,% 70'i üzerinden aylık bağlanır.” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1277 | Başvurucu, 22/10/1997 tarihinde zorunlu askerlik görevini yerine getirirken yapılan eğitim faaliyeti esnasında meydana gelen patlama sonucu el ve yüz kısmından yaralandığını, bu olay sonucunda tedavi görerek, hava değişimi ve verilen iznin bitiminde terhis edildiğini, ancak terhisinden sonra işitme kaybı şikâyetiyle Gülhane Askeri Tıp Akademisine (GATA) tekrar başvurduğunu ve kulaklarından ameliyat olduğunu, sonraki dönemlerde kulaklarındaki rahatsızlığın artmasından ötürü yeniden hastanelere başvurduğunu ve “meydana gelen patlamanın etkisiyle işitme kaybına uğradığı, askerliğe elverişli olmadığı, %32 oranında çalışma gücü kaybı gerçekleştiği” yönünde raporlar verilmesi üzerine 2012 yılında vazife malullüğü aylığı bağlanması talebiyle Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaatta bulunduğunu, isteminin reddedilmesi karşısında Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) açtığı davanın da, anılan raporlar dikkate alınmaksızın reddedildiğini, ayrıca Mahkemenin tarafsız ve bağımsız olmadığını, karar düzeltme talebinin aynı Daire ve üyeler tarafından incelenerek hükme bağlandığını, bu talebin reddedilmesi sebebiyle para cezasına hükmedildiğini, bu durumun hukuk devleti ilkesi, mülkiyet hakkı, adil yargılanma hakkı, sosyal güvenlik hakkına bağlı olarak Anayasa’nın 2. , 35. , 36. , 60. ve 6 maddelerini ihlal ettiğini ileri sürmüş, yeniden yargılama, 26. 000, 00 TL maddi ve 10. 000, 00 TL de manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru; ceza soruşturması kapsamında yapılan arama sonucu konutta hasara yol açılması, kira gelirinden yoksun kalınması ve yedieminlik ücretinin düşük belirlenmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Ceza Davası Süreci Başvurucu, İzmir'in Çiğli ilçesinde bulunan evini 1999 yılında kiraya vermiştir. İzmir Emniyet Müdürlüğü tarafından 18/5/2000 tarihinde yapılan operasyonla başvurucuya ait evde bulunan kiracılar yasa dışı örgüt üyeliği iddiasıyla gözaltına alınmışlardır. Evde bulunan şüphelilere ait eşyaya kolluk görevlilerince 19/5/2000 tarihinde el konulmuş ve evin giriş kapısı mühürlenmiştir. Söz konusu eşyanın evden çıkarılarak yediemin sıfatıyla başvurucuya bırakıldığına, evin ise boş bir şekilde tam ve sağlam olarak başvurucuya teslim edildiğine dair kolluk görevlileri ile başvurucu tarafından imzalı 22/6/2000 tarihli tutanak düzenlenmiştir. Kiracılar hakkında yasa dışı örgüt üyeliği iddiasıyla yapılan yargılama sonucunda İzmir Ağır Ceza Mahkemesi, zamanaşımı nedeniyle davanın ortadan kaldırılmasına karar vermiştir. Mahkeme, el konularak yediemin sıfatıyla başvurucuya teslim edilen eşyanın müsaderesine karar vermiştir. Başvurucu müsadere edilen eşyayı 27/10/2009 tarihinde Millî Emlak Müdürlüğü görevlilerine teslim etmiştir.B. Tazminat Davası Süreci Başvurucu 8/7/2011 tarihinde Adalet Bakanlığı aleyhine İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; evin mühürlenerek kapatılması ve eşyayı muhafaza etmek zorunda kalması nedeniyle 19/5/2000 ile 27/10/2009 tarihleri arasında evini kiraya veremediğinden kira geliri elde edemediğini ve muhafaza ettiği eşya için yediemin ücreti ödenmediğini belirterek -fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla- 000 TL tutarında tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu, maddi tazminat isteğini açıkladığı 15/4/2013 tarihli dilekçesinde ise yapılan operasyon sonrası evin tüm kapı ve pencereleri değiştirildiğinden 000 TL ve el konulan eşyayı dokuz yıl boyunca evine sığdırmak zorunda kaldığından 000 TL maddi tazminat istediğini belirtmiştir. Başvurucu, Mahkeme önündeki beyanında 22/6/2000 tarihli tutanağın aksine eşya boşaltılmadan evin kendisine teslim edildiğini ileri sürmüştür. Yine evin pencere ve kapılarında operasyon nedeniyle hasar meydana geldiği belirtmiştir. Başvurucu, evdeki eşyayı üç dört ay sonra başka bir semtte bulunan evine taşıyarak muhafaza etmek zorunda kaldığını ve boşalttığı evi kiraya verip vermediğini ise hatırlamadığını ifade etmiştir. Mahkeme 2/6/2014 tarihinde davanın kısmen kabulü ile yedieminlik ücreti olarak 193,95 TL’nin başvurucuya ödenmesi, diğer taleplerin ise reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, operasyon sonucu evde meydana gelen zararın tazminine ilişkin talepten dava dilekçesinde bahsedilmediği ve davalı tarafın iddianın genişletilmesine muvafakat etmediği belirtilmiştir. Ayrıca altında başvurucunun imzasının da olduğu 22/6/2000 tarihli tutanakta evin boş ve sağlam bir şekilde başvurucuya teslim edildiği vurgulanmıştır. Son olarak başvurucuya teslim edilen eşya için herhangi bir yedieminlik ücreti ödenmediği anlaşılmakla alınan bilirkişi raporu doğrultusunda 193,95 TL’nin ödenmesi gerektiği kabul edilmiştir. Mahkeme tarafından hükme esas alınan hesap ve hukukçu hesap bilirkişilerinden oluşturulan iki kişilik bilirkişi kurulu raporundaki tespitler özetle şöyledir:i. Yediemin ücretinin Adalet Bakanlığına Ait Depo ve Garajlarda Muhafaza Edilen Mahcuz Mallar İçin Alınacak Ücret Tarifesi Hakkında Tebliğ’e göre hesaplanması gerektiği belirtilmiştir.ii. Bilirkişi kurulu başvurucuya teslim edilen eşyanın 22/6/2000 tarihindeki değerini 645,50 TL olarak tespit etmiştir.iii. Tarifeye göre yedieminlik ücretinin ise eşya değerinin %30’unu geçmemesi gerekeceği belirtilerek 193,95 TL tutarında yedieminlik ücreti talep edilebileceği açıklanmıştır. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/2/2016 tarihli kararıyla onanmıştır. Nihai karar başvurucuya 23/2/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Tahkikat için sübut vasıtalarından olmak üzere faydalı görülen yahut musadereye tabi olan eşya muhafaza veya başka bir suretle emniyet altına alınır." 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir:"İda, bir akittir ki onunla müstevdi, müdi tarafından verilen şeyi kabul ve onu emin bir mahalde hıfzetmeği deruhte eder.Ücret şartedilmedikçe veya hal, müstevdiin ücrete intizarını icabetmedikçe müstevdi ücret istiyemez." 20/2/2009 tarihli ve 27147 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Adalet Bakanlığına Ait Depo ve Garajlarda Muhafaza Edilen Mahcuz Mallar İçin Alınacak Ücret Tarifesi Hakkında Tebliğ'in ilgili kısımları şöyledir:"Muhafaza ücretinin hesabı(1) Adalet Bakanlığının depo ve garajlarındaki mahcuz malın muhafaza ücreti, o malın satışa esas alınacak değeri üzerinden günlük binde bir olarak hesap edilir. Ancak yapılacak hesaplamalarda mahcuz malın hacmi iki metre küpün üzerinde ise belirlenecek ücretlere binde bir oranında ilave yapılabilir. (2) Bu yerlerde muhafaza edilen mahcuz motorlu araçlar için maktu olarak;a) İş makinelerinden 7,00 TLb) Otobüs ve kamyonlardan 5,00 TLc) Minibüs, midibüs ve kamyonetlerden 3,70 TLd) Diğer binek ve yük vasıtalarından 2,70 TLgünlük ücret alınır. (3) Ancak, altı aydan sonraki muhafaza süresi için bu ücretler 1/2 oranında uygulanır. (4) Ücretin hesabında muhafazanın hitam bulduğu gün nazara alınmaz.Muhafaza ücretinin azami haddi (1) Muhafaza müddeti hitamında bu Tarifenin üçüncü maddesi uyarınca hesap edilecek ücret, mahcuz malın satışa esas alınacak değerinin yüzde otuzunu geçemez. Ancak mahcuz malın takdir edilen değeri dört bin dokuz yüz liranın üzerinde ise, dört bin dokuz yüz liranın üzerindeki meblağ için hesap edilecek ücret, aşan miktarın yüzde onbeşini geçemez.Muhafaza ücretinin alınması (1) Muhafaza ücreti ilgili icra dairesince muhafaza hitamında bu Tarifeye göre hesap edilip, bu hususta alacaklıdan peşin alınan avanstan karşılanır ve bu suretle tahsil edilen ücret en geç onbeş gün içinde Maliye veznesine ilgili icra dairesince yatırılır ve keyfiyet depo ve garaj memurluğuna yazı ile bildirilir...." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/5766 | Başvuru, ceza soruşturması kapsamında yapılan arama sonucu konutta hasara yol açılması, kira gelirinden yoksun kalınması ve yedieminlik ücretinin düşük belirlenmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; işverenle güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 20/1/2006 tarihinden itibaren Türkiye Vakıflar Bankası Bahçelievler şubesinde en son şef olarak çalışmakta iken 12/8/2016 tarihinde başvurucunun iş sözleşmesi feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle 8/9/2016 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde on bir yıldır aynı şubede çalıştığını ve son üç yılında şef olarak görev yaptığını, çalışma süresi boyunca başarılı şekilde terfi aldığını, uyarı ve disiplin cezasının bulunmadığını, buna rağmen hiçbir gerekçe olmaksızın işine son verildiğini ifade etmiştir. Bakırköy İş Mahkemesi (Mahkeme) 6/3/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda, başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) finans desteği sağlamak amacıyla faaliyet gösteren Bank Asyada 2014 yılının Ocak ayı sonrasında destek amacıyla hesap işlemleri olduğu belirtilmiştir. İşverenin bağlılığından şüphe duyduğu personeli çalıştırmak istememesinin işveren açısından geçerli neden oluşturduğu ifade edilmiştir. Karara karşı başvurucu 8/3/2017 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, Bank Asya hesabındaki paranın babası tarafından satılan evin parası olduğunu ve Bank Asyanın faizsiz bir kurum olması nedeniyle parayı söz konusu Bankaya yatırdığını, bir süre sonra parayı çekerek hesabını kapattığını, herhangi bir terör örgütüyle bağı olmadığını, hakkında hiçbir soruşturma ve kovuşturma bulunmadığını belirtmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 4/4/2018 tarihinde istinaf başvurusunu kabul ederek mahkeme kararının kaldırmış, delillerin toplanması ve davanın görülmesi için dosyayı Mahkemeye iade etmiştir. Kararda, başvurucu hakkında yürütülen savcılık soruşturmasının, ceza dosyasının, adli makamlardan sorulmak suretiyle gelen belgelerin değerlendirilerek ayrıca varsa tarafların tanıkları da dinlenerek karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Mahkeme 17/1/2019 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda, başvurucunun FETÖ/PDY'ye finans desteği sağlamak amacıyla faaliyet gösteren Bank Asyada 2014 yılının Ocak ayı sonrasında destek amacıyla hesap işlemleri olduğunun tespit edildiği, hesap hareketlerine ilişkin olarak banka kayıtlarının istendiği belirtilmiş, söz konusu kayıtlar üzerinde yapılan inceleme sonucunda başvurucu açısından duyulan şüphenin geçerli nedene dayandığının, buna bağlı olarak işveren açısından başvurucu ile aralarındaki güven ilişkisinin bozulduğunun anlaşıldığı değerlendirmesine yer verilmiştir. Başvurucu karara karşı 15/2/2019 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde 8/3/2017 tarihli istinaf dilekçesinde belirttiği hususları tekrarladıktan sonra Bölge Adliye Mahkemesi kararı uyarınca yapılan araştırma sonucunda hakkında herhangi bir soruşturma ya da kovuşturma bulunmadığını Mahkemenin öğrendiğini, bundan da anlaşılacağı üzere hiçbir terör örgütüyle bağlantısı bulunmadığını ifade etmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi 11/4/2019 tarihinde istinaf başvurusunu esastan kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 29/5/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu karara karşı 27/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/23249 | Başvuru, işverenle güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; bir göstericinin kolluk görevlileri ve bu görevlilerle hareket eden kişiler tarafından darbedilerek öldürülmesi, olayla ilgili olarak etkili ceza soruşturması yürütülmemesi ve göstericinin öldürülme biçimi ile ölümünün öncesi ve sonrasında yaşanan olumsuz gelişmeler sonucunda yakın akrabaların yaşadığı ızdırap nedeniyle yaşam hakkı, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 17/3/2017, 21/6/2017 ve 28/11/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 21/6/2017 tarihinde yapılan 2017/28234 numaralı ve 28/11/2018 tarihinde yapılan 2018/34734 numaralı bireysel başvuru dosyaları, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 17/3/2017 tarihinde yapılan 2017/7592 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş; inceleme 2017/7592 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve başvuruya konu somut olayın gerçekleştiği yerde meydana gelen bazı olaylarla ilgili olarak Anayasa Mahkemesine yapılan diğer başvurular çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Antakya'da yaşamaktadır. Başvurucu Emel Korkmaz ve Şehap Korkmaz'ın çocuğu, diğer başvurucuların kardeşi olan 18/3/1994 doğumlu Ali İsmail Korkmaz olay tarihinde Eskişehir Anadolu Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği Bölümü sınıf öğrencisidir. Ali İsmail Korkmaz olaydan önce yaşadığı kalp hastalığı nedeniyle ameliyat edilmesine kadar varan tedavi süreçlerine tabi tutulmuştur. Ali İsmail Korkmaz olay tarihinde de hastalığı ile ilgili olarak kamuoyunda kan inceltici/kan sulandırıcı nitelikleri ile anılan birtakım tıbbi ilaçları kullanmaktadır. Ali İsmail Korkmaz, Eskişehir'de 2/6/2013 tarihinde gece saatlerinde gerçekleşen ve kamuoyunda "Gezi Parkı olayları" diye anılan olaylara bir arkadaşıyla katılmıştır.A. Gezi Parkı Olaylarına İlişkin Arka Plan Bilgisi ile Başvuruya Konu Olayının Seyri Bakanlık görüş yazısında; 2013 yılının Mayıs ayının sonunda başlayan Gezi Parkı olaylarının çok sayıda göstericinin katılımıyla hükûmete karşı bir kalkışma ve şiddet eylemleri şeklinde ülke geneline yayıldığı belirtilerek bu olaylarda birçok kamu malı ile özel mülke zarar verildiği, çok sayıda güvenlik görevlisinin ise yaralandığı açıklanmıştır. Görüş yazısına göre bu olaylarda 34'ü Eskişehir'de olmak üzere toplamda 697 kolluk görevlisi yaralanmış, Adana'da yaşanan bir olayda ise bir polis memuru yaşamını yitirmiştir. Görüşte, olaylarda Eskişehir'de de bazı işyerleri ile üçüncü kişilerin mallarına zarar verildiği de belirtilmiştir. Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014'te yayımlanan Gezi Parkı olayları raporunda yer alan ve bazı raporlara dayandığı açıklanan bilgilere göre olaylarda bir polis memuru yüksekten düşerek yaşamını yitirmiş, toplamda 697 kolluk görevlisi yaralanmış, olaylara müdahale için görevlendirilen kolluk görevlilerinden 127'si hakkında ise göstericilere yönelik bazı uygulamaları nedeniyle araştırma/soruşturma işlemleri yapılmıştır. Rapora göre özel hastane ve tıp merkezleri ile olayların yaşandığı alanlarda kurulan revirlere toplamda 163 kişi çeşitli şikâyetlerle başvurmuştur. Bu kişilerden 106'sı yaralanma sonucunda kafa travması geçirmiş, 11'i en az bir gözünü kaybetmiş, 63'ü ise farklı şekilde ağır nitelikte yaralanmıştır (söz konusu raporun ayrıntıları için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, § 73). Ali İsmail Korkmaz'ın katıldığı gösterinin seyri, göz yaşartıcı gaz ve tazyikli su dâhil olmak üzere maddi güç kullanan polisin müdahalesiyle sonuçlanmıştır. Ali İsmail Korkmaz müdahaleden kaçarak eski otogar diye bilinen mevkideki Sanayi Sokak'a girdiğinde burada bir grubun saldırısına uğramıştır. Ali İsmail Korkmaz saldırganlarca yaralanmasının ardından 3/6/2013 tarihinde saat 00 sıralarında arkadaşlarıyla bir hastaneye başvurmuş, buradaki görevlilere yaralanmasına gerekçe olarak eşya taşırken merdivenden düşmesini göstermiş, hastanece sağlık durumunun ciddiyeti nazara alınarak ambulansla başka bir hastaneye gönderilmiştir. Ali İsmail Korkmaz vaktin gece olması nedeniyle hastanenin sadece acil servis polikliniğinde muayene edilebilmiş, ardından kemiklerindeki kırık nedeniyle ortopedi kliniğine başvurması gerektiği açıklanarak taburcu edilmiştir. Ali İsmail Korkmaz kendisine söylenenler doğrultusunda gündüz saatlerinde bu kez hastanenin ortopedi kliniğine başvurmuş, burada yaralanmasının adli bir olay niteliğinde olması nedeniyle yetkili adli makamlara başvurması gerektiği kendisine açıklanmıştır. Ali İsmail Korkmaz aynı gün saat 25'te Odunpazarı Polis Merkezi Amirliğine başvurmuş, burada avukatı huzurunda ifade vermiştir. Ali İsmail Korkmaz ifadesinde 5-6 kişilik eli sopalı bir grubun sokakta önünü keserek kendisine saldırdığını, kalabalığın sopalarla vücudunun değişik bölgelerine defalarca vurduğunu, aldığı darbelerin etkisiyle yere düşmesinin ardından saldırganların olay yerinden uzaklaştığını, ardından can havliyle evine doğru kaçarken aynı evi paylaştığı arkadaşı F.K. ile karşılaştığını, olayın hemen sonrasında konuşma zorluğu çektiğini, ilerleyen zamanda ise konuşma ve hatırlama güçlüğü yaşayıp başında ağrı hissettiğini söylemiştir. Ali İsmail Korkmaz ifadesinde kendisini darbeden, tanımadığı sivil kıyafetli kişilerden şikâyetçi olduğunu da eklemiştir. Ali İsmail Korkmaz, Polis Merkezinde ifade vermesinin ardından Eskişehir Devlet Hastanesine (Devlet Hastanesi) başvurmuş; tetkiklerinde beyin kanaması geçirdiği anlaşılınca Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine sevk edilmiştir. Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde sağlık durumunun ciddiyeti nedeniyle yoğun bakım ünitesine alınan Ali İsmail Korkmaz, tedavisi kapsamında iki kez ameliyat edilmesinin ardından solunum cihazına bağlı olarak uyutulmuş ancak tüm müdahalelere rağmen darbedilmesinden 38 gün sonra 10/7/2013 tarihinde yaşamını yitirmiştir.B. Ali İsmail Korkmaz'ın Darbedildiği Bölgede Gerçekleşen Diğer Olaylara İlişkin Olarak Anayasa Mahkemesine Yapılan Başvurular Doğukan Bilir Başvurusu Ali İsmail Korkmaz'ın darbedildiği bölgede aynı gece başka darp olayları da yaşanmıştır. Darp mağdurları Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Bu başvurulardan biri de 25/9/2014, 19/1/2015 ve 8/1/2016 tarihli başvuruları kapsayan 2014/15736 numaralı Doğukan Bilir başvurusudur. Doğukan Bilir, 1990 doğumludur ve olay tarihinde Eskişehir'de ailesiyle yaşayan bir üniversite öğrencisidir. Doğukan Bilir de Ali İsmail Korkmaz gibi Eskişehir'de 2/6/2013 tarihinde gerçekleştirilen gösteriye katılmış, ardından Ali İsmail Korkmaz'ın saldırıya maruz kaldığı bölgede benzer bir saldırıya uğramıştır. Adli makamlardaki anlatımlarına göre Doğukan Bilir, aynı sokağa girdiğinde önce elleri sopalı, ikisi gaz maskeli dört beş kişi tarafından darbedilmiş; bu kişilerden kaçmak isterken karşı tarafa yöneldiğinde ise başka bir grubun beklediğini görüp ani bir kararla geriye dönmüş ancak bu kez de sivil bir polis memuru ile bu memurun yanındaki iki kişi tarafından darbedilerek yere düşürülmüştür. Yerde olduğu sırada da polis memurları tarafından copla dövülmüş, ardından saldırıdan kurtulmayı başararak kuytu bir alana kaçtığında burada da yedi sekiz kişi tarafından tekrar darbedilmiştir. Aldığı yaralayıcı darbelerin etkisiyle yere düşen Doğukan Bilir, ancak sürünerek sokaktaki araçların arasına saklanabilmiştir. Bir süre sonra sokakta bulunan yapıların arasındaki başka bir alana sığınan Doğukan Bilir, telefon ederek yardım istemesiyle olay yerine gelen babası tarafından Devlet Hastanesine götürülmüştür. Olaydan sonra alınan doktor raporlarına göre Doğukan Bilir'in yüz, sırt, bel, kol, diz ve bacak bölgelerinde birçok ödem, erozyon, ekimoz ve laserasyon (yaralanma) meydana geldiği görülmüş; ayrıca yüzüne aldığı darbeler sonucunda dişlerinin bazılarında luksasyon (travmaya bağlı olarak dişin yuvadan ayrılması) saptanmıştır. Olayla ilgili olarak aralarında polis memurlarının da olduğu kişiler hakkında yürütülen ceza soruşturması sonucunda Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) bazı şüpheli polis memurları hakkında 9/5/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş, üçü polis memuru dört şüpheli hakkında ise kamu davası açılmıştır. Diğer taraftan Doğukan Bilir'in yaralanması ile ilgili yürütülen soruşturmada 10/6/2013 tarihinde Eskişehir Emniyet Müdürlüğüne faillerin kimliklerinin tespit edilebilmesi amacıyla yazılan bir yazıya zamanında cevap verilmemesi nedeniyle Başsavcılık, yazıya cevap vermekle sorumlu -kimlikleri tespit edilmeyen- polis memurları hakkında görevi kötüye kullanma suçundan soruşturma açmıştır. Bu soruşturmada, yazı cevabının zamanında intikal ettirilmemesinin Doğukan Bilir'in darbedilmesine ilişkin olarak yürütülen soruşturmada dava zamanaşımı gibi bir duruma (mağduriyete)yol açmadığı gerekçesi ile 9/5/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Eskişehir Asliye Ceza Mahkemesince Doğukan Bilir'in darbedilmesi ile ilgili kovuşturmada sanık polis memuru H.E.nin atılı suçu işlediğinin sabit olmaması gerekçesiyle beraatine, diğer sanık polis memurları S.B. ile Ş.G. ve kamu görevlisi olmayan sanık S.K.nın üzerilerine atılı kasten yaralama suçunu işledikleri gerekçesiyle 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Polis memurları H.E. ve Ş.G.nin isimleri Ali İsmail Korkmaz'ın öldürülmesi ve aşağıda olay ile olguları aktarılacak başka kişinin darbedilmesi olayında da geçmektedir. Ş.G. başpolis memurudur. Asliye Ceza Mahkemesi, sanık memurlar hakkındaki mahkûmiyet hükümlerinin açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Mahkeme, S.K. hakkındaki mahkûmiyet hükmünü ise geçmişte işlediği suçu nedeniyle açıklamıştır. Doğukan Bilir'in hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararlarına itirazı, Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedilmiştir. Doğukan Bilir, memur H.E. hakkında verilen beraat ile S.K. hakkında verilen mahkûmiyet hükmünü temyiz etmiş ancak anılan hükümler Yargıtay Ceza Dairesince onanmıştır. Doğukan Bilir, Cumhuriyet Başsavcılığının 9/5/2014 tarihinde polis memurları hakkında görevi kötüye kullanma suçundan verdiği kovuşturmaya yer olmadığı kararına da itiraz etmiş ancak itirazı Eskişehir Sulh Ceza Hâkimliğince 22/8/2014 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Doğukan Bilir, bu karar ile Asliye Ceza Mahkemesinin anılan beraat ve mahkûmiyet hükümleri ve HAGB kararlarına ilişkin olarak farklı tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi birlikte değerlendirdiği başvurulara ilişkin incelemesini 29/5/2019 tarihinde sonuçlandırmıştır. Bu incelemeye göre Anayasa Mahkemesi, hakkında beraat hükmü verilen polis memuru H.E.nin eyleminin ve Cumhuriyet Başsavcılığının bazı polis memurları hakkında görevi kötüye kullanma suçundan yürüttüğü soruşturmada verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararının konu edildiği bireysel başvuruları açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez bulmuştur. Öte yandan Anayasa Mahkemesi, Doğukan Bilir'i kasten yaralama suçundan adli para cezası ile mahkûm edilen iki polis memuru (S.B. ve Ş.G.) ile kamu görevlisi olmayan bir kişiye (S.K.) ilişkin yapılan bireysel başvurudaki değerlendirmesinde farklı bir sonuca varmıştır. Anayasa Mahkemesi, başvuruda Anayasa'nın maddesinde güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine, ihlaller nedeniyle 000 TL manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine ve karar örneğinin Eskişehir Asliye Ceza Mahkemesine -ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için- gönderilmesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: " ... Eskişehir Asliye Ceza Mahkemesi sanıkların basit yaralama suçundan mahkûmiyetlerine karar vermiştir. Bu durum, başvurucunun ikisi kolluk mensubu üç kişi tarafından kötü muameleye maruz bırakıldığının sabit görüldüğünü ortaya koymaktadır. Anayasa Mahkemesi, ilk derece yargı mercilerince kabul edilen kötü muamele vakasında farklı yönde bir tespitte bulunmasını gerektirecek bir unsur saptamamıştır.... Başvurucu, maruz kaldığı eylemin 5237 sayılı Kanun’a göre işkence suçunu oluşturmasına karşın ceza miktarı çok daha hafif olan kasten yaralama suçundan faillerin cezalandırılmalarının kötü muamele vakasına hoşgörüyle yaklaşıldığını gösterdiğini öne sürmüştür. Kötü muamele iddiaları ile ilgili olarak derece mahkemelerinde dava görüldüğü zaman ceza hukuku sorumluluğunun Anayasa ve uluslararası hukuk sorumluluğundan ayrı tutulması gerekir. Anayasa Mahkemesinin yetkisi, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96) Dolayısıyla insan hakları bağlamında kötü muamele oluşturduğu kabul edilen eylemin ceza hukukunda hangi suçu oluşturduğu Anayasa Mahkemesinin doğrudan ilgi alanına girmemektedir. Derece mahkemelerinin bulgu ve uygulamaları Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin tespitlerinden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin var olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96). İlgili ulusal hukuk başlığında yer verilen Yargıtay içtihadına göre başvurucunun diş kaybına yol açan eylemin nitelikli yaralama suçunu oluşturduğu anlaşılmaktadır. Başvurucudaki bu yaranın hangi failin eylemi neticesinde oluştuğunun tespiti; ceza miktarını, dolayısıyla HAGB ve erteleme sınırını doğrudan etkileyebilecek önemli bir noktadır. Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği gibi cezai yaptırımlara ilişkin düzenlemelerde de kuralların -önleme ve iyileştirme amaçlarına uygun olarak- ölçülü, adil ve orantılı olması gerekir (AYM, E.2010/104, K.2011/180, 29/12/2011). Orantılılık ilkesi, mağdurun korunması ile failin cezalandırılması arasında makul bir ilişki olmasını gerektirir. Diğer bir ifadeyle hak yoksunluğu getiren düzenlemelerde hukuka aykırı eylem ile yaptırım arasında adalet ve hakkaniyet ilkelerine uygunluk bulunmalıdır. Ayrıca yaptırımlarda güdülen asıl amaç, işlediği suçtan dolayı kişinin ıslah olmasını sağlayıp tekrar topluma kazandırılmasıdır. Nitekim Anayasa’nın maddesi, temel hak ve hürriyetlere getirilecek sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağını belirtirken 5237 sayılı Kanun'un maddesine göre de suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunması gerekmektedir (Tahir Canan, § 36). İşlediği suçtan dolayı kişinin tekrar topluma kazandırılması amacıyla kanun koyucunun getirdiği HAGB kurumunun uygulanıp uygulanmayacağı değerlendirilirken her olayın somut koşulları çerçevesinde suçun niteliği ve mağdurun söz konusu suçtan etkilenme derecesiyle orantılı olarak yaptırımın caydırıcılığı ve kötü muamele mağdurunun mağdur sıfatının ortadan kalkıp kalkmadığı hususu da göz ardı edilmeden yorumlanmalıdır. Vücudunun yirmiden fazla yerinden yaralanan ve üç dişi çıkan başvurucunun maruz kaldığı eylemin Anayasa’nın maddesinin üçüncü fıkrasında tasnif edilen işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramlarından hangisi kapsamında kaldığı tespit edilmelidir. Bu tespit sonucunda derece mahkemesince hükmolunan müeyyidenin kötü muamele fiiliyle orantılı olup olmadığı ele alınmalıdır. Başvurucunun dişindeki yaralar hariç diğer yaralar her ne kadar basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olsa da eylemin gece vakti silahtan sayılan sopa ve copla birden fazla kişi tarafından sokak ortasında işlendiği, dişteki kırık ve çıkıkların ise tek başına, yaralamayı basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek niteliğe büründürdüğü, bu durumun başvurucunun onurunu daha fazla zedeleyebileceği değerlendirildiğinden eylem eziyet yasağı kapsamında değerlendirilmiştir. Faillerin üçü hakkında seçenek yaptırımlardan olan hapis ve adli para cezaları arasında hangi nedenden ötürü asgari hadden adli para cezasının tercih edildiği konusunda kararda bir gerekçe bulunmamaktadır. Ayrıca tercih edilen gün para cezasının miktarı da asgari had olan 20 TL dikkate alınarak tespit edilmiştir. Takdirî indirim nedeni de uygulanarak bulunan 000 TL para cezası, polis memuru olan sanıklar yönünden HAGB uygulamasıyla sonuçlanmıştır. Kamu görevlisi olmayan sanığın ise adli sicil kayıtlarına işaret edilerek hakkında HAGB uygulanmamıştır. Katıldığı gösteri yürüyüşünden ayrıldığı sırada gösterinin barışçıl niteliğini bozduğu yönünde bir tespit bulunmayan, bu nedenle hakkında soruşturma da yürütülmeyen başvurucuyu gece vakti asayişi sağlamakla görevli ve devletin sokaktaki yüzünü temsil eden kolluk görevlilerinin gereksiz biçimde darbetmesi neticesinde yasadaki gerekçeler soyut biçimde tekrarlanarak kolluk görevlileri hakkında adli para cezası ya da hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanmasının eziyet yasağıyla ölçüsüz bir müeyyide olduğu değerlendirilmiştir. İşlenen suçla verilen cezalar arasında orantısızlık olması ya da hiç ceza verilmemesi durumunda bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki yaratmaktan oldukça uzak kalınmakta, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin idari ve yasal mevzuat aracılığıyla korunması hususundaki pozitif yükümlülüğün yerine getirilememesi sonucu doğmaktadır. Buna göre somut olayda uygulanan yaptırımın kötü muamele oluşturan eylemlerin hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini göstermekten ziyade fiilin sonuçlarını hafifletecek biçimde, orantısız bir şekilde adli para cezası öngörüldüğü ve HAGB'ye karar verildiği anlaşıldığından eziyet yasağının etkili soruşturma usul yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekmiştir. İki polis memuru hakkında verilen HAGB kararının ve sivil fail S.K. hakkında tayin edilen adli para cezasının başvurucu açısından yeterli giderim sağlamadığı dikkate alındığında başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalktığından bahsedilmesine olanak bulunmamaktadır. Bu nedenle her ne kadar derece mahkemelerinin kararlarıyla devletin negatif yükümlülüğüne aykırı olacak şekilde başvurucunun yaralandığı tespit edilmiş ise de sanıkların eylemleri nedeniyle yetersiz bir yaptırımla karşılaştıkları, böylelikle başvurucunun mağdur statüsünün devam ettiği anlaşıldığından eziyet yasağının maddi boyutunun da ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir." Tevfik Caner Ertay Başvurusu Olay tarihinde Eskişehir'de İletişim Fakültesi Basın Yayın Bölümü öğrencisi olan Tevfik Caner Ertay da tıpkı Doğukan Bilir ve Ali İsmail Korkmaz gibi söz konusu gösteriye katılmış, ardından diğerleri gibi polis müdahalesinden kaçmaya çalışırken aynı yerde benzer saldırıya uğramıştır. Tevfik Caner Ertay, anlatımlarında sivil kıyafetli polis memurlarının coplu saldırısına maruz kaldığını ileri sürmüştür. Tevfik Caner Ertay; darbedilmesinin ardından bir otomobilin bagajında tutulup sonrasında polis amirlerinin bulunduğu bir bölgeye bu otomobil bagajında götürülerek burada da darbedildiğini, ardından otomobilin bagajına tekrar konularak Yunus Emre Devlet Hastanesine götürülüp burada bırakıldığını ileri sürmüştür. Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonucunda Doğukan Bilir'i yaraladığı iddiasıyla hakkında kovuşturma yürütülen polis memurları H.E. ve Ş.G. ile isimleri somut başvuruya konu süreçte yapılan açıklamada da anılacak olan diğer memurlar S. ile Y.A. ve üst düzey polis amirleri de dâhil bazı memurlar hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş, olayın şüphelisi diğer memurlar hakkında ise kamu görevlisinin sahip olduğu nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle kasten nitelikli yaralama suçundan kamu davası açılmıştır. Tevfik Caner Ertay'ın kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itirazı, Eskişehir Sulh Ceza Hâkimliğince polis amirleri yönünden kabul edilerek amirler yönünden verilen karar kaldırılmıştır. Hâkimlik, Tevfik Caner Ertay'ın diğer memurlar yönünden yaptığı itirazı reddetmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, kararın ardından polis amirleri hakkında kamu davası açmıştır. Bahsi geçen polis amirleri; Eskişehir İl Emniyet Müdürlüğü Önleyici Hizmetler Müdürü A.K., Eskişehir İl Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü Ar. ve Eskişehir İl Emniyet Müdürlüğünde görevli İl Emniyet Müdür Yardımcısı A.dır. Tevfik Caner Ertay, polis amirleri dışındaki diğer memurlar hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararına itirazının Hâkimlikçe reddedilmesi üzerine Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi; bazı polis memurları ile amirleri hakkında kamu davası açıldığı, bu davada başvurucunun iddialarıyla bağlantılı değerlendirmelerde bulunulabileceği, gerekirse bu kişilerle ilgili olarak yeniden soruşturma açılmasının bu şekilde sağlanabileceği, dolayısıyla söz konusu kamu davasının sonuçlandırılmasının ardından bireysel başvuru yapılması gerektiği gerekçesiyle 12/4/2017 tarihinde başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle başvuruyu kabul edilemez bulmuştur. Bu olay hakkındaki kovuşturmayı yürüten Eskişehir Asliye Ceza Mahkemesi (Asliye Ceza Mahkemesi) 3/2/2016 tarihinde sanık polis memur ve amirlerinin eylemlerinin işkence suçu kapsamında kalma ihtimali bulunduğu, bu suça ilişkin kovuşturmayı yürütme yetkisinin ise ağır ceza mahkemelerinde olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir. Sanıkların karara itirazı Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilerek görevin Asliye Ceza Mahkemesine ait olduğuna karar verilmiştir. Kovuşturmaya böylece devam eden Asliye Ceza Mahkemesi 3/2/2021 tarihinde, üç polis amiri ile bir polis memurunun mahkûmiyetine yeter derecede delil elde edilemediği gerekçesiyle beraatine, sanık iki memurun ise kamu görevlisinin sahip olduğu nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle nitelikli yaralama suçunu işlediklerinin sabit olduğuna hükmetmiştir. Asliye Ceza Mahkemesi, bu memurların 1 yıl 11 ay 10 gün hapis cezasıyla mahkûmiyetlerine karar vermiştir. Söz konusu hükmün gerekçesinde, mağdurun darbedilmesi sonucunda sağ radius (kol kemiklerinden biri) ve nazal (burun) kemiklerinde kırık olduğu açıklanmıştır. Mahkûm edilen memurlar, Tevfik Caner Ertay ve Cumhuriyet savcısı, bu hükme yönelik olarak istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Sanık memurlar, istinaf başvurularında mağduru darbedenlerin kendileri olmadığını savunmuş; olayın seyri ile ilgili bazı açıklamalara yer verip açıklamalarında suçu işleyenler olarak başka memurları işaret etmiştir. Tevfik Caner Ertay istinaf başvurusunda, beraatine karar verilenler dâhil tüm memurların işkence suçundan yargılanmaları gerektiğini ileri sürmüştür. Cumhuriyet savcısı da başvurucu gibi, beraatine karar verilenler dâhil sanıkların işkence suçundan cezalandırılmaları gerektiğini iddia etmiş; aynı zamanda görevsizlik kararının hatalı olarak kaldırmasından sonra yapılmak durumunda kalınan suç nitelendirilmesine göre beraatine karar verilen sanıkların da diğerleri gibi kamu görevlisinin nüfuzunu kötüye kullanması suretiyle nitelikli yaralama suçundan cezalandırılmalarına karar verilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Sözü edilen tüm istinaf başvuruları, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından 3/2/2022 tarihinde esastan reddedilmiştir. Bireysel Başvuruya İlişkin Somut Olay Hakkında Yürütülen Soruşturma ve Kovuşturmalar ile Anayasa Mahkemesine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılan Önceki Bireysel Başvurular Cumhuriyet Başsavcılığı olayla ilgili olarak soruşturma açmıştır. Başsavcılık 11/6/2013 tarihinde başvurucu Şehap Korkmaz'ın ifadesine başvurmuş; adı geçen, ifadesinde oğlunun ağır derecede yaralanmasına sebebiyet veren kişilerden şikâyetçi olduğunu söylemiş ve sorumluların cezalandırmalarını talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 12/6/2013 tarihinde, olayın şüphelileri arasında polis memurlarının olduğunu değerlendirerek jandarma birimlerine olayın gerçekleştiği yerdeki MOBESE ve işyerlerinin güvenlik kameralarının görüntülerinin elde edilmesi ve görüntüler elde edildiğinde gerekli inceleme için Jandarma Kriminal Laboratuvarlar Komutanlığına (Kriminal Laboratuvarı) gönderilmesi talimatını vermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı ayrıca İl Emniyet Müdürlüğüne yazı yazarak olay günü görevli olan memurların isim listesi, bu memurlara ilişkin nöbet çizelgeleri ile telsiz kayıtlarının gönderilmesini istemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Telekomünikasyon İletişim Başkanlığından olay yerindeki baz istasyonlarından alınabilecek görüşmelerin tespitini ve Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) Bilişim ve Bilgi Güvenliği İleri Teknolojiler Araştırma Merkezinden de kamera görüntülerinin silinip silinmediği konusunda bilgi verilmesini talep etmiştir. Soruşturmada Ali İsmail Korkmaz'ın ölümünün ardından cesedi üzerinde bir otopsi işlemi gerçekleştirilmiştir. Otopside ölümün kafa travmasına bağlı beyin kanaması ile bu kanamanın komplikasyonları sonucunda meydana geldiği, Ali İsmail Korkmaz'ın kalp rahatsızlığı nedeniyle kullandığı ilacın kafa travması sonucu oluşan beyin kanamasıyla bir irtibatının bulunabileceği, başka bir ifadeyle mevcut hastalığının ölüm üzerinde bir etkisinin olduğu, bununla birlikte travma olmasaydı ölümün gerçekleşmeyeceği kanaatine ulaşılmıştır. Diğer taraftan müşahede evraklarından Ali İsmail Korkmaz'ın mandibullerinde (alt çene kemiği) ödem ve tam kat parçalı kırık ile sağ scapulasında (kürek kemiği) kırık tespit edildiği anlaşılmıştır. Ali İsmail Korkmaz'a Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesindeki müdahaleyi yapan, hastanenin Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniğinde asistan doktor olarak görevli S.Z. tanık sıfatıyla alınan ifadesinde; Acil Servis Ana Bilim Dalının daveti üzerine acil servis polikliniğine gittiğinde Ali İsmail Korkmaz'ı muayene ettiğini, diğer kliniklerdeki muayenelerini tamamlatıp tetkik sonuçlarını incelediğini, bu incelemelerinden sağ temporomandibular ekleminde (dış kulak yolunun önündeki ve temporal kemik altındaki bir eklem) sublüksasyon (geçici çene kilitlenmesi veya çenede kısmi çıkık) ve fraktür (kırık) olduğunu gördüğünü, ayrıca beyin parankimine (bir organın görev gören dokusu) ilişkin incelemesinde radyoloji raporunda tanımlandığı gibi beynin sol tarafında kanamayla uyumlu görünümler saptadığını, hastalık öyküsünden kalp ameliyatı geçirmiş olup bu sebeple kan sulandırıcı ilaç kullandığını öğrendiğini, laboratuvar testlerinde kan sulandırıcı ilaca bağlı olarak koagülasyon (pıhtılaşma) testlerinde uzama olduğunu görerek acil servis doktoruna Ali İsmail Korkmaz'ın travması olduğunu düşündüğünü söyleyip Üniversitede kendi alanında görev yapan bir öğretim üyesiyle de görüştükten sonra takip ve tedaviyi planlamak için Ali İsmail Korkmaz'ın beyin cerrahisi yoğun bakım ünitesine yatışının yapılmasını önerdiğini söylemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturmada yapılan güvenlik kamerası araştırması sonucunda elde ettiği yaklaşık kırk görüntüyle birlikte olayın gerçekleştiği sokaktaki ekmek fırını, otel ve hırdavat dükkânındaki kameraların görüntülerini kaydeden donanımları incelemesi için kriminal laboratuvara göndermiştir. Laboratuvarca düzenlenen raporlarda; kayıtların bazılarının çözünürlüklerinin düşük, kayıt ortamındaki ışığın yetersiz, kameralar ile kişiler arasındaki mesafenin uzak olması nedeniyle görüntülerin sağlıklı tespit edilemediği, bununla birlikte ekmek fırınının kamera kaydı görüntülerinin olaydan bir gün sonra silindiğinin belirlenebildiği açıklanmıştır. Görüntülerin geri getirilebilmesi, kriminal laboratuvarın bu konudaki özel çalışmasıyla mümkün olabilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının bu konudaki görüntüleri elde ettikten sonraki tespiti, bu görüntülerde darbedildiği görülen kişinin Ali İsmail Korkmaz olduğu yönündedir. Başsavcılığın tespitlerine göre görüntülerde bazı eylemcilerin tazyikli su ve göz yaşartıcı gaz da kullanan polisin müdahalesinden kurtulmak için olayın gerçekleştiği sokak ile başka sokaklara kaçıştıkları ancak olayın gerçekleştiği sokağa öncesinde gelen sivil polis memurları ile sokaktaki ekmek fırınının işletmecisi olan İ.K. ve İ.K.nın yakınları tarafından burada sopa ve coplarla darbedildiği görülmektedir. Soruşturmada görgü tanığı S.B.Y.nin ifadesi alınmıştır. Tanık, olay günü fırının önünde üç ayrı darp olayına tanıklık ettiğini, darbeden ve edilen kişileri önceden tanımasa da duyduğu telsiz seslerinden ve ellerinde copların bulunmasından darbeden kişilerden bazılarının kolluk görevlisi olduğunu tahmin ettiğini söylemiş; ayrıca ayrıntılı eşkâl bilgileri vermiştir. Olayın görüntüleri seyrettirilen tanık, olay günü saat 57 ve devamındaki zaman diliminde darbedildiği görülen kişinin öldürülen Ali İsmail Korkmaz olduğunu söylemiştir. Soruşturmada, olayın gerçekleştiği sokakta ikamet edip olup bitenleri evlerinin penceresinden izleyen tanıklar F.Kı. ve S.Kı. dinlenmiş; adı geçenler sokaktaki fırının önünde gerçekleşen darp olayını gördüklerini, görebildikleri kadarıyla fırın sahibi ile yakınlarının bir göstericinin önünü keserek göstericiyi darbettiklerini söylemiştir. Soruşturmada ekmek fırını çalışanı Y.B.nin tanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Y.B. işyerinin içinde olduğundan yaşananları görmediğini söylemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, Ali İsmail Korkmaz'ın yaralanmasının ardından sağlık kuruluşlarına başvuru süreçlerine eşlik eden F.Kö. ve O.K.nın ifadesine başvurmuştur. F.Kö. anlatımlarında Ali İsmail Korkmaz'ın birlikte oldukları sürede kendilerine "Polisler ve siviller beni dövdü." dediğini söylemiştir. Soruşturmada olay tarihinde Eskişehir İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde görevli olup ancak kendilerine verilen sözlü talimat üzerine Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde görevli meslektaşlarına yardımcı olmak için olay yerinde bulunduklarını ifade eden memurlar S., Ş.G., Y.A. ve H.E. ile ekmek fırınının işletmecisi İ.K. ve İ.K.nın akrabaları R.K. ile , ayrıca İ.K. ve akrabalarının müşterek tanıdığı E.H.nin şüpheli olarak ifadeleri, Cumhuriyet savcısı tarafından alınmıştır. Polis memurları H.E., Ş.G. ve Y.A. ifadelerinde, görüntülerde saat 57 ve devamında gerçekleştiği görülen darp olayına karışmadıklarını savunmuştur. Diğer şüpheliler ise tanımadıkları kişinin kendini yere attığı veya bu kişiyi yakalamak için sadece çelme takmak türünden eylemlerde bulundukları ya da vurmuşsalar da darbelerin şiddetinin çok ciddi yaralanmaya sebep olacak derecede sert olmadığı, zaten darbedilen kişinin de kısa süre sonra olay yerinden uzaklaşabildiği gibi ölüme veya ağır nitelikte yaralanmaya sebebiyet vermediklerini savunan birtakım açıklamalarda bulunmuştur. Soruşturmanın devamındaki süreçte şüpheli E.H. 15/8/2013; Y.A., Ş.G. ve H.E. dışındaki şüpheliler ise 7/8/2013 tarihinde tutuklanmıştır. Soruşturmada başvurucu Emel Korkmaz, başvurucu Şehap Korkmaz gibi olayın faillerinden şikâyetçi olup bu kişilerin cezalandırılmasını talep etmiştir. Başvurucular ayrıca Devlet Hastanesinde görevli bir doktor ile bazı polis memurlarının, oğullarının hastaneye müracaatı sırasında görevlerini ihmal ettiklerini iddia etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, bu iddialara konu edilen ihmaller ve güvenlik kamera kayıtlarının silinmesini ayrı soruşturma dosyalarında araştırıp değerlendirmeye karar vermiştir. Başvuru formunda görüntülerin silinmesiyle ilgili yer verilen bilgilere göre olayın yaşandığı sokakta faaliyet gösteren B. Otel'in sahibi E.G., polis memuru H.E. ile soruşturmada görüntüler üzerinde teknik inceleme yapması için görevlendirilip 17/6/2013 tarihinde görüntüleri içeren disklerin ve görüntü kayıt cihazlarının kendisine bu nedenle teslim edildiği bilirkişi S.U. hakkında yürütülen soruşturma sonucunda adı geçenler hakkında kamu davaları açılmış, bu davalarda ilk derece mahkemelerince E.G. ve H.E. hakkında beraat hükümleri verilmiştir. Başvurucular bu hükümlere karşı ilgili kanun yoluna başvurmuştur. Başvuru dosyalarında adı geçenlerle ilgili olarak sonraki sürece ilişkin bir bilgi bulunmamaktadır. Başvuru formunda, bilirkişi S.U. hakkında gerçeğe aykırı bilirkişilik suçundan açılan kamu davasının başvuru tarihi itibarıyla sonuçlanmadığı açıklanmıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırmada Eskişehir Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yürütülen kovuşturma sonucunda 16/3/2021 tarihinde kurulan hükümle, adı geçenin gerçeğe aykırı rapor düzenlediği gerekçesiyle gerçeğe aykırı bilirkişilik suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezasıyla mahkûmiyetine karar verilip bu mahkûmiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakıldığı anlaşılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 9/9/2013 tarihinde, şüpheli S. hakkında kasten insan öldürme, diğer şüpheliler hakkında ise kasten insan öldürme suçuna yardımdan kamu davası açmıştır. İddianameye göre öldürme suçunun asli faili polis memuru S. olup diğerleri bu suça yardım etmiştir. Söz konusu iddianamenin ilgili kısmı şöyledir: "Tüm bu açıklamalara göre somut olay değerlendirildiğinde;Olay tutanakları, Adli Emanet makbuzları, bilirkişi raporları, tanık beyanları, şüphelilerin savunmaları, ölü muayene ve otopsi tutanağı, [teşhiş] tutanakları, olay yeri keşif tutanağı, tanık sıfatıyla beyanı saptanan [S.B.Y.] beyanları, ölene ait sağlık kurumlarından dosyaya getirtilen tıbbi tedavi belgelerinin içeriği, ölenin olay sırasında giydiği ve adli emanetin 2013/2446 sırasına kayıtlı kıyafetleri, ölenin 03/06/2013 tarihinde polis merkezinde alınan beyanı, Jandarma Genel Komutanlığı Ankara Kriminal Labaratuvarları Dairesi Başkanlığı'nın 30/07/2013 tarih ve HRK 9010-344185, keza aynı labaratuvardan gelen 05/08/2013 tarih ve HRK 9010- 352976 numaralı uzmanlık raporları ile ekindeki kamera kayıtlarındaki elde edilen görüntüler, olay yeri keşif tutanakları ve tüm soruşturma dosyası kapsamına göre;Maktulün ölümüne neden olan şüphelilerin eyleminin TCK nun maddesinde düzenlenen kasten öldürme ve bu yasanın 87/ maddesinde düzenlenmiş bulunan 'neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama' yani 'meydana gelen ölüm neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama' veya 'olası kastla adam öldürme' suçunu oluşturup oluşturmadığı ve iştirak hükümlerinin uygulanması konusunda yapılan değerlendirmede;Şüphelilerden [S.] ve [Y.A.]'un maktul [A.İ.K.]'ın arkasından yakalamak için koştuğu,Şüphelilerden [İ.K.], [R.K.], [] ve [E.H.]'ın kendilerine doğru koşan maktul [A.İ.K.] yı bekledikleri, şüphelilerden [E.H.]'ın maktule tekme atmak suretiyle, diğer şüphelilerden [İ.K.], [R.K.], []'nin ise çelme takmak suretiyle düşürdükleri, maktulü H... Ekmek fırının karşısında bulunan kaldırıma yatırdıkları, yere düşen ve duvar kenarına sıkıştırılan maktulün bacak-kol-[sırtlarının] tekme ile vurarak yaraladıkları;Arkadan koşan şüphelilerden [S.]'ın yine yerde yatan maktule vurduğu, akabinde şüphelilerin maktulün yanından uzaklaştıkları, müdahale sonrası yerde kalan maktulün şüphelilere küfür etmesi üzerine şüphelilerden [S.]'ın tekrar hızla gelerek maktule 3-4 defa göğüs ve baş kısmına tekme atarak olay yerinden ayrıldıkları, bir süre yerde yatan maktulün sendeleyerek ayağa kalkarak olay yerinden uzaklaştığı;Yerden [kalkarak] olay yerinden uzaklaşan maktulü yine Kurtuluş Mahallesi B... Otel yakınlarında şüphelilerden [H.E.] ve [Ş.G.]'ın ayak ve bacak bölgesine vurmak suretiyle yaraladıkları ve maktulün Kurtuluş Mahallesi Sanayi sokağı terk ettiği,Şüphelilerden [S.]'ın maktul [A.İ.K.]'ın kafa bölgesine birden fazla tekme attığı ve olayda asıl fail olduğu, şüphelinin yerde yatan maktulün göğüs ve baş kısmına 3-4 defa şiddetli tekme atmasının sonucunda yaralamanın haricinde ağır neticenin ortaya çıkabileceğini öngörebileceği, şüphelinin öngörebileceği bu durumlarda meydana gelen ağır netice açısından kastla hareket ettiği, maktule tekme atması sonucu maktulun ölebileceğinin tahmin etmesi gerektiği, şüphelinin maktulün hiç beklemediği bir şekilde çok sert bir tekme atması ve yerde yaralanmış vaziyette yatan maktulün hiç beklemediği bu darbeden dolayı yaralanması, akabinde gördüğü tedaviye rağmen ölmesi olayında şüphelinin maktulün ölmesine neden olduğu anlaşılmakla TCK nun 81/1 maddesi gereğince cezalandırılmasına ;Diğer şüphelilerden [Ş.G.], [H.E.] ve [Y.A.]'un meydana gelen ölüm olayında suçun icrasını kolaylaştırıldığı, şüphelilerden [S.]'ın eylemini destekleyici, hazırlayıcı veya kolaylaştırıcı eylemlerde bulundukları, bu suretle adam öldürme suçuna iştirak ettikleri, [İ.K.], [R.K.], [] ve [E.H.]'ın diğer şüpheli [S.] ile fikir ve eylem birliği içinde hareket ettiklerini kabule yetecek kesin deliller bulunmadığı, şüphelilerin ani gelişen olayda maktüle tekme ve sopa ile vurma şeklindeki eylemlerinin şüpheli [S.]'nın eylemine doğrudan katılma olarak kabul edilemeyeceği; suçun icrasındaki rolleri ve katkılarının taşıdığı önem gözönünde bulundurulduğunda şüphelilerin [S.]'ın eylemine nazaran suçun yaratıcı ve yapıcı niteliklerini taşımayıp onu destekleyici, hazırlayıcı veya kolaylaştırıcı bir durum arzettiğinin anlaşıldığı, bu suretle adam öldürme suçuna iştirak ettikleri,...[karar verilmesi kamu adına talep ve iddia olunur.]" Kamu davası Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde görülmeye başlanmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi, tensiben verdiği ara kararıyla ölümün Gezi Parkı olayları sırasında gerçekleşmiş olmasını, ölümün soruşturulması sürecinde de olayların adliye binası çevresi ile Eskişehir'de gerçekleşmesini ve olaylardan kaynaklanabilecek kamu güvenliğinin sağlanabilmesindeki muhtemel güçlükleri gerekçe göstererek dava sürecinde kamu güvenliği konusunda sorun yaşanıp yaşanmayacağı konusunda bilgi vermeleri için Eskişehir Valiliği ile Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazmış; hem Valilik hem de Cumhuriyet Başsavcılığı yazıya cevaplarında kamu davasının Eskişehir'de görülmesine devam edilmesi durumunda şehirde kamu güvenliği bakımından ciddi sorunların oluşabileceğini belirterek davanın naklinin bu nedenle uygun olabileceğini bildirmiştir. Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi değerlendirmeler ile birlikte dava dosyasını nakil konusunda bir karar verilmek üzere Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne, Genel Müdürlük ise uhdesine ulaşan dosyayı ilgili kanun hükümleri çerçevesinde Yargıtay Ceza Dairesine ( Ceza Dairesi) göndermiştir. Ceza Dairesi 7/11/2013 tarihinde, davanın Eskişehir'den başka bir yere naklinin uygun olacağına ilişkin değerlendirmeleri ve Bakanlığın bu konudaki talebini dikkate aldığını açıklayarak davanın Kayseri Ağır Ceza Mahkemesine nakline karar vermiştir. Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi, Ceza Dairesinin kararı gereğince 13/11/2013 tarihinde, davanın nakli ile dava dosyasının nöbetçi Kayseri Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesi bu kararla birlikte tutuklu sanıkların tutukluluk hâllerini de değerlendirmiş, suçu işledikleri yönündeki kuvvetli şüphenin varlığını ve suçun niteliğini gerekçe göstererek tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Başvurucular, davanın nakli kararına itiraz edip dava dosyasının bu konuda karar verilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesini talep etmiştir. İtiraz başvurularını inceleyen Ceza Dairesince kamu davasının nakli kararının itirazı mümkün kararlardan olmadığı ve ayrıca davanın nakline karar verilirken Bakanlığın bildirdiği gerekçelerle bağlı kalınmaksızın resen yapılan araştırmalara göre bir değerlendirme yapıldığı açıklanmış; başvurucuların itirazı incelenmeksizin ilgili evrak ve ekleri iade edilmiştir. Davanın nakline karar verilmesinden önce Ali İsmail Korkmaz'ın yakını olan başvurucular 10/10/2013 tarihinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucular Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde (Sözleşme) güvence altına alınan diğer bazı hak ve özgürlüklerin yanında Sözleşme'nin maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ile maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının somut olayda ihlal edildiğini ileri sürmüştür (Şehap Korkmaz ve diğerleri/Türkiye, B. No: 64200/13, 25/3/2014, § 21). Başvurucular aynı zamanda özellikle soruşturmayı yürüten yetkili makamların ve mahkemelerin tarafsız olmadığını, baskıcı bir adli ve idari uygulama bulunduğunu ileri sürerek somut yargısal sürecin sonucunu beklemenin veya Anayasa Mahkemesine bu konuyla ilgili olarak bir bireysel başvuruda bulunmanın gerekli olmadığını iddia etmiştir (Şehap Korkmaz ve diğerleri/Türkiye, § 22). AİHM ise söz konusu bireysel başvuruyu 25/3/2014 tarihinde, Sözleşme'nin maddesi gereğince iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez bulmuştur. Söz konusu kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: " ... Başvuranlar, Sözleşme'nin ve maddelerini ileri sürmekte ve olaylar sırasında, 'baskı ve zorbalığa karsı direnme hakkına' uzun bir süre boyunca makamlar tarafından güç kullanılarak ve haksız olarak müdahale edilmesinden şikâyet etmektedirler. Başvuranlar ayrıca, Sözleşme’nin 2, 3, 6, 8, 9 ve maddelerini ileri sürerek, özellikle sorusturmayı yürüten makamların ve mahkemelerin tarafsız olmaması sebebiyle, baskıcı bir adli ve idari uygulama bulunduğunu, dolayısıyla söz konusu yargılamaların sonucunu beklemenin veya başvuru yollarının etkin olmadığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuruda bulunmanın da gerekli olmadığını iddia etmektedirler.HUKUKİ | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/7592 | Başvuru, bir göstericinin kolluk görevlileri ve bu görevlilerle hareket eden kişiler tarafından darbedilerek öldürülmesi, olayla ilgili olarak etkili ceza soruşturması yürütülmemesi ve göstericinin öldürülme biçimi ile ölümünün öncesi ve sonrasında yaşanan olumsuz gelişmeler sonucunda yakın akrabaların yaşadığı ızdırap nedeniyle yaşam hakkı, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kolluk görevlilerinin Gezi Parkı eylemlerine katılan gruba müdahale etmeleri sırasında meydana gelen yaralanmaya ilişkin şikâyet sonucunda Başbakan, İçişleri Bakanı, vali ve emniyet müdürü hakkında soruşturma izni verilmemesinin kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 8/7/2015 ve 20/5/2016 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2016/9774 numaralı başvuru dosyasının hukuki irtibat nedeniyle 2015/11702 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2015/11702 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine, diğer başvuru dosyasının kapatılmasına ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Cihan Mutlu ve Gökçe Algan 31/5/2013 tarihinde, Ergin Şahin 1/6/2013 tarihinde ve Alper Merdoğlu 16/6/2013 tarihinde İstanbul'da gerçekleşen Gezi Parkı eylemlerinde yaralanmışlardır. Başvurucular genel olarak kolluk görevlilerince darbedilmeleri, ayrıca yakın mesafeden ve doğrudan atılan gaz fişeği ile toplumsal olaylara müdahale aracı (TOMA) tarafından hedef alınarak sıkılan tazyikli su sonucu yaralandıklarını ileri sürerek söz konusu gösterilerde görev alan kolluk görevlilerinin yanı sıra Başbakan, İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi ve İl Emniyet Müdürü hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) suç duyurusunda bulunmuşlardır. Savcılıkça 18/12/2013 tarihinde, Vali ve İl Emniyet Müdürü yönünden soruşturmanın ayrılması suretiyle görevsizlik kararı verilerek soruşturma dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Hakkında suç duyurusunda bulunulan kişilerin kamu görevlisi olduğu gerekçesiyle soruşturma izni verilmesi için dosya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından İçişleri Bakanlığına gönderilmiş; İçişleri Bakanlığınca 14/3/2014 tarihinde soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir. Bu karara yapılan itirazın Danıştay Birinci Dairesinin 7/5/2014 tarihli kararıyla reddedilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma 24/6/2014 tarihinde kayıttan düşürülmüştür. Diğer taraftan Başbakan ve İçişleri Bakanı hakkındaki şikâyet yönünden soruşturma dosyası Savcılık tarafından Gezi Parkı eylemleri nedeniyle yapılan diğer şikâyetlerle birleştirilerek 23/12/2013 tarihinde işlem yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Bu karara yapılan itiraz üzerine Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesince 28/3/2014 tarihinde, Başbakan ve bakanların iddia edilen suçlarla ilgili sorumluluğunun bulunup bulunmadığını değerlendirme yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) ait olduğuna dikkat çekilmek suretiyle dosyanın TBMM'ye gönderilmesi gerektiği belirtilerek Savcılığın kararı kaldırılmıştır. Kanun yararına bozma yoluna gidilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesince 11/12/2015 tarihinde, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi kararı kaldırılmıştır. Başvurucular, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı kararına ilişkin olarak 8/7/2015 tarihinde, Yargıtay Ceza Dairesi kararına ilişkin olarak ise 20/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili hukuk için bkz. Davut Yıldız, B. No: 2014/14147, 24/1/2018, §§ 18, | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/11702 | Başvuru, kolluk görevlilerinin Gezi Parkı eylemlerine katılan gruba müdahale etmeleri sırasında meydana gelen yaralanmaya ilişkin şikâyet sonucunda Başbakan, İçişleri Bakanı, vali ve emniyet müdürü hakkında soruşturma izni verilmemesinin kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/62577 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tabii hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş bir mahkemede yargılamanın yapılmış olması, başvurucular hazır bulunmaksızın dinlenen gizli tanık beyanının hükme esas alınması, Kürtçe savunma yapma hakkı tanınmaması, soruşturma aşamasında kısıtlama kararı verilmiş olması ve yargılamanın sonucunun adil olmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuruda ayrıca anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan bazı eylemlerin terör örgütü üyeliği suçundan verilen mahkûmiyet kararında delil olarak kullanılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının; tutuklamanın matbu gerekçeler içeren ve duruşma yapılmaksızın verilen kararlarla uzun süre devam ettirilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuka aykırı olarak yapılan arama ve iletişimin dinlenmesi nedenleriyle özel hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Başvuru 21/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Olayların meydana geldiği tarihlerde başvuruculardan Adle Deniz Sürer, Hasan Karaoğlan ile Mehmet Emin Polat Ceylanpınar Belediyesi meclis üyesi, başvurucu Ahmet Dağtekin Ceylanpınar Belediyesi başkan yardımcısı, başvurucu Cemil Tuncer ise Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) üyesidir. Başvurucular, PKK terör örgütüne üye oldukları gerekçesiyle belirli sürelerle gözaltında tutulmuşlar; gözaltının akabinde başvuruculardan Adle Deniz Sürer ile Mehmet Emin Polat 10/5/2012 tarihinde, diğer başvurucular ise 31/5/2012 tarihinde tutuklanmışlardır. Cumhuriyet savcısı 20/7/2012 tarihli iddianamesi ile başvurucuların terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir. Aynı iddianamede Cumhuriyet savcısı başvurucular Cemil Tuncer, Hasan Karaoğlan ve Mehmet Emin Polat'ın ayrıca 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme suçundan da cezalandırılmasını talep etmiştir. Başvurucular hakkındaki yargılama Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) yapılmıştır. Mahkeme 10/10/2012 tarihinde başvurucu Ahmet Dağtekin'in, 18/1/2013 tarihinde başvurucu Hasan Karaoğlan'ın, 1/3/2013 tarihinde ise başvurucular Adle Deniz Sürer ile Mehmet Emin Polat'ın tahliyelerine karar vermiştir. Yargılama sonucunda Mahkeme 5/7/2013 tarihinde, başvurucuların PKK terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetlerine hükmetmiştir. Mahkeme 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçuyla ilgili olarak ise beraat yönünde hüküm kurmuştur. Mahkeme ayrıca tutuklu olan başvurucu Cemil Tuncer'in hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. İlk derece mahkemesi gerekçeli kararına, başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıklar hakkında yapılan soruşturma ve kovuşturmanın hangi sebeplere dayandığına ilişkin arka plan açıklaması yaparak başlamıştır. Mahkeme, örgütün yapılanmasına dair bazı bilgiler verdikten sonra kent meclisleri hakkında ayrıntılı açıklamalar yapmıştır. Mahkemeye göre kent meclisleri, PKK terör örgütüne ait olan sözleşmelere istinaden terör örgütü lideri Abdullah Öcalan ve örgüt yöneticilerinin talimatlarıyla kurulan PKK terör örgütünün önemli bir yapılanmasıdır. Bundan başka ilk derece mahkemesi, kent meclislerinin amacı ve yapılanması hakkında da bazı bilgiler vermiştir. Mahkeme, kent meclislerinin başkanlık divanı, yürütme ve disiplin kurulu şeklinde bir yapılanmaya gittiğini belirttikten sonra bu meclislerin demokratik özerkliği gerçekleştirmenin bir aracı olarak kabul edildiğini ifade etmiştir. Mahkeme ayrıca kentte bulunan PKK terör örgütü yapılanmalarının tamamının kent meclislerine bağlı olduğu hususuna vurgu yapmış ve daha sonra kent meclislerinin vatandaşların devletin idari ve adli kurumlarıyla olan irtibatını ortadan kaldırmayı amaç edindiğini kabul etmiştir. Son olarak ilk derece mahkemesi kent meclislerinin toplantıları hakkında bazı hususları açıklamıştır. Mahkemeye göre adı geçen yapının toplantılarında, ölen örgüt mensupları adına saygı duruşunda bulunulmakta, örgütsel talimatlar doğrultusunda değerlendirme ve alan çalışmaları yapılmaktadır. Genel açıklamalardan sonra Mahkeme, atılı suçların işlenip işlenmediği hususunda her bir sanık yönünden öncelikle delil olarak kabul edilen eylemleri tek tek sıralamış; daha sonra ise bir değerlendirmeye yer vermiştir. Mahkemenin başvurucuların terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetlerinde dikkate aldığı delillerin bazıları şu şekildedir: i. Mahkeme, başvurucuların Ceylanpınar İlçe Kent Meclisi yapılanması içinde yer aldığını kabul etmiştir. Mahkeme, kabulünü bir gizli tanığın beyanına ve başvurucuların Ceylanpınar İlçe Kent Meclisi toplantılarına katılmış olmalarına dayandırmıştır. Gizli tanığın beyanına göre başvurucu Adle Deniz Sürer kent meclisi toplantısına katılmış ve kent meclisi divan üyeliğine seçilmiş olup aynı zamanda kent meclisine bağlı kadın yapılanması olan Demokratik Özgür Kadın Hareketi içinde gerçekleştirilen faaliyetleri organize etmiştir. Diğer başvurucular yönünden de gizli tanık benzer açıklamalarda bulunmuştur.ii. İlk derece mahkemesi, başvurucuların BDP'nin Ceylanpınar İlçe Teşkilatına ait binada gerçekleşen bazı toplantılara katılmalarını da delil olarak değerlendirmiştir. Mahkemeye göre söz konusu toplantıların bir kısmı Ceylanpınar İlçe Kent Meclisi toplantısı niteliğindedir. Mahkeme diğer toplantılarla ilgili olarak ise yaptığı değerlendirmede söz konusu toplantılarda terör örgütünü ve liderini öven açıklamalar yapıldığını, ölen örgüt mensupları adına saygı duruşunda bulunulduğunu ya da örgütsel bazı gösterilere katılımın organize edildiğini kabul etmiştir. iii. Bundan başka Mahkeme, başvuruculara ait olduğunu kabul ettiği bazı materyallerde örgütsel nitelikli bilgi ve belgelerin ele geçirilmesini delil olarak değerlendirmiştir. iv. Başvurucuların terör örgütünün propagandasına dönüştürülen gösterilere katılımı organize etmeleri veya katılmış olmaları da terör örgütü üyeliği suçundan verilen mahkûmiyet kararında dikkate alınmıştır. Başvuruculardan Cemil Tuncer ve Mehmet Emin Polat yönünden ayrıca PKK terör örgütü lideri A.Ö.nün talimatı ile Sivil İtaatsizlik adı altında başlatılan Alternatif Cuma Namazı uygulamasına katılmaları da delil olarak değerlendirilmiştir. v. İlk derece mahkemesi, bazı başvurucular yönünden PKK terör örgütünün talimat ve amaçları doğrultusunda gerçekleşen basın açıklamalarına katılmış olmalarına da delil olarak dayanmıştır. Mahkemenin 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçu yönünden yaptığı değerlendirme ise şöyledir:"Her ne kadar sanığın [başvurucular Cemil Tuncer, Hasan Karaoğlan ve Mehmet Emin Polat'ın] katıldığı yasadışı kent meclis toplantısında Kahramanlık haftasının ve Abdullah Öcalan'ın doğum gününün kutlanmasına karar alınmışsa da; bu toplantıların açık alanda düzenlenmediği, BDP veya MEYA-DER 'e ait binada düzenlendiği; toplantılarının açık alanda olmadığından, 2012 tarihinde ÖCALAN'ın doğum günü nedeniyle Halfeti İlçesi Ömerli Köyü'ne katılım için düzenlenen faaliyetin güvenlik güçlerinin izin vermemesi nedeniyle tamamlanamadığından 2911 S.K'nun 28/1 maddesinde yazılı suçun unsurları[nın] oluşmadığı anlaşılmış ve beraatine karar verilmiştir." Temyiz üzerine mahkûmiyet kararı Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 20/11/2014 tarihinde onanmıştır. Yargıtay kararında kent meclisleri hakkında bazı bilgiler vermiş; daha sonra ise başvurucular hakkında genel bir değerlendirme yapmıştır. Yargıtay kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Kent Meclisleri’nin amacı, ilçe ve mahalle meclisleri oluşturarak halk üzerindeki baskıyı artırmak, KCK sisteminin örgütlenme düşüncesini tabana doğru genişletmek, demokratik eylem görünümü altında şiddet eylemleri gerçekleştirmektir. Bir siyasi partinin belediye başkan yardımcısı, encümeni, ilçe yönetimi üyesi ve yöneticileri olan sanıkların siyasi faaliyet görünümü altında gerçekleştirdikleri ilçe kent meclisi toplantılarına katılarak toplantı başlangıcında öldürülen terör örgütü mensupları anısına saygı duruşunda bulunup, sonrasında örgütçe önem atfedilen günlerde yapılacak eylem ve organizasyonları planlamak, kent meclisi sözleşmesi uyarınca mahalle ve köy meclislerinden gelen raporları değerlendirmek, eleştiri ve özeleştiride bulunmak, önderlik olarak bahsettikleri Abdullah Öcalan’ın görüşme notları ile diğer örgüt yöneticisi konumundaki şahısların açıklamalarını okumak şeklindeki eylemleri, iletişimin tespiti, teknik ve fiziki takip tutanakları ve tüm dosya kapsamına göre değerlendirildiğinde salt siyasi faaliyet kapsamında görülemeyeceği anlaşıldığından eylemlerin bir bütün halinde silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil üyesi olma suçunu oluşturacağına ilişkin mahkemenin kabulü dosya kapsamına uygun bulunmuş[tur]...." Başvurucular, nihai karardan 22/12/2014 tarihinde haberdar olduklarını belirtmişler; 21/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili hukuk için bkz. Metin Birdal ([GK] B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-39); Az. , (B. No: 2013/560, 16/4/2015, §§ 19-23); Cezair Akgül (B. No: 2014/10634, 26/10/2016,§§ 17, 18) başvurularına ilişkin kararlar. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1655 | Başvuru, tabii hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş bir mahkemede yargılamanın yapılmış olması, başvurucular hazır bulunmaksızın dinlenen gizli tanık beyanının hükme esas alınması, Kürtçe savunma yapma hakkı tanınmaması, soruşturma aşamasında kısıtlama kararı verilmiş olması ve yargılamanın sonucunun adil olmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuruda ayrıca anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan bazı eylemlerin terör örgütü üyeliği suçundan verilen mahkûmiyet kararında delil olarak kullanılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının; tutuklamanın matbu gerekçeler içeren ve duruşma yapılmaksızın verilen kararlarla uzun süre devam ettirilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuka aykırı olarak yapılan arama ve iletişimin dinlenmesi nedenleriyle özel hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği ileri sürülmüştür. | 0 |
Başvuru, tam yargı davasında aleyhe hükmedilen nispi vekâlet ücreti nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/5/2014 tarihinde Edirne İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/9/2015 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından görüş sunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Kulp İlçe Jandarma Komutanlığına bağlı Panak Güç Jandarma Karakol Komutanlığında teleferik yedek görevlisi olarak görev yapmakta iken 9/3/2010 tarihinde teleferiği çalıştırdığı sırada sol elinin işaret parmağı ikinci boğumundan, orta parmağı ise birinci boğumundan kırılmak suretiyle kopmuştur. Başvurucu 22/6/2011 tarihinde idareye başvurarak maddi ve manevi tazminat talep etmiş, talebi cevap verilmeyerek reddedilmiştir. Başvurucu, zımni ret işlemine karşı 9/9/2011 tarihinde 000 TL maddi, 000 TL de manevi tazminata talebiyle adli yardım istemli olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM İkinci Dairesi adli yardım istemini kabul etmiştir. Daire 6/11/2013 tarihli ve E.2011/1296, K.2013/1284 sayılı kararıyla bilirkişi raporuna istinaden başvurucunun talebinin kısmen kabulüyle 678 TL maddi ve000 TL manevi tazminatın 264,24 TL vekâlet ücreti ile birlikte başvurucuya ödenmesine, ayrıca reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden hesap edilen 429,32 TL avukatlık ücretinin de başvurucudan alınarak davalı idareye verilmesine hükmetmiştir. Başvurucu, kararın aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmının düzeltilmesi istemiyle karar düzeltme talebinde bulunmuşsa da istemi aynı Dairenin 9/4/2014 tarihli ve E.2014/505, K.2014/515 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Söz konusu karar 29/4/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2011 tarihli ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir." 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılıAskeri Yüksek İdari Mahkemesi Kanunu'nun maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:"Yargılamanın iadesi ve kararın düzeltilmesi istekleri kanunda yazılı sebeplere dayanmıyor ise isteğin reddine karar verilir ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun bu husustaki hükümlerine göre para cezasına da hükmolunur." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6289 | Başvuru, tam yargı davasında aleyhe hükmedilen nispi vekâlet ücreti nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza davasında verilen kararın sonucunu etkileyecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmamasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ve arkadaşları ile başka bir grup arasında 30/3/2008 tarihinde çıkan kavgada Ö.K. bıçakla yaralanmıştır. 1982 doğumlu olan Ö.K., soruşturma evresindeki beyanında "...göğsüne kimin vurduğunu bilmediği bir bıçak yarası aldığını" belirtmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu ve diğer dört şüpheli hakkında Ö.K.ye karşı nitelikli yaralama suçunu işledikleri iddiasıyla aynı yer Asliye Ceza Mahkemesine (Mahkeme) hitaben iddianame düzenlemiştir. Aynı iddianamede başka suç ve şüphelilere de yer verilmiştir. Ö.K. duruşmadaki beyanında, soruşturma evresinde verdiği ifadesini tekrar ettiğini ve kimseden şikâyetçi olmadığını belirtmiştir. Mahkeme 14/2/2012 tarihli ve E.2009/305, K.2012/72 sayılı kararıyla başvurucu ve sanıkların atılı suçtan cezalandırılmasına karar vermiştir. Anılan karar, başvurucu ve diğer sanıklar tarafından temyiz edilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Neticeten yapılan yargılama, sanık savunmaları, alınan kati raporlar ve tüm dosya kapsamına göre sanıkların sabit olan atılı suçlardan ayrı ayrı cezalandırılmalarına karar vermek gerekmiştir." Yargıtay Ceza Dairesinin 18/11/2013 tarihli ve E.2013/2041, K.2013/40752 sayılı kararı ile diğer dört sanığın "atılı suçu kabul etmedikleri, Ö.K.nin kendisini kimin yaraladığını söylemediği nazara alındığında hangi sanığın ne şekilde eyleme iştirak ederek suçu işlediğini[n] delillerle ilişkilendir[ilmediği]" gerekçesiyle anılan hüküm bozulmuştur. Başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmü ise onanmıştır. Başvurucu, anılan karardan 14/1/2014 tarihinde haberdar olmuş ve 3/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Suçun kanunî tanımında yer alan fiili birlikte gerçekleştiren kişilerden her biri, fail olarak sorumlu olur." Aynı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"(1)Kasten yaralama fiili, mağdurun;...d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,...Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hâllerde üç yıldan, üçüncü fıkraya giren hâllerde beş yıldan az olamaz." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2421 | Başvuru, ceza davasında verilen kararın sonucunu etkileyecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yakalama ve gözaltı tedbirleri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu hakkında PKK/KCK silahlı terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda 14/8/2017 tarihinde gözaltına alınan başvurucu, Çanakkale Sulh Ceza Hâkimliği nezdinde yapılan sorgusunun ardından hakkında adli kontrol hükümleri uygulanmak suretiyle 17/8/2017 tarihinde serbest bırakılmıştır. Başsavcılığın 6/10/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında kamu davası açılmış, Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde yürütülen yargılama neticesinde 23/12/2020 tarihinde başvurucunun atılı suçtan beraatine karar verilmiştir. Anılan karar istinaf edilmeksizin kesinleşmiştir. Başvurucu 7/7/2021 tarihli dilekçesi ile maddi ve manevi zarara uğradığını belirterek 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın haksız fiil tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı hazineden tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Tazminat talebine ilişkin yargılamayı yürüten Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi 4/10/2021 tarihinde tazminat talebini kısmen kabul etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, 140,40 TL maddi ve 750 TL manevi tazminatın gözaltı tarihi olan 14/8/2017 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı hazineden tahsil edilerek başvurucuya verilmesine karar vermiştir. Başvurucunun istinaf kanun yoluna başvurması üzerine 29/4/2022 tarihinde İstanbul Bölge Adliyesi Mahkemesi Ceza Dairesi istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu 2/6/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca; başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/61000 | Başvuru, yakalama ve gözaltı tedbirleri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, istinaf ve temyiz mercilerinin kararlarının matbu olması, ilk derece mahkemesince iyi hâl indirimi yapmama ve teşdit uygulama yönündeki kararların gerekçelendirilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının, ByLock kütüklerine ilişkin dijital verilere erişilememesi ve bu yöndeki bilirkişi taleplerinin reddedilmesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/11/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve gerekçeli karar hakkı ile silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hak ve ilkelere ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Menteşe İlçesi Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı bünyesinde 22/12/2010 tarihinden itibaren belirsiz süreli iş sözleşmesiyle çalışan ve 29/11/2016 tarihinde iş akdi feshedilen başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan soruşturma başlatılmıştır. Muğla Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) 19/6/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması talep edilmiştir. İddianamenin kabulüyle açılan davada, Muğla Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 25/12/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 28/3/2018 tarihinde yapılmasına ve firari başvurucunun yakalanmasına karar verilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtlarına göre ilk dört celsede başvurucu yakalanamamıştır. 26/4/2019 tarihinde başvurucunun Enez-İpsala yolu Gala Gölü yol ayrımında yurt dışına kaçmak isterken yakalanması üzerine 28/7/2019 tarihinde resen celse açılarak müdafii eşliğinde savunması alınmıştır. Yurt dışına kaçmak isterken yakalanmış oluşu da gerekçe gösterilerek başvurucu tutuklanmıştır. 8/5/2019 tarihli altıncı celsede iddia makamı tarafından esas hakkında mütalaa sunulmuştur. Başvurucu müdafii esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmada bulunmak için süre istemiştir. Yedinci ve sekizinci celselerde esaslı bir işlem yapılmamış, 6/9/2019 tarihli dokuzuncu celsedeki karar duruşmasında başvurucu ve müdafii esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmalarını yapmıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli karardan başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasına dayanak teşkil eden delillerin ByLock kullanması, örgütün finans kuruluşu olan Bank Asyaya örgüt talimatıyla para yatırması ve Muğla Valiliğince gönderilen yazıda örgüt faaliyeti çerçevesinde işe alınması değerlendirmesi olduğu anlaşılmıştır. Başvurucunun istinaf talebi, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 30/12/2019 tarihli kararı ile esastan reddedilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 17/9/2020 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır. Başvurucu 6/11/2020 tarihinde başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/35669 | Başvuru, istinaf ve temyiz mercilerinin kararlarının matbu olması, ilk derece mahkemesince iyi hâl indirimi yapmama ve teşdit uygulama yönündeki kararların gerekçelendirilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının, ByLock kütüklerine ilişkin dijital verilere erişilememesi ve bu yöndeki bilirkişi taleplerinin reddedilmesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, indirimli özel tüketim vergisi uygulandığı dönemde yapılan araç satışlarının muvazaalı olduğu gerekçesine dayanılarak resen üç kat vergi ziyaı cezalı özel tüketim vergisi tarh edilmesi nedeniyle ayrımcılık yasağı bağlamında mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun A sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2015/17259 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün Maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu, farklı ticaret alanları dışında otomobil ve oto yedek parça ticaretiyle de iştigal eden bir şirkettir. Motor silindir hacmi 1600 cm3ü geçmeyen binek otomobilleri için uygulanan %37 olan özel tüketim vergisi (ÖTV) oranı 16/3/2009 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 2009/14802 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla 17/3/2009 ile 16/6/2009 tarihleri arasında geçerli olmak üzere %18’e düşürülmüştür. 16/6/2009 tarihli Mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanan 2009/15081 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla da indirimli vergi oranı uygulamasının 16/6/2009 ile 30/9/2009 tarihleri arasında %27 vergi oranı üzerinden devamına karar verilmiştir. Başvurucu Şirket 16/6/2009 ile 30/9/2009 tarihleri arasında sattığı araçların ilk iktisabı için %27 oranı üzerinden ÖTV beyannameleri düzenleyerek ödemeleri yapmıştır.B. Vergi İncelemesi Süreci 2009 yılında yapılan ÖTV indirimi teşvikinin amacına uygun olarak kullanılıp kullanılmadığına ve bu işlemlerde ÖTV açısından herhangi bir vergi kayıp ve kaçağının bulunup bulunmadığına yönelik olarak Vergi Denetim Kurulu Başkanlığınca sektörel bazda bir vergi incelemesi yürütülmüştür. Bu çalışmalar kapsamında üç yüz üç mükellef incelemeye sevk edilmiştir. Başvurucu Şirket ile ilgili olarak yapılan inceleme neticesinde düzenlenen 5/7/2013 tarihli raporda;i. Şirketin indirimli ÖTV’nin uygulandığı 16/6/2009 ile 30/9/2009 tarihleri arasında kurum çalışanları ve kendi adına düzenlediği faturaların muhteviyatı itibarıyla gerçek araç satışına dayanmadığı saptanmıştır. Rapora göre faturalarda yer alan alıcı ve araç satış tutarı bilgileri gerçek dışı olup başvurucu Şirket ÖTV indiriminden yararlanmak için bu faturaları düzenlemiştir. ii. ÖTV indiriminin sona erdiği 30/9/2009 tarihinden sonra söz konusu araçların noter vasıtasıyla üçüncü kişilere devredildiği tespit edilmiştir. Başvurucu Şirketin gerçek olduğu belirlenen bu satışlar üzerinden ÖTV beyannamesi düzenlemediği belirtilmiştir.iii. Üçüncü kişilere yapılan satış tutarlarından, daha önce kurum çalışanları adına düzenlenen faturalardaki tutarlar arasındaki fark beyan edilmeyen matrah olarak tespit edilmiştir. Bu şekilde belirlenen fark matraha %37 oranı uygulanmak suretiyle beyan edilmemiş ÖTV tutarı saptanmış ve araç satışlarında sahte belge düzenlendiği kabulüyle bu tutara üç kat vergi ziyaı cezası uygulanması önerilmiştir. Vergi İdaresi tarafından vergi inceleme raporundaki öneri doğrultusunda başvurucu Şirket adına indirimli özel tüketim oranından faydalanmak amacıyla gerçeğe aykırı satışlar yapılarak ÖTV kaybına neden olunduğu gerekçesiyle 2009 yılı Ekim ve Kasımayı dönemleri için resen üç kat vergi ziyaı cezalı ÖTV tarhiyatı yapılmıştır. Bunun yanında tekerrür hükümleri de uygulanarak ceza artırılmıştır. Ceza SoruşturmasıSüreci Vergi Denetim Kurulu 18/12/2013 tarihinde başvurucu Şirketin Yönetim Kurulu üyeleri hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde suç duyurusunda bulunmuştur. Soruşturma sırasında düzenlettirilen bilirkişi raporunda şu hususlara yer verilmiştir:i. Mükellef Şirketin kendi çalışanlarına 2009 yılında satmış olduğu motorlu araçların ÖTV indirimli olarak satıldığı ve bu satıştan kaynaklanan katma değer vergisi (KDV) ve ÖTV’nin tahakkuk ettirilerek ödendiği belirtilmiştir.ii. Bilirkişiye göre bu sebeple vergiyi doğuran olay gerçekleşmediğinden dolayı herhangi bir vergi ziyaı söz konusu değildir. Bilirkişi ayrıca, Şirketin çalışanları ile yapılan alım satım işlemi nedeniyle düzenlenen belgelerin sahte olarak kabul edilemeyeceğini ifade etmiştir.iii. Bilirkişi sonuç olarak Şirket yönünden yapılan ilgili dönemdeki motorlu araç satışlarında uygulanan ÖTV indirimlerinin Bakanlar Kurulu kararına uygun olduğu görüşünü bildirmiştir. Soruşturma sonunda Başsavcılık, söz konusu bilirkişi raporuna dayalı olarak26/2/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Vergi Yargılaması Süreci Başvurucu Şirket, vergi ziyaı cezalı ÖTV tarhiyatı işlemlerinin iptali istemiyleAnkara Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) farklı tarihlerde dava açmıştır. Dava dilekçelerinde; başvurucu Şirketin söz konusu araçları aktifine almasının personeline veya üçüncü kişilere satışının muvazaalı olmadığı, dolayısıyla bu satışlar nedeniyle düzenlenen faturaların da sahte ve muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge olmadığı, vergiyi doğuran olay gerçekleştiğinde ÖTV oranının %27 olduğu, ikinci el araç tesliminin vergiyi doğuran olay olarak kabulünün hukuken doğru olmadığı, yasal koşullar oluşmadığı hâlde resen tarh yoluna gidildiği, inceleme raporunda ifadelerin teşmili yasağının ihlal edildiği, üç kat vergi ziyaı cezalı ÖTV tarhiyatlarının hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Mahkeme 31/10/2013 tarihinde davaların reddine karar vermiştir. Mahkeme kararlarının gerekçelerinde, motorlu araç satışı faaliyetinde bulunan davacı Şirket tarafından indirimli oranda ÖTV’den faydalanmak için araçların Şirket adına veya Şirket çalışanları adına satışının yapıldığı ancak söz konusu satışlar için herhangi bir bedel ödenmediği gibi araçların kullanılmaya başlanmadığı ve alıcılar tarafından adlarına kayıt ve tescil ettirilmediği tespitlerine yer verilmiştir. Mahkemeye göre bu sebeple kanunda aranılan anlamda ilk iktisabın gerçekleşmediği ancak daha sonraki tarihlerde yapılan satışlar sonucu araçların trafik sicilinde tescil edilerek ilk iktisabın araçların gerçek alıcılarına satışının yapıldığı tarihlerde gerçekleştiği gözönüne alınmalıdır. Mahkeme, vergiyi doğuran olayın salt indirimli oranda ÖTV’den faydalanmak amacıyla araçların satışlarının yapıldığı tarihte değil araçların gerçek satıcılarına satıldığı tarihte meydana geldiğini kabul etmiştir. Mahkeme, bu gerekçelerle başvurucu Şirket adına resen tarh edilen vergi ziyaı cezalı ÖTV tarhiyatlarında hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır. Başvurucunun Mahkemenin kararlarına yönelik itirazları, Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 3/2/2015 tarihli kararlarıyla reddedilerek hükümler onanmıştır. Başvurucu Şirketin karar düzeltme talepleri de Ankara Bölge İdare Mahkemesince 16/9/2015 tarihinde reddedilmiştir. Nihai kararlar, başvurucu vekiline 16/10/2015 ve 18/11/2015 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/11/2015 ve 7/12/2015 tarihlerinde bireysel başvurularda bulunmuştur.E. Yeniden Vergi İncelemesine İlişkin İdari Süreç Başvurucu 16/1/2014 tarihinde Vergi İdaresine müracaat ederek sektörde kaç adet vergi incelemesi yapıldığı, bu vergi incelemelerinin sektörün tümünü kapsayıp kapsamadığı ve bu vergi incelemeleri sonucunda ne gibi işlemler yapıldığı hususlarında bilgi verilmesini talep etmiştir. Başvurucunun bu talebi 31/12/2014 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu ayrıca 3/12/2014 tarihinde Vergi Denetim Kurulu Başkanlığına müracaat ederek yeniden inceleme yapılmasını, vergi ziyaı cezasının düzeltilerek maddi ve manevi mağduriyetinin giderilmesini talep etmiştir. Ankara Büyük Ölçekli Mükellefler Grup Başkanlığının 31/12/2014 tarihli yazısı ile yeniden vergi incelemesine başlandığı başvurucuya bildirilmiştir. Bu yazıda ayrıca ilgili dönem vergi beyanlarının takdire sevkine ilişkin olarak vergi dairelerine yazı gönderildiği belirtilmiştir. İndirimli ÖTV uygulandığı döneme ilişkin farklı uygulamalara yol açıldığı şikâyetleri üzerine Vergi Denetim Kurulu Başkanlığınca 9/1/2015 tarihinde konu hakkında bir inceleme yapılmıştır. Bu inceleme sonucu düzenlenen 17/3/2015 tarihli Görüş ve Öneri Raporu’nda (araştırma ve inceleme raporu) öncelikle şu hususa yer verilmiştir:“Vergi müfettişleri tarafından incelemesi tamamlanan 292 mükellef hakkında düzenlenen vergi inceleme raporları üzerinde yapılan inceleme sonucunda tespit edilebilen … aynı konu ve riskli görülen işlemler benzer olmasına rağmen farklı uygulamalar ve mükellefler açısından farklı sonuçlar doğuran değerlendirmelerin yapıldığı anlaşılmıştır.” Ayrıca bu raporda şu tespitlere yer verilmiştir:i. Vergi incelemesi tamamlanan iki yüz doksan iki mükelleften on ikisi hakkında düzenlenen vergi inceleme raporlarında üç kat vergi ziyaı cezalı tarhiyat yapılması, geriye kalan iki yüz seksen mükelleften tenkit konusu yapılanlar hakkında ise tek kat vergi ziyaı cezalı tarhiyat yapılması istenmiştir. Rapora göre;“ÖTV indiriminin uygulandığı dönemlerde şirketin kendi çalışanlarına ya da şirketle ilişkili kişilere yapılan satış işlemlerini muvazaa ve sahte belge olarak değerlendirmek suretiyle üç kat vergi ziyaı cezalı tarhiyat istenilen ve hakkında vergi suçu raporu düzenlenen mükellefler olduğu gibi tek kat vergi ziyaı cezalı tarhiyat istenilen ve hakkında vergi suçu raporu düzenlenmeyen mükellefler ile tenkit konusu yapılmayan mükellefler de bulunmaktadır.”ii. Raporda farklı sonuçlara varılmasının gerekçesi olarak incelemeyi yapan vergi müfettişlerinin farklı olması ve ayrıca rapor değerlendirme komisyonlarının çalışma biçimi ve farklı değerlendirmeler yapabilmesi gösterilmiştir. Rapora göre;“… Esas olan, yapılan inceleme sonucunda ortaya çıkan vergisel sonuçtan ziyade, aynı konuda farklı mükellefler üzerinde yapılan inceleme sonucunun aynı olmasının sağlanmasıdır. Diğer bir ifadeyle, inceleme konusu itibarıyla aynı durumda olan mükelleflere vergisel anlamda farklı işlem yapılmamasına ve aynı (eşit) işleme tabi tutulmasına yönelik uygulamaların geliştirilmesi esas olmalıdır. İnceleme konusu aynı olsa bile farklı özellikler gösteren mükelleflerin bu durumlarının dikkate alınacağı tabiidir…”iii. Raporda, başvurucu Şirketin mağduriyetinin giderilmesi talebi yönünden ise devam eden yargı sürecine dikkat çekilerek yeniden vergi incelemesi yapılmasının vergi mevzuatı bakımından mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Söz konusu raporda, belirtilen olumsuzluklara yol açılmaması için çeşitli önerilerde de bulunulmuştur. Bu önerilerden bazıları şunlardır:i. Ülke genelinde sektörel bazda ve geniş kapsamlı incelemelere başlanmadan önce örnek olarak seçilecek birkaç mükellef nezdinde inceleme yapılarak çıkacak sonuçlar değerlendirildikten sonra yapılacak incelemelere yön verilmesi gerektiği ifade edilmiştir.ii. Aynı konudaki incelemenin aynı gruptaki vergi müfettişlerince yapılması ve aynı rapor değerlendirme komisyonunca değerlendirilmesi önerilmiştir.iii. Aynı konuda farklı değerlendirmelerin yapılması durumunda uygulamanın nasıl yapılacağının vergi müfettişlerine duyurulmasının yararlı olacağı belirtilmiştir.iv. Ayrıca vergi müfettişlerinin hizmet içi eğitimlerine ağırlık verilmesi gerektiği vurgulanmıştır.v. Uygulama birliğinin sağlanması için Merkezî Rapor Değerlendirme Komisyonu kararlarının vergi müfettişlerinin bilgisine sunulması önerilmiştir. Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı ¼/2015 tarihinde yeniden başlatılan vergi incelemesini iptal etmiştir. Bu yazıda, yeniden vergi incelemesi yapılmasının vergi mevzuatı açısından uygun görülmediği belirtilmiştir. Başvurucu 15/4/2015 tarihinde yeniden başlatılan incelemeye devam edilmesi talebinde bulunmuştur. Ancak Vergi Denetim Kurulu Başkanlığının 27/5/2015 tarihli yazısı ile araştırma ve inceleme raporuna dayalı olarak talebinin reddedildiği başvurucuya bildirilmiştir.F. Emsal Olarak İleri Sürülen Vergi İncelemeleri ve Davalar Yine başvurucu ile aynı grupta yer alan başka bir şirkete yönelik olarak 2009 yılı Ekim, Kasım ve Aralık aylarını konu alan 17/4/2013 tarihli vergi inceleme raporu düzenlenmiştir. Bu raporda, mükellef şirketin kendi adına yaptığı araç satışlarının kullanma amaçlı olmadığından ÖTV’ye tabi olmadığı ancak daha sonra üçüncü kişilere yapılan satışlar yönünden ÖTV uygulanması gerektiği tespit edilmiştir. Raporda sonuç olarak mükellef kurum adına resen ÖTV tarh edilmesi ve tarh edilecek bu tutarlar üzerinden bir kat vergi ziyaı cezası kesilmesi önerilmiştir. Başvurucunun sunduğu İstanbul Vergi Mahkemesinin 31/10/2013 tarihli kararında; motorlu araç ticareti yapan davacı tarafından yapılan işlemlerin muvazaa olarak nitelendirilemeyeceği, davacının vergiden kaçındığı belirtilerek dava konusu cezalı tarhiyatların iptaline karar verilmiştir. Bu davada verilen kararın temyiz edildiği ancak Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan sorgulama sonucuna göre temyiz incelemesinin devam etmekte olduğu anlaşılmaktadır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Reis Otomotiv Ticaret ve Sanayi A.Ş. [GK], B. No: 2015/6728, ½/2018, §§ 33-55). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17259 | Başvuru, indirimli özel tüketim vergisi uygulandığı dönemde yapılan araç satışlarının muvazaalı olduğu gerekçesine dayanılarak resen üç kat vergi ziyaı cezalı özel tüketim vergisi tarh edilmesi nedeniyle ayrımcılık yasağı bağlamında mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.